NORMAL SEKSÜEL GELİŞİM İnsanlarda normal seksüel gelişim, 5 aşamadan geçerek oluşur. Bunlar: 1. Kromozomal -Genetik seks: Fertilizasyon ile belirlenir. 46 XX veya 46 XY genotipi oluşur. 2. Gonadal seks: Över ve testis aynı gonad taslağından gelişir. Hangisinin gelişeceğini belirleyen Y kromozomunun varlığı veya yokluğudur. 3. Hormonal seks: Överler çok miktarda östrojen, az miktarda testosteron salgılarken, testisler çok miktarda testosteron ile az miktarda östrojen salgılarlar. 4. Somatik seks: Gonadların salgıladığı hormonlar sekonder seks karakterlerini belirler. 5. Psikolojik seks: Kişinin kendini ne hissettiğidir. İnsanlarda, gonad gelişimi, iç genital organların gelişimi ve dış genital organların gelişimi farklı kaynaklardan ve farklı haftalarda oluşmaktadır. 1- GONADLARIN GELİŞİMİ (Belirleyici Y Kromozomu) Gonadal gelişim en erken 5 mm'lik, yani ovulasyona göre yaşı 4 hafta olan embriyoda başlar. Bipotent gonad taslağı (indiferansiye gonad) ürogenital plikanın median yüzünün kalınlaşarak belirgin hale gelmesi ile ortaya çıkar. Başlıca 3 komponent içerir. 1) Yüzeyde çölemik epitel 2) Altında özel bir mezanşimal doku 3) Mezonefroid doku Bundan sonra gelişim embriyo 15 mm (6-7 hafta) oluncaya kadar indiferansiye olarak devam eder. İndiferansiye gonad taslağının medullasını testise veya korteksini övere dönüştürecek olan primordial germ hücreleridir. Primordial germ hücreleri, ilk olarak intrauterin hayatın 4. haftasında Yolk (vitellus) kesesinin dorsakaudal kısmındaki ilkel endodermden ortaya çıkarlar. Alkali fosfataz aktiviteleri fazla olan bu germ hücreleri, ami-boid hareketler ile ve muhtemelen şimotaksiye bağlı olarak 6. gebelik haftasında indiferansiye gonada ulaşırlar. Bazı yazarlar, izlenen bu yola "Keimbahn Göç Yolu" ismini verirler. Primordial germ hücreleri içerisinde Y kromozomu var ise bipotent gonad taslağının medullası testis yönünde gelişmeye başlar. İlk gelişme 6-7. haftada sertolli hücrelerinin belirmesi ile oluşur. Bunu gonadın mezen-şimal kısmındaki kordonların ve seminifer tubulilerin oluşumu izler. En son primordial tunica albuginea oluşur. 8. haftada, embriyo 27 mm iken, testisin gelişimi tamamlanmış ve leydig hücrelerinden testosteron salgısı başlamıştır. İndiferansiye gonadı, testis yönünde değiştiren Y kromozomun kısa kolu üzerinde bulunan SRY geni ve bu genin kontrolünde çalışan TDF'dir (testis belirleyici faktör). Aynı dönemde sertolli hücrelerinde MİF salgısı da başlamıştır. Bundan sonra testis inguinal kanal pasajını (guberne-kulumdan) kullanarak skrotuma inmeye başlar. Bu iniş gubernaculum testis ligamenti boyunca olur. Testis 12. haftada anterior pelviste, 28. haftada in-ternal inguinal halkada ve 32. haftada ise skrotum içerisindedir. Eğer bunlar yoksa, genetik seks XY olmasına karşın testis gelişemez ve gonadal disgeneziler oluşur. Eğer bunlar herhangi bir nedenle X kromozomuna transfer olurlarsa genetik yapı XX olmasına karşı testis gelişir (Ör: 1 Gerçek hermafrodit) İntrauterin hayatın ilk hormonu olan ve 8. haftada sal-gılanmaya başlayan testosteron, 15-18. haftada pik yapar. Leydig hücrelerinin testosteron yapmasını sağlayan HCG'dir Eğer germ hücreleri Y kromozomu taşımıyorsa, bipo-tent gonad taslağının korteksi otomatik olarak övere dönüşür. Bu dönüşüm testiküler gelişime göre iki hafta sonra yani 8 - 9. haftada başlar ve 18. haftada tamamlanır. Medulla geriler ve regrese olur. Buna "Re-te Ovari" denir ve gelişmiş överin hilus bölgesinde kalır. İlerideki yaşamda, sertolileydig hücreli ovarial tümörler bunlardan gelişecektir. Överler 12-22. gebelik haftasında steroid sentezine başlar. Eğer germ hücreleri indiferansiye gonada ulaşmaz veya atreziye olup ulaşırsa gonadal disgeneziler veya germ hücreli över tümörleri ortaya çıkar. Y KROMOZOMU : Varlığı testisi geliştirir. Yokluğu överi geliştirir. : Varlığı ovarial folikülleri geliştirir : Wolf kanalını geliştirir. Müller kanalını regrese eder. : KLOAKA'dan gelişir. : DGO'lar erkek yönde : DGO'lar dişi yönde gelişir. XX KROMOZOMU FETAL TESTİS SİNÜS ÜROGENİTALİS DHT varsa DHT yoksa İki olasılıklı öncü (primordial) insan gonadına ait korteksten bir overin veya medulladan bir testisin gelişmesinin şematik olarakg österilmesi 2- İÇ GENİTAL ORGANLARIN GELİŞİMİ DUKTAL GELİŞİM (Belirleyici Testis) Kadında iç genital organlar (tubalar, uterus ve vajenin 2/3 üst kısmı) paramezonefrik = MÜLLER kanalından gelişir. Erkekte ise iç genital organlar (duktus deferens, epididim, vesikula seminalis, ejakulatuar kanalları) mezonefrik WOLF kanalından gelişir. Mezonefrik kanal aslında ikincil böbreğin yani mezo-nefrozun boşaltım kanalıdır ve 5-6. haftada ortaya çıkar. 2 Yaklaşık bir hafta sonra, yani 6-7. haftada ise bu kanalın etrafında ikinci bir kanal olarak paramezonefrik kanal oluşur. 8. haftaya gelinceye kadar bu iki kanal yan yana durmaktadırlar. Bu döneme indiferansiye dönem denilir. 8. haftada fetal testis leydig hücrelerinden testosteron salgılamaya başlayınca mezonefrik s wolf kanalı gelişir. Yine fetal testis 6. haftalarda sertoli hücrelerinden MİF (müllerian inhibiting faktör) salgılar. MİF, paramezonefrik (Müller) kanalının regrese olmasını sağlar. Müller kanalı kadın tipi iç genital organları oluşturmaya başlar. Burada görüldüğü gibi, iç genital organların hangi yönde gelişeceğine karar verdirten fetal testisin varlığı veya yokluğudur. Fetal testis var ise ve normal fonksiyon gösterip T ve MİF salgılıyor ise, iç genital organlar erkek yönde gelişecektir. Fetal testis yok ise veya normal fonksiyon gösteremi-I yorsa iç genital organlar kadın yönünde gelişecektir. 3) DIŞ GENİTAL ORGANLARIN GELİŞİMİ (Belirleyici DHT) Dış genital organlar sinüs ürogenitalisten gelişir. DHT (Dihidrotestosteron) sinüs ürogenitalise etki ederse dış genital organlar erkek yönünde değişir. Bu etki olmaz ise DGO'lar otomatik olarak kadın yönünde gelişecektir. Embriyo 27 mm oluncaya kadar, yani 8. haftaya kadar, DGO'lar tıpkı iç genital organlarda olduğu gibi biseksüel bir devre geçirir. Fetal testisten T salgılanmaya başlayan testosteron sinüs ürogenitaliste yoğun bir şekilde bulunan 5 a re-düktaz vasıtası ile DHT dönüşerek DGO' lan erkek yönünde geliştirmeye başlar. Ancak erkek ve dişi yönde DGO'ların ilk ayrımı 12. haftada penil üretral oyuğun oluşması ile yapılabilinir. Penil ürethral oyuk, ürethral kıvrımların füzyonu ile oluşur. Labioskrotal kıvrımların füzyonu ile de scrotum oluşur. İç ve dış genital organların gelişimi Başlangıçta kloaka barsaklar, idrar ve üreme yollarının dışarıya açıldığı bölümdür. 6. haftada ürorektal septum kloakayı önde sinüs ürogenitalis ve arkada rektum olacak şekilde ikiye böler. Ardından bu septum yırtılır 3 ve üriner ile genital traktuslar dışarı açılır. Sinüs ürogenitalisin üst kısmında genital tüberkül, yanlarında iki genital tümsek ve bunlar altında iki genital kıvrım vardır. 1 /3 alt vajen, üretra, paraüretral bezler (skene bezleri), bartholin bezleri sinüs ürogenitalisten gelişir. Genital tüberkülden klitoris, genital tümseklerden labi-um majus ve genital kıvrımlardan labia minuslar gelişir. DGO'ların gelişimi 14. haftada tamamlanır. Kadın İç ve Dış Genital Organlarının Gelişimi • Müller kanalı: Tubalar, uterus, vajenin 2/3 üst kısmı • Sinüs ürogenitalis: V3 alt vajen, vestibulumbart holin ve skene bezleri, üretra • Genital tüberkül: Klitoris • Genital tümsek (labioskrotal şişlik): Labia ma-jorlar • Genital kıvrım (ürogenital katlantı): Labia minör • Müllerian tüberkül: Himen 4 Erkek İç ve Dış Genital Organlarının Gelişim • Wolf kanalı: Duktus deferens, epididim, vesi-kula seminalis, ejakulatuvar kanallar • Sinüs ürogenitalis: Prostat, covvper, distal üretra • Genital tüberkCil: Penis (korpus kavernosum, korpus spongiosum, glans penis) • Genital tümsek (labioskrotal şişlik): Skrotum • Genital kıvrım (ürogenital katlantı): Penis ventral tarafı • Müllerian tüberkCil: Seminal kollikulus ANALOGLAR Skene bezleri → Prostat Bartholin → Covvper bezi Lig. rotundum → Gubernakulum testis Hymen → Seminal kollikulus Paraovarium tubülleri Wolf kanalı artığıdırlar. Broad ligament içerisinde ve mezosalpinks tarafında bulunurlar ve genellikle kör bir şekilde sonlanırlar. Bazen, bunlar servikal os veya vajene kadar uzayan bir kanal ile birleşirler. Bu kanala GARDNER KANALI denir. Paraovariumun kranial kısmı eophoron (Rosenmüller organı) kaudal kısmı paraophonon diye adlandırılırlar. Paraoforon paradidimin, paraovarium kaput epididi-min analoğudur. GONADLAR: Üreme sisteminin gelişmesi ve işlevi *Erkek ve dişi iç üreme organlarının (üreme kanalları), embriyoda VVolf (erkek) ve Müller (dişi) öncü yapılarından (primordial) farklılaşması OOGENEZ VE MAYOZ BÖLÜNMELER Överlerin birbiri ile ilişkili başlıca 2 görevi vardır: 1. Oogenez: Dişi cinsiyet hücrelerini üretmek 2. Steroidogenez: Steroid hormonları salgılamak. Oogenezde esas olay, gonad dışından yani yolk saiktan gelen primitif germ hücrelerinin, gonad içerisinde gelişip olgunlaşmasıdır. 5 Oogenezi doğum öncesi olgunlaşma (prenatal matü-rasyon) ve doğum sonrası olgunlaşma (postnatal matürasyon) diye ikiye ayırmak mümkündür. Doğum öncesi olgunlaşma (Prenatal Matürasyon) İlkel cinsiyet hücreleri, yani primordial germ hücreleri genetik olarak dişi gonadlara ulaşınca oogania'lara farklılaşırlar. Bundan sonra mitozla bölünmeye başlarlar. Sayıları giderek hızla artar ve 2-5. ay arasında 7.000.000'a ulaşır. 3 ayın sonunda çölemik epitel kaynaklı tek katlı epitel ile sarılı hücre grupları oluştururlar. Yine 3. gebelik ayında, sayıları mitoz ile artmış bu oo-gonyalarda 1 mayoz bölünme başlar. Birinci mayozu başlamış oogonialar artık primer oosit adını alır. Primer oositler, etraflarını çevreleyen bir sıra granülo-za öncüsü epitel ve lamina bazalis ile birlikte primordial folikül adını alırlar. Gerek ooganialar ve gerekse primer oositler, bilinmeyen bir nedenle çoğu atreziye uğrar ve doğumda sayıları 400.000'e düşer. Aslında bu atreziye uğrama olayı, tüm cinsel olgunluk çağında da devam eder. Gebelik, OK kullanımı ve anovulasyonsuz sikluslar da bu at-reziyi engellemez. 1. Mayoz bölünmede 5 safha vardır 1. Leptoten 2. Zigoten 3. Pakiten 4. Diploten: Profaz 5. Diakenez Birinci ve ikinci mayoz bölünme sonunda meydana gelen dişi cinsiyet hücreleri, gelişen folliküler içinde ve fertilizasyonda gösterilmiştir. (Moore The Developing Human, 1982) 6 Profaz Diploten fazın sonunda, bu fazı bitireceklerine istirahat konumuna geçerler (Dictytene Stage). Bu istirahat fazı, ovulasyon öncesi LH pikine kadar devam edecektir. Primer oositleri bu aşamada bekleten, bir sıra granulo-za öncüsü epitelin salgıladığı OMİ (oosit matürasyon inhibitörü) adlı madde olduğu kabul edilmektedir. Bunların zigoten fazında, homolog kromozomlar çiftler oluşturup "crossing over"ı gerçekleştirirler. Doğum sonrası olgunlaşma (Postnatal Matürasyon) Doğumdan sonra püberte dönemine kadar, çoğu pri-mordial folikül atreziye uğrar. Püberte ile birlikte, artık her siklusta 15-20 primordi-al folikül gelişmeye başlar ve preantral folikül (pri-mer folikül) şekline dönüşür. Primordial foliküllerde FSH ve LH reseptörü yoktur. Dolayısıyla bu dönüşümün nasıl olduğu henüz bilinmemektedir. Ancak preantral folikül (primer folikül) FSH etkisi ile antral foliküle dönüşür. Menstrüel siklus başında gelişmeye başlayan 15-20 primer folikülden sadece bir tanesi dominant folikül haline gelecektir. Bu seçim siklusun 5-6 günü yapılacaktır ama hangi kriterlere göre yapılacağı da henüz belli değildir. Preantral (primer) folikülü antral (sekonder), dominant (tersiyer) ve graff folikülü izler. Fertilizasyon-dan hemen önce spermin ovum stoplazması içerisine girmesi (inseminasyon) ile birlikte 2. mayoz bölünme başlar ve fertilizasyon ile de sonlanır. Bir diğer deyişle I. mayoz yıllar, 2. mayoz ise dakikalar sürer. 2. mayozu başlamış oosit sekonder oosit olarak adlandırılır. Ovulasyondan sonra graff folikülü artık korpus lute-um adını alır. 14 gün yaşar ve 10 gün kadar progeste-ron salgılayarak endometriumu gebeliğe hazırlar. Eğer gebelik olmaz ise kendi içine kanayarak (korpus hemorajikum) sonlanır, atreziye uğrar ve korpus albikans adını alır. Bir kadın hayatında ortalama 500 folikül ovulasyor şansı bulur. 7 1. HİPOTALAMUS'un salgıladığı hormonlar • GnRH (Gonadotrop relasing hormon) • PİF (Dopamin): Hipotalamustan salgılanan tek inhibitör hormon • TRH (Tirotiropin relasing hormon): Aynı zamanda PRL yapımını uyarıcı hormon • Diğer serbestleştirici hormonlar: Bunlar sik-lus ile direkt ilişkili değillerdir. CRH (Kortikotro-pin serbestleştirici hormon), GnRH (Büyüme hormonu serbestleştirici hormon) 2. HİPOFİZ'in salgıladığı hormonlar • FSH: Basidofilik adenohipofiz hücreleri H LH: Basidofilik adenohipofiz hücreleri • PRL: Kromofob adenohipofiz hücreleri 3. OVERLER'in salgıladığı hormon ve enzimler • E2 (Östradiol): Granüloza hücreleri • Progesteron: Teka interna hücreleri • Androstenodion ve diğer androjenler: Teka interna ve stromal hücreleri • Otokrin ve parakrin sistem peptidleri Kadında siklusun kontrolü esas olarak 3 organ ve bu 3 organın salgıladığı hormonlar ile ilgilidir. Bir kadında siklusun normal devam edebilmesi için, özellikle tiroid ve adrenal korteks hormonlarının da normal sınırlar içerisinde olması gerekir. Tiroid hormonları ve siklus 1. Hipotiroidi, TRH'ı artırır, bu da hiperprolaktinemi ve galaktore yaparak anovulasyon veya korpus lu-teum yetersizliği yaptırtabilir. 2. Tiroid hormonları östrojen ve testosteron taşıyan SHBG yapımını artırır. Bu da kandaki serbest östro-jeni düşürerek kandaki ideal E2 seviyesini bozar 3. Hipertiroidi E2'nin hipofiz ön lobuna olan hassasiyetini artırır. Aynı zamanda, överden AS üzerinden E2 yapımını da artırarak, disfonksiyonel uterin kanamalara neden olabilir. Adrenal korteks ve siklus Adrenal korteksden salgılanan mineralokortikoid, glu-kokortikoid ve özellikle androjenlerin artması veya azalması siklusu indirekt olarak etkiler. GnRH pulsasyonu-nu bozar. Çünkü bunlar steroid yapılı hormonlardır. Periferik yağ dokusu: Periferik yağ dokusunun artması veya eksilmesi E-, seviyesini değiştirir. E-] / E2 oranını bozar. Bu da hipofiz ön lobunun E2'ye duyarlılığını değiştirir. Hipotalamus GnRH (Gonodotrop Relasing Hormon): GnRH salgılayan hücreler, ön hipotalamustaki nuc. ar-cuatus, arka hipotalamusta paraventrikü'ler nukle-us ve preoptik alanda bulunmaktadır. GAP (GnRH associated peptid) isimli 56 aminoasitli bir prekürsör-den sentezlenir ve kendisi 10 aminoasit içeren bir pep-tiddir (Dekapeptid). 8 GnRH, ön hipofizdeki, gonadotrop hormonların üretilmesini kontrol eder. Ama kana karışmalarına etkili değildir. Kana verilmelerini birinci derecede kontrol eden E2'dir (östradiol). GnRH adenohipofizin E2'ye karşı duyarlılığını artırır. Siklusun 1. yarısında FSH, 2. yarısında ise LH salgılanır ve iki GnRH yoktur. Öyleyse bu nasıl ayarlanır? Foliküler fazda 60-120 dakikalık aralar ile ve düşük amplitütte salgılanır. Bu FSH'ın salınımını sağlar. Oysa luteal fazda 34 saatte bir ve yüksek amplitüd ile salgılanır. Bu da LH'ın salınımını sağlar. Görüldüğü gibi GnRH'ın hem pulsatif salgılanması, hem de pulsasyon-lar arası zaman önemlidir. Zaten pubertenin başlaması bu pulsasyonların gece ve gündüz ritmine erişmesi ile olmaktadır. GnRH, adenohipofize portal sistem denilen bir yol ile ulaşır. GnRH'un yarılanma ömrü sadece 2-4 dakikadır. Salgılanması 3 tip (-) feed back mekanizması ile kontrol edilir. 1. Long loop feedback (steroid feedback): Hedef organlardan salgılanan hormonların ve özellikle ös-trojenin yaptığı feedback'tir. 2. Short loop feedback (hipofizer feedback): FSH ve LH'ın, ama daha fazla LH'ın yaptığı feedback'tir. 3. Ultrashort loop feedback (down regülasyon): Hipotalamustaki serbestleştirici tüm hormonların, kendi salgılarını frenlemesidir. GnRH salgılayan nöronlarda östrojen reseptörü yoktur. Ancak östrojen, dopamin, norepinefrin, endorfin, seratonin, melatonin ve noradrenalin gibi nörotrans-mitterleri etkileyerek GnRH salgılanmasını artırır veya azaltır. Bunlardan epinefrin ve norepinefrin artırıcı, diğerleri ise azaltıcı özelliğe sahiptir. Sadece dopamin genellikle azaltılmasına karşın, belli şartlar oluşunca artırıcı özellik gösterir. Bu nörotransmitterler, korteksden gelen uyarılarla da serbestleşebilir. Andojenler ise GnRH salınımının pulsasyonunu bozar. PİF: Adenohipofizden PRL salgılanmasını inhibe eder. Tüber cinerium'da üretilir. Kendisi dopamindir. TRH (Tirotropin Serbestleştirici Hormon): Aynı zamanda PRL- RH olduğu da son zamanlarda kabul edilmektedir. Adeno - hipofiz a. FSH: Glikoprotein yapısındadır. Plazmada hiçbir proteine bağlanmaz yarılanma ömrü çok kısadır. Böbrek yolu ile atılır. Överde preantral aşamaya gelmiş foliküllerin gelişimini sağlar. Överde steroid sentezini uyaran ve ayarlayan bir rolü yoktur. Ama aromatizasyon işlemini idare eder. Böylece överin granüloza hücrelerinde ve perifer-de androjenlerden östrojen üretimini sağlar. b. LH: Glikoprotein yapısındadır. Överlerde teka interna hücrelerinde androjen ve progesteron sentezini yaptırtır. Ovulasyonu yaptırtır. Ovulasyondan sonra oluşan korpus luteumu denetler 1 PRL (Prolaktin): Peptit yapısındadır. Direkt olarak siklusta rol oynamaz. Ancak fazlalığında veya eksikliğinde ovulasyon olamaz. Ön hipofiz-de kromofob hücrelerde yapılır. GH ile benzerliği fazladır. 9 İnsan prolaktini ile büyüme hormonunun salgılanmasını etkileyen faktörler Faktör Prolaktin GH/BH Büyüme Hormonu Uyku 1+ 1+ Emzirme I++ N Laktasyonda olmayan kadınlarda memenin uyarılması N N Bunalım 1+ 1+ Hipoglisemi N 1+ Yorucu egzersiz 1 1 1 N I++ N Kadınlarda cinsel ilişki Gebelik Östrojenler 1 1 Hipotiroidi 1 N TRH 1+ N Fenotiazinler, butirofenonlar 1+ N Opiatlar 1 1 Glukoz N N Somatostatin N N LDopa D+ 1+ Apomorfin D+ 1+ Bromokriptin ve ilişkili ergot türevleri D+ 1 SİKLUSUN FİZYOLOJİSİ İnsanda 28 günlük normal menstrüel siklus sırasındaki plazma hormon konsantrasyonları dalgalı bir profil gösterir. Siklusun esası, erken foliküler fazdaki foliküller içerisinde var olan hiperandrojenik ortamın hiperöstroje-nik ortama dönüştürülmesidir. Eğer bu olay gerçekleşmezse E2 piki ve LH piki gerçekleşemez ve ovulasyon olamaz. Siklusun başlayabilmesi için önce hipotalamusun olgunlaşması gerekir. Hipotalamusun olgunlaşması, GnRH'ın gece ve gündüz pulsasyonlarının oluşması demektir. Ayrıca bu pulsasyonların foliküler fazda düşük amplitüdlü, yüksek frekanslı, luteal fazda ise yüksek amplitüdlü düşük frekanslı olması gerekmektedir. . 1. GnRH uygun pulsasyonlar ile salgılanmaya başlayınca, adenohipofizde FSH ve LH üretimi başlar. Ancak bunların kana karışımı özellikle E2 tarafından kontrol edilir. 2. E2 bu görevi feedbackler ile sağlar. a. Birinci negatif feedback: Erken foliküler fazdan başlayarak FSH miktarını ayarlar. Ve E2 pikinin oluşumuna kadar devam eder. Pozitif feedback: Kısa süren bir olaydır. Dominant fo-likülden salgılanan E2'nin kandaki seviyesi bir anda 150-200 pg/ml olunca, FSH ve LH piki gerçekleşir. Adenohipofizde biriken FSH ve LH aynı anda ve yüksek oranda kana karışır. Ovulasyonu sağlayan LH pikidir. b. İkinci negatif feedback: Luteal fazda, progesteron salgısının başlaması ile başlar ve LH ile FSH miktarını kontrol eder. Bundan amaç korpus luteum oluştuktan sonra 14 günlük ömrünün LH tarafından kontrol edilmesidir. Bu 14 günün en az 10 gününde korpus luteum progesteron salgılamalıdır. c. E2: Aynı zamanda GNRH miktarını da etkiler. Siklus boyunca longloopfeed back'i düzenleyerek, FSH ve LH yapımının optimal sınırlarda kalmasını sağlar. E2 adeta bir orkestra şefi gibi, bir yandan FSH ve LH yapımını ayarlarken, bir yandan da onların doğru zamanda ve uygun miktarlarda kana karışmasını sağlar. 10 3. Ovulasyon, yaklaşık olarak 14. günde gerçekleşir. Ovulasyon, primer oositin graff folikülünden överin germinal epitelinin delinerek dışarı atılmasıdır. Bunu sağlayan, ovulasyondan 24 saat önce gerçekleşen LH pikidir. LH piki, bunu graff folikülü içerisindeki prostaglandinleri, plazminojenden plazmin oluşumunu ve siklik nukleotidleri artırarak gerçekleştirir. Bu maddeler kontraksiyon özelliği olan maddelerdir ve uygun yerde kısa bir nekrobiyoz olayı gerçekleştirerek primer oositin dışarı atılmasını sağlayacak, deliğin açılmasını sağlar. LH pikini gerçekleştiren ise ondan 24 saat önce oluşan E2 pikidir. 4. Ovulasyondan sonra, graff folikülü korpus luteum adını alır. 14 gün süre ile LH kontrolünde ayakta kalır ve progesteron salgılar. 21. günde progesteron seviyesi pik yapar. Progesteronun en önemli görevi endometriumu implantasyona hazırlamaktır. Korpus luteumda E2'de üretilir ama bu devreye damgasını vuran progesterondur. Progesteron ovulasyondan 48 saat sonra salgılanmaya başlar ve bu da bazal beden temperatürünün (BBT) 0,5°C artışı ile anlaşılabilinir. Progesteron artıkça, yeni bir folikül gelişmesi ve yeni bir LH piki oluşması engellenir. Çünkü progesteron negatif feedback ile LH miktarını baskılar. Eğer bu 14 gün içerisinde, gebelik oluşamaz ise progesteron yapımı azalmaya başlar ve bir progesteron çekilme kanaması olan menstüras-yon gerçekleşir. 5. Menstürasyon bitimine yakın 15-20 folikül gelişmeye başlar. Ancak bunlardan bir tanesi dominant hale gelir. Hangi folikülün dominant olacağı kararı nasıl verilir henüz anlaşılmış değildir. Bu devrede E2 azalmış olduğu için FSH ve LH artmıştır. 6. Artmış olan LH, folikül içerisinde hiperandrojenik ortamı yaratırken, artmış olan FSH, bu androjenler-den hızlı bir şekilde aromatizasyon ile E2 yapımını artırmaya başlar. FSH'ın bu görevine, erken foliküler fazda salgılanan aktivin yardımcı olur. Aktivin • FSH'ın aromatizasyon kabiliyetini aktive eder. • Androjen oluşumunu kısarak, hiperandrojenemik ortamı azaltmaya çalışır. • Dominant folikülde FSH ve LH reseptörlerini artırır. Böylece giderek dominant folikül E2 üretimini artırarak E2 pikine hazırlanır. 7. Dominant folikülün geç dönemlerinde, granüloza hücrelerinden inhibin isimli bir madde salgılanmaya başlar. İnhibinin görevleri • • FSH ve LH'ın hipofizer seviyede yapımını azaltmak. Androjen yapımını kamçılamaktır. FSH'ın kandaki seviyesi azalınca, dominant folikül artmış olan FSH reseptörleri ile bu FSH'ı sadece kendisi kullanırken, diğer foliküller atreziye uğramaya başlar. Androjen yapımının artması ise E2'nin daha fazla yapılması yani aromatizasyonun hızlanmasını sağlar. FRP inhibinin diğer folikülleri atreziye uğratmasına yardımcı olur. 8. Böylece E2 kandaki pik seviyesine yeniden ulaşır ve pozitiffeed back ile LH pikini başlatır. LH piki yeni bir ovulasyon yaptırır. Yeniden korpus luteum oluşur; yeniden progesteron salgılanması başlar. Yine gebelik oluşmaz ise 14 gün sonra korpus luteum geriler ve korpus albikans adını alarak atreziye uğrar. Ve yeniden bir progesteron çekilme kanaması olan menstrüasyon gerçekleşir. Eğer gebelik oluşmuşsa, korpus luteum 16. haftaya kadar devam eder ve başta progesteron olmak üzere, gebeliği devam ettiren hormonları (örneğin relaksin) salgılar. Bu dönemde, LH benzeri olan ve gebelik mahsulünden salgılanan HCG korpus lu-teumun ömrünü uzatır. Görüldüğü gibi, siklus boyunca hormonal profil dalgalı ve değişken bir görünüm arz eder. Preovulasyon döneminde 4 tane önemli pik vardır. Bunların önemli anlamları: 11 1. E2 piki -→ Amaç LH pikini oluşturmaktır. 2. LH piki -→ Amacı ovulasyonu oluşturmaktır. 3. FSH piki → Amacı korpus luteumda LH reseptör lerini artırmaktır. 4. Progesteron yükselişi → Amacı E2'nin pozitif feedback etkisini artırmak ve ovulasyon kanamasını engellemektir. Progesteron, dominant folikülde E2'nin reseptörlerini artırması ve artmış LH'ın yine aynı foliküldeki teka inter-na hücrelerinden progesteron yapımını uyarması sonucu artar. Foliküler dönemde en yüksek seviyesine LH pikinden 12 saat sonra erişir. 17-OH-progesteron artışı da progesteron artışına paralellik gösterir. Menstrüel döngünün farklı evrelerindeki kadınlarda, cinsiyet steroidlerinin 24 saatlik üretim hızı Luteal Cinsiyet Steroidleri Erken Folliküler Ovulasyon Öncesi Progesteron (mg) 1.0 4.0 25.0 17Hidroksiprogesteron (mg) 0.5 4.0 4.0 De h id roepia nd roste ro n (mg) 7.0 7.0 7.0 Androstenedion (mg) 2.6 4.7 3.4 Testosteron (mg) 144.0 171.0 126.0 Östron (mg) 50.0 350.0 250.0 Östradiol (mg) 36.0 380.0 250.0 Faz ortası Endometrial siklus 1. Menstürasyon 2. Proliferasyon E2 -FSH (-) feedback 3. Ovulasyon E2 -LH (+) feedback 4. Sekresyon Progesteron - LH (-) feedback Ovarial siklus 1. 2. Foliküler faz 3. Ovulasyon 4. Luteal faz Menstrüel siklusta parakrin ve otokrin sistem peptitleri Hormonlar, yapıldıkları ortamda, lokal olarak hemen komşu hücreleri etkileyebilirler. Buna parakrin sistem denilir. Bazen hormon yapan hücre salgıladığı hormon için kendisi hedef hücre durumunda olur. Buna da otokrin sistem denilir. Buna en güzel örnek dovvn regülas-yon'lardır. 1. IGF-I (İnsülin benzeri büyüme faktörül veya Somatomedinc) Granüloza hücrelerinde, FSH, LH ve E2'nin kontrolü altında yapılırlar. İnsüline benzer bir yapıları vardır ve insülin reseptörlerine de bağlanabilirler. İnsülin de bunların reseptörlerine bağlanabilinir. 12 Görevleri • FSH'ın aromatizasyon kabiliyetini artırmak • LH reseptörlerini ve etkisini stimüle etmek • Granüloza hücrelerinin proliferasyonunu sağlamak 2. Epidermal büyüme faktörü Özellikle granüloza hücrelerinde, mitozu artırıcı özellikleri vardır. 3. VİP (Vazoaktif İntestinal Polipeptid) Doza bağımlı olarak, progesteron salgısını artırırlar. Aslında barsak hormonudur ve barsakların düz kaslarını gevşetir. Son zamanlarda genital organlarda da gösterilmiştir. 4. α-Transforming Büyüme Faktörü (α - TGF) FSH'ın, LH reseptörlerini artırmasına yardımcı olur. 5. FRP (Foliküler regülasyon protein) Dominant folikülün granüloza hücrelerinden yapılır. Esas görevi, inhibin gibi, diğer foliküllerin atrezisini sağlamaktır. Ayrıca FSH'ın aromatizasyon etkisini azaltırken, progesteron salgısını artırır. 6. Follistatin Aktivini bağlayan bir proteindir. Böylece inhibine yardımcı olur. Siklus anomalileri • Polimenore -* Ovulasyon yoktur. 21 günden az interval vardır (Postpubertal premenopozal dönem stres). • Oligomenore -*■ Ovulasyon bazen vardır. 35 günden fazla interval ile olur. En karakteristik olarak PKOS'de görülür. (Ayrıca postpubertal premenopozal dönem stres) • Hipermenore -» Süre 5±2 gün ama miktar 80 cc'den fazladır. • Menoraji -* Süre 5+2 günden fazla, kanama 80 cc'den fazladır. Hipermenore ve menoraji nedenleri her zaman organiktir. Miyom Adenomiyozis Spiral varlığı • Metroraji veya menometroraji (Asiklik kanama) Genital maligniteler Spiral varlığı • Amenore • Dismenore - Ağrılı adet görme Primer: PGF2a fazlalığı veya PGF2a'ya aşırı hasasiyetten oluşur. Sekonder: Her zaman organik bir nedenle oluşur. (Endometriozis (en sık), miyom, adenomiyozis). 13 ENDOMETRİAL, OVARİAL SİKLUS Endometrial siklus Normal bir menstürasyon süresi 28±7 gündür. Kaybedilen kan miktarı ise 30-80 mL kadardır. Menstürasyon kanaması 5±2 gün sürer. Menstürasyon döneminde ilk 5 günde, bir taraftan zona fonksiyonalis deskuamasyon ile dökülürken, bir taraftan da bazal tabaka rejenerasyon ile yeni bir fonksiyonel tabaka oluşturur. Proliferasyon fazı klasik olarak 5-14 günler arasındaki zaman olarak algılansa da değişkendir ve 8-26 günler arasında da olabilir. Bu devrede östrojen etkisi ile guddeler genişler ve uzar, üzerlerindeki kübik epi-tel silenderik epitele dönüşür. Endometrium stroma-sında asit mukopolisakkaridler artar ve su alıp şişer. Endometriumun spiral arterlerinde artış olur ve mito-tik aktivite artar. Bunu takiben 14. günde ovulasyon oluşur. Bazen bu arada hafif bir vajinal kanama görülür. Bir östrojen çekilme kanaması olan bu kanamaya ovulasyon kanaması denir. Bazen de, ovulasyon esnasında, bazı kadınlarda pelvik kramplar şeklinde ağrılar olabilir. Birkaç gün süren bu ağrılarda "mittelschmerz" denir. Ovulasyonu takiben sekresyon fazı başlar. Burada etkin olan hormon progesterondur. Ovulasyondan 2 gün sonra progesteronun, hipotalamustaki termore gülasyon merkezine etki ile kadında, bazal vücut temperatüründe (=BBT) 0,5-1 °C'lık artış olur. Endometriumun guddelerinde kıvrımlar artar. Gudde sitoplazmaları içinde subnükleer vakuoller (14-16 gün) oluşur. Bunlar içinde glikojen depolanır. Mitotik aktivite azalır. Gudde lümeninde sekresyon maksimuma ulaşır. Psödodesidual reaksiyon başlar. Ancak asit mukopolisakkariderin sentezi durur. Endo-metriumu ayakta tutan bunlardır. Östrojen olmadığı için su alıp şişemezler. Kalınlaşmış zona fonksiyonalis çöker. Spiral arterlerde dolaşım bozulur. İskemi oluşur. Bu li-zozomlar içindeki litik enzimleri ortaya çıkarır ve otoliz başlar. Bu fermentlerden bir tanesi de "prostaglan-din sentetaz"dır ve harap olan hücre duvarlarından açığa çıkar. Araşidonik asitten PGF2ot ve PGE'yi ortaya çıkarır. Bunlar hem damarları kasarak hem de uterusu kasarak kanamayı azaltır. Kopan damarlardaki kanamayı durdurmak için ko-agülasyon mekanizması harekete geçer ve fibrin tükenir. Bu yüzden adet kanamasında pıhtı yoktur. Ayrıca 2,5,7 ve 10. faktörler de bulunmaz. Otoliz ve fibrinolize uğramış dokular kavum uteriden atılırlar. Bu kanamanın %75'i venöz, %25'i arteriyel kanamadır. Prostaglandin sentetaz inhibitörleri hem kanama miktarını hem de dismenoreyi engeller. 14 İnsan endometriumu sekteruar fazının histolojik organizasyon şeması Ovarial siklus 1. Foliküler Faz Preantral aşamadaki folikülden, ovulasyon oluncaya kadar geçen zamanı kapsar. FSH'ın kontrolünde gelişir. Ancak ovulasyondan 12-24 saat önce LH piki yine bu devrede olur. 2. Ovulasyon Esas sorumlu LH'dir. Özellikle dominant foliküldeki PGF2a'nın yapımını ve siklik nukleotidlerin miktarını artırır. Plazminojenin plazmine dönüşümü hızlanır ve bir nek-robiyoz olayı olan, 2-3 dakika süren ovulasyon gerçekleşir. 3. Luteal Faz Ovulasyonu takip eder ve 14 günlük bir sabit süreyi kapsayan döneme, luteal faz denir. LH ve progesteron bu devreye hakimdir ve korpus luteum bu devrede oluşur. Korpus luteum'un 4 devresi vardır: Proliferasyon Vaskülarizasyon - Maturasyon Regresyon Regresyon, korpus luteum içine kanama ile başlar (korpus hemorajikum). Gebelik olmazsa, korpus albikans oluşur. Gebelik olursa regresyon fazı gerçekleşmez ve corpus luteum gravidi oluşur. Gebeliğin 16. haftasına kadar da ayakta kalır. Ancak 14 günlük luteal fazda, LH etkili olmakla birlikte, gebelik oluşmuşsa, gebelik korpus luteumunu ayakta tutan fetal kaynaklı HCG'dir. Çünkü gebelikte hem FSH hem LH, artmış östrojen ve progesteronun (-) feedbackinden ötürü çok azalmıştır. Eğer korpus luteum içine kanama uzun sürerse corpus luteum gerileyemez, persiste eder. Halban hastalığı ortaya çıkar. Bundan prostaglandinlerin sorumlu olduğu sanılmaktadır. (Ektopik gebelik ile ayırıcı tanıya gider) 15 STEROİDOGENEZ Steroidogenez sözlüğü Steroid hormonlar över, adrenal korteks, plasenta ve periferik (ekstraglandüler) dokularda sentez edilirler. Periferik steroidogenezde ağırlığı deri altı yağ dokusu oluşturur. Ancak karaciğer, kas dokusu, kemik, endometrium ve pineal bezde de steroid sentezi olur • Bir yan zincirin kırılması (Desmolaz reaksiyonu) • Hidroksil gruplarının ketonlara veya ketonların hidroksil gruplarına dönüşmesi (dehidrogenaz reaksiyonu) • OH grubunun eklenmesi (Hidroksilasyon reak-si yonu) Steroidogenez olayı hücre içinde mitokondri ve en-doplazmik retikulumda dengeli ve koordineli bir çalışma sonucu gerçekleşir. Burda belirleyici mitokondri ve endoplazmik retikulumun içerdiği enzimlerdir. Steroidogenezin esası 27 karbonlu kolesterolden, 21 karbonlu progesteron, 19 karbonlu androjenler ve son olarak 18 karbonlu östrojenlerin oluşmasıdır. Bu yol tersine işlemez. Kolesterolün pregnenolona dönüşümü P 450 scc enzimi kontrolünde, mitokondri içerisinde gerçekleşir. P 450 scc, 15. kromozomdaki tek bir gen tarafından yönetilir. Kolesterolün önce 20-22 desmolaz ile yan zincirleri kırılır sonra 20-22 hidroksilaz ile hidroksilasyonu gerçekleşir. Periferde aromatizasyon ve 5-a-redüktaz aracılığı ile testosterondan DHT oluşumu esastır. DHT sadece periferde sentezlenir. Enzim Sellüler Lokasyon Reaksiyon P450 Mitokondri Kolesterol side chain eleavage P450c 11 Mitokondri 11-hidroksilaz 18-hidroksilaz 19-metiloksidaz P450c 17 17-hidroksilaz Endoplazmik retikulum 17,20-liyaz P450c 21 Endoplazmik retikulum 21-hidroksilaz P450arom Endoplazmik retikulum Aromataz 4 5 Böylece elde edilen pregnenolon ∆ Keton yolundan ya da ∆ 3 β Hidroksisteroid yolundan AS'ye dönüştürülür. Özellikle, P-450 arom gerektiren olaylar endoplazmik retikulumda gerçekleşir. Bir diğer deyişle, aromatizasyon da endoplazmik reti-kulum içinde oluşur. Bu olayı FSH stimüle eder. 5 ∆ yolu → DHEA üzerinden AS üretir. Överde folikü-ler fazda bu yol üzerinden steroid üretimi gerçekleşir. ∆4 yolu → Progesteron üzerinden AS yapılır. Proges-teron bir korpus luteum hormonu olduğu için, bu yol luteal fazda geçerlidir. AS oluştuktan sonra, östrojenlerin oluşmasına aromatizasyon denilir. Bu olayda, endoplazmik retikulum içerisinde bulunan P 450 arom enzimi rol alır. 19-C'lu androjenleri, 18-C'lu östrojenlere indirger. 16 AS'den T ve E1'den E2 oluşması ise 17 - β - ol dehid-rogenaz enzimi ile gerçekleşir. Bu enzim ters yönlü de çalışır. Aromatizasyon olayını kontrol eden FSH'dır. FSH menopozda arttığı için periferde AS'den hem ös-tron hem de testosteron yapımı artar. Neticede menopozda majör östrojen E1 olur ve testosteron yağ miktarına göre seviyeleri değişiklik gösterir. Disfonksiyonel uterin kanamaların tedavisinde son zamanlarda P450 aromataz inhibitörleri gündeme gelmiştir. Aynı zamanda meme kanseri tedavisinde de ös-trojenleri azaltarak başarı ile kullanılmaktadır. İki enzim dışında steroidogenezde rol alan enzimler PARO çitntrnm on-7İmlûrir)ir Bu aileye ait olmayan iki enzim 1) 17-β - ol - dehidrogenez 2) 5 - α - Redüktazdır. P450 sitokrom enzimleri nedir? Sitokrom P450 indirgendiğinde pigment (450) ab-sorbans kaymasından dolayı, 450 olarak adlandırılan bir oksidatif enzimler ailesi için kullanılan bir jenerik isimdir. P450 enzimleri bir çok substratı metabolize ederler. • P450 scc -* Kolesterol yan zinciri kırma enzimidir. • P450c21 -» 21-hidroksilazı kontrol eder. • P450 arom 5 Aromatizasyonu yani androjenler-den östrojen oluşumunu idare eder. Klonlama ile P450'yi kontrol eden genin 15. kromozom üzerinde lokalize olduğu tespit edilmiştir ve bu genin yokluğu ölümcüldür ama nadirdir. Överde, adrenalden farklı olarak 21-hidroksilaz ve 11-§ hidroksilaz enzimleri yoktur. Bu nedenle mineralokortikoidler ve glukokortikoidler överde sentezlenemez. Fetal adrenal korteks'de 3-p-Dehidrogenaz enzimi yoktur. Bu nedenle progesteron sentezlenemez. Buna karşın sadece adrenal kortekste sulfokinaz enzimi vardır ve DHEA-S sadece adrenal kortekste sen-tezlenebilir. Plasentada 17-<x- hidroksilaz enzimi ve asetattan kolesterol yapan enzimler topluluğu yoktur. Bu nedenle plasenta, fetal adrenal korteks ve fetal karaciğer yardımı olmadan androjen ve östrojenleri yapamaz. Sadece progesteron sentezleyebilir. Ayrıca asetatı da steroid sentezinde ham madde olarak kullanamaz. Gebelikte matemal LDL kolesterol progesteronun ham maddesi olarak kullanılır. Buna karşın plasentada iki özel enzim vardır. Sulfataz ve aromataz. Sulfataz DHEA-S'in S'ini koparmaya yararken, aromataz ise gebelikte azalmış FSH'ın yerini alarak aromatizasyonu sağlar. 17 Overde steroid sentezi Periferde steroidogenez 18 Fetal karaciğer ostrıol üretimi için önemli bir rol oynar. Çünkü östriol sentezi için gerekli olan 16-a-hidroksilaz enzimi sadece onda vardır. Bu enzim doğumdan sonra kaybolur. 5-a redüktaz enzimi sadece periferde vardır. Bu nedenle DHT sadece T'den periferde sentezlenebilir. Görüldüğü gibi steroidogenez olayı belli prensipleri içermesine rağmen, dokudan dokuya, organdan organa farklılıklar göstermektedir. 19 Overlerde androjenlerin ve östrojenlerin sen-tezlendiği yerler Granüloza hücrelerinde → E1 E2 (FSH etkili) Teka hücrelerinde → Ağırlıklı olarak androjenler ve progesteron üretilir (LH etkili). Stromada → Ağırlıklı olarak testosteron (menopoz) ve AS ile DHEA üretilir (LH etkili). LH'ın arttığı durumlarda → Overde hem teka hücrelerinde hem stromada androjen üretimi artar. İki hücre teorisi Granüloza hücrelerinde 17-a hidroksilaz enzimi yoktur. Bu nedenle steroid sentezi pregnenolon aşamasına kadar işler. Pregnenolon teka interna hücrelerine geçirilir. Burada LH etkisiyle androjenlere dönüşür. Androjenler granüloza hücrelerine geçirilir ve burada aromatizasyon ile E-| ve E2'ye dönüşür. Ama bunların kana karışması için yeniden teka hücrelerine geçmesi gerekir. Çünkü granüloza hücrelerinde damarlanma çok azdır. Androjenler nerede, ne miktarda sentezlenirler? DHEA-S → Sadece adrenal korteks (zayıf androjen) DHEA → %50 Adrenal korteks %25 över %25 perifer (zayıf) Testosteron → %25 Adrenal % 25 över %50 perifer (=kuwetli) DHT → %100 perifer (=5-a redüktaz vasıtası ile sadece testosterondan üretilir ve testosteron'dan 2,5 misli güçlüdür) AS → %50 över %50 adrenal (=zayıf) Östrojenler, nerede, ne miktarda sentezlenir? E1 (Östron): Överde de üretilmesine rağmen, esas üretim alanı periferdir. Bu yüzden kadın hayatının her devresinde vardır. Periferde esas olarak AS'den sentezlenir. E1 menopozun majör östrojenidir. Çünkü, menopozda, överde Östrojen üretimi düşer. Periferde ise E1 yapımı artar, çünkü FSH çok yükselmiş ve aromatizasyonu artmıştır. E2 (Östradiol): Cinsel olgunluk çağının majör över östrojenidir. E3 (Östriol): Över hormonu değildir. Ağırlıklı olarak plasentadan salgılanır. Ancak Eı ve E2'nin metaboli-ti olduğu için kadında vardır. E4 (Östetran,Östran): Fetusta vardır. Ne işe yaradığı belli değildir. Steroid hormonların kandaki durumu Steroid hormonların kandaki serbest kısımları etkilidir Östrojenler: %1 serbest, %30 albümine bağlı, %69 SHBG'ine bağlı Testosteron: %1 serbest, %30 albümine bağlı, %69 SHBG'ne bağlı DHEA: %4 serbest, %88 albümine bağlı, %8 SHBG'ne bağlı AS: % 7 serbest, %85 albümine bağlı, %8 SHBG'ne bağlı SHBG karaciğerde yapılır. Yapımı östrojenler ve tiro-id hormonları ile artar. İnsülin, androjenler, progesteronlar, BH, glukokortikoidler ve prolaktin SHBG'yi azaltır. Şişmanlarda da SHBG azalmıştır. 20 Azalmış SHBG bazen tip II diyabetin habercisi olur. Çünkü hiperinsülinemi ile birlikte olabilir. (HAIR-AN) Progesteron ve kortizon ağırlıklı olarak transkortin ile taşınır. Metaboliti pregnandioldür. Androjenlerin metabolitleri ise 17-ketosteroid-lerdir. ÖSTROJENLERİN VEPROGESTERONUN FARMOKOLOJİK ETKİLERİ Östrojen Progesteron 1. Genital traktus • Endometriumda hem glandlarda hem stromada proliferasyon yaptırır. • Vajen ve üretral epitelde proliferasyon yaptırır. • Serviks sekresyonunda elastikiyeti artırır, (Spin-barkeit), vizkoziteyi azaltır, miktarı artırır, tuz -protein ve glukoz içeriğini artırır (Fern testi: tuz kristali). Progesteron reseptörlerinin sentezini artırır. 1. Genital traktus 2. • 3. • • 4. • 5. • 6. • 7. Meme Duktal büyümeyi ve meme gelişmesini artırır. Kemik Düşük dozda lineer büyümeyi sağlarken, yüksek dozda epifizlerin puberte esnasında kapanmasını sağlar. Kemik rezorpsiyonunda azalma yapar. PTH etkisine antagonizm gösterir (Kemik yıkımını engeller). Osteoblastik aktiviteyi artırır, osteoklastik aktivi-teyi azaltır. Pıhtılaşma Venöz tromboza eğilimi artırır. Faktör 2-7-8-910 ve protrombini artırarak pıhtılaşmayı artırır. Antitrombin llfde azalma yapar. Plazminojeni artırır. Lipidler HDL'yi artırır. LDL'yi azaltır. Genital traktusta motiliteyi artırır. Gebelikte barsak motilitesini azaltır Sekonder seks karakterlerinin gelişmesini sağlar. Dişilik karakterini sağlar, örneğin: yağ dokusu dağılımı, meme tomurcuklanması 8. Vajen epitelini kalınlaştılır. Süperfisiyel hücrelerde artış yapar. Genital sistemde atrofiyi engeller. 9. Sempatik sistemin, düz kaslara olan kontrolünü düzenler. • Endometrium gland epitelinde antimitotik etkilidir. • Endometriumu sekresyon fazına sokar. Ancak stroma epitelinde mitozu artırır. • Serviks mukusunu azaltır ve koyulaştırır. 2. Meme • Duktal ve alveoler büyümeyi sağlar. 3. Kemik • Östrojen ile birlikte kullanılırsa kemik rezorpsiyo nunda azalma yapar (östrojen gibi). Tek başına kullanılırsa osteoporozu artırır. 4. Koagülasyon • Pek etkisi yoktur. Sadece trombositlerin agregasyonunu artırır. 5. Lipidler • LDL'yi artırır. Sadece östrojen düzeyi yetersiz ise HDL'yi azaltır. 6. Deri: Doğal progesteronun kıl gelişimi üzerine etkisi minimaldir. Ancak progestagen denilen ve progesteron gibi etki eden ilaçların bir kısmı akne ve hirsitusmus yaptırırken (örnek: 19 nortestosteron türevleri) bir kısmı da antihirsitusmik etki gösterir (örnek: CPA). 7. Genital traktusta motiliteyi azaltır. 8. Hiperglisemiktir. Periferik insülin direnci oluşturur. 9. Termojenik'tir, ovulasyon sonrası bazal tem-peratû'rü artırır. • 10.Hiperventilasyon yaptırır. 11. LH ile negatif back ilişkisi vardır. 12. Östrojen reseptör sentezini inhibe eder. 10. SHBG yapımını artırır. 11. Anabolizan olarak etkilidir. 10. Su ve tuz retansiyonu yapar (aldesteronu artırarak), ödeme neden olabilir. 12. Adrenal androjen sentezini artırır. 13. FSH - LH ile negatif feedback ilişkisi LH ile pozitif feed-back ilişkisi vardır. 21 OVULASYONDAN FETÜSE KADAR OLAN EMBRİYONİK DEVRE Ovum insan gözüyle görülebilen en büyük insan hücresidir (çap: 40 mikron.) Ovulasyondan sonra ovum, hem fimbriaların hem de överlerin hareketleri ile tubaya alınır. 76 saatlik ömrü vardır ama 48 saat döllenmeye müsaittir. Arka fornikse ejekülasyonla boşaltılan spermler "servikal kanala doğru şimotaksi" ile harekete geçerler. Dakikada 3-5 mm hareket ederler (saatte 18 cm). Kurzock-Miller testi: Şimotaksiyi gösteren testtir. Bunlar ortalama 68 dakika sonra tuba fimbrialara kadar ulaşırlar. Serviksi geçtikten sonra ilk hızları düşer (3. dakikada 1 cm yol alırlar). Spermatazoidler tu-bada 5 gün canlı kalabilirler. Kapasitasyon (Spermin fertilizasyon hazırlığı): İnsanda 3-7 saat kadar sürer. Akromozomda veziküller ortaya çıkar. Sonra bu veziküller akromozomu dağıtır. Akromozom içersinde bulunan "tripsin"e benzeyen bir proteaz fermenti açığa çıkar (serin proteaz). Zona pellicuda'ya değdiği anda lizis ile onu eritir ve ovu-mun içine girer. Kapasitasyon'a tuba salgısı ve hatta ovumun kendisi yardımcı olur. Zona pellicuda üzerinde fertilizin ve antifertilizin isimli reseptörler vardır. Fertilizin spermatazoidi, zona pellicuda'ya yapıştırır. Yaklaşık 2 sn. sonra antifertilizin devreye girer ve başka spermatazoidin içeriye girmesini engeller. İmpregnantion veya inseminasyon: Spermatazoidin ovumun içine girmesi olayıdır. Zona pellicuda'da fertilizasyon hunisi oluşur. II. mayoz bölünme başlar Fertilizasyon: Spermatazoid ovuma girince, ovum hızla II. mayoz bölünmesini tamamlar. Haploide iner. Spermatazoidin nükleusu ile ovumun nukleusu birleşir ve fertilizasyon biter (Genetik seks belirlenmiş olur). Zigot oluşur. Bundan sonra mitoz bölünme başlar. İlk bölünme fertilizasyondan 30 saat sonra oluşur. Segmentasyon (yarıklanma): Tubadaki seyahati esnasında 12-16 'ya kadar bölünen zigot, morula safhasını tubada geçirir. 16'ya eriştiği esnada uterusa ulaşır. (Blastokist) safhasında endometriuma implante olur. Ovulasyondan yaklaşık 6 gün sonra implantasyon gerçekleşir. Blastokist etrafında ilk oluşan trofoblastlara "saldırgan trofoblasflar denir. İlk oluşanlar "sitotrofoblast-lar"dır. Bunlar endometriuma invaze olurlar ve onu eriterek blastokistin beslenmesini sağlarlar. Bu devirde en-dometriumda alkali fosfataz çok artmıştır. (Hartmann kanaması adı verilen implantasyon kanaması olabilir) Ovulasyondan sonra 8-13. güne gelinince sitotrofob-lastlardan ilk villuslar oluşur. Artık gebelik mahsûlü "embriyo" adını alır. Sitotrofoblastlardan bu arada sinsitiyotrafoblastlar oluşur, HCG salgılamaya başlarlar. Ovuslasyondan 21-23 gün sonra artık anne kanı ile beslenme başlar (he-motrofik beslenme). Yani umblikal dolaşım başlar. Chorion frondosum: Uterusa bakan tarafındakiler ağaç dalı gibi gelişerek, ileride plasentayı oluşturacak yapıyı oluştururlar. Chorion laeve: Kavuma bakan tarafındakiler incelir, geriler ve amnios zarını oluşturur. Sinsityotrofoblastlar HCG salgıladıktan 2 gün sonra, korpus luteum'un salgısını kontrol etmeye başlar. Ve ilk olarak korpus luteum'dan dalga halinde östrojen salgısı başlar. Bu blastokistin irkilmesine ve histaminin açığa çıkmasına neden olur. Bu irkilme progesteron hormonu ile devam eder ve desidua oluşturulur. Desidua üç tabakadan oluşmuştur; 1- Desidua basalis (miyometriuma en yakın) 2- Desidua spongioza 3- Desidua compakta Spongiosa ve kompakta her ay mens kanı ile dışarı atılır ve ikisinin toplamına desidua fonksiyonalis denilir. Spongiosa ve kompakta her ay mens kanı ile dışarı atılır ve ikisinin toplamına desidua fonkiyonalis denir. 22 Kronolojik Sıra 1. gün -------- 2. gün --------- Fertilizasyon Bölünme başlar 3. gün -------- 4. gün --------- Morula Blastula 6.gün --------- Blastokist ve yuvalanma 7. gün ---------- Trofoblastların ayrışması (sito ve sinsityotrofoblast) 10.gün --------- Primordial villuslar 14.gün --------- Chorion villuslar oluşur 21.gün --------- Umblikal dolaşım PÜBERTE VE ADOLESAN Adolesan, ilk sekonder seks karakteri olan meme başı tomurcuklanması ile başlayıp, erişkin kimliğinin kazanılmasına kadar devam eden bir süreçtir. Bu süreç içerisinde psikolojik, sosyal ve algısal değişimler vardır ve kişisel bağımsızlığın sağlanması, algısal olarak ne-den-sonuç ilişkisinin kurulması ile tamamlanır. Püberte ise genel anlamda üreme kapasitesinin kazanılması demektir. Dişide ovulasyonların başlaması, erkekte ise spermatogenezin başlaması üreme yeteneğinin kazanılmış olduğunu gösterir. Dişide menarşın başlamış olması, teorik olarak, üreme kabiliyetinin kazanılmış olduğunun dışa vurumudur. Ama yine de menarştan sonraki 6-18 ayda anovulas-yonlu siklus sayısı oldukça fazladır. Pübertenin erken veya geç olması ile bağımsız kişilik yapısının ortaya çıkması arasında direkt bir ilişki olup olmadığı tartışmalıdır. Ama bugün için olmadığı yönünde görüşler fazladır. Püberte gelişimi belli bir sırayı izleyerek ortaya çıkar. 1. Büyümenin hızlanması Açıklama [t1]: 2. Telarş (meme gelişimi) → 8,5-18 yaş arası 3. Püberj → 9,5 yaş 4. Axillarj → 10. Yaş 5. Boy piki → 11,5 yaş 6. Menarş → 12,7 Büyüme Püberte döneminde boy uzaması kızlarda, erkeklerden 2 yıl daha önce başlar ve daima erkeklerden daha hızlıdır. Ortalama olarak 9-10 yaşlar civarında başlamaktadır. Ancak menarş oluştuktan sonra kızlardaki büyüme erkeklere göre bariz bir şekilde yavaşlamaktadır. Bunun nedeni, ovarial östrojenlerin artması ile epifizlerin erken kapanmasıdır. Büyümeyi etkileyen hormonlar 1. Düşük doz östrojenler (en önemli) 2. GH 3. IGFI 23 GH (Growth Hormon): GH hem püberte öncesi büyümede hem de boy pikinin oluşumunda önemli bir etkiye sahiptir. GH ovarial östrojenlerin kandaki seviyeleri ile ilgili olarak artar ve azalır. Eğer kandaki östrojenler 10 pg/mL - 20 pg/mL arasında ise -ki bu erişkin Östrojenlerin yaklaşık 1/5'i kadardır- GH hormonun salgılanması artar. GH hormon özellikle kemiklerdeki epifizyal kartilaj büyümesini stimüle eder. Ama bunun yanı sıra, vücut içindeki birçok dokuda da IGF-I yapımını stimüle ederek, global büyümeyi sağlar. Püberte öncesi dönemde, hipofiz tarafından en fazla üretilen hormon GH'dur. Bu dönemde üretimini regüle eden hormonların başında GN-RH, tiroid hormonları ve glukokortikoidler gelir. GH hormon hi-pofizden pulsasyonlar şeklinde salgılanır ve bu salgıların amplitüdü özellikle uykuda giderek artar. Öyleyse annelerimiz "uyusun da büyüsün" demekle haklıdır. Yine püberte Öncesinde östrojenler, GH salgılanmasında çok etkin değillerdir. Östrojenlerin esas etkileri, püberte dönemindeki boy pikine denk gelen dönemdedir. GH hormonunu en fazla artıran östrojen dozu 20 pg/mL'dir. 1. IGF-I: GH hormonunun etkisini göstermede kullandığı mediyatördür. Vücut içinde birçok dokuda mevcuttur. Ama özellikle karaciğer ve karti-lajlarda daha fazla bulunmaktadır. Östrojenler düşük dozlarda IGF-l'i stimüle ederken, yüksek dozlarda inhibe eder. Afrikalı pigmeler'de IGF-I eksiktir. Laron tipi cücelikte ise GH hormonu reseptörleri kusurlu olduğu için IGF-l'i stimüle edemez. 2. Ovarial Östrojenler: Düşük dozda GH ve IGF-I stimüle ederken, yüksek dozda baskılayarak büyümeyi kontrol ederler. Ancak bunun yanısıra östrojenler direkt olarak, düşük dozlarda kemiğin lineer büyümesini ve kortikal gelişimini de hızlandırırlar. Yüksek dozlarda ise epifizlerin kapanmasına neden olurlar. Östrojenlerin kemik üzerine etkileri sadece büyüme ile snırlı değildir. Bu dönemde kemik dansite ve kitlesini artırıcı etkileri de vardır. Pübertal dönemde kemik dansitesinde de %10-20 arasında bir artış gözlenir. Bu artış adölesans boyunca da devam eder. Bu dönemde kalsiyum takviyesi, kemik kitlesinde ve dansitesindeki bu artışı belirgin bir şekilde destekler. Görüldüğü gibi büyümede GH, IGF-I ve östrojenler birbirleri ile ilişkili olarak rol alırlarken, adrenal korteks androjenlerinin bu olayda direkt bir rolü yoktur. Püberte gelişimi esnasında, kemik yaşı tayinleri kronolojik yaşa göre daha değerlidir. Çünkü E2 seviyesi hakkında daha iyi bilgi verir. Püberte gelişimi esnasında, kemik yaşı tayinleri kronolojik yaşa göre daha değerlidir. Çünkü E2 seviyesi hakkında daha iyi bilgi verir. 24 Telarş Meme gelişiminin evreleri aşağıdaki gibi sınıflanmaktadır 1. Evre: Ergenlik öncesi. Areolada pigment yoktur. Sadece papilla tümseği bulunur. 2. Evre: Meme tomurcuğu evresi. Meme ve papilla küçük bir tümsek oluşturacak şekilde yükselmiştir, areolanın çapı büyür. 3. Evre: Meme ve areolanın daha fazla büyümesi. Sınırlarının ayrımı yoktur. 4. Evre: Areola ve papilla, meme düzleminden yüksek ikinci bir tümsek oluşturur. 5. Evre: Olgunluk dönemi. Çıkıntı yapan sadece papilladır. Areola, memenin genel yüksekliğine katılmaktadır. Telarşın ilk belirtisi olan meme başının tomurcuklanması periferik östrojenlerin etkisi ile oluşur. Fakat memenin optimal gelişimi için birçok hormon görev alır. Prolaktin, GH, insülin, tiroid hormonları, glukokortiko-idler, adrenal steroidler gibi. Ancak progesteronun rolü çok önemlidir. Progesteron ise bir korpus luteum hormonudur ve ovulasyonlu sikluslar başladıktan sonra salgılanacaktır. Östrojenler, memenin duktal sistemini geliştirir. Yani meme ucunun altında bulunan kanalların gelişimini ve dallanmasını artırır. Terminal kanalların çok sayıda kese tomurcuklarında sonlanması ile lobül oluşumu belirir. Bu lobül oluşumunda progesteronun rolü olduğuna inanılır. Gebelikte ek progesteron ve prolaktin etkisinde alveo-lar gelişim tamamlanır. Temelde östrojen ve progesteron etkisi bulunmaz ise, prolaktin meme büyümesini veya meme gelişimini etkilemez. Özetle progesteron ve prolaktin memenin dukta-alveoler yapısını geliştirir. Gebelikte ise artmış östrojen, progesteron, prolaktin ve HPL seviyeleri etkisi ile alveolar gelişim tamamlanır. Puberş ve Adrenarş Genelde meme gelişiminin başlamasından sonra pubis-te kıllanma başlar. Vakaların % 15'inde ise, pubiste kıllanma daha öncedir. Ortalama 2,5 yılda tamamlanır. Meme gelişimi ile pubik kıllanma arasında yakın ilişki vardır (Bk. Tannen - Marshal sınıflaması). Aksiller kıllanma, pubis kıllanmasından ortalama 6 ay sonra başlar ve 15 ayda tamamlanır. Vulva ve aksil-ladaki apokrin bezlerinin fonksiyonu, bu kısımlarda kıllanma görüldüğünde başlar. Bu fonksiyonun başladığının en iyi göstergesi ise aknelerin ortaya çıkışıdır. Akne adolesansta majör belirtidir ve ortalama yaşı 13,2'dir. Menarş ilk görülen adet kanamasıdır ve ortalama yaşı 12,7'dir. Anlamı ise överde folikül gelişiminin başlamış olmasıdır. Menarş yaşını etkileyen faktörler vardır. Bunlar- • GENETİK (en önemlisi) • Fizik ve sosyal çevre • Beslenme • Işığa maruz kalma • Vücut ağırlığı ve yağ oranı dağılımı (FRİSH teorisi) • Psikolojik nedenler Ekvatora yakınlık, deniz seviyesinde yaşama, kentsel yerleşim ve orta obez çocuklarda menarş erken olmaktadır. 25 Seculer trend: Gelişmiş ülkelerde menarş yaşı düşmektedir. Bunun şüphesiz en önemli nedeni beslenme koşullarının iyileşmesidir. Bunun yanı sıra sağlık koşullarının düzeltilmesi, daha az fiziksel çalışma ve daha çok elektrikli ampul kullanımı da sebepler arasında gösterilmektedir. Frish teorisi: Frish'e göre, menarşa ulaşmak için gerekli kritik vücut ağırlığı 47,8 kg'dır. Bu ağırlığın % 1623'ünü yağ dokusu oluşturursa menarş başlar. Eğer % 23-30'unu yağ dokusu oluşturursa menarş erken olur. Eğer % 30'dan fazlasını yağ dokusu oluşturmuşsa menarş gecikir. Püberte süresince menarşın başlayacağının ilk ve en erken hormonal belirtisi FSH'ın yükselmesidir. Son belirtisi ise östrojenle LH arasındaki pozitif feed-back'in başlamasıdır. Püberte'nin hormonal temelleri Pübertenin hormonal temellerini irdelerken 3 kavram üzerinde durmak gereklidir. Bunlar: 1. Gonadostat 2. Adrenarş 3. Gonadarş 1. Gonadostat Düşük dozda östrojenin (-) feed-back ile FSH ve LH'ı artıracağı yerde, baskılamasıdır. FSH ve LH'ın östrojenin bu baskılama gücüne karşı hassasiyeti 15 misli artmıştır. Dişi fetus intrauterin hayatın 20.haftası civarında yüksek oranda FSH ve LH sahiptir. Ancak gebeliğin sonlarına doğru artan plasental östro-jenler ve progesteronların negatif feed-back etkisi ile baskılanırlar ve düzeyleri düşer. Doğum ile birlikte de bu plasental steroid seviyeleri hızla azalır. FSH ve LH, kısa bir süre negatif feed-back-ten kurtulur ve ani bir yükselme gösterir. Buna mini-püberte denilir. Bu esnada över korteksinde geçici bir foliküler aktivite dönemi yaşanır. Bu kısa dönemden hemen sonra hem FSH ve LH hem östrojenler çok düşük düzeyde kalır. Bir diğer deyişle gonadostat devreye girer. 8-10 yaşlarına kadar da böyle kalır. Düşük doz östrojenin, FSH ve LH'ı kuvvetle baskılaması yani gonadostatın varlığı ne ile izah edilebilinir? Bunun kesin bir cevabı henüz yoktur ama üç madde üzerinde durulmaktadır. 1. Muhtemelen posterior hipotalamustan salgılanan izole edilmemiş bir "santral inhibiting faktör" 2. Pineal bezden salgılanan melatonin 3. POMC peptidleri Santral inhibiting faktör doğru olabilir, çünkü posterior hipotalamusun tahribi püberta prekoksa neden olabilir. Melatonin ile ilgili görüşler ise tartışmalıdır. Melatoni-nin 1-18 yaş arasında, özellikle gece salgılanmasında, giderek azaldığı gösterilmiştir. Bu azalma kritik bir seviyeye ulaşınca, gonadostat ortadan kalkmaktadır diyenler vardır. Aksine pineal bez çıkarıldığı halde, FSH ve LH'ın baskı-lanmasının 8-10 yaşına kadar devam ettiğini söyleyenler de vardır. Ayrıca pineal bez tümörlerinin sadece erkek çocukta puberte prekoksa neden olduğu da bilinmektedir. Melatoninin öte yandan ışık varlığında yapımı azalırken karanlıkta yapımı artar. Kör kızlarda pübertenin bu nedenle geciktiğini söyleyenlerin yanında, kör kızlarda pübertenin erken olduğunu iddia edenler de vardır. 26 Özetle melatoninin gonadostatta yer aldığı kabul edilmesine karşın bu kesinleşmiş değildir ve tartışmalıdır. POMC (propiomelanokortin) peptitlerin gonadostatta yer alabileceğini iddia edenler de vardır. GH da bugün için bu konudaki rolü yönünden araştırılmaktadır. Sebep ne olursa olsun gonadostat 10 yaş civarında yavaşça devreden çıkar ve gonadarş başlar. 2. Adrenarş Adrenal korteksin pübertesi veya uyanması anlamında kullanılmaktadır. Gonadarştan tamamen bağımsız bir olaydır. Adrenal korteksin zona retikularis tabakasında 6-8 yaşlar arasında bir hareket başlar. Bunun neticesinde, DHEAS başta olmak üzere DHEA ve AS seviyeleri kanda artar. Bu artış ortalama 15 yaşına kadar sürer. Bazı yazarlara göre, adrenarş hızlı büyüme döneminden 2 yıl önce başlar. Dışa vurumu pubik ve aksiller kıllanmanın oluşumudur. Adrenarşı yani adrenal korteksin uyanmasını sağlayan santral hormon nedir? 1. ACTH: Tartışmalıdır. Çünkü bu devrede ACTH seviyeleri artmış değildir. 2. ACTH'ın bir preküsörü olan POMC'nin parçalanması ile oluşan bir faktör üzerinde durulmaktadır. 3. CASH (Kortiko-Adreno-Stimülaiting Hormon): Hipofiz ön lobundan salgılandığı kabul edilen ancak izole edilememiş bir hormondur Ama sebep ne olursa olsun adrenarş, gonadarş-dan bağımsız bir olaydır. Buna birkaç örnek vermek gerekirse şunlar söylenebilir: 1. Addison hastalığında adrenarş yokluğuna rağmen gonadarş görülebilmektedir. 2. Gonadal disgenezi ve Kallman sendromunda ise adrenarş gerçekleşir ama gonadarş gerçekleşmez 3. 6 yaştan önce püberteye giren olgularda gonadarş adrenarşdan daha önce gerçekleşir. Adrenarş oluşumunda, adrenal korteksteki 3 p hidrok-si dehidrogenazın anahtar rolü olduğu konusunda yayınlar vardır. 3. Gonadarş 10 yaş civarında, gonadostat yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlayınca, GN-RH önceleri sadece geceleri pulsasyonlar şeklinde salgılanmaya başlar. Giderek bu salgı ve pulsasyon hem artar hem de gündüzlere yansır. Bunun sonucunda FSH ve LH salgıları oluşur. FSH salgısı daha erken başlar. Bu da ovarial folikülleri uyararak östrojenlerin artmasını sağlar. Ancak bu dönemde ilginç bir şekilde FSH ve LH salgısı, ovarial steroidlerin henüz kontrolünde değildir. Östrojen salgılanmasının giderek artması, sekonder seks karakterlerinin yavaş yavaş belirmesini sağlar. Gonadarşın başlaması, bir anlamda da hipotalamusun olgunlaşması demektir. Menstrüel siklusta rol alan organlardan ilk oluşanı bu durumda hipotalamus olmaktadır. 27 PÜBERTE PREKOKS Pubertal değişikliklerin 8 yaşından önce başlaması, puberte prekoks olarak adlandırılır. Genellikle ilk belirti hızlı boy uzaması ve bunu takiben görülen te-larş ve pubik kıllanmadır. Bazen menarş'da ilk belirti olabilir. Püberte prekoks kız çocuklarında, erkeklere göre 5 misli fazla görülür. Puberte prekoks'un 2 tipi vardır 1. GN-RH'ya bağımlı (Tam puberte prekoks Gerçek puberte prekoks - Santral püberte prekoks) 2. GN-RH'dan bağımsız (Kısmi püberte prekoks Psö-do puberte prekoks - Periferik püberte prekoks) GN-RH Dependent püberte prekoks GN-RH'ın erken pulsatif salgılanmasına bağlı gelişir. Hakiki puberta prekoks'un nedeni, hipotalamus - hi-pofiz ve över aksının erken gelişim göstermesidir. Bir diğer deyişle erken püberteye neden olan hormonların erken matürasyon kazanmış glandlardan salgılanmasıdır. 28 Prekoks pubertenin muhtemel görülme sıklığı ve sınıflandırılması Erken Pubente nedeni Kadın Erkek idiyopatik % 74.0 % 74.0 MSS problemi % 7.0 % 7.0 GnRH-Bağımlı (Hakiki Prekoks) %11.0 GnRH-Bağımsız (Prekoks psödopuberte) Ovaryan (Kist veya tümör) %60-70 Testiküler % 10.0 McCune - Albright sendromu % 5.0 % 1.0 Adrenal teminize edici tümör % 1.0 % 0.0 Adrenal maskulinize edici tümör % 1.0 % 22.0 Ektopik gonadotropin üretimi % 0.5 % 0.5 Bu grubun ortak özellikleri • Etyolojik neden hemen her zaman hipotalamus hipofiz akşındadır. • Püberte sırası çoğu kez bozulmadan ortaya çıkar. Ama bu her zaman geçerli değildir. • Gelişim hemen her zaman izoseksüel yöndedir. • Ovulasyonları vardır ve hamile kalabilirler. • Birkaç istisna dışında, kemik yaşları kronolojik yaştan önde gider (istisna durumlardan birisi hi-potiroididir). • Prematür menopoza neden olmaz. • Geçici bir süre için yaşıtlarından daha uzun olular ama epifizleri erken kapandığı için kısa boylu kalırlar. Bu yüzden dişlerdeki gelişim iskelet sisteminden daha çok kronolojik sıraya uyar. Gerçek puberte prekoks nedenleri 1. İdiyopatik: (% 75) infantil dönemde de görülebilir. Ancak en sık görülme yaşı 6-7'dir ve kız çocuklarında daha sık görülür. Aile öyküsü mutlaka alınmalıdır. Çünkü özellikle erkek çocuklar için otozomal resesif geçiş gösterir. Adrenarş veya menarş ilk belirti olabilir. Ovarial steroidlerin uyarısı ile GH ve IGF-I miktarları, yaşlarına göre artmış olarak bulunur. 2. MSS tümörleri: Kız ve erkek çocukta eşit görülürler. GnRH'ı baskılayan sistemleri devre dışı bırakarak veya bu tümörlerin büyümesini durdurmak için verilen radyoterapiye bağlı olarak, puberta prekoks yaptıkları düşünülmektedir. a. Hamartom: Tüber cinerium hamartomları ki bunlar 3. ventrikül duvarının malformasyonu sonucu ortaya çıkarlar. Pulstatif GnRH salgılayan hücrelere sahiptirler. Püberte prekoks yanı sıra konvülziyon-lar, zeka geriliği, başağrısı, görmede bozukluklar ve dismorfik sendroma yol açabilirler. Genç kızlarda en sık görülen MSS kökenli puberte prekoks yapan tümördür. b. Hipotalamusa yakın kraniofarengioma, optik gliom, astrositom, supraselüler teratom, sarkoid granülom 29 c. Pineal tümörler: Sadece erkek çocuklarında püberte prekoks yaparlar. Bunun nedeni anlaşılmış değildir. 3. Nontümoral nedenler: a. von Rechling-Hauser hastalığı (Nörofibromatozis) b. Raşitizme bağlı anormal kafa gelişimi c. Kafa travmaları: 1-2 ay sonra puberte prekoks yapar. d. Postkraniyal radyasyon e. Uzun süreli hipotiroidizmli çocukların az bir kısmında gerçek erken püberte görülebilinir. Bunlarda sella tursika genişlemiştir ve galaktore vardır. Erken meme gelişimine neden olabilirler. Kemik yaşları genellikle geride kalır. Tiroid replasman tedavisi ile hem sella tursika genişlemesi, hem meme gelişimi durdurulabilir. İnkomplet püberte perokoks (Psödo Puberte Prekoks) (GnRH - independent psödo prekoks) Bunlarda genel etyolojik neden, ovarial ve adrenal kaynaklı seks steroidlerinin artışıdır. Ama bu androjen-ler gonadlardan veya adrenal korteksten salgılanmaz. Bu grubun ortak özellikleri • Etyolojik neden her zaman overadrenal aksıdadır. • Püberte sırası bozulmuştur. • Ovulasyon olmaz ve hamile kalamazlar. • Heteroseksüel yönde de püberteye girebilir. • Çoğunlukla ilk bulgu menoraji tarzında kana malardır. Psödopuberte prekoksun etyolojik nedenleri 1. Över tümörleri: Granüloza hücreli tümörler: (En sık) Özellikle ös-trojen salgılayan bu tümörlerde, artmış östrojen ve androjen ara ürünleri püberteyi başlatır. % 80 vakada pelvik kitle vardır, ilk bulgu her zaman vajinal kanamadır. Disgerminoma: HCG salgılayarak, overlerdeki te-ka interna ve gonadal stroma hücrelerini uyarıp, androjen salgısını artırırlar. Arrhenoblastoma: Lipid hücreli tümörler direkt androjen salgılarlar. Koriyokarsinoma: HCG salgılar ve teka interna ve gonadal sroma hücrelerinden androjen salgısını artırırlar. 2. Otonom över folikül kistleri: Çocuklarda östrojen salgılayan kitlelerin en sık görülenidir. Eğer kendiliğinden rüptüre olursa püberte prekoks düzelir. 3. Mc-Cune Albright sendromu: Kistik fibroz, displazi, ciltte kahverengi makûller (cafe au lait), tasial asimetri ile karakterize bir sendromdur. Bu sendromda seksüel erken gelişimin nedeni, överlerde östrojenin otonom bir biçimde erken salgılanmasıdır. Överlerde çok sayıda folikül kistleri vardır. Mc-Cune Albright sendromunda östrojen seviyeleri yüksek, FSH ve LH seviyeleri düşüktür. Mc-Cune Albright sendromu, Cushing, akromega-li, hipertiroidi ve hiperparatiroidizm ile birlikte bulunabilir. 30 Bu hastalıkta boy kısa değildir. Hatta gigantizm ile birlikte bile bulunabilir. 4. Peutz-Jegers sendromu: Gastrointestinal polipo-zis, deride mukokütanöz lekeler ile karakterize bu sendromda puberte prekoks nedeni, ovarial bir stroma tümörü ile birlikte bulunmasından kaynaklanır. Bu tümör en sık granüloza hücreli tümördür. 5. Feminizan adrenal tümörler: Çok nadirdir. DHE-A-S bunlarda yükselmiştir. 6. Konjenital adrenal hiperplazi 7. Ektopik gonadotropik (FSH-LH) hormon üreten tümörler Koryonepitelyoma Ovarial disgerminoma Hepatoblastoma Bunlarda pelvik veya abdominal kitleler ile asit de bulunabilir. Erken puberte nedenleri Gerçek erken püberte (Komplet veya İzoseksüel) • Hipotalamik Hipofizer - İdiyopatik - Nörojenik - Aşın somatik gelişme Yalancı erken püberte (inkomplet±İzoseksüel+Heteroseksüel) Över tümörleri ve kistleri • Nöroendokrin - Prematür telarş - Hipotiroidizm - İzole LH salimimi • Adrenal - Prematür adrenarş - Konjenital adrenal hiperplazi -Tümör • Gonadal - Otonom steroid sekresyonu • Ektopik - Otonom hCG sekresyonu • Eksojen - Anabolik veya kontraseptif steroidler • Suni - Yabancı cisim - Tümör - Seksüel taciz 31 Tanı Erken puberte tanısında şunlar yapılmalıdır Fizik tanı • Tannen evrelerine göre gelişimin tespiti • Dış genital organların tespiti • Abdominal, pelvik, nörolojik muayene • Artmış androjene ait bulguların araştırılması • Özel Bulgular: Mc-Cune Albright, hipotiroidizm Laboratuvar tanı • Seri halinde kemik yaşı tayini (el bilek grafisi) • Kafa grafisi, CT, EEG • FSH, LH, HCG tayinleri • Tiroid fonksiyon testleri (TSH, serbest T4) • Steroidlerin tayini (DHEAS,17-OH-progesteron, Tedavi Püberte prekoks tedavisinde ele alınması gereken ana noktalar şunlardır: - İntrakraniyal hastalığın tanınması ve tedavisi - Normal pubertal yaşa kadar gelişmenin durdurulması - Gelişmiş prekoks kabiliyetlerinin durdurulması veya yok edilmesi - Maksimum erişkin boya ulaşılabilmesi - Emosyonel problemlerin azaltılması - Tacizden korunma ve gerekiyorsa kontrasepsiyon uygulanması Bu açıdan konuya yaklaşılınca, etyolojik nedenin tam olarak tespiti büyük önem taşır. Çünkü etyolojik nedene göre tedavi planlanacaktır Eğer etyolojik neden över veya adrenal tümörü ise, hayat tehdit altındadır demektir. Birinci seçenek gecikmeden operasyon olmalıdır. Bunun dışındaki psödopuberte prekoks olgularında, pri-mer hastalık bulunmalı ve tedavisi yapılmalıdır. Aslında psödopuberte prekoksu daha ciddi bir hastalığın semptomlarından birisi olarak görmek gerekir. Örneğin neden KAH ise glukokortikoidler kullanılırken, McCune Albright sendromunda östrojenlerin baskılanmasına için özellikle MPA tercih edilmelidir. Peutz-Jegers sendromu-nun arkasında bir ovarial gonadal stroma tümörü olabileceği düşünülmelidir. Yapılan araştırmalarda hiçbir organik neden bulunamamışsa olay büyük ihtimalle idiyopatik püberte prekokstur. Ana amaç boyun kısa kalmasının engellenmesidir. Bu amaçla MPA, GnRH analogları, dana-zol, siproteron asetat gibi çeşitli seçenekler vardır. Prensip, epifizlerin erken kapanmasına neden olan östro-jen seviyelerini düşürme veya kemikte var olan östrojen reseptörlerini kapatmaktır. Bu ilaçlar arasında, tartışmasız ilk seçenek GnRH analoglarının kullanılmasıdır. GnRH Analogları: (Leuprolid, buserelin, nafarelin, go-serelin) Bunlar verildikten yaklaşık 7-14 gün sonra, hipofiz ön lo-bunda down regülasyon oluşturarak FSH ve LH'ı kuvvetli bir şekilde baskılar. FSH'ın azalması överden E2 azalmasına neden olur. Kandaki E2'yi ideal olarak 10 pg/ml altına düşürmek ana amaçtır. Çünkü bu seviyedeki E2, kemiklerde linear uzamayı uyaran seviyedir. Üstelik adrenarşın bozulmasına da neden olmamaktadır. MPA, danazol, siproteron asetat, östrojen reseptörlerini kapatırlar, kandaki E2 seviyesini bir miktar azaltırlar ama kemik matüritesi üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Androjenik etkiler (hirsutizm, virilizasyon gibi) ön planda ise ve bunların baskılanması isteniyorsa, antiandrojenik ilaçlar kullanılabilinir. GN-RH analogları, ketokanozol, siproteron asetat gibi. 32 GECİKMİŞ PÜBERTE (PÜBERTE TARDA) Bir kız çocuğunda 17 yaşına kadar püberte belirtilerinin görülmemesi gecikmiş püberte olarak adlandırılır. Genellikle bu olay genetik veya hipotalamus hipofiz akşındaki bir bozukluktan kaynaklanır. Eğer püberte bulguları oluşmuş ama menarş başlama-mışsa, periferik amenore olarak değerlendirilir. Püberte tarda başlıca 3 başlık altında incelenir: 1. Hipergonadotrop hipogonadizm (% 43): Burada FSH ve LH değerleri postmenopozal döneme uyacak şekilde yükselmiş, E2 seviyeleri ileri derecede düşmüştür. Kemik yaşı kronolojik yaştan geridedir. • Gonadal disgeneziler: Bu grubun en sık görülen nedenidir. Gonadal disgenezilerin en sık görüleni ise Turner sendromudur. 45 XO karyogram, kısa boy, steak gonadlar ve stigmalar ile tanınabilinir. Ancak mozaik formlarda bu stigmalar bulunmayabilir. Svvyer sendromu 46 XY karyogramı, uzun boyu, iyi gelişmemiş göğüsleri ile tanınabilinir. • Rezistans ovari sendromu: Karyogram 46 XX'tir. Esas olay överde FSH ve LH reseptörlerinin olmamasıdır. • 17 a hidroksilaz eksikliği: Hipertansiyon artmış progesteron, aldesteron ve DOC seviyeleri ile tanınabilinir. • Orak hücreli anemi: % 20'sinde olabilir. • Kazanılmış över hasarı: (Över torsiyonu) 2. Hipogonadotropik hipogonadizm (%31): FSH ve LH ileri derecede düşmüştür ve çoğu zaman 6 lU/L'den azdır. E2 yapımı bu yüzden ileri derecede azalmıştır. Kemik yaşı kronolojik yaştan geridir • Fizyolojik gecikme: Bu grubun en sık görülenidir. Genetik, beslenme bozuklukları ve aşırı egzersiz gibi nedenlerle ortaya çıkar. Familyal olabilir. • Kallman sendromu: İzole GnRH yokluğuna bağlı gelişen bir hastalıktır. Anosmi, görme bozukluğu, tek taraflı renal agenezi ve yarık damak-dudak anomalileri ile birlikte bulunabilir. • Kraniofarengioma: Gecikmiş püberteye en sık neden olan tümördür. Rathke kesesinden gelişir. En sık 6-14 yaşlar arasında ortaya çıkar. Direkt kafa grafisin-de anormal sella ve % 70 vakada kalsifikasyon görülmesi tipiktir. • Anoreksia nevroza • Rejional ileitis • Renal hastalık • Aşırı egzersiz • Kronik hastalıklar • Konjenital adrenal hiperplazi • İzole GH eksikliği • Hipotiroidizm • Prolaktinoma • Cushing sendromu 3. Ögonadotropik gecikmiş püberte (% 26): FSH ve LH seviyeleri çoğu zaman normaldir. E2 seviyeleri değişken olabilir ama düşük değildir. Menarş dışında diğer püberte bulguları mevcuttur. Bunun başlıca 2 nedeni vardır: a. Testiküler feminizasyon b. Periferik amenore: (Rokitansky - Küsthner Hauser, Müllerian agenezi, imperfore hymen, vajinal septum) Bu grupta kemik yaşı gecikmemiştir. Tedavi Etyolojik nedene yöneliktir. Hem püberte prekoks hem püberte tarda yapabilen 3 durum vardır. 33 1. Hipotiroidi 2. KAH 3. Kraniofarengioma Geç pübertede tanı Geç pübertede ayırıcı tam İdiyopatik Kısa Düşük/ Normal Normal Düşük/ Düşük/ Normal Normal Normal Normal Normal İzole gonadotropin Normal Düşük Prepübertal Düşük Normal Normal Normal Düşük Prepübertal Düşük Normal Normal Kısa Düşük Prepübertal Düşük Düşük Prepübertal Düşük Yüksek Aşırı cevap Düşük eksikliği Kaliman sendromu Hipofizer yetersizlik hipotalamo- Büyümede hipofizer tm yavaşlama Gonadal disgeneziler Kısa 34 Genellikle düşük Düşük/ Normal Normal Anosmi/ Hiposmi Normal Normal Normal Normal XO Normal Gecikmiş piiberte nedenleri Marsshall-Tanner sınıflaması 1. Hipergonadotropik hipogonadizm(%43) Puberş • Ovarial yetersizlik (anormal karyotip) % 26 Puberşjn basamakları - Turner Evre I: Preadolesan. - Svvyer Vellüs kılları vardır. - Mikst gonadal disgenezi • Ovarial yetersizlik (normal karyotip) -46 XX: Rezistans ovari sendromu Evre II: 11 yaş. Labium majus üzerinde hafif kıllanma ve pigmentasyon. Kıllar düzgün ve pigmentasyon az. 2. Hipogonadotropik hipogonadizm (% 31) Evre III: 12 yaş. • Reversibl(% 18) Daha çok ve sık, koyu, kıvrıntılı, sert kıllanma. Daha belirgin pigmentasyon - İdiyopatik (fizyolojik) ( %10) - Anoreksia nevroza - Kilo kaybı - Primer hipotiroidizm - Konjenital adrenal hiperplazi - Cushing sendromu - Prolaktinoma • İrreversibl (%13) - GnRH defekti (Kallman-De Morsier) - Angelman sendromu Evre IV: 12,5 yaş. Yetişkin tipte ancak daha az alanı kapsayan kıllanma vardır. Telarş Telarşın basamakları Evre I: Preadolesan. Meme ucunda hafif çıkıntı. Evre II: 11 yaş. Meme ve papillada hafif çıkıntı. Evre III: 11,5 yaş. - Lavvrence Moon - Biedl sendromu Meme ve areolanın daha fazla büyüme ve gelişmesi. - Hipopituitarizm Evre IV: 12 yaş. - Konjenital SSS defektleri - KraniofaringiomaA Areola ve papilla meme dokusundan farklı bir çıkıntı yapar. - Habis hipofiz tümörleri Evre V: 13,5 yaş. 3. Ögonadizm (% 26) - Mû'llerian agenezi (% 14) Sadece meme dokusu ve papilla matürasyon uğramıştır. - Vajinal septum - İmperfore himen - Androjen insensitivite sendromu - Rokitansky - Küshner Hauser - Pozitif feed-back yetersizliği 35 STEROİD HORMONLARIN YAPILARI VE ADLANDIRILMALARI Tüm steroid hormonlarda, temel yapı, per-hidro-sik-lo-pentan fenantren molekülüdür. Bu molekül 3 tane 6 karbonlu ve bir tane 5 karbonlu halkadan oluşmuştur. 1. Benzen halkası 2. Naftalen halkası 3. Fenantren halkası ve 5 karbonlu son halka siklo-pentan halkasıdır Seks steroidleri sahip oldukları karbon atomlarının sayısına göre 3 ana gruba ayrılırlar. 21-karbonlular: Kortikoidleri ve progesteronları kapsar ve temel yapı "pregnan" çekirdeğidir. 19-karbonlular: Tüm androjenleri kapsar ve "andros-tan" çekirdeği temel yapısını oluşturur. 18-karbonlular: Östrojenleri kapsar ve temel yapı "es-tran" çekirdeğidir. Bu temel halkaya ekler ilave edilirse çok farklı özellikleri olan farklı steroidler ortaya çıkar. Eğer bu ekler, halka düzleminin altında ise a, üstünde ise b olarak adlandırılır. Temel yapıda çift bağların sayısı en, dien ve trien olarak belirtilir. Bunun yanı sıra OH grupları, bağlandıkları karbonun sayısını gösterilir ve 1, 2 veya 3 OH grubu ol, diol ve triol olarak belirlenir. Östradiolde 2 OH grubu vardır. 17- β-Östradiolde 2 OH grubu vardır ve düzlemin üstündedir. Son olarak söylenen ise keton grupları olur. Bunlar bağlandıkları karbon numarasına 1, 2 ve 3 grup olarak ilave edilir. One, dione ve trione olarak okunur. Dehidro kelimesi, bu yapıdan iki hidrojenin çıkarılması demektir. Deoksi kelimesi bir 02'nin çıkarılması demektir. Nor kelimesi bir karbonun çıkarılması demektir. ∆ Kelimesi de çift bağın yerini gösterir. 36 37 Plasenta Şekil Plasenta koryon frondosum (fetal) ve desidua bazalisten (maternal) oluşur. Olgun bir plasenta 18-20 cm çapında, 500-600 gr ağırlığında, 1,5-2 cm kalınlığındadır. Maternal tarafı kotiledonlar, fetal tarafı zarlar ile kaplıdır. Umbilical kord fetal yüzün ortasından plasentaya girer ve plasentaya değdiği anda 3 kola ayrılır. Normal bir plasentada 15-20 lob vardır. Ve bunlar tamamen fetal orjinlidir. Her bir lob bir ana villüs ve onun dallarından oluşmuştur. Her bir lob 10-20 kotile-don içerir ve kotiledonlar maternal uteroplasentar kan damarlarının oluştuğu yerdedir. Villuslar esas olarak mezodermal bir çekirdek ve onun etrafını kaplayan trofoblastlardan ibarettir. Olgun plasentada, korion plaktan çıkarlar ve bir ağaç gibi dallanarak bazal plaka kadar uzanırlar. Bir kısmı bazal plağa değerken çoğu bazal plağa kadar erişemez. Ana villus sapında duvarları konnektif doku içeren arter ve venler varken, terminal villuslarda sadece kapil-lerler vardır. Arterler umblikal arterin dallanmalarıdır. Villuslar etrafında tek sıra sitotrofoblast (Langhans hücreleri) ve en dışta da, intravillöz mesafedeki maternal kan ile temas halinde olan sinsitiyotrofoblastlar vardır. 20. haftadan sonra sitotrofoblastlar kaybolur ve sadece sinsitiyotrofoblastlar kalır. Maternal kan arterler vasıtası ile intravillöz boşluğa fışkırtılır. Villuslar içerisindeki fetal kan ile direkt karşılaşmadan, madde değişimi belirli kurallar dahilinde burada gerçekleşir. Plasentada villus ve kotiledon oluşumu 14. hafta sonunda tamamlanır. Şekil: Erken gebelikte koryon frondosum ve koryon laeve. Desiduanın üç kısmı (bazalis, kasularis ve pariatalis ya da vera) da gösterilmiştir. 38 Plasntanın embriyojenik oluşumu Ovulasyondan 6 gün sonra endometriuma implantasyon gerçekleşir. 7-8. günde, sitotrofoblastlar bir taraftan endometrium içine invaze olurken, bir taraftan da bölünerek çoğalmaya başlarlar. Yapısal olarak daha matür ve multinukleuslu sinsitiyotrofoblastları oluştururlar. Esas HCG salgılayan bu hücrelerdir. Sitotrofoblastlar gibi mitotik aktivitesi olmayan bu hücreler, desidual invazyonun ana unsurunu oluştururlar. 9-11. günde, maternal kapiller ve venaların tıkanması sonucu, lakû'n adı verilen ufak kan gölcükleri oluşur. (Laküner Period) Bu lakünler ileride intravillöz boşlukları oluşturacaktır. 13-18. gün Lakünler arasına doğru uzanan villuslardaki sitotrofoblastlar mezenkimal dokuyu oluştururlar. Prolifere olan trofoblast hücreleri sekonder ve tersiyer villusları oluştururlar. Yine trofoblastlardan oluşan mezoblast villöz ka pil terlerin etrafında, onları destekleyen stromal bağ dokusunu meydana getirir. Daha sonra umbilical kordu oluşturacak olan "Embriyonik Body Stalk' stromal dokuya invazyon yapar. Eğer bu invazyon gerçekleşmezse fetus bu aşamada ölür. 18-21. gün Tersiyer Villuslar 2-3 mm uzunluğuna erişir. Önce kapillerler sonra da blastoderm içine yayılmış umbilical damarlar oluşur. Fetoplasentar dolaşım başlamıştır. 21-40. gün villuslar artık yapraklı ağaç dallarını andıran görünüm almışlardır. Endometrium içine doğru büyüyen bu kısma Koryon Frondosum, endometrial kavite tarafında kalan kısma da koryon leavi denir. 40-50. gün Kotiledonlar oluşur 80-225. gün Plasentanın gelişimi devam eder. 225-287. gün Hücresel proliferasyon durur ancak hücresel hipertrofi devam eder. İnsan Plasentasının 4 özelliği vardır. 1- Diskoid özelliği: Plasenta disk şeklindedir. 2- Desidual özelliği: Trofoblastların desiduayı işgali ile oluşur. Yani oluşumunda desidua da rol alır. 3- Hemokoryal özelliği: Fetal kan ile matemal kan karışmaz. 4- Koriyoallantoik özelliği: Korion ile allantoisin kesiştiği yerden oluşur. Plasentanın görevleri 1- Baraj görevi: Gebelik boyunca fetal ve maternal kanı sinsitiyokapiller bir zar ile birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca fetusu enfeksiyonlardan koruyucu bir bariyer görevi vardır. 2- Solunum ve boşaltım görevi: Fetus 02 ihtiyacını intervillöz aralıktaki maternal kandan sağlar, C02' i yine bu araya verir. Yani adeta bir akciğer gibi çalışır. Miad bir fetusun bir dakikalık 02 ihtiyacı yaklaşık 5 litredir. Gaz değişimleri dışında, fetal taraftaki metabolizma atıkları da plasenta vasıtası ile anneye aktarılır. Olgun bir plasentanın kesitinde 3 tabaka ayırd edilir. a) Korial Plak: (Fetal taraftadır.) Amniyon ve korion zarlar ile villus kökleri vardır. Bu tabaka fetal kökenlidir. b) Substant: Tüm villusları ve intervillöz mesafeyi kapsar. Fetal kökenlidir. c) Bazal Plak: Desidua bazalis üzerindeki tabakadır. Desidua spongiosa ve kompakta ile maternal arter ile venleri ihtiva eder. Feto maternal kökenlidir. Plasentanın ana birimi koriyonik villuslardır. Bu villusla-rın duvarını dıştan içe 5 tabaka oluşturur. 1- Aktif sinsitiyotrofoblast tabakası 2- Sitotrofoblast tabakası 39 3- Bazal membran: konnektif dokudan oluşmuştur. Langhans hücrelerine rastlanılır. 4- Fetal damar kapitel endoteli 5- Fetal kan Villusların toplam değişim yüzeyleri 12-20 m2 ve toplam kapiller uzunluğu 50 km'dir. Şekil 3- Plasentanın transfer görevi: Plasental transfer belli kurallara bağlı olarak gerçekleşir ve başlıca 2 tip transfer vardır. A- Pasif transfer Genellikle moleküler ağırlıkları küçük olan maddelerin hiç veya çok az enerji harcanarak geçirilmesi esasına dayanır. 1- Basit Diffü'zyon Çok yoğundan az yoğuna geçiş prensibi ile gerçekleşir. Mol ağırlıkları 1000'den küçük olan maddeler, yağda eriyebilen maddeler, su, üre ve gazlar bu yol ile geçer. Yağda eriyen A, D, E ve K vitaminleri de bu yolu kullanır. İlaçların geçişi de genellikle bu yol ile gerçekleşir. Özellikle mol ağırlıkları 1000'den küçük olan, yağda eriyebilen, albumine bağlanarak taşınan droglar plasentadan bu yol ile geçerler. Heparin ve insülin gibi yüksek molekül ağırlığına sahip olan droglar plasentayı geçemez. Buna karşın albumine bağlanarak taşınan vvarfarin ve aspirin -gebelikte albumin seviyesi azaldığı için kandaki serbest seviyeleri artmış olduğundan fazla miktarda plasentadan geçer. Yağda eriyen maddeler ve droglar plasentadan çok kolay geçerken, suda eriyenlere aynı kolaylık gösterilmez. İyonize drog molekülleri suda rahat eridiklerinden bu yolu kullanamazlar. 2-Kolaylaştırılmış Diffüzyon Gradiyan farkına bakmaksızın basit diffüzyon ile geçiş prensibini içerir. Bu yol özellikle glukoz için geçerlidir. HPL kontrolünde ve basit dizffüzyona göre daha hızlı bir yoldur. Bu yoldan glukoz dışında düşük molekül ağırlıklı, yağda eriyebilen ve düşük elektrik yüklü maddelerde geçebilir. 3-Aralıklardan Geçiş (Kaçış) Plasental membranlarda küçük yırtılmalar olabilir ve yırtıklardan fetal hücreler maternal sirkülasyona geçebilir. Eritrosit ve lökositler bu yol ile anne kanına geçebilir. Ablatio plasenta, amniyosentez, sezaryan gibi olgularda bu geçiş artar. Rh uyuşmazlığına rol açan mekanizma budur. B- Aktif transfer Büyük molekül ağırlıklı ve suda eriyen maddeler, plasentayı belli sistemlerin yardımı ile ve enerji harcanarak geçebilirler. Bu geçişi de kontrol eden hormon HPL'dir. a- Pinositoz (fagositoz): Burada transportu sağlayan özelleşmiş Haufbauer hücreleridir. Geçireceği maddeyi fagosite ederek, karşı tarafa bırakır. Bu yol ile geçenlerin başında IgG, albumin, demir ve transferin gelmektedir. IgG dışındaki diğer immünglo-binler, önce aminoasitlerine ayrılır, sonra plasentadan geçirilir. Bazı viruslarda bu yol ile geçebilmektedir. 40 LDL kolesterol de bu yol ile sinsitiyotrofoblast içine alınır ve progesteron sentezi için kullanılır b- Enzimler Aracılığı ile geçiş: Suda eriyen vitaminler (B-C), aminoasitler, anorganik iyonlar bu yol ile geçmektedir. Plasentanın hormonal görevi Plasenta inanılmaz ve çok yönlü bir geçici endokrin organ olarak düşünülmelidir. Över ve adrenal korteks gibi streoid hormonları, hipofiz ve hipotalamus gibi protein hormonları ve gebeliğe özel birçok hormon ve enzimleri salgılar. Bu hormon ve enzimler karışık bir kontrol mekanizması ile birbirlerinin salgılanmasını düzenlese de, gerçek patron fetustur. Plasentada hormon üretimi sinsitiyotrofoblastlarda gerçekleşir. Gebelikte artıp da sinsitiyotrofoblastlarda üretilmeyen 3 hormon vardır. 1. AFP 2. Prolaktin 3. Relaxin HCG (İnsan Koryonik Gonadotropini) Glikoprotein yapısındaki bu hormon, sinsitiyotrofoblastlarda üretilir. Hem immünolojik hem biyolojik olarak LH'ın benzeridir. Moleküler yapı olarak da TSH'a benzer. HCG, a ve P subunitelerinden oluşmuştur, a subunite-si bütün hipofiz hormonlarının a subunitesine benzer. P subunitesi ise spesifiktir. ilk olarak ovulasyondan 8 gün, yani implantasyondan 1 gün sonra salgılanır. Salgısı giderek artar ve 70-80. günde pik yapar. Bundan sonra 20. haftaya kadar belirli bir oran içerisinde azalarak gelir. 20. haftadan gebelik sonuna kadar, kandaki seviyesi sabit kalır. Doğumdan 2-3 hafta sonra sıfırlanır. Görevleri 1- Korpus Luteumun ömrünü uzatmak: Korpus Luteum 14 günlük ortalama bir ömre sahiptir ve esas görevi 10 gün kadar progesteron salgılayarak, endometriumu implantasyona hazırlamaktır. Progesteron gebeliğin devamı için şart olan bir hormondur, işte HCG, korpus luteumun ömrünü yani progesteron salgılaması potansiyelini, plasental progesteron salgısı başlayıncaya kadar uzatır. Bir diğer deyişle korpus luteum ömrünü 14 günden 14 haftaya kadar taşır. 2- Erkek fetusta, iç ve dış genital organların oluşmasında, fetal testisin leyding hücrelerinden salgılanan testosteron şarttır. İşte leyding hücrelerinin testosteron salgısını uyaran ve ayarlayan hormon HCG'dir. Bu etkisi 20. haftaya kadar geçerlidir. 20. haftadan sonra, bu görevi fetal hipofizden salgılanan LH üstlenir. 3- Fetal adrenal korteksde steroid biosentezini uyarır. 4- Progesteron, plasental aktivin ve inhibin ile birlikte, fetal doku reddini engellemede rol oynar. Buna karşın, HPL gibi periferik insülin direnci oluşturmaz ve meme gelişiminde rol almaz. HCG ikiz gebelikte fizyolojik olarak artar. Artışının patoloji gösterdiği durumlar ise şunlardır: • Mol hastalıkları • Down sendromu • RH uyuşmazlığında izoimmünizasyon gerçekleşmiş ve plasenta hidropsa bağlı büyümüşse • Gebelik dışında germ hücreli tümörlerin varlığında Erken gebelik döneminde (5-HCG seviyeleri her iki günde bir kendisini ikiye katlar. Eğer bu ikiye katlanma gerçekleşmezse, gebelik ile ilgili mutlak bir patoloji var demektir. Gebelikte azaldığı durumları da şöylece sıralayabiliriz. 1- Ektopik gebelik 2- Abortus 3- 18 Trizomi = Edvvards Sendromu 41 P-HCG'nin Tıp'ta kullanımı 1- Gebeliğin erken ve kesin tanısı 2- Ektopik gebelikte USG ile birlikte kullanılarak erken tanının yapılması 3- Mol Hastalıklarının teşhis ve takibinin yapılması 4- 20.haftaya kadar olan dönemde, fetal iyilik halinin araştırılmasında kullanılan tüm tarama testlerinde marker olarak kullanılması Bu testler 1- 1 Trimestr Trizomi Tarama Testi 2- 3'lü Marker Tarama Testi 3- 4'lü Marker Tarama Testi 4-İntegre test (1+3) Gebelikte, aşırı arttığı durumlarda, TSH'a molekû'ler yapı olarak benzemesinden dolayı hipertiroidi oluşturabilir. Özellikle MOL hastalıklarının % 10'unda görülen bu hipertiroidi, kötü prognoz bulgusu olarak kabul edilir. Ayrıca hyperemezis gravidarum oluşumundan, en fazla suçlanan gebelik hormonudur. Özellikle subklinik hipertiroidisi olnlarda bu hastalık sık görülür. Plasentada p-HCG salgısını düzenleyenler - Koryonik GN-RH pulsasyonları - Koryonik Aktivin (artırıcı) - Koryonik İnhibin (azaltıcı) - İnterlökin - 6 (modüle edici) ilk olarak 3. gebelik haftasında tespit edilir ve 4-5. haftada pik yapar. Kandaki ölçümü gebelik ayına göre değişir ama 4-40 mcg/mL sınırları içinde kalır. 4 mcg/mL altına düşmesi kesin plasental yetersizlik tanısı koydurtur. Plasenta doğduktan sonra, kandaki seviyesi 24 saat içerisinde sıfırlanır. İmmünolojik ve biolojik olarak GH'a benzer. GH gebelikte azalır. Muhtemelen GH'nin görevini üstlenir. Özellikle fetusun, gebeliğin ilk 3 ayındaki büyümesini IGF-I ve IGF-II seviyelerini düzenleyerek sağlar.Yapı olarak prolaktine de benzer. Fetusun 3. ayından sonraki büyümesi ise, fetal pankreastan salgısı 12. haftada başlayan insülin vasıtası ile olmaktadır. Plasentada HPL salgısını düzenleyen faktörler bilinmemektedir. HPL 'nin Gebelikteki Görevleri 1- Maternal Lipolizi artırarak, serbest yağ asitleri miktarını maternal serumda artırır. Bunlar annenin gebelikteki temel enerji kaynağıdır 2- Periferik insülin rezistansını artıran başlıca hormondur. Glukozun periferik up-take'ini böylece engelleyerek, kan glukozunun yükselmesine neden olur. Glukozun kolaylaştırılmış difüzyon ile fetusa geçmesine de yardımcı olur. Periferik insülin direnci, maternal insülinin salgılanmasını artırır. Artan insülin ise, plasentadan HPL salgılanmasını artırır. Ve gebelik buyunca da bu kısır döngü sürüp giderken, neticede fetusa hep daha fazla glukoz geçer. (Glukozun, fetus için temel enerji kaynağı olduğu unutulmamalıdır) 3- Glukoneogenezi inhibe eder. Bu etkisi ile ami-noasitlerden glukoz yapılması zorlaşır. Neticede kanda aminoasit miktarı artar. Bu artan amino asitleri, fetusa aktif transport ile yine HPL geçirir. Azot retansiyonu yapar. Ketozi-se neden olur. 4- Gebelikte memenin kitlesel büyümesine ve laktasyona hazırlanmasına katkıda bulunur. 5- Maternal eritropoezi artırır. Bilindiği gibi eritrositler gebelikte % 33 oranında artmıştır. HPL (Human Plasental Laktojen) Sinsitiyotrofoblastlardan sentezlenen polipeptit yapıda bir hormondur. Gebelik süresince ve plasentanın kitlesi ile doğru orantılı olarak artar. HPL, HCG'nin aksine hiçbir tarama testinde kullanılmaz. Mol'de yapımı artarken, ektopik gebelikte azalır. Plasental site mol'de ise HCG'den daha değerli bir teşhis aracıdır. 42 Progesteron Gebeliği koruyan ve devamını sağlayan esas hormondur. Progesteron sentezi de plasentada, sinsitiyotrofoblastlarda gerçekleşir. Ve ham maddesi de maternal LDL - kolesteroldür. Ancak plasenta oluşuncaya kadar, progesteron sentezi HCG yardımı ile, korpus luteumda gerçekleşir. Progesteron sentezini özetleyecek olursak • 7. Haftaya kadar sadece korpus luteumda yapılır • 7-10 hafta arası hem korpus luteum, hem plasentada sentezlenir. Bu arada hafif bir devir teslim töreni kanaması olabilir. • 10-14 hafta arası ağırlıklı olarak plasentada yapılır. Yavaş yavaş korpus luteum devre dışı kalır. • 20. Haftaya kadar yapılan tarama testlerinin hiçbirinde ve 20. haftadan sonra plasental yetmezlik tanısında kullanılmaz. Çü'nki fetus öldükten sonra da salgısı bir süre devam eder. Progesteronun görevleri • En önemli görevi endometriumu implantas-yona hazırlamak ve desiduaların oluşumunu sağlamaktır. • Myometriumu gevşeterek gebeliğin devamını sağlamak • Anjiotensin N'nin vazopressör etkisini engellemek • Maternal immünolojik süpresyon ile fetus reddini engellemek • Fetal adrenal kortekste kortikosteroid ve andro-jen sentezi için hammadde olmak. Çünkü fetal adrenal korteks 3 |3 dehidrogenaz enzimi olmadığı için progesteron sentezleyemez • Gebelikte periferik insülin direnci oluşturmak • Gebelikte meme gelişimine katkıda bulunmak Östrojenler Plasentada gebelik boyunca artan miktarlarda sinsiti-yotrofoblastlar tarafından sentezlenir. Ama ana maddesi fetal DHEA-S'dir. Bir diğer deyişle, östrojenler, fe-toplasenter ünitenin koordineli çalışması sonucu sentezlenebilirler. Plasenta E-| ve E2 de sentezlemesine karşın, gebeliğin majör östrojeni E3 (östriol)'dür. E3 sentezi için ise kilit enzim sadece fetal karaciğerde ve sadece intrauterin hayatta bulunan 16 a hidroksilaz'dır. Östrojenlerin sentezlenmesi: Plasentada 17 a hidroksilaz enzimi yoktur. Direkt olarak hiçbir östrojeni sentezleyemez. Steroidogenez plasentada pregnenolona ve progeste-rona kadar hatasız işler. 17 a hidroksilaz yokluğu nedeni ile bu aşamada sentez yolu tıkanır. Bu maddeler 17 a hidroksilaz içeren fetal adrenal kortekse geçirilir. Sadece adrenal kortekste bulunan sulfokinaz enzimi vasıtası ile bu maddeler DHEA-S'a dönüştürülür. DHEAS'in %90'ı fetal karaciğere giderek 16 a hidroksilaz yardımı ile hidroksile olarak 16 a OH-DHEA-S haline gelir. Bu hali ile plasentaya dönünce önce sülfataz ile 16 a OH-DHEA çevrilir. Sonra aro-mataz enzimi ile E3 (östriol) oluşur. DHEA-S'in % 10'u ise fetal karaciğere uğramadan plasentaya gelir. Sülfataz ve aromataz enzimi ile işlem görerek E^ ve E2 ye dönüşür. Gebelikte E3'ün görevleri • Uterusu büyütmek: Miyometrial lifler hem hi-perplazi hem hipertrofiye uğrayarak büyürler • Uteroplasentar kan akımını düzenlemek • Miyometrial hücreler içerisinde Ca, ATP, ATPaz depolayarak ve prostaglandin ön maddelerini desidua ve zarlarda biriktirerek uterusu doğum kontraksiyonlarına hazırlamak • Fetal sürfaktan yapımına katkıda bulunmak • Periferik insülin direnci oluşturmak 43 • Memelerin büyümesine ve laktasyona katkıda bulunmak • Fizyolojik gebelik değişikliklerinde kapsamlı rol oynamak E3, 20. gebelik haftasından sonra fetoplasental ünitenin en iyi göstergesidir. 20. haftadan önce ise, fetal iyilik halinin tespitinde kullanılan 3'lü ve 4'lü marker tarama testlerinde de görev alır. HCT (Human Koryonik Tirotropin) Glikoprotein yapısında bir peptid hormondur. Gebeliğin erken aylarında yükselir sonra seviyesi düşer. Gebelikteki fonksiyonları tam anlaşılamamıştır. Ancak fetus tiroidinin gelişmesini etkilediği ve bazen annede görülen hipertiroidiye neden olduğu sanılmaktadır. Bazen annede hipertansiyon yapabileceği ileri sürülmektedir. Komplet mollerde ileri derecede arttığı gösterilmiştir. HCC (Human Koryonic Corticotropin) Human ACTH hormonun benzeridir. Maternal adrenal korteks aktivitesini artırdığı sanılmaktadır. Gebe kadınlarda ACTH plazma seviyesi gebelik boyunca yükselir. Ama yine de (özellikle travaydan önce) gebelikteki seviyesi, gebe olmayana göre daha düşük kalır ve deksametazon ile de süprese edilemez. Bu durum plasental bir ACTH olabileceğini ve deksa-metazona cevap vermeyenin de bu olabileceğini akla getirir. Gebelik spesifik proteinleri (Schvvangerschaft proteinler) Şu ana kadar 20 tanesi belirlenmiştir. Ge-belik testi olarak kullanılabilinir. Ama ne işe yaradıkları belli değildir. PAPP (Gebelikle ilişkili plazma proteinleri) Bunlar 4 tanedir. PAPP-A, PAPP-B, PAPP-C ve PAPP-D Bunlardan PAPP-A, I.Trimestr Trizomi testinde kullanılmaktadır. PAPP-C, morula safhasında sentezlenen bir proteindir ve ektonik gebelik tanısında kullanılabilinir. Prolaktin Gebelikte giderek artan bir seviyede maternal kanda bulunur. Ama sinsitiyotrofoblastlardan üretilmez. Maternal ve fetal hipofizden, desidua ve zarlardan artan miktarlarda üretilir. Bu farklı kompartmanlardan üretilen PRL'nin de görevleri farklıdır. Doğumdan önceki 3-4 günkü dönemde de fizyolojik olarak, bir kadın hayatının en yüksek noktasına erişir. Gebe olmayan kadında 8-20 mg iken bu dönemde 10-15 misli artmış olarak bulunur. Prolaktinin gebelikteki görevleri • Memeyi laktasyona hazırlamak (maternal hi-pofizik üretilen) • Fetal sürfaktan yapımını artırmak (fetal hipo-fizde üretilen) • Amnios sıvısında su ve tuz metabolizmasını düzenlemek • Amnios sıvısının anneye yönelmesini engellemek (desidua ve koryonda üretilen) Gebelikte amnios sıvısında artmış olan PRL, dopamin agonistlerinin verilmesi ile azalmaz; idiyopatik polihidramnios nedeni olarak gösterilir. 44 PLASENTA ANOMALİLERİ Plasenta ve eklerinin anomalileri • Şekil bozuklukları • Plasental kalsifikasyon - Pl. Succentriata • Makroskopik plasenta lezyonları - Pl. Extrakoryalis (en sık) Subkoryonik fibrin birikimi - Circumvailata - İntervillöz tromboz - Marginalis - Enfarkt - Pl. Membranacea - Hidatiform değişiklik - Pl. Anularis -Primer neoplazm (Korioangiom-Teratom) - Pleasentomegali (Anemi - Sifiliz - Diabet) * Metastaz (Melanom - Lösemi - Lenfoma) • İnsersiyon anomalileri * Maternal ve fetal hastalıklarda plasenta - Pl. Adhesivya Plasental yetersizlik -Pl. - Pl. Acreata - Anemi - İncreata - Diabet - Pl. Percreata - Preeklampsi • Umblikal kord girişi Rh/rh - insertio velementoza * Retroplasentar kanama: (Ablatio) - Vasapreavia - Battledore Plasenta 1- Şekil anomalileri • Plasenta anularis veya zonaris: Plasenta su kesesini adeta bir kuşak gibi sarar. • Plasenta Membranacea: Koryon Levi'nin villus yapısını kaybetmemiş, kalınlaşmış halidir. Çok geniş bir alana yayılır ve kotiledonlar arasında membran adaları görülür. • Plasenta bipariata veya tripariata: Plasenta 2 veya 3 lop halindedir. • Plasenta Succentriata: Esas plasenta yanında, ayrı aksesuar kotiledon bulunur. Bu aksesuar lop doğum sonunda içeride kalır ve şiddetli kanama yapar. • Plasenta fenestrata: Ortasında bir delik vardır. • Plasenta Ekstrakoryalis: En sık görülenidir. Normalde plasentada koryonik ve bazal plaklar eşittir. Eğer koryo-nik bazalden ufak ise buna Plasenta Ekstrakoryalis denir. • Plasenta Circumvailata ve Plasenta Marginalis: (Plasenta Ekstrakoryalisin alt şekilleridir) Plasentanın çocuk yüzünün 1 cm altında fibröz bir kuşak vardır. Zarlar bu kuşakta son bulursa, Plasenta Marginalis denir. Eğer bunun altına inerlerse buna da Circumval-lata denir. Abort, erken doğuma ve in-utero-ex'e neden olur. Patolojik gebeliklerde plasentayı büyüten nedenler • Matemal Diabet • Eritrablastosis fetalis • Sifiliz (en fazla büyüten) • Anemi • Kronik intrauterin infeksiyonlar • Nephritis • Polyhidramnios • Alfa Thalasemi • Plasenta tümörleri • Fetal malformasyonlar 45 2- Plasentanın yapışma anomalileri (insersiyon anomaliler) • Plasenta Adhesiva: Normalde plasenta desi-dua spongiosa tabakasından ayrılır. Eğer spongi-osa tabakası gelişmemişse ayrılma zor olur. Plasentanın elle çıkarılması gerekir. • Plasenta Acreta: Trofoblastlar desidua bazalisi boydan boya invaze etmişlerdir. Nitabuch tabakası yetersizdir. Miyometriuma invazyon yoktur. • Plasenta İnkreata: Miyometiruma invaze olmuştur. • Plasenta Perkreata: Miyometriumda geçilmiş, serozaya gelinmiştir. • Kordon Anomalileri: Kordon temiz kan taşıyan bir ven, kirli kan taşıyan iki arterden oluşur. Aralarında VVharton jelinden adeta bir yastık vardır (VVharton jeli mezodermal kaynaklıdır). Doğumdan sonra, arterler karın iç yüzeyinde fibröz band haline gelirler. (Umbilikal arterler bilateral A. iliaca inter-na'dan doğarlar). Umblikal ven ise doğumdan sonra karaciğerin ligamenti olan ligamentum falsiforme içerisinde bulunan Lig.Teres adını alırlar. • İnsersio Velementoza: VVharton jeli eksiktir. Kordon plasentaya girmeden önce 3 dala ayrılır sonra plasentaya girer. Poş açılınca şiddetli kanamalar yapar. Çocuk kaybedilir. Çünkü kanayan fetustur. (APT testi pozitiftir), insersio velementoza bir batındaki fetus sayısı ne kadar artarsa o kadar sık görülür. Bu yüzden çoğul gebeliklerin takibinde ultra-son ile varlığı araştırılmalıdır. • Vasa previa: VVharton jeli yine eksiktir. Doğumda ba-zen bu çıplak damarlar önden gelir. İkiz gebeliklerde sık rastlanır. Bunlarda da poş açılınca kanama olur. APT testi bunlarda da pozitiftir. • Battledore Plasenta: Kordon plasental diskin kenarından girmiştir. VVharton jeli dismatür fetuslarda da eksiktir. • Kısa Kordon: 30 cm'den kısa olması (Normali 50 cm). • Tek Arterli Kordon: Diabet ve ikiz gebelikte sıklıkla görülür. Varlığında anomali ihtimali 18 misli artmıştır. • Kordon Dolanması: Doğumlarda % 23 sıklıkla görülür. • Kordon Düğümlenmesi: Tehlikelidir. Asfiksiye neden olabilir. Şekil 46 AMNİON SIVISI Amniyon sıvısının çeşitli ve önemli fonksiyonları vardır. Fetusa rahatça hareket edeceği bir ortam sağlar, fetu-su yaralanmalara karşı korur, onun eşit bir sıcaklığı muhafaza etmesini temin eder, incelendiğinde fetu-sun sağlığı ve matüritesi hakkında bilgi verir. Oluşumu ve dolaşımı: Amniyon kavitesinin oluşumu, gebeliğin 10. haftasında tamamlanır. Bu dönemde amniyon hücreleri bir miktar sıvı salgısa da, çoğu anne doku sıvısından membranlar vasıtası ile diffüzyon yolu ile gelir. Bundan sonra amniotik sıvı hızla artarak 12. haftada ortalama 50 ml_, gebeliğin ortasında 400 ml_, 36-38 haftada yaklaşık 1000 mL'lık bir hacme erişir. Daha sonra term yaklaştıkça hacim düşer ve eğer gebelik uzarsa oldukça azalır. Amniotik sıvının bileşimi ve hacmi gebelik ilerledikçe değişir. Gebeliğin ilk yarısında, partiküler materyal içermez ve maternal plazma ile hemen hemen aynı konsantrasyona sahiptir. Gebeliğin ikinci yarısında, akciğerlerden gelen fosfoli-pidler, fetustan dökülen fetal hücreler, lanugo ve scalp saçı, verniks kazeoza gibi partiküllü yapılar içerir. Üstelik içerdiği maddelerin konsantrasyonu plaz madan farklılık gösterir. Bu farklılıkların sonucu olarak osmolaritesinde, maternal plazma osmolaritesine göre belirgin bir azalma oluşur. Amniotik sıvı tek kaynaklı değildir ve amniyon sıvısının hacmini belirleyen çeşitli faktörler vardır. Bu faktörler aşağıdaki şekilde sıralanabilir 1- Maternal plazmanın transüdasyonu 2- Fetal idrar 3- Fetal yutma 4- Fetal akciğer sıvısı 5- Fetal derinin katkısı 6- Fetal membranlar 7- Diğer kaynaklar 1- Transüdasyon: Özellikle 4. aya kadar, amniyon sıvısı hacmini ve bileşimini etkileyen birincil faktördür ve özellikle de su değişiminin %50'sini organize eder. Gebelik sırasında total inutero su birikimi 4 İt kadardır (Fetus 2800 mL - Amniyon sıvısı 800 mL -Plasenta 400 mL). 2- Fetal İdrar: Fetal idrar 11-12. haftada fetal mesanede bulunmasına karşın, amniotik sıvıyı etkilemesi daha geç dönemlerde olur. 4. aydan itibaren ve özellikle de gebeliğin ikinci yarısında amniyon sıvısı hacmi ve bileşimini en fazla etkileyen faktörlerin başında gelir. Fetal idrar maternal ve fetal plazmaya göre daha hipotoniktir. Ancak, plazmadan daha çok üre, kre-atinin ve ürik asid içerir. Bunun net sonucu özellikle 24. haftadan sonra, amniotik sıvının osmolalite-sinin azalmasıdır. İdrar üretiminin yetersiz olduğu veya hiç olmadığı anomalilerde oligohidramnios meydana gelir ve azalan amniyon sıvısı ile birlikte fetal pulmoner hipoplazi görülür. Bu tablo Potter sendromu diye adlandırılır. Oligohidramnios vakalarında, zarlar üzerinde amniyon nodozum denilen verniks kazeoza birikintileri de görülür. İdrar üretiminin azalması oligohidramnios yapar ama artışının polihidramnios yaptığı gözlemleneme-miştir (Sadece diabet polihidramniosu tartışmalıdır) 3- Fetal Yutma: Fetal yutma 11-12. haftalarda başlar. Bu haftalarda fetus tarafından saatte 20 Ml kadar sıvı yutulur. Term bir fetus ise günlük 400-500 mL sıvı yutar. Bu yenidoğan bir bebeğin günlük süt ihtiyacı kadardır. Fetal yutmanın santral veya GİS anomalilerine bağlı nedenler ile bozulması polihidramnios ile sonuçlanır (anensefali, hidrosefali, fetal özefagyial atrezi gibi) Fetal yutma tüm trakeal sıvıyı içermez. Çünkü tra-keal sıvı amniotik mesafeye girmeden yutulur. 4- Fetal Akciğer Sıvısı: Akciğer epitellerinde üretilen ve fosfolipid seviyeleri yüksek olan, fetal akciğer sıvısı, amniyon sıvısına katkıda bulunur. İnsanda amniotik sıvıda ölçülen fosfolipidlerin fetal idrara önemli ölçüde geçmediği bilinmektedir. Böylece amniyon sıvısındaki fosfolipid düzeyi tama yakın akciğer kaynaklıdır. Amniyon sıvısına günlük katkı 200 mi kadardır. 47 5- Fetal Deri: Gebeliğin ilk yarısında, amniyon sıvısının önemli bir bölümü fetusun ileri derecedeki geçirgen derisinden sağlanan su transportundan gelir. 24-26. haftada deri keratinize olur ve bundan sonra C02 gibi küçük ve yağda eriyen moleküller hariç su ve eriyiklerin önemli bir kısmı deriden transfer edilemez. 6- Fetal Membranlar: Amniyon zarı beş, korion zarı 4 katlıdır. Ve bu zarlar oldukça geniş yüzeyleri ile, hem su hem de suda eriyen maddelerin transferi için önemli bir rol oynarlar. Ancak bu transfer şekli için, bilinenler henüz yetersizdir. Gebeliğin geç dönemlerinde, fetal zarlardan, am-nion sıvısına günde 300 ml_ sıvı girmektedir. Bu girişi düzenleyen en önemli hormonun prolak-tin olduğu görüşü vardır. Zarlardaki PRL reseptörlerinin azlığı idiyopatik polihidramniosa neden olabileceği ileri sürülmektedir. Diyabetik gebelerde, fetal PRL oranının düşük olması da bunu destekler. 7- Diğer kaynaklar: Göbek kordonu, plasentanın fetal yüzeyindeki damarlar, su transferinde rol alırlar. Ayrıca fetusun nazal ve bukkal mukozalarından gelen salgılar amnios sıvısına katkıda bulunurlar. Gebeliğin geç döneminde amnios sıvısını oluşturanlar 1- İdrar Üretimi 500 ml/gün 2- Fetal Yutma 400 ml/gün 3- Fetal Membranlar 300 ml/gün 4- Fetal Akciğer sıvısı 200 ml/gün Amniotik sıvı patolojileri Polihidramnios (Hidroamnios): Normalde amnios sıvısı miktarı 800-1000 cc'dir. Bu miktarın 2000 cc üzerine çıkmasına polihidramnios denilir. Gebelikte görülme sıklığı %0,25 - % 0,7 arasındadır. Polihidramniosda intraamniotik ve umbilikal venöz basınç artmıştır. Majör konjenital anomalilerin %20-60'ı polihidramnios ile birlikte bulunur. Ama yine de polihidramnios mutlak bir konjenital anomali göstergesi değildir. Buna karşın perinatal ölüm oranlarında (%30-70 arasında) mutlak bir artış vardır. Bunun nedeni, prematürite ve altta yatan konjenital anomalilerdir. Hidroamnios ile birlikte bulunan maternal patolojiler İdiyopatik 1- Diabetes Mellitus: Polihidramniosla en sık birlikte olan maternal patolojidir. Tüm olguların %25'ini oluşturur. Vakaların çoğu gestasyonel diabet veya Klas A diyabettir. Bu hastalarda, perinatal mortalite iki misli artmıştır. 2- Polihidramnios uterusu aşırı gererek, preeklampsi-ye de neden olabilir. Hidramnios ile birlikte bulunan fetal patolojiler 1) Yutmayı Engelleyen Anomaliler a) SSS anomalileri: Yutma refleksini baskılarlar. Bu grupta anensefali, hidrosefali, enfalosel sayılabilinir. b) GİS anomalileri: Yutma olayını engellerler. Bu grupta duodenal atrezi, omfalosel, gastroşizis, tra-kea, özefagial fistül sayılabilinir. 2) Solunum Yolu Anomalileri Bu grupta trakea aplazisi, nazofarengial teratoma, multipl periferik akciğer kistleri, akciğer hamartomu ve diafragmatik herniler ve şilotorax sayılabilinir. Diafragmatik herni vakalarında %75 olasılıkla polihidramnios vardır. Karın içi organlarının toraks içine girmesi alveoler kapasiteyi belirgin olarak azaltır. Ayrıca fetal solunum yolları ile amniotik kavite arasındaki transferi bozar. 3) Kardiyovaskûler Anomaliler Konjenital kalp lezyonları ve plasentanın koryoanji-oması sıklıkla polihidramnios ile birlikte bulunur. Bu olgularda santral venöz basınçta artma ve fetal kardiyak yetersizlik hidramniosa neden olabilir. Koriyoangioma-nın fetal kalp yetersizliği yapma nedeni, büyük bir ar-teriyo - venöz şant gibi etki etmesidir. 4) Hidrops Fetalis İster immün ister non-immün hidrops fetalis olsun, polihidramniosa neden olabilir. Bunun nedeni tam açık değildir. Anemi ve yüksek debili kalp yetersizliği santral venöz basıncı artırabilir. Ayrıca hipoproteinemi in-tersitisyel alanda aşırı sıvı toplanmasına neden olabilir. Ve bu sıvı amnios sıvısına transfer olur. Çünkü amnios sıvısında artmış protein yoğunluğu vardır. 48 5) İkiz Gebelik Hidroamniyoslu infantların yaklaşık %16'sı ikiz gebeliktir. 6) İdiyopatik Hidramnios Nedeni belli değildir ama zarlardaki prolaktin reseptör eksikliği veya kusuru ile birlikte olabilir. 7) Akut Hidroamnios Hidramnios olgularının %98'i kroniktir. Yani genellikle 2. trimestr sonlarında ortaya çıkar ve giderek gelişir. Sadece %2'sinde olay akut gelişir. Çoğu kez 24-26. haftada birden ortaya çıkar. Perinatal mortalite %100'dü'r. Hidroamniosta Tanı Nicel bir ölçüm yöntemi olmadığı için tanı koymak zordur. Palpasyon, klinik gözlem, pelvik muayene, amniyon kesesi açılmışsa amniyon sıvısının toplanıp ölçülmesi gibi yöntemler kullanılabilinir. Ama pelvik USG herhalde en iyi yöntemdir. Hidroamniosta Tedavi 1- Amniyosentez ile aşırı miktardaki sıvıyı yavaşça boşaltmak en etkili yöntemdir. 2- Fetal idrarın yapımını azalttığı bilinen indometazin kullanımı sık başvurulan bir yoldur. Hidroamnios komplikasyonları 1- Prematür doğum 2- Hipertansiyon - Preeklampsi 3- Ablatio Plasenta: Su kesesi açılınca ani in utero basınç düşmesine bağlı gelişir. 4- Kordon sarkması 5- Postpartum atoni kanaması 6- Gebelik şikayetlerinin ağır geçmesi, varis ve he-moroid oluşumu, dispne gibi rahatsız edici olayların ortaya çıkması Oligohidramnios Amnios sıvısı miktarının 500 ml'den az olmasına oligohidramnios denir. Oligohidramnios, her zaman, fetusun ciddi bir risk altında olduğunun göstergesidir. Ya fetusta önemli bir malformasyon vardır, ya da plasental yetersizlik gelişmiştir. Her ikisi de perinatal mortaliteyi artırır. Şiddetli oligohidramnios sıklıkla renal agenezi veya aşağı üriner traktın obstrüktif lezyonları ile birlikte bulunur. Oligohidramnios nedenleri • Plasental yetersizlik -IUGR - Toksemi - Postmatürasyon • EMR (en sık) • Fetal böbrek anomalileri - Renal agenezi - Displazik multikistik böbrek - infantil polikistik böbrek - Erkek fetuslarda posteriör ürethral valf • Potter sendromu Potter Sendromu: (Yassı kafa + düşük kulak + yassı burun + içeri çekik çene gibi karakteristik yüz anomalileri + bilateral renal agenezi + akciğer hipoplazisi + plasentada amniyon nodozum + ekstremite defektleri) Oligohidramnios tanısı USG ile kesine yakın ko-nulabilinir. Patologun plasental incelemede amniyon nodozum varlığını belgelemesi tanıyı kesin olarak onaylar. Tüm IUGR vakaları oligohidramnios ile birlikte bulunur. Sadece 18 trizomi (Edvvards Sendromu) polihidramni-os ile birliktedir. 49 Tedavi: Tedavi olarak, kromozom anomalisi, koryoam-niotit, EMR bulunmayan uygun olgularda amniyo-in-füzyon denenebilir. Hydorea Amnialis Uteri Gravidi: Su kesesi açıldıktan sonra, genellikle doğum sonlanır. Ama nadiren sürekli su kaybına rağmen gebeliğin devam etmesidir. Ekstraamniyotik Gebelik: Nadiren içteki amnios zarı yırtıldığı halde, koryon zarı yırtılmaz. Ama buna rağmen, prostaglandinlerin erken salgılanmasına bağlı olarak, hemen her zaman erken doğum ile sonlanır. GEBELİKTE FİZYOLOJİK METABOIİK DEĞİŞİKLİKLER Hızla büyüyen fetus ve plasentanın, gittikçe artan ihtiyaçlarını karşılamak için annede çok sayıda metabolik değişiklikler meydana gelir. Postnatal yaşamda hiçbir fizyolojik olay bu kadar kapsamlı metabolik değişikliklere neden olmaz. Kilo alımı Gebelikte ideal kilo alımı 9-14 kg arasıdır ve ortalama olarak 12,5 kg olarak kabul edilir. İlk trimestirde ortalama kilo alımı 1 kg olurken, 2 ve 3. Trimestirin her birisinde bu yaklaşık 5 kg'dır Gebelik öncesi kilo ve paritenin, gebelikte alınan kiloyu etkileyip etkilemediği tartışmalıdır ama herhalde etkilemektedir. Gebelikte ağırlık artışının dağılımı Kilogram FETUS 3,4 MATERNAL YAĞ BİRİKİMİ 3,3 KAN VOLÜMÜ 1,5 İNTERSİTİEL SIVI 1,5 1 UTERUS AMNİOTİK SIVI 0,8 PLASENTA 0,6 MEME 0,5 TOPLAM 12,5 Su ve mineral metabolizması Gebelik sırasında, total vücut suyu, termde yaklaşık 8,5 litre artar. Ekstraselüler sıvı artışı 6,5 litre ile intraselüler sıvı artışından (1,5 litre) daha fazladır. Plazma kolloid osmotik basıncı düşmüştür. Ama bu düşmeye rağmen hücrelerde şişme yoktur. Ortalama eritrosit hacmi (MCV) değişmemiştir. İntersitisyel sıvının da osmotik basıncı azalmıştır. Ancak gebelerin çoğunda, özellikle ayak bilekleri ve ayak sırtlarında görülen fizyolojik ödemin nedeni sadece plazma onkotik basıncının düşmesi değildir. Ayrıca kapiller permeabili-te artışı ve intersitisiel mukopolisakkarid artışı olabilir Gebelikte, ilk haftalardan itibaren minimal bir sodyum retansiyonu vardır. Distal tubuluslarda sodyum reabsorbsiyonu artmıştır. Bunun nedeni, renin-anjioten-al-dosteron ve atrial natriüretik peptid (ANP) sisteminde görülen, gebeliğe özgü değişikliklerdir. Renin-anjiotensin II ve aldosteron, gebelik boyunca 5-10 misline yakın artış gösterir ama sodyum tutulumu yine de minimal seviyede kalır ve hipertansiyonda gelişmez. Bunun nedenlerini şöylece sıralayabiliriz: 50 1- Progesteron muhalefeti 2- Anjiotensin II reseptörlerinde gebelikte görülen Down Regülasyonu 3- PGI2 ve PGE2, Endotelium Derived Relaxing Faktör gibi vazodilatör maddelerin engelleyici etkileri 4- Atrial Natriüretik Peptid'in (ANP) engelleyici etkisi. ANP, atrial miyositlerden salınan ve özellikle travayda miktarı çok artan bir maddedir. Ve ekstraselüler sıvı hacmini kontrol eden majör hormondur Atrium basıncının artması ile dolaşıma salınan bu hormon, böbreklerdeki sodyum atılımını artırır ve plazmadan intersitisiyel bölüme sıvı geçişini sağlar. Böylece plazma hacmini azaltır. Ayrıca ANP, hem renin-anjiotensin salınımını hem de vazopressör etkilerini azaltır. ANP'nin gebelik sırasında salınımı ve etkinlik değişimleri konusunda kesin bilgiler yoktur. Ancak ANP/AIdosteron oranı gebelikte normalden daha düşüktür. Aynı şekilde, artmış aldesterona rağmen gebelikte K kaybı yoktur. Ve gebelik boyunca 350 mEq potasyum birikimi görülür. Gebelikte oemir ihtiyacı belirgin bir biçimde artmıştır. Ve dışarıdan da takviyesi şarttır.Gebelikte 1 gr Fe dışarıdan alınır ve bunun 500 mg'ı maternal eritrosit yapımında kullanılır. Bakır ve seruloplazminin plazma düzeyleri, erken gebelikten itibaren östrojen etkisi ile artmıştır. Total Ca ve Mg seviyeleri azalmıştır. (Ama iyonize Ca seviyeleri pek değişmemiştir) Bu muhtemelen gebelikle görülen plazma proteinlerindeki azalmaya bağlıdır. Gebelikte protein metabolizması Fetus, plasenta, büyüyen uterus ve artan maternal kan hacminin protein gereksinimi, karbonhidrat ve yağ gereksinimden fazladır. Çünkü bu dokular daha fazla protein içerirler. Öte yandan günlük alınan proteinin sadece %25" kullanılabilinir. Artan gereksinim ve kullanım kısıtlılığı, pozitif bir nitrojen dengesinin sağlanması için, dışarıdan özellikle hayvansal kaynaklı proteinlerin alınmasını gerekli kılar. Gebelikte artan kilonun yaklaşık 1 kg'ı proteindir. Bunun dağılımı: 1- Normal gebelik hafif açlık hipoglisemisi, post-prandial hiperglisemi ve hiperinsülinemi ile ka-rakterizedir. 2- Pankreas beta hücrelerinde hiperplazi, hipertrofi ve insülin sekresyonunda artış vardır. 3- Gebede glukoz alınımını takiben, uzamış hiperglisemi, hiperinsülinemi ve glukagon süpresyonu vardır. Görüldüğü gibi, gebelik güçlü bir diabetojenik potansiyele sahiptir. Karbonhidrat metabolizması ile ilgili değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz: Gebelikte lipid metabolizması Gebeliğin ikinci yarısında plazma lipidleri belirgin oranda artar. Bu artış, total lipidleri, estrefiye ve no-nestre-fiye lipidleri, fosfolipidleri, nötr yağları, lipopro-teinleri ve serbest yağ asitlerini kapsar. Kolesterol, trigliserid ve lipoprotein seviyeleri ise doğumdan sonra farklı oranlarda azalır. Ancak meme veren kadınlarda, bu azalma olmayabilir. Gebelikte 4 kg yakın yağ depo edilmiştir. Bu yağ depolanması gebeliğin ortalarında meydana gelir ve pe-riferal olarak değil, santral olarak gerçekleşir. Gebelikteki bu değişikliklerin primer amacı, artan trig-liseridler ile anneye enerji deposu sağlayıp, fetus için glukoz varlığını korumaktır. Bu prensipler dahilinde gebelikteki lipid değişikliklerini şöylece özetleyebiliriz: Besinler ile alınan proteinin etkili kullanımı ancak yeterli kalori alınımı ile mümkündür. Aksi takdirde, annedeki protein depoları enerji elde etmek için kullanılacaktır. Bu nedenle yeterli karbonhidrat ve yağ alınımı, pozitif nitrojen dengesinin sağlanması için gereklidir. Dengeli bir diyet, günlük 1,2-1,5 g/kg protein, 100 gr yağ ve 200 gr karbonhidrat içermelidir. 51 Protein metabolizmasından esas sorumlu olan hormon HPL'dir. Gebelikte albumin / globülin oranı değişmiştir. Çünkü albümin pinositoz ile çok miktarda fetusa ve amniyo-tik sıvıya geçer. Bu da onkotik basıncın düşmesine neden olur. Gebelikte karbonhidrat metabolizması Gebelikte karbonhidrat metabolizmasının ana fikri fetusa daha çok gluükoz geçirilmesidir. Bu konuda başrolü oynayan hormon da HPL'dir. Gebelikte başta HPL olmak üzere, östrojenler, proges-teron ve glükokortikoidler insüline karşı giderek artan bir periferik direnç oluştururlar. Ve glükozun perife-rikde tutulmasını engellerler. Bunun neticesinde, kan glukozu artar. Artan bu glukoz, HPL kontrolündeki kolaylaştırılmış diffüzyon ile fetusa geçirilir. Artmaya zorlanan insülin HPL yapımını artırır. Ve bu kısır döngü, fetusa hep daha fazla glukoz geçmesine neden olur. 1- HPL gebelikte lipolizi artırır. Anne enerji ihtiyacının çoğunu, lipoliz ile artan yağ asitlerinden sağlar 2- Trigliserid düzeyi sürekli artar. Termde 2-3 katı değere ulaşır 3- Total kolesterol değeri % 50 oranında artar 4- VLDL, LDL ve diğer lipoproteinler, trigliserid ve kolesterol değerlerini artırırlar. 5- Apolipoprotein - B artar 6- Lipoprotein - a azalır 7- HDL gebelik ortasında %50 artar, termde bu artış % 15'e düşer 8- LDL/HDL oranı gebelikte artar. LDL artışı plasentada progesteron sentezi için ön madde olmasındandır. 9- Apolipoprotein - A-1 (Apo A-l) artar. Gebelikte bu artışlardan kimin sorumlu olduğu anlaşılmış değildir. Östrojen ve progesteronlar olabileceği görüşü vardır. Progesteronun hipotalamusta bir "lipostat" etkisi gösterebileceğine dair yayınlar vardır. Lipostat gebelik sonunda normale döner ve ilave edilmiş yağlar kaybolur. Gebe kadınlarda açlık, gebe olmayanlara göre daha şiddetli ketonemi ile ketonüriye neden olur. Gebelikte kardiyovasküler sistem değişiklikleri Gebelikte en önemli değişiklikler KVS'de görülür. Çünkü gebelikte eklenen ve genişleyen damar yatağını doldurmak için kan volümü ortalama % 30-40 oranında artmıştır. Bu kan volümünü sirküle ettirebilmek için kardiyak debi başta olmak üzere, kalp dakika atım sayısı, kardiak output; kalbin boyutlarının artması gibi pek çok değişiklikler oluşur. Uterus büyüdükçe diyafram yükselir. Buna bağlı olarak kalp uzun ekseninde yukarıya ve biraz da sola doğru yer değiştirir, böylece apex vuruşu yana kaymış olur. Kardiak kapasite 75-80 ml_ artmıştır. Bu artış kardiak kasın hipertrofisi ve dilatasyonuna bağlıdır. Neticede gebelikte % 12 civarında fizyolojik bir kardiyome-gali oluşur. Kalbin anterio-posteriör çapı ve karidyoto-rasik index bu bağlamda artmış olarak görülür. Kalpteki bu anatomik değişiklikler EKG ve oskültasyon bulgularına da yansır. - EKG'de 15-20 derecelik bir sol aks deviasyonu görülebilinir. (en sık) - ST-T ve Q dalga değişiklikleri ve D3'te de T dalgaları oluşabilir. - Birinci kalp sesinde artış ve çiftleşme ile birlikte 3.ses daha yüksek duyulabilinir. - % 90 vakada, artan kalp atım hacmine bağlı olarak geç sistolik ve ejeksiyon üfürümü dinlenebilir. Bu üfürüm doğumdan kısa bir süre sonra kaybolur. Bir diğer duyulması muhtemel olan üfürüm ise internal torasik (mamarian) arterden kaynaklanan ve sol sternal kenarda duyulan sürekli üfürümdür. - Diastolik üfürüm sadece %20 vakada vardır. Ama duyulması yine de patolojik kabul edilmelidir. Kardiak debi gebelikte yaklaşık % 40 oranında artar ve 20-24 haftalarda maximuma erişir ve bu düzeyde miada kadar ulaşır. Kardiak debideki bu artış gebelik dışı düzeye göre 1,5 It/dk kadardır. 52 Kardiyak debi aslında kalp atım hızı ve atım hacminin bir ürünüdür. Gebeliğin erken dönemlerinde kalp atım hacmi kardiyak debinin tümünden sorumludur. Kalp atım hızı ise gebelik büyüdükçe giderek artar. Kalp hızı stres, egzersiz ve sıcaktan etkilenebilir. Atım hacmi ise en fazla pozisyondan etkilenir. Gebe uterusun V.Cava inferiorg bası yaptığı yatar pozisyonda azalır. Çünkü kalbe dönen kan miktarı azalır. (V.Cava Send-romu, Supin Hipotansif sendrom) Kan Basıncı: Gebelikte minimal arteriel sistolik ba-sınç azalması (10-15 mmHg) ancak anlamlı diastolik basınç azalması (20-25 mmHg) görülür. Bu değişiklikler gebelik ortasında maximal iken, termde gebelik öncesi duruma döner. Gebelik pozisyonu tıpkı debiyi etkilediği gibi tansiyonu da etkiler. Gebelikte kural olarak vücut üst kısmındaki venöz basınç değişmez. Ama gebelik ilerledikçe alt ekstremite-lerdeki venöz basınç , gebe uterusun V.Cava infe-riora basısı ile artar. Fetusun prezante olan kısmının V.İliaca communislere olan basısı da bu olayı güçlendirir. Neticede gebelikte varisler ve hemoroidler oluşabilir. Periferik Direnç: Periferik direnç kan basıncının, kardiyak debiye bölünmesine eşittir. Gebelikte kan basıncı düşük, kardiyak debi yüksek olmasından ötürü, periferik direnç azalmıştır. Bu da dokuların daha iyi perfüze olmasını sağlar. Gebelerde artmış olan kardiak debi ve kan hacminden tüm vücut organları aynı şekilde etkilenmez. Bunu sıralarsak; - Uterus ve plasenta (en büyük bölümünü alır) - Böbrekler - Deri: Gebeliğin artırdığı metabolizmaya bağlı aşırı ısıyı dağıtır. - Meme - Extremiteler Beyin ve karaciğerde kan akımı değişmez. Böylece bu organlar postpartum kanamaların vereceği zamana karşı korunma altına alınmıştır. Nabız: Gebelikte nabız sayısı normalin % 15'i kadar artar iken, nabız basıncı da belirgin bir artış gösterir. Gebelikte, östrojen etkisi ile kapiller permeabilitede artmıştır. Buna bağlı olarak, sıvılar ve proteinler kapiller duvarları daha kolay geçerler Gebelikte vasküler tonusu etkileyen bir hayli fazla hormon ve enzim vardır. Bilindiği gibi gebelikte renin-an-jiotensin II ve aldesteron düzeyi artmıştır. Ama bunlara karşı -büyük bir olasılıkla- progesteronun yapmış olduğu blok nedeni ile normal vasküler yanıt oluşamaz. Son zamanlarda, bu vasküler direncin oluşmasında, progesteron haricinde, plasental kaynaklı PGI2 ve PGE2'nin de rol aldığı gösterilmiştir. Ayrıca bizzat vasküler endodel tarafından salgılanan bazı vazoaktif maddelerde bulunmuştur. Bunlardan Endotelin denilen peptit, bir taraftan kuvvetli bir vazokonstriktördür ama bir taraftan da araşidonik asit metabolizmasının güçlü bir stimülatörüdür. PGI 2 ve PGE2 yapımını artırır. 53 Kardiyovasküler sistemde maternal fizyolojik olaylar - - Kan volümü % 30-40 artar Kardiak Debi % 40 artar - Gebelikte 20-24.haftada maximum olur. - Doğumun 2.devresinde çok artar. - Fetus doğduktan sonra en çok artar - Sırtüstü yatınca azalır Kardiak Out-put artar Kalp boyutları -fizyolojik kardiyomegali % 12 artar - Kalp atım sayısı artar - Sistolik arteriel basınç azalır - Diastolik arteriel basınç daha çok azalır - Venöz basınç - Vücut üst kısmında değişmez - Vücut alt kısmında artar - Nabız frekansı -%16- artar - Nabız basıncı artar - Periferik direnç azalır - Kapiller permeabilite artar - EKG'de sol aks deviasyonu - - ST-T ve Q dalgalarında değişme - Birinci seste artış -çiftleşme- - Üçüncü ses duyulması - Geç sistolik ve ejeksiyon üfürümü - Kardiyotorasik indexte artış Artan Kan Hacminin Organlara dağılımı 1) Uterus (en fazla) 2) Böbrek 3) Cilt 4) Meme artar 1- Beyin ve 2- Karaciğerde değişmez - Gebelikte Vasküler Tonusu Etkileyen Faktörler 1) Renin-Anjiotensin II - Aldesteron 2) Progesteron 3) PGI2 - PGE2 4) Endotelin 5) Endotelium Derived Relaxin faktör Endothelium Derived Relaxin factör, güçlü bir vazodilatör olup, yine vasküler endotel hücreleri tarafından üretilir. Ayrıca intraselüler Ca metabolizması değişiklikleri de tonusu etkileyen faktörlerdir. Gebelikte kalp debisi en fazla ne zaman artar? Travayın 2. devresinde, ıkınma eforları başlayınca oldukça artar ama fetus doğduktan sonra, alt ekstremitelerden gelen artmış vasküler dönüş en fazla artışa neden olan durumdur. 54 Gebelikte fizyolojik solunum değişiklikleri Gebelikte mekanik ve hormonal etkenler, solunum sisteminde değişikliklere neden olurlar. Gebelikte oluşan bu solunum değişikliklerinin esas amacı, annenin bir dakika içerisinde alacağı 02 miktarını % 30 civarlarında artırabilmesi içindir. Gebelikte diafram 4 cm kadar yükselir, subkostal açı genişler, toraksın transvers çapı 2 cm, toraksın çevresi ise 6 cm kadar artar. Diaframın bu kadar yükselmesi, kendi hareketini engellemez. Karın kaslarının tonusu azalmış ve daha az aktivite gösterdiğinden dolayı, gebelikte solunum biraz daha diafragmatikleşmiştir Diaframın yükselmesi rezidüel rezerv hacminin 300 ml_ kadar azalmasına neden olur. Solunum fizyolojisinde dört akciğer volümü ve 4 akciğer kapasitesi vardır. Bunlardaki değişimleri şöyle sıralayabiliriz: Bu tablodan da görüldüğü gibi vital kapasite değişmez, tidal volüm ise artar. Geri kalan tüm volüm ve kapasiteler azalır. Total akciğer kapasitesi azalması % 4-5 civarında olabilir veya değişmeyebilir. Tidal volümdeki artış ve rezidüel volümdeki azalış al-veolar ventilasyonda %65'e varan bir artışa neden olur. Öte yandan, gebelikte progesteron solunum merkezini pC02 e karşı olan duyarlılığını artırarak hiperventi-lasyona neden olur. Neticede, dakika hacmi 7,2 L'den 10.3 L'ye çıkar. Ancak kandaki p02 hafifçe artarken pC02 azalır. Bu respiratuar alkaloz demektir. Serum Na HC03 si azaltılarak bu kompanse edilmeye çalışılır. Bu yüzden gebelikte kompanse respiratuar alkaloz oluşur. Bu da kan pH'ını hafifçe yükseltir. Kan pH'ının yükselmesi fetustan anneye C02 ve H+ geçişini artırır. Öte yandan maternal hiperventilasyon aslında fetusun aşırı C02 düzeylerine maruz kalmasını da engelleyen bir önlemdir. Progesteron yanı sıra, karotitteki periferik kemoresep-törlerin sensitivitesinin de hiperventilasyona neden olabileceği düşünülmektedir. Gebelikte solunum fonksiyonları Zorunlu Ekspiratuvar hacmi Değişmez Dakika hacmi % 40-50 artar Alveolar ventilasyon % 40-50 artar İstirahatte oksijen tüketimi % 15-20 artar Volümler 1) Inspiratuar Rezerv Volüm Azalır 2) Tidal Volüm Artar 3) Ekspiratuar Rezerv Volüm Azalır 4) Rezidüel Volüm Azalır Kapasitler 1) Total Akciğer Kapasitesi Azalır/Değişmez 2) Vital Kapasite Değişmez 3) İnspiratuar Kapasite Azalır 4) Fonksiyonel Rezidüel kapasite Azalır Doğum eylemi sırasında, anksiyete ve korku, solunum derinliğini ve hızını artırarak, C02 içeriğini etkileyebilirler. Neticede respiratuar alkalozu derinleştirip, asit baz dengesizliğine neden olabilirler. Kontraksiyonlar başlayınca FRK (fonksiyonel rezidüel kapasite) daha da azalır. Oksijen saturasyonu düşer. Kardiak debi artar. Bunlar eğer hasta inhalasyon anestezileri alıyorsa ayılmayı geciktirir. 55 Erken gebelikte solunum kanalının tamamında kapiller dilatasyon görülür. Bu da nazofarinkste ve trakeada angorjmana neden olur. Buna bağlı ses değişiklikleri ve dispne ortaya çıkabilir. Solunum enfeksiyonları ve preeklampsi bu olayı artırır ve göğüs filmlerinde artmış vaskülarite dikkat çeker. Gebelikte solunum sistemi değişiklikleri Diafram 4 cm yükselir - Torax çevresi genişler Hiperventilasyon oluşur a) Progesteron artışı b) Tidal volüm artışı c) Rezidüel volüm azalışı d) Karotisteki periferik kemoreseptörler VOLÜMLER İnspiratuar Rezerv Volüm Azalır - Tidal volüm Artar - Expiratuar Rezerv Volüm Azalır - Rezidüel Volüm Azalır KAPASİTELER - Total Akciğer Kapasitesi Azalır - Vital Kapasite Değişmez - İnspiratuar Kapasite Azalır - Fonksiyonel Rezidüel Kapasite Azalır SOLUNUM FONKSİYONLARI Zorunlu Expirator Volüm Değişmez Dakika hacmi % 40-50 artar - Alveolar Ventilasyon % 40-50 artar - İstirahatte Oksijen Tüketimi % 15-20 artar - pco2 Azalır - Na H C03 Azalır - Kompanse Respiratuar Alkaloz oluşur - Kan pH'ı Artar - Solunum kanalı boyunca kapiller dilatasyon Artar - Göğüs filmlerinde artmış vaskülarite görülür Doğum eyleminde panik asit-baz dengesi yapar. 56 Gebelikte hematolojik sistem değişiklikleri Kan Hacmi • 30-34.hafta maximum seviye • % 75 plazma artar. % 25 şekilli elementler artar • Fizyolojik gebelik anemisi % 20-100 artar Hb ve Hct Azalır Eritrosit -HPL'nin uyardığı Eritropoetin- Artar MCV (ortalama eritrosit hacmi) Artar Eritrosit ömrü Değişmez Demir ihtiyacı 3 misli artar Serum demiri Azalır Serum demir bağlama kapasitesi Artar Lökositler 9^0.000./ mm3 En çok doğum eyleminde artar Artar Nötrofiller âtoplam ve yüzdesi Artar Lenfositler âtoplam ve yüzdesi Azalır Monositler âtoplam sayısı-yüzdesi Artar-azalır B Lenfosit Değişmez T Lenfosit Azalır Pıhtılaşma s genellikle artar-Fibrinoliz azalır • Faktör 1 ve VIII En çok artar • Faktör V Değişmez • Faktör XI - XII - XIII Azalır • Plazminojen Artar • Antitrombin III Azalır • Quick Tek Aşamalı Protrombin zamanı Azalır • Parsiyel Tromboplastin Zamanı Azalır Trombosit Değişmez Gebelikte hematolojik sistem değişiklikleri Gebelik süresince hematolojik sistemde meydana gelen en önemli değişiklik, kan hacminde artış ve koagü-lasyon sistemindeki değişikliklerdir. Kan hacmi ortalama olarak % 30 üzerinde bir artış gösterir. Mol hastalıklarında da bu artışın olması, artıştan fetusun sorumlu olmadığını gösterir. Artan kan hacmi uteroplasentar kan akımını sağladığı gibi, doğum sırasındaki kan kaybına karşı anneyi korumada da önemlidir. Kan hacminin yaklaşık 1600-1700 ml_ arttığı ve bu artışın 30-34. haftalarda maksimum olduğu gösterilmiştir. Bu 57 haftalardan sonra kan hacmi değişmeden miada kadar gelir. Artan kan hacminin % 75'i plazma, % 25'i ise kanın şekilli elementleridir. Bu bir nevi fizyolojik hemodilüs-yon demektir ki buna fizyolojik gebelik anemisi denir. Buna bağlı olarak Hb ve Hct gebelikte, normale göre daha düşüktür. 34. haftaya kadar Hct'in seviyesi düşük kalır iken, bu haftadan sonra, miada kadar artış gösterir. Kanın şekilli elementleri içerisinde en fazla artan eritrositlerdir. Ortalama olarak % 33 oranında artış gösterirler. Bu artışın nedeni HPL'nin eritropoetin yapımını ar-tırmasıdır. Gebelikte eritrosit yapımı nedeni ile periferik kanda genç hücreler artar. Bu nedenle ortalama eritrosit hacmi (MCV) de artmıştır veya değişmemiştir. Eritrosit ömrü değişmemiştir. Kemik iliği hiperplastiktir. Demir Metabolizması: Normal erişkin bir kadında toplam 3-4 gr demir bulunur. Demirin % 60-70'i eritrositlerdedir. Gebelik dışında bir kadının günlük demir ihtiyacı 2 mg'dır. Gebede bu 3 misli artış göstererek 6-7 mg'a yükselir. Ve demir gereksinimi esas olarak gebeliğin 2.yarısında artmıştır. Gebelik boyunca ortalama 1 gr demire ihtiyaç vardır. Bunun 450 mg'si artan eritrosit kitlesi için, 350 mg'ını fetus ve plasenta için, 200 mg'ı ise barsakta zorunlu kayıp için kullanılır. Gebelikte serum demiri azalır, serum demir bağlama kapasitesi ise artar Serum ferritin düzeyi normalde demir deposu için güvenilir bir göstergedir. Ama gebelikte yanıltıcı sonuç verebilir. Transferin satürasyonu daha güvenilirdir. Bunun % 16 altında olması demir yetersizliği demektir. Lökositler, gebelik süresince artarlar. 30. haftada maksimum olurlar ve daha sonra bu düzeyde kalırlar. Gebelik 3 süresince ortalama 9.000-10.000/mm ve hatta bazen daha yüksek düzeydedirler. Ancak lökositlerin en çok arttığı dönem doğum eyleminin başladığı dönemdir. Bu esnada sayıları 25.000^0.000/ mm3'e erişir ve postpartum birinci hafta sonunda normale döner. Lökositlerdeki bu artışın nedeni tam bilinmemektedir. Gebe lökositlerinde, alkalen fosfataz aktivitesi artmıştır. Nötrofillerin hem toplam hem de yüzde sayıları artmıştır. Lenfositler hem toplam sayı hem yüzde olarak azalırken, monositlerin toplam sayısı artar ama yüzdesi değişmez. B-lenfosit sayısı değişmez ama T-lenfosit sayısı azalır. Trombositlerin, gebelikte yapımı da yıkımı da artmıştır. Bu nedenle sayıları pek değişmez. Ancak trombo-sit çapı ve hacmi artmıştır. Doğumdan sonra trombo-sit sayısında belirgin bir azalma görülür ama birkaç gün içerisinde bu normale döner. Gebelikte pıhtılaşma faktörleri genel olarak artar. En çok artış Faktör-I (Fibrinojen) ve Faktör-8 (Antihemofi-lik globülin)'de olmaktadır. Özellikle fibrinojen gebelik öncesi 250-400 mg/dL'den 600 mg/dL'ye kadar yükselir. Bu gebelikteki sedimentasyon artışının en önemli nedenidir. Faktör II (plasma tromboplastin antisedan) ve Faktör 13 (fibrin stabilizan faktör) azalır Faktör 12 (fibrin stabilize edici faktör) özellikle terimde % 50 kadar azalır Faktör 5'in gebelikte seviyesi değişmediği kabul edilir. Plazminojen seviyesindeki artış fibrinojen seviyesindeki artış ile birlikte olur ve dengeli bir pıhtılaşma ve fibrinolizis sağlanmaya çalışır. Ancak yine de, gebelikte kural olarak pıhtılaşma artmış, fibrinoliz azalmış-tır. Gebelikte antitrombin III aktivitesi azalmıştır. Gebelik ilerledikçe Quick tek aşamalı protrombin zamanı ve parsiyel tromboplastin zamanının her ikisi de azalır. KOK kullanan kadınlarda kandaki bu pıhtılaşma değişikliklerinin hemen hepsi görülür; ve östrojene bağlı olabilecekleri ileri sürülür. Normal gebeliktee üriner sistem değişiklikleri Gebelik sırasında her iki böbrekte %30'a varan hacim artışı ve 1-1,5 cm'e varan boyut artışı gözlenir. Bunun dışında kaliksler ve üreterlerde dilatasyon oluşur. Renal pelvis gebelik öncesi 10 mL'lik hacimden 60 mL'lik haci-me ulaşmıştır. Progesteronun, düz kasları gevşetici etkisi nedeni ile û'reterler uzamış, genişlemiş ve daha kıvrımlı bir hal almıştır. 