Ortaçağ`da Skolastik Düşünce

advertisement
ORTAÇAĞ’DA İKTİSADİ DÜŞÜNCE
Ortaçağ’da Feodal Siyasi ve Ekonomik Yapı
. Ortaçağ döneminin kendi iç dinamikleriyle evrilen, dönüşen ve gelişen bir tarihsel
dönem olduğu söylenebilir.
. Ortaçağ’da yaşayan insanlarda yaşadıkları çağın ortada olduğuna inanıyorlardı.
Ortadan kastettikleri şey, kendi yaşadıkları dönemin Hristiyanlığın ilk dönemleri ile
bu dinin bir dünya dini ve devleti olacağı gelecek dönemler arasındaki bir ara
dönem olmasıydı. Bu nedenle yaşadıkları dönem ortada idi ve Hristiyanlık bütün
dünyaya egemen olunca dönem tamamlanacaktı.
. Ortaçağ’ı dört döneme ayırmak mümkündür. Dönemler?
. Siyasi yönetim biçimi olarak feodalizm. Ekonomik sistem olarak da manoryalizm
uygulanmaktaydı. Feodalizm, siyasi egemenliğin kraldan başlayan ve en küçük
soyluya değin zincirleme bir biçimde yayılan yönetim tarzıydı. Kral çoğu zaman
sembolik bir kral kimliği taşıyordu ve en üstteki lorddu. Kral eşitler arasında
birinciydi. Yoksa ne askeri ne de siyasi gücün mutlak bir yaptırımından söz
edilemezdi.
. Roma sonrası, ortaya çıkan güvensizlik ortamı feodalizmin oluşmasında en
önemli etkendir. Feodalizm ile soylular, askerler, eski komutanlar kendi
bölgelerine, malikanelerine ve köylerine sığınan insanları himaye etmek için
bedel olarak korunma talep eden köylülerin emeklerini istenmektedir. Böylelikle
feodal siyasi düzen ve manoryalizm ile üretime geçilmektedir.
. Sonuç, köylülerin kendilerine sağlanan güvenlik hizmetine karşılık ayni, nakdi
ve bedeni olarak vergilere ve çoğu zaman angaryalara maruz kaldıkları bir
sistemin ortaya çıkması olmuştur. Feodalizmin eleştirilmesine rağmen
savunanlarda vardı; lordun sağladığı güvenlik, adalet ve yönetim hizmeti ile
köylülerin sağladığı ürünler anlaşmaya dayalı bir biçimde takas edilmekteydi.
. Bu örgütlenme beraberinde piyasa ekonomilerinin dışında sınıflı bir sosyal
yapıyı beraberinde getirdi. Nasıl?
. Ortaçağ’ın bu ekonomik örgütlenmesinde bir piyasada ya da rekabetten
bahsetmek mümkün değildi. Manor ekonomisinde ekim dikim işlemleri,
değirmen gibi tesisler soylunun kontrolündeydi.
. Şehirlerde ise esnaf örgütlenmeleri, kaynak dağılımını, üretimi, üretim
tekniklerini, usta sayılarını, satış fiyatlarını belirlemek suretiyle bir otokontrol
mekanizması kurmuşlardı. Bu lonca teşkilatı idi.
. Ortaçağ’ın ekonomik yapısını tanımlamak gerekirse?
. Ortaçağ’da toplumsallık ileri boyutlara ulaşmış ve bireycilik ötelenmiştir.
Temel mantık, içinde bulunulan toplumun en uygun biçimde ihtiyaçlarını
karşılayabilmesi ve yaşayabilmesi olarak belirlenmiştir. Bunun için rekabet ve
çatışma önlenmiş, kardeşlik ve birlik ön planda olmuştur.
. Sisteme ticaretin, paranın, pazarın ve özgür düşüncenin yokluğu damgasını
vurmuştur. Üretim faktörleri kontrol altında ve istikrarlıdır. Akışkanlıkları ve
özgürce hareket ederek yer değiştirmeleri mümkün değildir.
