BELÂGAT ÇALIŞMA KAĞIDI İSTİARE Sözcüğü kendi anlamı dışında

advertisement
BELÂGAT ÇALIŞMA KAĞIDI
İSTİARE
Sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak bir şeyi benzediği başka bir varlığın adı ile
anmaktır. Türkçe’deki karşılığı eğretileme’dir. İstiare’de hakiki mana ile mecâzi
mana arasında benzerlik alâkası vardır.
İstiâre aslında bir teşbihtir.
‫حممد كالبحر يف العلم‬
hazfedilir.
(Muhammed ilimde derya gibidir). Bu cümleden benzetme yönü
‫( حممد كالبحر‬Muhammed derya gibidir). Daha sonra benzetme edatı
hazfedilir. ‫( حممد حبر‬Muhammed bir deryadır). Son olarak müşebbeh ya da müşebbeh
bih’den biri hazfedilip kalan kelime cümlede kullanılırsa buna istiare denilir. ً‫أيت حْحبرا‬
ُ ‫ر‬
‫اس‬
‫ يُعلّ ُم النّ ح‬İnsanlara öğreten bir derya gördüm. Bu cümlede aslında müşebbeh bih olan
‫ حبر‬kelimesi kalmıştır.
Yani istiare, teşbihin rükünleri hazfedildikten sonra sadece müşebbehun bihin ya da
ona ait bir özelliğin cümlede kullanılması ile yapılır. Buna göre istiare ikiye ayrılır:
İstiare-i tasrihiyye (açık istiare) ve istiare-i mekniyye (kapalı istiare).
a) İstiare-i Tasrihiyye: Müsşebbeh bih’in açıkca cümlede kullanılması ile yapılan
istiaredir.
Örnek 1: ‫“ واتصموا حبحْبل هللا مجيعا‬Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın”. Ayette Kur’an-ı
Kerim ipe benzetilmiş. Yani bu cümle teşbih üslubunda söylenseydi Kur’an
müşebbeh, ‫ حبل‬kelimesi ise müşebbeh bih olacaktı. (‫) القرأن كحبل‬. Teşbihin rükünlarını
hazfedip sadece müşebbeh bih olan “habl” kelimesinin kullanılması ile istiare
yapılmış oldu. Bu yüzden istiare-i tasrihiyye oldu.
Örnek 2: ‫“ و خيْر ُج ُه ْم م حن الظُلُومات إىل النُّور‬Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” Bu ayeti
kerimede “karanlık” ve “aydınlık” kelimeleri ile istiare yapılmıştır. Küfür karanlığa,
hidayet aydınlığa benzetilmiştir. Yani cümle teşbih üslubunda söylenseydi “küfür
karanlık gibidir” şekline bir cümle kurulacaktı. Bu cümlede “karanlık” kelimesi
müşebbeh bih konumundadır. Diğer rükünlar hazfedilip sadece müşebbeh bih
kullanıldığı için “istiare-i tasrihiyye” olmuştur.
b) İstiare-i Mekniyye: Bu istiare türünde müşebbeh bih açık olarak zikredilmez
ama ona ait bir özellik söylenerek kendisine işaret edilir.
‫فارهاح‬
ْ ‫ وإذا املنيَّةُ أنْ حشبح‬Ölüm pençelerini sapladığı zaman. Bu cümlede ölüm yırtıcı bir
‫ت أحظْ ح‬
‫ح‬
hayvana benzetilmiş. Ancak yırtıcı hayvanın kendisi değil ona ait bir özellik olan
(‫ أظفار‬pençeler) kelimesi ile ona işaret edilmiş. Dolayısı ile istare-i mekniyye
olmuştur.
‫ت‬
ْ ‫ألرى ُرُووساً ق ْد أيْ حنع‬
ّ “Olgunlaşmış ve koparma zamanı gelmiş başlar görüyorum.” Bu
‫إّن ح‬
cümlede isyancıların başları koparma zamanı gelmiş olan meyvelere benzetilmiş
ancak meyve kelimesi zikredilmeden onun bir özelliği olan “olgunlaşmak” fiili ile
kendisine işaret edilmiştir. Yani müşebbeh bihin kendi değil bir özelliği söylenmiştir.