58 Sağ üreterde ve sağ pelvik kaliste bu durum daha belirgindir. Bunun nedeni; Gebelikte uterusun sağa rotasyonu Sağ ovarian venin pelvis girimi hizasında sağ ürete-re daha fazla bası yapmasıdır. Ayrıca, üreterin distal 1/3 kısmında, düz kaslarda hiper-trofi oluşması buna karşın 2/3 üst tarafta ise üreterlerde genişleme olması üriner stazı artıran bir başka nedendir. Bu stazın varlığı ile artmış idrar volümü üriner infeksiyonları artırır. Gebelikte en sık izole edilen infek-siyon etkeni E.coli'dir. Böbrek fonksiyonları Glomerül filtrasyon oranı (GFR) erken gebelikten başlayarak %50 artar ve bu artış miada kadar devam eder. Renal plazma akımı (RFP) gebeliğin ortalarında, GFR kadar olmasa da artmıştır. Bu fonksiyonlar ile ilgili olarak gebelikte görülen değişiklikler konusunda değişik sonuçlar bildiren çalışmalar vardır. Bunun nedeni muhtemelen gebenin pozisyonu, hid-rasyon derecesi ve tuz alınımı ile ilgilidir. Örneğin sodyum kısıtlaması veya supin ya da oturur pozisyon, hem GFR hem RPF'de azalmaya neden olur. Bu nedenle, bu ölçümler standart su ve tuz alınımı ve yan yatar durumda yapılmalıdır. Özellikle geç gebelikte, idrar akımı ve sodyum itrah hızı postüre bağlı değişmektedir. Yan yatış pozisyonda, sırtüstü pozisyona oranla iki kat fazladır. İkinci trimesterden sonra RPF'nin göstergesi olan para-amino hippürik asit klirensi 500 mL/dk'dan 700 mL/dk"a yükselir. GFR'nin göstergesi olan kreatinin klirensi ise 100 mL/dk'dan 150 mL/dk'ya yükselir. Kreatinin klirensi kaçırmadan bir idrar toplanması şartı ile gebelikte en güvenilir renal fonksiyon testidir. İdrar konsantrasyonu ADH aktivitesinin kontrolü ile belirlenir. Gebelikte GFR artmış olsa bile günlük geçen idrar volümü sadece %25 artar. Üstelik gece idrarı, gebe olmayana göre daha dilüedir. Filtrasyon fraksiyonu gebelik öncesinde %20 iken, ilk 30 haftada %10'a düşer. Sonra normal sınırlara yükselir. Renal kan akımı artışında prostaglandinler önemli rol oynarlar. Glükoz filtrasyonu ve reabsorbsiyonu Gebelikte glükozun glomerüler filtrasyonu artmıştır. Buna karşın tübüler reabsorbsiyonu minimal azalmıştır. Bunun neticesinde glükozüri görülebilinir. Bu her zaman bir patolojiyi göstermez ama her zaman da fizyolojik olarak kabul edilmemeli ve araştırılmalıdır. Gebelik dışında glükozüri için eşik kan değeri 194 ± 6 mg/dL iken, gebelikte bu değer 155 ± 17 mg/dL'dir. Bu nedenle gebelerin %15-50'sinde, glükozüri görülebilmektedir. Gebelikte %90 gebede günlük 100 mg glükoz idrar ile atılmaktadır. Gebelikte görülen plazma hacim artışı ve tübüler sodyum ve bikarbonat reabsorbsi-yonun azalması, glukoz reabsorbsiyonunu etkileyen diğer faktörlerdir. Amino asitler ve protein Şiddetli travay sırasında, bazen küçük miktarlarda görülmesinin dışında proteinüri patolojiktir (Ancak bazı kaynaklar günde 300 mg/güne kadar proteinüriyi fizyolojik kabul ederler). GFR artışı ve tubuler reabsorbsiyonun azalması amino asitlerin bu kaybına neden olabilir. Ürik asit Ürik asit, GFR artışı ve net tubuler reabsorbsiyon azalmasına bağlı olarak, serumda azalır. Buna karşın ürat klirensi artar. Ancak gebeliğin sonlarında, distal tubu-luslarda, sekresyon azalırken, reabsorbsiyon artar ve ürat klirensi gebelik öncesi değerlere doğru azalır. Urat klirensi de GFR için güvenilir bir göstergedir. Preeklemp-side GFR azaldığı için serum ürik asit seviyesi artmıştır. Na ve K Dengesi Gebelikte artan bikarbonat atılımı ve artan aldestoron nedeni ile K atılımının artması beklenir. Ama gebelikte çok artmış olan progesteron bu etkiyi nötralize eder ve K kaybı olmaz, aksine tüm gebelik boyunca 350 mEq potasyum birikimi olur GFR'nin artmasının sodyum kaybettirici etkisi, tubuler geri emilim ile dengelenir. Serum sodyumu çok az miktarlarda - 3-4 mEg/L - azalır. Na distal tubuluslardan geri emilimini aldestoron düzenler. Düşük sodyumlu diyet sonrası aldasteron, gebelik öncesine göre daha çok artar, yüksek sodyumlu diyet sonrası ise daha çok azalır. Böylece Na kan seviyesi dengede tutulur. Su atılımı ve idrar osmalaritesi Günlük idrar hacmi %25 artmıştır ama osmolarite anlamlı şekilde değişmemiştir. 59 Gebelikte maternal üriner sistem değişiklikleri • Böbreklerin boyut ve hacmi Artar • Artar Üreterlerin boyu, genişliği, kıvrınları • Pelvikalsiyel genişleme – sağda daha fazla Artar ♦ Üriner staz, infeksiyona meyil Artar • GFR ve göstergesi Kreatinin Klirensi Artar RPF ve göstergesi paraaminoippuik asit Klirensi Artar ♦ Ürat klirensi Artar • Serum Ürik Asidi Azalır • Glukozüri Olabilir • Proteinüri Patolojik • İdrarda amino asit kaybı Artar • Suda eriyen Vitamin kaybı Artar • K kaybı Yok • Na kaybı Yok • İdrar Osmolaritesi Değişmemiş ♦ İdrar volümü Artmış Gebelikte Böbrek Fonksiyonlarını etkileyenler *hem maternal-hem plasental hormonlar* 1- ACTH Artmış 2- Renin-Anjiotensin-Aldesteron Artmış 3- ADH Değişmemiş 4- Kortizol Artmış 5- Tiroid hormonlar serbest Değişmemiş 6- HPL Artmış 7- Progesteron Artmış 8- Prostaglandinler Artmış Gebelikte endokrinolojik değişiklikler Gebelikte endokrin sistemlerde kapsamlı bir değişiklik olmaktadır. Hipofiz Gebelikte total hipofiz boyutları gebe olmayanlara göre % 136 oranında büyür. Bu büyüme optik kiazma üzerine herhangi bir bası ve buna bağlı bir görme bozukluğu yapmaz. Hipofizde, en fazla artış gösteren hücreler, PRL salgılayan kromofob hücrelerdir. Bunlar hem hiperplazi hem hipertrofiye uğrarlar. Bu hücrelerdeki değişiklikler gebeliğin daha ilk ayından başlar. Gebelikte PRL 10 kat artar (150 ng/mL). Gebelikte hipofizer adenom oluşması ihtimali artmamıştır ama var olan adenomlar büyür. Ve bunlar optik kiasmaya bası yaparak, görme alanlarını azaltır. GH (Grovvth Hormon): Gebelikte büyüme hormonu azalmıştır. GH'nin görevini plasental HPL üstlenmiştir. GN-RH, FSH ve LH: Gebelikte azalmıştır. Bunun nedeni plasental kaynaklı östrojen ve progesteronların artışının oluşturduğu güçlü negatif feed-back'tir. 60 ACTH: Gebelik boyunca maternal serumda ACTH 2-3 misli artmış olarak bulunur. Deksametazon verilerek de bu seviye düşürülemez. Bu yönden, bu artışın plasental ACTH üretimi ile de ilgili olabileceği düşünülmektedir. POMC (Preopinomelanokortin) grubu üyelerinden olan beta-lipotrophin, beta-endorfin ve gama lipotropin de gebelik boyunca düzenli bir biçimde artar. Bunların ne işe yaradığı bilinmemekle birlikte, doğum sancılarına tahammülü artırdığı sanılmaktadır. TSH: Gebelikte seviyesi değişmez. ADH: (Vazopressin): Gebelikteki düzeyi ve sıvı yüklenmesine verdiği cevap değişmemiştir. Adrenal korteks Kortizol: Gebelikte maternal serumda dolaşan kortizon düzeyinde belirgin bir artış vardır. Ama bunun büyük kısmını transkortine bağlı kortizol oluşturmaktadır. Serbest kortizol düzeyi daha az artmıştır. Bugün için, total kortizolün artış nedeni, sentezinin artmış olmasından çok metabolizmasının yavaşlamasından kaynaklandığı kabul edilmektedir. Gerçekten de kortizolün metabolik klirensi gebelikte iki misli uzamıştır. Gebelikteki stria gravidarum oluşumundan serbest kortizol sorumlu tutulmaktadır. Renin aktivitesi gebeliğin başından itibaren yükselir ve 12. haftada pik yapar. Terme kadar da artmaya devam eder (bazı kaynaklarda 3. trimestirde renin seviyelerinde düşme olduğu belirtilmektedir). Renin artışı anjiotensinojenden anjiotensin - I ve II oluşumunu da artırır. Gebeliğin 15. haftasından itibaren aldosteronda artış başlar. Eğer Na alımı sınırlandırılıra bu artış daha da fazla olur. Gebelikte 5-10 misli artmış olan aldestoron belki de progesteronun natriüretik etkisinden korunmayı sağlamaktadır. Renin, anjiotensin II ve aldosteron gebelikte artmış olmalarına rağmen ne tansiyonda yükselmeye, ne de tuz tutulumuna neden olurlar. Progesteronun bu etkileri engelleyen hormon olduğu ileri sürülmektedir. DOC (Dezoksikortikosteron): Gebeliğin ilk trimesti-rinde DOC seviyesi gebe olmayan kadından farklı değildir. Ancak 3. trimestirde, DOC ve DOC - 504 seviyeleri normale göre 15 misli bir artış gösterilir. DOC ve DOCSO4 deki bu artış muhtemelen fetal kaynaklıdır. Çünkü ne ACTH verilerek artırılabilinir, ne de dexame-tazon verilerek azaltılabilinir. Ama yine de bazı ötörler gebeliğin sonlarında artmış olan progesteronun da DOC artışına neden olabileceğini iddia ederler. Gebelikte AS ve testosteron seviyeleri yükselmiştir. Testosteronun bağlı kısmı serbeste göre daha fazladır. AS ve T, plasentada östrojenlere çevrilebilmektedir. Bu şekilde, fetal dolaşıma girmeleri ve fetusta androjenik etki yapmaları engellenmektedir. Daha da ilginç olanı, artmış AS ve T kaynağının adrenal korteks değil muhtemelen överler olabileceğinin kabul edilmesidir. ((3-HCG etkisi) DHEA-S ise gebelikte, artmış metabolik klirens nedeni ile azalmıştır. Parathormon-Kalsitonin-D Vitamini Parathormon: Parathormon konsantrasyonu gebeliğin ilk 3 ayında azalırken, son 3 ayda 2 misli artar. Bu artışın nedeni artan plazma hacmi, glomerül filtras-yonda artış ve kandaki Ca seviyeleridir. Gebelikte total Ca düzeyi azalır, çünkü sürekli bir şekilde fetusa Ca geçirilir. Ancak iyonize Ca düzeyi ya minimal azalır ya hafifçe artış gösterir. Parathormon seviyesini en fazla etkileyen de işte bu iyonize Ca düzeylerdir. Parathormonun kemik resorbsiyonu oluşturucu etkisi, gebelikte artan östrojenler vasıtası ile de bloke edilir. Neticede daha çok kalsiyumun, kemik dansitesi bozulmadan fetusa geçmesi sağlanır. Başka bir deyişle gebelikte bir "fizyolojik paratiroidizm" vardır. 61 Gebelikte maternal endokrin değişiklikleri HİPOFİZ • Gland Boyutu artar • Prolaktin 10 misli artar • GH azalır • ACTH (Dexametazon ile süprese edilemez) artar • artar POMC üyeleri (b-Lipotropin, b-Endorfin, a Lipotropin) • TSH değişmez • değişmez ADH HİPOTALAMUS • GN-RH azalır ADRENAL KORTEKS • Serbest ve bağlı kortizon Artar • Kortizolû'n metabolik klirensi Uzar • Renin-Aldesteron-Anjiotensin II Artar • DOC - DOC - SO4 gebeliğin son 3 ayında Artar • AS ve T Artar • Azalır DHEA-S • DHEA-S metabolik klirensi Artar PARATİROİD Parathormon - Calsitonin - Vit D3 Artar • Total Ca Azalır • İyon ize Ca Değişmez TİROİD • Gland boyutu Artar • Bazal Metabolizma Artar * Artar Radyoaktif iyod uptake • Total - T4 , Total - T3 Artar ♦ Serbest - T4 | Serbest - T3 Değişmez • TSH Değişmez * TRH Değişmez • Tiroid Resin Uptake Azalır • Tiroid bezinin iyod elde edebilirliği Azalır • SHBG - Transcortin - TBG (östrojen etkisi ile) Artar Kalsitonin gebelikte belirgin bir şekilde artmıştır. Bu artış kemiği parathormona karşı korumaya yöneliktir. 1.25. Dihidroksivitamin D3 de gebelikte, muhtemelen HPL ve östrojenler etkisi ile artmıştır. Ve bu artış intes-tinal Ca absorbsiyonunu artırmaya yöneliktir. 62 Tiroid Sağlıklı bir gebe kadın ötiroid olarak bilinir. Ancak gebelikte bir yandan östrojenlerin artırdığı TBG'ye hormon yetiştirmek için, bir yandan da gebelikte darmar-lanmada artış ve parankimde hiperplaziye bağlı olarak, tiroid bezi büyür. Ama belirgin bir guatr gelişmez. Bazal metabolizma % 25 artar. Radyoaktif iyot tutulması yaklaşık 3 kat artar Östrojenler TBG'ini artırırken, muhtemelen HCG'de T3 T4'ü artırmaktadır. Neticede serbest T3, T4 normal seviyelerde kalırken, bağlı T3, T4 artış gösterir. TBG'deki bu artış 20. haftada zirve yapar -ki bu normalin 2 katıdır- ve miada kadar da bu seviyede kalır. Total Tiroksin (j4): 6-9. haftada belirgin şekilde yükselir. Ve gebelik sonuna kadar da 11,5 mg/dL seviyesinde kalır. Total triiyodotiroksin (T3) de 18. haftaya kadar sürekli yükselir. Sonra aynı seviyede kalır (yaklaşık 240 mg/dL) TSH seviyeleri |3-HCG seviyelerine ters orantılı olmak kaydı ile normal sınırlar dahilinde artıp azalabilir. HCG gebeliğin erken dönemlerinde artar, TSH buna bağlı olarak fizyolojik seviyelerde azalır. 20. haftadan sonra HCG kanda sabitlenir. TSH fizyolojik seviyelerde buna bağlı olarak artar. Ama özetle TSH seviyeleri gebelikte fizyolojik sınırlar içerisinde kalır. TRH düzeyi gebelikte artmaz; TRH'ın plasentayı geçtiği ve fetal hipofizi uyarabileceği bilinmektedir. Bu durum fetal PRL artışı üzerinden surfaktan yapımını artırır. Gebelikte artan maternal renal klirens ve fetopla-sen-tar gereksinimden dolayı, tiroid bezinin iyot elde edebilirliği azalmıştır. Yani göreceli bir iyot noksanlığı söz konusudur. Triiodotiretonin renin tutulması ise gebelikte azalmıştır. Bunun nedeni "gebelikte görülen hiperöstrojenizmdir" denilmektedir. Gebelikte deri değişiklikleri Hiperpigmentasyon: Gebeliklerin özellikle son 3 ayında % 90 gebede görülür. Bunun en önemli nedeni gebelikte artan MSH veya östrojen ile progestero-nun melanositler üzerine olan etkisidir. Gebelerde 3. aydan başlayarak, alfa MSH, melatonin ve ACTH'ın kan seviyelerinde artış gösterilmiştir. Hemen hemen tüm gebelerde areola ve genital bölgede daha belirgin bir pigmentasyon artışı olur. Linea al-ba koyulaşır ve linea fusca veya linea nigra adını alır. Melazma (Cholasma): Gebelik maskesi olarak da adlandırılır. Östrojen ve progesteronun melanositler üzerine direkt etkisine bağlıdır. KOK kullananlarda da görülür. Doğumdan sonra % 70 vakada geriler ama tam geçmez. Nevüs: Gebelik esnasında yeni pigmente nevüsler görülebileceği gibi, önceden var olanlarda büyüme görülebilir. Habis melanom yönünden dikkat edilmelidir. Telenjektazi - Spider Angioma: Daha çok güneşe maruz kalan bölgelerde ve östrojenin etkisi ile oluşur. Östrojen kan damarlarının dilatasyonuna ve prolife-rasyonuna neden olur. Doğumdan sonra gerilerler. Palmar Eritem: Östrojene bağlı gelişir. Doğumdan sonra geriler. Stria Gravidarum: Östrojen ve kortikosteroidlerin gebelikte artışına sekonder olarak gelişir. Esası kol-lajen ve diğer bağ dokusundaki değişikliklere bağlı olarak, deride görülen çatlaklardır. Kırmızı renklidirler. Gebelikten sonra renkleri solar. Bu bölgelerde cilt atrofisi vardır. Diastaz Recti: Çok doğuranlarda ve sık doğum yapanlarda, rectus kılıfları orta hat üzerinde, birbirlerinden ayrılır. Meme: Erken gebelikte sıklıkla dolgunluk ve hassasiyet hissi vardır. 8. haftadan sonra meme büyümeye başlar ve daha lobuler olur. Cilt altında venalar görülür hale gelir. Meme başı erektildir. 2. trimestirden itibaren kolostrom salgısı başlar. Areolada küçük kabartılar halinde "Montgomery tüberkıilleri" denilen yağ bezleri görülür. Bazen strialar meme derisinde de görülür. Memeyi gebelikte büyüten birçok hormon vardır. Artmış östrojen ve progesteronlar, insülin, GH, prolaktin gibi. Ama herhalde en etkilisi HPL'dir. Memeler gebelikte ortalama 400 mL kadar büyürler. Bu büyümede hem artan yağ dokusu hem gudde dokusundaki hipertrofi ile hiperplazi etkili olur. 63 İskelet sistemindeki gebelik değişiklikleri Özellikle pelvis eklemlerinde ve bel omurlarında gevşeme ve açılma vardır. Bundan ilk aylarda özellikle relak-sin sorumludur. Gebelik ilerledikçe ağırlık merkezinin yer değiştirmesine bağlı lomber lordoz gelişir. Bu da gebelere özgü yürüyüş şeklini oluşturur. Gebeliğin son 3 ayında, anneden fetusa ortalama 25 gr kalsiyum geçer. Eğer anne günde 1,5 - 2 gr Ca almıyorsa, fetusun bu ihtiyacı annenin kemiklerinden karşılanır. Gebelik osteoporozu denilen bu olay çok nadirdir ve glukokortikoidler bu olaydan sorumludur. Gebelikte sağda daha fazla olmak kaydı ile klavikula ağrıları oluşabilir. Gebelikte sindirim sistemi değişikilikleri Gebelik sırasında vitamin ve mineralleri de içeren besin ihtiyacı artmıştır. Buna bağlı olarak gebede iştah artmıştır, besin alınımı çoğalmıştır. Alınan besinlerden maksimal emilim sağlanması için, gastrointestinal motilite azalmıştır. Oral Kavite Gebelikte tükrük sekresyonu hem artmış hem de asi-dik olmuştur. Bu da gebelikte diş çürümelerine neden olmaktadır. Zannedildiği gibi gebelerde diş çürümelerinin nedeni Ca eksikliği değildir. Hatta dental kalsiyum stabildir ve kemik kalsiyumu gibi gebelikte mobi-lize olmaz. Diş etleri muhtemelen östrojen etkisi ile ödemli, hipere-mik ve hipertrofiktir. Çok kolay kanayabilirler. Bazen gebelik epulisi denilen, dişetlerinin fokal ve oldukça vaskü-ler şişmesi görülebilinir. Bunlar gebelikten sonra spon-tan olarak regrese olabilirler. Gebelikte vitamin C eksikliği de diş etlerinde kanama ve hassasiyet yol açabilir. Gebelikte GİS değişimler Gastrointestinal traktüste, hem motilite hem düz kas tonusunda azalma vardır. Bunun nedeni esas olarak artmış progesteron düzeyleridir. Ama artmış östrojen düzeyleri ile azalmış motalin düzeyleri de, motilite azalmasına katkıda bulunur. İnce barsak motilitesinin azalmış olması, başta demir ve kalsiyumun olmak üzere, birçok maddenin absorbsiyonunu artırır. Kolon motilitesinin azalmış olması ise özellikle su absorbsiyonunu azaltır ve gebelikte en sık görülen semptomlardan birisi olan kabızlığın ortaya çıkmasına neden olur. Mide gebe uterusun etkisi ile yukarı itilir ve aksı üzerinde 45° sola döner. Mide hacmi artmaz ama mide boşalım zamanı gecikir. Kardia sfinkteri ve özefagusta gevşeme olur. Buna gebe uterusun basısı da eklenince, gastroesofogiyal reflü ortaya çıkar. Gebe bunu epigastrik ağrı veya yanma olarak algılar. Bu durum özellikle genel anestezi uygulamalarında, mide içeriğinin aspire edilmesine neden olabilir (Mendelson Sendromu) Gebelikte ilk 3 ayda fazla olmak üzere gastrin ileri derecede artmıştır. Buna karşın hidroklorik asit sekresyonu bazen artmakla birlikte, çoğunlukla azalmıştır. Pepsin sekresyonu mide asit sekresyonuna paralel olarak artar veya azalır. Mide mukus üretimi, progesterona bağlı olarak artar ve gebelikte peptik ülserlerin düzelmesine neden olur. Karaciğer: Karaciğer kan akımı ve boyutları gebelikte değişmemiştir. Ancak birçok fonksiyonel değişiklikleri olmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1- Serum alkali fosfataz seviyesi iki katına çıkar. Ve bu da plasental alkalen fosfataz izoenzimlerinin artışına bağlıdır. 2- Serum total protein seviyeleri, albumindeki azalmaya bağlı olarak azalmıştır. Serum albumindeki bu azalma hem hemodilüsyon hem de sentez azalması nedeniyledir. Globulin miktarı hafifçe artar. Albumin / globulin oranı azalır ve 1'e yaklaşır. Bu oran gebe olmayan bir kadında karaciğer hastalığının göstergesidir. 3- Fibrinojen sentezi ve binding globülinlerin sentezi anlamlı şekilde artmıştır 4- Bazı araştırmacılar gebelikte bilüribin sentezinin arttığını bildirmelerine rağmen, genellikle bilürübin düzeyleri değişmemiştir. 5- SGOT ve SGPT düzeyleri değişmemiştir. 6- Östrojenler ve progesteron bilürübin metabolizmasını ve atılımını etkiler. Muhtemelen buna bağlı olarak, gebelikte kolestatik sarılık sık görülür. Bazı gebelerde kolestaz sadece kaşıntı olarak bulgu verir. 7- Spieder anjioma ve palmar eritem de gebelikte fizyolojik olarak görülebilinir. 1. BSP (Sulfobromoftalein) klirensi artar. 64 Safra kesesi: Gebelikte safra kesesi boyutları artar, motilitesi ve boşalma zamanı gecikir. Çoğu kez boşalma tam değildir. Safra konsantrasyonu artmıştır. Oddi sfinlerinde spazm vardır. Bütün bu nedenler, gebelikte safra taşı oluşumunu artırır. Gebelikte hemoroid oluşumu artmıştır. Buna büyük ölçüde büyümüş uterus seviyesi altındaki damarların yükselmiş olan basıncı ve konstipasyon neden olur. Gebelerde plazma kolinesteraz aktivitesi azalırken, lösin aminopeptidaz seviyeleri 3 misli artar. Gebelikte GİS değişimleri Bulantı - Kusma ilk 3 ayda Artar GİS Motilitesi (progesteron ve östrojen artar, motalin azalır) Azalır Mide Boşalım zamanı Uzar hacmi Değişmez Gastrin Artar HCI - Pepsin Artar Gastrik mukus Artar Özefagial reflü Artar sfinkter tonusu Azalır Oddi sfinkter tonusu Artar Barsaklar uterus baskısı ile yer değiştirir Sendromu ihtimali Artar Tükrük salgısı ve asiditesi Artar Dişeti hipertrofisi ve ödemi (östrojen) Artar Diş çürüğü ihtimali Artar Dişten Ca Mobilizyonu Olmaz Ca - Fe - Su emilimi Artar KC Morfolojisi Değişmez KC Fonksiyonları Değişir Serum alkalen fosfataz -2-4 kat - Artar Albumin / Globülin Azalır Fibrinojen sentezi Artar Binding globülin sentezi Artar Bilüribin düzeyi Değişmez SGOT ve SGPT Değişmez İntrahepatik Kolestaz ihtimali Artar Spieder Anjioma - Palmar Eritem Artar BSP klirensi Lösin Aminopeptidaz Artar -3 misli- Artar Plazma kolinesteraz aktivitesi Azalır Safra kesesi boyutları Artar Safra kesesi motilitesi Azalır Safra taşı ihtimali Artar Kabızlık - Hemoroid Artar 65 FETUS FİZYOLOJİSİ 1. KARDİYOVASKÜLER SİSTEM: Yeni doğanın dolaşımında üç dönem vardır. 2. Doğum öncesi dönem, ki bu dönemde fetusun dolaşımı plasenta ile olur. 3. Yenidoğan dönemi, ki bu doğumdan hemen sonra ilk solunumla başlar. 4. Erişkin dönemi ki bu da doğumdan birkaç ay sonra tamamlanır. Fetus KVS'ni incelerken, erişkinde olmayan üç oluşumu i\/i hilmplc rıprpldr Rıınlar 1. Ductus Venozus: iki ven arasındadır ve portal sinüsü V.Cava inferiora bağlar. 2. PDA: İki arter arasındadır ve A.Pulmonalis ile Aortayı birbirine bağlar. 3. Foramen Ovale, iki atrium ile V.Cava inferior arasındadır. Sağ atriumdan sağ ventriküle geçen, daha az oksije-ni-ze kan ise A.pulmonalise atılır. Ancak akciğerler kolla-be oldukları için, bu kanın çok büyük kısmı PDA aracılığı ile descenden aortaya şant olur. Bu esnada A. pul-monalis içerisindeki basınç sistemik basınca göre 5 misli daha fazladır, çünkü kollabe akciğerlerin oluşturmuş olduğu bir dirençle karşı karşıyadır. Bu direnç sağ kalbi de etkiler ve sağ kalbin basıncı sol kalpten daha yüksek olur. Bu da foramen ovale'nin açık kalmasına neden olur. Descendes aorta atılan kan vücudun alt bölümlerini kanlandırır. Assendan ve dessendan aortlar ile arter sistemine giren kan vücudu dolaştıktan sonra, hipogastrik arterlerden köklenen iki arteria umbilicalis ile plasentadaki in-tervillöz aralıklara dökülür. Buradaki basınç azlığı yüzünden akım yavaşlar. Fetal kan, anne kanından 02 ile satüre edilir ve v. umbilicalis ile yeniden fetüsa döner. Fetal dolaşım Temiz kan taşıyan umblikal ven, fetusa umblicl halkadan girer ve anteriör abdominal duvar boyunca karaciğere doğru yükselir. Umbilical ven sonra, portal sinüs ve ductus venozus denen iki dala ayrılır. Bunlardan birincisi karaciğerin sol lobuna gider ve ikincisi de vena cava inferior girmek için oradan karaciğerin sağ lobun-dan geçer. V. cava inferior sağ atriuma dökülür. Ancak dökülmeden önce, diafram seviyesi altında kalan venlerin bir çoğunda, daha az oksijene kan alır. Böylece v. cava inferior içerisinde, ductus venozusa göre daha az bir oksijen satürasyonu oluşur. Bu sistem ile fetusta ilk kan alan organ karaciğer olur ama V .umbilicalis içindeki kanın % 60'dan fazlası da, karaciğeri "by-pass" etmiş olur. V.cava inferior, direkt olarak foramen ovaleye açılır. Bu nedenle kanın büyük kısmı sol atriuma geçecek şekilde, her iki atriuma da dökülmüş olur. V. cava süpe-rior ile gelen ve daha az oksijenize kan ise direkt sağ atriuma dökülür. Bu kan sol atriuma ya çok az, ya da hiç geçmez. Bu nedenle sol atriumdaki kan sağa göre daha oksijenizedir. Sol atriumdan, sol ventriküle geçen kan, aorta vasıtası ile iki hayati organ olan kalp ve beyini perfüze eder. Bu sistem içindeki 02 satû'rasyonlarının dağılımı 1-V. umbilicalis % 80-85 2- Ductus Venosus % 80 3- V. cava inferior % 70 4- Sol atrium % 65 5- Sağ atrium % 55 6- V.cava süperior % 30 Ancak maternal kan serum yüzdeleri, her zaman fetal kandan daha yüksektir. Doğumda, umbilical korda klemp konur konmaz, ductus venozus kapanır. Yeni doğanın ilk nefesi ile de akciğerler açılır. Böylece, sağ kalp önündeki direnç ortadan kalkar. Bunun sonucunda, sol atriumda basınç artar, sağ kalbi geçer ve foramen ovalede kapanır. Akciğerlerin devreye girmesi ile dessenden aorta içindeki basınç ve oksijen satürasyonu a. pulmonalise göre artar. Bu iki nedenden ötürü PDA kapanır. PDA'yı intrauterin hayatta açık tutan önemli nedenlerden bir tanesi de 66 PGE-j ve PGE2 dir. Plasentanın çıkması ile birlikte, bunların yapımı da azalır. Öte yandan artmış olan pulmoner kan akımı nedeni ile de pulmoner metabolizmaları ve yıkımları artar. Böylece PDA'nın kapanması için gerekli 3. şartta yerine gelmiş olur. Fetal kardiak debi, yetişkinden farklı olarak, her iki ventrikül akımının toplamına eşittir. Bu yüzden yetişkin insanın kardiak debisinden daha fazladır. Ve 200 ml/kg/dakika kadardır. Kardiak debi ayrıca her iki ventrikülde birbirine eşittir. Hafif düzeydeki bir maternal hipoksi, fetusta total kalp debisini etkilemez. Eğer hipoksi çok şiddetli ise fetal debide % 20 bir azalma olur. Keza umbilikal kan akımının da % 50 düşmesi kalp debisinde % 20 bir azalma yapar. Yetişkinden farklı olarak, fetusun hipoksiye verdiği cevap taşikardi değil, bradikardi olur. Bununla beraber sistemik arter basıncında bir yükselme olur. Hipoksi dönemlerinde fetusta, REM uyku düzenlerinde azalma, fetal hareketlerde azalma, fetal solunum hareketlerinin azalması görülür. Ancak ayak hareketlerinde kısa bir süre artış gözlenir, azalma sonra başlar. Yani en son azalandır. Fetusta Kan Akımının Düzenlenmesi Fetusta kan akımının majör düzenleyicisi hipoksidir. Fetusa gelen kan miktarında 1/3'lük bir azalma çok kolay kompanse edilir. Plasentanın bu olayda rolü yoktur. Çünkü plasentanın kendisinde otonomik inervasyon yoktur. Ancak anne dolaşımından kalkan sinirsel uyarılara karşı da bir baraj vazifesi görür. Fetusa iletmez. Fetus v. umbilicalis ile kendisine gelen kan akımında azalma başlayınca, yani hipoksi ortaya çıkınca belirli mekanizmaları çalıştırmaya başlar. Bunlar: - Vasküler düz kas tonusu Otonom sinir stimülasyonu - Sempatik aminler - Vazodilatatör metabolitlerdir. Fetal hipoksi başlayınca, fetusun ilk cevabı, O2 extraksi-yonun artırılması, 2. cevabı ise O2 kullanımının azaltılmasıdır. 3. cevap sentralizasyondur. Yani beyin ve kalbi kanlandıran assendan aortaya daha fazla kan gönderilmesidir. Fetal hipoksi durumunda, kalp hızı ve ventriküler atım hacmi azalır ama kan basıncında artış olur. Beyin ve kalp gibi organların dolaşımı lokal mekanizmalar ile kontrol edilirken, GİS, kas gibi sistemlerin dolaşımı sistemik, hümoral ve reflex mekanizmalar ile kontrol edilir. Umbilikal dolaşımı etkileyen faktörler 1) Hafif Fetal Hipoksi: Umbilical venöz rezistans sa-bit kalmış, fetal arteriyal kan basıncı ve umbilical kan akımı artmıştır. 2) Şiddetli Fetal Hipoksi: Umbilical venöz rezistans artmış, umbilical kan akımı azalmıştır. Bunu taki-ben ölüm gerçekleşir. Göbek kordonundaki bu değişiklikler Doppler incelemeleri ile anlaşılabilmektedir. Fetal kan akımının düzenlenmesinde kas kontraksiyon-ları yer çekimi ve solunum hareketlerinin hiç rolü yoktur. Fetusta hemopoetik sistem Fetusta dolaşım fertilizasyondan 21-25 gün sonra başlar. Eritrositler ilk sentez edilen kan hücreleridirler. 10. gebelik haftasına kadar, eritrosit sentezi Yolc Salk'ta gerçekleşir. 10. haftadan sonra sentez işlemi ağırlıklı olarak karaciğere geçer. Terme yaklaştıkça extramedül-ler hematopoez azalır. Termde ise eritrosit yapımının % 90'ı kemik iliğinde gerçekleşir. 12. haftaya kadar fetusta üretilen eritrositler içerisindeki majör hemoglobin Govver I ve Govver ll'dir. Bu dönemde Portland hemoglobinleri de vardır. 67 12. haftadan miada kadar HbF ön plandadır. HbA terme yakın en fazla yapılan hemoglobin olmasına karşın, HbF ağırlıktadır. Doğumdan sonraki ilk haftada, eritrosit konsantrasyonu giderek azalır ve 8-12. haftada minimum düzeye iner. Term fetusta Hb konsantrasyonu 9-10 gr/dL iken, pretermlerde ise 7-8 gr/dL'dir ki buna yenidoğa-nın fizyolojik anemisi denir. Fetal Eritrositlerin Özellikleri 1- Ömürleri 80 gündür. 2- Çekirdeklidir 3- Çoğunluğu HbF içerirler 4- Alkaliye dirençlidirler (APT testi, Kleihauer -Betke Testi) 5- 2-3 difosfogliserat seviyeleri düşüktür. %50 daha fazla 02 bağlarlar. Fetal Eritrositlerin daha fazla 02 taşımalarının tek nedeni 2-3 difosfogliserat düzeylerinin düşük olması değildir. Ayrıca şu faktörlerde bu olayı etkiler. + 1- Fetal Kan pH'ı anneden düşüktür. Bohr etkisi gerçekleşir. (H iyonlarının konsantrasyonu yükseldiğinde, hemoglobinin 02 ye karşı affinitesi azalır. Hb daha az 02 bağlar.) 2- Fetal kanın hemoglobin içeriği de yüksektir. Bu yüzden 02 taşıma kapasitesi de yüksektir. Fetal kanın 02 satürasyonu nadiren % 70 üzerine çıksa da dokular hipoksik kalmaz. Oksijen kullanımı dinlenmekte olan bir erişkin kadar olduğundan, fetal gereksinim rahatlıkla karşılanır. 3- İntervillöz p02 basıncı, maternal p02 basıncından daha düşüktür. Bu fetal kana Oksijen transferini artırır. 4- Doku pC02 si düşüktür. Böylece dokulara oksi-jen salınımı bu neden ile artar. 5- Fetal hemoglobinin oksijen dissosiasyon eğrisi, erişkinden daha çok sola kaymıştır. (Belirli bir sıcaklık veya pH'da fetal kanın p02 satürasyonu, oksijenin plasentadan geçmesini sağlamak üzere, maternal kandan daha düşüktür.) Fetus büyüdükçe sadece kan hacmi artmaz, aynı zamanda hemoglobin konsantrasyonu da yükselir. Orta gebelik aylarında erişkin seviyesine erişir. Gebeliğin erken dönemlerinde çok yüksek olan retikülosit oranı da % 5'lere düşer. Fetal eritrositlerinin ömrünün kısa olmasını strese bağlayıp "stres eritrositi" diye adlandıranlar da vardır. Gebeliğin 32. haftasında eritropoetin hormonu yeterli miktarda yapılmaya başlar ama doğumdan sonraki ilk 1 hafta içinde sıfıra düşer. Fetusta K vit eksikliğine bağlı olarak azalmış bulunan pıhtılaşma faktörleri (II - VII - IX - X - XI - XII - XIII) ve fibrinojendir. Bunlar, doğumdan sonra fetusa K vit takviyesi yapılmadığı takdirde ve hele anne meme veriyorsa ileri derecede düşebilirler. Ve yeni doğan bebekte hemorajiye neden olabilirler. İntra uterin hayatta fibrinoliz aktivitesi daha fazla, kanama süresi normal, pıhtılaşma süresi ise uzamıştır. Fetusta solunum sistem intrauterin hayatta fetusun 02 ve C02 alışverişi plasenta aracılığı ile olur. Plasentadan gaz alışverişi: Gebeliğin erken dönemlerinde, fetal eritrositlerin 02ta-şıma kapasitesi maternal kandan daha düşük iken, bu giderek tersine döner. Terme yaklaştıkça da fetal eritrositlerin 02 taşıma kapasitesi maternal eritrositinkini geçer. Fetal kan hiperkarbik ve asidik: (pC02 45 torr, pH 7,35) maternal kan ise hipokarbik ve alkaliktir. (pC0232 torr + pH 7,42) dir. İşte bu nedenle intervillöz aralıkta fetal kandan maternal kana C02 ve H iyonları rahatlıkla geçer. Fetusun intrauterin hayatta iki türlü solunum hareketi vardır 1) Gasping = (paradoks) 2) Düzenli = (ritmik) Term fetusta, fetal diafram sadece uykuda iken kasıl-maktadır. Bu nedenle solunum hareketleri sadece REM fazında izlenebilir. Fetal solunum hareketleri amnios sıvısının, fetal akciğer içine girmesine neden olur. Bu da 68 akciğer hipoplazisini engeller, işte oligo-hidram-nios olgularında sıklıkla görülen pulmoner hipoplazi-nin nedeni budur. Fetal solunum hareketleri ayrıca göğüs kaslarının ve kostaların gelişmesi için de gereklidir. Term gebelerde doğumdan 24-36 saat kadar önce solunum hareketleri azalır veya durur. Bir diğer deyişle fetus solunum hareketleri tespit edilen bebekte, doğumun yakın olmayacağı anlaşılır. Fetal solunum hareketlerini etkileyen faktörler arasında hipoksi ve bazı ilaçlar (diazepam, MgS04, metildo-pa, meperidin) vardır. Yenidoğanda solunum sistemi Yenidoğanda ilk solunum, doğumdan sonraki ilk 10 saniye içinde olur ve p02 birden yükselir. Bunun neticesinde kemoreseptörler aktive olur ve solunum merkezi uyarılarak ritmik ve hızlı solunum başlar. İlk soluk alma ile birlikte açılan ve hava ile dolan alve-ollerin bir daha kapamasını engelleyen sürfaktanlardır. Sürfaktanların ana maddesi lipoprotein yapısındaki fos-folipidlerdir. Fosfolipidlerin en büyük kısmını fosfatidil-kolin oluştururken en fonksiyone kısmını ise fosfati-dilgliserol oluşturmaktadır. Sürfaktanın yapısındaki maddeler Madde % Fosfolipidler 85 Satüre fosfatidilkolin 60 Ansatüre fosfatidilkolin 20 Fosfatidilgliserol 8 Fosfatidilinositol 2 Fosfatidiletanolamin 5 Sfingomyelin 2 Diğerleri 3 Nötral lipid ve kolesterol 5 Protein 10 Kontamine serum proteinleri 8 Sürfaktan protein 35 1 Lipofilik proteinler 1 Fetal Akciğerde sürfaktan yapan hücreler pnömosit I Herdir. 26-28. haftalarda, ductus epitellerinden gelişen pnömosit l'lerin farklılaşması ile oluşurlar. Surfak-tanlar pnömosit ll'lerin endoplazmik reticulumunda sentezlenirler. Buradan hücrenin golgi aygıtına ve lameller cisimciklerine giderler ve oradan da salgılanarak, bronkoalveoler sıvıya geçerler. Bronkoalveoler sıvı ise amnios sıvısına karışır. Bu yüzden fetal akciğer ma-türasyonı araştırmalarında, amniosentez ile elde edilen amnios sıvısı incelenir. Fosfatidil gliserol miktarı ve lesitin/ sfingomyelin oranı ile köpük testi (Shake testi) akciğer matürasyonu hakkında en iyi bilgiyi verir. 34. haftaya kadar L/S oranı l'e l'dir. Bundan sonra hızla artan lesitin, 36. Haftada bu oranı 2/1'e çıkarır. Sfingomiyelin gebelik boyunca pek değişiklik göstermez. Sürfaktan yapımı artıran maddeler ve etki mekanizmalarını şöyle sıralanabilir: 1- Fetal Glukokortikoidler: Sürfaktan yapımını artıran en önemli maddeler bunlardır. Glukokortikoidler hem fosfatidilgliserol yapımını artırır hem de glikojen depolarının yıkım hızını artırır. Glikojenin azalması alveoler yapıda anatomik değişikliklere neden olur. İntraalveoler septalar incelir ve alveollerin hacmi artar. Ayrıca 69 Pnömosit ll'lerin sayısı ve lameller cisimciklerin sayısı artar. Dolayısı ile sürfaktan yapımı da artar. Betametazon ve dexametazonun hücre içindeki glükokortikoid reseptörlerine hassasiyeti, doğal glukokortikodlerden (kortizon-kortizol) daha fazladır. Preterm doğumlarda, işte bu nedenle tercih edilmektedirler. 2- Tiroid Hormonları (T3, T4) Bunlar fosfatidilgliserol değil, fosfatidilkolin sentezini artırırlar. RDS'li bebeklerde T3, T4 seviyeleri düşük bulunur. Tiroid hormonlarından sadece TRH az bir miktarda fetu-sa geçebilmektedir. Belki de bu fetal TSH'ı uyararak, fetal T3, T4 artışına neden olabilir. Bu da sürfaktan yapımını artırır. 3- Katekolaminler: Sürfaktanın alveolar sekresyo-nunu artırırlar. Ayrıca prolaktin, östrojen, prostag-landinler, epidermal grovvth faktör ve fibroblast pnömosit faktör de sürfaktan yapımını artırırlar. İnsû'lin: Diabetik fetuslarda sürfaktan yapımının azaldığı bilinmektedir. Ama bu konuda insülinin etkisinin ne olduğu kesin anlaşılamamıştır. Bugün için, insülinin glikojen yıkımını azalttığını ve bu şekilde fosfolipidler için ham madde miktarını azalttıkları düşünülmektedir. İşin ilginç yanı, insülin ve glukokortikoidler birlikte verilirlerse sinerjik etki gösterip, sürfaktan yapımını artırmalarıdır. Gastrointestinal sistem Fetal hayatta GİS'in fonksiyonlarını büyük ölçüde plasenta yerine getirir. Fetusun II.haftasına kadar fetusta erken peristaltizim vardır ve glukozu aktif olarak transport edebilir. Fetus gerçek anlamda su yutmaya 16. gebelik haftasında başlar.Yutulan bu su mide, ince barsak ve az oranda kolona kadar gidebilir. Suyun kendisi, içerdiği amino asitler ve glükoz büyük oranda absorbe edilir. Erken dönemlerde mide HCI asit ihtiva eder. Termde bir fetusun 24 saatte 450 mL su yuttuğu gösterilmiştir. Yutulan su, fetusun kalori ihtiyacına az bir katkıda bulunur ama esansiyel besileri sağlar. Mekonyum: Yalnızca amniotik sıvıdan yutulan sindirilmemiş atıklardan değil, büyük ölçüde GİS traktının, deskuamasyon, sekresyon ve ekskresyon ürünlerinden oluşmuştur. Koyu yeşil rengine özellikle biliverdin neden olur. Fetal barsak intrauterin hayatta 6.aya gelindiğinde artık mekonyum yapacak kapasiteye gelmiştir. Ancak, sadece hipoksi durumunda mekonyum yapar. Bunun olası nedeni, fetal hipoksiye cevap olarak, fetal hipo-fizden arginin ve vazopressin salgılanması olarak kabul edilir. Bu maddeler, kolonun düz kaslarını kasarak, intraamniotik defekasyona neden olurlar. İntrauterin hayatta henüz barsak florası oluşmamıştır. Bu yüzden K vitamini yetersizdir. Buna bağlı olarak, doğumda dahi faktör II - VII - IX - XI ve XII gibi faktörler yetersizdir. Fetal karaciğerin birçok enzimi yetişkine göre eksiktir. Fetal bilirübini konjuge etme kapasitesi çok azdır. Ama öte yandan, fetal eritrositlerin ömrü kısadır. Erken yıkılır ve nispeten daha çok bilüribin üretilir. Artan bu non-konjuge bilüribin anne tarafına aktarılır. Karaciğerde çok az miktarda oluşan bilüribin diglukoronad barsağa ekskrete edilerek biliverdine oxide edilir. Glikojen gebeliğin 2. trimestirinde fetal karaciğerde belirir. Terme doğru ise, yetişkin değerlerinin 2-3 katına erişir. Doğumdan sonra ise hızla düşer. İnsülin ilk olarak gebeliğin 12. haftasında yapılır. Fetal büyüme ve anneden gelen temel besinlerin anabolizması ile yakından ilgili olduğu kabul edilir. Diabetik iri bebeklerde, diabetik olmayan iri bebeklerde, fetal insülin plazma seviyesi yüksektir. Düşük doğum tartılı bebeklerde ise bu seviye düşüktür. Pankreasın glukagon salgılaması yetersizdir. Hipogliseminin fetusta glukagonu artırdığı tartışmalıdır. Ama genelde artırmadığı kabul edilir. Fetusta üriner sistem Genel olarak, böbrekler fetal hayat boyunca, inmatür-dürler. Sadece l.trimestr sonundan başlayarak nefronlarda bir miktar glomerül fiitrasyonu mevcuttur. Matür fetusta bile, idrarı konsantre etme ve pH'ı modifiye etme yeteneği sınırlıdır. 70 Fetal idrar düşük efektrolit konsantrasyonundan ötürü, fetal plazmaya göre hipotoniktir. intrauterin hayatta, sıvı ve elektrolit dengesinin sağlanmasında en önemli rolü plasenta yüklenmiştir. Bu yüzden, fetusta bilateral renal agenezi olsa da, fetal gelişim devam eder. Fetusta idrar oluşumu 9-12. haftalarda başlar. 30. gebelik haftasında 12 ml/saat olan idrar miktarı, miadda 27 mL'ye çıkar. İleri gebelik haftalarında, amnios sıvısının majör kaynağı idrar olur. Bu yüzden, amnios sıvısı miktarı ile kabaca böbrek fonksiyonları hakkında, bilgi sahibi olunabilir. Yenidoğanların % 93'ü ilk 24 saatte idrar yapar. Özetle, böbrekler intrauterin hayatta, yaşam için esansiyel değildir. Ancak amnios sıvısının bileşimi ve hacmi için gereklidir. Kronik anüriye neden olan durumlar, çoğu kez, oligohidramnios ve akciğerlerin hipoplazisi nedenidir. Fetusta MSS fonksiyonları ve duygu organları MSS'in gelişimi karmaşık olup, genetik faktörler, tera-tojenler ve infeksiyonların etkisine açıktır. Nöral migrasyon 16. gebelik haftasından başlayarak, doğumdan sonra 5. aya kadar devam eder. Ancak, gebeliğin daha 8. haftasında, sinaptik fonksiyon, boyun ve gövde fleksionunu gösterecek kadar gelişir. Emme refleksi 6. aydan sonra oluşur. MSS'i 32. haftaya kadar immatürdür. Bu dönemde var olan fetal sıçrayıcı hareketlerin, bu haftadan sonra değiştiği görülür. Fetus gelişimi esnasında farklı uyku ve uyanıklık dönemleri vardır. Erken gebelikte, fetusun elektrokor-tikal aktivitesi düşük voltajlı iken, göz hareketleri hızlıdır ve kalp bradikardiktir. 3.trimestirde voltaj yüksek ve kalp taşikardiktir; göz hareketleri incelendiğinde ise fetusun zamanının % 70'ini uykuda geçirdiği görülür. Yani gözler kapalıdır. Fetus uyandırıldığında kalp hareketleri değişmektedir (Bk. Non Stres Test). Term fetusta endorfin seviyeleri yüksektir. Yenidoğan döneminde primer apneden bu sorumludur. Yine yenidoğanda ağrı eşiğinin yüksek olması nedeni de yüksek endorfin seviyeleridir. 7. ayda göz ışığa duyarlıdır. 24-26 haftalarda fetus, uterus içinde belli sesleri duyar. 3. ayda ise tat alma cisimcikleri belirmiştir. Bunlar 7.gebelik ayında, annenin aldığı maddelerin farklılıklarına duyarlıdır. Fetal immünoloji Fetusun hem hücresel hem de hümoral bağışıklığında yetersizlik olmasına karşın, tam bir yetersizlik söz konusu değildir. Yeni doğanda, kemik iliğinde, ileum ve apendiks'te plazma hücreleri bulunmaz. Ancak IgG ve IgM 20. gebelik haftasından sonra fetal dalakta sentezlenmeye başlar. IgM: Fetal dalakta IgG'ye göre yapımı daha önce başlar ve IgG'ye göre de yapımı relatif olarak daha fazladır; enfeksiyonlara ilk cevabı oluştururlar. Plasentayı geçemedikleri için, kordosentez ile tayinleri, şüpheli hastalık durumlarında değerlidir. Doğumdan 2-5 gün sonra yapımları hızlanır. Yarılanma süreleri 5 gündür. IgG: İntrauterin hayatta, fetal dalakta, IgM 'den kısa bir süre sonra sentezlenmeye başlar. Ancak, her zaman fetusta IgG düzeyleri IgM düzeylerinden fazladır. Ama % 90'ı maternal kaynaklıdır. Çünkü maternal IgG'ler plasentayı geçebilir. 3.trimestrin geç dönemlerine kadar, fetal plazma seviyeleri, maternal plazma seviyelerinden daha düşüktür. Termde ise bu seviye eşitlenir. Esas sentezi doğumdan 3-4 hafta sonra başlar. Doğumdan sonra, yenidoğanda yaşam süreleri 3-4 haftadır. 71 IgE, IgA ve IgD intrauterin hayatta sentezlenmez. Bunların hepsi, doğumdan ancak haftalar sonra yapılmaya başlar. IgA'daki bu eksiklik, yenidoğanların barsak infeksiyonlarına kolayca yakalanmalarına neden olur. İntrauterin hayatta, T lenfositleri spesifik antijenlere cevap veremezler, B lenfositleri ise plazma hücre-leri-ne dönüşemezler. 3 LÖKOSİTLER: Fetusta relatif bir lökositoz vardır. Termde bir fetusta lökosit sayısı 15-20.000 mm civarındadır. Lökositler, patolojenik bakteriye karşı defansta ilk sırayı alırlar, fetal dolaşımda 2. aydan itibaren görülmeye başlarlar. Hem hümoral hem hücresel immünite, kemik iliği preküsörlerinden oluşan küçük lenfositlerin aktivite-sine bağlıdır. T lenfositleri II.gebelik haftasından itibaren Timus'ta, B lenfositleri ise daha geç olarak kemik iliğinde yapılırlar. 30-32 haftada miktarları erişkin seviyesine erişir. Bunların hem kısa hem de uzun yaşam süreli tipleri vardır. T lenfositleri gecikmiş duyarlılık ve yabancı doku re-jeksiyon reaksiyonunda etkili olurlar. Ve lenfokinin denen bazı maddeleri salgılayarak, bazı hümoral cevabında oluşmasında rol alırlar. (İnterferon -transfer faktör mitojenik faktör - büyüme ve büyümeyi inhibe eden faktörler gibi) B lenfositleri ise, tüm antikorları ve immünglobülin-lerin sentez ve salgılanmasından sorumlu olan plazma hücrelerine dönüşür. Fetal endokrin glandlar Tiroid: ilk oluşan endokrin organdır. Fertilizasyondan 4 hafta kadar sonra fetal tiroxin sentezi başlar. Hipofiz: 10.gebelik haftasından sonra fonksiyonu başlar. 120.güne kadar portal sistem tam olarak geli-şir. ACTH: Fetal adrenal korteks büyümesini sağlar. PRL: Gebelik süresince yükselir. Fetal sürfaktan yapımına katkıda bulunur. GH: Fetusun büyümesi ve gelişmesine katkısı tam olarak bilinmemesine karşın, fetal plazma seviyeleri yüksektir. TSH: Orta gebeliğe kadar seviyeleri düşüktür. Sonradan yükselir. Doğumdan 24-36 saat sonra T3 T4 ve TSH hızlı bir şekilde yükselirler. ADH: İntrauterin hayatta plazma seviyeleri düşüktür. Bu yüzden, fetusların idrarlarının hipotonik olduğu iddia edilir. Fetal distres durumunda ADH ve arginin yükselir. FSH ve LH: Genel olarak plazma seviyeleri düşüktür. Paratiroid: ilk trimestr sonunda, parathormon sentez-leyebilirler. Hiperparatiroidili bir annenin yeni doğmuş infantları hipokalsemik konvülziyonlar geçirebilir. Pankreas: 12. haftadan itibaren insülin sentezlemeye başlar. Fetusun pankreas hücrelerinin hiperglisemiye cevabı zayıftır. Ancak hiperglisemi uzun süreli olursa p hücrelerinde hiperplazi gelişir ve hiperinsülinemi oluşabilir. Bu durum diabetik annelerde görülen makrozo-mik fetusu ve doğum sonu ortaya çıkan fetal hipoglisemiyi açıklar. Fetal adrenal gland: İnsan fetusunun adrenali, toplam vücut büyüklüğüne göre erişkinden çok daha büyüktür. Büyüklük adrenal korteksden kaynaklanır (fetal zona). Bu fetal zonalar daha hipofiz ön lop hormonları ortaya çıkmadan hormon üretirler sonra hipofizin kontrolüne girerler. İntrauterin hayatta önemli görevleri vardır: 1. Plasentaya östrojen sentezi için prekürsör madde sağlamak 2. Doğum başlamasında aktif rol oynamak (Fetal Kortizon Teorisi) 3. Fetus sürfaktan yapımını artırarak, akciğer ma-tü-rasyonunu sağlamak 72 Fetüs gelişim aşamaları Ay Özellikler 3 ay Baş/vücut oranı ? kadardır. Ağız, burun, kulak bu dönemde seçilir. Gözler yandadır. Tırnaklar oluşur. Seks farklılıkları ortaya çıkar. Anüs açılır. Amniyon sıvısında fetüs serbestçe hareket edebilir. 4 ay 10-17 cm kadar ve 100 gr ağırlığındadır. Deri saydam, düz, kırmızıdır. Kafa büyük, yüz küçüktür. Çene ve alında lanugo belirir. 5 ay Vücut gelişimi hızlanır. Lanugo yaygınlaşır. Deri kırmızı-mat renktedir. Saçlar belirginleşir. Alında verniks kazeoza vardır. 6 ay Derisi buruşuk ve mat bir hal alır. Lanugo tüm vücuda yayılır. Deri altında yağ birikir. Doğarsa bu dönemde nefes alabilir. 7 ay 35-38 cm kadar olan çocuk yaklaşık 1000 gr ağırlığındadır. Derisi kırmızı ve verniks kazeoza ile örtülüdür. Gözde pupiller membran kaybolur. Doğarsa hareketleri kuvvetli, şase hafif olup özel bakımla yaşatılabilir. Tırnaklar parmak ucuna kadar gelir. Kızda klitoris labiumlar arasında taşarken, erkeklerde testisler skrotuma inmemiştir. 8 ay Deri soluk, kırmızı renkte ve buruşuktur. Verniks kazeoza ile örtülüdür. Lanugo sırtta ve periferde mevcuttur. Termoregülasyon, solunum ve gastrointestinal sistem dış şartlara uyacak olgunluktadır. Ancak doğarsa özel bakım gerekir. 9 ay 46 cm ve 2500 gr kadardır. Deri altı ve yağ doku tamamlanmaya başladığında vücut hatları düzgünleşir. Yüzde kırışıklıklar kaybolur. 10 ay Tam gelişimini tamamlar. 50 cm ve 3000 gr ağırlığındadır. Deri açık pembe, gergindir. Verniks kazeoza ancak kasık ve majuslar temas halindedir. Erkekte testisler skrotuma inmiştir Erken gebeliğin tanısı 1- Kesin Gebelik Bulguları 1- Ultrason ile fetusun görülmesi: 4-5 haftalık gebelikte amniyon kesesi görülür. 5-6. haftalık gebelikte FKA saptanabilir. 2- Çocuk kalp seslerinin oskültasyonu: Gelişmiş cihazlar ile 10-12.haftada FKA alınabilir. İlkel fetoskopla 17-18 haftada duyulur. 3- Çocuk hareketlerinin doktor tarafından hissedilmesi. 5 ay civarında mümkündür 4- EPF (Early Pregnancy Faktör): İmplantasondan önce gebelik anlaşılabilinir. 5- Spesifik p - Schvvangerschaft proteinlerinin ölçümü: (|3 HCG implantasyondan 1 gün sonra pozitif olur ama Germ Hücreli Över Tm'lerinde ve Mol Hastalıklarında pozitiftir.) 2- Kesin olmayan Gebelik Bulguları 1- Annenin ifadesine göre: Adet rötarı - Bulantı - Kusma - Baş dönmesi - Memelerde hassasiyet - İştah değişmeleri - Pollaküri - Uykuya meyil - kokulardan tiksinme 3- Muayenede Gebelik Şüphesi Uyandıran Bul-gular: Chadvvick arazı: Vulva ve vajende lividite Serviksin yumuşaması ile ilgili olanlar: Hegar Bulgusu: Collum ve korpus birbirinden ayrıkmış gibidir. - Gaus Belirtisi: Portio çok kolay hareket ettirtebilinir. - Mc Donald Belirtisi Uteroservikal bileşkede uterus flexbldır. - Goadall Belirtisi: Servikste yumuşama ve lividite görülmesi Uterusun 73 Asimetrisi ile birlikte bulunanlar - Piscacek Belirtisi: Uterusta periferik asimetri - Ladin Bulgusu: Uterus orta hatta asimetri - Holzapfel Belirtisi: Tuşede uterusun ard arda gevşeyip sertleşmesi - Noble Belirtisi: Yan fornikslerde parmağın uterusa çarpması - Osiander belirtisi: 16. haftada yan forniksten a.ulerina atımı elle hissedilmesi - Braxton - Hicks kasılmaları: 28. haftada başlayan, düzenli artan, hareket ile azalan ağrısız kasılmalardır; progesteron etkisi ile oluşur. ABORTUSLAR Gebeliğin 20. haftadan önce veya 500 gr'dan az olarak sonlanmasına Abortus denilir. Abortusların 12. haftadan önce olması erken abortus, sonra olması geç abortus olarak adlandırılır. Tüm gebeliklerin % 1012'si düşük ile sonlanır. Abortus Terminolojisi • Ab.imminens: Vaginal kanama ve pelvik kramplar vardır. Ama internal os açılmamıştır. Belirgin bir tedavisi yoktur. Yatak istirahati verilir. Progesteronların verilmesi de yaygındır ama zararlı olabileceği düşünülmektedir. VACTERL sendromu yapabilir. • Ab. İncipiens (önlenemez düşük): Kanama ve pelvik ağrı vardır ama internal os'da açılmıştır. Tek tedavisi beklemeden kürtaj yapılmasıdır. • Ab. İnkompletus:Gebelik materyalinin bir kısmı atılmış, bir kısmı ise uterus içerisinde durmaktadır. Acilen rest kürtaj yapılmalıdır. • Ab. Completus: Tüm gebelik materyali atılmıştır. Ya çok erken düşüklerde ya 14. haftadan sonra, yani plasenta oluştuktan sonraki düşüklerde görülür. • Habitüel Abortus: Peşpeşe 3 düşük yapılmış olması demektir, Mutlaka etyolojik neden araştırılmalıdır. • Missed Abort: Ölü fetusun kimine göre 5 kimine göre 8 haftadan fazla uterus içerisinde kalmasına verilen isimdir. DIC ve enfeksiyon gelişebilir. En çok düşük tehdidi için uterusu gevşetici drogları kullananlarda olur. Fibrinojen ölçümleri ilk yapılması gerekendir. Kürtaj sonra yapılmalıdır. • Ab.Criminalis: Medikal endikasyon olmaksızın yapılan aborttur. • Ab.Medicalis: Medikal endikasyonla yapılan aborttur. • Septik Abort: Medikal olmayan çeşitli maddelerin kullanılması ile yapılan aborttur. En tehlikelisi sa-bun ile yapılandır. • Hormonal Abort (Biyokimyasal Düşük) (Menstrüel Düşük): Biyokimyasal olarak ispat edilmiş gebeliğin, menstrüasyon ile sonlanması-dır. En sık IVF uygulamalarında görülür. Abortus etyolojisi 1- Kromozom Anomalileri (% 50-70) En sık rastlanıan etyolojik nedendir. En sık trizomilere sonra monozomilere rastlanılır. A- Trizomiler • 16 Trizomi en sık görülenidir ve hiçbirisi yaşamaz • 21 Trizomi ikinci sıklıkla görülenidir, %75'i düşer %25'i doğar. En sık görülen otozomal kromozo-mal anomali bu yüzden Dovvn Sendromudur. • 18 Trizomi = Edvvards Sendromu • 13 Trizomi = Pattau Sendromu = En az görülenidir. B- Monozomiler • En sık görüleni 45 XO yani Turner sendro mudur. % 97-99'u düşer. 2- Embriyo ve trofoblast yuvalanma bozuklukları: Anembriyojenik gebelik veya "blighted ovum" olarak da adlandırılırlar. Bunların da % 50'sinden kromozomal anomaliler, geri kalanlarda ise desidu-al yetersizlik veya trofoblastlarda invazyon güçsüzlüğü sorumludur. Anne ve fetus arasında vasküla-rizasyon oluşamaz. Bu yüzden USG'de boş amni-yon kesesi görülür. 3- Uterusa Ait Kusurlar Uterus Septus - Servikal yetersizlik - Uterus Didel-fis - Uterus tümörleri - Geçirilmiş uterin ameliyatlar - uterus hipoplazisi - uterus yer değiştirmeleri gibi nedenler ile abortus, prematür doğum veya malpre-zantasyonlar oluşabilir. Bunlar arasında en sık görüleni, abortus oluşumudur. 74 Uterus kusurlarında, çoğu kez düşük 12. haftadan sonra olur ve fetus canlı iken düşer. 16-20. gebelik haftalarında tekrarlayan ağrısız düşüklerde akla ilk olarak servikal yetersizlik gelmelidir. Servikal yetersizlik serklaj ameliyatları ile önlenebilir. En çok uygulanan iki serklaj operasyonu Schi-rodkar ve McDonald operasyonlarıdır. Tüm uterin nedenli düşükler arasında en sık rastlanılan neden uterus septustur. Uterin nedenli düşükler, habitüel olmaya eğilimlidirler. 4- Endokrinolojik düşükler: En sık rastlanılan nedeni hipotiroidi, ikinci sıklıkla diabettir. Korpus luteum yetersizliği de aborta neden olabilir. Hipotiroidi, korpus luteum yetersizliği, infertilite, anormal uterin kanama da yapabilmesine karşınen fazla aborta neden olur. Diabette düşüğün nedeni vasküler yetersizlik veya erken dönemde hiperglisemi oluşmasıdır. 5- Mekanik veya psişik travmalar aborta neden olabilirler. 6- Enfeksiyonlar: Toxoplazma - Rubella - CMV -üsteria - Brucella (tartışmalı)-Mycoplazma (en sık) başta olmak üzere, çeşitli enfeksiöz ajanlar abortus yaptırtabilirler. Hepatit B'ye bağlı düşük olmaz 7- İmmünolojik Nedenler: Fetus aslında anne için yabancı bir antijenik dokudur. Ama çeşitli nedenler ile fetus reddedilmez. Bir diğer deyişle, fetus anne için yabancı bir cisim olarak algılanamaz. İşte bu temel prensibin bozulması immünolojik nedenli düşüklere neden olabilir. Ama bu konuda yapılan çalışmalar, abort olabileceğini doğrularken, öne sürülen hipotezlerin doğruluğu tam olarak kanıtlanmamıştır. • Trombofililer • ABO, Rh ve Keli uyuşmazlıkları aborta neden olabilir. • Paternal veya maternal antijenlerin bazen benzerlikleri, bazen de farklılıkları aborta neden olabilir. Örneğin anne ve babanın benzer HLA'ya sahip olmaları, fetal antijenleri bloke eden blo-kan antikorların azalmasına neden olarak abort yaptırır. • Partnerine karşı aşırı miktarda ASA (anti-sperm antikor) oluşturmuş kadında abort olabilir • SLE ve antifosfolipid sendromunda trombop-lastine karşı oluşan lupus antikoagülan antikorları aborta neden olabilirler. Çünkü bunlar trombus oluşumuna neden olabilirler. Ve özellikle 2.trimestirde düşük yaptırabilirler. • Antifosfolid antikorları olan kadınlarda, tro-foblast yıkımına bağlı abort gelişebilir. • P veya Pk kan grubu taşıyan kadınlarda, anti Pantikorları sentezlenebilir. Bunlar habitüel abort yapabilirler Habitüel abortus nedenleri Habitüel abort, peşpeşe 3 veya daha fazla ardışık düşük yapma demektir. 3 ardışık düşükten sonra yeniden düşük yapma olasılığı %30-45 dir. 40 yaş üzerindeki kadınlarda, artan trizomi sıklığına bağlı olarak bu oran artar. Gebeliğin ilk haftalarında oluşan erken reküren kayıpların en sık nedeni kromozomal bozukluklar olurken, ikinci trimestirdeki abortusların en sık nedenini immünolojik ve uterin anomaliler oluşturmaktadır. Ancak, bütün etyolojik nedenler yönünden araştırmalar tam olarak yapılsada %50 olguda neden bulunamamaktadır. Bundan ötürü son yıllarda, bu nedeni izah edilemiyen olguların, trofoblast düzeyindeki, moleküller seviyed bozukluklar ile ilgili olabileceği görüşü (Alloimmünite) yaygınlaşmıştır. 1- Genetik nedenler İlk trimestin abortuslarının %50'sinde, ikinci trimestin abortuslarının ise %5'inde, embriyanal anormal karyo-tip saptanmaktadır. Sitogenetik araştırmalar ile saptanan bu anomaliler en sık ve meiotik eşleşme hatasına bağlı aneploidi ya da fertilizasyon hatalarına bağlı poliploid şeklinde gerçekleşir. Bunlar arasında trizomiler en sık görülürken, otozomal monozomiler nadirdir ve 45x0 ile Turner sen-dromu sık görülenidir. Trizomi insidansı yaz ile birlikte artar. Bunlar içerisinde en sık %30'luk oranla 16 trizomi gözlenir. İkinci sırada ise 21 trizomi görülür. Trizomi göstermiyen tek kromozon, I. kromozomdur. Birinci kromozoma ait trizomiler istisnai olarak sadece IVF uygulanmalarında saptanabilir. 35 yaşından büyük bir kadının aneploidili bir fetusa sahip olması ihtimali %0 dır. Bu nedenle amniyosenteze mutlaka başvurulmalıdır. 75 Anormal fertilizasyon sonucu oluşan poliploid olguların en büyük bölümü triploidi ve fetraploidi şeklinde gerçekleşir. Anoploidi ve poliploid olgularının arkasından 3. sıklıkla kromozom yapısal anomalileri gelir. Bu yapısal kromozon anomalileri, fetusa özellikle anneden geçer. Bunun istisnası IVF uygulamalarında görülmekte ve babaya ait yapılas kromozomal bozukluklar fetusta aborta neden olmaktadır. Yapısal anomaliler içerisinde annenin dengeli translokasyon taşıyıcısı olması en sık görülendir. Dengeli olmıyan translokasyonların yarısından fazlası anormal robertsanyan tipindedir. İnversiyon ve halka kromozon gibi yapısal bozukluklar nadir görülür. Tek gen bozukluklarının habitüel abort yaptırtabilece-ği bilinmektedir. Buna en iyi örnek miyotonik distrofilerdir. Yine bu grubta, ta tanatoforik displazi ile tip - 2 osteogenezis imperfekta gibi Ölümcül iskelet anomalileri gösterilmiştir. Genetik nedenli olguların dağılımı • Trizomiler (%50) • 16trizomi • 21 trizomi: sıklıkla mayotik ayrılmama sonucunda oluşur. Translokasyona bağlı olguların %80'inde extre kromozon anneden, %20' sinde babadan gelir. • Monozomiler (%2Û) • 45X0 Turner sendromu en sık rastlanılandı • Triploidi (%15) • Fazla haploid kromozon seti %80 babadan,%20 annedendir. • Tetraploidi (%5) • Translokasyonlar (%4) • Mosaizim (%2) • Tek gen bozuklukları • 9. kromozom p11 g12 inversiyonu İmmun nedenler Bunlar başlıca iki başlık altında toplanırlar. 1) Otoimmünite Otoimmünite kişinin kendisinde, kendisine ait bazı yapılara karşın oluşan hücresel veya hümoral cevaptır. Bunun en güzel örneğini SLE'de görmekteyiz. Bunlarda Hupus antikoagilan dediğimiz bir anti-body (immunoglobilin) tromboplastine karşı oluşmaktadır. Bu antikor sadece SLE'de değil, bazı başka durumlarda Örneğin antifosfolid sendromunda da oluşmaktadır. Bu antikor, protrombin ve parsiyel protrombin zamanını uzatmakta ve tromboplastim inhibisyon testine neden olmaktadır. SLE'ye bağlı gebelik kayıplarının %75'den fazlası ikinci veya üçüncü trimestirde gerçekleşmektedr. Otoimmünite ile ilgili önemli bir hastalık ise antifos-folipid sendromudur. Bu sendrom otoimmun hastalıkların gidişinde ortaya çıkarsa, bu takdirde se-konder AFS olarak adlandırılır. Sekonder AFS'de ya otoimmun hastalığa ait klinik veya labaratuar bulgu yok ise primer AFS olarak adlandırılır. Antifosfolin sendromunda başlıca 3 tip antifos-folipid antikorları (APKA) vardır. Bunlar negatif yüklü fosfolipidlere bağlanan antikorlardır. • Lupus antikoagülan antikorlar (LAC) • Antikordiyolipin antikorlar (ACL) • Sifiliz için yanlış pozitif sonuç veren antikorlar. Otoimmnite olgularında ANA artışı ve antitiroid antikorların da varlığı günümüzde araştırılmaktadır. 76 Antifosfolipid antikorlarının sinsi tiyotrofoblastları yıkarak, plasenta formasyonunu bozmak sureti ile 10. gebelik haftasından sonra abort yaptırttığı kabul edilmektedir. Tanıda bu antikorların gösterilmesi ve aPTT (aktive parsiyel tromboplastin zamanı) uzamasının saptanması yeterlidir. Tedavi de ise aspirin, heparin ve se-gonder AFS'da kortizon verilmesi önerilmektedir. 2) Alloimmünite Fetal doku, zar, ve plasenta üzerindeki antijenlere karşı, annede oluşan anormal immun cevabtır ve sıklıkla habitüel abortusa neden olur. Aslında, düşünülecek olursa, fetus anne için farklı bir antijenik komplekstir. Ancak anne, gebelikte oluşan blokan antikorlar ile, fetal farklı antijenik yapıyı algılayamaz. Yeni gebeliğin devamı bu blokan antikorların varlığına ve niteliğine bağlıdır. İşte bu blokan antikorların oluşumunu HLA (human lympocyte antigens) engel olur. Blokan antijenler bu durumda yeterince yapılamaz ve fetal doku ta-nırarak reddedilir. Eşi ile çok sayıda HLA'sı benzeşen kadınlarda habitüel abortuslar çok sık görülür. İmmun cevabı kontrol eden majör histokompatibili-te kompleks (MHC) genleri 6. kromozom üzerinde bulunurlar. Bu genler klas ! ve 2 MHC antijenlerini kodlarlar. Klas-1 antijenleri HLA-A, B, C, klass 2 antijenleri ise HLA-DR, DP ve DQ'DUR. Klas 1 antijenleri vücuttaki hemen hemen tüm hücreler üzerinde bulunmakta olup, kişinin immunoljik kimliğini gösterir. Proteinler ve bakteriler gibi ekzo-jen antijenler, immun hücreler ile Klas II antijenleri yolu ile ilişkiye girer. HLA antijenleri, sperm, ovum, morulla ve blasto-kist aşamasındaki embriyoda bulunmaz. Sinsitiyotrofoblastlar matemal kan ile doğrudan karşılaşan fetal yapılardır ve bunlar üstte anlatılan klasik HLA'ları taşımazlar. Ancak villöz ve non-vilöz trofablastlar üzerinde HLA-G antijenleri vardır. İşte klasik HLA'ların yokluğu ve HLA-G'lerin varlığı fetal dokunun anne tarafından tanınmasını engellediği varsayılmaktadır. Yani fetusun adeta anne işin imminolojik kimliği yok gibidir. Yine son zamanlarda trofoblastlar üzerindeki TLX andijenleri (Trofablast lympocit, cross aktiv antijen) saptanmıştır. Bu antijenlerde, annenin fetal dokuyu tanımasını engellediği ayrıca annede blokan antikorlarının yapımını indüklediği sanılmakdadır. 3) Trombofilik bozukluklar Trombofilik hastalıklar trombus oluşumunun arttığı hastalıklardır. Gebelik de zaten bir hiperkoagü-latif durumdur ve eğer bir trombofili üzerine oturmuş ise habitüel abortus ihtimali artmıştır. Gebelikte, fibrinojen, faktör VII, VIII, X artmıştır. Buna karşın bu artışı dengelliyecek olan antitrom-bin-lll, protein C ve protein S bu dengeyi kuracak şekilde artmaz hatta Protein S düzeyleri %40-50 oranınd azalır. Antitrombin-lll ve protein C sabit kalır. Üstelik gebelikte trombosit aktivasyonu da artmıştır. Öte yandan fibrinoliz sistemi gebelikte depresyone edilmiştir. Örneğin plazminojen aktivatör inhibi-törü 1 ve 2 gebelik boyunca artmaktadır. Günümüzde çok fazla araştırma yapılan ve birçok farklı hastalıkla ilgisi soruşturulan trombofilik hastalık Faktör V Leiden mutasyonudur. Bu genetik geçişli hastalık Aktive Protein C Rezistansı adı altında toplanan bir grup trombofilik hastalığın en önemlisidir. Aktive protein C rezistansı, Faktör V adlı, koagilas-yon mekanizmasında görevli proteini kodlıyan genin 1691 nükleotid pozisyonundaki quaninin ade-nin ile yer değiştirmesine bağlı oluşan otozomal dominant geçiş gösteren bir hastalıktır. Aktif protein C sağlam halinde iken, koagülasyon faktörleri Va ve VIII a'yı kofaktör proten S varlığında inakti-ve eder. Mutasyona uğramış halinde ise bu inakti-vasyon gerçekleşemez ve trombin oluşumu ile hi-perkoagilasyon oluşumu artar. Faktör V Leiden mutasyonlarının homozigotlarında, sağlıklı insanlara göre %50-100, heterozigotlarında ise 5-10 misli artmış tromboz eğilimi vardır. Faktör V Leiden mutasyonu dışında Protein S ve C eksikliğine bağlı trombofililerin de habitüel abortus yaptığı gösterilmiştir. 77 Aktif protein C rezistansı için en iyi tanı yöntemi, mutasyonları tanımak için DNA testi yapmaktır. Ama son zamanlarda koagülasyon tabanlı tarama yöntemleri %99 doğru netice vermektedir. Habitüel Abortusu neden Olan Trombofilile • Faktör V Leiden mutasyonu (en sık) • Protein S ve C eksikliği • Faktör XII eksikliği (Hageman) • Hiperhomosistanemi • Konjenital • Folat eksikliğine bağlı edinsel • Antitrombin III eksikliği • Displzaminojemiler • Disfibrinojemiler Trombofililerin tedavisinin aspirin ve heparin kullanılır. Özellikle düşük molekül ağırlıklı heparin (LMVVH) tercih edilmelidir. Çünki monitorizasyona gerek duyulmayan bir heparin çeşididir. 4) Endrokrin bozukluklar • Tiroid bozuklukları (özellikle hipotiroidi) • Kontrolsöz diyabet • Desidual immünite bozukluğu • Prematür LH piki • Corpus luteum yetmersizliği • Endometriozis Endokrin bozukluklara bağlı gelişen habitüel abor-tuz olguları sanıldığından fazladır ve tüm habitüel aburtusların %25'ini kapsadığı bile iddia edilmektedir. Hipotiroidi son yıllarda dikkat çeken bir konudur. Dünyada yapılan tüm önde gelen çalışmalarda, serum TSH düzeyi yüksek olan kadınların, sadece % 0,3'ü aşikar hipotiroidik iken diğerlerinin subklinik kaldığı gösterilmiştir. Bu subklinik kalan olgularda bile, antitiroid antikorlar, veya TSH bağlayıcı inhibi-tör antikorların gebelikte arttığı ileri sürülmüştür. TSH plasentayı geçmez ama bu antikorlar plasentayı geçer ve fetal kayba neden olabilir. Bu konuda yine son yıllarda özellikle, tiroid prok-sielaz antikorlarının artışının, spontan gebelik kayıplarına eşlik ettiği gösterilmiştir. Diyabeti olan kadınlar, metabolik kontrolleri iyi olduğu sürece, normal kadınlardan fazla abortus yapmazlar. Ancak, diyabeti olan ve ilk trimestirde yüksek glikoz ve HBA'c düzeyleri olan kadınlarda hem abortus hem de konjenital anomali insidansı artar. Corpus luteumun kolitatif ya da kontitatif yetmezliği, yetersiz progesteron üretimine neden olarak en-dometriumun matürasyonunu bozar ve mabitüel abortusa neden olur. Bu takdirde 7. haftayı pek aş-mıyan düşükler gerçekleşir. Son zamanlarda corpus luteum yetmezliğinin en önemli nedeni olarak erken LH yükselmesi olabileceği gündeme gelmiştir. Gerçekten de, menstrüel siklusun 8. gününde erken LH yükselmesi olabileceği gündeme gelmiştir. Gerçekten de, menstrüel siklusun 8. gününde erken LH yüksekliği gösteren kadınlarda % 65 sıklıkla abortus oluştuğu, normal 12-13 günde LH yükselmesinde ise gebelik kayıplarının %10-12'de kaldığı araştırmalar ile gösterilmiştir. İşte bu nedenle, habitüel abortus öngörüsünde, siklusun 8. günü LH yüksekliğinin ölçülmesi rutine girmiştir. Erken LH yükselmesi, foliküler gelişimi bozarak abort yaptırtmaktadır. Ayrıca, endometriozis, hiperprolakti-nemi ve hipotiroidi olgularında da eşlik eden corpus luteum yetmezliği oluşabilir. Endometrioziste eşlik eden otiummun antikorlar, TRH'a artmış PRL cevabı, ve makrotajların zigotu fagosite etmeleri nedeni ile habitül abortus oluşabilir. 78 5) Anatomik bozukluklar Müller kanalı füzyon veya kanalizasyon defektleri-ne, yaklaşık olarak her 700 kadında bir rastlanmaktadır. Bu bozukluklar klinikte, habitül abortusa, abortusa, malprezentasyona veya erken doğuma neden olabilirler. Bunlar arasında en sık görüleni abortus oluşumlarıdır. En sık raslanan uterin anomali uterus septus olmasına karşın, en fazla gebelik kaybına neden olan anomali bikornut uterus'dur. Uterusun anatomik bozukluklarında, çoğu kez düşük 12. haftadan sonra olur ve fetus canlı iken düşer. Özellikle 16-20. gebelik haftalarında, tekrarlıyan ağrısız düşüklerde, akla ilk olarak servikal yetersizlik gelmelidir. Servikal yetersizlik serklaj operasyonları ile önlenebilir. Bu operasyonlar özellikle 12-14 haftada yapılır ve serviksin ağzı torba ağzı gibi dikilerek kapatılır. En çok uygulanan iki cerclaj operasyonu Mc Donald ve Schirodka operasyonlarıdır. Ashermann sendromunun da habitüel abort yapabileceği kabul edilir. 6) Çevresel faktörler Bu tür etkenler insanlardaki malformasyonların %10'undan sorumludur. Tüm insan malformas-yonlarının sadece %1'i reçete edilmiş ilaçlara, radyasyona ya da kimyasal ilaçlara bağımlıdır. Sigara, alkol, aşırı kahve tüketimi, anestezik gazlar, tetrakloretilen, isotretionin (accutane) habitüel abortus için neden değil ama belki de artmış risk oluşturur. 7) Enfeksiöz nedenler Tekralıyan gebelik kayıplarında, infeksiyonların rolü olduğu uzun yıllardan beri söylenmesine karşın, ispatı mümkün olmamıştır. Üzerinde kens-esus sağlanan tek bir mikroorganizma yoktur. Uterus anomalileri aşağıda sıralandığı giidir. • Uterus septus (en sık) • Servikal yetersizlik • Bikornu uterus • Uterus didelfis • Umikornu uterus (en nadir) • Uterus tümörleri • Uterus hipoplazisi • Uterusun yer değiştirmeleri • Geçirilmiş uterin operasyonları Tekrarlayan gebelik kayıplarında kullanılan testler • Genetik - Çiftlerin karyogramı • Anatomik -HSG - Laparaskopi - Histeroskopi • Endokrinolojik - Midluteal progesteron - Endometrial biopsi - 8. gün LH ölçümü -PRL -TSH - Tiroid peroksidaz antikorlar - Diabetiklerde HBAIc • İmmünolojik metabolik 79 -APTT -VDRL - Antifosfolipid antikorları - HLA analizleri • Trombofilik -APTT - Antitrombin III düzeyi - Protein C ve S aktiviteleri - Modifiye APC zamanı - Faktör V ve II için gen analizi • Geçirilmiş uterin operasyonları Uterin nedenler 1- Uterus septus: En sık görülenidir. Cerrahi onarım gerekir. 2- Servikal yetersizlik: Cerclaj operasyonları uygulanır. 3- DES ile karşılaşmış olmak 4- Uterus Didelfis veya Unicollis Bicornis ile Uni-kornuat uterus gibi Müller kanalı anomalileri cerrahi onarım gerekir. 5- Asherman sendromu: intrauterin sineşilerin çözülmesi için histereskopi ve siklik östrojen - progesteron uygulamaları yapılır. Tanıda, MR ile doğrulanmış transvaginal ultra-son ve HSG yeterlidir. Kürtaj komplikasyonları - Uterus Perforasyonu - İnfeksiyon ve Asherman gelişimi - Barsak Perforasyonu - Septik Şok - Gazlı gangren ve tetanoz - Sabunla yapılan düşükte hemolize bağlı böbrek iflası Habitül abortus olgularında değerlendirme (Prekonsepsiyonel değerlendirme) Öykü Muayene Laboratuvar 1- Önceki gebelik kayıpları 1- Sistemik muayene 1- Parental karyotipleme (patern, trimester,karakteristik) 2- Menstrürasyon düzeni 2- Jinekolojik muayene 2- Tam kan sayımı 3- Çevresel toksin, ilaç, fiziksel ajanlar 3- HSG (histereskopi, L/S) 4- Jinekolojik / obstetrik infeksiyonlar 4- Luteal faz değerlendirilmesi 5- Sistemik hastalık 5- TSH,antitiroid antikorlar 6- Antifosfolipid sendromu belirtileri (tromboz,otoimmün hast vb) 6- Antifosfolipid antikorlar (kardiolipin,fosfatidil serin) 7- Akrabalık 7- Lupus antikoagulan (APTT, RWT) 8- Soygeçmiş 8- Servikal kültür? (mikoplazma, üreoplazma, klamidya) 9- Önceki test ve tedavi şekilleri Endoderm - ektoderm - mezoderm gelişimi • Fertilizasyondan 6 gün sonra blastokist uterusa yuvalanır. • Bundan 1 gün sonra sitotrofoblastların altında endoderm oluşur (7. gün). 80 • Bundan 1 gün sonra Ektoderm oluşur (8. gün) • Bundan 1 gün sonra ise ikisi arasında Mezoderm oluşur (9. gün). • Plasenta ve ekleri genel olarak mezodermal kaynaklıdır. Ektodermden oluşan yapılar • Mezodermden oluşan yapılar Merkezi ve periferik sinir sistemi *Bağ, kemik, kıkırdak doku • Kulak,göz ve burun duyu epiteli *Düz ve çizgili kas dokusu • Kıl,tırnak,kirpik,saç dahil epidermis *Kan,lenf,kalp damarları • Meme bezleri *Böbrek,gonad ve ilgili kanallar *Hipofiz *Kan ve lenf hücreleri *Deri altı bezleri *Genital boşaltma yolları *Dişin mine tabakası *Seröz zarları, -plevra ,periton , perikard - *Nöral kristadan oluşan yapılar *Dalak, adrenal korteks * Adrenal medulla *Deri pigment hücreleri Endodermden oluşan yapılar *Spinal, kraniyal, otonom sinir sistemi gangliyon hücreleri *Mide, bağırsak, solunum yolları epiteli *Schwann hücreleri *Mesane, üretra epiteli *Dura, araknoid, pia mater *Tonsilla, paratiroid, karaciğer, pankreas parankimi,safra kesesi *Östaki tüpü, timpan boşluk örtü epiteli *Tüm mukozalar ALFA FETO PROTEİN (AFP) AFP I Yüksek molekül ağırlıklı bir glikoproteindir. Yapı olarak albümine çok benzer Gebeliğin ilk 5-12 haftasında fetusun yolk kesesinde yapılır. Ancak bu maternal serumda ölçülemez. Gebeliğin 12. haftasından sonra ise fetal karaciğerde yapılmaya başlar. Bu maternal seruma geçer ve ölçülebilinir. AFP'nin fetusta ne işe yaradığı tam anlaşılamamıştır. Ancak fetusta steroid hormonların taşıyıcılığını yaptığı veya hücre proliferasyonunu artıran bir madde olduğu düşünülmektedir. AFP, amniotik sıvıda fetal serum konsantrasyonunun 1/100 oranında bulunur. Maternal serumda ise amniotik sıvı düzeyinin 1/1000'i kadardır. Fetal kandaki düzeyi 12-14. haftada pik yapar. Sonra 32. haftaya kadar yavaşça azalır. Bu azalma 32. haftadan sonra iyice hızlanır. Maternal serumda ise gebeliğin 13.haftasından sonra yükselmeye başlar ve 32.haftaya kadar artar. Daha sonra azalır. AFP, fetal SSS'de en yüksek konsantrasyonda bulunur. Amnios sıvısına ise normal şartlarda fetal idrar ile geçer. Amnios sıvısından anneye, transplasental ve trans-membranöz olarak geçer. Anne kanında yarı ömrü 5.gündür. Fetusta en çok SSS'de bulunduğu için, SSS'nin direkt amnios sıvısı ile temas ettiği durumlarda, yani açık NTD'lerde amnios sıvısına direkt olarak geçer. Kapalı NTD'lerde ise, kapatan zarlardan diffüzyon ile amnios sıvısına geçer. Renal agenezide amnios sıvısında AFP mutlaka azalır. Bu azalış MSAFP'yi etkileyebilir de, etkilemeyebilir de. 81 AFP'nin Amnios sıvısı ve maternal serum'da azaldığı durumlar şunlardır: 1- Down sendromu 2- Mol hastalıkları 3- Toksemi 4- Renal agenezi 5- Maternal obezite AFP, bunun dışındaki patolojik durumlarda artar. Bunları yine de şöyle sıralayabiliriz: • Açık ve kapalı NTD • Çoğul gebelik • Fetal distres • Missed abort • Ab.imminens • Ab.incipiens • Rh izoimmünizasyonu • Konjenital nefroz • İntestinal obstrüksiyon • Omfalosel • İn utero eks • IUGR • Prematür eylem AFP'nin tıpta kullanımı - Tek başına MSAFP ve amniotik AFP ölçümü nö-ral tüp defektlerinin tanısı için kullanılır. - 3'lü Marker tarama Testi: p-HCG ve E3 ile birlikte özellikle Trizomilerin ve NTD'lerin aranması için kullanılır. - Down Sendomunda AFP düşerken, (3-HCG artar ve E3 düşer. 18 trizomilerde her 3 marker de düşer. - 3'lü tarama testinde, en Önemli faktör gestasyo-nel yaşın tam olarak bilinmesidir. - 4'lü Marker Tarama Testi (AFP-Ş -HCG ve E3 inhibin - A): Daha hassas bir testtir. Down sendromunda inhibin-A'nın artması önemlidir. - AFP anensefalide % 90-100 artar - NTD'lerde % 50 ihtimalle artar - İn utero ex'de % 60-70 ihtimalle artar - İzole AFP yükselişi prematür eylemin önemli bir göstergesidir. Gebelik ve folik asit eksikliği Folik asit hemoglobinin hem'inin yapımı için gerekli bir maddedir. Bu yüzden eksikliğinde eritrosit oluşumu bozulur. Üstelik gebelikte idrardan çok miktarda atılır. Bu öa gebelikte özellikle eksikliğine yol açabilir. Folik asid eksikliği gebelikte şunlara neden olabilir: - Megaloblastik Anemi: Fe eksikliğine bağlı mikrositer anemiden sonra 2.sıklıkla görülür. Buna karşın gebelikte görülen megaloblastik anemilerinde en sık rastlanılan nedenidir. - Abortus - Erken doğum - EMR - Ablatio Plasenta - Servikal Displazi benzeri sitolojik değişikliklerNeonatal ölüm - NTD: Son zamanlarda, prekonsepsiyonel ve pe-rikonsepsiyonel, 0,4 mg/gün folik asid verilmesi NTD'yi ve birçok fetal anomaliyi engellediği öne sürülmektedir. 82 Sigara ve gebelik Nikotin damarlarda vazospazm yaparak, siyanidler dokularda hipoksi ve hipotansiyon yaparak, CO anne ve fetus hemoglobininde O2 bağlanmasını azaltarak, gebeliği kötü yönde etkiler. Sigara içildiği esnada villuslar arası kan dolaşımı azaldığı gösterilmiştir. Sigaranın bugün için düşük doğum ağırlıklı bebeğe neden olduğu kabul edilmiştir. Ancak abortus, ablatio plasenta ve mental retardas-yon yaptığı tartışmalıdır. Alkol ve gebelik Alkolik annelerin çocuklarında fetal alkol sendromu oluşabilir. Bu sendromda 3 komponent vardır. 1. Kraniofasial dismorfizm (en sık mikrosefali) 2. Ekstremite defektleri 3. Kardiyovasküler sistem defektleri Ayrıca ilk 3 ayda çok fazla alınırsa, embriyopati ve abort yapar. Alkolik kadının çocuğu alkol eksikliği bulguları ile doğar Alkolün bu kesinleşmiş patolojik etkileri, fetal karaciğerde, alkol dehidrogenaz enzimi olmadığındandır. Bunun neticesinde, alkol fetusta parçalanamaz ve tok-sik etki yapar. Plasental tümörler En sık selim 1- Hemangioma 2- Miksoma En sık primer Habis 1- Koriyokarsinoma En sık Metastatik 1- Malign Melanoma Plasental tümörlerin çoğunda polihidramnios vardır. Ve çoğunlukla da preeklampsi, eklampsiye neden olurlar. Tümörü besleyen kan, fetusa gidecek kandan çalınmıştır ve villuslara uğramaz. Bu nedenle fetusun oksijeni azalır. Hipoksi, kardiyomegali ve hidrops gelişir. Fetus ya lUGR'a uğrar ya da ölür. Fetusun ölmesi ya da tümörden salgılanan bazı maddeler annede DIC gelişmesini tetikler. Plasental hormonlara genel bakış A- Steroid Hormonlar (Östrojenler - Progesteron -Androjenler) B- Protein Hormonlar Protein polipeptid yapılı hormonlar A- Hipotalamik serbestleştirici hormonların benzeri hormonlar 1. Plasental GN-RH: 3 önemli görevi vardır. a) HCG salgısını kontrol etmek b) Plasental steroidogenezi düzenlemek c) PG: (Prostaglandin) salgısını düzenlemek Koryonik GN-RH pulsasyonlar halinde salgılanır. Östrojen ve aktivin salgısını artırır. Proges-teron ve inhibin ile endojen opiadlar azaltır. 2. CRH (Kortikotropin Relasing Hormon) Plasentada, desiduada ve zarlarda üretilir. Sinsi-tiyotrofoblastlardan endojen opiatların salgısını artırır. Plasental ACTH salgısını artırarak, maternal adrenalin kapasitesini çoğalttığı zannedilmektedir. Patolojik durumlarda (fetal asfıksi-lUGR - hipertansiyon) PG yapımını uyararak erken doğuma neden olabilir. 3. TRH (Tirotropin Relasing Hormon) Fizyolojik rolü bilinmiyor. 83 4. GN-RH (Grovvth Hormon Relasing Hormon) Fizyolojik rolü bilinmiyor. B- Hipofiz ön-lop hormonlarına benzer plasental hormonlar 1. HCT (Human Koryonik Tirotropin) Yapı ve etki olarak TSH'a benzer. Fetus tiroidinin gelişmesini etkilediği zannedilmektedir. Mol hastalığında artar. Diğer hipofizer ve plasental glikoproteinlerden en büyük farkı a-subünitinin bulunmamasıdır. 2. Human Koryonik ACTH (Adrenokortikotropin) Maternal adrenalin aktivitesini artırarak steriodegenez için, kolesterol ve pregnenolon gibi yapı taşları sağlar. CRH tarafından kontrol edilir. plasental 3. Human Koryonik GH (Grovvth Hormon) IGF-I düzeylerini maternal kanda ve plasentada re-güle eder. 4. a-feto-protein Plasentada değil, 12. haftaya kadar Yolk kesesinden daha sonra fetal karaciğerden salgılanır. 5. Relaksin Sadece gebe kadınlarda, ağırlıklı olarak, korpus luteum'da üretilir. Ancak önemsenmeyecek doz-larda, plasenta, zarlar ve desiduada da üretilir. 2 kısa peptid zincirinden oluşmuştur. Yapı olarakda insüline çok benzer. Relaksin, serviksi yumuşatır, uterin kontraksiyonlarıinhibe eder ve pubis sympfizi gevşetir. Korpus luteumun olduğu devrede seviyesi yükselir. Ancak gebeliğin devamı için gerekli değildir. Hipofizden GH salgısını artırdığı da saptanmıştır. 6. Plasental İnhibin ve aktivin Sinsitiyorofoblastlarda yapılır. Sentezlenmelerinde PG-F2ct ve PG E rol oynar. Aktivin; plasental GN-RH, HCG ve steroid sentezini artırır, inhibin azaltır. İmmün yanıtlarda ve embriyo-genez esnasında etkilidir. 7. Büyüme faktörleri ve stokinler EGF (Epidermal büyüme faktörü) Sitotrofoblastlardan, sinsitiyotrofoblastların oluş masını artırır; mitotik etkilidir. IGF - 1, IGF - 2 (İnsülin Benzeri Büyüme Faktörleri). Plasentanın büyümesini sağlarlar. Kendileri fetusa geçmez ama plasental besin transferlerini regüle ederek, fetus gelişimini etkilerler. IGF-PB (IGF-Binding Protein) IGF'leri hedef dokuya taşıyarak maternal kanda me-tabolize olmalarını engeller. IGF-BP 1, protein 12 olarak da adlandırılır. Bağlayıcı globülinler IGF'-lerin etkilerini de engelleme özelliğine sahiptirler. Ör: Yenidoğanın ağırlığı Maternal IGF1 miktarı ile doğru, IGF-BP-1 oranı ile ters orantılıdır. İnterlökin 1 b ve CSF-1 (Koloni stimüle edici faktör): İnterlökin 1b desiduada üretilir ve CSF-1'i stimüle ederek, plasentanın gelişmesini ve fetal he-matopoezi sağlar. İnterlökin 6: Plasentada üretilir ve HCG salgısını stimüle eder. 8. Endojen Opiadlar Sinsitiyotrofoblastlar CRH etkisi ilebaşta p - endor-fin ve enkefalinler olmak üzere preopiomelanokor-tin (POMC) metabolizmasının tüm ürünlerini salgılarlar. Maternal opiat kan düzeyi, gebelik ilerledikçe artar. Ama en yüksek değere serviks tam açıldığı zaman erişir. Hipoksi, fetusta endorfin salınımına yol açan en güçlü uyarıcıdır. Bilinen veya atfedilen görevleri şunlardır; • Annede stressin azaltılması • Oksitosin, vazopresin, FSH ve LH'ın inhibisyonu • Prolaktin salgısının artırılması • Travay ve doğum esnasında doğal anestezik etkisi 9. EPF (erken gebelik faktörü) İmplantasyondan önce, gebelikle sonuçlanan koi-tus'dan 1-2 gün sonra, anne serumunda saptanır. Gebelik boyunca kanda kalır ama doğumdan hemen önce kaybolur. İmplantasyondan önce, EFP, embriyodan yollanan bir sinyalle överde yapılır. İmplantasyondan sonra ise, artık överden değil, embriyo tarafından salgılanır. Hücre prolliferasyonunu artırır. İmmünosû'presiftir. Trombositlerde ve gebelik ile ilgisi olmayan neo-plazmlarda, bol miktarda bulunur. 10. PSG | Schvvangerschaft Protein Spesifik y protein: Fonksiyonu belli değildir. 20'ye yakın çeşidi vardır. 84 PSG-1 (Pregnancy spesifik protein 1) koriokarsino-malarda marker olarak kullanılır. Çünkü seviyeleri artar. Plasenta protein 14 ise endometrioziste artar. PSG'ler iel CEA'lar çok yakın ilişki içindedirler. 11. PROLAKTİN Anne ve fetus hipofiz ön lobundan, siklusun 23.gününden itibaren endometriumdan ve myometrium-dan salgılanılır. • Na ve su metabolizmasını düzenler • Memeyi laktasyona hazırlar. Plasentadan PRL salgılanmaz. Amnios sıvısında bulunan PRL'nin kaynağı desidu-adır. Eğer gebeye bromokriptin verilirse, fetus ve annede, kan PRL düzeyi düşer ama amniotik sıvıda değişmez. Hipertansif gebelerde ve polihidramniosta, desidual ve amniotik PRL düzeyleri düşüktür. Kadın hayatında, en yüksek fizyolojik PRL yüksekliği, doğumdan hemen önceki devrede rastlanır. Son zamanlarda, amnios maisinin anneye yönelmesini engelleyen faktör olduğu ileri sürülmektedir. 12. HCG 13. HPL Rekürren spontan abortuslarda etyoloji (10. haftadan sonra) Habitülel abortus etyoloji • Genetik Faktörler %5 • Kromozal • Multifaktöryel Enfeksiyöz faktörler %5 • Bakteriler • Virüsler • Parazitler • Zoonotik • Fungal Anatomik faktörler % 13 1. Konjenital • İnkomplet Müllerian füzyon veya septum re-absorbsiyonu • Dietilstilbesterol maruziyeti • Uterin arter anomalleri • Servikal yetersizlik 2. Akkiz Servikal yetersizlik Sinesi • Leiomyomlar Endometrisis, adenomyozis Endokrin faktörler %17 • Luteal faz yetersizliği, luteinizan hormon hastalıkları dahil • Tiroid hastalıkları • Diabetes millitus • Androgen bozuklukları • Prolaktin bozuklukları İmmünolojik faktörler %50 1. Humoral Mekanizmalar • Antifosfolipid antikorlar • Antisperm antikorlar 85 • Antitrofoblast antikorlar • Blokan antikor eksikliği 2. Hücresel Mekanizmalar • Reprodüktif antijenlere TK1 hücresel immün yanıt (embryo/trofoblast - toksik faktörler/ si-tokinler) • TH2 sitokin, büyüme faktörü ve onkojen eksik-ligi • Majör histokompabilite antijen ekspresyonu Değişik faktörler • Çevresel • ilaçlar • Plasental anomaliler • Circumvallate • Marjinal %10 • Medikal hastalıklar • Kardiak • Renal • Hematolojik • Erkek faktörler Dissenkronize fertilizasyon • Koitus • Egzersiz KISA… KISA… 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. Östriol yapımında fetal, maternal ve plasental üniteler ortaklaşa çalışırlar.Oysa, progesteron yapımında Fetal ünitenin katkısı yok gibidir. Çünkü fetus adrenalinde 3 p Dehidrogenaz enzimi yoktur. Ve progesteron sentezleyemez. Progesteronu plasentadan alır ve kortikosteroid ve DHEA-S yapımında kullanılır. Fetus ölse bile maternal kanda progesteron seviyesi uzun süre düşmez. Progesteron plasenta haricinde sekresyon fazının sonlarında endometriumdan, gebelikte ise desidua ve fetal zarlardan da sentezlenir. Ancak preküsörü LDL-kolesterol değil pregnenolone sülfat dır. Progesteronun gebelikteki görevleri şöyle sıralanabilir: Plasentada 21- Carbonlu ürünler, 19-C'lu ürünlere dönüşemez. Çünkü 17 - a - Hidroksilaz ve 17-20 Desmolaz enzimleri eksiktir. Ama 19 C'lu ürünler, 18 C'lu ürünlere dönüşebilir. Bunu aromataz enzimi sağlar ve bu işleme aromatizasyon denir. Plasentada E3 sentezi için gerekli olan DHEA-S ve DHEA esas itibarı ile fetal ve daha az olarak maternal adrenalden sağlanır. Plasenta aslında, fetal adrenalden fetal karaciğere uğramadan gelen DHEA-S ve DHEA'dan östrojen yapar. Ama bunlar E^ ve E2 dir. Östriol (=E3) yapabilmesi için, DHEA-S'ın fetal karaciğere uğrayıp 16Hidroksilasyona uğraması gerekir. 16-OH -DHEA-S ise plasentada sülfataz enzimi ile önce AS'ye sonra E3'e çevrilir. Demek ki plasentada 16 a Hidroksilaz enzimi de yoktur. Fetal adrenalde, androjen üretimini başlangıçta HCG daha sonra da ACTH kontrol eder. Maternal E3 düzeyi plasental kitlenin büyüklüğüne bağlıdır ama fetal adrenal büyüklüğü daha ön planda gelir. HCG salgısı, 60-70 günlerde pik yapar. Sonra 20. haftaya kadar azalarak devam eder. 20. haftadan sonra, serumda seviyesi pek değişmez. Bu yüzden fetal viabilite tayininde 20. haftadan sonra değeri yoktur. Onun yerine E%'e bakılmalıdır. HCG'e pik yaptıktan sonra neden düşer? Bunun cevabı tam bilinmemekle beraber, aynı devrede çok artan progesteron veya otokrin down regülasyon olduğu kabul edilmektedir. Multipl marker (=3'lü test) taramasında Down Sendromunda bir marker yükselir iki marker düşer. Düşenler ctfeto-protein ve E3'dür Yük selen ise HCG dir. Buna karşın 18 trizomilerde her 3 markerde düşer. Bu 3 markerin birlikte değerlendirilmesi açık NTD' lerde % 85 doğrulukla tanı koy-durtur. Sadece intra uterin hayatta üretilen a-feto-protein, 5-12 hafta arasında yok saik üretilir. Ama esas üretim merkezi fetal karaciğerdir. a-feto-protein, fetal kanda ve amnios sıvısında, maternal kandan daha yüksek seviyede bulunur. Her kompartımanda 32. haftaya kadar artar, daha sonra azalır. 86 14. Fetal büyüme hormonunun olmadığı durumlarda (Ör: Anensefali) fetal büyümenin devam etmesi HPL-nın, GH gibi etkilemesine bağlıdır. 15. Gebelikte, diabetojenik etki gösteren, östrojenprogesteron-HPL ve kortikosteroidler arasında en önemli olanı HPL dır. 16. HPL annede IGF-I ve IGF-II üretimini stimüle ederek, insülin rezistansına ve karbonhidrat entoleransına neden olur. 17. HCG, ovulasyondan 8 gün sonra veya implantasyon dan 1 gün sonra saptanabilir. Kanda saptandığı andan itibaren LH dan korpus luteumu kontrol görevini devralır. 18. HCG'nin, plasental salınımını, pulsasyonlar halinde salgılanan, plasental GN-RH hormonu kontrol eder. GN-RH'ın salınımını plasental aktivin ile östrojenler artırır, inhibin ile progesteron azaltır. 19. Kız çocuğuna gebe annelerde, miada yakın HCG seviyeleri daha yüksektir. Bunun nedeni belli değildir. Oysa bu hormon, fetal testisin uyarılmasında ve erkekte dış genital organların gelişmesinde hayati önem taşır. Bu da bir paradoks teşkil eder. 20. İktiyozis plasental sülfataz eksikliği ile karakterize X'e bağlı resesif geçiş gösteren bir hastalıktır. Annede, karakteristik olarak çok düşük E3 ve E4 vardır. Amniyon sıvısında ise DHEA-S çok yüksek, DHEA ve AS ise normaldir. Plasental sülfataz eksikliğinde, oxitosin ile açılamayan servikal distosi oluşur. Travay başlamaz ve C/S gerekir. Birkaç istisna dışında, tüm yenidoğanlar erkek cinsiyetindedir. (İktiyozis = Avuç, boyun ve gövdede hiperkeratoza bağlı pullanma+pilor stenozu + korneal opasite + kriptoorşidizm) 21. Habitüel düşüklerin en sık görülen nedeni kromo-zom anomalileridir. Bunlar arasında trizomiler birinci sırada, monozomiler ikinci sı radadır. Trizomiler içerisinde en sık görüleni 16 trizomidir ve hiçbirisi yaşamaz. İkinci sıklıkla görülen ise 21 trizomidir ve bunların %75'i düşer %25' yaşar. Monozomiler arasında en sık görüleni Turner Sendromu dır. Bunların % 97-99'u düşer, %1-2'si yaşar. Bu yüzden populasyonda Down sendromu, Turner sendromundan fazladır. 22. Antifosfolipid sendromu, son zamanlarda tanım-lanmış, fetal kayıp, tromboz veya otoimmun trombositopeni ile karakterize otoimmun bir durumdur. Bu kliniği olan kadınlarda, lupus antikoagulan ve antikardiyolipin antikorları bulunur. Bu hastalarda, nedeni açıklanmamış fetal ölüm, en fazla bir canlı doğum olmak üzere, üç veya daha fazla spontan abortus, gebeliğin 34. haftasından önce şiddetli preeklampsi veya PIH(= Pregnancy İnducted Hypertension) veya şiddetli IUGR görülür. 23. Antifosfolipid antikorları, lupus antikoagulan ve antikardiolipin antikorlarına verilen genel addır. Bunlar damar endoteline ve trombositlere karşı oluşurlar. Bunlar trombositlerde Prostasiklin yapımını azaltırlar ve TxA2İle dengesini bozarak, vazokonstriksiyona neden olurlar ve PIH açığa çıkar. Aynı zamanda damar endotelinde yaptıkları hasarlar da tromboza neden olurlar. 24. Antifosfolipid sendromu sadece obstetrik bir olay değildir. Birlikte, spesifik bir takım klinik bulgular da gösterir. Bunlar, deride liveda reticularis, arteriel veya venöz tromboembolizm, Coombs testi pozitif hemolitik anemi, geçici istemik ataklar, amo-rozis fugaks ve lupustur. 25. Antifosfolipid sendromunda tedavi amacıyla, teşhis konur konmaz düşük doz aspirin ve heparin tedavisi uygulanmalıdır. Son zamanlarda glükokortikoid tedavisi de uygulanmaya başlamıştır. Bu tedaviler ile %75 ihtimalle canlı bebek doğabilir. Teşhisinde ise bu antifosfolipid antikorlarının gösterilmesi veya aPTT'nin uzamasının gösterilmesi gerekir. 26. Anatomik nedenlere bağlı düşüklerde en sık rastlanan uterin anomali uterus septus dur., 87 İNTERSEKSÜALİTE Anormal seksüel gelişim 1. GONADAL DİSGENEZİLER 4. PSÖDOHERM AFRODİTİSMUS FEMİNUS. • Konjenital adrenogenital sendrom • Turner sendromu (en sık)= 45X0 • 46xx Gonadl Disgenezi • 21. Hidroxilaz eksikliği (en sık) • Swyer Sendromu = Saf gonadal dizgenezi 46XY • 11-b-Hidroxilaz eksikliği • Mixt . Gonadal Disgenezi • 17-a-Hidroxilaz eksikliği • 3-b-dehidrogenaz eksekliği • 20-22 desmolaz eksikliği 2. KLEİNFELTER SENDROMU (fötal) 3. PSÖDOHERMAFRODİTİSMUS MASCULİN • Adrojen sagılayan tümörler • Y kromozom kısa kol yokluğu • Annenin gebelikte androjenik ilaç • Agonadia kullanımı • Anorchia • Plasental aromataz eksikliği 5. GERÇEK HERMOFRODİT • VVanishing testis sendromu • Komplet veya inkomplet androjen reseptör duyarsızlığı • Komplet veya inkomplet 5-a-redû'ktoz eksikliği • Leyding cell agenezi • MİF yetmezliği sendromu • İnfertil male sendromu • Testiste testosteron yapmını engelliyen enzim defektleri İnterseksüalite 1. Ya Meios ve mitoz bölünme esnasında kromozomlardaki yapısal veya eşleşme bozukluğundan, 2. Ya da Steroid sentezi bozukluğundan meydana gelir. (Ya steroid sentezi yapacak hücre kusurludur, ya enzim defekti vardır, ya reseptör defekti vardır, ya SHBG kusurludur) I.Mayoz bölünme esnasında, kromozom çiftleri birbirinden ayrılamazsa, sayısal eşitsizlik ortaya çıkar. Kromozom sayısı bir fazla veya bir eksik olan gamet aşılanırsa, kromozom sayısı üçe çıkabilir (Trizo-mi), bire inebilir (Monozomi). Bu hem ovum hem sperm için geçerlidir. İster monozomi, ister trizomi olsun, çoğu abortusla sonuçlanır. Kromozom çiftlerinin birbirinden ayrılamamasına "non disjunction" denir. Mitozda, fertilizasyon sonrası başlayan segmen-tasyon fazındaki eşleşme hataları yüzünden, bir yandan normal kromozom sayılı gruplar, bir yandan da hatalı kromozom sayılı gruplar yan yana gelebilir. Buna mozaik denir. Delesyon: Bir kromozom parçasının kaybı İnversiyon: Kopan 180° dönerek, diğer uçla birleşmesi Translokasyon: Kromozom parçasının yer değiştirmesi Duplikasyon: Kromozom parçalarının çiftleşmesi Kromozomal yapısal bozukluklar ise, hem mayoz, hem de mitoz bölünmede ortaya çıkabilir. Bunlar: Ayrıca nadiren, kromozom sentomerlerinde, uzunlama bölüneceğine, enlemesine bölünme olması da, bir 88 tarafta kısa, bir tarafta uzun kollu kromozomları oluşturur. Gonadal disgeneziler 1- (Primer Amenore ve Gecikmiş Pübertenin en sık rastlanılan nedenidir) 2- Turner sendromu: (45 XO) en sık 3- 46 XXGonadal Disgenezi 4- SWYER: Saf Gonadal Disgenezi (46 XY) 5- MİXT Gonadal Disgenezi: (46 X/XY) Turner sendromu (Gonadal Disgenezis-Ovarian Agenezis-Gonadal Ap-lazi-Frontal Disgenezis) Sıklık: Kız doğumlarda 1/2,700 Karyotip: 45 XO'dır. En sık rastlanılan Gonadal Disgenezistir. Patogenez 1- Primordial germ hücrelerinin ya gonad taslaklarına ulaşamaması ya da atreziye olarak ulaşması 2- X kromozomunda Deletion olması. 3- Non-Disjunction olmasıdır. Testis olmayınca MİF'de olmaz ve paramezonefrik kanal (müller kanalı) gelişmeye başlar. Ancak, oluşan över tam fonksiyone olmadığından, hormonal sex aşaması tam oluşamaz. Neticede, bilateral steak gonad, iyi gelişmemiş uterus ve tubalar, çok dar bir vajen ve belirsiz dış genital organlar oluşur. Östrojenler överde yapılmaz çünki överde folikül yoktur. Bunlarda periferik yapıldığı kadar östrojen vardır. Klinik: Gerçek Turner sendromunda, bir hayli fazla, stigma vardır. Bunun nedeni X kromozomunun üzerinde ve özellikle kısa kolunda, cinsiyet belirlemeden başka özellikler taşıyan genlerin olmasıdır. • En karakteristik özelliği 1.50'yi geçmeyen boydur. • Pterygium coli (yele ense), kısa boyun, kubitus valgusları vardır • Memelerin gelişmemesi, kısa ama geniş meta-tars kemikleri (özellikle 4. metakarpta kısalık), kalkan göğüs, parmak ve tırnak anomalileri olabilir • Ekstremitelerde ödem (periferik ödem) doğumdan hemen sonra fark edilebilir. • Düşük kulaklar, nevüsler, hipertansiyon ve epi kantus katlanması vardır • Renk körlüğü ve KVS anomalileri olabilir (en sık görülen aort koarktasyonu) • Üriner sistem anomalileri olabilir (en sık görülen at nalı böbrek) • GİS anomalileri olabilir • Otoimmün hastalıklarda artış vardır (Hashimato tiroiditi, adisson hastalığı ve vitiligo). Turner send rom unda primer amenore vardır. En sık görülen 3 primer Amenore nedeni; 1. Gonadal Disgenezi (%40) 2. Vaginanın veya uterusun Konjenital Yokluğu Ör: Rokitansky Küsthner Haueser send. Müllerian Agenezi 3. Androjen Duyarsızlık Sendromu Ör. Testiküler Feminizasyon (%15 ) Steak Gonad'ın yapısı fibrotik dokudur. Dolayısı ile överde androjen ve östrojen yapımı yok denecek kadar 89 azdır. Överin üzerini döşeyen tek katlı germinatif epitel inaktiftir. Buna karşın, Rete tubulileri vardır. Labaratuvar bulguları Östrojen çok az, total gonadotropin miktarı çok yüksektir. Maturasyon endeksi sola kaymıştır. Vakaların 2/3'ünde Barr cisimciği yoktur. En sık görülen sistem anomalisi üriner sistem, 2. ise kardiyo vasküler sistem anomalileridir. Turner tanısı koymak için 1) Steak- Gonad 2) Kısa boy 3) Yukarıda sayılan somatik özelliklerden en az ikisinin bulunması şarttır. Tedavi: Aslında Turner sendromlarının %97-99'u abortusla sonlanır. Çok azı canlı doğar (%1-3) Bütün abortların %5'inde monosomiye rastlanılır. Yaşayanlarda sekonder seks karakterlerini geliştirmek için östrojen vermek gerekir. Turner sendromlularda folikül olmadığı için adet görmezler ve gebe kalamazlar. Ancak mozaik formlarda (XO/XX) gonadlardaki hızlı atreziye rağmen püber-tede adet görebilirler, çok nadiren hamile kalabilirler. Turner sendromlularda kaybolan ikinci seks kromozomu X'de olabileceği gibi Y kromozomu da olabilir. Bu takdirde Y kromozomundan arta kalabilecek minimal kırıntılar bile gonadoblastom ve disgerminom riskini beraberinde getirecektir. Aniden başlayan meme gelişimi veya hirsutismus varlığında, gelişmekte olan gonadal bir tümör akla gelmelidir. Barr Cisimciği: Fertilizasyondan 16-20 gün sonra, somatik hücrelerin nukleusunda görülür. X-1'e göre sayılanır. 16. günden sonra somatik hücrelerde tek bir X kromozomu aktiftir, ikincisi nukleus köşesine itilir ve inaktiftir. İşte bu buccal smear veya vaginal frotti de görülebilir. Buna Barr Cisimciği denir. 46xx GONADAL DİSGENEZİ: İkinci X kromozomuna ait defektlerden kaynaklanan bir anomalidir. Bilateral steak gonadları vardır. Bunlarda da folikül gelişimi yeterli değildir. ^ seviyeleri düşüktür. Boyları uzun, zayıf meme gelişimleri ve diğer segonder sex karak-ter-lerinin gelişimi yetersizdir. Adet görmezler ve hamile kalmazlar MİXT-GONADAL DİSGENEZİ (46 X/XY): Bunlar asimetrik ve anormal gonad gelişimi ile karakterizedirler. Yani bir tarafta steak-gonad, diğer tarafta ya tes-tis ya da germ hücreli bir tümör olabilir. Bunlar gerçek hermafroditler ile karışabilir. X Kromozomu ile Geçen Hastalıklar; 1- Faktör VIII eksikliği 2- Renk körlüğü 3- Duchenne tipi Müsküler tistrofi 4- Glükoz-6-fosfat dehidrogenaz eksikliği Svvyer sendromu (46 XY Gonadal Disgenezis - Pür XY - Saf Gonadal Disgenezis) Herediter olup X'e bağlı resesif geçiş gösterir. Turner'de olduğu gibi, bilateral steak- gonad'lara, gelişmemiş tuba ve uterusa sahiptirler. Ancak ondan farkı 90 boylarının uzun olması ve turner'e ait stigmaları-nın bulunmamasıdır. Bunlarda, Y kromozomu olduğuna göre testis oluşması beklenir. Ancak testis ne MİF ne de testosteron salgılayamaz. Buna "testiküler dejenerasyon sendromu" da denir. Testosteron olmadığı için Wolf kanalı gelişemez, MİF olmadığı için ise Müller kanalı gelişir. Yani tuba ve ute-rusları vardır. H-Y antijenleri bulunur. Çünkü Y kromozomları vardır ve Y kromozomunu taşıyan gonadal disgenezis vakalarının tümünde olduğu gibi, bunlarda da disgerminom ve gonadoblastom oluşması ihtimali yüksektir. Görünüş olarak, Turner ile değil Test. Feminizasyon ile karışır. (Kıllanmalarının varlığı, uterusun varlığı ve meme gelişmelerinin kötü oluşu ile ondan ayrılır.) Östrojen + progesteron verilince Svvyerlerde kanama olur. Testiküler feminizasyonda olmaz. Bu da ayırıcı tanıda kullanılabilinir. Klinfelter sendromu (47 XXY) 400-500 doğumda bir görülür. Fenotip erkektir ama Barr cisimciği pozitiftir. %15 olguda mozaik şekilleri görülür. (46XY/47XY), daha nadir olarak da 69 XXXXY karyogramına rastlanılabilinir. X sayısı arttıkça, tüm gonadal disgenezislerde olduğu gibi mental retar-dasyon da artar. En karakteristik özellikleri 1,5 cm'den küçük testisler-dir. Ayrıca seminifer tubulülerde hyalinizasyon, azospermi ve jinekomastileri vardır. Plazma testosteron düzeyi 5-8ng/dL' dir ki bu oldukça düşüktür. Buna karşın FSH ve LH seviyeleri yüksektir. Serumdaki bu düşük testosteron, penis boyunun küçük kalmasına ve de pubis ve vücut kıllarının azal-ma-sına neden olur. Eunucoid Habitus: Aşırı uzun bacaklar ve kadın tipi yağlanmaları vardır. Klienfelterler genellikle düşük doğum ağırlığı ile doğarlar. Bunun nedeni belli değilse de tiroid fonksiyonlarında azalmaya bağlı olduğu sanılmaktadır. Puberteye kadar pek ayırt edilemezler. Çoğu kez infer-tilite nedeni ile kliniğe başvuruyor. Jinekomasti %60' ında görülür. Histolojik olarak, intraductal yapılarda hi-perplazi gözlenir. Meme kanseri oranında bir artışları vardır. İlerki hayatlarında diabet, hipotiroidi ve kronik pulmoner hastalıklara adaydırlar. Tedavilerinde sürekli ve erken başlatılan androjen (testosteron) verilmesi, kas kitlesinin artmasında, vücut kıllarının çoğalmasında, erkek fenotipinin sağlanması ve korunmasında, penisin büyümesinde ve belki de ji-nekomastinin oluşmamasında etkendir. Ama eğer jinekomasti oluşmuşsa tedavi cerrahidir. Sterilitenin tedavisi ise imkansızdır. (Mozaik olgularda seminifer tubululerden biopsi ile sperm alınması denenebilir) Klinfelterlerde hem Barr cisimciği, hem H-Y antijeni pozitiftir Bu durum, bir de gerçek hermafro-ditlerde mevcuttur. 91 PSÖDO-HERMAFRODİTİSMUS MASCULİN Genetik Sex XY-Gonadlar Testis-H-Y Antijenleri Var. Barr (-) Fenotip, kadınla erkek arası ama kadına daha yakındır. Erkek gelişimi şu aşamalardan geçerek oluşur; bunların birisinde bozukluk PHA-Masculine neden olur. 1) Testiküler diferansiasyon 2) Müller kanalı regresyonu (sertoli hücrelerinde yapılan MİF ile) 3) Wolf kanalının gelişmesi (testosteron ve HCG'ye bağımlı) 4) Ürogenital sinüs ve dış genital organların Diferansiasyonu (DHT'ye bağımlı) 5) Penis büyümesi (Phallic büyüme) 6) Testislerin inmesi PHA - Masculinin sınıflaması A- Disgenetik bozukluklar • 3 β dehidrogenaz • 17 α hidroksilaz • Y Kromozom Kısa Kol Defekti • 17-20 Desmolaz • Svvyer Sendromu • 17 β hidroxi • Leyding hücre agenezisi • Testiküler regresyon bozuklukları • MİF yetersizliği • Androjen insenstivite sendromu • Komplet →Testiküler feminizasyon • İnkomplet →Reifenstein sendromu • Anorchia • 5 α redüktaz eksikliği sendromu C- Testis fonksiyon anomalileri sendromu D- END-organ anomalileri • Agonadia • Wanishing (kaybolan) testis dehidrogenaz sadece testis • Mixt-Gonadal Disgenezi B- Genetik Bozukluklar testis+adrenal korteks E- SHBG eksikliği sendromu • İnfertil erkek sendromu • 20-22 desmolaz I-SİTOGENETİK VE DİSGENETİK BOZUKLUKLAR a) Y kromozom defekti: Y kromozomunun kısa kolu olmadığı takdirde, dişi fenotip ortaya çı-kar.Çü'nki Tdf. kısa kol üzerinde lokalizedir. b) Swyer sendromu (saf XY gonadal disgenezis): c) Mikst gonadal disgenezis: Bir tarafta anormal testis, bir tarafta steak gonad vardır. Pübertede, Leyding hücreleri testosteron salgılar. Belirgin mas-kulinizasyon, penis büyümesi oluşur. Ama bunlar infertildir. Bunlarda 46X / 46XY mozaik yapılı kar-yogram görülür. Il-Genetik formlar a) Leyding celi agenezis: Leyding hücrelerinin pre-kürsörü olan primitif hücrelerde LH reseptörü yoktur. Ve bu hücreler testosteron salgılayan Leyding hücrelerine dönüşemez. VVolf Kanalı ve dış genital organlar erkek yönünde gelişemez. Ama MİF'leri vardır. Müller Kanalı 'da tam regrese olur. Çünkü MİF Sertoli hücrelerinde yapılır. Sertoli hücrelerinde ise defekt yoktur. b) Testiküler regresyon sendromu (agonadia-anorchia): Testisin gelişimi esnasında herhangi bir nedenle onarılmaz tarzda regresyona uğramasıdır. Agonadia'da bu olay çok erken oluşur (0-6 hafta). Anorchia'da ise embriyo veya fetus aşamasında gerçekleşir (6-8 yaş). Regresyon ne kadar erken olursa, Müller ve VVolf kanallarındaki gelişme defektleri de o kadar çok olur. VVanishing Testis (rudimenter testis sendromu): Testis normal gelişmiş, Müller Kanalı regrese edilmiştir. Ama testisin inguinal kanaldan inişi esnasında zedelenmesi söz konusudur. Testis ve epididimis yoktur. Ill-Testis fonksiyon anomalileri 92 Kolesterolden testosteron sentezinde, defekte neden olan 5 enzimatik bozukluk vardır. Bunlardan 3'ü, hem androjenlerin, hem adrenal hormonların yapımında rol oynar. Dolayısı ile bunlar eksik olunca KAH ve erkek-PHA birlikte olabilir. Bu üç enzim 20-22 Desmolase, 3 p-Hidroksisteroid Dihidrogenaz ve 17 a-Hidroxilaz'dır. Diğer iki enzim ise sadece androjen sentezinde rol oynar ve bunların eksikliği pür erkek PHA'a neden olur. Bu iki enzim 17-20 desmolaz ve 17 p-hidroksistero-id dehidrogenazdır. Bu 5 enzim defektli vakalarda, MİF ile ilgili bir eksiklik yoktur. Bu nedenle hepsinde Müller kanalı gelişmemiştir. Enzim defektlerindeki blokaj ne kadar fazla ise, fenotip de o kadar bozuk olur. a) 20-22 Desmolaz Eksikliği: Otosomal Resesiftir. Çoğu ölür. Glüko ve minerolokortikoidler yapılamaz. Blok tam değilse, erkeklerde inkomplet mas-külinizasyon oluşur. Kız çocuklarında ise normal genital gelişim görülür. (Kolesterol pregnenolona dönüşemez) b) 3-β hidroksisteroid dehidrogenaz eksikliği: Sadece DHEA sentez edilebilinir. Bu çok zayıf bir androjendir. Erkek infantlarda hipospadias, küçük penis, yetersiz labiaskrotal füzyon ve vajen varlığı ile sonlanır. Dişi infantlarda ise klitoris hiper-trofisi ve hirsutismus görülür c) 17-a hidroxilase yetersizliği: Bu enzim hem testis, hem de adrenal korteksde vardır. Eksikliğinde hiçbir androjen ve östrojen yapılamaz. Erkekte: 17a hidroksilaz eksikse, testosteron yapılamadığı için, VVolf kanalından oluşan iç genital organlar olmaz. Ama MİF yapıldığı için de Müller Kanalı regrese olur. Yani pelvis boştur. Testosteron oluşamadığı için DHT'da yapılamaz, bu yüzden DGO'ları kadın tipindedir. Dişide; MİF yapılmadığı için tuba, uterus ve vajen vardır. DGO'larda normal dişi tipindedir. Ancak östrojen yapılamadığı için primer amenore ve gelişmemiş se-konder sex karakterleri ortaya çıkar. En karakteristik 3 özelliği ile tanınır. 1- Progesteron yüksektir. 2- Aldestoron yüksektir 3- DOC yüksektir ve buna bağlı hipertansiyon vardır. d) 17-β-hidroxisteroid dehidrogenaz AS'nin testosterona ve östron'un östrodiole dönüşmesi olamaz. Biriken AS penisi büyütürken, biriken E1# memeleri oluşturur. Tedavide iki taraftan birini seçmek lazımdır. Ya kastre edilip östrojen verilecek, ya testosteron verilip cerrahi olarak memeler düzeltilecektir. e) MİF yetersizliği sendromu: Çoğunlukla iç ve dış genital organlar normaldir. Bazen skrotuma inmemiş testis bulunabilir. Ama müller kanalına ait olan bilateral tuba, uterus ve vajenin üst kısmı da vardır ve bunların çoğu inguinal fıtık halinde görülür (inguinal herni sendromu); bu grup içinde tek çocuk sahibi olabilendir. IV-END-Organ anomalileri A- Androjen duyarsızlık sendromu (AIS: androjen insensitive sendromu) komplet veya kısmi tipleri vardır. Komplet Tip: Testiküler Feminizasyon: Primer amenore nedenleri arasında, gonadal disgene-zis ve konjenital vaginal aplazi (Rokitansky Küstner Hauser) sendromundan sonra %15 gibi bir sıklıkla 3. sırayı alır. Burada esas olay, hedef dokuda sitoplazma içindeki, androjen reseptörlerinin komplet yokluğudur. DHT'un sentezi mümkün değildir. Wolf Kanalı gelişemez. Testis ve testiste testosteron üretimi tamdır ama bunlarda Sertoli hücrelerinde MİF üretimi yeterlidir. Bu yüzden Müller Kanalı da gelişemez. İç genital 93 organları - ne kadın ne erkek yönünde - yoktur. Scrotum'da oluşamadığı için testisler inmemiştir, %50'sinde inguinal herni şeklinde kalmıştır. Dış genital organların gelişimi sinüs ürogenitalise DHT etkisi ile oluştuğundan, erkek yönünde gelişemez. Kör bir vajen şeklinde kalır. Klitoris Hipetrofisi varsa inkomplet AIS'dir. Pubis ve axiller kılları yoktur, çünki DHT yoktur. Dış görünüş olarak uzun boylu, kılsız, iri göğüslü bir kadın gibidirler. Hormonal Tablo: Testislerin, testosteron salgılaması normal veya artmıştır. Çünkü, hipofizer ve hipotalamik seviyede androjen feed-back olamaz. LH çok artar. Bu da testosteron yapımını artırır. Östrojen testiste salgılanır ama erkekte esas östrojen kaynağı periferdir. Periferde, özellikle testosteron ve diğer androjenlerden aromatizasyon ile oluşur. Östrojen miktarı bir erkekten fazla, fakat bir kadından daha düşüktür. Memelerin gelişmesi bu östrojene bağlıdır. İyi gelişmesi ise, androjenlerin antagonist etkilerinin olmamasındadır. Östrojen seviyesi FSH ile fe-ed-back'ini kurduğu için FSH seviyesi normaldir. Bunlarda Chriptoorchidizm nedeni ile de %2-5 oranında değişik neoplazmalara rastlanılabilir. Çıkartılınca menopoza girmesinler diye östrojen takviyesi yapılmalıdır. İnkomplet tipte AIS Çeşitli tipleri vardır ama en popüleri Reifenstein Sendromudur. Buna eksik testiküler feminizasyon da denir. Androjen reseptörlerindeki defekt tam değildir. Perineiskrotal Hipospadias + Azospermili + Ji-nekomastili erkek gibidirler. Kompletten bir diğer farkları da pubik ve axiller kıl-lanmanın bunlarda tam olmasıdır. Çoğunda Criptoorchidizm vardır. B- 5α-Redüctaz Yetersizliği Testosteron üretimleri tamdır. Ama DHT'ye dönüşüm olmaz. Ses erkek gibi, kaslar iyi gelişmiş, fenotip erkek gibidir. Kusur dış genital organların tam oluşa-mamasındadır. Ürethral açıklık penisin dibindedir. Penis çok küçüktür. Kör bir vajinal açıklıkları olabilir. Testisleri iyi gelişmemiştir fakat histolojik olarak normaldir. İç genital organları erkek yönündedir. Seminal vaziküller ve ejakulatuar kanallar, bu kör vajene açılır. Kız yönünde tedavi seçilebilir. Ancak bir kısmında 4-8 cm boyunda, penis ve spermatogenez vardır. Bu dikkate alınmalıdır. C- İnfertil Male Sendromu Androjen taşıyan SHBG'leri eksiktir. Azospermi veya oligospermileri vardır. Testisleri küçük ve jinekomasti-leri vardır. Dış genital organları erkeğe yakındır. PSÖDO-HERMAFRODİTİSMUS FEMİNUS (Genetik Sex XX+Ovarium var) Barr. (+) - HY Antijeni (-) Fenotip olarak erkektirler ve dış genital organlarda maskülinizasyon gösterirler. Maskülinizasyon, fetal hayatta, fazla androjene maruz kalmakla gelişir. Maskülinizasyon derecesi ise, bu androjenlere maruz kalma 94 süresine göre değisir. PHA Feminus Çeşitleri 1. Konjenital Andrenogenital Sendrom (KAH) 2. Maternal İlaç Kullanımı (Danazol -19 Nortes tosteron - Progestagenlerin bir kısmı) 3. Gebelikte Över veya Adrenal Tümörleri (Gebelik Luteoması, Arrhenoblastoma) 4. Plasental Aromataz Eksikliği. PHA'un en sık nedeni KAH Sendromudur. Konjenital adrenogenital sendrom Otozomal resesif olarak geçer, %90-95'i 21-Hidroksi-laz eksikliğine bağlı olarak gelişir. Ambigius Genitelyanın en sık rastlanılan nedenidir. (%40-45) İç genital organların farklılaşması 10. gebelik haftasında, dış genital organların gelişmesi ise 20.haftada tamamlanır. Adrenal kortex ise, fonksiyonuna 12. haftada başlar. Bu yüzden, KAG Sendromda, iç genital organlar tam olarak gelişir. Ancak dış genital organlarda maskülinizasyon oluşur. (Klitoris Hipert-rofisi- Labium Majuslarda füzyon) Kıllanma bu kızlarda 2-4 yaşında, pubik kıllanma olarak başlar, bunu koltuk altı, vücut ve sakal kıllanması izler. Başlangıçta hızlı büyürler. Ama 10 yaşına gelince, aşırı androjen nedeniyle, epifizleri kapanır ve büyümeleri durur. Erkek tipi kıllanma, temporal alopesileri vardır. Göğüsleri gelişemez. Amenoreleri vardır. Püberteye giremezler. Överlerinde preantral, hatta antral aşamaya kadar gelmiş folikülleri vardır. Uygun tedaviyle hamile kalabilirler. Özetle, bunlarda sex kromozomlarında anomali yoktur. Ama steroid sentezinde bozukluk vardır. Etyoloji: Kortizol sentezinde giden yolda hormon de-fektleridir. Bunlar; aşağıdaki gibidir. 1. 21-Hidroxilaz eksikliği (%90-95) 2. 11-β Hidroxilaz eksikliği (%5) (Sadece Adrenal Kortexde vardır) 3. 3-β Dehidrogenaz eksikliği 4. 17-α-Hidroxilaz eksikliği (Hem Adrenal Kortex hem överde vardır) Bunlardan herhangi biri eksik olunca, kortizol sentez bozulur. Adrenal Kortexte Dıştan İçe Doğru 3 tabakadan oluşmuştur. 1. Z.Glomeruloza Mineralokortikoid salgılar 2. Z.Fasicülata Glukokortikoid salgılar 3. Z. Reticularis Androjenler ve Östrojen salgılar 1-21 Hidroxilaz Def ekti 21- Hidroxilaz enzimi, hem aldesteron hem kortizon yapımında gerekli bir enzimdir. Eksikliğinde, kortizol sentezine giden yolda, 17-OH- Progesteron kanda birikmeye başlar. Kortizol azalınca da ACTH ile arasındaki (-) 95 feed-back nedeni ile ACTH kontrolsüz bir şekilde salgılanmaya başlar. ACTH kortizolü artırayım derken, Zona reticularis hipertrofiye uğrar. 2/3 vaka tuz kaybeden şekli ile birlikte görülür. Çünkü 21-Hidroxilaz, aldesteron yapımında da gerekli bir enzimdir. Aldosteron da yapılmayınca, tuz kaybı oluşur. Bu çocuklarda doğumdan sonra, beslenme güçlüğü, apati ve kusma başlar. Bebekte hiponatremi, hiper-kalemi, dehidratasyon gelişir. Öldürücüdür. Adrenal hormonların sentezi Yenidoğan ölümlerinin en sık endokrin nedenidir. 96 Kriz 5.-15. günler arası oluşur. 1/3'ü'nde ise tuz kaybı yoktur. Bunun nedeni, 21 -Hid-roxilaz enziminin, zona fasiculata ve zona glomeruloza'da bazen aynı ayrı genler tarafından kontrol edilmesi ile ilgilidir. Labaratuvar • 17-OH-Progesteron ve idrardaki metaboliti olan Pregnantriol yüksektir. • Tuz kaybettiren şeklinde aldesteron düşük renin yüksektir. • Östrojenler ve testosteron yüksektir. Östro-jen yüksekliği FSH ve LH'ı baskılayarak ovulas-yon oluşmasını engeller. • İdrarda 17-Ketosteroidler yüksektir. • AS ve daha az olmak üzere testosteron artmıştır. • Östrojenler, özellikle E1 artmıştır. • Tuz kaybettirmeyen tipte renin ve aldesteron hafif artmıştır. 2) 11-p- Hidroxilaz Eksikliği DOC (:desoxikortikosteron) ve CompaundS ( :11-deoxikortizol) artmıştır. DOC artışı hipertansiyona neden olur. Renin ve aldesteron seviyeleri düşüktür. Hipokalemik alkolozis vardır. Bu yüksek DOC ve azalmış renin ile aldesterona bağlıdır. Androjenler ve östrojenlerin seviyesi 21-Hidroxilaz eksikliğine benzemekle birlikte virilizasyon daha ağır seyreder. Tanıda, DOC ve 11- deoksikortizolün metabolitleri olan (tetrahidroxi-11-desoxikortizol)'un artışından faydalanırlar. 3) 3-p-Dehidrogenez Eksikliği Yapılabilen tek androjen DHEA'dır. Hem adrenal, hem överde olan bu enzim eksikliğinde, kortizol, aldesteron azalması yanısıra, androjen ve östrojenlerin azalması da söz konusudur. Testosteron seviyesinin düşük olması ile diğer formlardan ayrılır. Öldürücüdür. Ve çok nadir olarak görülür. Erkeklerde, dış genital organların gelişiminde sorumlu olan DHT, testosteron yetersizliği nedeni ile tam maskülinizasyon yapamaz. (PHA-Masculin) Kızlarda ise DHEA artışı, dış genital organlarda hafif virilizasyon yapar. (PHA-Feminus) Tanıda; şu 3 kriter önemlidir: 1- DHEA artışı 2- Pregnenolone artışı 3- 17-OH Pregnenolone artışı 4) 17-α-Hidroksilaz eksikliği Burada, glukokortikoidler, androjenler ve östrojenler yapılamaz. Aldestoron yapım yolu devam eder ve bu yolda, özellikle DOC ve kortikosteron miktarı artar. DOC hipertansiyona neden olur. Kanda progesteron seviyeleri çok yükselir. ACTH ise, artmıştır ve bu iki ürünü daha da artırır. Kortikosteron artışı kortizol olmayışını kompanse eder. FSH ve LH seviyeleri oldukça yüksektir ama överlerden cevap alınamaz. Dişiler ise, segonder sex karakterlerinin ortaya çıkamayışı ve primer amenore nedeni ile pübertede farkedilirler. Ama virilizasyon yapacak androjenleri de yoktur. (3-β- dehidrogenaz eksikliğinden farklı). Bu nedenle erkekte PHA masküline neden olur. 97 GERÇEK HERMAFRODİT (Hermafroditisusmus Vera) (46 XX+Ovarium+Testis) (Barr (+) HY (+)) Bir hastada, hem över, hem testis dokusu varsa gerçek HA söz konusudur. Ancak, överin folikül ve stroma, testisinde iyi diferensiye tubulileri içermesi gereklidir. Bunlardan, bir kısmında över ve testis dokusu adeta iç içedir. Ve buna ovo-testis denir. Gerçek HA'larda, %50 vakada, bir tarafta ovotestis, diğer tarafta över veya testis vardır. %25 vakada, her iki tarafta ovotestis vardır. %25 vakada ise bir tarafta över, diğer tarafta testis vardır. Eğer över varsa, çoğu zaman sağda lokalizedir. Karyogram 46XX'dir. Ve bunlarda, Y kromozomu olmadığı halde testis gelişmesi olması şaşırtıcıdır. Muhtemelen, X'lerden bir tanesi Y kromozo-mundaki genetik dizilmeyi kopyalamıştır. H-Y antijenlerinin pozitif olması bununla açıklanmaktadır. Testis veya ovotestisin MİF üretemediği ya da ürettiği MİF'e karşı Müller kanalının duyarsız olduğu iddia edilmektedir. Genelde, dış genital organlarda, bir belirsizlik vardır. Ama en sık görülen penisin varlığı, ürethranın perine-ye açılması ve vaginal açıklık ile labiaskrotal kıvrımların birlikte görülmesidir. Uterus sadece %13 olguda yoktur. Göğüslerinin iyi gelişmiş olması önemli bir özellikleridir. Çünkü çok az psödohermafroditte göğüs büyümesi vardır. (Ör.: Testiküler feminizasyon) %50'si adet de görür. Doğumda, dış genital organlar, erkeğe benzetildiği için erkek gibi yetiştirirler. Ancak, hemen hepsinde se-xüel davranış kadın gibidir. Bu yüzden karar verilirken a) Penis coitusa ve ayakta miksiyona müsait midir? b) Hipospadias derecesi cerrahi müdahaleye imkan verecek midir? c) Vaginal açıklık var mıdır sorularına cevap aranır. Eğer vaginal açıklık varsa, kadın yönünde rekonstrüksi-yon daha kolaydır. Ancak, erkek yönünde değiştirilecekler ise testisin HCG'ye cevabının iyi olması gerekir. Bunlarda konjenital malformasyonlar sıktır. En fazla görülenleri : 1) Böbreğin olmaması 2) Konjenital kalp hastalığı 3) Lumbosakral spinlerde minör anomalilerdir. Bunlarda, E2 ve E-| miktarı normal erkeklere göre 2 misli fazladır. AS ve testosteron ise normal erkeğe göre 98 relatif olarak daha düşüktür. MENOPOZ Klimakterium: Cinsel olgunluk çağından, senilyum (:ihtiyarlık) çağına geçiş dönemidir. Menopoz ise bu dönemde son defa görülen adet kanamasıdır. Klimakterium ortalama 45-48 yaşlarında başlar. Menopozun ortalama yaşı ise 51 dir. Menopozdan önceki, 2-6 yıla premenopoz, sonraki yıllara ise post menopoz denir. Eğer adet 40 yaşından önce kesilmişse buna, erken menopoz veya "Klimakterium Preacox", 30 yaştan önce kesilmişse se-konder ovarial yetersizlik denir. Etyoloji: a) Överdeki primordial foliküllerin sayısı, bilinmeyen nedenlerden ötürü azalır, intrauterin hayatın 5. ayında 7.000.000, doğumda 400.000 iken, 45 yaşında 8.500'e düşer. Buna bağlı olarak östrojen biosentezi de giderek azalır. b) Granuloza ve teka hücrelerinde FSH ve LH reseptörlerinin hem sayısı hem duyarlılığı azalır. c) 35 yaştan başlayarak inhibin miktarı azalır. Klimakterik belirtiler İlk ortaya çıkan ateş basması (Hot-Flushes) dır. A- Reprodüktif Organlar: Genellikle ilk belirti menstürasyon bozukluklarıdır. Bu birkaç şekilde ortaya çıkar. a) En sık, menstrüel kanamada hem miktarca hem sürece azalma görülür (oligomenore + hi-pomenore). b) Küçük bir kısmında, daha sık ve fazla miktarda kanama olur. (polimenore) c) Nadiren de adet birden kesilir. Ancak en karakteristiği oligomenore ve polimenoredir. Hepinin temelinde anovulasyon vardır. Menopoz yaklaştıkça ovulasyonsuz sikluslara bağlı olarak, östrojen yetersizlik (kırılma) kanamaları da görülebilir. Bu yaşlarda 6-12 ay süren amenore menopoz tanısı koydurtabilir. Eğer bir yıllık amenoreden sonra vajinal kanama oluyorsa, daha çok organik bir neden ve mesela endometrial ca düşünülmelidir. Bu devrede, eğer varsa, premenstrüel sendromlar geriler veya yok olur. Endometriozis ve miyomlarda gerileme de bu devrede beklenir. 99 Senil Atrofik Sendrom Organ Veya Sistem Vulva Vajina Mesane ve Üretra Uterus ve Pelvis Tabanı Deri ve Mukozalar Vokal kord Kardiyovasküler sistem Kemik Metabolizması Meme Nöroendokrin Muhtemel Semptomlar Atrofi Distrofi Pruritus vulva Atrofik ve infeksiyöz vajinit Disparoni Hafif kanlı akıntılar Sistoüretrit Ektropion Pollakiüri Urge inkontinans Stres inkontinans Decensus ve prolapsus Atrofi, kuruluk ve kaşıntı Kolay travmatiza olma Esneklik kaybı Saçlarda kuruluk ve dökülme Yüzde hafif kıllanma Ağız kuruluğu Ses karakterinde değişme ve kalınlaşma Ateroskleroz Koroner kalp hastalığı riskinde artış Osteoporoz ve buna bağlı kırıklar Meme çapında küçülme Memede gevşeme ve sarkma Sıcak basması Psikolojik semptomlar Uyku düzensizlikleri A) Genital organlarda değişim Senil atrofik sendrom: Östrojen, kadın genital organlarında majör büyüme faktörüdür. Azalmaya başlayınca, genital ve extragenital organlarda birtakım değişiklikler ortaya çıkar. En erken görülen, vajen epitelinde oluşan atrofi-dir. Epitelde glikojen azalır. Buna bağlı vajen pH'ı alkaliye doğru kayar. (Atrofik vajinit) Servikal salgı azalır, koyulaşır. Fern testi ve Spinbar-keit (-) olur. Uterusun, hem endometriumunda, hem miyometri-umunda küçülme olur. Tuba ve överler küçülür. Genital organların destek yapılarında, tonus azalması olur. Bu da pelvik relaksasyona (Decensus ve prolapsusa) neden olur. E2 verilse de engellenemez. Memelerde, parenkim yağ dokusu azalır, meme gevşer ve sarkar. Meme başı düzleşir. Vajen boyutlarında ufalma olur. Forniksler silinir. Östrojen tedavisine başlansa bile 1/3 üst vajen-de daralma engellenmez. Vajen girişi daralır. B- Ekstragenital organlarda değişim 100 Deri: Östrojenlerin hedef organlarından birisi de deridir. Östrojenler, deride kollajen yıkımını yavaşlatır, mitotik aktiviteyi artırır, deride su tutulmasını artırır. Bundan ötürü, östrojenler azalmaya başlayınca, deride atrofi başlar. Deri incelir ve adeta transparan bir hal alır. Alttaki venler kolaylıkla görülebilinir hale gelir. Epidermis histolojik olarak incelir ve bazal tabaka inaktif hale gelir. Kollajen liflerde dejenerasyon gelişir. Deri alt yağ dokusu azalır. Kıllar: Pubis ve koltuk altı kılları azalır. Buna karşın vücut, yüz ve extremitelerdeki kıllarda, azalma da olabileceği gibi çoğalma da olabilir. Kardiyo-Vasküler Sistem Östrojen kadınları, ASKH'dan (arterosklerotik kalp hastalıkları) korur. 55 yaşın altında erkeklerde, bu hastalıktan ölüm oranı kadınlardan 10 misli fazladır. 55 yaştan sonra ise, her 10 yılda bir bu hastalıktan ölüm, erkeklerde 2 kat, kadınlarda 3 kat artar. Menopozda kolesterolde 16 mg/dl'lik bir yükselme olur. HDL/LDL oranı bozulur. Çünkü östrojen HDL'yi artırır ve LDL'yi düşürür. Östrojen menopozda azalın-ca, HDL azalır. HDL ise, ASKH'nı engelleyen faktör olarak kabul edilmektedir. Bu yaşlarda ortaya çıkan hipertansiyon ise koroner kalp hastalığı olması riskini 5 misli artırır. Buna karşın, HRT tedavisinde verilen östrojenlerin, anjiotensin l-ll ve aldosteron artışı yaparak tansiyonu yükseltiyor olması, bu riski artırmaz. Tam tersi % 30 daha da azaltır. Obesite, sigara, hareketsizlik ve heredite ASKH'yı artırır. Östrojenlerin kardiyovasküler hastalık üzerine olan olumlu etkileri: • Total ve LDL kolesterolde azalma - HDL kolesterolde artma • Arterlerde damar endotellerine direkt etki ile aterojenik plak oluşumunu azaltma • Prostosiklinin damarlardan yapımının artırılması ve vazodilatasyon sağlanması • Kalp üzerine direkt pozitif inotropik etki • Lipoprotein oksidasyonunun inhibisyonu • Periferik glikoz metabolizmasının iyileştirilmesi ve bunun sonucunda dolaşan insülin düzeylerinin optimalleştirilmesi Postmenopozal dönemde lipid/lipoprotein değişimleri HDL-Kolesterol Azalır LDL-Kolesterol Artar Total Kolesterol Artar Trigliserid Artar Lipoprotein (a) Artar İskelet Sistemi 35 yaşındaki bir kadında, kemik kitlesi maksimumdur. 50 yaşında azalmaya başlar. HRT tedavisi almamış ise, 80 yaşında kemik kitlesi % 30-50 azalır. Menopoza giren bir kadında, kemiğin kimyasal yapısında değişiklik olmadan, miktarında azalma olur. Trabeküler kemik kaybı % 50 iken kortikal kemik kaybı % 5 civarındadır. Osteoporoz, kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. 101 Osteoporozlu kemik, daha kolay kırılır. Kadınlarda en sık vertebra kırıkları, sonra femur ve Colles (ön kol distal kısımda) kırıkları görülür. Ama en tehlikelisi kalça kırıklarıdır. Kalça kırıkları, menopozu izleyen 10-15 yıl içerisinde meydana gelmeye başlar. Ve bunların 1/6'sı ilk 3 ay içinde ölür. Östrojen tedavisi, osteoporoz sürecini dengeler ve meydana çıkmadan önce de engeller. Östrojen tedavisine, menopoz öncesi veya menopozu takip eden ilk 3 yıl içinde başlanırsa, kemik kaybı da engellenir. Daha sonra başlanmışsa, kaybedilen kemik dokusu yerine konmaz ama yeni doku kaybı da engellenir. Kemik kitlesini idame ettirebilmek için gerekli olan kritik Ej düzeyi 40-50pg/ml'dir. Bu dozu sağlayacak östrojen 0,625 mg'lık günlük kullanılacak konjuge östrojen ile sağlanabilir. Östrojen tedavisine Ca da ilave edilmelidir. Günlük 1 gr. Ca yeterlidir. Östrojen hangi etki mekanizmaları ile Oste-oporozu engeller? Östrojen Ca'un, hem barsaktan emilimini hem renal reabrorbsiyonunu arttırır. Osteoklastik aktiviteyi inhibe, osteoblastik aktiviteyi stimüle eder. Östrojen, interlökin-1 ve 6 gibi kemik rezorbe edicilerini, IGF-I ve II ve βtransforming faktör gibi kemik stimüle edicilerinin yapımını modüle eder. Osteoblastlardaki D vitamini reseptörlerini artırır. Tiroidin C hücrelerinde yapılan kalsitonin, kemik reserpsiyonunun kuvvetli bir inhibitörüdür. E2 bunu arttırır. Östrojen, menopozdaki kadında PRL (Prolaktin) miktarını artırır. PRL de D vitamininin aktif forma dönüşmesini artırır. D vitamini ise hem Ca'nın hem fosforun barsaktan emilimini artırır. PTH hormonunun negatif etkisini, kalsitonin miktarını artırdığı için engeller. HRT tedavisinde, östrojen-le birlikte verilen progesteron, pozitif bir Ca dengesi ile birlikte, kemik formasyonunda, östrojene si-nerjik etki gösterir. Sigara, alkol ve kafein kullanımı osteoporozu artırır. Eksersiz ise osteoporozu azaltır. Psişik sendrom Yaşlanmaya gidiş, cinsel çekiciliğin kaybı, kendini yararsız ve faydasız hissetme ve nihayet yalnızlık ve ölüm korkusu, kadında bir takım psikolojik değişimlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bunları şöyle sıralayabiliriz. 1- Depresyon (en sık görüleni) 2- Anksiyete nörozu 3- Melankoli 4- Şizoid ve paranoyak düşünceler Vazomotor semptomları Hut flushes (sıcak basması): Gerçek sıcak basması, yüz, boyun ve göğüste, sıcaklık ve yanma hissi ve bunu takiben baş, boyun, göğüs ve sırtta daha belirgin olmak üzere bütün vücutta terlemedir. Bunlar, ortalama 4 dk. sürer, ataklar halinde gelir. Frekansı ise saatte 1-2 ile haftada 1-2 arası değişir. Ciltte vazodilatas-yon, vücut sıcaklığında düşme ve taşikardi ile çarpıntı hissi oluşur. Ardından vazokonstriksiyona bağlı üşüme hissi gelişir. Nedeni tam açıklanmamıştır. Ama pulsas-yonlar ile gelmesi GN-RH pulsasyonlarını ve en fazla da LH 102 pulsasyonlarını çağrıştırır. Tüm premenopozal ve menopozal şikayetler ara-sında ilk ortaya çıkandır. Ama en tehlikelisi değildir. Menopozda hormonlar 1- Östrojenler: (Majör menopoz östrojeni östrondur) E2 (östradiol): Periferde yapımı çok az olan bir över folikül hormonudur ve menopozda foliküler aktivite susmuştur. Ama yine de kanda 20 pg/mL seviyesinde vardır. Çünkü az da olsa, ovarial stromada, adrenal kortekste ve periferde E/den dönüştürülerek üretilmektedir. E1 (Östron): Menopozda E2'nin 2-4 katı kadar fazladır (30-70 pg/mL). Esas olarak, ekstra glandüler (periferik) aromatizasyonla AS ve testosterondan oluşturulmaktadır. FSH'ın çok artmış olması, bu aromatizas-yon işlemini de artırır. Obez kadınlarda miktarı artar. 2- Progesteron: Progesteronun esas kaynağı corpusluteum'dur. Bu yüzden menopozda çok düşük seviyede bulunur. Sadece adrenal bezde üretilir. 3- Gonadotropinler: Ovarial östrojenler ve progesteron azalınca (-) "feed-back" ile FSH ve LH çok artar. Menopozda FSH artışı 15 misline yakındır. LH artışı o kadar olmasa da normale göre kat be kat fazladır. 4- İnhibin: 35 yaştan sonra giderek azalmaya başlar. Ve menopozun ilk laboratuar göstergesi olan FSH yük- selmesine yol açar. 5- Androjenler: Testosteron hariç tümü azalmıştır. Testosteron ise değişkendir. 1- AS (androstenodion): AS, cinsel olgunluk çağında%50 över %50 adrenal kaynaklıdır. Menopozda ise %80 adrenal %20 över kaynaklı olur; ve kandaki sevi yesi %50 azalır. 2- Testosteron: Menopozda, kandaki testosteron seviyesi değişkendir. Hatta, postmenopozal devrede, över stromasında artmış LH indüksiyonu ile daha da fazla yapılabilinir. Buna karşın periferdeki AS'den yapımı, AS azaldığı için azalmıştır. Yaşlı kadınlarda görülen hirsutismus, defeminizasyon ve hatta virilizasyon bulguları testosterona bağlıdır. 6- GN-RH: Salınımı artar. Çünkü E2 nin hipofiz ön lo-bundaki bloku kalkmıştır (Long loop feed-back kalk- mıştır). 7- DHEA %6, DHEA % 80 azalır. Ancak bunlar zaten genç kadınlarda ağırlıklı olarak överden değil adrenalden üretilmektedirler. Onun için bu düşüşün nedeni överler olamaz. Yaşla ilgili olabilir. Buna "andropoz" denir. Fertilite: Premenopoza uyan 45^-9 yaş civarında gebelik ihtimali % 1,3, 50'den sonra 1/25.000.000 dır. Ayrıca postmenopozal dönemde T4 değişmezken T3 hafifçe azalır PRL seviyeleri de postmenopozal dönemde östrojen eksikliğine bağlı olarak azalır. HRT tedavisi Bugün için HRT (hormon replasman tedavisi) adından da anlaşılacağı üzere eksik olan hormonu yani östrojen hormonunu yerine koymak amacı ile yapılır. Burada hedef 20pg/mL' ye düşmüş E2 seviyesini 40 - 50 pg/mL seviyelerine yükseltip bu seviyelerde tutmaktır. Bu tedavi en fazla 8 - 10 yıl kadar sürmelidir. Postmenopozal dönemdeki uterusa olan kadınlara, tek başına östrojen verilmesi, bu kadınlarda endometrium kanseri gelişmesi sıklığını 3 -8 misli artırır. Tedaviye 12 günden az olmamak kaydı ile progesteron eklenmesi bu artışı engeller, ve 103 HRT olmayan kadınların seviyesine veya biraz altına indirir. Üstelik progesteronlar bir yandan trigliserid seviyelerini azaltırken, bir yandanda E2 ile birlikte verilince osteoporoza karşı korumayı artırır. Ancak progesteronların KVS ve meme üzerindeki olumsuz ve tartışmalı etkileri nedeni ile aşağıdaki kriterlere uygun olarak kullanılması gerekmektedir. Uterusu olan bir kadına iki durum dışında tedaviye mutlaka progesteron eklenmelidir. Bunlar; 1- İskemik kalp hastalığı varlığı 2- Ailesinde yüklü meme kanseri öyküsüdür Buna karşın uterusu alınmış yani histerektomi geçirmiş bir kadına beş durum hariç profesteron verilmelidir. Bunlar; Menopoz fizyolojik bir olay olsada, her kadının ömrünün 1/3' ü menopozda geçecek olsada, bu dönemde ortaya çıkacak olan semptomların ve ciddi sağlık problemlerinin varlığı tartışmasız bir gerçektir. İşte HRT kadınlara, bu kritik dönemde, bu semptomları ve sağlık problemlerini azaltmak amacı ile, bir diğer değişle kadınların yaşam kalitelerini yükseltmek nedeni ile verilir. Ancak HRT tedavisinin kesin olan faydaları yanında tartışmalı olan etkileri ve kesin olan zararlarıda vardır. HRT tedavisinin kesin olan yaraırlar Sıcak basmalarını (Hut - Flushes) önler • Senil atrofik sendromların önler, ancak 1/3 arka vajen daralması ve pelvik relaksasyonu engellemez. • Osteoporozu başlamamışsa önler, başlamışsa durdurur. • Kolorektal kansere karşı koruma sağlar. • Depresyona karşı koruma sağlar HRT tedavisinin tartışmalı dlan etkileri 1- Kardiyovasküler hastalığa karşı 2- Alzheimer'e karşı 3- Stroke karşı olan etkileridir. Menopozda semptomlar ve HRT tedavisi Vazomotor Semptomları: Ateş basmaları kadınların hekime başvurmalarının en sık rastlanılan nedenidir, ve östrojen replasmanı ile de en önce düzelendir Etyoloji tam açık olmayan vazomotor semptomlarda, östrojenlerin, opioid metabolizmasını - Özellikle ertmış hipotalamik norepinefrin düzeyleri -ve artmış gonadot-rop hormon düzeylerini azaltarak yaptığı sanılmaktadır. Östrojenin yanısıra Clonidin isimli alfa - 2 adrener-jik agonistlerinin, noradrenerjik nöron aktivitesini bloke ederek sıcak basmalarını engellemesi, bu sanıyı güçlendirmektedir. Vazomotor semptomların süresi değişkendir. Ancak %60 olguda beş yıl %10 olguda 15 yıl ve %10 olguda da 1-3 yıl kadar sürdüğü bilinmektedir. Ateş kasmalarını geçirmek amacı ile long-loop feed back mekanizmasını indüklemek yeterlidir. Bir diğer değişle steroid ilaçların kullanılması yeterlidir ve östrojen kullanılmadan da baskılanabilinir. Ateş basmalarını önleyen ilaçlar 1- Östrojenler 2- MPA 3- DHEA (androjen) 4- İsoflovonlar (bitkisel östrojenler) 5- Cimicifuga rizomu ekstresi 6- Klonidin (α-2 - adrenerjik agonisti) 104 Osteoporoz: Kadınlarda yaklaşık 30-35 yaşlarında tamamlanan maksiumum kemik kütlesi (peak bone mass) daha sonra farklı nedenler ile değişen hızlarda azalmaya başlar. Bu azalma belirli bir eşik düzeyine indiğinde ise osteoporoz ve kırık riski başlar. Azami kütlenin seviyesi ile bu kütlenin kayıp hızı, o kişideki osteoporoza girme süresini belirler. Postmenopozal osteoporozu artıran risk faktörleri şunlardır: • Ağırlık / boy oranında azalma • Ailesel faktörler - genetik • Beyaz ırk - asya kökenli olma • Kalsiyumdan fakir beslenme alışkanlığı • Erken menopoz • Sedanter yaşam • Sigara - kahve - alkol alışkanlığı • Proteinden zengin beslenme • Fosfattan zengin beslenme • Glukokortikoid - heparin - insülin tedavisi • Hipertiroidi ve hiperparatiroidi • Stres 3 tip osteoporoz vardır. 