. Küçük bölgesel ticaretin dışında uluslararası sayılabilecek uzun mesafeli
ticarete rastlanmaz.
. Toplumun büyük kısmı zirai sektör içinde olduğundan ekonomide belirleyici
öğede ziraattır. Henüz ne fabrikadan ne sermayeden ne işverenden ne maliyetten
ne de üretim artışı sağlayacak teknolojik gelişme ve makineleşmeden bahsetmek
mümkündür. Bu görünüm iki kırılma ile dönüşüp yerini kapitalist ekonominin
doğup gelişeceği bir ekonomik yapıya bırakacaktır. İki kırılma?
Ortaçağ’da Skolastik Düşünce
. Skolastik düşünce tamamıyla Hristiyanlığın felsefi anlamda bir temele
oturtulması çabalarından doğmuştur. Skolastizm, bir yandan felsefeyi dinin alanına
uygulamak, bir yandan da aklı, inancın alanına uygulayarak buralarda yer alan
problemleri anlaşılabilir kılmayı amaçlamaktadır. Bunun için skolastik felsefenin
temel ilkesi anlamak için inanıyorumdur. Bu ilke aklın tanrısal buyrukların
anlaşılabilmesi için kullanılmasını içerir. Artık insan aklı devreye girmişti ve bu
sorgulayıcı bakış açısı her seferinde daha köklü ve yaygın bir biçimde insan
düşüncesini etkileyecekti.
. Dinin dogmatik yapısından kurtulmak ve yaşama akılcı bir şekilde yaklaşmak,
bizatihi Tanrı’yı ve dini anlamak için gerekli görülmeye başlanmıştı. Bunun için
ilk olarak felsefede daha sonrada da aritmetik, optik, geometri, fizik, astronomi ve
tıp alanlarında atılımlar yaşanmaya başlandı.
«Dinimize bu kadar bağlı olmamızın ardından, inandıklarımızı anlamak için çaba
göstermezsek, bana öyle geliyor ki görevimizi yapmış sayılmayız». Böylece aklın
inanç ile bağdaştırılmasına başlanmıştır.
Skolastik Düşüncede Devlet, Özgürlük ve Toplumsal Sınıflar
. Ortaçağ’a yön veren skolastik düşüncenin anlaşılabilmesi, düşüncenin ana
kaynağını oluşturan Hristiyanlık dininin anlaşılmasını gerekli kılar.
. Hristiyanlık insanı, devleti, özgürlüğü, eşitliği, dünyayı ve toplumsal
sınıflaşmayı belirlerken, aynı zamanda Reform’a uzanacak sürecin yapıtaşlarını
da döşemeye başlamıştır.
. Bu tartışmalar sonradan biçim değiştirerek hem tartışma konularını dünyevi
meselelere taşımış hem de etkinlik alanını artırarak içinde bulunulan merkezi
otorite yokluğunda Avrupalı insanların pratik yaşamlarını belirlemeye başlamıştır.
Bu belirleyiş zamanla masumiyetini yitirmiştir. Nasıl?
. Reform?
. Roma döneminde Hristiyanlar eşitsizliklere maruz kalmışlardır. Yaşamdaki
eşitsizlikler ve sınıfsal farklılıklar insan günahkarlığının bir bedeli olarak
algılanıyordu. Hristiyan alimler sınıfsal yapının ve mülkiyet eşitsizliğinin giderilmesi
konusunda bir öneride bulunmuyorlardı. İnsanlar Tanrı’nın önünde eşittir ancak bu
eşitlik pratikte de bir eşitliğin aranması anlamına gelmiyordu.
. Bunlara ek olarak Ortaçağ toplumuna Hristiyanlığın dikte ettiği sınıflaşma, insanlar
tarafından da normal olarak karşılanıyordu. Nasıl?