Bu yüzden istiare-i mekniyye olmuştur.
***
***
İstiare; istiare yapılan kelimenin müştak ya da camid oluşuna göre ikiye ayrılır.
İstiare-i asliyye ve istiare-i tebeiyye.
a) İstiare-i asliyye: Camid isimle yapılan istiaredir.
Örnek 1:
ُ‫“ َيحُ ٌّج ظالماً يف حَنار لسانُه‬Onun dili karanlığı gündüze döküyor.” “onun dili” ifadesi ile
kastedilen “kalemin ucu”dur. “lisan” kelimesi camid bir kelime olduğu için istiare-i
asliyye olmuştur.
Örnek 2:
‫اليث حع ْن ْأرض الْ حوطحن‬
“Aslan” kelimesi ile istiare
ُ ‫ داحفح حع‬Aslan vatan toprağını korudu.
yapılmıştır. Camid bir kelime olduğu için istiare-i asliyye’dir.
İstiare-i Tebeiyye: Müştak (türemiş) isimle yapılan istiaredir. (Zaman ve yer ismi,
alet isimleri, fiil ve edalar).
Örnek 1:
‫ْسوحر ا ْْلحناحح م حن الْ حف ْقر‬
ُ ‫ أراحهُ حمك‬Onun fakirlikten kanadı kırılmış olduğunu görüyorum. “Meksur”
kelimesi türemiş bir kelime olduğu için istiare-i tebeiyye olmuştur.
Örnek 2:
‫ب‬
‫وسى الغح ح‬
‫“ حولحماّ حس حك ح‬Musa’nın öfkesi susunca (dinince).” İstiare yapılan kelime fiil
‫ت حع ْن ُم ح‬
ُ‫ض‬
olduğu için müştaktır. Dolayısı ile istiare-i tebeiyyedir.
***
İstiare içinde müşebbehe ya da müşebbeh bih’e ait bir özelliğin zikredilip
zikredilmeyişine göre 3’e ayrılır: Müreşşeh, mücerred, mutlak.
a) Müreşşeh İstiare (İstiare-i Müreşşeha): Cümlede müşebbeh bih’e ait bir
özellik vardır. (Müşebbeh bih’in uygun unsuru vardır).
Örnek:
‫ت اج حارتُ ُه ْم‬
َّ ‫ذين اشتح حرُوا‬
‫“ أو ح‬İşte onlar hidayete karşılık delâleti satın
ْ ‫الضالحلة اب ْْلُدى فحما حرحبح‬
‫لئك الّ ح‬
alanlardır. Ancak onların bu ticareti kâr etmemiştir.” Ayette “satın alma” fiili
ile istiare yapılmıştır. Hidayet ile delâleti değiştirmek bir şeyi satın almaya
benzetilmiştir. Cümlenin ilerisinde satın alma fiiline ait bir özellik olan
“ticaret” ve “kâr” kelimeleri kullanılmıştır. Yani müşebbeh bih olan “satın
alma” fiiline ait özellikler söylenmiştir. Bu yüzden müreşşeh istiaredir.
b) Mücerred İstiare (İstiare-i Mücerrede): Cümlede müşebbeh’e ait bir özellik
vardır. (Müşebbeh’in uygun unsuru vardır).
Örnek:
ًّ ‫ك فح ُك ُّل حع ُمود قحوم م حن‬
ْ ُ‫“ فإ ْن يح ْهل‬Eğer o helâk olursa ne gâm, çünkü her
ُ‫الدنْياح إىل اْلُلك يحصي‬
kavmin direği dünyadan yok olmaya doğru gider.” Kavmin lideri direğe
benzetilmiştir. Yani lider
müşebbeh,
direk
ise
müşebbehun bih’dir.
“dünyadan gitmek” ifadesi kavmin liderinin bir özeliğine işaret ettiği için
“mücerred istiare”dir.
c) Mutlak İstiare (İstiare-i Mutlaka): Ne müşebbeh ne den müşebbeh bih ile
ilgili özellik bulunmayan istiare türüdür.