1- Tip-I: Klimakterik dönemde ani östrojen azalmasına bağlı gelişen ve östrojen düzeylerine hassas olan trabeküler kemiklerde görülen osteoporoz-dur. Trabeküler kemikten zengin olan yassı kemiklerde daha erken ortaya çıkar. 2- Tip-I I: 65 yaş üzerindeki erkek ve kadınlarda, yaş- lanmıya bağlı gelişen, kortikal ve trabeküler kaybı kapsıyan, yavaş gelişen, progresif olan osteoporoz-dur (senil osteoporoz) 3- Tip-I 11: Cushing, hiperparatiroidi ve romatoid artirt gibi hastalıklarda, veya kronik insülin, heparin ve kortizon kullanımı gibi durumlarda görülen indüklenmiş osteoporozdur. Östrojen tedavisinin koruyucu olduğu osteoporoz, Tip-| dir. Tip-I osteoporozda, kemik kaybının akselerasyon bazı menopozdan sonraki ilk yıllar ve özellikle ilk 3 yıldır. Kadınlar bu ilk 3 yıl içerisinde, tüm hayatları boyunca kaybedecekleri total kemik miktarının %50' sini kaybederler. Bu nedenle östrojen tedavisinin bu dönemde başlaması gerekmektedir. Bundan sonraki dönemde başlıyan östrojen tedavisi, bu kaybı yerine koyamaz, ama yeni kayıpların oluşmasını engeller. Osteoporoz tedavisinde östrojenler en etkili korumayı sağlarlar. Bu koruma özallikle trabeküler kemik yapısından zengin olan lokalizasyonlarda belirgindir. Nitekim HRT olan bir kadında vertabra faktörleri %60, fe-mur başı kırıkları ise %30-40 oranlarda azalır. Ancak bu etkilerin sağlanabilmesi için tedavilerin 4-5 yıl sürmesi gerekir. Bu amaçla kullanılan östrojenlerin günlük etkin dozları aşağıdaki gibidir. Konjuge östrojen 0,625 mg Transdermal östradiol 0,05-0,1 mg Östrodiol valerat 1 - 2 mg Mikronize östrodiol 0,5 -1 mg Östrojenlerin osteoporoz tedavisinde başarısını artıran 2 faktör daha vardır. Bunlardan birincisi günde 1 gr kalsiyum almak, ikincisi günde en az yarım saat ekser-siz yapmaktır. 105 Osteoporoz tedavisi östrojen kullanılmadan da yapıla-bilinir. Bu amaçla çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar östrojen alması sakıncalı olan veya östrojen tedavisini rededen kişilerde, denenmelidir. Östrojene alternatif ilaçlar • Egzersiz ve Ca alınması • Kalsitonin + Ca + Vit-D3 • Bifosfanatlar (alendronat - etidronad sodyum) • Florid • İsoflavonlar • Raloxifen • Tibolon Kalsitonin Günümüzde yaygın olarak kullanılan kalsitonin, salmon balığının farinksinden elde edilen ve insan kalsi-tonine oranla 30 misli potent olan kalsitonindir. Bir parathormon antogonisti olan kalsitonun, ayrıca os-teoklastların matürasyonuna da inhibe ederek, kemik yıkımını engeller. Bir diğer özelliği ise santral analjezik etkisidir. Böylece ileri yaşlardaki kadınların ağrılarının giderilmesi ve egzersiz toleranslarının artı-şını sağlar. Kalsitonin optimal etkisi trabeküler kemikler ve özellikle vertebralar üzerindedir. Postmenopozal dönemde kullanımının vertebralardaki fraktürlerin 2/3'ünü engeller. Bir osteoplastik aktivatör olan Florid ile birlikte kullanımı ideal bir kombinasyon oluşturur. Kullanımında iki büyük yan etkiye dikkat edilmelidir. Kemik "turn - over'inin birden bloke edilmesi sonucu yüksek doz uygulamalarda hipokalsemi ortaya çıkar. 2 yıldan uzun kullanımında, anti - kalsitonin antikorlar oluşur ve bunlar kalsitonin etkisini bloke eder. En çok nazal sprey veya cilt altı enjeksiyonları şeklide kullanılır. Son yıllarda oral kullanıma uygun, sentetik insan kalsitonini elde edilmiştir. Bifosfonadlar (Alendronat - Etidronad) Kemikte hem formasyonu hem de rezorbsiyonu inhibe ediici özelliğe sahip olmakla birlikte, düşük standart dozlarda rezepsiyonu inhibe edici özellikleri daha yüksektir ve bu etkilerini osteoklastik aktiviteyi inhibeederek gösterirler. Kullanılırken en çok dikkat edilecek nokta, kandaki ve kemikteki yarılanma ömürlerinin eşit olmamasıdır. Kanda hızla yarılanırken, kemikte uzun yarılanma ömrü nedeni ile birikebilir. Bu durumda kemik formasyonunu önlemeye başlar. Bu etkisinden ötürü kürler şeklinde kullanımı gereklidir. Standart tedavi 400 ü /gündür ve 12-13 haftalık aralar ile 14 günlük tedavi kürleri şeklinde kullanımı önerilir. Mutlaka kalsiyum ile kombine edilmelidir. Flor (sodyum florid - sodyum monoflorofosfat) Osteoblastik aktiviteyi, osteoblastların proliferas-yonunu hızlandırarak artırır. Bunu asit fosfataz aktivitesini inhibe ederek gerçekleştirir. Asit fosfataz inhibe edilince endojen büyüme faktörlerinin sağladığı mitojenik sinyal güçlenir ve osteoblast proliferasyonu artar. Florür bileşiklerinin çok fazla yan etkisi vardır; • GİS: aspirine benzer irritasyon ve dispeptik şikayetlere neden olur (en sık). • Periferik ağrı sendromu: nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen aşırı osteoblastik gelişme sonucu periostun proliferatif bir cevabı olabileceği öne sürülmektedir. Tamamen doz ile ilgili bir semptom olup, ilaç kesilince veya azaltılınca geçer. • Aseptik tendon nekrozu: uzun kullananlarda görülür. • Stres kırıkları: süratli osteoplastik proliferasyona bağlı olabileceği ileri sürülse de nedeni açık değildir. Flor, gelişecek komplikasyonları önlemek amacı ile 6 ay tedavi, 6 ay ara verilerek kesintili bir şekilde kullanılır. • İpriflavon Bitkisel bir östrojen olan ve soya fasulyesinden elde edilen doğal isoflavon' un sentetik bir derivesidir. Esas etkisi, kemik iliği stroma hücrelerinin matör oste-oklastlara dönüşümünü engellemektir. Böylece osteoklastik aktiviteyi azaltmaktadır. Temel Kullanım Alanları Şunlardır 1- Primer hiperparatiroidizim 106 2- Paget hastalığı 3- Postmenopozal Östrojen tedavisi • Vitamin D ve anologları Vitamin D, hem barsaktan Ca emilimini artıran, hemde fizyolojik dozlarda artmış bu kalsiyum emilimi nedeni ile PTH salınımını baskılayan bir vitamindir. Yine fizyolojik dozlarda, direkt paratiroid üzerine etki ederek PTH düzeylerini azaltır. Ancak fizyolojik dozun 10 katı olan farmakolojik dozlarda, osteoklastik progenetik yapı içeren osteblastlardan oste-oklast üretimini artırarak, kemik rezorbsiyonunu hızlandırır. Vitamin D analogları arasından iki tanesi postmenopozal osteoporoz tedavisinde sıkça kullanılırlar. Bunlar, kalsitriol ve alfakalsidol' dur. Kalsitriol uygulamasında en önemli nokta yukarıda da değinildiği gibi doz ayarlamasıdır. Çünkü tedavi yan etki aralığı çok dardır. Hafif bir doz artışında, hiperkalsemi, hiper-kalsiüri, nefrolitiyazis ve nefrokalsinozis gibi yan etkileri görülmeye başlar. Eğer uygun kullanılırsa portmeza-pozal tedavide kalsiyum ile birlikte en ideal yöntemi oluşturur. Alfakalsidol (l-alfa hidroksi vitaminin D3) oral yoldan alındıktan sonra karaciğerde metabolize olarak aktif forma dönüşür. Kalsitriole üstünlüğü, tedavi yan etki aralığının daha geniş olmasıdır. Postmenopozal 18 aylık tedavi sonrasında, kemik fraktürlerini %30-50 oranında engeller. Bu tedavilerde, hastanın idrar ve serum kalsiyumu düzeyleri ile kreatinin klirensi izlenmelidir. Böylece en büyük yan etkileri olan hiperkalsemi gelişmesi engellenir. • Progesteronlar Progesteronlar bir yandan osteoklastik aktiviteyi azaltırken bir yandan da kemikteki östrojen reseptörlerini azaltırlar. Bu nedenle östrojensiz verildikleri takdirde, osteoporozu hızlandırırlar, östrojenle verildikleri takdirde ise osteoporoza karşı sinerjik etki gösterirler. Kardiyovasküler sistem Menopoza kadar olan dönemde, kadınları ASKH'ye (aterosklerotik kalp hastalıkları) karşı, erkeklere göre koruyan östrojenin postmenopozal dönemde takviyesi aynı korumayı sağlar mı" sorusu, HRT'nin bu gün için en çok tartışılan sorusudur. Bu gün için, bu sorunun cevabı HRT tedavisinin ASKH karşı koruma sağlamadığı ve hatta artırdığı yönündedir. HERS- II (Kalp ve östrojen /progesteron replasman çalışması) ve WHO çalışmaları, özellikle HRT' nin kontinue uygulamalarını 5 yıl süre ile izleyip yorumlamışlardır. Buna göre 5 yılsonunda ASKH, felç ve tromboem-bolik olaylarda anlamlı bir artış vardır. Kullanımın birinci yılında bu artış en fazla olurken, yıldan yıla relatif olarak azalmakta ve bu 5 yıl sürmektedir. Bu nedenle bu gün için HRT tedavisinin, KVH' lardan koruma amacı ile kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Meme kanseri HRT tedavisi meme kanseri riskini artırır. Son yıllarda yapılan geniş kapsamlı çalışmalarda, 5 yıl üzerinde HRT olan kadınlarda meme kanseri görülmesi riskinde %26'lık anlamlı bir artış görülmüştür. Bu artış birinci yıldan başlamakta ve giderek artmaktadır. Tedavi birinci yılda kesilse de 5 yıl sürmekte, 5. yıldan sonra ise azalmaktadır. Ancak HRT alan kadınlarda meme kanserlerinden ölüm sıklığı azalmaktadır. Bunun başlıca iki sebebi vardır; 1) Östrojene yanıt veren bu tümörler büyük oranda prognozu iyi olan reseptör pozitif tümörlerdir. 107 2) Hastalar devamlı takip altında oldukları için erken yakalanmaktadırlar. Meme kanseri riskindeki bu artıştan her ne kadar esas sorumlu östrojenler olsa da, progesteron prepratla-rının da kanser oluşumunu indükliyebileceği görüşü yaygındır. Venöz tromboembolizm HRT tedavisinin pulmoner emboliyi ve buna neden olan derin ven trombozunu (venöz tromboembolizim) artırdığı bilinmektedir. Bu artışın tedavinin birinci yılında ortaya çıkması daha olasıdır. Bu nedenle, yeni geçirilmiş tromboembolik atağın akut dönemlerinde, tekrarlayan atak geçirenlerde, ciddi obez kişilerde, uzun immobilizasyon dönemlerinde ve emboliyi tetikleyecek lupus gibi otimmün hastalıklar ile kanser varlığında kullanılmamalıdır. Bunun dışında geçirilmiş ve tekrarlamamış embolilerde kullanılması mümkündür. Hipertansiyon Oral kullanımlarda karaciğerde ilk geçiş etkisinden dolayı, renin substratı yükselmesine bağlı ani tansiyon yükselmeleri dışında östrojen tedavisi ile hipertansiyon arasında direkt bir ilişki yoktur. Nitekim östrojen periferik damar direncini ve diastolik kan basıncını azaltırken, sistolik kan basıncını değiştirmediği bilinmektedir. Yine de kronik hipertansiyonu olan kişilerde trans-dermal uygulama ile östrojenlerin verilmesi ve progesteronlardan da bir aldosteron antagonisti olan drospirenonun seçilmesi düşünülmelidir. Safra taşları Oral östrojen replasmanı safra taşı oluşma riskini 2-2,5 misli artırır. Çünkü oral östrojen kullanımında serum östron düzeyleri diğer uygulamalara göre daha yüksektir. Buna karşın transdermal uygulamada bir risk yoktur. Östron, safra konsantrasyonunu artırarak ve kolesterol içeriğini değiştirerek taş oluşumuna neden olur. Karbonhidrat metabolizması Hem erkekte hem kadında, yaşlanmaya bağlı olarak in-sülin direnci artar ve glükoz toleransı bozulur. Ancak kadınlarda bu etkiyi hızlandıran bir faktör daha vardır, o da östrojen düzeylerinde meydana gelen azalmadır. Çünkü postmenopozal dönemde östrojen/androjen oranı azalır, ve androjenik potense bağlı olarak insülin direnci biraz daha artar. Diğer taraftan östrojen azalın-ca, pankreas beta hücrelerinin glükoza verdiği cevap yavaşlar ve insülin salgısı azalır. Bunu kompanse etmek için, koruyucu bir mekanizma ile karaciğerdeki in-sû'lin metabolizması yavaşlar ve klirensi azalır. Böylece bir yandan insülin rezistansı artarken, bir yandan yıkımı engellenerek insülin miktarı artar. Glükoz toleransının bozulması ile ortay çıkan diabet, bir yandan ASKH riskini 2-3 kat artırırken bir yandan da kardiyovasküler hastalıklardan ölüm oranını 2 kat artırır. Bu dönemde östrojen almak, hem pankreasın glü-koza verdiği cevabı artırır, hem de karaciğerde azalmış ünsülin klirensini hızlandırır. Böylece bozulmuş glükoz toleransını düzeltir. İlk geçiş etkisi olmadığı için, transdermal uygulama bu açılan oral uygulamaya göre daha avantajlıdır. Alzheimer ve felç Ostrojenlerin serebral damarlarda vasküler direnci düşürerek, Alzheimer ve felç karşı koruma sağladığı, uzun yıllar boyunca iddia edilmişti. Ancak son çalışmalar, HRT nin böyle bir koruma sağlamadığını ve hatta felç olasılığını da artırdığı ileri sürülmektedir. Görsel anormallikler Östrojen tedavisi olan kadınlarda retinal vasküler tromboz vakaları görülmüştür. Ayrıca kontakt lens in- 108 toleransıda gelişebilmektedir. Hormon tedavisinin yan etkileri ÜREME SİSTEMİ ve MEME ŞİKAYETLERİ HEPATOBİLİER BOZUKLUK • Meme ağrısı (çok sık) • Safra kesesi hastalıkları ve taşı • Ara kanamaları, memede büyüme (sık) • Galaktore • Kolestatik sarılık İYİ HUYLU - ve HABİS TÜMÖRLERİ • Miyomlarda büyüme • Meme kanseri • Endometrial hiperplazi (nadir) • Over kanseri • Fibrokistik meme değişikliği GİS Bozuklukları • Bulantı, şişkinlik, abdominal ağrı • Kusma, pankreatıt (nadir) (hipertrigliseritemisi olanda) • Endometrium kanseri (şüpheli) • Hepatit hemanjiomlarda büyüme İMMUN SİSTEM BOZUKLUKLARI SİNİR SİSTEMİ Bozuklukları • Anksiyete, baş ağrısı (migren dahil) • Ürtiker, anjioödem, anafilaktik reaksiyonlar METABOLİZMA ve BESLENME BOZUKLUKLARI • Anksiyete, baş ağrısı (migren dahil) • Glükoz entoleransı • Epilepsinin şiddetlenmesi • Porfirin şiddetlenmesi • Felç • Korenin şiddetlenmesi • Hipokalsemi GÖZ BOZUKLUKLARI KAS-İSKELET ve BAĞ DOKUSU Bozuklukları • Kontakt lens intoleransı Artraljiler, bacakta kraplar ENFEKSİYONLAR • Vajinit • Candida vajinite (en sık) • Retinal vasküler tromboz KARDİYAK BOZUKLUKLAR • Miyokard infarktüsü (nadir) SOLUNUM SİSTEMİ PSİKİYATRİK Bozukluklar • Depresyon (sık) • Astımın şiddetlenmesi DİĞERLERİ • Libidoda ve mizaçta değişimler • Kilo alma (sık) VASKÜLER BOZUKLUKLAR • Ödem • Ven trombozu (seyrek) • Kan basıncında artma • Yüzeysel tromboflebit • Pulmoner embolizim (nadir) CİLT VE CİLT ALTI DOKUSU BOZUKLUKLARI • Akne, saç dökülmesi, kaşıntı, hirsutismus • Kloazma-melazma • Mültiform eritem, eritem nodozum Hormon Tedavisinin Kontrendikasyonları 1) Östrojene duyarlı tümörler • Meme kanseri • Endometrium kanseri • Malin melanom 2) Tromboembolik hadiseler • Pulmoner emboli • Tekrarlıyan venöz tromboz • Stroke 109 3) Miyokard infraktüsünün akut dönemi 4) Akut karaciğer hastalığı veya enzimlerin yüksekliği 5) Sebebi açıklanamıyan anormal uterin kanama 6) Nöro oflalmolojik vasküler hastalık Menopoz tedavisinde kullanılan östrojenler ve uygulama çeşitleri Günümüzde HRT tedavisinde kullanılan başlıca östrojenler: Şunlardır. Doğal östrojenler • 17-β-östradiol • Mikronize östradiol • Östradiol valerat • Östriol Konjuge Östrojenler • Konjige eguine östrojen Sentetik Östrojenler • Etinil östradiol Östrojenler, etki ve metabolizma farklılıkları olduğu için de veriliş yoluna görede sınıflanırlar. Oral östrojenler: Barsaklardan emildikten sonra öst-ron ve östradiol glukuronide dönüştürülerek, önce por-tal yol ile karaciğere gelirler ve buradaki konsantrasyonları dolaşımdaki periferik konsantrasyonlarının 5 katına ulaşır. İşte bu olaya ilk geçiş etkisi (first pass effect) denilir. Bu durum karaciğerde sentez edilen bazı globülinlerin, bazı pıhtılaşma faktörlerinin, anjiotensiojenin ve lipop-roteinler gibi bazı hepatik proteinlerin sentezini paren-teral yol ile alınan östrojenlere göre daha fazla artırır. Bunun neticesinde bazı avantajları ve bazı dezavantajları ortaya çıkar. Avantajları HDL kolesterolde artış (hepatik lipaz aktivitesinin azalmasına bağlı olarak özellikle kardiyoprotektif belirleyiciliği yüksek olan HDL2 artar) LDL - kolesterol, lipoprotein-a ve total kolesterolde azalmadır. Dezavantajları • Renin ana maddesinde subrastında (anjiotensinojende) artış ve buna segonder olarak hipertansiyon riskinde artış • Trigliserid düzeylerinde artış • Faktör VII'de artış • insülin rezistansında artış ve glikoz toleransında bozulma • Safra kesesi taş oluşumunda östron arttığı için artış • Fibrinojen düzeyinde azalma Günümüzde en sık kullanılan östrojen, gebe kısrağın idrarından elde edilen, konjuge östrojenlerdir. Bunların hepsi suda çözülebilen östrojen sülfatların sodyum tuzlarıdır. Karaciğerde başlıca östrojenik fragmanları olan, östron (%50-60), egulin sülfat (%20-30) ve dihidroeguilin sülfata (%15) metabolize edilirler. Bunlardan son ikisi insanda sentezi mümkün olmayan östrojen türleridir. 110 Konjuge östrojenlerin günlük ortalama dozu 0,625 mg' dır. Doğal östrojenlerin GİS' ten emilimleri yetersizdir. Ayrıca enzimlerden kolayca etkilenip, süratle inaktive olduklarından, oral yol ile kullanılabilmeleri için mikronizasyon işleminden geçirilmeleri gereklidir. Bu şekilde oluşan doğal mikronize östradiol prepratlarının ortalama günlük dozu 1 mg' dır. Oral sentetik östrojenler, yan etkileri ve uzun yarılanma Ömürleri nedeni ile HRT' de kullanılmaz. Oral östriol kullanımı günümüzde artık yer almaz. Çünkü östriol oral alındığında %90' dan fazlası GİS'te parçalanmaktadır. Sadece atrofik vajiniti olanlarda vagi-nal krem şeklinde kullanımı tavsiye edilmektedir. Transdermal Östrojenler: Doğal östradial içerirler. Transdermal östrojen kullanımı, osteoporoz, senil atrofik, sendrom, vazomotor şikayetler ve kardiyovas-küler sistem üzerinde oral kullanım kadar etkilidir. Ancak filk geçiş etkisinde neden olmadıkları için özellikle 7. durumda tercih nedenidirler. 1- Hiperlipidemi varlığı: (progesterona ihtiyaç duymadan trigliserid seviyelerini düşürmesi) 2- Hipertansiyon: (renin substratını artırmadığı için) 3- Dibet: (glukoz intoleransını daha iyi düzenlediği için) 4- Safra taşı olanda: (östron seviyesini arttırmadı-ğı için) 5- Geçirilmiş tromboembolik olay veya trombo-emboli riski (faktör VII artışını minimalize ettiği için) 6- Epilepsi: (antiepileptiklerin karaciğerde mito-kondrial enzim aktivitesini artırarak östrojenleri yarı yarıya etkisiz hale getirmeleri) 7- Obezite HRT tedavisinde, transdermal uygulama ile progesteron içeren RİA uygulamasının birlikte kullanılması, hem olumlu östrojenik özellikler hem de progesteronun sistemik etkisinin minimalize edilmesi nedeni ile tavsiye edilen bir kombinasyon oluşturur. Transvaginal östrojenler: Özellikle vaginal atrofiyi düzeltmek amacı ile kullanılırlar. Sistemik kullanımın kont-rendike olduğu durumlarda bile düşük doz ile senil at-rofik vajiniti engellerler. Transvaginal uygulamanın en çok kullanılan östrojeni ostrioldur. Östriol vagen epitelinde proliferasyon yaptırırken, endometrial hiperplaziye neden olmaz. Sistemik etkiside yok denecek kadar azdır. HRT tedavisinde progestagenler HRT tedavisinde kullanılan progestagenler, 21 (preg-nan) 19 (androstan) veya 18 (estran=gonan) karbon içeren, bu nedenlede kan yağları, KVS, glukoz toleransı gibi HRT tedavisini etkileyen durumlar üzerinde farklı etkilere sahip olan maddelerdir. Bu gruplardan, östrojen-lerin lipidler üzerine sağladığı olumlu etkiler, 19 karbonlu derivelere göre daha az etkileyen 21 karbonlu (preg-nan) deriveler daha çok tercih edilmektedir. HRT tedavisinde en sık kullanılan progestogen MPA' dır. Pregnan grubu (21 C) • MPA (medroksi progesteron asetat) • Megestrol asetat • Klormadion asetat Siproteron asetat Androstan grubu (19 karbonlu) • Noretindron • Noretinodrel • Noretindron asetat • Etinodiol diasetat Estran (Gonan) grubu (18 C) • Levonorgestrel 111 • Desogestrel • Norgestimate • Gestodene • Drospirenon Grubu ne olursa olsun, HRT tedavisinde ideal progesteron kullanımı şu özellikleri içermelidir. • Östrojenlerin endometriumda hiperplazi ve kanser riskini önlemelidir. • Östrojenlerin olumlu etkilerini antagonize etmemelidirler. • Psikolojik ve metabolik yan etkileri olmamalı veya en az düzeyde olmalıdır. Bu farklı grup yapıdaki progestagenlerin etkileri birbirinden de farklıdır. Bu farkın esası, progestagenlerin vücuda girdikten sonra farklı oranlarda, östrojenik, androjenik ve antiandrojenik etkiler görülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle progestagenleri değerlendirirken şu kriterlerde bakılmalıdır. • Meme kanseri riski • Periferik insülin direnci geliştirmesi riski • Kan lipidlerini değiştirmesi riski • Aldesteron ve kortizol miktarını artırması riski • SHBG miktarını etkileme şekli • IGF-1 etkileme şekli MPA: Postmenopozal HRT tedavisinde en fazla kullanılan 21 karbonlu bir progestagendir. Çünkü endo-metrial atrofi yapıcı etkisi, güçlü trigliserid düşürücü etkisi vardır. Ancak bütün progestagenler arasında, meme kanseri riskini ve periferik insülin direncini en fazla artırandır. Drospirenon: Yeni geliştirilmiş 18 karbonlu bir progestagendir. En büyük özelliği aldestoron antagonisti olduğu için hipertansiyon ve kilo artışı yapmayışıdır. Ayrıca periferik insülin direncini etkilemez, trigliserid seviyesini azaltır. HDL/ LDL oranını artırır. Meme kanseri gelişme riskini etkilemez. Dienogest: Antiandrojenik etkisi olan tek 19 nor-testosteron türevidir. En büyük özelliği antikanserojen etkisinden gelmektedir. Bu etkiyi 3 başlık altında irdeleyebiliriz. 1) Östrojene bağlı H-88 tümör hücrelerini süprese eder. 2) Meme kanserindeki MCF-7 ve endometrium kanserlerindeki Ishikavva hücrelerini süprene eder. 3) Biolojik kalkan etkisi gösteren ilaçlardan bir tanesidir. Östrojen ve tamoksifen gibi IGF-T i artırma özelliğine sahiptir. Levonorgestrel: Hem KOK'larda, hem uzun etkili hormonal kontraseptionda, hem morning after pili olarak, hem de HRT tedavisinde kullanılan 18 karbonlu bir progestagendir. MPA kadar güçlü periferik insülin direnci oluşturur. Menopoz tedavisinde alternatif yöntemler Tibolon Zayıf östrojenik, zayıf progestagenik ve zayıf andro-jenik etkileri olan bir 19-Nortestosteron türevidir. Oral yoldan alındıktan sonra, süratle absorbe edilerek, karaciğerde 3 metabolite ayrılır. Bu metabolitler, her üç steroid hormonun (östrojen-progesteron-androjen) reseptörlerine bağlanır. 112 Etkileri • Vazomotor semptomlar üzerine östrojenik etki gösterir. • Endometrium üzerine progestagenik etki göstererek, endometrial atrofiye neden olur. Bu nedenle % 15- 20 olguda atrofik endometrial kanama yaptırtır. • Kemik üzerine etkisi östrojeniktir. Kemik rezorp-siyonunu engellerken, formasyonu hızlandırır ve osteoporoza karşı koruma sağlar. • SSS' de Ş-endorfin düzeylerini artırarak hastalarda iyi bir mood sağlar. • Androjenik etkisi nedeni ile libidoyo artırır, yorgunluk hissini azaltır. • Vajen epiteli üzerinde östrojenik etkisi nedeni ile vaginal kuruluk ve disparoni yakınmalarını anlamlı oranda azaltır. • Kardiyovasküler sistem ve lipid metabolizması üzerindeki etkileri östrojen etkilerinden farklıdır. Vazodilatasyon yaparak ve aynı zamanda fibrino-litik aktiviteyi artırarak, pıhtılaşmayı azaltır. Lipid metabolizması üzerindeki en önemli etkisi, trigliserid seviyesini azaltma yönündedir. Buna karşın, kullanımın ilk yılında, HDL ve özellikle HDL-3 seviyelerinde geçici bir azalmaya neden olur. Total kolesterol ve LDL düzeylerinde değişiklik yapmaz iken, lipoprotein düzeylerinde anlamlı azalmaya neden olur. • Memelerde diğer östrojenlere göre daha az dan-site artışı yapar. Günlük kullanımı 2,5 mg'dır. Raloksifen Antiöstrojenik özellikleri nedeniyle özellikle meme tümörlerinde kullanılan üç grup SERM (selektif östrojen reseptör modülatörü) vardır. 1) Trifeniletilen türevleri (tamoksifen, toromifen, droloksifen...) 2) Benzotiofen türevleri (raloksifen) 3) Saf steroidal antiöstrojenler (ICI 164, ICI 182, EM-800) Bu üç grup içerisinden sadece bir benzotiofen türevi olan raloxifen menopozda kullanılmaktadır. Raloksifenin etkileri • Meme üzerinde antiöstrojen etki gösterir ve meme kanserine karşı koruma sağlar. • Kemik üzerinde östrojenik etki gösterir. TGF-53 faktörünü kodlayan geni uyararak osteoblastik aktiviteyi artırıp, osteoklastik aktiviteyi inhibe eder. Böylece kırık riskini uzun süreli engeller. • Total ve LDL kolesterolde azalma fibrinojende azalma, ve HDL-2 kolesterolde artış yapar. Trigli-serid ve CRP düzeylerini etkilemez. • Venöz tromboembolizim riskini nadir de olsa artırması en büyük yan etkisini oluşturur. • En sık görülen yan etkisi ise ateş basmaları ile bacak kramplarıdır. • Endometrium üzerinde antiöstrojenik etkisi vardır. Raloksifen, serum koleterol ve LDL düzeylerini düşürdüğü, endometriumda atrofi sağladığı, meme kanseri riskini azalttığı için postmenopozal osteoporoz önlemede, özellikle hiperlipidemisi olan kişilerde idealdir. Bugün için menopozun ilk 5 yılında direkt HRT ile, daha sonraki 5 yılında raloksifen ile tedavi yapmak ideal gibi görünmektedir. Günlük dozu 60 mg' dır. Fito-östrojenler (bitkisel östrojenler) Fitoöstrojenler zayıf östrojenik etki gösteren ve selek-tif östrojen modülatörleri gibi (SERM) antiöstrojenik potensleri olan, Östrojenlerdir. Kalp, kemik ve vazo-motor semptomlar için Östrojenik, uterus ve meme içinse antiöstrojenik etkiye sahiptirler. Bilinen bir yan etkileri yoktur. 113 Başlıca 3 Ana Grupta Toplanırlar: 1- İSOFLAVONİDLER (Genistein-Diadzein) soya fasulyesinde bulunurlar. 2- FLAVONİDLER: Çay baş olmak üzere bazı meyve ve sebzelerde bulunurlar. 3- LİGNANLAR (Matairesinol - Ekoisolariciresinol): Susam ve keten tohumunda bulunurlar. • Zayıf östrojenik etkileri vardır. • SHBG sentezini aktive ederler ve kandaki serbest östrojen ile androjen miktarını azaltırlar. • Aromataz inhibisyonu yaparak periferde androjenlerden östrojen oluşumunu azaltırlar. Böylece meme Ca ve endometrium Ca' ya karşı koruyucu etki gösterirler. • 17-p* ol dehidrogenaz enzimini inhibe ederler ve E2 den E-, oluşumunu azaltırlar. Bu da endometrial hiperplazi riskini azaltır. • 5-a-redüktaz enzimini inhibe ederler ve hirsutismusa karşı enzim seviyesinde etkili olurlar. • Anjiyogenez inhibisyonu yaparlar (özellikle Genistein) • Tirozin-spesifık protein kinazı inhibe ederler ve bu nedenle antikanser ajanı olarak etki ederler. • Antioksidan etkilidirler • Tümör genezis inhibisyonu yaparlar ve bu etkileri tüm sistem kanserleri için geçerlidir. • Osteoporoz ve KVH' a karşı koruyucudurlar. • Kan yağlarını etkilemezler. HRT tedavisi ve endometrial örnekleme Kombine HRT verilmesi gereken bir kadının öyküsünde iki şeye özellikle dikkat edilmelidir: 1) Endometriyum kanser riskini artıran faktörler var mıdır? 2) Endometriyum kanser riskini azaltan faktörler var mıdır? Eğer artıran faktörler var ise endometrial örnekleme yapılmalı ve prekanseröz öncü bulgular araştırılmalıdır. HRT tedavisine başlamadan önce endometrial biopsi ile endometrial örnekleme yapılmasını gerektiren durumlar şunlardır: • • • • • • • • Düzensiz vajinal kanamaların olması Reprodüktif çağda kronik anovulasyon ile giden bir durumun bulunması (örn: PKOS) Obezite Diyabet Kronik karaciğer hastalıkları ve kronik alkol kullanımı Endoservikal veya endometrial polip varlığı Tamoksifen kullanımı Progesteron yükleme testi (progesteron challenge testi) ile kanama olması mm üzerinde ya da düzensiz olması Ancak son seçenek tartışılan bir konudur. Çünkü atrofik endometriyumdan da endometriyal kanser gelişebilir. Hatta bu kanserler daha kötü prognoza sahip olur. Menopoz yaşını geciktirenler • Genetik • Deniz seviyesinde yaşama • Multiparite • Miyom • Serviks -Endometrium -Meme kanseri Menopoz yaşını öne alanlar • Sigara - Kafein - Alkol 114 • Vulva-Over kanseri Menopoz yaşını değiştirmeyenler • Menarş yaşı • OK kullanımı • Irk AMENORE Amenore (adet görmeme) bir hastalık değil bir semptomdur. Çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. Ama en etkili sınıflama, nedene göre yapılandır. Amenoreler herşeyden önce fizyolojik ve patolojik olmak üzere ikiye ayrılabilinir. Amenore nedenleri • Argonz Del Castello sendromu 1. Ovariyal amenoreler (Hipergonadotropik hipogonadizm) • Forbes Albright sendromu ASH+LH) yüksek, E2 düşük A.Primer ovariyal amenore • Karyogram bozuk • Forbes Albright sendromu B. Hipotalamik amenore 1. Primer • Kemik yaşı gecikmiş (çoğunda) • Kallman (De Morsier) sendromu • Sekonder seks karakterleri gelişmemiş • Prader-VVilli sendromu • Turner (45 XO) • Laurence-Moon - Biedl sendromu • Svvyer sendromu (46 XY) • Miks gonadal disgenezi (46X/XY) • Angelman sendromu 2. Sekonder • Rezistans ovarii sendromu (46 XX) • Anoreksiya nevroza • 17α hidroksilaz eksikliği (46 XY veya 46 XX) • Egzersiz amenoresi (bayan atlet amoneresi) • Testiküler feminizasyon (46 XY) • Esaret anemoresi • Galaktozemi (46XX) • Stres B. Sekonder ovariyal amenore • Hand-Schüller-Christian hastalığı • Otoimmün hastalıklar • Gliom • Klimakterium prekoks • Tüberküloz • PKOS • Ansefalıt • Over tümörleri • Kraniofarenjıom • Alkilleyici ajanlar ile kemoterapi • Sarkoidoz 2. Merkezi amenore 3. Periferik amenore (Hipogonadotropik hipogonadizm) (Normotropik hipogonadizm) Anlamı: (FSH+IH) üretimi yetersiz, E2 düşükA. Anlamı: (FSH+LH) normal, E2 normal A. Hipofızer amenore 1. Primer 1. Primer: Yok • Rokitansky-Küsthner-Hauser sendromu 2. Sekonder • İmperfore himen • Prolaktinoma • Müllerian agenezi • Sheehan sendromu 2. Sekonder • Divabet • Asherman (En sık) • Talasemi majör • Kollajen hastalıklar • Boş sella sendromu • Chiarii Frommel sendromu 115 Fizyolojik Amenoreler Menarş Öncesi Amenore: Hipotalamus olgunlaşmamıştır. Gece ve gündüz GN-RH pulsasyonları yoktur. Gebelik: Gebelikte sinsitiyotrofoblast tarafından yapılan HCG corpus luteumdan progesteron yapımını artırır. Daha sonra plasenta giderek artan miktarlarda östrojen ve progesteron üretir. İşte, artmış olan bu sex steroidleri (-) feed-back ile FSH ve LH baskılayarak, yeni bir ovulasyonu engeller. Laktasyon Amenoresi: Lohusalık döneminde artmış olan PRL, GN-RH pulsasyonlarını bozar. Ancak laktasyon amenoresi süre olarak kişiden kişiye farklılık-lar gösterir. Ama yine de süt veren bir kadında, doğumdan ortalama 10 hafta sonra ovulasyon başlar ve amenore biter. Menopoz Sonrası: Överlerin primordial folikülleri tükenmiş ve overlerdeki FSH ile LH reseptörleri ileri derecede azalmıştır. Patolojik Amenoreler ise 2 başlık altında incelenir. 1. Primer Amenoreler 2. Sekonder Amenoreler 1. Primer Amenoreler: Sekonder seks karakterleri gelişmemiş bir kızda 14 yaşında, sekonder sex karakterleri gelişmiş bir kızda 17 yaşında adetin başlamaması demektir. Genel popülasyonda % 5 altında bir sıklıkla görülür. (Ortalaması % 2,5-3) Primer Amenorelerin çok çeşitli nedenleri vardır. Ama en sık rastlanılan 3 durum şunlardır: 1. Gonadal Disgeneziler (%40) En sık Turner Sendromu 2. Rokitansky Küsthner - Hauser Sendromu ve müllerien ageneziler (%20) 3. Testiküler Feminizasyon (%15) Primer Amenorenin Etiyolojik Klasifikasyonu I. Gonadal Anomaliler • Gonadal disgenezis (Turner Sendromu) • Püre gonadal disgenezis • XY gonadal disgenezis • Miks gonadal disgenezis • Över direnci sendromu • 17a hidroksilaz yetersizliği II. Ekstragonadal Anomaliler • Uterus ve vajenin konjenital yokluğu • PHA - Masculin • PHA - Feminus • Anormal hipotalamik - hipofizer fonksiyon 2. Sekonder Amenore: Normal siklusları olan kadınlarda 6 ay, irregüler siklusları olan kadında 12 ay adet görülmemesi halidir. Sekonder amenorelerde, fizyopatoloji, normal ovarial fonksiyonlardan, över fonksiyonlarının tamamen yokluğuna kadar giden bir spektrum içinde değişir. Primer amenoreden daha sık rastlanılır ama gerçek bir yüzde söylemek mümkün değildir. En sık görülen 2 nedeni hipotalamus - hipofiz aksında bozukluk ve hiperprolaktinemidir. 116 Sekonder Amenorenin Etiyolojik Klasifikasyonu I. Normal Ovarial Fonksiyon A. Asherman Sendromu B. Endometrial destrüksiyon (Tbc, schistosomiasis, radyasyon) II. Ovarial Disfonksiyon A. Yüksek gonadotropin 1. Prematüre ovarial yetersizlik 2. Cerrahi kastrasyon 3. Radyasyona bağlı kastrasyon B. Düşük veya normal gonadotropin 1. Hipotalamus - Hipofiz aksının fonksiyonel bozukluğu a. Psikojenik b. Nutrisyonel (Anoreksia nervosa) c. Aşırı egzersiz d. Pseudocyesis e. Santral sinir sistemi lezyonları f. Non gonadal endokrin hastalıklar (Tiroid, adrenal, pankreas) g. Farmakolojik (Postpill, psikotropik ilaçlar, ilaç alışkanlığı) h. Sistemik enfeksiyonlar ve kronik hastalıklar i. İdiopatik 2. Neoplastik, vasküler veya travmatik santral sinir sistemi hastalıkları 3. Feminizan över tümörleri III. Överde artan androjen sekresyonu A. Polikistik över sendromu B. Maskülinizan över tümörleri Amenorelerde etyoloji Amenorelerde etyoloji araştırması yaparken primer veya sekonder ayrımı yapmak çoğu zaman gereksizdir. Çünkü etyolojileri sıklıkla örtüşüktür. Ama özellikle sekonder amenorelerde önce p HCG bakılarak gebelik ekarte edilmelidir. Bundan sonra amenoreleri 4 kompartımana göre irdelemek, etyoloji araştırmalarında en yararlı olandır. Kompartman I: Uterusun veya vaginal kanın dışa akımını engelleyen bozukluklar (periferik amenore) Kompartman II: Över bozuklukları (ovarial amenore) Kompartman III: Adeno-hipofiz bozuklukları Kompartman IV: MS5 ve hipotalamus bozuklukları Kompartman III ve Kompartman IV, çoğu kez birlikte incelenir ve santral amenore olarak adlandırılır. 117 Periferik amenoreler Uterus, vagen ve serviksi ilgilendiren anomalilerdir. Bu grupta genellikle DGO normaldir. Vaginal tuşe ile USG ile ve anamnez ile tanınabilirler. Bu grubun en sık görülen primer amenoresi müllerian agenezi veya Rokitansky Küsthner Hauser Sendro-mu ile Hymen imperferatustur. Sekonder amenoresi ise Asherman sendromudur. 1. Rokitansky Küsthner Hauser sendromu: 4.000 doğumda bir görülür. Hastaların vaginal aplazileri vardır. Uterus genellikle rudimanterdir veya sadece iki horn oluşmuştur. Tubalar ve överler normaldir. Sekonder seks karakterleri gelişmiştir. Genellikle üriner sistem anomalileri, omurga anomalileri ve iç kulak tipi sağırlık ile birlikte bulunabilirler. Tedavi amacı ise, bağ dokusu ile kaplanmış veya çok az oluşmuş vajenden yeni bir vajen yapmaktır. Bu amaçla en çok kullanılan operasyon Mc Indoe ameliyatıdır. 2. Hiymen İmperferatus: Menstürasyon vardır ama mens kanı dışarı akamaz. Hematocolpos, hematometra ve hematosalpings gelişebilir. Kliniğe ya molimina menstrualis adını verdiğimiz, adet zamanı oluşan siklik ağrılar ya da glob vesicar ile gelirler. Hiymen ortasından bir miktar delinerek, adet kanının dışarı akması sağlanır. Bu kızlar ilerki hayatlarında, erken yaşta ve daha sık olmak üzere, endometriozise adaydırlar. 3. Asherman Sendromu Kuvvetli ve enerjik bir küretajdan sonra desidua basa-lisin de kazınması sonucu veya intrauterin infeksiyon-ların yaptığı sineşiye segonder gelişir. Tbc en sık Asherman yapan spesifik infeksiyondur. Tedavisinde, bu sineşilerin açılması için histeroskopi uygulamaları, RIA takılması ve desidua bazalisi geliştirmek için östrojen - progesteron prepratlarının siklik verilmesi denenir. Bazen Asherman sendromu parsiyel olarak gelişir. Bu durumda da sıklıkla abort, Pl.preavia gibi patolojilere neden olur. Komplet Asherman'da ise infertilite vardır. 4. Criptomenore (Sessiz siklus) Endometrium menstürasyon ile döküleceğine, involsi-yona uğrar ve geriler. Lokal enzimler suçlanmıştır. Hamile kalabilirler. 5. Konjenital Uterus Aplazisi Bu grubun incelenmesinde, över, hipofiz, hipotalamus kaynaklı menstrüel hormonların normal düzeyde olduğu görülür. Karyogramları, kemik yaşlan ve segonder sex karakterleri normaldir. (Normotrop = Ögonadotrop amenore) 6. Müllerian Kanal Agenezileri: Sadece sinüs urogenitalisten gelişen 1/3 alt vajen vardır. Buna vajinal kese, sığ vajen ya da kör vajen denilir. Ovarial amenoreler (Kompartman II) Ovarial amenorelerin çoğu primer amenorelerdir. Sekonder amenoreler nadirdir. İster primer ister sekonder olsun, ovarial amenorelerde majör olay, överdeki foliküller ile ilgilidir. Etyo-lojik nedene göre, ya folikül hiç yoktur ya da folikül vardır ama fonksiyone değildir. Yani överin asli görevi olan oogenezis ve steriodogenezis bozulmuştur. Ovarial folikülden üretilen 17 β Östradiol: (E2) nin kandaki düzeyi düşüktür. Bunun neticesinde E2 nin FSH ve LH'ı baskılama fonksiyonu tam çalışmadığı için, FSH ve LH düzeyleri 118 yükselmiştir. Sekonder seks karakterlerinin gelişimi E2'ye bağlı olduğu için bunlar bozulmuştur. Kemik yaşı kronolojik yaştan daha geridedir. En önemlisi çoğunun karyogramı da bozuktur. Primer Ovarial Amenore nedenleri 1. Gonadal Disgenezis En sık primer ovarial amenore nedenidir. • Turner Sendromu: 45 XO : Folikül yoktur. • Swyer Sendromu: Pür gonadal disgenezi: 46 XY: Folikü'l yoktur. • Mixt Gonadal Disgenezi: 46 X/XY: Folikül gelişimi yoktur. Asimetrik ve anormal gonad gelişimi vardır. 2. İnsenstive Över Sendromu (Rezistans Ovarii Sendromu) Bu sendromda, överde bol miktarda folikül vardır ama foliküllerde FSH-LH reseptörü yoktur. Karyog-ram 46 XX'dir yani normaldir. 3. 17 α Hidroxilaz eksikliği Bu enzimin eksikliği, hem överde hem de adrenal kortexte, progesteron sonrası steroidlerin sentezi için gereklidir. Eksikliğinde ne ovarial ne de adrenal kaynaklı hiçbir androjen ve östrojen yapılamaz. Ama adrenal kor-tekste, bol miktarda DOC ve aldesteron yapılmaktadır. DOC hipertansiyona neden olurken, aldesteron Na ve su tutulmasına neden olur. Çoğunda hipokale-mik alkalozis gelişir. Glukokortikoidler verilerek, adrenal kortexe ait me-tabolik bozukluk düzeltilebilinir ama ovarial folikül-lerin düzelme olasılığı yoktur. Yüksek progesteron seviyesi ve hipertansiyon bulguları olan primer ovarial amenorede tanı 17 a hid-roxilaz eksikliğidir. Karyogram 46 XX ise, uterus ve hipoplazik vajeni vardır. Karyogram 46 XY ise pelviste ne erkek, ne kadın yönünde iç genital organı yoktur. Hem 46 XX hem de 46 XY'de fenotip mutlaka kadındır. 4. Testicüler Feminizasyon (Komplet Androjen İn-senstive Sendromu): 46 XY: Uterusları olmadığı için bunları periferik amenore nedenleri arasında sayanlar da vardır. Ama temel olay gonadlardan kaynaklandığı için bu gruba konulur. 5. Galaktozemi: Galaktozemiye neden olan enzim bozuklukları ovarial yetersizlik yapabilirler. Sekonder ovarial yetersizlikler 1. Climakterium Preacox 2. PKOS 3. Över Tümörleri 4. Alkilleyici ajanlar ile kemoterapi 5. Otoimmün hastalıklar (en sık) • Hashimato tirioiditi 119 • Addison hastalığı -SLE • Romatoid artrit Bu hastalıklarda ovarial foliküllere karşı antiovarial antikorlar diye adlandırılan otoimmün antikorlar oluşur. Bunlar geçici olabilir. Sekonder ovarial amenorelerde ve hiçbir sekonder amenorede karyogram bozuk değildir. Kemik yaşı gecikmesi de pek olası değildir. Santral amenore (Kompartman lll-IV) A. Hipotalamik ve MSS bozuklukları: Bu grupta majör olay, GN-RH yapımının yokluğu veya yetersizliği ya da pulsasyonlarının bozulmuş olmasıdır. Buna bağlı olarak hipofizde FSH ve LH, överde ise E2 yapımı azalır. 1. Primer Hipotalamik Yetersizlikler a. Kallman Sendromu: GN-RH konjenital olarak yoktur. Çoğu zaman anosmia (koku alamama) ile birlikte bulunur. (Olfactogenital Displazi) Kallman sendromu X'e bağlı geçiş gösteren, bu yüzden erkeklerde, kızlara göre 5-7 misli daha sık görülen bir hastalıktır. Kızlardaki ismi genellikle De-Morsier sendromu olarak bilinir. Bunlarda anosmia yanında, yarık damak ve dudak, tek taraflı renal agenezi, kemik anomalileri, iehtiyozis ve sulfataz eksikliği de görülür. GN-RH'ın pulstatif verilmesi en iyi tedavidir ama bu uygulaması zor olan ve hayli pahalı olan bir yöntemdir. Onun yerine HCG ve HMG uygulaması yapılarak tedavi edilebilirler ve bu tedavi ile hamile bile kalabilirler. Klomifenin tedavide yeri yoktur. b. Prader VVilli Sendromu: (Obesite – mental retardasyon karbonhidrat entoleransı - hipotoni) Laurence-Moon Biedl Sendromu: (Obesite - mental retardasyon - retinitis pigmentoza - polidaktili) 2. Sekonder Hipotalamik Yetersizlik a. GN-RH'ın pulstatif salınımının bozulması: • Anorexia Nevroza • Esaret Amenoresi • Stres • Egzersiz amenoresi (ileri derecede periferik yağ kaybı) • Hiperprolaktinemi (gerçi bu hipofizer amenore nedenidir ama GN-RH pulsasyonunu da bozar) b. GN-RH'ın Transportunda bozukluklar: Hipofiz sapı kesilerinde ve nucleus arcuatusun harabiyetinde oluşabilirler. • İnfeksiyona bağlı: Tbc, ansefalit • Dejeneratif hastalıklar: Hand-Schüller Chris-tian • Tümörler: Kraniofarengioma, gliom, germinom, sar-koidoz, orta hat teratomları, radyasyon veya travma 3.Hipofizer Amenore: Primer amenoresi yoktur. Çünkü hipofiz yokluğu ölümcüldür. Hemen her zaman sekonder olarak gelişirler. a. Prolaktinoma (Kromofob Adenom) b. Sheehan Sendromu: Gebelikte yaklaşık iki misli büyüyen Adeno-Hipofiz, postpartum ani kanama ve hipotansiyon sonucunda, nekroza uğrar. Ayrıca, hipofiz venlerinin trombozu, hipofizin radyoterapisi ve cerrahi ablasyonda da oluşabilir. Dolayısı ile ön loptan salgılanan diğer hormonlara bağlı belirtilerde ortaya çıkar. İlk 120 bulgusu, agalaxi yani sütün gelmemesidir. Ayrıca genital ve koltuk altı kıllarında dökülme, adinami, gebelik pigmentasyonlarının hızlı kaybolması kilo kaybı, hipotermi, libido kaybı gibi pek çok semptomu vardır. PRL seviyesi artmayan tek hipofizer hastalıktır. Bu hastalarda hayatı kurtarmak için hipofiz ön lop hormonlarının verilmesi gereklidir. İlk ve acilen verilmesi gereken ise glukokortikoidler olmalıdır. c. Diabet, thalasemia majör ve kollajen hastalıklar d. Kraniofarengioma, bazofil ve asidofil adenom e. Boş sella sendromu: Subarakhnoid boşluğun, hipofizer fossaya doğru genişlemesine izin veren sellar diaframın konjenital yetersizliğinde ortaya çıkar. Hipofiz bezi hipotalamustan ayrılır ve düzleşir. Sella tabanı, serebrospinal sıvının basıncı ile düzleşir ve demineralize olur. Bu görüntü röntgen filmlerinde "Empty Sella Sendromu" olarak değerlendirilir. Kural olmasa da bunlar hemen daima amenore ve galaktore ile birlikte bulunur. Bunlara prolaktin salgılayan adenomlar da eşlik edebilir. f. Amenore - Galaktore Sendromları • Chiarri-Frommel: Amenore + Galaktore + Uterus ve över atrofisi. Çok emziren kadınlarda olur. • Ahumado-Del-Castello: Amenore + Galaktore + çok düşük gonadotrop hormon seviyeleri. Hiç doğum yapmamış kadınlarda olur. • Forbes Albright: Amenore + Galaktore + Tümör • Forbes Sendromu: Amenore + Galaktore + Akro-megali Fonksiyonel Amenore Menstrüel siklus oluşumunda direkt olarak rol almayan organların hastalıklarında, beslenme bozukluklarında, eritici hastalıklarda vb. gibi durumlarda ortaya çıkan amenorelere fonksiyonel disregülato-rik amenore denir. Metabolik Hastalıklar 1. TİROİD HASTALIKLARI a. Hipotiroidi b. Hipertiroidi 2. ADRENAL KORTEX HASTALIKLARI a. KAH: Hiperandrojenemi b. Cushing Hastalığı: Hiperandrojenemi c. Adrenal Kortex Tümörleri: Hiperandrojenemi d. Adison Hastalığı: Hipoandrojenemi 3. PANKREAS HASTALIKLARI Özellikle Juvenil diabetlilerin % 50'sinde amenore vardır. 4. KÖTÜ BESLENME 5. BOŞALTIM ve METABOLİZMA HASTALIKLARI a. Siroz b. Kronik nefrit veya üremi 6. KRONİK HASTALIKLAR (Lösemi-Lenfoma Kardiak hastalıklar) 7. FARMAKOLOJİK AMENORE a. Post-Pill amenore: KOK kullanımı sonucu b. İlaçlar: MPA-Phenotiazin (galaktore ile birlikte) - Sitotoksik ilaçlar özellikle alkilleyiciler 121 Primer amenorede tanı • Bukkal Smear ile kromatin analizi • Periferik kandan karyotip tayini yani Y kromozomu araştırılması • H-Y antijeninin immünolojik olarak saptanması • Serum Gonadotropin, PRL ve TSH düzeyi tayini • Kemik yaşı ve serum E2 ölçümü Primer amenorelerde tanı için birtakım laboratuvar testlerin yapılması gerekir. Bunların en önemlileri şunlardır: Primer amenorelerin çoğunluğunu karyotipleri bozuk olan durumlar oluşturur. Turner-Svvyer - Testikû'ler Feminizasyon - Mixt Gonadal Disgenezi - Kromatin (Barr cisimciği) bize X kromozomu sayısı hakkında bilgi verirken, karyotip Y kromozomu hakkında da bilgi verir. Bu yüzden daha değerlidir. Eğer Barr cisimciği pozitif çıkmışsa bundan sonraki aşama progesteron testidir. Progesteron testine hasta kanama ile cevap veriyorsa şu 3 şey söylenebilir: • Ya uterus vardır • Ya Uterus içinde fonksiyone edebilecek endo-metrium vardır • Ya Överden az da olsa - Endometriumu proliferas- yon fazına sokabilecek E2 salgılanmaktadır. Bu tip I amenore diye adlandırılır. Olayın hafif olduğunu gösterir (KAH - Feminizan Över Tm gibi) Progesteron testi (-) çıkmışsa, çoğu otör östrojen + progesteron testi yapar. Eğer burada kanama oluyorsa 3 şey söylenebilir: 122 • Uterus vardır • Uterus içinde fonksiyone eden endometrium vardır • Över E2 salgılamamaktadır Eğer Östrojen-Progesteron testte (-) çıkmışsa, bu tip II yani ağır amenoredir. Çoğu kez tedavi mümkün değildir. Ve altında uterus yokluğu, vajen aplazi gibi ciddi bir periferik amenore nedeni vardır. Bundan sonraki aşamada FSH ve LH tayinleri yapılır. Bu da 3 şekilde netice verebilir: 1. FSH ve LH normaldir, öyle ise neden periferik amenoredir. 2. FSH ve LH yüksektir, bu hipergonadotrop amenoredir ve sebep överdedir. 3. FSH ve LH düşüktür, bu hipogonadotrop amenoredir ve sebep santraldir. En başta Barr cisimciği (-) çıkmışsa, bunlara gerek yoktur. Y kromozom ve karyotip araştırılması ile tanı konacaktır. TSH yüksek ise tanı hipotiroididir. KAH'dan şüpheleniliyor ise 17 OH progesteron tayini yapılmalıdır. Hipertansiyon ve amenore birlikte ise ilk akla gelecek bozukluk 17 a hidroksilaz eksikliği olacaktır. Klitoral hipertrofi ve amenore birlikte ise 4 ihtimal ortaya çıkar. Ama hepsinde ortak nokta androjen fazlalığı olmasıdır. 1. KAH: Y kromozomu yok. 2. Mixt Gonadal Disgenezi: Y kromozomu var. 3. Hakiki Hermafrodit: Y kromozomu yok. 4. PHA Feminus: Y kromozomu yok. Bu olgularda, anamnez ve fizik bulgular çoğu kez hastalığın ne olabileceği konusunda bizi uyarır. Bun-ları şöyle sıralayabiliriz: 1. Androjen fazlalığı (Ör:Hirsutismus) 2. Galaktore 3. Hipotiroidi 4. Obesite veya aşırı zayıflık 5. Sekonder seks karakterlerinde gerileme Bazal vücut ısısı kartı, vaginal sitoloji, servikal müküs kalitesi ve endometrial biopsi bize östrojen aktivitesi hakkında bilgi verir. Eğer galaktore var ise % 40 ihtimalle altında bir hipofiz adenomu yatar. Bu nedenle FSH-LH-PRL ve TSH tayininden sonra ilk yapılması gereken sella turcica incelenmesidir. Eğer PRL seviyesi 100 mg geçmişse MR yapılmalıdır. Galaktore yoksa FSH-LH-PRL ve TSH ölçümünden sonra progesteron ve Östrojen-Progesteron testleri de yapılarak, etyoloji sistematik bir şekilde araştırılır. Östrojen tayinleri pek fazla işe yaramaz. Normal veya düşük olabilir. Östrojenler sadece feminizan över tümörlerinde yükselirler. Hipofiz veya hipotalamik amenoreyi ayırt etmek isteniyorsa GN-RH miktarına bakmak gerekir. Eğer GN-RH yüksek ise olay hipofizer, düşük ise hipotalamiktir. GN-RH tayinleri zordur. Bu konuda basit bir Clomen testi -tam olmasa da- bize yardımcı olur. Hastaya 5 gün, günde 50 mg Clomen verilir. Ve FSH - LH seviyelerine bakılır. FSH ve LH yükselmemişse olay hipotalamik, yükselmişse hipofizerdir denebilir. 123 Sekonder amenorede diagnostik şema PROLAKTİN VE HİPERPROLAKTİNEMİ Prolaktin, 198 aminoasitten yapılmış, 3 disülfid bağı içeren peptid yapıdaki bir hormondur. Dolaşımda serbest halde bulunur ve yarılanma ömrü 20 dakikadır. Dolaşımda başlıca 3 şekilde bulunur: 1. Little PRL: Mol ağırlığı 23.000 2. Big PRL: Mol ağırlığı 48.000-56.000 3. Big Big PRL: Mol ağırlığı 100.000 Bunların immünolojik aktiviteleri benzer olmasına karşı Biyolojik aktiviteleri farklıdır. Biyolojik aktivitesi en güçlü olan Little PRL'dir. PRL, esas olarak adeno hipofizin kromofob (laktotrop) hücrelerinden salgılanır. Vücuttaki tüm endokrin sistemle (Tiroid - Adrenal Korteks - Över steroidleri) etkileşim halindedir. Yapı olarak GH ve HPL'ye çok benzer. Adeno-hipofizdeki salgısı hipotalamustaki nörosekretlerin kontrolü altındadır. Bu kontrol hem inhibe edici, hem stimüle edici şekilde olmaktadır. İnhibe edici kontrol mekanizması daha güçlüdür. PRL fizyolojik olarak bazı durumlarda artar. • Gebelik: Gebeliğin 8. haftasından itibaren artmaya başlar. 38. haftada pik yapar. İnhibe edenler Stimüle edenler - PİF:Dopamin en güçlü - TRH - GABA - VIP - GAP - Anjiotensin II - Serotonin antagonistleri - Galanin - Dopamin Agonistleri - Prolaktinin bizzat kendisi - Endotelin 124 • Laktasyon • Uyku: Uyku başlangıcından itibaren artmaya başlar, uyku boyunca yüksek kalır, sabaha karşı en yüksek dü- zeye ulaşır. Uyanınca aniden düşer. • Yemek sonrası: Alınan proteine bağlı olarak artar Menstrüel siklusta ovulasyon esnasında artar • Hipoglisemi • Cinsel ilişki • Stress • Meme başının uyarılması • Östrojenler uyarıcı etki yaparlar Fizyolojik durumlar dışında, bazı hastalıklar ve ilaçlarda PRL'yi artırmaktadır. PATOLOJİK DURUMLAR FARMAKOLOJİK ETKENLER • Östrojen Hipotalamo-hipofizer lezyonlar • Kraniofaringioma • Oral kontraseptifle • Glioma • TRH • Granulomlar histiositozlar sarkoid tüberk • Anestezik drogl • Operasyonlar • Fenotiazin • İrradiasyon • Haloperidol ıklar Fonksiyonel hipotalamo hipofizer hastal • Metoklopramid • Prolaktinoma • Domperidon • Psödosiyesis • Pimozid • Cushing hastalığı • Sulpirid • Nelson sendromu • Nomişensin • Akromegali • Rezerpin • GH, ACTH, PRL salgılayan mikst adenom • Alfa metildopa • Hipotiroidizm • MAO inhibitörleri • Renal yetersizlik • Opium ve benzerle • Ektopik sekresyon • Amfetamin • Bronş karsinomu • Halusinojen drogla • Renal hücreli karsinom • Simetidin Prolaktin sekresyonunu etkileyen durumlar • GN-RH pulsasyonun azalması • Hipofizden direkt LH salgısının inhibe edilmesi • Östrojenin LH üzerine olan pozitif feed-back etkisinin engellenmesi • Adrenal androjenlerin artırılması • Gonadotropinlerin överler üzerine etkisinin bloke edilmesİ Hiperprolaktineminin reprodüktif fonksiyona etkileri: Hiperprolaktinemiler hipogonadizme neden olurlar. Bunun nedeni karışık ve tartışmalıdır ama öne sürülen faktörler şunlardır: Bu sayılan faktörler neticesinde, överde folikül gelişimi bozulur, luteal faz defekti oluşur, oligoovulasyon veya anovulasyon ile amenore görülebilinir. Amenore görülen olgularda, östrojen eksikliği sonucu, ilerki hayatlarında osteoporoz ve KVS hastalıklarında artış olur. Hiperprolaktinemik bir hasta, kliniğe genellikle şu şikayetler ile gelir. 125 • Galaktore: Her zaman hiperprolaktinemiyi göstermez ama eğer infertilitede söz konusu ise özellikle Prolaktinoma yönünden araştırılmalıdır. • İnfertilite • Amenore • Geç püberte • Menstrüel düzensizlikler • Hiperandrojenemi: Hirsutismuslu kadınların yak-laşık %13-30'unda hiperprolaktinemi vardır. PKOS'lu hastalarda artmış östrojenler PRL'yi artırır. Ama bazen de artmış PRL direkt adrenal korteksi uyararak, androjen miktarını artırır. Hiperprolaktinemi etyolojisi 1. İdiyopatik 2. Geçici Hiperprolaktinemi 3. Prolaktinemi • Mikro 1 cm'den küçük • Makro 1 cm'den büyük 4. Amenore-Galaktore Sendromları • Chiarri-Frommel • Ahumada Del Castello • Forbes • Forbes Albright 5. Empty Sella Sendromu Tedavi Medikal ve cerrahi tedavi seçenekleri vardır. a. Medical Tedavi: Dopamin agonistleri kullanılır. Çünkü PİF'in kendisi dopamin'dir. Bunlar başlıca 2 grupta toplanırlar. 1. Ergot Deriveleri: Bromocriptin, Lisuride, Pergo-lide, Metergolin, Cabergolin 2. Ergot Deriveleri olmayan: CV 205-502 Bunlar arasında, bugün için en çok kullanılan bromokrip-tin'dir. Hipofizdeki laktotrop (kromofob) hücrelerinde bulunan dopamin reseptörlerine bağlanır ve PRL yapımını azaltır. Tok kamına alınmalıdır. Yan etkileri: 1. Bulantı: % 50 2. Baş ağrısı: % 20 3. Baş dönmesi: % 20 4. Nazal konjesyon: %5 5. Kabızlık 6. Ortostatik Hipotansiyon Günlük kullanım 2 x 2,5 mg'dır. Son zamanlarda, bu yan etkilerin azaltılması için, SRO formları ve intramüsküler aylık injeksiyon formları da çıkmıştır. b. Cerrahi Tedavi: Prolaktinoması olan kişilerde, medical tedavi ilk seçenektir. 2 ve 3 ay gibi bir sürede pro laktinomalarda küçülme sağlanır. (Hatta küçülmenin ilk 2 hafta içinde % 70-90 olguda, başladığı kabul edilir). 3. aydan sonra küçülme yavaşlar. Cerrahi tedavi, medi-kal tedaviye cevap vermeyen olgularda gündeme gelir. 126 Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1- Medikal tedaviden cevap almayan olgularda 2- Görme alanını bozan veya parasellar yayılma gösteren olgularda 3- Sekretuar olmayan hipofiz adenomlarında Tercih edilen metod, makroadenomların transsfenoidal yol ile çıkartılmaldır. Ağır ve ilerlemiş vakalarda transfrontal yol kullanılır. Cerrahi Komplikasyonları 1- Enfeksiyon 2- Diabetes insipidus 3- Serebrospinal sıvı kaçağı 4- Kalıcı PRL yüksekliği 5- Panhipopitüitarizm 6- Tümörün tekrarlaması (en sık) Radyoterapi pek kullanılan bir yöntem değildir. Çünkü optik sinir hasarı, kiazma yaralanmalarına ve beyin nekrozuna neden olabilir. Ancak ileri vakalarda, cerrahiye yardımcı bir seçenek olarak düşünülmelidir. Gebelikte, prolaktinomalar büyür. Görme alanı defektlerine neden olabilir, hipofizer kanama yapabilir. Bu nedenle, bu hastalar gebelikte aylık görme alanı tetkikleri ve PRL ölçümleri ile takip edilirler. Gebelikte bromocriptin kullanımı sakıncalı değildir. Teratojenik etkisi yoktur. Gerekirse cerrahi müdahale yapılır. KISA… KISA… 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) Kısa boy, yele boyun, kalkan göğüs ve kardiak malformasyonlar gösteren ve bu yüzden Turner sendromuna çok benzeyen sendrom Noonan sendromu olarak bilinir. Bunlar, normal kromozomal ve gonadal yapıya sahiptir. Bu yüzden erkeklerde de görülebilinirler. Ancak Turner'da en çok görülen kardiak defekt aort koarktasyonu olmasına karşın bunlarda en sık görülen pulmoner stenozdur. Ambigus (kuşkulu) genitalya ile doğan süt çocuklarında hayatı tehdit eden tek hastalık KAH dır. Bu yüzden görünüşü erkeği andıran tüm süt çocuklarında aksi ispat edilinceye kadar, ilk tanı bu hastalık olmalıdır. Zaten, ambigus genitalyanın en sık rastlanılan nedeni de budur. Danazol kullanımı sırasında hamile kalan bir endometriozisli hastada KAH sendromu oluşabilir. 3β- dehidrogenaz eksikliğinde, kanda DHEA ve 17 OH pregnenolon artar. PHA-Maskulin nedenleri arasında 5-a-redüktaz enzimi eksikliği de vardır. Bundan şüphelenildiği zaman, HCG stimülasyonu ile Ley-ding hücreleri uyarılırsa, T/DHT oranı artar. Oysa androjen reseptör duyarsızlıklarında bu oran değişmez. Kuşkulu genitalyası olup, karyogramı XX gösteren ancak androjen seviyeleri normal olan bir hastada 2 ihtimal vardır. • Gerçek hermafrodit • Mikst gonadal disgenezi: Bu durumda ayırt edici metod olarak laparoskopiye başvurulur. Tüm maskülinizasyon gösteren kadınlar, uygun tedavi ile hamile kalabilirler. Ancak, erkek psödohermafroditler ise, 3 olasılık dışında steril kalacak-lardır. Bu üç durum şunlardır. Tek başına Ca kullanılması, osteoporoza karşı koruma sağlar. Ancak bunun için alınması gereken günlük miktar 1,5 gr'dır. Oysa öst-rojen ile birlikte kullanılırsa bu doz 1 gr'a düşer. Günlük diyette bir kadın ortalama 0,5 gr kalsiyum alır. Bu da Ca takviyesinin menopozda gerekli olduğunu gösterir. 9) Kalsitoninin, östrojen tedavisinin kontrendike olduğu durumlarda, tek başına kullanılması osteoporozu engeller. İntranazal veya en-jekteabl doz 100 IU iken, nazal doz, bunun iki misli 200 IU dur. Etidronat disodyum (Didronat) günlük 400 mg olarak 2 hafta alınır. Buna göre 1,5 gr Ca takviyesi yapılırsa, özellikle vertebral kırıklarda belirgin azalma gözlenir. 10) İster menopozdan, isterse östrojen tedavisinin kesilmesinden 3-5 yıl sonra, hızlı bir kemik kaybı vardır. 11) Sigara içen kadınlarda osteoporozun daha sık ve daha erken görülmesinin nedeni, kandaki serbest östrojen düzeyinin düşmesidir. 12) Kardiyovasküler hastalıklar ABD'de en yaygın ölüm nedenidir. Ve çoğu majör damarlardaki aterosklerozdan kaynaklanır. Risk faktörleri 4 tanedir ve erkek ile kadın için aynıdır. Bunlar: 13) Kadınlar, erkeklere göre koroner hastalıklarda 10 yıl, Myokard infarktüsünde ise 20 yıl geriden gelirler. Bunun nedeni kadınlarda erkeklere göre daha yüksek HDL seviyesi olmasıdır. Östrojenler de HDL 'yi artırırlar. Buna karşın androjenler bunu azaltır. HDL'nin bu etkiyi nasıl sağladığı tam anlaşılmamış olmakla birlikte kolesterolün Makrofajlardan ve arterlerin intimal duvarlarından çıkışını artırdığı zannedilmektedir. 127 14) Kadınlar, erkeklere göre koroner hastalıklarda 10 yıl, Myokard infarktüsünde ise 20 yıl geriden gelirler. Bunun nedeni kadınlarda erkeklere göre daha yüksek HDL seviyesi olmasıdır. Östrojenler de HDL 'yi artırırlar. Buna karşın androjenler bunu azaltır. HDL'nin bu etkiyi nasıl sağladığı tam anlaşılmamış olmakla birlikte kolesterolün Makrofajlardan ve arterlerin intimal duvarlarından çıkışını artırdığı zannedilmektedir. 15) Östrojenler HDL miktarını artırırlar, LDL'nin ise hem katabolizmasını artırır, hem partikül büyüklüğünü azaltır. Buna bağlı olarak, kadınların myokard infarktüsünden ölümlerini %45 azaltır. Bu da hipertansiyon önlemesi ve sigaranın bırakılmasıyla karşılaştırılacak kadar büyük bir etkidir. 16) Östrojenler, postmenopozal devrede, kardiyovasküler hastalıktan koruma kadar felçden ve Alzheimer hastalığından da kadınları koruduğu görüşü vardır. 17) Östrojenler, postmenopozal yaşlarda görülen hipertansiyon üzerinde, ya hiç etkili değildir ya da hafifçe azaltıcı etkiye sahiptirler. 18) Androjenler, menopoz tedavisinde, sadece libidoyu artırmak için kullanılır. Günlük androjenler (özellikle testosteron) hem kolesterolü artırır, hem endometrial koruma sağlamaz, hem de periferde östrojenlere dönüşüp, Östrojen seviyelerini artırır. Ayrıca, testosteronun osteoporozu engelleyici etkisi yoktur. 19) Postmenopozal kadınlarda, östrojene bağımlı endometrium kanserinin varlığının araştırılması için 2 pratik yol vardır. Birincisi ultrason ile endometrial çizgi kalınlığının tespitidir. Endometrial çizgi 5 mm'yi geçmemelidir, ikincisi ise progesteron yükleme testidir. 10 günlük MPA verilerek, kanama yaptırılırsa, endometrium östrojenle hazırlanmış demektir. 20) Transdermal uygulamanın aslında çok fazla avantajı yoktur. Ancak trigliserid seviyeleri yüksek olan kadınlarda avantajlıdır. Bu durumda özellikle progesteron eklenmesi, trigliserid seviyesini daha hızlı düşürür. 21) Histerektomi geçirmiş kadınlara, progesteron da ilave edilmeli midir? İlk bakışta, "menopoz tedavisinde progesteronun yeri, sadece endometrial koruma sağlamak amacıyla kullanılmasıdır" gibi bir önyargıyla karşılaşılınır. Ancak, yüksek trigliserid seviyelerinin düşürülmesi, endometriozisli hastalarda över endometrioid Ca'nın engellenmesi ve kemik dansitesini artırıcı etkileri nedeniyle histerekto-mili kadınlarda da kullanılmalıdır. 22) Yaygın bir inanca göre, östrojenlerin vaginal uygulanışı, sistemik dolaşıma geçmelerini engeller. Ancak bu doğru değildir. Doğrusu östrojenler sadece atrofik vajenden emilir, ancak kornifikasyon başlayınca emilmeleri durur. Bu yüzden atrofik vaginitelerde küçük doz uygulanması doğru olur. 23) Över, vulva ve serviks Ca'da HRT rahatlıkla kullanılabilinir. Özellikle kolorektal Ca'ya karşı da koruma sağlar. 24) Duvarlarında prolaktinoma oluşturup, prolaktin salgılayanlar; bronkojenik karsinoma, renal hücreli karsinoma, gonadoblastoma ve dermoid kisttir. Bunlarda prolaktin artışına bağlı amenore ve galaktore görülebilinir. 25) 30 yaşın altında hipergonadotrop amenore gösteren tüm kadınlarda, ilk yapılacak tetkik karyogram tayinidir. Çünkü, eğer bunlarda, Y kromozomlu gonadal disgenezi saptanmışsa, disgerminom, gonadoblastom ve nadiren de endodermal sinüs tümörü ile koryo-karsinomaya rastlanabilir. Bu tümörlerin hiçbirisi 30 yaşın üzerinde görülmez. 26) Hipergonadotrop olup, primer över yetersizliği olan kadınlarda fertilite açısından durum ümitsizdir. Sekonder amenoresi olan kadınlarda, infertilite olabilir ama durum bu kadar ümitsiz değildir. Spontan olarak bir süre sonra adetleri başlayabilir. Veyahut östrojen tedavisi ile folikül reseptör sayıları artınlabilinir. Bu durumda ilk akla otoimmün hastalıklar gelmelidir. Burada önce Östrojen veya GN-RH analogları ile FSH ve LH seviyeleri düşülür. Sonra ovülasyon endüksiyonu denenir. 26) Hipogonadotrop olup, amenoresi olan ama ga-laktoresi olmayan ve sella tursika incelemeleri normal çıkan hastaları hipofizer-hipotalamik amenore grubuna sokarız. Galaktoresi olanlar ise hipofizer dir. 27) Subaraknoid boşluğun, hipofizer fossaya genişlemesine izin veren sellar diaframın konjenital yetersizliğinde hipofiz bezi hipotalamustan ayrılır ve düzleşir. Sella tabanı, serebrospinal sıvının basıncı ile demineralize olur. Ve röntgen filminde, empty sella sendromu denir. Hemen daima amenore ve galaktore ile birlikte bulunur. Bunlara prolaktin salgılayan adenomalar da eşlik edebilir. Ancak bu hastalık benign bir durumdur. Spontan olarak hamile de kalabilirler. 28) Sekonder amenorelerin en sık nedeni hiperprolaktinemidir. Ama bunların sadece 1/3'ünde galaktore görülür. 29) Hiperprolaktinemi vakalarında galaktore olsun veya olmasın, amenorenin nedeni, artmış PRL'nin, GN-RH pulsasyonunu bozmasıdır. Ayrıca artmış PRL amenore yapmasa bile corpus luteum yetmezliğine ve hatta anovulasyona neden olabilir. 30) Hipofiz adenomları arasında en sık görülen, klasik bilgi olarak prolaktinomalardır. Ama son zamanlarda, gonadotrop kökenli, FSH ve nadiren LH salgılayan non-fonksiyone adenomalardan bahsedilmektedir. Bunlarda en karakteristik özellik a subunitlerinin artması ve GN-RH analogları ile salgılarının azalmamasıdır. 31) Kallman sendromu, X'e bağlı geçiş gösteren, bu yüzden erkeklerde kızlara göre 5-7 kez daha sıklıkla gözlenen, anosmia, amenore ve hipognadotrop hipogonadizm ile karakterize, konjenital bir sendromdur. Postmortem MR incelemesinde, rinansefalonda olfactor sul-kus görülmez. Bunlarda, kemik ve böbrek anomalileri, yarık damak ve dudak bulunması, X üzerinde eksik olan genin, sadece hipo-talamustaki GN-RH salgılamasını etkilemediğini gösterir. Kallman Sendromu ayrıca, kısa boy, ihtiyozis ve sülfataz eksikliği birlikte de görülebilir. Bunlar Clomifen tedavisi ile değil ekzojen gonadotropin tedavisi ile hamile kalabilirler. 128 İNFERTİLİTE SUBFERTİLÎTE - İNFERTİLİTE Düzenli ve korumasız cinsel ilişkiye karşın, bir yıl geçtiği halde hamile kalınmaması demektir. Sterilite Hormonal veya yapısal bir nedenden ötürü hamile kalmanın veya bırakmanın mümkün olmadığı durumlar demektir. Örneğin Turner sendromu hamile kalamaz. Çünkü ovulasyonu yoktur. Kleinfelter sendromu hamile bıra- kamaz. Çünkü azospermisi vardır. Fekondabilite Erkekte yaştan bağımsız, kadında yaşla ilgili hamile kalabilme yüzdesıdir. En uygun yaş 20-25 yaşlar arasıdır. Bu yaşlarda I yılda hamile kalabilme yüzdesi %80, 2. yıl sonunda %93 'tür. 35 yaştan sonra, inhibin azalması veya primer oositin yaşlanması sonucu fekondabilte %11'lere düşer. İVF uygulamalarında da, bu yaşın üzerindeki kadınlarda başarı şansının düştüğü fark edilmiştir. İleri yaştaki bu kadınlarda, abortus ve kromozoma! anomalili çocuk doğurma olasılığı, hatta mo-ler gebelik görülmesi sıklığı da artmıştır. Siklusun 3. gününde FSH seviyesi 15-25 IU/L ise, hamile kalma oranı belirgin bir şekilde düşer. 40 IU/L üzerinde ise sıfıra yakındır. 45 yaşından sonra ise fekondabilite oranı %0,5'e düşmüştür. Kadında infertilite nedenlerinin dağılımı 1- Ovulatuar disfonksiyon; % 40 • Anovülasyon • Oligoovülasyon • LUF (Luteinize çatlamamış folikül) 2- Tubal ve peritoneal nedenler % 40 • Enfeksiyonlar (Klamidya - Gonore Tüberküloz - Mikoplazma %50-60) • Endometriyozis %6-15 • Salpenjitis istmika nodozum • Hipoplazik, uzun tubalar • Kartagener sendromu • Dıştan yapışıklıklar 34567- Nedeni açıklanamayan bozukluklar % 10 Servikal faktör Anatomik bozukluklar Uterus anomalileri gibi. Tiroid hastalıkları Beklenmedik problemler • Sigara içme erkek ve kadında fekondabiliteyi boz abilir. • Marihuana kullanımı GnRH'ın pulsasyonunı bozar. • Kokain spermatogenezi bozar. 8- Psikosomatik nedenler: Aşırı çocuk isteği, aşırı gebelik korkusu vb. • Primer İnfertilite Hiç gebe kalmama halidir. • Sekonder İnfertilite Geçmişte gebelik oluşmuş, sonra infertilite başlamıştır. 129 Evli çiftlerde infertilite nedenlerinin dağılışı İnfertiliteden kadın % 40-50, erkek % 35 oranında sorumludur. Yinede geride kalan % 10-15'e sebebi açıklanamayan infertilite denir. İnfertilite araştırmaları belli bir sıra izleyerek adım adım yapılır. Laparoskopide dahil olmak üzere 6-8 hafta içerisinde de bitirilebilinir. Bu süre zarfında muhtemel neden % 85-90 ihtimalle bulunur. İncelemelere her zaman öncelikli olarak erkekten başlanır. Erkekte sperm analizi, ASA testleri ve servikal mu-kus sperm karşılaştırmaları pratik ve hızlı bir şekilde yapılabilinir. Erkekte kusur bulunmadığı takdirde kadın araştırmalarına geçilir. Spermatogenezde rol oynayan faktörler - Seminifer Tubulus →→ FSH -» Sperm yapımı - Leyding Hücreleri → LH g T yapımı - Sertoli Hücreleri → Kan testis bariyeri S ASA'yı engelleme - PRL - DHT ASA (Anti Sperm antikorlar) Testisler, spermatogenezi yürüten seminifer tubuluslar ve androjen salgılayan Leyding hücreleri olmak üzere iki ayrı kompartmandan oluşur. Bu kompartımanlar fonksiyon görebilmek için FSH ve LH'a ihtiyaç duyarlar. LH Leyding hücrelerini uyararak günlük 5-10 mg testosteron salgılatır. Ancak, FSH, Leyding hücrelerinde, LH reseptörlerini oluşturarak LH'ın etkisini artırıp, azaltabilir. Erkek faktörünün değerlendirilmesi 1) Spermiogram Üç - dört günlük cinsel perhizden sonra spermiyogram yapılır. Spermiyogramda şunlara bakılır; • Sayı M 1 cc'de 20.000.000 üzerinde olmalıdır. Bunu altında ise oligospermiden bahsedilir. • Motilite -» Spermlerin hareketi % 50'den fazla olmalıdır. Eğer azsa astenospermi olarak değerlendirilir. • Morfoloji -* En önemlisidir. % 50'den fazlası morfolojik olarak normal olmalıdır. Eğer değilse teratosper-miden bahsedilir. • pH I 7,2 - 7, 8 olmalıdır. • Volüm -» 2- 5 cc olmalıdır. • Likeifikasyon -» 20-30 dakikada oluşmalıdır. • Fruktoz miktarı M ++ üzerinde olmalıdır. 2) İmmünobead testi 3) Spermmar testi 4) Aktif sperm konsantrasyonu Milimetredeki sperm sayısı X milimetredeki motilite yüzdesidir. 5) Kruger değerlendirilmesi Spermiogramda sadece morfolojik özelliklere konan kriterlerdir. Kruger'e göre spermdeki baş, kuyruk ve hatta küçük akrozomal defektleri olanlar bozuk morfolojili kabul edilmektedir. Buna göre %14'den yüksek normal morfolojisi olanlarda in vitro fertilizasyon oranları normaldir. %4-14 arası hatalı morfoloji varlığında başarı oranı %7-8'e düşer, %4'den daha az normal morfolojide başarı şansı yok gibidir. IVF'de kullanılır. Testosteron ise LH ile negatif feed-back ilişki içerisinde olmasına rağmen, fizyolojik dozlarda FSH miktarını etkileyemez. Testosteron salgısını PRL (prolaktin) de etkiler. 130 Normal miktarlarda PRL, testosteron salgısını artırırken, yüksek doz PRL frenler. Seminifertubuluslarda, FSH, testosteron yardımı ile spermatogenezi stimüle eder. Bu stimü'lasyonda Sertoli hücreleri mediatör olarak görev alır. Spermatogenez, lokal olarak çok yüksek düzeylerde, testosteron ve DHT'ye ihtiyaç duyar. Sertoli hücreleri salgıladıkları inhibin ile FSH düzeyini ayarlayabilirler. Seminifer tubuluslar asvaskülerdirler ve gereksinmelerini diffüzyon yolu ile alırlar. Tubuluslar etrafında Sertoli hücreleri vardır ve bunlar kan-testis bariyerini oluşturarak spermlerinde kana karışmasını engellerler. İşte ASA bu kan-testis bariyeri yıkılınca oluşabilir. Kan testis bariyerini - Enfeksiyon - Vazektomi - Testis torsiyonu - Travma bozabilir. Ve erkeğin kendi spermine karşı ASA oluşturabilir. Bunun ilk göstergesi, spermiogramda tekrarlayan aglütinasyonlardır. Serumda da saptanabilir. Günümüzde ASA'ları tespit etmek için 2 test kullanılmaktadır. İmmunobead testi Bu testte kullanılan tanecikler Anti - IgG, anti IgM ve anti IgA ile işaretlenerek spermin üzerindeki antikor tipleri belirlenir. Ayrıca da spermin üzerindeki antikor lokalizasyonları da belirlenir. IgA genellikle kuyrukta, IgG ise baştadır. Baştaki antikorlar sperm-ovum penentrasyonunu engellerler. % 20 den fazla yapışma patolojiktir. Sperm Mar (Mikst aglütinasyon testi) Sadece IgG antikorlarının varlığını göstermeye yarar. Ancak lokalizasyon konusunda karar vermez. Ama yapılışı çok basittir. SpermMar'a göre immünolojik infertilite diyebilmek için %10-39 motil spermin lateks partikülleri ile birleşmesi gereklidir, %40'tan fazla birleşme varsa, infertilite oranı çok fazladır denmektedir. Serumda saptanan ASA'nın günümüzde infertiliteyi etkilemediği kabul edilmektedir. Bu yüzden kanda tayini çok anlamlı değildir. Servikal mukusun değerlendirilmesi Servikal faktör değerlendirilmesi, sperm değerlendirilmesi ile yakından ilişkilidir. Çünkü bir ejekulatta, arka fornikse boşaltılan milyonlarca spermden sadece 1000-1500 tanesi, serviks bariyerini aşıp, endometrial kaviteye ulaşacaktır. Serviksi aşma işlemi sadece, öst-rojen pikinin servikal mukusu geçirgen kıldığı periovulasyon döneminde gerçekleşebilecektir. Östrojenin bu dönemde, servikal mukusta yaptığı değişiklikler, örneğin Spinbarkeit varlığı ve pozitif bir Fern testi mukusun kalitesi hakkında bize bilgi verecektir. Olası bir ovulasyonun da ilk habercisi olacaktır. Bunu takiben ilk yapılacak test post-koital testtir (Sims Hühner Testi). Post-koital test (Sims Hühner testi) Cinsel ilişkiden 2-8 saat sonra, arka fornixten alınan mukus örneği mikroskop altında, büyük büyütme ile incelenir. Servikal mukus içerisinde canlı sperm sayısı araştırılır. Eğer canlı sperm yoksa veya ileriye doğru değil de titrek hareketler yapan spermler varsa, akla immünolojik nedenler (ASA) gelmelidir. Eğer, mukus içerisinde, her büyük büyütme alanında 1-5 hareketli sperm varsa post-koital test iyidir denir. 6-10 veya 11 üzerinde sperm sayısı testin çok iyi olduğunu gösterir. 21 canlı sperm ise 1 cc'de 20 milyondan fazla spermin göstergesi olarak kabul edilir. Post koital test çok güvenilir bir test değildir. 131 Çapraz İnvazyon Testi: (Kurzock - Miller testi) Sperm servikal mukusa penetre olmamış veya ser-vikal mukusta hiç canlı sperm yoksa yapılır. Amacı, kusurun nerde olduğunun araştırılmasıdır. Sperm bir dönör mukusu ile, mukus ise bir dönör spermi ile karşılaştırılır. Eğer kusur spermde ise, dönör mukusuna da penentre olamayacaktır. Eğer kusur mukusta ise, fertil olduğu bilinen erkeğin spermi de bu mukusa penentre olamayacaktır. Sperm - Penentrasyon Testi (SPT) Enzimatik yol ile zonadan arındırılmış hamster yumurtası ile, erkeğin spermi karşılaştırılır. Eğer 2 veya daha fazla sperm yumurtaya penetre olmuşsa, spermler kusursuz sayılır. Fertil olduğu bilinen bir erkeğin spermi ile de aynı yumurtada SPT testi denenir. Ve iki farklı spermden kusurlu veya penetrasyon gücü az olan ayırt edilebilinir. Ancak insan sperminin hamster yumurtasını penentre etmemesi, insan ovumunu da etmeyecek demek değildir. Bu test özellikle sebebi açıklanamayan infertilite ve IVF öncesi seçilecek sperm tayininde kullanılmaktadır. Servikal Mukus Kontak Testi (Kremer Testi) Servikal mukus IgA tipinde anti - sperm antikorlar varsa, sperm mukus içerisine girer ama titrek ve sallanma tipinde hareketler yapar. T-Mycoplazma (Üreaplazma, Ürealyticum) kültürleri Hem servikal sıvıda, hem de semende yapılmalıdır. Çünkü mikoplazma cinsel ilişki ile geçebilir. Kadında tekrarlayan düşüklere ve salpenjite neden olurken, erkekte sperm hareketlerini azaltabilir. Kültürü pozitif olan erkeklerde dokzosilin tedavisi % 60 başarı sağlamış ve gebelik oluşmuştur. Ovulasyon değerdirilmesi Ovulasyon olup olmadığı, direkt ve indirekt bulgular ile araştırılabilir. Ovulatuar kusurlar • Anovulasyon En sık rastlanılan ovulatuar kusurdur. Fizyolojik olarak püberte sonrası veya menopoz öncesi görülebilir. Ayrıca laktasyondaki kadınlarda da bir süre anovulasyon vardır. Patolojik olarak PKOS'de sıklıkla görülür. Ayrıca tiro-id hastalıklarında, hiperprolaktinemi varlığında, hiperandrojenemi durumlarında hatta strese bağlı durumlarda bile oluşabilir. Polimenore, oligomenore, östrojen kırılma kanamaları ve normal süresinde sonlanan siklusla birlikte görülebilinir. • Oligo-Ovulasyon Ovulasyonun seyrek olarak gerçekleşmesidir. Bunlar hamile kalabilirler ama geç hamile kalırlar. Ovulasyon değerlendirmesi 1) BBT (Bazal beden temperatürü) Ovulasyon olduktan 2 gün sonra kanda progesteron yükselir. Progesteron termojenik bir hormon olup BBT yaklaşık 0,5 °C artırır. Bu ısı artışı da korpus luteumun progesteron salgısının sürdüğü 10 günlük süre zarfında devam eder. 132 2) Fern testi + Spinbarkeit varlığı E2 pikinin oluştuğunu gösterir. Fakat mutlak ovulasyon olduğu anlamına gelmez. 3) LH piki tayini Tükrük ve idrarda yapılabilinir. İlişkiye girilecek günleri tespit edebilir. Ama yine de ovulasyon olduğu anlamına gelmez. 4) Folikülometri Siklusun 9. gününden itibaren ya her gün ya gün aşırı folikül gelişmesinin USG ile takibidir. Graf folikülü aşamasında, folikül büyüklüğü 17-20 mm kadardır. Bu büyüklüğe erişmiş folikül çatlar ve yok olursa ovulasyon olmuş demektir. 5) Premenstrüel endometriyal biyopsi Ovulasyon olmuşsa, premenstrüel EB'de sekresyon fazı görülür. En kesin tanı bununla konulur. 6) Siklusun ikinci yarısında progesteron tayinleri Progesteronun bu devrede 10-15 ng/ mL'yi aşması ovulasyonun olduğunu ve korpus luteumun progesteron salgıladığını gösterir. Tek Ölçümle yetinilmemelidir Ayrıca 3 klinik antitenin varlığı indirekt olarak ovulasyon olduğunu düşündürtür. Çünkü bunlar sadece ovulasyonlu sikluslarda görülür. 1- Primer dismenore 2- Premenstrüel sendrom 3- Mittelschmerz (Ovulasyon kanamasına bağlı adet ortası sancı) LUF Folikül preovulatuar olarak normal büyür. Ancak LH pikini takiben folikül küçülmez ve büyümeye devam eder. Bazen ovulasyon olmadığı halde korpus luteum bile oluşabilir. Esası, ovumun graff folikülü dışına atılamamasıdır. Endometrioziste, prostaglandin sentetaz inhibitörlerinin periovulasyon döneminde kullanılmasında ve bazen ovulasyon indüksiyonunda ortaya çıkabilir. Korpus luteum yetersizliGinin deĞerlendirilmesi Normalde korpus luteumun ömrü 14 gündür ve bu 14 günün en az 10 gününde progesteron salgılar. Eğer progesteron salgısında yetersizlik oluşursa, endo-metriumda sekresyon tam olamayacak ve implantas-yon ya kusurlu gerçekleşecek ya da gerçekleşemeyecektir. Korpus luteum yetersizliğinin araştırılmasında şunlara bakılır: BBT Bifazik ısı artışı olmalı ve ısı artışı en az 10-12 gün sürmelidir. Eğer ısı artışı 10 günden az sürmüşse korpus luteum yetersizliğinden bahsedilir. Sübjektif bir yöntemdir. Premenstrüel Endometrial Biopsi Endometriumdaki sekretuar değişiklikler, EB yapıldığı günden iki veya daha fazla gün geriden gidiyorsa, korpus luteum yetersizliği tanısı konabilinir. Ancak tek EB ile yetinilmemelidir. Serum progesteron seviyeleri Siklusun 2. yarısında yapılır. 15 ng/mL üzerinde ise normal 10-15 ng/mL arasında ise şüpheli 10 ng/mL altında ise yetersizlik düşünülmelidir. Prolaktin değerleri yüksek veya düşük ise ovulasyon engellenebileceği gibi korpus luteum yetersizliğinde oluşabilir. 133 Korpus luteum yetersizliği infertiliteden daha sık spon-tan aborta neden olur. Ayrıca nadir olarak disfonksiyonel kanama da yapabilir. C. Luteum yetersizliğine neden olan başlıca hastalıklar şunlardır.. - Hipotiroidi - Hiperplolaktinemi - Endometriozis - Diyabet Tubal faktörün değerlendirilmesi Tubal faktör değerlendirmesinde çeşitli etyolojik nedenler göz önünde tutulmalıdır. Ama tartışmasız ilk sırada geçirilmiş PİD gelmektedir. Kronik PID'nin en sık rastlanılan nedeni Chlamidya enfeksiyonlarıdır ve tubal yapışıklık yapmadan tubal yıkıma neden olurlar. sıklıkla gonore gelir. Yukarı gonore tuba-ovarial abseler oluşturarak, tubal fizyoloji ve anatomiyi bozar. sırada tüberküloz gelir. Tüberküloz çoğu kez plörezili akciğer tutulumundan sonra, hematojen yol ile tubalara gelir ve tubaları bilateral olarak tutar. Tu-bayı tuttuğu zaman en fazla tubal hasar yapan mikroorganizmadır. Tubayı tutması bilateral ve ağrısızdır. Tuba tutulumunun ilk göstergesi infertilitedir. İnfertilite yapabilen bu mikroorganizmaların bir kısmı aynı zamanda ektopik gebelik nedeni de olabilmektedirler. Enfeksiyonlar dışında, tubal infertilite nedenleri arasında endometriozis ikinci sırada gelmektedir. Endometriozis direkt olarak tubayı tıkamaz ama peritoneal infertiliteye ve LUF'a neden olabilir (Bk 5.ders). Tubanın motilitesini ve ovulasyonu bozabilir. Embriyo-toksik etki gösterebilir ve hatta korpus luteum yetersizliği yapabilir. (Bk. 5. Ders) Tubal faktör araştırılmasında HSG ve laparoskopiden faydalanılır. HSG Esası, radyoopak bir maddenin, servikse takılan bir ka-nül ile önce uterin kaviteye, sonra tubalara geçirilmesidir. Tubalar açık mı? tıkalı mı? diye yapılır. Ayrıca servikal yetersizliği, polipleri, uterin mal-for-masyonları ve uterus içerisinde yer kaplayan lezyonları da tanımaya yardımcı olur. HSG'de kullanılan radyoopak maddeler iki türlüdür: 1. Suda eriyenler 2. Yağda eriyenler. Bunların birbiri ile kıyaslanmaları, bazı avantajları ve dezavantajları olduğunu gösterir. Yağda eriyen kontrast maddeler - Daha iyi görüntü verir. - Çekimi takiben ilk 7 ay içerisinde gebelik şansı daha çok artar - Daha fazla granülomatöz salpenjit yapar - Daha fazla şimik peritonit yapar. - Daha fazla allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Suda eriyen konrast maddeler ise bunların tersi etkiler gösterir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, HSG sonrası elde edilen gebeliklerin varlığıdır. Tubal yapışıklıklar varsa açılarak, belki de gebelik şansını artırmaktadır. 134 - Yağda eriyen kontrast maddeler ayrıca; - Tubaların siliar aktivitesini stimüle eder - Servikal mukusu daha iyi hale getirir - Müköz membranlarda bakteriostatik etki yapar. - Peritoneal makrofajların fagositoz kabiliyetini azaltır. - Spermlerin fagosite olmasını böylece engeller. Yağda eriyen maddeler ile, HSG'yi takiben 7 ay içerisinde gebelik oranı %41,3 iken, suda eriyenlerde bu oran %27'dir. Laparoskopi Bunlar: - Birkaç siklus prezervatif kullandırıp birkaç siklus kullandırmamak (amaç servikal ASA oluşumunuazaltmak) - Ampirik doksosilin ve tetrasiklin verilmesi - (amaç mycoplazma ve chlamidya'ya karşı koruma sağlamak) - Ovulasyon öncesi düşük doz östrojen verilmesi (amaç servikal mukusta geçirgenliği artırmak) Bu süre geçtikten sonra hala gebelik oluşmamışsa süper indüksiyon ve IVF uygulamasına geçilmelidir. Bazıları IVF'e geçmeden önce klomifen sitratın 3-6 ay denenmesini önermektedir. İnfertilitede tedavi 1) Ali (artifisyel intraüterin inseminasyon) Servikal faktöre ve oligospermik erkek faktöründe uygulanan tedavi yöntemidir. Erkekten ejekulat yolu ile alınan spermler ya o haliyle, ya da yıkanarak, endomet-rial kaviteye yerleştirilir. Yıkanma işlemi ASA' lar varsa, sperm üzerinden uzaklaştırıcın diye yapılmaktadır. Endikasyonları - Kalın veya kötü mukus - Servikal anomali veya geçirilmiş servikal operasyonlar - İmmünolojik nedenli infertilite (sperm veya servikal mukusta ASA'lar varsa) - İyi spermiogram ama kötü post koital test - Oligospermi (5 milyom altında ise yapılmaz direkt IVF yapılır. Laparoskopinin en büyük iki avantajı 1) Pelvik yapışıklıkların görülmesi 2) Endometriozisin tanınmasıdır. Ayrıca bunlar görülmüşse, tedavileri için, laparoskopi ile lizis de yapılabilmektedir. Nedeni açıklanamayan infert'llitenin değerlendirilmesi Bütün tetkikler yapılmış ancak infertilite nedeni bulu-namamışsa idiyopatik (sebebi açıklanamayan) infertiliteden bahsedilir. Bu tanı konmuş ise ne yapılabileceği tartışmalıdır. Ancak çoğu ötör 3 yıllık bir süre beklemeyi önerir. Bu sürede gebelik ihtimali %60 olarak gerçekleşir. Bir kısım ötör ise, bu bekleme süresinde, ufak ve gelişi güzel birtakım uygulamalarda bulunur. Aİİ eşin taze spermi ile yapılabileceği gibi, dönör erkeğin taze veya dondurulmuş spermi ile de yapılabilinir. 5 milyon altında spermi olanlara ve 4 denemede gebelik elde edilmiyenlere IVF uygulanmalıdır. Aİİ'da kontrendikasyonlar - Aİİ uygulaması eğer varsa kadında ASA'ları artırır. - PID'ye neden olabilir. Ayrıca HİV, Hepatit-B, CMV, sitiliz, gonore ve klamidya gibi bir dizi mikroorganizma alıcı kadına geçirilebilinir. 135 - Eğer miktar iyi ayarlanamazsa, semenin ihtiva ettiği PG'ler şiddetli pelvik kramplara neden olabilir. Bugün için popülaritesi giderek azalmaktadır. Başarılı bir gebelik şansı %30'lara bile ulaşamamaktadır. IVF daha güncel bir metod olarak göze çarpmaktadır. 2) Ovulasyon kusurlarının tedavisi (ovulasyon indüksiyonu) Ovulasyon indüksiyonu düşünülen bir hastada, temel proplem överdeki folikül rezervlerinin bilinmesidir. Çünkü ovulasyon neticede bu folitû'llerden olacaktır. Över folikül rezervinin değerlendirilmesi amacı ile aşağıdaki tetkikler yapılmaktadır. - Bazal serum FSH değeri (siklusun 3. günü yapılır) - Bazal östradiol değeri (siklusun 3. günü yapılır) - Bazal inhibin - B değeri (siklusun 3. günü yapılır) - Över hacminin ve bazal antral folikül sayısının transvaginal USG ile değerlendirilmesi - Över rezervinin araştırılmasında kullanılan dinamik testler - Klomifen sitrat uyarı testi - GAST : GN-RH analogları uyarı testi - EFORT : Ekzojen FSH ovaryan rezerv testi - Över biopsisisi Bu tetkikler arasında en değerlisi ve rutinde en çok kullanılanı siklusun 3. günü bazal FSH miktarının ölçümüdür. Bu metodun en değerli över rezervi belirleyici araştırma olduğu kabul edilir. Normal bir kadında siklusun 3. günü FSH seviyeleri 5-15 İÜ/ml dır. Buna göre, siklusun 3. günü FSH ölçümleri 3 ana başlık altında toplanabilir. 1. Ögonadotrop durum: FSH 5-15 İÜ arasındadır. Bozukluk överdeki folikülde değildir çünki E2 ile FSH arasındaki (-) feed-back çalışmaktadır. Bozukluk örneğin PKOS gibi anovulasyon ile giden bir başka nedenle oluşmaktadır. Ovulasyon indüksiyonu yapılırsa başarı şansı yüksek olacaktır. 2. Hipogonudotrop durum: FSH 5 İÜ altındadır. Bozukluk overdek folikülde değil, santraldir. Hipofizer veya hipotalamik nedenler ile FSH salgılanması azalmışın Överdeki folikül rezervleri büyük olasılıkla tamdır. Bunlarda başarı şansı en yüksek olacaktır. Kallman sendromu bu gruba en iyi örnektir. 3. Hipergonadotrop durum: Siklusun 3. günü ölçülen FSH düzeyleri 15 İÜ üzerindedir. Bunların başarı şansı azdır. Çünki FSH miktarını (-) feed-*back ile kontrol eden foliküllerde östrojen miktarı azalmıştır ki FSH yükselmektedir. Eğer FSH 15-25 İÜ arasında ise rezervler azalmış, başarı şansı adır. FSH 2540 İÜ üzerinde ise başarı şansı çok azdır. Ve FSH 40 İÜ üzerinde ise başarı şansı yoktu çünki överde folikül kalmamıştır. Öyleysel artan FSH düzeyi ile gebelik elde etme oranları arasında ters bir ilişki vardır. Bazal Östradiol Değerleri : Siklusun 3. günü yüksek E2 değerlerinin tespit edilmesinin, elde edilen oosit sayısında ve gebelik oranlarında azalma ile birlikte olduğunu göstermektedir. Bazal değer 80 pg/ml üzerinde ise başarı şansı düşük, 100 pg/ml üzerinde ise hiç yoktur. Özellikte IVF Uygulamalarında kullanılan bu yöntemdir. Bazal İnhibin B Değerleri : İnhibin-A dominant foli-kilden, İnhibin-B ise daha çok gelişmekte olan folikül-lerden salgılanır. Bu nedenle İnhibin-A artışı dominant folikül matürasyonunu gösterirken, İnhibin-B azalışı ile folikül rezervinin azaldığını gösterir. İnhibin-B azaldıkça FSH seviyesi yükselir, üstelik İnhibin-B'nın 45 mg/mL altında olması ovulasyon indüksiyonunun başarısız kalacağının göstergesidir. Över Hacminin ve Antral Folikül sayısının Değerlendirilmesi : Üreme çağındaki bir kadında ortalama över 3 hacmi 5,8 cm civarında olup, 40'lı yaşlardan itibaren över hacmi giderek küçülmeye başlar. Transvaginal USG ile över hacmi kolayca ölçülebilir ve eğer bu hcim 3 cm3 altında ise başarı şansı azalır. Yine erken foliküler fazda transvaginal USG ile, överdeki folikül sayıları ve bunlar arasındaki antral folikül oranları ölçülebilir. Eğer antral folikül sayısı 3'ün altında ise başarı şansı düşük olacaktır. İlerleyen yaş ile birlikte, bazal FSH seviyeleri artarken, ortalama över hacmi ve folikül sayısında azalma geliştiği gösterilmiştir. 136 Över rezervini gösteren dinamik testler Klomifen sitral uyarı testi (Clomiphen Citrate Chal-lenge test CCCT) Siklusun 3. günü bazal FSH testti yapıldıktan sonra, siklusun 5-9 günleri arasında günde 100 mg klomifen verilir ve 10. gün tekrar FSH seviyesine bakılır. Eğer bu günde FSH seviyesi 12 İÜ üzerinde çıkmış ise başarı şansı düşük olacaktır kanısına varılır. Bu test sayesinde 3. gün FSH değerlendirilmesi ile saptanamıyan över yetersizlikleri saptanmış olur. Siklusun 3. ve 10. gündeki FSH değerlerinin toplamının 26 İÜ üzerinde olması da över yetmezliğinin varlığını gösteren bir başka değerlendirme sistemidir. IVF uygulamalarından önce sık yapılan bir araştırmadır. GN-RH analogları Stimülasyon Testi (GAST) GAST'ta siklusun 2 gününde bazal serum östrodial ölçümünü takiben, GN-RH analoglarından birisi verilir. Ertesi gün tekrar östradiol ölçümü yaplır. Eğer 2. ci ölçüm birinci ölçümün en az 2 katı olmuş ise daha fazla oosit toplanacağı sonucuna varılır. Eğer bu artış gerçekleşmez ise över rezervleri azalmış demektir. Bu amaçla en çok kullanılan GEN-RH analogu levprolidir. IVF öncesi uygulanan bir testtir. Ekzojen FSH Ovarian Rezer Test (EFORT) IVF programına alınacak olan olgular arasından iyi veya kötü yanıt verecek olanları belirlemek amacı ile yapılır. Siklusun 3. gününde hem bazal FSH hem de serum östradiol düzeyleri ölçülür. Bundan sonra 300 İÜ FSH enjekte edilir, bir gün sonr serum östradiol mikta-rındki artışa bakılır. Artış fazla ise başarı şansıda fazla olacaktır. Över biopsîsi Özelikle prematür över yetmezliği düşünülen kadınlarda uygulanır. Ayrıca, antriovarial antikorları olanlarda ve rezistanı ovari sendromu tanısında kullanılır. Pratikte çok uygulanan bir yöntem değildir. Ovulasyon indüksiyonu Ovulasyon indüksiyonunda kullanılan ajanlar • Klomifen sitrat • Tamoxifen • Aromataz inhibitörleri • Gonadotrop hormonlar - Üriner kaynaklı olanlar: HMG - HCG - Rekombinant preratlar: FSH- LH Ovulasyon indüksiyonunda yardımca ajanlar • GN - RH analogları • GN-RH antagonistleri • Kortizon • Dopamin agonistleri • GH • Metformin a) Klomifen Sitrat Trifeniletilen derivesi olup parsiyel östrojenik agonisti-dir. Enklomifen ve zuklomifen olmak üzere iki izomerin karışımından ibarettir. Enklomifen daha fazla anti-östrojenik etkiye sahiptir ve folikül oluşumunda daha aktiftir. Piyasada bulunan prepratlarında da enklomifen daha yüksek orandadır. Etki mekanizması: Yapı olarak mestranol adı verilen östrojene çok benzer. Bu benzerlik nedeni ile hipofiz ve hipotalamustaki reseptörlere bağlanarak onları kapatır. Bu reseptörler için antiöstrojenik özelliğe sahiptir. Hipofiz ön lobu, buna kandaki 137 östrojenin oluştuğu ve şeklinde algılar ve eğer kapasitesi varsa endojen FSH ve LH salgısını artırarak buna cevap verir. Artan FSH folikülü geliştirir, artan LH ise pik yapılabilir. Doz: Genelde siklusun 5-10. günleri arasında 50 mg veya 2x50 mg olarak verilir. Eğer 5. günden önce başlanırsa, birden fazla dominant folikül oluşturabilir ve çoğul gebeliğe neden olabilir. Başarı Şansı: Altı siklus uygulamasında başarı şansı % 40 civarındadır. Bu başarıyı artırmak için, tedaviye dopamin agonistleri, glukokortikoid ve HCG'de eklenebilinir. Glukortikoid eklenmesi: Adrenal veya ovarial andro-jenleri yüksek olan olgularda her gece 0.5 mg dexametazon ya da 5 mg/gün prednizolon verilebilinir. Bromokriptin eklenmesi: Hiperprolaktinemisi veya galaktoresi olanlarda yapılır. HCG eklenmesi: % 15 olguda folikül gelişmesine karşın ovulasyon olmamaktadır. Bu olgularda ovulasy-onu tetiklemek için dominant folikül 18-20 mm çapa erişince 10.000 Ü. HCG tek doz şeklinde verilir. Metformin eklenmesi: HAİR-AN veya PKOS'de per-iferik insülin direncini kırmak amacı ile verilir. Klomifen sitratın ovulasyon endüksiyonundaki endikasyonları ve kontrendikasyonları Endikasyonları • Normogonadotrop anovulasyon • Normoprolaktinemik anovulasyon • Çestogen çekilme kanaması yapılabilen amenore • • • • Bazal E2>30 ng/mL olan olgular. Kontrendikasyonları Hipogonadotrop anovulasyon Hipergonadotrop anovulasyon Ovarian kist varlığı Hiperprolaktinemik amezoc • Karaciğer hastalığı Kural olarak hiposotrojenemi ve hiperprolaktinemi dışında tüm anovulasyonlu sikluslarda tedaviye klomifen ile başlanmalıdır. Yan etkileri Hipofizer nedenli infertilitede ise seçilecek ilk ajan olmalıdır. Doz ayarlanırken E2 seviyesi göz önünde tutulmalıdır. Düşük E2'de doz yüksek, normale yakın E2'de doz daha düşük tutulmalıdır. Çünkü HSS ve çoğul gebelik in-sidansı artar. - İkiz gebelik (% 8) - Geçici görme bozuklukları -» en korkulan, majör komplikasyondur. Nedeni açıklanamamıştır ama mestranole benzeyen yapısı sorumlu tutulmaktadır - Ateş basması (en sık) - Antiöstrojen olduğu için kötü servikal mukus (%15) - Hiperstimülasyon sendromu (nadir) - Abdominal gerginlik ve göğüslerde dolgunluk hissi - Başağrısı - Saçlarda dökülme HMG folikülü olgunlaştırmak için kullanılırken, HCG ile LH piki yapılması amaçlanır. HMG klasik olarak 150 İÜ ile siklusun 3. gününden itibaren verilir. E2 seviyesi folikül başına 200-300 pg/ mL seviyesine ulaşılınca çoğu kez tek doz 10.000'ü HCG ilave edilir. Eğer ovulasyon sağlanmışsa, korpus luteumun desteği için 3 gün sonra 5000 İÜ daha HCG verilebilinir. Endojen E2'si yüksek olanlarda ve PKOS'da, başarı şansı daha azdır. HMG (Human menopozal gonadotropin) + HCG tedavisi Gonodotrop Hormonlar ile Ovulasyon Endikas-yonları 138 Uygulama esnasında folikülometri ile takip şarttır. 15-18 mm çapa ulaşılınca, folikülü çatlatmak için HCG verilir. Bu arada, endometrial çizginin kalınlığını da kriter alanlar vardır. Onlar da endometrial çizgi kalınlığı 6-9 mm arasında iken HCG verilmesini tavsiye ederler. Anovulasyon - VVHO Grup l-ll - Klomifen sitrat tedvisine cevapsızlık - PKOS (GN-RH-analogları ile kombine] - Luteal faz defekti - İdiyopatik infertilite - Yardımcı üreme teknikleri - Hafif-orta dereceli endometriozis Tedavi esnasında % 5-10 vakada LUF oluşur. Bu yüzden tedavi en az 6 siklus olmalıdır. Başarıyı belirleyen E2'nin başlangıçtaki düzeyidir. Düşük E2'li vakalarda ovulasyon ihtimali 1. yılda % 90 iken, yüksek E2'li olgularda bu oran %40 civarındadır, 35 yaşın altında başarı, üstüne göre daha fazladır. Santral lezyonlara bağlı yani FSH, LH ve E2'si düşük olan olgulardaki anovulasyon tedavisi amacı ile kullanılırlar. Klomifenden farklı olarak eksojen yol ile FSH ve LH artırılır. Hipotalamik neden söz konusu ise ilk olarak klomifen denenir. Başarısız kalındığı takdirde HMG ve HCG'ye geçilir. FSH ve LH'ı yüksek, E2 düşük, yani ovarial nedenli olgularda başarısızlık oranı yüksektir. Gonodotrop hormon uygulamasının komplikasyonları • HSS (hipersitimülasyon sendromu) • Çoğul gebelik • Artmış abort oranları • Ektopik gebelik • Epitelyal över kanseri gelişimi HSS (Hiperstimülasyon sendromu) En korkulan majör komplikasyonudur. Hafif vakalarda bilateral ovarial büyüme ve abdominal gerginlik vardır. Ağır vakalarda buna, asit, hidrotoraks, hipovolemi ve hemokonsantrasyon ile tromboembolik olaylar eklenir. Kusma ve ekstravasküler olana kadar plazma nedeni ile ciddi elektrolit denge bozuklukları ve oligüri oluşur. En korkulan hiperkalemidir ve EKG ile takibi gerekir. HSS 7 günde düzelir. Tedavisinde konservatif gidilir. Operasyon endikasyo-nu, ancak kistlerin torsiyonu ve rüptürü söz konusu ise gündeme gelir. GN-RH analogları ve ovulasyon indüksiyonu FSH, LH, E2 veya androjen seviyeleri anlamlı yüksek olan anovulasyon olgularında, HMG ve HCG uygulaması başarısızlıkla sonuçlanır. Bunlarda GN-RH analogları verilerek normotrop FSH ve LH seviyeleri elde edilebilinir. E2 ve androjen seviyeleri düşürülebilinir. HMG ve HCG tedavisine seviyeler düştükten sonra başlanabilinir. E2 25 pg/mL altına düşürüldükten sonra HMG ve HCG indüksiyonu denenir. Tedaviye büyüme hormonu eklenmesi: Özellikle PKOS sendromuna gün aşırı 24 İÜ GH verilmesi gonadotropinlerin etkisini artırır. Esası siklusta rol alan ve otokrin ve parakrin sistem peptitlerinden birisi olan IGF-l'in miktarını artırmasıdır. 139 HSS'nun Klasifikasyonu Hafif HSS (överlerini büyüklüğü 5-12 cm) Grade I Abdominal distansiyon Grade II Abdominal distansiyon, bulantı, kusma ve / veya diare Orta şiddette HSS Grade III : Hafif HSS bulgularına ilaveten ultrasonik olarak saptanan asid Grade IV : Klinik asid, hidrotoraks, dispne Grade V : Hemokonsantrasyon, koagilasyon bozuklukları, böbrek fonksiyonlarında bozulma Human gonadotropinlerin çeşitleri • HMG (Humegon, Peryonal): Menopozdaki kadın idrarından elde edilir. 75 İU FSH ve 75 İÜ LH ihtiva eder. • Saf insan idrar FSH'ı (Metrodin) Yine menopozdaki kadın idrarından elde edilir. Ancak FSH 75 İÜ iken LH sadece 1 İÜ • Human Pitüitary Gonadotropin (hPG): İnsan hi-pofizinden elde edilir. FSH ve LH ihtiva eder ama sadece araştırmalarda kullanılır. • Human Pitüitary FSH (hFSH): Saf FSH'dır. İnsan hipofizinden elde edilir. 40 İÜ FSH içerir. • HCG (Pregnyl): Gebe kadın idrarından elde edilir. LH pikini oluşturmak için tek doz kullanılır. 1500 Ü, 5000 Ü ve 10.000 Ü içeren formları vardır. • Rekombinan FSH: Saf FSH'dir. Gen mühendisliği ile elde edilmiştir. HMG gibi yabancı protein içermez. 50 İÜ FSH içerir (Pureaon) Anovalasyonun VVHO'na göre sınıflanması Grup I Hipotalama Hipofizer Yetersizlik . Endojen östrojen sekresonları yoktur. Progesteron çekilme kanaması yapılamaz. • Turner senderomu, rezistans över sendromu ve prematür över yetmezliği bu gruba örnektir, Grup IV • Hipogonadatropik, hipogonadizimleri vardır. Konjenital veya akiz genital yol bozuklukları • Prolaktin düzeyleri normaldir. • Normagonadotrop olguları kapsar. • Hipotalama-hipofizer bölgede tümör yoktur. j Endometrium vardır ama östrojen çekilme kanaması • Kallman sendromu, Sheehan sendromu, anorexia gruba örnektir yapan nevrozu bu Grup V Grup II Hipotalama-Hipofizer Disfonksiyon • Endojen östrojen sekresyonları yeterlidir. Progesteron çekilme kanaması yapılabilinir. • Normogonadotrop nomo östrojenizimleri vardır. • Prolaktin normaldir. • PKOS veya luteal faz yetmezliği bu gruba örnektir. Grup m Hipotalama-hipofizer bölgede yer kaplıyan lezyon • Hiperprolaktinemileri vardır. Grup VI Hipotalama-hipofizer bölgede yer kaplıyan lezyon yoktur • Hiperprolaktinemileri vardır. Grup VII Hipotalama-Hipofizer bölgede yer kaplıyan lezyon vardır. Ovarian yetmezlik * Prolaktin nomaldir. • Endojen östrojen sekresyonları yoktur. Progesteron çekilme kanaması yapılamaz. Gru P 1 hastalara ovulasyon indüksiyonu önerilmesi ile Grup II Klomifen ile tedaviye başlanan gruptur. • Hipergonadotrop hipogonadizimleri vardır. Grup I ve II ise gonadatrop tedavisine cevap veren • Prolaktin düzeyleri normaldir. gruptur. 140 IVF Erkekten alınan spermlerle, kadından alınan ovum veya ovumların, laboratuvar şartlarında dölleyip, intra-uterin kaviteye yerleştirilmesine in vitro fertilizasyon denir. Laparoskopi veya transvaginal aspirasyonla alınan oositler, embriyologlar tarafından incelenerek matür olanlar seçilir ve kapasitasyonu tamamlamış spermler ile uygun laboratuvar şartlarında döllen-dirilir. Kullanılan kültür vasatları içerisinde en popüler olan HAM'S - F-10'dur. Her oosit için ortalama 50.000 -100.000 sperm kullanılır. Embrio 2-8 bölünmeye gelmiş ise intrauterin yerleştirme gerçekleştirilir. Zigotun oluştuğu, yani fertilizasyo-nun gerçekleştiği, oositteki pronukleusun oluşmasından anlaşılır. İntrauterin yerleştirme özel bir kanül ile ve inseminasyon 48-60 saat sonra gerçekleştirilir. 4 zigotun transfer edilmesi, başarı şansını artırır. (%30) ülkemizde 3 zigot ile sınırlandırılmıştır. Korpus luteum progesteron verilerek veya HCG verilerek desteklenir. Transferden 9 gün sonra ilk p - HCG tayini kanda yapılır. Kimlere uygulanır Eğer 4 veya 5 zigot yerleştirilmiş ve hepsi implante olmuşsa zigot sayısı 2'ye indirgenir. Bu amaçla istenmeyenlerin amnios sıvısı ya aspire edilir, ya da fetusların kalpleri yakınına KCI verilir. GİFT (Gamet İntrafallopian Transfer) Aspirasyon sonrası, oosit sperm ile karıştırıldıktan sonra, tubaların fimbrial ucuna bırakılır. Avantajı, enkübasyon ve kültür gibi laboratuvar işlemlerine gerek olmamasıdır. Dezavantajı ise fertilizasyon olayının olup olmadığının bilinememesidir. Bu yüzden açıklanamayan infertilite ve erkek infertilitesinde ilk seçim IVF olmalıdır. Mikroinjeksiyon Tek bir spermin, çeşitli metodlar ile, ovumun sto-plazmasına insemine edilmesidir. Özellikle erkek infertilitesinde tercih edilir. Fertilizasyon şansı diğer metodlara göre daha yüksektir ama başarılı gebelik oranları hemen hemen aynıdır. Okuma parçası KOH (Kontrollü Ovarian Hiperstümülasyon) KOH çok sayıda ovum elde etmek elde etmek, endojen FSH ve LH'ın baskılanması için bir önceki sik-lusun 21. günü (uzun protokol) veya tedvi siklusunun 2. gününden itibaren (kısa protokol) GN-RH analogları kullanılarak, IVF için multifoliküler gelişim sağlamak ve prematür LH pikinin engellemek amacı ile kullanılır. Uzun protokolde amaç, GN-RH analoglarının down regülasyonundan faydalanmak, kısa protokolde amaç GN-RH analoglarının uyarıcı (stimilasyon) etkisinden faydalanmaktır. Böylecle dışarıdan verilecek gonadotropin miktarları azaltılmaktadır. Bu tip uygulamalar folikül rezervi azalmış, hipergonadotrop olgularda kullanılır. Tedaviye OKS eklenmesi: Uzun protokol uygulanacak hastada bir önceki siklusun başında, hastaya KOK verilmeye başlanırsa 21. günde GN-RH analogların başlanması ile birlikte, dovvn regülasyon oluncaya kadar olan dönemde FSH ve LH yükselmesi engellenmiş olur. 141 Short protokolde ise, KOK kullanımı bittikten 3 gün sonra GN-RH analogları başlanır KOK endojen FSH ve LH; bir önceki siklusta baskıladığı için, GN-RH analogları daha düşük dozda tutulur. GN-RH analogları 2 gün yalnız kullanılır, bundan sonra ise tedaviye gonadatropinler eklenir ve HCG enjeksiyonuna kadar da devam edilir. Eğer KOK vermeden short protokol uygulanacaksa, GN-RH analogları daha yüksek dozda verilmelidir. GN-RH antagonistleri ile KOH yapılması: Teorik olarak antagonistlerin agonistlere göre en büyük avantjı, prematür LH pikine yol açmamasıdır. Çünki antagonistler GN-RH reseptörlerine bağlanır bağlanmaz, FSH ve LH yapımını azaltır. Analoglar-da oluduğu gibi, başlangıçtaki artış bunlarda olmaz. (Flare up etkisi olmaz) Böylece nendojen FSH ve LH daha kontrollü baskılanır. Ama bu ilaçların histamin deşarjı yapmaları nedeni ile kullanım atanılan sanırlıdır. Sadece son yıllarda histamin deşarjı yapmıyan yeni nesil bir ilaç geliştirilmiştir. Bu ilacın adı Cetrorelix'tir. LETRAZOL Spesifik inreversibl bir nonsteroid aromataz enzim inhibitörüdür. Bu nedenle östrojen biyonsente-zini ağırlıklı olarak periferde olmak kaydı ile azaltır. Bu etkisi ile GN-RH analoglarına benzer bir özellik gösterir. Bu ilaç aslında meme kanseri tedavisinde kullanılır ama 5 mg/gün gibi düşük düzlarda, endometriu-mu atofiye etmeden ve servikal mukusun kalitesini değiştirmeden endojen östrojen seviyelerini düşürür. Siklusun 2. günü tedaviye başlanır ve 5 gün uygulanır. Özellikle endojen östrojenleri yüksek olur PKOS'u için iyi bir seçenektir. HORMONAL KONTRASEPSİYON OK'lar içerisinde östrojen ve progesteron kompenentleri A- Östrojen komponentleri Steroidlerin kontraseptif olarak kullanımlarındaki en büyük engel, bunların ağızdan verildiğinde inaktif olmalarıdır. Östradiolün 17 pozisyonuna etinil ilavesi ile etinil östradiol oluşturulunca bu engel ortadan kalkmıştır. Bugün bütün OK'larda ya etinil östradiol vardır ya da onun 3 metil ether derivesi olan mestranol vardır. Ancak, mestranol vücuda girince, karaciğerde 3 metil eteri kopartılmakta ve etinil Östradiol haline çevrilmektedir. Ama yine de etinil östradiol mestranol'den 1,7 kat daha güçlüdür. Ve per os alındığında, kandaki düzeyi 1 saat sonra pik yaparken, mestranol'ün piki daha geç olur ve daha güçsüz kalır. B- Progestin komponenti İlk defa OK'larda kullanılan progestagen ajan, testosterona etinil grubunun bağlanması ile elde edilmiş olan ethisteron'dur. Ve per os alındığı zaman aktivitesini yitirmemekteydi. Ancak androjenik etkileri ön planda gelmekteydi. 1951 yılında, ilk olarak, etisterondan 19. karbon atomu çıkarılarak ilk 19. nortestosteronlar oluşturulmuştur. İlk elde edileni nor etindron'dur. Bunlarda androjenik etki çok azdır ama yine de vardır. Progesteron etkisi ön planda gelmektedir. Ayrıca minimal anabolik etkileri de vardır. Norethindron ailesindeki 19. Nor Testosteronlar Bunlardan özellikle norgestrel türevleri (desogest-rel, norgestimate, gestodane) çok düşük dozlarda, çok etkin olmaktadırlar. Bunlara yeni jenerasyon pro-gestinleri denmektedir. 142 Bunlar içerisinde en yüksek biolojik aktiviteye norgestrel sahiptir. Tüm 19. nortestosteron türevleri, glükoz toleransını azaltıcı ve insülin rezistansını artırıcı etkiye sahiptirler. Ama bu etkiler önemsizdir. Örneğin HbAlc de değişiklik yapmazlar Yeni jenerasyon türevleri SHBG yapısını eskileri gibi çok deprese etmedikleri için, serbest testosteron seviyeleri fazla yükselmez. Böylece androjenik aktiviteleri de azalmış olur. Ayrıca, kolesterol - liporotein profilini de olumsuz etkilemezler. Günümüzde yaygın olarak kullanılan progesteronlar, molekül yapıları ve karbon atom sayılarına göre gruplara ayrılırlar: Pregnan grubu: 21 karbon atomlu ve progesteron derivesi olup pregnan nukleus içerirler. Başlıcaları; • Medroksiprogesteron asetat (MPA) • Megestrol asetat • Klormadion asetat • Siproteron asetat • Noretindron • Noretinodrel • Noretindron asetat • Etinodiol diasetat • Linestrenoil • NORGESTRELYeni Jenerasyon • DESOGESTRELProgestagenleri • Norgestimat • Gestodan Androstan grubu (19-Nortestosteron progestin-ler): Androjenleri oluşturan androstan adlı 19 karbonlu nukleusun deriveleridir (testosteron derivesi) Başlıcaları; • Noretindron • Noretinodrel • Noretindron asetat • Etinodiol diasetat Estran (Gonan grubu): En yeni bulunan progestin grubu olup 18 karbon atomlu nukleus içerirler. Başkaları; • Levonorgestrel • Desogestrel • Norgestimate • Gestodene Son yıllarda bir 17-ct-spiranolakton türevi olan yeni bir progestagen olan Drospirenon OKS'lerde kullanılmaya başlamıştır. İştah açmayan, kilo almayı ve hipertansiyonu engelliyen bu drog, güncel olarak kullanılmaya başlanmıştır. Östrojenlerin yaptığı aldenteron artışı ve ödemi enge-lemektedir. Oral kontraseptifler Hepside farklı dozlarda sentetik östrojen ve gestagen-ler içermektedir. Doğal progesteron ve östrojen içermezler. 1. Tek fazlı OK (KOK) Her tablette aynı miktarda östrojen + gestagen vardır. Buna birleşik uygulama da denir. 143 2. İki fazlı (secquence) İlk 11 gün östrojen. İkinci 10 gün östrojen + progesteron içerir. Endometriyum kanseri riskini artırdığı için artık kullanılmaz. Ardışık uygulama da denir. 3. Trifaze uygulama 21 gün 6 + 5 + 10 diye 3'e bölünür. Her tablette hem östrojen, hem gestagen vardır. Ama miktarları farklıdır. 4. Minipill Sadece gestagen içerirler. 5. Uzun etkili hormonal kontraseption 1 ay, 3 ay, 6 ay ve hatta 5 yıla kadar korunma sağlanabilir. Bunlar ya sadece progesteron, bazende östrojen + progesteron içerirler. Depot Provera' nın 150 mg'ı 3 aylık koruma sağlar. Ancak uterin anormal kanamalar, daha sıklıklarda endometriyum atrofisine bağlı amenore görüldüğü için pek kullanılmamaktadır. 6. Ertesi sabah hapı (Morning After Pili) İmplantasyon hazırlığını bozan ve koitten sonraki ilk 3 gün içerisinde kullanılan ilaçların genel adıdır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar • Tek başına östrojen • Tek başına progesteron • KOK (östrojen+progesteron) • Danazol (antiostrojen + antiprogesteron) • RU 486 (antiprogesteron) • Gestrinon (antiostrojen + antiprogesteron) Son yıllarda ülkemizde bu amaçla satılan iki yeni preprat piyasaya çıkmıştır. 1) Preven: (Etinil östrodiol + Levonorgestrol) 2) Nor-Levon (Sadece Levonorgestrol) Bu uygulamalarda sadece progesteron içerenlerin, tu-bal motiliteyi azaltarak ektopik gebelik riskini artırdığını kabul ediyoruz. Oral kontraseptifler nasıl koruma sağlar? Östrojenler LH pikini, GH-RH'ın salınışını etkileyerek bozarlar. FSH ise yeterince üretilemediği için, överdeki folikülle-rin gelişmesi ovülasyon olgunluğunu kadar erişemez. Progestagenler Kandaki seviyelerine bağlı olmak kaydıyla LH pikine engel olabilirler. Ama KOK'ların esas etkileri endometriyumda sığlaşma yaparak implantasyona engel olmaktır. Ayrıca mukus yapısını koyulaştırırlar ve spermin kapa-sitasyonunu bozarlar. Östrojenler genellikle progestagenler ile birlikte kullanıldıkları için KOK'ların etki mekanizmasını şöyle özetleyebiliriz: • Ovulasyonun LH piki bozularak engellenmesi • FSH seviyesinin azaltılarak, ovülasyon aşamasına gelinmesinin engellenmesi • Mukusun yapısının bozularak, sperm penetras-yonunun engellenmesi • Endometriyumun implantasyon hazırlığının engellenmesi • Spermin kapasitasyonunun engellenmesi 144 Tek başına ve düşük dozda kullanılan progesteronların ovulasyonu engellemeden, servikal mukusu değiştirerek ve endometriyumu sığlaştırarak kontrasepsiyon sağlar. Böylece östrojene bağlı yan etkiler görülmez, ayrıca anovulasyona bağlı kanama bozuklukları da olmaz, ama ektopik gebelik olabilir. Oral kontraseptiflerin avantajları • Selim meme hastalıklarını önler (Örneğin fib-rokistik hastalık). • Överde retansiyon kistlerini ve folikül kistlerinin oluşmasını önle Oluşmuşsa tedavi eder. • Demir eksikliği anemisini azaltır (Menstürel kanı azalttığı için). • PİD'yi engeller (Spiral kullanımı artırır). • Ektopik gebeliği önler (Spiral kullanımı artırır). • Över kanseri ve endometrial kanser oluşumunu engeller. Bu kullanılmaya başlandıktan 1 yıl sonra kendini gösterir. Eğer 5 yıl kullanılmışsa 10 yıllık bir korunma sağlar. • Toksik şok sendromunu azaltır (diafram, servikal başlık artırır). %25 • Dismenoreyi ve premenstrüel sendromu önler. • Osteoporoza karşı korunma sağlar. • Akneleri düzeltir. • Romatoid artrit riskini azaltır • Bırakılınca fertilite kısa sürede geri döner. • Beklenen yaşam süresini uzatır. • Serviks kanseri oluşumunu değiştirmez. Meme kanserinde ise tartışmalıdır. Oral kontraseptifler içindeki progesterona ait yan etkiler • Memelerde hassasiyet • Saçlarda beyazlaşma • İştahta açılma • Endometriyumda sığlaşma Oral kontraseptifler içinde östrojene bağlı olan yan etkiler • Bulantı • Kusma • Depresyon • Başağrısı • Tromboembolik olaylarda artma • Pıhtılaşma bozuklukları Oral kontraseptiflerin yan etkileri ve dezavantajları • Tromboembolik hastalıkları (derin ve trombo-zu, pulmoner emboli ve serebral tromboz) 3-6 misli artırır. Sigara kullanımı ve yaşın yükselmesi bu oranı daha da artırır. Miyokard infraktüsü de aynı şekilde yaş ve sigara faktörüne bağlı olarak artar. Tromboembolik olayların artırmasının nedenleri, düz adalelerde tonus düşmesi dolayısı ile venalarda tonusun düşmesi, damar intimalarında ödem, koagülasyon faktörlerinde artış, fibrinolo-tik sistemde inhibisyona bağlanır. Bunlar östrojene bağlı etkilerdir. A, AB, B kan gruplarında O'ya göre trombo-embolik olaylar daha sıktır. • Bulantı kusma (en sık görülen yan etkisi) • Depresyon, (Triptofan metabolizmasını karaciğerde artırarak; B6 yetersizliği yaptığı için). • Glükoz toleransında bozulma (az da olsa di-abetojen etkilidirler. Hafif diabeti olanlarda sadece gestagen içeren preparatlar kullanılabilir). • Hipertansiyon (Karaciğerde anjiotensinojen yapımını artırdığı için) 145 • Na tutulmasına bağlı ödem (östrojen etkisi) • Karaciğerde adenom veya nadiren kanser ?? (uzun kullanıma bağlı) • Karaciğerde lokal nodüler hiperplazi ve pe-liozis • Melasma (Cholasma): Hipofiz ara lobunun uyarılması ve MSH'nın artması (östrojen + progesteron) • Budd-Chiari sendromu • Endometriyum atrofisine bağlı amenore yapabilirler. (Post-Pill amonere) Geçicidir, ilaç bırakılınca düzelir. • Lekelenme tarzında ara kanamalar (östrojen + progesteron) • Total trigliserid ve kolesterol artmaya bağlı ate-roskleroz • Klamidya ve kandida riskinde artış Oral kontraseptiflerin mutlak kontrendikasyonları: • Tromboflebit veya tromboembolik hastalık geçirenler • Serebrovasküler hastalık • Koroner arter hastalığı • Karaciğer fonksiyon testleri bozukluğu • Meme kanseri, endometriyum kanseri • Teşhis konulamayan anormal uterin kanama • Daha önce gebeliğinde, gebeliğe özgü sarılık veya tıkanma sarılığı geçirenler • Konjenital hiperlipidemi • Obez, sigara içen 35 yaş üstündeki kadınlar RİA (Rahim içi araç) Tipleri • Sadece plastik (lipes loop) • Bakirli (En çok bunlar kullanılır. Günde ortalama 10-50 ugr Cu salgılar. Oysa günlük ihtiyacı 2000-5000 pgr'dir. Toksik etkisi yoktur, ama allerjik etkisi vardır) Cooper T. • Gümüş tel üzerine sarılmış bakirli (Bakırın ömrünü uzatır). Nova-T • Progesteron içeren spiraller RİA nasıl kontrasepsiyon sağlar? Rölatif kontrendikasyonlar • Diabetes Mellitus • Hipertansiyon • Miyom • Epilepsi • Kronik karaciğer hastalığı • Oral hücreli anemi • Migren (apopleksi ile ilgili olabilir) • Akiz hiperlipidemi • Porfirya • Elektif cerrahi Bırakılması gereken durumlar • Akut başlayan baş ağrısı • Akut gelişen hipertansiyon • Akut gelişen görme bozukluğu • Pigmentasyonların başlaması • Şiddetli göğüs ağrısı veya öksürük veya nefes darlığı veya hemoptizi • Ani başlayan uyluk ağrısı 146 • Ani başlayan konuşma bozukluğu • Endometriyum lökosit enfiltrasyonuna maruz kalması ve bunun nidasyon hazırlığını bozması • Özellikle bakırlılarda endometriyumun enzim ak-tivitelerinin bozulması. • Serviks mukusunu değiştirici etki • Spermisid etki • Endometriyum hücrelerinin glikojen depolamasının bozulması Görüldüğü gibi ovulasyonu engelleyici herhangi bir etkisi yoktur. En önemli iki yan etkisi: PİD'yi artırır (Muhtemelen iplikleri vasıtası ile assenden enfeksiyon). Ektopik gebelik ve infertilite şansını artırır. Ayrıca diğer yan etkileri RİA ile gebelik olabilir. Ancak konjenital malformas-yon yaptırtmaz. Bu takdirde spiral çıkartılır. Ya çıkarma işlemi sırasında, ya sonraki günlerde %50 Abort olur. RİA'vücut tarafından kabul edilmeyip atılabilir. Bu ilk birkaç ayda olur. Kanama ve ağrı yaptırabilir. Hipermenore, menoraji sık görülür. Takılma esnasında fazla ve fundusda çıkartılma esnasında az ve servikste olmak üzere perforasyon Kontraendikasyonları (Kimlere takılmaz) • Gebelik veya gebelik şüphesi varsa • Genital traktusda iltihap varsa • Habis tümör varsa • Pap III veya pap IV varsa • Etyolojisi bilinmeyen kanama varsa • Uterus anomalileri varsa • Uterusda miyom varsa (miyom büyüklüğüne göre düşünülür) • Serviks yetersizliği varsa • Koagulasyon bozuklukları varsa Diğer korunma yöntemleri Nulliparite veya hipoplazik uterus kesin kontrendikas-yon değildir. 1. Emzirme uzatılması Kadınların %16'sında, daha ilk mensturasyonda ovu-lasyon olur. Güvenilir değildir. 2. Koitus interruptus ve takvim yöntemi Kadın BBD veya LH pikini kendisi ölçerek yapar. Spermin 85 saat, ovumur 24 saat canlı kaldığı hesaba katılır. En güvenilmeyenidir. 3. Post-koital duş Boşalmadan 90 sn sonra mukus içerisinde sperm bulunduğu düşünülürse güvenilmez. Hatta korunma metodu bile sayılmaz. Kondom (Prezervatif) Ucuz ve veneriyal hastalıklardan koruyucudur. Belki de dünyada en çok kullanılan yöntemidir. Fabrikasyon hatası veya yanlış teknik do/ayısı ile gebelik olabilir. Bu yüzden kondomlar spermisid ajanlar ile takviye edilirler. En çok kullanılan spermisid ajan. Nonoxynol-9'dur. 5. Vajinal diafram veya servikal başlık 147 Uygulaması zordur. En çok toksik şok sendromu nedenidir. Cinsel ilişkiyle geçen hastalıklara karşı koruma sağlar. 6. Spermisidler Hem spermi öldürürler, hem mukusun yapısını bozarlar, hem de sperm ile serviks arasında mekanik engel oluştururlar. Erkeğin kondom, kadının spermisid ajan kullanması %100 koruma sağlar. Bunlar ayrıca, treponema pallidum, neiseria gonore, candida albicans ve tricomanas vaginalise karşıda etkilidirler (Laktik asid, borik asid, Nonoxynol-9, chinosol, kinin, salisilik asit, çinko sülfat, formaldehit, hiyaluronidaz antagonistleri). 7. Kontraseptif sünger 24 saat etkilidir. Poliüretandan yapılmış, Nonoxynol-9 emdirilmiş süngerlerdir. Hem mekanik, hem spermisid etki gösterirler. 8. Erkeklerde oral kontraseption Gossypol. Spermisid etkisi vardır. Yan etkileri fazladır. Deneme safhasındadır. 9. Tüp ligasyonu En çok kullanılan teknik Pomeroy'dur. Ayrıca Uchida, Maclelener, İrvving, fibrinektomi ve laparoskopi ile koagüle edilmesi veya halka takılması gibi teknikler de vardır. 10. Erkekte vasektomi ameliyatı. Yöntem Gebelik yüzdesi • Vazektomi • MPA (Depo provera) • Tuba ligasyonu • RİA 0 0,1 0,1 1-4,5 • OKS'ler - Kombine 0,2 - Minipill 2,5 • Kondom 0,3-38 • Vajinal diyafram 12-40 • Vajinal diyafram(+)spermisid 0,4-10 • Vajinal spermisid tablet 22-37 • Takvim metodu 15-38 • Vajinal lavaj 31 • Koitus interruptus 35 • Laktasyonun uzatılması ? 148 HİRSUTİSMUS Şekil DHT androjenlerin periferik konversiyonun bir ürünüdür. Ve 5 a redüktaz aracılığı ile T'den oluşur. T ise, en büyük kısmı periferde olmak üzere över ve adrenal kortekste üretilir. Bir diğer deyişle, androjenler artmaya başlayınca periferik konversiyonları ve buna bağlı DHT oluşumu da artar. Bu da kıl foliküllerinin terminal kıla dönüşümünü artırır. Hiperandrojenemi ve hirsutismus kıl folikülü Kıl folikülleri intrauterin hayatın 8. haftasında, epidermisin bir derivesi olarak oluşmaya başlar. 22. haftada oluşumu çok büyük ölçüde tamamlanır. 8. aya gelindiğinde, artık yeni bir kıl folikülü oluşmaz. Ve el içi ile ayak tabanı hariç tüm deri kıl folikülleri ile kaplanmıştır. Kıl folikül sayısı cinsiyete göre farklılık göstermez. Yani erkek ve kadında sayıları aynıdır. Ancak ırklara göre farklılık gösterir. İskandinav ve uzakdoğu ırklarında az, akdeniz ve kafkas ırklarında fazladır. İnsanda kıl folikülleri 4 büyük grupta incelenir. 1) Lanugo kılları Sadece intrauterin hayatta vardır. Deriyi kaplayan zayıf, medullasız ve depigmente kıllardır. 2) Vellus kılları Doğumdan sonra lanugo kıllarının yerini alan, ince, nadiren pigmente olan kıllardır. 3) Medium folikül kıldan Vellus kıllarına göre çapları daha geniştir ve dermis-tede vellus kıllarından daha derinde yer alır. Bu kıllar pigmentedir. Kolun üst kısmında, bacağın alt kısmında ve saçlı derinin başlangıç kısmında yer alır. 4) Terminal Kıllar Kalın, pigmente ve medullası olan kıllardır. Vücutta bulundukları yerlere göre farklı çap ve uzunluktadır. Vellus kıllarını terminal kıla dönüştüren majör etken androjenlerdir. Bu değişimi sağlayan spesifik androjen ise DHT'dir. DHT bu etkisini, sitoplazma içerisindeki spesifik reseptörlere bağlanarak gösterir. Anojen faz: Kıl kökünün yeniden yapılanması fazıdır. Kıl bu evrede tüm uzunluğunu kazanana kadar büyür. Bu fazın uzunluğu kıl lokalizasyonuna göre değişir. Örneğin saçta 3-8 yıl, uylukta 4-6 hafta ve parmaklarda 1-2 hafta sürer. Katojen fazı: Kıl tam uzunluğunu kazanınca başlar. Kılın melanin üretimi durur. Hızlı bir involsiyon başlar. Telojen faz: Kıl folikülü, büyüme fazına göre 1/2 1/3 daha kısalmıştır. Kıl büyüme siklusunun başlıca 2 amacı vardır 149 Eskiyen kılın yerini yenisinin alması Kılın farklı vücud bölgelerinde, farklı büyüklüğe ulaşması Kılın uzunluğu primer olarak büyüme (anojen) fazının süresine bağlıdır. Örneğin skalptaki saçların ortalama 3-8 yıl süren bir anagen fazı ve kısa süren bir dinlenme fazı vardır. Buna karşın Önkoldaki kıllarda kısa bir büyüme ve uzun bir dinlenme fazı vardır. Bu yüzden ön koldaki kıllar kısa, büyümeyen ve sabit uzunlukta görülürler. Saçtaki kıllar ise, asenkronik oldukları için devamlı büyüme görünümündedirler. Eğer, büyüme fazlarında belirgin senkronizasyon olursa, kıllar aynı anda telogen fazına girip, dökülüyormuş gibi görüntü verir. Vücutta kıl dağılımı • Aseksüel kıllar Steroid seks hormonlarına bağımlı olmayan kıllardır. Doğumda vardırlar ve GH etkisi ile oluşurlar. Saç, kirpik, kaş, alt ve üst ekstremitelerin distal kısımları ve lumbosakral bölgedeki kıllar buna örnektir. • Ambiseksüel kıllar Kadın ve erkekte aynı bölgede çıkan seks steroidlerinin etkisinde olan kıllardır. Pubis - Aksiller - Alt karın ve alt ekstremite kılları • Gerçek seksüel kıllar Gonadlardan salgılanan androjenlerin miktarından etkilenen kıllardır. Sakal - bıyık - dış kulak yolu -nazal kanal ve gövde kılları bu gruba aittir. Bu kıllar erkekte testisten fazla androjen salgılanması nedeni ile çok daha belirgindir. Androjen artışı ile artan ve hirsutismusa neden olan kıllar esas bunlardır. Kıl değişimine etkili faktörler Kıl gelişiminin kontrolünü dermal papilla yönetir. Der-mal papilla zarar görmedikçe, epidermiste oluşan hasarlar önemli olmaz. Çünkü kıl folikülü yeniden rejene-re olabilir. Dermal papilla hasarı veya dejenerasyonu kalıcı kıl kaybına neden olur. Kıl folikülünün gelişimini etkileyen pek çok faktör vardır. (Hormonlar - ısı - genetik - ilaç kullanımı gibi) Ama bunlar arasında en önemlisi hormonların etkileridir. A- Hormonlar 1- Androjenler: Özellikle testosteron kıllarda büyümeyi başlatır. Kılın çapını ve pigmentasyonunu provoke eder. Saçlı deri haricinde, matriks hücrelerinde mitoz oranını artırır. Saçlı deride bu yüzden kıl dökülmesine neden olur. 2- Östrojenler: Androjenlerin aksine kılın büyüme hızını yavaşlatır. İnce, daha az pigmentli ve yavaş bü yüyen kılı oluşturur. Bu etkisi ile saçlanmayı artırırken çene ve sternum kıllarının gelişimini inhibe eder. 3. Progestinlerin, kıl folikülü üzerine etkileri minimaldir. 4. Gebelik yani yüksek östrojen ve progesteron seviyeleri, kıl folikülünde senkroniteyi artırarak, büyüme ve dökülme periyodlarına yol açar. 5. IGF-I, 5 a redüktaz aktivitesini uyarır. Bu nedenle IGF-l'in herhangi bir nedenle artması, kıl gelişimini hızlandırır. 6. Hiperprolaktinemi, adrenal androjenlerin yapımını artırırken, SHBG yapımını azaltır. Bu şekilde hirsutismusa neden olabilir. Ancak 5 a redüktaz aktivitesini de azaltır. Bu yüzden her hiperprolaktinemi vakasında hirsutismus bulunmaz. 150 7. Hipotiroidi, hastalarda aksiller ve pubik kıllar ve ilginç olarak kaşların laterali daha zayıftır. 8. Glukokortikoidlerin artması da vellus kıllarının artmasına neden olur. B- Non-hormonal nedenler Lokal deri ısısı, deri kan akımı, ödem ve genetik nedenler kıllanmayı etkiler. Yaz aylarında kıl büyümesi daha fazladır. Bazı ilaçlar kıllanmayı artırır. Özellikle hipertrikozise neden olan ilaçlar: Fenitoin, diazoksid, minoksidil, streptomisin penicellindir. Hirsutismusa neden olanlar: 19-Nortestosteron türevleri, danazol, metil testosteron, anabolik steroidlerdir. Kadınlarda androjen üretiminin kaynağı Adrenal DHT testosteron Över Perifer Androjen ite 0 0 100 3 Testosteron 25 25 50 1 Androstenodion 50 50 0 0.05 DHEA 80 20 0 0.1 DHEA-S 99 1<1 0 0 Hiperandrojenemi Sebep ne olursa olsun, kadında hiperandrojenemi gelişmişse çeşitli klinik durumlar ortaya çıkar. Bunları şöyle sıralayabiliriz. - Psödo - pû'berte prekoks - Anovülasyon ve infertilite - Hirsutismus - Akne - Defeminizasyon - Virilizasyon - Amenore veya oligomenore Hirsutismus Bir kadında aksiller ve pubik bölgeler dışında, androjene duyarlı alanlarda terminal kıllarda artışa hirsutismus denir. Kıl folikül sayısı erkek ve dişide aynı olduğuna göre, et-yolojide ana hatları ile şunlardan birisi vardır 1. Ya kanda dolaşan androjen miktarı artmıştır 2. Ya periferdeki reseptör sayısı ve hassasiyeti artmıştır. 3. Ya hücrenin içerdiği 5 a redüktaz miktarı veya akti-vitesi artmıştır 4. Ya da SHBG miktarı azalmış ve buna bağlı olarak serbest androjen miktarı artmıştır. Hirsutismus'da belirleyici androjen testosterondur. Belirleyici doku ise periferdir. Çünkü vellus kılını terminal kıla çevirecek olan DHT'dir. Ve bu sadece periferde, T'den 5 a redûktaz vasıtası ile oluşabilmektedir. Öte yandan T'nin % 50 üretimi de periferde gerçekleşmektedir. Androjenik aktivite esas olarak serbest testosteron ve kısmen de albümine bağlı testosteron ile oluşmaktadır. SHBG'ine bağlı olan T etkisizdir (testosteronun % 69'ı SHBG'e %30'u albümine bağlıdır ve sadece % Ti serbest haldedir) 151 HİRSİTUSMUS NEDENLERİ 1- ÖVER KAYNAKLI HİRSUTİSMUS A- NEOPLASTİK OLMAYAN BOZUKLUKLAR • PKOS (en sık) • Stromal hiperplazi • Stromal hipertekozis • Hiperreaksiyo luteinalis B- NEOPLASTİK BOZUKLUKLAR • Sertoli - Leyding hücreli tümör • Gynandroblastom • Germ hücreli bazı tümörler • Gonadoblastoma • Fonksiyonel stromalı över tümörleri • Gebelik luteoması 2- ADRENAL KAYNAKLI HİRSUTİSMUS • Cushing sendromu • Cushing hastalığı • Konjenital adrenal hiperplazi • Adrenal hiperfonksiyonu 3- İLAÇLAR • Metil testosteron • Danazol • 19 nor testosteron • Anabolik steroidler 4- İDİYOPATİK HİRSUTİSMUS Över kaynaklı hirsutismus Över kaynaklı hirsutismus'da överden androjen yapımı artmıştır. Bunun çok farklı nedenleri vardır ama kural olarak 3 sebep üzerinde durmak gerekir. 1. Överde androjen sentezini ayarlayan LH'dır. Bu hormonun artması ovarial stromayı ve teka interna hücrelerini uyararak fazla miktarda androjen yapımına neden olur. LH'ın benzeri olan ve gebelikte veya bazı germ hücreli över tümörlerinde artan HCG'de aynı uyarıyı yapabilir. 2. Överde, dominant folikülden salgılanan otokrin ve parakrin sistem peptidlerinden özellikle IGF-l'in artışı, hiperandrojenemi yapabilir (HAIR-AN) 3. Överdeki gonadal stroma tümörleri ya direkt androjen salgılayarak, ya da östrojen salgılarken artan androjenik ara ürünleri vasıtası ile hirsutismusa neden olabilirler. Ancak bu androjenler çok miktarda olduğu için defeminizasyon ve virilizasyon da yaptırtırlar. Germ hücreli över tümörlerinin HCG salgılayanları da ovarial androjen yapımını artırarak hi-perandrojenemiye neden olurlar. Eğer överde, patolojik bir androjen artımı varsa, salgılanan majör androjen testosteron olur 1- PKOS (Polikistik över sendromu) Tüm hirsutismus nedenleri arasında en sık görülendir. Etyolojisi bilinmeyen bu hastalıkta hirsutismu-sun yanı sıra, kronik anovulasyon, oligomenore, obezite ve infertilite de vardır. LH her zaman FSH'dan fazladır. (Klasik olarak LH'ın FSH'dan 3 misli fazla olduğu söylenir) PKOS'da androjen kaynağı, dominant folikül haline dönüşemeyen ve antral aşamayı geçemeyen foli-küller ile ovarial stroma'dır. PKOS 'da defeminizas-yon ve virilizasyon olmaz HAIR AN'de bir PKOS çeşididir. Bazı obez kadınlarda perifen'k insülin direnci vardır. Buna ikincil olarak hiperinsülinemi gelişir. Artmış olan bu insülin, överdeki IGF-I reseptörlerine bağlanabilir. Çünkü insülin ve IGF-I yapı olarak birbirlerine çok benzer. İnsülinin reseptöre bağlanması IGF-l'i artırır. Artan IGF-I ise LH'ın foliküller üzerindeki etkisini artırır. Ve foliküllerde androjen yapımı artar. Ayrıca IGF-I periferde-ki 5a redüktaz aktivitesini de artırır. 152 Acantosis nigrigans denilen, boyun-kasık ve ensedeki gri-kahverengi lekeler HAIR-AN için değerli bir klinik markerdir. PKOS dışında da, herhangi bir nedenle anovulasyon olmuşsa hirsutismus yine ortaya çıkabilir. 2-Stromal hiperplazi 50-70 yaş arasındaki kadınlarda görülür. Postmenopo-zal artmış LH etkisi ile, her iki överin stromal hücrelerinden artmış miktarda T salgılanır. Her iki överde eşit büyüme vardır 3-Stromal hipertekozis PKOS ile över tümörü arası bir över hastalığıdır. Anam-nez PKOS'a çok benzerse de olay birden başlamaz. T düzeyi 15-200 mg/dL arasıdır ki PKOS'da bu düzey 50-60 mg/dL'yi geçmez. Buna bağlı olarak virilizasyon da gelişebilir. Hipertekozis, ovarial stromada T salgılayan teka hücrelerinin luteinizasyonu ile meydana gelir. Bilateraldir. LH'ın ve DHEA-S'in yüksek olmayışı, nedenin bir enzim eksikliğine bağlı geliştiğini düşündürtür. Tedavi için bilateral ooferektomi gerekir 4-Hiperreaksiyo luteinalis Sadece gebelerde ve özellikle mol hastalıklarında artmış HCG'ye segonder gelişir. Her iki överde çok sayıda lutein kistleri ve bunlara bağlı olarak bilateral över büyümesi vardır. En karakteristik özelliği luteinize teka hücreleri yanında luteinize granuloza hücrelerinin de görülmesidir. Gebelikten sonra düzelir. Ama gebelikte hirsutismusa neden olur. 5-Överin neoplastik (tû'möral) bozuklukları - Sertoli leyding hücreli tümör (en sık) - Hilus hücreli tümör - Gynandroblastom - Gonadoblastom - Granuloza hücreli tümör - HCG salgılayan germ hücreli tümörler (Disgermi-nom, koriyokarsinom, endodermal sinüs tümörü gibi) - Hormonal aktif olmayıp, ovarial stromayı uyaran tümörler Bu tümörlerin hemen hepsi tek taraflıdır. Hemen hepsinde hirsutismusla birlikte, hızlı gelişen virilizasyon vardır. Hemen hepsinde testosteron artışı ön planda gelmektedir. Testosteron seviyeleri hemen her zaman 200 ng/mL üzerindedir (Normal kadında bu düzey 20-40 ng/mL arasındadır). Bu grubun en fazla hirsutismus yapanı Sertoli -Leyding hücreli tümörlerdir. Överin hilus bölgesindeki rete ovariiden kaynaklanır. Tüm ovarial tümörlerin % 0,5'ini oluşturur. Genellikle genç ve adet görmüş kadınlarda ortaya çıkar. Hilus hücreli tümörler seyrektir ve sadece yaşlı kadınlarda görülür. Gonadoblastoma en sık Y kr omozomlu disgenetik odakları olanlarda yani interseks tiplerde görülür. Gynandroblastom Sertoli - Leyding hücreli tümör ile granuloza hücreli tümörün karışımından oluşmuş bir tümördür. Aynı anda hem androjen hem östrojen salgıladığı için defeminizasyon yapmadan virilizasyona neden olabilen tek över tümörüdür. Genç kadınlarda görülür. Gebelik luteoması: Gebelik sırasında, HCG'ye bağımlı gelişen, selim huylu ve doğumdan sonra kaybolan bir ovarian tümördür. Testosteron yanında AS'de artar. Annede % 25 olasılıkla hirsutismus olurken, fetusta % 65 olasılıkla hirsutismus gelişir. 153 ADRENAL KAYNAKLI HİRSUTİSMUS Adrenal kaynaklı hirsutismusta, çoğu zaman neden artmış ACTH miktarı ile ilgilidir. ACTH'ın artması zona reticularis'i uyararak, androjen salgısının artmasına neden olur. Androjenlerin yanısıra glukokortikoidlerin artması da kıl büyümesini uyarabilir. Ancak glukokortikoidler sadece vellus tipinde kıl büyümesine neden olur. Adrenal nedenli hiperandrojenemide araştırılması gereken 3 hormon daha vardır. 1- DHEA-S: Sadece adrenal kortekste sentez edilebildiği için, yükselmesi adrenal korteksin uyarıldığını gösterir. 2-17 OH Progesteron: KAH'ın en sık görülen tipi olan 21 hidroksilaz eksikliğinde kandaki seviyesi yükselir. 3- Prolaktin: Artmış prolaktin seviyeleri, % 13-30 vakada adrenal korteks kaynaklı androjenleri ve özellikle DHEA-S'ı artırır. Bunun nedeni tam açık değildir. Ayrıca SHBG miktarını azaltırken belki de bir savunma mekanizması olarak 5 a redüktaz'ın aktivitesini deprese eder. Neticede T artarken DHT seviyesinde relatif bir azalma oluşur. Adrenal korteks kaynaklı hirsutismusta bakılması gerekenler - Testosteron (Serbest testosteron daha önemli) - ACTH - DHEA-S - PRL - 17 OH progesteron - Kortizon 1- Cushing sendromu ve hastalığı Cushing hastalığı (Hipofizer ACTH salgılayan adenom) ve Cushing sendromunda (Hipofizden bağımsız hiperkortikolizm) çoğu kez en önemli şikayet hirsutismustur. Ektopik ACTH salgılayan tümörler, kortizon salgılayan adrenal veya nadiren över tümörleri (Sertoli - Leyding hücreli tümör - lipid hücre tümör) ve kortikotropin re-lasing hormon salgılayan tümörler de Cushing sendromu yapabilirler. Ama neden ne olursa olsun, aşırı kortizol salgısı Cus-hing'i düşündürtmelidir. 24 saatlik idrarda, serbest kortizol bakılması veya dek-sametazon süpresyon testini takiben kanda kortizol bakılması Cushing sendromunda önemlidir. Gece tek doz deksametazon testi yanlış sonuç oranı çok düşük olduğundan mükemmeldir. Gece yatarken 1 mg dekzametazon oral olarak verilir ve ertesi sabah saat 8'de plazma kortizolü ölçülür. Sonucun 5 ug/DI (=140 R mol/L) den düşük olması, Cushing sendromu-nu ekarte eder. Bulunan değer 5-10 ug/dL(= 140-280 nmol/L) arası ise şüpheli, 10 ug/mL (=280 nmol/lt) den yüksekse tanı %99 Cushing sendromudur; doğrudur. Eğer tek doz dekzametazon anormal çıkmışsa, 2 gün süre ile 4 x 0,5 mg dekzametazon verilerek test tekrarlanır. Bu defa idrardaki serbest kortizol ölçülür. Eğer idrardaki serbest kortizol 200 microgram üzerinde ise Cushing sendromu tanısı konulur. Cushing sendromu ve hastalığının ayırıcı tanısında, Hi-pofiz ve adrenal korteksin CT ve MR'ı çok yararlıdır. Bazal ve CRH (kortikotrop relasing hormon) verilmesini takiben ACTH seviyelerinin ölçülmesi de tanıda yardımcıdır. Çünkü hipofizer veya ektopik ACTH salgılayan tümörlerde ACTH ya normal ya da yüksektir. Buna karşın, adrenal tümörlerde ACTH mutlak düşüktür. CRH verilmesi ile hipofizer Cushing hastalığında belirgin bir ACTH yükselişi olur. Ektopik ACTH salgılayan tümör varlığında ne CRH 'a ne de deksametazon testine cevap alınmaz 154 2- KAH (Konjenîtal adrenal hiperplazi) Otozomal resesif geçişli bu hastalıkta, ağır formlar daha prenatal dönemde başlayıp, doğumda kuşkulu genitalya, azalmış kortizol seviyeleri ve bazen de azalmış aldosteron ile tanınabilir. Çoğu zaman püberte öncesinde tanı konulmuştur (Bk 3. Ders). Ancak hafif tipleri genellikle hayatın geç dönemlerinde ortaya çıkar ve hatta asemptomatik olarak da kalabilir. Geç başlayan KAH insidansı, hirsutismus vakalarının % 5 ile 20 arasında rapor edilmektedir. 21 hidroksilaz eksikliği en sık (%95) karşılaşılan enzim eksikliğidir. Ve perimenarşial dönemde hirsutismus yakınmaları başlamaktadır. 17 hidroksi progesteron seviyelerinin yüksek olması tanı koydurtur. Şüpheli vakalarda ACTH testi yapılmalıdır. ACTH ile sti-mülasyon yapıldıktan 1 saat sonra 17 hidroksi progesteron seviyeleri 2,5 misli artar. ACTH stimülasyon testi ile; Eğer 11 desoksikortizol seviyeleri artmışsa tanı 11 p hidroksilaz eksikliğidir Eğer 17 hidroksi pregnenolon / 17 hidroksi proges-teron oranı 6'nın üzerine çıkmışsa tanı 3 Ş dehidro-genaz eksikliğidir. Bir hipoteze göre PKOS hastalığının etyolojisinde P 450-c 17 enziminin hem över hem adrenal kortekste disregülasyonu olabileceği öne sürülmektedir. Bu nedenle ACTH stimülasyonu ile bu vakalarda da 17 hidroksi progesteron, 17 hidroksi pregnenolon, DHEA ve AS da artış görülebilmektedir. Ayırıcı tanıda PKOS için DHEA artışı, 21 hidroksilaz eksikliğinde ise 17 hidroksi progesteron /17 hidroksi pregnenolon oranındaki artış tipiktir. 