. Hristiyanlığa göre devlet, Tanrı tarafından konulan iyileri geliştirmek ve kötüleri
bertaraf sahip olarak, insanın zaten günahkar olarak gönderilmiş olduğu bu
dünyadaki kurtuluşunu sağlamak görevine sahipti.
. Bu dünyanın, yaşanacak sonsuz hayatın bir öncülü olmasının öne çıkarılması bütün
ortaçağlar boyunca insanı, iktidarı ve dünyevi ilişkileri bir yandan edilgen bir
konuma iterken diğer yandan kilisenin kontrolüne girmeye zorlamıştır (otorite
boşluğu). Bu nedenle de Ortaçağ’ın iktisadi düşünceleri ve ekonomik pratikleri bu
temel inançlar üzerine inşa edilmiştir.
. Ancak Reform’un karşı saldırısı ile gelecek olan düzenlemeler bu yorumları
değiştirecek ve devlet, insan, dünya, iman, çalışma vb. konularda Avrupalı
insanların yeni bir rotaya girmesinin kapılarını aralayacaktır.
. Aydınlanma, bu dünyanın öneminin öne çıkarılması, bilimlerdeki gelişmeler,
Avrupa insanının zenginlik ve üretim konusundaki çabaları ve iktisat teorisine
giden yolların açılması hep bu dönüşümlerin sonucudur.
Ortaçağ’da Değer ve Adil Fiyat Düşüncesi
. Ortaçağ iktisadi düşüncesinin üzerine eğildiği en önemli iki unsurdan biri faiz
diğeri de adil fiyattır. Neden?
. Adil fiyat kavramı bir değişim işlemi nasıl yapılmalıdır ki değişim sonucunda
her iki tarafta bir zarara uğramasın? Sorusuna cevap arar.
. Temel düşünce, alım satım işleminde tarafların zarar görmemesiydi. Fakat
ticarete para aracılık edince değer de parayla ifade edilmeye başlanmıştı. O halde
adil fiyat, bir değişim işleminde fiyatın malın değerini, malın da kendisine
ödenen fiyatın değerini aşmaması, bu ikisinin birbirine denk olması şeklinde
tanımlanabilirdi. Çünkü hukuk ve adalet anlayışı çerçevesinde alım-satım
sonrasında, alıcı ve satıcının alım-satım öncesindeki ekonomik durumunun
bozulmaması gerekiyordu. Ancak adil fiyat nasıl oluşacaktı?
. Ortaçağ’da adil fiyat üzerindeki tartışmalar, hukukçular ve skolastikler
tarafından yürütülüyordu. Adil fiyat ile ilgili çok sayıda tanım ortaya atılmıştır.?
. Adil fiyatın ne olduğuna yönelik soruları cevaplama çabası yorumcuları arz ve
talebe götürdü.
. Ortaçağ’ın arz ve talep yorumu da net değildi. Hukukçular ve skolastikler,
malların piyasa fiyatları üzerinde arz ve talebin etkisini tartışırken başka faktörleri
de devreye soktular. Hangi faktörler?
. Şu halde Ortaçağ’da bir malın değerinin belirlenmesinde alıcılar toplamının talep
yapısı ile arzın birlikte değerlendirilmesi, neo-klasik iktisattaki piyasa fiyatı
yorumuna çok yaklaşılmış oluyordu. Böylece ulaşılan noktada, bir malın piyasa
fiyatının yani değerinin belirlenmesinde arz ve talep ile birlikte emek ve maliyette
etkiliydi. Aynı görüş emeğin fiyatı olan ücrete de uygulandı, ücretlerinde tıpkı
fiyatlarda olduğu gibi toplumdaki genel tahmin tarafından belirlenmesi gerektiği
kabul edildi.