Örnek 1:
‫“ إانح ملا طحغى املاحءُ حَححلْناح ُك ْم اب ْْلارية‬Biz, tufan kopup sular azdığı (kabardığı) zaman sizi
ّ
gemide biz taşıdık.” Bu ayeti kerimede suyun kabarması insanın isyan
etmesine benzetilmiş ama cümlemin ilerisinde ne suyun ne den insanın
herhangi bir özelliği zikredilmemiş. Dolayısı ile mutlak istiare olmuştur.
Örnek 2:
‫الشُّر أبْ حدى انجذيه حْلُْم طاحُروا إليه زرافات و وحداان‬
ّ ‫“ قحوم إذا‬Onlar öyle bir kavimdir ki kötülük onlara
köpek dişlerini gösterdiğinde onları, ona doğru topluca ve teker teker
uçarlar.” Bu şiirde kötülük yırtıcı bir hayvana bezetilmiş ancak direk hayvan
değil onun bir özelliği olan “köpek dişi” kullanılarak istiare-i mekniyye
yapılmış. Cümlenin devamında ne müşebbehin ne de müşebbeh bih’in
herhangi bir özelliği zikredilmemiş. Dolayısı ile mutlak istare olmuş.
İSTİARE-İ TEMSİLİYYE
Ata sözleri ve deyimlerde yapılan istiaredir.
‫ك ذا فحم ُمّر حمريض حَي ُد ُمراُ به املاءح الزالال‬
ُ ‫من يح‬
ْ ‫“ حو‬Ağzı rahatsız ve ağzının tadı acı olan tatlı suyu
da acı bulur.”
MECÂZ-I MÜRSEL
Benzerlik (müşabehet) alâkasından başka bir alâkadan dolayı esas manası
dışında kullanılan kelimedir. Mecâz-ı mürsel’in alâkaları çoktur. Belli başlı
birkaç tanesi şunlardır.
1) Sebebiyet alâkası: Sebebi söyleyerek müsebbebi kastetmektir. (Sebebi
söyleyerek sonucu kastetmek).
‫غيث‬
‫“ حر حعت الْماحشيحة الْ ح‬Sürü yağmuru (bitkileri) otladı.” ‫ غيث‬kelimesi yağmur
demektir. Yağmur kelimesi ile yağmurun sebep olduğu bitkiler
kastedilmiştir.
2) Müsebbebiyet alâkası:
Müsebbebi söyleyerek
sebebi kastetmektir.
(Sonucu söyleyerek sebebi kastetmek).
ً‫السماءُ نحبات‬
ّ ‫“ ْأم حَتت‬Gök bitki yağdırdı.” ‫ نبات‬bitkiler yağmurun sonucunda
çıkarlar. Yağmurun sonucunda çıkan bitkiler söylenerek yağmur
kastedilmiş.
3) Cüziyyet alâkası: Parçayı söyleyip bütünü kastetmektir.
‫“ قُ ْم الليل إال قليال‬Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk.” Gece kelimesi ile
gecenin tamamı değil bir kısmı kastedilmiştir.
4) Külliyet alâkası: Bütünü söyleyerek parçayı kastetmektir.
‫“ حجعلوا أصابعهم يف آذاَنم‬Parmaklarını kulaklarına tıkadılar.” Parmaklar ifadesi ile
kastedilen parmakların uçlarıdır. Tamamı değil.
5) İtibar ma kane (Geçmişi göz önünde bulundurmak): Bir şeyi geçmiş
zamandaki vasfı ile zikretmektir.
‫“ و آتُوا يحتامى أموا حْلم‬Yetimlere mallarını verin.” Yetimler kelimesi ile kastedilen
kişiler daha önce yetim olup da buluğ çağına eren kimselerdir.
6) İtibar ma yekunu (Geleceği göz önünde bulundurmak): Bir şeyi gelecekte
alacağı vasıfla zikretmektir.
ً‫أعصُر حَخرا‬
ْ ‫إّن أراّن‬
ّ “Kendimi (rüyamda) şarap sıkarken görüyordum.” Ayeti
kerimedeki ‫ خمر‬şarap kelimesi ile kastedilen üzümdür. Yani üzümün
sonradan alacağı hâl göz önüne alınmıştır.
7) Mahalliyet alâkası: Mekânı söyleyip içindekileri kastetmektir.