3- Adrenal tümörleri Adrenale ait adenomlar ve neoplazmalar bütün ste-roidleri veya bir kısmını üretebilirler. T yanında DHEA-S, glükokortikoidler ve mineralokortikoidler de artar. Teşhiste DHEA-S seviyeleri önemlidir. DHEA-S'in normal üst sınırı 250 mg / mL'dir. Eğer bu seviye 700 mg/mL yi geçmişse adrenal tümörden şüphelenmek gerekir. Bu durumda dekzametazon supresyon testi yapmak gerekir. 5 gün*2 mg dekzametazon verilir. 5. gün DHEA-S seviyelerine yeniden bakılır. Eğer DHEA-S düşmemiş ise tanı tümör, düşmüş ise tanı KAH'dır. Eğer DHEA-S 700 mg/mL altında ise ve 17 hidroksi progesteron düzeyi normal ise olay adrenali ilgilendirmiyor demektir. Şekil 155 Adrenal korteks değerlendirilirken bakılması gerekenler • Kortizol Artması Cushing sendromu veya hastalığı, azalması KAH'ı düşündürtür. • 17 hidroksi progesteron Artışı 21-hidroksilaza bağlı KAH'ı düşündürtür. • DHEA-S 700 mg/mL üzerine çıkması adrenal tümörü düşündürtür. Dekzametazon ile baskılanırsa KAH, baskılanmaz ise adrenal tümördür • ACTH testi KAH tipleri ayırd edilebilir. • CRH testi Cushing hastalığı ve Cushing sendromu ayırd edilir. CRH'a artmış ACTH cevabı Cushing hastalığı için spesifiktir. ACTH değişmemişse Cushing sendromudur • Dekzametazon testi Adrenal tümör ile KAH'ı ayırt ederken ayrıca Cushing sendromunu da tanımada yardımcı olur. İdiyopatik hirsutismus Familial olarak da adlandırılan bu hirsutismusta, ne överde ne adrenalde androjen artışı vardır. Kan testosteron, DHEA-S, 17 hidroksi progesteron, kortizol, PRL vs seviyeleri tamamen normaldir. Akdeniz ve Kafkas bölgelerinde sıklıkla rastlanılan bu hirsutismusta etyolojik neden periferde 5 a - redük-taz aktivitesi ve sensitivitesinin artmasıdır. 5 α redû'ktaz aktivitesinin artışı kanda 3 a AS idrarda ise 3 a AS glukuronid artışı ile gösterilebilinir Bu kişilerde menstrüel bozukluklara rastlanmaz, hamile kalabilirler. Bir diğer deyişle, hirsutismus sadece kozmetik bir anlam taşır. Bazı kaynaklar İH olan kişilerde, serbest ve bağlı T'nın bir miktar artış gösterebileceğini belirtmektedirler. Bazı kaynaklar ise 3 a AS G'nin bu durum için spesifik olmadığını 3 a AS G'nin sadece periferik aktiviteyi yansıtamayacağını ileri sürer. Çünkü glukuronid AS'ye karaciğerde bağlanmakta olup, adrenal korteksten gelen androjenlerde bu şekilde hepatik konjugasyona uğrar denmektedir. Ayırıcı tanı 1- Testosteron: Hirsutismusta belirleyici olan T ve özellikle serbest testosterondur. Çünkü serbest T, DHT'ye dönüşüp vellus kılını terminal kıla dönüştür-tebilir. Eğer T ile birlikte LH veya HCG artmışsa olay ovari-al, eğer T ile birlikte ACTH veya DHEA-S artmışsa olay adrenal korteksle ilgilidir. Eğer T seviyesi 200 ng/dL'yi geçmişse akla önce bir tümör gelmelidir. Bu takdirde ani başlayan, hızla gelişen virilizasyon da tabloya eklenecektir. Bu tümör büyük olasılık ile överde olacaktır. Çünkü adrenal tümörler çok nadirdir. Ama eğer bu seviyedeki T'ye, DHEA-S artışı da eklenmişse o zaman akla adrenal korteks tümörü de gelecektir. Eğer T 50-60 ng/mL seviyesinde ise LH ise FSH'dan 3 misli yüksek ise akla PKOS gelecektir. Eğer T artışı yanında hiperinsülinemi ve akantozis nigrigans varsa tanı HAIR -AN olacaktır 2- DHEA-S: Sadece adrenal kortekste salgılanan bu androjen, 700 mg/dl'yı aşmışsa akla ya adrenal tümör ya da KAH gelecektir. Deksametazon süpresyon testi ile baskılanırsa KAH, baskılanmaz ise adrenal tümör düşünülecektir. 3-17 hidroksi progesteron artmışsa akla ilk olarak 21 hidroksilaz eksikliği gelecektir. Bu durumda kandaki serbest kortizolün azalması beklenilir. 156 4- Serbest kortizol artmış ise Cushing düşünülmelidir. Hastalığı veya sendromunu ayırt etmek için ACTH'a bakılmalı veya CRH testi ile ACTH artışı aranmalıdır. Eğer ACTH CRH stimülasyonu ile artıyorsa olay Cushing hastalığıdır. Eğer ACTH yüksek ama CRH ile seviyesi değişmiyor ise olay ektopik ACTH salgılayan tümördür 5- Eğer bütün androjenler, kortizon, 17 hidroksi pro gesteron ve prolaktin normal ise 3 a ASG'ye bakılmalıdır. Bunun yüksek bulunması idiyopatik hirsutismusu düşündürtecektir. Hirsutismusta tedavi Hirsutismus tedavisinde ilk prensip androjen üreten kaynağın veya androjen metabolizmasındaki bozukluğun bulunmasıdır. Eğer neden överde, adrenalde veya hipofizde bir tümör ise cerrahi olarak çıkartılmalıdır. Ama vakaların çoğunda hirsutismus benign nedenler ile oluşmaktadır. En sık rastlanılan neden ovarial androjen üretiminin artmış olmasıdır. Bu takdirde medikal tedavi uygulanmalıdır. Hirsutismus tedavisini 3 ana başlık altında toplamak mümkündür. 1- Ovarial veya adrenal süpresyon Ovarial olanda LH'ı adrenal olanda ACTH'ı baskılamak 2- Hedef organlarda androjenik etkiyi bloke etmek Periferde reseptör veya enzim düzeyinde etki ile periferik androjen konversiyonunu engellemek 3- Mekanik yöntemler ile kılların alınması Hirsutizmde tedavi yöntemleri • Hormonal supresyon - Oral kontraseptifler - Progestinler - Deksametazon -GNRH • Kilo verilmesi • Akupunktur • Cerrahi • Antiandrojenler - Spironolakton - Siproteron asetat - Flutamide - Simetidin - Finasterid - Ketokonazol • Fiziksel yöntemler - Geçici yöntemler - Depilasyon - Topikal kremler - Epilasyon - Kalıcı yöntemler - Elektroliz (Dermal papillanın geri dönüşümsüz tahribi) 157 A- OVARIAL SUPRESYON (KOK -GnRH analoglarl-MPA) • Kombine oral kontraseptifler KOK'lar hirsutismus tedavisinde en çok kullanılan ilaçlardır. Esas etkilerini LH süpresyonu yaparak sağlarlar. KOK alan bir kişide LH miktarı siklusun 5-6. günkü seviyesine iner. İkinci önemli etkileri ise SHBG miktarını artırarak, serbest T miktarını azaltmaktır. Yani T'yi baskılamaktır. Üçüncü ve sebebi açıklanamayan etkileri DHEA-S'i %30 oranında baskılamaktır. Dördüncü ve kesin olmayan etkileri 5 a redüktaz miktarını azaltmaktır. Hirsutismusta birlikte anovulasyon var ise, KOK kullanımı disfonksiyonel uterin kanamaları engeller ve endometriyum kanserine karşı da koruma sağlar. Hirsutismus tedavisinde seçilecek olan KOK'un, östrojeninin dominant olması ve progestin komponenti-nin minimal androjenik etkili olması gerekir. Progestin için en yüksek antiandrojenik aktiviteye sahip olan ajan Levonorgestreldir. 2-MPA (medroksi - progesteron asetat) Oral 30 mg günde veya İM 150 mg 3 ayda bir verilerek hirsutismus tedavisinde kullanılır. Çok kuvvetli bir şekilde ve sürekli olarak LH'ı süprese eder ve LH'ın överi uyararak androjen yapımını bloke eder. Ayrıca T'nin metabolik klirensini artırır. Teorik olarak MPA, SHBG miktarını azaltır ve serbest T miktarını artırabilir. Ancak bu olmaz çünkü LH üzerine süpresif etkisi daha güçlüdür. Progesteron tedavisi ile nedeni tam olarak izah edilemeyen bir şekilde, DHEA-S üretimi de düşmektedir. 3- GnRH-A (Gonadotrop - Relasing Hormon Analogları) GnRH-A'lar, GnRH'ın down - Regülasyonuna neden olarak, FSH ve LH'ı kuvvetlice baskılarlar. Buna bağlı olarak överde östrojen ve androjen üretimi ileri derecede azalır. Östrojen üretiminin azalması istenen bir etki değildir. Bu yüzden tedaviye 0,625 mg konjuge östrojen ile 2,5 mg'lık MPA ilave edilmesi düşünülmelidir (Add-Back rejimi) Ağır olmayan ovarial hirsutismus, hipertekozis ve hiperinsülinemi vakaları GnRH-A'ların majör kullanım alanıdır. B- ADRENAL SUPRESYON (Kortİkosteroİdler-KOK - MPA) Deksametazon, adrenal kaynaklı androjenlerin yükseldiği, konjenital veya geç başlayan adrenal hiperpla-zinin tedavisinde kullanılır. Esası ACTH'ı baskılamasıdır. Başlangıç dozu 0,5 mg/gün olup, sonra yarı doza düşülür. Aseptik femur başı nekrozu yapabilir. KOK ve MPA'nın süpresyonuna güvenilmez. C- ANTİANDROJENLER CPA (Cypreteron Asetat) Bir hidroksiprogesteron derivesi olup zayıf proges-tagen ajandır. Tek başına kullanıldığı takdirde, menst-ürel siklus düzenini bozar, disfonksiyonel uterin kanama yapabilir ve en önemlisi zayıf bir progesteron olduğundan gebeliği engelleyemez. 158 Bunun için etinil östradiol ile kombine edilir. 2 mg CPA + 35 mg etinil östradiol kombinasyonu Diane 35 olarak kullanılmaktadır. CPA yağ dokusunda depolanır ve yavaşça dolaşıma girer. Bu yüzden, yüksek dozda kullanılacak ağır vakalarda, siklusun ilk 10 günü veya 5-14. gün arası 50-100 mg olarak verilmelidir. Etinil östradiol de 21 gün süreyle 35 mg olarak tedaviye eklenmelidir. Ancak, hafif vakalarda ve mesela idiyopatik hirsutismusta, diane 35, aynen KOK'lar gibi kullanılır. Etki mekanizması Santral olarak LH miktarını süprese eder. • Spesifik intraselüler androjen reseptörü ile birleşerek DHT oluşumunu azaltır. • 5 α redüktaz miktarını azaltır. • İlave edilmiş olan etinil östradiol ise SHBG yapımını artırır ve serbest T miktarını buna bağlı olarak azaltır. • Hepatit enzimleri etkileyerek, T'nin metabolik klirensini artırır. Görüldüğü gibi çok yönlü etkileri ile hirsutismus tedavisinde, sebep ne olursa olsun kullanılabilecek bir ilaçtır. Ama en fazla idiyopatik hirsutismusta kullanılır. Tedaviye en erken yanıt 3-6 ay içerisinde alınır. Yan etkileri: Kilo alma, baş ağrısı, yorgunluk, libido kaybı, mastalji ve adrenal korteks yetersizliğidir. Karbohidrat ve lipoprotein metabolizmasını tıpkı KOK'lar gibi etkiler. Hamile iken alındığı takdirde erkek fetusta tüm anti-androjenler gibi feminizasyon yaptırtır. Ve longiutini-dal kemik büyümesi ile kemik matürasyonunu bozar. Spiranolakton Aslında K tutucu aldesteron antagonisti bir diüretiktir. Ancak 3 özelliği nedeni ile bir antiandrojen olarak da kullanılabilir. 1. Deride 5 a redüktaz aktivitesini inhibe eder. 2. DHT ile intraselüler reseptörlere bağlanmak için yarışır. 3. Yüksek dozlarda P450 sitokrom enzimlerini inhibe eder. LH'ı veya ACTH'ı süprese etme etkisi yoktur. Bu nedenle ister ovarial ister adrenal nedenli olsun, hirsutismusta etkin bir preprattır. Günde 100 mg alınması ideal bir etki sağlar. Ve etkisinin ortaya çıkması içinde 3-6 ay kullanılması gerekir. Yan etkileri başında güçsüzlük hissi ve disfonksiyonel uterin kanama yapması gelmektedir. Disfonksiyonel uterin kanamayı engellemek için bir KOK ile kullanılması tavsiye edilir. Fetusa ait yan etkileri tam olarak bilinmemektedir. Kesildikten sonra, hirsutismus eski hız ve boyutunda olmamakla birlikte tekrarlamaktadır. Simetidin Bir H2 blokeri olan simetidin, zayıf bir antiandrojendir. Etkisi periferik blokaja bağlı olarak ortaya çıkar. Muhtemelen de bu etki sadece reseptör düzeyindedir. Artık kullanılmamaktadır. Kan androjen düzeylerini değiştirmez Flutamid Saf bir nonsteoroidal antiandrojendir. Bu nedenle ste-roid hormonlara ait yan etkileri yoktur. Androjenlerin kendi reseptörlerine bağlanmalarını engeller. Bir diğer deyişle etkisi sadece reseptör düzeyinde olmaktadır. 159 Günlük 250 mg'lık doz ile tedavi edilen hastalarda, terminal kıl çaplarında küçülme elde edilmiştir. Yeni kıl gelişimini ise önlemektedir. Yan etkileri başında hepototoksitite gelmektedir. Ayrıca bulantı, gastralgia ve cilt kuruluğu yapmaktadır. 9 aylık tedavi tavsiye edilmektedir. Finasterid Tip II - 5 a redüktaz inhibitörüdür. Başlangıçta prostat hipertrofisi ve kanseri için geliştirilmiştir. Ancak hirsutismusta etkili olunduğu görülünce bu alanda da kullanılmaya başlamıştır. Gerçekten de terminal kılları inceltir ve yeni kıl oluşumunu engeller. Fakat deride bulunan 5 a redüktaz tip l'dir ve Finasterid bunu tam olarak inhibe edemez. Ketokonazol İmidazol türevi bir antifungal ajandır. Ancak, stero-idogenezde rol alan 3 enzimi inaktive ettiği için, hirsutismus tedavisinde kullanım alanı bulmuştur. Bu 3 enzim, hem över hem adrenal korteksteki stero-id sentezinde de rol almaktadır. Bir diğer deyişle hem ovarial hem de adrenal nedenli hirsutismusta kullanılabilmektedir. Azalan 3 enzim şunlardır: 1- 17 a hidroksilaz 2-11p hidroksilaz 3- 17-20 desmolaz Bu azalan enzimlere bağlı olarak 17 hidroksi proges-teron seviyeleri yükselirken, T, AS ve DHEA sentezleri azalmaktadır. SHBG miktarı artmaktadır. İşin ilginç yanı DHEA-S seviyeleri değişim göstermektedir. Yani sanki överi daha fazla etkiler gibi görünmektedir. En ciddi yan etkisi karaciğer üzerine olmaktadır. Bu yüzden tedavi esnasında karaciğer transaminaz düzeyleri takip edilmelidir. Ayrıca reversibl olan birçok yan etkisi daha vardır. (Deride kuruluk, libido azalması, leke tarzında vajinal kanama, saç dökülmesi, deri döküntüleri, kaşıntı gibi) Günlük doz 400-1200 mg arasında olmalı ve en az 3 ay sürmelidir. Fiziksel yöntemler Traş, ağda, epilasyon ve elektrolizdir. Bunlar içinde tek kalıcı yöntem elektrolizdir. Elektroliz kıl folikü'lüne bir iğne yerleştirerek elektrik akımı verilmesi sureti ile dermal papillayı yok etmek demektir. Bu şekilde kıl bir daha oluşamaz. 3 şekilde uygulanır 1. Düşük voltajla galvanik akım verilerek (en iyisi) 2. Termoliz 3. Her ikisinin kombine edildiği yöntem Överin vvedge rezeksiyonu: Her iki överden kama şeklinde parça çıkarılması, ovarial androjen üretimini geçici olarak azaltır. Hirsutismus tedavisinde değil, PKOS'lu hastaların hamile kalabilmeleri için uygulanır. Hiperandrojenemi terminolojisi • Hipertrikozis: Sadece vellus tipi kılların artmasıdır • Hipertekozis: Tüm vücut yüzeyinde terminal ve vellus kıllarının artmasıdır. 160 • Hirsutismus: Sadece terminal kılların artmasıdır Defeminizasyon • Meme atrofisi • Kadın tipi yağlanmanın bozulması • Adetlerin bozulması (Oligomenore - amenore) • Vaginal kuruluk Virilizasyon (Maskülinizasyon) • Klitoral hipertrofi (ilk ortaya çıkan) • Sesin kalınlaşması (Larengial hipertrofi) • Erkek gibi kaslanma • Temporal alopesi • Libido artışı • Erkek habitusu • Pubik kıllanmanın erkek tipine dönüşmesi Premenstrüel Sendrom PMS, menstrüel siklusun ikinci yarısında başlayan ve menstürasyondan sonra, tamamen ortadan kalkan, fiziksel ve psikolojik bozuklukları kapsayan bir semptomlar dizisidir. En önemli 2 özelliği siklik ve tekrarlayıcı olmasıdır. Aslında kadınların %80-90'ında mens öncesi onları fazla rahatsız etmeyen bir veya birkaç semptom olabilir. %40'ında onları rahatsız eden birkaç semptom olabilir. Bunlara PMS değil "premenstrüel molimina" denilir. Ama %10'luk bir grup vardır ki, bu semptomlar, insanlar arasındaki iletişimi ve normal günlük aktiviteyi engellemektedir. İşte bunlar gerçek PMS'dir. PMS'nin etyolojik nedeni belli değildir veya birden fazla etyolojik nedeni vardır. Överleri alınmış veya menopoza girmiş kadınlarda PMS olmaz. Bir diğer deyişle, PMS, överleri siklik fonksiyon gösteren kadınların hastalığıdır. Teşhiste hiçbir spesifik laboratuar bulgusu yoktur. Tedavisinde ise kesin etkili olan tek bir yöntem yoktur. Dünyanın en sık görülen bu hastalığında, şu özellikler mutlaka aranmalıdır. - Ödem - kilo alma - irritabilite - yorgunluk - artmış gerginlik - memelerde dolgunluk - baş ağrısı olmalı - Semptomlar siklik olmalı ve sadece luteal fazda ortaya çıkmalıdır. Bunun için, siklusun 2. yarısında en az 7 gün sürmesi, siklusun ilk yarısında da en az 7 günlük semptomsuz bir periyodun olması - Menstürasyon başlaması ile birlikte semptomların kaybolması - Semptomların en az 3 siklus ard arda görülmesi - Semptomların tıbbi tedavi gerektirecek kadar şiddetli olması Premenstrüel sendromda semptomlar • Psikolojik - İrritabilite - Emosyonel labilite • Somatik - Mastalji - Karında şişlik - Anksiyete - Baş ağrısı - Depresyon - Yorgunluk - Saldırganlık - İnsomnia - Ödem • Bellek - Konsantrasyon - Konfüzyon • Sosyal davranış - Yemek yeme bozukluğu nöbetleri - Uyumsuzluk 161 Görülme sıklığına göre semptomlar Psikolojik olanlar Fiziksel olanlar • Anksiyete • Abdominal şişkinlik • Depresyon • Ekstremite ödemi • İritabilite • Ağırlık artışı • Labil ruh hali • Konstipasyon • İştah açılması • S Sıcak basmaları • Kızgınlık.öfke, hiddet • Memelerde hassasiyet • Letarji ve yorgunluk • Baş ağrısı • Unutkanlık • Akne • Konsantrasyon bozukluğu • Rinitis • Uyku değişiklikleri • Kalp çarpıntı • Korkular PMS, ovulasyonu olan kadınlarda, bir diğer deyişle siklus içi hormonal profili dalgalı olan kadınlarda ve 30'lu yaşlar civarında daha sık görülür. PMS'de Etyoloji PMS'de kesin bir etyolojik neden henüz bulunamamıştır. Bu yüzden PMS'i açıklamaya çalışan bir hayli fazla hipotez vardır. Bu hipotezler sosyal-psikolojik veya biyolojik esaslara dayandırılmaktadır. Bunlardan biyolojik olanların tamamı, siklus içindeki hormonal dengeler ile ilgilidir. Hormonal hipotezlerin odak noktasında östrojen ve progesteron seviyelerinin siklus içinde değişkenliği vardır. PMS sendromunda rol oynayabilecek teoriler • Düşük progesteron seviyesi • Yüksek östrojen seviyesi • Düşük östrojen seviyesi • Östrojen-progesteron oranında değişme • Aldestoron aktivitesinde artış • Adrenal aktivitede artma • Renin-anjiotensin aktivitesinde artma • Endojen endorfin azalması • Subklinik hipoglisemi • Katekolaminlerin santral değişimi • PG'lere cevap hassasiyeti • Başta B 6 olmak üzere vitamin eksiklikleri • Fazla PRL salgılanması • Subklinik hipotiroidi • Çinko eksikliği • Magnezyum eksikliği • Allerji • Genetik faktörler • Psikososyal nedenler Son zamanlarda üzerinde en çok durulan hipotez, nöroendokrin hipotezidir. Endojen opiat peptidlerde (EOP) 'de azalma: Vücutta oldukça geniş dağılım gösteren endorfinler, biyolojik aminleri inhibe ederek, ruh halini, iştahı, susama duygusunu, uyku durumunu, ısı regülasyonunu ve barsak fonksiyonları ile hormonal sekresyonları değiştirebilmektedirler. 162 Normal menstrüel siklusta, (3-endorfin luteal fazda artmakta, foliküler fazda ise azalmaktadır. (3 Endorfinler östrojen düzeyleri ile paralellik gösterirler. Östrojen artınca artarlar, azalınca azalırlar. PMS'li kadınlarda 0 Endorfinler luteal fazda düşmektedir. Ve kişi kendi p Endorfinine karşı yoksunluk sendromu yaşamaktadır. Bu düşüşün nedeni, pro-gesteronun MSS'de antiöstrojenik etkisi ile östrojen reseptörlerini bloke ederek, hipoöstrojenik bir durum yaratmasından kaynaklanır. Östrojen düşünce de p-endorfinler luteal fazda artacağına azalmaktadır. Serotonin eksikliği: Potent birserotonin geri alım in-hibitörü olan fluoksetin ile yapılan çalışmalarda PMS'de ciddi düzelmeler olduğu gösterilmiştir. Östrojen hipotalamusta serotonine ait bir diurnal patern oluştururken, progesteron serotoninin turn överini hızlandırır. Neticede serotonin eksikliği oluşur. PMS'de karbohidrat tüketiminin artışı da buna bağlanmaktadır. PG'ler (Prostaglandinler): PMS nedenlerinden birisi de PG'lerdeki azalmadır denmektedir. Özellikle bu azalma PGE1 i kapsamaktadır. İddiaya göre, PGE1 in preküsörü olan lineloik asitin dihomoga-malineloik aside dönüşmesinde rol oynayan enzimlerde bir blok vardır. Gerçekten de "Evening Primrose Oil" (çuha çiçeği yağı) adı verilen ve gama linoleik asid içeren preprat ile PMS'de ciddi düzelmeler sağlanmaktadır. Ancak mefenamik asit gibi, prostaglandin sentetaz in-hibitörlerinin verilmesi de yani PG'lerin yapımının azaltılması da, paradoks olarak PMS'i düzeltir. Bu açıklanamamıştır. Östrojen-Progesteron dengesizliği: menopozda PMS sendromu görülmez. Ancak HRT tedavisine progesteron ilave edilirse PMS'e benzer şikayetler ortaya çıkabilir. Bu dikkat çeken durum, araştırmacıları progesterona yöneltmiştir. Kimisi luteal fazda progesteron eksikliğini neden olarak gösterirken, kimisi de progesteron artışını neden göstermektedir. Ama hepsi de luteal fazda azalmış östrojeni kabul etmişlerdir. Subliklinik hipotiroidi: Tiroid hormonları verilerek PMS düzeltilmiştir. Buna dayanarak PMS'lilerin %94' ünde subklinik hipotiroidi olduğu öne sürülmüştür. PMS' li hastalaın TRH testine anormal cevap verdikleri de gözlemlenmiştir. Bazı otörler, bu subklinik hipotirodiden magnezyum eksikliğini sorumlu tutmaktadırlar. Daha ilginci, piridoksinin de eritrositlerde magnezyumu artırdığını saptamışlardır. Yani piridoksin eksikliği, magnezyum eksikliğine o da hipotiroidiye neden olabileceği görüşü vardır. Piridoksin aynı zamanda bazı nörotransmiterlerin yapımında bir kofaktördür. Eksikliğinde bu yol üzerinden de PMS yapabilir denmektedir. A, E ve B vitaminin eksikliği de PMS'e neden olabilir. Allerji: Progesterona karşı allerjik reaksiyonlar olması PMS'e neden olabilir. • Subklinik Hipoglisemi: Luteal fazda, insüline hassasiyetin azaldığı gösterilmiştir. Ayrıca PMSTı kadınlarda, hücrenin glükozu tutmasında bozulma olduğu artık kabul edilmektedir. Bu dönemde diyet verilmesi tartışmalıdır. Sıvı retansiyon teorisi: Aldosteron östrojen etkisi ile artar. Bu artış özellikle ovulasyon fazı ile mid luteal fazda belirgindir. Dolayısı ile bu dönemlerde su ve tuz retansiyonu olur. Bunun dışa yansıması özellikle göz çevresindeki ödemdir. Progesteron ise natriüretik etkiye sahiptir. Eğer progesteron fazla ise meydana gelen Na kaybı artar ve bu da aldesteronun daha fazla salgılanmasına neden olur. 163 Son zamanlarda sıvı retansiyonundan çok sıvının dağılımındaki değişikliğin şişkinlik hissinde sorumlu tutulabileceği Öne sürülmüştür. Buna gerekçe olarak da luteal fazla artmış plazma kol-loid osmotik basıncın interstiyel sıvıda artmaya neden olduğu gösterilmiştir. Genetik: PMS monozigotik ikizlerde dizogitik ikizlere göre daha fazla görülmektedir. Üstelik annesinde PMS olan kızlarda, PMS'in daha sık görüldüğü de bir gerçektir. PRL(Prolaktin): Bazı PMS'li hastalarda luteal fazda PRL artışı olmaktadır. Bu da memelerde hassasiyet yapabilmekte ve plazma osmotik basıncını değiştirebilmektedir. Luteal fazda PRL yükselmesi, progesteronun out put' unun düşmesi ile birliktedir. Ancak bromokriptin verilerek sadece meme hassasiyeti ve mastalji düzelmekte, geri kalan şikayetler devam etmektedir. Görüldüğü gibi karmaşık ve netlik kazanmayan, PMS'i tam olarak açıklayamayan bu teoriler, ispat beklemektedir. Tedavi Egzersiz: Egzersiz ile meme hassasiyeti, sıvı retansiyonu ve stresin azaldığı gözlenmiştir. Bu azalma harcanan fiziksel enerji ile bağlantılı bulunmuştur. Egzersiz yapan kadında |3 endorfinler, testosteron, PRL, kortizon ve GH artarken, östrojenin metabolik kli-rensi hızlanır ve östrojen seviyesi azalır. Beslenme: Ampirik olarak, sık ve az yenmesi, az yağlı, karbonhidrattan zengin, alkolsüz ve kafeinsiz bir diyet önerilmektedir. Bunun nedeni Özellikle karbohidratlı besinlerin seroto-nini artırmasıdır. Progestinlerin verilmesi: Eskiden beri korpus lute-um devrinde sentetik progesteron takviyesi en sık kullanılan tedavi yöntemini oluşturmuştur. Ancak, bunun PMS'i düzeltmediği görülmüştür. Ama eğer MPA veya KOK kullanılarak ovulasyon engellenirse PMS bir hayli düzelmektedir. Doğal progesteron kullanımı, aldesteron seviyesini düşürtürken, Mg seviyesini artırmaktadır. Spironalakton kullanımı da aynı mekanizmayı çalıştırmakta ve PMS düzelmektedir. KOK'lar: Özellikle trifaze olanlar PMS'de daha etkindirler. Ovulasyonun engellenmesi de PMS'de etkin bir yöntem olarak uzun yıllar kabul edilmiştir. Ama bugün için önemli olan KOK'un içerdiği östrojen ve progesteron komponentlerinin sentetik olup olmayışıdır. Sentetik olanlar PMS'i artırabilir. Danazol: Kandaki östrojeni düşürür. Ovulasyonu bozar. Buna bağlı olarak PMS'de düzelme sağlar ama yan etkileri fazla olduğu için kullanılmaz. Bromokriptin: Memelerde hassasiyet varsa, kan PRL'si yüksek ise ve galaktore varsa tercih edilir. GnRHA (Gonadotropin Relasing hormon analog-ları): Medikal menopoz yaparak PMS'i engeller. Çok ağır vakalarda seçilmelidir. Kemik üzerinde osteoporoz yapıcı etkisini ve sıcak basması ile kardiyak iskemi artırıcı etkisini engellemek için, tedaviye düşük doz östrojen ve progesteron ilave edilmesi tavsiye edilir. Prostaglandin İnhibitörleri: Yüksek dozda mefena-mik asid tüm luteal fazda verilirse, PMS'de efektif olabilir. Ancak meme hassasiyeti ve su tutulmasını engellemez. Dismenore ile giden olgularda tercih edilmelidir. Prostaglandin preküsörleri: Evening Primrose Oil, % 9 gamalinoleik asid ve % 72 sislinoleik asid içerir. Bu doymamış yağ asitleri PG'lerin 1 ve 2 serilerinin pre-küsörüdürler. PGEVin oluşmasını zorlaştıran enzim blokunu bu şekilde atlayarak, PGETin yeterince oluşmasını sağlarlar. Psikojenik semptomlar ve meme hassasiyeti başta olmak üzere 8 tane semptomda düzelme yaparlar. Sik-lusun 15. gününden itibaren, tüm luteal fazda kulanı-hrlar. (1,5 gr x 2) 164 Serotonin agonistleri: Luteal fazda azalmış olduğu kabul edilen serotoninin takviyesi amacı ile verilirler. Davranış, ruhsal ve fiziksel bozukluklarda etkili olurlar Klorfenil piperacin, Buspirone, d-fenfluramin, klomip-ramin bu amaç için kullanılabilinir. Bir serotonin reuptake inhibitörü olan fluoksetin de bu amaçla kullanılmış ve çok başarılı olmuştur. 3 aylık kullanımı davranışlarda % 75, fiziksel şikayetlerde ise % 40 başarı sağlar. Opioid Artırıcı Ajanlar: Ş Endorfinlerin luteal fazda azalmasının PMS yaptığı görüşü vardır, p Endorfini artırmak için bunların sentetik analogları yapılmıştır. Henüz deneme aşamasındadır. Klonidin isimli ilaç da muhtemelen (3 endorfinleri artırma özelliğine sahiptir. Avrupa'da kullanılmaktadır. • Diüretikler: Kullanımı terkedilmiştir. En çok kullanılanı spiranolaktondu. Anksiyotikler ve antidepresanlar yardımcı tedavi olarak seçilirken, cerrahi olarak överlerin çıkartılması kesin tedavi sağlar. Bugün için tedavide en popüler olan doğal progeste-ronlar ile B6 vitamininin birlikte verilmesidir. PMS'de Tedavi yaklaşımları • Egzersiz • Beslenme • Progestinler, progesteron, OK • Danazol • Bromocriptin • GnRH -A • Prostaglandin preküsörleri ve inhibitörleri • Serotonin agonistleri • Opioid artırıcı ajanlar • Anksiyolitik ve antidepresanlar • Antihipertansif ve antimania ilaçlar • Diüretikler • Cerrahi kastrasyon DİSMONERE Ağrılı adet görmek demektir. 2 tipi vardır. 1. Pimer 2. Sekonder dismenore Primer dismenorede herhangi bir pelvik patoloji yoktur. Buna karşın sekonder dismenorede, mutlaka bir pelvik patoloji veya organik bir neden vardır. Ama her ikisinde de ağrı nedeni, uterusun kontrak-siyonlarıdır. Primer dismonere En sık karşılaşılan jinekolojik yakınmalardan birisidir. Püberte sonrası olguların yaklaşık % 50'sinde görülür. En sık 10-20 yaşlar arasında ortaya çıkar. Menarş-tan sonraki ilk 3 yıl içerisinde ortaya çıkma ihtimali % 80'dir. Primer dismenore tanısı koymak için şu 3 özelliğin varlığı önemlidir. 165 1. Daima ovulasyonlu sikluslarda oluşur 2. Ağrı menstrüasyondan birkaç saat önce veya mens-trüasyon ile başlar. Genellikle 48-72 saat sürer. 3. Ağrı kramp tarzındadır ve suprapubik bölgede lo-kalizedir. Uterusun kontraksiyon kabiliyeti alfa-adrenarjik reseptörler ile idare edilir. Bu reseptörlerin stimülasyonu hormonal ve psikolojik faktörlere bağlıdır. Siklus içerisindeki değişken hormonal profil kontraksi-yonlara da yansır. Örneğin, en düşük kontraksiyon aktivitesi foliküler fazda, en yüksek aktivite ise menstürasyon esnasında oluşmaktadır. Luteal fazda, intrauterin basınç artar ve yüksek amplitüdlü kontraksiyonlar saptanır. Primer dismenorenin spesifik etyolojik faktörü, endometriyum tarafından yapılan PG'ler ve bunlar arasında da PGF2ot dır. Progesteron etkisi altındaki sekretuar endometriyumda bunların sentezi artar. Burada anahtar rol, fosfolipaz - A2 ile progesteron arasındaki ilişkidir. Fosfolipaz - A2 fosfolipidleri yıkarak araşidonik asidi ortaya çıkaran ve prostaglandin sentezini başlatan bir lizozomal enzimdir. Fosfolipaz - A2'yi lizozom içerisinde tutan ise pro-gesterondur. Luteal fazın sonuna doğru korpus lu-teumun ürettiği progesteron düşmeye başlayınca, fosfolipaz A2 salınımı, dolayısı ile araşidonik asit oluşumu ve PG oluşumu artmaya başlar. PGF2ct, PGE2 ve tromboksan A2 seviyesi giderek yükselir ve menstürasyon esansında en yüksek olurken, pros-tosiklin azalır. PG'lerdeki bu artış özellikle PGF2a etkisine bağlı olarak uterin kontraksiyonlara ve uterin hipoksiye neden olur. Ve bu da ağrıyı ortaya çıkarır. Primer dismenorede bir başka hormonal değişiklik ise lökotrienlerin artmasıdır. Bunlar da güçlü vazokons-triktör faktörlerdir ve uterus kontraksiyonlarını artırır. Fazla Östrojen dismenorenin etyolojisinde rol almaz. Bu yüzden anovulasyonlu disfonksiyonel uterin kanamada dismenore olmaz. Ancak bazı durumlarda PGF2a artmadığı halde de primer dismenore gözlenebilir. Bunların başında, internal servikal os'un dar olması gelir. Ayrıca servikal stenoz, aşırı uterus retrofleksiyo-nu ile antefleksionu da menstrüel akımı geciktirerek, kanın uterus içerisinde pıhtılaşmasına neden olur. Bu pıhtılar uterus motilitesini artırır, kontraksiyonların daha güçlü olmasına neden olur. Doğumdan sonra ve bazen 20 yaşından sonra primer dismenore düzelebilir. Psikolojik faktörler, emosyonel sıkıntılar, nörotik yapı ve kişilik bozuklukları, primer dismenoreyi artırır ama primer dismenore psikolojik bir hastalık değildir. Menstürasyon esnasında, kana karışan PGF2a ağrı dışında da bazı başka şikayetlere neden olabilir. Bulantı, diare, senkop, başağrısı, terleme ve taşikardi bu şikayetlerin başlıcalarıdır. Tedavi 1. Prostaglandin sentetaz inhibitörleri: İlk başvurulacak ilaçlardır. Menstürasyon başlamadan hemen önce başlanması daha etkili olmaktadır. En az 2 gû'n kullanılmalıdır. 2. KOK: Ovulasyonu engellediği için primer disme-noreyi engeller. Kontrasepsiyon isteyen kadınlarda uygulanılır. En az 4-6 ay kullanılmalıdır. 3. Tokolitik ajanlar: Teorik olarak bu ilaçlar, uterin kontraksiyonlarını engeller. Ancak pratikte |3 sempatikomimetiklerin uygulanması, primer dismeno-rede pek başarılı neticeler vermemiştir. Buna karşın Ca antagonistleri primer dismenorede etkili olurlar ama yan etkileri fazla olduğu için pratik kullanım alanları yoktur. 166 4. Presakral nörektomi: Presacral nörektomi veya sempatektomi rasyonel ve efektif bir işlemdir. Özellikle çok şiddetli dismenorelerde kullanılır. Büyük bir cerrahi girişimdir ve komplikasyon riski taşır. Üstelik sonuç da garanti edilemez. Cotte-operasyonu olarak da adlandırılır. 5. Servikal kanalın dilatasyonu, servikal stenoz veya internal os'un darlığının düşünüldüğü durumlarda denenebilir. 6. Lokal sıcak tatbiki, sedatifler ve antispazmolitik ajanlar da yardımcı tedavi seçenekleri olarak kullanılabilinir. Sekonder dismenore • Periton - Endometriozis - Pelvik konjesyon sendromu: (Taylor sendromu) • Över - Ovaryan kist veya tümörler • Fallop tüpleri - Pelvik enflamatuar hastalık (Akut veya kronik) • Uterus - Adenomiyozis - Uterin miyomlar - Uterin polipler - İntrauterin adezyonlar (Asherman sendromu) - Konjenital malformasyonlar (Uterus bikornus, uterus septus , vs) - Rahim içi araçlar • Serviks - Servikal stenoz • Vajen - İmperfore himen - Transvers vajinal septum En sık karşılaşılan sekonder dismenore nedeni en-dometriozistir. Tedavi etyolojik nedene göredir Şekil: Dismenorede tanı ve tedavi 167 ANOVULASYON 3 aydan daha uzun bir süre ovulasyon olmaz ise, anovulasyondan bahsedilir. Anovulasyon, şu 3 durum ile klinik olarak karşımıza çıkar. 1. Disfonksiyonel uterin kanama: (Anovulasyon dis-fonksiyonel uterin kanamanın en sık nedenidir) 2. Amenore 3. Hirsutismus Kronik anovulasyonda en önemli şikayet infertili-te en önemli risk faktörü ise endometriyum ve meme kanseridir. Patogenez Normalde ovulasyonun olabilmesi için, menstrüel siklusun her seviyede (Hipotalamus - Hipofiz - Över aksı) normal olması, negatif ve pozitif feed-back mekanizmalarının kusursuz çalışması gerekmektedir. Bu sistem içerisinde herhangi bir bozukluk veya sistemi indirekt etkileyen organ ve dokulardaki patolojiler anovulasyona neden olabilmektedirler. Etyoloji A) Santral defektler Santral defektler arasında en sık görüleni prolak-tinomalardır. Aşırı ve kontrolsüz hiperprolaktinemi GnRH'ı süprese eder ve pulsasyonunu bozar. Bu bozukluğun derecesine göre 1. Anovulasyon 2. Amenore 3. Korpus luteum yetersizliği ortaya çıkar B) Anormal feed-back 2 nedene bağlı olarak gelişebilir. 1. E2 siklus başında FSH'ı artıracak kadar azalmazsa 2. E2 preovulatuar dönemde LH pikini oluşturacak kadar yükselmez ise Bu prensipler dahilinde, anormal 'feed-back'e neden olabilecek durumları şu şekilde irdeleyebiliriz 1- FSH stimülasyonun kaybı a) Devamlı Östrojen sekresyonu Herhangi bir nedenle sürekli östrojen sekresyonu varsa, sürekli FSH baskısı da oluşur. Yani negatif feed-back, E2 azalmadığı için sadece FSH'ı baskılamakla kalır. Burada E2 ovarial folikülden salgılanamaz. Çünkü baskılanmış FSH folikül geliştiremez. Bu nedenle östrojen kaynağı folikül dışında aranmalıdır. Örneğin, gebelikte plasental östrojenler FSH'ı baskılar ve yeni folikül geliştirmesini engeller. Yani yeni ovulasyonları engeller. Överin östrojen salgılayan tümörleri ve nadiren östrojen salgılayan adrenal tümörler de, FSH'ı baskılar ve anovulasyona neden olur. b) Anormal östrojen klirensi ve metabolizması Tiroid ve karaciğer hastalıklarında östrojenin klirens ve metabolizmasında değişiklikler olur. Bu da kandaki E2 düzeyini etkiler. Özellikle hipo ve hipertiroidide, değişen sadece Östrojenin metabolik klirensi değil, çeşitli steroid hormonların periferik değişim hızı da etkilenir. Hassas siklus sisteminde dengeler bozulur. Anovulasyon ortaya çıkar. Hipotiroidi olgularında bu tabloya PRL yükselişi de ilave olur. PRL ölçülürken bu açıdan TSH'da ölçülmeli ve bir hiperprolaktinemi arkasına gizlenmiş hipotiroidi de araştırılmalıdır. 168 c) Ekstraglandüler östrojen yapımı Periferik östrojen yapımı, kanda sirküle eden androjen miktarına ve periferik yağ dokusu miktarına önemli ölçüde bağımlıdır. Adrenalden salgılanan androjen miktarları arttığı zaman, bunlar periferik yağ dokusunda Östrojenlere dönüşür. Fizik ve psişik problemler, adrenal kaynaklı androjenleri artırır. Bu durumda periferik östrojenler yükseleceği için FSH baskılanacak ve anovulasyon oluşacaktır. Öte yandan, yağ dokusu arttığı zaman, AS'den östrojenlerin yapımı da önemli ölçüde artar. Ve yine FSH baskılanır. 2- LH stimülasyon kaybı Gonadal disgenezis veya ovarial yetersizlik olgularında, överden salgılanan östrojen miktarları çok düşüktür. Hiçbir zaman da yükselip LH pikini oluşturamazlar. Netice anovulasyon ve amenoredir. Perimenopozal kadınlarda da, yeterli östrojen sentezi, foliküler aktivitede ve foliküler FSH-LH reseptörlerinde yetersizlik olduğu için yapılamaz. Her iki durumda da netice E2 piki olamayışı ve anovu-lasyondur. C- Lokal ovariyal etkenler Lokal otokrin parakrin faktörler, folikû'l içerisindeki FSH reseptörlerini artırmak sureti ile, folikülün FSH'a duyarlılığını artırır. Neticede geç foliküler fazda artmış inhibin kandaki FSH miktarını düşürse de, artmış bu duyarlılık foliküler atreziyi engeller. Buna ilaveten, bu faktörler LH reseptörlerinin FSH tarafından artırılmasını da sağlayarak, folikülün siklus ortasında LH pikine cevap vermesini mümkün kılar. Eğer bu sistemde bir değişiklik olursa, anovulasyon ortaya çıkar. Örneğin, endometrioziste, FSH ve LH reseptörlerinde kantitatif veya kalitatif değişiklikler olabilir. Keza enfeksiyonlar da bunu etkiler. Netice anovulas-yondur. Ayrıca, lokal ovarian androjenlerin artışı, foliküler atre-ziye neden olabilir. Şişman kadınlarda, SHBG miktarı düşüktür. Bu serbest androjenlerin artması demektir. Yine şişmanlarda periferik testosteron yapımı artmıştır. Şişmanlarda, ovarian stromada androjen yapımını uyaran hiperinsülinemi oluşabilir. Bu farklı nedenler ile artmış androjenler foliküler atrezi ile sonuçlanır. HAIR-AN ve PKOS bu olaylara birer örnektir. Aslında bu karışık ve grift sistemi basite indirgersek, Anovulasyonun tek bir faktöre bağlı olmadığını görürüz. Bu faktörleri de 3 başlık altında toplayabiliriz. • Över yetersizliği Överde folikû'l yoktur. Ya da FSH ve LH reseptörleri yetersizdir. • Santral yetersizlik Hipotalamus veya hipofizde kusur vardır • Anormal feed-back Hastada asenkron FSH-LH veya asenkron östrojen yapımı vardır 169 Pratik olarak anovulasyona neden olan 6 durum vardır • Hiperandrojenemi • Hiperprolaktinemi • Anormal yağ dokusu miktarı • Stres • Hipo-Hipertiroidi • Hiperinsülinemi • Infertilite • Disfonksiyonel uterin kanama • Amenore • Endometrial hiperplazi ve endometriyum kanserinde artış • Meme kanserinde artış • KVS hastalıklarında artış • Hirsutismus • PKOS • Hiperinsülinemi varsa diyabet riskinde artış DİSFONKSİYONEL UTERİN KANAMA Organik bir nedene veya anatomik bir lezyona bağlı olmadan gelişen kanamalara disfonksiyonel uterin kanama denilir. Bir diğer deyişle, hormonal dengede bozukluklar sonucu ortaya çıkan kanamalardır Disfonksiyonel uterin kanamaların çoğunluğu anovu-lasyona bağlıdır. Bu durumda kanamaya neden olan hormon östrojendir. Çok az bir kısmı ovulasyonlu sikluslarda ortaya çıkar. Bu durumda kanama nedeni progesteron olur. Disfonksiyonel uterin kanamalar başlıca 4 grupta toplanır 1) Östrojen çekilme kanaması Vücutta bir süre östrojen artar ve sonra birden kesilirse ortaya çıkan kanamadır. Genellikle 4-5 gün gibi makul bir sürede sonlanır. Buna örnek vermek gerekirse • Bir kadına bir süre östrojen verip kesmek • Ovulasyon Kanaması (E2 pikine bağlı) • Bilateral ooferoktominin foliküler fazda yapılması • PKOS • Yeni doğanda, annenin östrojeninden kurtulmuş kız çocuklarında görülen ve doğumdan sonraki 5-6. günlerde ortaya çıkan lekelenme tarzında birkaç gün süren kanamalar görülebilir. 2) Progesteron çekilme kanaması Bu kanamanın olabilmesi için, endometriyumun ös-trojenler ile hazırlanmış olması gerekir. Adet kanaması fizyolojik bir progesteron çekilme ka-namasıdır. Adetleri öne almak veya geriye itmek için sıklıkla progesteron çekilme kanamaları kullanılır. Bunlara örnek vermek gerekirse: 1- Endometriyumu östrojenle hazırlanmış bir kadına belli bür süre progesteron verip kesilmesi 2- Korpus luteumun operasyon ile çıkarılması 3) Östrojen Kaçak (yıkılma-yetersizlik-kırılma) kanaması: Disfonksiyonel uterin kanamaların tartışmasız en sık görülen tipi budur. İster yüksek, ister düşük seviyede sürekli östrojen alınması durdurulamayan ve giderek şiddetlenen kanamalara neden olur. İşte anovulasyon varlığında, endomet-riyum sürekli olarak östrojen etkisinde kalacağı için bu kanamalar ortaya çıkar. 170 Menarşı takip eden ilk yıllarda, anovulasyon sıklıkla görüldüğü için, ortaya çıkan juvenil kanamalar bu gruba girer. Ayrıca menopoz öncesi şiddetli kanamaları da bu grupta incelemek gerekir. Ultrasonda, endometrial çizginin kalınlaşmış olması tanı koydurtur. 4) Progesteron kaçak kanaması Östrojen - progesteron dengesinin progesteron lehine bozulması bu kanamaları ortaya çıkarır. Halban hastalığında, Minipill, levongestrel ve MPA kullanımında görülür. Östrojen kaçak kanaması kadar tehlikeli değildir. Eninde sonunda spontan olarak kesilir. Çünkü progesteron fazlalığı sonucu giderek endometriyumda at-rofi oluşturur. Kanamayı takiben, eğer progesteron baskınlığı devam ederse, amenore gelişir. Buna en iyi örnek depo provera (MPA) kullanımı gös-terilebilinir. Gerçekten de MPA injeksiyonunu takiben başlangıçta bir düzensiz kanamalı devre geçirildikten sonra amenore yerleşir. Burada, ana fikir, östrojenin kendi reseptörlerini sürekli artırması, progesteronun da östrojen reseptörlerini sürekli azaltmasıdır. Bunun net sonucu, sürekli östrojen etkisi endometriyumda hiperplazi ve buna bağlı kanama yaptırırken, sürekli progesteron etkisi, giderek endometriyumda atrofi yaptırır. Sürekli anovulasyonu olan kadınlarda, sürekli proges-teronla karşılanmamış östrojen etkisi var demektir. Bu kadınlar ileride endometriyum kanserine de adaydırlar. POLİKİSİK ÖVER SENDROMU (PKOS) Polikistik över bir belirtidir, bir hastalık değildir. Neyin belirtisidir? Kronik anovulasyon ve lokal overial hiperandro-jeneminin belirtisidir. Neden kronik anovulasyon? Menstrüel siklusun ilk günlerinde FSH yeni bir folikül oluşturmak için artmıştır. Otokrin ve parakrin faktörlerde, seçilen folikülün FSH'a duyarlılığını artırmaya çalışmaktadır. Buradaki amaç, folikül içerisindeki mikro çevrede, varolan androjen üstünlüğünü, E2 yaparak, östrojen üstünlüğüne çevirmektir. Çünkü E2 piki olacak ve bu da LH pikini oluşturacaktır. LH piki ovulasyona neden olacaktır. Başarılı bir E2 piki için, şu şartlar gerekir. 1- Erken folükü'ler dönemde, immatür foliküllerin, granuloza hücrelerinden aktivin salgılan ması: • FSH aromatizasyonunu artırır • Androjen yapımını baskılar • FSH ve LH reseptörlerini artırır. 2- Geç foliküler dönemde inhibin salgılanması: • FSH'ı baskılama • Androjen sentezini uyarma • Böylece dominant foliküle daha fazla E2 prekürsörü sağlama 171 3- Yeterli IGF-I: LH'ın androjen sentezi için kullandığıaracı. Bu sayılan şartların herhangi bir şekilde bozulması, anovulasyon ile sonuçlanmaktadır. Bu anovulasyon uzun süre devam ederse polikistik överler ortaya çıkmaktadır. PKOSda, siklusta dalgalı ve değişken olan normal hor-monal profil, yerini tekdüze bir gonadotrop ve seks steroidleri profiline bırakmaktadır. Etyolojide çeşitli varsayımlar vardır ama etyoloji zaten çok da önemli değildir. Bu varsayımlar: 1) GN-RH supresyonu (stres, hiperprolaktinemi): Pri-mer hipotalamik disfonksiyon 2) Anormal feed-back • E2'nin FSH'ı artıracak kadar düşmemesi • E2'nin LH'ı artıracak kadar yükselmemesi Her ikisi de sürekli, tek düze östrojen salgısı demek-tir. Ör: Hipotiroidi, periferik yağ dokusunda artma veya LH uyarısının kaybı gibi. 3) Lokal Ovarial Etkiler: Endometriozis-enfeksiyon-lar-reseptör hassasiyeti kayıpları vs. 4) Periferik insülin rezistansı Neden ne olursa olsun olay değişmez. O da, lokal hi-perandrojenemidir. Çünkü FSH uyarısı ile oluşan aromatizasyonda, preküsör görevini androjenler yapar. Ama bu etki için düşük miktarda androjen gerekir. Eğer androjen konsantrasyonu artarsa, bu defa granuloza hücreleri, androjenleri, daha etkin olan 5 a türevlerine dönüştürmektedir. Bu 5 a türevleri östrojenlere dönüşemez. Üstelik FSH"ın LH reseptörlerini oluşturmasını da engellemektedir. Böylece dominan folikül oluşmadan, follikül atrezisi oluşmaktadır. PKOS'da gelişmeye başlayan ve atreziye uğrayan folikül sayısı iki misli fazladır. PKOS'da hormonal tablo ve fizyopatoloji Hiç unutulmayacak şey; cevapsız granuloza hücreleri ve çok aktif teka hücreleridir. 1. E2 (östrodiol): Foliküllerden, erken foliküler fazdaki seviyesinde salınır. Buna karşın AS ve testosteron artmış bir şekilde salınır. Testosteron karaciğerde yapılan SHBG miktarını azaltır. Böylece hem kendisi-nin hem E'nin, kandaki seviyesini yükseltir. 2. E periferde AS'den aromatizasyonla olmaktadır. Kandaki seviyesi E2 den fazladır. 3. Kanda sürekli bulunan E^ ve E2, hipofiz ön lobu-nun GnRH'a karşı duyarlılığını değiştirir. Kandaki yüksek östrojen değerleri, hipofiz ön lobundan, FSH'ı (-) feed-back ile baskılarken, LH'ın salınımını artırır. Ayrıca PKOS'larda artmış inhibin seviyesi FSH'ı baskılarken, artmamış progesteron seviyesi LH'ı baskılayamaz. Bundan ötürü LH seviyesi FSH'ın 3 misli olur. 4, SHBG yapımını azaltan testosteron, kandaki serbest seviyesini yükseltir. Öte yandan, överde teka interna hücrelerinden de üretimi artmıştır. Böylece kandaki serbest ve bağlı seviyesi artar. Bu bir yandan folikül atrezisine, bir yandan da hirsutismusa neden olur. 5. FSH tamamen baskılanmamış olduğundan, yeni foliküllerin gelişmesine neden olur. Ama onların tam maturasyona uğramasını da sağlayamaz. 6-8 mm çapında çoğul folikül kistleri oluşur. 6. Bu foliküller, yüksek LH etkisiyle lüteinize olmuş, hiperplastik teka hücreleri ile çevrelenmiştir ve yüksek miktarda androjen salgılarlar. Üstelik granüloza hücreleri dejenere olup gerilerken, teka hücreleri överin stroma tabakasına katılarak yaşamlarına devam ederler. Böylece ovarial stroma kalınlaşır. 7. Sebebi tam açıklanamayan bir olgu da, sürrenal korteksinden , DHEA-S'ın %50 vakada niçin arttığıdır? Çünkü ACTH salgısında hiçbir bozukluk yoktur. 8. Bazı PKOS sendromlu vakalarda, insülin reseptör defektine bağlı hiperinsülinizim, periferik glukoz alımında bozulma, akantozis nigrigans birlikte görülmektedir. (Bk.Kısa Kısa 28) 9. Progesteron seviyesi düşük olmakla birlikte 17. hid~ roksi progesteron, DHEA da yüksek bulunmaktadır 172 Tipik Över Görünümü • Överler bilateral daha büyüktür. (2-2,8 kat) • Korteksde, 3 misli, tunica albuginea'da %50 kalınlaşma vardır. Tunica, sedefimsi beyaz renktedir. Subkortikal stroma 5 misli kalınlaşmıştır. • Primordial folikül sayısı aynıdır. Fakat gelişen ve atreziye uğrayan folikül sayısı 2 kat artmıştır. Her över 20200 arası kistik folikül içerir. Tedavi Tedavide temel prensip gebelik istenip istenmemesine göre değişmektedir. Gebelik isteniyorsa FSH yükseltilmeli, gebelik istenmiyorsa LH baskılanmalıdır. • FSH seviyesini artırmak (Ör: Klomifen) • VVedge rezeksiyonu (androjenleri azaltmak) • Adrenal androjen salgıları da yüksekse glukokor-tikoidler • Ovulasyon İndüksiyonu • KOK (LH seviyesini düşürtmek Ovarial steroid sentezini azaltmak) • Sipretekon asetat PKOS' da klinik • Oligomenore-amenore-disfonksiyonel kanama • Hirsutismus (%70): Kliniğe kıllanma nedeniyle başvuran hastaların yarıya yakını PKOS'dur. • Obezite: Hem kliniğinde, hem etyolojisinde rol oynar. Etyolojisi: - Periferde aromatizasyonda artış - SHBG miktarında azalma - Överin stromasında androjen sentezini uyaran insülin düzeyinde artış • İnfertilite • Akne • Endometriyum kanseri ve meme kanseri insi-dansında artış • Diabet riskinde artış • Kalp damar hastalıklarında artış • Över yapısında değişiklikler • Hiperprolaktinemi (%13 vakada) genellikle DHEA-S artışı ile birliktedir. • LH/FSH oranının 3 olması 173 DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ (WHO) Kombine Oral Kontraseptif Kullanım Kriterleri 2. GÜVENLE KULLANILABİLİR - Menarş ile 40 yaş arası Başağrısı (migren hariç) Abort sonrası Ektopik gebelik öyküsü Jinekolojik ameliyat öyküsü - Postpartum 21. günden sonra (emzirmeyen) - Düzensiz menstrüel kanama - Dismenore - Endometriozis - PID öyküsü veya varlığı - - Hafif hiperlipidemi - Orak hücreli anemi - Tip ı ve Tip 2 diyabet (komplikasyonsuz) - Safra kesesi hastalığı (öpere ya da asempto- - matik) 3) TERCİH EDİLMEMELİ - 35 yaş üzeri, günde 15 sigaradan az içen - Migren (35 yaş üstü, fokal nörolojik bulgu yok) Ailede meme kanseri öyküsü - Postpartum 6 hafta 6 ay arası (emziren) ve - Servi kal erezyon - postpartum ilk 21 gün (emzirmeyen) - Myoma uteri - Meme kanseri öyküsü - Ailede Endometrium veya över kc - Hafif hipertansiyon (TA < 160/100 mmHg) - nseri öyküsü - Ağır hiperlipidemi - Gestasyonel trofoblastik hastalık Gestasyonel diabet öyküsü - Semptomatik safra kesesi hastalığı - KOK kullanımı esnasında sarılık öyküsü - öyküsü - Siroz (Kompanse) - Tiroid hastalıkları - Abort sonrası - Epilepsi - - Viral hepatit (taşıyıcı, aktif değil) - Şistozomiyazis - Sıtma - Demir eksikliği anemisi - Talasemi - Tüberküloz Varis - Antibiotik kullanımı (Rifampisin, hariç) - Griseofulvin - Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve mış olanlar - HIV riski art- - HIV pozitif ya da AİDS Bazı ilaçların kullanımı : barbitüratlar, Fenitoin, Karbamazepin, Rifampisin, Griseofulvin. 4) KESİNLİKLE KULLANILMAMALI - 35 yaş üzerin günde 15 sigara veya fazlasını - içen kadın - Migren (lokal nörolojik bulgu mevcut) - Gebelik varlığı veya şüphesi - Postpartum ilk hafta (emziren) - Meme kanseri varlığı - Orta ağır hipertansiyon (TA > 160/110 mmHy) - Derin ven trombozu öyküsü veya varlığı - iskemik kalp hastalığı öyküsü veya varlığı 40 yaş ve üzeri - İnme (SVH) öyküsü - Obezite - Hipertansiyon ile birlikte vasküler hastalık - 35 yaş altında sigara kullanımı - varlığı - Migren (35 yaş altı ve fokal nörolojik bulgu - - yok) Vasküler kamplikasyonlu veya 20 yıldan uzun - Preeklampsi öyküsü - süren diyabet Postpartum 6. aydan sonra (Emziren) - Aktif viral hepatit - Serviks Ca - Dekompense siroz - Yüzeysel tromboflebit - Karaciğer tümörü Komplike olmıyan kalp kapak hastalığı - Komplike kalp kapak hastalığı 2. GENELLİKLE KULLANILABİLİR - - - 174 UZUN ETKİLİ HORMONAL KONTRASEPSİYON MPA (medroksiprogesteron asetat) - 3 ay NET - EN (noretinaron enantat) - 2 ay NOR-PLANT (levongestrel) subdermal - 5 yıl MESİGYNA (noretisteron enantat + östradiol valerat) - 1 ay Uzun etkili hormonal kontrasepsıyonda ostrojenler tek başlarına kullanılamazlar. Çünkü östrojen kaçak kanaması yaparlar. Progesteronlar tek başlarına veya Östrojen ile kombine edilerek kullanılırlar. 1) MPA : Depot - Provera - 150 mg i.m. Özellikle östrojen kullanımının kontrendike olduğu durumlarda kullanılırlar. Effektif kontrasepsiyon süresi -150 mg için- 4 aydır. Ama 3 ayda bir yapılırlar. Bu yüzden % 100 koruma sağlarlar. Bir başka önemli nokta da, vücuttan tamamen atılabil-meleri için 6-8 ay gereklidir. Yani enjeksiyonlara son verildikten sonra ovulasyonların geri dönmesi için bu kadar bir sürenin geçmesi gerekir. MPA, esas olarak LH pikini engeller. Ama FSH'ı aynı güçte engellemediği için folikül gelişimi bir miktar devam eder. Vücutta hipoöstrojenemi olmaz. KOK'lardaki gibi, östrojen seviyeleri 6-8. gün seviyesinde kalır. MPA ilaveten endometriyumda giderek artan oranlarda atrofi yapar ve implantasyona olanak vermez. Ayrıca servikal mukus yapısını koyulaştırır, miktarını azaltır, elastikiyetini bozar. Bu şekilde sperme geçit vermez. Yan Etkileri MPA Kullanımında özellikle dikkate alınması gereken 5 durum vardır. Bunlar; 1- Tromboemboli: MPA'nın tromboemboli riskini artı-rıcı bir etkisi yoktur. Bu nedenle, daha önce tromboemboli geçirmiş kişilerde kullanılabilinir. Ama aktif tromboembolik olaylarda yine de kullanılmamalıdır. 2- İskemik kalp hastalığı: HDL'yi sürekli azalttığı için bu hastalarda artışa neden olur. 3- Meme kanseri: Meme kanserine karşı koruma sağlamaz. Hatta köpeklerde yapılan çalışmalarda, uzun etkili progesteronlar ile meme kanseri oluşturulabilmiştir. 4- Osteoporoz: Uzun süreli kullanımda osteopo-roz riski artar. Serbest kortizol artışına bağlı olarak gelişebilir. 5- Cushingoid yüz: Serbest kortizol artışına bağlı olarak gelişebilir. KOK'lara tercih edilmesi gereken durumlar • Geçirilmiş tromboemboli • Emziren kadın • İleri yaşta ve sigara içen kadın • Konjenital kalp hastalığı olan kadın • Miyomu olan kadın • Orak hücre anemisi olan kadın • İlk enjeksiyonda, endometrial atrofi gelişi n-ceye kadar düzensiz progesteron kaçak kanaması yapar. • Baş ağrısı (% 20) • Kilo artışı • Depresyon • Fertilitenin gecikmesi • Memelerde hassasiyet Kullanılmaması gereken durumlar • Miyokard enfraktüsü geçirmiş olanlar veya koro-ner iskemik hastalığı olanlar • Aktif veya kronik karaciğer hastalığı olanlar 175 • Meme kanseri veya genital kanseri olanlar • Akut tromboembolik olay Rölatif Kontrendikasyonlar Kontrendikasyonları Depresyon • Diabet • Hipertansiyon • Fonksiyonel över kisti Fetus üzerinde hiçbir teratojenik etkisi veya androje-nik etkisi yoktur. • Gebelik • Akut ve kronik karaciğer hastalığı • Tanı konmamış anormal vajinal kanama • Tromboembolik olay • Koroner arter veya serebrovasküler hastalık • Orak hücreli anemi • Meme kanseri ve diğer hormon bağımlı kanserler 2) Net-En (noretinaron enantat) 2 aylık enjeksiyonlar şeklinde kullanılır. MPA gibi yan etkilere sahiptir. Gebelik ihtimali 1/100'den azdır. 3) Nor-plant (Levongestrel) İçerdiği hormon yani Levongestrel uzun yıllardır KOK' lar içerisinde emniyet ile kullanılan bir progesterondur. Kolun üst ve iç bölümüne, subdermal olarak 6 tane 36 mg'lık Levongestrel içeren silastik kapsül yerleştirilir. Yerleştirme işlemi siklusun ilk 7 gününde yapılır. Postpartum uygulama 6. haftada, postabortal uygulama ise hemen yapılır. Uygulamayı izleyen ilk 24 saatte kontraseption etkisi başlar. Ve 5 yıl devam eder. Bu sürede gebelik olasılığı 1/100 kadardır. Etki mekanizması • LH pikini baskılar. • Servikal mukusun sperme geçit veren yapısını değiştirir. • Endometriyumda atrofi yapar. Kullanıldığında dikkatle izlenmesi gereken durumlar • Diabet • Hipertansiyon • Migren • Depresyon • Memenin fibrokistik hastalığı • Adet kanamasının uzun sürmesi, lekelenmeler ve amenore • Baş ağrısı - baş dönmesi • Akne • Kilo alma • Memelerde hassasiyet • Hirsutismus veya saç dökülmesi • Fonksiyonel över kisti MPA'dan en büyük farkı çıkarıldıktan hemen sonraki siklusta fertilitenin geri dönmesidir. Kimlerde kullanılmalıdır 176 • Östrojen kullanımı sakıncalı olanlarda • Emzirenlerde • İleri yaştaki kadınlarda • Uzun süreli koruma isteyenlerde 4- Mesigyna (Noretishteron enantat + Östradiol Valerat) İlk ampul siklusun birinci günü, takip edenler ise 30 günlük intervaller ile yapılır Etkileri, yan etkileri, kontrendikasyonları aynen KOK gibidir 5) Progesteron içeren RİA'lar • Progestasert içerenler: Total 38 mg progestasert içerirler. 1 yıllık koruma sağlarlar. • Aktif viral hepatit Levongestrel içerenler: (L-Ng -20): 5 yıllık koruma sağlarlar. 6- Progesteron içeren vajinal halkalar Genellikle levongestrel içerirler Hipertansiyon ve tromboz riski yoktur. KISA... KISA... 1) 20 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) OK'ların, Meme kanserini azalttığı, artırdığı veya değiştirmediği yönünde bugün için kesin bilgi yoktur. Ancak bazı iddialar vardır. Bunlar: yaşın altında ve hiç doğum yapmadan OK kullanımı başlamışsa ve bu kullanım 4 yılı geçmişse, risk faktörü artmaktadır. Eğer doğum yapıldıktan sonra kullanılmaya başlanmışsa risk artmaz. OK kullanımı, 20-35 yaş arası meme kanserini artırır. 35-44 yaş arası değiştirmez., 45-54 yaş arası ise azaltır OK kullananlarda meme kanseri oluşmuşsa, tümör daha düşük grade olmakta, lenf yayılımı daha az olmakta, mortalite daha düşük olmaktadır. OK'lara karşı tek hepatit kontrendikasyonu, karaciğerin akut veya kronik kolestatik hastalığıdır. Siroz ve geçirilmiş hepatit tekrar alev lenmez. Karaciğer hastalığının akut evresi geçer geçmez OK'ya devam edilebilinir. Uzun süre OK kullananlarda karaciğerde peliozis adenom ve lokal nodüler hiperplazi gelişebilir. OK kesilince bunlar gerileyebilir. Tanıda BT en iyi yöntemdir. Hepatosellüler karsinomun oluşumunda OK'lar sorumlu değildir. OK'lar, karaciğerde, cholestasisi, vaskülarizasyonu, mikrozomal enzim yapımında artışı thrombogenezi, kan damarlarında kalınlaşmayı ve tümör gelişimini hızlandırır. OK'lar, B6 başta olmak üzere tüm B vitaminlerini, C vitamini ve folik asidi azaltırken bir tek A vitaminini artırır. Azalanların takviyesi bir fayda sağlamaz. OK'lar, özellikle progesteron içeriklerine bağlı olarak insüline karşı periferik direnci artırarak, hem kan glükozunu, hem insülin miktarını artırır. Gebeliğinde gestasyonel diabet tanısı almış olanlarda açık diabet gelişene kadar OK kullanımına izin verilmelidir. Çünkü insülin ve glukoz artmış olmasına rağmen, bu hastalarda OGTT değişmez. OK'lardaki östrojen, kortizol bağlayan globülin olan transkortini artırır. Ama buna rağmen OK kullananlarda kandaki serbest kortizol artar. Bunun 2 nedeni vardır; a) Östrojen karaciğerin kortizolü metabolize etme yeteneğini azaltır. b) Progesteronun kendisi transkortine bağlanır. OK kullanımı sırasında hamile kalanlarda, konjenital malformasyon riski artar mı? Bunun cevabı kesin değildir ama 3 anomali ile ilişkilendirilmektedirler. a) Kardiyak b) Ekremite kısalığı c) VACTERL kompleksi Uzun süre OK kullanılmış ve kesilmişse, fertilitenin tam olarak geri dönmesi ne kadar zaman alır? Aslında, bu soruya da kesin cevap vermek zordur. Çünkü OK kullananlar, haplarını almayı unutunca hamile kalabilmektedirler. Bununla birlikte, OK bırakıldıktan sonraki ilk 3 ay içinde, konsepsiyon oranı düşüktür. 177 Tam normale dönmesi için 24 ay gibi bir zamandan bahsedilmektedir. Buna karşın OK kesildikten kısa süre sonra hamile kalanlarda iki misli artmış dizigotik ikizlik tespit edilmiştir. 9) OK'ların, laktasyon devrinde kullanılmaları, özellikle 3. aydan sonra gerekebilir. Ancak, KOK'lar, laktasyon süresini, miktarını ve sütün kalitesini azaltır. Bu yüzden, sütün kalitesini ve miktarını artıran Minipil laktasyon esnasında güvenle kullanılabilirler. Postpartum oral kontraseption için, 3'ler kuralı vardır. Buna göre, emzirme düşünülüyorsa 3 ayda, düşünülmüyorsa 3 haftada, OK başlanır. 10) OK'lar, PİD'ye ve cinsel ilişki ile geçen hastalıklara karşı koruma sağlar. Bunun nedeni 1. Servikal mukusun kıvamının artırılması 2. Mens kanı miktarının azaltılmasına bağlı olarak uterus içi kültür ortamının azalması olarak gösterilmektedir. Ancak OK kullananlarda 2 hastalığın artışı göze çarpar. 1. Kandida 2. Klamidya Birincinin nedeni, OK'ların vajen epitelini deprese etmesi olarak yorumlanırken, 2. ye yorum getirilememektedir. Buna karşın viral ve cinsel yol ile geçen hastalıklarda OK'lar değil, bariyer yöntemleri en iyi koruyucudurlar. 11) OK'lar 40 yaşın üzerinde kullanılmalı mı? Çünkü bu yaşlarda, hem anovulasyonlar başlar, hem ovum kalitesi düşer, hem de kardiyovasküler hastalıklar artar. Son zamanlarda, bu kadınların sigara içmeyenlerinde, OK kullanımının faydalı olduğu anlaşılmıştır. Ancak majör risk trombüsdür ve bu östrojen miktarı ile ilgilidir. Östrojenlerin bu devrede 30 pg. altında olması gerekir. Östrojen tedavisi kontrendike ise Minipill veya MPA kullanımına geçilir. Sorun, OK tedavisinden HRT tedavisine ne za-man geçileceğine nasıl karar verileceğidir. Çünkü en düşük dozdaki OK'da dahi HRT tedavisinde uygulanan östrojen dozundan 4 kat fazlalık söz konusudur. Buna göre kutu bittikten sonraki 5-7 günde FSH bakılması ve 30 IU geçmişse, HRT'ye geçilmesi önerilir. 12) MPA'nın, siklusun ilk 5 günü veya postpartum 5-6 gün yapılması kesin koruma sağlar. Son enjeksiyondan 9 ay sonra da ovulasyonlar başlar. Ancak eğer çok uzun süre kullanılmışsa gebelik 12. aya kadar uzar. MPA'nın en sık görülen yan etkisi baş ağrısı dır ve %20 hasta bu nedenle Depo-Provera'yı bırakır. İkinci sıklıkla görülen yan etkiler ise kanama düzensizlikleridir. Genelde ilk enjeksiyondan sonra progesteron kırılma kanamaları, enjeksiyon devam ettikçe de oligomeno-re ve amenore görülür. Mastolji, galaktore ve akne sık görülen yan etkisidir. Aknede SHBG yapımını azaltarak testosteron seviyesini yükseltmesi söz konusudur. Depresyon ve şişmanlama sık görülür. 13) MPA uygulaması meme kanseri riskini azaltmaz veya artırmaz. Ama endometriozisi, PID ve ektopik gebelik riskini azaltır. OK'ların aksine olarak laktasyonda iken süt miktarını artırır. Konjenital kalp hastalığı, orak hücreli anemi, tromboemboli öyküsü ve 30 yaşın üzerinde sigara içenlerde de rahatlıkla kullanılabilir. Hatta orak hücreli anemide oraklaştırmayı azaltarak iyileşme sağlar. HDL'yi düşünüp LDL'yi yükseltmesi olumsuz bir etki olarak, bugün için araştırma safhasındadır. MPA'da diğer ilgi çeken bir olay, bunu kullanan kadınlarda defeminizasyon bulgularının hiç görülmemesidir. Bunun nedeni FSH'ı tam baskılayamayışı nedeniyle folikül büyümesini inhibe edememesi ve kandaki östrojen düzeyini korumasıdır. 14) Norplant (Levongestrol) 6 x 36:216 mg'lık uygulanışı ile 5 yıllık bir koruma sağlar. Yan etkileri aynen MPA'daki gibidir. Ancak ondan 2 önemli farkı vardır. a) Çıkarıldıktan sonra ilk 48 saat içerisinde, kandaki seviyesi ölçülemez. Dolayısı ile ilk ay içerisinde bile hamile kalınır. b) Levangestrolde folikül kisti oluşması ihtimali normale göre 8 misli artmıştır. Bazen operasyon bile gerekebilir. Bunun nedeni tam baskılanmamış FSH ve engellenmiş LH pikidir. 15) Ektopik gebelik riskini, düşük doz progesteron içeren minipiller, progesteronlu RİA'lar, progesteronsuz RİA'lar artırır ama MPA ve Le-vongestrel kullanımı azaltır. 16) KOK'ların osteoporoza karşı koruma sağladığı bir gerçektir. Ama aynı şeyi MPA ve Levonorgestrol gibi uzun etkili progestagen ajanlar için söylemek mümkün değildir. Çünkü her ikisi de kan östrojen düzeyinde azalma ve kortizon düzeyinde artma yaparlar. Bu da kullanıldıkları süre zarfında kemik kaybı yapıyorlar demektir. Bu kemik kaybı acaba ileride osteoporozun artmasına neden mi olacaktır? 17) MPA ve Levongestrol, cinsel yol ile bulaşan viral ve bakteriyel hiçbir ajana karşı koruma sağlamaz. Üstelik, Levonorgestrol kullananlarda artmış genital herpes enfeksiyonları tespit edilmektedir. 18) OK kullananlarda, eğer karaciğerin mitokondrik enzim aktivitesini artıran rifampisin, fenitoin, primidon, karbamazepin ve griseofulvin gibi, ilaçları kullanma zorunluğu ortaya çıkarsa, OK'ların Metabolizması hızlanır. Ve etkileri azalır. Bu durumda kesilmelidirler. Buna karşın, klordiazepoksit (Librium), trisiklik antidepresanlar ve teofilinin de etkisini artırırlar. Epilepsi veya antikonvülzif tedavi görenlerde, bu durumda, OK etkinliği azalırken, antikonvülzif ilaçların etkisi artar 178 19) Kıl folikülü epidermis derivesi olarak, 8. gebelik haftasında oluşur. Kolonlar halinde, epidermis bazal tabakası, dermişin içine ilerler. Dermal papilla adı verilen mezodermal tabaka ile karşılaşır. Ve dermal babillayı uru (bulp) ile sarar. Kolon delinir ve pilasebase aygıtı (kıl folikülü Sebase glandlar + m. errektör pili) oluşur. 22. haftaya gelindiğinde yeni kıl folikülü oluşmaz. Kıl folikülü sayısı cinsiyete göre değişmez ama ırka göre değişir. Bu fark 5 a redüktaz enzim aktivitesi ile ilgilidir. 20) Kıl gelişimi 3 aşamadan geçerek tamamlanır. •Anajen (büyüme): Kıl tam uzunluğunu kazanıncaya kadar devam eder. Katajen: Hızlı gerileme veya geçiş dönemi (melanin üretiminin bitişi ile başlar) •Telojen (istirahat dönemi). Böylece yeni folikül sürekli büyürken, eski kılın yerini yenisi alır. 21) İnsan vücudunda 3 tip kıl vardır. Aseksüel KıllanGH'una bağımlıdır, (saç-kirpik-kaş-alt ve üst ekstremitelerin distal kısmı) Androjen etkisine bağımlı değildir. • Ambiseksüel Kıllar: Kadın ve erkekte benzerlik gösterirler. Ör: Pubis, aksiller, alt ekstremite, alt abdominal kıllar. Steroid hormonların etkisindedirler. Seksüel Kıllar: Testosterona bağlı, gelişen, sakal-bıyık, nazal kanal dışkulak yolu kıllarıdır. Hirsutismus seks kıllarının artışı demektir. Androjenler, saç hariç, kılların büyümes, pigmente olması ve kalınlığının artmasına neden olur. Östrojenler ise tam tersi etki ile büyümeyi, pigmentasyonu ve kalınlaşmayı azaltır. Isı da kıl büyümesini hızlandırır. 22) Genel olarak androjene cevap verecek dokuda, androjenler hücre içine girince, Testosteron 5 a R enzimi ile DHT'ye dönüşür. DHT solubl reseptöre bağlanır. Ve bu kompleks nükleus içine taşınır. Reseptör tekrar geriye döner. Sadece kas dokusunda, testosteron, DHT'ye dönüşmeden etkili olur. 23) Androjen artımı için en hassas belirleyici hirsutismus dur. Bunu defeminizasyon ve son olarak da virilizasyon izler. Ama akne ve yağlı ciltte artmış androjen aktivitesinin bir diğer göstergesidir. 24) 12-22 haftalık fetusta, ürogenital kıvrım ve tüberküllerden gelişen yapılarda, 5 a - redû'ktaz aktivitesi tespit edilmiştir. Bu, erkek ve kadında genital deride de, testos-teron'dan DHT oluşmasını sağlar ve her iki cinste miktarı eşittir. Bu yüzden klitoris androjen etkisi altında kalırsa kolayca hipertrofiye uğrar. 25) DHT'nin periferik dokudaki metaboliti 3 a AS dır. Bunun idrardaki atılım ürünü ise 3 a AS glukoroniddir. Bu metabolitlerin artışı, periferik 5 a- redüktaz seviyesi hakkında bize bilgi verir. Eğer testosteron (over-androjeni kaynaklı) ve DHEA-S (sadece adrenal) artmadan 3 a AS artmışsa tanımız idiyopatik hirsutismus olacaktır. 26) Periferde androjenlerin birbirine çevrilmesinde ol oynayan 3 tane enzim vardır. Bunlar: 1. 5a redüktaz -» Testosterondan DHT 2. 17-p" hidroksisteroid- dehidrogenaz AS'den Testosterona ve ^ B Eı'e 3. Aromataz -* AS'dan E-j veT'den E2 27) Hirsutismusun ağırlığını saptamada bugün için, tüm dünyada en yaygın kullanılan skorlama Feri-man Gallway ismini taşır; ve 11 bölgenin kıllanma miktarı 1 'den 4'e kadar belirtilir. 8-13 arası normal kabul edilir. 28) insülin reseptörlerine karşı otoantikorlar varlığında, hiperandrojemi açığa çıkmaktadır. Hele de bu kişi şişmansa, hiperandrojemi oluşması daha da artar. Peki, androjen üretimi ile insülin arasında ne gibi bir bağlantı vardır? Bunu 4 başlık altında inceleyebiliriz. a) İnsüline periferik direnç oluşunca, hiperinsülinemi ortaya çıkar. b) insülin artmış, reseptörleri azalmış olunca, insülin, foliküllerdeki IGF-I reseptörlerine bağlanır. Çünkü bu reseptörler kendi reseptörleri ile aynı yapıdadır. IGF-I reseptörleri uyarılınca LH'a karşı androjen cevabını artırma özelliğine sahiptir. Böylece teka interna hücrelerinde testosteron ve AS salgılanmaya başlar. Folikül içindeki lokal androjen artması anovulasyona neden olurken, testosteron artışı hirsutismusa neden olur. c) Hiperinsülinemi, karaciğerde SHBG yapımını azaltır. Bu da kanda serbest E2 miktarını artırarak, FSH süpresyonu sağlar. Netice ano-vulasyondur. SHBG azalınca ikinci olay testosteronun artmasıdır. Netice hirsutismudur. d) Hipernsülinemi karaciğerde IGF PB-I (insülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı globülin) yapımını azaltır. Böylece överde teka interna reseptörlerini artıran IGF-I miktarı artar. Netice daha çok AS ve testosterondur. Bu da hirsutismus yapar. Ayrıca artmış olan AS periferde daha çok testosterona dönüşür. Netice Hirsutismustur. Hiperinsülinemisi ve artmış androjeni olan, bu bozuk glükoz toleresanslı kadınlarda sıklıkla android tipte obezite ve / veya akantosis nigrikansa rastlanmaktadır. Buna HAIR-AN denmektedir. Acantosis Nigrikans: Boyunda, kasıkta ve koltuk altlarında gri-kahverengi renkte, bazen verrüköz özellik gösteren cilt lezyonlarıdır. Histolojik olarak bu lezyonlar hiperkeratozis ve papillomatozis gösterir. Hirsut bir 179 kadında AN görülünce, bu hiperinsülinemiyi akla getirir. 29) Son zamanlarda, hirsutismus tedavisinde, bir antifungal ajan olan ketokonazol da kullanılmaya başlamıştır. Bu ajan, P-450 sitokrom enzimlerini ve özellikle 3 tanesini bloke etmektedir. Bunlar; 1.17 a Hidroksilaz 2.17-20 Desmolaz 3.11- B Hidroksilaz'dır. Böylece başta T olmak üzere DHEA'i ve AS azalmakta, buna karşın 17 OH Progesteron artmaktadır. DHEA-S seviyesi ise değişmemektedir. Öyleyse esas etkisi ovarial kaynaklı hirsutismus üzerine olmaktadır. Progesteron ve östrojen seviyeleri de düşmemektedir. En ciddi yan etkisi karaciğer üzerine olduğu için dikkatli kullanılmalıdır. Günlük dozu 400-1200 mg arasındadır. 30) Artan yaş ile birlikte kadınların doğum oranlarında azalma olmaktadır. Bunun iki nedeni vardır. 31) 32) 33) 34) 35) 36) 37) 38) 39) 40) 41) 42) 1. Fekondasyonun düşmesi 2. Spontan abort riskinin artması. 40 yaşın üzerinde, tanı konmuş klinik abort yüzdesi, normal insidansın 3 misline yani %34'e yükselir. En sık neden de otozomal trizomilerdir. Kadınlar yaşlandıkça, inhibin düzeyinde 35 yaşlarda başlayan azalma FSH'ın artmasına neden olur. Eğer siklusun 3 günü, FSH seviyesi 15 lÜ/L'nin üstünde ise, IVF'de başarı yüzdesi düşük olacaktır demektir. Eğer FSH seviyesi 25 IU 'den yüksekse başarı şansı sıfıra yakındır. Tüm kadın infertilitesinin en sık rastlanan nedenleri • Ovulator disfonksiyon: %40 • Tubal ve pelvik patoloji: %35 • Uterus anomalileri: %10 • Endometriozis: % 6-15 • Nedeni açıklanamayan infertilite % 10 Post koital test ne zaman yapılmalıdır? Koitten sonraki ilk 2 saat içinde yapılmasını önerenler çoğunluktadır. Ama eğer mukusta sperm inmobilize edici ASA'lar varsa, bu ilk 2 saat içinde etkilerini göstermeyebilir. Bu nedenle 8 saat sonra yapılmasını tavsiye edenler vardır. Tubal infertilitenin, tartışmasız en sık nedeni PİD dir. Ama bu kadınların en az yarısında, geçirilmiş akut PİD hikayesi yoktur, buna karşılık bunlarda antiklamidya antikorları yüksektir. Korpus luteum yetersizliği, infertilite nedeni olabilir ama bundan daha sıklıkla abort nedenidir. Son zamanlarda, yeterli Spinbarkeit ve Fern reaksiyonu göstermeyen, servikal mukusun, gebeliği önleyeceği üzerinde durulmaktadır. Bu takdirde, 3 madde servikal mukusun kalitesini düzeltmek amacıyla kullanılabilinir. Preovulasyon döneminde 5 mg. konjuge östrojen Guanifenesin Klamidya şüphesi varsa doksosilin. Buna rağmen "kalın mukus" yapısı devam ederse en iyisi yıkanmış spermlerle aritifisiel inseminasyon yapmaktır. HSG, PID'si olanlarda yapılmaz. PID'ye karar verilemiyorsa en iyisi önce sedimentasyon yapmaktır. Yükselmişse AB verilir ve işlem bir ay ertelenir. HSG'de yağlı kontrast madde kullanımı, granülasyon oluşmasını ve embolizasyon riskini artırır. Buna karşın gebelik şansını yükseltir. Daha iyi görüntü verir. HSG'yi takip eden ilk 7 ay içinde, gebeliğin yağlı maddeler ile %33, suda eriyenler ile de %17 oranında gerçekleştiği görülmüştür. Yağlı kontrast maddesi gebeliği nasıl artırır? Servikal müküs tıkacını yerinden oynatır. Tubaları gerer ve pelvis yapışıklıkları çözer Tubaların siliyer aktivitesini stimüle eder. İodin, müköz membranlarda bakterostatiktir. Fagositoz aktivitesini in vivo olarak azaltır. Klomifen sitratın, yan etkileri, çoğul gebelik riski, sıcak basmaları ve kendini iyi hissetmeme dönemleridir. Ama en ciddi yan etkisi, tartışmasız görme bozukluğudır. Hemen daima yüksek dozlarda ortaya çıkar ve geri dönebilir. Erkek infertilitesi olanlarda, semenden en sık izole edilen mikroorganizma mycoplasma dur.Bu erkeklerin % 60 doksosilin tedavisi ile eşlerini hamile bırakabilmişlerdir. Aynı şekilde, eşlerinde bu mikroorganizma olan kadınlarda salpenjit ve spontan erken abortlara da çok sık rastlanılmıştır. Spermler antijenik özelliğe sahiptirler. Erkekte seminifer tubululerde Sertoli hücrelerinin yan yana gelmesi ile oluşan kan testis bari-yeri, bu antijenik özelliklerini engeller. Bu bariyer yıkılırsa erkekte, kendi spermlerine karşı antikorlar oluşur, bu da semen içinde aglu-tinasyona neden olur. ASA'lar, hem kadın hem erkeğin serumunda IgG ve IgM tiplerine servikal mukus ve semende IgG IgM ve IgA tiplerinde bulunur. Servikal mukusa spermin girememesine, girmişse aglutinasyonunu veya spermin titrek hareketler yapmasına neden olur. SCMT (Servikal mukus kontakt tesi) yani Kremer testi, servikal mukusta bu antikorları göstermeye yarayan en önemli testtir. Eğer sperm % 100'ü bu antikor ile kaplı ise servikal mukusa penetre olamazlar, %50 veya daha azı ASA ile kaplıysa servikal mukus içerisine girebilirler ama hareketleri bozulur. 180 43) IgG'ler başa, IgA'lar ise genellikle kuyruğa yapışırlar. En önemli ASA, mukusta lokal olarak bulunan IgA'lardır. Bunlar: • Spermin mukusa penetrasyonuna • Ovum veya zigotun transportuna • İmplantasyona • Akrozom enzimlerinin bozulmasına • Embriyonun gelişmesine engel olurlar. 44) ASA varlığında yapılacak işlemler; Bunlar arasında en iyi netice veren IVFdır. Kondom kullanarak 3-6 ay beklemek. Bu ASA' larda % 44 azalmaya neden olur. Kortizon kullanmak. En korkulan yan etkisi kemik başı aseptik nekroz dır. Yıkanmış spermler ile Al yapmaktır. • IVF 45) Mikroinjeksiyon tipleri şunlardır: • Zona'nın delinmesi (Zona Drilling) Tyrode solüsyonu ile zona üzerinde delikler açılması. Polispermi oranı yüksektir. Kısmi zona diseksiyonu: Ovum hipertonik sukroz içine konur. Sitoplazma büzülür. Keskin bir pipetle sperm injeksiyonu yapılır. Subzonal sperm enjeksiyonu: Hareketsiz de olsa spermler zona içine konur. İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu: Sadece sperm başı sitoplazma içine konur. 46) Ovulasyon bozuklukları 3 grupta incelenir. a) Anovulasyon b) Oligo ovulasyon c) LUF 181 GESTASYONEL TROFOBLASTİK HASTALIKLAR KOMPLETT MOLLER Sıklık: Mole Hidatiform (Tayvan 1/125 - ABD 1/1500) İnvazif Mol: 1/12000 Koriyokarsinoma: 1/40.000 Predispozan faktörler • Protein, karoten ve folik asitten eksik beslenme • Sosyo ekonomik seviyenin düşük olması • Yaş: Kadınlarda 20 yaşın altı ve özelikle 40 yaşın üstünde olmak. Erkekde 45 yaşın üstünde olmak • Maternal diabet varlığı • Kan grupları: 0 grubu erkekten hamile kalmış A grubu kadınlarda daha sık görülür • Daha önce mol hastalığı geçirmiş olmak • A vitaminden fakir beslenme, erkekte seminifer tubulilerde dejenerasyon, kadında fetal rezorbsi-yon veya abort gelişimine neden olur Bütün bu predispozan faktörler arasında ikisi ] çok önemlidir. 1- Anne yaşı 2- Daha önce moler gebelik geçirmiş olmak Hastanın kaç doğum yapmış olduğu yani paritesi ise predispozan neden sayılmaz. Hangi korunma metodunu kullandığı da önemsizdir. Etyoloji: Etyolojik neden tamamen genetiktir. Çünkü komplet moller her zaman 46 XX karyogramı-nı gösterir. Ve her iki X de paternal kaynaklıdır. Bir diğer deyişle, paternal kromozomların kontrolünde bir ovumun gelişmesi söz konusudur. Bugün için üzerinde en çok durulan teori, nukleustan yoksun boş bir ovumun, daha sonra duplikasyon gösterecek olan bir haploid sperm tarafından döllenmesi-dir. Paternal antijenlerin normale göre daha fazla artmış olması, annede daha fazla maternal immun cevaba neden olacaktır. Bu da gebeliğin reddi anlamına gelecektir Nadir olgularda, boş ovum iki ayrı sperm ile de döllenerek, molu oluşturabilmektedir. Sınıflama 1- Mol Hidatiform: İyi huylu ve invazif değil 2- İnvazif mol (Mole Destruens): Kötü huylu ama metastatik değil. İnvazyon özelliği var. 3- Koryokarsinoma (Koryon Epitelyoma): Hem kötü huylu, hem invazif, hem metastatik 4- Parsiyel Mol 5- Persiste Mol 6- PST 182 Komplet Moller • Mol hidatiform (% 80-85) Sadece uterus içerisinde lokalizedir • İnvazif mol (%10-15) Miyometrium içerisine vil-lus yapısı bozulmadan invaze olmuştur. Ama metastazı yoktur • Koriyokarsinoma (% 2,5) Villus yapısı tamamen bozulmuştur. Miyometrium içerisine invaze olur ve sırası ile akciğer - vajen - M5S ve karaciğere metastaz yapar. Koriyokarsinoma %50 olguda, bir mol gebeliğinden sonra gelişir. Bir diğer deyişle, geçirilmiş moler hastalık, koryokarsinoma için en önemli predispozan nedendir. %30 aborttan sonra, %20 normal bir doğumdan sonra ve %2,5 olasılıkla da bir ektopik gebelikten sonra ortaya çıkabilir. Bunlar arasında en kötü prognozlu olan normal doğumdan sonra ortaya çıkandır. Mol hidatiform vakalarının tedavi ile % 85'i iyileşirken, %15'inde invazif mol ve koriyokarsinom gelişir Histolojik yapı Moler hastalıkların çok iyi tanımlanmış bir histolojik yapıları vardır. Ancak bu histolojik yapı, molün nasıl davranacağını, prognozunu ve hastalığın gidişini belirlemez. Belirleyici olan fj HCG'nin takibidir. Mole hidatiform ve invazif molün histolojik yapısı aynıdır • • Hidropik dejenerasyon gösteren villuslar • Villuslarda avaskülarizasyon • Sito ve sinsitiyotrofoblastlarda proliferasyon • Fötal doku yokluğu Eğer bu klasik histolojik yapı, endometrial kavitede lo-kalize ise mol hidatiform, eğer miyometrium içerisinde de mevcut ise invazif mol tanısı alır. Ancak küretaj ile miyometrium dokusu alınamayacağına göre, invazif mol tanısı, küretaj ile konamaz. Bu durumda p HCG'nin takibi ile ancak invazif mol düşünü-lebilinir. Bu klasik histolojik yapıya fetus veya fetal zar, fetal eritrosit gibi fetal dokular da eklenmişse tanı parsiyel moldür. Bunların çok büyük bir bölümü, basit bir abort olarak sonlanacaktır Koriyokarsinomada karakteristik olan, villus yapısı tamamen bozulmuştur. VillÖz yapı yoktur. Onun yerine, sito ve sinsitiyotrofoblastların oluşturduğu, pur epitelyal bir tümör vardır. Tümör dokusu içerisinde yaygın hemoraji ve nekroz alanları mevcuttur. Bu tümör çoğu zaman, uterusun fundus bölgesinde, lokalize bir nodul şeklinde başlar. Ancak, küretaj materyalinde çıkmayabilir. Çünkü ilk odak hızlı bir şekilde kendini yok edebilir. Bu tümörü daha çok metastazları ile tanımak mümkündür. Erken ve hematojen yayılma ile sırası ile akciğervajen-MSS ve karaciğere metastaz yapar. Küretaj materyalinde koriyokarsonoma yoksa, (3 HCG takipleri ile varlığı araştırılmalıdır Görüldüğü gibi, histolojik kriterler, prognozu tayin edemezler. Ama son yıllarda, histolojik yapıda 5 kriterin araştırılması ile prognoz hakkında fikir sahibi olunabileceği iddia edilmiştir. Bu 5 kriter şunlardır 183 1- Trofoblastik hiperplazi ne kadar ileri ise 2- Nükleer atipi ne kadar fazla ise 3- Nekroz ve kanama alanları ne kadar yaygın ise 4- Trofoblast matürasyonu ne kadar düşük oranda ise 5- Nitabuch tabakası gözlenemiyor ise trofoblastik tümör gelişmesi ihtimali de o kadar fazladır denmektedir Dünyaca kabul edilen klasifikasyonlarda, yine de histolojik yapı yerine, klinik ve laboratuar bulgular ön planda gelmektedir. I- Nonmetastatik hastalık: Uterus dışında hastalık bulgusu yok II- Metastatik hastalık: Uterus dışında hastalık mevcut A - İyi prognozlu metastatik hastalık • Kısa süreli (son gebelik oluşalı 4 aydan kısa süre) • Tedavi öncesi düşük HCG titresi (24 saatte 100.000 lU'den az veya serumda 40.000 mlU/ml'den az) • Beyin veya karaciğer metastazı yok Daha önce kemoterapi yok B- Kötü prognozlu metastatik hastalık • Uzun süreli (son gebelik oluşalı 4 aydan uzun ise) 100.000 lU'den fazla veya serumda 40.000 mlU/ml'den fazla) • Beyin veya karaciğer metastazı • Daha önce başarısız kemoterapi Klinik • Birinci trimester kanaması %90 ilk semptomdur. Vezikül düşürme % 80 vakada görülür • Fetal kalp atımları ve fetal kısımların görülmemesi • Uterusun beklenenden büyük olması (%50 beklenenden büyük, % 30 beklenen gibi, % 20 beklenenden küçük) Eğer büyükse, inatçı trofob-lastik hastalık daha sık görülür • p HCG titresinin beklenen gebelik haftasından daha yüksek olması. Normal bir gebelikte elde edebileceğimiz en yüksek titre 60.000 lU/mL iken, GTH'da 100.000 IU/ mL'yi geçer • Şiddetli hiperemezis gravidarum (% 14-32) • Bilateral teka lutein kistleri: 5-10 cm arasında, iki taraflı kistlerdir. LH'ya çok benzeyen HCG'nin teka hücrelerini aşırı uyarması ile oluşur. (% 15-30 vakada görülür) Bu kistler var ise habis GTH gelişmesi ihtimali artar. Ve % 49 vakada da sonradan kemoterapi gerekir. Operasyon endikasyonu yoktur. Mol geçince bu kistler spontan geriler. • Birinci veya ikinci trimesterde preeklampsi veya eklampsi görülebilir. (% 12) Eğer görülürse patognomotiktir. • Hipertiroidi: % 10 vakada görülür. HCG ve korto-kotropin hormon suçlanmıştır. Antitiroid tedavi bile gerekebilir. • Sinsitisyel endometrit veya miyometrit 184 Bir trofoblast hücresinin hem invazyon yapma hem de genel dolaşıma geçme özeliği vardır (PAKUDO Tümör Hücreleri) Uterus içerisinde, bir trofoblast hücresi normalde, miyometrium ile desidua bazalis bileşkesindeki fib-röz bir tabaka olan NİTABUCH tabakasına kadar invazyon yapabilir. Eğer bu tabakayı aşmış endo-metrium ve miyometrium içine nüfuz etmişse, buna sinsitiyel endometrit veya miyometrit denir. Kürtajda tespiti zordur. Ama histerektomi piyeslerinde görülebilir. Bir iltihabi olay söz konusu değildir. Mol'de de görülebilir. Ama invazif molde hemen her zaman görülür. Villus yapısının bozulmaması, miyometriumda nekroz ve harabiyet yapmaması ile koryokarsinoma'dan ayrılır. Bazen miyometrium aşılıp, pelvik damarlarda invazyon yapabilir (%10). Bu da, tehlikeli kanamalara neden olabilir. Koryokarsinom'un yaptığı invazyon ise, miyometriumda yaygın kas nekrozu ve kanama ile birliktedir. Villus yapısı yoktur. 10-18. haftadan önce trofoblastlara akciğerde rastlamak mümkündür. Ama bunlar nadiren şikayete neden olurlar. Ancak invazif molde seyrek olarak villuslar görülebilir. Bazen dispne, solukluk, ağrı gibi geçici şikayetler yaparlar. Çoğu kez kemoterapi gerekmeden de kendiliğinden düzelirler. Buna "Villus sürgünü" denir. Teşhis 1) p HCG tayinleri En önemli teşhis kriteridir. Sadece teşhis amacı ile değil, takip için de kullanılır. Mol boşaltımından sonra 12 hafta içerisinde, |3 HCG sıfırlanmalıdır. Eğer bu dönem içinde azalacağına artmış ise veya 12 hafta geçtiği halde sıfırlanmamış ise tanımız persiste moldür. İnvazif mol ve koriyokarsinoma aranmalıdır. 2) Ultrasonografi %90 üzerinde moler gebeliği tanır. "Kar yağdı manzarası" tipiktir. Ancak miyometriumu görüntüleyip, invazif mol tanısı koyamaz 3) Küretaj Küretaj materyalinin incelenmesi, mol hidatiform tanısını koydurtur. Ancak diğerlerini tanımada nadiren yardımcı olabilir. Üstelik mol hastalıkları birlikte olabilirler. 4) Röntgende Bal Peteği Manzarası: 14. haftadan sonra, amniyosentez ile uterus içerisine, boya maddeleri vererek, uterus radyografik olarak görüntülenir. Pek kullanılan bir yöntem değildir Mol hastalıklarında kötü prognoz kriterleri • Hasta 40 yaşın üstünde ise • SAT'den 4 ay geçtikten sonra anlaşılmışsa • Ş HCG değerleri kanda 40.000 Ü üzerinde ise • Daha önce mol gebeliği geçirmiş ise • Hipertiroidi bulguları var ise • Normal spontan doğumdan sonra ortaya çıkmış ise • Çapı 6 cm'den büyük bilateral teka lutein kistleri var ise • Karaciğer ve beyin metastazı var ise • Persiste mol oluşmuşsa: Mol Hidatiform küre-taj ile boşaltıldıktan sonra % 15 vakada görülür. Düzensiz vaginal kanama, persiste teka lutein kistleri, uterusun involsiyonunda duraklama ve (5 HCG değerlerinin düşmemesi ile karakterizedir. Kemoterapi gereklidir. 185 İnvazif mol Primer tedavisi kemoterapidir. Mol boşaltımından sonra persiste mol oluşmuşsa beklemeden kemoterapi yapılır. Kemoterapide kullanılacak olan en seçkin ilaçlar metotreksat ve aktinomisin-D'dir. Bunlar ya tek ajan ya da iki ajan alterne olarak da kullanılabilir. Eğer hasta çocuk istemiyor ise histerektomi de yapıla-bilinir. Histerektomi ile kemoterapi alterne edilebilinir. Histerektominin bir diğer uygulama alanı ise, kemote-rapiye yanıt vermeyen olgulardır. Buna "geç histerektomi" uygulaması adı da verilir. Operasyon kemoterapi baskısı altında yapılır Koriyokarsinoma Primer tedavisi kemoterapidir. Metotreksat ve Ac-tinomycin yine en seçkin iki ajan olarak kullanılır. Ancak ağır ve cevapsız vakalarda, yardımcı kemoterapö-tik ajanlar kullanılır; Tedavi Mol Hidatiform: Primer tedavisi suction küretajdır. 28. haftaya kadar uygulanabilir. 12.haftaya kadar olan olgularda, keskin küret de kullanılabilir. Boşaltım esnasında, oksitosin kullanılması kanamayı azaltır ama trofoblastik embolizasyona da neden olabilir. 16. haftadan sonraki boşaltımlarda villöz doku emboli-zasyonu sıklıkla oluşabilir. Ve buna sekonder akciğer yetersizliği gelişebilir. Bunu engellemek için küretaj öncesi profilaktik kemoterapi yapılmalıdır Eğer hasta 40 yaşın üstünde ise, başka çocuk istemiyor ise, uterus 12 haftadan büyük ise, histerektomi tercih edilmelidir. Histerektomi % 15 olan, trofoblastik kötü hastalık gelişmesi insidansını % 3,5'a düşürür Her mol boşaltımından sonra, 3 kez üst üste negatif çıkıncaya kadar, haftalık (3 HCG ölçümleri yapılmalıdır. Sonra aylık p HCG ve akciğer grafileri ile 1 yıl hasta takip edilmelidir. 1 yıl sonra tekrar hamile kalmasına izin verilir. Bu bir yıl içerisinde, hastaların hamile kalmalarını engelIpmplc irin KOK kullanmaları tavsivp pdilir • MAC (Metotreksat + aktinomisin D + siklofosfa- 1 mid) • EMACO: (Etopsoid - MAC - Onkovin) • CHAMOCA: Siklofosfamid – Hidroxiürea • AktinomisinD - Metotreksat - Onkovin - Melfalan - Adriyamisin) Metotreksat uygulamasında folik asid de ilave edilmesi toksisiteyi azaltmaktadır. Radyoterapi: GTH'larda tek başına etkili değildir. Ama eğer karaciğer ve beyin metastazları var ise, kemoterapi ile küçülme başladığında, kanama olmasını engellemek amacı ile kullanılır Kemoterapi ile metastatik olmayan hastalıklar % 100 iyileşir. Metastaz olanlar ise % 80-90 iyileşir Artanlar- Azalanlar • β-HCG çok artar • Serum progesteron artar • HPL artar • Schvvangerschaft - protein 1 artar • AFP azalır • E3 azalır • Ovarial testosteron artar 186 Evreleme ve prognostik faktörler GTH'larda başlıca 3 evrelendirme sistemi vardır. Bunlar içerisinde en çok kullanılan evreleme sistemleri klinik evrelendirmedir. Bunun dışında FİGO'nun yaptığı anatomik yaygınlığa göre evrelendirme ve VVHO'nun yaptığı progrostik faktörlere göre evrelendirme sistemleri de vardır. WHO sisteminde prognostik faktörlere göre skorla ma yapılır ve elde edilen puanların toplamına göre hastalar 3 gruba ayrılır. Düşük risk: 4 veya daha az puan; orta risk: 5-7 puan; yüksek risk: 8 ve üstü puan olarak değerlendirilir. FIGO evrelemesi Evre I : Hastalık uterus korpusuna sınırlı Evre II : Hastalık uterus dışında genital yapılara yayılmış (örneğin adneksial yapılar) Evre III : Akciğer metastazı Evre IV : Diğer metastazlar Alt evreler: A. Risk faktörü yok B. Bir risk faktörü var C. İki risk faktörü var Risk faktörleri: Serum hCG > 100.000 mlU/mL Hastalık süresi > 6 ay Metastatik gestasyonel hastalıkta tedavi Uterus dışında metastaz bulunmasına metastatik gestasyonel hastalık denilir ve en sık metastaz bölgeleri akciğer, vajen, pelvis, SSS ve karaciğerdir. Metastatik hastalık tespit edilen olgular tedavi açısından düşük riskli ve yüksek riskli olmak üzere iki gruba ayrılırlar. VVHO skorlaması ve FİGO evrelemesi hastalığı daha ileri alt kategorilere ayırırlar ama tedavi yaklaşımı ve prognoz belirleme açısından çok belirgin bir etkileri yoktur. Düşük riskli grupta tedavi nonmetastatik hastalık yani invazif molde olduğu gibidir. Genellikle metotreksat içeren tek ajanlı protokoller uygulanır. Histerektomi şart değildir ama, eğer yapılırsa kemote-rapi ihtiyacını azaltır. Yaklaşık %40 hastada tedavi başarısız olur. Bunlarda ya p-HCG değerleri yeteri kadar düşmez veya yeni metastatik lezyonlar görülür. Bu hastalarda daha agresif tedavi protokollerine geçilir. Yüksek riskli (kötü prognozlu) metastatik hastalıkta kombine kemoterapi rejimleri uygulanır. Bunlar MAC, EMA-CO ve POMB rejimleridir. Ama en çok tercih edileni yan etkileri oldukça az olan EMA-CO rejimidir. Bu protokollere sıklıkla adjuvan radyoterapi ve cerrahi uygulamalar eklenir. Tedavi negatif (3-HCG değerlerinin elde edilmesinden sonra iki kür daha devam eder. 187 VVHO prognostik skorlama sistemi Skor Prognostik faktör 0 1 2 4 Yaş <39 >39 - - Önceki gebelik Mol Abortus/ektopik Term - Tedavi süresi (ay) <4 4-6 7-12 >12 3 3 İlk hCG <10 104-105 >105 Kan grubu - O, A B veya AB - Tümör çapı (cm) <3 3-5 >5 - Metastaz Akciğer Dalak/böbrek Barsak/KC Beyin 1-4 4-8 8 Tek ajan Multi ajan Metastaz sayısı Daha önceki tedavi 10 -10 4 - Çocuk istemeyenlerde sıklıkla histerektomi yapılır. Beyin ve karaciğer metastazlarında radyoterapi sıklıkla kemoterapiye ilave edilir. Ancak acil kanama görülen hastalarda kraniotomi ve hepatik arter ligasyonu yapılır. Metastatik hastalıklar kemoterapiye çok iyi cevap verirler. İyi prognozlu olgularda rekû'rens sadece %5 ve kötü prognozlularda ise %20'dir. Nonmetastatik hastalıklarda rekürens yok denecek kadar azdır ve tedavi %100'dür. Parsiyel mol Sıklıkla triploidi ve trizomi gösteren, fetal doku ile klasik mol histolojinin birlikte bulunduğu durumlardır. En sık görülen şekli 69 XXY'dir. Çoğu kez 16 trizomi gösterir. Çoğu 8-9 haftada abort ile sonuçlanır. Eğer doğarlar ise mültipl anomali gösterirler. Çok nadiren koriyokarsinomaya dönüşebilirler. Kürtaj yeterli tedaviyi sağlar İki seks kromozomu paternal, bir seks kromozomu matemal orijinlidir. PST (plasental site mol veya tümör) Ekstravillöz trofoblastlardan gelişir. Bunlar her zaman diploittir ama fetus içerirler. Çoğu zaman abortus ile neticelenirler. Nadiren, miyometrium içerisine invaze olurlar ve HCG'den fazla HPL salgılarlar. İnvazyon yok ise küretaj yeterlidir. İnvazyon var ise kemoterapi fayda sağlamaz, histerektomi yapılmalıdır Transizyonel mol: Abort materyallerinde hidropik dejenerasyon gösteren villusların %50'den fazla olmasına verilen isimdir. Gerçek ve parsiyel moller ile ilgisi yoktur. Tuberoz mol: Amnion zarı ve koryon zarı arasında kanama olmasıdır. Abort ile sonuçlanır Bruce mol: Amnios sıvısının içine kanama olmasıdır. Abort ile sonuçlanır. Kameöz mol: Desidua ile koryon arasında kanama olmasıdır. Abort ile sonuçlanır. 188 EMA-CO Kemoterapisi Gün 1 Etoposid 100 mg/m2 IV infüzyon >30 dk'da (200 ml_ SF içinde) Aktinomisin-D 0.5 mg IV puşe Metotreksat 100 mg/m IV puşe + 2 200 mg/m IV infüzyon 12 saat içinde Etoposid 100 mg/m IV infüzyon >30 dk'da (200 mL SF içinde) Aktinomisin-D 0.5 mg IV puşe Folinik asit 15 mg İM Günde iki kez toplam 4 doz Vinkristin 1 mg/m IV puşe Siklofosfamid 600 mg/m IV infüzyon 2 Gün 2 Gün 8 2 2 2 * Gün 1,2,8,15,16,22... EKTOPİK GEBELİK Dış gebeliklerin lokalizasyonuna göredağılımı Sıklık Tüm gebeliklerin % 1,3-2'si ektopik gebeliktir. Ancak son yıllarda dış gebelik insidansı 3 kata yakın bir artış göstermiştir. Bunun 3 önemli nedeni vardır. 1- Multipartnerlik: Cinsel ilişki ile geçen hastalıkları artırır. Bunlar da PİD'ye neden olur. 2- RİA kullanımının yaygınlaşması: PİD'yi artırır 3- Yardımcı üreme tekniklerinin giderek daha fazla kullanılması TANIMI Fertilize ovumun endometrial kavite dışında herhangi bir dokuya implante olmasıdır. Ancak intrauterin yerleşim gösteren interstisyel ve ser-vikal gebeliklerde birer dış gebeliktir. Ektopik gebeliklerin % 99'u tubada lokalizedir. Önemi Gebeliğin ilk 3 ayında, matemal mortalitenin en sık karşılaşılan nedenidir. Kadının fertilite şansını ciddi şekilde tehlikeye sokar 189 Ektopik gebeliğin çeşitleri 1- Tubal gebelik (% 99) Ampullar: % 55 (en sık) İstmik : % 25 İnfindibular (fimbrial) % 17 İnterstisyel: % 2 2- Ovarial gebelik 3- Servikal gebelik 4- Abdominal gebelik 5- Rudimenter horn gebelik 6- İntraligalimenter gebelik 7- Post-Histerektomik gebelik (en nadir) Ektopik gebeliğin etyolojisi ve patogenezi Ektopik gebeliğe yol açan faktörler, mekanik, fonksiyonel, yardımcı üreme teknikleri ve kontrasepsiyon başarısızlıkları başlıkları altında toplanır. Bu nedenler neticede ya tubal faktörü bozarak ya da fertilize ovumun kalitesini bozarak ektopik gebelik riskini artırırlar. Mekanik faktörler: • Geçirilmiş tubal cerrahiler: Özellikle sterilizasyon amacı ile yapılan bipolar tubal koagülasyon metodunda, fistüller gelişebileceği için ektopik gebelik oranı artmıştır. İlginç olan bu gebeliklerin operasyondan iki yıl sonrasından başlayarak artış göstermesidir. Ayrıca tubalar ile ilgili diğer cerrahi girişimler (rekonstrüktif cerrahi, ektopik gebelikte uygulanan konservatif cerrahi ve sterilizasyondan geri dönüş cerrahisi) ektopik gebelik riskini artırırlar. • Geçirilmiş PID: Tubal mukoza kapantılarında yapışıklıklar yaparak, lümeni daraltarak, kör cepcikler oluşturarak, tıkanıklıklar yaparak ve tubadaki siliala-rı azaltarak ektopik gebelik riskini artırırlar. Özellikle klamidyal enfeksiyonları geçirmiş olmak bu riski en fazla artırandır. Tekrarlıyan PID atakları ile risk de artar. • Peritubal adhezyonlar: Abortus, puerperal infek-siyon, endometriozis, apendisit gibi nedenler bu gruba dahi edilir. • Tüp anomalileri: İn-utero DES maruziyeti, hipopla-sik tuba, tuba divertikülü, aksesuar ostium gibi durumları kapsar. Fonksiyonel faktörler: • Tubal motilitede değişme: Östrojenler tubal mo-tiliteyi artırırken, progesteronlar azaltır. Sadece progesteron içeren doğum kontrol hapları, morning after pili kullanımı, ovulasyon indüksiyonu proges-teron içeren RİA gibi ösrtojen-progesteron dengesini bozan durumlarda ektopik gebelik riski artar. • Luteal faz defekti: Progesteron yetersizdir. • Sigara içimi: Siliar aktivite ve tubal motilite azalır. • Vaginal oluş ile korunma. Yardımcı Üreme Teknikleri (YURT): YURT kullanımına bağlı olarak artan ektopik gebelikler muhtemelen infertilite nedeni olan tubal faktör ile ilgilidir. Ama ayrıca ovulasyon indüksiyonu ile elde edilen çok sayıda ovum ve yüksek hormon seviyeleri de bu riski artırmaktadır. Önemli bir mekanizma da retrograd embriyo migras-yonudur. IVF ve GIFT uygulamalarından sonra tubal gebelik insidansı artar ama ilginç olan heterotropik ge-beliklerdeki yüksek artıştır. Heterotropik gebelikler sportan gebelikler içerisinde 30.000 gebelikte 1 görülürlerken, GIFT ve IVF uygulamalarında bu oran 100'de Ve yükselir. Yine YURT kullanımı, atipik implantasyonları artırır. Kornval, ovarial, servikal, abelominal yerleşimli ektopik gebelikler artar. Başarısız kontrasepsiyon Progesteron içeren RİA dışında kalan tüm diğer kontrasepsiyon yöntemlerinde, ektopik gebelik sıklığı azalır, 190 ancak kontrasepsiyon başarısız olmuşsa ektopik gebelik insidansıda, intrauterin gebeliğe göre re-latif bir artış olur. Progesteronlu RİA ile ektopik görülme riski fazladır, çünkü muhtemelen etkisi lokal olarak endometrium üzerinde sınırlı kalmakta ve ovulasyonu engelleyeme-mektedir. Levonorgestrel içeren RİA ile çok az ektopik gebelik bildirilmiştir. Çünkü levonorgestrel genadotropinleri de baskılayarak, siklusların önemli bir kısmında ovulasyonu bozmaktadır. Kontrasepsiyon olmaksızın gebe kalanlarla karşılaştırıldığında RİA kullanan bir kadın gebe kaldığında, tubal gebelik olasılığı 6-10 kat artmıştır. Bakirli RİA'larda, başarısız gebeliklerin %4'ü, progesteronlu RİA'ların %17'si tubal gebeliktir. RİA kullanım süresi ektopik gebeliğin mutlak riskini atırmaz. Bakirli RİA ve levonorgestrel içeren RİA ile ektopik gebeliği karşı elde edilen koruma göstermektedir ki, geçirilmiş ektopik gebeliklerin varlığında, kontrasepsiyon için bu RİA'lar uygun bir seçenek olabilir. Norplant kullanımı esnasında ektopik gebelik riski, genel hızdan daha düşüktür. Ancak yüksek kontraseptif etkinliği nedeni ile gebelik oluşmuşsa ektopik gebelikten şüphelenilmelidir. Minipiller için de aynı durum geçerlidir. Bir gebelik oluştuğu takdirde, ektopik gebelik olasılığı minipilde %4-10 olup, Norplantıda bu oran %30'a kadar çıkar. Nadiren histerektomi sonrasında tubal gebelikler oluşabilir. Bu vakalar gözden geçirildiğinde, bir kısmında, histerektomi esnasında, tüpte önceden fertilize olmuş bir ovumun sıkışıp kaldığını ve bir kısmında ise histerektominin üzerinden zaman geçtikten sonra vaginal KAF'daki fistülden sperimin tubaya geçtiği tespit edilmiştir. Tartışmalı nedenler: Psikolojik stres varlığı, kromozomal anomalili fetus, semen kalitesi, semendeki prostoflandinlerin miktarı, genital tümörler gibi nedenler ektopik gebelik etyoloji-sinde tartışmalıdırlar. Bunlar teorik olarak risk faktörü kabul edilseler bile, bugüne kadar yapılan çalışmalar bunu desteklemekten çok uzaktırlar. Ektopik Gebelikte Risk Faktörleri Yüksek risk: • Tubal cerrahi • Sterilizasyon • Geçirilmiş ektopik gebelik • in-utero DES maruziyeti • RİA kullanımı • Tubal patoloji Orta risk: • İnfertilite • Geçirilmiş genital enfeksiyon (klamidya, gonore, PID) • Multiple partner Hafif risk: • Geçirilmiş pelvik-abdominal cerrahi • Sigara • Vaginal duş • Erken cinsel yaşam Tartışmalı risk: • Stres • Kromozomal anomalili fetus • Semen kalitesi • Genital tümörler 191 Tubal gebeliğin klinik bulguları 1-2 istisna dışında, her dış gebelik eninde sonunda bozulmak zorundadır. Çünkü, yuvalanma yerinde desidual reaksiyon yetersizdir. Tuba muskularisi miyometrium gibi hiperplazi ve hipertrofi potansiyeline sahip değildir ve trofoblastik aktivitesi engelliyecek Nitabuch tabakası yoktur. Bu nedenle en sık rüptür ile sonuçlanır. 1- Tubal rüptür Tüm dış gebeliklerin % 60'ı rüptüre olarak son-lanır 2- Tubal düşük Tubanın sadece mukozası yırtılır. Zigot yerinden ayrılır. Fimbrialardan karın boşluğuna düşer. Eğer canlı ise sekonder ektopik gebelikleri oluşturur. Ama çoğu kez zigot ölmüştür. Tubada he-matosal-pinks gelişir. Kanama çok fazla değildir. 3- Spontan regresyon 4- Henüz bozulmadan anlaşılırsa operasyon Ektopik gebeliğin klinik bulguları Pelvik ağrı + düzensiz vajinal kanama + adet rötarı gibi klasik bir triaddan bahsedilse de, spesifik hiçbir bulgusu yoktur. Kesin tanı laparoskopi veya laparato-mi ile konur. Çoğunlukla tek taraflı pelvik ağrı veya abdominal hassasiyet ilk bulgudur. Kolik tarzında veya bıçak saplanır gibi tarif edilen bu ağrı, rüptür öncesinde %90-100 vardır. Tubal rüptür gerçekleşirse, iç kanama ve akut batın bulguları ile şok tablosu yerleşir. Peritoneal kavitede biriken kan, diafragmatik irritasyona ve N. frenicus'un uyarılmasına neden olarak, omuz ağrısı yapabilir (% 20) Adet gecikmesi veya amenore %75-95 sıklıktadır Düzensiz vaginal kanama ise % 50-80 sıklıkta olup, hafif ve aralıklıdır. Desidua parietalisin dökülmesine bağlıdır. Gebeliğin erken semptomlarından olan bulantı, meme hassasiyeti gibi bulgular, sadece % 10-25 vakada görülebilinir. Fizik muayene bulguları • Abdominal hassasiyet • Pelvik muayenede tek taraflı adneksial kitle ve tek taraflı ağrı • Uterusta yumuşama ve hafif büyüme • Servikste yumuşama ve hareket ettirilince ağrı ortaya çıkışı • Cri-Du-Douglas: Eğer Douglas boşluğunda kan toplanmış ise Douglas'a dokunulduğun-da hastanın acı ile bağırması • Rüptür olmuşsa, akut batın bulguları varlığı Teşhis Erken dönemde transvaginal ultrasonografi ile seri β -HCG ölçümlerinin birlikte değerlendirilmesi % 80 vakada erken tanıya yardımcı olur. 1- Ultrason Tubalarda bozulmamış bir ektopik gebeliğin görülmesi çok nadir bir olaydır. Ama uterus içinin boş olduğu ve Douglas'ta sıvı varlığı kolaylıkla anlaşılır. Yüksek rezülasyonlu USG aletleri sayesinde 5.haftada uterus içerisinde "çift desidual görünümlü" gebelik kesesi görülür. Dış gebeliklerin yaklaşık %30'unda ise uterin kadükün dekole olması sonucu oluşan kan toplanmasına bağlı "yalancı gebelik kesesi" vardır. Çift desidual görüntü bu açıdan iyice aranmalıdır. 192 USG'de ustalaşmış kişiler dahi iki durumda hata yapabilirler. 1- Unicollis bicornis uteruslarda, kornu içindeki normal bir gebeliği dış gebelik sanabilirler 2- İnterstisyel bir gebelikte çift desidual görüntüyü ise normal bir gebelik olarak yorumlayabilirler. Her 2 durumda da hastanın hayatı söz konusudur. 2- β-HCG β-HCG ölçümleri, ektopik gebelik tanısında önemli rol oynar. Burada β -HCG'nin birkaç özelliğini bilmek lazımdır. • Doubling Time: Erken gebelik haftalarında, p-HCG seviyeleri her iki günde bir kendini ikiye katlar. Eğer bu katlama olmaz ise, gebelik bozulmuş demektir. • 1500 mlU/mL Ş-HCG seviyelerinde, transvaginal USG ile uterus içerisinde gebelik kesesi görülmelidir. • (3-HCG konsepsiyonun 13. gününde 60 mlU/mL, 19. günde 600 mlU/mL, 25. günde 6000 mlU/ mL'dir. • Tansvaginal USG ile 6000-6500 mlU/mL seviyelerinde f$-HCG varlığında fetal kalp atımı görülür 3- Progesteron ölçümü Serum progesteron değerleri normal intrauterin gebeliklerin büyük kısmında 15 ng/mL'nin üstünde bulunur. Bozulmuş intrauterin veya ekstrauterin gebeliklerde bu değere erişilmez. Eğer 5 ng/mL altında bir değer varsa, hiçbir canlı gebelik mümkün değildir. 5 ng/mL'lik progesteron, probe küretaj için yeterli bir endikasyondur. 25 ng/ml üzerinde progesteron varlığı yaşıyan fetusu gösterir yani ektopik gebelik yoktur. 4- Uterin Küretaj Uterin küretajın esas yapılma aracı, şüpheli durumlarda, koryon villus araştırmasıdır. Çünkü gebelik nereye implante olmuşsa koryon villuslar oradadır. Bir dış gebelikte uterus içerisinde koryon villus yoktur. Küretajda, koryon villus olmadan desidua görülmesi ektopik gebelik lehinedir. Ektopik gebeliklerin % 17'sinde, Arias-Stella fenomeni görülebilinir. Eskiden dış gebelik için patognomonik olarak kabul edilen bu görünüm, bazı başka durumlarda da ortaya çıktığı için eski değerini kaybetmiştir. Küretaj materyalinin patolojik incelenmesi bazen sek-retuar veya proliferatif endometrium bulguları da verebilmektedir. 5- Douglas Ponksiyonu (Kuldosentez) Dış gebelik tanısı almış kişilerde % 90 pozitiviteye sahiptir. Tubal rüptür olmuşsa veya tubal düşük başlamışsa, Douglas'ta kan toplanır. Kuldosentez ile bu kan alınırsa, pıhtılaşmadığı ve Hct değerinin % 10 üzerinde olduğu görülür. Artık ektopik gebelikler rüptüre olmadan tanı aldıkları için eski değeri kaybolmuştur. Kuldosentezi yalana pozitif yapan durumlar vardır. Hemoperitonyum adı verilen bu durumlar şunlardır. • Abortus incompletus • Retrograd menstürasyon • Korpus luteum rüptürü (korpus hemorajikum) • Endometriozis 6- Laparoskopi: İster rüptüre olsun, ister intakt olsun, % 0,01 hata ile ektopik gebelik tanısı koydurtur. Üstelik aynı seansta operasyon da gerçekleştirilir. 193 Ektopik gebelikte sinsitiyotrofoblast kaynaklı hormonlar ve üretimi için fetusa ihtiyaç duyulan hormonların tümü azalır. Bunların başlıcaları 1- HCG 2- HPL 3- E3 4- AFP 5- Progesteron Buna karşın tubal rüptür olmuşsa kreatinin kinaz, CRP, LDH , lökosit ve ateşte artış olabilir. Tedavi Tedaviyi 3 başlık altında toplamak mümkündür. 1- Cerrahi tedavi 2- Medikal tedavi 3- Spontan gerilemeyi bekleme tedavisi 1- CERRAHİ TERAVİ Cerrahi tedavinin amacı, kana-mayı durdurmak ve gebelik ürününü' çıkartmaktır Bunu yaparken ya konservatif davranılır ve tuba muhafaza edilerek fertilize korunmaya çalışılır, ya da tuba büyük hasara uğramış ve üreme fonksiyonunu kaybetmiş ise, radikal davranılır ve salpenjektomi yapılır; A-Salpinjektomi (tubanın çıkarılması) endikas-yonları • Daha fazla fertilite istenmemesi • İn vitro fertilizasyon planlanması ve istenmesi • Tubanın ciddi şekilde hasar görmesi • Konservatif tedavi yapılmış olmasına karşın kanamanın durmaması • Hastanın şokta olması Salpinjektomi hem laparatomi hem laparoskopi ile yapılabilir. Genellikle tubal rüptürlerde birinci seçenektir. Ayrıca şu durumların varlığında yine salpinjektomi yanılmalıdır • Çapı 6 cm'den büyük dış gebelikler • HCG'nin 20.000 Ü üzerinde olması • Öyküsünde dış gebelik için yüksek risk taşıması B- Salpingostomi: Rüptüre olmamış, tuba ampulla-sında veya infundibular bölgede oturmuş, çapı 5 cm'den küçük dış gebeliklerde uygulanır. İnsizyon yeri di-kilebilinir de açık bırakılabilinir de. C- Segmentar Rezeksiyon: Özellikle rüptür şansı çok olan İsthmik gebeliklerde uygulanır. Aynı seansta veya daha çok tercih edilen sonraki bir zamanda, mikrocer-rahi ile reanastomoz yapılır D- Tubanın Elle Sıvazlanması (Milking - Sgueze): Özellikle infindubuler gebeliklerde uygulanır. Bu teknikte, bazı raporlara göre, dış gebelik rekürrensinin fazla olduğu ve tubaların zarar gördüğü belirtilmektedir. 194 E- Nadir bir durum olan kornu gebeliklerinde, bir kısım miyometrium'da eksize edilmelidir. Bu işlemden sonra reanastomoz sıklıkla mümkün olmaz. Bazen histerek-tomi gerekebilir; bazen de medikal tedavi öncelikli olarak denenebilir. Çünkü eğer miyometrium eksize edilmiş ise, sonraki gebeliğinde rüptür ihtimali vardır Laparotomi laparoskopiye ne zaman tercih edilmelidir? • Şok durumu varsa • 2 litreden fazla kanama olmuşsa • Kornu gebeliği varsa 2- MEDİKAL TEDAVİ Rüptüre olmamış dış gebeliklerde, fertilite şansını korumak için, belirli kriterlerin varlığında medikal tedavi uygulanılır. Bu amaçla, günümüzde birçok terapötik ajan kullanılmaktadır. Metotreksat, daktinomisin, prostoglandinler, trikosantin, hiperosmolar glikoz, KCI, mifep-riston bunlara örnektir. Ama üzerinde en çok deneyim kazanılan ve kullanılan ajan metotreksattır. Trofoblastik dokuya karşı etkinliği bilinen metotreksat, bir folik asid antagonistidir ve DNA sentezini bozan bir kemoteropatiktir. Metotreksat, dihidrofolat redük-tazı inhibe ederek, DNA içinde timidilat katılmasına engel olur ve böylece DNA sentezi engellenir ve hücre proliferasyonu durur. Uygun seçilmiş olgularda başarı şansı %91-95 arasındadır. Bu oran linear salpingostomi sonuçları ile benzerdir. Medikal tedavi için aranan kritelrler: • Hastada şok bulguları olmamalı ve hasta hemo-dinamik açıdan stabil olmalıdır. • Rüptüre ektopik gebelik olmamalıdır. • Endometrium boş olmalı ve endometrial kürtajda villus bulunmamalıdır. • Kese çapı 4 cm4den küçük olmalıdır. • β-HCG titresi 10.000'u altında olmalı ve kardiak aktivite saptanmamalıdır. • Hemogram, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal olmalıdır. Doz ve Uygulama En çok kullanılan tek doz metotreksat semasıdır, çünkü uygulaması ve takibi daha kolaydır. 2 Tek doz uygulamada ya 50 mg/m veya 1 mg/kg olacak şekilde doz ayarlanır ve intramüsküler yapılır. Tedavi etkinliğini kontrol ve takip etmek için seri (3-HCG ölçümleri gerçekleştirilir. Genelde uygulamadan sonraki ilk 4 günde Ş-HCG yükselmeye devam eder. Dördüncü günden yedinci güne kadar olan dönemde p-HCG'de 195 %15'den fazla bir azalma tedavinin başarılı olduğunu gösterir ve metotreksatın plazmadan kaybolması 14-21 günü bulur. Sadece %25 olguda doz tekrarı gerekir. Doz tekrarı haftada bir kez yapılır. Ancak genelde tek doz yeterli olmaktadır. Metotreksatın ciddi toksik etkileri olabilirse de, genellikle tüm rejimlerde minimal laboratuar değişiklikler ve semptomlar görülür ve bunlar genelde tedavi kesildikten 3-4 gün sonra spontan olarak düzelir. En sık karaciğer testlerinde bozulma (%12) sonra stomatik (%6) ve gastroenterit görülür. Metotreksatın yan etkileri: • Bulantı-kusma ve gaz • KC testlerinde yükselme • Stomatit • Gastroenterit • Kemik iliği depresyonu ve nötropeni • Ateş • Geçici pnömoni • Alopesi Kontrendikasyonları: • Emzirme • immun yetmezlik • Alkolizim • Kronik karaciğer hastalığı • Belirgin lökopeni ve trombositopeni • Aktif pulmoner hastalık • Peptik ülser • Aktif intraabdominal hemoraji • Kan diskrazileri • Metotreksata karşı hassasiyet varlığı Primer tedavi sonrası gelişen başarısızlığın en ciddi komplikasyonu rüptür olup, insidansı %25 civarındadır ve ortalama 14 günlük bir zamanda oluşmaktadır. İnatçı karın ağrısı gelişen kadınlarda persistanstan şüphelenilmelidir. Bunun ayrımı gerekir, çünkü metotreksat verilen kadınların %70'inde birkaç gün sonra giderek artan bir ağrı oluşur. Buna "ayrılma ağrısı" denilir ve genellikle hafif olup narkotik olmayan analjeziklere cevap verir. Ciddi ağrı varlığında dikkatli bir klinik gözlem, vaginal USG ve p-HCG tayinleri yapılmalıdır. Medikal tedavi uygulanan hastalarda bir sonraki gebeliğin ektopik olması olasılığı %10'dur. Servikal, kornu ve ovariyal gebeliklerde medikal tedaviye karşı en baştan karşı çıkanlar vardır. Buna karşın fetal aktivite (+) olsa da medikal tedavi uygulanmasını savunanlar da vardır. Gebelik 6 haftadan düşük ise başarı şansı yüksektir. Persistan Trofoblast Persistan ektopik gebelik, konservatif tedavi esnasında yani özellikle salpingostomi operasyonlarıda, trofoblastların tam olarak çıkarılmaması sonucunda gelişir. Salpingostominin en sık görülen komplikasyondur (%5-20). Laparatomi ile yapılan operasyonlarda bu oran %4'ün altındadır. Bu persistan trofoblastlara bağlı hemoroji ve nadiren rüptür olabilir ama genelde iz bırakmadan iyileşir. Bu nedenle konservatif cerrahi sonrasında bile b-HCG takipleri yapılmalı ve HCG düzeyleri persiste ettiği durumlarda metotreksat ile medikal tedavi uygulanmalıdır. 196 3- SPONTAN GERİLME (BEKLEME) TEDAVİSİ İyi durumda olan hastalarda uygulanır. Hasta klinikte yatırılarak ve |3 HCG değerleri takip edilerek beklenilir. Eğer dış gebelik kanamaya başlarsa o zaman müdahale edilir. 0 HCG değerleri bekleme esnasında yükselir ise de ameliyata geçilir Özetle: Tek tubası olan hastalarda, primer tedavimiz konservatif cerrahi olmalıdır. Çünkü bu vakalarda operasyon sonrası intrauterin gebelik şansı % 46-100 oranındadır. Bu oran IVF'den daha yüksektir. Buna karşın tekrar ektopik gebelik geçirme şansı % 15-38'dir. Eğer yeniden dış gebelik oluşmuşsa, bu defa radikal cerrahi ve takiben IVF yapılmalıdır. Tubal olmayan dış gebelikler Tubal olmayan gebeliklerin insidansı Abdominal gebelik 1/3372-1/7931 Ovaryan gebelik 1/7000 Servikal gebelik 1/1000-1/18000 İntraligamenter gebelik 1/49765-1/183000 Rudimenter korn gebelik 1/100000 Abdominal gebelik Tubal, ovarian ve intraligamenter gebelikler dışında, peritoneal kavitenin herhangi bir yerine lokalize olan gebeliklere, abdominal gebelik denilir. En öldürücü ektopik gebelik tipidir. Abdominal gebelikler ya primer ya sekonder olur. Se-konder olanlar çoğunluktadır. Ve bunlar, • Tubal abort (en sık) ve tubal rüptürden sonra gelişirler. Ayrıca: • Post histerektomi gebeliği • Legal küretajda perforasyona sekonder de gelişe bilirler Teorik olarak, abdominal gebeliklerde canlı bebek elde edilebilinir. Abdominal gebelikler tespit edilince, çocuk viabilite kazansın diye beklemek doğru değildir. Çünkü bu anne için çok riskli bir durumdur. Kaldı ki fetusta da büyük ihtimalle anomali mevcuttur. Operasyonda fetus çıkartıldıktan sonra, plasentanın çoğu zaman yerinde bırakılması ve dejenerasyona uğraması beklenir. Dejenerasyonu hızlandırmak için metotreksat verilir Abdominal gebeliklere sıklıkla ancak terme yakın iken tanı konulur. 197 Malprezantasyon, fötal kısımların kolayca palpe edilmesi, ÇKS'nin net alınması, bimanuel muayenede uterusun gebelikten bağımsız olarak ele gelmesi, radyografide fetal vertebra ile maternal vertebranın çok yakın olması tanıda yardımcı olan kriterlerdir. Primer ve sekonder dış gebelikleri ayırt etmek İçin Spielberg kriterleri kullanılır. Bir abdominal gebeliğe primer diyebilmek için şunlara bakılır. Ovarial gebelik • Her iki tuba ve överler normal olmalıdır • Utero-plasentar fistül olmamalıdır • Gebelik tamamen peritoneal kavitede olmalıdır Primer veya sekonder olabilir. Primer olanda muhtemelen LUF gelişmiştir. Yani ovulasyon olmuş ama ovum folikülden atılamamıştır. Sperm ile döllenme folikülde olmuştur. Sekonder olanlar ise tubal düşük neticesinde gelişir. Yani gebelik folikül içerisinde değil, överin yüzeyinde oluşmuştur. Primer ovarial gebeliği, sekonderlerinden ayırd etmek için Spielberg kriterleri konmuştur • Tubanın fimbria ovaricası sağlam olmalıdır • Gebelik kesesi uterusa Lig.proprium'la bağlı olmalıdır. • Gebelik kesesinin duvarında över dokusu varlığı saptanmalıdır • Gebelik kesesi normal pozisyondaki överi işgal etmelidir Tedavide, gebeliğin çıkarılması ve mümkün olduğunca överin korunması düşünülmelidir Servikal gebelik Son yılarda yurt kullanılması ile insidansı artmıştır ve ovarial gebelik ile hemen hemen eşitlenmiştir. Zigotun internal os ile eksternal os arasına yerleşmesi ile ortaya çıkan dış gebelik türüdür. İlk şikayet her zaman vaginal kanamadır. Bu nedenle abortus tanısı konulur. Pelvik muayenede "fıçı serviks" karakterize bulgudur. Eğer 8 haftadan önce yakalanmışsa servikal kürtaj ve medical tedavi ile uterus kurtarılmaya çalışılır. Foley sonda ile tampon yapılır. Ancak çoğu zaman kanama çok fazladır. Histerektomi yapılması gerekir Servikse düşmüş abort materyalleri Servikal gebelik ile karışabilir. Bunları ayırt etmede RUBİN kriterleri kullanılır. Bunlar: 1- Plasentada yerleşim yerinin karşısında servi-kal glandlar olmalıdır 2- Plasentanın serviksteki yeri uterin arterlerin altında olmalıdır 3- Fötal elemanlar korpus uteride bulunmamalıdır 4- Plasentanın servikse tutunumu sıkı olmalı ve internal os kapalı olmalıdır Tanıda MR en değerli teşhisi aracıdır. İntraligamenter gebelik Lig. latum yaprakları arasında oluşan gebeliklerdir. 198 Plasenta invazyonu minimal olup, kolayca çıkarılabilirler. (Abdominal gebeliğin tersi). Çoğu sekonderdir. Rudimenter horn gebeliği Kornu gebeliğinden ayrımı çok zordur. Ama rudiman-ter horn ile uterus arasında bağlantı olmaması tanıyı koydu rtur. Büyük ihtimalle karşı överdeki ovum ile spermin birleşmesine sekonder gelişir. Tedavi rudimenter horn ile birlikte gebeliğin çıkarılmasıdır Hetero gebelik Bir iç ve bir dış gebeliğin birlikte olduğu nadir gebeliklerdir. En sık, HMG ile ovulasyon indüksiyonu yapılan IVF, GIFT ile tedavi edilen primer infertilite hastalarında oluşur Birleşik (hetero) gebelik tipleri • Ayrı yumurta ikizlerinden birinin uterusa, diğerinin tubaya implantasyonu • Ayrı yumurta ikizlerinden birinin bir tubaya, diğerinin diğer tubaya implantasyonu • Sönmeye yüz tutmuş bir dış gebeliğe rağmen, bir intrauterin gebeliğin başlaması Ektopik gebelik gibi tedavi edilmelidirler ENDOMETRİOZİS Uterin kavite dışında endometrium dokusunun bulunmasına endometriozis denir. Bu doku, siklik değişme ve deskuamasyona uğrar. Endometriozis, genitalis interna (över, tuba, Doug-las peritonu, uterus ligamentleri, vajen, vulva ve ser-viks) ve genitalis eksterna (paretal periton, umbli-kus, barsak, inguinal kanal, nadiren ekstremite, plevra ve akciğer) diye ikiye ayrılabilir. Histogenes Endometrium dokusunun uterin kaviteden nasıl olup da çıktığı tam açıklanmış değildir. Bununla ilgili teorileri şöyle sıralayabiliriz: 1- Retrograd implantasyon teorisi (Sampson) Adet kanının tubalar aracılığı ile periton boşluğuna geçmesi ve implantasyon özelliğine sahip endometrium hücrelerinin pelvis dokularına implante olmasıdır. İmperfore hymen, vaginal aplazi, servikal stenoz gibi olgularda endometriozisin sık görülmesi bundandır. Ama uzak metastazları açıklamaz. Öte yandan hemen her kadında adet kanı tubalar yolu ile peritona dökülebildiği halde, endometriozis prevalansı %1'dir. Bunun nedeni, periton boşluğuna dökülen endometrium hücrelerinin hücresel immünolojik bir defekte bağlı olarak reddedilememesidir (immünolojik neden). Endometriozisli hastaların 1. derece yakınlarında endometriozis prevalansı 5-6 misli fazladır (genetik neden).Poligenik multifaktöriyel bir geçiş söz konusudur. 2- Coelum epitelinden metaplazi teorisi (Merill) Bütün genitai sistem mukozası, periton, plevra ve perikard coelum epitelinden gelişir. Bunlar uygun bir stimulus altında metaplaziye uğrayıp, endometriuma dönüşebilir. Bu stimulusun muhtemelen endometriumun salgıladığı bir madde olduğunu iddia edenler vardır. (Merill ve Her-ting-Gore) 3- Özellikle lenf ve vena yolu ile yayılma (Halban) Metastaz teorisi. 4- Direkt yayılma Komşuluk yolu ile yayılma. 5- AYERS teorisi Utero tubal hipotomi 199 Yaş ile ilişkisi Cinsel olgunluk çağında ve en sık 25-35 yaşlarında görülür. Çocuk doğurmamışlarda ve steril kadınlarda daha sıktır. Adenomiyozis ise, sıklıkla 40 yaşın üstünde görülür. Gebelik ve menopozda geriler. Mikroskopi Bazal tabaka yoktur. Sadece fonksiyonel (spongioz + kompakt) tabaka gözlenir. 1. Endometrial bezler 2. Yeni veya eski interstisyel kanama 3. Endometrial stroma 4. Çevrede fibrozis ve inflamatuar 5. Epitel altında hemosiderin yüklü hücreler makro-fajlar (köpük hücreleri) Bunların damarlanması yoktur ve çevredeki kapiller sistemden beslenirler. Östrojen ve progesteron reseptörleri normal endometriuma göre daha azdır. Bez yapısı hakimse progesterona, stroma yapısı ha-kimse östrojene daha iyi cevap verir. En çok 1. Över, % 33 2. Cul-de-sac'ı, % 19 3. Sakrouterin bağlar % 7 tutar. Överde sıklıkla bilateral olan çikolata kistleri vardır. KLİNİK BULGULAR (Dismenore - Disparuni - Pelvik ağrı - İnfertilite) • Dismenore Menstruasyondan 7-10 gün önce başlar, 1-2 gün kalınca şiddetlenir, menstruasyon boyunca da sürer. Sekonder dismenorenin en sık rastlanılan nedenidir. • Disparuni Özellikle sakrouterin bağlar, rekto-vajinal bölme ve Douglas tutulduğu zaman ortaya çıkar. • Pelvik ağrı Pelviste yaygın yapışıklıklar varsa, siklik pelvik ağrı olabilir. • İnfertilite Endometriozislide %30-40 oranında 'ınfertilite görülür. Kadın infertilitesinin %6-15'inden ise, endometriozis sorumludur, (Kadın da sterilite yapabileceği de kabul edilmektedir). Büyük kitleler ve yapışıklıklar varsa infertilite nedeni sekonder gelişen anatomik yapıyla izah edilebilir. Ancak hafif ve orta endometriozis bozukluğunda sebep belli değildir (Peritoneal Infertilite) 200 Peritoneal infertilite nedenleri a. Endometriozisli hastalarda, periton boşluğun- daki sıvıda PgF2a yüksek bulunmuştur. Bu, LUF'a neden olarak ovulasyonu bozar veya tubalarda motiliteyi azaltarak ya da cornularda spazm yaparak, ovum ile spermin birleşmesini engeller. b. Endometriotik odaklardan TxA2 ve PgF2 α fazla salgılanır. TxA2, agregasyon, trombus ve okluzyona neden olur. c. Periton boşluğunda bulunan ve endometrial odaklardan dökülen hemosiderin yüklü makrofajlar (köpük hücreleri) spermleri fagosite eder. d. Periton sıvısındaki immunglobulin artışı da tüp motilitesini bozar. Tanı • Kesin tanı, laparoskopi ile konur. • FM'de vajen, vulva, serviksteki odaklar görülürse teşhis konur. Sakrouterin bağ ve Cul-de-sac'taki nodüller ele gelebilir. İlerlemiş vakalarda uterus ve pelvisteki yapışıklık hissedilebilir. • Laboratuvar bize yardımcı olmaz. Ancak Ca-125 antijeninin bunlarda arttığı iddia edilmektedir. Nüks ve tedavi başarısı takip edilebilir. • Bazı hastalarda sabah PRL düzeyleri artmış veya Prolaktinin TRH'ye cevabında artış vardır. Endometrioziste tedavi Endometrioziste tedavi 4 grupta incelenir. • Gözlem Tedavisi • Medikal tedavi • Cerrahi tedavi • Kombine tedavi 1) Gözlem tedavisi Minimal ve 4 yıldan daha az infertilitesi olan kadınlarda uygulanabilir. İnfertilite nedenini araştırmak için uygulanan tanısal laparoskopide, minimal endometriozis tanısı konmuşsa, denenir. Tubaların açıklığını anlamak için yapılan kromopertübasyon tüpleri yıkama etkisi yapmaktadır. Ayrıca aspire edilen Douglas sıvısı tubal motiliteyi etkileyen prostaglandinler gibi maddeleri azaltmaktadır. 2) Medikal tedavi Dismenore, disparoni ve pelvik ağrıda medikal tedavi son derece başarılıdır. Ama infertilite için aynı şey söylenemez. Bu tedavi fazla adezyonları olmayan, gebelik istemeyen veya primer infertil olmayan kadınlarda uygulanabilir. Endometriozis odaklarının gebelikte ve menopozda, gerilediği bilinmektedir. Psödomenopoz ve pseudocyesis yaparak odaklar regrese edilebilinir. KOK kullananlarda endometrium ile birlikte, eğer varsa bu odaklar da sığlaşabilir. a) KOK Kombine oral kontraseptiflerin, endometriumda sığlaşma yaptığı gibi, östrojen ve progesteron reseptörü içeren odaklarda da sığlaşma yapar. Ama kullanım kesilince bazal tabaka endometriumu yeniden eski haline getirirken, odakta bu olamaz. Çünkü bazal tabakası yoktur. Önerilen tedavi süresi 6-9 aydır. Siklik kullanımdan ziyade ara vermeden kullanım daha etkilidir (pseudocyesis) Minimal vakalarda ve profilaktik olarak kullanılır. Tedavi sonrasında gebelik oranı % 40-50 olarak bildirilmektedir. 201 b) Danazol Bir 17-α- etiniltestosteron türevidir. Psödomenopoz yaparak odaklarda atrofi oluşturur. Etki mekanizması çok yönlüdür. Yan etkileri oldukça fazladır. Danazol her şeyden önce bir antigonadotrop-tur. Gonadotropların piklerini engeller ama bazal seviyede salınımları devam eder. Neticede överin ovulas-yon yapma şansı yok olur, östrojen seviyeleri düşer. Bunun yanı sıra, överlerde, 17-20 lyase, 17 α hidroksi-laz ve 17-β-hidroksisteroid dehidrogenaz enzimlerini bloke eder. Aromataz enzimlerini etkilemez. Bu şekilde överde steroid sentezini bozarak östrojen seviyelerini düşürür. Odaktaki steroid hormon reseptörlerinden, androjen ve progesteron reseptörlerine bağlanır ama östrojen reseptörlerine bağlanamaz. SHBG ve transkortine bağlanır. Bu şekilde seks steroidlerinin serbest komponentlerinin serbest düzeylerini etkiler. Bu çeşitli ve değişik etkilerin net sonucu olarak, Dana-zol'un zayıf antiandrojenik, zayıf antiöstrojenik ve zayıf antiprogestasyonal etkisi yanında androjenik etkisi de ortaya çıkar. Buna bağlı olarak östrojen ve progesteron miktarları kanda azalırken, androjenler kanda artar. Danazolun immun sistem üzerine süpresif etkisi vardır. IgG , IgA ve IgM düzeylerini belirgin şekilde azaltır Lipoproteinler üzerinde de olumsuz etkileri vardır. HDL'yi % 60 oranında düşürürken, LDL'yi % 40 oranında artırır. Bu da bazı kadınlar için kardiyovaskû'ler hastalık için risk faktörü oluşturur. Androjenik etki ile hepatit enzimleri yükseltir Ayrıca tedavi esnasında periferik insülin rezistansını artırır ve buna bağlı olarak da oral glükoz toleransı değişir. Anabolik etkileri vardır. Kilo aldırtır. Danazol'un kullanılırken ortaya çıkan yan etkileri, antiöstrojenik ve androjenik özelikleri ile ilgilidir. Bu etkiler sıklık sırasına göre şu şekilde sıralanabilir; 1- Kilo alma (% 85) 2- Memelerde Atrofi (% 48) 3- Akne ve Hirsutismus (%27) 4- Sıcak basması 5- Yorgunluk 6- Libido artması 7- Ses kalınlaşması Danazol tedavisi sırasında hamile kalınır ve farkına varılmadan içilmeye devam ederse, fetus üzerinde virilizasyon ve maskülinizasyon yapıcı etkisi oluşur Özellikle, hafif ve orta endometriozisi olan, operasyon istemeyen ama gebelik isteyen kadınlarda kullanılmalıdır. Ayrıca cerrahiye gereksinim duyulan ve gebelik isteyen ağır vakalarda, operasyona yardımcı olmak amacı ile de preop veya postop kullanılabilir. Fibrokistik hastalığı kısmen düzelttiği de bilinmektedir. Önerilen günlük doz 400-800 mg arasındadır. Ve tedavi süresi 6-9 aydır. Gebelik oranı % 60 olarak bildirilmektedir. Hafif endometriozis ve infertilitede danazolun tedavi edici yönü gözden geçirilmelidir Daha ziyade ağır vakaların ilacı olarak algılanması gerekmektedir. Danazol tedavisinin etkisini Ölçmede en iyi yol, serum östradiol düzeyinin ölçümüdür. 20 pg/ml altındaki ös-tradiol seviyesi ağır vakalarda, 40 pg/ml civarındaki seviye ise orta ve hafif vakalar için öngörülmektedir. c) GnRH-A: (Gonadotropin Relasing Hormon Ana-logları) 202 GnRH-A'ları, ön hipofizdeki FSH ve LH reseptör-lerini sürekli uyararak, reseptör düzeyinde, dovvn-regülasyon etkisi yapar. Tedavinin başındaki agonistik etki, 2-3 hafta sonra antagonist etkiye dönüşür. Östrojen düzeyleri postmenopozal değerlere iner. Oluşan bu tablo bir psödomenopoz tablosudur ve bazı yazarlar tarafından "medikal ooferektomi" olarak da adlandırılır. Odakların gelişimi özellikle östrojen ve biraz da progesterona bağlıdır, östrojen seviyelerinin düşmesi yanında anovulasyona bağlı olarak progesteron seviyeleri de düşürülmektedir. Ve odaklar hızla regresyona uğramaktadır. Semptomatik iyileşme ve gebelik oranları açısından Danazol ile aralarında istatistiksel açıdan bir fark yoktur. Ama özellikle pelvik ağrının giderilmesi yönünden Danazol'dan daha üstündür Ama Danazol'a en büyük üstünlüğü, androjenik etkisinin olmayışıdır. Hatta GN-RH-A'ı ile tedavide androjenler azalmaktadır. Yan etkileri • Ateş Basmaları: Tedavinin ikinci haftasından itibaren % 80-100 hastada görülür. Tedavinin en az 6 ay süreceği göz önüne alınırsa bu önemli bir sorundur. Bazı araştırmacılar bu 6 ay zarfında, noretin-dron vererek sıcak basmalarını engellemeyi önerir. • Osteoporoz veya osteopeni : Özellikle 6 aydan uzun sürecek tedavilerde, majör problemdir. Trabe-küller kemik mineral dansitesinde % 8 civarında bir azalma olur. Ancak bu etki reversibldır. Tedavi kesildikten 3 ay sonra düzelir. Tedavi esnasında günde 1 gr Ca vermek, noretindron ve düşük doz östrojen ilave etmek gibi koruyucu önlemlere başvurmak akılcıdır. (Add-Back rejimi) • GnRH-A'nın da lipid profilleri üzerinde olumsuz etkileri vardır. Ama bu etkiler Danazol'a kıyasla 3 misli azdır. • Libidoda azalma (androjenler azaldığı için) • Depresyon (östradiol azaldığı için) • Uykusuzluk, baş ağrısı, kronik yorgunluk, ara kanamalar ve kemik eklem ağrıları da önde gelen yan etkileri arasındadır. Görüldüğü gibi GnRH-A'ları yan etkilerinin daha az ve katlanılabilir olduğu için giderek danazolun yerini almaktadır İntravenöz , intramüsküler, sübkutan, intranazal, rek-tal ve vaginal yol ile uygulanabilir. Ama en sık kullanılan intranazal ve subkütan yoldur En sık kullanılan 3 çeşidi ise: Buseralin, leuprolid ve na-faralindir. d) Gestrinon Bir antiöstrojenik ve antiprogesteron ajandır. İki haftalık oral uygulama etkilidir. Ama SHBG bağlanarak serbest testosteron düzeylerini artırır. Yani androjenik yan etkileri vardır FSH ve LH'ın bazal düzeylerini değiştirmeden, pikle-ri-ni engeller. Folikül gelişimini durdurur Haftada 2 kere, 2,5 mg'lık dozlar şeklinde oral yol ile alınır. Menstürasyonun 3. günü başlanır; 6 ay kullanılır. Danazol gibi androjenik yan etkilerine sahiptir (akne-sebore-memelerde atrofi-kas krampları-bulantı-kusma) Ama, karaciğer fonksiyonlarını bozmaz, lipidler üzerine etkisi ise minimaldir Semptomatik yakınmalarda tama yakın düzelme sağlar. Gebelik oranları ise % 33'dür. e) Progesteronlar (MPA, Levonorgestrel, noretindron) Etki yolları 2 aşamalıdır 1- LH pikini engelleyerek överde steroid sentezini baskılarlar. Kandaki östrojen seviyesi siklusun 5-6.günkü seviyede kalır 2- Odaklarda önce desidual reaksiyon sonra atrofi yaparlar. Hem semtomatik iyileşme, hem gebelik açısından danazol ile aralarında pek fark yoktur. Üstelik yan etkileri minimaldir ve ucuzdurlar Ara kanamalar, su tutulumu ve bulantı yan etkilerinin başında gelmektedir. f) Tamoksifen ve Gossypol: Antiöstrojenik ajanlar olup, endometriozisin medical tedavisinde klinik kullanımları henüz araştırma düzeyindedir g) Östrojenler: Sürekli verilerek, ovulasyonun baskı-lanması ve buna bağlı olarak endometrial odağın gerilemesi düşünülerek, tarihte ilk kullanılan ilaçtır. Artık kullanılmaz 203 h) Testosteron: Endometriozis odağında atrofi yapabilir. Ama bu etkisi geçicidir. Yan etkileri nedeni ile kullanılmaz 3) Cerrahi tedavi Endikasyonları: İleri derecedeki endometrioziste, medical tedavi ile düzelmeyen infertilitede, endometrioma'ların varlığında, medical tedaviye cevap vermeyen ağrı ve diğer semptomların ortaya çıkmasında cerrahi tedavi uygulanır. Cerrahi tedavi 1) Konservatif 2) Radikal 3) "Second-loop" operasyonları şeklinde sınıflanabilir Konservatif cerrahi: Temel amacı, tüm endometriozis odaklarının destrüksiyonu veya ortadan kaldırılması, yapışıklıkların açılması ve normal anatominin yeniden oluşturulmasıdır Bu amaçla laparotomi de yapılmasına karşın, tercih edilen metod laparoskopidir. Koter veya lazer kullanılarak bu amaca erişilmeye çalışılır. Lazer kullanımı dokular için minimal zarar vericidir; postoperatif yapışıklık oluşumu da kotere göre daha az olmaktadır. Konservatif tedavide ana amaç şüphesiz fertilitenin sağlanması olmalıdır. Ama eğer inatçı ve geçmeyen bir ağrı varsa presacralnöroktemi de yapılabilinir. Bunun gebeliği önleyici bir etkisi yoktur. Fertilite şansı ağır vakalarda % 40, hafif vakalarda % 55 olarak bildirilmektedir. Laparoskopik cerrahide, 2 cm'den küçük, kırmızımor renkli olan aktif odaklar tahrip edilir. Endometriomalar eksize ve direne edilir Yine laparoskopi esnasında, tubaların transservikal kromopertübasyonu da yapılmalıdır. Bu işlem, peritubal ve intraluminal adhezyonları çözerken, intratu-bal mukus tıkaçlarını da yerinden oynatır. Ayrıca, tubalar dışındaki yapışıklıklar açılır ve fimbrial uç serbestleştirilir. Douglas'taki sıvı aspire edilir. Ve Douglas yıkanır. Böylece infertiliteye neden olan periton sıvısı uzaklaştırılmış olur Radikal cerrahi: Çocuk istemeyenlerde, çok ağır vakalarda ve örneğin konglomerat kitle oluşturmuş endometriozislerde, ağrının bir türlü giderilemediği durumlarda uygulanır. Klasik tedavi TAH+BSO'dur. Överlerin çıkartılması ile endometriozisi rekürens şansı % 1,1'e indirilir. Operasyondan sonra progesteronlu HRT tedavisine geçilir. Bazı araştırmacılar tek överi bırakırlar. Ve kadını erken menopoza girmekten korurlar. Ancak bu durumda % 25 ihtimalle endometriozis şikayetleri yeniden ortaya çıkar ve yeni bir operasyon gerekir. Radical cerrahi laparatomi ile yapılır. Bazı merkezlerde ise laparaskopik radical cerrahi başarı ile uygulanmaktadır Second loop operasyonu: Klasik olarak ilk ameliyattan 4-6 hafta sonra yapılır. Amacı operasyonda oluşmuş yapışıklıkların açılmasıdır. Bu süre içinde yapışıklıklar incedir; henüz vaskülarizasyon oluşmamıştır 4) Kombine tedavi (Medikal Tedavi + Cerrahi Tedavi) veya (Cerrahi Tedavi + Medikal Tedavi) Preoperatif medikal tedavi, implantların kolay eksize edilmesini sağlarken, postoperatif yapışıklıkları da azaltır. Üstelik operasyon sonrası gebeliklerin ilk 1 yıl içerisinde olduğu düşünülürse, bu yıl ovulasyon baskılanarak geçirilmez. Buna karşın postoperatif medical tedavi uygulanacak olursa, reoperasyon ihtimali minimale indirilir Ama yine de her iki metod ile elde edilen gebelik oranları istatiksel olarak pek farklı değildir. 204 5) IVF ve GIFT IVF ve GIFT genelde başarısız medikal ve cerrahi uygulamalardan 1 yıl sonra önerilir. Prognoz hastalığın evresi ve yaygınlığı gibi, hastanın yaşı ve infertilite süresine de bağlıdır Orta ve şiddetli endometriozis tubal obstrüksiyona neden olur. Bu durumda GIFT düşünülmemelidir Adenomiyozis Endometrial glandlar ve stromanın miyometrium içinde bulunmasıdır. Sıklıkla 40-50 yaşlar arasında görülür. Uterus, global olarak büyümüştür. Hipermenore ve daha sıklıkla menoraji vardır. Premenstruel dismeno-re vardır ve giderek artar. Menstürasyon erken fazında veya hemen önce adenomiyozis adacıkları yumuşar ve bu da tuşede hissedilebilir (HALBAN bulgusu). Adenomiyozise bağlı şikayetler, menopozda geriler. Genellile klinik olarak tanı konulamaz. Ama histerek-tomi piyeslerinde %20 sıklıkla görülür. %70 vaka semptom verirken %30'u da asemptomatik kalır. Sıklıkla miyomlar ile birlikte bulunur (%50-60). Adacıklar etrafında, kas hipertrofisi ve hiperplazisi vardır. Ve bu kaslar içinde hemosiderin yüklü makrofajlar görülebilir. Histolojik incelemede, bu aberan adacıkların çoğunun, endometrium ile ilişiğinin kesilmiş olduğu gözlenir. Tedavi Adenomiyozis önlenemez. Belki OK'lar ile şikayetler azalabilir. Ama kesin tedavi, histerektomidir. Endometriozis tedavisi, bunlar için de geçerlidir. CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR Genital sistem İnfeksiyonları ve cinsel yol İle bulaşan hastalıklar Kadın genital sistem infeksiyonları anatomik lokalizas-yona göre alt genital traktüs infeksiyonları (vulvo vajinitler) ve üst genital traktüs infeksiyonları (pelvik inflama-tuar hastalık) olmak üzere iki ana başlıkta toplanır. Yine bir başka sınıflama ajanın ekzojen veya endojen olmasına göre yapılır. Bu sınıflamada genital sistem enfeksiyonları CYBH ve vajen florasının bozulmazı sonucunda -indüklenen endojen kökenli ajanlar ile ortaya çıkan hastalıklar olmak üzere iki başlık altında toplanılır. Kadın genital infeksiyonları, eğer yeterince tedavi edilmezlerse, uzun dönemde belli sağlık problemlerine yol açabilir. Bunlar, infertilite, ektopik gebelik, kronik pelvik ağrı, gebelik kaybı, neonatal morbilite ve mortalite ve nihayet bazı jinekolojik kanserlerin gelişimidir. Normal Vagina Vajen sürekli nemli ve ıslaktır ama vajende gerçek anlamda salgı yapan bez yoktur. Normal vaginal sekresyonlar: • Vulvadan gelen sebase sekresyonlar • Bartholin ve skene bezi sekresyonları • Ter • Vaginal duvardan gelen transüdasyon • Vajene dökülen vajinal ve servikal hücreler • Servikal mukus • Tubal-endometrial sıvı • Mikroorganizmalar ve onların metabolitlerinden oluşur. Vajinal sekresyon miktarı değişkendir ve dökülen hücrelerin, servikal mukusun ve üst genital kanalın sekresyonlarının tipi ile miktarına ve hormon seviyelerine bağlı biyokimyasal olaylar sonucunda belirlenir. Örneğin, menstrüel siklusun ortalarında, östrojen pikine denk gelen yerde, servikal mukusun aşırı salgılanması ile en fazla artar. 