. Piyasadaki adil fiyatın oluşumunu engelleyen unsurlar, monopol, toptancılık, bir
şeyi önceden satın alarak fiyat yükseldiği zaman satmaktı. Bunlar suni kıtlık
oluşturarak piyasada oluşan fiyatların yükselmesine neden olurdu.
. Adil fiyatın, piyasada oluşan fiyat dışında ortaya çıkabileceği ikinci durum
kamu otoritesi tarafından kamu yararı için belirlenecek bir fiyat ve ücrettir.
. Bu görüşe göre kamu otoritesinin belirlediği sabit fiyat zenginliği, aylaklığı,
açgözlülüğü, dürüst olmamayı, faizciliği önleyen bir uygulamaydı. Yani devletin
piyasaya egemen olması nedeniyle bütün fiyatların kamu yararı için kamu
otoritesi tarafından sabitlenmesi gereklidir. Neden?
. Fiyatın yasal belirlenmemesi durumunda ortaya çıkan fiyatın bir tür piyasa fiyatı
olacağı açıktır. Bu nedenle, oluşacak fiyatın maliyetten, teknolojiden, üretildiği
miktardan ve halkın alışkanlıklarından bağımsız olarak ortaya çıkmayacağı
kesindi.
. Adil fiyatın piyasa fiyatı olup olmadığını anlamak için ?
. Adil fiyatın oluşabilmesindeki üçüncü durum, fiyatın ya da ücretin serbest
sözleşme yöntemi ile belirlenmesidir. Bu durumda oluşan fiyat genellikle iki kişi ya
da grubun anlaşması sonucunda ve piyasa fiyatı ya da otorite tarafından belirlenen
fiyat esas alınarak belirleniyordu.
Ortaçağ’da Faiz ve Para Düşüncesi
. Faiz düşüncesi Ortaçağ boyunca en çok tartışılan ve zaman içinde de fazlaca biçim
değiştiren düşüncelerden birisidir. Tarihte ilk faiz uygulaması nasıl başladı?
. Faiz Ortaçağ iktisadi düşüncesinde neredeyse 4. yüzyıldan başlayarak 15. yüzyıla
kadar değişik yorumlara maruz kalan ve katı bir yasak konumundan yavaş yavaş
meşru zemine kayan bir uygulama olmuştur.
. İncil’e dayandırılan ve kilise hukukçuları tarafından geliştirilen faiz ile ilgili
yorumlar gittikçe kesinleşerek çeşitlendi ve faizin yasaklığına ilişkin kesin bir
kararname yayınlandı. Tefecilerin tövbe etmesi zorunlu hale getirildi, kamusal
olarak suçlanmalarının ve yargılanmalarının önü açıldı.
. Faiz adalet ile ilişkilendiriliyor, doğal ve yasal olmaması gerektiği savunuluyordu.
Faiz bir yandan insanların yardım duygularını öldürerek, zengin kimsenin kendisine
verilen zenginliği fakir komşusuna satması, alınan ve verilen şeylerin eşit olmasını
önleyerek adaletin gerçekleşmesini engelliyordu.
. Ancak gelişen bu bakış açısı ekonomik ve sosyal şartların da etkisiyle karşıt
düşünceleri tetiklemeye başladı. Özellikle merkezi devletlerin oluşmaya başlaması
ile ortaya çıkan finansal ihtiyacı karşılamak için tefeciler yöneticiler tarafından
korunmaya başladılar ve toplumda önemli bir konuma yükseldiler. Hatta artık
kilise mensupları da almış oldukları görevler karşılığında papalığa yapmak
zorunda oldukları ödemeler için tefecilerden faizle borç almaya ve zenginliklerini
faizle borç vererek kullanmaya başladılar.
. 16. yüzyıla gelindiğinde faiz tartışmaları boyut değiştirmeye başladı. Faiz
üzerinde düşünce geliştirenler her zaman borç alanın değil kimi durumlarda borç
verenin de, borç vermekten dolayı sıkıntıya düştüğünü bu durumunda tıpkı
öncekinde olduğu gibi adalet ve eşitliği bozduğunu ifade etmeye başladılar.