“Meclisini çağırsın” Yani meclisinde bulunan kişileri çağırsın.
ُ
ُ‫فليدع انديته‬
8) Halliyet alâkası: Mekânın içinde bulunan şeyi zikredip, mekânı
kastetmektir.
‫ت ُو ُج ُهم فحفي حر َْححة هللا‬
ْ‫ض‬
‫“ و أما الذين أبْيح ح‬Yüzleri ak olanlara gelince, onlar Allah’ın
rahmeti içincedirler.” Ayeti kerimede “Allah’ın rahmeti” ifadesi ile
kastedilen cennettir.
KİNAYE
Bir sözü gerçek manasına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir
manada kullanmaktır. Kinayede kasdolunan manaya “mekniyun anh”
denir. Kinaye mekniyun anh’da kastedilen manaya göre 3’e ayrılır.
Mekniyun anh’ın sıfat olduğu kinayeler, Mekniyun anh’ın mevsuf olduğu
kinayeler ve Mekniyun anh’ın nisbet olduğu kinayeler.
Sıfat olana örnek:
ٌ ُ‫“ ف‬Falancanın ensesi geniştir.” (Kalın kafalıdır ve dolayısı ile o,
‫ريض ْالقَفا‬
‫الن َع‬
ُ
ahmaktır).
ٌ ُ‫“ ف‬Falancanın külü çoktur.” (Yani cömerttir. Gelen gideni çok
‫الرما ِد‬
ُ ‫الن ك‬
ِ ‫َثير‬
olan kişinin ocakta çok yemek pişirip külünün çok olması, bol ikramda
bulunması kastedilir.).
Mevsuf oluşuna örnek:
‫الضاربني بكل أبيض ِمذم و الطاعنني ِمامع األضغان‬
“Biz keskin ve parlak kılıçlarıyla düşmanı, (aynı zamanda) haset ve
kıskançlığın toplandığı yeri vuran kimseleriz.” Şair ‫ مجامع األضغان‬kinlerin
toplandığı yer ile kastettiği “kalpler”dir.
Nisbet oluşuna örnek:
‫“ اجملد بني ثوبك و الكرم ملءُ برديك‬Şeref senin iki elbisenin içindedir. Kerem senin iki
hırkanı dolduruyor.” ( Şair, şeref ve keremi muhatabına nisbet ediyor).
***
MEÂNÎ İLMİ
Meânî kelimesi “mana”nın çoğuludur. Sözün yerinde olma şartlarını,
duruma ve yere göre uyarlama ilkelerini inceler. Meânî ilminin temelini
haber ve inşâ cümleleri oluşturur.
Bütün sözler ya haber ya da inşâ şeklindedir.
Haber Cümlesi: Söyleyen kişi için “onu söylediği doğrudur” ya da
“yalandır” diyebileceğimiz her kelâma “haber denir.
Mesela:
Muhammed yolculuğa çıktı.
Zeyd ayağa kalktı.
İlim faydalıdır.
Bu gibi cümleler hakkında “bu cümle doğrudur” ya da “yanlıştır” şeklinde
hüküm verebiliriz. Dolayısı ile bu tür cümleler haber cümlesidir.
ْ ‫أن البخي َل و‬
ّ
‫الفقر‬
‫إن أفادَ ِغنى لَتُرى عليه مخايل‬
“Cimri her ne kadar zenginlikten
ِ
faydalansa da üzerinde daima fakirlik işaretleri görünür.” (Şairin bu
sözlerine katılıp “evet doğrudur” da diyebiliriz ya da onaylamaz “hayır
yanlıştır” da diyebiliriz).
İnşa Cümlesi: Söyleyen kişi için “bu söylediği doğrudur” ya da “yanlıştır”
diyemeyeceğimiz cümle türleridir.
Mesela:
Muhammed, yolculuğa çık.
Kur’an oku. (Bu gibi cümleleri söyleyen kişiye “doğru söylüyorsun” ya da
“yalan söylüyorsun” diyemeyiz).
‫ك‬
‫وح ح‬
ْ ‫غي ُمك حَْتث ما دام‬
‫ب فيه ُر ح‬
ُ ‫يص حح‬
‫هرحك إال ح‬
‫“ ال تُلْق حد ح‬Ruhun bedenine eşlik ettiği sürece
zamanı üzüntüsüz yaşa.”