205 CYBH'lere neden olan mikroorganizmalar Bakteriler Virüsler Mantarlar Protozoonlar Helmintler Ektoparazitler Sık rastlananlar Sık rastlananlar C.albicans Sık rastlananlar E.vermicularis P.pubis T.pallidium Herpes simplex Tip 1, II E.floccosum T.vaginalis S.stercoralis N.gonorrhoeae Hepatit B ve C virüsü Microsporum Ender rastlananlar C.tachomatis Cytomegalovirus Trichophyton E.histolytica M.hominis Human papilloma virüs U.urealyticum Molloscum contagiosum H.ducreyi HIV 1, II virüsü C.granulomatis Ender rastlananlar G.vaginalis Enteroviruslar B grubu Strept Adenoviruslar Ender rastlananlar Hepatit A virüsü G.lambdia Salmonella Shigella Enteropatojen E.coli Campylobacter Normal vaginal flora esas olarak aeorobiktir ve çok sayıda bakteriden oluşur. Bunlardan en sık görüleni hidrojen peroksid içeren laktobasillerdir (Döclerlein basilleri). Laktabasiller vajen epitelinin özellikle süperfisiel hücrelerinde bol miktarda bulunan glikojenden laktik asid üreterek vajen pH'ını 4,5 altında tutarlar. Vajen epitel hücrelerindeki glikojeni ise belirleyen kandaki östrojen düzeyleridir. İşte bu nedenle kanda östrojen artarsa vaginal pH azalır, azalırsa artar. Vajen bir floraya sahipken, servikal os'tan itibaren üst genital kanal sterildir. Laktobasiller gram(+) basil tipinde bakterilerdir ve va-jeni dolayısı ile de genital kanalı infeksiyondan koruyan laktosidin, asidolin ve asidofilin gibi maddeler üretirler. Vulva ve vajenen benign hastalıkları 1- Vulvovajinitler: • Bakteriyel vaginozis • Tricomanas vajiniti • Candida vajiniti • Atrafik vajinit • Nonspesifik infumatuar vajinitler 2- Vulvar ülser yapan hastalıklar • Herpeks (en sık) • Sifiliz • Lenfogranuloma venerium • Granüloma ingüinale • Behçet hastalığı • Crohn hastalığı • Liken planus • Şankroid 206 3- Genital papül yapan hastalıklar: • HPV (Condyloma aküminatum) en sık • Mollascum contagiosum 4- Pelvik enfeksiyonlar (PID): • Akut • Kronik 5- Vulvar distrofiler: • Atrofik distrofi (licen sklerozis) • Hiperplastik distrofi • Mixt distrofiler Vajenitler Bakteriyel vaginozis: Gardenerella kolpitisi En sık görülen vajinit tipidir ve etkeni gardnerella vagi-nalistir. Eskiden hemophilius vaginalis olarak adlandırılır ama bu isim günümüzde artık kullanılmamaktadır. Normal vajinal bakteriyel floranın değişmesiyle, lakto-basillerin kaybı ve anaerobik bakterilerin artarak florya hakim olması ile karakterizedir. Normal kadınların vajen florasında anaeorobik bakteri oranı %1'in altındadır ve bunların başkaları gardnerella, mobilinicus bacteroides ve peptokoklardır. İşte bunların 100 ile 1000 kat artmaları sonucu ortaya çıkan hastalık bakteriyel vaginozis olarak adlandırılır. Çoğu kez micoplazma hoministe bu artışa eşlik eder. Etyolojisinde sık vajinal duşlar ve sık cinsel ilişki gibi vajen alkalizasyonunu artıran durumlar sorumlu tutulur. Vaginal pH mutlaka 4,5 üzerindedir ve pis kokulu gri-beyaz renkte bir akıntısı vardır. Kaşıntı, eritem ve yanma yoktur veya nadiren görünür. Tanıda Amstel kriterleri kullanılır. Bu kriterler aşağıdaki gibidir: • Gri-beyaz renkli ve vajen duvarını ince bir tabaka gibi örten bir akıntısı vardır. • Vaginal pH 4,5 üzerindedir ve genellikle 4,7 ile 5,7 arasındadır. • Vaginal sekresyondan serum fizyolojik ile hazırlanan yaymada, artmış Clue-cell'ler (ip ucu hücreleri) görülür ama lokosit infiltrasyonu görülmez. Clue-cell, genellikle gardnerella vaginalisten oluşmuş bakterilerin süperfisiel vajen epiteli hücrelerinde laktobasillerin yerini alacak şekilde yapışmasına ve keskin hücre sınırlarının bu nedenle kaybolmasına verilen isimdir. • Vaginal sekresyona KOH damlatılması ile bayat balık kokusu gibi bir koku oluşur. İşte bu testin adı VVhiff testidir. Tanıda yeteri kadar spesifik olmadığı için kültür önerilmez. Eş tedavisi, tedavinin etkinliğini artırmaz ve bu nedenle önerilmez. KOK kullanan kadınlarda, vaginal pH 3,8-4,2 arasında sabitlendiği için bakteriyel vaginozis görülmez. Ama candida vajiniti artar. Tedavi: İdeal tedavi anaeropları baskılarken laktoasille-re etki etmemektir ve bu amaçla en sık kullanılan ajan metranidazoldür. Metranidazol 2x500 mg oral 7 gün boyunca uygulanılır. Kullanım süresince ve ilacın kesilmesinden 24 saat sonrasına kadar alkol alınmamalıdır. Tedavi başarısı %95'dir. Metranidazol alternatif bir kullanım şekli olarak tek doz halinde oral 2 gr olarak da verilebilinir. Tedavi başarısı %84'tür. Metranidazol jel günde iki kez beş gün boyunca intra-vaginal yol ile de verilebilinir. Tedavide kullanılabilen diğer etkin ajan klindamisindir. Oral veya vajinal yol ile kullanılabilinir. 207 Metronidazol tedavisini takiben beyaz-krem gibi ve parlak bir akıntı ortaya çıkarsa, bunun nedeni Mobilinicus Curtisii enfeksiyonudur. Bunun tedavisi içinde klindamisin veya rifanmycin kullanılır. Bakteriyel Vaginozisin Komplikasyonları • PİH (pelvik iltihabı hastalık) • EMR • Preterm eylem ve doğum • Koryoamniyonit • Sezeryan sonrası endometrit • Anormal servikal sitoloji • Histerektomi sonrası kuff enfesiyonu Trikomanas vajiniti Etkeni kamçılı bir protozal parazit olan Trikomanas va-ginalistir. Bulaşma cinsel ilişki ile olur ve çok bulaşıcıdır. Tek bir cinsel ilişki ile bile bulaşma olasılığı %70'dir. Bu nedenle multiple partneri olan kadınlarda sık görülür. Bu parazit anaerobtur ve olguların %60'ında bakteriyel vaginozis ile birlikte bulunur. Dolayısı ile bunlarda Whiff testi pozitif olabilir. Gonore olgularının %50'sinde de birlikte görülür. Tanı: Olguların çoğu asemptomatiktir. Semptomatik olan olgularla bol miktarda, yeşilimsi, köpüklü ve kötü kokulu bir akıntı vardır. Vulvar kaşıntı ve yanma hissi eşlik eden bulgudur. Ürethrayı da tutabildiği için diziliri yapabilir. Vajinal pH mutlaka 5'in üzerindedir. Makroskopik olarak vajen incelendiğinde, epitel altında peteşral kanamalara bağlı "colpitis macularis" adı verilen kırmızı renkli odaklar görülür. Hem vajende hem de servikste görülebilen bu peteşial odaklara "çilek görüntüsü" de denilir. Vaginal akıntıdan serum fizyolojik ile hazırlanan taze prepratlarda motil trikomanas paraziti görülebilir. Tanıda altın standart kültürdür ve bu parazit Feinberg-vVhittington besiyerinde üretilebilir. Tedavi: En etkili ajan Metranidazol'dür. Ya 2 gr tek doz ya da 500 mg x 2 olacak şekilde 7 gün kullanılır. Eş tedavisi mutlaka yapılmalıdır. Ancak metranidajolün jel formu yani vaginal kullanımı aynı şekilde etkili olmadığı için, kullanılmamalıdır. Metranidazol mutajenik bir ajandır, ancak teratojen etkisi günümüze kadar gösterilememiştir. Bu nedenle gebelerde kullanılabilir. Gebeler tek doz 2 gr metranidazol ile tedavi edilir. Temelde cinsel ilişki ile bulaşan bir hastalık olduğundan, tanı konulduğunda Gonokok, Klamidya gibi diğer cinsel yol ile bulaşan ajanlar da aranmalıdır. Komplikasyonları: Trikomanas infeksiyonlu hastalar, histerektomi sonrası "Kaf" selüliti için yüksek bir risk taşırlar. Yine bu kadınlarda EMR ve preterm doğum riski yüksektir, infertiliteye yol açtığı ise tartışmalıdır. Vulvovajinal kandidiazis Bakteriyel vaginozisten sonra ikinci sıklıkla görülen va-jinit nedenidir. Üçüncü sıklıkla görüleni ise Trikomanas vajinitidir. Vaginal kandidiaziste izole edilen ajan %90 olguda Candida albikanstır. Diğer olası ajanlar ise Candida glabrata ve Candida tropikalistir ve bunlar genellikle tedaviye dirençli olgulardan sorumludur. Candida vajinal lümene genellikle perianal bölgeden ulaşır ama vajende normal flora içerisinde de bulunabilir ve sağlıklı kadın popülasyonunda %5-20 olasılıkla vajen florasından izole edilir. 208 Asemptomatik kolonizasyonlarda, genellikle non infi-lamentöz yapıda ve az sayıdadır. Bu durumda Candida lokal savunma mekanizmaları ve flora ile bir denge halindedir. Candida virulansını artıran veya bağışıklık sistemini güçsüzleştiren bir etken semptomatik infek-siyona neden olabilir. İşte bu risk faktörleri, aşağıdaki gibidir. • Stress • Diyabet • Uzun süreli antibiotik kullanımı (Laktobasilleri azaltır) • Gebelik (gebelikte en sık görülen vajinittir) • Laktasyon • İmmunsüpresif tedaviler (örnek, kortikosteroid almak) • Çinko ve biotin eksikliği • KOK kullanımı • Östrojen kullanımı • GİS'te kolonizayson varlığı • HİV infeksiyonu • Sentetik sıkı çamaşır ?? Bu enfeksiyonda görülen yaygın inflamasyon ve kaşıntı ekstraselüler bir toksin veya enzime bağlanmıştır. Bütün kadınların %75'ini hayatı boyunca bir kez candida vajiniti geçirdiği tahmin edilmektedir. Bunların da yaklaşık yarısında enfeksiyonların tekrar görüldüğü de bilinmektedir. Tanı: Tanısı klinik olarak konabilen hastalıkların başında gelir. Klinik bulguları aşağıdaki gibidir. • En sık görülen iki semptomu vulvar kaşıntı ve pey-nirimsi (süt kesiği) akıntıdır. • Vulvar eritem ve ödem • Eksternal dizüri • 4,5 altında vaginal pH • Disparoni • Vaginal yanma • Serviks tutulmaz ve normaldir. Klinik bulgular dışında, %10'luk KOH ile hazırlanan taze prepratlarda mantar hif ve sporları %80 olguda görülür. Yaymada lökositlerde hafif artış vardır. Tanıyı kesinleştirmek için Saboroud-Nickerson vasatında kültürü yapılabilinir ama rutin uygulaması yoktur. Pap smearde veya tam idrar incelemelerinde de görülebilinir. Tedavi: Antimikotik ajanlar hem vaginal hem oral yol ile kullanılabilirler ve başarılı olma olasılıkları eşittir. Nystatin krem ve vaginal supozituarlar son yıllara kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Ama günümüzde artık en çok kullanılanlar azol grubu ilaçlardır ve bunlar genelde topikal olarak kullanılmaktadır. Aralarında etkinlik açısından bir fark yoktur. Bunlar: • Miconazole 200 mg. supp (3 gün) • Terconazole 80 mg. supp (3 gün) • Clotrimazole 500 mg. supp (1 gün) şeklinde kullanılır. Oral antifungal ajanlar nispeten son yıllarda kullanılan tedaviler olmuştur. Çünkü uygulama kolaylıkları vardır. • Flukanazol 150 mg. tek doz • Ketakanozol 400 mg/gün x 5 gün • İtrakonazol 200 mg/gün x 3 gün Bu grupta en çok kullanılan tek doz avantajına sahip olan flukanazoldür. Tek doz uygulama sonrası sonuç alınamayan olgularda 72 saat sonra bir doz daha verilmelidir. 209 Gebelikte tedaviye cevap az ve rekürensler fazladır. Bu nedenle topikal ajanlar daha uzun süre kullanılmalıdır. Gebelik dışında kronik vulvo-vajinit olgularında, semptomlar kaybolana kadar ketakanazol 100 mg/gün veya flukanazol 150 mg/hafta olarak kullanılmalıdır. Eş tedavisi tartışmalıdır. Atrofik vajinit Östrojenin azaldığı durumlarda ve özellikle postmena-pozal dönemde görülür. Bunun dışında erken laktasyon döneminde, psödenenapoz yapan GN-RH analog-ları, danazol gibi ilaçların kullanımı esnasında görülür. Östrojen desteğinden yoksun kaldığı için vejen epiteli incelir. Süperfisiel ve intermedier hücreler görülmez. Ve en büyük tanı kriteri olan parabazal hücre hakimiyeti artar. Vajen pH'ı 4,5 üzerine çıkar ve normal vaginal flora bozulur. Bu durumda da sekonder infeksiyon ajanları enfeksiyona neden olur. Postkoital kanama, disparoni ve akıntı olabilir. Tedavide intravajinal östrojenli kremler kullanılır. Postmenapozal dönemde özellikle E3 içeren kremler tercih edilmelidir. Diğer vajinal enfeksiyonlar Stafilokok vajiniti: Sağlıklı kadınların %5'inin vajina-sında stafilokok aureus bulunur ve bunlar zaman zaman infeksiyonu neden olabilir. Bu bakterinin yaptığı vajinitte, vulvuda ödem, vulva ve vajende eritem bulunur. Hastaların sadece %25'inde prülan ama az bir akıntı görülür. Ayrıca bu bakteri ile vajinit hikâyesi olanlarda toksik şok sendromu ile ilişki vardır. Bu vajinitler dışında yabancı cisim vajiniti, herpeks simpleks vajiniti, HPV vajiniti, salmonella ve enterobakteria vajinitleri de bildirilmiştir. 3-5 yaş arasındaki kız çocuklarında A tipi streptekoka bağlı vajinit gelişebilir. B grubu streptekoklar genellikle vajinit yapmaz veya çok nadiren yapar ve asempto-matik seyreder. Haemoptülus influenza nadiren pediatrik vajinit yapar. N.gonore ve klamidya trachomatis prepübertal dönemde kız çocuklarında vajinite neden olabilir. Sitolitik vaginoz veya doderlein sitolizi'nde, premens-trüel dönemde laktobasillerin artması sonucu hiperasidite gelişir ve buna bağlı olarak irridatif semptomların ortaya çıkması ile karakterizedir. Vulvada ülser tipinde lezyon yapan hastalıklar Vulvada ülsere neden olan hastalıklar: • Herpex (en sık) • Sifiliz • Lenfogranüloma venerium • Granüloma ingüinale • Şankroid • Behçet hastalığı • Liken planus Genital herpeks En sık genital ülsere neden olan infeksiyondur. Ayrıca en yaygın seksüel geçiş gösteren viral enfeksiyondur. Non seksüel geçişi yoktur. 210 Genital herpeksin %80 nedeni HSV-Tip H'dir. Sadece %20'si HSV-Tip I ile oluşur. Vulva, vajen ve serviksi tutabilir. Tekrarlayan ve tedavisi olmayan bir hastalıktır. Hastalık 2-20 günlük bir inkübasyon döneminden sonra, kaşıntı, yanma ve diziliri gibi prodromal belirtiler ile başlamaktadır. Prodromal faz 2-5 gün sürer. Bunun ardından 3-7 günde mütiple veziküller belirir. Bunlar çok sayıda ve yüzeyseldirler. Bu dönemde lezyonlar çok ağrılıdırlar ve en bulaşıcı dönem de bu dönemdir. Vaziküller 5-7 günde açılırlar ve ülserleşirler. Bu ülserler de ağrılı ve girintili çıkıntılıdırlar ve 3-4 haftada iyileşirler. Primer enfeksiyonda genellikle ateş, halsizlik ve ağrılı ingüinal LAP'lar gelişir. Bunlar da yaklaşık 3-4 haftada düzelir. %70 olguda infeksiyon tekrarlar ve ortalama olarak yılda 4-5 kez bu tekrar gerçekleşir. Reküren lezyonlar daha kısa sürer ve 5-10 günde iyileşir, ilk enfeksiyona göre daha hafif seyreder. Servikal lezyonlar ancak kolposkopi ile izlenilebilinir. Primer infeksiyonu takiben lezyonlar sakral 2-4 gang-lionun dorsal köklerine yerleşir ve ayrıca dermişte la-tent halde lokalize kalır. Tanı: HSV'nin tanısında kullanılan laboratuar testlerin hassasiyeti veziküler dönemde en fazladır. Tanısı genelde klinik muayene ile konulur. • Lezyondan alınan sürüntünün kültürü altın standarttır. • Yine lezyonlardan alınan sürüntünün giemsa ile boyanmasında • - Multinükleer dev hücreler görülür. Buna Tzanck testi denilir. - İntranükleer inklzyon cisimcikleri (Cowdry-A) görülür. Sitoplazmada buzlu cam görünümü tipiktir ve buzlu cam görünümünün nedeni sitoplazmada bulunan asidofilik inklüzyon cisimcikleridir. Günümüzde, tanıda ayrıca antijen saptamaya yönelik floresan mikroskopi ya da enzim immünoassay (EIA) yöntemleri de kullanılmaktadır. Tedavi: Tedavide virüs eradike edilemez. Akut dönemde asiklovir 3x1 400 mg olacak şekilde 7 gün verilir. 5x1 200 mg ve 5 gün verenler de vardır. Rekürenslerde 3x400 mg ve 5 gün yeterlidir. Bir yıl içerisinde 6'dan fazla rekürens oluyor ise, düşük doz asiklovir ile bir yıl süpresyon tedavisi uygulanır. Topikal kremler de tedavide kullanılabilir. Komplikasyonları: • Serviks kanseri: HSV-Tip 2 direkt olarak serviks kanseri yapmaz ama HPV'nin kanser yapıcı etkisini kolaylaştırır. • 3 misli artmış abort • Radikülomiyelitis • Ansefalit Gebelik ve HSV: • Gebelerde 36.haftadan sonra antiviral tedavi başlanır. • Doğum eylemi esnasında aktif hepatik lezyonlar varsa fetusa geçiş olmaması için sezeryan önerilir. • Aktif primer lezyonu olan gebelerde yeni doğana bulaşması olasılığı %40-50 iken, reküren enfeksiyonlarda %5'dir. • Yeni doğanın enfekte olması %60 mortaldir ve yaşayan bebeklerin en az yarısında nöro oftalmik se-keller görülür. 211 Sifiliz Etkeni bir spiroket olan Treponema pallidumdur. Ana-eorobtur. Ya deri defektinden ya da mukozadan ino-kule olur. En sık cinsel ilişki ile bulaşır ama öpüşme ile de bulaşabileceği bilinmektedir. 10-90 günlük bir kuluçka süresi vardır. Primer şifiz: Şüpheli ilişkiden ortalama 3 ay (genellikle 2-6 hafta) sonra temas bölgesinde çoğunlukla tek, ağrısız, sınırları net ve tabanı sert bir ülser belirir. Buna ulcus durum: sert şankr denilir. Bundan bir hafta sonra, ingüinal ve ağrısız lenfadenopati gelişir. Şankr 3 hafta sonra kaybolur. Sekonder sifiliz: Şankrdan 40 gün sonra ortaya çıkar. Bu döneme özgün vulvadaki lezyon kondiloma latadır. Vulvada geniş gri-beyaz lezyonlar oluşur. Lenfadenopati gelişir. Ama hem lezyonlar hem de LAP'lar bu defa ağrılıdır ve 2-6 haftada iyileşir. Burda esas olay sis-temik vaskülit gelişmesidir. Sekonder sifiliz (2. devre sifiliz) bulguları: • Condyloma lata • Ağız ve boğazda plak müközler • Sifilidler (papüllü veya püstüllü) • Genel yaygın lenfadenopati • Alopesi Latent sifiliz: Enfeksiyondan sonra hastaların sero-ak-tif olduğu arcak hastalığın diğer bulgularının olmadığı dönemdir ve görünürde hiçbir lezyon yoktur. Bu dönem 2-20 yıl sürer. Tersiyer (3. devre sifiliz): Yeterince tedavi edilmemiş hastalarda gelişir. Bu dönemde farklı organlarda gomlar görülür ama bunlar vulvada görülmez. Bu devre lezyonları bulaşıcı değildir. Bu dönemde nörosifiliz (ta-bes dorsalis) kardiyovasküler sifiliz (aort anevrizması veya yetmezliği), menenjit, parezi veya paresteziler ve tübero-ülsero-serpingiöz sifidler görülebilir. Sifilizin 1 ve 2. devre bulguları vulvada görülür ve bunlar bulaşıcıdırlar. Teşhis Karanlık saha mikroskopisi ve serolojik testler ile konulur. Vulvadaki lezyonlardan alınan sürüntüler karanlık saha mikroskopisi ile incelenir ve T.pallidumlar görülür. Serolojik testler ise iki tiptir. 1- Nontreponemal testler: Bunlar T.pallidumun konak dokuyla ilişkisi sonucunda ortaya çıkan ve kendi yapısında da bulunan lipoidal antijenlere karşı oluşan IgG ve IgM tipi antikorları ölçer. Bunlar erken dönemde %70, ikinci devrede %99 ve 3. ayın sonunda %100 pozitif olurlar. Bunlar içerisinde en çok kullanılan ikisi VDRL (Venerial Disease Research Labaratory) ve RPR (Rapid Plazma Reagin)dir. Bunlar tarama testleridir. Bu gruptaki testler: • VVDRL • RPR • VVasserman reaksiyonu • Kolmer reaksiyonu • Kahn bulanıklık testi • Meinicke saydamlaşma testidir. 2- Treponemal testler: VVDRL veya RPR testi pozitif çıkanlarda bu tertler yapılır. Çünkü non treponemal testler sifilizi diğer treponemal infeksiyonlardan ayırt edemez. Treponemal testler kanıtsal testlerdir ve sipiroket alındıktan iki hafta sonra pozitif olurlar. Kanıtsal testlerden en çok kullanılanları FTA-ABS (fluorescent treponemal antibody absorsiyon) ve MHATP (mikro haem afflutination) testleridir. 212 Pozitif nontreponemal test sonuçları olanların %20'sin-de, kanıtsal testler negatif olmaktadır. Bu durumda "biyolojik yalancı pozitiflik" denir. İntravenöz ilaç bağımlılarında, gebelerde SLE gibi otoimmun hastalıklarda, enfeksiyonlarda ve yaşlılarda "biyolojik yalan" pozitiflik görülebilinir. Tedavi: Parenteral peniselin tüm basamaklardaki sifiliz için ilk seçenektir. Pozitif serolojik test sonucu olup, yeterli tedavi öyküsü olmayanlar da aktif sifiliz gibi tedavi edilmelidir. • • • Primer ve sekonder sefiliz - Benzatin penicilin G 2,4 mU (tek doz) - veya Tetrasiklin/Eritromisin 4x500 mg 15 gün Laten sifiliz - Benzatin Penicilin G 2,4 mU hafta bir 3 hafta - veya Tetrasiklin/Eritromisin 4x500 mg 30 gün Nörosifiliz - Prokain peniselin G 2,4 mU 1x1 + Probenecid 500 mg 1x1 64 gün Jaricsh-Herxheimer reaksiyonu: Antibiyotik tedavisi esnasında sipiroketlerin ani ve masif destrüksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkar. İnjeksiyondan 2 saat sonra başlar ve 7 saat sonra ateş en yüksek seviyeye ulaşır (40°-41°C) Ateş, titreme, miyalji, taşikardi, lökositoz, vazodilatas-yon ve hipotansiyon vardır. Erken devrede çok kez önemsiz olan bu allerjik reaksiyon, ileri devrelerde hayatı tehdit eder. Önleyici olarak tedaviye düşük dozlarda antibiyotikler ile başlanılmalıdır. Gebelik ve sitiliz Sifiliz her ne kadar cinsel yol ile bulaşsa da, kan trans-füzyonu ve gebelikte vertikal yol ile geçiş gösterir. T.pallidum gebeliğin her döneminde plasentayı geçer. Ama ilk 18 haftaya kadar fetüste immun cevap olmadığı için, doku hasarı oluşturmaz. 18. haftadan sonra ise doku hasarı vardır ve en yüksek bulaşma riski 2. devrededir ve fetusa geçiş oranı %75-90'dır. İntrauterin infeksiyonda konjenital sifiliz kemikte yapısal bozukluklardan fetusun kaybına kadar giden geniş bir spekturuma neden olur. 1- Fötal tip: • Fetus ölür. • Fetal deri maseredir ve büllerle kaplıdır. • Hepatosplenomegali ve portal fibrozis vardır. • Akciğerlerde intraalveoller fibrozis vardır (Pnomo-nia Alba). • Uzun kemik uçlarında osteokondrit vardır. 2- İnfantil tip (konjenita preacox): • Doğumdan hemen sonra veya 1-2 hafta içerisinde ortaya çıkar. • El ve ayak tabanlarında büller (pemfigus) vardır. • Uzun süreli kanlı rinit görülür. • Burunda septum perforasyonuna bağlı semer burun olabilir. • Kemiklerde osteokondrit oluşur (Parrot psödopara-lizi). • Ağız, göz ve burun delikleri etrafında rafatlar vardır (Parrot çizgileri). • Hepatomegali, interstisyel hepatit ve anemi de görülebilir. 3- Geç tip (konjenita tarda): • İki yaşından sonra ortaya çıkar. • Hutchinson dişleri görülür (kesici dişlerin serbest kenarlarında yarımay şeklinde çentikler). 213 • İntersitisyel keratit olur. • İç kulak sağırlığı görülür. Bu üç bulgunun toplamına Hutchinson triadı denilir. • Ayrıca eğer burun, nöroretinit ve splenomeguli de olabilir. Sifilizin takibinde, 3 aylık aralıklar ile en az bir yıl sero-lojik testler yapılarak tedavinin başarısı ve relapsları izlenir. Latent dönemde bu işlem 3 yıla uzatılmalıdır. Pri-mer dönemde hastanın partneri 3 ay, sekonder dönemde 6 ay, latent dönemde ise 1 veya 2 yıl klinik ve serolojik olarak takip edilmelidir. Laten dönemde hatalığın transmisyonu zayıflamakta, ancak vertikal geçiş, enfeksiyonun başlangıcından itibaren 10 yıl süre ile görülmektedir. HIV enfeksiyonu ile sifiliz arasında epidemiyolojik bir ilişki vardır. Sifilizin tüm devreleri HIV pozitif olan kişilerde yaygın olarak görülür ve daha erken dönemlerde oluşur. Ayrıca HIV prevelansı da sefilizli kişilerde normal popülasyona göre üç misli daha fazladır. Lenfogranüloma venereum Chalamidyalar gram (-) bakteri gibi hücre duvarına sahip, DNA ve RNA içeren ama virüs gibi de hücre içinde yaşayan canlılardır. Bunlar obligat intraselüler bakterilerdir. Columnar ve transizyonel epitele bağlanırlar ve pinositoz ile hücre içerisine alınırlar. Hücreyi patlatıncaya kadar da içinde çoğalırlar. Enkümasyon süresi bu nedenle haftalar ve aylar sürer. Chlamidyaların çeşitli serotipleri vardır (D, E, F, G, H... ve K). Ama bunlardan lenfogranüloma venereum yapan sadece H, 2, 3 serotipleridir. Enkübasyon süresi ortalama 3-20 gündür ve genellikle tropikal ve subtropikal bölgelerde görülür. Başlıca 3 dönemi vardır: 1. dönem: Etkenin girdiği genital mukozada bir pa-pül oluşur. Sonra popüller vezikül haline geçer ve bunlar da patlayarak ülserleşir. Böylece Lvenere-um şankırı oluşur. Bu değişimler ağrısızdır. 2. dönem: Haftalar sonra lenfatik yayılıma bağlı len-fadenopati gelişir. Lenf bezleri ağrılı ve eritemlidir. Büyüyen lenf bezleri arasında cilt çökük görünür. Buna oluk belirtisi (groove) denir. Daha sonra bunlar fistülleşebilir. Bu dönemde ateş, bulantı, kusma, baş ağrısı, kas ağrısı, artrit konjuktivit, perikakdit ve meningoensefalit gibi sistemik belirtiler olabilir. 3. dönem: Genitoanal rektal fibrozis dönemidir. Bu dönemde, anorektal stenoz, vaginal daralma ve şekil bozuklukları ile vulvar elefantiyazis (ödem) gelişebilir. Tanı: Antijenlerin tespiti, etkenin hücre kültüründe izolasyonu ve serolojik testler ile konulur. • Ağrılı lenf nodlarından aspire edilen sıvının kültür çalışması ki kullanılan vasat Mc Coy vasatıdır. • Monoklonal antikor tayini • Aktif dönemde kompleman fikasyon titresine bakılması güncel kullanılan tanı tekniklerini oluşturur. indradermal Frei testi, eskimiş ve sensitif olmayan bir testtir. Tedavi: • Tetrasiklin 4x500 mg 3-6 hafta verilmeli • veya Eritromisin 4x500 y 3-6 hafta verilmelidir. Obstrüksiyon ve deformasyonlar için cerrahi tedavi gerekebilir. Granüloma ingüinale Etkeni, kapsüllü ve gram(-) bir bakteri olan Colymma-to bakterium granülomatisdir ve bir kokobasildir. Genellikle dev multinükleer hücreleri, histiositleri, nöt-rofil lökositler ve plazma hücreleri içindeki vakuolü parçalar ve serbest hale geçerek yeni hücreleri infekte ederler. Böylece, hücre sitoplazmalarında sayısız kapsüllü bakteri içeren, Donovan cisimcikleri adını alan, patagnomik hücreler meydana getirir. Klebsiella ile antijen benzerlikleri vardır ve özellikle K.rhino-scleromatis ile çapraz antijen reaksiyonları verir. Kuluçka süresi 214 8-80 gündür. Primer lezyonu vulva veya perinede başlayan papül veya sert nodüllerdir. Bunlar kısa sürede ülserleşirler. Ülserleri kırmızı-kahverenkte, ağrısız, frajil, nekrozlu bölgeler içeren, yüzeyel ülserlerdir. Lezyonların çoğu bu aşamada kalır ve geriler, skar dokusu bırakarak iyileşir. Ağır vakalarda fibröz oluşumlar lenf yollarını tıkayarak esmer renkli bir ödeme neden olurlar. LAP nadiren oluşur ve ağrısızdır. Hastalık ilerledikçe granülasyon dokusu oluşturur. Tanı: • Ülser tabanından yapılan smearin VVright boyamasında lökositler içerisinde çomak şeklindeki basiller yeni Donovan cisimcikleri görülerek konulabilir. • Smar (-) çıkmışsa, alınan biopside çomak şeklindeki intrasitoplazmik inklüzyon cisimcikleri yani Miku-licz hücreleri görülür. Bunlara granoloma hücreleri de denilir. Kompleman fiksasyon testi 1/40 üzerinde ise güvenilir. • Tedavi: • Tetrasiklin 4x500 mg 2-3 hafta • Siprofloksasin 2x750 mg 3 hafta • Eritromisin 4x500 mg 3 hafta • Trimetropin sülfametaksazol 2x800 mg 2-3 hafta uygulanabilinir. Dirençli vakalarda kinolon grubu vea aminoglikozid grubu ilaçlar tedaviye eklenebilir. Gebelerde ilk tercih eritromisindir. Peniselin tedavisi etkisizdir. Skar dokusu cerrahi eksizyon ile düzeltilebilir. SANKROİD (ulcus molle - yumuşak şankr) Etkeni gram(-) bir koko basil olan Haemophilus duc-reyi'dir. Bu bakteri, hareketsiz, sporsuz ve kapsülsüz-dür. Kanlı ağarda veya embriyonlu yumurtanın koryo-allantoisinde üretilebilinir. Bakteri genital bölge cilt ve mukozalarındaki sıyrık ve çatlaklardan vücuda girer. Prodomal dönemi yoktur. Kuluçka süresi 2-7 gündür. Başlangıç lezyonu çevresi ve zemini eritemli olan pa-püldür. Bu papül 2448 saat içerisinde püstüle döner ve daha sonra hızla ülserleşir. Bu ülserler çok sayıda, yumuşak kaideli, kenarları belirsiz ve düzensiz, pis kokuludurlar (Kissing ülser). Ama en Önemli özelliği çok ağrılı olmalarıdır. Ülserlerin çıkışından yaklaşık bir hafta sonra %50 olguda, genelde tek taraflı, ama nadiren bilateral olan lenfadenopatiler gelişir. Tedavide geç kalınırsa lenf bezlerinde süpürasyon ilerler ve periadenitle karakterize bubonlar oluşur. Bunlar kendiliğinden rüptüre olurlar. Bubon oluşmuş LAP'lar fluktasyonludur. Tanı: Ülserin tabanından ya da lenf bezlerinden aspi-rasyon ila alınan materyalden hem kültür yapılır, hem de iki preprat hazırlanır. Prepratlardan birisi gram ile boyanır. Bipolar boyanmış, zincir oluşturan ve gram negatif koka basil şeklinde bakteriler görülür (tren yolu görünümü) ve tanı böyle konulur. Prepratlardan ikincisi Giemsa ile boyanır. Burdaki bakteriler de balık sürüleri gibi görülür (fish of shool). Ama kesin tanı kültür ile konulur. Sifiliz, Lvenerium, herpeks ve AİDS lezyonlarına son derece benzer ve onlar ile ayırıcı tanıya gider. 215 Tedavisi: • Azitromisin 1 gr. tek doz • Seftriakson 200 mg im. tek doz • Eritromisin 4x500 mg 7 gün Trimetroprim / sulfametoksazol vetetrasikline çoğu sujlar artık direnç geliştirmiştir. Yine ampisilin ve amoksiline karşı direnç göstermektedirler. Behçet hastalığı Behçet hastalığı tekrarlayan oral, genital ülserler ve gözde iritis üçlemesi ile karakterize, muhtemelen otoimmun nedenle ortaya çıkan bir vaksülittir. Bu sayılan kısımlar dışında, deri, sinir sistemi ve eklem tutulumları da yapabilir. Orjini hakkında pek çok teori, dolayısı ile de pek çok tedavi önerisi vardır. Ama temelde tedavisi kortizondur (40 mg/günprednizolon). Crohn hastalığı: Genital bölglede fistüller yapabilir. Genital papüller • Condyloma aküminata • Molluscum contagiosum Condylomu Aküminata Etkeni papovavirus ailesinden bir DNA virüsü olan HPV'dir ve condylom oluşumundan %60 HPV-Tip 6 ve %30'undan da HPV-Tip II sorumludur. Bunlar prekanse-röz değillerdir. Aslında genital bölgede 35'e yakın HPV virüsü görülebilir. Bunların 12'si prekanserözdür (16-18-31-33-35-4551-52-56-58-59-68). Bunlar içerisinde de serviks kanseri oluşumundan en az %60 sorumlu olan Tip-16'dır. Düşük risk grubunda ise 5 HPV tipi vardır ve bunlar içerisinde de en sık görülenler HPV-6 ile 11'dir. Cinsel yol ile partnere ve vertikal yol ile de bebeğe bulaşabilir. Kötü hijyenik koşullarda ve immünsüpresif tedavi alanlarda daha sık görülür. Vulvada, perinede, perianal bölgede, vajende ve ser-vikste yerleşebilir. Lezyonları Wart (karnıbahar görünümünde ve kahverengi) veya flat (düz ve beyaz) şeklinde olabilir. Tanı: Genelde klinik olarak konulur. Ayrıca smea ve kalposkopik incelemede koilositozlar görülebilir. DNA hibridizasyonu ile tiplemesi yapılabilinir. Tedavi: Kondilomların eredike edilmesi prensibine göre planlanır. Ancak lezyonların ortadan kaldırılması, subklinik infeksiyonu ortadan kaldırmayabilir. Tedavi vöntemleri iki baslık altında toolanır. 1) Cerrahi yöntemler (gebelikte uygulanabilir) - Koter ve kriyo ile eksizyon - Cerrahi eksizyon - Lazer eksizyon 2) Medikal tedavi - Podofilin %10-25'lik lokal uygulama (gebelikte yapılmaz) - 5-Fluoro oracil %5 (7-14 günde tekrar) gebelikte uygulanamaz - İmiguimod %5 haftada 3 kez, 16 hafta (gebelikte uygulanmaz) - Triklor asetik asid, gebelikte uygulanabilir. - İnatçı olgularda interferon kullanılabilir. 216 HPV'nin doku üzerindeki etkileri başlıca 3 değişik infeksiyon türü olarak görülmektedir. Bunlar latent, prodük-tif ve nonprodüktif infeksiyonlardır. Latent infeksiyon: Çok sayıda virüs partikülünün epitelyal çatlaklar yolu ile bazal dermiş hücrelerine ulaşmasını ve hücreleri infekte etme aşamasını içerir. Bu aşamada virüs, hücre içerisinde ayrı bir sirküler DNA fragmanı (epizom) olarak yer alır. Bu dönemde infekte hücreler histolojik olarak tespit edilemez. Prodüktif infeksiyon: Bir kaç hafta ile yıllar arasında değişen bir inkübasyon periyodundan sonra, viral repli-kasyon başlar. Hücrelerde bu dönemde karakteristik koilositoz lezyonu (peri nükleer hah) görülürken kondi-lom adı verilen papillamatöz çıkıntılar da oluşur. Bu kondilomlar çıplak gözle görülen lezyonlar olabileceği gibi, sadece kolposkopi ile görülebilen subklinik infeksiyonlar da olabilir. Gözle görülen ve bazen dev boyutlara bile ulaşabilen bu kondilomlardan HPV-Tip 6-11 sorumludur. Bunlar onkojenik değildir. Nonprodüktif infeksiyon: Yüksek onkojenik potansiyelli HPV tipleri ile infeksiyonda infekte hücreler diferen-siye olamazlar ve viral siklusun tamamlanabilmesimümkün olamaz. Bu safhada yüksek grade'li dipslazi ve in-vasif kansere kadar ilerleyen neoplastik değişiklikler görülür. HPV ile temas sonrası hangi tür infeksiyonun gelişeceği bir çok kof aktörün etkisine bağlıdır. Çünkü tüm HPV infeksiyonlarının sadece %10 kadarı kondulom olarak belirti verirken, %1'den az bir kısmı neoplastik değişikliklere ilerler.. Molluscum contagiosum Molluscum contagiosum etkeni proxviridae grubundan olan bir DNA virüsüdür. Bu virüs epidermis içerisinde replike olarak, küçük, ortası pembe-beyaz, sıkınca içinden peynirimsi bir madde çıkan, papülleri oluşturur. Çocuklarda ve gençlerde ayrıda da HIV infekte kişilerde sık görülür. Cinsel ilişki ile bulaşsa da, bunun dışında da bulaşabilir. Direkt vücud teması ve kontamine havluların ortak kullanımı da bir bulaşma nedenidir. Çok bulaşıcı bir hastalıktır. Kuluçka süresi 14-50 gündür. Genelde klinik bulgu vermez yeni asemptomatiktir. Teşhis: Genelde gözle tanınır. Ayrıca papüllerin kazınması ile elde edilen mumsu materyalin, VVright ve Giemsa boyaması ile, intrasitoplazmik eozinofilik inklüz-yon cisimciklerinin görülmesi teşhisi doğrular. Tedavi: Eğer tedavi edilmezse lezyon geriler ama bu zaman alabilir. Bu nedenle, lezyonların ablazyonu, sıvı nitrojen ya da kriyoprobe ile dondurulması en tavsiye edilen yöntemdir. Ayrıca, papüllerin sıkarak içinin boşaltılması ve ardından körete edilmesi, gümüş nitrat ile kotere edilmesi, lazer ile ablasyon yapılması da tedavide kullanılan yöntemlerdendir. Serviksin enflamatuar hastalıkları Serviks iki farklı epitel ile örtülüdür. Bunlar, internal ve eksternal os arasında uzanan kolumnar epitel ile external ostan vajene doğru uzanan skuamöz epiteldir. Ektoservikal skuamöz epitelinin tutulması ile oluşan servisitlerin etkeni vajinit yapan ajanlardır (trikomanas, candida, HSV gibi). Buna karşın endoservikal kolumnar epiteli en sık N. Gonore ve C. trachomatis enfekte eder. Bunlar mükoprülan servisite neden olurlar. Gonore Etkeni Neisseria Gonore'dir. Gram (-) diplokok ve oksidaz (+)'dir. Glikozu fermente edebilir. Optimal besiyeri Thayer-Martin veya Martin-Lester besiyeridir. 217 Bulaşma Yenidoğan dışında genellikle seksüel geçiş söz konusudur. Ancak eşyalar ve muayene ile geçtiği de söylenir. Kuluçka süresi 3-5 gündür. Yerleştiği yer Alt genital sistem ile bulaştıktan sonra, üretra-Bartho-lin ve Skene bezleri anus ve serviksin columnar ve transizyonel epiteline yerleşir. Tutulma oranları: Ürethra %95, serviks %80, Bartho-lin %20, rektum %10'dur. Ya pinositoz ile epitel hücresi içine girer, ya epitel altında yaşar. Klinik belirtiler Kadında %50-70 asemptomatik seyreder. Alt genital yolları tutmuşsa: Prülan servikal akıntı + dizüri + pollaküri Anus tutulmuşsa proktitis (%20) vardır. Sistemik gonore: %2 vakada sistemik enfeksiyon yapar. Poliartrit, dermatit, tendosinovit en sık görülen triaddır. Ayrıca farenjit, tonsillit, septisemi de yapabilir. Menenjit ve endokardit en kokulan iki komplikasyonudur. Yukarı gonore: %15-17 vakada akut PİD gelişir. As-sendan enfeksiyon, serviksin antibakteriyel ve mekanik bariyerinin bozulduğu menstürasyon esnasında gerçekleşir. Aşağı gonore ne kadar sakinse, yukarı gonore de o kadar gürültülüdür. Önce geçici bir endometrit yapar, sonra prülan salpen-jit gelişir. Tüpler ödemli ve hiperemiktir. Fimbria uçlarından periton boşluğuna dökülürler. Piyosalpinks, tubaovarial abse ve pelviperitonit gelişir. Geniş yapışıklıklar yaparak iyileşebilir. Bazen operatif müdahale gerekir. Kronik devresinde hidrosalpinks ve infertilite söz konusudur. Hastalık erkekten kadına %60-90, kadından erkeğe ise %20-50 bulaşır ve servikste yıllarca asemptomatik olarak yaşar. Prepubertal kızlarda non-keratinize vulvo-vajinit yapabilir. Yenidoğanda, doğum kanalından bulaşma ile oftal-mia neonatarum yapabilir. Teşhis • Uretra ve serviksten yayma ile (metilen mavisi ile gonokoklar maviye, gramla kırmızıya (%60)) boyanır. Lökosit içinde diplokoklar kahve tanesi şeklinde görülür. • Kültür: Thayer - Martin vasatına ekilir. Eğer gonore tespit edilmişse %40-50 Chlamydia da vardır. Ayrıca gonorede sfiliz ve condyloma acuminata olasılığı artmıştır. Bartnoiın absesının %5ü nedeni gonoredır. Akut PİD %40-60 nedeni gonoredir. Her ikisinde de belki gonoreden de daha sık chlamydia enfeksiyonu da nedendir. Gonore komplikasyonları 1. Gonokokal artrit: Genellikle dermatit ile birliktedir. 2. Endokardit ve menenjit 3. Oftalmia neonatarum: Profilaksi için doğumdan hemen sonra tetrasiklin, eritromisin veya %1 nitrat d'argant solüsyonu damlatılır. 4. Fritz - Hugh - Curtis sendromu (perihepati-tis akuta): Karınla duvarı ile karaciğer arasında keman tellerine benzeyen yapışıklıklar, sağ üst kadranda ağrı ve yüzeysel solunum vardır. 5. İnfertilite 218 Nüks %90 3. haftada görülür. Daha sonrakiler reinfeksiyon-dur. Tedavi Aşağı gonorenin tedavisi basittir. Eş tedavisi ile birlikte yapılır. 3 gr amoksina, 3.5 gr ampisilin, 4-8 milyon Ü Pen-Pro-kain, 500 mg tetrasiklin gibi. 3. kuşak sefalo-sporinler 1 gr'lık dozlarda bile etkilidir. Yukarı gonorede AB kombinasyonları uygulanabilir. En etkilisi gentamisin + klindamisin, penisilin + gentamisin ve/veya klindamisindir. Piyoovarian abseyi boşaltmak için cerrahi müdahale gerekir. Chlamydia tedavisi de gonore tedavisi esnasında unutulmamalıdır. (7 gün süreyle 2 x 100 mg doksosilin) Oftalmia neonatarumda 7 gün süre ile 20-50 milyon Ü Penisilin-Prokain En sık akut servisit ve akut PİD nedeni, (lohusalık dışında) gonore ve chlamydiadır. Chlamdia Chamydiaların çeşitli serotipleri vardır (D, E, F, G, H, I, J ve K). Bunların hepsi de gonorede olduğu gibi üretrit- bar-tolinit- servisit- endometrit-salpenjit ve peri-hepa-tit yapabilirler. Ama lenfogranüloma venerum yapan sadece L (1-2-3) serotipidir. Chlamydialar gram (-) bakteri gibi hücre duvarına sahip, DNA ve RNA içeren ama virüs gibi de hücre içinde yaşayan canlılardır. L tipi hariç derin doku invazyonu yapamazlar. Bu nedenle infeksiyon hafif geçer. Obligat interselüler bakterilerdir. Columnar ve transiz-yonel epitele bağlanırlar ve pinositoz ile hücre içine alınırlar. Hücreyi patlatıncaya kadar da içeride çoğalırlar. Enkubasyon süresi bu yüzden haftalar ve aylar sürer. Chlamydial salpenjit ve gonoreye göre daha hafif seyreder. Ama neticede tubal hasar ve infertiliteye neden olurlar. Ayrıca annede chlamydia enfeksiyonu varsa; • İnfertilite veya ektopik gebelik (yapışıklığın bü yüklüğüne bağlı olarak) • Prematür eylem • Postpartum infeksiyon • Abort? Ölü doğum? (tartışmalı) • Yenidoğanda (annede servikal infeksiyon varsa) inkluzyon kojunktiviti %50, geçici pnömoni %10 ve otitis media yapabilir. Pnömoni ilk üç ay içinde olur. Teşhis • Doku kültürleri en hassas metoddur. • Giemsa boyama: Servikal infeksiyonda (%40), konjunktivitli bebeklerde hemen her zaman tanınabilir. • Kompleman fiksasyon (güvenilmez) • ELİSA • Servikal yaymadan floresan antikor testi yapılabilirse güvenilirdir. Buna "floresan monoklonal antikor" arama testi de denir. 219 Tedavi Dokzosilin: 7 gün, 2 x 100 mg veya 2 x 300 mg Tetrasiklin: 1 x 500 mg, 4 gün Ofloksasin, eritromisin ve klindamisin de kullanılabilir. Normal seksüel aktif kadınlarda %15-20, asemptoma-tik servikal kolonizasyon vardır. PID (PELVİK ENFLAMATUAR HASTALIK PID, en sık servikovaginal floradan orjin alan mikroorganizmaların, assendan yol ile, endometri-um, tubalar ve pelvik organlara yayılması ile ortaya çıkan, gebelik ve cerrahi hastalıklar ile ilgisi olmayan bir klinik sendromdur. Nadiren bu enfeksiyon Lig. latumun yaprakları arasındaki damar ve lenfatikleri de tutabilir. Gebelikte PID gelişmez. Bu bağlamda, en sık salpenjit terimi kullanılsa da, en-dometrit, ooferit, pelviperitonit ve tuba ovarial abse, PID'nin hem ağırlığını hem de farklı formasyonlarını anlatır. PID genel olarak, akut ve kronik olmak üzere iki alt gruba ayrılır. Bunlardan akut olanı iyi tanımlanabilen bir hastalık olmasına karşın, kronik olanı tanımlamak kolay değildir. Ancak genel bir prensip olarak, kronik PID, sıklıkla, uterus, tuba ve pelvik dokularda adhezyonlara ve tubada mikroskopik infla-masyonlara neden olup, pelvik anatomiyi bozabilen kalıcı bir durum olarak algılanır. Kronik PID vakalarında, değişikliğe uğramış bu dokulardan etken ajan patojen elde edilemez. Akut PID geçiren kadınların % 15'inde ilk tedavi başarısız olurken, % 85'inde tedaviye cevap alınır. Ancak tedavi başarılı olsa dahi, bu kadınların ileriki hayatlarında 4 önemli sekel kalabilecektir. Kadı ki, akut PID geçiren kadınların 2/3'ü tedavi bile görmemektedir. Sekeller 1) REKÜRREN PID: PID geçiren kadınların % 25'inde rekürrens görülür. Bunun nedeni hasarlanmış tubal mukozanın rekürrens enfeksiyonlara karşı daha az direnç göstermesidir. KOK kullananlarda hem PID oluşumu hem de rekürrens PID azalır. 2) İNFERTİLİTE: Bir kez PID geçiren kadınlarda infer-tilite oranı % 11 iken, iki kez geçirenlerde % 23 ve üç kez geçirenlerde % 54'tü'r. Ancak tubal oklüzyon gelişmesi, PID'nin tipine, hastanın yaşına ve PID'nin ağırlığına da bağlıdır. PID'ye neden olan etken gonokok dışında bir organizma ise infertilite daha sıktır. 3) EKTOPİK GEBELİK: Antibiyotik kullanımının giderek yaygınlaşması ve daha etkili antibiyotiklerin bulunması ile total tubal oklüzyonlar azalırken, aynı antibiyotiklerin tubadaki hasarı düzeltememesi, ektopik gebelik sıklığını artırmıştır. İlk kez PID geçirmiş bir kadında % 7 sıklık ile ektopik gebelik görülürken, tüm ektopik gebeliklerin yaklaşık yarısını ise geçirilmiş PID oluşturmaktadır. 4) KRONİK ABDOMİNAL AĞRI: PID geçiren kadınların, yaklaşık % 15'inde, 6 aydan fazla süren, menses, yorgunluk ve cinsel ilişki ile artan kronik pelvik ağrı gelişmektedir. Bu ağrılar hospilatizasyonu bile gerektirebilmektedir. Ağrıların nedeni açık olmamakla birlikte, rezidüel patolojilerden kaynaklanabileceği ileri sürülmektedir. Bu ağrılar ovarial hormonların süpresyonu ile veya la-paraskopik lizis metodları ile geçirilebilmektedirler. Ancak nadiren histerektomi, ooferektomi gibi metodlara bile başvurmak gerekmektedir. PID'de mikrobiyolojik etyoloji PID'nin tartışmasız en sık iki nedeni, N. gonore ve C. trachomatis'dir. Ama bunların dışındaki servikovaginal floradaki aeorob ve anaerob bakteriler de PID yapabilmektedir. 220 PID'de Mikroorganizmalar A) Seksüel Geçişli Olanlar - N. Gonore - C. Trachomatis - Mycoplazma B) Non Seksüel Hastalıklar 1) AEROB OLANLAR - Nonhemolitik streptekoklar - E. Coli - Hemophilus influenza 2) ANAEROB OLANLAR - Peptococi - Bakteroidesler - Aktinomiçez Predispozan nedenler ve korunma • Seksüel aktif kadınlarda, seksüel partner sayısı arttıkça PID oluşması ihtimali artar. N. gonore ve C. trachomatis normal servikovajinal floradaki bakterilerden ve genital mycoplazmalardan daha virilandırlar. Üstelik bunlar spremlere bağlanarak endometrial kavi-teye ve tubalara taşınabilmektedirler. Bu nedenler dolayısı ile N. gonore ve Chlamidya enfeksiyonları bu kadınlarda daha sık görülmektedir. • RİA kullanan kadınlarda PID gelişmesi olasılığı 2-4 misli artmıştır. RİA'ların vajen içerisindeki iple-, ri vasıtası ile vajinal veya servikal enfeksiyon amilleri üst genital yollara taşınabilmektedir. RİA kullanımı ile gonokok dışı PID gelişmesi ve örneğin akti-nomiçes enfeksiyonları artmaktadır. • Daha önce PID geçirmiş olan kadınlar, geçirmemiş olanlara göre, iki kat daha fazla PID geçirme riskine sahiptirler. Bu, kronik latent bakterial enfeksiyonların tekrar aktif hale geçmesi ile açıklanmaktadır. • Servisiti olan kadınlarda, PID gelişmesi ihtimali artmıştır. En çok servisit yapan iki infeksiyon N. gono-re ve C. trachomatis'tir. Menstürasyon kanaması olan günlerde, etyolojik ajan ne olursa olsun, serviksin aşılması en kolay olmaktadır ve genelde akut PID'nin ortaya çıkışı menstürasyonun 7. gününde olmaktadır. Siklusun foliküler fazında ise bu geçiş en zor gerçekleşmektedir. Çünkü servikal mukusun bakteriyostatik etkisi en fazla bu dönemde yükselmektedir. KOK kullanımı PID oluşumunu 3-4 misli azaltmaktadır. Çünkü KOK'lar bir yandan servikal mukusu koyulaştıra-rak sperm penentrasyonunu engellerken, bir yandan da endometriumdaki kan miktarını azaltarak mikroorganizma için uygun kültür ortamını bozmak-tadır. Ayrıca endometriumu sığlaştırması nedeni ile de, mikroorganizmaların endometrial hücrelere bağlanmasını zorlaştırmaktadır. Klinik bulgular • Abdominal ağrı (İlk ve en sık görülen bulgudur) • Servikal akıntı • İntermenstrüel kanama ve/veya hipermenore • Ateş • Lökositoz • Sedimantasyonda artış • CRP'de artış • Nadiren USG'de tubal absenin görüntülenmesi • Bulantı - kusma • Perihepatit: Fritz - Hugh - Curtis sendromu 221 Özellikle alt abdomende yoğunlaşan ağrı, en sık ve ilk görülen bulguyu oluşturur. Bu ağrıya, pelvik muayenede, servikal hareketlerin ağrılı oluşu ve adneksial hassasiyet de eklenir. Çoğu olguda serviksten mukoprü-lan bir akıntının geldiği gözlenir. Eğer, endometrit gelişmişse, lekelenme tarzında ara kanamalar ve/veya hipermenore % 40 olasılıkla tabloya eklenir. Yine hastaların % 40'ında 38° 'yi geçen ateş ve lökositoz vardır. Eritosit sedimantasyon hızı ve CRP miktarı yüksek bulunabilir. Nadir vakalarda özellikle vajinal USG'de tubal abse formasyonları da görüntülenebilir. Bulantı ve kusma daha sonraki safhalarda ortaya çıkar. Periton tahrişine sekonder olabileceği görüşü vardır. Salpenjit geçiren kadınların % 5 - 10'unda, abdominal ağrı ile eş zamanlı veya kısa bir süre sonra, sağ üst kadranda da ağrı olduğu gözlenir. Bu ağrı, karaciğer kapsülünün enfekte olduğunu yani bir perihepatit oluşumunun geliştiğini gösterir. Fritz - Hugh - Curtis sendromu diye de adlandırılan bu durumun Gonore ve Chlamidya enfeksiyonlarına sekonder geliştiği görüşü yaygındır. Perihepatit gelişimine, hepatomegali veya karaciğer fonksiyon testlerinde artış eşlik etmez ama nadiren geçici bir "friction rub" duyulur. Bugün için, bakterilerin karaciğer kapsülüne lenfatik veya hematojen yol ile geldiği kabul edilmektedir. Eski görüş olan bakterilerin intraabdominal yayılım ile karaciğere ulaşması ise artık kabul görmemektedir. Tanı metodları • • • • • • • Anamnez Fizik muayene Laboratuvar bulgular Kuldosentez Cinsel partnerin muayenesi Ultrasonografi: tubal abse Kültür Anamnez: Hastalarda ilk görülen bulgu abdominal ağrıdır ve bu ağrı intermitant özellik göstermez. Üstelik 15 günden uzun da sürmez. Menstürasyondan hemen sonra ve en sıkta 7. mens gününde ağrının başlaması karakteristiktir. Diğer klinik bulguların tanıda değeri sınırlıdır. Fizik Muayene: Hastaların sadece % 10'unda, tek taraflı adneksial hassasiyet vardır. % 90 vaka bilateral-dir. Yaygın inanışa göre abdominal ağrı ve hassasiyet arttıkça tubal hasar da artar. Buna karşın artmış ateş, lökositoz veya artmış sedimentasyon varlığı tubal hasar ile korelasyon göstermez. Laboratuvar bulguları: Bunlar tanıya pek fazla yardımcı değillerdir. Çünkü yanlış negatif sonuçlar sık görülür. CRP pozitifliği en kıymetli tetkik olarak kabul edilir. Servikal sekresyonların gram boyaması ile incelenmesi servisit ve gonokok PID'si için çok değerli testlerden birisidir. Sekiz ve üzerinde polimorf nüveli lökositlerin görülmesi servisit tanısı koydurur. Gram boyası, gram negatif diplokokları, N. gonoresi olan kadınların 2/3'ünü gösterir. Kuldosentez, eğer pelvik bölgede sıvı yoksa ya da sıvıda beyaz küre yoksa pek faydalı değildir. Daha ziyade bir ektopik gebeliği, bir kist rüptürünü veya bir apen-disiti ekarte etmek amacı ile yapılır. Pıhtılaşmayan kan ektopik gebeliği, serohemorojik sıvı kist rüptürünü ve eksüda ise apendisiti düşündürtür. Yoksa kuldosentez materyalinden kültür yapmak çok faydalı değildir. Ancak yine de, anaerobik kültür ve gonore için Thayer-Martin besiyerine ekim yapılmalıdır. Chlamidya'yı üretmek pek olası değildir. Kültür yapılacaksa, en faydalı olanı, serviksten kültür yapmaktır. Çünkü serviksten yapılan kültürde hem N. gonone hem Chlamidya üretmek mümkündür. Ancak son zamanlarda geliştirilmiş olan spesifik direkt fluoresan ile işaretli monoklonal antiklamidyal SLİDE testi, kültür kadar değerlidir. 222 Cinsel partnerin üretral akıntısından örnek alınarak incelenmesi, gram boyanması veya kültür yapılması N. gonone ve Chlamidya araştırmaları açısından önemlidir. Gram boyama negatif çıkmış ama üretal örnekte çok sayıda lökosit varsa Chlamidyal PID akla gelmelidir. Ultrasonografi: Tubalar USG ile görüntülenemez. Ama eğer bunlarda abse oluşursa, abse görüntülenebilir ve % 80 doğrulukla abseler tanınabilir. Tedavi Tedavinin esasını AB kullanımı, abse mevcudiyetinde ise cerrahi müdahaleler oluşturur. Hastaların bir kısmı hospitalize edilirken, bir kısmı ayaktan tedavi edilebilinir. Hospilatizasyon kriterleri şunlardır: 1) İleri derecede peritoniti olan hastalar 2) Pelvik abse varlığı 3) AB tedavisine cevap vermeyen poliklinik hastalar 4) Salpenjit tanısı kesin konulmayan hastalar İdeal AB tedavisi şüphesiz tubalardan izole edilen organizmalara yönelik olmalıdır ama bu kolay değildir. Çünkü tubalardan kültür almak kolay bir iş değildir. Bu nedenle çoğu kez, özellikle Gonone ve Chlamidyalara karşı etkili olan AB'ler ile tedaviye başlanır. Farklı AB kürleri vardır. Ama bunlar arasında, tüm dünyada en yaygın olarak uygulanan birkaç öncelikli rejim ön plandadır. En sık uygulanan AB rejimi doksisik-lin ve sefoksitinin birlikte uygulandığı rejimdir. Çünkü bu rejim, penisilinaz üreten Gonore suşları da dahil olmak üzere, klamidyalara, aerobik birçok bakteriye ve anaerobik bakterilerin % 90'ına etkilidir. İkinci sıklıkla uygulanan rejim, özellikle pelvik abse oluşumlarını engelleyen rejimdir. Klindamisin ve bir aminoglikozidin birlikte kullanılması ile oluşur. Bu rejimde klamidyai etkinlik için, klindamisinin yüksek dozda kullanımı gereklidir. Üçüncü sıklıkla kullanılan rejim, özellikle anaeorobik pelvik abse formasyonlarında endikedir. Metronidazol ve doksisiklini kapsayan bu rejim, streptekoklara ve enterobakterilere karşı etkili değildir. Anaerobik bakterilerden B. Fragilis en fazla pelvik abse yapabilen mikroorganizmadır. Bu saptandığı takdirde, AB uygulamasına iyi cevap verir. Çoğu zaman cerrahi müdahaleye gerek kalmaz. Ama yine de 6 cm. çapı geçmiş ya da pelvise boşalmış ab-selerde hiç beklenmeden laparatomi yapılarak abse drenajına geçilmelidir. Bu acil müdahale septik şok oluşumunu engellemek için yapılmalıdır. Büyük ama bozulmamış abselerde son yıllarda batın açılmadan ultrason eşliğinde perkutan katater uygulanarak abse drenajı yapılabilmektedir. AB uygulanışı PID sekellerinin oluşumunu engellemez. Çünkü kalıcı tubal hasarların birçoğu AB uygulamasından önce gerçekleşir. AB tedavisinin başarısı hakkında ise daha sonra rastlanılan fertilite oranları klinik cevaptan daha değerli bir parametredir. KRONİK PELVİK AĞRI Kronik pelvik ağrı (KPA), kadınlarda 6 aydan daha üzün süreli, siklus ile ilişkili olmayan ve non-nar-kotik analjeziklere yanıt vermeyen ağrılardır. Etyolojik neden jinekolojik, non-jinekolojik veya psikolojik olabilir. Jinekoloji polikliniklerine başvuran hastaların % 10'u KPA'dır. 223 Kronik pelvik ağrı etyolojisi 1) Jinekolojik patolojiler A - SİKLİK OLANLAR - Mittelschmerz - Dismenore (primer - sekonder) B - ASİKLİK OLANLAR - Endometriozis (en sık) - Pelvik adhezyonlar - Ovarian tümörler - Pelvik vasküler konjesyon (Taylor sendromu) Diğer jinekolojik patolojiler C - Disparenü (ağrılı ilişki) 2) Non jinekolojik olanlar - Abdominal ve miyofasyal ağrılar (en sık) - GİS patolojileri - Ürolojik patolojiler - Enfeksiyon patolojileri - Diğer non-jinekolojik patolojiler 3) Psikolojik patolojiler Jinekolojik patolojiler Mittelschmerz: Siklus ortasında hissedilen, kısa süren ve tek taraflı olan ağrılardır. Ovulasyon ağrısı olarak da adlandırılır. Graf folikülü içeriğinin, ovulasyon esnasında, pelvise boşalıp, pelvik peritonu irrite etmesi ile ortaya çıkar. En iyi tedavi şekli KOK vererek ovulasyonu inhibe etmektir. Dismenore: Ağrılı adet görme demektir. Başlıca iki tipi vardır. a) Primer dismenore: 14-22 yaş grubundaki genç kadınların yaklaşık % 50'sinde görülür. Primer dismenoredeki ağrının üç büyük özelliği vardır. 1- Sadece ovülasyonlu sikluslarda görülür 2- Ağrı menstürasyondan birkaç saat önce veya menstrüasyon ile birlikte başlar. En fazla 48-72 saat sürer. 3- Ağrı kramp tarzında ve intermitanttır. Özellikle suprapubik bölgede yoğunlaşır. Etyolojik nedenleri arasında, en çok kabul göreni, menstürasyon esnasında aşırı dozda PGF2a yapılması veya PGF2a'ya karşı bu genç kadınların aşırı hassas olmalarıdır. Doğum yapan kadınların büyük kısmında düzelme göstermesi, ikinci etyolojik nedenin servikal stenoz olabileceğini akla getirir. Retroversio uterisi olanlarda daha sık görülmesi ise, uterusun pozisyonu ile ilgili olabileceğini düşündürtür. Tedavisinde prostaglandin sentetaz inhibitörlerinin en az 48 saat kullanılması ya da ovulasyonun KOK'lar ile baskılanması ile iyi neticeler alınır. 4-6 aylık bir tedavi süresi genellikle yeterlidir. Eğer bu sürede yine de düzelme sağlanmaz ise, organik bir neden ve örneğin endometriozis akla gelmelidir, b) Sekonder dismenore: Nedeni mutlaka organiktir ve en sık endometriozis ile ilgilidir. Ayrıca miyom, servikal polip, RİA varlığı, PID, uterin malformasyonlar, adenomiyozis, ovarial kitleler ve Asherman sendromu da sekonder dismenore yapabilir. Disparenü: Ağrılı cinsel ilişki demektir. Başlıca üç tipi var demektir. 1- İntroital: Ağrı vajen girişindedir. Bunun en sık rastlanılan nedeni vajinismustur. Ayrıca intakt veya rijit himen, klitoral problemler, vajinal atrofi, vulvar distrofi, operatif skarlar ve Bartholin veya Skene bezlerinin enfeksiyonu da nedenler arasındadır. 2- Midvaginal: Üretrit, trigonit, sistit gibi ürolojik nedenler en sık görülenleridir. Operatif skarlar ve kısa vajen varlığıda bu tip disparenüye neden olurlar. 224 3- Derin: En sık nedeni Douglas'ta yapışıklık yapan endometriozis odaklarının varlığıdır. Ayrıca retro-versiyo uteri, PID, ovarial patolojiler, GİS patolojileri, ortopedik patolojiler ve anormal penis boyu da akla gelmelidir. Asiklik jinekolojik patolojiler Her zaman en sık neden endometriozistir. Menarştan menopoza kadar olan dönemde, tüm pelvik ağrılar arasında, mutlaka akla gelmelidir. Ancak en sık görüldüğü yaş dilimi 25 - 35 yaş arasıdır ve en sık çocuk doğurmamış kadınlarda görülür. Pelvik adhezyonlar yapan geçirilmiş PID'nin bu tip ağrılar yapabileceği iddia edilse de, bu iddia kesinlik kazanmamıştır. Bu grupta birkaç özel durum daha vardır ki oldukça nadir görülürler. Bunları şöyle özetleyebiliriz: Reziduel över sendromu: Daha önce histerektomi geçirmiş olgularda, oluşan ve postoperatif adhezyon-lar arasında sıkışan bir överde gelişen kist formasyonu sonucu ortaya çıkan pelvik ağrı tipidir. Raund ligament sendromu: Özellikle gebeliğin son üç ayı içerisinde oluşur. Round ligamentin aşırı gerilmesi ile ilgilidir. Genellikle sağda olmak üzere tek taraflıdır. Ağrısı keskin tarzdadır ve vulvaya kadar vurabilir. Tedavide pozisyon değişikliği, ısı uygulaması, masaj yararlıdır. Nadiren inguinal bölgeye 3-5 cc'lik lokal anestezi enjeksiyonunu gerektirebilir. Allan Masters sendromu: Zor doğumlara bağlı olarak Lig. latumun arka yaprağının veya Lig. Cardina-le'nin zedelenmesi sonucu oluştuğu iddia edilen bir sendromdur. Ama bu iddia hiç ispat edilememiş olup, artık böyle bir sendrom kabul edilmemektedir. Taylor sendromu: Pelvik damarlarda konjesyona bağlı gelişen, isterik tipli kadınlarda görülen ve genelde retroversio uteri ile birlikte bulunan bir sendromdur. Edinsel servikal stenoz: Kriyo veya kotere sekonder gelişen servikal stenozdur. Tedavisinde Hegar bujileri ile dilatasyon yeterlidir. nonjinekolojik KPA 1- Abdominal ve miyofasial ağrılar: Nonjinekolojik KPA'lar arasında en sık görülenidir. Tüm KPA'la-rın yaklaşık % 15'ini oluştururlar. Abdominal ve miyofasial ağrıların esasını "triggers po-intlerin" varlığı ve özellikleri oluşturur. Triggers pointler, abdominal duvarın yağ ve fasia dokularında yaygın olarak bulunan hassas noktalardır. Bunlar abdominal duvar, kostovertebral açı ve dorsal vertebral bölgelerinde en yoğun olarak bulunurlar. Bunlar arasında en hassası abdominal duvardır. Triggers pointler, ister iç organlardan kalkan viseral ağrılar olsun, ister abdominal duvardan kaynaklanan somatik ağrılar olsun, bunları diğer dermatomlardaki hassas noktalara yansıtabilme özelliklerine sahiptirler. Üstelik bu tetik çeken noktaların viseral organlardaki fizyolojik değişiklikleri de algılama ve yansıtma özellikleri vardır. Örneğin KPA'lı bir kadında varolan ağrı, ko-it, dolu mesane ve mensturasyon gibi fizyolojik durumlarda şiddetlenir. İşte bu abdominal duvardaki veya miyofasial dokudaki trigger pointleri irrite eden durumlar bazen pelvik bölgeye de yansıyabilirler. Örneğin gergin bir kas bandı, disfonksiyonel fibrozis, geçirilmiş bir insizyonun skar dokusu veya kasa ait bir başka patoloji pelvik ağrı olarak algılanır. Abdominal muayene esnasında, uyarılmış bu tetik çeken noktaya bası yapılırsa, ağrı ile birlikte, otonomik fenomen adı verilen bir durum da oluşur. Göz yaşarması, kulak çınlaması, burun akıntısı gibi semptomlar da ortaya çıkar. Miyofasial ağrının tedavisinde bu hassas noktalara lokal anestezi uygulanması, transkütanöz elektrikli sinir stimülasyonu (TENS) gibi yöntemler kullanılır. Abdominal ve miyofasial ağrıları olan kişilerin yaklaşık yarısında, anksiyete, depresyon, hipokondriazis gibi ilave psikolojik bozukluklar da bulunur. 2- GİS Patolojileri: Tüm KPA'ların yaklaşık % 10'unu oluşturur. En sık görüleni ise irritabl kolon sendromudur. Aralıklı diyare ve konstipasyon öyküsü veya ağrılı distansiyon dönemleri ve fışkırır tarzda diyare varlığı bu sendromu akla getirir. Bu kişilerde depresyon ve histerik ve hipokondriak nevrozlar sıklıkla birlikte bulunurlar. Peptik ülser ve proktalgia fugax, KPA ile ilgili olabilen diğer GİS patolojileridir. 3- Ürolojik hastalıklar: En sık rastlanılan ürolojik patoloji "üretral sendromdur". Dizüri, pollaküri, negatif idrar kültürü, pelvik muayenede üretra palpasyonu-nun ağrılı olması ile tanınabilir. Üretral dilatasyon ve AB tedavileri başarılı olur. 225 Ayrıca interstisial sistit, üreter taşları ve destrüsser kası disfonksiyonları da KPA yapabilir. 4- Enfeksiyöz hastalıklar: En sık nedenler Klamidyal servikal enfeksiyonlar ve RİA'ya bağlı endometritlerdir. 5- KPA'ya neden olan nadir durumlar: Retroperito-neal fibrozis, SLE ve akut intermitant porfiri gibi nedenler bu gruba dahil edilir. 6- Psikosomatik KPA'nın en sık rastlanılan nedeni depresyondur. KPA'da tedavi Tedavi etyolojik nedene göre yapılır. Ancak etyolojinin net bir şekilde saptanması için multidisipliner araştırmalar gereklidir. KPA sadece jinekologu ilgilendirmez. Ancak organik bir nedenin varlığının araştırılması gerektiğinde, laparoskopi mutlaka yapılmalıdır. TAH yapılması artık terk edilmiş bir yöntemdir. Çünkü belli birkaç durum dışında KPA'yı geçirmediği artık bilinmektedir. KISA.. KISA.. 1) Endometriozisin gerçek prevalansı nedir ? Klasik olarak % 1-3 olarak kabul edilmekle birlikte, laparoskopi tekniğinin gelişmesi neticesinde, bu sayının daha yüksek olduğu gözlenmiştir. İnfertil kadınlarda bu oran % 15-25'dir. Lapoaroskopi ile tüpü bağlanan kadınlarda ise % 23-40 oranında, pelvik laparotomilerde ise % 50 oranında endometriozise rastlanılır. 2) Erkeklerde endometrium dokusu olmadığı halde, prostatektomi ve orşitektomi ameliyatlarından sonra veya uzun süren östrojen tedavilerinden sonra endometriozise rastlanılır. Bu çölemik metaplazi teorisi ile açıklanabilir. Çünkü erkekte ve kadında, genital kanalı döşiyen mukozalar, çölemik epitelin modifikasyonu ile gelişir. Överlerde germinal epitel için de aynı şey geçerlidir. Primer amenoreli genç kızlarda ve dermoid kistler içerisinde de bu bağlamda endometriozis gelişebilir. Ancak püberte öncesi görülmez. 3) CA-125 endometriumda dahil, tüm çölemik epitel derivelerinin hücre yüzeyinde bulunan bir antijendir. Kadın Doğum'da a) Epitelyal över tm'lerinde b) Endometriozis'te yükselir. Endometriozisli hastalarda özellikle mensturasyon esnasında, endometrial yıkımın artışına bağlı olarak, 2-3 misli yükselir. Bu nedenle endometriozis'te bir tarama testi olarak değil, tedaviye verilen cevabı değerlendirmekte kullanılır. 4) LUF Sendromu olan kadınların %79'unda endometriozis belirlenmiştir. Bu hastalarda ovulasyon esnasında peritoneal kaviteye çok az östrojen ve progesteron sızmakta ve bu da mensturasyon esnasında retrograd yol ile gelen kanın içindeki endometrial dokunun implantasyonunu kolaylaştırmaktadır. Ama yine de, bugünkü bilgimize göre LUF endometriozise değil, endometriozis LUF'a neden olmaktadır. 5) Endometrial odakta hem stroma hem de glandlar mevcuttur. Ama buna rağmen hormonal tedavi ile tam düzelme sağlananamakta-dır. Bunun nedeni progesterona cevabın zayıf olmasıdır. 6) Endometrial kistlerde nadir olmakla birlikte habis değişim olabilmektedir. Bu şekilde en çok akantoma rastlanılır. Bu da düşük habis potansiyele sahiptir. Endometroid tümörler endometriozis orjinli değildir ama birlikte bulunabilirler (% 15-20) 7) Endometriozis'te infertilite nedenleri nelerdir? I. Mekanik faktörler: Adhezyon ve skarlar, hem tubal anatomiyi, hem tubal motiliteyi bozar. Böylece ovum transportu gerçekleşemez. II. Periton sıvısındaki değişiklikler ve lokal immun cevap a) Özellikle luteal fazda, periton sıvısında PGF2a ve PGE2 konsantrasyonunda artma, tromboksan B (T x B) ve 6 - keto-PG-F Trombokson A ve prostasaklin miktarlarında artış veya değişme olmaktadır. Bunlarda tubal motiliteyi değiştirir ve LUF'a neden olabilir. b) Periton sıvısında makrofajlar hem sayıca artar, hem daha aktiftirler. Bunlar spermleri fagosite eder. Böylece hem infertiliteye neden olurlar, hem de embriyo gelişmesini bozarak aborta neden olurlar. İmmün sistem cevabında değişiklik: • IgG, IgM ve IgA miktarında pek artış olmamakla birlikte, C3 ve C4 komplementlerinde artış olmaktadır. Ayrıca IgC çok artmış olarak, periton sıvısında bulunur. Ayrıca "kardiyolipin antikorları"nda endometriozis'te artmış olarak bulunur. Bu da endometriozisin, lupus gibi bir otoimmun hastalık olabileceğini düşündürür. • Çoğu araştırmacı, endometriozis'te korpus luteum yetersizliğindeki artışa işaret etmektedirler. Bazıları, endometriozis'te artmış PRL ve galaktore'ye dikkat çekerken, bazıları da, luteal fazın ortalarında, korpus luteum'da, progesteron reseptörlerinde ani ve hızlı artış olduğunu iddia ederler. Böylece relatif düşük bir progesteron düzeyi ortaya çıkar. Korpus luteum yetersizliği ya infertilite ya da daha sık olarak abort nedenidir. • Endometriozis'te TRH'a karşı artmış bir PRL ce-vabı vardır. Bu da hiperprolaktinemi yaparak veya yapmayarak, korpus luteum yetersizliğine neden olabilmektedir. 8) Endometriozisin belirgin bir klinik bulgusu yoktur. Tanısı laparoskopi ile konur. Ama yine de şu üç belirti Endometriozisi düşündürür. • Dismenore • Disparoni • İnfertilite En sık görüleni premenstrüel dismenore dir. Sacrouterin ligamentler veya vaginal septum tutulduğu zaman disparoni ortaya çıkar. 9) Danazol tedavisinde, tedavinin etkisini ölçmenin en iyi yolu serum E2 seviyesinin tespiti ile olur. Ağır olgularda 20 pg / mL ve hafif olgularda da 40 pg / mL altına düşülmesi tedaviyi başarılı kılar. 10) Danazol, androjen, progesteron ve kortizol reseptörlerine bağlanarak hem agonist hem antagonist etki yapar. Ama östrojen reseptörlerine bağlanamaz. 226 Hipoostrojenizim yani psödomenopoz yapmasının nedeni, överde aromatizasyon aşamasına kadar olan steriodegenez inhibe etmesi ve FSH ile LH seviyesini direkt etki ile baskılamasıdır aromatizasyonu engellemez. Ayrıca SHBG globülin ile Kortikosteroid Bağlayıcı globüline bağlanır. SHBG'nin yapımını azaltır. Testosteron kanda serbest kısmı ile artar ve hirsutismusa neden olur. Oysa GnRH analogları da hipoostrojenizim yapmakla birlikte androjen seviyesini de düşürürler. Yani hirsutismus yapmak bir tarafa varsa engellerler. 11) GN-RH analoglarının en korkulan yan etkisi, özellikle vertebral kemiklerde, dansite azalması ile giden kemik kaybıdır. Ama ilaç kesil dikten 3 ay sonra bu kayıp düzelir. 12) Normal fertilizasyondan sonra 5-25 günlerde serum β HCG düzeyi 48 saatte bir katlanarak yükselir. 13) Tubada dış gebeliğin yerleşmesi ile ilgili olarak 3 değişik neden vardır. Ve bunlar ile ilgili olarak da farklı klinik tablo ve hormonal pro fil oluştuğu ileri sürülmektedir. 1. Zigot ve Corpus luteum normal - tuba kusurludur → Progesteron ve HCG seviyesi normal erken gebelik gibidir. 12. haftaya kadar gebelik devam edebilir. 2. Tuba ve corpus luteum normal - zigot kusurludur (anembriyojenik gebelik: Blighted Ovum) → HCG ve progesteron seviyeleri en baştan itibaren düşüktür. Gebelik erken bozulur. 3. Zigot - Tuba normal- Cor. Luteum kusurludur → β HCG normal ama progesteron düzeyi düşüktür. 14) E.G'te, probe küretaj ile alınan endometrial örneklemelerde neler görebiliriz? • Chorian Villus kesinlikle görülmez. • Çok erken fazda küretaj yapılmışsa (18. Fertilizasyon gününden önce) aynen erken gebelikteki hipersekreyon ve stromal desidu-alizas-yon görülebilinir. % 12-60 • 18. Günden sonra Arias-Stella fenomeni görülebilinir. % 10-20 • Daha geç devrede proliferatif endometrium görülür. % 10-30 • Geri kalanlarda mikst glandüler yapılar gözlenebilir, (irregüler shedding) 15) Ektopik gebelik maternal mortalite riski yönünden, doğum ve legal abortusa göre daha risklidir. Bir dış gebelik 1. trimestir düşüğün den 50 kez, spontan miad doğumundan ise 10 kez fazla mortalite riskine sahiptir. Ayrıca, dış gebeliğin yeri de mortalite yönünden önemlidir. İnterstiel ve diğer nontubal gebelikler, sadece % 5-10 oranında görülürken, maternal ölümlerin % 20 oluştururlar. Dış gebelikte ölüm nedeni 3 tanedir 1. Kanama 2. Enfeksiyon 3. Anestezi 16) Abdominal gebelikte, fetuslar genetik olarak normal olmalarına karşı oligohidramnios ve basıya bağlı olarak bazı malformasyonlar gösterir. Bunlar fasial ve ekstremite defektleri, torkikolis ve pulmoner hipoplazidir. 17) Parsiyel mol iki paternal bir maternal kromozom komplemanı ile oluşur ve triploidi ile birlikte bulunur. Nadiren 16 trizomi de tespit edilmiştir. Çoğu 8 hafta içinde düşük ile sonlanır. Yaşayanlarda kardiak kranial, ekstremite ve ürogenital malformasyonlar izlenebilir. Bazende hem fötus hem plasenta normal olabilir. Habaset potansiyeli vardır ama komplet molden daha azdır. 18) GTH'a bağlı koriokarsinomada fetus olmadığı için a-fetoprotein sentezlenemez ve düşük seviyededir. Buna karşın germ hücreli bir ha baset olan primer koriokarsinomada, a-fetoprotein yüksek olarak bulunur. Ayrıca parsiyel mol'de, fetus olduğu için a fetoprotein yüksek olarak bulunabilir. ' 19) Mol Hastalıklarında, akciğer metastazı varsa, toraks grafisinde 3 farklı görünüm tespit edilebilir. Bunlar; 1. 1 cm çapından 15 cm çapına kadar uzayabilen, tek veya mültipl olabilen, yuvarlak opasite 2. Milier Tbc'yi andıran kar fırtınası görünümü 3. Unilateral veya mültisegmenter kayıp 20) Beyin metastazı varsa ama BT ile saptanamamışsa veya şüpheleniliyorsa, BOS/serum HCG oranına bakılır. Normalde bu oran 1/60 dan yüksektir. Eğer bu orandan daha düşük değerler bulunmuşsa MSS metastazı vardır demektir. 21) 40 yaşın üzerinde ve 15 yaşın altında kadınlarda mol hastalıkları görülme ihtimali artar. Bu artış 40 yaş üzerindekiler için 5-6 misli ola rak belirtilmiştir. Buna karşın parsiyel molün böyle yaş ile ilişkisi yoktur. Baba yaşı arttıkça hem mol hastalığı hem Trizomi görülmesi riskide artar. Yani zannedildiği gibi erkek fertilitesi ölümsüz veya kusursuz değildir. 22) İmplantasyon bölgesinde morfolojik olarak farklı iki trofoblastik hücre görülür. 1- Villöz Trofoblastlar: Koryonik villusları kapsar. 2- Ekstravillöz trofoblast: İntravillöz boşluklarda kolonlar yapacak şekilde bulunur. Komplet moller villöz trofoblastlardan PST (plasental site Tm) ise bu ekstravillöz trofoblastlardan gelişir. HPL salgısı bunlarda ön planda gelir. Nadiren kötü prognozlu olabilir. Hemen her zaman diploid yapıdadırlar ve doğumdan, aborttan ve bir mol hastalığından aylar ve yıllar sonra da ortaya çıkabilirler. 227 PELVİS DOĞUM Miadındaki (37-42. hafta) gebede muayyen olgunluk devresine girmiş (2500-4000 gr) canlı fetusun, doğal kuvvetlerin etkisi ile, baş geliş, oksiput anterior pozisyonda, vajinal kanaldan çıkmasına normal doğum denir. Normal doğum mekanizması %95-96 gebede fizyolojik sınırlarda seyreder. Fetus tektir, anne ve fetus hayatı tehlikede değildir. En fazla 500cc kan kaybedilir ve doğum standart sürede sonlanır. Doğum yolu 1- Kemik pelvis 2- Yumuşak doğum yolundan oluşmuştur. Kemik pelvis: Sakrum, koksiks ve iki os coxae'dan oluşur. Her bir 'os coxae' ise pubis iskium ve ileum parçalarından oluşur. Büyük pelvis: Linea terminalisin üst kısmında kalan, posteriorda lumbal vertebralar, lateralde ise fossa iliacalar ile çevrelenmiş pelvis bölümüdür. Doğum açısından hiçbir önemi yoktur; "false pelvis" de denir. Küçük Pelvis (true pelvis) Doğum açısından önemlidir. 3 kısımdan oluşmuştur. 1. Pelvis girimi Enlemesine ovaldir. 4 tane diametresi (çapı) vardır. En önemli çapı conjugata veya anatomika diye adlandırılan ön-arka çapıdır. Bu çap 9 cm'den küçükse dar pelvis tanımı konulur. • Conjugata vera anatomica (ön-arka çap) Promontorium ile symphisis pubisin üst kenarı arasındadır; 11 cm'dir. Bu çap vajinal tuşe ile ölçülemez. Ama promontorium ile symphisis pubisin alt kenarı tuşe ile ölçülebilir. Buna, conj. vera diagonalis denir ve 12.5 cm'dir. Bundan 1.5 cm çıkarılarak conj. vera anatomica hesaplanabilir. Conj. vera obstetrica, promontorium ile simfizis pubisin en çıkıntılı noktası arasındaki mesafedir. 10.6-11 cm kadardır. • Transvers çap Linea innominenta'lar üzerindeki en uzak iki nokta arasındaki mesafedir (Veya her iki linea iliopectina-ta arasındaki mesafedir) 13 cm'dir. • Oblik (çapraz) çaplar 2 tanedir. Bir taraf sakroiliak eklemle, karşı taraf eminentia iliopectinata arasındaki mesafedir. 12-12.5 cm'dir. 2. Pelvis boşluğu (midpelvis) Girim ile çıkım arasında kalan dairesel kesitli boşluktur. Arkada sakrumun ön yüzü, önde symphisis pubisin alt yüzü ve yanlarda os ischi'ler ile çevrelenmiştir. Burada bulunan interspina! çap, 10-10.5 cm'dir ve bütün pelvisin en dar yeridir. Geri kalan bölümlerde bu çap 11 cm. dir. 228 3. Pelvis çıkımı Önden arkaya ovaldir. Enlemesine çapı (tuber ischialar arası) 11 cm'dir. Ön-arka çap ise koksiks ve symphisis alt kenarı arasındadır ve 9 cm'dir. Ancak doğumda başın baskısı ile genişler ve 11 cm'e çıkar. Pelvis girimi, ortası ve çıkımındaki ön-arka çapların orta noktalarından bir çizgi geçirilirse, açıklığı öne bakan bir parabol elde edilir. Buna CARUS eğrisi denir. Bu eğrinin öne döndüğü yer symphisis alt düzleminin altına isabet eder. Buna da "doğum dirseği" denir. Yumuşak doğum yolu Bir kısım kemik pelvis içinde kalır. Bir kısmı ise doğum yolunu dıştan kuşatır. İç doğum yolu Alt segment, serviks, vajen ve vulvadan oluşmuştur. İsthmus 3. ayda silinerek korpus uteri'ye dahil olur. Dış doğum yolu Pelvis tabanını oluşturur. - Levator aniler, - Diaphragma urogenitale - Perine kaslarından oluşmuştur. Ama en önemli kısmı, m. levator anilerin 3 parçası arasında kalan hiatus genitalis'tir. Oluk şeklindedir. Doğum objesinin önde gelen kısmını pelvis çıkımına yöneltir. Şekil 6-1. Pelvis girimine göre pelvis çeşitleri 229 1. Gynekoid pelvis: En sık görüleni ve doğuma en uygun olanıdır. - Girimi yuvarlak-ovaldir. Enine çap, Ön-arka çaptan biraz büyüktür. - İnterspinal mesafe 10 cm'den biraz daha fazladır ve spinal dikenler siliktir. - Yan duvarlar düz, pubis kemeri geniş ve sakrum eğiktir. 2. Android pelvis: - Girimi kalp biçimindedir. (Fetusun başı ise yuvarlak-ovaldir. Bu üçgen, girime kolay kolay uyum sağlayamaz.) - Yan duvarlar birbirine yakındır. - Pubis kemeri (arcus pubis) dardır. Midpelvis dardır. Spinleri belirgindir. Bu yüzder midpelvis daha da daralmıştır. 3. Andropoid pelvis - Girimin ön-arka çapı, enlemesine çaptan daha büyüktür. - Pubis kemeri dar olup spinler belirgindir. - Oxiput - posteriör gelişin en sık rastlanılıp nedenidir. 4. Platipelloid pelvis: En az görülenidir. - Enlemesine çapı geniştir. Ama bütün düzlemler deki ön-arka çaplar daralmıştır. - Doğuma en uygun olmayan olan tip budur. - Raşitizmde sık görülür. - Derinde transvers duruşun nedenidir. Hodge düzlemleri: Hayali düzlemlerdir. Pelvis içindeki bir nesnenin tam yerini tanımlamaya yarar. Daha çok orta-pelvisi ilgilendirir. 1. Düzlem: Promontorium ile pubis üst kenarından geçer. Pelvis girimine uygundur. 2. Düzlem: Sinfiz alt kenarından geçer. 3. Düzlem: Spina ischiadikalardan geçer. 4. Düzlem: Koksiks ucundan 3. düzleme paralel olarak çizilir. Pelvis dış ölçüleri: Artık hiç önemi kalmamıştır. Pelvi-metri isimli bir aletle ölçülür. 1) Distancia Spinarum: Spina iliaca anterior su-periorler arasındadır ve 24 cm'dir. 2) Distancia Cristarum: Crista iliacalar arasındadır ve 28 cm'dir. 3) Distancia Trochanterica: Trochanter majörler arasındadır ve 32 cm'dir. Üçü de pelvisin enlemesine çaplarını dıştan ölçer. 4) Conjugata Extema (Boudolocgue): L5'in proces-sus spinosus'u ile symphisis pubis üst kenarı arasındadır. 20-21 cm'dir. Conjugata vera ana-tomica'nın darlığını değerlendirmeye yarar. Doğum objesi En önemlisi baştır. Çünkü doğum kanalına en büyük direnci baş gösterir. Baş doğduktan sonra, birkaç istisna dışında, omuz, gövde ve bacaklar kolaylıkla doğar. Çocuk başı 1) Kafa (sinsiput-verteks-oksiput) 2) Yüzden oluşmuştur. 230 Kafa da frontal, parietal, temporal ve oksipital kemiklerden oluşmuştur. Bu kemiklerin birleşim yerlerin de suturalar vardır. Sutura sagittalis: Sağ ve sol iki parietal arasındadır. Doğum açısından en önemli sutura budur. Sutura frontalis: Frontal iki kemik arasındadır. Sutura coronalis: İki taraftan frontal ve parietal kemikler arasındadır. Sutura lambdoidea: Parietal kemikler ile occipital kemik arasındadır. Hodge düzlemleri: Hayali düzlemlerdir. Pelvis içindeki bir nesnenin tam yerini tanımlamaya yarar. Daha çok orta-pelvisi ilgilendirir. Fontaneller 1) Büyük fontanel (BREGMA) Sut. sagittalis, sut. frontalis ve sut. coronalis arasındadır. Eşkenar dörtgen şeklindedir. 2) Küçük fontanel Sut. sagittalis ve sut. lambdoidealar arasındadır. 3) Yan fontaneller Temporal kemiklerin ön ve arka kenarlarında bulunurlar. 2 tanedirler. Kafada 7 diameter (çap) ve 7 planum (düzlem, çevre) bulunur. Omuz çevresi: 32-34 cm. Çocuk pelvisi 24 cm'dir. Ancak çömelmiş ise 32 cm, ayaklar yandan yukarı uzanmışsa 27 cm'dir. 1. Diameter frontooccipitalis: 5. Diameter maxilloparietale Glabella ile occiputun en çıkıntılı noktası arasıdır; Maxilla ile sutura sagittalise uzanır; 13 cm'dir. 12 cm'dir. Planum frontooccipitale 34 cm'dir. Planumu, 35.5 cm'dir. Vertex ve Bregma gelişlerinde kullanılır. Alın gelişlerinde kullanılır. 2. Diameter subocciputa Bregmatica Enseden büyük fontanele kadar olan mesafedir; 6. Diameter bitemporalis Sutura coronalisler arasındaki en geniş 9.5 cm'dir. Planumu, 32 cm. mesafedir; 8 cm'dir. Normal doğumda kullanılı. Başın en küçük ön Başın en küçük çapıdır. Anensefalik gelişlerde arka çapıdır. 3. Diameter mentooccipitalis Çene ile occiputun en uzak noktası arasıdır; 13.5 kullanılır. 7. Diameter biparietalis Her iki parieta| kemik çıkıntısı arasındaki en cm'dir. Planumu, 35 cm'dir. geniş mesafedir; 9.5 cm'dir. Baş.n en büyük çapıdır. Angajmanda kullanılır 4. Diameter trakeoparietale Trakea'dan, büyük fontanelin arkasına kadar uzanır. 10 cm'dir. Planumu 33 cm'dir. Yüz gelişlerinde kullanılır. 231 Şekil 6-2. Kafanın çapları ve düzlemleri Normal travay ve doğum nasıl başlar A) Miyometrial fizyoloji Korpusun yaklaşık %80'ini düz kas hücrelerinden, %20'si kollajen matriksi ve glikozaminoglikanlardan oluşmuştur. Buna karşın serviksin %10-25'i düz kas dokusundan, geri kalanı ise kollajen ağırlıklı bağ dokusundan oluşmuştur. Gebelikte miyometrial hücreler, hem hiperplazi hem hipertrofi neticesinde büyürler. Büyümeyi sağlıyan temel hormon östrojendir. Ancak progesteronun gevşe-tici etkisi ve mekanik distansiyon da bu büyümede yardımcı olur. Gap Junction'lann oluşumu Gap junction'lar miyometrial hücreler arası protein kanallardır ve iki hücre arasındaki iletişimi organize ederler. Böylece, fundusta başlayan kontraksiyonların hem hızlı hem de senkronize bir şekilde tüm miyometrial hücrelere yayılmasını organize ederler. Bu kanallar, içerisinden, hücreden hücreye ionlar, küçük moleküllü maddeler ve elektriksel uyarılar kolaylıkla geçerler. Konneksin 43 en önemli 'gap junction' proteinidir. Gap junktionların tam olarak hangi gebelik haftasında ortaya çıktığı açık değildir. Ancak Faz-l'in sonralarına doğru süratle arttığı ve doğumdan sonra ise süratle azaldığı gösterilmiştir. Doğum ister miadında, isterse erken olsun, gap junction'lar mutlaka artmış olarak bulunur. 232 Gap Junctionları artıranlar • Ostrojen • Prostoglandinler • RIM86 • Mekanik distansiyon Gap Junktionları azaltanlar • Progesteron • PG - sentetaz inhibitörleri Oksitosin gap junction oluşumuna yardım etmez ve oksitosin reseptörlerini de artırmaz. Ancak gap junctionlar oluşmadan da ritmik kontraksiyonları başlatmaz. Oksitosin ve oksitosin reseptörleri Ritmik doğum kontraksiyonlarını başlatan ve doğumu gerçekleştiren majör hormon oksitosindir. Oksitosin esas olarak supraoptik ve paraventriküler nöronlarda sentez edilir. Burada sentezi yapılan prohormonlar taşıyıcı prote-in-ler ile aksonlar boyunca hipofiz arka lobuna gelir ve buradan kana verilir. Prohormonlar bu taşıma sürecinde oksitosin haline dönüşür. Faz l'de oksitosin verilerek travay başlatılabilinir ama Faz O'da bu olası değildir. Çünkü oksitosin reseptörleri Faz O'da yoktur ve oksitosin Faz l'de oluşmaya başlamıştır. Faz 2'de ise oksitosin reseptörleri en fazla artmış olarak bulunur. Bu nedenle en güçlü kasılmalar bu dönemde gerçekleşir. Oksitosin, travay esnasında, uterustan, plasentadan ve hatta fetustan da salgılanır. Oksitosin doğum kontraksiyonlarını başlatan hormon değil ama travayın seyrini en fazla etkileyen hormondur. Oksitosinin uterus kasılmalarını nasıl sağladığı tam anlaşılmış değildir. Ancak, muhtemelen diğer uterotoninlerle beraber kalsiyumun hücre içerisinde birikmesine ve serbest hale geçmesine yardımcı olduğu görüşü vardır. Ayrıca desiduada prostaglandin sentezini artırdığı da bilinmektedir. Desidua da sentezlenen majör prostaglandin, PGE2'dir. Atosiban oksitosin reseptörlerini kompetatif olarak in-hibe eder. Kontraksiyonları durdurur. Plasentayı çok az geçen bu ilaç bu nedenle tokoliz amacı ile kullanılır. Uterotropinler ve uterotoninler Uterotropinler, uterusu uykudan uyandıran, yani Faz O'dan Faz 1'e geçmesini sağlayan maddelerdir. Bu maddeler ya uterustan salgılanırlar ya da parakrin veya endokrin mekanizma ile uterusa gelirler. Bunların ana amaçları, uterusu kontraksiyona sokacak olan uterotoninlerin etkileri için uterus ve servikste uygun ortam oluşturmaktır. Bunlar; 233 • Gap-Junctionları oluştururlar • Serviksi yumuşatırlar • Oksitosin reseptörlerini olgunlaştırırlar. Başlıca uterotropinlar şunlardır; • Paratiroid hormonla ilişkili protein: Esas olarak vazodilatasyon yapan bu hormonun, ayrıca Adenilat siklaz aktivasyonunu artırarak uterot-ropin etki yaptığına inanılır. • Calbinidin D 9 K: Bu protein kalsiyuma bağlanarak onun hücre içinde taşınmasını sağlar ve bu da uterus kontraksiyonlarının düzenlenmesini sağlar. • Transforming Grovvth Faktör: Bu faktörde, paratiroid hormon Related protein yapımını artırır. • Endotelin-1 reseptörleri A - B Uterotoninler: Bunlar uterusun düz kasının kasılmasını sağlayan maddelerdir. Bunlar ancak uterotropinler ile uyarılmış ve hazırlanmış miyometriumda kasılmaya neden olurlar. Bunların bir kısmı uterusta oluşurken, bir kısmı uterus dışında oluşup, uterusa taşınırlar. Başlıca uterotoninler şunlardır; • Oksitosin • Prostaglandinler • Endotelin-1 • Ergod alkaloidleri (Vücutta yoktur) Hepsininde ortak tarafı intraselüler kalsiyumun serbest hale geçişini artırmaktır. Bazı maddelerde hem uterotropin hem de uterotonik gibi hareket ederler. Uterotropinler (Faz O'dan - Faz 1'e geçişi sağlarlar) • Oksitosin reseptörlerini olgunlaştırırlar • Gap Junctionları artırırlar • Serviksi yumuşatırlar - Paratiroid hormon - Related Protein - Albinidin D 9 K Transforming Grovvth Faktör - Connexin 43 - Endotelin 1 reseptörleri A ve B Uterotoninler • Faz-1 'den sonra devreye girerler • Uterusu kontrakte ederler • İntraselüler Ca++' a artırırlar - Oksitosin - PG E2 ve F2α - Endotelin -1 234 Doğum ağrılarının başlaması ile ilgili teoriler Henüz tam aydınlatılmış değildir. Ama üzerinde en çok durulan prostaglandin teorisi ile fetal adrenal ve hipofizinin rolüdür. Bu iki teori aslında iç içe geçmiş gibidir. Şöyle ki; • Uterus kas liflerinin kasılması için, hücre içinde ak-tin (ince), miyozin (kalın) flamanların, ATP ve ATPaz ile Ca++ iyonunun artması gereklidir. Östrojen hormonu bunları hücre içinde arttırır ama progesteron hormonu, özellikle Ca++ iyonunu sarkoplasmik reti-kulum içinde tutarak, kontraktibiliteyi engeller. • Oksitosin ve prostaglandinler, Ca 'un bu bağını çözüp, hücre içinde artmasına neden olurlar. Böylece aktin ve miyozin flamanları içi içe geçip, kasın kasılmasını sağlarlar. • Prostaglandinler, araşidonik asitten, fosfolipaz A2 enzimi aracılığı ile açığa çıkarlar. Araşidonik asit, gebelik boyunca, östrojen etkisi ile, desiduada çok miktarda yapılan fosfolipidler içerisinde bulunur ve özellikle amnios ile chorion zarında depolanırlar. Fosfolipaz A2 ise lizozomlar içerisinde depolanır. Salınımı progesteron tarafından engellenir. • Fetal kortizon miada yakın giderek artınca, östro-jenlerin plasentada yapımını arttırırken, progestero-nun yapımını bloke eder. Böylece fosfolipaz A2 enzimi açığa çıkar ve araşidonik asitten Prostaglandin F-, ve F2a yapımı artar ve doğum sancıları başlar. • Fetus adrenali gebelik boyunca zaten plasentadan östrojen yapımını (DHEAS prekürsör maddesini arttırarak) artırmaktadır. • Anensefali vakalarında, fetal adrenal hipoplazi de vardır. Bunlarda doğum geç başlamaktadır. Bu da, bu teoriyi desteklemektedir. ++ Bundan başka öne sürülen teoriler şunlardır 1. Fetus hipofizinin gebeliğin sonlarına doğru, giderek artan miktarda oksitosin yaptığı ve bunun plasenta ya geçtiği bilinmektedir. Ancak plasentada oksitosinaz enzimi yapılmakta ve bu fetal oksitosini süratle bloke etmektedir. Plasentada yaşlanma başlayınca, oksitosinaz yeterince yapılamadığından, oksitosin doğum ağrılarını başlatır. 2. Gebelikte, uterin kaslar yaklaşık 1500 defa uzar. Ancak bu gerilme belirli bir kritik seviyeye gelince kontraksiyonlar başlar (boy / gerilim teorisi). 3. Östrojen α reseptörlerinin (noradrenalin), progesteron ise |3 reseptörlerinin (adrenalin) duyarlılığını artırır, α reseptörler kontraksiyon, β reseptörler ise gevşeme yaparlar. Gebeliğin sonlarında östrojen dominant etkili olduğu için, kasılmalar başlar. Çünkü PG F2a yapımı artar. 4. Desidua ve plasentadan salgılanan bradikinin de artar. Buna karşılık över, plasenta ve desiduadan salgılanan relaksin miktarında azalma olmaz. 5. Gebelik sonlarında MAO yapımının azalması, Ca++ iyonunun intraselüler seviyesinin artmasına neden olur. Uterusta gerçek bir pace-maker yoktur. Ama kontraksiyonlar, fundus iki yanından başlayarak uterusa yayılır. Yani fundus dominanttır. Ağrılar başladıktan 15 sn sonra bütün uterusta aynı anda zirveye ulaşır. Bundan "gap junction"lar sorumludur. Bu "gap junctionlar, plazma membranlarında yerleşmiş protein köprüleridir. Miyometrial kontraksiyonları senkronize ve koordine ederler. Bunlar yoksa miyometrium kasılamaz ve inaktif halde kalır. Termde oluşan bu gap junctionların nasıl meydana çıktığı bilinmemektedir. Ama PG'ler üzerinde durulmaktadır. Uterusun kas lifleri her kontraksiyondan sonra biraz daha kısalırlar ve istirahatteki boylarına dönemezler. Buna, "Brachyotasis" denir. Ancak aynı olay alt segmentte tam olamaz. Çünkü burada kas lifleri az, bağ dokusu fazladır. Alt segment uterus kontraksiyonlarına açılma ve silinme ile karşılık verir. Serviks üst kısmında, kaslar kısaldıkça korpus kalınlaşır. Altta ise incelir. İşte bu ikisi arasında "fizyolojik retraksiyon halkası" oluşur. Normal doğumlarda da bu görülür. Ancak, eğer bu halka olması gereken yerden, göbeğe doğru yükselir ve genişlerse buna da BANDL halkası denir ve uterus rüptürünün habercisidir. 235 Normal Doğum Fetusun intrauterin durumu 1. Situs (duruş): Çocuğun uzun ekseni ile uterusun uzun ekseni arasındaki ilişkidir. Situs longitudinaiis: Uzunlamasına duruş Situs transversus: Baş solda 1., baş sağda 2. durum (sırt önde veya arkada) Situs obligus 2. Positio (vaziyet): Çocuk sırtının uterusa göre konumudur. a. Sol ön, sol arka b. Sağ ön, sağ arka 3. Prezentasyon: Çocuğun pelvise hangi kısmı ile girdiğini ifade eder. % 96 baş, %3 makat, %1 omuz 4. Habitus (tavır): Normal habitusta, fetusun columna vertebralisi öne doğru eğilmiş, çene göğse değecek şekilde antefleksiyonda ve kol ile bacaklar gövde önünde çapraz yapmış haldedir. En önemli habitus anomalileri başa ait olanlardır. Defleksiyon gelişleri (yüz - alın - büyük fontanel -verteks) baş gelişlerinin %1-2'sini oluşturur. Verteks gelişi defleksiyon geliş sayılmakla birlikte, pelvis giriminde ne fleksiyon ne defleksiyon vardır. Normal doğumda doğum mobjesinin doğum kanalına uyumu Descent (iniş): Angajman ile başlar, doğum ile son-lanır. Normal doğumların %95'ini küçük fontanel gelişler oluşturur. Prezentasyon: Pelvisin enlemesine oval girimine, baş enlemesine geniş planumu ile yani sut. sagittalisini enlemesine kutura uydurarak girer. Henüz fleksiyon veya defleksiyon hali yoktur. Bundan sonra; Normal doğum evreleri Faz 0 • Uterus düz adelesinde oksitosin reseptörü yoktur. Oksitosin verilerek kontraksiyon oluşturulamaz. • Serviks serttir ve kolay aşılamaz. • Bu dönem implantasyondan hemen önce başlar ve geç gebelik dönemlerine kadar devam eder. • Uterus uykudadır da denilebilinir. Faz I • Uterus adelesinde kontraksiyon hazırlıkları başlamıştır. • Oksitosin reseptörleri az da olsa oluşmuştur. • Serviks yumuşaktır • Alt segment oluşmaya başlamıştır. • Uterus uyarılırsa kontraksiyonlar ile cevap alınabilir. • Yalancı doğum ağrıları ve Braxton Hicks kasılmaları bu dönemde görülür. Faz II • • Aktif travayın başladığı devredir. Doğum bu devrede gerçekleşir. - Açılma devri - Ikınma = indifa devri - Halas devri Faz III • Lohusalık dönemidir Travayın başlangıcı Faz O'dan Faz l'e geçiş olarak kabul edilir 236 1. Angajman: Bıparıetal çapın girim düzleminden aşağıya inmesi ve spına ıschıadıcalar hizasına gelmesidir. 2. Fleksiyon: Suboccipito-bregmatik çevre (en küçük dairesel çevre) ile dairesel olan pelvis boşluğuna uyum sağlamak için yapılır. 3. İnternal (iç) rotasyon: Sut. sagittalis ön - arka kutura gelecek şekilde bir iç rotasyon yapar. Küçük fontanel öne gelir (90°lik bir dönüş söz konusudur.) 4. Defleksiyon: Doğumdan hemen önce, suboksiput arcus pubise dayanır ve defleksiyon hareketi ile sut. sagittalis, ön - arka kuturda (çeneye kadar) baş doğar. 5. Eksternal (dış) rotasyon: Omuzlar da pelvis çıkı-mını geçmek için, ön-arka kutura gelmek zorundadır. Bunun için rotasyon yapar. Çocuğun yüzü annenin bacaklarından birine bakar. 6. Ekspulsiyon: Geri kalan kısımların doğumu. 1. Açılma devri Doğum ağrılarının en az 10 dakikada bir ritmik olarak başlamasından, serviksin tam açılmasına kadar geçen devredir. Bu devrede, portio sentralize olmuştur. Nişan gelir. Silinme ve açılma tamamlanır. Su kesesinin açılması %60-70 vakada bu devrenin sonunda gerçekleşir. Eğer ağrılar başlamadan açılırsa EMR, dilatasyon başlangıcında açılırsa vakitsiz açılma denir (tam açılma 10 cm'dir). Bu devrede intrauterin basınç 60 mmHg'yı geçmez. Primiparda 6-8 saat, multiparda 3-5 saat sürer. 2. İndifa devri (2. devre) Tam açılmadan çocuğun doğumuna kadar geçen devredir. Ikınma ağrıları bu devreye özgüdür, intrauterin basınç 120 mmHg'ya çıkmıştır. Bu devrede fetal başın sıkışması ve kordon kompres-yonuna bağlı fetal distres açısından çok dikkatli olunmalıdır. Bu devre multiparda 1/2 saat, primiparda 1 saat kadar sürer. 3. Halas devri (3. devre) Plasentanın atılması ile sonlanır. Plasenta ayrılması iki türlü olur. a. Schultze tarzı (daha sık): Önce retroplasentar ve santral bir hematom oluşur. Hematom çevreye doğru büyüdükçe plasentayı ayırır ve plasenta fetal yüz ile doğar. b. Duncan tarzı: Ayrılma plasentanın bir kenarından başlar ve plasenta da bir kenarı ile doğar. Plasenta ayrılma devresi 30 dakika'yı geçmemelidir. Kanama da 250-400 cc arasında olur. 500 cc'yi geçmemelidir. Plasenta ayrılmasına aktif yardımda bulunmak, kanama miktarını azaltacağı için sık uygulanır, intrauterin basınç 300 mmHg'dır (en fazla bu devrededir). Plasentanın ayrılma belirtileri • Küstner belirtisi: Pubis üzerine basılırsa, ayrılma yoksa kordon içeri çekilir. • Ahfeld belirtisi: Pens konmuş kordon, ayrılma olunca sarkar. • Schröder Belirtisi: Doğumdan hemen sonra ute-rus göbek hizasındadır. Ayrılma başlayınca kontrakte olduğu için sağa ve yukarı doğru çıkar. 237 Plasenta ayrılmasını hızlandıran manevralar • Creede: Korpusun el ile masajı • Brand - Andrevvs: Kordondan hafif çekmne ve korpusa hafif tazyik • Baer manevrası: Karın iki elle sıkılarak ıkındırılır. 4. Dördüncü Evre Plasenta çıktıktan sonraki ilk 60 dakikadır. Vajinal kanamaların izlenmesi açısından önemlidir. Doğum, uterusun kas tabakasının, diafragmanın ve karın kaslarının kasılmaları ile oluşur. İki tür güç söz konusudur. 1. Hidrolik basınç artması Amnios sıvısı vasıtası ile uterus içinde her yöne eşit dağılır. Alt segmentin açılmasına ve silinmesine neden olur. Retinaculum uteri ve lig. rotundum uterusu yerinde tutarak, hidrolik basıncın işlevini yapmasına yardımcı olurlar. 2. Aksiyel itme Uterus kontraksiyonları, fundus uteriden columna ver-tebralis aracılığı ile çocuğu doğum kanalına doğru iter. Hidrolik güç yanında bu, önemsizdir. Ikıntı ağrıları, refleks yol ile ortaya çıkan, karın kasları ve diafragmanın istemsiz kasılmalarıdır. Ferguson refleksi: Başın servikse basısı ile refleks yoldan oksitosin salgılanmasını sağlayan reflekstir. Baş alt segmenti gerdirmeye başlayınca ortaya çıkar. Doğumda zaman faktörü (Friedman eğrisi) 1. Birinci faz (latent faz) Ortalama 8-8.5 saat sürmekte ve dilatasyon ancak 2-2.5 cm'e erişmektedir. 2. İkinci faz (aktif faz) Akselerasyon fazı Dilatasyonda birden hızlanma başlar. 2 saat sürer ve dilatasyon 4 cm'e ulaşır. Maksimal hızlanma: Yine iki saat sürer. Dilatasyon 9 cm'e kadar erişir. Deselerasyon fazı Dilatasyon tamamlanmakta ve doğum gerçekleşmektedir. Anormal baş geliş tipleri Kural • Oksiput posterior geliş dışında hiçbir posterior geliş doğmaz. • Alın gelişi doğmaz. Derinde transvers duruş doğmaz, eğer forseps ile iç rotasyonu yaptırtılmaz ise. Deffleksiyon gelişleri (%1) Baş pelvis içine girince defleksiyon habitusunda bulunur ve iç rotasyonunu yaparken sırt öne geleceğine, arkaya döner. 238 4 tip defleksiyon gelişi vardır. 1. Verteks (tepe) gelişi En hafif defleksiyon gelişidir. Pelvis girimini, fronto-oksipital düzlemi (34 cm) ile geçer. Yuvarlak veya kule kafalarda görülür. 2. Bregma (büyük fontanel) gelişi Bu da frontooccipital düzlemle pelvis girimini geçer. Kule kafa veya dolicocephal kafalarda görülür. 3. Alın gelişi En tehlikelisidir. Çocuk mortalitesi %20-30, anne mortalitesi %1-2'dir. Geçiş düzlemi maksillo-parietal (35-36 cm) düzlemdir. Sut. sagittalis pelvis giriminde oblik kuturdadır. Yüz gelişine dönebilir.Sezaryen yapılmalıdır. 4. Yüz gelişi Başın defleksiyonu en fazladır. Trakeo-parietal düzlemle (33 cm) pelvise girer. Alın gelişinde mutlak sezaryen yapılır. Diğerlerinde eğer neden baş-pelvis uyumsuzluğu ise, yine sezaryan yapılır. Değilse, beklenir. Eğer mentum anteriöre dönerse doğum gerçekleşir, posteriore dönerse doğum çıkmaza girer ve sezeryan yapılır. Etyoloji a) Ya pelvis kusurludur (genellikle dar pelvis, raşitik dar pelvis, enlemesine dar pelvis, doğum yolunda tümör); b) Ya kafa biçiminde defekt vardır (yuvarlak ve kule kafalar tepe gelişine, dolicocephal kafalar büyük fontanel gelişine neden olabilir. Anensefalide de yüz geliş sık görülür); c) Ya da plasenta previa, sarkık karın veya doğum yolunda tümöral oluşumlar vardır. Yüksekte düz duruş Pelvis giriminde, sut. sagittalisin enlemesine kutur yerine, ön-arka kutura yerleşmesidir. 2 tipi olabilir. • Ya küçük fontanel sakruma dönüktür (dorso posterior); Doğum gerçekleşmez • Ya da küçük fontanel simfize dönüktür (dorso an-terior) %80 normal doğabilir. Doğum kanalında iç rotasyonunu yapmaz. Enlemesine dar ve uzunlamasına oval pelvislerde görülür. Derinde transvers duruş Normal doğumda, yani küçük fontanel gelişlerinin %0.3-1.9'unda, baş iç rotasyonunu yapamaz ve sut. sagittalis, interspinal çap üzerinde enlemesine takılıp kalır. Küçük fontanel sağda veya solda olabilir. Platipelloid, pelvis spinlerin belirgin olması veya hiatus genitalisin gevşek olması suçlanmıştır. Hasta küçük fontanel tarafına yatırılır. Rotasyon olmaz ise forsepsle rotasyon yaptırılır. (Scazoni - Kieland forsepsleri ve manevraları) 239 Occipito-posterior doğum Pelvis girimde sutur sagital oblik çap üzerine oturmuş ve küçük fontanel promontorium tarafında bulunmaktadır. Pelvis antropoid (sık) veya android (nadir) tiptedir. Pelvis girimi geçildikten sonra 3 ihtimal vardır; • Pelvis ortasında 90'lik değil, 135'lik bir iç rotasyon yapar ve normal doğum gibi doğar (%65). • Pelvis ortasında öne doğru 45'lik rotasyon yapar ve derinde transvers pozisyona döner (%20). • Pelvis ortasında arkaya doğru 45'lik rotasyon ile tam occiput-posteriora döner. Bunlardan, birincisi doğar, diğer ikisinde ya forsepsle rotasyon ya da sezaryen yapılır. Bunlarda Kiealand rotasyon ve ekstraksiyonu uygulanır. Defleksiyon gelişlerinden farkı, kanal içinde, fleksi-yon habituslarını korumalarıdır. Defleksiyon gelişlerinde, defleksiyon habitusundadırlar. Tüm doğumların %1.5-2'sini kapsar. Asinsilitismus anterior ve posterior Platypleoid ve android pelvislerde görülür. Baş, yine normal doğumda olduğu gibi, enlemesine kutur ile pelvis girimine angaje olur. Ancak conj. vera dar olduğu için, parietal kemikler birbiri üzerinde fazla kayar. Baş, hafif bir laterofleksi-yon yapar. • Anteriorda sut. sagittalis promontoriuma yaklaşır ve ön parietal, arka parietal üzerine biner. • Doğum olabilir. • Posteriorda ise, sut. sagittalis, simfize yaklaşır. Arka parietal ön parietal üzerinden kayar. • Doğum mümkün değildir. Makat gelişi Doğumların %3'ünü teşkil eder. Gebeliğin 5. ayında fetuslerin %40'ı makat prezantasyonu gösterir. Şu durumlarda sık görülür; • Prematürite (en sık) • Oligo ve polihidramnios • Çoğul gebelikler • Fötal anomaliler • Uterus anomali veya tümörleri (miyom) • Pelvik tümörler • Plasenta previa Daha önce makat doğum yapmış olanlar Makat gelişlerinde %6 konjenital anomali görülür. Saf makatta %0.5, tam makatta %5-6 ve ayak gelişte %1518 kordon sarkması görülür. 240 Makat geliş tipleri • Saf makat gelişi: Bacaklar gövde yanlarından yukarıya doğru uzanır. En sık görülen tipidir (%50-70). • Tam makat gelişi: Makatın yanında ayaklar da bulunur. • Gayrı tam makat gelişi: Bir ayak yukarıya uzanmış, bir ayak makatın yanındadır. • Tam ayak gelişi: En önde iki ayak birden gelir. • Gayrı tam ayak gelişi: En önde tek ayak gelir. • Tam diz gelişi: İki diz önde gelir. Gayrı tam diz gelişi: Tek diz önde gelir. Makat gelişler özellikle çocuklar için mortalitesi yüksek bir doğum şeklidir (%3-12). Çünki başın takılması, veya kordon sarkması riski vardır. Ölüm nedeni, - Beyin kanaması - Asfiksi (kordon sarkmasına bağlı olan veya olmayan), - Tentorium yırtıklarıdır. Makat doğumunda uygulanan manevralar (skapu-la-lar doğuncaya kadar müdahale edilmez) • Bracht: çekme yoktur. • Müller: Kalçalardan yakalanıp aşağıya, koksikse doğru çekilir. • Lovset (klasik manevra): kolların kurtarılması için yapılır. • Welt - Smelle - Moriceau veya Prag: Başı kurtar-mak için yapılır. • Wiegend - Martin - VVinckel: Pelvis girimine başı oturtmak için yapılır. • Pinard Arkadan gelen başa forseps uygulayanlar da vardır. Bu durumda Piper forsepsi kullanılır. Makat gelişlerinde sezeryan ile doğum gerçekleştirilmesi sık yapılır. Sezaryan indikasyonları • Primipar makat • 3.500 gr. üzerinde fetus • 2.500 gr, altında fetus • Başın deflexionda olrnasl Oblik ve transverse duruşlar • %1 sıklıkla görülür. Etyoloji makat gelişteki gibidir. • Baş ve makat, her ikisi de karşılıklı iki fossa iliacada duruyorsa transvers, sadece birisi duruyorsa oblik duruştan bahsedilir. • Hemen her zaman omuz prezante olur. Kol ve kordon sarkması sıktır. Çocuk yaşadığı sürece normal doğum mümkün değildir. • Bandl halkası oluşur. Müdahale edilmezse uterus rüptürü olur. • Ölmüş çocuk eğer prematüre ise, fetus tonusu kaybolduğu için normal doğum belki olabilir. Bu taktirde fetus ikiye katlanarak doğar (condapilacio veya evaulatio). Tek tedavi gecikmeden sezaryandır. 241 Şekil 6-3. Makat gelişleri 242 PRETERM EYLEM VE DOĞUM Preterm doğum, 20-37 haftalık bir fetusun, dünyaya gelmesi demektir. Bu fetus başta akciğer maturasyo-nu olmak kaydı ile matüritesini tamamlamamıştır. Genel olarak tüm doğumların % 6-10'nun preterm olduğu kabul edilir. Preterm olarak doğan bebeklerin bir kısmı ölürken, bir kısmında ise fiziksel ve mental ciddi problemler gelişmektedir. Bunları şöyle özetleyebiliriz: • RDS • Retrolental fibroplazi • Bronkopulmoner displazi • PDA'nın hipoksiye bağlı açık kalması • Hiperbilüribinemi • Anemi-polisitemi • Nekrotizan enterokolit • Diafragma hernisi • Hipoksik beyin zedelenmesi • İntrakranial kanama • Sepsîs: ((3 Streptokoklar) Preterm eylem nedenleri Genellikle preterm eylemin birden fazla nedeni olduğu bilinmektedir. Ama bunlar arasında idiyopatik olguların çoğunluğu oluşturduğu görülür, ayrıca daha önce preterm doğum yapmış bir kadında, yeniden preterm doğum yapma olasılığı 3-4 misli artmıştır. Maternal hipertansiyon, maternal kalp ve böbrek hastalıkları, anormal plasentasyon, intrauterin enfeksiyonlar, immünolojik nedenler, servikal yetersizlik, uterin anomaliler, oligo ve polihidramnios, fetal anomaliler gibi bir dizi etyolojik faktör daha nedenler arasında sayılmaktadır. Preterm eylemde risk faktörleri Bazı faktörlerin varlığında preterm eylem riskinin artmış olduğu gösterilmiştir. Bunlar arasında en önemlisi önceki gebeliklerinde preterm eylem veya doğum olmasıdır. Ama yine de % 60 olgu bu risk faktörlerini taşımadığı halde erken doğum yapmaktadır. Spontan preterm eylemde risk faktörleri 243 • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • EMR Anne yaşının 17'den küçük, 35'ten büyük olması Gebelik öncesi kilonun 50'nin altında olması Gebelik sırasında ateşli hastalık Çoğul gebelik Polihidramnios Uterin anomaliler Geçirilmiş abdominal ve servikal operasyonlar Önceki gebeliklerde tekrarlayan abortuslar Önceki gebelikte preterm eylem Önceki gebelikte preterm doğum ( 2-25 kat artmış risk) Önceki gebelikte indükte abortus (1.6 kar artmış risk) Artmış maternal serum AFP düzeyi (4.6 kat artmış risk) Gebelik sırasında kanama (4.3 kat artmış risk) Servikal konizasyon (3.2 kat artmış risk) Bakteriyel vaginosis (2.8 kat artmış risk) Üriner sistem enfeksiyonu (1.6 - 5.4 kat) Sigara kullanımı (2 kat artmış risk) Yardımcı üreme teknikleri ile elde edilen gebelikler (riskte % 27 artış) Hemşire olarak çalışma (5.6 kat artmış risk) Ria varlığı Preterm eylem nedenleri • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Medikal Nedenler Hipertansiyon Matemal kalp hastalığı Matemal böbrek hastalığı Matemal enfeksiyonlar Şiddetli anemi Hipertiroidi Hepatit Yanık veya travma Cerrahi girişimler Malnütrisyon veya obesite Sigara-alkol içimi Obstetrik nedenler Sık doğum Önceki gebeliklerde preterm doğum Önceki gebeliklerde abortus anamnezi Gebelikte yetersiz veya aşırı kilo alımı Asemptomatik intrauterin enfeksiyonlar Membranların rüptüre olması Plasenta patolojileri Konjenital fetal anomaliler Polihidramnipos veya oligohidramnios Multifetal gebelik Servikal patolojiler Uterin anomaliler Nedeni bilinmeyenler (en sık) 244 Preterm eylem kriterleri - Her 10 dakikada en az iki kontraksiyonun olması - Kontraksiyonların en az 30 saniye sürmesi - Servikal dilatasyonun 2 cm'den fazla olması - Servikal silinmenin % 80'den fazla olması - Progresif servikal değişiklikler olması Preterm eylem tedavisi ve prognozunda Bishop skor-lanması oldukça faydalı bir rol oynar. Bishop skoru 4'ü'n altında ise, prterm eylemin durdurulması ihtimali artmıştır Yine preterm eylemin prognozunda, internal osun açık olması da önemlidir. Çünkü bu durumda tokoliz başarısız olacaktır İnternal os ile ekstemal os arası mesafe transvajinal USG ile Ölçülebilinir. Normalde bu mesafe 4-5 cm kadardır. 3 cm altında olması, prognozun kötü olacağını gösterir, (servikal hunileşme) Preterm travayda tanı: Preterm travayın belirtileri, uterus kontraksiyonları, pelvik başı hissi, bel ağrısı, artmış vaginal akıntı ve menstürasyon benzeri kramplardır. Preterm travayın tanısı için bilenen bir biyokimyasal belirteç yoktur. Ancak son zamanlarda servikal salgıda fibronektin artışı üzerinde durulmaktadır. Normalde servikal salgıda fibronektin bulunmaz. Eğer bulunursa başka preterm eylem olmak üzere bir dizi gebelik komplikasyonu gelir. Preterm eylem tanısında kullanılan yardımcı yöntemler Amaç, malforme veya lUGR'li bir fetusu tanıma ve to-kolizin tutup tutmıyacağını önceden öngörmedir. 1) Ultrasonografi Preterm eylemde mültipl anomali insidansı 6 misli artmıştır. Bunlar arasında en sık tanı konulan SSS malformasyonlarıdır. Preterm eylem tanısı ile başvuran bir kişide, anomali görünmüşse, bundan sonra doğumun şekli ve zamanı ya da karyotip araştırmaları gerekecektir. FSH (Fetal Solunum Hareketleri): 45 dakika süre ile FSH görülemiyorsa, doğum 48 saat içerisinde olacaktır. Doppler kan akım hızı dalga şekillerinin incelenmesinde, uterin ve umbilical arterlerde düşük enddiasto-lik kan akımı görülmesi preterm eylem lehine değerlendirilir. Servikal hunileşme: İnternal osun açık ekstemal osun kaptı olması erken doğum habercisidir. Servikal kanalın 3 cm altında olması preterm doğum lehine değerlendirilir. Hatta bazı merkezlerde, servikal uzunluktan, servikal dilatasyon çıkarılarak bir skorlama yapılır. Eğer bulunan değer O'ın altında ise bu preterm doğum lehine değerlendirilir. 2) Biyokimyasal testler Doğum ağrıları başlamadan önce serum progesteron seviyeleri düşer. Buna bağlı olarak tükrükte östrojen / progesteron oranı artar Serum AFP değerleri, doğumdan önce artar. 3 MOM (Multiple of Median) üzerindeki AFP değerleri preterm eylemi gösterir. Preterm eylemde en erken yükselen, plasental kortikotropin serbestleştirici hormondur. Eylemden haftalarca önce artar. Servikal salgıda ve vajinal sıvıda fibronektin bulunması doğumun habercisidir. (En değerli öngörü materyalidir) 245 Fibronektin normalde amnios sıvısı içerisinde ve kori-yoamniotik membranlarda vardır. Ama servikal veya vajinal akıntıya, korion-desidua arasındaki inflamasyon veya yıkım sonucu ayrılma oluşmuşsa geçer. Yine servikal salgıda tümör nekroze edici faktör (TNF) artışı da erken doğum ile ilgili olabilir. Çünkü bu amnios sıvısı enfeksiyonun en güvenli göstergesidir. Relaksinin ilk trimestirde normalden fazla artışı preterm doğumun habercisi olabilir. Tartışmalıdır. Preterm doğum da ennfeksiyonların rolü Amniotik kavite normalde sterildir. Amnios sıvısından mikroorganizmalar, bakteriyel endotoksinler ve inflamatuar mediatörlerin gösterilmesi, preterm doğum habercisidir. Üstelik bunların varlığı ille de aşikar koriyoamnionit olduğunu da göstermez. İdiyopatik sayılan vakaların bir bölümünde, amnios sıvısı kültüründe üreme olduğu gösterilmiştir. En sık izole edilenler Mycoplasmalardır (Üreplazma Üreletikum - Mycoplasma Hominins) Ayrıca, bakteriel vaginozis, chlamidya, fusubakteri-um sujları, tricomanas ve B grubu hemolitik streptekoklardır. Enfeksiyonlarda CRP artar. EMR olsun veya olmasın eğer CRP 1,5 mg/dL'yi geçerse 7 gün içerisinde doğum olacaktır denilebilinir. Asemptomatik enfeksiyonların varlığında, tokoliz başarısız olur, RDS daha sık ortaya çıkar, fetal ağırlık daha düşük olur. Servikal değişiklikler daha hızlı seyreder. Amniyosentez Amniyosentez, preterm eylemde 2 nedenle yapılır. 1) Fetal pulmoner maturite tayini 2) Subklinik amniotik sıvı enfeksiyonun tanımı Eğer amniotik sıvıdan yapılan kültürde pozitif netice alınmışsa, % 80 tokoliz başarısız olmaktadır. % 40 olguda ise EMR gelişmektedir. Amniotik sıvıdaki mikroorganizmaların çoğu aneoro-bik olup, kültürde buna dikkat etmek gerekmektedir. Eğer kültürlerde üreme olmamış ama amniotik sıvı lö-kosit sayısı 50 hücre/mm3 üzerine çıkmışsa, bu da preterm doğumun habercisidir. Amniotik glikoz miktarı 14 mg/dL altında ise, bu da bir enfeksiyonu gösterir. Çoğu zaman preterm eylemin çok güvenilmeyen bir habercisi olur Amniotik sıvıda; interlökin-l ve -6'nın artması, endotelin I ve 2'nin artması, PAF'ın (trombosit aktive edici faktör) artışı preterm eylemin ciddi habercileridir. 246 Preterm Eylem öngörüsü • Servikovaginal sıvıda fibronektin artışı. (en değerlisi) • Servikal olgunlaşmanın saptanması. • Bishop skor 4'ün üzerine çıkmışsa | Servikal transvaginal ultrasonografi bulguları. • internal os'da dilatasyon • Servikal uzunluğun 3 cm altına düşmesi • Amnion kesesnin servikal kanala sakkulasyo-nu. (servikal hunileşme) • Maternal kan bulguları • CRP artışı • Plasental CRH (kortkotrop relising hormon) artışı. • Östrojen/progesteron ornının artması • İzole AFP artışı • Amnios sıvısı bulguları ^9 PAF artışı (tokolizin başarısız olacağının göstergesidir) • İnterlokin 1-6 artışı, (amniotik sıvıda infeksiy-on olduğunun en erken ortaya çıkan göstergesidir) • Endotelin 1-2 artışı • TNF (tümör nekroz faktörü) artışı • Lökosit esteraz artışı • PGF2a artışı • HNP (nötrofil defensin) 1-2-3 artışı • Kalprotekin gibi antimikrobial protein artışı • Amniotik glikoz miktarının 14 mg/dl altına düşmesi • Lökosit sayısının 50 hücre/mm3 üzerinde olması Bütün bu bulgular içerisinde fibronektini negatif olan ve servikal hunileşme saptanamıyn vakalarda, takip eden hafta içinde doğum olması olasılığı %6'ın altındadır. Tedavi yöntemleri Yatak istirahati: Uterin aktiviteyi azalttığı kabul edilse de, bilimsel olarak ispatlanamamıştır. Sedasyon: Hastada, korku ve paniğe bağlı oluşabilen uterin kontraksiyonları önler. Bu amaçla en çok kullanılan ilaç fenobarbitaldir. Hidrasyon: Uterin kontraksiyonları baskılamada etkili olduğu iddia edilmektedir. Genel uygulamada 500 mL laktatlı ringer laktat veya % 5'lik dekstroz 60 dk içerisinde verilir. Başarılı olunmuşsa saatte 150 mL ile devam edilir. Tokoliz Tokoliz uterin kontraksiyonların durdurulması demektir. Tokolize başlama kriterleri 1- Gebelik 20-37 hafta arasında olmalıdır 2- Serviks 4 cm'den daha az açık olmalıdır 3- Servikal silinme % 80'den daha az olmalıdır 4- Amnios kesesi intakt olmalıdır 247 Tokolitik ajanlar çeşitlidir ama bunlar arasında en sık kullanılanı β sempatikomimetiklerdir 1) Beta mimetik ajanlar (β-reseptör aganistleri) (Ritodrin - terbutalin - salbutamol - isokssuprin - orsip-renalin - fenoterol). Bunlar arasında ülkemizde en çok kullanılanı, Ritodrin'dir. Uterus kasında α ve β reseptörler vardır, a reseptörlerin uyarılması kontraksiyona neden olurken, β reseptörlerin uyarılması kontraksiyonları engeller. Bu reseptörler hücrenin yüzeyindedirler ve tüm vücuda yayılmışlardır, β reseptörler uyarılınca, hücre içindeki cAMP'yi artırırlar. cAMP'nin artması ise intraselüler Ca düzeylerini azaltarak, miyometrial kasların kontraktibilitesini azaltırlar. Bilindiği gibi adrenerjik reseptörler alfa ve beta olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Alfa reseptörlerinin uyarılması genellikle vazokontriksiyona, beta reseptörlerinin uyarılması ise genellikle vazodilatasyona ve kalbin hızlanmasına yol açar. Beta reseptörlerin ayrıca beta-l ve beta-ll olmak üzere iki tipi vardır. Beta-1 reseptörlerinin uyarılması kalpte hızlanmaya, yağ dokusunda lipolize neden olur. Beta-II reseptörlerinin uyarılması ise uterusta gevşemeye, vazodilatasyona ve bronkodilatasyona neden olur. Sürekli uygulanmaları durumunda reseptör sayılarını azaltırlar yani "down" regülasyona neden olurlar. Ancak, yaygın bir görüşe göre, ritodrin kullanımının peri-natal mortalite, gebeliğin terme kadar uzatılması veya doğum ağırlığı üzerinde olumlu bir etki sağlanmaz. Uygulamanın en önemli faydası, kortikosteroid verilmesine bağlı olarak, fetal akciğer matürasyonu kazanılıncaya kadar zaman kazanmaktır Maternal yan etkiler: β mimetik ajanlar, maternal KVS'deki beta I ve 2 reseptörlerini de stimüle ederler. Bunlara bağlı olarak %5 olguda, hipotansiyon, taşikar-di, miyokardial iskemi ve pulmoner ödem, %8-15 olguda ise ateş basması , palpitasyon ve göğüs ağrısı görülebilinir. Sistolik kan basıncı bir miktar artarken, diastolik basınç bir miktar düşer. Tartışmasız en korkulan komplikasyonu, pulmoner ödem gelişmesidir. En sık tedavinin 30-60. saatleri arasında ortaya çıkar. Bu durumdan Na tutulması ve kolloid osmotik basıncın düşmesi sorumludur. Derhal müdahale edilmezse adult RDS sendromu ortaya çıkabilir. Önlem olarak tedavi esnasında sıvı alınımı kısıtlanmalı ve örneğin 1,5-2 L civarında tutulmalıdır. Kortikosteroid kullanı pulmoner ödem riskini artırır. Hepatik glikojenolizi artırması, maternal hiperglisemi-ye neden olması yanında, hiperinsülinemi de yapabilir. Bu yüzden diabetik gebelerde kullanılmamalıdır. Ayrıca tedavinin başlangıcında hipokalemi olabilir ancak 24 saat içerisinde normale döner. Serbest yağ asitlerinde ve keton cisimlerinde artış olabilir ama bunlar maternal asidozise neden olacak boyutlara erişmez. Beta mimetiklerin yan etkileri • Tasikardi (en sık) • Hipokalemi • Hiperglisemi • Nefes darlığı Göğüs ağrısı • Kardiak disritmi • İskemik EKG değişiklikleri • Hipotansiyon • Pulmoner ödem Fetal etkileri: Ritodrin ve terbutalin plasentayı geçer; diğerlerinin geçişi sınırlıdır. 248 Bunlar fetal kalp atım hızında ve kardiak debide artışa neden olurlar. Fetal taşikardi, ventriküler septum hipertrofisi, miyokard iskemisi ve nekrozu yapabilirler. Yenidoğanda kardiyak yetersizlik ve hatta hidrops fe-talis yapabilecekleri görüşü vardır En tartışılan etkileri, fetal akciğer matürasyonunu artırıp artırmadıkları yönündedir. Artırdığını kabul edenlerin yanında, çoğunlukla bu etki reddedilir. Yeni doğanda, hipoglisemi hipokalsemi, ileus ve hipotansiyon gibi ciddi durumlar rapor edilmiştir. Hatta peri ve intraventriküler kanamaya neden oldukları bile iddia edilmektedir. Uzun süre kullanılırsa fetusta endomiyokardiyal hipertrofi bile yapabileceği bildirilmiştir. Tokolizin kontrendikasyonları Maternal • Hipertansiyon • Kalp hastalığı • Ablasyo plasenta • Aşırı kanama ile giden plasenta previa • Hipertiroidi • Diyabetik ketoasidoz • Travma • Ateşli hastalıklar Fetal Fetal ölüm veya ciddi anomali • Amnionit • Fetal distres İntrauterin gelişme geriliği • Gestasyonel yaşın > 37.hafta olması • Fetal ağırlığın >2500 gr olması • Servikal dilatasyonun > 4 cm olması Tokolizin Başarı Şansını Kısıtlayan Durumlar • Servikal yetmezlik • EMR • • Tedavi edilmemiş üriner infeksiyon İlerlemiş eylem (servikal dilatasyonun 5 cm'den fazla olması) 2) Magnezyum sülfat MgS04 Asetilkolinin salınımını engeller ve bu maddeye karşı sinir uçlarının duyarlılığını azaltır. Bu özelliğinden ötürü gebelik toksemisinde konvülziyonları engellemede kullanılır. Ancak, miyometrial kontraktibiliteyi azaltıcı etkisi, cAMP'yi aktive ederek intraselüler Ca miktarını azaltması ve Ca ile yarışmaya girmesi olarak gösterilmektedir. Ortamdaki yüksek yoğunluktaki Mg hücre yüzeyinde Ca reseptörlerini bloke eder. Kan seviyesi yükseldikçe, derin tendon reflekslerinin kaybı, solunum depresyonu ve kardiak arrest yapabilir (Bk 7. ders). Etkin doz, toksemilerdeki doza eşittir. Kontraksiyonlar kesildikten sonra, idame dozu olarak, Mg glükonat, Mg Oksit veya betamimetik ajanlara geçilebilinir. 249 Uygulama esnasında santral depresyon oluşur. Ayrıca kan Ca seviyesi düşer. İdrarda atılan Ca miktarı artar. Serum fosfor ve paratiroid hormon miktarı yükselir. Tedavinin uzaması durumunda ise kemik mineral dansitesi azalır. MgS04 dan etkilenmiş bebek, kardiak ve respiratuar depresyon ile doğar. Kas tonusu hipotonik olur. En önemlisi non-stress test ile fetal iyilik hali araştırılırken non-reaktif netice alınır (Bk 7. ders). Tedavi uzamış ise fetal kemiklerde de demineralizas-yon yapabilir. Tokolitik etkisi |3 mimetiklere eşittir. MgS04, diyabet gibi Ritodrinin kontrendike olduğu durumlarda özellikle tercih edilmesi gereken tokolitiktir. 3) Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar: (PG sentetaz İnhibitörleri) indometazin, aspirin, naproxen ve fenoprofen başta olmak üzere, bu tip ilaçlar siklooksijenaz enzimini inhi-be ederek PG sentezini azaltırlar. Bunun net sonucu "gap-junction" oluşumunun engellenmesidir. indometazin oral veya rektal yoldan kullanılarak, hızlı bir şekilde, uterin kontraksiyonları engeller. Ancak uzun süreli kullanımları PDA'yı kapatabilir ayrıca fetal idrar yapımını azaltarak oligohidramniosa neden olabilirler. Gebelik ilerledikçe bu etkileri daha da artar. 30. haftadan önceki kullanımında, eğer doğum oluşmuşsa, neonatal nekrotizan enterekolit ve intraventriküler hemoraji insidansını artırırlar. 32. haftadan sonra ve 48 saatten daha uzun kullanılmamalıdırlar. 4) Kalsiyum kanal blokeler (Nifedipin - Verapamil) Miyometrial hücre membranlarındaki kalsiyum kanallarındaki kalsiyum akımını inhibe ederek etkili olurlar. Bununu sonucunda intraselü'ler Ca miktarları azalır ve kontraksiyonlar engellenir. Bu grupta en iyi bilinen ilaç nifedipin'dir. Bu ilaç L tipi slow kanallarından Ca'ın hücre içine geçişini engeller. Bu inhibisyon reversibldır. Uteroplasentar ve fetal dolaşım üzerinde hiçbir önemli etkisi yoktur. Bilinen bir fetal yan etkisi yoktur. Vazodilatasyon yaparak, sistemik vasküler direnci azaltır. Dil altından verilirse %100 emilir. Ve etkisi 3-5 dk içinde başlar. Hipotansiyon, taşikardi, flushing, baş ağrısı yapabilir. Gebelik süresince verilse de fetusu kötü yönde etkilemez. Hem MgS04 hem ritodrin ile kombine edilebilinir. 5) Oksitosin antagonistleri Atosiban oksitosin reseptörlerini kompetetif olarak inhibe eder. Ve kontraksiyonları durdur. Plasentayı çok az geçer. Deneme aşamasındadır 6) Diazoksid Diazoksid, düz kasların kontraktibilitesini inhibe eder ve kontraksiyonları engeller. Ama aşırı hipotansiyona neden olur 7) Aminofilin Etkisinden çok yan etkileri nedeni ile kullanılmaz 8) Antibiotikler Antibiotiklerin preterm eylemin engellenmesinde gündeme gelmesi ilk bakışta şaşırtıcıdır. Ancak preterm eylem ile subklinik amniotik sıvı enfeksiyonları arasında da inkar edilemez bir bağ vardır. 250 Gerçekten de membranların intakt olduğu olgularda, tokoliz işlemine ampisilin veya penisilin, eritromisin ve de metronidazol eklenmesi, gebelik süresini kesinlikle uzatmaktadır. Üstelik AB ilavesi, nekrotizan enterokolit görülmesi ihtimalini de azaltmaktadır. 9) Progesteronlar Progesteronlar daha ziyade abortusların engellenmesinde, yani erken gebelik dönemlerinde etkilidirler. Ancak 17 - alfa - hidroksiprogesteron kaproat'ın tokoliz amacı ile kullanılabileceği iddia edilmektedir 10) K. kanal açıcıları 11) Atosiban 12) Kortikosteroidler Fetal akciğer matürasyonunun endüksiyonu, preterm doğumlarda dikkate alınması gereken bir konudur Preterm eylemde olan 31-32. haftalık fetusların %33' ünde ve 33 haftadan büyük olanların % 50'sinde L/S oranı matür sınırlardadır Preterm eylemin tokolitik ajanlar ile geciktirilmeye çalışılmasının en temel nedeni de akciğer matürasyonu için zaman kazanılmasıdır. Gebelerde 24 saat ara ile 12 mg betametazon veya 6 saat ara ile 4 kez 6 mg deksametazon verilmesi RDS'yi azaltıcı etki gösterdiği geniş kabul görmektedir. En faydalı etki 28-34. haftalar arasında olmaktadır. Bu ilaçların verilmesinden 2-7 gün sonra doğum olması durumunda, beklenen fayda sağlanmaktadır. Eğer 7 gün geçtiği halde doğum gerçekleşmezse, aynı dozlar tekrarlanmalıdır. Ancak bu ikinci dozun faydası tartışmalıdır. Bu uygulamanın pulmoner morbititeyi ve se-rebral komplikasyonları azalttığı ve neonatal yaşam şansını artırdığı yönünde genel bir görüş vardır. Ancak Ritodrin ve MgS04 ile birlikte kortikosteroid verilmesi, akciğer ödemi insidansını ise artırmaktadır. Karşıt görüşte olanlar, kortikosteroid verilmesinin değil, fetal distres altındaki fetusun doğumunun geciktirilmesinin akciğer matürasyonunu artırdığını söylemektedirler. Çünkü fetal distresin bizzat kendisi, endo-jen kortizon artışına neden olmaktadır demektedirler. Hele de EMR var ise bu tartışma daha da ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Kortizon verilmesi fetusta NEC gelişimini intraserebral kanamayı ve akciğer komplikasyonlarını engeller. 251 ERKEN MEMBRAN RÜPTÜRÜ (EMR) Amnios sıvısının görevleri • Fetal kas gelişimine ve somatik büyümeye yardımcı olur • Fetal akciğerlerin gelişimini sağlar • Isı transferini sağlar • Fetal kordun sıkışmasını engeller • Fetusu travmalardan korur • Vajen ve serviksten gelebilecek assendan enfeksiyonlara karşı bariyer oluşturarak koruma sağlar. Fetal membranlar normalde doğumun birinci devresinin sonlarına doğru açılır. Eğer bu açılma, doğum ağrıları başlamadan gerçekleşir ise EMR diye adlandırılır. Eğer bu açılma 37. haftadan önce gerçekleşir ise pre-matür erken membran rüptürü (PEMR) diye anılır. Fetal membranların, gebeliğin erken dönemlerinde daha güçlüyken, gebelik ilerledikçe bir takım biyokimyasal ve biofiziksel olaylara bağlı olarak güç kaybederler. Ayrıca gebelik ilerledikçe de intrauterin basınçta doğal bir artış olur. işte bütün bu nedenlerden dolayı, EMR olgularının %80'den fazlası 38. haftadan sonra görülür ve bunlarda yapılacak tek şey gecikmeden doğumu gerçekleştirmek olmalıdır. EMR oluşursa belirsiz bir süre sonra doğum ağrıları başlar. İşte bu süreye latent periyod adı verilir. EMR'den sonraki latent devre her ne kadar 0-12 saat sürse de, bu devre değişken olabilir. Fetus küçüldükçe de latent devre uzar. Latent devrenin uzaması, assendan enfeksiyon riskini de artan oranlarda gündeme getirir. İnsidans: EMR bütün gebeliklerin %10'unda görülür. EMR'nin %80'i termde ortaya çıkar. PEMR ise daha nadirdir. Ancak bütün preterm doğumların %45'ini PEMR oluşturur. Etyoloji: PEMR'nin en önde gelen etyolojik nedeni assendan enfeksiyonlardır. Bunlar arasında N. gonore, B grubu streptekoklar, Bacterioides türevleri, Tricomonas vajinalis, C. trachomatis ve mycoplazmalar başta gelir. Bu enfeksiyonal etkenler muhtemelen, içerdikleri kol-lagenaz enzimi aracılığı ile, membran kollajen aktivi-tesi dayanıklılığını bozarak rüptüre neden olurlar. Yapılan araştırmalarda vajinal pH'ın değişmesi ile EMR arasında sıkı bir ilişki tespit edilmiştir ve bütün bu mikroorganizmalar vajinal pH'ı değiştirir. Özellikle vajinal pH'ın 4,5 üzerine çıktığı durumlarda bu olasılık artar. Atipik vajinal kolonizasyon amnios hücrelerindeki araşidonik asit metabolizmasını stimüle ederek PG E2 sentezini artırır. Nonenfeksiyöz nedenler arasında C vitamini eksikliği ön planda gelmektedir. Çünkü C vitamini kollajen doku formasyonunu belirleyen majör faktördür. C vitamini eksikliğinde kollajen doku, sağlamlığını yitirir. İkinci sıklıkla üzerinde durulan faktör ise çinko eksikliğidir. Çünkü çinko amniotik sıvıdaki en önemli antivi-ral ve antibakteriyel elementtir. Amnios sıvısında yoğunluğunun azalması mikroorganizmalara karşı zaaf oluşturup, EMR'ye neden olur. Üçüncü sıklıkla üzerinde durulan faktör ise bakır eksikliğidir. Çünkü bakır elastin üretimini artırarak kollajen dokunun sağlamlığını artırır. Eksikliğinde EMR oluşabilir. Bu üç nonenfeksiyöz neden dışında, günde 10 taneden fazla içilen sigara, bir yandan askorbik asit miktarını, bir yandan da maternal immüniteyi baskılayarak, enfeksiyonların işini kolaylaştırır. Ayrıca nikotin desidual arteriollerde hipoksi yaparak, desidual iskemi-ye neden olabilir. 252 Neticede 34 haftadan önce EMR görülmesi, sigara içenlerde, içmeyenlere göre 3 misli artar. Desidual is-kemi kanama riskini artırır. Sigara içen gebelerde bu kanamanın olması EMR prevelansını daha da artırır. Servikal yetersizlik olgularında, membranlar daha fazla vajinal bakteri ile karşılaşırlar. Hele serklaj operasyonu yapılmış ise bu olasılık daha da artar. Hatta koriyoamniotis bile gelişebilir.Çünki uzun süre servikate duran cerclaj ipi infeksiyon kaynağı olur. Prolaktin amnios sıvısında su, tuz ve elektrolit metabolizmasını düzenleyen majör hormondur. EMR'lerde genelde yüksek olarak bulunmaktadır. Belki de bu yüksek prolaktin düzeyleri, fetal membranlarda elastikiyeti bozacak değişiklikler yapar. İkiz gebelik ve polihidramnios uterusu ve zarları aşırı gerilmeye zorlayarak EMR nedeni olabilirler. Daha önceki gebeliğinde EMR geçiren kadında PEMR geçirme olasılığı %20 artar. Koit sayısı ile EMR arasında varolduğu iddia edilen bağlantı ise ispat edilememiştir. Folik asit eksikliği de EMR nedenleri arasında gösterilir. EMR etyolojisi • Assendan enfeksiyonlar (en sık) • Vajinal pH'ın 4,5 üzerinde olması • C vitamini eksikliği • Çinko ve bakır eksikliği • Folik asit eksikliği • Servikal yetersizlik ve serklaj operasyonları • Sigara içimi ve kanama • Amnios sıvısında prolaktin yüksekliği • Polihidramnios ve ikiz gebelik • Daha önce EMR geçirmiş olmak • Travma TANI 1) Anamnez: %90 vakada tanı anamnez ile konulur. Hastanın "vajinasından bol sulu bir akıntı" geldiğini söylemesi akla EMR'yi getirir. Spekulum muayenesi ve hatta çoğu zaman pelvik muayene ile bile bu doğrulanır. Ancak ani idrar kaçırma veya vajinal enfeksiyona bağlı artmış vajinal akıntı da göz önüne alınmalıdır. Eğer EMR 24 saat önce gerçekleşmiş ise veya gelen kısım pelvise angaje olmuş ise vajen ıslak olmayabilir. Bu durumda USG muayenesi ile amnios sıvısının kalmadığı veya azaldığı görüntülenebilir. USG ile netice alınamamış ise diğer yöntemlere geçilir. 2) Vajen sıvısının pH'ı 4 civarında, amniotik sıvının pH'ı ise 7,1 - 7,3 arasındadır. Nitrazin kağıtları ile bu pH tayini yapılabilinir. Eğer vajen pH'ı 6,5 üzerinde ise kağıt mavi - yeşil bir renk alır. Yalancı pozitifliği % 1-17 arasındadır. 3) Amniotik sıvıda ferning (eğrelti otu) yapacak kadar tuz kristali mevcuttur. Vajinal sıvıda bu yoktur. 4) Amnios sıvısında çekirdeksiz fetal epitel hücreleri vardır. Sitolojik inceleme ile bunlar araştırılabilinir. Çünkü vajen epitel hücreleri çekirdeklidir. 5) Vajen sıvısında normalde bulunmayan ama amniotik sıvıda bulunan bazı maddelerin tespiti ile de EMR tanısı konulabilir. Örneğin prolaktin, AFP, di-amino - oksidaz gibi Bunlar arasında özellikle son zamanlarda geliştirilen anti - AFP monoklonal antikor kistleri % 100 doğrulukla EMR tanısı koydurtur. 253 EMR'nin komplikasyonları • Maternal ve fetal enfeksiyon riski • Prematür doğum riski • Kordon sarkması • Kordon basısına bağlı hipoksi gelişmesi • Pulmoner hipoplazi • Fetal deformiteler PEMR'de şüphesiz en büyük problem doğum kararını zamanında vermektir. Fetal akciğer matürasyonunu beklemek bazen anne hayatını tehlikeye atmak demektir. Gebelik haftası ne kadar küçük ise, latent periyot da uzun olacaktır ve latent periyot 24 saati geçince anne ve fetusta enfeksiyon riski artacaktır. Süre dışında, amnios sıvısı ne kadar azalmış ise enfeksiyon riski de o kadar çoğalacaktır. Bütün bu olasılıklar ışığında, doğum kararı verilmelidir. Eğer hata yapılır ise annede endometrit, septik pelvik tromboflebit, septik şok, DİK, renal yetersizlik ve yetişkin tip RDS gelişebilir. Yenidoğanda enfeksiyon riski, prematüritenin ağırlığı ile doğru orantılı olarak artar. Ayrıca annede pstreptekok kolonizasyonu var ise ve fetus erkekse bu risk daha da artar. Tedavi "Ya hemen doğurt, ya da bekle gör" prensibine göre planlanmalıdır. Eğer hastada koriyoamnionit, fetal kord prolapsusu, antepartum hemoraji ve fetal malfor-masyonlar var ise derhal doğum gerçekleştirilmelidir. Bunun dışındaki durumlarda, şartlara göre davra-nılmalıdır. 24. gebelik haftasından önceki PEMR'lerde beklemenin çok fazla bir faydası olmaz. 36. haftadan sonra da beklemek anlamsız olur. 26 - 36. hafta arasında bekle gör prensibi uygulanabilir. En kritik bekleme kararı 24-26. gebelik haftalarında verilir. Aktif travay yok ise, amnios sıvısı gelişi durmuş ise, beklemek fayda sağlayabilir. Burada esas pro-plem, oligohidramniosa sekonder gelişebilecek fetal akciğer hipoplazisidir. Amnios sıvısı akışı durmuş ise, çoğu zaman amnios sıvısı miktarı normale döner. Eğer bu normale dönüş gerçekleşmez ise amniyoin-füzyon denenebilir. 26 - 36. hafta arasında AB, kortikosteroid ve tokolitik tedaviler kontrollü bir şekilde uygulanabilir. AB tedavisinde ampisilin ve gentamisin ilk seçenektir. Kortikosteroid tedavisinde ise ilk seçenek betameta-zondur. Doğum betametazon tatbikinden 24 saat sonra ve ilk 7 gün içerisinde olursa maksimum etki sağlanır. Eğer bu süre içinde doğum gerçekleşmez ise doz tekrarı gereklidir. Ancak kortikosteroid tedavisinin bir yan etkisi de maternal ve fetal enfeksiyonu artır-masıdır. TRH uygulamaları da tıpkı kortizol gibi akciğer matü'rasyonunu geliştirir. Üstelik enfeksiyon riskini de artırmaz. Yeni bir uygulamadır, kortikosteroidler kadar etkilidir ve geleceğin ilaçlarından birisidir. Tokolitik tedavi, kortikosteroidlere akciğer matüras-yonunu geliştirecek kadar zaman kazandırmak için yapılır. 29. haftadan sonra yapılmasına karşı çıkanlar çoktur. Aslında bu kadar belirsiz ve sınırları net olmayan tedavi esaslarının ana fikrini fetal akciğer matürasyonu gelişmesi oluşturmaktadır. Çünkü fetusta en son gelişen organ akciğerlerdir. Enfeksiyon riskini göze alarak beklemenin nedeni de budur. Ancak fetal akciğerler şu haftada şu kadar, bu haftada bu kadar gelişecek denilmesi olası değildir. Çünkü gelişimi belirleyen faktörler tek değildir. Bunlar ana başlıklar altında şöylece sıralanabilir. 254 • Akciğer matürasyonu için fetusta iki yol vardır. Birinci yol 24. hafta civarında, ikinci yol 35. haftada devreye girer. Ama birinci yol her zaman çalışmayan ve kimde çalışacağı belli olmayan bir yoldur. • EMR fetal stres nedenidir. Bu da fetusta alışılmadık bir şekilde kortizol salgılanmasına neden olur. Kortizol ise akciğer matü'rasyonunu artıran ana maddedir. Ama aynı kortizol doğum ağrılarının başlamasına da neden olur. • Amniotik kesede enfeksiyon varlığı, fetal korti-zolun bu etkisini engeller. Fetal kortizol ise enfeksiyon riskini artırır. • Akciğer matürasyonu ile ilgili tetkiklerin çoğu amniyosentez ile belirlenir. EMR vakalarında bunun yapılması mümkün değildir. Ancak vajene akan amnios sıvısından bu tetkikler yapılabilinir. Vajinal pH ise bu tetkikleri etkileyebilir. Ama yine de bugün için en değerlisi, fosfatidilgliserol tayinidir gibi görülmektedir. EMR'de yeni tetkikler 1) Assendan enfeksiyonu engellemek amacı ile sürekli vajinal katater takıp, antiseptik solüsyonlar ile alt genital sistemi yıkamak. Bu amaçla % 0,5'lik PVP (polivinil pirolidin) uygulanır. PVP, fetusta TSH'ın artışına neden olabilir. 2) Koryon zarının desiduaya fibrin ablikasyonu ile yapıştırılarak, amniotik sıvı kaybı azaltılabilinir. 3) Amniyoinfüzyon ile AB'li sıvıların amniotik kaviteye verilmesi. Böylece hem amnios sıvısı miktarı, hem de enfeksiyona koruma artar. Bugün için ince servikal kata-terler bu iş için kullanılmaktadır. Laboratuvar bulguları • CRP artışı enfeksiyon varlığını gösterir. Ama fe-tusun bundan ne kadar etkilendiğini göstermez. • Vajinal sıvıda fibronektin varlığı erken doğumun %86 ihtimalle gerçekleşeceğini gösterir. • Lökositoz çok anlamlı değildir. 