. Artık yalnızca aldığı borçtan dolayı faiz ödeyenlerin değil, ama aynı zamanda
borç verdiği için bir olumsuzlukla karşı karşıya kalanların durumları da
tartışılmaya başlandı. Borcun geri ödenmesinin reddedilmesi, ödemenin
geciktirilmesi, bankacılık gibi oluşumlar da artık tartışılmaya başlandı. Faiz
konusunda ki yasakların artık gevşemeye başladığı görülmektedir.
. Faiz tartışmaları 15. yüzyıla gelindiğinde tam olarak sonuçlanmasa da hız kesti ve
faiz birçok formu ile Avrupa ekonomik yapısına dahil oldu. Ekonominin
nakdileşmesi, ticaretin genişlemesi, pazarların büyümesi, sektörlerin çeşitlenmesi
ve dış ticaretin artmasının bu durumda önemli rolü olmuştur. Artık bundan sonra
iktisadi düşünce tarihinde faizin yasaklığı değil ama ekonomik yapı içinde ki rolü
ve etkileri tartışılacaktı.
. Ortaçağ’da paranın ne olduğu, hangi maddeden yapılması gerektiği, değerinin
nasıl saptanacağı konuları da tartışılmıştır. Buna göre,
Aquinas, para değerinin prens tarafından belirlenmesi gerektiğini,
William, para değerinin onu kullananlar tarafından oluşturulacağını,
Oresmus, resmi otoritenin parayı basma hakkı vardır ancak para piyasaya sürüldüğü
andan itibaren toplumun malıdır, bu aşamadan sonra paranın değerinin bozulması
topluma zarar verir,
Buridan, paranın tabiatta az bulunan bir madenden yapılmasını savunur.
Bu düşünürlerin görüşleri henüz gelişmiş bir düzeyde değildir.
Ortaçağ’da Ticaret ve Kar Düşüncesi
. Ekonomilerin kapalı aile üretimi biçiminde örgütlendiği ve üretimin ancak
ihtiyaçları gidermek için yapıldığı dönemlerde düşünürler, insanların faaliyetlerini
anlamlandırmakta biraz sıkıntıya düşmüşlerdir. Neden?
. Bu nedenle hep bu duruma yönelik ayrımlar yapılmıştır. Üretken emek, üretken
olmayan emek, verimli sınıflar, verimsiz sınıflar ve üretken faaliyetler, üretken
olmayan faaliyetler ayrımları hep bu yaklaşımın sonuçlarında yapılmıştır. Bu
ayrımlarda henüz hizmet üretiminin yeteri derecede algılanamadığı ve bu nedenle
de hizmetlerin toplum refahını artırıcı etkilerinin göz ardı edildiği görülmektedir.
. Faaliyetlerin bu şekilde ayrıştırılmasının bir diğer nedeni de dinseldir.
Hristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da emek kutsal sayılmış ve insanların çalışmaları
ve emek kullanarak geçimlerini temin etmeleri desteklenmiştir.
. Ortaçağ’da da sınıflı bir toplum yapısı vardır ve bu yapı doğal bir yapı olarak
kabul edilmektedir. Piyasa kavramının ve dolayısıyla piyasanın ne üretilecek
sorusuna cevap vermediği bir ortamda, toplumun ihtiyacı olan çeşitli malları
üretebilmek ancak sınıflı bir toplum yapısının kabulü ile sağlanabilmiştir.
. Burada temel problem ticaretin ne olduğu, hangi tür faaliyetleri içerdiğidir. Bir
malı alarak üzerine kar ekleyip diğer insanlara satmak nasıl yorumlanmalıdır?
. Bu konuda uzun yıllar geçerli olan ilk yorum Aristo’dan gelmiştir. Nasıl?