***
Haber ve inşa cümlelerinin mahkumun aleyh (özne) ve mahkumun bih
olmak üzere iki rüknu vardır. Mahkumun aleyh’e müsnedun ileyh de
denir. Mahkumun bih’e ise müsned denilir.
Cümlenin bu iki esas unsuru dışında kalanlara (muzafın ileyh ve sıla
cümlesi hariç) “kayıt” denir.
Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri
Haber cümlesi iki maksatla söylenir
a) Muhataba cümlenin içerdiği hükmü bildirmek için yani bilgi aktarmak
için söylenir. Buna faide-i haber (muhatabı bilgilendirme) denir.
Örnek:
‫ ُولد النيب صلى هللا عليه و سلم عام فيل‬Peygamber fil yılında doğdu.
b) Konuşan kişinin, dinleyici tarafından bilinen bir hususu kendisinin de
bildiğini ifade etmesi için söylenir. Buna “lazım-ı faide-i haber” denir.
(Muhatabın bildiği şeyi kendisinin de bildiğini ifade etmek).
Örnek:
‫تعمل ُك ّل يحوم يف ححديقتك‬
ُ ‫ أنت‬Sen her gün bahçende çalışıyorsun.
Haber cümlesi bazen de merhamet dilemek, zayıf ve güçsüz
olduğunu açıklamak, üzüntüsünü ifade etmek, iftihar etmek, çalışıp
çabalamaya teşvik etmek için gelir.
Örnekler:
Merhamet Dilemek (İstirham):
ْ ‫“ َر ِبّي إ ِنّي لما أ ْن‬Rabbim, bana indireceğin hayra öylesine muhtacım ki.”
‫َير فَ ِقير‬
ٍ ‫زلتَ إلى ِم ْن خ‬
Zayıf Ve Güçsüz Olduğunu Açıklamak:
‫أس شَيبا‬
ّ ‫ …“ َربّي إ ِنّي وهَنَ العَظ ُم و اشتَعَل‬Rabbim, benim kemiklerim zayıfladı ve başım
ُ ‫الر‬
(saçlarım) bembeyaz alev gibi tutuştu.”
Üzüntüsünü İfade Etmek:
ّ ‫ رب‬Rabbim, şüphesiz ki kavmim beni yalanladı.
‫إن قومي َكذّبُون‬
Övünmek:
ُ‫ي ت َِخ ُّر له‬
‫الجبابير ساجيدنا‬
ُ
َ ‫طام َلنا‬
ٌّ ‫صب‬
َ ‫ إذا بَ َلغ ال ِف‬Bizim bir çocuğumuz sütten kesilme çağına
eriştiğinde zalimler ona secde ederler.
Çalışmaya Teşvik:
‫و ليس أ ُخو ْالحاجات َم ْن باتَ نائما‬
‫ ولكن أخوها من يبيت على وج ِل‬İhtiyaç sahibi geceyi uyku ile geçiren değil, fakat korku ile
geçiren kimsedir. (Tahir b. Hüseyin, bu sözleri ile valisini vergi toplama hususunda
çalışmaya teşvik ediyor).
HABER CÜMLESİNİN ÇEŞİTLERİ
Haber cümlesi fiil ya da isim cümlesi şeklinde gelebilir. Herhangi bir haber veren
kimsenin karşısında bulunan muhatap şu üç durumdan birinde olur.
1) Muhatabın sözün doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında bir bilgisi yoktur. Bu
durumda haber, pekiştirme edatı kullanmadan verilir. Buna ibtidâî haber
denir.
‫ أخوك قادم‬Kardeşin geliyor.
2) Muhatabın sözün doğruluğu hakkında tereddütü vardır. Bu durumda
cümlede tekid edatı kullanılır. Buna talebî haber denir.
‫أخاك قادم‬
‫ إ ّن ح‬Kardeşin gerçekten geldi.
3) Muhatap, verilen haberin doğruluğunu kabul etmiyor, gerçekliğini inkâr
ediyor olabilir. Bu durumda bir ya da daha fazla pekiştirme edatı kullanılır.