255 FETAL AKCİĞER MATÜRASYON TESTLERİ Pulmoner sürfaktan 22-24. gebelik haftasından itibaren tip II alveoler pnömositlerden yapılarak, lameller cisimcikler halinde alveollere sekrete edilir. Primer görevi alveollerdeki yüzey gerilimini azaltarak, her soluk alışverişte alveollerin kollabe olmasını önlemektir. Sürfaktan eksikliğinde yüzey gerilimi artar, böylece ilk soluk alış verişlerde, yetersiz gaz değişimi nedeni ile C02 retansiyonu oluşur. Bu durum RDS ve hyalen membran hastalığının gelişimine neden olur. Klinik olarak hipoksi - hiperkapni asidoz - siyanoz ve yenidoğanda dolaşım bozukluğu ortaya çıkar. Sürfaktan lipid yapısındadır. Bileşiminde %80-90 fos-folipid, %10-20 protein ve %1-2 karbonhidrat bulunur. Majör bir fosfolipid olan lesitin sürfaktanın büyük bir kısmını oluşturur. Diğer minör fosfolipidler ise, lesitini sürfaktan tabakasında stabilize eden fosfotidilgliserol (PTG), fosfotidilkolin (PTC) ve fosfotidilinositol (PTI) dur. Lesitin sentezinde iki Önemli yol vardır. Birinci yol gebeliğin 35. haftasında oluşur ve bu yolun oluşumu, akciğerin biyokimyasal olarak olgunlaştığını gösterir. İkinci yol ise gebeliğin 22-24. haftasında oluşmaya başlar ve bazen çok küçük bebeklerin yaşamasını sağlar. Bu yol çok frajil bir yoldur. Asidoz, hipotermi ve hi-poksiden etkilenir. Bazı durumlarda ve özellikle fetal stres durumlarında 28-30. haftada akciğerlerin fonksiyone olabilmesi bu yol nedeni ile gerçekleşir ve bu ikinci yol terme kadar çalışmaya devam eder. 1. Yol fosfokolin transferaz üzerinden, 2. Yol ise metil transferaz üzerinden gider. Her iki yolda da palmitik asit rol alır. Fetal akciğer matürasyonunu etkileyen bazı faktörler vardır. Glükokortikoidler, tiroksin, prolaktin, östrojen, α adrenerjik stimulanlar, aminofilin, bromeksin, amb-roksol ve mazenşimal doku olumlu yönde etkilerken, insülin olumsuz yönde etki gösterir. Bazı obstetrik patolojilerde özellikle fetal stres durumlarında fetal kortizol artışı bu ikinci yolu etkileyerek RDS'nin beklenenden az olarak ortaya çıkmasını sağlar. Bu obstetrik patolojilerin başlıcaları şunlardır. • Uzamış EMR • Kronik toksemi • Maternal hipertansif hastalık • Orak hücreli anemi • Bazı narkotiklerin kullanılması • Plasental fonksiyonu azaltan diğer bazı durumları sayılabilir. Fettal akciğer matürasyonu tayininde kullanılan testler • Lesitin / sfingomiyelin oranı • Shake (çalkalama) testi • Amniotik sıvıda fosfotidilgliserol (PTG), fosfotidi-lin (PTI) ve disatüre fosfotidilkolin (PTC) ölçümleri • Amniotik sıvıda palmitik asit ile palmitik asit / stearik asit oranı tayini • Amniotik sıvıda prolaktin düzeyleri • Amniotik sıvıda kreatin düzeyleri • Amniotik sıvıda fosfor düzeyleri • Amniotik sıvıda kortizol düzeyleri • Amniotik sıvıda lipid içeren hücre sayısı • Akciğer profili çıkararak pulmoner matürite tayini • Ultrasonografik olarak plasenta derecelendirmesi ile fetal akciğer matürasyonu tayini • Amniotik sıvıda 650 nm'deki optik dansite ölçümü • Tükürükte geç gebelik proteini tayini (henüz akademik düzeydedir) 256 1) Lesitin / Sfingomiyelin Oranının Tayini (L/S) Bugün için L/S oranının amnios sıvısından tayini en fazla kullanılan tetkiktir. Bu testin esasını sfingomiyelinin gebelik süresince pek değişmeyen, buna karşın lesitin üretiminin giderek artan düzeyidir. Komplike olmayan gebeliklerde L/S oranları şöyledir. haftada : 0,5/1 31-33. haftada 12. : 1/1 35. haftada : 2/1 37-38. haftada Term'de : : 2,5/1 3-4/1 Görüldüğü gibi L/S oranı 34. haftaya kadar ba-şabaş giderken, 35. haftada lesitin hızla artarak bu oranı 2'ye çıkarır. Bu ikinci yolun çalışmaya başladığını gösterir. L/S oranının 2'yi geçmesi klasik olarak akciğer matürasyonunu yüksek oranda doğru gösterirken, immatüriteyi aynı oranda doğru gösteremez. Bu nedenle L/S değerinin 2'nin altında olduğu durumlarda diğer tetkiklerden destek alınması gerekmektedir. Özellikle, diyabet, Rh izoimmünizasyonu IUGG ve pe-rinatal asfikside yanlış pozitif sonuçlar verdiği için kullanımı sınırlıdır. Ayrıca yenidoğanın hemolitik sarılığı ve diyabetin pul-moner matüriteyi yavaşlattığı da göz önüne alınmalıdır. 2) SHAKE testi (köpük stabilizasyon testi - acil test) Hasta başında yapılabilen ve 15 dakika içinde netice alınabilen bir testtir. Amniosentez yolu ile alınan, kan ve mekonyum karışmamış amnios sıvısı üzerine, %0,9'luk serum fizyolojik solüsyonu ve %95'lik atenolun 1/1 ve 1/2'lik di-lüsyonda da köpük oluşması testin pozitif olduğunu yani akciğerin matür olduğunu gösterir. Yalancı pozitifliği fazla, yalancı negatifliği fazla olmayan bir testtir. 3) Amniotik sıvıda fosfotidilgliserol (PTG), fosfoti- dilin (PTI) ve disatüre fosfotidilkolin (PTC) tayinleri Sürfaktanların %80'ini lesitin, %10'dan fazlasını ise fosfotidil gliserol (PTG) oluşturur. En sık kullanılan test L/S oranları olmakla birlikte, özellikle diyabetik gebelerde yüksek yalancı negatiflik nedeni ile bu testlere başvurulur. PTI gebeliğin 30. haftasından sonra artmaya başlar ve 36-37. haftalarda pik yapar. Daha sonra azalır. PTG ise 35. haftadan sonra görülmeye başlar ve termeadarda artmaya devam eder. Yani birinci yolun oluştuğunu gösterir. PTG tayini akciğer matürasyonu konusunda en kesin indikatörlerden birisidir ve en güvenilir testtir. PTG total fosfolipidler arasında %2'- den fazla olması akciğer matürasyonu göstergesidir. Lesitinin yüzey aktif şekli olan disatüre fosfatidilkolin tayinlerinde akciğer matürasyonları araştırmaların da kullanılır. PTG ve PTI, L/S'den farklı olarak amnios sıvısının kanlı ve mekonyumlu olmasından etkilenmez. PTG ve PTI'nın yalancı matüriteyi göstermesi yok denecek kadar azdır. Ama yalancı immatürite konusunda en güvenlisi PTG'dir. 5) Amniotik sıvıda prolaktin (PRL) tayinleri Süt üreten meme dokusu ile gelişmekte olan akciğerlerin yapı benzerliği vardır. Her iki dokuda da aşırı yağ sentezi ve palmitik asidi fosfolipidlere çevirebilme özelliği vardır. Bu nedenle 24-26. haftalarda sürfaktan yapımını başlatan hormonun PRL olduğu düşünülmektedir. Yine ilginç bir şekilde 24. haftada PRL amnios sıvısındaki miktarı ile pik yapmaktadır. Amnios sıvısındaki PRL miktarı ile PRC ve L/S oranı arasında bir korelasyon bulunmaktadır. 5) Amniotik Sıvıda Kreatinin Düzeyi Amniotik sıvıda kreatinin düzeyleri aslında fetal matüriteyi saptamak için kullanılır. Fetal matürite arttıkça amniotik sıvıda kreatin de yükselmektedir. Genellikle 100 mi.'de 2 mg.'lik kretainin düzeyi fetal matüritenin 257 tamamlandığını gösterir. Bu değer veya üzeri bir değer indirekt olarak fetal akciğerin matür olduğunu da yaklaşık olarak belirtir. 6) Amniotik Sıvıda Fosfor Düzeyleri Fosfolipidlerin yaklaşık %4 oranında fosfor içerdiği varsayımından yola çıkılarak, semikantatif bir yöntem olarak, amniotik sıvıda fosfor ölçümleri yapılmaktadır. Amnion sıvısında 0,1 mg.'ın üzerindeki fosfor değerlerinde RDS görülmediği bildirilmiştir. 7) Amniotik Sıvıda Kortizol Değerleri Kortikosteroidlerin fetal sürfaktan yapımını artırdığı görüşünden yola çıkılarak, amniotik sıvı kortizolünün miktarı araştırılmıştır. 30 ng/ml'nin üstündeki total kortizol düzeyleri akciğer matürasyonunun bir göstergesi olabileceği iddia edilmektedir. 8) Amniotik Sıvıda Lipid İçeren Hücre Sayısı Amnios sıvısının Nil mavisi ile boyanması, iki türlü hücreyi açığa çıkarır. Mavi boyanan hücreler, dökülen fetal epitel hücrelerini, portakal rengine boyananlar ise sebase bezlerinden dökülen hücreleri gösterir. Gebeliğin geç dönemlerinde, portakal renkli hücrelerin artışı, sebase bezlerinin matüritesini gösterir. Portakal hücrelerinin % 10'dan fazla olmasının en az 35 haftalık bir gebeliği, %30'dan fazla olması ise 36 haftanın üzerinde bir gebeliği işaret eder. Akciğer ise 35. haftadan itibaren matürdür. 9) Akciğer Profili Çıkararak Matürasyon Tayini Tek bir testin doğru sonuç vermediği gebeliklerde uygulanılmaktadır. Bu araştırmada 4 kriter birden kullanılmaktadır. 1. L/S oranı 2. PTG değerleri 3. PTI değerleri 4. Desatüre lesitin miktarları PTI (fosfotidil inasitol) %15 üzerinde ise L/S oranı ne olursa olsun akciğer matürasyonu tamdır. Ama yine de en değerli parameter PTG (fosfotidilgliserol) değeridir. 10) USG İle Plasenta derecelendirilmesi ve Akciğer Matürasyon Tayini Plasental matürasyonun gradelenmesi fetal matüriteyi gösterir ve başlıca 4 plasental grade vardır. 3. plasental gradeden itibaren RDS gelişimi gözlenmez. Ancak, hipertansif, diyabetli veya peşpeşe birkaç se-zaryan geçirmişlerde güvenli değildir. 11) Amniotik Sıvıda 650 nm'deki Optik Dansite Ölçümü ile Fetal Akciğer Matürasyonu Tayini Amniyosentez ile alınan amnios sıvısı önce santrifüje edilerek, hemoliz olmuş veya mekonyumlu örnekler ayrılır. Optik yoğunluk ölçümleri 1 cm'lik distile suya karşı spektrofotometrik olarak çalışılır. Bu metodun en güvenli yanı, amniotik sıvıdaki total sürfaktanı ölçmesidir. Amniotik sıvının optik dansitesi 650 nm'de 0,15'den büyük ise fetal pulmoner matürite tamdır ve başka bir tetkike de gerek yoktur. Hızlı çalışılması ise ayrı bir avantajıdır. 12) Amniotik Sıvıda Palmitik Asit ve Palmitik Asit/Stearik Asit Değerleri Her iki marker de L/S oranından daha değerlidir ve özellikle diyabetli gebelerde çalışılmalıdır. Palmitik asidin matürite sınırı 0,042 mmoL/L veya 9 mg'dir. 258 Palmitik asit / stearik asit oranı için matürite sınırı ise 3,7/1 ile 4,5/1 arasındadır. 13) Geç gebelik proteini (LPP) Tükürükten yapılabilen gebeliğin ancak geç dönemlerinde salgılanabilen bir proteini ölçmeye yarayan testtir. Üzerinde çalışılmaktadır ama rutin uygulamada henüz yeri yoktur. Sezaryen endikasyonları Sezaryen fetus, anne veya her ikisinin de hayatını kurtarmak için yapılan obstetrik bir operasyondur. Gerçek endikasyonu %5-6 civarında olmasına karşın, günümüzde bu oran % 25-30'lara yükselmiştir. Bunun nedenleri şöylece sıralanabilir: • Kadınların daha az doğum yapmaları. Böylece tek doğum yapan kadınların sayısı yükselmekte ve tek çocuk için tek sezaryen isteği artmaktadır. • Kadınların geç evlenmesi veya 35 yaştan sonra çocuk sahibi olma isteğinin artması • Fetal moniterizasyon uygulama tekniklerinin gelişmiş olması nedeni ile fetal distresin erken farkına varılması • Annenin doğum sancısından korkması ve çekmek istememesi • Gelişmiş ülkelerde doğuma ait komplikasyonların hukuksal yönden doktorların başını ağrıtması Sezarven indikasvonları 1) Acil sezaryen endikasyonları - Kord prolapsusu - Ab. plasenta (ağır vaka) - Fetal metabolik asidoz gelişmesi - Uterus rüptürü - Annenin ölmek üzere olması 2) Acil olmayan ama mutlaka yapılması gereken durumlar - Sefalopelvik uygunsuzluk (Dar pelvis: en sık) - Vasa preavia - Pl. preavia - Tekrarlayan klasik sezaryen - Geçirilmiş uterin ameliyatlar - Aktif HSV veya bazen HPV enfeksiyonları 3) Başarısız indikasyon sonrası - Preeklampsi - eklampsi -IUGG - Prematürite - Diyabet - Rh uyuşmazlığı 4) Anenin isteği 259 DİSTORİ (ZOR DOĞUM) Doğumların %10'unda görülür. Aktif doğum yardım gerektirir. 1- Doğum objesine bağlı olanlar: • Situs, habitus, prezentasyon ve pozisyon anomalileri • İri çocuk (4 kg'in üstü) • Çocuk başını ve gövdesini büyüten anomaliler • Çocuk anomalileri • Monstr'lar • Çoğul gebelikler vb. 2- Doğum yollarına ait olanlar: • Dar pelvis • Pelvis anomalileri • Serviks rijiditesi • Doğum yollarında tümörler • Hipoplazik vajen • Perinede daha önce yapılmış plastik ameliyatlar • Uterusun yer değiştirmeleri (prolapsus) • Uterus torsiyonu vb. 3- Komşu organlara ait distosiler: • Başta, kistik ve solid adnex tümörleri • Pelvis böbreği • Megakolon • Rektum tümörleri • Dolu vezika ve rektum v.b. 4- Dinamik distosiler: (Uterus kasını ilgilendiren distosilerdir) 1. Ağrı zaafı: Primer veya sekonder olabilir. a) Primer ağrı zaafı: Doğum ağrıları açılma ağrılarına dönüşemez. Oksitosin salgılanmasında yetersizlik veya adrenalin salgılanmasında fazlalık (panik) suçlanmaktadır. Frekansı seyrek (10 dakikada 3'ten az), amplitüdü düşük (25-30 mmHg) ve ağrılar arasında bazal tonus düşüktür. Oksitosin ile düzeltilebilir. Postpartum a tanı nedenlerindendir. b) Sekonder ağrı zaafı: Normal başlayan ama uzun süren bir ağrı faaliyetinden sonra ortaya çıkar. Etyolojisinde, enerji kaynaklarının tükenmesi ve elektrolit denge bozuklukları vardır. Hasta dinlendirilmeli, sedatize edilmeli ve özellikle dar pelvis, sefalo-pelvik uygunsuzluk aranmalıdır. Pospartum a tanı nedenlerindendir. c) Hiperaktif ağrı faaliyeti: Frekans 10 dakikada 4'ten fazla, amplitüd yükselmiştir (50-70 mmHg üzerinde). Buna, "tetani uterus" da denir. Partus precipitatus olabilir. Tokoliz yapılmalıdır. Çünkü fetal distrese neden olur. 260 d) Hipertonik ağrı faaliyeti: Frekans değişmemiş, amplitüd kısalmıştır. Ama esas olan, ağrılar arasındaki bazal tonustaki yükselmedir. Bazal tonus normalde 10 mmHg kadar iken, burada 60 mm-Hg'ya kadar yükselir. Çocuk hayatı tehlikededir. Etyolojik olarak 3 tipi vardır: a. Pasif gerilmeye bağlı (ikiz gebelik - polihidroamnios - iri bebek gibi). Aşırı gerilmiş uterin adele liflerinde membran potansiyeli düşer, iyon alış verişi bozulur, b mimetikler veya su alma (hidroamnios) düşünülür. b. Esansiyel tipte hipertonik kasılmalar: Aşırı gerilme ile ilgili değildir. Nörovejetatif sinir sisteminde tonus bozukluğu veya Ferguson refleksi aşırı oksitosin salınımına neden olur. Tokoliz ve sectio yapılabilir. 4. Taşistoli 5- Koordinasyon bozuklukları Normal dilatasyon için; kontraksiyonların şu özellikleri vardır: a. Fundusun iki köşesinden başlayıp, yukarıdan aşağı yayılmalıdır. b. Fundus kasılmaları daha şiddetli olmalıdır. c. Fundus kasılmaları daha uzun olmalıdır. Bunların birisinde bozukluk, inkoordine kasılmalara neden olur. Bu da iki tipte gözlenir, a. Kasılmaların dominansının ters yönde işlemesi, yani alt segmentin kasılmalarının fundustan şiddetli olmasıve daha uzun devam etmesi (serviks açılamaz). b. Tam koordinasyon bozukluğu: Uterusun çeşitli yerlerinde, gelişigüzel pace-maker odaklarının bulunması. Ağrılarda bir anarşi söz konusudur. Sedasyon, analjezi (epidural anestezi) ve gerekirse sezaryan ile tedavi edilirler. Bütün bu distosiler içerisinde en sık görüleni, pel-vik darlık ve buna eşlik eden uterin kasılma disfonksiyonlarıdır. En sık görülen sectio endikasyonu ise kemik pelvik distosi ve fetal distrestir. Bütün kontraksiyon ve eylem anomalileri arasında "aktif faz" anomalileri daha sıktır. Aktif fazın özelliği, dilatasyon ile çocuğun inmesinin bir arada olmasıdır. İkisinden birisi bozulduğu taktirde distosi oluşur. Dilatasyon bu devrede primiparda saatte en az 1.2 cm, multiparda 1.5 cm; decent (inme) primiparda saatte 1 cm, multiparda 2 cm'dir. Doğum 3 saatten daha hızlı olmuşsa, presipite doğum denir. Doğum yolu travmaları fazla olur. Pelvis darlığı çeşitleri Forseps Günümüzde forseps uygulamaları eski değerini yitirmiştir ve doğumlarda eskisi gibi sık kullanılmamaktadır. Forsepsin iki ana endikasyonu vardır. 1. Doğumun ikinci devresindeki fetal distrese son vermek 2. Yorulmuş ve acı çekmiş bir anne adayını doğumun ikinci evresinden bir an önce kurtarmaktır. Bu amaçlar ile yapılan forseps uygulamaları başlıca 3 gruba ayrılır. 1. Yüksekte forseps uygulamaları: O ile pelvik girim arasındaki başlara uygulanır. Günümüzde yerini sezaryene bırakmıştır. 2. Çıkımda forseps uygulamaları: perineye inmiş ve suturasagitalis ön arka çap üzerinde oturmuş veya ön arka çaptan en fazla 45 derece sapmış başlara uygulanır. Günümüzde kullanılır. 3. Özel durumlarda kullanılan forseps uygulamaları: Derinde transvers duruş, asinsilitusmus posteriör ve makat gelişinde arkadan gelen başa forseps takma gibi durumları ilgilendirir. 1. Pelvik girimde darlık: conj. diagonalis 11.5 cm'den küçük (conj. anatomica 10 cm'den küçük, conj. obstetrica 10 cm'den küçük). 2. Midpelvik darlık: İnterspinöz mesafe 10 cm'den küçüktür. 3. Genellikle dar pelvis: Her kuturda genelde bir darlık vardır. 4. Çıkımda darlık: İschial tüberositeler arası mesafe 8 cm'den küçük. Genellikle çıkımda darlık izole değildir. Midpelvis darlığı ile birliktedir. 261 Müdahaleli doğumlar Özellikle doğumun 2. devresini hızlandırmak amacı ile forseps ve vakumla yapılan doğumlara müdahaleli doğumlar denmektedir. Forseps ile hem fraksiyon (çekme) hem de rotasyon (döndürme) yapılabilinirken, vakum ile sadece trak-sivon yapılır. Forseps kondikasyonları (koşulları) • Kollum tam açık olmalıdır. • Su kesesi açılmış olmalıdır. • Baş angaje olmalıdır. • Başın ve suturaların durumu iyice anlaşılmış olmalıdır. • Fetus ve pelvis arasında uyumsuzluk olmamalıdır. • Mesane boş olmalıdır ve epizyotomi açılmalıdır. Sütür sagital ön arka kuturda olmalı ve biparietal çap spina ischiadika seviyesinin altına inmiş olmalıdır. • Forseps tipleri ve kullanım özellikleri Traksiyon forsepsleri: Neagle - Simpson - Tucker Mc La ne - Tarnie Rotasyon forsepsleri • Derinde transvers duruş: Scanzoni - Kiealand • Asinsilitusmus posteriör: Lyman Barton • Makat gelişlerinde arkadan gelen başa: Pi-per • Alın ve mentum posteriör yüz gelişlerinde forseps uygulamaz Forseps, sutur sagitale paralel yani biparietal çap üzerine konulur. Forseps geliş anomalileri dışında, özellikle kalp ve akciğer hastalığı olan anne adaylarında da uygulanmalıdır Forseps ve vakum komplikasyonlarının karşılaştırılması 1. Sefal hematom: Periost ve kemik arasında kan toplanması sonucu, sütura çizgilerini aşmayan bir şişlik oluşumudur. Bir veya iki parietal kemikte ve nadiren de oksiput üzerinde olabilir. Bunlar 1 - 2 ay içerisinde kendi kendine düzelir ve boşaltılmamalıdırlar. Sefal hematoma sekonder neonatal sarılık gelişebilir. Sefal hematomun vakum ve forsepsli doğumlarda ortaya çıkış yüzdesi eşittir ve %5 civarındadır. 2. Kaput suksedaneum: Baş gelişlerde, sü'tür bileşke yerlerinde kraniyal kemikler üst üste geçer ve kafa dersinde de bir miktar ödem veya ekimoz oluşabilir. Müdahalesiz doğumlarda da sıkça görülen zararsız bir durumdur. 3. Fasiyal paralizi ve fasiyal sinir yaralanması: Doğum travmasına bağlı gelişebilen tek kraniyal sinir yaralanması fasiyal sinir ile ilgilidir. Fasiyal sinir pa-ralizisinin iki büyük nedeni vardır. a) Uterusun kontraksiyonlarının başa yaptığı basınç b) Forseps uygulanması 262 PUERPERİUM (LOHUSALIK) Puerperium, plasentanın çıkışı ile başlayıp 6 hafta süren bir dönemin ismidir. Bu sürenin ilk 24 saatine çok erken lohusalık denir ve majör problemi kanamalardır. Yine bu dönemin ilk 7 günü erken lohusalık diye adlandırılır ve burada da majör problem enfeksiyonlardır. Lohusalık döneminde 3 Önemli olay gerçekleşir; • Reşenerasyon: Doğumun bıraktığı izlerin düzelmesi demektir. • İnvolsİyon: Gebelikte olan metarnal fizyolojik değişikliklerin geriye dönmesi demektir. • Laktasyon İnvolsiyon Genital lorganlar 1) Korpus uteri: Doğumdan hemen sonra uterus 1000 gr'dır ve umbilicus hizasına inmiştir. 2 hafta sonra 300 gr'dır ve pelvise girmiştir. 6 hafta sonra normal büyüklüğüne ve ağırlığına inmiştir. Uterusun küçülmesi, miyometrial liflerin sayıca azalması sonucunda değil, boyutça küçülmesi sonucunda oluşur. Gebelikte östro-jen ve progesteron artışı, miyometrial kollajen ve akto-musin sentezini artırarak uterusu büyütür. Doğumdan sonra aşağıdaki nedenler ile uterusun miyometrial lifleri küçülmeye başlar. • Oksitosin etkisi (Emzirenlerde daha fazla) • Östrojen ve progesteron azalması ile kollajen ve aktomusin sentezinin azalması • Miyometrial kan akımında azalma (canlı ligatür) • Postpartum 5. günde en yoğun olarak, uteri makrofaj sayısı artar. • Bunlar bağ dokusu rezorpsiyonu için kollajenleri fagosite etmesi ve sonrada lizozomal enzimlerini aktive ederek kendilerini parçalaması • Miyometrial kas hücrelerinde lizozomal enzimler proteolitik etki ile gebelikte artmış hücre içi or-ganelleri parçalaması Bu litik işlemler sonucunda, idrarda ve surumda, ami-no asit hidroksİprolı'n düzeyi artar ve uterus invalsiyonunun göstergesi olur. Postpartum ilk birkaç günde, uterin kavite içerisindeki pıhtılar, uterin kontraksiyonlar ile dışarı atılır. Bu nedenle bu günlerde doğum ağrılarının benzeri ama daha şiddetsiz olanı gibi ağrılar oluşur. (Tronse uteri) Bu durumda laktasyonun durdurulması gerekebilir. Fibirin yıkım ürünleri ilk birkaç günde kanda artar. 2) Endometriyum: Plasenta desidua spongiosa tabakasından ayrılır. Doğumdan sonra bu tabaka başta olmak üzere, desiduanın süperfisiel tabakası nekrotize olarak dışarı atılır. Buna Loşi denir ve sırası aşağıdaki gibidir. • Loşia crurenta ve loşia rubra: 3-4 gün sürer. Kan, pıhtı, mekonyum, vesnix caseosa, ve pla-sental membranları içerir. • Loşia fuska: 4-6 gün sürer. Kan völümü azalmıştır. • Loşia seroza: 6 gün sürer. • Loşia flava: 6 gün sürer. Çok miktarda lökosit içe-rir. Bu fazı fizyolojik endometrit diye de ad-landıranlar vardır. • Loşia alba: 4 gün sürer. Bazal desiduanın normale döndüğünü gösterir. Emziren kadınlarda ovulasyon: • %5'inde 6. hafta • %25'inde 12. hafta • %65'inde 24. hafta başlar Bazılarında ise aylarca başlamaz Emzirmeyen kadınlarda ovulasyon • %15'inde 6. hafta • %40'ında 12. hafta • %75'inde 24. hafta başlar. Doğum kontrolü isteyen kadınlarda, postpartum hor-monal kontraseptinon ideal olarak 5. haftada 263 başlatılmalıdır. KOK kullanımı Loşiler sürerken, endometriyum enfeksiyona açıktır. Loşi herhangi bir nedenle dışarı atılamaz ise loşiomet-ra adı ile anılır ve kolayca enfekte olabilir. Desidua bazalisin total rejenerasyonu 3. haftada tamamlanır ve ortalama loşi miktarı 1,5 litredir. 3) Serviks: Doğumdan sonra serviks ince, kollabe olmuş gevşek bir yapı halindedir. Tam iyileşmesi ve eski haline dönmesi 4-5 ay sürer. Ancak 7-8 günde internal servikal osta, servikal mukus tıkaç oluşur ve assendan enfeksiyonlara karşı baraj vazifesi görür. Reepitelizas-yonu 6-12 hafta arasında tamamlanır. External os doğumdan sonra, artık yuvarlak kalmaz, laserasyonlara bağlı olarak balık ağzı şeklini alır. 4) Vajen: Doğumdan sonra vajina kademeli olarak küçülür ve 3. haftada eski haline yaklaşır, ama nullipardaki haline dönmez. Rugralar 3. haftada yeniden belirir. Doğumda hymen parçalanır ve artıkları carancule myrtiformes olarak adlandırılır. 5) Över: Över involsiyonu ovulasyon başlayınca tamamlanır. Ovulasyon başlamasını engelleyen majör neden prolaktin yüksekliğidir. Bu nedenle emziren kadınlarda ovulasyonlar daha geç başlar. Prolaktin klasik olarak doğumdan sonra azalarak 6. haftada normal düzeylere inebilir ama bu kural her zaman geçerli değildir. Hatta uzun süren emzirmeye se-konder olarak, bir amenore-galaktore sendromu olan ChiarriFrommel sendromu oluşabilir. Vajende ve uterusta atrofi gelişebilir. • İlk iki haftada emboli riski nedeni ile verilmez • Emzirmeyen kadınlarda 5. hafta başlanabilir. • Emziren kadınlarda kullanımı tartışmalıdır. Çünkü sütün miktarını ve bileşimini değiştirebilir. Ayrıca bebeğe steroid hormonların geçişi nedeni ile, bebeğin büyümesi, kemik ve ilerki hayatında gonad gelişiminin etkilenmesi beklenebilir. Bu konuda kesin kanıt olmasada, minipiller tercih edilmelidir. Kesin olan ilk 6 ayda KOK verilmesinin mutlak kontendikasyon oluşturduğudur. RİA • Doğumdan hemen sonra takılabilir. • Ama en iyisi postportum 8. haftadan sonra ta-kılmasıdır. Tubal ligasygon • Yaşlı ve çok çocuğu olanlarda uygulanır. Barier yöntemleri, cinsel ilişki başladığı zaman kullanılabilir. 5) Parametrium ve pelvik ligamentlerin involsiyonu 6.haftada tamamlanır. 6) Abdominal duvar eski haline 6-7 haftada dönebilir. Ama çoğu vakada rektus diastazı kalır. Egzersiz, abdominal duvarın eski haline gelmesini hızlandırır. Ekstra genital organlar 1) Matemal ağırlık değişiklikleri • Doğumda anne, yaklaşık 6 kilo kaybeder. Bunları fetus, plasenta, amnion sıvısı ve kan oluşturur. • İlk hafta sonunda, ekstraselû'ler sıvısının atılmasına bağlı gelişen diû'rez ile 3-5 kg daha kilo kaybı olur. • Takip eden postportum haftalarda ise uterusun küçülmesi ve loşinin atılımına bağlı olarak 1,5 kg daha kaybeder. 2) Solunum sistemi • Diafram tekrar aşağıya iner, ve solunum gebelikteki kostal tipten, abdomino-kostal tipe döner. • Respiratuar alkaloz düzelir çünkü hiperventilas-yon düzelir. 3) Dolaşım sistemi • Gebeliğin taşikardisi 24-48 saatte düzelir ve hatta vagal kontur regülasyonuna bağlı olarak bra-dikardi gelişir. • Gebelikte kan völümünde ortaya çıkan %30-•40'lık artış, 2-3 hafta içerisinde normale döner. Ancak postpartum ilk birkaç gün içerisinde, ekst-raselüler sıvının, genel dolaşıma geçmesine bağlı olarak 264 %10-15 artar ve hematokrit bir miktar düşer • Kapiller permeabilite ve azalmış periferik direnç doğumdan hemen sonra düzelir. • Kardiak debi, postportum 8-10. haftada normallesin • Hematokrit 8. haftada normalleşir. 4) Kan elemanları • Lökositoz ikinci haftada normalleşir. • Trombosit postportum dönemde 500.000 cu/ mm üstündedir. Ama 2. haftada normale döner. • Sedimentasyon yüksekliği 2-3. haftada normalleşir. • Albümin oranları yükselir. • Ca seviyeleri düşer • Plazma lipidleri yavaş yavaş düşer • Erken lohusalık döneminde, uterustaki kan pıhtılarının parçalanmasına bağlı olarak fibrin ürünleri serumda artar. • Gebelikteki yüksek tromboplastik faktörlerin yüksekliği en az 15 gün devam eder, bu nedenle tromboemboli riski artar. Gebe bu dönemde sık mobilize edilmelidir. 5) GİS değişiklikleri • 3-4 hafta içinde normale döner • İlk düzelen barsak motilitesindeki yavaşlamadır. • 3-4. haftada gastrin ve pepsin seviyeleri normale döner. 6) Üriner sistem değişiklikleri • Erken puerperumda en sık rastlanılan problem, mesanede rezidüel idrar kalmasıdır. Bunun nedeni travayda mesanenin hırpalanmasına bağlı mesane epiteli ödemidir. • İlk 1-2 günde proteinüri olur. • Glomerül filtrasyon artışı 8 hafta kadar sürer. • Üre ve ürik asid düzeyleri 3-4 haftada normale döner. • Postpartum diüerez artar. • Glikozun' görülebilinir. • Laktozun (süt yapımına bağlı olarak) görülebilir. • Pelvikalsiyel ektazi en geç düzelir. Bazen 3 ay bile sürebilir. 7) Hormonlar • Östrojen ve progesteron seviyeleri doğumdan sonra azalır. • FSH ve LH seviyeleri artmış PRL'ye bağlı olarak azalır. 11-12. günde mutlaka düşüktür. • HPL, matemal serumda bir gün sonra ölçülemez. • HCG 14-16 gün sonra sıfırlanır. • Diğer plasental hormonlarda hızla azalır. Laktasyon Meme bezleri gebelik ve postpartum periyodda hızlı fizyolojik değişiklikler gösterebilen modifeye küçük birer endokrin glanddırlar. Çok çeşitli hormonların dengeli etkisene bağımlıdırlar ve laktasyonun başlıyabilmesi ve devam edebilmesi için, fonksiyonel bir hipofiz ile hipotalamus varlığı şarttır. Laktasyon üç aşamada gerçekleşir. • Mamogenezis (meme gelişimi ve büyümesi) • Laktogenezis (süt sekresyonunun başlaması) • Galaktopoezis (süt sekresyonunun devamı) Mamogenez Pubertal değişikliklerden telarş ile başlar ve çok çeşitli hormonlann etkisi ile gelişir. Bu hormonlar ve etkileri 265 aşağıdaki gibidir. • Östrojenler ductal dokuların ve alveoler yapıların gelişimi sağlar • Progesteron - ki varlığı için ovulasyon şarttır - al-veoler glandların optimal matürasyonunu sağlar • PRL süt sentezi için şarttır, fakat bu etkisinin gerçekleşmesi için ortamda az da olsa östrojene gereksinimi vardır. • Tiroid hormonları meme bezlerinin PRL bağlama kapasitesini artırır. • HPL, gebelikte memenin global büyümesinde rol oynar. Gebeliğin ilk yansında alveoler epitel hücrelerinde pro-liferasyon başlar, yeni süt kanalları ortaya çıkar, ve löbüler yapı tamamlanır. Gebeliğin ilerlemesiyle hücrelerde sekretuar değişiklikler başlar. Memelerde kan akımı iki misli artar. Gebelik 2.trimestirde sonlanırsa laktasyon oluşabilir. Laktogenez Doğumdan 2-4 gün sonra süt salgısı başlar. Gebelik boyunca meme yeterince sekretuar değişiklik yaptığı halde süt salgısı başlamaz. Çünkü plasental kaynaklı 3 hormon, östrojen - progesteron ve HPL bunu engeller. Östrojen ve progesteron a - laktoalbümin sentezini in-hibe ederek, HPL ise bizzat kendisi PRL reseptörlerini bloke ederek, süt sekresyonunu engellerler. Plasenta çıktıktan sonra bu 3 hormonun kandaki seviyesi hızla düşer ve PRL önündeki bu engel kalkarak süt salgısı başlar. Bebeğin erken emzirtilmesi, bu olayı hızlandırdığı gibi, oksitosin salgısını artırarak involsiyonada katkı sağlar. Galaktopoez Sütün devamlılığının sağlanmasında majör faktör emzirmedir. Emzirme uzatıldıkça galaktopoezde uzar. Galaktopoez için PRL şart olmasına karşın, kandaki seviyesinin çok yüksek olması şart değildir. Özellikle geç puerperium dönemin de emzirmeyen kadın seviyesindedir. Galaktopoezin süresini ve esasını belirleyen emzirmedir. Prolaktinin yükselmesi meme başının stimülüsüne bağımlıdır. Emilme memeden afferent implusların oluşmasına neden olur. Bu impluslar hipotalamusta PİF yani Dopa-min sentezini inhibe ederler. Böylece PRL emzirme süresince serbest salgılanır. Emzirme aynı zamanda hipofiz arka lobunda oksitosin salgılanmasını da artırır. Oksitosin ise süt kanalları etrafındaki miyoepitelleri kasarak sütün, bebeğin ağzına fışkırmasını sağlar. (LetDown refleksi) Süt salgısı stresle inhibe olur. Bebek ağlaması, orgazm ve düşünce ile de süt salgısı spontan olarak oluşabilir. Süt • %7 laktoz (karbohidrat) • %3-5 yağ, %0,9 • a-laktoalbomin (protein) • Laktoferin • IgA ve diğer immünglobilinler ve 266 • %0,2 mineral bulunur. • İnsan sütünde hakim olan karbohidrat laktozdur, ve esas olarak glikoz ve galaktozdan yapılır. • Laktoz sentezini spesifik bir protein olan a-laktoalbomin katalize eder. Bu proteinin sentezini östrojen ve progesteron engeller. • PRL ve insülin meme bezlerinde glikozun tutulmasını sağlar, ayrıca trigliserid yapımımda stimüle eder. • Yağ sentezi endoplazmik retikulumda gerçekleşir. İnsan sütünde • K vitamini hariç diğer vitaminlerin tümü vardır. • Sütteki tüm immünglobilinlerin %90'ı IgA'dır. Bu globilin enterik enfeksiyonlara karşı bebeği koruyucu etkiye sahiptir. • Sütte en çok bulunan kan elemanları lökösitlerdir. (Mononükleer hücreler, makrofajlar, T ve B lenfositleri) • Sütte ayrıca nonspesifik antimikrobial faktör ve rezistans faktörler de vardır. • Yağda eriyen ilaçlar süte geçer. Kolostrum • Gebeliğin son ayı ile postpartum ilk 2-3 günde görülen, alkali yapıdaki sıvıdır. • Anne sütüne göre daha az karbohidrat, potasyum ve yağ içerir. • Lakstatif etkilidir. • Suda eriyen ilaçlar kolostromu geçer 267 LOHUSALIK PATOLOJİLERİ POTSPARTUM KANAMALAR Normal doğumda, plasenta ayrıldıktan sonra 500 cc, sezeryan ile doğumdan sonra ise yaklaşık 1000 cc kanama olur. Eğer bu kanama miktarları aşılırsa postpar-tum hemorajiden söz edilir. Anne mortalitesi açısından doğum sonu kanamaları, en sık obstetrik nedeni oluşturur. Tüm doğumların %45'inde görülür. Eğer hızlı ve yeterli müdahale edilirse kanamaya bağlı ölümlerin %90-95'i önlenebilir. Postpartum dönemde maternal mortalite nedenleri Postpartum Atoni Kanamaları Miyometriumun kontraksiyon yeteneğini bozan, yani canlı ligatürün çalışmasını engelleyen durumlarda ortaya çıkar. Tedavide de, uterus kontrakte edilmesi prensibine göre davranılır. Uterotonik ilaçlar ana tedaviyi oluşturur (oksitosin-prostaglandinler-ergotalkaloidleri). Çoğu zaman plasenta çıkmadan bazen de plasenta çıktıktan sonra başlar. Atoni kanamalarının etyolojisi • Postpartum kanamalar (en sık atoni kanamaları) • PIH (hem anneyi hem fetusu birlikte en fazla öldüren hastalıktır) • Enfeksiyonlar • Tromboembolik olaylar (ilk 15 gün içerisinde gerçekleşir) Doğum sonu plasenta ayrılınca, binlerce onbinlerce damar yırtılır ve kanar. Ancak bu kanamanın 500 cc'yi geçmemesinin iki büyük nedeni vardır. 1) Canlı ligatür: Uterus doğumdan sonra hızla küçülür ve bu damarlar miyometrial lifler tarafından şiddetle ligatüre edilir. 2) Gebelikte aktive edilmiş ve artmış pıhtılaşma faktörleri nedeni ile, bu damarlar ağzında hızla pıhtılaşma gerçekleşir. Eğer canlı ligatür çalışmaz ise atoni, eğer pıhtılaşma sistemi defektli ise DİK kanamaları gelişir. Postpartum Kanamalar A) Erken Kanamalar: (doğumdan sonraki ilk 24 saatte oluşur) • Atoni (en sık) • Laserasyon • DİK • Uterus inversiyonu • Plasental insertion anomalileri, (acreata, inkre-ata, perkreata) B) Geç Kanamalar (doğumdan sonraki 2-31. günleri arasında görülür) • Plasental retansiyon • Subinvolsiyon • Çoğul gebelik, polihidramnios ve makrozomik fetus gibi, uterusu aşırı geçen durumlar • Primer veya segonder ağrı zaafları • Grandmultiparite • Uterusta eski operasyon nedbeleri • İndüksiyon amacı ile uzun süreli oksitosin kullanımı • PIH tedavisi amacı ile Mg S04 kullanımı • Uterin enfeksiyonları 268 • Uterus anomalileri • Çok hızlı gelişen doğumlar (partus presipitatus) • Halothan narkozu • Pl. Previa: (alt segmentte insersion anomalilerine bağlı olarak) Tedavi • Eğer plasenta çıkmamış ise hemen elle çıkartılır. Eğer plasenta elle de çıkmıyor ise akla acreata ve perkreata gibi insertion anomalileri gelir, ve gecikmeden subtotal histerektomiye geçilir. • Plasenta çıkmışsa uterotonikler infüzyon içinde verilir (oksitosin, metilergobasin veya prostaglandin-ler). Yeterince damar yolu açılır ve taze kan verilir. • Uterusa masaj ve soğuk tedavisi uygulanır. • Kavumda biriken kan küretajla boşaltılır. Küretaj Fergusan refleksinide uyarır. Kontraksiyon lan şid- detlendirilebilir ayrıca plasental parçalar kaldı ise onlar temizlenir. • Frisch-Zvveifel manevrası yapılarak, kanamanın tampon etkisi ile kontrolü sağlanır. • Zaman kazanmak için aort kompresyonu yapılır. • Kanama yine durmuyor ise gecikmeden operasyona geçilir. Eğer fertilitenin devamı isteniyor ise hi- pogastrik arter ligasyonu yapılır. • Son çare subtotal histerektomidir. • Eğer atoni kanamasına müdahale gecikilir ise, DİK kanamaları da başlayabilir. • Uterus içerisine tampon koyma mümkündür ama pek kullanılan bir yöntem değildir. Laserasyonlar Doğumda oluşan yırtıklar başlıca 4 tiptir ve hepside i gatüre edilerek kolayca durdurulabilinir. Ancak zor doğumlarda, epizyotomi açılarak bu yırtıkların oluşumu-da engellenebilir. 1. Derece yırtık: Vajen mukozası ve vulva derisi yırtılmıştır. 2. Derece yırtık: Bunlara ilaveten perine kaslarıda yırtılmıştır. 3. Derece yırtık: Bunlara ilaveten anal sfinkter to-tal veya parsiyel olarak yırtılmıştır. 4. Derece yırtık: Bunlara ilaveten rectum da yırtılmıştır. DİK Kanamaları Kadın-Doğumda DİK kanamalarının görüleceği durumlar bellidir. Bunlara göre bu durumlarda uyanık olmak gereklidir. DİK nedenleri • Ablatio plasenta (en sık) • Missed abort • Septik abort • Amnios sıvısı embolisi • Uzamış atoni kanaması • Ölü fetus sendromu • HELLP sendromu Klinik bulgular • Şok: Kaybedilen kan miktarı ile orantılı değildir. • Tam inversiyonda kanamalı kitlenin vajen içinde veya introitusun dışında görülmesi • Tam olmayan inversiyonda kanamalı kitlenin ser-vikste görülmesi veya palpe edilmesi İnsidans: 1/2000 269 Etyoloji • Plasentanın doğurtulmasında aşırı traksiyon uygulaması (en sık) • Fundal plasental implantasyon • Parsiyel plasenta acreata • Kanjinital miyometria' doku zaafı • Miyoma uteri Tedavi • Uterusun genel anestezi altında el ile yukarıya rededilmesi • Bu yeterli olmaz ise özel operasyonlar ile uterusun ait olduğu yere fixe edilmesini kapsar. Plasental İnsersiyon anomalileri İnsidansı: 1/5000 Etyoloji: desidua spongiosanın yetersiz olması veya Nitabuch tabakasının defektli olması sonucunda, villuslar değişik derecelerde uterusa penentre olurlar. • Plasenta acreata: Plasenta (viliuslar) desidua bazalise penentre olmuş ama miyometriumda invazyon yoktur.(%80) • Plasenta increata: Plasenta (villüsler) miyomet-rium içine penentre olmuşlardır (%15) • Plasenta perkreata: Plasenta (villüsler) miyo-metriumu boyudan boya geçmişler ve sıklıkla mesane mukozasında invaze etmişlerdir. (%5) Predispozan faktörleri Uterus İnversiyonu Fundusun servikse (inkomplet) ya da serviksten dışarıya (komplett) doğru ters dönerek prolabe olmasına uterin inversiyon denilir. • Pl. Preavia (en sık) • Uterin skar bırakan geçirilmiş operasyonlar, (ön sezaryanlar) • Submüköz miyomlar • İntrauterin sineşiler yapan geçirilmiş kürtaj operasyonları • Folik asit eksikliği: Nitabuch tabakasının gelişimini etkiler Tedavi • İnkreata ve perkreatada primer tedavi subtotal his-terektomidir. • Acreatada kürtaj ile başlanır, kanama durmaz ise subtotal histerektomiye geçilir. Kürtajın en büyük kompiikasyonu Asherman sendromu gelişmesidir. Postpartum geç kanamaları • Plasenta retansiyonu: Pospartum atoni ve laseras-yon kanamalarından sonra 3. sıklıkla görülen kanamadır. • Uterus involsiyonu normal seyreder ama buna karşın kanama devam eder. • AB baskısı altında revizyon küretaj ile tedavi edilir. • Eğer üzerinde durulmaz ise, müdahale gecikirse, plasental polipler olyuşur ve bunların küretajında durdurulmayan kanamalar oluşur. Histerektomi yapmak gerekebilir. Her plasental retansiyonda akla plasenta in-sertion anomalileri gelmelidir. Subinvolsiyon • Uterus involsiyonunun gecikmesi sonucunda ortaya çıkan kanamalardır. Plasental retansiyondan farklı olarak uterus beklenenden büyük ve yumuşaktır. • Etyolojik nedenler arasında en sık görüleni postpartum enfeksiyonlardır. Ayrıca yetersiz emzirme, sezaryan ve plasental parça retansiyonla-rıda nedenler arasında gösterilir. • Tedavide ana fikir uterusun involsiyonunu uterotonik ilaçlar vererek hızlandırmaktır. Özellikle 270 metilergonovin ilk tercih edilenidir. AB baskısı şarttır. Postpartum geç kanamaların nadir görülen tipleri • Submüköz miyomlar • Varriköz damar rüptürleri • Desiduomalar Puerperal morbitide Tanım: Günde en 4 kez ölçülen oral ısının, ilk 24 saati hariç olmak üzere doğumdan sonraki ilk 10 gün içerisinde en az iki gün 38°C üzerinde olmasıdır. Febril morbidite olarak adlandırılan da vardır. Puerperal morbidite ile ima edilen esas olay puerperal enfeksiyondur. Ancak bu dönemde gerçektende ateşin yüksek olmasının en sık nedeni puerperal enfeksiyon olmakla birlikte, ateş yapan başka enfeksiöz ve nonenfeksiöz nedenlerde vardır. Puerperal ateş nedenleri 1) Puerperal enfeksiyonlar • Endometrit (en sık) • Miyometrit • Parametrit • Septik şok • Peritonit - pelvik abse • Puerperal ovarian ven tromboflebiti 2) Diğer organlar ile ilgili enfeksiyonlar • Pnömoni-atalektazi • Üriner enfeksiyonlar • Sezaryan operasyonunu izleyen enfeksiyonlar (yara enfeksiyonu nekrotizan fasitis) • Epizyotomi enfeksiyonları • Tromboflebit • Perineal abseler • Toksik şok sendromu • Mastit 3) Nonenfeksiöz ateş nedenleri • Meme ongorjmanı (süt ateşi) • Rezorbsiyon ateşi • İlaç ateşi Puerperal genital enfeksiyonlar İnsidans: Gelişmiş ülkelerde %1-8 sıklıkla görülür. Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde bu oran doğal olarak daha yüksektir. Sezaryan ile doğum sonrası bu oran %15-30'a çıkar Predispozan nedenler • Sezaryan ile doğum (en sık) • EMR • Plasentanın elle çıkarılması • Uzamış travay • Plasental retansiyon • Cerclaj operasyonları • Müdahaleli doğumlar • Epizyotomi 271 • Anemi • Malnütrisyon • Düşük sosyo-ekonomik durum • Obezite • İntrauterin fetal monitorizasyon Bu predispozan nedenler arasında, özellikle uzamış EMR sonrası sezaryan ile doğumun gerçekleştirilmesi, puerperal enfeksiyon riskini Önemli Ölçüde artırmaktadır. Etyoloji Postpartum endometrit ve enfeksiyona neden olan ajanlar genellikle servikovajinal flarada bulunan bakterilerdir. Bunlar aasendan yol ile postpartum ilk 8-10 gün içerisinde endometrial kaviteye rahatça ulaşabilirler. Çünkü bu dönemde assendan yolu kesecek internal servikal osun mukus tıkacı henüz oluşmamıştır. Kaldı ki nekroze olmuş desidual artıklar bu mikroor-ganiz-malar için, uygun bir besiyeri görevi görecektir. Yine aynı nedenle puerperal enfeksiyon en sık endometrit olarak başlayacak ve daha sonra farklı yollar ile ve farklı yönlere doğru gelişerek çok sayıda enfeksiyon tiplerine ve DIK'e neden olabilecektir. Postpartum endometritler en sık 3. gün içerisinde ortaya çıkarlar ve etyolojilerinde çoğu kez polimikrobial nedenler rol oynar ama en sık karşılaşılan ajnın B grubu hemolitik strentekoklar olunduğuna inanılır. Çünkü gebelerin %20-25 'inde B grubu streptekokla-rın genital tarktus kolonizasyonları mevcuttur. Öte yandan sezaryan sonrası görülen endometritlerde B grubu streptokokların rollerinin olmadığı kabul görmektedir. Bu olgularda bakteriyel vaginozis ile ilişki kurulmakta ve gram boyama kriterleri ile ispat edilmiş bakteriyel vaginozis varlığında sezaryan sonrası 6 misli sıklıkta endometrit oluştuğu ileri sürülmektedir. Son olarak B grubu hemolitik streptekokların endometrit yaptıkları durumlarda bile olayın parametrit pelvik abse, peritonit gibi farklı ve ağır formasyonlara dönüşmesinde başka bakterilerin rol oynadığına inanılmaktadır. Postpartum endometrit yapan mikroorganizmalar 1- Gram (+) Koklar: B grubu strepkoklar, A Grubu olanlar 1980'den sonra nedenler arasından çıkartılmıştır. 2- Gram (+) anaerop koklar: (Kültürlerin %90'ında izole edilirler) Peptostreptekoklar • Peptokoklar • Bakteroides fragilis 3- Gram (+) basiller • Clostridium • Listeria 4- Gram (-) koklar • N.Gonore. (gebelik sürerken yukarı gonore yapmazlar) 2- Diğerleri E. Coli (en sık üriner enfeksiyon nedeni) • Klebsiella • Proteus • Mycoplazmalar • Ûreoplazmalar 272 Patogenez Uterin kavitede bakterilerin varlığı enfeksiyon arlığına eşdeğer değildir. Risk faktörlerininde etkisi ile, bu bakterilerin, alt uterin segmenti, plasental yatağı, insizyon ve laserasyon bölgelerini inoküle etmeleri ve kolonizasyonlarını artırmaları gereklidir. Bundan sonra, desidualar boyunca, lenfatik ve vasküler kanallar yolu ile yayılımlarını sürdürerek, bir dizi, farklı enfeksiyon çeşitlerine neden olurlar. (Parametrit - Mi-yometrit - Pelvik abse - Peritonit - Septik pelvik trombof-lebit - Septik şok ve DİK gibi) Klinik Bulgular • Ateş ve titreme • Taşikardi • Pis kokulu loşi • Uterin hassasiyet • Lokositoz: güvenli değildir çünkü bu dönemde zaten fizyolojik olarak lokositoz vardır. Tanı • Klinik bulguların varlığı • Desidual kültür • Kan kültürü • İdrar kültürü • Pelvik abse varsa USG ve BT Tedavi İdeal olan kültür sonuçlarına göre antibiotik vermektir. Ancak bu durum, gecikmeye ve çok değerli bir zamanın kaybına neden olacağı için ampirik antibiotik tedavisi derhal başlanılmalıdır. Üstelik bu dönemde hala gebeliğe ait olan %30-40'lık kan volümü artışı devam ettiği için antibiotik tedavisine parenteral yoldan ve yeterince yüksek dozlardan başlanması önerilmektedir. Bugün için dünyada yaygın olarak kullanılan üç seçim vardır. • Penisilin + Aminoglikozid uygulaması %80 vakada tam yanıt ile sonuçlanır. Eğer yanıt alınmamış ise B. Fragilis sujlarının varlığı düşünülerek klinda-misin veya kloramfenikol bu ikiliye ilave edilir. • Özellikle anaeorob bakterilerin varlığı düşünülen olgularda aminoglikozid + klindamisin veya aminoglikozid + metronidazol tercih yapılır. • Üçüncü tercih ise yeni batalaktam antibiotiklerini tek olarak vermektir. Yeni betalaktam antibiotikleri Peniselinler: Mezlosilin, Piperasilin, Ampisilin / sul-baktam Tikarsilin klavulanat. Sefalosporinler: Seftizoksim, sefotaksim, sefok-sitin, sefmetazol. Ateş düştükten sonra, antibiotik tedavisinin de en az 48 saat daha devam edilmesi hatta bu süreden sonra bile 7-10 gün oral bir antibiotik (Amoksilin + klavulo-nik asit) verilmesi tavsiye edilmektedir. Son yıllarda geniş spekturumlu bir karbapenem olan imipenenin özellikle pelvik abse olgularında tek ajan olarak kullanımı önerilmektedir. Preterm eylem, 12-18 saati geçen EMR veya preterm prematür membran rüptürlerinde veya annede B grubu stereptekok kolonizasyonu varlığında, intrapartum profilaktik antibiotik uygulaması tavsiye edilmektedir. Böylece erken neonatal dönemde bebekte oluşacak olan enfeksiyonların büyük bir kısmı engellenirken, postpartum endometrit riski de azalmaktadır. 273 Puerperal dönemde rastlanan özel enfeksiyon tipleri Septik Pelvik Tromboflebit Postpartum endometritin nadir rastlanılan ve en korkulan komplikasyonlarından biridir. İnsidansı %0,18'dir Genellikle uterusun üst kısmının venöz drenajını sağlıya n V. ovaricalardan sağdaki izole olarak tutulur. Nadiren her iki V.ovarica da olaya katılır. Postpartum endometrit tedavisi gören hastalarda, ateş uzun süre düşmez ise akla gelmelidir. Bu durumda heparin verilirse ateşin hızlı bir şekilde düştüğü gözlenir. Bu diagnostik olaya "Heparin challenge testi" denilir. Tedavide antibiotikler ve heparin birlikte verilmelidir. Tanıda MR ve BT görüntüleme yöntemleri yararlıdır. Tedavi başarılı olursa, trombozlar organize olur ve gerilir. Ancak çok nadir vakalarda ani ölümler ile sonuçlanan pulmoner embolizasyonlar oluşur. Bir sonraki gebelikte tekrarlama riski yoktur ve profilaktik olarak heparin vermek gereksizdir. Puerperal ovarian ven tromboflebiti Septik pelvik tromboflebitten farklı bir olaydır. Genelde puerperiumun ilk haftasında ve sağ vena ovarikada görülür. Apandisit tanısı alır ve öpere edilirler. Kesin tanı böyle konulur. Heparin tedavisi uygulanır. Septik pelvik tromboflebit ise puerperal enfeksiyonların geç bir komplikasyonudur. Genelde ilk haftadan sonra ortaya çıkar. Hemolitik üremik sendrom Postpartum dönemde nadir görülen ve nedeni bilinmeyen bir komplikasyondur. Lohusalık döneminde mikroanjiopatik hemolitik anemi ortaya çıkar. Bunu hipertansiyon ve renal yetersizlik izler. Prognoz çok kötüdür. Tedavide plazma değişimi ve infüzyonu yapılır. Nekrotizan fasiitis Fasial ve kas dokularını kapsıyan ve sıklıkla Ölümle sonuçlanan bir komplikasyondur. Nadiren kadın-doğumda, operasyonlardan ve sezaryanlardan sonrada görülebilir. Etyolojik bakteri belli değildir. Klinikte başlangıcın hızlı oluşu streptekok enfeksiyonları ile uyumludur. Ancak anaeorop bakterilerin de genelde olaya karıştığı gözlemlenmiştir. Özellikle C. perfringens de sıklıkla izole edilmektedir. Predispozan neden olarak, diabet, periferal vasküler hastalıklar, ve immun yetersizlik gösterilir. Genelde doğumdan 24-48 saat sonra ve çok hızlı bir seyir ile başlar. Subkutan dokuları ilgilendirdiği için, üstteki deri başlangıçta lezyon vermez. Ama kısa bir süre sonra subkutan damarların trom-bozu sonucu patagnomonik mavi-siyah renk oluşur. Yarada pürülan akıntı olmayışı tipiktir. Tedavide, erken ve geniş debridasyon yapmak hayat kurtarıcıdır. Ölüm nedeni septisemi ve dolaşım yetersizliğidir. En çok kullanılan antibiotikler, aminoglikozid + klindamisindir En sık perineal bölgede görülür (Epizyotomi). En uygun ve agresif tedavide bile %50 mortalite hızına sahiptir. 274 Miyonekrozis Nekrotizan fasiitisin ileri bir aşaması olarak kabul edilir. Fasyalardanda daha derine uzayan enfeksiyonu gösterir. En sık karşılaşılan etkeni C. perfringenstir. En sık görülen predispozan nedeni ise doğumun ikinci devresinin uzamasıdır. Tedavide geniş debridasyon, antibiotik ve hiperbarik oksijen kullanılır. Porstpartum hematomlar 1) Vulvar hematomlar En sık görülen postpartum hematom nedenidir. En sık karşılaşılan nedeni epizyotomi hatalarıdır. Hematomu oluşturan, anterior ve posterior pelvik üçgenlerdeki süperfisiyel fasyanın damarlarının yırtılmasıdır. Kanama genellikle ürogenital diafram ve Colles fa-siasının sınırına kadar yayılır. Yani yüzeyel kalır. 2) Vajinal hematomlar Sıklıkla yumuşak doku altındaki epitelde spina isc-hiadikalar sayesinde travma sonucu gelişirler. En çok yırtılan damar pudental damarın dallarıdır. Büyüdükçe rektuma vuran ağrı yapar. Tedavide insizyon ve drenaj gerekir. Açık damarlar tek tek bağlanır. Dren kullanılması görüşü çelişkilidir. Ama 12-24 saat vajinal tampon uygulaması konusunda fıkirbirliği vardır. 3) Supravajinal hematomlar Uterin rüptür ve sezaryene sekonder gelişirler. Pelvik taban seviyesinde seyreden damarların yırtılması ile ortaya çıkar ve retroperitoneal mesafeye kadar yayılırlar. Bir süre gözlemle rezolüsyonla-rı beklenir. Eğer bu gerçekleşmez ise operatif tedaviye başvurulur. Hipogastrik arter ligasyonu çoğu zaman gereklidir. Eğer uterus rüptürü var ise veya ameliyat ile he-mostaz sağlanmaz ise histerektomi gerekebilir. Postpartum endokrin hastalıklar Postpartum tiroidit: Postpartum dönemde en sık görülen endokrinolojik hastalıktır. Genelde immünolojik hastalık olduğu kabul edilir ve duyarlı popülasyonda %5-11 sıklıkla görülür. • Doğumdan 4-12 hafta sonrası önce hipertiroidi olarak başlar ve kısa bir süre sonra hipotiroid'h ye dönüşür. • Otoantikorlar saptanabilir. Doğumdan 6-9 ay sonra spontan olarak düzelir. • Postpartum depresyon ile karışabilir. Sheehan sendromu: Gebelikte hem büyümesi hem de kanlanması %100 armış olan adenohipofizin, postpartum şiddetli kanamalar neticesinde, nekroze olması, ve FSH, LH, PRL, ACTHJSH gibi hormonların salgısının durması ile karekterize bir segonder ame-nore tipidir. • İlk bulgusu laktasyonun başlamamasıdır ve zaten PRL'si düşük tek hipofizer hastalıktır. • Hipotiroidi, pubik ve akiller kılların dökülmesi, gebeliğe ait pigmentasyonların erken kaybolması gibi eşlik eden semptomları vardır. • İlk verilmesi gereken ilaçlar glukokortikordlerdir. • Yıllar sonra tedricen ortaya çıkan parsiyel tipleride bildirilmiştir. Postpartum psikiatrik bozukluklar Çoğu kadının doğumdan sonraki ilk emosyonel cevabı, sağlıklı bebeliklerini görerek neşe mutluluk 275 hissetmesidir. Negatif ve anormal emosyonel cevaplar, sıklık sırasına göre aşağıdaki gibi sıralanır. 1- Postpartum Blues (Hüzün) (%50-80): genelde postpartum ilk hafta içerisinde ortaya çıkar premenstrüel sendromu olan kadınlarda daha sık görülür. • Yetersizlik duygusu ve ağlamaya yatkınlık ilk bulgularıdır. • Mood dalgalanmaları, yorgunluk baş ağrısı gibi şikayetler oluşur. • Kendisinin ve bebeğinin bakımını genelde sağlar • İlaç tedavisi gerektirmez, güven telkini ile düzelir. • Nadiren eşini ve bebeğini görmek istemez. 2- Postpartum depresyon: (%5-25) • Keder, anksiyete, umutsuzluk ile seyreden ağır bir durumdur. • Kendisinin ve bebeğinin bakımını ihmal eder • 2-6 hafta kadar sürer ama bazen aylarca sürebilir. • Diğer gebeliklerinde tekrarlama oranı yüksektir. • Tedavisi gereklidir. Trisiklik antidepresanlar, serotonin uptake inhibitörleri ve psikoterapi fayda sağlar. 3- Postpartum psikoz: (%0,1-0,2) • Akut psikoza benzer • Hallüsinasyonlar ve delüzyonlar ile birlikte seyre der. Gerçeği değerlendiremezler. • Kendisine ve bebeğine zarar verebilir. Bebek ayrılmalıdır. • Genelde 2-3 hafta kadar sürer. Ama 2-3'aya kadarda uzayabilir. • Djğer gebeliklerinde tekrarlıyabilir. • Hospitalizasyon ve antipsikotik tedavi gereklidir. Gebelikte görülen bu psikolojik bozuklukların gebelik öncesi dönem ile ilgisi pek saptanamamıştır. Bir diğer değişle, gebelik öncesi yaşam tarzı, depresyon varlığı, sosyoekonomik seviye, parite gibi nedenler etkin gibi görülmemektedir. Purerperal meme şikayetleri Mastitis: Meme glandlarının parenkimatöz enfeksiyonudur. Hemen daima unilateral olarak ortaya çıkar. Bugün için endemik ve epidemik olmak üzere iki türü olduğu kabul edilmektedir. Endemik olan %1-5 sıklıkla görülmekte iken, epidemik dönemlerde epidemik nedenli mastit %19'lara ulaşan bir oranda görülebilmektedir. • Etyolojiden sorumlu mikroorganizmaların başında S. aureus gelir. Ayrıca streptekoklar ve ko-agülan negatif stafilokoklarda sık izole edilen ajanlardır. • Fetusun nazofarinksinde S. aureus kolonizasyonu varsa, bu meme uçlarındaki emmeye bağlı gelişen fissürlerden süte geçer ve sütte de 24 saat sonra kolonizasyonlar oluşur. Epidemik olgularda memeye geçiş için fissüre ihtiyaç yoktur. • Klinikte titreme ile yükselen ateş, taşikardi, ve meme angorjmanını takiben ortaya çıkan inflamasyon bulguları ile tanınır. Bu olguların %10'nu abse formasyonuna dönüşür. • Peniseline rezistans suşların varlığı göz önünde tutularak tedaviye sefolosporinler veya kloksasi-lin ile başlanılması en tercih edilen yoldur. Van-komsinden de faydalanıiabilinir. • Apse veya süpüratif enfeksiyon varlığında emzirme kesilirken, diğer olgularda emzirme devam eder. Eğer bu kurala uyulmaz ise, bebekte akciğer apsesi gelişebilir. • Apse varlığında cerrahi drenaj gerekir. • Uygun antibiotik ve drenaja rağmen enfeksiyon yeterince gerilmez ise süt kesilmelidir. • Predispozan nedenleri arasında, hastahane personelinin elleri ve annenin meme başındaki candidiazis varlığı gösterilir. • Doğumdan sonraki 9. günde anne süt örneklerinde S. aureus görülmesi oranı %90'lar civarındadır. Meme angorjmanı: Süt sekresyonun başlangıcını izleyen ilk 24-48 saat içerisinde, genellikle göğüsler gergin, sert ve nodüler bir görünüm alabilir. 37,8-39 °C arasında 4-6 saati geçmeyen bir ateş yükselmesi olabilir. Eskiden bu ateşin yükselmesinin meme süt kanallarının süt ile dolması nedeni ile ortaya çıktığına inanıldığı için, bu ateşe "süt ateşi" denilirdi. Bugün ise, olayın nedeninin süt kanalları etrafındaki venöz ve lenfatik dolgunluk yani konjesyon olduğu bilinmektedir. • Genelde birkaç gün içerisinde gerilir. 276 • Tedavide, memeye soğuk tatbiki, memelerin alttan desteklenmesi ve analjezikler gündeme gelir. • Puerperal endometritin yaptığı ateş 4 saatlik aralıklarla günde 4 kez Ölçülse de 38 OC üzerinde kalır. Oysa süt ateşi en fazla 4-6 saat sürer. Ayırıcı tanıda bu Özellik değerlendirilmelidir. Agalaksi süt salgısının hiç olmayışıdır. Çok nadir görülen bir durumdur. Sheehan sendromu olmasa bile spontan görülebilinir. Poligalaksi; Aşırı süt sekresyonu denemektir. Daha sık görülür. Galaktosel: Yoğun süt sekresyonunun süt kanalını tıkaması sonucu, memenin baz lob veya loblarında fluktan bir kitle oluşturacak kadar süt birikmesi demektir. Spontan olarak geriler, nadiren aspirasyon gerekir. Polimasti: Süt çizgisi denilen, ve aksiller bölgeden başlayıp inguinal bölgeye kadar uzanan hayali çizgi üzerinde, aksesuar meme dokusuna rastlanılabilinir. Bunlar bazen bilateral ve simetrik olabilirler. Gebelikte büyürler ve lipomlar ile karışabilecek makroskopik bir görünüm alırlar. Süt salgısı başlayınca bunlarda ağrı başlar. En sık aksiller bölgede görülürler. Çoğu spontan olarak regrese olurlar Laktasyon supresyonu Bromokriptin uygulamalarının serebrovasküler hastalık riski artırıcı olduğu bildirildiği için lohusalık döneminde dikkatli olunmalıdır. Fiziksel ve hormonal yöntemler ile gerekince süt supresyonu yapılabilinir. Fiziksel yöntemler: • Memelere elastik bandaj tatbiki ile kompresyon yapmak • Soğuk kompres uygulamak Hormonal yöntemler • Bromokriptin vermek (en sık) • Cabergolinin 10 mg'lık megelik tek doz şeklinde verilmesi ve pospartum ilk 24 saatte verilmesi günceldir. • Östrojenleri yalnız veya testosteronla birlikte vermek (eskiden) Diğer nadir lohusalık komplikasyonları Peripartum Kardiyomiyopati: veya Gebelik Kardiyopatisi 1. Gebelik Kardiyomiyopatisi (=peripartum kardiyomiyopati - postpartum kalp hastalığı) Çok nadirdir. Bu tanıyı koyabilmek için; 1. Konjestif yetersizliğin, gebeliğin son ayında veya puerperiumun ilk 5 ayında gelişmesi, 2. Kalp yetersizliğinin başka bir nedenle izah edilememesi, 3. Gebeliğin son ayından önce, hastada kalp hastalığına ait hiçbir belirtinin olmaması gereklidir. Çoğul gebelikler ve preeklampsiden sonra daha sık görülürler. Hastalarda biventriküler kalp yetersizliğinin tüm semptomları vardır. %25-30 ihtimalle pulmoner embolizm gelişir. Ventriküler ekstrasistoller ve atrial fibrilasyon görülebilir. 6 aylık yatak istirahati ve tedaviden sonra %50 vaka tam düzelirken %50'sinde kalıcı kardiyomegali gelişir. 2. Hipertrofik Kardiyomiyopati Otosomal dominant bir bozukluktur. Ve özelliği sol ventrikül kan akım yolunun, kas hipertrofisi nedeni ile engellenmesidir. Bu hastaların çoğunda mitral yetmezlik de vardır. En korkulan yanı, gebe olsun olmasın, hastanın ventriküler aritmi ile ani ölümdür, b blokerler ge-be-likte bu aritmileri yeterince önleyemezler. Spesifik antiaritmikler ile tedavi edilmelidirler. Spontan primer karoner arter disseksiyonu: Peri-partum dönemde olan, etyolojisi bilinmeyen ve hemen hepsi ölümle sonuçlanan nadir bir hastalıktır. Obstetrik paraliziler: Doğum eylemi sırasında, basıya bağlı olarak, lumbosakral plexus dalları, femoral, obturatuar veya siyatik sinirler etkilenebilirler. 277 • En sık eksternal popliteal sinir etkilenir. Klinikte ayağın dorsofleksiyonunda zayıflamaya bağlı para liziler görülür. Düşük ayak (foot drop) ile tanınır. Pnömoni ve atelektazi: Özellikle sezaryan olan hastalarda görülür. Postpartum ilk 24 saat içerisinde ortaya çıkar. İlk bulgu ateştir. Taşikardi ve solunum hızının artması ateşi izler. • Etyolojisinde supin pozisiyonda yatılmasına bağlı olarak FRC'nin düşmesi ve postoperatif abdominal ağrı nedeni ile yüzeysel kalan solunumun akciğer ekspansiyonunu bozması yatar Geç pospartum eklampsi: Doğumdan 48 saat sonra ile 4 hafta sonrası arasındaki dönemde ortaya çıkar. Proteinüri ve ödem mutlaka oluşur. Diğer konvülziyon yapan nedenlerden ayırt edilmesi böylece yapılır. Puerperal komplikasyonlara genel bir bakış Postpartum kanamalar a) Erken kanamalar • Atoni (en sık) Laserasyon • DİK • Uterus inversiyonu • Plasental insertion anomalileri b) Geç kanamalar • Plasental retansiyon (en sık) • Subinvolsiyon Puerperal Enfeksiyonlar • Endometrit (en sık) • Miyometrit-parametrit • Pelvik abse-Peritonit-Septik şok Septik pelvik tromboflebit Puerperal ovarian ven tromboflebiti Postpartum hematomlar • Vulvar (en sık) Vajinal • Subravajinal Puerperal Endokrinolojik Hastalıklar • Postpartum tiroidit (en sık) Sheehan sendromu Tromboemboli Psikiyatrik bozukluklar • Postpartum Blues (Hüzün) (en sık) • Postpartum depresyon • Postpartum psikoz Puerperal Meme bozuklukları • Mastit (staf aureus ) Engorjman Diğerleri Hemolitik üremik sendrom • Postpartum kardiyomiyopati • Pnömoni ve atelektazi • Postpartum eklampsi 278 KORDON SARKMASI Kordonun kendisinin tek başına veya önde gelen fetal kısım ile birlikte vajene inmesine kordon sarkması denir. Eğer kordonun kendisi tek başına vajene inmiş ise bu gerçek kordon sarkması olarak adlandırılır ve daha sık görülür. Eğer kordon Önde gelen fetal kısım ile birlikte ise buna kordon prezentasyonu veya gizli kordon sarkması denilir ve daha az görülür. Bu iki tipten birincisinde tanı koymak kolay, ikincisinde ise son derece zordur. Sıklık: Bin doğumda 14-62 arasındadır. Risk faktörleri ve etyolojisi Kordon sarkmasının iki ana etyolojik neden grubu vardır. Bunlar: • Maternal pelvisin yeterli olarak dolmadığı durumlar. • Obstetrik girişimlerdir. Maternal pelvisin yeterli dolmadığı durumlar: • Fetal malprezentasyon: Kordon sarkması olgularının %40'ından sorumlu olan en Önemli faktördür. Bunlar içerisinde özellikle ayak geliş kordon sarkması ile en sık birlikte olan nedendir. Ancak, kordon sark ması durumu, non-sefalik prezentasyonlar rölatif olarak daha az görüldüğü için, verteks prezentasyonları ile birlikte daha sık görülürler. • Prematürite: Bebek ağırlığı azaldıkça kordon sarkması insidansı da artar. • Çoğul gebelik: Özellikle ikinci doğacak bebeklerde artar. • Mu İti par ite • EMR • Polihidramnios Obstetrik girişimler • Membranların artıfisiyel olarak açılması • İnternal skalp elektrodu yerleştirilmesi • Amniyosentez veya amniyoredüksiyon • İntrauterin basınç katateri yerleştirilmesi Klinik ve tanı Gerçek kordon sarkması vaginal tuşe ile kolayca tanınır. Ama kordon prezentasyonu vaginal tuşe ile tanısı her zaman konulamaz. Ancak, ilk belirtisi dikkat çekicidir. Çünkü önceden normal seyreden fetal kalp trasdeninde değişken deselerasyonlar ya da ciddi ve uzamış fetal bradikardi oluşur. Ani fetal bradikardi gelişen diğer durumlar ile ayırıcı tanı yapılması gerekebilir. Bunlar: • Maternal hipotansiyon • Ab. plasenta • Uterin rüptür • Vasa preavia • Epidural anestezidir. Ama kordon prezentasyonu veya gizli kordon sarkmasında kesin tanı ancak sezeryan esnasında konur. Tedavi • • • • • En uygun tedavi gecikmeden sezeryandır. Sezeryan yapılıncaya kadar gerçek kordon sarkması olgularında, muayene eden kişinin elini vajenden çekmeden, kordonu yükseltmesi lazımdır. Bunun iki nedeni vardır. Birinci neden, kordonun gelen kısmı ile doğum yolu arasında sıkışmasını önlemektir. İkinci neden, kordonun dış ısı ile karşı karşıya kalıp, kordon damarlarında vazospazm oluşumunu engellemektir. Funik redüksiyon: Özellikle kordon nucal bölgeye doğru yükseltilir. Ama faydalı bir işlem değildir. Mesanenin doldurulması: Trandelenburg posizyo-nunda mesane 500 cc kadar doldurulur. Gerilen mesane önde gelen kısmın yükselmesini ve kordon üzerine olan basısını engeller. Kısa süreli acil tokoliz: Uretusu gevşetip kordon üzerine olan basıyı azaltmak ve fetal bradikardiyi düzeltmek amacı ile yapılır. Vaginal doğum: Medikal ve teknik nedenler ile se-zeryanın hemen yapılamadığı durumlarda yapılır. Forseps ve vakum ile hızlı bir şekilde doğum gerçekleştirilir. 279 Korunma Su kesesinin erken ve gereksiz yere doktor tarafından açılmaması dışında başka bir korunma yöntemi yoktur. UTERUS İNVERSİYONU Sıklık: 20.000'de bir Etyoloji • Umbilikal kordun, erken dönemde ve gereksiz şekilde sert çekilmesi (en sık) • Fundal yerleşimli plasenta ve hipotonik uterus • Plasente acreata varlığı • Kısa kordon • Gebelik dışında malin tümör varlığında da oluşabilir. Sınıflaması A) Servikse göre • Komplett: Fundus serviks düzeyini aşmış • İn komplett: Fundus servik düzeyini aşmamış B) Vagen ve vulvaya göre • I. Derece: Sadece fundus vajendedir. • II. Derece: Korpusun tamamı vajendedir. • III. Derece: Tüm uterus vajenden dışarıdadır. C) Zamana göre • Akut puerperal inversiyon: Doğumdan hemen sonra olur, plasenta ayrılmış veya ayrılmamış olabilir. • Kronik inversiyon: Doğumdan en az bir ay sonra tanı konmuş veya tedavi edilmemiş olgulardır. Tedavi 1) Akut inversiyon • Şok düzeltilir • Bir buçuk saat içerisinde ya Halothun narkozu ile ya da tokolitik ilaçların yardımı ile uterus eski yerine yerleştirilir. Ovitosin veya diğer uterotonik ilaçlar bundan sonra verilir. • Eğer el ile repozisiyon başarısız olmuş ise hemen operasyona geçilir. Huntington operasyonu yapılır. 2) Gecikmiş veya kronik olgularda Haultain operasyonu yapılır Bulguları • Kanama • Nörojenik şok • Vajen içerisinde veya dışarısında kitle görülmesi. Bunu karşın batından fundusun ele gelmemesi. • Tanıda en yardımcı yöntem MR'dır. 280 DOĞUM İNDÜKSİYONU Doğum indüksiyonu, travay spontan olarak başlamadan önce doğumu sağlamak için medikal veya cerrahi yöntemler ile uterus kontraksiyonlarının başlatılmasıdır. Doğum indüksiyonu endikasyonlu olabileceği gibi elektif de olabilir. Doğum indüksiyonu genel olarak doğumu sonlandır-manın ane ve/veya fetusa gebeliğe devam etmekten daha faydalı olduğu koşullarda uygulanır. Gebeliğin gestasyonel haftası bu kararı en fazla etkileyen en önemli kriterdir. Eğer gebelik miadında ise veya fetal akciğerlerin matürite kazandığı kesinse bu kararı vermek kolaydır. Prematüritelerde ise bu kararı vermek bazen çok güç olmaktadır. Doğum indüksiyonunun yapılıp yapılmamasını belirleyen majör faktör gestasyonel yaştır ama indüksiyonun başarılı olup olmayacağını belirleyen majör faktör ser-viksin başlangıçtaki matürasyonudur. Bir diğer deyişle serviksin yumuşaması ve incelmesidir. Bu konuda karar vermede kullanılan skorlama sistemi BİSHOP skorlamasıdır. Eğer BİSHOP 9'un üzerinde ise indüksiyon başarılı olacak, 8'in altında ise başarılı olamayacaktır denilebilinir. KESİN KONTRENDİKASYONLARI KESİN ENDİKASYONLAR MATERNAL ENDİKASYONLAR • Preeklampsi-eklampsi MATERNAL KONTRENDİKASYONLAR • Aktif genital herpes • PIH • Kronik maternal hastalıklar - Diyabet - Kronik renal hastalık - Kronik pulmoner hastalık FETAL ENDİKASYONLAR • Koryoamninonit • Ciddi kronik hastalıklar • Baş pelvis uygunsuzluğu FETAL KONRENDİKASYONLAR • Transvers veya oblik duruş • Ciddi fetal distress UTEROPLASENTAR KONTRENDİKASYONLAR • Kordon prolapsususu • Pl. preavia • Anormal antepartum fetal testler • Vasa preavia • IUGR • Postmatürasyon • RH uyuşmazlığı • Fetal ölüm • Klasik %5 RÖLATİF KONTRENDİKASYONLARI • Servik kanseri • Grandmultiparite • Ab. Plasenta • Polihidramnios ve çoğul gebelik gibi uterusu RÖLATİF ENDİKASYONLAR • Kronik hipertansiyon aşırı geren durumlar • Makat gelişleri • Gestasyonel diabet • Fetal makrozomi • EMR • Low-Lying plasenta • Fetal makrozomi • Açıklanamayan vaginal kanama • Ölü doğum öyküsü • Kordon prezentasyonu • Majör konjenital anomalili fetus • Uterin kaviteyi etkileyen geçirilmiş • Açıklanamayan oligohidramnios miyomektomi operasyonları 281 BİSHOP SKORLAMASI Skor 0 1 2 3 Ser. Açıklık Yok 1-2 cm 3-4 cm 4cm'den fazla Ser. Silinme %0-30 %40-50 %60-70 %80'den fazla Ser. Kıvamı Sert Orta sert Yumuşak Ser. Pozisyonu Posterior Mid. Anterior BM ^9 Başın Seviyesi -3 -2 -1 + 1+2 Eğer serviks uygun değilse, doğum indü'ksiyonu öncesinde serviks matû'rasyonunu artırmaya çalışmak daha akılcıdır ve eğer bu yapılırsa başarısız doğum indüksi-yonlarına ikincil yapılan sezeryan operasyon oranları azalmaktadır. Klasik olarak BİSHOP skoru 5'in üzerinde ama 8'in altında ise öncelikli olarak serviks matürasyonu sağlanmalıdır. SERVİKS MATÜRASYONUNU ARTIRAN TEKNİKLER FARMOKOLOJİK METODLAR Hormonal metodlar • Prostoglandinler - PGE2 (dinoprostone) - PGE1 (misoprostol) • Oxitosin • Östrojenler NON-FARMAKOLOJİK METODLAR • Mekanik dilatatörler • Higroskopik dilatatörler - Laminaria - Lamicel - Dilapan • Balon kateterler • Amniotomi Doğum indü'ksiyonu metodları Amaç ritmik kontraksiyonları oluşturmak ve canlı bir fetus doğurtmak ise tek seçenek oksitosin kullanımıdır. Ancak oxitosinin ritmik kontraksiyonları başlatması için uterusta gup-junctionların oluşması, yani doğumun en azından 1. fazından bulunulması şartı vardır. Bunun öncesinde verilmesi bir anlam taşımaz. Eğer bebek ölmüşse, ya da konjenital anomalili ise, prostoglandirler başta olmak üzere diğer seçenekler kullanılabilinir. Doğum indüksiyonu metodları Hormonal teknikler: • Oxitosin • Prostoglandinler - PGE2 (Dinoprostone) - PGE2a (Dinoprost) - PGET (Misoprostol) • RU-486 (Mifepristone) Cerrahi teknikler • Amniotomi 282 Oxitosin Oxitosin supraoptik ve paraventriküler nöronlarda sentez edilir. Burda sentezi yapılan prohormonlar taşıyıcı proteinler ile aksonlar boyunca hipofiz arka lobu-na gelir ve daha sonra dışarı salgılanır. Prohormorlar taşıma süresinde oxitosin haline gelir. Oxitosin ritmik kontraksiyonları sağlayan hormondur. Ancak bu kasılmaları nasıl sağladığı tam olarak bilinmemektedir. Muhtemelen diğer uterotoniklerde olduğu gibi hücre içi serbest kalsiyum birikimine neden olmaktadır. Endometriumda serbest prostoglandin yapımını da artırdığı gösterilmiştir. Oxitosin doğumun 1. fazından yani gup-junctionların oluştuğu fazdan başlayarak uterusu kasma özelliğine sahiptir. İnfüzyona başladıktan sonra 3-5 dakika içerisinde uterus yanıtı başlar. Plazma sabit konsantrasyonuna 40 dakika içerisinde ulaşır. Prostoglandinlerden farklı olarak oksitosine uterus cevabı tüm gebelik boyunca aynı değildir. 20 ile 30. hafta arasında uterus cevabı hızla artar. 34. haftadan sonra terme kadar değişmez, fakat termde yeniden hızlanır. Östrojenler oksitosinin uterustaki reseptörlerini artırırken, progesteron bu reseptörleri azaltır. Doğum esnasında bu reseptörler çoğalırken, doğumdan sonraki ilk 1-2 gün içerisinde de hızla azalırlar. Buna karşın, uteru-sun postpartum involsiyonundan birinci derecede sorumlu olan hormon yine de oxitosindir. Yine oksitosin, laktasyon döneminde, emme esnasında da salgılayarak, süt kanalları etrafındaki miyo epitelleri de kasarak, sütün fışkırır tarzda bebeğin ağzına akmasını sağlar. Oxitosin hem doğumun başlatılmasında hem de hızlandırılmasında en fazla kullanılan hormondur. İntrave-nöz ve infizyon yolu ile verilir. Verilme süresince mutlaka hem uterin kontraksiyonlar hem de fetal kalp atımları kontrol edilmelidir. Çünkü kontraksiyonlarda hiperstimülasyon yapabilir ve uterus tetanisine neden olabilir ve bu durumda da fetal distress ortaya çıkabilir. Eğer 10 dakika içerisinde 5, 15 dakika içerisinde ise 7 kontraksiyon oluşmuşsa ve bu kontraksiyonlar 60-90 saniye sürüyorsa derhal kesilmelidir. Oxitosin infüzyo-nu kesildiği anda plazma konsantrasyonu hızla düşer, çünkü oksitosinin yarılanma ömrü sadece 5 dakikadır. Oxitosin indüksiyonu ile doğumu başlatma kararı verilirken, BİSHOP skoru belirleyicidir. Bu skorlamada elde edilen toplam skor 9'un üzerinde ise başarı şansı yüksektir. 1000 mi Ringer Laktat solüsyonu işine 10-20 Ü sentetik oksitosin konularak, infüzyon şeklinde kullanılır. Damla sayısı duruma göre ayarlanır. Grandmultiparlarda uterus rüptürü riski olduğu için kullanılmaz. Ölü fetuslarda sefalopelvik uygunsuzluk olmadığı sürece kullanılabilinir. Oxitosin amino asid yapısı bakımından ADH'a benzerliğinden Ötürü, yüksek dozlarda antidiüretik etki gösterebilir. Hiponatremi, konvülziyonlar, sıvı retansiyo-nuna bağlı kalp yetmezliği ve pulmoner ödem ve komaya neden olabilir. Tansiyonu yükseltebilir. Travay esnasında oksitosin sadece arka hipofız lobun-dan değil, ayrıca endometriumdan, plasentadan ve hatta fetal hipofizden de salgılanmaktadır. Prostoglandinler (PG'ler) Prostoglandinlerin doğum indüksiyonundaki gerçek yeri servikslerin matürasyonunu sağlamaktır ve bu amaçla en çok kullanılan tipi PGE2'dir. BİSHOP skoru 4'ün altında ise PGE2 kullanımı yaygındır. Gerek term, gerekse preterm gebeliklerde travay öncesinde artmış prostolglandin sentezi vardır. Bunlar etkilerini otokrin ve parakrin yoldan gösterirler, yarılanma ömürleri 1-2 dakikadır. Uterusta PG sentezi kompartmanlara ayrılmıştır. Desi-duada esas olarak PGF2a, amnionda PGE2 ve miyometriumda ise PGI2 üretilmektedir. İn vitro PGE2ctve PGE2 ikisi de kontraksiyona neden oldukları halde in vivo etkileri farklıdır, in vivo PGF2ct kontraksiyon yaparken, PGE2 serviksi yumuşatır yani gevşetir. İşte bu nedenden ötürü miadında bir doğumun indüklenmesinde PGF2a kullanılamaz, sadece PGE2 kullanılır. 283 PGF2a ise daha çok ikinci trimestirde ölmüş veya gözden çıkartılmış fetusların doğum indüksiyonunda kullanılır. PGE2 jelin (Dinoprostone) lokal kullanımı serviks matürasyonunu sağlamada sık kullanılan.bir yöntemdir. Histolojik olarak kollajen liflerin ayrılmasını sağlar ve submukozal sıvı miktarını artırır. Bu değişiklikler normal doğumda görülen değişikliklerdir. PGE2 jel 0,5 mg dinoprostone içeren 2,5 ml'lik şırıngalarda bulunmaktadır. Ancak son yıllarda 10 mg dinoprostone içeren vaginal fitillerde üretilmiştir (Cervidil). Bu fitiller hem daha yavaş salınım gösterirler, hem de hiperstimulasyon bulguları ortaya çıkarsa, vajenden geri alınabilirler. PGE2 jel veya fitilinin en önemli yan etkisi uterusta kontraksiyonları artırması yani hiperstimulasyon yapmasıdır. Hiperstimulasyon PGE2 uygulamasından sonraki ilk bir saat içerisinde başlar. Düşük doz PGE2'nin ateş, kusma, diyare gibi prostog-landinlere özgü yan etkileri çok nadirdir. Glukom, ağır hepatik ve renal yetmezlik ve bronkodilatatör olduğu halde astımda kullanımı kontrendikedir. Sentetik PGE-, (misoprostol) 100 mikrogramlık tabletler halinde peptik ülser gelişimini engellemek amacı ile kullanılır. Ama servikal matürasyonu da artırır. Dinoprostone göre daha ucuzdur. Oral ya da vaginal yol ile verilir, fakat intraservikal olarak verilemez. İntravaginal kullanımda 25 mikro gram (1/4 tb) 3-6 saatte bir posteriör fornikse yerleştirilir. Oral kullanımda ise 100 mikro gram 3-6 saatte bir verilir. Uterus hiperstimülasyonu, fetal kalp atım hızında değişiklikler ve uterus rüptürü gibi komplikasyonlara neden olabilirler. Progesteron Reseptör Antagonistleri RU-486 (mifepriston) hem progesteron hem de gluko-kortikoid reseptörlerini bloke eden kompetitif steroid antagonistidir. Ardarda iki gün vaginal olarak 200 mg uygulandığında servikal matürasyonu ve dilatasyonu sağladığı ve uterus kontraksiyonlarını başlattığı gösterilmiştir. Genellikle erken dönem abortusları için kullanılmaktadır. Canlı bebeklerde doğum indû'ksiyonu için kullanılamaz. Doğum indüksiyonunda non-farmakolojik teknikler 1- Membranların elle ayrılması (Amniotomi) Bir parmak yardımı ile koriyoamnitotik zarların, serviks ve alt uterin segmentten ayrılması anlamına gelir. Başarılı olabilmesi için başın servikse oturması ve ser-viksin parmak girimine izin verecek kadar açılması gereklidir. Etkisini membranlardan ve desidadan endojen pros-toglandinlerin salgılanmasını artırarak gösterir. Ayrıca varlığı henüz kanıtlanmamış olan, Ferguson refleksinin devreye girmesini sağlar. Tek başına kullanılmasının ne denli yararlı olacağı tartışmalıdır. Ayrıca membranların açılması da yani amnion kesesinin erken ve jatrojenik açılması da aynı etkileri gösterir. Baş oturmadan amnion kesesi açılmamalıdır. Eğer açılırsa kordon sarkabilir ve doğum çıkmaza girer. Fetus kaybedilebilinir. Amniotoninin avantajları: • Doğum süresini 1-2 saat kısaltır. • Amnion sıvı miktarı ve karakteri hakkında bilgi verir. • Uygulanan diğer indüksiyon yöntemlerinin başarısını artırır. 284 Amniyotoninin komplikasyonları: • Kordon prolapsusu • Fetal yaralanmalar • İntraamniotik enfeksiyon • Fetal malprezentasyon • Vasa previa rüptürü • Kanamadır Kontrendikasyonları: • Plasenta preavia • Viral hepatit • Maternal HİV • Aktif herpex genitalis varlığıdır. 2- Mekanik dilatatörler Mekanik dilatatörlerin de etki mekanizması, amnioto-minin etki mekanizması ile aynıdır. Yani membranlardan ve desiduadon endojen PG salınımı artırırlar ve in-traservikal jeller ile aynı güçte etkilidirler. Bu amaçla kullanılan kataterler içerisinden, doğumu hızlandırmak amacı ile uterus içerisine ekstraamniyotik şalin injeksiyonu da yapılabilir. BİSHOP skorunda hızlı bir ilerleme sağlarlar. Ama en büyük avantajları PG'lerin kullanılamayacağı glukom, astım ya da pulmoner hastalıklarda da rahatlıkla kullanılabilmeleridir. 3- Higroskopik dilatatörler Bunlar servikse uygulandıkları durumlarda, servikal sıvıyı emerek şişerler ve servikse basınç yapıp dilatasyona neden olurlar. Avantajları konulma ve çıkarılma kolaylığıdır. Ama etkileri çok yavaş bir şekilde ortaya çıkar. Belirgin bir yan etkileri yoktur ama çok nadiren anafi-laksi yapabilirler. Higroskopik dilatatör tipleri • Laminaria (kurutulmuş su yosunu) • Dilapan (poliacrilonitrile) • Lamicel (polivinilalkol içinde magnesium sülfat) Doğum indüksiyonunun komplikasyonları • Hiperaktif yeni tetanik kontraksiyonların gelişmesi (en sıkı) • Fetal distress • Uterus rüptürü • Özellikle ihmal edilen olgularda fetal ve maternal kayıplardır. Bu durumlarda derhal oxitosin infüzyonu kesilir veya vaginadan PG'ler temizlenir. Acil tokolize geçilir. Hasta yan yatırılır ve oksijen verilir. Yine de düzelmezse se-zeryan yapılır. 285 NÖROLOJİ 1.SİNİR SİSTEMİNİN YAPISI Sinir sistemi periferik ve santral sinir sisteminden oluşur. Periferik sinir sistemi somatik ve otonomik sistem (parasempatik ve sempatik sistem), santral sinir sistemi ise beyin ve medulla spinalisten oluşur. Sinir sisteminin histolojisi: Santral sinir sistemi, nöronlar ve bunlara destek olan glial hücrelerden oluşur. Nöronlar: Nöronlar nöral krest kökenli, ektodermal hücrelerdir. Şekil 1-1. sinir sisteninin yapısı ve organizasyonu Şekil 1-2. sinir sisteninin yapısı ve organizasyonu 286 Şekil 1-3. Sinir sistemi hücresel yapısı Şekil 1-4. Sinir hücresinin yapısı Şekil 1-5. Sinaptik bağlantı 287 Nöronlar, dendrit adlı kısa kollara ve akson adı verilen uzun kollara sahip hücrelerdir. Beyinde nöronlar arası ara maddeyi oluşturan ve nöronların akson ve dendrit-lerinden oluşan zemine "nöropil" adı verilir. Nöronlarda hücre gövdesi perikaryon olarak adlandırılır. Nöron sitoplazmasında granüllü endoplazmik retikulum ve serbest ribozomlardan oluşan bazofılik gra-nüler bölgelere Nissl cisimleri adı verilir. Aksonun prokaryondan ayrıldığı üçgen şeklindeki alana akson hil-lock olarak adlandırılır. Aksondaki plazma membranı aksolemma, içeriğine aksoplazma adı verilir. iki nöronun birbirlerine temas ettikleri alana sinaps adı verilir. Presinaptik terminal ve postsinaptik terminal olarak iki kısımdan oluşurlar. Periferik sinirlerin aksonunda miyelin kılıflar arası küçük miyelinsiz bölgelere Ranvier boğumları adı verilir. Şekil 5-1. Spinal sinirler Astrositler Beynin majör destek hücreleridir ve tipik olarak uzantılı, yıldız görünümûndeki hücrelerdir. Astrositler aynı zamanda kan-beyin bariyerini oluşturan hücrelerdir (sitoplazmik uzantılarının damarları sarması ile). İkinci önemli görevleri beyindeki bir parenkimal hasarın onarımıdır. Hasara cevap olarak astrositler yoğun bir ara madde oluştururlar, bu diğer bölgelerdeki doku kayıplarında gelişen skara benzerdir. Oligodendrositler Periferik sinir sistemindeki schvvann hücrelerinin beyindeki anoloğu olan, merkezi sinir sisteminde miyelini üreten hücrelerdir. Ependimal hücreler Beyin ventriküllerini (beyinde boşlukları) döşeyen hücrelerdir, ayrıca koroid pleksusu döşeyen ve burada beyin omurilik sıvısının üretiminden sorumludurlar. 288 Periferik sinir sisteminin (PS5) görevi MSS' den aldığı uyarıları, perifere, periferden aldığı uyarıları ise MSS'ye iletmektir. Sinir hücresi akson ve dendritlerden oluşmuştur. Akson nöronun dar ve çok uzun bir parçasıdır. Aksonların büyük bir bölümü miyelin kılıfı adacıkları ile kaplanmıştır. Bu adacıklar arasında miyelinsiz Ranvier boğumları bulunur. Miyelin Schwann hücrelerinin oluşturduğu birkaç katlı sarmal bir tabakadır. Arka kökler ve ön kökler omurilikten subaraknoid boşluğa geçerler. Daha sonra birleşerek intervertebral delikten omurga dışına çıkarlar ve spinal (periferik) sinir adını alırlar. Medulla spinalis 33 segmentten oluşmuştur. Servikal 8, Torakal 12, Lomber 5, Sakral 5, Coxygeal 3. Periferik sinirler motor, duyusal ve otonomik lifler içerir. Arka kökler, periferden gelen yüzeyel (ağrı, dokunma, ısı) ve derin duyu (konum, vibrasyon) liflerini toplarlar. Omuriliğin arka boynuzdan geçerek MSS'ye gider (Bak duyu muayenesi). Ön boynuz hücreleri alfa-motor ve gamma-motor nöronları içerirler. Bir alfa-motor nörondan 20-1000 arasında akson uzantısı çıkar ve bunların her biri ayrı bir kas lifini innerve ederek kas kasılmasını Sağlar. Gamma-motor nöronlar intrafüzal kas liflerini innerve ederler ve refleks modülasyonunu sağlarlar. Mikroglia Glial hücre Orijin Lokalizasyon Ana fonksiyon Oligodendrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Miyelin üretimi, elektrik izolasyonu Schvvann hücresi Nöral tüp Periferik sinirler Miyelin üretimi, elektrik izolasyonu Astrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Ependimal hücre Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Beyinde boşlukları döşeme Mikroglia Kemik iliği Merkezi sinir sistemi Fagositik aktivite Yapısal destek, onarım, kan-beyin bariyeri, metaboli değişimler Sinir tipleri Tip A: Aksonları 2-20 µm çapında olup kalın miyelinlidirler. Motor ve derin duyu fonksiyonları vardır, ileti hızı yüksektir (10-70 m/sn) Tip B: Aksonları 3 µm çapında olup miyelinleri incedir. Preganglionik otonom ve derin ağrı duyusu ile ilgili fonksiyonları vardır. İleti hızı (5-7 m/sn) Tip C: Aksonları <1 µm çapında olup miyelinsizdirler. Yüzeyel duyuları iletirler. Ağrıya en duyarlı sinir lifleridir. Ayrıca otonom sinirlerde de bulunurlar. İleti hızı <2m/sn'dir. MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN (MSS) GELİŞİMİ MSS kökenini ektodermden alır. İstisnai olarak mikroglia hücreleri mezodermal orjinüdir. 3.haftanın başında (18.gün) embriyonun sırt bölgesinde chorda dorsalisten kalkan indüksiyon etkisi ile önce nöral plak, daha sonra da nöral katlantı- nöral çukur- (sulcus neuralis) oluşur. Nöral plağın iki yanı nöral krista ile sınırlandırılır. Nöral plak yüzeyden ayrılarak nöral tüpü oluşturacak şekilde kapanmaya başlar. Kapanma servikal bölgede başlar; kaudal ve kraniyal bölgeye doğru ilerler. Nöral tüpün ön (ön nöroporus) ve arka kısımları (arka nöroporus) sırasıyla 25. ve 27. günde kapanır. Nöral tüpün ön bölümü beyni, arka bölümü ise medulla spinalisi oluşturur. 289 NÖRAL KRİSTA Nöral krista prosencephalondan kaudal somitlere kadar uzanır. Kraniyal bölgedeki nöral krista hücreleri hasar görürse damak yarıklarını da içeren yüz anomalileri ortaya çıkar. Nöral Kristadan Gelişen Yapılar Kraniyal ve spinal ganglionların duyu nöronları Satellit ve Schvvan hücreleri Piamater ve araknoid Pigment hücreleri Adrenal medullanın kromaffin hücreleri Odontoblastlar Sempatik ve parasempatik ganglionların post-ganglionik nöronları DNES' e ait hücreler NÖROEPİTEL Nöral tüpü döşeyen epitele nöroepitel denir (yalancı çok katlı epitel); Nöroblastlar ve glioblastlardan oluşmuştur. Mikroglia, kan monositlerinden orjin alır. Ependim Hücresi: Nöral tüp lümenini döşeyen hücreler yaşam boyunca epitelyal Özelliklerini kaybetmez. Beyin ve omurilik boşluklarını döşeyen ependimal hücrelere dönüşürler. NÖRAL TÜPÜN FARKLILAŞMASI (OMURİLİĞİN GELİŞİMİ) Nöroepitel ile döşeli nöral tüp duvarında içten dışa doğru 3 tabaka vardır; 1. Ependimal tabaka (ventriküler zon) 2. Manto tabakası (intermedier zon) 3. Marjinal tabaka Nöroblast → manto → zona nuclearis → substantia grisea (gri cevher) Nöroblast uzantıları → zona marjinalis → substantia alba (miyelinleşme ile beyaz cevher) Miyelinleşme merkezi ve periferik sinir sisteminde fötal 4. ayda başlar. 12-14. ayda nöronların büyük kısmı miyelinleşir. 2. yaş sonunda ise piramidal ve rubraspinal yollar miyelinleşir. Nöral tüpün lateral olarak her iki kenarında hücre birikimleri vardır. Bunlar birbirlerinden sulcus limitans olarak adlandırılan sığ çukurla ayrılırlar. Sulcus limitansın dorsalindeki hücre kütlesi alar plak, ventralindeki ise bazal plak olarak adlandırılır. Alar plak, duysal afferent nöronları içerir ve cornu posterioru; bazal plak motor efferent nöronları içerir ve cornu anterior'u oluşturur. Medulla spinalisin sadece torakal ve üst lomber bölgelerde (L2-3) otonomik sinir sisteminin sempatik bölümü bulunur ki bu bölgeler de cornu lateralis (yan boynuz) olarak adlandırılır. Başlangıçta omurilik ile omurga aynı hızla büyür. Daha sonra omurga daha hızlı büyür. Medulla spinalis'in kaudal ucu vertebral kanal içinde yükselmeye başlar. Medulla spinalis'in alt ucu (conus medullaris ) doğumda 3.lomber vertebra, erişkinde ise 1-2. lumbar vertebra hizasındadır. Bu nedenle BOS almak için en uygun yer 3-5. lomber vertebralar hizasıdır. BEYNİN GELİŞİMİ Beyin nöral borunun ön tarafından gelişir. 3.haftanın sonunda primer beyin keseleri belirir. Bunlar: 1) Prosencephalon (ön beyin), 2. Mezencephalon (orta beyin), ve Rhombencephalondur (arka beyin). 290 5. haftaya gelindiğinde prosencephalon, telencephalon ve diencephalon; rhombencephalon ise metencephalon ve myelencephalon olmak üzere ikişer bölüme ayrılırlar. Böylece toplam 5 beyin kesesi oluşur. PROSENCEPHALON Telencephalon Buradan iki beyin hemisferi, ortada lamina terminalis, lateral ventriküller, lateral ventrikülleri 3. ventriküle bağlayan foramen interventrikülare Monro, giruslar, loplar (temporal, frontal, oksipital ve paryetel loplar) gelişir. Diencephalon Üç plağı vardır (bir tavan plak ve iki alar plak). Tavan plağın önünden 3.ventrikülün pleksus choriodeusu; arkasından ise epifiz gelişir. İki alar plağın önünden hipotalamus arkasından ise talamus gelişir. Diencephalonun tabanından → infundibulum ve göz taslakları gelişir. Diencephalonun taban plağı ve bazal plağı bulunmaz. MEZENCEPHALON Mezencephalon bazal plağından II. ve IV. sinirlerin çekirdekleri, Edinger- Westpal nukleusu ve crus cerebriler gelişir. Mezencephalon alar plağından superior (görme) ve inferior (işitme) colliculuslar gelişir. Mezencephalon lümeni daralarak aquaductus cerebri'yi (Slyvii) oluşturur. RHOMBENCEPHALON Metencephalon: Dorsal kısmından postür ve denge ile ilgili cerebellum, ventral kısmından ise beyin ve beyincik korteksleri arasında seyreden liflerin bir araya toplandığı pons gelişir. Ponsun bazal plağından V. (trigeminal ), VI. (abducens) ve VII. (yüz) kraniyal sinirlerin motor nukleuslan gelişirken; alar plağından V., VII. ve VIII. kraniyal sinirlerin çekirdekleri ile vestibulo-cochlear kompleksin küçük bîr kısmının çekirdekleri gelişir. Ponsta sinir fibrillerine ek olarak pontin nukleuslar da bulunur. Bu nukleuslar, metensefalon ve myelencephalonun alar plaklarından gelişir. Myelencephalonun bazal plağından bazal plağın hücreleri, IX, X. XI. ve XII. kraniyal sinirlerin motor çekirdekleri gelişir. Myelencephalonun alar plağından alar plağın hücreleri, kulak, yüzün yüzeyi, tat tomurcukları, kalp ve gastrointestinal yoldan bilgi alan duysal nukleuslan gelişir. Alar plaktaki diğer hücreler göç ederek nucleus olivariusu oluşturur. Myelencephalonun kaudal kısmından, medulla oblongata'nın kapalı bölümü; kranial kısmından açık bölümü gelişir. Myelencephalonun tavanında, 4.ventrikülün pleksus choroideusu ve foramen laterale Luscka oluşur. 291 ÇOĞUL GEBELİK PIH Gebelik ile birlikte bulunan hipertansif hastalıklar 4 başlık altında toplanabilir. 1- PREEKLAMPSİ - EKLAMPSİ • 20. gebelik haftasından sonra ortaya çıkar • Sadece primigravidlerde görülür. • Etyolojisi belli değildir. 2- SÜPEREMPOZE PIH (pregnancy Induced Hipertansion) Gebelikten önce varolan ve gebeliğin şiddetlendirdiği hipertansiyondur. • 20. haftadan öncede ortaya çıkabilir. • Her gebelikte tekrarlıyabilir. • Etyolojileri bellidir ve bunlar aşağıdaki gibi sıralanırlar. - Uterusu aşırı geren durumlar. (Komplett veya inkomplett moller, oligohidramios, çoğul gebelik, hidrops fetalis) - Diabet - Primer veya sekonder antifosfolipid sendromu - SLE nefriti - Triploidili fotus (parsiyel mol gibi) 13Trizomi - Persiste proteinüri ile giden her durum. 3- KRONİK HİPERTANSİYON Gebelikten önce de vardır, gebelikten sonra da kalıcıdır. 4- GESTASYONEL HİPERTANSİYON Gebelikte ortaya çıkar ama proteinüri ve ödem oluşmaz. Doğumdan 12 hafta sonra düzelir. Epigastrik ağrı ve trombostopeni gibi bulgularla birlikte bulunabilir. PIH'ın tanımı 20 haftadan sonra oluşan hipertansiyon, ödem ve pro-teinüri preeklampsi, bunlara konvülziyonların eklenmesi ise ekmapsi olarak adlandırılır. Preeklampsi tanısında hipertansiyon ve proteinüri mutlaka olmalıdır. Ödemin varlığı veya yokluğu, ağırlığı veya haifiliği önemli değildir ve prognozu etkilemez. Bu hastalık, gebelik gestozları, gebelik toksemisi, gebelik toksikozları ve EPH sendromu olarak da adlandırılır. Preeklampsi ve eklampsinin sıklığı: Tüm nullipar gebeliklerin %8'inde görülür. Bu nedenle genç ve nullipar kadınların hastalığı olarak bilinir. Bununla birlikte bimodal yaş dağılımı gösterir ve ikinci piki 35 yaş üzeri multipar kadınlarda görülür. İlk gebeliklerinde preeklampsi geçirmiş kadınların, daha sonraki gebeliklerinde rekürens şansı % 3 gibidir. Ekmapsi sıklığı %0,2-0,5'dir. Etyoloji İnsanlık tarihi kadar eski olan bu hastalığın etyolojisi belli değildir, ve sadece insana özgü bir hastalıktır. Etyolojisini izah etmeye çalışan bir sürü teori nedeni ile, bu hastalığa teoriler hastalığı da denilir. Bu teoriler arasında en ilginci "rejeksiyon fenomenidir". Buna göre, yabancı bir greft (allograft) olarak düşünülen fetusun, rejeksiyonuna yani dışarıya atılımını engelliyen HLA blokan antikor yapımında bir de-fekt 292 olduğu ve bu blokan antikorların bu hastalarda yapılımlarının azaldığı söylenmektedir. Bu blokan antikorların yapımından sorumlu olan bir genin varlığı ve bu genin resesif geçişinin olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle preeklampsi - eklampsi öykülü bir kadını kız çocuklarında bu hastalığın ortaya çıkış frekansı artmaktadır. Fizyopatoloji Preeklampsi ve eklamside fizyopatolojinin temeli va-zospazm'dır. Vasküler daralma kan akımına direnç oluşturarak arteriyel hipertansiyona neden olur. Ayrıca vazospazmlar damarlarda hasar oluştururlar. Bunun sonucunda Anjiotensin-ll endotel hücrelerinin kontraksiyonuna sebep olur ve sonuçta endotel hasarı ortaya çıkar. Böylece bu damarların beslediği dokularda, lokal hipoksi, hemoraji, nekroz ve end-organ bozuklukları oluşur. Preeklampsi fizyopatolojisini birkaç başlıkl altında toplamak mümkündür: 1. Pressör cevap artışı: Normel gebelerde vazopresör ajanlara karşı baskılanmış bir cevap, preeklamptiklerde ise abartılmış bir cevap vardır. 2. Prostoglandinler: Normal gebelerde vasküler en-dotelyal hücrelerden sentezlenen prostoglandin ve prostoglandin benzeri maddeler, bu vazopressür ajanlara verilen cevaba duyarsızlığı oluşturur. Normal gebelerde vazodilatatör prostoglandinlerin sentezi artarken (PGE2, PGI gibi), vazokonstriksiyona neden olanların sentezi azalır (Tromboxane A2 gibi). Preeklamtiklerde bu da tersine dönmüştür. 3. Nitrik Oxid: Endotel hücrelerinden salgılanan, bu güçlü vazodilatatör ajanın preeklampside azalmış olması hipertansiyon oluşumunu kolaylaştırır. Ancak nitrik oxidin azalması nedeni tam açık değildir. Hatta hipertansiyonun nedeni değil, tam tersi sonucunda azaldığı ileri sürülmektedir. 4. Endotelinler: Endotelde üretilen Endotelin-I ile ilgili bazı spekülasyonlar olmuştur, ancak günümüzde bu maddenin preeklampsi ile ilişkisi saptanamamıştır. 5. Vasküler Endotelyal GROVVTH Faktör (VEGF): VEGF, endotel hücreleri için mitojenik özelliği olan glikozillenmiş bir glikoprotein olup, vaskülogenez ve mik-rovasküler permeabiliteyi kontrol eder. Preeklampside olduğu gibi, uteroplasental direnç artışı durumlarında, artar ve azalmış uteroplasental kan akımını normale çevirmeye çalışır. 6. Genetik yatkınlık: Bazı ailelerde daha sık görülmesi genetik bir yatkınlığın varlığını akla getirir. Ama bu yatkınlığın ne tip bir genetik geçişle ilgili olduğu anlaşılamamıştır. Ya tek gen modeli ya da multifaktöriyel bir kalıtım tipi üzerinde durulmaktadır. 7. İmmünolojik faktörler: Plasentanın antijenik alanlarına karşı oluşturulan blokan antikorların bozulmasıyla bu hastalığın oluştuğu ileri sürülmüşse de ispat edilememiştir. Ayrıca preeklampsiye aday gebelerde T-helper hücre düzeylerinde azalma tespit edilmiştir. Ama bunun da ne anlama geldiği anlaşılamamıştır. 8. İnflamatuar faktörler: Sitokinler, TNF ve interlo-kinler preeklamptiklerde artmıştır ve bunların artışı toksik radikallerin artışını destekler ve neticede endotel hücrelerinde hasara nedeni oxid ve prostoglandin salınımı azalır. Ayrıca yine bu kişilerde, lipid ihtiva eden makrofaj köpük hücrelerinin oluşması artar ve bunlar da ateroza neden olurlar. Trombositopeni ve artmış kapiller geçirgenlik (proteinüri) de inflamatuar faktörlerin artışı ile Hailidir. 9. Endotel hücre aktivasyonu: Preeklampside, sipi-ral arterlerin trofoblastik invasyonunda yetersizlik vardır. Bunun neticesinde fetoplasentar hipoinfüzyon oluşur ve matemal dolaşıma çeşitli faktörler salınır. İşte bu faktörler endotelyal hücrelerde aktivasyona neden olur. Normal endotel hücreleri antikoagülan özelliklere sahiptir ve vasküler düz kasları agonistlere karşı duyarsız-laştırır. Buna karşın hasarlı endotel hücrelerinde bu olay tersine döner. Koagülasyon ve vasküler yapılarda vazopressör etkileşim artar. Temel Patoloji Etyolojisi bilinemiyen bu hastalığın temel patolojileri çok iyi bilinmektedir ve bunlar aşağıdaki gibidir. - Jeneralije arteriol vazospazım: (Tromboksan A2 lehine bozulmuş PG2/TXA2 dengesine bağlı gelişir). - İntravasküler völümde azalma. - Periferik dirençte artış. - Renin-anjiotensin sistemine abartılı cevap. - Su ve tuz tutulumu ile birlikte azalmış glomerül filtrasyon - Artmış SSS irritabilitesi 293 - Mikroanjiopetik hemolitik anemi ve DİK gelişimi. - Uterin kasın aşırı gerilmesi ile oluşan iskemi. - Damar endotellerinden kaynaklanan yapısal ve fonksiyonel bozukluklar. - İmplantasyon esnasında, sitotrofablastların yetersiz interstiel ve sınırlı endovasküler iinvazyonu. Predispozan nedenler En önemli predispozan neden, tartışmasız nutlipari-tedir. - Anne yaşının 20'nin altında veya 35'in üstünde olması - Düşük sosyo-ekonomik düzey. - Birinci derece akrabalarda preeklampsi öyküsünün varlığı - Geçirişmiş preeklampsi öyküsü - Artmış body - mass indeksi - B avitaminozu - Sıcak iklim Preeklamsinin süperempoze olabileceği altta yatan kronik hipertansif hastalıklar A) Hipertansif Hastalıklar • Esansiyel hipertansiyon • Renovasküler hipertansiyon • Aort koarktasyonu • Primer aldesteronizim • Feokramasitoma B) Renal ve Üriner sistem Hastalıkları • Glomerulanefrit (akut veya kronik) • Nefrotik sendrom • Kronik renal yetersizlik • Pyelonefrit • SLE • Skleroderma • Periarteritis nocloza • Akut renal yetmezlik • Tubuer nekroz • Kartikal nekroz • Polikislik böbrek hastalığı • Diabetik nefropati Preeklampsi (Hipertansiyon - Proteinüri - Ödem) 20. haftadan sonra bu 3 bulgunun ortaya çıkması preeklampsi olarak adlandırılır. Bu 3 bulgudan en önemli olanı ve prognozu belirleyeni hipertansiyon ve özellikle diastolik basıncın artışıdır. En önemsiz olanı ise Ödemdir, Çünki gebelerin nerde ise yarısında ödem zaten vardır. 24 saatlik idrarda 300 mg ve üzerindeki protein kayıplarında preeklampsi düşünülmelidir. Ancak, proteinüri yoksa veya bu seviye altında ise, hipertansiyon varlığı "gestesyonel hipertansiyon" olarak değerlendirilmelidir. Özetle ödem olsun veya olmasın, 0,3 gr/L üzerinde proteinün ve 140/90 mmHg üzerinde hipertansiyon varlığında tanı her zaman preeklampsi olmalıdır. 294 Klasik olarak preeklampsi hafif ve ağır olarak ikiye ayrılır. Bu ayrımın amacı gebeliği sonlandırmak ve tedavi prensiblerini belirlemek açısından ödem taşır. Hafif preeklampsi olgularında, istirahat, uygun diet ve antihipertanriflerin dikkatli kullanımı ile doğum geciktirilebilinir ve bu şekilde fetusa yaşam şansı tanınır. Ancak ağır preeklampsi olguları tıpkı ekmapsi gibi tedavi edilir ve doğum geciktirilemez. Aşağıdaki bulguların bir veya daha fazla olması ağır preeklampsi tanısı koydurtur. - Diastolik basıncın 110 mmHg üzerinde olması çok önemlidir. Sistolik basınç çok önemli değildir ama sürekli 160 mmHg üzerinde kalıyorsa anlamlıdır. - Proteinürinin 3 gr/gün'den fala olması veya gelişigüzel toplanmış idrar örneklerinde stikle 3+, 4+ olması. - Oligüri: 24 saatte 400 ml'den az olması. - Serum kreatinin değerinin 12 mg/L den yüksek olması - Trombosit sayısının 100.000'nin altında olması. - Karaciğer enzimlerinin yükselmesi (ASI, CDH, direkt bilüribin) - Hemolitik anemi varlığı. - Reinal hemorajiler, eksidasyon ve papilla ödemi varlığı. - Ciddi son-organ hasarını düşündürten semptomlar (baş ağrısı, epigastrik ağrı, sağ üst kadran ağrısı ve görme bozukluğu) - Pulmoner ödem ve siyanoz olması. - Fetal büyümenin azalması veya durması - Klonus gözlenmesi. Eklampsi (Ağır Preeklampsi + Tonik ve Klonik Kasılmalar + Şuur Kaybı ve Koma) Eklampsi beyin tutulumunun olduğunu gösterse de, konvulziyonların nedeni tam olarak bilinmemektedir Konvülziyonların, hastanın ortalama arteriyel kan basıncının serebral otoregülasyonun üst sınırını aşması durumunda ortaya çıktığı üşünülmektedir. Böylece ar-terioller, serebral kapillerleri sistemik hipertansiyona karşı koruyamamaktadır. Ayrıca, konvulziyonların oluşumunda, artmış serebral ödem ve intrakraniyal basınç veya herikisi birden de rol oynayabilir. Eklamptik konvulziyon, SSS, KVS, hematolojik , renal ve hepatik sistemi içeren bir olayın parçasıdır da denilebilinir. Ama neden ve mekanizması ne olursa olsun, konvülzi-yonlar, tonikklonik seklinde olup, maksimum 60-90 sn içerisinde kendisini sınırlayıcı tiptedir. Hastalar konvül-ziyonu hatırlamaz ve konvulziyonlardan sonra postikal durum gelişir. Konvulziyon esnasında hasta dilini ısırı-balir ve idrarını kaçırabilir. Konvulziyon geçirecek hasta önceden tesbit edilemez. Çünki preeklampside görülen klinik bulguların düzeyi ile konvulziyon geçirme riski orantılı değildir. Ama yine de baş ağrısı (%83) ve görme bozukluğu (%44) en sık görülen iki predromal semptomdur. Konvulziyonların %50 doğumdan önce, %30 doğum esnasında ve %20 doğumdan sonra ortaya çıkarlar. Doğumdan sonra görülenler, iki gruba ayrılırlar. İlk 48 saatte ortaya çıkanlara erken, ilk 3-4 hafta içerisinde ortaya çıkanlara ise geç konvülziyonlar denilir. Aralıklı (İntercurrent ekmapsi): Termden uzak ve preeklampsi bulgularının hafif olduğu durumlarda da hastalar konvulziyon geçirebilir ve konvulziyonlardan hemen sonra hasta eski oryantasyonuna yeniden döner. Konvulziyon ataklarından sonra, pulmoner ödem, serebral kanama ve retina dekolmanı gelişebilir. 295 HELLP sendromu HELLP sendromu, ağır preeklampsi ve eklampisili hastaların %5-10'und laboratuar sonuçları ile kanıtlanan, hemoliz, karaciğer fonksiyon bozukluğu ve trombosi-topeni içeren mikroanjiopatik hemolitik anemiye se-konder gelişen bir tablodur. En sık 34 gebelik haftasında ortaya çıkar. Yaklaşık %10-30 olguda ise postpartum 6 gün içerisinde HELLP sendromu gelişebilir. HELLP sendromunda karaciğer tutulumu ön planda olmasına karşın, serebral hemora-ji, renal yetersizlik, pulmoner ödeme DİK gibi çok sayıda ağır komplikasyon gelişebilir HELLP sendromu ile preeklampsi arasında yakın bir ilişki bulunsada HELLP'de proteinüri ve hipertansiyon olmayabilmektedir. Primipar ve multiparda görülme oranı eşittir. HELLP sendromu tanı kriterleri • Hemoliz bulguları. Anormal periferik yayma - Total bilüribinde yükselme (>1,2 mg di) - LDH'da yükselme (>800 u/L) • Karaciğer enzimlerinde yükselme - AST 70 U/L'den yüksek • Trombosit sayısında düşme - 100.000 altı ağrı vakadır. HELLP sendromunda ilk ortaya çıkan ve ağırlık kriteri olarak kullanılan bulgu trombosit sayısında düşmedir. Terminal aşamada ise ikter ve karciğer rü'ptürü oluşabilir. HELLP sendromunun tedavisinde, gestasyonel yaştan bağımsız olarak doğumun gerçekleştirilmesi esastır. Ancak trombosit sayısı ve karaciğer enzimlerinin sıkı takibi şartı ile, akciğer matürayonu gelişmemiş bebeklerde, kortizon tedavisi için 48 saat beklenebilir. Doğum sonu dexametazon uygulamasının, HELLP sendromunda iyileştirici vea iyileşmeyi hızlandırıcı etkesi vardır. Postpartum 1. gün 2x1 10 mg, ikinci gün 2x1 5 mg dexametazon (toplam 3 doz) verilmesi önerilmektedir. HELLP tedavisinde ilave destek tedavileri • Plazma hacim genişleticileri • Antitrombotik ajanlar - Düşük doz aspirin - Antitrombin 3 - Dipiradamol Heparin - Prostosiklin infizyona • Kortizon • Taze donmuş plazma • Plazmaferez • Hemodializ Preeklamps eklampsi anne hayatını ve fetus hayatını tehdit eden hatta her ikisini, birlikte en fazla öldüren hastalıktır. Hem annede hem de fetusta çok yönlü komplikasyonlara neden olur. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir. Maternal komplikasyonlar • Konvülziyonlara bağlı nörolojik sekeller. • HELLP sendromu • İnterserebral hemoraji 296 • Kalp yetersizliği • Pulmoner ödem • Akut tubuler ve kortikal mekroz • DİK • Akut ve kronik böbrek yetmezliği • Ölüm Fetal komplikasyonlar • Plasenta dekolmanı • IUGR • Prematür doğum • Oligohidramnios • Ölüm PİH'de organ disfonksiyonları Gebelik nasıl tüm organlarda gebeliğe özgü değişiklikler yapabiliyorsa, PİH'de tüm organlarda aynı şekilde ama patolojik değişiklikler yapabilir. PİH bir diğer deyişle, sistemik bir hastalık gibi düşünülmelidir. Renal değişiklikler PIH'ın böbrekteki karakteristik ve patognomonik bulgusu glomeruloendoteliozis'tir. Gebelik sonlandıktan 6 hafta sonra düzelir. Glomerül endoteli şişer, glome-rül büyür, kapiller lümen daralır. Fakat bazal mem-bran, tübüller ve damarlar genellikle değişmez. Glomerül endotelini şişeren, IgM , IgG ve kompleman bileşiklerinin buralara çökmesi olduğu görüşü vardır. Yani olay immünolojiktir ve proteinürisi başlamış olan hastalarda glomeruloendoteliozis başlamıştır. - Bu lezyon olsun veya olmasın glomerül filtras-yon azalır, renal plazma akımı azalır, Oligüri gelişir. - Serum kreatinin düzeyi yükselir. - İdrarda Ca++ atılımı artar. - Serum ürik asit seviyesi yükselir. - Renin - Anjiotensin II yükselir, aldosteron azalır. - DOC yükselir - HPL yükselir Hepatik değişiklikler Eğer böbrekte kortikal nekroz gelişirse bu inreversibil-dir. 3 majör değişiklik görü'lebilinir. 1. Sağ kalp yetersizliğinde görülene benzer kronik pasif konjesyon 2. Hepatik rüptû'r oluşturacak kadar ilerleyebilen sub-kapsüler hemoraji 3. HELLP sendromu Hepatik tutulumun en belirgin olduğu durum HELLP sendromudur. KC disfonksiyonunda SGOT, SGPT ve transaminazlar yükselir. HELLP sendromunda özellikle LDH, indirekt biliru-bin ve AST (aspartat aminotransferaz) yükselir. Total bilirubin > 5 mg/100 mL'yi geçebilir. Hatta hastada ikter gelişebilir. Karaciğer enzimlerini yükselten en büyük sebeb, karaciğer lobüllerinin periferindeki "periportal hemorajik nekroz"dur. Bu lezyonlardan olan kanama aynı zamanda aşağıya doğru da sızarak kapsül altında birikir ve sübkapsüller hematomu oluşturur. Eğer kapsül.yi r-tılırsa karaciğer rüptürü meydana gelir. 297 Plasental değişiklikler Plasental değişikliklerin esasını desidual spiral arterlerde normal gebeliğin aksine olan lümen daralmaları oluşturmaktadır. Normal gebeliklerde, trofoblastlar 12. gebelik haftasından itibaren miyometriumun spiral arterlerini invaze eder. Ve onları uteroplasentar arterlere çevirir. Uterusda 100'e yakın spiral arter vardır ve bu dönüşüm gebelik ilerledikçe artarak devam eder. Bu olayın net neticesi, bu arter duvarlarındaki elastik müsküler yapının incelmesi ve yerini amorf fibrinoid bir yapıya bırakmasıdır. Gebeliğin 2. yarısında trofoblastlar vasküler yapıdan çekilirler ve bu damarların duvarı incelmiş lümeni kalınlaşmış olur. PIH'li hastalarda, bu fizyolojik olay gerçekleşemez. Spiral arterler bu muskuloelastik yapıyı kaybetmedikleri gibi, spiral arterlerin miyometrium içerisinde kalan parçalarında da akut aterozis gelişir. Akut aterozis plasentaya özgü bir nekrotizan anji-opatidir. Habis hipertansiyonda görülene çok benzer. Damarlarda giderek obliterasyon gelişir. Damar lümenleri giderek bu nedenle daralınca, uteroplasentar perfüzyon da giderek azalır. Bunun neticesinde; aşağıdaki durumlar ortaya çıkar. - Plasenta büyüyemez. - Oligohidramnios gelişir. - IUGR oluşur ve fetus ölebilir - Ablatio plasenta gelişebilir Kardiak ve pulmoner değişiklikler Preeklampsili hastalarda, intravasküler plazma volümü mutlaka azalmıştır. Ancak bunun nedeni tam olarak açıklanamamıştır. Muhtemelen, jeneralize arteriols-pazmın yaptığı vazonkonstriksiyona sekonder geliştiği kabul edilir. Ama, hipertansiyona bağlı olarak per-füzyonu bozulan uterus veya plasentadan da bazı pressör maddelerin salgılanması ve buna kompan-se etmek için katekolamin salgılarının artışına bağlı olabileceği görüşü de vardır. Kardiak debi değişmemiş, periferik direnç artmış ve kan basıncı yükselmiştir. Öte yandan, gebeliğe özgü hemodilüsyon ters dönmüş ve hemokonsantrasyon ortaya çıkmıştır. Hb ve Hct değerleri yükselmiştir. Hct'nin %40'ı geçmesi kötü prognoz bulgusu olarak kabul edilir. Şiddetli hastalıklarda kardiak debi düşebilir. Şiddetli PIH durumlarında, kalp yetersizliği sık rastlanılan bir ölüm nedenidir. Pulmoner ödem ağır vakalarda sık görülen bir durumdur. Kardiyojenik veya nonkardiyojenik nedenler ile ortaya çıkabilir. Çoğu olguda doğumdan sonra görülür. Plazma kolloid basıncının düşük olmasına se-gonder geliştiği iddiası vardır. Hatta en sık nedeninin tedavi esnasında aşırı sıvı yüklenmesi olduğu da söylenmektedir. Hastanın gastrik içeriği aspire etmesi de az rastlanılan bir durum değildir. Ama sebep ne olursa olsun, PIH'de en sık rastlanılan ölüm nedenidir. Hematolojik değişiklikler Hematolojik değişiklikler çok geniş bir spektrum oluştururlar. Ancak bunun nedeni intravasküler koagülas-yon olmayıp, mikroanjiopati ile ilişkili olabileceği görüşü yaygındır. Damar endotellerinin zedelenmesi neticesinde bir dizi değişiklik oluşur. Bunlar; a) Trombositopeni: En sık görülenidir. Çoğu hastada 150.000/ ml'den azdır b) Fibrinojen yüksektir. Ancak, ablatio plasenta veya fetal ölüm olmuşsa düşer c) Fibrin parçalanma ürünleri % 20 vakada yüksektir 298 d) % 5 vakada DİK'in diğer bulguları olmadan mikroanjiopatik hemolitik anemi görülür e) Fibronektin yüksektir. f) Antitrombin III düşüktür. g) Betatromboglobülin yüksektir, (son 3 madde endotelin zedelendiğinin göstergesidir) h) Trombus oluşması ve DİK gelişmesi mümkündür Serebral sorunlar En sık görülen, nöropatik değişiklikler, gri-ak madde bileşkesinde çok odaklı peteşial kanamalardır. - Hipertansif ensefalopati çoğunluk tarafından kabul edilir. - Oksipital ve parietal bölgede, ak madde yoğunluğunda azalma gözlenmiştir. - Vazokonstriktif serebral iskemi ve buna bağlı gelişen vazojen ödem klinik belirtilere uyar. Endokrin ve metabolik değişiklikler - Normal gebeliklerde renin anjiotensin-ll aldesteron artar. Ancak preeklampside bu değerler paradoksal olarak azalırlar. - Hiponatremi ve hipotansiyonda renin salgısı artar ve bu artış anjiotensinojenden anjiotensin-l'i, bu da anjiotensin-ll'yi, o da aldesteronu artırır. Oysa pre-eklampsi eklampside sürekli Na tutulumu ve hipertansiyon vardır. Bu nedenle renin salgılanması azalır ve üstteki mekanizma bozulur. - Aldestoron düşük olmasına karşın DOK seviyesi normal gebelere göre fazladır. Plamadaki progos-terondan üretilir. - ANP normal gebelerde artarken, preeklampside bilinmeyen bir nedenle azalır. - Elektrolit değerleri normal olmakla beraber, diüre-tik tedavisi, Na kısıtlaması ve oxitosin-sıvı replasma-nı nedeni ile değişebilir. - Hiperkalsiüris ağır vakalarda gözlenir. Ca atılımının etyolojik neden olduğu ve Ca takviyesinin profilak-tik olabileceği bir aralanopüler olan bir iddiaydı. - Epinefrin-Norepinefrin ve Epinefrin/Norepinerfın oranı artmıştır. - ADH genelde düşmüştür. - Serum ürik asid düzeyi artmıştır. Bunun nedeni ürik asit sentezinin artması değil, böbrekten atılımının azalmasıdır. - a-feto protein azalmıştır. Hangi gebelerde PIH gelişeceği 20. haftadan önce yapılan 3 test ile anlaşılabilinir. 1- Rol I över testi Hasta 10-20 dk sol yanına yatırılır. Ve tansiyon ölçülür. Sonra sırtüstü döndürülür ve tekrar tansiyon ölçülür. Eğer 2.ölçümde tansiyon yükselmişse ve özellikle de diastolik basınçta 20 mmHg'lik artış olmuşsa, test pozitiftir. Bu kadında ileride muhtemelen PIH gelişecektir. 2- Anjiotensin infüzyon testi Anjiotensin II normal gebeye infüzyon ile verilirse tansiyonu artırmaz. Çünkü zaten anjiotensine karşı gebede bir direnç vardır. Ama eğer tansiyon 20 mmHg üzerinde bir artış gösterirse, bu kadında da ileride PIH gelişecektir. Bu Roll-Over testinden daha değerli bir test olarak kabul görmektedir. 3- DHEA-S'ın metabolik klirens hızı Preeklampsi gelişecek kişilerde, azalmıştır. DHE-AS'ın plasental kan akımını yansıttığına inanılır. Profilakside, aspirin en güncel yöntemdir. Günde 75-100 mg arasında verilmelidir. Ayrıca, C ve E vit omega 3, takviyesi, kilo almanın azaltılması ve proteinden zengin beslenme de tavsiye edilmelidir. Tedavi PİH'in gerçek tedavisi doğumdur. 299 Ancak hafif vakalarda, kontrollü bir şekilde zaman kazanılmaya çalışılırken, ağır preeklampsi ve eklampsi ile HELLP sendromunda, konvulziyonlar engellenip tansiyon kontrol altına alınır alınmaz doğum yaptırtılır. Doğum şekli önemli değildir ama vajinal doğum tercih edilmelidir. Hafif preeklampsi Yatak istirahati verilir. Yatak istirahati utero plasentar dolaşımı artırır. İdrar çubuğu ile günlük proteinüri ve günlük kan basıncı takipleri yapılır. Hasta haftada en az 2 kez görülürken, en az 1 kez NST yapılır. Diastolik basınç 110 mmHg'yı aşmadıkça ve ges-tasyonel yaş 28 haftanın altında ise, antihipertan-sif tedaviden kaçınılır. Hasta, yüksek proteinli, düşük kalorili, karbonhidrat ve yağdan fakir diyet ile beslenilir. Hasta, epigastrik ağrı, baş ağrısı ve görme bozuklukları gibi tehlike sinyali sayılacak konularda bilgilendirilir. Ağır preeklampsinin ve eklampsinin tedavisi aynıdır ve hastaneye yatırılmalıdırlar. Bu ağır vakalarda 3 amaç vardır. - Konvülziyonların önlenmesi - Maternal kan basıncının kontrolü - Doğumun başlatılması Gebelik 29. haftayı aşmış ise, doğum en seçkin tedavidir. Çünkü PIH'lerde akciğer matürasyonu daha erken kazanılır. Ancak, akciğer matüritesi kazanılsın diye beklemek veya kortikosteroid tedavisi yapmak, anne hayatını riske atmak demektir. Konservatif gidildiği takdirde, karşılaşilabilecek en kötü komplikasyon ablatio plasentadır. Öte yandan, yine konservatif gidildiği takdirde, fetal sağlığın da korunabileceği şüphelidir. Çünkü intraute-rin ortam artık fetusun sağlığı için ideal değildir. Preeklampsili hastalarda doğum endikasyonları - Diastolik kan basıncının 24 saatlik zamanda sürekli 100 mmHg'dan yüksek seyretmesi veya 110 mmHg'dan yüksek olduğunun kanıtlanması - Yükselen serum kreatinini - Persistan veya ciddi başağrısı - Epigastrik ağrı - Anormal karaciğer fonksiyon testleri - Trombositopeni - HELLP sendromu - Eklampsi - Pulmoner ödem - Anormal NST - Haftalık USG muayenelerinde büyümeyen SGA fetus 1- Konvülziyonların engellenmesi Bu amaçla kullanılan en seçkin ilaç MgS04'dır. MgS04 karaciğerde yıkılmadan, direkt böbrekler yolu ile atılır. Bu önemlidir çünkü PIH'lerde sıklıkla oligüri vardır. MgS04'ın kanda birikmesine ve toksik etki göstermesine neden olabilir. MgS04, nöromüsküler tabakada asetilkolin deşarjını engelleyerek kas kasılmalarını inhibe eder. 300 ++ Santral depresif etkisi de vardır. İntraselüler Ca seviyelerini de düşürerek tokolize de neden olur. Damar endotellerinde PGI2 miktarını artırır. MgS04 plasentayı geçer. Fetusta, kardiyak ve pulmoner depresyon yanında, motor depresyona da neden olabilir. MgS04 etkisinde doğan çocuk, uykuya meyilli, adale tonusu azalmıştır. MgS04 tedavisinde olan annede, NST yapılırsa, vari-abilite kaybı nedeni ile nonreaktif olarak değerlendirilebilinir. Ama biofizik profil skorlaması değişmez. Bu nedenle NST yerine biofizik profil tercih edilmelidir. MgS04'ın değişik serum düzeylerinde maternal etkisi farkılıdır. 4,8 - 8 mg/dL seviyeleri terapötik seviyelerdir. - 7-10 mg/dL derin tendon reflekslerinin kaybı - 10-15 mg/dL solunum depresyonu - 25 mg/dL üzeri ise Kardiak arrestte neden olur. Başlangıç dozu 4-10 gr arasıdır 9-12 mg/dL'de, sıcaklık hissi, somolans, konuşma güçlüğü ve kas zaafiyeti ortaya çıkar Doğumdan sonra 24 saat daha devam edilmelidir. MgS04'ın antidotu Ca-Glükonat'tır. Konvülziyonların engellenmesinde başka ilaçlar da kul-lanılabilinir. Ama hiçbirisi MgS04 kadar güvenli değildir. Bu amaçla kullanılan diğer Antikonvülzif ilaçlar şunlardır: - Diazepam: Fetusta respiratuar depresyon, hi-potoni, zayıf beslenme ve termoregülasyon problemleri yapar. - Fenitoin: Yükleme dozunu vermek için 4-5 saat gerekir. Annede bu esnada aritmi-bradikardi ve hipotansiyon oluşabilir. - Na-Tiopental 2- Antihipertansif tedavi Preeklamptik hastalarda kullanılan antihipertansif ilaçlar ve yan etkileri - Labetolol - Na nitroprusid : Kusma, kalp bloğu : Kusma, kalp bloğu - Nitrogliserin : Methemoglobinemi, taşifilaksi - Nifedipin : Bağ ağrısı, bradikardi, MgS04 ile sinerjik etki - Klonidin : Sersemlik, bradikardi, ortostatik hipotansiyon - Trimatafan - Diazoksid Bu amaçla kullanılan tüm ilaçlarda, temel prensip, di-astolik basınç 110 mmHg'yı geçince verilmesidir. Amaç diastolik basıncı 90-100 mmHg sınırlarında tutmaktır. Hidralizin: Tartışmasız en seçkin ilaçtır. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir. Direkt arterioler vazodilatatördû'r. Ve PIH'de var olan jeneralize arteriol vazospazmını çözer. Baroreseptörlerin aracılık ettiği sempatik deşarja neden olur. Kardiak debiyi artınken taşikardiye neden olur. Bu etkiler neticesinde, uteroplasentar perfüzyon bozulmadan tansiyon düşürülmüş olur. Başlangıç dozu İV 5 mg'dır. İstenen düzey sağlanıncaya kadar 20 dk'da bir 5-10 mg artırılarak devam edilir. 200 mg/gün'den fazla verilirse idiosenkrotik lupus benzeri sendrom oluşur. Labetatol: Hidralazin tedavisine cevap vermeyen, ya da hidralazin verilemeyen hastalarda uygulanır. Labetatol, hidralazinden daha hızlı bir başlangıç etkisine sahiptir. Ve bu da uteroplasentar perfüzyo-nu bozmaz. Kalp bloğu olan gebelerde kullanılmaz. - Trimetafan: Ganglion blokeridir. Fetusta mekon-yum ileusu yapabilir. - Nitrogliserin: Hızlı bir şekilde ve başlangıçta tansiyonu düşürmek için kullanılır. - Diazoksid: Hidralazin gibi bir arteriol vazodilatatördû'r. Ondan daha güçlüdür. Ancak %50 vakada travayı durdurur. Fetusta geç deselerasyonlara neden olabilir. 301 - Nifedipin - Na-nitroprasid - Klonidin Sıvı tedavisi Preeklamptik hastalar serum onkotik basıncının düşük olması ve kapiller permeabilitenin artması dolayısı ile, interstisiyel boşluklara sıvı kaybedilmesinden dolayı genellikle hipovolemiktirler. Hastalar ayrıca bu anormalliklerden ötürü pulmoner ödem açısından da artmış bir risk altındadır. Bu nedenlerle hipovolemiyi düzeltmek amacı ile aşırı sıvı verilmesi, pulmoner ödeme neden olabilir. En iyisi idrar çıkarımını kontrol etmek ve 4 saatte 100 mi altında olmasını engellemektir. Ciddi PIH vakalarının komplikasyonları - Ablatio plasenta - Renal yetersizlik (akut tubuler nekroz) - Akut kortikal nekroz - Kardiyak yetersizlik - Pulmoner ödem - Trombositopeni - DİK - Serebrovaskü'ler bozukluklar Kronik hipertansiyon: Molar gebelik olmaksızın, gebeliğin 20. haftasından önce hipertansiyon olması ve postpartum 6. haftadan sonra da sebat etmesidir. Bu takdirde hastada hipertansiyon sekelleri vardır. Süperimpoze preeklampsi: Kronik hipertansiyonu olan bir hastada proteinüri ve ödem meydana gelmesidir. Süperimpoze eklampsi: Kronik hipertansiyonu olan bir hastada eklamptik kriz gelişmesidir. Geçici hipertansiyon: Gebeliğin belli dönemlerinde kısa süreli tansiyon yükselmesidir. Preeklampsi diyebilmek için, proteinüri + HT olması lazımdır. Bunların sadece biri varsa "gestasyonel HT" "gestasyonel proteinüri"den bahsedilir Hellp sendromu (Hemoliz-Yükselmiş KC fonksiyon testleri -Trombositopeni) Ciddi preeklampsi vakalarının % 10'u, eklampsi vakalarının %30-40'ında görülen ölümcül bir komplikas-yondur. Hastalıklara bağlı bir stimulus ile ortaya çıkan mikroanjiyopatik hemolitik anemiye sekonder geliştiği kabul edilir. Bir sonraki gebelikte %3-27 rekürens riski vardır. Preeklampsinin gidişi esnasında trombositopeni ile başlayan giderek ilerleyen, karaciğer hasarı, hemoraji-si, rüptürü DİK ve multiple organ yetersizliği ile sonla-nan bir hastalıktır. 3 Hastalığın başlangıcında trombosit sayısı mm 'te 100.000 -150.000 arasındadır. Farkedilmezse 50.000 100.000 arasına düşer ve 50.000 altında ise en ağır formu ortaya çıkar. ikinci önemli laboratuar bulgusu LDH yükselmesidir. LDH seviyesi hem hemolizin hem KC disfonksiyo-nunun göstergesi olduğundan, yükselmesi önemlidir. Üçüncü önemli laboratuar bulgusu indirekt bilirubin ile AST yükselmesidir. Hipertansiyon, ödem ve proteinüri tabloya ilave edilebilir ama bunların şiddeti ile HELLP arasında direkt bir ilişki her zaman yoktur. Hastaların çoğu 26-34 hafta arasında tanı alan pretermlerdir. Primipar ve multipar oranı eşittir. Protrombin zamanı ve parsiyel tromboplastin zamanında uzama ortaya çıkmışsa DİK başlamıştır denilir. 302 HELLP'in tek tedavisi doğumdur. Ve plasentanın re-zidü bırakılmadan çıkarılmasıdır. Eğer, fetusta akciğer matürasyonu gelişsin diye bekle-necekse, temel kriter trombosit sayısı olmalıdır. Kortizon verilmesi, hem akciğer matürasyonu hem hastalığın kendisi için faydalı olacaktır. Bugün için MgS04ve kortikosteroid kullanımı ön plandadır. HELLP'in ağırlığını tayin etmek için Missisipi sınıflaması kullanılır. - Trombosit sayısı 100.000-150.000 arası hafif. - 50.000-100.000 arası ağır. 50.000 altı ise çok ağır vakadır. HELLP sendromunda konservatif yaklaşımın Riskleri - Ablasyo plasenta - DİK - Pulmoner ödem - Akut böbrek yetmezliği - Karaciğer hematomu rüptürü - SUGR - Perinatal asfiksi - Fetal ölüm - Eklampsi gelişimi - İkter - Maternal ölüm PREEKLAMSİDE TEDAVİ YAKLAŞIMLARI A) HAFİF PREEKLAMSİ • 37 haftadan sonra doğum • Bishop skoru 7'nin üzerinde ise vaginal yol. • Değilse sezeryan • 34-37 haftada, yatak istirahati, takip veya doğum Doğum Kriterleri • Non-reaktif NST • Anormal biofizik profil • Fetal ağırlığın 10. persantil altında olması • Trombosit sayısında düşme veya KC fonsiyon testleri ile Hb-Hct'de yükselme beklerken Mg S04 antihipertansif ve diüretik tedavisi önerilmez. • 34 haftadan önce yatak istirahati ve takip Aşağıdaki durumlardan birisi olursa doğuma geçilir. • EMR • Vaginal kanama • Non-reaktif NST • Persiste baş ağrısı ve visüel semptomların ortaya çıkması • Epigastrik ağrı - bulantı kusma • Anormal biofizik profil A) AĞIR PEEKLAMPSİ • 34. haftadan sonra derhal doğum 34. haftadan önce ya hemen doğum ya beklemek Beklerken MgSo4, antihipertansif tedavi (gerekirse diüretik tedavisi) ve akciğer matüvasyonu için kortijen verme. 303 ÜÇÜNCÜ TRİMESTR KANAMALAR Obstetrik nedenli kanamalar Obstetrik nedenli olmayan kanamalar - Nişan gelmesi = en sık ama patolojik değil - Ablatio Plasenta = en sık ve patolojik - Plasenta Preavia - Circumvallata Plasenta - Marginal Sinüs Rüptürü - Uterin Rüptür - Kan Pıhtılaşma Bozuklukları - Servisit - Servikal Polip - Servikal erozyon, eversion - Servikal Neoplazmalar (Benign veya Malin) - Vajinal Laserasyonlar - Varisler - Vajinal Neoplazmalar (Benign veya Malin) ABLATİO PLASENTA (Dekolman Plasenta - Abruptio Plasenta) Tanım: Fetus doğmadan plasentanın ayrılması demektir. Sıklık: 120-150 doğumda bir görülür. (% 1-2) Bunların yaklaşık % 10'u fetal kayıp ile birlikte görülür. Maternal mortalite % 1-2 fetal mortalite % 50-80 dır. Tipik hasta grubu, hipertansiyonlu, yaşlı ve yüksek pa-ritelidir. Tekrarlama riski % 15-20'dir. Ab. plasentalar %20 gizli, % 80 açık kanama ile prezanta olurlar. Şekil • Patolojik 3. trimestr kanamalarının en sık nedenidir. • Obstetrik DİK'in en sık rastlanılan nedenidir. • En sık etyolojik nedeni maternal hipertansiyondur. • İndüksiyon yapılabilinir. Tokoliz yapılamaz. • Vajinal kanama miktarı ağırlığını göstermez. • Uterin Apopleksi = Couvellaire Uterus gelişir. • Tek tedavisi doğumdur ama sezaryen şart değildir. 304 Etyoloji 1- Desidual arter lezyonları ile birlikte giden Hipertansiyon: Bunlar arasında PIH en sık görülen hipertansiyon nedenidir. Ayrıca, diyabet, folik asit eksikliği, C vit eksikliği ve kronik hipertansiyonlu hastalarda da sıklıkla görülür. 2- Travmalar (Mekanik veya psişik olabilir) 3- İntrauterin ani basınç düşmesi - İkiz gebelikte birinci fetus doğduktan sonra Polihidramniosta su boşaldıktan sonra - V.cava =Supin hipotansif sendrom'a bağlı olarak, ani in utero basınç düşmesi sonucun da oluşabilir. 4- Hasta plasenta 35 yaştan sonra sık görülür. Plasenta yapışkanlığının kaybolması ve buna bağlı yetersiz plasentasyon oluşması, son yıllarda ortaya atılmış bir hipotezdir. Konjenital anomali olmadan, gebeliğin 2. Trimestirinde AFP'nin yükselmesi ile karakterizedir. 5- Uterin fibroid (Miyom) 3 200 cm den büyük, plasenta altına yerleşmiş int-ramural veya submüköz miyomlar Ablatio'ya neden olabilir 6- Kısa kardon 7- Sigara (Günde 10 taneden fazla içmek Ablatio yapabilir) 8-EMR 9- Koryoamniyonit veya funisit 10-Heretider trombofililer Fizyopatoloji Plasentanın ayrılmasını başlatan esas olay, desidua ba-salis içerisine olan kanamadır. Bu giderek bir retroplasentar hematoma dönüşerek, plasentayı yapıştığı yerden ayırmaya başlar Plasenta yerinden ayrıldıkça, spiral arterler parçalanır. Bu damarların açık ağızları pıhtı oluşturularak tıkanmaya çalışılır. Bunun için fibrinojen tüketilmeye başlar Retroplasentar hematom baskı ile plasenta üzerinde harabiyet oluşturur. Fetusa giden kan miktarı ve dola-yısı ile 02 miktarı azalır Retroplasentar hematom giderek büyür. Burada toplanan kan 3 şekilde drene olur. 1- Desidua boyunca aşağıya doğru akar ve vajinal kanamaya neden olur 2- Amnios sıvısı içine akar ve hemorajik amnios sıvısı oluşturur 3- Miyometrial lifler içerisin girer. Lifleri birbirinden ayırır. Bu uterusta başlangıçta kontraksiyona, bazal tonusun artmasına ve uterusta gevşemeyen hi-pertonusa neden olur. Miyometrium içine kanama artarak devam ederse uterin apopleksi | Couve-larie uterus gelişir. Uterus mor renkli bir kan torbası şekline döner. Uterin kanamanın uterin serozadan ve tubalardan batına sızması ile de periton boşluğunda da kan birikir. Maternal fibrinojen giderek tüketilir ve DİK gelişir. Öte yandan hem artan kanama hem artan uterin kontrak-siyon fetusa giden 02 miktarını azaltarak, önce hipok-siye daha sonra fetal ölüme neden olur. Bu kanamanın ve buna sekonder gelişen DİK'in önü alınamaz ise maternal mortalite de gerçekleşir. Bu anlatılan bulguların ortaya çıkabilmesi için, plasen-tal ayrılmanın %15'dan daha fazla olması gerekir. Ayrıca fibrinojenin 150 mg/dL'nin altına düşmesi de olayın ağırlaştığını gösterir. DİK'in bir nedeni de ayrılan bölgede maternal kana karışan tromboplastindir. Tedavide heparin verilmemelidir. 305 Klinik bulgular • Vajinal kanama (% 78) Her zaman içteki kanamayı gerçek ölçüde belirtmez. • Uterusta hassasiyet ve ağrı (% 66) • Kontrakte uterus, artmış uterin hipertonus uterus gevşeyemez. • Fetal distress veya ÇKS'nin alınamayışı (%15) • Nedeni bilinemeyen erken eylem (% 22) • Proteinüri ve hipertansiyon bulunması tanıda yardımcı olur • Ancak kanama arttıkça tansiyonun düşeceği de unutulmamalıdır. Klinik ve laboratuar bulgulara göre ablatio plasenta 3 gruba ayrılır: 1- Grade-I - Kanama 100 cc'den azdır. - Hafif vaginal kanama vardır. - Minimal uterin hassasiyet vardır. - Maternal kan basıncı ve fibrinojen düzeyleri normaldir. - Fetal distres yoktur. 2- Grade-ll - Kanama 100-500 cc arasındadır. - Hafif veya orta şiddette bir vaginal kanama vardır. - Uterus hassas ve hipertoniktir. - Maternal taşikardi ve postural kan basıncı değişiklikleri vardır. - Fetal kalp atımında bozulmalar, örneğin bradikardi vardır. - Fibrinojen seviyesinde azalma başlamıştır. - Doğum yaptırılmaz ise Grade-IH'e ilerler. 3- Grade-lll - Kanama 500 cc üzerindedir. - Orta ve ağır vaginal kanama vardır. - Uterus tetanik ve ağrılıdır. - Fetus ölmüştür. - Fibrinojen seviyesi 150 mg/dl'nin altına düşmüştür. - Maternal hipotansiyon başlamıştır. - Couvelier uterus gelişmiştir. 3a - DİK yoktur. 3b - DİK vardır. - Eğer plasental ayrılma yüzeyi %10'un altında ise olgular genelde asemptomatik kalır ve oluşan hematom kanamayı durdurur. Tanı sadece doğum sonu plasentanın incelenmesi ile konulur. Buna kronik ablasyon plasenta denilir. Teşhis - Hasta multipar, açılma ve silinme uygun ise, vaka ağır değilse indüksiyon asılarak, doğum vaji-nal yol ile gerçekleştirilir. - Hasta primipar, fetus canlı ise, sezaryen yapılır. - Ağır vakalarda, fetus ölmüş bile olsa, anne hayatını kurtarmak için sezaryen uygulanır. Eğer Co-uvelair Uterus gelişmişse, sezaryen da yetmez, sezaryen histerektomi = Porro Ameliyatı yapılır - DİK ile savaşılır. Taze kan ve fibrinojen verilir. 306 1- Klinik tablo: en önemlisidir, 2- Ultrason: % 25 vakada tanı konabilir. Çünkü retroplasentar hematom ile plasentanın ekoje-nitesi çoğu zaman benzer. Ama plasentanın kalınlığının artması ve küresel bir şekil alması ya da pıhtıların giderek hipoekojenik bir yapı alması USG tanısında yüzdeyi artıran faktör olur. 3- Fibronektin düzeyinin artması 4- CA-125 miktarının ve AFP'nin yükselmesi 5Fibrinojenin düşmesi. Ablatio plasentanın komplikasyonları • DİK kanamaları • Postpartum atoni (uterin apopleksi gelişmiş ise) • Renal kortikal ve tubuler nekroz • Sheehan sendromu • Akut kor pulmonale • Amninc cı\/ırı ûoonnlıcı • DİK'in labaratuvar bulguları • Tedavi Asla zaman kazanmak ve fetusun hayatını kurtarmak için, tokoliz ile uterin kontraksiyonları durdurmaya çalışılmaz. Çünkü bu retroplasentar hematomu artırır ve DİK'ın oluşmasını hızlandırır. Yapılacak iki şeyden birisi doğum ikincisi ise DİK'i engellemektir. • Trombosit sayısının azalması • Plazma fibrinojen düzeyinde azalma • Periferik yaymada şiştozitlerin görülmesi • Parsiyel tromboplastin zamanında uzama • Protrombin zamanında uzama • Oglobülin lizis zamanında kısalma • Plazma fibrin monomerlerinde artma • Serum fibrin parçalanma ürünlerinde artma Plasenta Preavia • En büyük etyolojik nedeni grandmultiparitedir. • Tek klinik bulgusu 30. hafta civarında, ağrısız va-jinal kanamadır. • Tek tedavisi sezaryen ile doğumdur. • Tokoliz yapılabilinir - indüksiyon yapılamaz. • Hastanın ağırlığı kanama şiddeti ile doğru orantılıdır. • Malprezantasyon sıklıkla vardır. Şekil 307 Sıklık: İlk ve ikinci trimestirde pl. previa sıklığı % 5-30'dur. Ancak 20.haftadan sonra Pl.Previa sıklığı ortalama 200 doğumda birdir. Bu büyük farkın nedeni, plasental göç'tür. Gebeliğin ilk 20. haftasına kadar pl. previa tanısı alan hastaların sadece %40'ında pl.previa persiste eder. Geri kalanlarda alt segmente yerleşmiş plasenta fundusa doğru göç eder. Tanım Plasentanın alt segmente ve internal os civa-rına yer-leşmesidir. İnternal os ile ilişkisine göre 4 tipi vardır 1. Pl. previa marglnalis: Plasentanın sadece bir kenarı internal os'a ulaşmıştır (% 35-55). 2. Pl. previa parsialis: Plasenta internal os'un yarıya yakınını kapatmıştır. Zarlar da tuşede ele gelir. (%20-35) 3. Pl. previa totalis: Plasenta internal os'un tamamını kapatmıştır. En tehlikelisi budur. (% 20-30) 4. Basse insertion: Low Lying Plasenta (Yerde yatan): Plasenta alt segmente yerleşmiştir ama internal os ile ilgisi yoktur. Etyoloji En önemli iki etyolojik nedeni yüksek parite ve ileri anne yaşıdır 1. Grandmultiparite: Plasenta bir defa yerleştiği yere, bir daha yerleşmez. Bu nedenle parite arttıkça, alt segmente yerleşem ihtimali de artar. 2. İleri Anne Yaşı: 35 yaş üzerinde kadınlarda Pl.Previa ihtimali 100 doğumda bir iken, 40 yaş üzerinde bu oran 50 doğumda bir olabilmektedir. 3. Geçirilmiş alt segment sezaryen operasyonları veya uterin kavitenin açıldığı uterus operasyonları pl.previa riskini iki misli artırır. Çünki plasental göçü engellerler. 4. Çoğul gebelik Plasental yüzey artmıştır. 5. Geçirilmiş uterin enfeksiyonlar ve mesela endometrit 6. Uterin konturları bozan tümörler ve mesela miyomlar 7. Daha önceki abortuslar 8. Geç ovülasyon 9. Daha önce plasenta preavia geçirmiş olmak Klinik Tek klinik bulgusu, 30 hafta civarında ortaya çıkan ağrısız kanamalardır. Çoğu zaman bu kanamaları provoke eden koit, pelvik muayene veya prematür eylem bulguları yoktur. Ve ilk kanama atağı en sık 32 haftada görülmektedir. Provakasyon olmadan bu haftalarda başlayan ağrısız kanamanın etyolojisinde, alt segmentin bu haftalarda, incelmesi ve silinmesi yatar. Plasenta buna uyum sağlayamaz ve parçalanır. Bu kanama parlak, renkli, pıhtılı ve abondan bir kanamadır. Kanamanın şiddeti hem ayrılma alanının büyüklüğüne hem plasentanın tipine bağımlıdır. Ancak kanama şiddetli olsa da DİK nadiren gelişir. Bunun nedeni DİK'e neden olabilecek maddelerin, matemal dolaşıma katılmayıp, servikal kanal vasıtası ile dışarıya atılmasıdır. Pl. previa vakalarında, malprezentasyonlar da sıklıkla görülür. Çünkü, alt segmente yerleşmiş olan plasenta, gelen kısmın yolunu kapattığı için, prezentasyon ve situs anomalilerine neden olur. Olguların % 10'unda, üstte kalan plasenta parçasında ablatio görülebilinir. 308 Pl.Previa'nın bir diğer özelliği de, pl.Acreata, pl. incre-ata ve pl. percreata gibi, plasental insersion anomalileri ile birlikte bulunmasıdır. Bunun nedeni ise alt segmentin miyometrium gibi yeterli kas dokusuna sahip olamayışıdır. Ayrıca alt segmentte Nitabuch tabakası da yetersizdir. Doğum geçekleştikten sonra kanama devam ediyor ise akla gelmelidir. Tanı 1. Ultrasonografi ile kolayca tanınabilinir. Mesanenin boş olmasına özellikle dikkat edilerek USG yapılmalıdır. Tanı %99 olasılıkla konulur. 2. Vajinal Tuşe: İnternal os'taki plasentaya dokunu-labilinir. Ama tehlikelidir. Sezaryen hazırlıkları yapıldığı takdirde tuşeye başvurulur 3. Malprezentasyon olgularında pl.previa'dan şüphelenilmeli ve araştırılmalıdır. Gerçekten de transvers situs olgularının % 60'ında, oblik situs olgularının ise % 25'inde Pl.previa mevcuttur. Tüm malprezentasyonların ise % 30'unda Pl. previa vardır 4. MR, yakın gelecekte USG'nin yerini alacaktır. Tedavi Eğer vaka hafif ise, kanama şiddetli değil ise veya kanama olmadan tanı konmuş ise, fetus viabilite sınırına erişinceye kadar tokoliz ile zaman kazanılmaya çalışılır. Tokolizde ilk tercih MgS04 olmalıdır. Bunun dışında tek tedavisi sezaryendir. Sadece Low-lying ve marginal olanlarda vaginal doğum denenebilir. Kadın doğumda klasik sezaryenin alt segment trans-vers sezaryena tercih edildiği iki durumdan birisidir. Diğeri ise, transvers duruştur. Sezaryenda Pl. acreata, increata ve perkreata varlığı da araştırılmalıdır. Eğer bunlar var ise sezaryen histerektomi yapılmalıdır. Pl.Previa'da her ne kadar kanama maternal diye kabul edilse de, önemli derecede fetal kan kaybı da olabileceği hesaplanmalıdır. Hele de vasa preavia ile birliktelik de varsa, su kesesi açılınca fetal kanama daha da artar. Plasenta previa ile ablatio plasentanın ayırıcı tanısı Ultrason en değerli ayırdedici teşhis elemanıdır. Plasenta Previa • Dışa kanama vardır. • Ağrısız kanamadır. • Uterus yumuşaktır. • Uterus normal çap ve çevrededir. • Prezente olan kısım çoğu kez mobildir. • Kan açık kırmızıdır. • ÇKS vardır. • Şok pek olmaz, olsa da kanama bunu açıklayacak kadar fazladır. • İdrar bulgusu normaldir. • Tuşede plasenta hissedilebilir. • Tansiyon düşebilir ama yükselmez. Komplikasyonlar • Maternal şiddetli kanamaya bağlı hemorajik şok, Sheehan sendromu, renal yetersizlik ve irrever-sibl renal kortikal nekroz • Atoni Kanamaları (canlı ligatür çalışmaz) 309 • Plasenta insertion anomalilerine bağlı kanamalar • Alt segment rüptürü • Amnios sıvısı embolisi • Ablatio ile birlikte bulunma • Vaza previa ile birlikte bulunma • İntrauterin gelişme geriliği • 2-4 kat artmış konjenital anomaliler (En sık SSS ve KVS anomalileri, daha nadir GİS ve Solunum sistemi anomalileri) • DİK (çok nadir) Ablatio plasenta • Dışa kanar ama çoğu uterus içindedir. • Uterus ağrılıdır veya ağrılı bölgeleri vardır. • Uterus ya tam ya da yer yer serttir. • Uterus büyüyebilir. • Baş mobil de olabilir, angaje de olabilir. • Kan rengi vişne çürüğü gibidir. • ÇKS ya yoktur, ya bozuktur. • Hafif veya ağır şok vardır. • Silendirler ve proteinüri vardır. Oligüri olabilir. • Tuşe bulgusu normaldir. • Hipertansiyon % 50 vakada vardır. • Hipofibrinojenemi ve toksemi belirtileri olabilir. 