. Bu konuda ki düşünceler gelişen ticaretle birlikte değişinceye kadar Ortaçağ’da
da ticaret kısır ve faydasız bir faaliyet olarak nitelenmiş ve hor görülmüştür.
Aquinas?
. Ticaret aynı zamanda adil fiyat düşüncesine de aykırıdır. Neden?
Ortaçağ’da Mülkiyet Düşüncesi
. Genel olarak Ortaçağ düşünürleri Aristo’nun da etkisi ile mülkiyeti meşru bir hak
olarak kabul etmişlerdir.
. Aquinas özel mülkiyeti savunmaktadır. Ona göre mülk sahibi olmak ile o
mülkiyetin kullanımı birbirinden ayrılabilecek şeylerdir. Yani bir kimse bir malın
mülküne sahip olabilir ama o malın kullanımını da bir başkasının elinde bulunabilir.
Eğer özel mülkiyete konu olan mallar topluma yarar sağlayacak bir şekilde
kullandırılıyorsa özel mülkiyet sakıncalı değildir. Aquinas buna kullanımda ortak
mülkiyet adını vermektedir.
. Aquinas’a göre insanlar mülk edinmeleri söz konusu ise kendilerini çalışmaya
verecek, herkes kendi sahip olduklarıyla yetindiği zamanda toplumsal barış
sağlanmış olacaktır.
Yeni Bir Mezhebe Doğru: Reform
. Hristiyanlığın, özellikle Avrupalı ulusların ekonomik gelişmeleri üzerinde derin
etkileri olmuştu. Hristiyanlık insanlar arasında eşitlik düşüncesini getirdi. Özellikle
kölelik ya tamamen ya da kısmen reddedildi ve Hristiyanlaşmak köleliğin kalkması
için yeter şart gibi göründü.
. Hristiyanlığın doktrini kardeşlik üzerine kurulunca mülkiyet yapısı olarak
komünal mülkiyet (toplumun ortak malı) önerildi.
. Kilise insanlar üzerinde güçlü, evrensel ve despot bir etkiye sahipti. Her alana
nüfuz etmiş durumdaydı. Hayatın bütün eylemleri hatta en din dışı alanlar bile dinin
egemenliğindeydi. Kilise, çalışma ve dinlenmeyi, tüketim biçimini ve hayat tarzını
ayrıntılarına kadar düzenledi. Bütün Avrupa’daki eğitim öğretim işleri kilisenin
tekeli altındaydı.
. Ancak kilisenin bu iktidarına Reform hareketi ile karşı çıkılmaya başlandı.
Kilisenin bütün dünyevi otoritelerin kendine bağlı olduğu iddiası ilk kez 1296
yılında örselendi.
. Fransa Kralı ile Papa ortaya çıkan çatışma, kralın din adamlarını vergilendirilip
vergilendirmeyeceği etrafında toplandı. Kralın da destek bulması ile birlikte sorun 1297
yılında kral lehine çözüldü.
. Bu olaylardan sonra iktidarın nasıl biçimlenmesi gerektiği ve bu iktidarda krallığın ve
papalığın rolünün ne olacağı tartışmaları da gündeme geldi.
. Hristiyanlığın uygulamalarında bir yeniliği ifade eden reform hareketi 1517’de Martin
Luther’in kilise kapısına astığı bir bildirge ile başladı.
. Luther, bildirgesinde tek otoritenin kutsal kitap olduğunu, kurtuluşun kilise aracılığı ile
değil imanla olacağını, tarikatların merkezi rolünün reddedilmesi gerektiğini, otoritenin
kilise dışına çıkması gerektiğini ısrarla belirtiyordu. Luther’in en çok itiraz ettiği konu
kilisenin dünyevi bir otorite haline gelerek vergi gelirlerine ortak olması ve din ticaret
yapmasıydı. Papa da bir insandı ve diğer insanlar gibi hata yapabilirdi. Kilise ilk kez bu
kadar açık bir meydan okuma ile karşılaşmıştı.