Buna da inkârî haber denir.
‫ وهللا إن أخاك قادم‬Vallahi kardeşin gerçekten geldi.
Pekiştime için kullanılan pek çok edat vardır. Bunlardan bazıları:
‫ّأما ق ْد احلروف الزائدة نون التوكيد الم اإلبتداء ال حق حسم إ ّن أ ّن‬
HABER CÜMLESİNİN DURUMUM GEREĞİNDEN ÇIKIP DEĞİŞİK
ŞEKİLLERDE İFADE EDİLMESİ
Haber cümlesinin, verilen haber hakkında bir fikri olmayan kişiye tekidsiz
söylenmesi; haberin doğruluğu konusunda tereddütlü olan kişiye tekidli
söylenmesi; haberin doğruluğunu inkâr eden kişiye ise iki ya da üç tekid edatı
kullanarak söylenmesi cümlenin durumun gereğine uygun (icabına, yerine ve
adamına göre) söylenmesi demektir.
Bazen konuşan kişinin göz önünde bulundurduğu bazı sebeplerden dolayı
haber cümlesi durumun icabına aykırı olarak söylenir.
a) Verilen haber hakkında bir fikri olmayan kişi; soru soran, tereddüt eden
kişi yerine konulur.
‫“ وال ُُتاطبين يف الذين ظلموا إَنم ُمغْرقُون‬Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme.
Onlar kesinlikle boğulacaklardır.”
Bu ayeti kerime Nuh (as)’a hitaben inmiştir. Allah (c.c) Nuh (as)’ın
zalimler ile ilgili kendisine soru sormasını yasaklayınca Nuh (as) onların
başına ne geleceğini merak etti. Aslında onların ne olacağı ile ilgili bir
bilgisi yoktu ama Allah (c.c) bu merakından dolayı onu tereddüt eden kişi
konumuna koydu ve “onlar kesinlikle boğulacaklardır” diyerek haberi
tekidli verdi.
b) Kendisinde inkâr işaretleri görüldüğü için inkâr etmeyen kişi inkâr eden
kişi yerine konulur.
‫فيهم رماح‬
‫عم ح‬
ْ ‫ك‬
‫“ جاء حشقيق عارضاً رحمحهُ إ ّن بحين ح‬Şakik, mızrağını ters çevirip dizlerine
koyarak geldi. Muhakkak ki senin amcaoğullarının da mızrakları vardır.”
İlk cümle Şakik denilen kişinin amcaoğullarının yanına giderken
mızrağını ters çevirip gittiği anlatılıyor ki bu tavır onları önemsemediğini
gösteriyor. Aslında gittiği kişilerin de mızrakları olduğunu biliyor. Ancak
bu hareketinden dolayı bunu bilmeyen kişi konumunda kabul edilerek
cümle
“Muhakkak ki senin amcaoğullarının da mızrakları vardır”
şeklinde tekidli kuruluyor.
c) İnkâr eden kimse, inkâr etmeyen kimse yerine koyulur. Bu durumda
kişinin önünde öyle deliller vardır ki o deliller üzerinde düşünse zaten
inkârından vaz geçer.
‫الرحيم‬
َّ ‫الر َْح ُن‬
‫“ حو إْلُ ُك ْم إله واححد ال إله إال هو ح‬İlahınız tek bir ilahtır. Ondan başka ilah
yoktur. O rahman ve rahimdir.”
Yüce Allah, bu ayeti kerimede inkâr edenlere hitap ediyor. Ancak hiçbir
pekiştirme edatı kullanılmamış. Çünkü inkâr eden bu kişilerin önünde
öyle deliller vardır ki onları dikkatle inceleseler Allah’ın birliği hakkında
yeterli delil bulurlar. Bundan dolayı Allah, onların inkârlarına değer
vermemiştir.
‫ضار‬
‫“ ال َج ْه ُل‬Cehalet zararlıdır”
ٌّ
demek gibi. Muhatabın nezdinde cehaletin zararlı olduğunu gösteren öyle
Cahilliğin zararlı olduğunu bilen kişiye
deliller vardır ki onları incelerse zaten inkârından vazgeçer.
Download