310 ÜTERUS RÜPTÜRÜ Tanı kriterleri - Artmış suprapubik ağrı Yırtılma hissi ile birlikte uterin kasılmaların aniden durması Fetal kalp atımının durması Vajinal kanama veya hematü'ri Önde gelen kısmın geri çekilmesi yükselmesi Hipovolemik şok Karında fetusun serbest kısımlarının rahat hissedilmesi Sıklık: 1200-1500 doğumda bir görülür. Maternal mortalite % 10-40 arasındadır. En sık karşılaşılan etyolojik nedeni geçirilmiş sezeryan operasyonlarıdır. Etyolojik nedenler A-Doğum eylemi başlamadan önceki Tüptürler - Skar ayrılması (en sık) - Plasenta perkreata - İnvanzif mol - Koriyokarsinoma - Kornu gebeliği - Trafik kazaları B-Doğum eylemi esnasında görünenler 1-Obstetrik müdahaleye bağlı olanlar - Forseps uygulamaları - İnternal pedalik versiyon - Omuz distosisi - Hatalı oksitosin uygulanması - Eksternal versiyon uygulamaları - Plasentanın elle çıkartılması 2- Spontan olanlar - Yüksek parite (20 misli sık) - Alın ve yüz gelişi - Hidrosefali - Dar Pelvis - Mentum posteriör yüz geliş - Yan duruş Tipleri 1. Komplet rüptürler: Uterus duvarının tamamının ve çoğu olguda serozasının da yırtılmasıdır. Bu durumda uterusa birleşik olan fetal membranlarda yırtılır, fetus ve fetus eklerinin tamamı veya bir kısmı periton boşluğuna düşer. Bunu batın içine ve vagenden dışarıya yoğun bir kanama izler. Hasta hızla şoka girer. 2. İnkomplet rüptür: Uterin duvarın bir kısmı yırtılmıştır. Seroza sağlamdır. Fetal membranlar intaktır. Kanama ya hiç yoktur ya da çok azdır. Bu tip rüptür genellikle "Uterus skar ayrılması" olarak da adlandırılır; uterustaki geçirilmiş eski operasyon skarlarından gelişir. Tüm rüptürlerin % 60-70 nedeni de budur. Uterin rüptürlerin en sık nedeni tartışmasız geçirilmiş uterin ameliyatlardır. Klasik sezaryen, altseg-ment transvers sezaryen, miyomektomi, histerektomi, kornu rezeksiyonu gibi Obstetrik müdahaleler sonucu oluşan rüptürlerde, çoğu kez infant doğmadan tanı konamaz. Bu da hasta açısından kıymetli olan zamanın kaybedilmesi demektir. 311 Tedavi Uterus rüptürünün tedavisi cerrahidir. Komplet rüptürlerde genellikle histerektomi veya subtotal histerektomi yapılır. En çok uygulanan metod budur. Eğer kadın için doğurganlık önemli ise ve uzun vadeli riskler kabul edilebilinirse, rüptürün tamiri denenebi-linir. Eğer alt segmentte yırtık olmuş, A.uterinalar parçalanmış ise varolan hematom ve kanama operasyonu zorlaştırır. Bu takdirde hipogastrik arter ligasyonu yapılır. Komplikasyonları • Kanama - Şok • Postoperatif İnfeksiyon • Üretral zedelenme • Amnios sıvısı embolisi • DİK • Sheehan Sendromu • Ölüm AMNİOS SIVISI EMBOLİSİ (ASE) Sıklık: 47.000-63.000 doğumda bir görülür. Ancak çok tehlikeli bir durumdur. Maternal mortalite % 80 civarındadır. Hastaların çoğu DİK'e girmeden ölürler. Patogenez: Amnion sıvısı embolisi, amnion sıvısının, uterin ve servikal venler ile uteroplasentar lokalizas-yondan maternal sirkülasyona geçerek pulmoner dolaşıma embolize olmasıdır. ASE'nin oluşabilmesi için 3 şart vardır 1. Amnion ile koryon arasında bir boşluk gelişmesi 2. Uterin ve endoservikal venlerin, amnios sıvısı boşalmadan açılması 3. Venöz dolaşıma bu sıvıyı geçirecek güçte bir basıncın oluşması Amnios sıvısı içeriğinde, lanugo kılları, verniks caseosa, fetal cilt hücreleri, müsin ve mekonyum gibi partiküllü materyaller vardır. Prostaglandin ve serotonin içeriği yüksektir. Buna ilaveten, termdeki bir amnios sıvısının pıhtı oluşturma aktivitesi yüksektir. Ayrıca anne için de kuvvetli antijenik özelliği vardır. Şartlar oluşup da amnios sıvısı maternal dolaşıma geçerse sırası ile şu olaylar gerçekleşir. 1. ASE'ne ilk yanıt, pulmoner vazospazma bağlı ciddi pulmoner hipoksi ve pulmoner hipertansiyondur. Bunun nedeni tam açık değildir ama pulmoner damarların partiküllü materyaller ile tıkanmaları ve buna ilaveten prostaglandinlerin vazokonst-rüktör etkileri suçlanmaktadır. Bu ilk faz yaklaşık iki saat sürer ve hastaların % 50'si bu fazda ölür. 2. Bu ilk fazı geçiren hastalar, ilk fazdaki şiddetli hipok-sinin sonucunda gelişen kalp yetersizliği ile karak-terize olan 2.faza girerler. Hastaların bir kısmı da bu fazda kaybedilir. 3. İkinci fazı da geçenlerin % 40'ı şiddetli DİK'e girerler. DİK'in nedeni tam açıklanmamış olmak ile birlikte ileri sürülen teoriler şöylece özetlenebilir. • Amnios sıvısının içerdiği tromboplastin miktarı fazladır • Amnios sıvısının akciğerde mukus ile karışması, faktör X'u uyararak intravasküler koagülasyonu başlatır. Eğer amnios sıvısı bakteriel endotoksinler de içeriyorsa veya fetus ölü ise, bu etki daha da artar. DİK hızlı bir şekilde ortaya çıkar. Plasenta ayrılma yerinden ve vücudun diğer taraflarından kanama başlar. Klinik tanı 1. Hemen hemen tüm hastalarda ilk şikayet, daha doğum masasında başlayan ani dispne hipotansiyon ve bezen de siyanozdur. Bunu birkaç dakika sonra kardiyorespiratuar arrest takip eder. Bu aşamada %10-20 ihtimalle konvulziyonlar da görülebilinir.. %50 hasta bu ilk aşamada ve ilk bir saat içinde ölür. Sağ kalanlarda nörolojik defisit veya beyin ölümü in-sidansı yüksektir. 312 2. İlk kardiyovasküler ataktan sağ çıkanlarda pulmoner ödem ve buna bağlı kalp yetersizliği gelişir. 3. Bundan sonra eğer hasta sağ kalmayı başarırsa DİK ve bununla birlikte atoni kanaması gelişir. Ato-ni kanamasının nedeni DİK'e bağlı olabileceği gibi, amniotik sıvının direkt miyometriumu deprese etmesine de bağlı olabilir. Amnios sıvısı embolisini provoke eden durumlar • Çoğu doğum esnasında olmaktadır. Artırıcı bir neden yoktur, (idiyopatiktir) (en sık) • Birinci ve ikinci trimestirde özellikle hipertonik şalin veya prostaglandinler kullanılarak yapılan abortuslar • Gebeye yapılan histerotomi operasyonları • Uterin rüptür • Ab plasenta veya daha nadir pl.previa • Kunt abdominal travma • 3. trimestirde amniyosentez uygulaması • Sezaryen • 32 yaş üzerinde doğum yapan kadın Tanı Tanı genellikle otopside, pulmoner damarlarda amnion sıvısı ve debrislerinin gösterilmesi ile konur. Ölüm öncesinde tanı ise, pulmoner arter kateteri takılarak, buradan alınan kan örneğinde aynı maddelerin gösterilmesi ile konur Mekonyumlu amnios sıvısı varlığı prognozu kötüleştirir. Tedavi 1. Entübasyon ve 02 vermek 2. Hipotansiyon için: Kristalloid sıvılar ve kardiak out-putu artırmak için dopamin vermek 3. İntravenöz digitalizasyon yapmak 4. Koagulopati ile savaş: Heparin verilmez. Eritrosit süspansiyonu, Taze kan, taze donmuş plazma verilir. Kallikrein ve streptokinaz da düşünülmelidir. 5. Uterus atonisi ile savaşmak İKİZ GEBELİK Şekil İkiz gebelikler iki çeşittir. 1. Dizigotik ikizler: Fraternal ikizler: Ayrı yumurta ikizleri 2. Monozigotik ikizler: identikal ikizler: Aynı yumurta ikizleri Sıklık: Doğumların %1'ini oluşturur. Bunların %70'i dizigotik %30'u monozigotiktik. 313 Monozigotik ikizler için herhangi bir sıklık oranı bildirmek doğru değildir. Çünkü tesadüfi olarak ortaya çıkarlar. Ama yine de % 0,3-0,4 en kabul gören orandır. 100 ikiz gebeliğin 30'u monozigotiktir. Dizigotik ikizliğin sıklığı içinse HELLİN Kuralı geçerlidir. - ikiz gebelik :1/80 : 12,5/1000 - Üçüz gebelik: 1/80 : 1/6400 - Dördüz gebelik : 1/80 : 1/512.000 2 3 Etyoloji ve predispozan faktörler Monozigotik ikizlik tesadüfidir. Nasıl oluştuğunu açıklayarak hiçbir hipotez yoktur. Teratojenik bir olay gibi değerlendirenler çoğunluktadır. Ortalama olarak 250 doğumda bir görüldüğü ve tüm ikizliklerin 1/3'ünü oluşturduğu bilinir. Ama son yıllarda ovulasyon indüksiyonunun monozigotik ikiz sıklığını iki misli artırdığı görüşü yaygınlaşmıştır. Buna karşın dizigotik ikizliğin etyolojik ve predispozan faktörleri çok iyi açıklanmıştır. Bunlar arasında heredite, anne yaşı ve ırk özel bir yer tutar. Ama şüphesiz en sık rastlanılan neden jatrojeniktir. Dizigotik ikizlik için predispozan faktörler Yatrojenik: IVF, Aİİ, ovulasyon indû'ksiyonu (en sık) Heredite: Annenin birinci derecedeki kadın akrabalarında ikiz gebelik olması, kendisinin ikiz gebelik şansını artırır. Eğer kadın daha önce kendisi dizogit ikiz doğur-muşsa, yeniden ikiz doğurma ihtimali, normal populas-yondan 2 misli fazladır. Bunun nedeni, herhalde indi-rekt bir genetik geçişe bağlı olarak, bu kişilerde hipofi-zer gonadotropin düzeylerinin yüksek olmasıdır. Anne yaşı: İkiz gebelik oranı 20 yaşından itibaren giderek artmaktadır. Özellikle 35 yaş üzerinde ve obez olan annelerde dizigotik ikizlik şansı daha fazladır. Ancak bu şans 39 yaşından sonra ani olarak düşmektedir. Bunun nedeni tam anlaşılamamış olmakla birlikte, 35 yaştan sonra azalan foliküler inhibin düzeyleri olabilir, ikiz gebelik ilginç bir şekilde, doğum sayısı arttıkça da artabilir. Genellikle ilk gebelik değil daha sonraki gebeliklerde dizigotik ikizlik oluşur. Irk: Dizigotik ikizlik zencilerde beyazlara göre daha çok görülür. Örneğin Nijerya'da zenciler arasında ikizlik 1/25'dir. Buna karşın sarı ırkta ikizlik en düşüktür ve 1/155'dir. Beyaz ırk bunların arasında kalır. İlaçlar: Özellikle infertilite tedavisinde, ovulasyon indük-siyonu amacı ile kullanılan Klomifen ikizliği %8, FSH ve LH uygulanan %25 kadar artırır. Uzun süre KOK kullananlarda, KOK'lar kesildikten sonraki ilk 3 ay içerisinde dizogitik ikizlik ihtimali artmaktadır. Bu muhtemelen bir "rebound fenomeni" ile ilişkilendirilir. Opiat kullananlarda dizigotik ikizlik olasılığı artmıştır. İVF: Aİİ, gibi yardımcı üreme tekniklerinde, genelde, birden fazla zigot kullanıldığı için ikizlik zaten beklenen birşeydir. Yani yatrojenik. 1. Dikoryonik-diamniotik ikizlik: Bölünme 0-3. gün arasında oluşmuştur. Görülme sıklığı %33' dür. İki ayrı plasenta vardır. Dizogit ikizlik ile karışabilir. Cinsiyetler her zaman aynıdır 2. Monokoryonik - diamniotik ikizlik: Bölünme 3-8. gün arasında oluşmuştur. Görülme sıklığı en fazla olan budur, %50'den fazladır. Tek plasenta vardır 3. Monokoryonik -monoamniotik: Bölünme 8-14 günler arasında olmuştur. Görülme sıklığı %10'dur. Tek plasenta vardır 4. Yapışık ikizler: Bölünme 14-17.günler arasında olmuştur. Monokaryonik - Monoamniotiktirler ama ikizler yapışıktır. Klasik olarak embriyonik disk oluştuktan sonra, bölünme gerçekleşmişse bileşik ikizlikten bahsedilir. Yapışıklık şekilleri - Toracophagus : en sık : göğüsleri ile birleşmiş - Xyphopagus: ksitoid kemikler ile birleşmiş - Pygopagus: arkadan kalçaları ile birleşmiş - Craniopagus: başları ile birleşmiş - İsciopagus: kaudal olarak birleşmiş Yapışık ikizlerde, eğer ikizlerin kullandıkları organlar hayati organlar değilse cerrahi müdahale ile birbirlerinden ayrılırlar 314 Monokaryonik ikizlerde, fetal komplikasyon oranı, dikar-yonik olanlar göre oldukça fazladır. Bunun nedeni, ikizden ikize transfüzyona neden olacak olan damar anas-tomozlarının oluşmasıdır. Çünkü bu damar anastomozları, bir fetusun lehine diğer fetusun aleyhine çalışacaktır. Bu damar anastomozları sıklık sırasına göre şöyle oluşur. - A-A (arterioarterial): % 30.Sadece yüzeyel damarlarda olur - (A-A)+(A-V): % 28 - A-V (arteriovenöz) % 11 - V.V. (venö-venöz) - 3. tipte dolaşım: Derin damarlar arasında görülen bir Arterio-venöz anastomozdur. Kotiledon yapısını besleyen arterin kanı diğer ikiz eşinin veni tarafından drene edilir. Akım her zaman tek yönlü çalışır. Ve yüzeyel anastomozlardan daha tehlikelidir. Eğer arada, yüzeysel olarak çalışan, bir A-A veya A-V anastomoz yoksa, volüm eşitliği sağlanamaz. Ve gerçek anlamda ikizden ikize transfüzyon sendromu gelişir (Twin-Twin Transfüzyon sendromu). Yüzeysel çalışan A-A veya A-V anastomozlarda, akım iki yönlü olabilir. Bu da ikizler arasında, kan volümü ve basıncı açısından denge sağlayabilir. Tekil gebeliklere göre, ikizlerde, hem fetal mortalite, hem konjenital anomali insidansı belirgin bir şekilde artmıştır. Bir örnek vermek gerekirse, prenatal mortlite, ikizlerde, tekizlere göre 10 misli artmıştır denilebilinir. İkiz gebelikler hem maternal hem fetal komplikasyonla-ra neden olurlar. İkizlerde maternal komplikasyonlar 1- İkiz gebeliklerde fizyolojik maternal değişiklikler daha abartılı olarak ortaya çıkar. Fizyolojik gebelik anemisi daha ağırdır. - Kardiak debi, nabız hızı daha çok artmıştır. - Tidal volüm daha çok artmıştır. - Glomerül filtrasyon daha çok artmıştır. - Maternal kilo alımı daha artmıştır. Ortalama 18,5-20 kg civarındadır. - Abdominal büyümeye bağlı gerilme, dispne, erken yorulma, V. cava sendromu vb. gibi durumlar artmıştır. 2- Hyperemezis Gravidarum: p HCG arttığı için artmıştır. 3- Preterm Doğum: Erken doğum ihtimali % 50'lere çıkmıştır. Bir diğer deyişle, normale göre 7-10 misli artmıştır. Zaten ikiz gebeliklerde miad 37.hafta olarak kabul edilir. Kritik zaman 26-32. haftalar arasıdır. Çünkü ikizler de akciğer matürasyonu, tekil gebeliklere göre 3-4 hafta önce tamamlanır. 31. haftayı geçmiş ikizlerin yaşama şansı yüksektir. İkizlerde, erken doğuma nedeni iki faktöre bağlıdır a) Artmış fetal kortizon miktarı: Bu hem akciğer ma-türasyonunu hızlandırır, hem erken doğuma neden olur b) Kritik boy/gerilim sınırına daha erken ulaşılır 2500 gr altında doğan ikizler, her zaman, tekillere göre daha fazla yaşam şansına sahiptir. İkizlerde, kritik ağırlık 1.800 gr.dır. 4- Hipertansiyon: Uterusu aşırı geren, plasentayı aşırı büyüten her durum, hipertansiyon ve PIH'e neden olabilir. Gerçekten de ikiz gebelerde hem hipertansiyon ortaya çıkması tekil gebeliklere göre 2-5 misli artmıştır, hem de 20.haftadan önce PIH ortaya çıkabilmektedir. 5- Ablatio Plasenta: 3 misli artmıştır. Ablatio plasenta, hem artmış hipertansiyona bağlı gelişebilir, hem de dikoryonik ikizlerin doğumunda, birinci bebek çıktıktan sonra, intrauterin ani basınç düşmesine sekonder olarak ortaya çıkabilir. 6- Anemi: Tekil gebeliklere göre 2-3 misli artmıştır. Hem Fe eksikliği hem folik asid eksikliğine bağlı gelişebilir. Bu nedenle folik asit günde 1 mg, Fe günde 60 mg alınmalıdır 7- Polihidromnios: Tüm polihidromniosların % 10'u ikiz gebeliklerde ortaya çıkar. İkiz gebeliklerin ise % 25'inde görülür. İkiz gebeliklerde polihidramni-os ortaya çıkması, artmış konjenital malformasyon sıklığının artığını göstermez. Ama PIH'e, EMR'ye ve prematür doğuma neden olabilir. Bu nedenle, zaman zaman amniosentez ile boşaltılması ve in-dometazin ile fetal idrar yapımının azaltılması de-nenebilinir. 315 İkizden ikize transfüzyon gerçekleşmişse, bir ikizde polihidramnios, diğerinde oligohidramnios gelişir. Bu tehlikeli bir durumdur 8- Üriner sistem enfeksiyonları: Alt üriner sistem infeksiyonları normale göre 1,4 misli artar ama piyelonefrit gelişmesi ihtimali artmaz 9- Post partum atoni kanaması: Tüm ikiz doğumların % 10'unda Atoni gelişir. Nedeni uterusun aşırı gerilmesidir. 10- Plasenta previa: Bu özellikle dikoryonik ikizlikler-de daha sık görülür. Artmış plasental yüzey ile ilgilidir 11- Sezaryen oranında artış: İkiz gebeliklerde % 50 ihtimalle gebelikler sezaryen ile sonlanır. Bunun klasik olarak 2 nedeni vardır. 1- Malprezantasyon ihtimalinin artmış olması 2- Prematür doğumların, doğum travmasına maruz kalmalarını engellemek Ama ayrıca ablatio veya pl.previa varlığı da sezeryan nedenleri arasındadır İkizlerde fetal komplikasyonlar (On bebek kpmplikasyonu) 1. Abortus-prematü'rite 2. Konjenital anomali 3. Diskordans gelişmesi 4. Kaybolan ikiz sendromu 5. Monoamniotik ikiz gebelik 6. Ölü fetus sendromu 7. Kilitlenen ikizler 8. Bileşik (Hetero) gebelik 9. Bir mol bir normal gebelik 10. İkinci doğumun gecikmesi Nadir Görülen Komplikasyonlar • Fetus in fetus: Doğan fetusun üst abdomeninde, periton arkasında, vertebral axial iskeleti iyi gelişmiş, ikinci parazitik bir fetus vardır. Bu teratomlar ile karışır. Ancak vertebranın normal gelişimi ile ondan ayrılır • Fetus papyraceus: Dikoryonik ikiz gebeliklerde, bir fetus Ölürse yaşayan fetus baskısı ile uterus duvarına doğru itilir. Ve fetus papyraceus ortaya çıkar. Eğer plasenta monokoryonik ise bu defa ölü fetus sendromu gelişebilir. • Akardiak ikizlik: Twin Reversed Arterial Perfüzyon Seguence (TRAP Seguence): Burada, baş, gövde veya kalbin yokluğu ile birlikte, doğan ikizde, yumuşak doku kitlesinde bir artış vardır. Bir diğer deyişle, aslında bir yapışık ikizlik söz konusudur ama, ikizlerden bir tanesi erken başlayan ikizden ikize transfüzyonu sonucu, organlarının morfolojik gelişimini kaybeder. Akardiak Monster ortaya çıkar. On bebek komplikasyonları 1. Prematürite: Yaşama sınırı 31-32.hafta ve üzeridir. 1850 gramı aşanlar genelde yaşarlar. 2. Konjenital Anomaliler: Tekil gebeliklere göre 2 misli artmış olarak bulunur. Bu daha fazla monokoryonik ikizleri ilgilendiren bir durumdur. Bir Anomalinin aynı anda diğer ikizinde de bulunma ihtimali % 5-50 arasındadır İkiz gebeliklerde en sık görülen anomaliler, anensefali, hidrosefali, konjenital kalp hastalıklarıdır. Nadiren yapışık ikizliklerde görülebilinir. Akardiyak ikizlikte konjental anomali sayılır USG'de şu 3 durumun varlığı fetal anomalileri hatırlatmalıdır. a) Tek arterli umbilikal kord b) İnsertio velementoza c) Vasa previa 3- Diskordans Gelişimi (IUGR) Diskordans demek, iki fetusun ağırlıklara arasında % 20-25'den fazla fark bulunması demektir. Bunun bir diğer açıklaması ise fetuslardan birisinde IUGR oluşmasıdır. 316 Diskordans nedenleri arasında, en sık neden, tartışmasız, ikizden ikize transfüzyon sendromunun varlığıdır. Buna bağlı olarak, ikizlerden birisi alıcı, diğeri ise verici olacaktır. İkinci neden plasental yüzeyin farklı büyüklüğüdür Verici olan, küçük (IUGR), soluk ve anemiktir. Oligohid-ramniosu vardır. Aneminin derecesine göre in utero ölebilir de, doğabilir de. Eğer doğarsa, kalp yetmezliğine adaydır Alıcı olan, iri, polisitemiktir ve polihidramniosu vardır. Ancak bu bebek de doğunca, polisitemiye bağlı kalp yetersizliğine adaydır. Üstelik, polisitemi nedeni ile, bu fe-tusu bekleyen ikinci bir tehlike daha vardır. O da hiperbilüribinemidir. Diskordans araştırılırken şunlara bakılır 1. USG ile yapılan ağırlık tahminlerinin % 20-25 den fazla olması 2. BPD arasında, 28 haftadan sonra 5-7 mm'den fazla fark olması 3. 28.haftadan sonra abdominal çevre ölçümleri arasında 20 mm'den fazla fark olması 4. Doğumda veya kordosentezde Hb düzeyleri arasında 5 mg/dl'den fazla fark olması 5. İnsertio velementoza varlığı 6. Doppler ile S/D oranlarında fark olması Polihidramnios gelişen bebekte, yani alıcı olan bebekte, atrial natiüretik peptid seviyesinin yüksek olması polihid-ramniosa neden olarak gösterilir. Verici bebekte hidrops gelişmişse, USG ile yapılan BPD ve AÇ ölçümleri yanıltıcı olabilir. 4- Kaybolan ikiz sendromu (VVanishing Twin Send-romu): Erken gebelik döneminde, USG'de ikiz gebeliğin görülmesi, ama doğumda tek bir bebeğin doğmasına verilen addır. Yaklaşık % 50 sıklıkla görüldüğü söylenmektedir. Gebelik kaybına genellikle bir kanama dönemi eşlik edebilir. Belki de bu kanama ile bir fetus düşer. Ama çoğu zaman, yaşamını yitiren fetus, düşmez ve giderek gelişen fetus ile uterus duvarı arasına sıkışır. Doğumda kaybolan ikize ait plasenta ve gebelik kesesi, doğan bebeğin zarları üzerinde beyaz bir plak olarak görülebilinir. Kaybolan ikiz sendromunun anne ve yaşayan fetusa hiçbir zararı yoktur. Bundan esinlenerek, IVF'de 4 zigot verilmekte, eğer dördüz gebelik olmuşsa 8-9. haftalarda iki fetus termine edilmektedir. Yani kaybolan ikiz sendromu iyatrojenik olarak yapılmaktadır. 5- Monoamniotik ikiz gebelik: Tüm monozigotik ikizlerin % 10'unda görülen bu nadir durum fetüslerin ilk 32 hafta içerisinde, fazla hareketli olmaları sonucu, birbirlerinin kordonlarına dolanıp boğulmalarına neden olur. Veya fazla hareketli olmaları, kordon düğümlenmesini sağlar. Bu şekilde ya bir ya iki fetus kaybedilir. Önlemek için ise herhangi bir şey yapılamaz 32. haftadan sonra hareket alanları daraldığı için, bu risk azalır 6- Ölü fetus sendromu: İkiz gebeliklerin % 2-7'sinde, gebeliğin ikinci yarısında, fetuslardan birisi ölür. Bu durumda eğer dikoryonik bir ikizlik varsa, çoğu zaman, yaşayan fetus bundan çok etkilenmez. Ancak eğer monokoryonik bir gebelik söz konusu ise, yani ikizden ikize transfüzyon sendromu varsa, hem yaşayan ikiz hem anne hayatı tehlikededir. Çünkü ölü fetusun başta doku tromboplastini olmak kaydı ile yıkım ürünleri bu damar anastomozu vasıtası ile, canlı olana aktarılır. Bu durumda, eğer müdahale edilmezse diğer fetus %25 olasılıkla ölür. %50 olasılıkla ise oluşan akut DİK nedeni ile multipl organ zararına uğrar. Özellikle iki organ, beyin ve böbrek en büyük zararı görür. Renal Kortikal kistler ve beyinde multiple kistler oluşur (Multikistik Ensefalomalasi). Yaşayan fetus, sağ kalabileceği haftada hemen doğur-tulmalıdır. Ancak yine de bu fetusta yıkım sekelleri yaşam boyu sürecektir. Ölü fetus sendromunda, annenin hayatı da tehlikededir. Çünkü ölü fetusun yıkım ürünleri anneye de aktarılacaktır. Ve annede DİK gelişimine bağlı ölüm olabilecektir. Bu durumda anne sık sık hipofibrinojenemi yönünden ta-ranmalıdır. Eğer maternal fibrinojen seviyesi 150 mg/dL düzeyi altına inerse, yaşayan fetus düşünülmeden, anne hayatını kurtarmak için doğum yaptırtılmalıdır. 7- Kilitlenen ikizler: Birinci fetus makat, ikinci fetus ver-teks ile gelirse, bazen fetuslar çenelerinden kilitlenir. Bu angaje olan kısmı genişlettiği için normal doğum olamaz. Sezaryen gerekir. 10.000 de bir sıklıkla görülür. Makat tuşe ediliyor, serviksin açıklığı tam ama doğum ilerlemiyorsa şüphe edilmelidir. Sadece monokoryonik monoamniotik ikizlerde görülür. 8- Bileşik (hetero) gebelik: Bir intrauterin gebelikle, bir dış gebeliğin birlikte görülmesidir. 30.000 de bir sıklıkla görülür. Ektopik gebelik gibi tedavi edilmelidir 9- Mole hidatiforrne ve fetus: Komplet veya parsiyel mol şeklinde meydana gelebilir. Komplet mol özellikle dizogitik ikizlerde görülür. Fetusların birisi normal iken, diğerinde komplet mol oluşur. Monozigotik ikizlikte 317 parsiyel mol daha sık görülür. 10- İkinci fetusun doğumunun gecikmesi: Birinci fetus doğduktan sonra, 2. fetusun doğumu gecikebilir. 21-143 günlük gecikmeler bildirilmiştir. 2. fetusun doğumunun beklenmesi için şart, ikinci bir plasenta ve amnios kesesinin olması ve ikinci kesenin intakt olmasıdır. İkiz gebelerde gebelik takibi 1- Genellikle 24-34 haftalar arası yatak istirahatı' tavsiye edilir. Bu utero-plasentar perfüzyonu artırır. Ve doğum zamanını bir miktar geciktirir. Bebeklerin ağırlığını bir miktar artırır (Ancak bunu kabul etmeyenler de vardır) 2- Profilaktik tokoliz uygulanması: Genel olarak ya 16.gebelik haftasında, ya da Braxton - Hicks kasılmaları başlayınca tokolize başlanılır. 36.haftaya kadar da uygulanır. (Ancak bunun da bir faydası olmadığını iddia edenler de vardır). Çoğul gebeliklerde Ş-mimetiklerin kullanılması, akciğer ödemi oluşmasını artırabilir. Dikkat edilmelidir 3- Profilaktik serklaj: Bazı kliniklerde uygulanılır. Ama faydası tartışmalı olduğu gibi, bazılarına göre de uygulama doğumu başlatabilir. 4- 28-34 haftalar arası betametazon verilmesi 5- Profilaktik progesteron uygulamaları: 16-21 haftalardan başlayarak 250 mg hidroksiprogesteron kaproatenin intramüsküler, haftalık uygulanması, doğumu geciktirdiği görüşünde olanlar vardır 6- Fe ve folik asid takviyesi 7- USG ile sık kontrol ve diskordans aranması 8- Biofizik profil ve doppler incelemeleri son za-manlarda önem kazanmıştır. Çünkü her iki fetusa ayrı ayrı yapılabilinir. Doppler de S/D oranı 3 ya da daha fazla olması, lUGR'u düşündürtmelidir. Bu araştırmalara 2628. haftadan sonra başlanılır. 9- 33 yaşın üzerindeki her kadında, Konjenital Anomali riskini araştırmak için amniyosentez yapılmalıdır. Bu her iki amnios kesesinden ayrı ayrı olmalıdır. 10- 37.gebelik haftası geçmiş ve doğum henüz olmamış ise, bu postmatürasyon olarak algılanmalı ve ona göre davranılmalıdır. İkiz doğumlarda prezentasyon • Birinci Verteks + İkinci Verteks: % 45: en sık • Birinci verteks + İkinci makat: % 40 • Birinci verteks harici + ikinci verteks • Birinci verteks harici + ikinci verteks harici: en nadir Doğum • Her iki fetus verteks ile geliyorsa, normal vajinal doğum ağırlık kazanır. Çünkü çoğu kez ilk önce büyük olan fetus doğar. Bu nedenle ilk bebek, serviks vedoğum kanalındaki yumuşak kısımları dilate ederek, ikincinin doğmasını kolaylaştırır. Ama yine de mutlaka epizyotomi açılmalı, bu suretle hem doğumu hızlandırmak, hem fetal travmaları engellemelidir. Burada klasik soru, "Birinci fetus çıktıktan sonra, ikincisinin ne kadar beklenmelidir" de düğümlenir. Bunun klasik cevabı 5-15 dk'dır. Ama artık fetal monitari-zasyon olanağı vardır. Bu nedenle çok acele etmeyede gerek yoktur. Birinci bebek doğar doğmaz, kordon klemplenmelidir. Çünkü monokoryonik bir gebelik söz konusu olabilir. Bu durumda ikinci bebek kankaybeder. • Birinci doğduktan sonra, ani olarak düşen, intraute-rin basınç ablatio'ya neden olabilir. Sezaryen hazırlığı yapılmış olmalıdır. • Birinci bebek verteks ikinci transvers geliyorsa, birinci fetus doğurtulduktan sonra, tam açılmış serviks-ten girilerek, ikinci bebeğe internal pedalik versiyon uygulanır. Fakat bazı merkezlerde, bu durumda daha baştan sezaryan yapılır. • Eğer birinci fetus makatla geliyorsa, doğumda birçok komplikasyonlar olabilir. Travay esnasında bebek ölümünün 16 kez fazla olduğu, intrapartum as-fiksinin 3-8 kez fazla olduğu, kordon sarkmasının 5-20 kez fazla olduğu, arkadan gelen başın takılmasının %8 civarında olduğu ve spinal kord yaralanmalarının %21 arttığı gösterilmiştir. Üstelik birinci makat ikinci verteks geliyorsa, kilitlenme olabilir. Bütün bu nedenlerden ötürüsü sezaryen tercih edilmelidir. • Geri kalan geliş şekilleri baştan sezaryen yapılmalıdır • Prematür bebeklerin doğum travmalarına dayanmaları zordur. Ve asfiksi ile beyin kanamasına uğramaları 318 ihtimalleri artmıştır. Malprezentasyon olmasa bile, bu nedenle, sezaryen tercih edilmelidir. • Postpartum atoniye karşı uyanık olmak ve gerekli tedbirleri almış olmak gereklidir • Doğumun 4.devre dediğimiz, 1 saatlik dönemi, ikizlerde 3 saat olarak kabul edilmelidir. • Postpartum depresyon ikizlerde daha çoktur. İkizlerle ilgili ilginç notlar • Üçüncü tipte ikizlik: Çok nadir olarak, tek bir ovu-mun, iki ayrı sperm ile döllenmesi ya da polar cismin döllenmesi ile ortaya çıkan ikizliğe verilen isimdir • Süperfekondasyon: Birkaç saat ara ile atılan iki ovumun farklı iki kişinin spermi ile döllenmesine verilen isimdir. Ve mesela bir cinli ve bir zenci çocuk aynı batında doğabilir. • Süperfestasyon: İnsanlarda olmaz. Hamile bir dişinin, hamileliği sürerken yeni bir ovulasyon ve yeni bir döllenmenin olmasıdır • Çoğul gebeliklerde bebek sayısı arttıkça, kız bebek olasılığı da artar. Örneğin eğer gebelik tekse erkek fetus ihtimali %51,6'dır. İkiz gebeliklerde %50,8'dir. Üçüz gebeliklerde %49,5'dur. Dördüz gebeliklerde %46,5 dur. Bunun nedeni belli değildir ama muhtemelen yeni doğan devresinde, kız çocuklarının dış ortama adaptasyonu daha fazladır. Ya da dişi zigotların çoğul gebeliğe meyli daha fazladır • Heterokaryotip - Monozigotizm: Monozigotik ikizlerden birisinin normal, birisinin Dovvn sendrom-lu doğması demektir • İkiz gebeliklerde MSAFP değerleri normal değerlerin 2,5 misli artmıştır. Eğer 4-5 misli artmış ise fetal kayıp ve komplikasyonlar da artar. Üçüz gebelikler: 2 • Sıklığı Hellin formülüne uygunluk gösterir ve 1/80 sine eşitir. • 1990'lı yıllardan sonra, yardımcı üreme yöntemlerinin kullanılışı hem üçüzlüğü hem de daha fazla sayıda fetuslu gebeliği artırmıştır. • Ortalama gebelik süreleri 32-34 hafta kadardır. • Ortalama yenidoğan ağırlığı 1800-1900 gr'dır. • İlk iki trimestirde fetal büyüme normal iken, 27. haftadan itibaren yavaşlamaya başlar. İkizlerde bu yavaşlama 30. haftadan sonra gerçekleşir. • Üçüzlerde diskordans daha yaygındır ve %30 civarındadır. • Perinatal mortalite oranı ikizlere eşittir. • Maternal ve perinatal komplikasyonları ikizlere eşittir. • Genelde hepsi sezaryan ile doğurtulur. Dördüz gebelikler: • Çoğu IVF ile oluşan gebeliklerde ortaya çıkar. • Ortalama doğum haftası 30-31'dir. • Ortalama yenidoğan ağırlığı 1200-1500 gr'dır. • Beşizlerin başarılı doğum ile yaşadığını bildiren çalışmalara rağmen yaşatılabilen altız yoktur. DİYABET VE GEBELİK Normal gebelikte karbonhidrat metabolizması değişiklikleri 1. AKŞ'de düşme (en çok 20. gebelik haftasında) 2. Oral glukoz yükleme testinde, glükoz değerlerinin yükselişinin uzun sürmesi 3. Maternal pankreasın (3 hücrelerinde hipertrofi. Buna bağlı olarak ileri gebelik dönemlerinde, normale göre 2-3 misli insülin artışı 4. İnsülin rezistansı (östrojen, progesteron - HPL -kortizol). Kanda glükoz artar. Hücre içine girişi zorlaşır. Ama plasentadan kolaylaştırılmış diffüz-yonla fetusa geçer. İnsülin plasentayı geçemez. Diyabet Sekonder diyabet: Kronik pankreatit, feokromasito-ma gibi hastalıklarla ilişkili olarak ortaya çıkar. Primer diyabet: Genel populasyonda, reprodüktif çağdaki kadınlarda %1 oranında görülür, %14'ü Tip I 319 diabettir. Tip I Diyabet (IDDM): 40 yaşın altında, obez olmayanlarda görülür. İnsülin yetersizliği veya cevapsız-lığı söz konusudur. İmmun sistem hastalığıdır. Genetiktir. Spesifik histokompatibilite ve (5 hücre adalarına karşı antikorları vardır. Ş hücre antikorları, |3 hücrelerinde yıkıma neden olurlar. Ketoasidoza eğilim fazladır. Tip II Diyabet (NIDDM): Familyaldir ama immunite ile ilişkisi yoktur. Periferik insülin rezistansı vardır. Plazma insülin seviyesi normal veya yüksek olabilir. 40 yaşın üstünde ve obezlerde daha sık görülür. Keto-asidoz gelişmesi nadirdir. Gestasyonel diyabet: Bazı gebeliklerde, 20. haftadan sonra insülin yapımında yetersizlik oluşur. Hiperglisemi ortaya çıkar. Doğumdan sonra ise düzelir. Bunların %20'si ilerde diyabet hastası olurlar Gestasyonel diyabetin nedeni doğuştan gelen ve pankreasta var olan potansiyel bir insülin yetersizliğidir. Gebelik özellikle 20. haftadan sonra periferik insülin direnci oluşturarak bu yetersizliği ortaya çıkarır. Gebelikte diet veya insülin tedavisiyle düzeltilir. Tedavide ana prensip AKŞ'nin 140 altında tutulmasıdır. HgAlc yüksekse bu gestasyonel diyabet değildir. Bunları açığa çıkarmak için; 1) Tarama testi: 24. haftalarda 50 gr oral glukoz yüklenir. 1 saat sonra plazma glukozu 140'tan yüksek ise, gestasyonel diyabet şüphesi vardır. Bu durumda, 2) OGGT (oral glükoz tolerans testi) yapılır. Açlık 105, Lsaat 190, 2. saat 165, 3. saat 145 olmalıdır. Eğer bunlardan en az iki değer bozuksa G.D. tanısı konulur. G.D.'de, fötal anomali riski artmaz. Ama A2'de (insülin ile tedavi edilen GD) inutero ex riski artar. Gebeliğin diyabete etkisi: GD açığa çıkar, latent dia-bet açık diyabete dönüşür, açık diyabet varsa ağırlaşır, damar lezyonları ağırlaşır, ketoasidoz oluşma ihtimali artar. Diabet gebelikte maternal problemler • Hipoglisemi: Gebeliğin ilk yarısında, hyperemezis gravidarum varsa görülür. Çünkü hasta insülinini sabit almaya devam eder, buna karşılık annenin kalori alımı azalmıştır. • Hiperglisemi: Gebeliğin 2. yarısında, insüline rezistans artması sonucu oluşur. 20.-30. hafta bu rezistansın en çok arttığı haftadır. Gebeliğin sonlarına doğru eğer bu rezistansta düşme olursa plasenta yetersizliği düşünülür. • İdrar yolu enfeksiyonları ve diğer infeksiyonlar artar. Asemptomatik bakteriüri görüldüğü taktirde bile, piyelonefrit gelişebilir. • Hipertansiyon: Hem diyabetik damar lezyonları, hem de bu damarların endotellerinin Pİ2 (prostosı-lin) üretememeleri hipertansiyona neden olur. 3-4 misli fazla preeklampsi ve eklampsi gözlenir. • Hidramnios (% 10-20): Maternal hiperglisemi, fe-tal hiperglisemiye yol açar. Fetal hiperglisemili bebekten, hem poliüri hem de glikozun ile glikoz çok miktarda amnios sıvısına geçer. Bu geçiş esnasında su çeker ve polihidromnios oluşur. • Retinopati: Eğer kadında retinopati varsa %15'in-de alevlenme ve ilerleme görülür. Hatta en korkulanı olan proliferatif retinopati gelişebilir ve körlüğe neden olabilir. Eskiden bu aşamada gebelik sonlandırılırdı. Şimdi, lazer ile tedavi edilebilir. Geriye dönmiyen tek damar lezyondur. 320 White sınıflaması Perinatal prognozu değerlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Class D ve üzerine gebelik izni verilmez. Başlama Yaşı Class A (latent) Süresi Herhangi bir yaş (miad Tedavisi Herhangi bir süre Diyet % 100 geçirilmemeli) Class B 20 yaştan sonra 10 yıldan az İnsülin %67 Class C 10-19 yaşları arası 10-19 yıl İnsülin %48 10 yaştan önce 20 yıldan fazla (kronik hipertansiyon +"backraund" retinopati İnsülin %32 Class E Class D + Pelvis ve uterinalarda kalsifikasyon İnsülin % 13 Class F Herhangi bir yaş, İnsülin % 13 İnsülin %3 Class D Herhangi bir süre Nefropatia Diyabetica= Kimmelstiel VVİlson sendromu Class H Koroner arter hastalığı Class R Hızlı gelişen retinopati Class T Renal transplantasyon Gebelikte fetal problemler • Abort: Birinci trimesterde hiperglisemi olması veya ciddi damar lezyonlarının varlığı, düşüğe neden olabilir. Vasküler lezyonlar desidua ve spiral arterleri de tutabilir. Mol ve bruce mol, bunlarda daha sık görülür. • Konjenital Malformasyonlar: Diyabet, kromozom bozukluğuna bağlı anomali yaptırmaz. Ancak, konjenital malformasyonlar artmıştır. Özellikle 3.-6. gebelik haftasındaki hiperglisemi oluşmuşsa mal-formasyon riski artar. • Sadece diyabete özgü anomali "sakral agene-zis"tir. Ancak en sık görülen anomali kalp anomalileridir (kalp transpozisyonu - VSD - aort koark-tasyonu - kardiomegali). • Ayrıca iskelet ve SSS anomalileri (NTD, anensefali, mikrosefalı). Renal anomaliler (hidronefroz, age- nezi). GIS anomalileri (duodenal atrezi, anal atre-zi) ve tek umblikal arter anomalileri de diabette görülebilir. Konjenital malformasyon sıklığı 3 misli artmıştır. • Respiratuar distress sendromu (RDS): 5-6 kat artmıştır. Bunun nedeni fetal hiperinsülinizm, fetal kortizolden surfaktan yapımını azaltmasıdır. Ayrıca, pnömosit ll'lerin, surfaktan yapımı da bozulmuştur. L/S oranı diyabette güvenilir değildir. Fosfotidilgli-serolün amniotik sıvıda ölçümü daha güvenilirdir. L/S oranı 2.5'u geçmediği sürece akciğer matüras-yonu hakkında olumlu karar vermemek gerekir. Fosfotidilgliserol 35. haftadan sonra amnibs sıvısına geçer. Daha önce ammios sıvısında bulunmaz. • Neonatal Hipoglisemi: Doğumu takip eden ilk saatlerde görülür. Çünkü, kordon bağlandıktan sonra, artık bebeğe anneden glükoz geçemez. Ama fe-tus bir süre daha insülini fazla üretmeye devam eder. Fetusta glukoz seviyesi 40 mg/dL'nin üzerinde tutulmalıdır. Aksi taktirde, beyinde kalıcı yıkım yapabilir. • Makrozomi: 4000-4500 gr üstü bebekleri kapsar. Nedeni, fetustaki hiperinsülinizm ve anneden fazla miktarda geçen glukozun glikojen ve yağ olarak depolanmasıdır. Distosi nedenidir. Özellikle omuz çapları daha büyük olduğundan, omuz takılması sıktır. Bu durumda bu çocuklar VVood manevrası ile doğurtulur. • Hipokalsemi: İrritabilite ve tetani ile kendini belli eder. • Hiperbilirübinemi: Nedeni, bu fetuslarda, inutero daha yüksek hemaokrit bulunmasıdır 02 azlığında Htc değeri yükselir. Daha çok eritrosit yapılır ve po-lisitemi oluşur. • Perinatal veya ani in-utero ölüm: Annede ke-toasidoz oluşmuşsa fetusların %50'si ölür. Ayrıca şiddetli maternal hiperglisemide de fetus ölebilir. Bunun nedeni, glukozun Hb'ne ani ve çok miktarda bağlanması ile ortaya çıkan akut Oj yetersizliğidir. Eğer maternal hiperglisemi varsa tüm "fetal sağlık testleri" değerlerini yitirir. 321 Tedavi ve yaklaşım 3 faktörün ciddi uygulanışına bağlıdır. a) Glükoz kontrolü b) İzleme c) Erken doğum Yardımcı tetkikler 1.-2. trimesterde USG taramaları, konjenital malfor-masyonları saptamaya yardımcı olabilir. 16-18. haftada a feto-protein tayinleri (nöral tüp defektlerini tanımaya yarar) Hg A\ç, incelemeden önceki 4-6 haftada, annenin hi-perglisemiye girip girmediğini söyler. Gebelikte normalde %1 oranında alçalır ve en düşük noktaya 24. haftada gelir. Artması, kötü prognozu gösterir. Özellikle 9-12. haftalar arasında yapılmalıdır. Eğer yüksek çıkarsa gebelik sonlandırılmalıdır. Amniotik sıvı glukozu, maternal kan glükoz seviyesinin 7 gün önceki durumunu yansıtır. Normalde son aylarda bu değer, 20 mg/dl'dir. Bunu aşmış bir değer, fetusun depresif olduğunu ve kötü bir APGAR ile doğacağını söyler. Fetal monitarizasyon: Genellikle 32. haftada, ya haftada iki kez NST ya da haftada bir kez OCT (oksi-tosin yükleme test) yapılmalıdır. Bunlarda amaç, "geç deselerasyonları" erken saptamaktır. Doğum 40. haftaya nadiren bırakılır. 38. Hafta idealdir. Ancak takip neticesinde daha önce de doğum yapılabilir. Fetal makrozomi saptanmışsa ve çocuk 5000 gr'ın üzerinde sezaryen uygulanır. Bunun haricinde fetal distres geliştiği her durumda sezaryendan kaçınılmamalıdır. Postpartum Aile Planlaması Glükoz kontrolü Esası, kadının hergün aynı saatte aynı kaloriyi tüket-mesidir. Eğer anne diyette ise, diyete sadece günde 300 kalori eklenir. Eğer diyette değilse, ideal kilo başına 35 kalori kullanarak, 1-3 gr protein ve 250 gr karbonhidrat almalıdır. Eğer insülin kullanıyorsa, 20-30. haftalarda ihtiyacın arttığı göz önünde tutulmalıdır. Oral antidiyabetikler kullanılamaz. Çünkü bunlar, plasentayı geçer ve fetusta hem ciddi hipoglisemi yapar, hem de fetal anomali riskini artırır. Doğumdan hemen sonra, östrojen - progesteron ve HPL, maternal kandan hızla kaybolduğu için, insülin rezistansı düzelir. İnsülin dozu yeniden ayarlanmalıdır. • Eğer sezaryen olmuşsa tüp ligasyonu düşünülebilir. • RIA, en çok kullanılandır. Ancak infeksiyon riskini arttırdığı şeklinde eleştiriler de vardır. Ama bunu doğrulayan çalışma bulguları yoktur. • OK kullanılacaksa, düşük dozlu progesteron içerenler kullanılır. (Minipill) • Bariyer yöntemleri veya mekanik yöntemler uygulanabilir. 322 KAN UYUŞMAZLIĞI Sıklık: ABO uyuşmazlığı %20-25 çiftte vardır. Ancak %3'ünde hemolitik hastalıklar gelişir. Rh uyuşmazlığı %13 çiftte vardır. Ancak %1'inde hastalık gelişir. Fizyopatoloji Rhesus kan grup sistemi 3 çift faktörden oluşmaktadır. Cc Ee Dd. Bunlar, eritrositler üzerindedir. En güçlü antijenik özellik D'dedir. (D, otozomal dominant, d otozomal resesif geçiş gösterir) Rh (-) bir anne, Rh (+) bir babadan hamile kalmışsa ve fetus Rh (+) olmuşsa, Rh uygunsuzluğu gelişebilir. Bunun için fetus eritrositlerinin maternal kana geçmesi ve anne tarafından eritrositler üzerindeki Rh antijenlerine karşı IgG tipinde antikorların gelişmesi gereklidir. Bu IgG tipindeki antikorlar, plasentayı geçip fetus eritrositlerine yapışırlar ve onları hemolize uğratırlar. Ancak antikorlar hemoliz işleminden zarar görmez. Eritrositten ayrılır ve başka eritrositlere bağlanıp, onları da hemolize eder. Fetusta anemi gelişir. Fetus önlem olarak, eritrosit yapımını kemik iliğinden başka "ekstrameduller eritropoez" odaklarına kaydırır (karaciğer, dalak gibi). Bu odaklardan tam olgunlaşmamış, çekirdekli eritroblastlar fetus kanına karışır (eritroblastozis fetalis). Anemi devam ederse, bunu portal vena hipertansiyonu - hipoproteinemi ve karaciğer iflası - kapiller perme-abilite bozukluğu ve anazarka tarzında ödem (hid-rops fetalis) pulmoner ödem ve kalp yetersizliği ile ölüm izler. Anemi haricindeki 2. problem, hızlı eritrosit yıkımı neticesi ortaya çıkan hemoglobinin bilirubine dönüşmesidir. Hiperbilirubinemi in utero hayatta anneye aktarılır ve sorun çözülür. Ancak fetus doğunca, kendi bilirubi-nini kendi karaciğerinde parçalamak zorundadır. Ancak bu iş için gerekli glükronil transferaz fermenti ve y transport proteinleri eksiktir ve nonkonjuge bilirubin kanda birikmeye başlar. Bilirubin kanda 20 mg/100 mUyi aştığı zamanda, kor-tekste ve beyin bazal ganglionlarında birikmeye başlar. Ve kernikterus ortaya çıkar. Yenidoğan ya ölür ya da nörolojik sekeller ile yaşar. Bu nörolojik sekeller ekstrapiramidal fonksiyonlar ile ilgilidir (atetoz, spastisite, ataksi). Ayrıca debilite ve sağırlık da kalıcı olur. Soru 1: Fetus kanının ne kadarı maternal kana geçerse izoimmünizasyon başlar? 0,1 mL ve üzeri fetal kanın anneyi immunize edeceği ka-bul edilmektedir. Fetal kan, 6. gebelik haftasından itibaren maternal kana giderek artan miktarlarda geçebilir (I. trimesterde %6.7, II. trimesterde %15, III. trimesterde %29 olasılıkla maternal kana geçer.) Tüm gebelik boyunca 0.5 mL- 40 mL arasında fetal kanın anneye geçtiği kabul edilir. Anneye geçen fetal eritrosit antijenlerine karşı, anne önce IgM yapısında antikorlar yapar. Ama bunlar, plasentayı geçemezler. IgG'lerin yapımı ise, 3-6 hafta kadar sürer. IgG'ler plasentayı geçer. Soru 2: Anne kanına geçen fetal eritrosit sayısı he-saplanabilir mi? Evet Kleihauer - Betke testi ile hesaplanabilir. HbF'ler özel olarak boyanabilir ve mikroskop altında soluk renkte görülen HbA'lardan ayırd edilebilir. Bu test fetal eritrositlerin alkaliye dirençli olma özelliğinden favdalanarak vaoılır. Şekil 323 Ayrıca "asit yıkama tekniği" veya "eritrosit rozetle-me testi" de bu amaçla kullanılabilir. Ancak bu testler her zaman hastalığın şiddetini belirlemezler. Çünkü, hastalığın şiddeti sadece eritrosit sayısının fazlalığı ile ilgili değildir. Soru 3: Hastalığın şiddeti ne ile ilgili olarak artar ve eksilir? Rh uyuşmazlığı %13 evli çiftte görüldüğü halde, hemolitik hastalık görülme sıklığı %0.5-Vdir. Bunun nedenleri şunlardır: 1. Booster" efekt: ilk doğanlar hemen her zaman sağlamdır. Ancak 2. ve takip eden doğumlarda çok az fetal eritrosit dahi anneye geçse, annede antikor fitresi bir anda kat be kat yükselmektedir. Yani annede bir çeşit hafıza oluşmaktadır. Buna "booster" efekt denir. 2. Baba heterozigot ise (Dd), çocukların %50'si zaten Rh (-) olcaktır. Eğer homozigot ise (DD) hepsi Rh (+) doğacaktır. 3. Eğer anne ve fetusun ABO kan grupları uyumlu ise, Rh (-) anneyi immunize etme şansı %16'dır. Eğer anne O ve fetus A; B veya AB ise, anne kanında bulunan anti-A ve anti-B antikorları, geçen eritrositleri derhal tahrip eder ve antijen gibi etki göstermelerini engeller. Bu durumda izoimmüni-zasyon şansı, % 1.5-2'ye düşer. 4. Fetal eritrositteki D geni her zaman kuvvetli antijen etkisine sahip değildir. Soru 4: Feto-maternal hemoraji riskini neler artırır? Soru 6: Amniosentez ile hastalığın ağırlığı ve tedavinin planlanması hakkında nasıl bilgi sahibi olunur? İndirekt Coombs (+) çıkınca ve özellikle 1/32 sınırı ge-çilmişse 18-22 haftalar arası amniosentez yapılır. Hemoliz yıkım ürünlerinden amnios suyuna geçen pigmentlerin ve özellikle bilirubinoid maddelerin miktarları ile hemolitik hastalık arasında ilişki vardır. Bu maddeler spektrofotometri ile ölçülür. 450 dalga boyunda sapma, bu maddelerin varlığını gösterir. Sapmanın şiddeti ise Liley eğrisine yerleştirilerek, hangi zona uyduğuna bakılır ve tedavi ile doğum planlanır. Lilev eğrisinde 3 zon vardır. - Amniosentez / villus biopsisi - Abortus imminens, pl. previa, ablatio plasenta - Abdominal travma - Dıştan version - Fetal ölüm - Çoğul gebelik - Sezaryen - Anemik bebek Zon 1 A°(0 450'den sapma: 0.01-0.20) Bebek etkilenmemiş veya çok az etkilenmiş. 2-3 haftada bir tekrar. Zon 2 A°(0 450'den sapma: 0.21-0.34) Orta şiddette etkilenmiş. 1-2 haftada bir tekrar. Zon 3 A°(0 450'den sapma: 0.34 f ) Ağır vakadır. Miad uygunsa, doğum yaptırılır. Değilse, intraüterin transfüzyon yapılmalıdır. Amniosentezde ayrıca total bilirubin de değerlendirilebilir. Soru 5: Teşhis ve takipte indirekt coombs ve direkt coombs'un önemi nedir? İndirekt Coombs annede oluşan antikorları aramaya yarar. Bir tarama testidir. Eğer annede (+) çıkmışsa antikor titresi yapılmalıdır. 1/16'ya kadar çocuk emniyette demektir. 1/32 ise tehlike sınırıdır. Bu durumda amniosentez en-dikasyonu vardır. Direkt Coombs'da ise, çocuk kordonundan alınan kanda, eritrositlerin yüzeyine yapışmış antikorlar tespit edilir. Direkt Coombs (+) ise, anne sensitize olmuş, antikorlar çocuğa geçmiş ve eritrositlerine bağlanmış demektir. Yani eritroblastozis fetalis var demektir. 324 Ancak, eğer gebeliğinde hastaya anti D globulin yapılmışsa direkt Coombs, yanlış (+) çıkabilir. Bu durum unutulmamalı ve hastaya sorulmalıdır. 1. grup -» TB 0.26'dan küçük (normal veya muhtemel hasta) 2. grup I 0.27 - 0.46 3. (hasta ama henüz tehlikede değil) 4. grup E 0.47 - 0.95 5. (fetal disres var, konjestif kalp yetersizliği yakın) grup M 0.96 f = (fetus ölmek üzere) Soru 7: İntrauterin transfüzyon nasıl yapılır? Ultrason altında 22.-34. hafta arasında yapılır. 34. haftadan sonra zaten çocuk viabilite kazanmıştır (32. hafta olarak benimseyenler de vardır). İki türlü yapılır: 1. Ultrason altında, fetal periton boşluğuna eritrositler verilir. Bunlar damara verilmiş gibi, bozulmadan, subdiafragmatik lenfler tarafından emilirler. Verilecek kan miktarı şöyle hesaplanır: Gebelik haftası 20x10 ml_. 2. Fetal umblikal vene transfüzyon yapılması. Fetal vene girilmişken Hb ve Htc değerlerine bakılarak kan miktarı ayarlanır. Soru 8: Profilaktik Rhogam (Anti D globulin) ne zaman ve nasıl uygulanır? Gebelik boyunca indirekt Coombs (-) çıkmış vakalarda uygulanabilir. İndirekt Coombs (+) ise etkisi yoktur. Doğumda direkt Coombs (+) ise yine uygulanmaz. Çünkü sensitizasyon oluşmuştur. 300 mgr Rhogam, yaklaşık 30 mi fötal kanı veya 15 mi eritrositi nötralize eder. Erken düşükler, dış gebelik sonrası veya kürtaj sonrasında 50 mgr yeterlidir. Amniosentez yapılmışsa, 300 mgr verilmelidir. 28 veya 35. haftalarda veya doğumdan sonraki ilk 72 saat içerisinde verilmelidir (babanın homozigot veya heterozigot oluşuna göre). Sorun 6. hafta öncesi düşüklerde, Blighted ovumda verilip verilmemesi yönündedir. Netice itibarıyla, sorun çözülene kadar 50 mgr verilmelidir. Mol hidatiformdan sonra gerekmez, çünkü fetus yoktur. Soru 9: İmmunize olmuş annenin bebeğinin prog-nozu ne olur? 1. Anemia neonatarum: Bebek hafif bir hemolitik anemi ile doğar. 2. Icterus gravis (hemolitik ikter) Daha ilk günden itibaren bilirubin yükselir. Kernikterus gelişir. Nörolojik sekeller - debilite ve sağırlık gelişebilir. 3. Hidrops fetalis: Ya inutero ya hemen doğumdan sonra ölür. Mortalite %100'dür. Hb, 4-5 gr'ın altındadır. Ultrasonda HALO belirtisi (baş derisindeki ödem) karakteristiktir. Sadece %10 vakada görülür. ABO uygunsuzluğu ABO uyuşmazlığında hemen daima anne O, fetus A veya B, baba ise genellikle A nadiren B grubundandır. Anne O olunca, serumlarında anti-A ve anti-B antikorları IgG yapısındadır ve plasentayı geçerek çocuk eritrositlerine ulaşabilir. Ama anne A veya B grubunda olursa, anti-A ve anti-B antikorları IgM yapısındadır. Plasentayı geçemez. ABO uygunsuzluğu %50 vakada ilk çocuğu da etkiler. Rh uygunsuzluğundan daha sık görülür. Ama çok hafif geçer. Nadiren kan değişimi gerektirir. Daha önce ABO uygunsuzluğunu belirtecek serolojik test yoktur. Amniosentez indikasyonu yoktur. Antikor fitresi ile hastalığın ağırlığı arasında ilişki de yoktur. Eğer anne O Rh (+) ise ve ilk gün çıkan sarılık varsa şüphelenilir. Hafif geçmesinin nedeni, maternal kana geçen eritrositlerin doku antikorları tarafından yok edilmesine bağlanmıştır. 37°C'da anne serumu ile fetal eritrositler karşılaştırılır-sa hemoliz gözlenir. Teşhiste kullanılır. 325 FETAL İYİLİK HALİNİN TAKİBİ VE FETAL DİSTRESİN TEŞHİSİ Plasenta maksimum yüzey genişliğine ve boyutlarına 37. haftada ulaşır. Tüm fonksiyonları da yine bu devrede doruğa ulaşır. Bu haftadan sonra göreceli bir gerileme başlar ve eğer miad geçmesi söz konusu olursa, fetus buna enerji harcamasını kısarak cevap verir. Bunun için, ya büyümesini yavaşlatır ya da hareketlerini azaltır. Böylece "plasen-tal yetersizlik" olgusu ortaya çıkar. Plasental yetersizlik fetal distrese neden olur. Plasental yetersizlik kronik veya akut olabilir. Kronik plasental yetersizlik: Fetusa geçen kar-bohidrat, arninoasit yağ ve 02'de kademeli bir azalma oluşur. Bu azalma doğumdan önce olmuşsa çocuk hem boyca hem kiloca eksik doğar. 1. Utero-plasentar damar lezyonları: hipertansiyon, diyabet, sigara, miad geçmesi, Rh/rh 2. Patolojik ağrı faaliyetleri: frekans 10 dak'ta 3'ten fazla, bazal tonus 10 mmHg'den fazla, ağrı şiddeti 60 mmHg üzerinde 3. Lokal kan dağılımını kısıtlayan faktörler: v. 4. caya sendromu - sağ arteria iliaca communis kompresyonu . 5. Annede hipotansiyon: periferde vazokonstrik-siyon yapar, çocuğa az kan gider. 6. Annenin ağır akciğer ve kalp hastalıkları 7. Annede hiperventilasyon: alkaloz, uterus damarlarında ve özellikle arteriollerde vazospazm yaptırır. 8. Sedatif, analjezik ve anestezik maddelerin yanlış uygulanışı Doğuma yakın olmuşsa, boyu normal, kilosu eksik olur. Fetus %25 azalmayı tolere eder ama %60 veya üstünde azalma, fetal distres geliştirir. Bu çocuk in-utero eksitus adaydır. Akut plasental yetersizlik: Gebelik normal seyreder ama doğum başlayınca fetusa 02 geçişi birden azalır veya durur. Eğer annede kronik plasenta yetersizliği üstüne otur-muşsa daha da ağırlaşır. Çünki tüm kronik plasental yetmezlikler, doğum kontraksiyonları başlayınca akut yetmezliğe dönüşür. 02 transfüzyonunu bozan durumlar 02 eksilince ilk olarak fetusta sentralizasyon gelişir (yani beyin, kalp ve akciğer ile böbrek korunur ve 02 tercihli olarak buralara aktarılır). Bunu takiben anaerob yoldan enerji sağlanmaya çalışılır. Çocuğun karbohidrat ve yağ depoları bu amaç için harcanır. Glükoz, 19 misli fazla harcanır. Oluşan laktatlar kanda birikir. H20 ve C02'ye kadar parçalanamaz. Bu da metabolik asidoz demektir. pH 6.7'ye düşerse fetus ölür. Çünkü terminal kapiller-lerde geçirgenlik bozulur, kan sıvıları dokulara kaçar, kanama ve nekrozlar oluşur. Pıhtılaşma bozulur. Se-rebral kanama veya hiperkalemi nedeni ile ölüm olur. Fetal distresi teşhisi Fetal distressi tanımak amacı ile yapılan testler, genellikle 32. gebelik haftasından itibaren uygulanmakta ise de, fetal yaşam şansının 26. hafta 24. haftadan itibaren mümkün olduğu düşünüldüğünde, bazı testlerin 26-32. hafta arasında da kullanımı gündeme gelmiştir. Bu amaçla yapılan testler başlıca iki başlık altında toplanabilir: 1. Biyokimyasal testler 2. Biofizik testler. Biyokimyasal testler, plasentadan ve fetoplasental üniteden salgılanan hormon ve enzimlerin matemal serum düzeylerinin ölçülmesi temeline dayanır. Ancak bu testler günümüzde büyük ölçüde terk edilmişlerdir. Yine de bu testlerin başkaları aşağıdadır: - Ostriol ölçümleri: Ya 24 saatlik idrarda ya da ma-ternal kanda bakılabilinir. Bilindiği gibi östriol fetus plasenta işbirliği ile sentezlenen majör gebelik ös-trojenidir. 32. haftadan sonra ölçülürse bu ikilinin sağlığı hakkında fikir verebilir. 24 saatlik idrarda 12 mg - 36 mg arasında olmalıdır. 4-10 mg arası fetus tehlikede, 2-4 mg arası fetus ölmek üzere ve 2 mg altı ise fetus ölmüş anlamına gelir. 326 - HPL ölçümü: HPL 32. haftadan sonra 4-40 mg arasında olmalıdır. 4'den küçükse fetal distress düşünülmelidir. Güvenli değildir. - Alfa-feto protein tayinleri: Azalması plasental yetmezlik lehinedir. (İlgili bölümde anlatılmıştır.) - Sistin ve lösin aminopeptidaz: Bu iki enzim sadece plasenta tarafından sentezlenir ve gebelik boyunca sürekli artar. Haftada bir Ölçülerek plarental yetmezlik araştırılabilinir. Düşme veya gerileme görülmemelidir. Diyabet ve RH uyuşmazlığında anlamı yoktur. - Amniyosentez yapılarak da, amnios sıvısında belli maddelere bakılarak fetal gelişim ve distress konusunda fikir sahibi olunabilinir. Kreatinin tayini: Böbrek matürasyonunu gösterir. Mi-adda 0,75-3,4 mg arasında olmalıdır. Sitoloji: Alınan amnion sıvısı Nil mavisi ile boyanırsa, fetal cildin yağ dokusundan dökülen hücreler portakal rengi olur. Eğer bu hücreler %50'den fazla ise miad geçmiştir, %10'dan fazla ise gebelik en az 36 haftalıktır denilebilinir. RH uyuşmazlığında spektrofotometrik incelemede, 6/5 oranı, köpük testi ve fosfotidil gliserol tayinleri ile akciğer matürasyonu tayinlerinde de kullanılabilinir. Serum okistokinaz, plasental alkali fosfataz bakılması da bir ara kullanılmıştı. Biofizik testler Günümüzde en yaygın kullanılan tetkikler bu gruptandır. Bunlar: - NST: non-stres test - KST: kontraksiyon stres test - Biofizik profil - Doppler USG - Amniotik fluid index (amniyotik sıvı hacmi) - USG'de abdominal çevre takibini kapsar. Bunlar içerisinde en çok kullanılan iki tetkik NST ve KST'dir. Her iki tetkik de kardiyotokogram isimli aletle yapılmaktadır. Kardiyotokograma internal veya sıklıkla eksternal olarak bağlanır. Hasta belli bir süre belli kriterlere göre monitorize edilir ve değerlendirilir. Bu değerlendirme yapılırken üç majör özellik dikkate alınmalıdır. Bunlar bazal kalp hızı, variabilite ve kalp hızındaki değişikliklerdir. Bu üç majör özelliği ne anlama geldiğini kısaca inceleyelim. Bazal kalp hızı Bazal kalp hızı, en az 10 dakikalık bir süre içerisinde akselerasyon ve deselerasyonlar dikkate alınmaksızın saptanan baskın hızdır ve normalde 120-160 atım/dakikadır. Gebelik ilerledikçe düşme eğilimindedir. Bazal kalp hızında 120 altı bradikardi, 160 üstü ise taşikardi olarak adlandırılır. Bradikardi genellikle sinoatrial noda olan vagus stimü-lasyonunun artması ile olur. Bu durum nadiren AV blok gibi kardiyak bir bozukluğu bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Hipoksi ve p-bloker kullanımı bradikardi yapabilir. Taşikardi ise vagal stimulasyon azalması veya sinoatrial noda olan sempatik stimulasyonun artması ile oluşur. Fetusta taşikardi yapabilen durumlar aşağıdaki gibidir: - İnfeksiyon - Maternal ateş - Sempatikomimetikler (ör. ritodrin, terbutalin) - Parasempatikolitikler (ör. atropin) - Fetal anemi - Fetal hipovolemi - Fetal kalp yetmezliği - İnmetürite hipertiroidi 327 Variabilite Bazal kalp hızı variabilitesi, otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik bölümleri arasındaki sürekli varolan ilişkiden kaynaklanır. Sempatik etki nispi olarak tonik, parasemyatik etki ise dinamik karakterdedir. Ancak bu sisteme, a ortik arktaki baroreseptörler ve karotit cisimdeki kemorereptörler de etki ederler. Kan başmandaki değişiklikler baroreseptörleri, kandaki oksijen ve karbondioksit düzeyleri ise kemoreseptör-leri etkileyerek, vagal uyarıyı değiştirebilirler. İşte vagal tonustaki bu değişiklikler trasede short-term (beat to beat) variabilite ve bu short-time variabilitenin üzerine süper-empoze olduğu daha geniş siklik bazal dalgalanmalar yani long-term variabilite şeklinde görülürler. Böylece, fetal kalp atımının variabilitesi shoıt-term ve long-term variabilitenin bir kombinasyonu şeklinde görülür. Normal bir vahabiliteden bahsedildiği zaman, bunun üst ve dip noktalar arasındaki farkın short-term variabilitede 2-3 atım/dakika, long-term variabilitede ise 6-15 atım/dakika olması gerekir. Nadiren 25 atım/dakika olan daha yüksek bir variabilite görülür. Bu, normal bir fotusun aşırı otonom cevabını gösterir. Ancak bazen bu durum fetal hipoksinin başlangıcında da, artmış kate kolaminlere bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Long-term variabilite 3-5 atım/dakika arasında ise, bu variabilite azalması, 0-2 atım/dakika arasında ise variabilite yokluğunu gösterir. Bunların varlığı SSS'nin zayıflaması ile ilgilidir ve başlıca nedenleri aşağıdaki gibidir. - Fetal uyku - Bazı fetal anomalilerin varlığı - Analijezik kullanımı - MgS04 kullanımı - Fetal asidoz Eğer long-term variabiliterde azalma fetal uyku dışında gelişmişse ve persiste ediyor ise, kötü bir bulgu olarak kabul edilmelidir ve özellikle fetal hipoksi akla gelmelidir. Periyodik fetal kalp hızı değişiklikleri Periyodik fetal kalp hızı değişiklikleri, uterin kontraksi-yonlar başlayınca ontaya çıkar ve kontraskiyonlar ile ilgili olan değişikliklerdir. Kontraskiyonlar ile fetusta oluşan stress, trasede kendini deselerasyon ve akseleras-yon şeklinde gösterir. Akselerasyonlar: Sıklıkla fetal hareketlere cevap olarak kendini gösterir. Muhtemelen artmış katekolamin deşarjı veya azalmış vagal stimülasyonlara bağlı gelişir. Akselerasyonların sağlıklı bir fetusta, 30-32. haftadan başlamak üzere, fetusun uyanık olduğu dönemlerde saatte 15-20 adet olması beklenir. Bunlar hem antepartum hem de intrapartum dönemde aynı öneme sahiptirler ve NST'nin de esasını oluştururlar. On dakikalık bir zaman aralığında en az 15 saniye süren ve 15 atım üzerine çıkan iki akselerisyonun görülmesi, fetusun sağlıklı olduğunun göstergesidir. Deselerasyonlar: Bazal kalp hızı frekanslarına göre, fetal kalp atım hızındaki 10 dk'dan daha kısa süreli yavaşlamalardır. Genellikle uterus kasılmalarına eşlik ederler ve esas olarak strese karşı oluşan adaptasyonu gösterirler. Erken, geç ve değişken deselerasyonlar gibi tipleri vardır. Deselerasyonlar KST'in esasını oluştururlar. 328 NST (Non-Stres Testi) Günümüzde en sık ve yaygın kullanılan antepartum fetal değerlendirme ve kronik plasental yetmezlik tarama testidir. Fetus çeşitli uyaranlara, kalp atım hızını geçici bir süre artırarak cevap verir. Bu duruma reaktivite denilir. Bu uyaranlardan bir tanesi de fetal harekettir ve fetal SSS'nin ve miyokardin asfiksiden zarar görmediğinin göstergesidir. NST'de genelde 20 dk sürer. Bu süre içerisinde fetus eğer uyumuyor ise en az 2A kez hareket etmelidir. Her hareketten sonra FKA'da en az 15 saniye süren ve en az 15 atımı kapsıyan akselerasyonlar olmalıdır. Test bu durumda normal yani reaktiftir. Fetus için 7 gün süre ile tehlike yok demektir (diyabet hariç). Reaktif test 7 gün sonra tekrarlanır. Ancak aşağıdaki durumlarda NST haftada bir kezden fazla yapılmalıdır. - Preeklampsi - Posterm gebelik - IUGR - Diyabet - EMR - Doppler analizinde end-diastolik akımda yavaşlama veya durma NST'nin 30-32. haftadan önce yapılması doğru değildir. Çünkü fetus inmatürdür ve NST non-reaktif sonuç verir. NST olumsuz çıkmışsa, yani ya fetal hareket ya da ak-selerasyon bozulmuşsa, non-reaktif olarak adlandırılır. Ancak sezaryan veya doğum kararı verilmez. KST'ye geçilir. NST'nin en önemli sorunu yalancı pozitiflik oranının yüksek olmasıdır ve bu oran %20-80 arasındadır. Test süresinin uzatılması non-reaktif testlerin oranını azaltır. Böylece non-reaktif diye adlandırılan testlerin %75'i reaktif gruba girer. Bu sürenin 1-2 saat arasına uzatılması en çok kabul gören süredir. Yalancı pozitifliği elemine etmenin bir yolu da biofizik profil yapmaktır. NST'nin bir diğer handikapı ise fetusun REM uykusunda olmasıdır. Çünkü fetuslar intrauterin hayatın 24 saatinin 16 saatinde uyurlar ve uykularının büyük bölümü REM fazında gerçekleşir. REM uykusundaki fetus hareket etmez. Bu fetusun uyandırılması gerekir. Fetusun elle uyandırılması veya gebeye glikoz yüklenmesi metod olarak seçilebilinir ama bunlar yararsız uygulamalardır. Tercih edilmemelidirler. Günümüzde tercih edilen yöntem, akustik uyarıdır. Buna FAST (fetal akustik stimülasyon testi) denilir. Ses kaynağı olarak 1000-2000 Hz ve 100 desibel kullanılmalıdır. Alkol, fenobarbital ve MgS04 gibi ilaçların kullanımı, SSS bozuklukları ve kardiyak anomaliterde NST non-reaktif olabilir. NST'nin tek amacı pozitif test sonuçları ile sorunlu fe-tusu yakalamak değildir. Negatif yani reaktif test sonuçları ile gebeliğin devamına izin verilmesi de önemli bir amaçtır. Bu durumda perinatal mortalite ve morbidide binde 11 'in altındadır. NST esas olarak fetal hareketler ve bunlara karşı gelen akselerasyonları araştıran ve buna göre değerlendirme yapan bir tetkiktir. Ancak, gözlem sırası boyunca ya uterin kontraksiyonlara bağlı ya da bundan bağımsız deselerasyonlar da görülebilinir. Bunlar fetal prognoz açısından kötü yorumlanması gereken bulgulardır. Hele de NST sırasında bir dakikadan uzun bradikardi sap-tanmışsa, fetall distres nedeni ile sezaryan olasılığı %40 civarında gerçekleşir ve yine bu olguların %60'ın-da IUGR ortaya çıkar. KST (kontraksiyon stres test) Travaydaki gebelerde var olan kantraksiyonları kullanarak, travayda olmayan gebelerde ise oxitosin indüksiyonu aşarak standart kontraksiyonları oluşturarak yapılan bir tetkiktir. Kontraksiyonlar esnasında fetusa geçen 02 azalır ve geçici bir hipoksi durumu ortaya çıkar. İşte bu azalan 02 fetal kemoreseptörleri uyararak geçici bir desele-rasyon sağlar. Normal bir fetusta, kontraksiyon zirvesi ile deselerasyon zirvesi çakışır (ayna görüntüsü). 329 KST de oluşabilen deselerasyonları birkaç başlık altında toplayabiliriz: • Geç deselerasyonlar: Kontraksiyonlar sonlandık-tan sonra ortaya çıkan deselerasyonlardır. Eğer kontraksiyonların %50'sinden fazlasında geç deselerasyonlar oluşmuşsa derin fetal hipoksi anlamını taşır ve acil sezaryan ve doğumu gerektirir. Ancak günümüzde, akselerasyonların da deselerasyonlar ile birlikte değerlendirilmesi yönüne gidilmektedir. Eğer geç deselerasyonlar akselerasyon yokluğu ile birlikte ise, fetal asidoz başlamış demektir ve sezaryan ilk seçenektir. Eğer geç deselerasyonlar akselerasyonlar ile birlikte ise vaginal doğum -takip altında- denenebilir. Eğer geç deselerasyonlar varsa ama tekrarlayın tipte değilse, yani %20-30 sıklıkla oluşuyor ise test 24 saat sonra tekrarlanır. Şişmanlarda ve polihidramnios olgularında KST başarısız olabilir. • Variabl deselerasyonlar (değişken deselerasyonlar): Muhtemelen fetusun kendi kordonuna basısı sonucu oluşur. Doğum kontraksiyonu ile direkt birilişkisi yoktur. Genellikle başlangıç ve bitişinde omuzcuk denilen küçük akselerasyonları vardır. İlk omuzcuk umbilikal ven basısına bağlı olarak gelişir. Bu durumda barareseptör refleks cevabı ile vagel to-nus azalır ve geçici fetal taşikardi oluşur. Daha sonra umbilikal arter kompresyonu olur. Bu durumda pla-sental yatak kanı, fetoplasantel dolaşımdan ayrılır ve buna bağlı olarak fetal periferik direnç ve kan basıncı önemli ölçüde artar. Kan başmandaki bu artış barore-septörleri uyarır. Bu da sinoatrial nodun vagal stimülasyonunun artmasına yani bradikardiye neden olur. Kordon kompresyonu ortadan kalkınca, tüm bu olaylar tersten yaşanır. Variabl deselerasyonlarının klinik anlamı, deselerasyo-nun derecesine ve sıklığına bağlıdır. İzole ve minimal deselerasyonlar genelde anlamlı değildir. Tekrarlayıcı ağır variabl deselerasyonların varlığında, deselerasyon-ların arasında fetus kendini toparlayabilmek için gereken zamanı bulamaz. Bunun sonucu olarak fetal hipoksi, fetal asidoz ve fetal ölüm görülebilinir. Bu nedenler ile variabl deselerasyonlar dikkatli ve titiz bir ta-kimi ve gerekirse doğumu gerektirir. Eğer variabl deselerasyonlar 30 saniyeden kısa ise kalp atım sayısındaki değişikliğe bakılmaksızın minimal olarak kabul edilir. Eğer bunlar 30-60 sn sürüyor ve 70 atım/dakikaya ulaşıyor ise orta şiddette olduğu söylenir. Eğer bunlar 60 sn'den fazla, 70-90 atım/dakikaya ulaşıyor ise ağır olgu olduğu kabul edilir. Bunlar dışında atipik variabl deselerasyonlar da vardır ve bunlar kötü prugnozludur. (Bifozik deselerasyon, akselerasyon kaybı ile giden, uzamış sekonder aksele-rasyonu olan gibi.) - Erken deselerasyonlar: Bunlarda da tipik ayna görüntüsü vardır ama deselerasyonlar kontraksiyonlardan önce başlar. Baş basısına bağlı gelişir ve hipoksi ile ilgisi yoktur. Baş doğum yolunda özellikle flexion yaparken veya çıkımda defleksiyon yaparken bası altında kalır, kafa işi basıncı artar, N. vagus uyarılır ve bradikardi gelişir. Bunlar geçici durumlardır. - Sinüzoidal patern: Düzenli bir sinüs eğrisi şeklindedir. Bazal variabilite yoktur. Yani akselerasyonlar ve deselerasyonlar görülmez. Fetal derin aneminin ve buna bağlı gelişen sağ kalp yetmezliğinin ve buna bağlı gelişen hidrops fetalisin göstergesidir. Rh uyuşmazlıklarında izoimmünizasyon gelişmişse aranmalıdır. KST'nin yapılmasının kontrendike olduğu durumlar: - Preterm eylem - Servikal yetmezlik - Çoğul gebelik - Pl. preavia - Geçirilmiş skar bırakan uterin operasyonlar KST yapmak için primer uygulama oxitosin indü'ksiyo nu asmaktır. Ancak eğer üstteki kontrendikasyon oluşturan nedenler varsa bu uygulama yapılamaz. KST yapmak için ikinci yol meme başının stimulasyonudur. 5 dakika aralar ile ikişer dakika süre ile tek taraflı meme başı uyarısı yapılır. Standart kontraksiyon-lar elde edilince uyarıya son verilir. Bazı kontrendikasyon durumlarında bu yol uygulanabilir. FHT (Fetal Hareketlilik Testi) Anne 12 saat boyunca, fetusun kaç kez hareket ettiğini sayar. Eğer 8 veya daha fazla hareket varsa test olumludur. Eğer 81 den az hareket varsa test olumsuzdur. NST ve KST gibi diğer araştırmalara geçilir. 330 Amniotik Sıvı Hacmi (AFI:Amniotik Fluid lndex) 4 hayali uterus kadranından en derin sıvı ceplerinin dikey eksen uzunlukları ölçülür ve toplanır. 5 cm'den küçükse oligohidramnios ve 20 cm'den büyükse polihidramnios olarak kabul edilir. Her ikisi de patolojiktir. Ama oligohidramnios'tan daha çok korkulur. Daha önce takip edilmiş bir hasta ise ve ilk defa oligohidramnios saptanmışsa, plasental yetersizlik oluşuyor demektir. Doppler USG Doppler ultrasoundların esası, önce ses dalgası gönderen kaynak, sonra dönen bu dalgaları alan kaynak olmasıdır. Gönderilen ses dalgaları, damar içindeki hareketli eritrositlere çarparak geri döner. Ancak eritrositlerin hareketi nedeni ile geri dönen sinyalin frekansında bir kayma olacaktır. Bundan faydalanılarak geliştirilmiş Doppler eşitlik formüllerine göre; 1. Kan akım hızı hesaplanabilir. 2. Kan akım yönü gösterilebilinir. 3. Yüzbinlerce akan eritrositlerden yansıyan ses dalgalarının frekansı ve amplitüdü farklıdır. Bunları belli formüllere göre değerlendirilip, frekans ve amplitüd analizleri yapılabilinir. Günümüzde 3 tip Doppler USG vardır 1. Sürekli dalga doppler 2. Atım dalga doppler 3. iki yönlü akım haritalanması Doppler endeksleri 3 tanedir; 1. Pulstatilite endeksi (Pl) 2. Rezistans endeks (Rl) 3. Sistol - Diastol oranı (S/D) (A/B) Pulstatif indekste, doppler dalgalarının, sistoldeki zirve değeri ile diastol sonundaki değere bakılır Rezistans (rezidiv) endekste, pulstatif bir dolaşımda, kan akımına karşı oluşan dirence bakılır Sistol-diastol oranında ise özellikle diastol sonunda kan akım hızının azalması, durması veya tersine dönmesine bakılır Dopplerin kullanımı Üstte sayılan bu özelliklerden dolayı, Doppler USG ile çeşitli fetal arterler incelenebilir ve kan akımı ile ilgili patolojiler saptanabilir. Bu arterler şunlardır. 1. Umbilical arterler 2. Serebral arterler 3. Fetal aorta 4. Renal arterler 5. Ductus venozus 6. V.Cava inferior ve süperior 7. Uteroplasentar arterler Bütün bu damarlar arasında en çok incelenen um-bilikal arterlerdir. Bunun nedeni, kolay bulunmaları, geniş olmaları ve fetus için çok önemli olmalarıdır. Doppler ölçümleri fetal apne döneminde yapılmalıdır. Bu damarların incelenmesinde ana prensip şudur. Gebelik ilerledikçe bu damarların çapları genişler, duvarları incelir. Buna bağlı olarak da kan akımı empedansı (direnci) düşer. Diastol sonu kan akım hızı artar. Eğer, plasental yetersizliğe bağlı IUGR gelişmiş ise, bu arterlerde daralmalar olur. Bunun neticesinde kan akım hızı yavaşlar, empedans (direnç) artar, diastol sonu kan akım hızı yavaşlar. Bunlardan sürekli dalga doppler uygulamaları muayenehane koşullarında da kullanılabilmektedir. Doppler incelemeleri 16. gebelik haftasından sonra yapılmaktadır ve esas amacı IUGR tanısını koymaktır. 331 Bunun klasik olarak dopplere yansıması 1. Pl ve Rl oranları azalırken, S/D oranı artar. 28-30 haftadan itibaren S/D oranının 3'ü geçmesi IUGR' unu gösterir 2. Eğer damarlarda daralma ve empedans daha da artarsa, bu kez diastol sonu kan akımı durur. Buna AEDV(Absent End Diastolic Velocity) denir. 3. Eğer damarlarda daralma ve empedans daha da artarsa bu defa kan akımı ileri gideceğine geri döner. Buna REDV (Reverse End Diastolic Velocity) denir AEDV varlığında IUGR bulunması ihtimali % 80'dir. Üstelik bu fetuslarda fetal hipoxi ve asidozun varlığını da göstermektedir. Doppler incelemelerinde 2. sıklıkla incelenen arter MCA (middle cerebral arter=arteria cerebri media'dır) Burada esas prensip, hipoksi durumunda, beyin, kalp ve adrenal bezin korunma altına alınmasıdır. Fetal Hipoksi durumunda, serebral arter değerleri ile umbilical arter değerlerinin oranına bakılır. Çünkü MCA'da S/D değeri azalırken, U.arter'de S/D değerinin artış göstermesi fetal hi-poksiyi gösterecektir. Aynı şekilde MCA'de Pl düşerken, U.Arterde Pl yükselir Doppler incelemelerinde 3. bakılacak damar fetal aor-ta'dır. Aorta normalde, yüksek sistolik hız ve düşük diastol sonu hız ile karakterizedir. Ve bu olay 3.trimestr boyunca da sabit kalır. Pl 2,2 ± 0,3 civarındadır. Ancak IUGR vakalarında, diastol sonu basınç düşmekte ve hatta durmaktadır. Pİ yükselmektedir. Fetal hipokside renal kan akımı azalır. Buna bağlı olarak Pl yükselir. Dooplerin kullanım alanları 1. IUGR 2. Umblical arterde S/D oranı 3 üzerinde ise kötü Apgar ile doğum beklenir. 3. Aortada diastol sonu akım durmuş ise perinatal mortalite beklenir. 4. İkiz gebeliklerde: Özellikle ağırlık farkı bulunan ikizlerde, A.Umbilicalis S/D oranlarındaki farka bakılarak, fetuslar kıyaslanabilir. 5. Non-immun hidrops fetalis: Burada beklenen kardiyak yetersizliktir. Belirtisi ise v.umbilicalis ve v.cava inferiörde pulsasyonların artışıdır. 6. Gün aşımı gebelikte özellikle renal arterlerde Doppler indeksleri yüksektir 7. Lupuslu hastalarda: Diastol sonu akımın kaybolması kötü prognozu gösterir 8. Ablatio plasentada veya PIH'da Pl'nin 2,6'yı geçmesi kötü prognozu gösterir. Kordosentez Özellikle eritroblastosis fetalis ve antitrombosit antikorlara bağlı ağır trombositopeni vakalarında kullanılır. Ultrason yardımı ile umbilikal venden kan örneği alınması ve bu örneklerde gerekli analizlerin yapılmasını kapsar. Plasental gradeleme Biofizik profil Ultrason ile 4 diameterin değerlendirilmesi esasına dayanır. Bunlar: 1. Fetal solunum hareketleri: 30 dk'lık gözlemde, 30 sn devamlı solunum hareketleri olmasıdır. 2. Fetal tonus: Ekstremitelerden birisinin, 30 dk içerisinde en az bir kez fleksiyon-ekstansiyon-fleksiyonun gözlenmesidir. 3. Fetal Vücud Hareketleri: 30 dk içerisinde en az bir defa kaba vücud hareketlerinin gözlenmesidir. 4. Amniotik Sıvı hacmi: Ölçümü yapılan iki dik plan-da en az 2 cm kalınlığında, sıvı paketi olmasıdır. Bunlar çeşitli skorlamalar ile değerlendirilir. Biofizik profile 5. parametre olarak genellikle NST ilave edilir. Böylece fetus hakkında geniş bilgi elde edilir. Şöyle ki; Çok küçük fetal distres ile önce NST'nin reaktivitesi kaybolur. Bunu takiben fetal solunum hareketi kaybolur. En geç fetal tonus kaybolur. (Bunlar normal gelişme esnasında, tersinden başlayarak ortaya çıkar) 332 GENETİK HASTALIKLAR TEŞHİSİ Prenatal tanı'nın amacı, gebeliğin terminasyona elverdiği dönem içerisinde, risk altındaki fetus'ta genetik bir hastalığın bulunup bulunmadığını ortaya çıkarmaktır. Son zamanlarda, pek çok hastalıkta tamamen ya da kısmen genetik faktörlerin sorumlu olduğu anlaşılmıştır. Genetik hastalıkların sınıflaması Bu tip mütasyonlara de nova mutasyonu denir. Bu durumda, anne ve babanın diğer çocuklarında, artmış bir risk söz konusu değildir. Ancak hasta çocuk fertil ise, hastalığı kendi çocuklarına geçirme olasılığı yine % 50'dir. Bu gruptaki başlıca hastalıklar; Tek gen bozuklukları (monogenik bozukluklar) • Kromozomal bozukluklar • Multifaktöriel poligenik kalıtım (en sık) • Mitokondrial kalıtım • Genomik imprinting • Somatik hücre mütasyonları (kanserler) • Osteogenezis imperfekta (dominant tip :en sık) • Marfan sendromu • Miyotonik distrofi (dominant tip) • Akondroplazi • Huntington koresi • Nörofibromatozis Tek gen bozuklukları Genler, biri anneden, biri babadan gelen homolog kromozomlar üzerinde, aynı bölgede yer alan "bir çift allel" biçiminde bulunurlar. Tek gen bozuklukları, tek bir gendeki mutasyon sonucu ortaya çıkarlar. Genetik geçiş mendel kalıtım kurallarına uygunluk gösterir. Başlıca 3 tipi vardır. 1. Dominant kalıtım: Mutant (mutasyona uğramış) tek allel varlığında ortaya çıkar 2. Resesif kalıtım: Her iki allel'inde mutasyonu sonucu ortaya çıkar. 3. X'e bağlı kalıtım modelleri A- Otosomal dominan hastalıklar Alleli oluşturan iki genden sadece bir tanesinde bozukluk hastalığı ortaya çıkarabilir. Bu yüzden, hasta olan kişi, gen mutasyonu açısından heterozigot'tur. Hasta kişinin, hastalığı çocuklarına aktarma riski %50'dir ve cinsiyetten bağımsızdır. Ancak yine de iki istisna durum vardır. 1. Değişken ekspressivite: Babada çok ağır malfor-masyonlar görüldüğü halde, çocuğunkilerin hafif olması 2. Penetrans eksikliği: Kişi mutant geni taşır ama hiçbir hastalık belirtisi göstermez. Otosomal dominant hastalıkların çoğunda, anne ve babalar, hem fenotip, hem genotip olarak normaldir. Hastalık anne ya da babanın gamet hücrelerinde oluşan yeni bir mutasyon sonucu ortaya çıkmıştır. B- Otomozal resesif hastalıklar Her iki allel gende mutasyon olmuştur. Hasta kişi söz konusu gen açısından homozigot'tur. Akraba evliliğinden doğan çocuklarda görülen genetik bozukluklar, doğuştan metabolizma bozuklukları ve depo hastalıkları bu gruba girer. Taşıyıcı anne ve babadan doğan çocuklarda, hastalık görülme riski, cinsiyete balmaksızın % 25'dir. 333 Bu gruptaki başlıca hastalıklar: - Orak Hücreli Anemi (özellikle ABD zencilerinde sık): 1/400 - Kistik Fibrozis Kuzey Avrupa'da sık görülür 1/2000 - Fenilketonüri = 1/3000 - 1/20.000 - Beta - talasemi - Konjenital adrenal hiperplazi - Galaktozemi - Alfa - 1 antitripsin eksikliği C- X'e bağlı katılım modelleri 1) X'e bağlı resesif geçiş gösteren tipler: Klinik olarak hastalığın ortaya çıkabilmesi için, her iki kromozomdaki allelin mutant olması gereklidir. Ancak erkekler tek X taşıdıklarından ötürü tek bir mutant allel durumunda bile, hastalık belirtileri verirler. Kadınlar ise iki X taşıdıklarından bu hastalıkları göstermeleri daha zordur ve genellikle taşıyıcıdırlar. - Anneden X'e bağlı resesif geçiş, erkek çocuklarına %50 hastalık olarak aktarılırken, kız çocuklarına %50 taşıyıcılık olarak aktarılır. - Eğer kadın 45 X O monozomisi veya başka bir X -otosomal kromozom translokasyon taşıyıcısı ise, hastalığı gösterebilirler. 2) X'e bağlı dominant geçiş: Son derece nadir görülürler. Ve her iki cinste de hastalık kendini belirtir. Hasta bir kadının kız ve erkek çocuklarında, hastalık görülme ihtimali % 50 iken, hasta bir babanın çocuklarında tüm erkek çocuklar normal, tüm kız çocuklar ise hasta doğacaktır. Tüm X'e bağlı hastalıkların en çarpıcı Özelliği, erkekten erkeğe geçiş göstermeyişidir. Bir diğer deyişle, baba mutant X genini erkek çocuklarına aktarmaz. X Bağlı resesif geçiş gösteren hastalıklar - Duchenne tipi müsküler atrofi (erkek) - Frajil - X - sendromu - Glukoz 6 fosfat dehidrogenaz eksikliği - Hunter Sendromu - Hemofili A - B - Testiküler feminizasyon - Renk körlüğü Kromozon bozuklukları insan kromozomları, gamet hücreleri hariç tüm hücrelerde 46 adettir ve biri anneden biri babadan olmak üzere çiftler halinde bulunur. 46 kromozomun 22 çiftini otozomal kromozomlar, bir çiftini de erkekte XY kadında XX olmak üzere cinsiyet kromozomları oluşturur. Somatik hücrelerdeki bu 46 sayısı diploid yapıyı simgeler ve (2n) olarak adlandırılır. Gamet hücreleri 23 kromozom içerir ve haploid yapıyı simgeler . (n) olarak adlandırılır. Kromozomlar büyüklük ve sentomerlerine göre sıralanırlar. Sentomer kromozomu kısa (p) ve uzun (g) kollarına ayırır. Sentomer lokalizasyonlarına göre kromozomlar "metasentrik" "submetasentrik" ve "akro-sentik" olarak gruplandırılırlar. Büyüklük ve sentomerlerine göre kromozomlar 7 grupta incelenirler. Her insana özgü bu kromozom diA: 1-2-3 B: 4-5 C: 6-7-8-9-10-11-12 ve X D: 13-14-15 E: 16-17-18 F: 19-20 G: 21-22 ve Y 334 Kromozomlar, kimyasal yapılarına ve DNA'nın çeşitli boyalara karşı farklı affinitesine dayanarak, bantlama yöntemleri ile boyanabilirler. Bu bantlama yöntemleri ile kromozom analizleri yapılabilinir. En sık kullanılan boyama yöntemi GTG (Giemsa - Tripsin - Giemsa) dır. Ayrıca floresans boyalar kullanılarak Q,R,C ve NOR bantlamalar da yerine göre kullanılmaktadır. Yüksek çözünürlüklü yöntemler ise daha hassastır ve ufak yapısal değişiklikleri saptamada kullanılırlar. Kromozom bozuklukları sayısal ve yapısal olmak üzere başlıca 2 ana gruba ayrılır: 1) Sayısal Bozukluklar (Anöploidi): 2n+1 veya 2n-1 şeklinde sıklıkla görülür. 2n+1 Diploid kromozm setinde bir fazlalık yani 47 kromozomu simgeler ve TRİZO-Mİ diye adlandırılır. 2n-1 ise 45 kromozomu simgeler ve monozomi olarak adlandırılır. Şekil - Dovvn sendromu S Trizomi 21 - Edvvard sendromu -* Trizomi 18 - Patau sendromu -»Trizomi 13 - Klinfelter sendromu E 47-XXY - Turner sendromu -» 45 x - Monozomi Sayısal bozukluklar, haploid setin katları kadar artış biçiminde de görülebilinirler. Triploidi (3n) ve tetraploidi (4n) bunlara örnek olarak verilebilinir. Triploidi sıklıkla ovum veya spermdeki bölünme hatalarına bağlıdır. Bunlardan paternal olanlar parsiyel mole neden olurken, matemal olanlar erken düşükle sonuçlanırlar. Tetraploidiler ise, zigotun erken dönem bölünme hatalarına bağlıdırlar. 92 XXXX veya 92XXYY biçiminde ortaya çıkarlar. 2) Yapısal Bozukluklar: Sayısal olanlara göre daha nadir görülürler. En sık görülenleri; Translokasyon, de-lesyon, duplikasyon, halka kromozomlar, izokromo-zomlar ve inversiyonlardır. Translokasyon (t): Genelde, homolog olmayan iki kromozom arasında genetik madde değişimi şeklinde ortaya çıkar. Eğer genetik yapıda bir kayba neden olmazsa dengeli translokasyondan söz edilir ve feno-tipte değişiklik olmaz. Eğer genetik kayıp gerçekleşirse buna dengesiz translokasyon denilir ve fenotip bozuklukları mutlaka oluşur. Akrosentrik kromozomlar arasındaki translokasyon Robertson tipi, diğer kromozomlar arası translokasyon ise Resiprokal translokasyon adını alır. Delesyon (del): Kromozomda, belli bir parçanın kaybını simgeler. Genetik kayıp söz konusu olduğu için, mutlaka zihinsel ve bedensel özürlere neden olur. Klinikte en iyi bilinen iki örneği vardır. 1) Cridu-Chat Sendromu (del-5p). 2) VVolf-Hirschhom Sendromu (del 4p) Duplikasyon (dup): Kromozomun belirli bir bölgesinde genetik materyalin 2 doz halinde olması sonucu ortaya çıkar. Ve bu fenotipe yansır. İzokromozom (i): Ya kromozomun 2.Meios bölünmede sentomerden transvers bölünmesi ya da sen-tomere yakın kardeş kromatidler arasında translokasyon neticesi ortaya çıkar. Yapısal görüntüde, kromozomun kollarından birisinin olmaması ve diğerinin duplikasyonu şeklindedir. Kromozom seti, fazla kol için trizomi, eksik kol için monozomi gösterdiğinden, fenotip her zaman bozuktur. En sık görülen izokromozom, X 335 kromozomunun ait olan i (Xg)dur ve Turner Sendromuna neden olabilir (g büyük kol demektir). Halka kromozom (r): Ring Kromozom: Kromozomun iki ucunda oluşan kırık sonucu, bu uçların birleşmesi ile ortaya çıkar. Genetik kayba neden olduğu için fenotipi bozar. Sıklıkla X kromozomunu ilgilendirir. İnversiyon (inv): Aynı kromozomdaki iki kırık nokta arasındaki bölgenin, 180°lik bir dönüşle, aynı kırık noktalardan birleşmesidir. Sentomer bölgesini içerenler perisentrik, içermeyenler ise parasentrik olarak adlandırılırlar. Genetik kayıp olmadığı için fenotipi pek bozmazlar. En sık görüleni, tüm populasyonda % 1 sıklıkla rastlanılan 9.kromozomda perisentrik inversiyondur. Multifaktöriyel katılıP (polijenik katılım) Genetik hastalıkların çoğunluğu multifaköriyel kalıtım ile ortaya çıkarlar. Bu kalıtım modelinde, çok sayıda minör mutant gen ve çevresel faktörlerin birlikte etkileşimi söz konusudur. Mendel kanunlarına uymazlar, özel bir soy ağacı modeli ya da özgün bir kalıtım modeli göstermezler. Dolayısı ile yineleme riski tek gen kalıtım modellerine göre düşüktür. Yakın akrabalar bile % 4-10 sıklıkla yinelerler. Bu geçişe örnek olacak hastalıklar şunlardır. - İzole Nöral Tüp Defektleri (en sık) - izole yarık damak ve dudak anomalileri - Konjenital kalp malformasyonları - Pilor stenozu - Diyabetes mellitus - Konjenital kalça çıkığı - Hipertansiyon - Şizofreni - Allerjik hastalıklar - İskemik kalp hastalıkları Endometriozis Yenidoğanda kromozom bozukluklar Hastalık Adı Down sendromu (Trisomi 21) Karyotip 46XX + 21 46XY,t(14;2) Edwards Sendromu (Trisomi 18) 47XY + 18 Patau Sendromu (Trisomu 13) 47XX+ 13 Tumer Sendromu 45X0 Klinik Bulgular Hipotoni, brakisefali, çekik gözler.düz profil, ufak burun, ufak ağız, ensede cilt kıvrımlarında artış, mak-roglossi, konjenital kalp defektleri, simian çizgisi, du-odenal atrezi, gebelikte ultrasonda "nukal ödem", fe-mur kısalığı Düşük doğum ağırlığı, skafosefali, çıkık oksiput, mik-rognati, düşük kulak, yumuk el, üstüste binmiş parmaklar, "rocker-bottom feet", konjenital kalp defektleri, gebelikte polihidra-mnios ve intrauterin gelişme geriliği Holoprozansefali , yarık damak/dudak, mikroftalmi, saçlı deri defekti, post-aksial polidaktili , yumuk el, kriptoşidizm Periferik lenfödem, ensede artmış deri kıvrımları, kısa boyun, konjenital kalp defektleri, böbrek anomalileri Cri-du-chat sendromu (parsiyel 5p monosomi) 46XYdel(5)(p 15) Mikrosefali, yuvarlak yüz, hipertelorism, epikantal kıvrımlar, strabismus, mikrognati, konjenital kalp defektleri Monosomi 4p (parsiyel 4p monosomi) 46XXdel(4)(p 16) Gelişme geriliği, mikrodolikosefali, kranial asimetri, hipertelorism, strabismus, ptozis, kolobom, nistag-mus, mikrognati, kulak önünde deri kalıntıları 336 MİTOKONDRİAL KATILIM Kalıtımsal hastalıkların bir kısmı nükleer genleri ilgilendirmez. Mendel kalıtımına uygunluk göstermez. İşte mitokondrial hastalıklar bu grubun en iyi bilinen örneğidir. Mitokondriler, çekirdekten ayrı olarak kendilerine özgü kromozom ve DNA'ya sahiptirler ve bunlar sadece anneden çocuğa aktarılabilinirler. Bunun nedeni ovumun mitokondrial DNA'dan zengin olmasıdır. Bu grubun en iyi bilinen hastalığı LOHN (Leber'in kalıtımsal optik atrofisi) dur. GENOMİK İMPRİNTİNG Maternal ve paternal kromozomlar farklı fonksiyonel davranış içerisindedir. Buna Genomik İmprinting denir. Ve bu da genetik hastalıkların ekspresiyonunu etkilemektedir. Genomik imprintingin en iyi iki örneği Prader-vVilli ve Angelman sendromudur. Prader-VVilli sendromunda, babadan gelen 15. kromozomun proksimalinde kromozomal delesyon bulunmaktadır. Bu nedenle hastanın genomları sadece anneye ait [(15) g 11 g 13] bilgisine sahiptir. Angelman sendromu ise bunun tersidir. Yine 15. Kromozomun aynı bölgesinde, delesyon vardır ama söz konusu kromozom maternal kromozomdur. SOMATİK HÜCRE MUTASYONLARI (KANSERLER) Prenatal tanı Prenatal tanının amacı, tedavisi olanaksız kromozomal bozukluklar ile genetik hastalıkları, gebeliğin 24. haftaya kadar olan döneminde tanımaktır. Bu hastalıkların pek çoğunun tedavisi yoktur. Bu nedenle prenatal tanı nadir birkaç durum dışında tedaviye yönelik değildir. Ailenin bilgilendirilmesi ve gebeliğin terminasyonuna yöneliktir. Prenatal tanının tedaviye olanak sağladığı hastalıklar: - Fetal anemiler - Fetal trombositopeniler - Polihidramnios (bir kısım) - Oligohidramnios (bir kısım) - Fetal hipotiroidi ve hipertiroidi - Akut toxoplazmosis - KAH - Ürethral obstüriksiyonlar vesiko-amniyotik şart - Plevral effû'zyonlarda torako-amniyotik şart - Hidrosefalide ventrikülo-amniyotik şart - Sakrokoksigeal teratom operasyonu - Kistik Adenomatoid Malformasyonlarda açık fetal cerrahi ile akciğer rezeksiyonu - Diafrogmatik hernide açık fetal cerrahi - İkizden-ikize transfüzyon sendromunda lazer cerrahisi ile anastomozu kapatmak Bak: Fetal Tedavi Bölümü. 337 Halen gebeliklerin % 8'inde prenatal, genetik amaçlı tanı endikasyonu vardır. Prenatal tanı yaklaşımları, tıbbi genetik, obstetrik, USG, sitogenetik, moleküler genetik, patoloji, nükleer tıp, radyoloji ve biyokimyasal genetik gibi pek çok dalın işbirliğini gerektirmektedir. Bugünkü tüm prenatal tanı metodları tam kullanılırsa, selektif terminasyon % 7 civarında gerçekleşecek demektir. Prenatal tanı endikasyonları 1) İleri anne yaşı Prenatal tanı endikasyonları içerisinde en geniş grubu "ileri anne yaşı" oluşturmaktadır. Klasik olarak bu yaş 35 ve üzeridir. 35 yaş üzeri kadınlarda non-disjunction ve buna bağlı trizomi görülme ihtimali artmıştır. 2) Önceki çocukta kromozom bozukluğu (De-No-va) Anne ve babanın kromozomal yapısının normal olduğu durumlarda bile, ilk çocuğu Dovvn sendromu olan bir ailede, takip eden gebelikte yeniden Dovvn sendromu görülme riski, genel toplum riskine göre artmıştır. Öte yandan aynı olmayan ama yineleyen trizomilerde de nondisjunctiona yatkınlık vardır. 3) Anne ve babada dengeli translokasyonlar Dengeli translokasyon taşıyıcıları, fetal kromozomal anomaliler açısından en yüksek riski oluştururlar. İnversiyon taşıyıcılarının da bir kısmı bu gruba girer. Bunlardan doğacak çocuk, hafif veya ağır malformas-yonlar gösterebilecektir. Mental retarde olabilecektir. Spontan abort veya ölü doğum ile sonlanan gebeliklere sahip olabilecektir. Ama sağlıklı bir bebek sahibi de olabileceklerdir. 4) Tek gen mutasyonları Etkilenmiş bireylerin kardeşlerinde hastalığın tekrarlama riski % 25-50 civarındadır. DNA analizleri, biyokimyasal ve enzimatik testler aracılığı ile tanı konulabilinir. 5) X'E Bağlı genetik hastalıklar Önce cinsiyet belirlenip, fetus erkek ise DNA analizlerine geçilir. 6) Reprodüktif öyküde iki veya daha fazla spontan abortus ve/veya ölü doğum bulunması Tekrarlayan abortusların (özellikle 1. trimestirde) % 50'sinde ölü doğumların ise %7'sinde kromozomal anomali vardır. Her iki durumda da takip eden gebelikte kromozomal bozukluk ihtimali genel populas-yona göre artmıştır. Bu durumda öncelikle anne ve baba genetik hastalıklar yönünden taranmalıdır. Ancak onlar normal bulunsa bile fetuslarda kromozomal anomali olması ihtimali her zaman vardır. 7) NTD öyküsü Soy ağacında veya 1. ve 2. Derece akrabalarında NTD öyküsü varsa, bunlara mutlaka amniyosentez uygulanmalıdır. Amniosentezde AFP ve asetilkolinesteraz tayini yapılırken, fetal karyotip de unutulmamalıdır. 8) İVF ve mikroenjeksiyon sonucu oluşan gebelikler İVF ve mikro-enjeksiyonlar ile oluşan gebeliklerde, normale göre artmış kromozomal bozuklukların varlığı artık kabul edilmiştir. Özellikle mikroinjeksiyonlarda bu oran daha fazladır. Bu grupta özellikle seks kromozomlarını ilgilendiren si-togenetik bozukluklar ön planda gelmektedir. 9) Ailenin köken aldığı etnik grup Ailenin köken aldığı etnik grup, kimi genetik hastalıklar için predispozan faktör olmaktadır. Bu durumda, etnik kökene yönelik, anne ve babada taşıyıcılık testleri yapılmalıdır. Örneğin Kıbrıs popülasyonunda Talasemi, Kuzey Avrupa'da Kistik Fibroz, Askenazi Yahudilerinde Tay-Sachs ve ABD zencilerinde Orak Hücreli Anemi yaygındır. 338 İnvazif yöntemler - Klasik amniyosentez - Erken amniyosentez - CVS (Koryon villus biopsisi) - Kordosentez - Fetoskopi - Fetal cilt biopsisi - Fetal kas biopsisi - Fetal karaciğer biopsisi Non invazif yöntemler - Ultrasound - Diğer görüntüleme yöntemleri (röntgen) - Maternal dolaşımda fetal hücrelerin saptanması - Uterin lavaj Tarama testleri - 1 .Trimester trizomi tarama testi - 3'lü tarama testi - 4'lü tarama testi - İntegre test Amniosentez Amniyosentez endikasyonları: - Anne yaşının 35 ve üzerinde olması - Tarama testlerinin pozitif çıkması - Kromozom anomalilil doğum öyküsü - NTD'li doğum öyküsü - X'e bağlı hastalıklarda cinsiyet tayini?? - USG'de konjenital anomali saptanması - Tekrarlayan fetal kayıp - Tanımlanamayan konjenital anomalili doğum öyküsü - Hemoglobinapotiler - Metabolizma hastalıkları - Tek gen hastalıkları Klasik amniosentez gebeliğin 15. haftasından sonra uygulanır. Karın duvarı yolu ile 18-20 ml_ amnios sıvısı aspire edilir. Bu işlem USG altında ve plasentanın loka-lize olmadığı bölgede yapılır. Amnios sıvısı içeriğinde, fetusun cilt ve diğer vücut alanlarından dökülen hücreler, proteinler (örneğin AFP) tuzlar ve hormonlar ile enzimler vardır. Elde edilen sıvı, ilgili merkezlere gönderilmeden önce santrifüje edilir. Amniotik hücreler ayrıştırılır ve hücre kültürleri için kullanılır. Bu hücrelerde, kromozom analizleri, DNA testleri veya enzimatik testler yapılabilinir. "Supernatant" denilen sıvı kısım ise biyokimyasal ve serolojik amaçlı testler için kullanılır. Klasik amniosentezin 15-20 hafta arasında uygulanmasının iki önemli nedeni vardır. 1. Amnios Sıvısı 16. haftada yaklaşık 200 ml_ ulaşmıştır. 18-20 cc alınması çok önemli eksikliğe neden olmaz (10. haftada ise ortalama 35 cc'-dir). 2. Canlı hücrelerin cansız hücrelere oranının en yüksek olduğu devredir. Amnios sıvısı alınırken, maternal kan amnios sıvısına karışabilir. Ama bu kültürün yapılmasını engellemez. Bunun dışında amnios sıvısının rengi önemli bir kriterdir. Eski bir kanamayı simgeleyen kahverengi veya şarap renkli amnios sıvısı, kötü prognozu gösterir ve bu tür gebeliklerin 1/3'ü fetal kayıp ile sonlanır. Amniotik sıvı renginin bu değişikliği eğer yüksek AFP değerleri ile birlikte ise, bu olasılık daha da artar. Amnios sıvısının ye-Şil-sarı renkte olması, mekonyum içerdiğini gösterir. Ama bu kötü prognoz bulgusu olarak kabul edilmemelidir. Ancak hücre kültürü yapmayı zorlaştırır. 339 Girişimlerin % 1-2'sinde vajinal 'spotting' tipi kanama veya az miktarda amnios sızıntısı olabilir. Önemli değildir. Hastanın 1-2 gün istirahati önerilir. Amnionit oluşması çok nadirdir. Fetal kayıp % 0,5-1'i geçmez. Eğer hastada, amniyosentez öncesi vajinal kanama veya düşük tehdidi varsa, amniyosentez yapılmasına engel değildir. Unutulmamalıdır ki, trizomi 21 öyküsü olan gebelerin %21'inde Ltrimestr kanaması olabilir. Eğer hastada Rh uyuşmazlığı varsa, amniyosentez uygulamasından hemen sonra anti-D globulin koruması yapılmalıdır. Amniyosentez ile elde edilen canlı hücrelerde kültür uygulaması yapılır. Netice alınması için 2-5 haftaya gerek vardır. Her örnek için iki kültür yapılır. Kültürde, mitotik aktivitenin maximum olduğu dönemde hücre çoğalması ve bölünmesi "Colcemid" adı verilen bir madde ile engellenerek, hipotonik şok ve hücre filtras-yonunu takiben kromozomlar elde edilir. Amniyosentez vakalarında kromozomal anomali yakalama şansı % 2-3'dür. Amniyosentezde, sitogenetik açıdan, en önemli sorun kromozomal mozaisizm'dir. Eğer fetus ve plasentada gerçek bir mozaisizim varsa, ilk örnekten üretilen tüm hücrelerde ve kontrol, kültür grubunda görülür. Psödomozaisim: 5Yalancı mozaisim): İn vitro koşullarda ortaya çıkmakta, fetusu ilgilendirmemektedir. Ve anormal kromozomal yapı sadece tek bir kültürde ortaya çıkmaktadır. Şüpheli durumlarda kordosentez uygulamasına başvurulmalıdır. Tüm amniyosentez olgularında, gerçek mozaisizim % 0,25 sıklıkla görülürken, yalancı mozaisizim % 1 sıklıkla görülür. Son zamanlarda, amniosentez ile elde edilen hücrelerde, kültür yapmaksızın "in situ hibridizasyon" ile bazı kromozomal anomaliler tespit edilmektedir. İn situ hibridizasyonda işaretlenmiş DNA propları kullanılmaktadır. FISH yöntemi ile de kültüre edilmemiş hücrelerde in-terfaz hücrelerinin analizine dayalı kromozom bozuklukları tespit edilebilmektedir. DNA analizi ile prenat altanı konabilen genetik hastalık örnekleri - Erişkin tip polikistik böbrek - Alfa-talasemi - Alfa 1-antitripsin eksikliği - Beta-talasemi - Konjenital adrenal hiperplazi - Kistik fibroz - Familial hiperkolesterolemi - Frajil - X sendromu - Hemofil A ve B - Huntington hastalığı - Lesch-Nyhan sendromu - Duchenne ve becker müsküler distrofi - Miyotonik distrofi - Spinal müsküler atrofi - Ornitin transkarbamilaz eksikliği - Osteogenezis imperfekta - Orak hücreli ünemi Prenatal olarak tanı konabilen metabolik hastalıklara örnekler Lipid metabolizması Tay-Sachs, Gaucher, Niemann-Pick, ailevi Hiperkolesterolemi, Adrenolökodistrofi, Metakromatik lökodistrofi Mukopolisakkaridozlar Aminoasid Metabolizması Fenilketonüri, metilmalonik asidemi, homosistinüri, 340 Sistinozis, "akçaağaç çubuğu hastalığı" Arginosüksinikasidüri Karbonhidrat Metabolizması Galaktozemi, glikojen depo hastalıkları (bazıları) Diğer Lesch-Nyhan sendromu, adenozin deaminaz eksikliği, kseroderma pigmentozum, üre siklus defektleri, organik asidüriler, sialidozis Erken amniosentez Genetik hastalıklara, daha erken tanı konması amacı ile, amniyosentezin 12-15. haftalar arasında yapılması giderek popülarite kazanmaktadır. İlk çalışmalarda fetal kayıp oranı %1,5 - 4,5, amniotik sıvı sızıntısı %5,5 olarak elde edilmiştir. Bu klasik am-niosenteze göre daha yüksek oranlardır. Ayrıca %1-6 olguda, fetal pulmoner komplikasyonlarda görülmektedir. Koryonik doku biopsisi (KDB) Koryonik doku biopsisi, gebeliğin 10-12. haftasında, transservikal veya transabdominal yol ile, tersiyer kor-yon villus alanından, trofoblastik dokunun fetal aspiras-yonu amacını güder. Kısa sürede netice alınması, termine edilecek gebeliklerde kolaylık sağlanması, 21-Hidroksilaz eksikliği gibi, gebeliğin çok erken dönemlerinde tedavi gerektiren durumlarda tedavi olanağı sağlaması gibi avantajları vardır. 18-30 mg koryonik doku aspire edildikten sonra, bu doku ya direkt olarak, ya da hücre çoğaltımı için kültüre gönderilerek, kromozom ve DNA analizleri ile enzi-matik testler için kullanılabilinir. Direkt preparasyonlar-da 6-72 saatte fetal karyogram elde edilebilinir. Ama bunun 2-3 hafta süren kültür neticeleri ile doğrulanması gerekir. İki büyük dezavantajı vardır. Bunlardan birincisi NTD tanısında güvenilir olmayışı, İkincisi ise Plasental Confined Mozaisizim denilen olaydır. KDB'de yüksek oranda mo-saizime rastlanılır. Ama bunların çoğu fetusa ait değil, plasentaya ait mosaizimlerdir. Bir diğer deyişle yalana negatif ve yalancı pozitiflik ihtimalleri yüksektir. Ve bunların elemine edilmesi için yine amniosenteze ihtiyaç duyulmaktadır. Klasik amniosenteze göre fetal kayıp ihtimali 2 ile 5 misli fazladır. 8-9 haftadan Önce uygulananlarda fetus-ta ekstremite redüksiyon defektleri ve mandibula hi-poplazisi oluşabilmektedir. Kordosentez Kordosentez, ultrasonografi eşliğinde, umbilikal kord-dan direkt kan elde edilmesi girişimidir. 18. haftadan itibaren yapılabilir. Fetal kan kültürü 48-72 saat içerisinde netice verir. Alternatifleri hepatosentez veya kardiyo sentezdir. Acil durumlarda tercih edilir. Amniotik sıvı kültüründen sonuç elde edilemediği durumlarda ya da DNA analizlerinin yapılamadığı durumlarda tercih edilir. Fetal düşük oranı % 1.5'dir . Kordosentezin Başlıca İndikasyonları; 1. Fetal enfeksiyonlar 2. Amniotik hücre kültüründe başarısızlık 3. Şüpheli mozaisizim 4. Rh uyuşmazlığı ve in utero transfüzyon 5. IUGR 6. Ultrasonografide saptanan anomaliler 7. DNA analizinin yapılamadığı durumlar (orak hücreli anemi, frajil - X sedromu, beta - talasemi) Kordosentezin komplikasyonları: Fetal bradikardi - Ponksiyon yerinde kanama - Preterm travay - EMR - Enfeksiyon gelişmesi 341 Amniosentez ve koryonik doku biyopsisi (KDB): kültür ve sitogenetik sonuç açısından özellikler Klasik Amniosentez KDB Uygulama zamanı 15-16 hafta 10-11. hafta Sonuç Alma Süresi 2-3 hafta 24 saat - 3 hafta Metafaz Kalitesi Çok iyi Orta-İyi Fetal Kayıp Oranı % 0.5-1 % 1.5 Yalancı Pozitiflik Ender > % 1.2 Biyokimyasal Analiz (AFP, UE3, HCG) Uygulanabilir Uygulanamaz Fetoskopi Fetoskopi, fetusun endoskopik olarak görüntülenmesidir. Optimal uygulama zamanı 18-20. haftalardır. Fetoskopi ile birlikte fetustan biopsi de alınabilir. Örneğin konjenital iktiyozis de fetal ciltten, ender metabolik hastalıklarda ise fetal karaciğerden biopsi yapılabilir. Ultrasonogrofi Pek çok konjenital malformasyon USG ile, prenatal dönemde tanınabilir. Bu amaçla 2. düzey USG incelemeleri yapılır. 2. düzey incelemede fetusun organ sistemleri belirli bir disiplin içerisinde incelenir. 2. Düzey obstetrik ultrasonografi endikasyonları • Konjenital anomalili doğum öyküsü • Poli veya oligahidramnios • Diyabetik gebe • IUGR • Maternal serum veya amnios sıvısı AFP değerlerinin yüksekliği • Term gebelerde maket veya transveri duruşlar • Akraba evliliği (tek gen ve multifaktöriyel hastalık riskini artırır) • Gebelikte teratojen etkiler ile karşılaşmış olmak • Anne veya babada konjenital anomali varlığı • Dopplerde A. umbilikaliste enddiastolik kayıp varlığı • Anksiyete (anneyi rahatlatmak için) USG ile saptanan fetal malformasyonların önemli bir kısmını kromozom bozukluklarına bağlı olanlar oluşturur (%8,9-32). Çoğul malformasyonların izole olanlara göre kromozomal anomaliler ile birlikte bulunması ihtimali daha yüksektir. Bu kromozom bozukluklarının başında trizomi 21-13 ve 18 gelmektedir. Bunların her üçünde ortak görülen anomali konjenital kalp anomalileridir. 21 - Trizomi dü'şündürten bulgular: Kistik higroma - duodenal atrezi - nukal ödem - femur kısalığı - Doub-leBouble 18 - Trizomi dıişündürten bulgular: Hidrosefali -koroid pleksus kisti - NTD - diafragma hernisi j yumruk el ve polidaktili omfalosel'dir. Renal anomalide görülebilir. 13 - Trizomi düşündürten bulgular: Holoprozanse-fali - yüz birleşme defektleri - omfalosel ve Renal anomalidir. 342 Nukal ödem ve femur kısalığı kolayca tanınabilen USG bulgularıdır. Nukal ödem: Gebeliğin 10-14 haftalarında saptana bilen, 16 - 18. Haftada rezorbe olarak gerileyen bir bulgudur. Lenfatik kapiller damar ağındaki bir bozukluktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Nukal ödem pek çok kromozomal bozukluk veya kromozom dışı genetik hastalıklar ile birlikte bulunabilir. Ama en sık nedeni otosomal trizomilerdir. Ancak fetal görüntülenme, fetal anomalilerin saptanmasında tek başına kullanılabilecek bir yöntem değildir. Non - invazif olması, uygulanmasının kolay olması her gebelikte başvurulması gereken ilk metod olması açısından önemlidir. 1. AFP ve Asetilkolinesteraz (PAGE testi) tayinleri: AFP amniotik sıvıda, fetal serum konsantrasyonunun 1/100'ü oranında bulunur. Buna karşın maternal serumda, amnios sıvısındaki konsantrasyonun 1/1000'i oranında bulunur. Fetal kandaki düzeyi 12 - 14. haftada en yüksek olurken, amniotik sıvıda 14. gebelik haftasında belirmeye başlar ve 22. haftaya kadar yükselir. Bunun nedeni, amnios sıvısındaki AFP'nin normal şartlarda, fetal idrar ile oluşmasıdır. Fetal idrar 12. haftadan sonra amnios sıvısına katkıda bulunur. Maternal serumda ise yükselme yine 14. haftada başlar ama 32. haftada doruğa ulaşır. AFP tek başına özellikle NTD tanısında kullanılır. Ön-ce 16.-20. haftalarda MSAFP ölçülür, median değerin 2 katı bir artış saptanmışsa yeniden ölçülür. Eğer artış devam ediyorsa amniosentez ile amnios mai alınır. Amnios sıvısından hem AFP hem asetilkolinesteraz ölçülür. Yine yüksekse veya asetilkolinesteraz için PAGE testi (Poly akrilamid Gel Elektroforez) pozitif ise, tanı NTD'dir. MSAFP yüksek ise, nedeni açıklanamıyor ise, abort, prematüre IUGR veya in utero ex beklenmelidir. MSAFP, anensefali için % 100, açık sipina bifida için ise % 88 spesifiktir. Amniotik sıvıda tayini anansefali için % 100 ve açık spina bfida için % 98 spesifiktir 2. 3'lü Marker tarama testi: (E3 + b HCG + MSAFP) MSAFP, E3, b HCG tayinleri ve bunun yaşa göre oranlanması ile elde edilen istatiksel anlamlı bir tarama testidir. Özellikle trizomiler ve NTD taraması için kullanılmaktadır. MSAFP değerleri, NTD'de yüksek, tri-zomilerde ise düşük çıkmaktadır. AFP'nin trizomilerde düşük çıkmasının nedeni, fetal karaciğerde, AFP'nin yapımının yetersizliğine bağlanmaktadır. MSAFP için Down sendromunda saptanan ortalama değer 0,74 MOM (multiples of the median) dolaylarındadır. HCG düzeyi Down sendromunda yüksek, (2,30 MOM) E3 değeri düşüktür (0,70 MOM). 18 Trizomilerde her 3 marker de düşüktür. Trizomileri Özellikle Down Sendromunu yakalama riski % 50 - 65 civarındadır. "Cut off level" sınırı 1/250 olarak kabul edilmiştir. Yani 1/250 altındaki değerler istatiksel olarak anlamlı kabul edilir ve amniosenteze gider. 16.-18. hafta arası yapılmalıdır. 4'lü Marker tarama testi: (E3, p* HCG, MSAFP, İn-hibin İnhibin ölçümleri Down sendromlu vakalarda genellikle yüksek çıkmaktadır. 1,79 MOM üzeri değerler anlamlı kabul edilmektedir. 4'lü tarama testi ile Down yakalama şansı % 77 - 79' a yükselir. Birinci Trimestir Trizomi tarama testi: (Anne yaşı - nucal kalınlık - p HCG-PAPP-A) Sadece trizomileri özellikle Down Sendromunu yakalamak açısından önemlidir. 11 -14. haftalar arasında yapılmaktadır. PAPP-A (pregnancy associated plazma protein) 21-Trizomilerde anlamlı olarak düşük bulunmaktadır. (0,42 MOM'dan daha düşük) Down Send-romu yakalama ihtimali % 90 - 95'dir. Ancak burada problem evre kalınlığın tam olarak tespitidir. 3 mm'den kalın ense, pozitif bir bulgu olarak değerlendirilir . Uterin lavaj Regrese olan villöz koryondan, fetal hücrelerin, uterus alt kutbuna dökülebileceği ve servikal mukusun bu hücreleri içerebileceği fikriyle ortaya çıkmıştır. Mukusun aspire edilmesi veya servikal kanalın serum fizyolojik ile internal osa lavaj uygulanması ile bu hücreler elde edilebilir. Güvenilirliği tartışmalıdır. 343 Maternal dolaşımda fetal kan Hücrelerin incelenmesi Gebelik boyunca trafoblast hücreleri, fetal eritrositler ve lökositler, maternal kana geçebilirler. FISH ve PCR yöntemleri ile bunlar incelenebilirler. İleri teknoloji gerektirmektedir. Güvenilirliği tartışmalıdır. Hidrosefali Otozomal trizomiler ile birliktelik gösteren ultraso-nografik bulgular + Ender Holoprozansefali + - - Koroid pleksus kisti - + Ender Ender + - Kistik higroma - + + Yüz birleşme defektleri + Ender - Konj.kalp anomalisi + + + Diyafragma hernisi - + - Omfalosel + + - Renal anomali + + Ender Duodonel atrezi - - + Yumruk el - + - Polidaktili - + - Femur kısalığı Ender Ender + Nukal ödem Ender Ender + - + Ender Nöral Tüp defekti Koroid pleksus kisti Anormal ultrasonografik bulgularda sık görülen kromozom anomaliler Ultrasonografik anomali Kromozom anomalisi Koroid Pleksus Kisti (Bilateral) Kistik Higroma +18, +21.X/XX,X/XY, Diyafragma Hernisi "Double Bouble" +18, +21, iso 12p, 69, XXY +21 8^0 % 5-50 % Konjenital Kalp Hastalıkları +18,+ 21 10-75% Ansefalosel Hidrosefali 45, XO, + 18 +21, +18, Triploidi, Monosomi 21, XXY, XXX Holoprozansefali + 13 9-33 % Omfalosel +18, 45, XO, + 13 20-54 % Hidrops 45, XO, + 21, +18, + 13 Triploidi 37-50 % IUGG (*) + 18, +21,+13,+22 Triploidi 33-71 % Nukal Ödem +21, +18, 45, XO, +9 15-45% Polihidramnios Oligohidramnios +18, +21, +13, XXX, 45, XO Triploidi, + 13, +21 23% 14% Göbek Kordonunda 2 damar + 18, +21,45, XO 5% 45, XO, + 21, + 18, 13q-, 8q-, XXY, 69 XXY * IUGG: Intrauterin Gelişme Geriliği 344 Sıklık 21 % 65-77.7% 6% 25% USS İLE FETAL ANOMALİLERİN SAPTANMASI Malformasyonların erken tanısı erken tıbbi tahliyeye olanak tanıdığı gibi, hastanın psikolojik travmasını da azaltır. Bugün için özellikle 14.gebelik haftasına kadar tanı alan anomali oranları artmıştır. 14. haftaya kadar fetal USG 1 Ense ödemi + Hidrops Fetalis + Kistik Higroma 10-14 gebelik haftalarında görülebilinir. Görüldüğü takdirde bir kromozomal bozukluk düşünülür. En sık 45 X (Turner) ile 21-Trizomi (Down)'u akla getirir. Bu durumda mutlak karyogram yapılmalıdır. Eğer onlarda bozukluk yoksa, bu hidropik yapılar 14. haftadan sonra kaybolur Anensefali 9-10 gebelik haftasından sonra, kafa kemiklerinin ve beyin hemisferlerinin görülmemesi ile 16.gebelik haftasından sonra tipik "kurbağa kafası" görünümü ile tanınır Meckel Grubel Sendrom - Ensefalosel: 12.haftada - Polikistik böbrek ve oligohidramnios: 16. haftada - Postaksiyal hekzadaktili: 13-14. haftada tanınabilir Prime - Belly Sendromu Dev boyutlara erişen mesane ile 12-14. haftalarda tanınabilinir. Fizyolojik Omfalosel 12. haftaya kadar, omfalosel tanısı konmamalıdır. Çünkü fizyolojik omfalosel denen durumla karışabilir. Multikistik Böbrek 11-14 hafta aralarında tanınabilinir Tanıda temel prensipler Kalp ve böbrek ile ilgili değerlendirmeler için ideal haftalar 20-22 haftalardır. Bunun dışında fetal anomalilerin çoğu 16-20.hafta arasında saptanabilmektedir. Genel olarak malformasyon şüphesi uyandıran 4 temel bulgu vardır. 1- Anatomik yapıların yokluğu: (Anensefali gibi) 2- Anatomik profilde değişiklik: (Omfalosel gibi) 3- Anatomik yapılarda kistik genişleme veya ekojenite artışı (Hidronefroz gibi) 4- Amnios sıvısında azalma veya çoğalma gibi Bunlardan bir veya birkaçı bir arada ise, fetal Anomalilerden mutlaka şüphelenmeli ve araştırma derinleştirilmelidir. 1 -Kraniyo-spinal malformasyonlar Bu anomaliler birçok ülkede en sık görülen ve çoğunluğu multifaktöriyel - poligenik geçiş gösteren olgulardır. 2.sıkla görülen geçiş şekli X'e bağlı geçiştir. USG'de fetus başı ölçülürken BPÇ/FROÇ (Biparietal Çap-Frontooksipital çap) endeksine bakılır. Bu oran 0,84'e eşittir. Eğer bu endeks büyümüş ise, brakisefali, küçülmüş ise dolikosefali diye adlandırılır. Bunlardan brakisefali daha sıklıkla kromozomal anomaliler ile birlikte bulunur (en sık 21 trizomi) Kafa konturlarını ilgilendiren 2. önemli bulgu "muz" ve "limon" siluetinin görülmesidir. Her ikisi de NTD'le-rini akla getirmektedir. Limon bulgusunda, kafa kemikleri frontal bölgede çıkıntı yapar. Muz belirtisinde ise, serebellar heminisifer-ler öne doğru eğilirler ve sisterna magna oblitere olur. 345 Şekil NTD'ler Birçok ülkede en sık görülen majör malformasyonlar-dır. Multifaktöryel ve poligenik geçiş gösterirler. Etyo-lojilerini bu nedenle tam olarak bilmek mümkün değildir ama şu durumlarda sık görülürler. • Diyabetes mellitus • Folik asit eksikliği • Vitamin A eksikliği • Vitamin B12 eksikliği • Çinko eksikliği • Gebelikte valproik asit, alkol, aminophterin kul-la-nımı • Hipertermi NDT tanılarında AFP ölçümleri en değerlidir. Ve ideal yapılma haftası 16-20 haftalardır NTD çeşitleri • Anensefali (en sık): Tüm NTD'lerin % 55'ini oluşturur. • Eksensefali: Az miktarda beyin dokusu vardır ama üstü örtülü değildir. • Akrania: Kafa kemikleri oluşmamıştır • Ensefalosel: Kafa kemiklerindeki bir defekten beyin dokusunun dışarı çıkmıştır. • Meningosel: İçinde beyin dokusu olmadan, sadece menixlerin kese şeklinde dışarıya çıkma-sıdır • Spina-Bifida: Columna vertebralisin farklı derecelerde açık kalmasıdır. Daha çok lumbal verteb-ralarda görülür. Bu açıklıktan menixler dışarı çıkarsa meningosel, sinir kökleri ile birlikte med-dula spinaliste dışarı çıkarsa meningomiyolosel diye adlandırılır. Ve 2.sıklıkla görülen NTD'dir. • Hidrosefali: Sadece kromozom bozukluklarında değil, infeksiyonlarda ve beyin içine kanamada da oluşabilir. • Holoprozensefali: Tek ventrikül görülmesidir. En sık 13-Trizomi ile birlikte bulunur • Mikrosefalı': Çoğu zaman otozomal resesif geçiş gösteren bir genetik hastalıktır (Primer) Men-tal retardasyon ile birlikte olabilir. Tanısı en zor konan NTD'dir. • Koroid Plexus Kistleri: Her zaman patolojik değildir. En sık 18 Trizomi ile birlikte görülür. USG ile 16-20 hafta arasında tanı konanlar Hidrosefali 20.haftadan önce kolay tanınamaz. Çünkü beyin dokusunun yoğunluğu fazla değildir ve ven-tricül duvarlarını ayırd etmek zordur İki türlü Hidrosefali vardır 1- Kominikan: Obstrüksiyon ventricül dışındadır (NTD gibi) 2- Nonkominikan: Obstrüksiyon ventricül içindedir Dandy -VValker: Otozomal resesif geçiş gösteren bir hastalıktır. Konjenital olarak foramen Magendi ve Luschka'nın atrezisine bağlı gelişir. Hidrosefali, yanın da, posteriör fossada kist ve serebellar vermişte defekt ile karakterizedir. 346 Meckel Gruber Sendromu: Ot.resesif geçiş gösterir. Hidrosefali ile birlikte bulunabilir. Holoprozensefali ön beyin gelişmesinde bozukluk nedeni ile korpus collosum bulunmamakta, büyümüş tek bir ventrikül görülmektedir. En sık yüz anomalileri ile birlikte bulunur En sık Tirizomi 13 ile birlikte görülürler. Yarık dudak: En sık görülen yüz anomalisidir. Trizomi 13 olgularının % 60, Trizomi 18 olgularının % 15'inde görülür. Kistik higroma Fetusun en sık Kromozomal anomalisi ile birlikte bulunan anomalisidir. Boynun iki tarafında bulunan juguler lenf bezlerinin stazına bağlı gelişir. Genelde bilateraldir. En sık Turner Sendromu ile birlikte bulunur (% 70) İkinci sıklıkla , 21 Trizomi ile birlikte bulunur (% 16) Ayrıca Noonan, Cowchock ve Zellvveger sendromların-da da görülebilir. Alkol, aminopterin ve Trimetadion da kistik Higroma yapabilir. Ense ödemi Lenfatik sistem anomalisi olabileceği gibi, kromozomal anomaliler ile de birlikte bulunur Kalınlığın özelllikle 15-20.gebelik haftasında 5-6 mm'-den fazla olması patolojiktir. 11-14 hafta arasında ise 3 mm'den daha fazla olması patolojiktir. En sık 21-Trizomilerde gözlenir Şilotoraks :21-Trizomilerde görülebilinir. Kalp 20-22. haftadan önce değerlendirmesi zordur En sık görülen 4 anomali şunlardır 1) VSD 2) PDA 3) Pulmoner stenoz 4) ASD Kalp anomalilerinin sadece beşte biri kromozomal anomaliler ile birlikte bulunur Kromozomal anomalilerden en sık 18 Trizomiler-de rastlanılır. 2. sıklıkla trizomi 13'lerde, 3. sıklıkla 21trizomilerde bulunur. 21-trizomilerin % 50'sinde kardiyak anomali vardır. Özellikle ASD görüldüğü zaman 21trizomi araştırılmalıdır. Çünkü VSD hemen hemen tüm trizomilerde görülür. Fetal aritmilerden en sık görüleni supraventriküler ekstrasistollerdir. Genellikle fetusa bir zarar vermezler A-V bloklar görüldüğü takdirde, ciddi araştırma gerekir. Genellikle iki durum üzerinde durulmalıdır. 1-ASD ile birlikte olabilir 2- SLE ve Sjorgen sendromu ile birlikte olabilir GİS Özefagus Atrezisi; En sık 18 Trizomilerde görülür. VACTERL sendromunda da görülebilinir. Duodenal Atrezi: "Double-Bubble" ile tanınır. En sık 21-Trizomilerde görülür. Batın duvarı defektleri Omfalosel: En sık 18 trizomilerde görülür Beckvvith - VViedermann sendromunda da görülebilinir. (Omfalosel - makroglossi - organomegali) Bu sendromla doğan çocuklarda, ağır hipoglisemi gelişir. Gastroşizis: Kromozomal anomali nadiren bulunur Ekstremiteler Ekstremitelerin karakteristik bazı anomalileri, bazı kromozom anomalilerinde sık görülür. 347 Sindaktili: Triploidi Klinodaktili: Down sendromu Polidaktili:13 Trizomi Üst üste parmak. Golf sopası şeklinde ayak ve talipes eguinovarus: 18 Trizomi Özel bazı kromozom anomalilerinde USG bulguları 21- Trizomi • Brakisefal kafa • Ense ödemi • %50'sinde kalp anomalisi: En sık görüleni komplett atriyoventriküler defekt, VSD ve Fallot tetralojisidir. • Duodenal Atrezi: Röntgende Double - Bubb-le'nın görülmesi tipiktir ama genellikle 3.tri-mestirde görülür. • Femur Kısalığı • Klindodaktil (% 50) 5. parmağın orta falank-sında hipoplazi (%60) • Pelvikalsiyel ektazi: (% 25) • Nazal kemik yokluğu 18-Trizomi • Kalp anomalileri (% 99) En sık VSD ve tam atrio-ventricüler defekt (Tam AV-kanal) • Hidronefroz (% 80) • Omfalosel (% 30) • Bilateral koroid pleksus kistleri: En erken görülür. Uyarıcıdır. • Orta parmağın işaret parmağı üzerine binmesi (%80) • Golf sopası şeklinde ayak (% 50) • Polihidramnios ve IUGR • Tek arterli kordon 13-Trizomi • Kalp anomalileri (%90) en sık VSD • Üriner Anomaliler (% 80) en sık Tip II kistik böbrek, ayrıca obstriktif üropati ve multikis-tik displazi • Omfalosel (% 35) • Holoprozansefali • Orta hat yüz yarıkları • Polidaktili • Mikrofıtalmi Prenatal tanısı olası olan bazı tek gen hastalıkları 1- Enzim analizleri ile • KAH • Mukopolisakkaridoz Tip 1-4-6-7 • Glikojen depo hastalığı Tip 2-3-4-8 • Menkes sendromu • GM-1 ve GM-2 gangliositoz • Hemosistinüri • Lesh-Nyan sendromu • Manosidoz • Metakromatik lökodistrofi • Morbus Fabry • Morbus Goucher Tip 1-2-3 348 • Morbus Krabbe • Morbus NeimanrvPick Tip A-B-C • Morbus VVolmann • Morbus Refsum • Mukolipidoz Tip 1-4-6-7 • Tirozinemi • Sistinoz 2- DNA analizleri ile • Direkt Mutasyon analizi - Hemoglobinopatiler - Kistik fibroz - Alfa-1 antitripsin - Duchenne muskuler distrofi - Hemofili A ve B - Fenilketonüri • İndirekt mutasyon analizi - Hungtington koresi - Retinitis pigmentoza - Chorioderemie - Lowe sendromu - Frajil X sendromu - VViskott-AIdrich sendromu 349 OVER TÜMÖRLERİ ADNEKSİYAL KİTLE VE ADNEKSİYAL KİTLEYE YAKLAŞIM Anatomik olarak adneksler, her iki taraftaki Overlerden, tubalardan, uterusun bağlarından ve Lig. Latum içerisindeki oluşumlar ile paraovariumdaki embriyolojik artıklardan oluşurlar. Adneksiyal kitlelerin çoğunluğu işte bu yapılardan gelişen, palpe edilebilen dolayısı ile ölçülebilen normal dışı durumlardır, Adneksiyal kitleyi oluşturan nedenlerin en büyük kısmı jinekolojiktir ve bu nedenler içerisinde de Overler en sık adnexiyal kitle nedenidirler. Adneksiyal kitleler A. JİNEKOLOJİK KÖKENLİLER Ovarial nedenler • Non-Neoplastik kistler Tubal nedenler • Ektopik gebelik 1 Fonksiyonel kistler a. Follikül kisti b. Korpus Luteum kisti c. Teka Lutein kisti 2- Endometriomu 3- Polikistik Over sendromu 4- İnfeksiyonlar (Tuba-ovarian abse) 5- Ovarian gebelik • Neoplastik tümörler • Over tümörleri Miyom • Uterus gelişim anomalileri • Endometrium kanseri • Uterus sarkomu Salpenjit • Tuba-ovarial abse • Hidrosalpinks • Primer tuba kanseri • Piyosalpinks - hidrosalpinks 3- Presakral teratomlar • Tubal kist hidatik 2-Divertikulozis 3- Barsak ve omentum yapışıklıkları 4- Peritoneal kistler 5- Pelvik böbrek • Gebelik lateoması Uterin nedenler • Gebelik • • 1-Apendisiyal abse 2- Habis Para ovarian kistler Neo-Plastik olanlar • Tbc. B. NON-JİNEKOLOJİK NEDENLER • Non-Neoplastik oluşumlar 1- Selim • • 1- Kanserler - Sigmoid - Çekum - Appendiks - Mesane 2- Retroperitoneal neoplazımlar 6- Pelvik lenfoma 7- Pelvik kisthidatik 8- Urakalkist 9- Anteriör sakral meninyosel 10- Mesane veya rektumun dolu olması Adneksiyel kitleler, asemptomatik bir kadında pelvik veya ultrasonografik incelemeler esasında tesadüfer de yakalanabilirler veya ağrı, kanama gibi herhangi biı şikayet üzerine yapılan muayene ile de saptanabilirler Adnexiyal kitleye yaklaşımda kullanılan tetkikler Adnexiyal kitlelerin saptanması ve değerlendirilmesin' de en basit yöntem pelvik muayene, vaginal veya rek-tal tuşedir. Buna takiben küçük pelvisteki kitlelerde transvaginal, abdominal kitlelerde ise transabdomina ultrason yapılmalıdır. Sebat eden kitlelerde veya baş tan solid veya semisolid kitlelerde, tümör markerler bakmak üçüncü sırada gelen işlemdir. Ancak bu mar kerlerin yalancı pozitifliği ve negatifliği olduğu unutul mamalıdır. En çok bakılan tümör merkezleri CA 12ü başta olmak üzere CA 19,9, AFP ve HCG'dir. İlave olarak kullanılabilecek tetkikler arasında, eğe GİS şikayetleri varsa rektosigmoidoskopi ve kolon gra fisi yapılması gelir. Üriner yakınma olsun veya olmasın kitle ile üreterler 1 arasındaki ilişkileri gözlemleyebilirle! için IVP yapılması tavsiye edilir. Direk karın radyografi sinde miyomlara ya da Over tümörlerine (teratomlar ait kalsifikasyonla izlenebilir. Laparaskopi, pelvik patolojinin özelliklerini saptama da, karın içi yayılımı ve asidi göstermekte yararlıdır. Bı yöntemin verdiği bir diğer imkânsa, patolojik veya sitolojik inceleme için örnek alınabilmesidir. Laparatom düşünülen hastalarda uygulanması gereksizdir. 350 BT, 2 cm üzerindeki tüm lezyonları büyük bir hassasi yet ile gösterebilir. Barsakları, üreterleri, pelvik kas ve kemik yapılarını da gösterebildiği için USG’ye göre çok üstün bir yöntemdir. Paraservikal ve parametrial tutulumu gösterebilmekte ve tümörlerin rezeke edilip edilmeyeceğini belirlemede de yardımcı olmaktadır. Tek kötü yanı hastanın ışın almasıdır. Adreksiyal kitlelerde yapılması gerekli olan tetkikler • Anamnez • Sistemik muayene • Jinekolojik muayene • USG • Magnetik rezonans (MR) • BT • Tümör markerleri (CA-125, CA-19,9, AFP, HCG) • Hemogram, kan biyokimyası • Radyolojik tetkikler (AC grafisi, direkt batın gra-fisi, IVP, kolon grafisi) • Smear ve gerekirse kolposkopi • Laparaskopi • Laparatomi Adneksiyal kitlelerde değerlendirme Adneksiyal kitlenin Overlere ait olduğu saptandıktan sonra yapılması gereken ilk iş, bu kitlenin selim mi yoksa habis mi olduğunu belirlemektir. Klasik olarak 6 cm'i aşmış her ovarial kitlenin aksi ispat edilinceye kadar malin olduğunu düşünmek ve araştırmaları o yönde yapmak gereklidir. Selim-malign ayrımında, kesin olmayan ama kabaca yol gösterebilen kriterler şunlardır: Adneksiyal kitlede ayırıcı tanı Organ Kistik Kitle Over Solid Kitle Fonksiyonel kist Primer neoplasm Endometriyozis Selim Neoplastİk kist Habis Selim Habis Tuba Uterus Kolon Diğer Salpenjit Metastatik Over tümörü Tuba-ovarian apse Tuba ovarian apse Hidrosalpinks Ektopik gebelik Para-ovarian kist Primer neoplasm İntrauterin gebelik İntrauterin gebelik Myom Uterus gelişim anomalisi Feçes Kolon kanseri inflamatuvar hastalık İnflamatuvar hastalık Apendisit Apendisit Dolu mesane Pelvik lenfoma Abdominal duvar apsesi, hematom Pelvis böbreği Adneksiyal kitlelerin değerlendirilmesinde, hastanın yaşı da önemlidir ve gözönüne alınmalıdır. Prepübertal dönem: Bu dönemde tespit edilen solid-kistik tüm kitleler anormal kabul edilip, malinite potansiyeli açısından mutlaka araştırılmalıdır. Over tümörlerinin sadece %5'den azı bu dönemde görülür ve bu dönemde görülen tümörlerin de sadece %1'ini Over tümörleri oluşturur. 351 Ancak bu dönemde görülen Over tümörlerinin %80'ini maligndir ve genelde germ hücreli tümör grubuna aittir. Bu dönemde, pelvik kavite küçük olduğu için, abdomi-nal palpasyon ile kitle kolay farkedilir ama tümörün torsiyone olması olasılığı da oldukça yüksektir ve bu olay ağrılıdır. Yine bu dönemde pelvik kitlesi olanlarda karyogram araştırması yapılmalı ve olası bir gonadoblastom aranmamalıdır. Adölesan dönemi Malin neoplazi riski prepübertal döneme göre daha düşüktür. En sık görülen kitle matür kistik teratom (dermoid kist) tir ve bu dönemde görülen tüm Over neoplazımlarının yarısından fazlasını oluşturur. Yine bu dönemde disgenetik gonadlardan gelişen Over tümörleri ile karşılaşmak mümkündür. Âdet görmeyen kızlarda pelvik kitle saptanmışsa, karyogram mutlaka yapılmalıdır. Müllerian anomalileri olan kızlarda, hematokolpoks veya hematometra oluşumlarına en sık bu dönemde rastlanılır. Pubertadan önce overlere ait adneksiyal kitleye yaklaşım algoritaması Pubertadan sonra overlere ait adneksiyal kitleye yaklaşım algoritaması Cinsel olgunluk çağı Bu yaş grubunda görülen Over tümörlerinin yaklaşık %80-85'i benigndir. 45 yaş altında görülen bir Over tümörünün malin olma şansı %15'in altındadır. Bu dönemde en sık görülen kitle nedeni fonksiyonel kistlerdir (follikül kisti - corpus luteum kisti). Bu dönemde 8 cm'i aşmış kistik yapılarda malinite olasılığı yüksektir. Postmenapozal dönem Postmenapozal bir hastada solid veya semi-solid alanlar içeren kitleler aksi ispat edilinceye kadar malinite olarak kabul edilmelidir. Ve bunların çoğu epitelyal tümörlerdir. Premenapozal Over çapları 3,5x2 cm iken, postmenapozal dönemde bu çaplar 1,5x0,75 cm'e kadar düşer. Eskiden postmenapozal palpe edilebilen iri Overler, anormal kabul edilip, acil olarak değerlendirmeye alınırdı. Ama günümüzde bu kural değişmiştir. Bu dönemde asemptomatik olan, 5 cm'in altında ve uniloküle, ince duvarlı olan ve CA-125 değerleri normal olan hastalarda, cerrahi girişim gerektirmeden güvenle takip edilmesi önerilir. 352 Over kanserlerinde erken evrelerde tanı koymak şansa bağlıdır. İleri evrelerde ise tanı kolaydır ve basit bir jinekolojik muayene ile çoğu kez tanı konur. Klinik şikâyetlere bakarak tanı koymak pek olası değildir. Çünkü Over kanserlerine Özgü spesifik klinik bulgu yoktur. Over kanserlerinde sıklıkla görülen semptomlar • Abdominal rahatsızlık hissi (şişkinlik, konstipas-yon, bulantı) (en sık) • Karında ve belde ağrı • İştahsızlık, yorgunluk • Pollaküri - dizüri • Kilo değişiklikleri • Asit oluşmuş ise abdominal çevrede genişleme Erken Over kanserlerinde tanı, asemptomatik adnexi-yal kitlenin, rutin jinekolojik muayene sırasında palpe edilmesi ve bunu takiben yapılan tetkikler ile konulur. Bu durumda bu tetkikler ve bunların değerlendirilmeleri önemlidir. Tanıda kullandığımız başlıca yöntemleri kısaca özetlersek: 1- Ultrasonografi (USG) Hem ayırıcı tanıda, hem de selim-habis ayrımında, Overlere ait patolojilerin saptanmasında çok önemli katkıları vardır. Pelvik kitlenin sonografik özellikleri spesifik histopatolojik tanıya imkân vermese de, klinik olarak önemli bilgiler sağlar. USG ile selim-habis ayrımını %53-88 oranında yapmak mümkündür. USG'de habaseti düşündürten bulgular • Kitlenin 10 cm'den büyük olması • Kist cidarının 3 mm'den kalın olması • Kistin septasyonlar içermesi • Kitlenin irregüler olması • Solid olması veya solid alanlar içermesi • Papiller yapılar içermesi USG'nin sensitivitesini vespesivitesini artırmak için bazı skorlama sistemleri geliştirilmiştir. Sassone skorlaması bunlardan en çok bilinendir. Sassone skorlaması: Kitlenin iç duvar yapısı • • Duvar kalınlığı • Septaların kalınlığı • Ve ekojenite kriterlerini kapsar 2- Renkli Doppler: Renkli Doppler araştırmalarının esasını kitle içerisindeki ve çevresindeki damarların incelenmesi oluşturur. Malign tümörlerde görülen neo-vaskülarizasyon ve an-jiogenez sonucu anormal damarlar gelişir. Tipik olarak damar çapları normalde olduğu gibi bir ağaç dalı gibi sıralı bir şekilde ve giderek daralmaz. Ayrıca hızlı gelişen bu damarların çeperinde de yeterli kas dokusu oluşmaz. Bu durumda, renkli Doppler USG'de tipik olarak, azalmış direnç, artmış akım hızı ve düşük em-pedans görülür. Bu bilgilerin renkli Doppler USG'ye ise yansıması şöyledir: Pulsatil İndeks (Pİ): 1 'in altında ise • • • Rezistanı İndeks (Rİ): 0,4'ün altında ise Artmış santral tipte damarlanmalar var ise akla habaset gelmelidir. 353 3- Serum tümör markerleri Epitelyal Over tümörlerinde araştırılan başlıca tümör markeri CA-125'dir. CA-125 normalde 35 mg/U/ml düzeylerinin altında olmalıdır. Eğer bu düzey aşılırsa arttığı söylenir. Ancak 65 mg/U/ml aşıldıktan sonra sensitivitesi artar. CA-125: Epitelyal Over kanserlerinde • • Disgerminomda • Sertolli-Leyding hücreli tümörlerde • Granuloza hücreli tümörlerde • Endometrium kanserinde • Tuba kanserlerinde yükselir Ancak CA-125 yükselmesi kanser dışındaki jinekolojik olaylarda veya non-jine kolojik nedenli olgularda da yükselebilir. CA-125'i yükselten selim ve malign hastalıklar CA 125’i yükselten nedenler Selim hastalıklar Malign hastalıklar Endometriyozis Epitelyala Over kanserleri Adenomiyozis Disgerminom Myom Tuba kanseri Normal gebelik Sertoli-Leyding hücreli Over Ektopik gebelik tümörü PİD Endometriyum kanseri Luteal faz - menses Meme kanseri Karaciğer hastalıkları GİS kanserleri Peritonit Tbc. Akciğer kanseri Over tümörlerinde yükselen tümör markeleri Tümör markerler Selim hastalıklar Fötal antijenler Hormonal markerler Enzimler Doku antijenleri Malign hastalıklar AFP CEA HCG HPL İnhibin Steroidler LDH CA 125 CA 19.9 CA 15.3 4- MR ve BT MR, BT'den, BT USG'den daha değerlidir. 5-PET 1 cm üzerindeki malign oluşumları büyük bir doğruluk ile saptar. 6- Laparaskopi Over kanserlerinde kullanılan diğer markerler arasında, müsinöz tümörlerde CA-19,9 ve CEA'e bakılması ve germ hücreli tümörlerde ise AFP, HCG ve LDH bakılması günceldir. 354 OVER TÜMÖRLERİ Genital kanserler arasında 3. sıklıkta görülen ama en öldürücü olan kanserdir. Ancak son yıllarda, serviks kanserlerinin daha displazi aşamasında teşhis edilebilme olasılıkları arttığı için, Over kanserleri ikinci sıraya oturmuş gibi görülmektedir. 1. Genital kanserlerin sıklık dağılımı 2. Endometrium kanseri 3. Serviks kanseri 4. Over kanseri 5. Vulva kanseri 6. Vajen kanseri 7. Tuba kanseri Over kanserlerinin gerçek etyolojik nedeni belli değildir. Ancak özellikle epitelyal Over kanserleri için risk faktörleri belirlenmiştir. Bu faktörleri çevresel, endokrin, genetik ve diğer faktörler olarak sınıflamak doğru olacaktır. Bu faktörlerin çoğunluğu Over kanser oluşumunu artırmasına karşın bazıları önleyici özelliğe sahiptirler. Etyoloji Over kanserlerine karşı koruyuculuğu ispatlanmış olan en önemli faktör gebelik sayısı ve KOK kullanımıdır. Bunların ortak özelliği ovulasyonu önlemeleri ve doğal olarak kadın hayatındaki ovulasyon sayısını azaltmalarıdır. KOK kullanılan yılların ve gebelik ile geçen yılların toplamı 9 yıla ulaşırsa, epitelyel Over kanserlerinin görülmesi ileri derecede azalır. İşte bu 9 yıllık süreye "koruyucu süre" denilmektedir. Emzirmenin uzatılması, menarş yaşının gecikmesi veya mena-poz yaşının erken olması da teorik olarak ovulasyon sayısını azaltacağı için epitelyal Over kanserlerine karşı koruyucu etki gösterirler. Tüp ligasyonu ve histerektomi geçirenlerde, assendan olarak Overe ulaşan kanserojen ajanın geçişi bloke edildiği için Over kanseri sıklığında açık bir düşme olur. Over kanserlerinin coğrafi dağılımında farklılıklar görülmektedir. Bunu diyet farklılıklarına bağlayanlar olmuştur. Hayvansal yağlar, proteinler, tam yağlı süt ve yüksek kalorili diyetler Over kanseri insidansını artırırlar. Buna karşın yeşil sebzeler, karbonhidratlar, havuç, A ve C vitaminleri ise azaltırlar. Yine bu bağlamda olmak kaydı ile galaktoz alımı ve galaktoz 1 - fosfat üridil transferaz eksikliği ile Over kanserleri arasında bir ilişki tespit edilmiştir. Ayrıca laktoz alımı ve düşük transferaz eksikliği ile Over kanserleri arasında riski artıran bir ilişki kurulmuştur. Virüslerden kabakulak virüsünün ilginç bir şekilde Over kanseri riskini azalttığı, buna karşın influenza ve rubella virüsünün bu riski artırdığı öne sürülmüştür. Genellikle bariyer kontraseptifler ve genital deodorantlar içerisinde yer alan talkın ve asbest sanayisi gelişmiş toplumlarda asbestin de Over kanserlerini artırdığı yönünde tam ispat edilememiş görüşler vardır. Over kanserlerinde heredite Tüm Over kanserlerinin ancak %10 kadarı herediter geçiş gösterir, %90 olgu ise sporadik olarak görülür. Herediter Over kanseri otozomal dominant olarak kalıtım gösteren, fakat penetransı değişken olan heterojen bir gruptur ve günümüzde en az iki alt grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar: • BRCA-1 ve 2 gen mutasyonu taşıyıcıları • Herediter Nonpolipozis Kolorektal Kanser (HNPCC) ailesi veya Lynch-ll sendromudur. 355 Herediter Over kanserlerinin tartışmasız en sık sebepleri BRCA-I ve BRCA-II mutasyonu taşıyıcılığıdır ki bunlar daha önceden sırasıyla "bölgeye özgü familya Over kanseri sendromu" ve "herediter meme-over kanser sendromu" olarak iki yan grup olarak adlandırılırdı. Ancak günümüzde bu iki antitenin BRCA-I ve BRCA-II mutasyonu ile ilişkili tek bir patolojinin sonucu olduğu ortaya çıktı. Herediter Over kanserlerinin yaklaşık %75'i BRCA-I mutasyonu taşıyıcıları ve %25-30 kadarı da BRCA-II mutasyon taşıyıcılarıdır. BRCA-I taşıyıcılarında Over kanseri gelişme riski %30 iken, BRCA-II taşıyıcılarında bu risk %27'dir. BRCA-I geni 17 g kromozomda, BRCA-II ise 13 g kromozomda lokalizedirler ve bunların kodladığı proteinler, DNA'nın çift zincir kırıklarının onarılmasında görev yaparlar. Böylece bu genlerin mutand olduğu durumlarda bu tamir süreci yapılamaz. Tüm BRCA-I mutasyonlu Over ve meme kanserli kadınlarda, BRCA-l'in normal olan ikinci kopyası kaybolmuştur. BRCA-I mutasyonlu kadınlarda, Over kanseri gelişimi 40'lı yaşlarda yani normal ortalama yaşa göre daha önce başlar. Bazı araştırmalarda BRCA-l'in karboksi ucunda olan mutasyonlar meme kanserine, amino ucuna yakın olanlar ise Over kanserine sebep olduğu gösterilmiştir. BRCA-II gen mutasyonu olan kadınlarda ise meme kanseri daha erken başlamaktadır. BRCA-I geni mutasyonu 1/800 sıklıkla ve BRCA-II mutasyonu ise daha az sıklıkla görülür. Ancak bazı etnik gruplarda örneğin Eşkenazi Yahudilerinde 8-10 misli daha sık bulunurlar. BRCA gen mutasyonları ile herhangi bir histolojik tip Over kanseri görülebilmesine rağmen, en sık seröz papiller tip görülür. Bu genlere ait defekti olmayan, ancak ailesinde Over kanseri olan olgularda da Over kanseri riski artmıştır. Sadece bir tane birinci derece akrabada Over kanseri bulunması durumunda, Over kanseri riski %2-3 iken, iki tane birinci derece akrabasında Over kanseri olanlarda ise risk %50'ye çıkmaktadır. Lynch II sendromunda multiple adenokanserler görülür. Bu kanserler kolon, Over, endometrium ve memeden oluşur. Bu sendromla ilgili mutasyonlar MSH2, MLH1, PMS1 ve PMS2'dir. BRCA-1 ve 2 geni kimlerde taranmalıdır? Bunun cevabı, toplumda yüksek risk taşıyan yani aile hikâyesi %10 mutasyon ihtimali gösteren bireyler taranmalıdır. Bunlar: • Birinci veya ikinci derece akrabalarda herhangi bir yaşta geçirilmiş Over kanseri varlığı veya 50 yaştan önce geçirilmiş iki adet meme kanseri varlığıdır. Kanser olan kadınların genindeki mutasyon noktaları bulunduktan sonra ailenin diğer bireylerinin taranması daha kolay olacaktır. Sporadik Over Kanserleri Peptid Büyüme Faktörlerinden (PBF), HER-2/neu (here-gulin) geninin aşırı ekspresyonu Over kanserlerinde %20, meme kanserlerinde %30 civarında görülür ve kötü prognozu işaret eder. HER-2/neu'ya karşı geliştirilen antikorların meme ve Over kanserlerinde tedavi amaçlı kullanımları başlamıştır. Büyüme stimülasyonunu nukleusa üreten G proteinleri grubundan olan K-ras mutasyonlarına ise borderline Over tümörlerinde %20-50 sıklıkla rastlanılmaktadır. İn-vasif Over kanserlerinden sadece müsinöz olanlarında bu K-ras mutasyonları görülür. Bu da bize epitelyal Over kanseri ile borderline Over kanserleri arasında moleküler patoloji açısından önemli farklar olduğunu gösterir. Over kanserlerinde c-myc onkogeninde artışı olguların %3137'sinde görülür ve bu artış genellikle ileri evre seröz tümörlerde en fazladır Nükleer tümör süpresör geni olan p53'ün mutasyon ve inaktivasyonu, Over kanserlerinde görülen en sık genetik bozukluktur. 