. Yeni akım, siyasi ve toplumsal organizasyonları da kökünden sarmaya başladı. Luther ve
diğerlerinin daha önceki dini reformların başarısız olmasına rağmen başarı kazanmalarının
nedeni açıktı. Onlar başlattıkları savaşta önceki reformcuların aksine kilisenin siyasi ve
ekonomik baskısından zaten bunalmış olan soyluları da yanlarına çekmiş ve onların
otoritelerini tehdit eden bir tavır içinde olmamışlardı.
. Luther kutsal kitaba dönüşü önerdi ve kilisenin bulaşmış olduğu bütün
yolsuzlukları ve çıkar faaliyetlerini kınadı. İnsan günlük faaliyetlerini özgürce
yapabilmeliydi. Luther’e göre hangi insanın günahkar hangisinin seçilmiş
olduğunu bilmek mümkün değildi. O halde kilisenin insanları kurtuluşa
eriştirmesi, hele bunu para karşılığında yapması tam anlamıyla saçmaydı.
. Luther’in kilise anlayışı manevi bir birliği temsil eder. Bu nedenle de kilise iman
birliğini temsil edecek ve yönetme, cezalandırma, yargılama faaliyetleri laik
dünyevi iktidara bırakılacaktı. Luther’in reformunun başarısı bu noktada gizlidir.
. Reformun ilk iktisadi sonucunda insanlar zincirlerinden kurtulmuşlar, bir yandan
kilisenin baskısı bitmiş, diğer yandan da tatminkar bir hayat sürerek öteki dünyayı
kazanma inancı örselenmişti. O halde çalışmak ve zengin olmanın önünde engel
yoktu ve bu, dini inançla da uyum içindeydi.
. Reformun ikinci iktisadi sonucu, artık araştırma yöntemi ve bilimin faaliyeti
ciddi bir dönüşüm sürecine girecekti.
Rönesans ve Reform: İktisadi Düşüncede Dönüşüm
. Reform, insanların üzerindeki düşünsel ve dinsel baskıyı kaldırırken Rönesans,
Avrupa insanına yeniliklerle dolu bir yaşam biçiminin kapılarını aralamıştır. İnsanın
akıl gücü ve önemi ön plana çıkarılmış ve aydınlanma felsefesi bu dönemde
oluşmaya başlamıştır.
. Rönesans döneminde gökbilimciler, fizikçiler, matematikçiler yanında sanatçılar,
ressamlar bulunmaktadır. Bunlar ortaya koydukları eserler ve ileri sürdükleri
düşünceler ile dış dünyanın insanlar tarafından daha fazla ilgi çekmesine, insanın
bilime olan merakının dış dünyayı anlamaya yönlendirilmesine katkıda
bulunmuşlardır.
. «Doğayı incelemeliyiz, geri kalmamızın sebebi yüzyıllar boyunca o koca doğayı bir
yana bırakarak boşuna Aristo ve Platon ile vakit geçirmiş olmamızdır. Doğayı
incelemek bizleri kolaylıkla kesin bir bilime götürür.»
. Skolastik dönemde felsefe kilise hizmetinde olan bir felsefeydi. Oysa Rönesans
dönemi felsefesi kendini her türlü bağımlılıktan, otorite ve yetkiden kurtarmak ve
özgür olmak isteyen bir yapıdaydı. Aklın ve deneyin sağladığı doğrular bulunmaya
çalışıldı.
. Artık eski dönemin inanan insanının yerini düşünen insan almıştır.
Önceden dünyanın merkezinde Tanrı ve kilise varken şimdi dünyanın merkezine
insanın kendisi ve onun aklı, bireyin istekleri, beklentileri ve zevkleri oturmuştur.
. Bu dönemde artık iktisadi faaliyetlerin de bağımsız incelenmesi gerektiği
düşüncesi dile getirilmiştir.
Download