356 İleri evre Over kanserlerinde %40-60 civarında görülürken, evre 1'de görülme oranı %10-20 civarındadır. Bu da p53 inaktivasyonunun onkogenezin geç devrelerinde ortaya çıktığını göstermektedir. Ayrıca p53 geninin kemoterapi ile ortaya çıkan apopitoziste önemli rol oynadığı düşünülmektedir. p53 aktivasyonunun kaybolması kemozesistansa neden olmaktadır. Son yıllarda FSH ve LH yüksekliğinin de Over kanseri nedenlerinden birisi olabileceği görüşü ortaya atılmıştır. Gerçektende ovulasyon indüksiyonu yapılan kişilerde, Over kanseri olasılığı yükselmektedir. Öte yandan vakaların 80'inin 50 yaş üzerinde, yani FSH ve LH'ın çok arttığı postmenopozal dönemde görülmesi bu hipotezi desteklemektedir. Over kanserlerinde risk faktörleri 1) RİSKİ ARTIRAN FAKTÖRLER • Yaş • Irk: İskandinav ırkı çok - Japon ırkı az • Nulliparite • İnfertilite • Genetik • Meme endometrium ve kolorektal kanserleri ailesinde görülmesi 2) RİSKİ AZALTAN FAKTÖRLER • Çok doğum yapmış olmak • Emzirmek • KOK kullanımı • Tüp ligasyonu veya histerektomi geçirmiş olmak 3) SONUÇLARI HENÜZ TAM NETLEŞMEMİŞ OLANLAR • Talk, asbestoz: artırır • Ovulasyon indüksiyonu: artırır • HRT kullanımı: Endometrioid tümör oluşumunu artırır • Erken menarş - geç menopoz: artırır • Diyet: Hayvansal yağlar, proteinler ve tam yağlı süt artırır • Karbonhidrat, havuç, yeşil sebzeler, A ve C vitaminleri: azaltır • Kabakulak: azaltır • Rubella - influenza: artırır Over tümörlerinde çeşitlilik nedenleri Over tümörleri, hiçbir tümörde olmadığı kadar zengin histolojik, patolojik görünüm ve davranış zenginliğine sahiptir. Bunun nedenlerini kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1) Over ve testis, özel ve aynı mezanşim dokusundan gelişir. Bu mezanşimal dokuyu oluşturan hücrelerin, Overin granuloza, teka ve testisin tubulus hücrelerine dönüşme potansiyeli vardır. Overden çıkan bir tümörde bu nedenle testise ait yapıları görmek olasıdır. Örneğin Sertoli-Leydig hücreli tümörlerin içerisinde, testisin embriyojenik gelişim aşamaları gözlenebilir. 2) Çölemik epitel metaplazisi: Bütün genital kanalı döşeyen ve Overin üzerindeki germinal epitel, çölemik epitelden gelişir. Bir diğer deyişle, çölemik epitel, intauterin hayatta bu farklı epitelleri oluşturma potansiyeline sahiptir. İşte bu potansiyel, ekstrauterin hayatta da ortaya çıkabilir. 357 Tuba epiteline dönüşüm seröz tümörlerde, endoserviks-intestinal epitele dönüşüm müsinöz tümörlerde ve proliferasyon fazındaki endometrium endometrioid tümörlerde gözlenebilir. 3) Bipotent gonad taslağına göç yolu ile gelen pri-mordial germ hücreleri, bu taslağı Over veya testis yönünde değiştirme potansiyeline sahiptir. Germ hücreli Over tümörleri işte bu primor-dial germ hücrelerinden gelişir. Bu gelişim esnasında bu potansiyel değişim kendini gösterebilir ve bu nedenle Overdeki bir tümör, testisten çıkan bir tümör ile özdeş histolojik yapıyı oluşturabilir. Overdeki disgerminom ile testisteki seminom buna en iyi örneği oluşturur. 4) Overlerin gelişimi embriyojenik olarak böbrek ve adrenal beze çok yakın olarak gerçekleşir. Bu nedenle bu komşuluğun izlerini, Overden çıkan bir tümörde görebiliriz. Örneğin mezonefroid tümörlerde psödoglomerül (Hobnail) yapılarını ya da böbrek tümörlerinde görülen clearcell (berrak-hücreleri) gözleyebiliriz. 5) Overdeki siklik değişiklikler ve kan dolaşımının zengin olması Over tümörlerinin, kolay metastaz yapmasına ve kolay metastaz almasına neden olabilir. Overe metastaz sırası 1- Endometrium kanseri (en sık) 2- Kolorektal kanseri 3- Meme kanseri 4- Mide kanseri 5- Lenfomalar (en sık Burkitt lenfoması) Over tümörlerinin çeşitlilik nedenleri • Over ve testisin aynı mezanşimal dokudan gelişmesi • Primordial germ hücrelerinin Over ve testisi geliştirme potansiyeli • Çölemik epitelin metaplazi özelliği • Overin embriyolojik gelişiminin mezonefroz ve adrenallere yakın olması • Overde siklik değişikliklerin ve kan dolaşımının zengin olması Over tümörleri sınıflaması Over tümörleri orjin aldıkları hücrelere göre sınıflanırlar. A- Epitelyal tümörler • Seröz Tümörler (İyi huylu - sınırda - kötü Huylu) • Müsinöz Tümörler (İyi huylu - sınırda - Kötü huylu) • Endometrioid tümörler • Mezonefroid (Clear-Cell = Berrak hücreli) tümörler • Brenner Tümörleri (İyi huylu - Borderline -Kötü huylu) • Mikst Epitelyal Tümörler (İyi huylu - Borderline -Kötü huylu) • Non Differansiye Ca'lar 358 B- Seks cord Stroma s Gonadal Stromal Tümörler • Granulosa - theka hücreli tümörler • Tekoma (fibrom dahil) • Sertoli - Leydig hücreli tümörler (= Arrhenoblas-toma - Androblastoma ) • Gynandroblastoma • Özgün olmayan gonadal stroma tümörler C- Lipid (LİPOİD) hücreli tümörler D- Germ hücreli tümörler • Disgerminom • Endodermal sinüs tümörleri • Kötü huylu (olgunlaşmamış = immatür) Teratom • İyi huylu (olgunlaşmış = matür) Teratom • Struma ovari • Embriyonal hücreli karsinom • Poliembriyomlar • Koryokarsinomlar E- Gonadoblastoma F- Non-Spesifik bağ dokusu tümörleri G- Klasifikasyon dışı tümörler H- Metastatik (İkincil) Tümörler Epitelyal tümörler Seröz tümörler (Tüm epitelyal Over tm'lerin yarısını oluşturur) • Selim kistadenom (% 50-70) • Fibroadenom ve kistadenofibrom • Sınırda (düşük habis potansiyelli) seröz tümörler %10 • Habis seröz tümörler (% 25) 1) Selim Seröz kistadenom Genellikle ünilokülerdir. Açık renkli bir sıvı içerir. Kistin iç cidarı düzgün olup, çoğu kez basit folikül kistinden ayırt etmekte zorlanılır. Nadiren papiller yapı gösterebilir. Epiteli, tek katlı kuboidden, kolumnar epitele kadar değişen bir yapı gösterir. Hücreler çoğu kez siliali tu-bal epitele benzer. Fibroz bir stroması vardır ve hidro-pik dejenerasyon gösterir. Papiller yapı gösterenlerde Psammoma cisimcikleri vardır. Bunlar kalsiyum, magnezyum ve alüminyum ihtiva eden kalseröz granüllerdir. Röntgen filmlerinde görülebilinir. Psammoma cisimcikleri ayrıca tüm adenokarsinom, papiller tiroid Ca'da ve meningiomlarda görülebilinir. Psammoma cisimcikleri epitele yakın fibroz stromada görülür. 2) Fibroadenom ve Kistadenofibrom Histogenezisleri seröz kistadenom'lar ile aynıdır Bu tümörler etrafları hiperplastik fibroz doku ile çevrilmiş ve Over içine invaginasyon yapmış olan yüzey epi-telinden gelişirler. Memenin fibroadenomuna çok benzerler. Genellikle mikroskopik boyutlarda veya çok küçük olarak, tesadüfen görülürler. Eğer invaginasyon kistik oluşmuşsa ve büyük boyut-la-ra erişmişse Kistadenofibrom adını alır. 359 Genellikle selimdirler ve nadiren habisleşirler. 3) Sınırda seröz tümörler Mikroskopik olarak kistik ve papiller yapıda olabilirler. Düşük habaset potansiyeline sahip tümörlerdir. Uzun süre Over içerisinde kalırlar. Bu yüzden primer tedavi unilateral ooferektomidir. Atipik mitotik figür genellikle göstermezler. Nükleer atipi gösterebilirler ama bunlarda hafif ve orta derecedir. Periton yüzeyinde, omentumda ve pelvik organlarda multipl ve süperfisiel implantasyon metastazları görülebilir. Ama bunlar genelde noninvaziftirler. Asit ile birlikte de bulunabilirler. Ama stromal invazy-on göstermezler. Psammoma cisimcikleri vardır ve çok sayıdadır. Stromal nekroz ve/veya enflamasyon varsa, daha çok iyi diferensiye kanser düşündürtür. 4) Habis seröz tümörler Tüm Over kanserlerinin % 40-50'sini oluşturur. En sık 40-60 yaşlar arasında ortaya çıkar. Genellikle multilobuler ve semisolid kistik tümörlerdir. Genellikle yumuşak, frajil ve proliferatif papillaları vardır. Ve bazen bu papiller yapılar, tüm kist kavitesini dolduracak kadar artar. Kist sıvısı hemorajiktir. Mikroskopik olarak, tubal epiteli taklit eden bir yapıda görülür. Ancak kötü diferensiye olmuş vakalarda, bunu saptamak zorlaşır. Hücrelerde, pleomorfizim, atipik mitotik aktivite, nükleer atipi vardır. Stromal invazyon, nekrozis ve enflamasyon mevcuttur. Ortalama 5 yıllık yaşam %20'dir. • En sık görülen Over tümörleridir. • En fazla bilateral olan Over tümörleridir. • En fazla habisleşen Over tümörleridir. Müsinöz tümörler 1) Selim müsinöz kistadenomlar (Bütün selim Over tümörlerinin %15-20'si) 2) Sınırda müsinöz tümörler 3) Habis müsinöz tümörler 1) Selim müsinöz kistadenomlar: En sık 30-50 yaş arasında görülürler. Bazen gebelikte de bulunabilirler. Herediter predispozisyon gösterebilirler. Multilobuler yapıda olup, çoğunlukla büyük dev tümörler meydana getirirler. Müsinöz yapıda, soğukta jelatinöz kıvam kazanan, berrak bir sıvı içerirler. Çevre dokular ile yapışıklık yapabilen, enflamatuar reaksiyon gösterirler. Kist cidarı sekretuar hücrelerden oluşmuştur. Ve endo-servikal epitele çok benzerler. Ayrıca intestinal diferensasyon gösterebilirler ve Goblet Hücreleri saptanabilir Malinite potansiyeli %50'yi geçmez. Bu yüzden tümörün çıkartılması yeterli tedavidir. 2) Sınırda müsinöz tümörler Bunlar çeşitli derecelerde papiller ve nükleer atipi gösteren proliferatif epitele sahiptirler. Nadiren bilateral olup, makroskopik olarak benign müsinöz tümörlere benzerler. Mikroskopik olarak ise kolonun adenomatöz poliplerini andırır. Hafif nükleer pleomorfizim ve orta derecede mitotik figürler gösterirler. İki tipi vardır. 1) MMBT (Müllerian Müsinöz Borderline Tümör): En-doservikal yapı 2) İMBT (intestinal Müsinöz Borderline Tümör): İntestinal yapı ön plandadır. MMBT'ler %40'tan fazla bilateral olabilirler. Müsinöz borderline tümörler seröz borderline'lardan daha iyi bir prognoza sahiptirler ve 5 yıllık yaşam oranı %98'dir. Bu yüzden, kistin çıkarılması yeterli tedavidir. 360 3) Habis müsinöz tümörler Epitelyal Over kanserlerinin % 3'ünü oluştururlar. En sık 40-60 yaş arasında, ortalama 53 yaşında görülürler. Multilöbülerdirler. En önemli özellikleri invazif olmalarıdır. Çoğunlukla intestinal tipte hücre içeren bu tümörler, histolojik ve antijenik olarak kolon kanserlerine çok benzerler. Bunlarda CEA belirgin şekilde yüksek olarak bulunur. Beş yıllık yaşam süresi % 66'dır. Psödomiksoma peritonei: Müsinöz tümörler spon-tan veya operasyon esnasında rüptüre olurlarsa, müsinöz içeriği peritona implante olur ve burada müsinöz salgıyı yapmaya devam ederler. Neticede malnütris-yon, kaşeksi ve intestinal obstruksiyon gelişir. Histolojik olarak iyi huylu ama biyolojik olarak kötü huylu olan bu duruma psödomiksoma peirtonei denir. Ke-moterapi ve radyoterapi ile düzelmez. Tekrar tekrar operasyon gerekir. Çoğunlukla müsinöz tümörler appendiksin mukoseli veya kalın barsak karsinomu ile birlikte bulunurlar. Müsinöz tümörler • En fazla büyüyebilen Over tümörleridir. • İkinci sıklıkla görülen Over tümörleridir. • En fazla tekomatoza odaklarına sahip epitelyal Over Tm'leridir (Östrojen salgılayan odaklar). • Brenner ve dermoid kistler ile birlikte bulunabilirler. • Apandiksin mukoseli ve kolon kanseri ile birlikte bulunabilirler. • Gebelik ile birlikte bulunabilirler. • Goblet hücreleri içerebilirler. • Psödomiksoma peritonei yapabilirler • Habisleşme oranları düşüktür % 5-10 • CEA'ni en fazla salgılayan Over tümörüdür. Endometroid tümörler (% 15-20) Kökeni tam aydınlatılmamıştır. Kist cidarını döşeyen epiteli endometriumun proliferasyon fazındaki görünüşünü andırır. Nadiren benign olarak bulunur. Benign olanlar adeno-fibrom veya kistadenoma benzer. Malign endometroid tümörler, tüm epitelyal Over tümörlerinin % 15-20'sini oluşturur. Yüzde 50 sıklıkla bi-lateral olarak bulunur. İçerdiği glandüler epitel nötral ve asid mukus salgılar. Ve bazı hücreler içerisinde, tıpkı endometrial hücrelerde olduğu gibi glikojen granül-leri mevcuttur. Seröz ve müsinöz dejenerasyona uğrayabilir. Skuamöz diferansiyon da gösterebilir. Bu dejenerasyon benign ise prognoz iyi, malignse kötüdür. (Adeno - Akantom) Endometroid tümörler ile, endometriozis ve endomet-rium kanseri %20 sıklıkla birlikte bulunabilinir. Aynı zamanda mezonefroid tümörler ile birlikteliği de gösterilmiştir. 5 yıllık yaşam oranı % 40-55 arasındadır. Ancak bu oran tümörün evresi ve diferensasyonu ile yakından ilgilidir. Grade I ve Evre I endometrioid tümerlerde'de, 10 yıllık yaşam oranı operasyon sonrası % 100'dür. Endometroid tümör • 2. sıklıkla bilateral olan Over tümörüdür • Endometriozis ile en sık birlikte olan Over tümörüdür. • Adeno-Akantom'u endometriozis odağından çıkar. • Endometrium Ca ile identikal olarak en sık birlikte bulunan Over tümörüdür (% 20). • Seröz - Müsinöz dejenerasyon gösterebilir. • Mezonefroid tümör ile birlikte bulunabilir. 361 Mezonefroid tümörler (Berrak - Hücreli Tm, Clear - Celi karsinom, GRAWİTZ TM) Mezonefroid tümörlerler, bütün Over kanserlerinin % 5-1 Tini oluşturur. Bugün için germinal epitelden veya Müller kanalı epitelinden geliştiği anlaşılmıştır. Ancak 3 özelliği vardır ki, bunlar, bu tümörün mezonefrik kalıntılardan geliştiğini düşündürtmektedir. 1. Clear - Celi yapısının böbrek karsinomlarına benzemesi 2. Tubuler yapı içermesi ve HOBNAİL (psödo-glomerül) hücrelerini ihtiva etmesi 3. Tümörün, mezonefrik kanal trasesi üzerinde, her-hangi bir yerde ortaya çıkabilmesi % 97 tek taraflı bulunur. Ortalama görülme yaşı 48-58'dir. Tümörle birlikte olguların %10'unda hiperkalsiüri ve hiperpireksi vardır. %30 vakada ise tümör içerisinde Ca depolarına rastlanılır. Mikroskopik olarak, en büyük özelliği berrak, vakuollü sitoplazmaya sahip hücreler içermesidir. Bu vakuoller glikojen içermezler. Ayrıca tubuler yapı içerirler. Ve tu-bulusların lümenlerinde müsin salgısı bulunabilir. 5 yıllık yaşam oranı % 40-50'dir. Endometroid tümör ve endometriozis ile birlikte bulunabilir. Seröz tümörler ile birlikteliği de gösterilmiştir. Ayrıca endometroid ve seröz Over tümörlerinin %2' sinde Clear-Cell hücreleri görülebilinir. Mezonefroid tümör • Berrak hücre yapısı içerir. • Hobnail hücreleri vardır • Sadece Overde değil, mezonefrik trase boyunca görülür • Kalsiüri ve Ca depoları içerir • Endometriozis, endometroid tümör ve seröz tümör ile birlikte bulunabilir. Brenner tümörleri (Transizyonel hücreli tümörler) Brenner tümörleri, çolemik epitelden orjin alır. Ancak, metaplazi ile üriner sistem epiteline benzer bir yapı gösterir. Epitelyal Over tümörleri arasında tek kistik yapı içermeyen solid tümörlerdir. VValthard hücre artıklarından türediğini iddia edenler de vardır. Fibroma çok benzer ve onun gibi de Meigs sendromu yapabilir. Genelde, hemen her zaman postmenopozal dönemde ve unilateral olarak ortaya çıkar. İçerdiği tekomatoza odakları ile östrojen salgılayarak endometrial postme-napozal kanama veya endometrium kanserlerine neden olabilir. Bazen androjen salgılarsa defeminizasyon ve maskulinizasyon yaptırabilir. Nadiren 5 cm geçer. Ve nadiren habisleşebilir. Benign Brenner tümörleri, bazen seröz, müsinöz ve endometroid tümörler ile birlikte bulunabilir veya müsinöz dejenerasyona uğrayabilir. Habis brenner tümörleri ise mesane ve alt üriner sistem karsinomlarına çok benzeyen bir yapı gösterirler. Nukleuslarında Coffea Bean görünümü olan tek epitelyal tümördür. Meigs sendromu yapanlar • Fibroma ( Gonadal - Stroma Tümörü) En sık • Tekoma (Gonadal - Stroma Tümörü) • Brenner (Tek Epitelyal Over Tümörü) • Struma ovari (Tek Germ Hücreli Tümör) • Granuloza hücreli tümör (Gonadal Stroma Tümörü) 362 Mixt epitelyal tümörler Eğer bir epitelyal tümörde iki veya daha fazla hücre tipi varsa, mikst epitelyal Over tümörü adını alır. Mikst tümör adını alabilmesi için, ikinci hücre tipinin, tümörün en az % 10'unu oluşturması gerekir. Selim, sınırda ve habis mikst epitelyal tümörler olabilir. En sık rastlanılan selim mikst tümörler, Brenner-müsi-nöz veya seröz - müsinöz tümörlerdir. En sık rastlanılan habis mikst tümörler ise, endometroid, mezonefroid veya endometroid - müsinöz tümörlerdir. İndiferansiye karsinom Bunlar genelde solid ve kötü diferensiye kanserlerdir. Malignite potansiyelleri fazladır ve çok hızlı bir yayılım gösterirler. Genelde, Overdeki tümör küçüktür ama tanı konduğunda omentum ve peritona yayılmıştır Primer karsinomaların %5-10'u bu gruba girer. Ve yarısı bilateraldir. Beş yıllık yaşam oranı % 15'in altındadır. Sınıflandırılmayan Over tümörleri Temel histolojik yapıları karsinom olmasına karşın, ciddi anaplazi göstermeleri ayırıcı tanılarını güçlendirir. Seröz ve endometroid tümörler arasından sıklıkla çıkarlar. Yüksek malinite potansiyeline sahiptirler. Hepatoid Ca: Yeni tarif edilmiş, bir primer Over tümörüdür. Yetişkin kadınlarda görülür. Histolojik olarak, hepatoselüler ca'ya benzer, immunoreaktif a-feto proteine sahiptir. Gonadal stroma (seks-cord) tümörleri Tüm Over Tm'lerin % 3-4'ünü oluşturur. En sık 20-40 yaşları arasında görülür. En önemli özellikleri hormon salgılayabilmeleridir. Östrojen salgılarlarsa, endometrial kanama veya endometrium Ca nedeni olabilirler. Androjen salgılarlarsa, hirsutismus, defeminizasyon ve virilizasyon yaptırabilirler. Peutz - Jegers sendromu ve psödo puberta preacox yapabilirler. Bu tümörler, ovarial stromayı oluşturan, granuloza, Theca, Sertoli Leydig ve fibroblastlardan orjin alırlar. Bu gruptan çıkan tümörlerin bir ksmı Over dokusuna benzerken bir ksımı testiküler yapıyı andırır. Morfolojik yapıları, şaşılacak kadar birbirine benzer. Kesitleri çoğu zaman sarı renk gösterir. Feminizan diye bilinen bir tümör, maskülinizasyon da yapabilir. Veya maskülinizan diye bilinen bir tümör feminizasyon yaptırabilir. Bunun nedeni steroid sentezi yapabilen bir hücrede, enzimlerin ve biyosentez hızının farklı olabilmesidir. Ortak bir kökene ve ortak bir biyolojik aktiviteye sahip olan bu tümörler çoğu kez mikst şekikde bulunabilirler. En sık birlikte olabilenler granuloza -teka hücreli tümörlerdir. Gronuloza hücreli tümörler Tüm ovarial kanserlerin % 10'unu ve tümörlerin % 2'sini oluştururlar. Her yaşta ama en sık postmeno-po-zal yaşlarda görülebilirler (% 50). Postmenopozal endometrial hiperplaziye ve hatta en-dometrium kanserine neden olabilirler. Çünkü esas olarak östrojen salgılarlar. Püberteden önce görülürlerse psödo puberta preacox yaparlar ve psödo puberta preacox'un en sık rastlanılan nedenidir. Erken yaşlarda görülenler, genelikle habis olmazlar. Cinsel olgunluk çağında görülürlerse, KGH (kistik glan-düler hiperplazi), amenoreye kadar giden adet bozukluklarına neden olurlar. % 95 tek taraflıdırlar. Boyutları mikroskopik olabileceği gibi 30-40 cm çapında da olabilir. Sadece % 10 olguda Over dışına yayılım gösterirler ve asid oluştururlar. 363 Bunlarda başlıca 4 farklı histolojik tip ayırt edilir: Bu histolojik tiplerden 2 veya daha fazlası aynı tümör 1. Foliküler Tip: Cali - Exner Body içeren tipi budur. (Cali - Exner Body, inaktif ovuma benzeyen, sulu ve eozinofik hyalin materyal ile dolu, bir veya iki piknotik çekirdek içeren, küçük yuvarlak boşluklardır Ve granuloza hücreli tm'ler için patogno-moniktir) 2. Trabeküler tip 3. Tubuler veya alveolar tip 4. Diffuz veya sarkomatoid tip (en habis tip). Granuloza ve teka hücreli tümörler zaman zaman luteinizasyon odakları gösterebilirler. Bu takdirde progesteron salgılayarak, endometriumda aşikar desidual reaksiyon oluşturabilirler. Luteinizasyon odaklarının varlığı iyi prognoz bulgusu olarak kabul edilir. Peutz - Jegers sendromunun (intestinal polip + bazal hücreli nevüsler) en sık rastlanılan ovarial nedenidir. Tedavisi: Cerrahidir. Aslında çok iyi prognoza sahiptirler. Fertilitenin devamını isteyen olgularda, tek taraflı ooferektomi yapılabilinir. Ama 20-30 yıl sonra bile tekrarlayabileceği unutulmamalıdır. TAH + BSO yapılanlarda rekürrens sadece % 6'dır. Radyoterapi sıklıkla postoperatif olarak kullanılır. Ama prognoz üzerinde bariz bir etkisi yoktur. Rekürrens olgularında etkili olabildiği kabul edilir. • Her yaşta görülebilen 2. Over tümörüdür (l.der-moid kist) • %50'den fazlası Postmenopozda görülür. Postmenopozal kanama (% 65) ve endometrium Ca (% 20) yaptırtabilir • Erken pubertenin en sık rastlanılan tümöral nedenidir. • Çocuklarda habis değildirler • Cali - Exner Body içerirler • Progesteron salgılayan tek Over tümörüdür • Peutz - Jegers sendromuna en sık neden olan Over tümörleridir. • Nadiren Meigs sendromu yapabilir. • Olier hastalığı ile en sık birlikte bulunan tümördür. • Klasik tedavi unilateral ooferektomidir. Tekoma Tüm Over tümörlerin % 0,6 sini oluştururlar. Lipitten zengin, teka interna hücrelerine benzeyen, stromal kaynaklı hücrelerden oluşmuşlardır. Ama bu hücreler arasında granuloza hücre gruplarına da rastlanılır. Genellikle tek taraflı ve selimdirler. Lipitler hemen her zaman intraselüler olarak bulunurlar. Bunun anlamı steroid sentezi yaptıklarıdır. Gerçekten de sıklıkla östrojen sentezlerler. En sık postmenopozal dönemde görülürler. Çocuklarda veya gençlerde görülmeleri çok nadirdir. Mikroskopik büyüklükten 20 cm çapına kadar olabilirler. Leydig hücreli tümörlere çok benzerler. Onlardan Re-inke kristallerinin olmaması ile ayırd edilirler. Teka interna benzeri hücrelerden oluşmalarına rağmen esas olarak östrojen salgılamaları şaşırtıcıdır. Östrojen salgılayarak KGH ve endometrium karsino-muna neden olabilirler. Meigs sendromu yapabilirler. Tedavi: Çoğu zaman unilateral ooferektomi ve hatta VVedge rezeksiyonu ile tedavi edilirler. Ama eğer granuloza hücre komponentleri fazla ise, habisleşme potansiyelleri fazla olduğundan, TAH+BSO tercih edilmelidir. Sertoli - Leydig hücreli tümörler (Androblastoma - Arrhenoblastoma) • En sık rastlanılan gonadal stroma tümörüdür. • Selim ve tek taraflıdır. • Meigs Sendromunun en sık nedenidir. • Hormonal aktif değildir. 364 • Postmenapozal dönemde sık görülür • Görün sendromu ile en sık birlikte bulunan tümördür. • Tümörün çıkartılması yeterlidir. Fibrommalar • Teka interna benzeri hücrelerden oluşur. • Selim ve tek taraflıdır • Leydig hücrelerinden, REİNKE kristalleri içer-meyişi ile ayrılır. • Esas olarak östrojen salgılar. KGH ve endometrium kanseri yapar. • Meigs sendromu yapabilir • Unilateral ooferektomi yeterlidir. Bütün Over tümörlerinin % 4'ünü oluşturur ve gona-dal stroma tümörleri arasında en sık görülenidir. Ancak, hormonal aktif değildir. Over üzerinde bir nodul şeklinde olabileceği gibi, tüm batını dolduracak büyüklükte de olabilir. Solid bir tümördür ve genellikle tek taraflıdır. Ortalama 48 yaşlarda görülürse de, daha fazla postmenapo-zal dönem tümörüdür. Mikroskopik olarak, fibröz doku çeşitli şekillerde karşımıza çıkabilir. Bazı kısımlarda, fuziform ve yıldız şeklinde, bazı kısımlarda ise iğ şeklinde hücre grupları görülür. Kas (fibromyom), kıkırdak (fibrokondrom) veya kemik (fibroosteom) ile birlikte bulunabilir. Bu yüzden kalsifiye odaklar içerebilir. Meigs sendromuna en sık neden olan tümördür Peutz Jegers sendromu ile birlikte bulunabilir. Tedavi: Tümörün çıkartılması yeterlidir. Tüm Over tümörlerinin % 0,4'ünü oluşturur. Bir diğer deyişle en nadir görülen Over tm'leridir. İçerdikleri Sertoli ve Leydig hücreleri embriyonal gonadal mezenşim-den gelişir. Daha çok genç hastalarda görülür. Ortalama yaşı 24,5' dur. Esas olarak androjenik tümörlerdir. Hirsutismus defe-minizasyon ve virilizasyon yaptırırlar. 20-40 yaş arasında ortaya çıkan virilizasyonun en sık rastlanılan nedenidir. Genellikle küçük ve habis tümörlerdir. Ama habisleş-mesi diğer Over tümörlerinden çok daha azdır. Eğer iyi diferensiye ise habis değildir. Bu durumda, tu-buler yapıdadır ve tubuler yapıları Sertoli-Leydig hücreleri çevreler. Kötü diferensiye olanlarda Sertoli hücreleri predo-minanttır. Leydig hücreleri Reinke kristalleri içermesi ile tanındığı için, varlığında iyi prognoz kriteri kabul edilir. Diferansasyonun çok az olduğu durumlarda, müsinöz epitel kıkırdak ve çizgili kas gibi değişik yapılarda içerebilir. Androblastoma terimi, bunlara, testisin gelişim evrelerini taklit ettiği için verilmiştir. Ama bunların hücrelerinde, Barr cisimciği bulunması ilginçtir. Arrhenoblastoma terimi ise, androjen salgılama özelliğini belirlemek için kullanılır. Bunlar, testesteron başta olmak üzere AS ve DHEA salgılayabilirler. Bununla birlikte, hormonal yönden değişik tipleri olabilir. Sadece Sertoli hücreleri içerenler, ya hormonal inaktiv-di, ya da östrojen salgılayabilirler. Sadece sertoli hücrelerinden oluşmuş, tubuler yapı gösteren Pick'in tubuler adenomu östrojen salgılar. Leydig hücreleri fazla ise, androjen salgı ön plandadır. Ancak bunlarda sarkomatöz değişiklik oluşabilir. Bunlar Cushing sendromu yapabilirler. Üriner 17-ke-tosteroid seviyeleri bu durumda yüksek bulunur. Tedavi: Malignite potansiyelleri düşük olduğu için, fertilite devamı isteyenler için tümörün çıkartılması yeterlidir. Hilus hücreli tümörler Matür hilus hücrelerinden veya ovarian mezenşim-den köken alırlar. Tümörler uniform, sitoplazmaları li-poid vakuoller ve reinke kristalloidleri içeren, poligonal hücrelerden oluşmuştur. 365 Hem androjen hem östrojen salgılayabilirler. Ama maskülinizasyon ön plandadır. Hemen her zaman küçük ve tek taraflı oluşan selim tümörlerdir. Sadece yaşlı kadınlarda görülürler. Gynandroblastoma Çok nadir ve tek taraflı tümörlerdir. Yapısında hem Call-Exner cisimciği içeren granuloza hücreleri hem Sertoli - Leydig hücreleri vardır. Leydig hücreleri Reinke kristalleri içerir. Hem androjen hem östrojen salgılarlar Defeminizasyon yapmadan virilizasyon yapmaları dikkat çekicidir. Androjen etki Ön plandadır. Lipid hücreli tümörler Lipid hücreli tümörler, ayrı bir grup olarak kabul edilse de bunlar, gonadal - stroma tümörlerine çok benzer. Tümör hücreleri incelenirse, hilus hücreleri, Leydig hücreleri yanı sıra sürrenal korteks hücrelerini andıran yapılara rastlanılır. Daima tek taraflıdır. Sarı renkli ve solid tümörlerdir. Genellikle androjenik etki ön plandadır. Ama hor-monal inaktif olabilecekleri gibi, östrojen de salgılayabilirler. Cushing sendromu yapabilirler. Ayrı bir grup olmasının nedeni, sürrenal korteks kalıntılarından oluştuğunun düşünülmesidir. Hipemefromlar bu gruba girerler. Bu takdirde eritro-poetin salgılarlar ve çok malin olurlar. Germ hücreli tümörler • Tüm Over tümörlerinin %15-20'sini oluştururlar. • En sık 20-40 yaşları arasında görülürler. • Disgerminom hariç, hemen hepsi tek taraflıdırlar. • Dermoid Kist (matür teratom) hariç hepsi habistirler. • Saf halde bulmak çok zordur. İki veya üç tipi karışık bir şekilde bulunurlar. • Hormonal aktif değildirler ama kendilerine özgü tümör markerleri oldukça fazladır. (HCG-LDH-HPL-PLAP- AFP) • HCG salgılayarak yalancı erken puberte yapabilir. 366 DİSGERMİNOM En sık görülen habis germ hücreli tümörlerdir. Tüm Over kanserlerinin % 2-4'ünü oluştururlar. Germ hücreli Over kanserlerinin ise % 50'sini teşkil ederler. Mikroskopik olarak solid tümörlerdir. Mikroskopik olarak, primordial germ hücrelerini andıran yuvarlak veya poligonal hücrelerden oluşmuşlardır. Bu hücrelerin, bir veya daha fazla nükleoli içeren vezi-küllü nukleusları ve glikojen içeren, granülleri berrak stoplazmaları vardır. Bazen içlerinde % 1-2 sıklıkla görülen sinsitiyotrofoblastları andıran dev hücreler vardır. Bu hücreler HCG salgılarlar. Bu takdirde, Overin geri kalan kısmında, luteinizasyon görülür. Hemoraji ve nekroz içeren alanları varsa, bu alanlarda endodermal sinüs tümörlerine rastlanılabilinir ve bunlarda AFP salgılarlar, kistik yapı içeren bölümlerinde ise immatür teratom'lara rastlamak mümkündür. Olguların % 75'i 10-30 yaşlar arasındadır. Ortalama yaşı 22.dir. Çocuklarda, adolesans'da, gebelikte ve Y Kromozomlu disgenetik, gonadları olanlarda bulunabilir. Tek bilateral olabilen, germ hücreli tümördür. Ama genellikle tek taraflıdır. Profoz safhasında gelişimi durmuş tetraploid DNA içeren oositlerden geliştiğini iddia edenler de vardır. Bu konu ile ilgili olarak, primordial germ hücrelerinden çıktığını, bunların erkeklik ve dişilik yönünde henüz farklılaşmadıkları için; 1) Testisteki seminom ile özdeş olduğu 2) Seks kromozom anomalisi olanlarda da sık görüldüğü ileri sürülmektedir Genellikle kapsüllüdürler ve tümör bu kapsülü yararak çevre organları infiltre eder. Disgerminom'da şu kriterler varsa kötü huyluluk düşünülmelidir. 1- Bilateral ise 2- Ameliyatta saçılma söz konusu ise 3- Kapsül sağlam değilse veya aşılmışsa 4- Beraberinde teratömatöz veya trofoblastik Öğeler var ise Radyoterapiye en hassas olan Over tümörüdür. Ovarial disgenezis vakalarında gonadoblastoma ile birlikte bulunabilir. Prognozu en iyi olan habis germ hücreli tümördür HCG salgılayarak, psödo puberta preacox'a en sık ne den olan germ hücreli tümördür Tedavi Hastanın yaşı ve fertilite durumu göz önüne alınarak planlanır. Asidi olmayan, periton sıvısında sitolojisi negatif çıkan, kapsülü sağlam olan ve negatif lenfogra-mı olan, çocuk isteyen genç kadınlarda, unilateral sal-pingo ooferektomi yapılır. Bu takdirde, rekürrens oranı %22'dir. Ama postoperatif radyoterapi ile bu rekür-rensler % 60-100 oranında engellenir. Bunun dışındaki vakalarda veya Y gonadal disgenezili olgularda, bilateral olarak gonadların çıkartılması gerekir. Uygun vakalarda rekürens oranı %9'dur; ve radyoterapi ile rekürensle engellenebilmektedir. Tümör sadece Overde ise, 5 yıllık yaşam oranı %96 iken, tümör Overin dışına çıktığı takdirde, bu oran % 63'e iner. Tümör Over dışına taşmış ise kemoterapi gerekir. Dis-germinomda tercih edilen protokol BEP protokolüdür (Bleomisin - Etoposid ve Cisplatin grubu) Endoermah sinüs tümörleri Tüm Over kanserlerinin yaklaşık olarak %1'ini temsil eder. Ve Disgerminom'dan sonra ikinci sıklıkla görülen germ hücreli kanserlerdir. 367 Yolk sac (Vitellin Kesesi) kökenlidir. Hemen her zaman tek taraflı ve büyük tümörlerdir. Ortalama görülme yaşı 19'dur. En habis Over tümörüdür. Daha Evre 1a'da iken bile mortalite % 93'dür. Zaten endodermal sinüs tümörlerinin, klinik prezentasyonu çok akuttur. Olguların yarısında, klinik belirtilerin ortaya çıkışı bir haftayı geçmez. Abdominal ağrı ve abdominal kitle hızla oluşur. Tümör, rüptür, hemoraji veya torsiyon ile, appandisiti taklit edebilir. Yolk Sac'tan kaynaklandığı için, bu tümörler AFP salgılarlar. Tümörün tedavi sonrası gelişimi AFP ile takip edilir. B HCG bunlarda yükselmez. Yüksek AFP ve düşük HCG seviyeleri bunlar için karakteristiktir. Makroskopik olarak, tümör tek taraflı ve büyüktür. Kesitlerinde bal peteği görünümü vardır. Operasyon esnasında çok kolay rüptüre olabilirler. Sadece % 5 olguda bilateral olurlar. Ve endodermal sinüs tümörler % 15 olguda aynı Overde selim matür te-ratom ile birlikte bulunurlar. Mikroskopik olarak, bu tümör bazı alanlarında, psö-dopapiller yapılar gösterirler. Ve psödopapiller yapılar Schiller - Duval cisimcikleri olarak adlandırılırlar. Bu yapılar, mezonefrik glomeruli de de görülmesine karşın, endodermal sinüs tümörleri, mezonefrik kanal orjinli değillerdir. İntraselüler ve ekstraselüler, hiyalin cisimciklerine sahip olması, bu tümörün bir diğer özelliğidir. Tedavi Hızlı tedavi esastır. Ama çoğu zaman cerrahi girişim ve radyoterapi için geç kalınmıştır. Bu takdirde, VEP protokolü ile kemoterapi önerilmektedir. Mortalitenin VEP tedavisi ile % 50'ye indirildiğini belirten yayınlar vardır. İnmatür teratom (habis teratom) Habis germ Hücreli tümörlerde 3. sırayı alır. Özellikle çocuklarda ve genç kadınlarda sık görülür. Ortalama yaşı 19'dur. Her 3 germ yaprağından orjin alır. (Endoderm - Mezoderm - Ektoderm) Ama bunlardan gelişen dokular iyi diferensiye olmamışlardır. Bu dokular ne kadar, matü-rasyondan uzak iseler, tümör o kadar habis olur. Makroskopik olarak, büyük, tek taraflı olup, ortalama çapları 18 cm'dir. Hakim doku solid yapılardır. Fakat kistik kısımları da bulunur. En sık saç en nadir diş ihtiva eder. Ayrıca, makroskopik olarak kıkırdak, kemik ve kartilajlar da görülebilinir. Mikroskopik olarak, çok çeşitli yapılar gösterir. Ve endodermal sinüs tümörü ile ayırd edilmelidir. Çünkü endodermal sinüs tümörü yapıları içeriyorsa "Mikst Germ Hücreli" tümör sınıfına sokulur ve prognozu daha kötü olur. Malinite belirlenmesinde sinir dokusunun varlığı ve diferansiasyon derecesi göz önüne alınır. Mito-tik aktivitenin derecesi de prognozu belirleyen bir diğer faktördür. AFP, HCG ve CEA salgılayabilir ama bunlar yüksek seviyelere ulaşamaz. Tedavi Evre I olgularda, tek taraflı ooferektomi yeterlidir. Ama operasyon esnasında rüptür olmuş ise, kemoterapi ilave edilir. Evre II ve lll'de, operasyon daha geniş tutulur ve kemoterapi mutlaka ilave edilir Ortalama 5 yıllık yaşam oranı %3'dür. Matür selim, olgunlaşmış, teratom, kistik teratom, dermoid kist Birinci mayoz bölünmeden sonra duraklayan germ hücrelerinden oluşur. İyi farklılaşma gösteren ektoder-mal, mezodermal ve endodermal yapıların herhangi bir bileşkesinden oluşmuştur. Tüm ovarial neoplazmaların %18-25'ini oluşturur, (se-röz ve musinöz kistadenomlardan sonra 3. sırayı alır.) 368 Her yaşta görülebilir ama en sık 20-40 yaşlarında görülür. %12 vakada bilateraldir. 5-10 cm çapındadır. Eğer tekse daha fazla sağ tarafta görülür. Genellikle tek boşlukludur ve bu boşlukta koyu yağlı bir materyal ve karışık saç kitleleri vardır. Kistin bir kutbunda, hücresel elementler ile çeşitli dermal yapıların çoğunu içeren solid bir kısım vardır. En sık görülen dokular, diyaframın yukarısında kalan dokulardır (cilt, ter bezleri, solunum epiteli, kıkırdak, vs.). Ektodermal yapılar hemen her zaman bulunur, mesodermal ve endodermal yapılar, biraz daha seyrek görülür. Diş % 30-50'sin-de bulunur. Uzun bir sapı olduğu için, sıklıkla, uterus önünde palpe edilir. Kolay torsiyone olur. Malignleşme ihtimali % 1-2'dir. Ve bu da menapozdan sonra olur. Eğer malignlesirse % 80 ihtimalle epider-moid karsinoma ve nadiren de sarkoma dönüşebilir. Bu taktirde prognozu çok kötü olur. En sık torsiyone ve infekte olan Over tümörüdür. Prolaktin salgılayabilen iki Over tümöründen birincisidir. İkincisi gonadoblastoma'dır. Birlikte oto-immun hemolitik anemiye rastlanır. Struma ovan Aslında selim kistik teratomun bir çeşididir. Ancak bunlarda, kistin hücresel kısmının %50'den fazlasını tiroid dokusu oluşturur. Tüm teratomların sadece %2'si struma ovari'dir. Bunların %10'unda hipertiroidi bulguları olur. Kist çıkarılınca düzelir. Meigs sendromu yapabilirler. %5 ihtimalle malignleşebilir. Karsinoid Tümör: Teratomların %1'inde görülür. Tra-bekülar veya insüler olmak üzere iki çeşit yapıdadırlar. Karsinoid sendroma neden olurlar. Her zaman tek taraflıdırlar. Argentaffin granülleri içerir. Serotomin salgılarlar. Embriyonal hücreli karsinom Tüm germ hücreli tümörlerin %4'ünü oluşturur. Ortalama görülme yaşı 14'tür. Makroskopik olarak soliddir. Mikroskopik olarak, primitif germ hücrelerinin solid kısımlarına ve guddeye benzer yapılar içerdiği gözlenir. Embriyoner karsinomlar dinamik bir farklılaşma po-tensi taşıyan ilginç tümörlerdir. Ekstraembriyojenik yönde farklılaşırsa endodermal sinüs tümörlerine ve koryokarsinomaya dönüşebilir. Embriyojenik yönde farklılaşırsa habis teratoma dönüşebilir. Bu değişim devamlı olduğu için tümörü saf haliyle bulmak çok nadir bir olaydır. Embriyonal karsinom, endodermal sinüs tümörleri ile koryokarsinomaya dönüştüğü taktirde HCG ve AFP salgılayabilir ve puberta preacox yapabilir ve bu kızda gebelik testi (+) olabilir. Çok habistirler ve Evre 1 a'da bile %50 ihtimalle morta-lite vardır. Poliembriyomalar Çok sayıda embrioid cisim içeren, son derece habis tümörlerdir. Kariokarsinoma Overin primer koryokarsinomu nadiren saf halde bulunur. Genellikle karışık germ hücreli tümör elemanlarını içeren "kombinasyon germ hücreli tümörler" içinde görülürler. Eğer saf halde ise, büyük ihtimalle gestasyonel orijinlidir, yani metastatiktir. Saf diyebilmemiz için puberte-den evvel görülmesi gerekir. Bu taktirde sito ve sinsit-yotrofoblastlardan oluşmuş, HCG salgılayan saf epitel-yal yapıda bir tümör ile karşılaşırız. Kemoterapiye duyarsızdır. Erken puberte puberta pra-ecox yapabilir. 369 Kombinasyon germ hücreli tümörler Şimdiye kadar bahsedilen germ hücreli malign tümörlerin 2 veya daha fazlasının bir tümörün içinde bulunmasıdır. Germ hücreli tümörlerin %8'ini oluşturur. Ortalama görülme yaşı 16'dır. Yapısında, endodermal sinüs tümörü, koryokarsinoma ve immatür teratom oranı ne kadar fazla ise, o kadar habistir. Puberta praecox yapabilir. Gonadoblastomlar (Germ Hücreli Tümörler + Gonadal Stroma Tümörleri) Gonadoblastoma, disgerminoma hücrelerine çok benzeyen germ hücreleri ve "gonadal stroma" hücrelerinin karışımından ibarettir. Stroma hücreleri Sertoli hücrelerini çok andırır. 2/3'ünde, Reinke kristalleri içermeyen Leydig hücrelerine benzer hücreler de görülür. Gonadoblastomlar, çoğunlukla Y kromozomu taşıyan disgenetik gonadlardan çıkarlar. Doğum yapmış bir kadında veya gerçek bir hermafroditte görülmeleri imkansız gibidir. Gonadal stroma içerdikleri için, androjen veya östrojen salgılayabilirler. Solid tümörler olup, sadece 1/3'ü bilateraldir. Tümör içerisinde, endodermal sinüs tümörü, embriyonal karsinoma veya koryokarsinoma odakları varsa, prognoz kötüleşir. Gonadoblastoma, anormal gonadların en sık görülen tümörüdür. Ve sadece gonad kökenlidir. Fenotipleri kadın olan bu tiplerin %90 Y kromozomları vardır ve Barr cisimcikleri negatiftir. Hayatın ilk 30 yıl içerisinde ortaya çıkarlar ve öldürücüolurlar. Metastatik (İkincil tümörler) Over kanserlerinin yaklaşık %10-30'u metastatiktir. Genellikle bilateraldir (%75). %60'ı 50 yaşından önce görülür. Oysa primer Over kanserleri bu yaştan sonra (60-70) görülür. Overe metastaz yapan kanserler, sıklık sırasına göre şöyle sıralanırlar: 1. Endometrium kanseri 2. Kolorektal kanser 3. Meme kanseri 4. Mide kanseri 5. Lenfomalar. (%50'si Burkit lenfoması) Ancak meme kanseri %20-30 olguda identikal olarak Over kanserleriyle birlikte bulunurlar. Krukenberg Tümörü: Özellikle GİS'ten kökenini alan metastazlar için tipiktir. Taşlı yüzük manzarası taşıyan hücreler patognomoniktir. Bu hücrelerde müsin birikmesi neticesi, nüve hücrenin bir kenarına doğru itilmiştir. Akut Krukenberg Sendromu: Lenfatiklerin tümör embolileri ile tıkanması ve tümörde süratle sıvı toplan-masıdır. Bu, karında asit, hidrothoraks ve şiddetli ağrı yapar. Overdeki metastatik tümör odakları Over stroması hücrelerinin stimule ederek hormon yapımına neden olabilirler. Bu şekilde bir tablo granulosa - teka hücreli tümörleri akla getirebilir. 370 Over CA'nın evrelenmesi Cerrahi evrelendirme, Over kanseri cerrahisinin en önemli basamaklarından birisini oluşturmaktadır. Çünkü hem tedavinin hem de prognozun belirlenmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu önemine karşın, cerrahi evrelendirmenin tam yapılmaması birçok hastada evrenin tam olarak ortaya çıkmasını ve dolayısı ile yeterli tedavi olanaklarının tam olarak uygulanmasını önler. Over kanserlerinde evrelendirme cerrahisi: • Önce karın orta kat insizyonu ile açılır ve tüm abdo-minopelvik kavite ve organları eksplore edilir. Peri- toneal yüzeyler gözden geçirilir. • Batın içine girilir girilmez, eğer varsa asitten, eğer yoksa batın yıkanarak yıkanma sıvısından sitoloji için örnek alınır. Örnek alınacak bölgeler sırası ile sağ ve sol parakolik mesafeler, diafram altı bölgeler ve Douglas boşluğudur. • Bundan sonra mutiple biyopsi alınımına geçilir. Tüm şüpheli lezyonlardan, adezyonlardan ve sitoloji için sıvı alınan yerlerden biopsi alınır. Ayrıca, normal görülen bölgelerden de sistematik olarak biopsi alınmalı ve böylece mikroskopik hastalık tanınmaya çalışılmalıdır. • Retroperitoneal alana girilerek, pelvik ve paraaortik lenfadenektomi yapılması bunu izler. • Vakanın ağırlığına göre ya total ya da infrakolik omenektomi yapılır. • TAH + BSO veya seçilmiş olgularda tek taraflı ove-rektomi uygulanır. • Eğer gerekiyor ise appendektomi ve diğer organ re-zeksiyonları gerçekleştirilir. Dikkatli bir evrelendirme sonucunda, Overe sınırlı görünen kanserlerin %30'unda gizli (okult) metastazlara rastlanılır. Özellikle peritoneal yıkama ve paraortik lenf bezi direksiyonlarında bu okult metastajlar en sık görülür. Evrelendirmee cerrahi olarak yapılır ve in opkriteri yoktur. Evre I- Tümör büyümesi Overde sınırlıdır. I A: Büyüme bir Overde, asit yok (a. Kapsül salim b. Kapsül rüptüre) I B: Büyüme iki Overde, asit yok (a. Kapsül salim b. Kapsül rüptüre) I C: Büyüme bir veya iki Overde ama içinde malign hücreler bulunan asit mevcut. Evre II - Büyüme bir veya iki Overi tutmuş ve pel-vik yayılım yapmış. I A: Yayılma ve/veya metastaz, uterus ve/veya tuba-ya olmuş. II B: Diğer pelvik dokulara yayılmış. I C: Asit de vardır. Evre III - İntraperitoneal Yayılma ile birlikte, bir veya iki Overi tutan tümör. Karaciğer kapsülü atake eden metastaz III A: Tümör gerçi pelvistedir ama peritonda mik roskopik metastazlar mevcuttur. III B: Peritonda 2 cm'den küçük metastazlar vardır. Lenf nodlarına metastaz yoktur III C: Peritonda 2 cm'den büyük metastazlar vardır. İnguinal veya retroperitoneal lenf nodlarına metastazlar vardır. Genellikle tümör bu safhada gerçek pelvis içindedir. Ama histolojik olarak ispatlanmış ince barsak ve omentum metastazları da vardır. Evre IV - Uzak metastazlar ile birlikte bir veya iki Overde büyüme vardır. Karaciğer parankimi-ni tutar veya plevrada malign effüzyona neden olur. 371 Over kanserlerinde yayılma • Peritoneal implantasyon: En sık ve ilk görülen yayılma yoludur. • Per continuatem (komşuluk): Tuba, uterus, mesane ve rectuma bu yol ile yayılırlar. • Lenfatik yol: Over lenfatikleri diğer genital organ lenfatiklerinden daha sık ve geniş kapsamlıdır. Para- aortik lenf bezlerine çok çabuk metastaz yapar. Bunu subovariel lenf bezlerine metastaz izler. • Hematolojik yol: Uzak metastazları izah eder. • Asit: Peritoneal yayılımı hızlandırır Over tümörlerinde klinik belirtiler İlk ve en erken bulgu abdominal distansiyon olarak kabul edilir. Bası belirtileri: (mesane -»inkontinans) (üreter → hidronefroz) (rektum → konstipasyon (pelvik venler → varisler ve alt extremitelerde ödem) • Asit • Ağrı: Tümörün büyümesi veya sinirlerin atake edilmesi. • Hormonal düzensizlikler: Gonadal stroma tümörleri genellikle östrojen veya androjen salgıladıkları için oligomenore - amenore'den virilizasyona kadar giden belirtiler verir. • Erken puberte Gonadal stroma tümörlerinde östrojen ve androjene bağlı, germ hücreli tümörlerde HCG'ye bağlı olarak gelişebilir. • Struma Ovari: Hipertiroidi yapabilir. • Meigs Sendromu: Fibroma, Thekoma, Brenner Tm, • Selim papiller kistadenoma, Struma Ovari, granu-loza hücreli tümör, Strumu Ovari • İnfertilite • Torsiyon veya rüptüre bağlı akut batın gelişebilir. En çok torsiyone olan, dermoid kisttir. • Bilateral, sabit ve uterusa yapışık ise, %90 habistir. • Tipi ne olursa olsun, tüm Over tümörleri hebisleşebilir (%20-50). • Eğer menopoz sonrası veya 20 yaş öncesinde ise, bu ihtimal artar. • 7 cm'den büyük kistlerde veya solid kısımların fazla olduğu kistlerde bu olasılık artar. • İleri aşamada kaşeksi ve uzak metastazlara bağlı sbelirtiler ortaya çıkar. Tedavi Over kanserlerinin primer tedavisi cerrahidir ve bu tedavide in-op sınırı yoktur. Klasik olarak, tek başına cerrahi tedavi ancak Evre-1A ve Evre-1B olgularında olasıdır. Evre-1C'den itibaren mutlaka adjuvan kemoterapiye gereksinim vardır. Cerrahi tedavinin törapötik amacı tüm tümörü çıkartmaktır. Ancak bu Evre-1 ve bazı Evre-2 olgularında mümkün olmaktadır. İleri evrelerde tümörün tümünün ve metastazların tümünün çıkartılması mümkün olmamaktadır. Bu durumlarda sitoredüktif cerrahi (debul-king) uygulanabilir ve 1 cm'den daha büyük rezidü bırakmaksızın cerrahi çıkarım gerçekleştirilir. Evre-1A-1B-GRADE 1-2 • TAH + BSO (fertilite arzusu varsa USO) + cerrahi evreleme • Clear Celi kanser hariç Evre-1 A-B - GRADE 3 veya Evre-1 C ile Evre-2 • TAH + BSO + PPLND + Adjuvan kemoterapi • Crear Celi kanser dahil 372 Evre-lll-IV • Sitoredüktif (debulking) cerrahi: rezidü 1 cm'den küçük • TAH + BSO + PPLND + Omenektomi + appen-dektomi • Adjuvan kemoterapi PPLND: Pelvik ve paraortik lenf bezi dirreksiyonu Sitoredüktif cerrahi: Büyük ovarian kitlelerin ve omen-tumun çıkartılması tümör yükünü yaklaşık %8Q-90 azaltmaktadır. Sitoredüktif cerrahi, teorik olarak, tümör hücrelerinin sayısını azaltarak, adjuvan kemotera-piden daha fazla yarar sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Sitoredüksiyon, kemoterapiye duyarlılığı, tümör hücrelerinin perfüzyonunu ve grovvth fraksiyonunu artırarak sağlamaktadır. Kemoterapötik ajanlar hücrelere kapiller perfüzyonla ulaşmaktadır. Bu ancak 2 cm'den küçük implantlarda mümkün olmaktadır. Diğer taraftan tümör hücreleri özellikle proliferasyonun olduğu grovvth fraksiyonunda sitotoksik ajanlara duyarlıdır ve GO fazında bumn-lara yanıt vermezler. Sitoredüksiyon, aynı zamanda hastada büyük tümörün metabolik etkilerini ortadan kaldırarak, asit oluşumunu engelleyerek ve beslenmeyi düzelterek, adjuvan tedaviden bağımsız olarak palyasyon oluşturmaktadır. Yakın zamana kadar 2 cm'den küçük olarak kabul edilen optimal sitoredüksiyon, günümüzde 1 cm'den daha küçük olarak kabul edilmiş ve benimsenmiştir. Günümüzde 2 cm'den küçük olan tüm rezidüel tümörlerde yaşam süresinin aynı olduğu bildirilmektedir. Preoperatif CA-125 seviyesi 500 u/ml'den düşük olan hastalarda optimal sitoredüksiyon olasılığı %73 iken, yüksek olanlarda bu oran %22'ye düşmektedir. Kemoterapi: Over kanserleri genel olarak kemoterapiye iyi cevap veren tümörlerdir. En sık kullanılan ajanlar platin deriveleri ve paklitakseldir. Günümüzde karboplatin + paklitaksel kombinasyonu standart kemoterapi olarak kabul görmektedir. Topotekan ve gemsitabin gibi ajanlar, genellikle ikinci sırada kullanılırlar.Genelde Over kanserli hastalarda radyoterapi tercih edilmez. Platin deriveleri: • Sisplatin, bu grubun ilk örneği ve prototipidir. • DNA çift zincirlerine çapraz bağlanma yaparak etki eder. • Hücre siklusuna özgü olmayan bu ilaç alkilleyici gibi etkilidir. • Mide ve barsaktan emilmediği için sadece i-v. kullanılır. • En önemli yan etkisi nefrotoksisitedir. Bu nedenle ilaç öncesi ve sonrasında hidrasyon yapılmalıdır. • Diğer önemli yan etkileri, nörotoksisite (periferik nöropati) ve ototoksisitedir. • Güçlü bulantı ve kusma yapar. • Karboplatin ikinci kuşak bir platin türevidir. • Nefrotoksisitesi ve bulantı, kusma yapıcı etkisi daha azdır. Buna karşın kemik iliği toksisitesi daha fazladır. Trombosit sayısına bakarak verilmelidir. • Calvert formülüne göre kullanılır. Paklitaksel: • Taxus türü bitkilerden elde edilen taksanların ilki ve prototipidir. • Primer etkisi mitozu metefaz döneminde mitoz iğ-ciklerinin oluşumunu engelleyerek bozmaktadır. Bu nedenle mitoz zehiri olarak da bilinir. • Nörotoksik etkileri vardır. • Platin deriveleri ile kullanıldığında daha iyi ve daha kalıcı yanıt alınır. Topotekan: • Topoizomeraz-I inhibitörüdür. • Platin türevlerine refrakter olgularda kullanılır. • Sadece i-v. uygulanışı vardır. • En önemli toksik etkisi kemik iliği toksisitesidir. Gemistabin: • Primidir antimetabolitidir. 373 • Kemoterapiye aşırı rezistan gösteren olgularda kullanılır. • Önemli toksisitesi kemik iliği depresyonu yapmasıdır. • Sadece i-v. kullanılır. Kemoterapide kullanılan diğer ajanlar ise dosetaksel, etopsoid, doxorubisin, vinorelbin, ifosfamid, 5Floraurasil ve heksammetil melamindir. Over tümör belirteçleri İdeal bir tümör belirleyicinin özelliği şunlardır 1- Tümör hücreleri tarafından salgılanmalı ve vücut kompartımanlarında güvenle ölçülmelidir 2- Selim- habis ayrımını kolayca yaptırtmalıdır 3- Rezidü tümör kitlesinin varlığı ve miktarı ile korele olmalıdır 4- Aranılan kanser için spesifik olmalıdır. Sensitivite-si yüksek olmalı yani yanlış negatif sonuç vermemelidir. Bugün için Over tümörlerinde böyle ideal bir tümör markeri pek yoktur. Germ hücreli tümörlerde markerler • HCG • AFP • LDH • CA-125 • PLAP • HPL Bunlardan AFP özellikle endodermal sinüs tümörlerinde artarken, HCG koriyokarsinoma ve mikst germ hücreli tümörlerde yükselir. LDH epitelyal Over tümörlerinde de artar ama bu grupta özellikle disgerminom da en çok artar. Disgerminomlarda iki fraksiyonunun artması tipiktir. LDH-I LDH-2 CA-125 ile ilgili çalışmalar yetersizdir. Ama inmatür te-ratom ve disgerminom'da arttığı gösterilmiştir. Germ Hücreli tümörlerde tümör belirteçleri Tümör hCG aFP LH CA125 Mikst GCT + + + + Embrional Ca + + + + - + + ? Disgerminom + - + + İnmatür teratom - + + + Koriokarsinom + - + + Endodermal sinüs Tm Gonadal stromal tümörlerde tümör belirteçleri a) Granuloza hücreli tümör 1- Östradiol 2- FRP 3- İnhibin 4- Nadiren Progesteron b) Sertolli - leydig hücreli tümörler 1- Androjenler (AS-DHEA-Testosteron) 2- Nadiren östrojen ve progesteron 374 c) Lipid hücreli tümöler 1- Eritropoetin 2- Kortizon ve diğer adrenokortikal steroidler 3- Nadiren östrojen ve progesteron Epitelyal Over tümörlerinde tümör belirteçleri • CA 125 • Lipid associated sialic acid (LASA) • İdrar gonadotropin fragmanları (UGF) • NB/70 K • CA 15.3 • Tissue polypeptide antigen (TPA) • Cancer associated serum antigen (CASA) • Ovarian serum antigen (OSA) • Carcinoembryonic antigen (CEA) • CA 19.9 1. CA-125: Bütün kanserler arasında en yüksek epitelyal Over kanserlerinde bulunmaktadır. Bu grupta en yüksek seröz adeno Ca'lar ile birlikte bulunurken , müsinöz adeno ca'larda nadiren yükselir. Operasyon sonrası takipte de kullanılabilinir. En ilginç yanı ise, histolojik tipi yanısıra, tümör kitlesi ile de yakından ilgili olmasıdır. 2 cm-10 cm arasındaki tümörlerde % 100'e yakın yüksek bulunur. Evre arttıkça CA-125'de artar. 2. LASA (Lipid Associated Sialic Asit): Selim durumlarda negativ olduğu halde, malim ve dissemi-ne Over kanserlerinde yükselir. Yükselmesi CA-125 ile korelasyon gösterir. 3. UGF (Ürin gonadotropin fragmanları): Esas olarak GTH'larda yükselmesine rağmen, epitelyal Over Ca'ların % 73'ünde yüksek bulunur. 4. NB/70-K: Histolojik ve diferansasyona bakmaksızın tüm epitelyal Over tümörlerinde yüksektir. 5. CA 15.3: Daha çok meme kanserlerinde yüksektir. Ama epitelyal Over Ca'larda yükselir. Müsinöz olanda düşüktür. 6. TPA (Tissue polypeptide antijen): Epitelyal Over ca'larda değeri düşüktür. GİS ve meme Ca için kullanılır 7. CASA: (Cancer associated serum antijen) ve OSA (Ovarian serum antigen), küçük volümlü Over kanserlerinde bile yükselir. Bu açıdan CA-125'e göre başlangıçta daha değerlidir. 8. CEA: Özellikle Müsinöz, daha sonra endometroid ve Brenner tümörlerinde yüksektir. 9. CA-19.9: Özellikle kolon Ca İçin kullanılır. Ama bu grupta da Müsinöz tümörlerde yükselir. Epitelyal Over kanserlerinde prognostik faktörler Epitelyal Over kanserlerinin mortalitesi çok yüksektir. Bu nedenle prognostik faktörlerin doğru olarak belirlenmesi ve hastaların yönetimi son derece önemlidir. Prognostik faktörleri iki ana grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birinci grubu bilinen prognostik faktörler ve ikinci grubu araştırma safhasında olan prognostik faktörler oluşturur. Bilenen Prognostik Faktörler • Evre: Hastalığın tanı aldığı andaki evresi en önemli prognostik faktördür ve 5 yıllık yaşam ile doğrudan ilişki gösterir. Bu nedenle cerrahi evrelendirmenin tam olarak yapılması önemlidir. • Rezidüel Tümör Volümü: Yakın zamana kadar, optimal sitoredüksiyon 1,5-2 cm olarak kabul edil- mekteydi. Ancak günümüzde tümörsüz veya 1 cm altında tümör bırakılan hastalarda prognozun daha iyi olduğu gösterilmiştir. Kontrol edilebilen tek prognostik faktördür. • Rezidüel tümör sayısı. • Histolojik tip: Genel olarak diğer prognostik faktörlere göre önemi daha azdır. Berrak hücreli kanserler (dear-cell) kötü prognozlu olanlardır. Ancak bunlardan da daha kötü prognozluları, epitelyal kanserlerin sadece %1'ini oluşturan indiferensiye ve küçük hücreli Over kanserleridir. 375 • Grade: Özellikle erken evre Over kanserlerinde önemli bir prognostik faktördür. Yalnız cerrahi uygulanan Evre-1 Over kanseri olgularında Grade-1 ve 2'de 5 yıllık yaşam %90'ı bulurken, Grade-3'de %5-25' düşer ve adjuvan kemoterapi mutlaka uygulanır. • Hastanın yaşı ve genel durumu: İleri yaşlarda prognos kötü, genç yaşlarda daha iyidir. • Cerrahi prognostik faktörler: Erken evrelerde, tümörün büyüklüğü, bilateral olması ve malign tümör hücreleri içermeyen asit varlığı, prognoz açısından önem taşımamaktadır. Ancak kapsül invazyonu ve pozitif sitoloji kötü prognoz ile ilişki göstermektedir. Sıkı yapışıklıkların ve preop kistik tümör rüptürününde kötü prognozla ilişkili olabileceği yönünde çalışmalar vardır. • CA-125 düzeyleri: Direkt olarak tümörün volümünü yansıtır. Preop CA-125 düzeylerinin yüksek olması, tümörün tam olarak çıkartılamayacağını ve sürvinin düşük olacağını gösterir. Postoperatif CA-125 yüksekliği daha önemlidir. Özellikle 3 kür kemoterapiden sonra CA-125 düzeyleri hala 100 u/ml üzerinde ise ortalama yaşam süresi 7 ay, 10 u/ml altında ise 5 yıllık yasak süresi %50 gibidir. Araştırma safhasında dlan prognostik faktörler: • Anöploid kromozomlu olgular, diploid kromozom-lulara göre daha kötü seyirlidir ve kemoterapiye di- rençlidir. • Her-2/neu, p53 ve P20 gibi genetik ve moleküler faktörler bağımsız prognostik faktörler olarak kabul edilir. Epitelyal Over Kanserlerinde Prognostik Faktörler • Evre (en önemli) • Rezidüel tümör volümü • Residüel tümör sayısı • Histolojik tip (en kötü clear-cell ca) • Histolojik grade • CA-125 düzeyleri • Hastanın yaşı ve genel durumu • Kapsül rüptürü • Sitoloji pozitif periton sıvısı • Asit • Çevre ile yapışıklık • Biyolojik belirteçler - Anöplöidi - S-fazı/proliferatif fraksiyon - p53 ekspresyonu 376 OVER KİSTLERİ 1. Fonksiyonel kistler * Folikül kisti *Corpus luteum kisti *Theca lutein kisti 2. Hiperplaziye bağlı kistler * Germinal inklüzyon kisti * Hipertekoz * Luteoma * PKOS 3. Endometrial kistler 4. Paraovarian kütler Folikül kistleri Ovulasyonun olmaması sonucunda, folikülün büyümeyi sürdürmesi neticesinde ortaya çıkar. Puberteden önce mikroskopik büyüklükte ve sıktırlar. Puberteden sonra ise, ovariumun en sık görülen kistidirler. Genellikde tek taraflıdırlar. Torsiyone ve rüptüre olmazlar ise, pek belirti vermezler ve 60 gün içerisinde de spontan gerilerler. Siklus bozukluğu yapabilirler. Bu taktirde, adet düzenlenmesi gerekebilir. Adet gören kadında 60 günden fazla sebat eden kist, folikül kisti olamaz. Mikroskopik olarak, kist cidarında, bir sıra granulosa ve bunun altında teka hücreleri bulunur. Bunlar östrojen salgıların, östrojen kaçak kanamaları yaparlar. Kistin 7-8 cm'i geçtiği vakalarda eskiden operasyon yapılırdı. Şimdi KOK verilerek birkaç hafta içinde düzeldikleri saptanmıştır. KOK'ların FSH'ı baskılamaları bu düzelmeyi sağlar. Ovülasyon indüksiyonunda ortava çıkan hiperstimulasyon sendromu'ndaki iri kistler bunlardır. Corpus luteum kistleri Ovulasyondan sonra oluşan corpus luteum, gebelik olmamışsa belli safhalardan geçerek geriler. Gebelik oluşması halinde ise, 4. aya kadar ayakta kalır. Gebelik dışında, corpus hemorajikum devresinde, turnene kanamanın fazla olması veya kanamanın rezor-be olamaması neticesi, nadiren gelişir. Gebelikte ise, daha sıklıkla görülür. Corpus luteum kistleri de, 8 hafta içinde, spontan olarak geriler. Ancak torsiyon, rüptür veya kanama halinde, dış gebelik ile karışan bir tablo oluşturabilir (Halban Hastalığı). Bunlar progestoren salgılayarak progesteron kaçak kanaması yaparlar. Sağda daha sık görüldüğü kabul edilir. Mikroskopik olarak, kist duvarında corpus luteum'un tüm elemanları bulunur. Theca - lutein kisti Artan HCG miktarı ile ilgili olarak ortaya çıkan, hemen her zaman bilateral olan, HCG miktarı düşünce de kendiliğinden gerileyen kistlerdir. Mol, korio-karsinoma ve çoğul gebeliklerde görülebilir. Mikroskopik olarak, kistler çeşitli derecelerde luteinizas-yon gösteren theca hücreleri ile döşelidir. Granulosa hücreleri ya yoktur, ya da çok nadir görülür. Yer yer theca hücreleri arasında fibröz bağ dokusu gözlenir. Hipertekoz Hipertekozis, her iki Overde de luteinize stromalar içeren, bilateral olan ve sıklıkla menopozdan sonra ortaya çıkan küçük kistlerdir; androjen salgılarlar. Post-meno-pozal kanama ve endometrial hiperplaziye neden olabilirler. Selim ve malin arası bir şeydir. Operasyon ile çıkartılması tavsiye edilir. Gebelik luteoması HCG uyarısı ile oluşurlar. Theca hücrelerinde yaygın lu-teinizasyon gözlenir. Annede %25, fetusta %65 virilizasyona neden olurlar. Gebelikten sonra spontan gerilerler. 377 Polistik Over sendromu Tunica albuginea kalınlaşmış, beyaz - sedefimsi renktedir. Onun altında 3 katına kadar kalınlaşmış Over korte-xi vardır. Kalın, fibröz bir kapsül halini almıştır. Bu kapsül içerisinde ve altında çok sayıda küçük folikül kistleri vardır. Bunların mikroskopisinde, çok sayıda luteinleş-miş theca interna hücreleri görülür. Primordial folikül-ler stromada görülür. Ancak burada da geçmiş ovulas-yonları gösteren folikül değişmeleri pek bulunmaz. Germinal - İnklüzyon Kistleri Bunlar, yüzey epitelinin (germinal epitelin), Over korte-xinde sıkışıp kaldığı yerlerde, özellikle girintileri döşeyen epitelde, tekrarlayan ovulasyonlar sonucu oluşur. Büyüklükleri, birkaç mm ile birkaç cm arasındadır. Bu kistleri döşeyen epitelde, Over tümörlerine ait mar-kerların bulunması, bunların Over tümörlerinin kaynağı olduğunu düşündürmektedir. İri olanlar paraovarian kistler ile karışır (kistlerin, meso-ovariumda bulunduğu hatırlanmalıdır). Endometrial Kistler Endometrioziste sık görülen, ama sadece endometri-ozise ait olmayan kistlerdir (Çikolata kistleri). TUBA ÜTERİNA'NİN TÜMÖRLERİ Tubaların ve lig. latum'un embriyolojik gelişimi, kistik oluşumlar yapabilen, mesonefrik ve paramesonefrik türevlerdendir. Bunlar arasında en sık görülen "Mor-gagni Hidati" dir. Saplı bir kisttir. Sapı, fimbriaya yakın bir yerden tubaya bağlıdır. Genellikle küçüktür, ama 15 cm'e de ulaşabilir. VValthard hücre kalıntıları: Yüzey çölemik epitelden kaynaklanırlar. Tubanın periton yüzeyinde, 1-2 mm büyüklükte, mumsu yapıda kistlerdir. Salpingitis isthmitic nodosa: İsthmusta bir veya daha fazla nodüler kalınlaşma ile karakterizedir. Bu no-düller, tubanın düz kasının kalınlaşması ile oluşur. Etyolojileri kesin değildir. Embriyonel kalıntılardan geliştiğini, tubanın iltihabi se-keli olduğunu veya tubanın adenomiyozisi olduğunu söyleyenler vardır. • Adenomatoid tümörler: En sık görülenidir. Kas tabakası içinde, sınırları çok net belirgin, küçük tümörlerdir. Glandüler yapılar da içerdikleri için tuba adeno Ca'sı ile karışabilir. Kökeni belli değildir. • Dermoid kist (kistik teratom): Overlerden farklı olarak, malinleşmezler. • Miyomlar: Genellikle lig. rotundum'dan gelişirler. • Hemangiom - Lenfangiyom • Adrenal kalıntılarına, tubanın mesosunda ve lig. latum'da rastlanır. Genellikle çok küçük olup, mikroskopik yapılarında tipik adreno-kortikal yapılar gözlenir. • Endometriozis Tubanın primer habis tümörleri Klinik triadı • Pelvik ağrı • Pelvik kitle • İntermitant seröz akıntı (hidrops tuba profluens) 1. Adenokarsinoma Kadın genital sisteminin en nadir görülen kötü huylu tümörüdür ve kadın genital sisteminin kötü huylu tümörleri arasında %0.5 görülme sıklığı ile sonuncu sıradadır. Tanı genellikle postoperatif olarak konur. Ortalama yaşı, 55'tir. Genellikle unilateraldir ve en sık fimbrial uca yerleşir. Vakaların %50'si hiç çocuk doğurmamış nulliparlar veya primer infertillerdir. Kronik tuba iltihaplarının da oluşumu arttırdığı sanılmaktadır. "Hidrops tuba profluens", distal kısmın tıkanması sonucunda tuba içinde biriken 378 sıvının, kolik tarzında ağrılar ile uterus ve vajen yolu ile zaman zaman dışarıya atılmasına verilen isimdir. Hasta, tubası boşalınca rahatlar. CA - 125 bunlarda da artar, Postmonapozdaki kadında, sitolojik incelemede ma-lign hücre görülmüş ama endometrial ve servikal kanser varlığı ekarte edilmiş ise, akla gelmelidir. HSG çekilmesi doğru değildir. Overin papiller seröz adenokarsinomasına çok benzer. Lenf yolu ile çok erken ve hızlı yayılır. Fimbrialar kapanmamış ise periton boşluğuna implantasyonları da erken olur. Tedavi: TAH + BSO + omenektomiyi kapsar. Radyoterapi ve kemoterapinin uygulanması konusu henüz çözülmemiştir. Ama herhalde kemoterapi daha faydalıdır (Cisplatin, Cyclophosphamide veya Doxoru-bicin kullanılmaktadır). 2. Mikst mezodermal tümör Postmenapozal devrede tesadüfen görülebilen son derece nadir bir tümördür. 3. Korio karsinoma Genellikle bir dış gebeliği takiben ortaya çıkar. 4. Mezonefroma Mesonefrik kanalın kalıntılarından orijin alır. Hobnail komponentleri içeren epitelyal doku ve mesonefrik glomerüller, bunlar için tipiktir. Histolojik yapıları, "Schiller Paterni" denilen yapıyı oluşturan clear-cel-l'ler ile karakterizedir. Böbreğin clear-cell tümörüne çok benzer. Daha erken dönemlerde Overe yayılma gösterdiği için, belli bir büyüklüğe erişince bunları Over tümörlerinden ayırmak güçtür. %60 vakada unilateraldir Ara sıra, endometriosis olguları ile birlikte bulunur Rete ovarilerin neoplastik potansiyelinden geliştiğini öne sürenler de vardır. Çünkü tümör her zaman Overin hilar bölgesi ile ilişkilidir. 5. Sarkoma Adenokarsinomdan 25 kez daha az sıklıkta görülür Postmenapozal devrede görülür. Saf halde nadiren bulunur. Genellikle leiomyomlar; kötü huylu Müller tümörleri ve karsinomalar ile karışık halde görülür. Metastatik Tuba Kanserleri (Over kanserlerinde olduğu gibidir) • Tüm tuba kanserlerinin %90'ını oluşturur. • Çoğu ovarium ve uterustan kaynaklanır. • Meme ve GIS'ten de metastazlar olabilir. • Tuba epitelinin sağlam kalması ile primer kanserden ayırd edilir. Over sarkomlar Over sarkomları, Over karsinomalarından 40 kez daha seyrek görülür. Eskiden, çocuklarda daha sık görüldüğü kabul edilirdi. Ancak bugün için, her yaşta görüldüğü ve % 80'inin menapozdan sonra ortaya çıktığı görüşü yaygındır. Over sarkomları en sık gonadal stromadan kaynaklanır ve iğ hücreli tipleri de en sık görülendir. Homolog Over sarkomları son derece nadir olup, çoğu heterolog tiptedir. Yani mikst mezodermal sarkomlardır. Tam kabul görmese de, Over sarkomlarını 4 grupta incelemek mümkündür. 1. Teratoid sarkomlar: En sık genç hastalarda bulunur ve çok kötü seyirlidir. Dermoid kist içerisinde görülür. Endometriozis ile ilgisi olmıyan tek ovarial sarkomdur. 2. Mikst mezodermal veya Stromal sarkomlar: Her yaşta görülür. En sık rastlanılan grubu oluşturur. Çoğu zaman endometriozis ile bir arada bulunur. Veya endometriozis ile ilgili olduğu kabul edilir. 3. Paramezonefrik sarkomlar: Bunların kaynaklarının paramezonefrik kalıntılar olabileceği varsayılsa da, gerçekte, çoğu otör bunları mikst mezodermal grubun bir versiyonu olarak kabul eder. Üstelik bu grupta endometriozis ile birlikte bulunabilir 4. Endometrial sarkom denilen grubun endometriozis ile ilişkisinden ötürü bu ismi verilmiştir. 379 Tuba uterina karsinomunda evrelendirme (Over kanseleri gibidir) Evre I Ia Ib Ic Evre II II a II b II c Evre Lezyon tubada sınırlı Lezyon tek tubada. Asit yok, dış yüzde tutulum yok, seroza intakt Lezyon her iki tubada. Asit yok, dış yüzde tutulum yok. Seroza intakt Tümör I a ve I b olabilir, fakat tümör bir veya iki tubal yüzeyde, tubal seroza rüptüre olmuş, asit habis hücre içeriyor veya pozitif sitoloji Bir veya iki tüp tutulmuş. Pelvik yayılım var Uterus ve/veya Overlere metastaz var Diğer pelvik dokulara yayılım var Tümör II a veya II b olabilir, habis hücre içeren asit vardır veya periton yıkama suyu pozitiftir III Tümör bir veya iki tubayı tutmuştur, pelvis dışında peritoneal implantlar vardır, retroperitoneveya inguinal lenf nodları pozitiftir, tümör pelvistedir, incebarsak ve omentuma histolojik yayılım vardır. III a Tümör pelviste lokalize, lenf nodu tutulumu yok, abdominal periton yüzeyinde mikroskopik tutulum var Abdominal periton yüzeyindeki implantların çapı 2 cm'yi geçmez. Lenf nodları negatif Abdominal implantlar 2 cm'den büyük. Pozitif retroperitoneal veya inguinal lenf nodu III b III c Evre IV Bir veya iki tubada büyüme, uzak metastaz. Karaciğer metastazı. Plöral efüzyon varsa, evre dört olduğunu ayırt etmek için sitoloji ile desteklenmelidir Tedavide çoğu zaman tek taraflı ooferektomi yeterlidir. Ancak genellikle tanı geç konmakta ve hastalar ilk 2 yıl içerisinde ölmektedirler. Kemoterapide Adriamycin ya tek başına ya Cytoxan ile birlikte kullanılır Cisplatin ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Tuba sarkomlar Tubanın adenokanserinden 25 kez daha nadir görülürler. Primer tuba sarkomu çok habis bir tümördür. En sık 57-60 yaşlar arasında görülürler. Erken hemato-jen lenfatik yayılım gösterirler. En sık görülen tipi malign mixt mezodermal tiptir. Ama çoğu da leiomyosarkom olarak tanı alırlar. Bunların içerisinde rhabdomyosarkom ve kondrosarkom elemanları da sıklıkla odaklar şeklinde görülür Primer tedavisi cerrahidir. Cisplatin grubu kemotera-pötik ajanlar ile desteklenmelidir Sağ kalım süresi 2 yılı geçmez 380 KlSA… 1. Over dokusu içerisine, invaze oları yüzey epitelinden, inklüzyon germinal kistleri yanısıra, fibroadenom ve kist adenofibrom'da gelişebilir. Fibroadenomlar, memenin fibroadenomu ile benzerlik gösterir ve seröz ovarial tümörler grubuna dahil edilir. Ama nadiren habisleşirler. 2. Mû'sinöz Over tümörleri, çoğunlukla endoservikal epitel ile kaplıdır. Ama intestinal epitel ve Goblet hücreleri de bunlarda görülebilir. Ve müsinöz tümörler, genellikle apendiks'te mukosel ve kalın barsakta karsinoma ile birlikte bulunurlar. Bunun nedeni, genellikle, müsinöz tümörün rüptürüdür. Bu rüptür neticesinde, ya yırtılan periton, mû'sinöz metaplazi için stimüle edilir ya da periton üzerinde implantasyonlar meydana gelir. 3. Mû'sinöz tümörler histolojik olarak ve antijenik olarak, kolon Ca'ya şaşırtıcı şekilde benzerler. Bu yüzden bunlarda CEA (Karsinoembriyoje-nik antijen) çok yüksek seviyelere çıkabilir. 4. Berrak hücreli tümörlerin (mesonefromalar) ortalama % 10'unda hiperkalsemi vardır. % 30'unda ise tm içerisinde Ca depolan görülür. Ay-1 rica berrak hücreler içerisinde glikojen içermeleri ilginçtir. Bazı endometroid tümörlerde de hücre içindeki bu glikojen granüllerini görmek mümkündür. 5. Brenner tümörlerinde, transizyonel tipte epitel görülür. Ama bazen de metaplazi ile üriner sistem epiteline benzer bir yapı gösteren epi- I tel gözlenir. Bazen de yapı olarak, mesane ve alt üriner traktus karsinomalarına çok benzerler. Bu benzerlik o kadar fazladır ki, metastaz- I lara bakarak, primer kaynağın Brenner mi, yoksa üriner sistem mi olduğu söylenemez. Ayrıca Brenner tümörleri hem müsinöz dejenerasyo-1 na uğrar, hem müsinöz başta olmak üzere diğer epitelyal Over tümörleri ile birlikte de bulunabilir. 6. Eğer bir epitelyal Over tümörlerinde iki veya daha fazla hücre tipi varsa ve azınlıkta olan hücre tipi % 10'u geçmişse Mikst epitelyal Over tömürü adını alırlar. En sık birlikte bulunanlar, selim ise Brenner-müsinöz ve seröz-müsinözdür. Habis olanlarda ise en sık bir arada bulunan, endometroid - mesonefroid ve endometroid müsinöz tümörlerdir. 7. Eğer habis epitelyal Over tümörlerinde, tümörün Overdeki bölümü küçük fakat periton veya omentuma yayılma olmuşsa indiferensiye karsinoma adını alırlar. 8. "Hepatoid karsinoma" yeni tarif edilmiş, yeni tip primer Over tümörleridir. Bunlar yetişkin kadınlarda görülmektedir. Histolojik olarak hepatoselüler karsinomaya çok benzerler ve immunoreaktif AFP'ye sahiptirler. Bunlar sınıflandırılamayan epitelyal Over tümörleri grubuna dahil edilmiştir. Çok malindirler. Genellikle seröz ve endometroid tümörler arasında bir yerdedirler ama granuloza hücre tümörlerine çok benzerler. 9. Tekomatoza odakları, aslında, tekal stromal luteinizasyondan başka bir şey değildir. Yani bir görüşe göre epitelyal tm'ün varlığı tekal stromal hücreleri, steroid üreten hücrelere differensiye olmaya stimüle eder. Dolayısı ile bunlar ağırlıklı olarak östrojen ve bazen de androjen salgılayabilirler. En yüksek hormonal aktiviteye neden olan epitelyal tm müsinöz tümörlerdirler. 10. Germ hücre tümörleri, diğer Over tümörlerine göre Over tm markerleri yönünden daha zengindirler ve % 60'ı da 20 yaş altında görülür. Bu markerler: AFP, HCG, LDH (laktik asid dehidrogenaz) HPL, PLAP (plasental alkali fosfataz)dır. Kemoterapide takip için kullanılırlar. 11. Endodermal sinüs tümörleri ile kistik teratomlar, sıklıkla birlikte bulunurlar. Bu beraber oluş aynı Overi kapsar. 12. Endodermal sinüs tümörlerinde bulunan Schiller Duval cisimcikleri mezonefrotik glomerülide görülen yapılardır. Psödopapiller yapı karakteridirler. Ancak bu tümör, mesonefroid kaynaklı değildir. 13. 20 yaşın altında da, 10 yaşın altında, en sık rastlanılan Over tm'leri kistik teratomlardır. 14. Kistik teratomun duvarında, kolesterol içeren yabancı cisim dev hücreleri ve endotelyal lökositler görülebilinir. Bunlara "psödo-ksantoma" hücreleri denilir. 15. Karsinoid sendrom Over tümörleri arasında ve tera-tomlar içerisinde çok az bir yüzdeyi oluştururlar. Argentaffin grandileri taşırlar. Genellikle tek taraflıdırlar ve tedavileri için USO yeterlidir. Karsinoid sendrom, postoperatif geriler. Ancak kardiyak valvuler hasar oluşmuşsa bu kalıcıdır. Karsinoid sendrom struma ovari ile birlikte bulunabilirler. 16. Gonadoblastoma, Y kromozomu içeren disgenetik gonadlardan orjin alır (%90) 1-30 yaş arasında görülür. Fenotipi erkek olanlarda ise anormal genitelya gözlenir. Öte yandan eğer odak over'se FSH ve LH yüksek olması, teşhiste yardımcı olur. 17. Gonadal stroma tümörlerinin bir kısmı Over dokusuna benzerken bir kısmında da testiküler yapı gösterir. 18. Granuloza - teka hücreli tümörlerde kistik glanduler hiperplazi görülme insidansı % 65, endometrium ca görülmesi ihtimali ise bunun yarısı kadar yani % 23'tür. 19. Fibromlar ihtiva ettikleri, fibröz dokuya göre adlandırılırlar. Örnek: Kas-fibromyom, kartilaj-fibrokondrom, kemikfibroosteom. Bunlar, gonadal stroma tümörleri arasında sayılmakla beraber, hormonal aktif değildirler, kadında menstürasyon düzensizlikleri bile yapması nadirdir. 20. Over Sarkomlarının büyük kısmı stroma orjinlidir. Ve kanserlerden 140 misli daha seyrek görülürler. Her yaşta görülürler. Çocuklukta daha sık görüldükleri söylense de tartışmalıdır. İğ şeklinde olanı en sık görülenidir. Overin, tubanın ve endometriumun en sık görülen sarkomları malin müllerien mikst tümörlerdir. 381 ENDOMETRİYUM KANSERİ Endometriyum kanseri meme, kolorektal ve akciğer kanserinden sonra 4. sıklıkta görülen kadın kanseridir. Gelişmiş ülkelerde en sık görülmesine karşın, gelişmekte olan ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanser değildir. Genel olarak, insidansı 70-134 olgu / 100.000 kadın olarak bildirilmektedir. Buna karşın postmenopozal kadın populasyonunda ise, 1-2 / 1000 / yıl gibi yüksek bir insidans ile görülmektedir. Ortalama görülme yaşı 59-61 dir. Olguların sadece %2-5'i 40 yaş altında, %15'i ise perimenopozal dönemdedir. Etyolojisi kesin aydınlatılamamıştır. Ancak gelişiminde progesteron östrojen oranının azalması suçlanmaktadır. Predispozan faktörler En önemli predispozan faktörün obezite olduğu belirtilmektedir. 9-23 kg arasında fazla kilosu olanlarda risk 3 kat artarken, 23 kg üzerinde fazla kilosu olanlarda ise bu risk 10 kat artar. Bunun nedeni androstenodionun periferik yağ dokusunda östrona ve dolayısı ile östradiole daha fazla dönüşmesi, buna karşın SHBG miktarının şişmanlarda azalmış olarak bulunmasıdır. Periferde progesteron sentezinin olmaması, artmış bu serbest östrojenin endometriyum üzerine etkisini frenleyememektedir. İkinci önemli risk faktörü doğum yapmamış olmaktır. Gebelik 9 ay boyunca, endometriyum üzerine sürekli progesteron etkisi demektir. Keza postmenopozal dönemde HRT tedavisinin progesteronsuz yapılması, endometriyum kanserini 3-8 misli artırmakta, progesteron ilavesi ise bu artışı engellemektedir. Üçüncü önemli risk faktörü PKOS gibi kronik anovu-lasyon ile giden durumlardır. PKOS' de endometriyum kanseri görülme sıklığı 3 misli artmaktadır. Nonsteroidal antiöstrojen olan tamoksifenin, endometriyum üzerine gösterdiği zayıf östrojenik etki bile, endometriyumu stimüle etmektedir. Meme kanseri olgularında rekürensi engellemek için kullanılan tamoksifen endometrium kanseri riskini 6 misli artırmaktadır. Turner sendromu gibi gonadal dis-genezili olgularıda, 4-20 yıl östrojen kullanımı sonunda endometrial adenokanser geliştiği gözlenmiştir. Endometriyum kanseri ile östrojenler arasında kuvvetli bir ilişki olduğu görülüyorsa da endometrial atrofi ile birlikte olan hormon bağımsız endometrial kanser tür-lerininde varlığını unutmamak lazımdır. Üstelik bu tip kanserlerin prognozu daha da kötüdür. Predispozan Faktörler - Obezite: Periferde androstenodion'dan öst-ron yapımının fazla olması - Nulliparite: Över disfonksiyonu ve muhtemelen anovulasyon - İnfertilite - Hipertansiyon: Endometriyum kanserli hastaların %25'inde hipertansiyon vardır. - Diabet: Endometriyum kanserli hastaların %40' ında diabet vardır. - Geç menopoz - Tamoksifen tedavisi görenler - Beyaz ırk - Bekar kadınlar - PKOS - Progesteronsuz HRT - Ardışık (iki fazlı) OK kullanımı - Hayvansal yağ kullanımı - Ailevi öykü - Östrojen salgılayan tümörler. (Granuloza hücreli tümör-Tekoma-Brenner-Müsinöz tümör) 382 Bunlara karşın aşağıdaki durumların varlığı ise endometriyum kanseri gelişimini azaltır. - Kombine oral kontraseptif kullanımı - Doğurganlık - Sigara - Geç menarş-erken menopoz - Vejetaryen beslenme Endometrial hiperplaziler (öncü lezyonlar) Endometriyum kanseri oluşmadan önce belli aşamalardan geçer. Bu aşamalar önceden beri endometrial hiperplaziler olarak adlandırılmaktadır. Endometrial hi-perplazi uterus kavitesini döşiyen endometrial bez ve stromanın, hiperplastik değişiklikleri ile karakterize patolojik bir antitedir. Bu hiperplazik olguların kanser ile ilişkisi göz önüne alınarak zaman içerisinde farklı sınıflamalar yapılmıştır. Günümüzde geçerli olan sınıflama, uluslararası Jinekolojik patoloji cemiyeti (ISGP) tarafından 1984 yılında yapılandır. Bu sınıflamada endometrial hiperplaziler glandların yapısal düzeni ve sitolojik atipileri göz önüne alınarak 4 gruba ayrılmıştır. Tanı Sitolojik atipi Yapısal düzen Basit - Regüler Kompleks - İrregüler Basit atipik + Regüler Kompleks atipik + İrregüler IGSP sınıflaması Eskiden en çok kullanılan sınıflama Velios (1974) sınıflaması idi. Günümüzde halen sıkça karşılaşılan bu sınıflama ile IGSP sınıflaması aşağıdaki gibi denkleştirilebilir. Kıstık glandüler hiperplazi: Basit hiperplazi Adenomatöz hiperplazi: Kompleks hiperplazi Atipik adenomatöz hiperplazi: Atipik basit hiperplazi Carsinoma in sitü: Atipik kompleks hiperplazi Progesteron Östrojenler ile birlikte kullanılan progesteronların en-dometrium kanseri gelişimi riskini azalttıkları artık bir gerçektir. Progesteronun bu önemli özelliğinin nedeni üç başlık altında toplanabiliniz 1. Progesteron hem östrojen hem de progesteron reseptörlerinin sentezini inhibe eder. 2. Estrojenlerin endometriyum üzerindeki proliferatif yani büyütücü etkilerini inhibe eder. 3. Progesteron, endometrial hücrelerde var olan 17-(3-hidroksisteroid dehidrogenaz enzimini aktive eder. Bu enzim ile östradiolün daha zayıf bir östrojen olan östrona dönüşümü hızlanır. Yeni sınıflamanın en büyük özelliği atipi başladığı anda, bunların artık mutlak prekanseröz olduklarını kabul etmesi ve genellikle TAH + BSO yapılmasını gerekli kılmasıdır. Çünkü» endometrial hiperplazilerin kansere dönüşümlerini belirlemede en önemli kriterin sitolojik atipi olduğu, ve bunun uzun süreli östrojen etkisinden daha değerli olduğu anlaşılmış ve gösterilmiştir. Öte yandan kopleks atipili olguların bile en fazla %29' unun kansere dönüşmesi, gündeme, "kansere yatkın hücre" düşüncesini getirmiştir. 383 Endometrial hücrelerde, hücresel düzeyde çok çeşitli kriterlere dayanılarak çeşitli araştırmalar yapılmıştır. "kansere yatkın hücre" belirlemesi için uğraşılmıştır. Bunlar arasında, bugün için, sitoflovvmetre ile DNA indeksi araştırması ile aneuploid yapının gösterilmesi kansere ilerleme açısından en prognostik faktör olarak kabul edilmiştir. Endometrial hiperplazi olgularında tedavi Atipik Cerrahi tedavi (Endometrial küretaj ve Histerektomi arasında değişir.) Atipisiz Medikal tedavi uygulanır - Oral gestagenler ( ör. MPA) - Progesteronlu RİA - GN-RH analogları - Danazol Endometriyum kanseri tipleri 1- Adenokanser (en sık) - Saf tip - Papiller tip - Sekretuar tip (en nadir olandır) - Silialı tip - Sertoliform tip 2- Adenoskuamöz tip (2. sıklıkla görülendir) 3- Clear<ell karsı'nom (2. habis olandır) 4- Seröz papiller karsinom (en habis olandır) 5- Müsinöz adenokarsinom 6- Adenoakantom (en iyi prognoza sahip olandır) 7- İndiferensiye karsinom 8- Skuamöz hücreli karsinom Endometriyum kanserinde yayılım başlıca 4 yolla olur. Bu tedaviler 3-6 ay arasında olmalıdır. Başarı şansı %90'dır. Endometrial ablasyon yapılmış olgularda, daha sonraki yıllarda kanser geliştiği görüldüğü için, tedavide tercih edilmez. Endometrial metaplazi: Neoplastik bir lezyon değildir. Endometriyumun glandüler epitelinin başka bir epitelle yer değiştirmesi demektir. Bu metaplazi skumöz, papiller, sinsityalı, silialı, müsinöz ve hobnial (çivi) hücrelerinden oluşur. Endometriyum kanserinin başlama ve yayılması Genellikle fundustan köken alırlar, diffuz veya fokal olabilirler. Nadiren polip zemininde gelişirler. Bundan sonra, büyürken ya endometrial kaviteye doğru "ek-zofitik" olarak, ya da miyometrium için doğru "endo-fitik" olarak büyürler. Endofitik yayılma daha geç dönemde oluşur. 384 Endometriyum kanserinin çok büyük kısmını (%86) adenokanserler oluşturur. Miyometrial invazyon %50'yi geçtiği takdirde fundustan paraaortik lenf bezlerine doğru yayılım başlar. 1) Komşu organlara direkt yayılım 2) Exfolye hücrelerin transtubal yayılımı 3) Lenfatik yayılım • Paraservikal veya parametrial lenfatikler. • Ovarial lenfatikler • Round Ligament lenfatikleri ile gerçekleşir. 4) Hematojen yayılım: En sık akciğere olur. Direkt yayılım ile önce miyometriuma penetre olur. Sonra, serviks tubalar ve parametrium tutulur. Miyometrial invazyon gerçekleştikten sonra, serozanın aşılması hedeflenir ama bu zaman alır. Buna karşın erken olgularda bile pozitif peritoneal si-toloji ve intraabdominal metastasların tespit edilmesi, kanser hücrelerinin retrograd olarak transtubal yaydı-mini kanıtlar. Lenfatik yayılım, korpustan paraaortik ve hipogastrik lenf bezlerine doğru olmaktadır. Miyometrial invazyon derinliği %50' yi geçtiği olgularda, round ligament ve infindibulopelvik ligamentin lenfatikleri boyunca paraaortik lenf bezlerine doğru yayılım başlar. Servikste ise parametriumlar tutulunca primer servikal lenf bezlerine yayılır. Paraortik lenf metastazı varlığında %66 sıklıkla pelvik lenf bezleri metastazlarda vardır. Vajinal metastazlar doğrudan direkt yayılım ile olabileceği gibi, lenfovasküler kanallar ile de olabilmektedir. Hematojen yayılım geç dönemde ve en çok akciğere olmaktadır. Endometriyum kanserinin 'grade'lendirilmesi Endometriyumun adenokanserleri, östrojen ve progesteron içeren endometriyumdan köken alır. Eğer kanser iyi diferensiye ise kanser içerisinde solid kısımlar azınlıkta, östrojen ve progesteron reseptörleri ise yeterli sayıda olur. Eğer kanser kötü diferensiye ise, solid kısımlar çoğunlukta, reseptörler ise yetersiz olur veya hiç olmaz. Grade I: Solid kısımlar %5' den az, reseptörler var. Grade II: Solid kısımlar %5-50 arası, reseptörler az. Grade III: Solid kısımlar %50' den fazla, reseptörler yok. Düşük gradeli olgular, genelde genç hastalarda görülür. Bu tümörlerin invazyon ve metastaz güçleri zayıftır. Progesteron tedavisinde olumlu yanıt verirler. Miyometrial invazyon daha fazla grade III olanlarda gerçekleşir ve prognoz tayininde en önemli iki kriterde zaten 'grade' ve miyometrial invazyon olur. Evrelendirme Evrelendirmede endometrial yaygınlık ve uterusun büyüklüğü göz önüne alınmaz. Artık evrelendirme cerrahi olarak yapılmaktadır. Klinik evrelendirmeden cerrahi evrelendirmeye geçiş 1988 yılında olmuştur. Çünkü çeşitli çalışma gruplarında, klinik ve cerrahi evrelendirmenin %15-20 olguda uyuşmadığı, çoğu vakada klinik evreye göre cerrahi evrenin yanlış bir üst evrede olduğu gözlemlenmiştir. Endometriyum kanserlerin en büyük bölümü (%75) I.evrede, teşhis edilir. %11' i ikinci %10' u ise üçüncü evrede yakalanır. 385 Klinik bulgular %90 olguda ilk bulgu olarak asiklik uterin kanamalar görülür. Bunlar çoğunlukla postmenapozal kanamalardır. Çünkü endometriyum kanseri en sık postmenapozal dönemde ortaya çıkar. Postmenopozal Kanamalar - Ekzojen östrojen alınıması %30 - Atrofik endometriyum ve vajen %30 - Endometrial kanser %15 - Polip %10 - Endometrial hiperplazi %5 - Diğer ürogenital kanserler %10 Evrelendirme Evre I : Tümör korpusta sınırlıdır I A - G 1 2 3 Tümör endometriyuma sınırlıdır. I B - G 1 2 3 Miyometriumun %50' sinden fazlasına invazyon vardır. I C - G 1 2 3 Miyometriumun %50' sinden fazlasına invazyon vardır. Evre II : Korpus ve collumda sınırlıdır. II A - G 1 2 3 Sadece endoservikal glandlar tutulmuştur. II B - G 1 2 3 Servikal stromaya invazyon vardır. Evre III : Uterus dışına ve küçük pelvise taşmıştır III A - G 1 2 3 Tümör serozayı ve / veya adnexleri invaze etmiştir. Ve / veya (+) peritoneal sitoloji vardır. III B - G 1 2 3 Vajinal metastaz vardır, (in op) III C - G 1 2 3 Pelvik ve / veya paraaortik lenf nodlarına ulaşılmıştır. Evre IV : Abdominal ve uzak metastazlar vardır. IV A - G 1 2 3 Mesane ve / veya kalın barsak mukozasına invazyon vardır. IV B - İntraabdominal ve / veya akciğer başta olmak üzere uzak metastazlar vardır. Östrojenden bağımsız kanserli, zayıf hastalarda, servi-kal stenoza bağlı olarak, vajinal kanama görülmeyebilir. Bunların bir kısmında piyometra gelişebilir. Uterus içerisinde irin birikir, pis koku ve gerilmeye bağlı ağrı olabilir. Endometriyum kanserinde klinik bulgular - Postmenopozal kanama (en sık) - Kanlı akıntı - Menometroraji (pre veya perimenopozal döneminde) - Hematometra - Piyometra - Kilo kaybı - Anemi - Fikse uterus ve asit Tanı Klasik olarak, şüpheli olgularda risk faktörleri ve semptomlar önce tarama yöntemleri ile değerlendirilir sonra kesin tanıyı koymak için fraksiyone küretaj uygulanır. Fraksiyone küretaj, endometrial kavitenin ve endoservikal kanalın ayrı ayrı kürete edilmesi ve elde edilen parçaların ayrı kablarda patolojik incelemeye gönderilmesi demektir. Tanı koydurtma olasılığı %100' e yakındır. Ancak bu metodla tanıya ulaşılamayan hastalarda histereskopik gözlem altında biyopsi uygulanır. 386 Fraksiyone veya probe kû'retajın postmenopozal dönemde atrofik uterusu olan kadınlara uygulanması, beraberinde perforasyon riskini de getirir. Bu nedenle, bu riski minimale indirgeyen aspirasyon biyopsisi veya endometrial biyopsi yöntemleri günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Sensitiviteleri %90 üzerindedir. Tarama Yöntemleri Asemptomatik olgularda kullanılan tarama yöntemlerinin değeri bugün için tartışmalı olmakla birlikte, noninvazif yöntemler olduklar için uygulanmaları basittir. Bu yöntemler aşağıdaki gibidir; Transvajinal ultrasonografi ile endometrial çizgi kalınlığının ölçülmesi: Postmenopozal dönemde endometrial çizgi kalınlığı 1-2 mm' dir, ve bu çizgi düz bir çizgidir. Bu kalınlığın 5 mm'den fazla olması, girintili çıkıntılı olması veya endometrial kavitede sıvı birikimi görülmesi, endometrial örneklemeyi gerektirir. Pap Smear: Bu yöntem aslında servikal displazi ve kanseri araştırmalarında kullanılır, Ancak normal bir pap-smear de, endometrial hücreler ve histiositler görülmez. Eğer bu hücreler pap-smerde görülürse, endometrial kanseri akla getirir. Sensitivitesi %60 civarındadır. Brush smear: Özel bir fırça ile endoservikal kanaldan smear alınması esasına dayanır. Sensitivitesi %80'dir. Jet yıkama: Endometrial kavitenin 1 mL'lik serum fizyolojik ile yıkanması, ve geri gelen sıvıdan sitolo-jik inceleme yapılması esasına dayanır. %30-40 olasılıkla yalancı pozitif netice vermesi, %20 olasılıklada yetersiz materyal elde edilmesi, bu metodun popülaritesini azaltmıştır. Progesteron yükleme testi: Postmenopozal dönemde progesteron verilerek kanama olup olmadığının araştırılmasına dayanan bir testtir. Çünkü progesteron verilerek kanama yaptırılabilmesi için endometriyumun östrojenler ile hazırlanmış olması gereklidir. Postmenopozal dönemde ise östrojen doğal olarak eksiktir. Buna rağmen kanama oluyorsa bu endometrial biyopsi ile değerlendirilmelidir. Tarama Endikasyonları - Östrojen tedavisi gören postmenopozlular - Obes veya diabetli postmenopozlular - Ailesinde, endometriyum, över veya meme kanseri öyküsü olanlar - Geç menopoza girenler (> 52 yaş) - Premenopozal kronik anovulasyonlu hastalık-ları olanlar (PKOS...) Prognostik Faktörler Adenokanserlerde prognozu belirleyen en önemli faktörler grade ve miyometrial invazyon derinliğidir. Ancak lenfovasküler yatak tutulumu, ölüm olasılığı ile rekürens şansını artıran ve bütün histolojik tiplerde geçerli olan bağımsız ve kötü bir risk faktörüdür. Yaş: Genç hastalarda, yaşlılara göre prognoz daha iyidir. Çünkü daha düşük grade ve daha yüzeyel invazyon vardır. 387 Histolojik Tip: En iyi prognoz Adenokarsinomlar da, en kötü prognoz Clear-Cell karsinomlardadır. Grade ve miyometrial invazyon: En önemli prognostik faktördür. Çünkü grade ve invazyon artıkça pelvik ve paraaortik tutulum da artar. Ayrıca ekstra-uterin yayılım ihtimali de yükselir. Lenfovasküler yatak tutulumu: Bütün histolojik tipler için geçerlidir. Ölüm ihtimalini artırır. Peritoneal sitoloji pozitifliği: Grade 3 vakalarda, adneksiyal metastazlarda ve derin miyometrial invazyonlarda peritonel sıvıda kanser hücrelerine rastlanılır. Çoğu zaman pelvik ve paraortik lenf tutulumu ile korelasyon gösterir. Hormon reseptör durumu: Östrojen ve proges-te-ron reseptörleri olanlarda, olmayanlara göre prognoz daha iyidir. Progesteron reseptörlerinin varlığı, östrojen reseptörlerine göre prognozu be-lirtmede daha faydalıdır. Nükleer 'grade': Histolojik gradeden daha önemli bir faktördür. Ama henüz araştırma safhasındadır. Tümör büyüklüğü: Bağımsız bir risk faktörüdür. Klasik olarak tümör büyüdükçe miyometrial invazyon artar. DNA ploidi: Endometriyum ca'ların %25' i aneplo-idi gösterir. Bu olgularda rekürens ihtimali artmıştır Lenf nodu tutulumu Tedavi Tedavi seçeneklerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. - Cerrahi - Radyoterapi - Kemoterapi - Kombine tedaviler - Destekleyici tedaviler Radyoterapi eskiden preoperatif ve postoperatif olarak kullanılıyordu. Günümüzde ise postoperatif adju-van olarak veya rekürenslerde uygulanmaktadır. Kemoterapi daha çok rekürrenslerde ve ileri evre tümörlerinde kullanılmaktadır. Kombine tedavilerden en çok cerrahi ve radyoterapi uygulanmaktadır. Destekleyici tedaviler beslenme ve psikolojik desteği içerir. Tedavi cerrahi evrelendirmeye göre belirlenir. Evre la + Ib, Grade 1-2 Hastaların %75' den fazlası bu dönemde teşhis edilir. Bu devrede TAH + BSO yeterlidir, adjuvan tedavi verilmesine genelde gerek yoktur. Ancak seçilmiş riskli olgularda pelvik ve vajinal nüksleri azaltır. Eksternal radyoterapi tercih edilir. Endometrial kanser, operasyondan sonra en sık, vagi-nal KAF'da rekürens eder ve bu rekürensler kötü prognozu da beraberlerinde getirir. Eğer pelvik lenf bezlerinde tutulum yoksa, bu aşamada vajinal radyasyon ile rekürrens şansı %14'den %1,7'e indirilir. Colpostats ile 5500-6000 cGy yüzey dozu uygulanır. En sık vajinal stenoz ve disparoniye neden olur. Pelvik lenf bezi tutulumu olan hastalarda external pelvik radyasyon tercih edilir. Biyopsi ile paraaortik lenf nodu metastazı, tespiti, gros pozitif pelvik nod veya mültiple pelvik nod, gros adneksial metastaz, 1/3 dış miyometrial tutulum ve grade 2-3 hastalıkta, Extended field (genişletilmiş alan) radyasyonu ile abdomen ışınlanır. P32, adnexial metastaz, pozitif periton sitolojisi veya periton metastazı tutulumunda uygulanan yeni bir metoddur ama sonuçları netleşmemiştir. Adjuvan progestin kullanımı, reküren ve ileri evre hastalıklarında başarılı olmakla birlikte, erken evrelerde kullanımı henüz tam değerlendirilememiştir. 388 Evre II hastalıkta tedavi İki yaklaşım şekli vardır. Cerrahi yaklaşım Tip 3 Histerektomi + BSO + Lenfadenektomi + Omen tüm biyopsi Kombine yaklaşım Eksternal + internal radyoterapi ve 6 hafta sonra TAH + BSO Evre III hastalıkta tedavi TAH + BSO + Debulking + Adjuvan WAR (tüm abdo-minal ışınlama) + Kemoterapi + pozitif reseptör varlığında progesteron verilmesi Evre IV hastalarda tedavi Evre lll'teki gibidir. Ancak rektum ve mesanede tutulum varsa ve tümör sadece pelvise lokalize ise eksen-trasyon (pelvisi boşaltım operasyonları) ilave edilir. Eğer endometriyum kanserine rastlanır ve bunlar evre IA - IB, Grade 1-2 ise ilave tedaviye gerek yoktur. Gözlem yapılır. Rekürren Tümörler Lokal ve uzak rekürenslerin %50' si ilk yılda, %75' i ilk 3 yılda ortaya çıkar. Lokal rekürenslerde, daha önce radyasyon alınmışsa direkt ekzantrasyon yapılır. Radyasyon almamış ise ve tümör 2 cm' den küçük ise, radyasyon verilir. 2 cm' den büyük ise eksizyon ve radyasyon yapılır. Uzak nükslerde, progesteron reseptörü varsa, hormo-noterapi ve sitotoksik ilaçlar verilir. En çok kullanılan progesteron MPA' dır ve 150mg/ gün olarak kullanılmalıdır. Eğer hormon pozitif değilse, ilk seçenek adriamisindir. Tamoksifen reseptör pozitif olgularda, 2x10 veya 2x20mg olarak kullanılır veya progesteron tedavisine ilave edilir. Rekürenslerde 1) Lokal Nüks - Radyasyon almışsa eksizyon - Radyasyon almamış ise radyasyon 2) Uzak Nüks - Progesteron - Adriamisin - Tamoksifen Rekürenslerin tanısında en çok CA - 125 miktarlarına bakılır. CEA takibi yapanlar da vardır. Bunlar dışında endometriyum kanserinde tümör mar-kerlerine bakılmaz. Tedavi Evre la + Ib G I - G-2 • TAH + BSO • Adjuvan postoperatif radyoterapi (gerekirse) Evre II • Tip 3 histerektomi + BSO + Lenfadenektomi + Omentum biyopsisi veya • External ve internal radyoterapi + 6 hafta sonra TAH + BSO Evre III • TAH + BSO + WAR + kemoterapi + progesteron Evre IV • Evre III gibi + pelvik ekzentrasyon 389 SERVÎKS KANSERİ Klasik olarak, ikinci sıklıkla görülen ve ikinci sıklıkla öldürücü olan genital kanserdir. Ancak sıklığı ülkeden ülkeye değişmektedir. Örneğin Brezilya, Hindistan ve Kolombiya gibi gelişmekte olan ülkelerde en sık görülen genital kanser olurken, gelişmiş ülkelerde görülme sıklığı giderek azalmaktadır. Yirmi yaştan önce çok nadir görülür ve bu yaştan itibaren görülme sıklığı giderek artar, 45-50 yaş dolayında en yüksek değere ulaşır. Buna karşın CIS (karsino-ma in situ) yaşı ortalama 35 yaştır. Predispozan nedenler Serviks kanserinde predispozan nedenleri, ana hatları ile mültiparite, multipartnerlik ve HPV-Tip 16 başta olmak üzere, cinsel ilişki ile geçen virüsler arasındaki karmaşık ilişki oluşturur. Gerçekten de bakirelerde hiç görülmüyor oluşu, tetik-leyici faktörlerin başında cinsel ilişki ve doğumun geldiğini akla getirmektedir. Doğum yapan kadınlarda görülme sıklığı tek artan ve gebelikte en sık birlikte bulunan genital kanser-serviks kanseridir. Predispozan faktörler A) Serviks kanserinin sık görüldüğü gruplar • Sosyoekonomik düzeyi düşük olan kadınlar • Erken yaşta cinsel ilişkiye giren kadınlar • Kötü hijyenli kadınlar • Çok eş değiştiren kadınlar • Hayat kadınları • Kocası çok eşli kadınlar • Seksüel geçişli hastalık öyküsü olan kadınlar • Sünnetsiz toplumlar ? • Doğum yapmış kadınlar • İmmunsüpresif tedavi görenler B) Serviks kanserinin gelişiminde rol alanlar • HPV-Tip 16-18 31 • HSV - Tip 2 • Diğer seksüel geçişli hastalıklar • Sigara • A vit, C vit, E vit, folik asit ve beta karoten eksikliği • 6 yıldan uzun KOK kullanımı servikal ade-nokanser riskini artırdığı iddia edilmektedir. HPV enfeksiyonları HPV seksüel yolla bulaşan bir DNA virüsüdür. HPV ler serotiplere göre değil, viral genomdaki DNA sıralanmasına göre sınıflandırılırlar. Bu virüsler yüzey epitelini ve müküz membranları enfekte edip, epital proliferas-yonuna neden olan, epiteliotropik virüslerdir. Bu gün için 70' den fazla HPV tipi belirlenmiştir. Bunlardan 22 tanesi anogenital sistemde bulunurlar. Bunlar kanserlerle olan ilişkilerine göre aşağıdaki gibi sıralanırlar. 1) Yüksek riskli tipler: 16-18-31 2) Orta riskli tipler: 33-35-39-40-43-45-51-56-58 3) Düşük riskli tipler: 6-11 HPV enfeksiyonları servikste iki türlü lezyona yol açarlar. - Değişik formlarda condyloma acuminata - Sadece asetik asit uygulaması sonrasında görülen subklinik papilloma virüs (SPI) enfeksiyonu 390 HPV ile karşılaşan ve enfekte olan hücrelerde perinük-leer halo görünümü vardır ve bunlar koilositoz olarak adlandırılırlar. HPV enfeksiyonları servikal neoplaziler için gerekliyse de tek başına yeterli değildir. Değişimin gerçekleşmesi için bazı moleküler olaylarını da oluşması gereklidir. Selim lezyonlarda viral genom serbest molekül halinde iken invazif kanserlerde konakçı hücrenin DNA' sına entegrasyon gösterir. Bu entegrasyon myc ve ras on-kogeni bölgelerine olmakta ve bu konakçı onkogenler aktive olmaktadır. Virüs genomunda bulunan E6 ve E7 tarafından kodlanan onkoproteinler konakçının p53 ve pRB (retinablastom geni) adlı antionkogenle-rine bağlanarak onları parçalar veya inaktive eder. Bu antionkogenlerden p53 tümör süpresör geni, DNA kırıkları veya hasarlanmalarında, DNA tamir oluncaya kadar, hücreyi istirahatle tutar, tamiri olası kılarken genetik lezyonların birikilmesini de önler. İşte E 6 - E 7, P53'ün bu fren etkisini ortadan kaldırır ve hücre anormal bir şekilde, kontrolsüz büyümeye başlar. HPV-Tip 16 epidermoid HPV-Tip 18 ise adeno-kanserlerde daha sık görülmektedir. HPV nin saptanmasında güncel ve sık kullanılan yöntemler şunlardır. 1. Southern blot, (en sık) 2. PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) 3. İn sütü hibridizasyon Ancak bunlarda HPV ve tipinin saptanması, mutlak bir servikal kanserin gelişeceğini göstermez. Çünkü primer HPV enfeksiyonların oranı %10-30 iken, kadın yaşamı boyunca servikal kanser gelişme riski %1' den azdır. İleri evre CİN ve servikal kanserlerde en sık görülen tip HPV-16 olup, skuamöz hücreli kanserde %50, adeno -kanserlerde ise %30 oranında görülür. Buna karşın HPV-18 CİN olgularında %5 gibi az oranda, invazif kanserde ise %25 sıklıkla görülür. Adenokanserlerde ise HPV-16' dan daha sık rastlanır. HPV-18' in CİN' lerde az, kanserlerde ise daha sık görülmesi, bu tipin çok virulan olduğunu ve perinvazif lezyonları çok hızlı geçtiğini düşündürtmektedir. Gerçekten de HPV-18 içeren kanser olguları daha erken yaşlarda ortaya çıkmakta ve 3 misli daha fazla nüks etmektedir. Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere, HPV-18 başlı başına kötü prognoz bulgusu olarak kabul edilmelidir. Cinsel ilişki Özellikle menarşa çok yakın cinsel ilişkiye başlamış grup en yüksek riske sahiptir. 20-23 yaşlarında cinsel ilişkiye başlamış grupta ise risk hemen hemen ortadan kalkmaktadır. Buradaki sorun, genç kadınlarda aktif transfarmasyon zonundaki mevcut immatür metapla-zinin displaziye dönüşümünün daha hızlı olmasıdır. Bazı yazarlara göre cinsel ilişki yaşından da önemlisi cinsel partner sayısıdır. 10 veya daha fazla partner değiştiren kadınlarda, invanzif serviks kanseri görülmesi 3-3,5 misli artmaktadır. Sigara Sigara içen kadınlarda, sigara ürünleri olan nikotin, kolitinin, fenoller, ve hidrokarbonlar servikal mukusa geçmektedir. Bu maddeler içilen sigara miktarı ile orantılı olarak, servikste lokal immütenin sağlanmasında hayati rol oynayan Langerhans hücrelerinin miktar ve fonksiyonunu azaltmaktadır. Böylece, HPV nin in-matür metaplazi üzerindeki onkogenetik etkisi engel-lenememektir. Ancak adenokanserler ve CİN in ortaya çıkışı sigara içiminden etkilenmemektedir. Oral Kontraseptifler (OK) 6 yıl veya daha fazla OK kullananlarda servikal neop-laziler ve özellikle adenokanser oluşumu artmaktadır. CIN-3 ve invazif kanser ile OK arasındaki bu ilişki CİN oluşumunu etkilememektedir. Bir diğer değişle, OK kullanımı displazi oluşturmaz ama oluşmuşu belli bir aşamadan sonra kansere dönüşecek şekilde hızlandırır. OK' in bu ilginç etkileri şu şekilde özetlenebilir. 391 - OK kullanan kadın bariyer yöntemlerine başvurmaz. - OK kullanımına bağlı kolumnar epitelin eversi-yonu hızlanır. - OK kullanımı kadında folik asit düzeyini azaltır ve serviks epitelinde megaloblastik değişikliklere neden olur. - OK kullanımı içindeki östradiol etkisi ile, virüsteki E6-E7 bölgelerinin transkripsiyonunu 7-8 misli artırır. Benzer etkiyi progesteron ve glukokortikoidlerde yapmaktadır. Nitekim bir antiprogesteron olan RU-486 ile bu viral proteinlerin indüksiyonu durur. Parite Gebelik ve doğum sırasında kolumnar epitelin eversi-yonu sonucunda immatür metaplastik epitel daha çok etkene maruz kalarak transformasyona uğramaktadır. Ayrıca gebelikte artan progesteron ve eksilen folik asid HPV onkogenlerini indükler. Diyet A, C, E vitaminleri ve beta karotenlerin yüksek miktarda alınımı ile servikal neoplazilerin anlamlı azalma gösterdiği saptanmıştır. Özellikle C vit. alımı ile bu azalmanın %60 gibi yüksek bir orana ulaştığı gösterilmiştir. İmmünosüpresyon Böbrek transplantasyonu yapılan ve bu nedenle im-munsüpresor tedavi uygulanan kadınlar ile HİV'li kadınlarda CİN oluşumu 16 misline yakın bir artış gösterir. HSV-tip 2 HSV-tip 2' nin bugün için servikal kanser ile direkt ilişkisi gösterilememiştir. Ancak HSV-2' nin HPV-16' nin genomlarını etkileyerek, onu daha aktif hale getirdiği varsayımı üzerinde durulmaktadır. Patogenez Servikste başlıca iki türlü epitel vardır. Bunlardan birincisi intemal servikal os ile eksternal servikal os arasında uzanan yani endoservikste varolan ve müküs salgılayan tek sıralı silenderik epiteldir. Buna kolumnar epitel de denir, ikincisi ise vajen epi-telinin devamı olan ve portionun üzerine kapsıyan 25-30 katlı yassı epiteldir. Buna da skuamöz epitel denir. Bu iki farklı epitel eksternal os civarında karşı karşıya gelir. İşte bu iki epitalin karşılaştığı bölgeye skuamokolumnar bileşke veya transformasyon zonu denilir. Bu zon sabit anatomik bir zon değildir. Serviks volümünün çok artığı gebeliğin bir diğer dönemde bu zon hareketlenir ve kolumnar epitel eksternal os sınırını aşarak dışarıya doğru yayılır. Bu olaya yani kolumnar epitelin ekzoserviks üzerinde bulunmasına eversiyon veya ektropiyon denilir. Bu zonu hareketlendiren 3 olay ise, intrauterin hayatın son ayları, püberte ve ilk gebeliktir. İlerleyen yıllar içerisinde, dışa taşan kolumnar epitelin yerini metaplazi ile tekrar skuamöz hücreler alır. Buna skuamöz metaplazi denilir ve tamamen fizyolojik bir olaydır. Doğum yapan kadınlarda, serviksin kısmen yırtılması ile birlikte kolumnar epitelin eversiyonu hızlanır ve vajen asiditesi ile karşı karşıya kalan bu epitel, kendisini asitten korumak için daha güçlü bir skuamöz metap-laziye uğrar. İşte bu esnada eğer bu bölgede kanserojen ajanlar örneğin HPV - virüsleri var ise, bu metaplastik hücreler giderek atipik metaplaziye dönüşür. Atipik metaplazilerin yaklaşık %30' u organizmanın yeterli cevabı ile baskılanırken, %70'i zaman içerisinde displaziye dönüşür. Displazi skuamöz epiteli giderek daha çok tutarak, ağırlaşır ve yıllar sonra önce karsinoma in situ, sonra mikroinvanzif kanser ve en son, invazif kansere dönüşür. İşte hafif displazi ile başlayıp, invanzif kanser ile son- 392 lanan bu sürece CİN (servikal intraepitelyal reoplazi) denilir. Kolumar epitelin skuamöz epitele dönüşümü tam açıklanamamış olmakla birlikte, iki farklı şekilde gerçekleşir. 1. Kolumnar epitelin kendisi skuamöz epitele dönüşür. 2. Endoservikal stromada bulunan, bipotent rezerv hücrelerinin proliferasyonu ile metaplazi oluşur. Ama hangi yol ile olursa olsun, bu değişim, eksternal os civarındaki transformasyon zonunda gerçekleşir. Öğleyse eski ismi ile displazi, yeni ismi ile CİN, bu bölgede ortaya çıkacaktır. Displazi - CİN - tanısı koydurtan histolojik kriterler - Aneploidi - Pleomorfizim - Atipik mitoz - Matürasyon yokluğu - Karyoreksiz (çekirdeğin parçalanması) - Hiperkromatoz Normal servikal epitelyal yüzeyde, epitel hücreleri stro-madan bazal membranla ayrılmıştır. CİN ve CIS olguları bu bazal membranı geçemez. Kanserde ise bu mem-bran aşılmıştır. Öyleki başlangıçta bu epitel hücreleri tomurcuklar halinde, sonra ise bir ağacın kökleri gibi bu stromayı in-vaze etmişlerdir. 3 mm' e kadar olan invazyona mikro-invazif karsinom denilir ve lenfatik yayılımın başlamadığı kabul edilir. Daha derin invazyon yapan kanser artık invazif kanser adı ile anılır ve lenfatik yayılım başlar. CİN' lerin ağırlık kriterleri ve kansere dönüşüm zamanları aşağıdaki gibidir. CİN - 1 (Hafif displazi): Servikal epitelin bazal membrandan uzak bölümünün 1/3 veya daha azını tutmuştur. 57 yıl içerisinde karsinoma in situya (CIS) dönüşür. CİN - 2 (Orta displazi): 2/3 veya daha azını tutmuştur. 3 yıl içerisinde CIS' a dönüşür. CİN - 3 (Ağır displazi): Bazal membrana yakın bir iki sıra epitel dışında tüm servikal epiteli tutmuştur. 1 yılda CIS' a dönüşür. Carsinoma in situ (CIS): Tüm servikal epiteli tutmuştur. Ancak bazal membranı aşıp invazif kansere dönüşmesi 10 yıl gibi zaman gerektirir. Adenokarsinoma in situ (AIS) ve adenokanser Serviksin primer ve en sık görülen kanseri sguamöz hücreli kanserlerdir. Ancak, adenoca'lar invanzif ca'la-rın %510'unu oluşturur ve prognozları daha kötüdür. Adenokarsinomlarda CIN'e karşı gelen GIN (glan-düler intraepitelyal neoplazi) kelimesi kullanılır. Bunlar her zaman transformasyon zonunun proksi-malinde gelişir ve endoservikal kanal boyunca ilerler. Serviksi büyütüp FIÇI servikse neden olurlar. Övere daha fazla metastaz yaparlar. Clear-Cell karsinom, Müsinöz Adenokarsinom (en sık), Papiller adenokarsinom ve hatta adenos-kuamoz Ca diye adlandırılan alt grupları vardır. HPV-Tip 18 annenin DES kullanımı ve 6 yıldan uzun süre OK kullanımı ile ilgilidir. Serviks kanser tipleri En sık görülen serviks kanseri skuamöz hücreli olanlardır. Bunların çok büyük kısmı T-Zon'da başlar, CIN-I, CIN-II, CIN-III ve mikroinvazif aşamadan geçerek oluşur. Nadiren T-Zon dışındaki yassı epitelin bazal hücrelerinden gelişen tipleri olduğu bildirilmiştir. Skuamöz kanserler diferensasyon derecelerine göre 3 grade altında değerlendirilirler; Serviksin en kötü prognozlu kanseri küçük hücreli anaplastik tipleridir. Oldukça nadir görülürler. 393 Serviks kanseri Tipleri Skuamöz serviks kanserleri (%85-90) • Büyük hücreli nonkeratinize (en sık) • Büyük hücreli keratinize • Küçük hücreli • Verrüköz Servikal adenokanserler (%5-10) • Müsinöz tip (en sık) • Clear - celi kanser • Adenoma malignum • Papiller adenokanser Küçük hücreli serviks kanserleri (en habis grub) • Nöroendokrin serviks karsinoma • Serviksin karsinoid tümörü • Yulaf hücreli kanser Serviksin diğer nadir tümörleri • Sarkom • Lenfoma • Melanom Grade-I: İyi farklılaşmış hücrelerden oluşmuş kera-tin incileri yapan tümörler Grade-ll: Arada kalan tümörler Grade-lll: Yoğun mitotik aktivite gösteren ileri derecede atipik hücrelerden oluşmuş tümörler. Servikal adenokanserlerin oluşumunda, 3 önemli risk faktörü vardır. HPV - tip 18 enfeksiyonu 6 yıldan daha uzun süre OK kullanımı Annesi bu kadına hamile iken DES kullanmış olması Serviks kanserlerinin %5-10'unu adenokanserler oluşturur. Son yıllarda 35 yaşın altındaki kadınlarda daha sık ortaya çıktığı bildirilmektedir. Diyabetiklerde, obezlerde, hipertansiyonlularda, sigara içenlerde ve en önemlisi nulliparlarda diğer popülasyonlara göre daha sık görülmektedir. Serviksin adenokanserleri, skuamöz olanlardan daha kötü prognoza sahiptir. Endoserviks içerisinde büyüyerek fıçı serviks neden olurken, erken metastaz yaparlar. Bir önemli özelliği de, skuamöz kansere göre, övere daha sık metastaz yapmalarıdır. Serviks kanserlerinin makroskopik olarak 4 şekilde görülür. Ekzofitik: Vajinaya doğru büyürler Endofitik: Seviksin içine doğru büyürler, ama portio-da ülseratif lezyonlar yaparlar. Fıçı serviks (Barrel-shaped): Adenokanserlere özgüdür. İnfiltratif: Bu makroskopik görünümlerde derhal biyopsi endikasyonu vardır. Mikroinvazif kanser genelde gözle görülmez. 394 MİKROİNVAZİF KARSİNOM Mikroinvazif karsinomun gündeme gelmesinin iki nedeni vardır. Lenfatik yayılma hangi invazyon derinliğinden sonra başlar? Tümör büyüklüğü İnvazyon derinliğini prognozu etkiler mi? - Bugüne kadar 20 tane mikroinvazif karsinom tanımı yapılmıştır. - Bugün için özellikle iki tanesi kabul görmektedir. 1. Stromaya 5mm'den az invazyon yapan ve 7mm'den az horizontal yayılımı gösteren kanserler mikroinvazif karsinomdur. Bu iki boyutu ile 35mm2 ve buna derinlik eklenerek yapılan 3. boyut ile de 368mm3'e eşittir. 2. Tümörün lenfatik veya vasküler damar invazyo-nu tanıyı değiştirmez (FIGO) 3. Stromaya 3 mm'den az invazyon yapan, lenfatik veya vasküler tutulum göstermeyen kanserler mikroinvazif karsinomdur. Serviks kanserinde prognozu belirleyen lenfatik yayılım olduğuna göre, acaba, invazyon derinliği ile lenfatik yayılım nasıl bir oran vardır? 3 mm'den az invazyon= lenfatik yayılım %0,2 3-5 mm arası = lenfatik yayılım %7 • Vasküler tutulum varsa = Bu oranları 2,5 ile çarpmak gerekir. Serviks kanserlerinde yayılma Serviks kanserleri önce komşuluk yolu ile yayılmaya başlar. Bu yol ile yayılım serviksten 4 farklı yöne doğru gerçekleşir. • Vajene doğru: %65 * Parametriuma doğru: %40 ♦ Endometriyuma doğru • Mesane ve rektuma doğru: Çok nadirdir. Bu dört yayılım yolundan en önemlisi, prognozu en fazla etkileyecek olanı, parametriuma doğru olandır. Çünkü parametriumlar tutulunca lenfatik yayılım başlayacaktır ve serviks kanserlerinde en önemli prognostik faktörlerden birisi de lenfatik yayılımdır. Bu dört yayılım yolundan en önemsizi ise endometriyuma doğru olandır. Bu yol evrelendirme yapılırken göz önünde tutulmaz. Parametriumlar tutulduktan sonra, kanser, primer servikal lenf bezlerine doğru belli bir sıra ile yayılır. Bunlar; • Parametrial veya paraservikal • Obturatuar • Hipogastrik • Eksternal iliak • Sakral lenf bezleridir. Ayrıca, serviksin segonder lenf bezleri vardır ki bunlar tutulduğu zaman evre 4b olur • İnguinal • Paraaortik • İliak kominus nodlar (ana iliak nodlar) 395 Serviks kanserinde lenfatik yayılımı artıran faktörler - Tümör büyüklüğü - Tümörün parametriuma ilerlemiş olması - Vasküler invazyon varlığı - Tümörün stromal invazyon derinliği Ancak ileri dönemlerde hematojen yayılım başlar. Bu yolla başta karaciğer olmak üzere, akciğer ve kemik metastazları gerçekleşir. Evrelendirme Evre 0: Karsinoma in situ Evre I: Kanser servikste sınırlıdır. I A Mikro-invazif karsinom a-|: Sadece mikroskopla görülür. a2: Lezyon, 7x7 mm'den daha küçük I B İnvazif karsinom by. 4 cm'den küçük b2: 4 cm'den büyük Evre II: Kanser serviksi aşmış ama pelvis duvarına ulaşamamıştır. Vajenin 2/3 üst kısmında tutulma vardır. II A Aşikar parametrium tutulumu yoktur. II B Aşikar parametrium tutlumu vardır (in.op) Evre III Kanser pelvis duvarına ulaşmıştır. Rek-tal tuşede, serviks ile pelvis duvarı arasında kansersiz olanı yoktur. -1/3 vajen alt tutulumu bu devreye girer. - Hidronefroz veya fonksiyon yapmayan böbrek bu gruba girer. III A: 1/3 alt vajen tutulumu bu gruba girer. III B: Hidronefroz ve afonksiyone böbrek bu gruba girer. Evre IV: Kanser küçük pelvisten dışarı yayılmıştır. Klinik olarak rektum ve mesane mukozası tutulmuştur. IV A: Tümörün rektum ve mesaneye yayılımı vardır. IV B: Uzak organ metastazları vardır. Günümüzde serviks kanseri FİGO'nun 1994'de kabul ettiği klinik evreleme sistemine göre değerlendirilir. Bu evrelendirme sisteminde, özellikle mikroinvazif kanser tanısı konulurken, tartışılan iki konudan yani "büyüklük mü yoksa invazyon derinliği mi önemlidir", tartışması büyüklük yönünde ele alınarak yapılmıştır. Derinlik göz önüne alınarak yapılan alternatif sınıfla ma ise aşağıdaki gibidir; Evre I: Servikste sınırlıdır. la: Tümör mikroskopiktir. la-]: 3mm altında stromal invazyon vardır. Ia2: 3mm üstünde - 5 mm altında invazyon vardır. Evre la tanısı, ancak konizasyon, amputasyon ve histe-rektomi ile çıkarılan piyesin histolojik incelemesi sonucu konulur. Klinik bulgular 1) Erken dönemde ortaya çıkanlar • Postkoital travmatik kanamalar • Asiklik kanamalar • Kanlı akıntı • Kötü kokulu akıntı 2) Geç dönemde ortaya çıkanlar • Bacak ve kasık ağrıları • Fistüller (serviko-vajinal / veziko-vajinal / ser-vikorektal / rekto-vajinai) • Üreter obstrüksiyonu sonucunda oluşan hidronefroz ve böbrek fonksiyon bozuklukları • Alt ekstremitelerde ödem • Anemi 396 Genelde herhangi bir klinik bulgu vermeden, tarama yöntemleri ile yakalanır. Ancak kanser ilerledikten sonra, patognomik olmayan birtakım bulgular vermeye başlar. Bu bulguları iki başlık altında toplayabiliriz; Serviks kanseri bulgu vermeye başladığında evre Ib veya ilerisindedir. Tanı Serviks malinitelerinde tanı koyarken, iki büyük özellik mutlaka göz önüne alınmalıdır. 1- Serviks kanseri yavaş gelişir. Çoğu displazi şeklinde başlar ve 7-15 yıl gibi uzun bir süreden geçerek kanserleşir. Öyle ise bu uzun süreçte, tüm kadınlara, tarama yöntemleri uygulanabilir. 2- Serviksin premalin ve malin skuamöz kanseri %85 sıklıkla T-zone de gerçekleşir. Burası ulaşılması kolay olan bir bölgedir. Burada tarama yöntemlerinin uygulanmasını kolaylaştırır. Servikal premalin lezyonların tanınmasında üç teşhis aracı vardır. Bunlar; • Sitoloji • Kolposkopi ve • Patolojidir. Bu üç yöntemin planlı bir şekilde kullanılması, kanser başlamadan önce, premalin lezyonların erken tanınmasına yardımcı olur. Displazi tanısında kullanılan yöntemler • • • • • Pap - smear Bethesta smear Kolposkopi Schiller testi Mikrokolpohisteroskopi Karar Yöntemleri • • • • Kolposkopik biyopsi Punch biyopsi Kon biyopsi Endoservikal küretaj 1) Sitolojik İncelemeler 1. Pap-smear: Hem portiodan, hem endoserviksten örnek alınarak yapılır. %90 doğru netice verir. • Class I: Normal hücreler • Class II: İltihabi, dejeneratif, metaplastik, rejene-ratif, hiper ve parakeratoz hücreleri • Class III: Şüpheli. Ağır iltihabi ve dejeneratif hücreler. Hafif veya orta şiddette displazi. CIN-I ve CIN-II ayırt edilmez. Class IV: Ağır displazi veya karsinoma in situ. CIN-III ve CIS ayırt edilmez. • Class V: İnvazif karsinom Bethesda sınıflaması Orijinal Papanicalaus sınıflamasının yeniden düzenlenmiş şeklidir. Buna göre 5 tipte bulgu tanımlanır. 1- Normal sınırlama 2- ASCUS: Sebebi açıklanamayan atipik skuamöz hücre demektir. 3-6 ayda bir sinir tekrarı gerektirir. 397 3- ASC-H 4- a- LGSIL (LSIL): Düşük derecede skuamöz intr-aepitelyal lezyon düşündürten hücresel değişiklikler (CIN-l'e uyar) 5- 0- HGSIL (HSIL): İleri derecede skuamaz intraepitelyal lezyonu düşündürten hücresel değişiklikler (CIN-2-CIN-3) Bunlardan ASC-H'den itibaren kolposkopi ve biyopsi endikasyonu vardır. Koilositoz ASCUS veya ASC-H'ye dahil edilir. 2. Schiller Testi: Serviksin normal sguamöz epiteli glikojen ihtiva eder. Bu da, iyod ile boyanırsa koyu kah verengi bir renk alır. Displazik hücreler veya kanser hücreleri glikojen ihtiva etmedikleri için açık renkte kalır. Ancak bu durum kanser için spesifik değildir. Çünkü skar dokusu ve kistler de boya almayabilir. Bu test, lugol çözeltisi ile de yapılabilir; iyot (+) Schiller (-), iyot (-) ve schiller (+) diye adlandırılır. 3. Kolposkopi Kolposkop, serviksi 6-10 kez büyüterek incelemeye yarayan çift gözlü bir mikroskoptur. Hem tarama hem de biopsi yapmaya yarar. Muayenelerin çoğu 5-10 büyütme ile yapılır. Kan damarlarının daha iyi görebilmesi için yeşil filtre kullanılır. İyi bir kolposkopik inceleme için, birinci şart, kolum-nar epitelin, T-zonun ve skuamöz epitelin birlikte gö-rülmesidir. Bundan sonra incelenecek bölgeye %3-5'lik asetik asit solüsyonu veya daha seyrek olarak normal şalin sürülür. Asetik asit, dokunun özellikle silenderik ve atipik epi-telde nükleer şişmeye neden olur. Atipik epitel beyazlaşır (Aseto-VVhite epitel), normal epitel ise pembe renkte kalır. Asetik asit geri dönüşümlü olarak epitelyal ve stromal sitokeratinlerin koagülasyonuna neden olur. Bu etki 60 sn kadar sürer, ve işlem sonrasında atipik epitel ile normal epitel arasında keskin bir sınır oluşur (bazı kol-poskopistler bu aşamada Schiller testi de yaparlar) Asetik asit uygulaması esnasında görülen aseto-vvhite, epitel kolposkopinin en değerli bulgusudur. Ayrıca atipik epitelde iki damarlanma Örneği bulunur; noktalanma ve mozaik. Noktalanma (benekli görünüm) stromadaki papilla-larda bulunan kapiller halkaların neden olduğu görünümdür. Bunlar tricomanas enfeksiyonlarında da görülebilinir. Mozaik görünümde ise kapillerler paralel bir şekilde bulunurlar ve kaldırım taşı benzeri bir görünüm oluştururlar. Doku malinitesi ne kadar fazla ise interkapil-ler mesafe o kadar fazladır. Noktalanma mozaik olanlardan ileride, karakterstik atipik damarlanmalar (spagetti, virgül, tribüşon) ortaya çıkacaktır. Premenopozdaki hastalarda, % 12-15 oranında yetersiz bulguya rastlanabilir. Menapozda bunlar artar. Kolposkopide anormal bulgulardan biyopsi alınabilir. Anormal kolposkopik bulgular • Aseto-vvhite epitel (en değerli) • Punktasyon (noktalanma) • Mozaik • Lokoplaki • İyot negatif-epitel • Atipik damarlanmalar (spagetti, virgül, tribüşon) invanzif karsinomu düşündürür. • Atipik transformasyon zonu • Kondilom ve papillomlar • Hiperemi 398 Kolposkopik inceleme gebelikte yapılırken, doğum yapmamışta yapılması kolay değildir. Mikroinvazif kanserde tanı koyması güçtür. 4. Mikro kolpohisteroskopi 60 büyütme yapabilen bir özel kolposkopi çeşididir. Doku yassı epitel hücreleri tarafından tutalan VVater-man mavi mürekkebi ile boyandıktan sonra yapılır. 5. Servikografi Asetik asitle serviks silindikten sonra 35 mm'lik bir kamera ile serviksin fotoğrafı çekilir. Bu fotoğraflar kolposkopiste verilir. Hasta buna göre değerlendirilir. BİYODSİ yöntemleri • Kolposkopik biopsi • Punch biyopsi: Schiller testinde veya kolposkopik incelemede şüpheli görülen bölgelerden alınır. • KON Biyopsi: T- zonun büyük diatermi loop ile tamamen çıkartılması demektir. Son yıllarda popüler hale gelmiştir. Biyopsi de alttaki stromadan en az 3-4 mm ve serviks epitelinde 5 mm uzunluğunda parça bulunması gerekir. • Endoservikal Küretaj: T- zonun uterus yönüne doğru üstte kalan kısmın araştırılması için yapılır. Ancak epitelin stroma ile olan ilişkisi saptanamadı-ğı için örneğin mikroinvazif kanser tanısı konamaz. Bunlar aşağıdaki gibidir. 1) Kriyoterapi Dokunun hızlı bir şekilde dondurulması, hücre sıvısının kristaliye olmasına, hücre membranı ve hücre içi organellerin parçalanmasına neden olur. Bu amaçla C02 ve N02 gazları kullanılır. Tüm CIN'lerin %80-90' nını ortadan kaldırır. Servikal stenoz assendan enfeksiyon, ve geç kanama gibi koplikasyonları vardır ama bunlar %1'in altındadır. 2) Lazer ile Vaporizasyon C02'li lazer ile kolposkopi eşliğinde, atipik epitelin buharlaştırması demektir. Kriyoterapiye göre daha etkilidir, üstelik destrüke edilecek doku derinliği daha iyi kontrol edilir. 3) Konizasyon Yıllarca ilerlemiş CİN olgularının ve CİS'ın klasik tedavisi olmuştur. Bugün için 3 tip konizasyon metodu vardır. • Soğuk konizasyon: (cold-kinife-cone): Bisturi ile • Sıcak konizasyon(hot-cone):Elektrokoter ile yapılır • C02'li lazer ile yapılan konizasyon Konizasyon endikasyonları • Sitolojide, kolposkopide ve biyopside invazif lez-yon şüphesi • Kolposkopide normal bulgular olsada Bethesta smearde HGSIL saptanması • Kolposkopide negatif netice olsada sürekli tek-rarlıyan anormal pap smear varlığı • CIN-II veya CIN-III olgularının görünenden fazla endoservikal kanala uzadığı şüphesi • Sitoloji ve kolposkopide anormal glandüler lez-yon şüphesi • Endoservikal küretajın prekanseröz veya kanse-röz lezyon göstermesi • Kolposkopide T-zon'nun görülememesine karşın pozitif sitoloji neticesi • Sitoloji - histoloji arasında uyumsuzluk 399 Tedavi Bir ara dünyadaki yaygın trend bütün ileri dereceli CIN'lerin tedavisi, düşük dereceli CIN'lerin ise izlenmesi yönünde idi. Ancak son 3-4 yılda konservatif tedavi olan kadınlarda invanzif kanser gelişimine rastlandığı için, tüm CIN'lerin tedavisi gündeme gelmiştir. Bu amaçla çeşitli tedavi yöntemleri gelişmiştir. Konizasyonun Komplikasyonları • İntraoperatif kanama • Postoperatif kanama • Servikal stenoz • Uterin perforasyon • Enfeksiyon Konizasyon yapılan kadınlar, eğer isterlerse hamile kalabilirler. Ama vajinal yol ile doğum yapamazlar, sezeryan ile doğururlar. 4) Elektrokoagülasyon diatermi Basit ve etkili bir tekniktir. Şüpheli lezyonun bir prop ile yakılması esasına dayanır ve dünyada en yaygın kullanılan metoddur. 5) Soğuk koagülasyon Bu teknikte bir termoprop lezyona uygulanır ve tüm anormal dokuyu harp etmek için 2-5 kez tekrarlanır. Her tekrar yaklaşık 2 dakika sürer, ve hemostaz kendiliğinden olur. 6) Loop - Elektrocerrahi Eksizyon İşlemi (LEEP) Yüksek başarı oranına sahip yeni bir metoddur. Etkilenen dokunun, diatermik loop elektrodlar ile kesilip çıkartılması esasına dayanır. Hem biyopsi hem tedavi aynı anda gerçekleşir. Üstelik diatermi ile çıkarılan dokular tahrip olmadıkları için, patolojik tanı daha sıhhatli konulur. Fertilite üzerine etkisi yoktur. 7) Histerektomi CIN'in tüm tedavi metodları arasında histerektomi en yüksek başarı oranına sahiptir, çünkü rekürensleri %1'den de az görülür, bunların çoğu vajinde ortaya çıkar. Bu metod çocuk istemeyenlerde evre lb' ye kadar olan vakalarda tercih edilir. Servikal adenokanserin övere metastazı skumöz kansere göre daha fazla olduğundan, bu olgularda, TAH+BSO yapılması daha uygun olur. CIN'lerde uygulanan bu farklı ve çok çeşitli tedavi me-todlarını aşağıdaki gibi özetliyebiliriz. CİN - I, CİN - II • Kriyoterapi • Koter • Lazer ile Vaporizasyon • Soğuk koagülasyon • LEEP CİN - III, CIS, Evre - I a (mikroinvazif karsinom) • Konizasyon (çocuk isteyende) • Histerektomi (çocuk istemeyende) • Serviks ampütasyonu çocuk istemeyenlerde uygulanır ama tavsiye edilmez Evre I b ve II a • VVertheim Meigs operasyonu • Post op radyo terapi Evre II b • Primer tedavi radyoterapi 400 Evre III • Primer tedavi radyoterapi Yardımcı tedavi kemoterapi Evre IV • Primer tedavi kemoterapi • Yardımcı tedavi radyoterapi Evre II b'den ihtibaren gerekirse ekzentrasyon operasyonları (üreteri serbestleştirmek için) yapılır. İnvazif kanserde tedavi Klinik olarak evrelendirilen bu kanserin tedavisinde, radikal histerektomi, radyoterapi veya bunların kombinasyonları ile yapılır. Bazı durumlarda tedaviye kemoterapide ilave edilir. Radikal Histerektomi: Evre I a2 -1 b ve II a olgularında standart tedavidir. VVertheim - Meigs operasyonu olarak da adlandırılan bu operasyon aşağıdaki özellikleri kapsar. 1. Tip III histerektomi: Üreterler disseke edilip ser-bestleştirildikten sonra, parametriumlar kemik pelvise tutundukları yerden kesilerek, uterus ile birlikte çıkarılırlar. Buna 1/3 üst vajen parçasında ilave edilir. 2. Primer servikal lenf bezleri tek tek temizlenir. 3- Özellikle genç hastalarda överler bırakılabilinir. Sadece edenokanser olgularının övere daha sık metastaz yaptığı (%13) bilindiğinden bu vakalarda överlerin çıkartılması tavsiye edilir. Radikal histerektomi sonrasında evre I b ve II a olgusunda 5 yıllık yaşam %85-90 civarındadır. Serviks kanserlerinde radyoterapi uygulama nedenleri • Evre I tümörlerde - Primer tedavi olarak veya - Postoperatif adjuvan tedavi olarak • Evre II tümörlerde - Primer tedavi olarak • Evre III tümörlerde - Primer tedavi olarak • Evre IV tümörlerde - Kemoterapi ile birlikte primer tedavi olarak - Primer cerrahi tedavi sonrası tümör nükslerinde Cerrahi tedavi sonrasında pelvik lenf bezi metastazı tespit edilirse, cerrahi sınırlarda tümör varsa, ve 2/3 ü aşmış derin stromal invazyon varsa, hastaya postoperatif dönemde radyoterapi uygulanır. Bu uygulama pelvik nüksleri azaltırken, hastanın yaşam süresini uzatır. VVertheim - Meigs operasyonlarında ölüm %1'den azdır ama birtakım komplikasyonları vardır. Bunlar • Üriner fistüller (en sık) • Lenf kistleri • Sinir yaralanmaları • Mesane disfonksiyonudur. Radyoterapi Serviks kanseri tedavinin her evresinde ya primer ya da posteoperatif olarak radyoterapinin mutlaka yeri vardır. Evre I b ve II a olgularında primer tedavi her ne kadar cerrahi gibi görülsede, radyoterapide olabilir. Bu çok tartışılan bir konudur. Buna karşın Evre II b, III a ve III b olgularında tartışmasız primer tedavi radyoterapidir. Evre IV olgularında ise kemoterapi ile birlikte radyoterapi yine kullanılır. 401 Kemoterapi En yaygın kullanım alanı, primer tedavi, sonrası tümör rekürensleridir. En çok kullanılanlar ise sisplatin kombine şemalardır. Radyoterapi alanlarda sonradan uygulanan kemoterapi genelde başarılı sonuçlar vermez. Bunun nedenleri aşağıdaki gibidir. • Radyoterapi olan bölgelerde damarlanma bozulur, ve kanlanma azalır. • Radyoterapi olanlarda kemoterapiye dirençli tümör hücre kolonları oluşur. • Üreter obstrüksiyonu oluşmuş ise solunum yetersizliği ortaya çıkar. Son yıllarda, redikal cerrahi girişimler öncesi profilaktik kemoterapi uygulamaları gündeme gelmiştir ama neticeleri açık değildir. Tedavi sonrası tümör rekürensleri Bunlar en sık tedavi sonrası ilk iki yıl içerisinde görülür. En çok vajen kafında, sonra pelvik-paraaortik lenf nodlarında, intraabdominal organlarda, kemik ve akciğerde gözlenir. KAF'da olanlarda primer tedavi operasyon, diğerlerinde ise kombinedir. Serviks kanserinde prognostik faktörlerin başında klinik evre gelir. Lenfatik metastazlar ise ikinci önemli faktörü oluşturur. Serviks kanserli olguların %60'ı üremiden, %40'ı enfeksiyondan ve %2 civarın-dakilerde kanamadan ölür. Serviks Kanserinde Prognostik faktörler - Hastalığın evresi (en önemli) - Lenfatik metastaz - Tümör volümü - Tümörün stromal invazyon derinliği - Cerrahi sınırda tümör - Kapiller ve lenfatik damar invazyonu - Yaş, grade ve multiparite tartışmalıdır. Serviks Kanserinde Ölüm Nedenleri - Üremi: en sık - Enfeksiyon - Kanama Gebelik serviks kanserleri ve CIN'ler Gebelikte 1000 kadının 10-15'inde anormal smear saptanır. Bu bulgu sonrasında yapılacak ilk işlem kol-poskopi olmalıdır. Gebelikte ilk iki trimestirde kolpos-kopi sorun teşkil etmez, üçüncü trimestirde ise yapılması artmış servikal mukus nedeni ile zordur. Ama gebelik değişiklikleri kolposkopi uygulamalarını kolaylaştırır. Genellikle CİN saptanmış ise, doğum beklenir. Gebelikte en sık görülen genital ve ekstragenital kanser serviks kanseridir. 2000-4000 gebeliğin birinde görülür. Gebelikte uygulanacak tedavi, normalde uygulanan tedaviden farklı değildir ve evrelere göre değişir. Kanser tedavisi yapmak için doğum bekletilmez. 24. haftadan önce gebelik sonlandırılır ve tedavi başlar. Eğer fetusun matürasyon kazanmasına az bir zaman kalmışsa 1-2 hafta beklemenin mahzuru yoktur ama, 6-8 hafta kalmışsa annenin fikrine başvurulur. Gebelikte CIN-III veya CIS çıkarsa konizasyon veya LE-EP yapılabilinir. Serviks kanserinde ekzentrasyon operasyonları Evre II b üzeri her ne kadar inop kabul edilsede, üretendeki pasajın bir şekilde sağlanması, tümör völümü-nün küçültülmesi böylece radyoterapi ve kemoterapi dozunun azaltılması için bu operasyonlar uygulanmaktadır. İlk kez 1940'lı yıllarda Alexander Brunschvving tarafından yapıldığı için bu isimle anılır. 402 Mortalite ve morbiditesi yüksek olan bu operasyonlarda nerdeyse pelvis boşaltılır (mesane - rektum - uterus rektosigmoid - parametrium - paravajinal doku ve va-jen çıkartılır) Serviks stump Kanserleri Daha önce subtotal histerektomi geçirmiş kadınlarda ve özellikle ileri yaşlarda görülen kanserlere denir. Cerrahi veya radyoterapi uygulanır ancak cerrahi müdahale genelde zordur. Bu nedenle büyük kısımda radyoterapi tercih edilir. Serviks kanseri takibinde tümör merkezleri hemen hemen hiç kullanılmaz ama son yıllarda bu amaç için kullanılan bir marker tesbit edilmiştir. SCCAg (skuamöz hücreli kanser antijeni) Serviksin adenokanserlerinde ise CA-125 ve CEA dı-şın-da başka seçenek şu anda yoktur. SCCAg bunlarda yükselmez Okuma parçası Radyoterapi external ve intrakaviter olmak üzere iki aşamada yapılır. a) Eksternal radyasyon tedavisi • Pelviste 15x15 cm'lik bir alan ışınlanır. • Tedavi sahası L5 - 51 veya 14 - L5 den başlar obturatuar kanalların alt ucuna kadar uzanır. • Cobalt, linear akseleratör ve betatron gibi megavoltaj cihazları kullanılır. ' Pelvise toplam 4000-5000 cGy'lik doz uygulanır. • Günde 180-200 cGy'lik bölümler halinde 4-5 hafta sürer. Paraaortik metastazlarda uygulama alanı genişletilir. Ekternal tedaviden sonra intrakaviter tedaviye geçilir. b) İntrakaviter radyasyon tedavisi • Işın kaynağı olarak radium, cobalt veya cesium kullanılır. Toplam 2000-4000 cGy'lik doz verilir. • Radyasyon kaynağı ya uterin kaviteye ya da vajinal arka fornikse yerleştirilir. • Paris, Stockholm veya Manchester teknikleri uygulanır. Radyoterapinin başta üriner, GİS ve lokal olmak üze re pek çok komplikasyonları vardır, ve bunların görülme sıklığı %5-10 arasındadır. VAJİNA KARSİNOMU Genital kanserlerin %1-2'sini oluştururlar. %85-95 kadarı yassı hücreli (epidermoid) kanserlerdir. Geri kalanı, adenokanser, sarkom ve melanomlardır. Vajenden çıkan primer bir kanserde serviks mutlaka etkilenir. Etkilenmemiş ise, bu sekonder bir kanserdir. Etyoloji 1. DES: Gebeliğin ilk 10. Haftasına kadar DES içen kadınların kızlarında, 7-35 yaş arasında, adenom ve berrak hücreli karsinoma rastlandığı kesindir. (DES: fetüste ürogenital sinus-paramezonefrotik dönüşüm alanını vajinal kanala kaydırır) 2. HPV: Özellikle tip 16 3. Pelvik radyoterapi 4. infertilite İlk belirtisi çocukta akıntıdır. Radikal cerrahi uygulanır. Son zamanlarda kemoterapi ve radyoterapi ile kombine edilmiş ultraradikal operasyonlar uygulanmaktadır. Mikroskopik olarak: Rabdomiyoblastı çevreleyen, uzun kötü huylu mesodermal yapılar karakteristiktir. Vajina'nın "in situ" karsinoması 3 durumda sık görülür 403 1. Genital kanalın alt kısmında başka malign lezyon-lar varsa, onlarla birlikte 2. Serviks CİN'inin tam olmayan cerrahi eksizyonların-dan sonra 3. Serviks invazif karsinomu ışınlanmasından sonra Vajen kanserinin evrelendirilmesi VAİN (vajinal intraepitelyal neoplazi) Genellikle vajen arka duvarının 1/3 üst kısmını tutar. Kabarık plaklar halinde görülürler. Çoğu asemptomatiktir. Ortalama 45 yaşlarında görülür. Primer vajen karsinomu bunu takiben yaklaşık 10 yıl sonra ortaya çıkar. Tedavide lokal eksizyon veya 5-florourasilli krem kullanılır. Çok yaygın ise total kolpektomi yapılır. Total kolpekto-miden sonra suni vajen yapmak gerekebilir. Yassı epitel hücreli kanser VAiN'den sonra ortaya çıkar. 50 yaş üzerindeki kadınlarda görülür. Kanlı akıntı, bazen prolapsus uteri, miksiyon bozuklukları yapar. Lenfatik yol ile yayılır. Tedavide, radyoterapi ön plandadır. Adenokarsinomlar Mezonefrik, paramezonefrik ve mukoid tipleri vardır. Mukoid tip, DES ile ilişkilidir. Öncü lezyonu vajinal ade-nozistir. Sadece radyoterapi veya cerrahi + radyoterapi ile tedavi edilir. Botroid sarkom En sık 0-3 yaş grubunda görülür. Müllerian tüberkülün alt ucundan gelişir ve çok habis bir tümördür. Gözle üzüm salkımına benzer. Evre 0 VAİN (= karcinoma in situ) Evre I Kanser, vajen duvarında sınırlıdır. Evre II Subvajinal dokuya ilerlemiştir,ama peivis duvarına erişememiştir, Evre III Pelvik duvara ulaşmıştır. Evre IV Pelvisi aşmıştır. a. Yayılım, komşu organlaradır b. Yayılım, uzak organlaradır. Prognoz Evre I ve ll'de I %70-75 Evre III -* %20-25 Evre IV -» sağ kalım nadirdir. Vajenin iyi huylu lezyonları 1. İnklüzyon Kistleri Eski yırtıklar veya epizyotomi yerinde oluşurlar. Vajen çıkışına yakındır ve nadiren tedavi gerektirir. Perineal operasyonlar veya lazer tedavisinden sonra oluşurlar. Skarlar içerisinde olması karakteristiktir. 2. Gartner (mesonefrik) kanal kistleri Ya çok sayıda ufak kistler halinde, vajinal mukozanın arka forniksinde, ya da tek kist halinde vajen ön duvarının orta çizgisinde görülürler. 404 Semptom vermezse, çıkarılmazlar. Çıkarılacaksa, eksizyon yeterlidir. Vajende en sık rastlanılan kistlerdir. 3. Endometriozis Arka fornikste mor renkli çıkıntılar olarak görülür. Ya çıkarılır ya da endometriozis tedavisi uygulanır. 4. Adenozis Servikal ektopik bezlerden kaynaklandığı sanılmaktadır. Vajenin iç orta yarısında görülür. DES'le ilişkili olduğu bilinmektedir. Genellikle vajen 1/3 iç kısmında bir septum veya serviks etrafında "yaka* benzeri bir yapı ile birlikte bulunur. Vakaların %75'inde DES veya benzeri hormonların alınmış olduğu saptanmıştır. Gelecekte adenokansere dönüşmesi riski vardır. 5. Vaginitis Amfizematoza 1-2 mm çapında, yaygın, CO2 dolu submukozal yerleşimli kistlerdir. Gebe kadınlarda ve dekompanse kalp hastalığı olanlarda görülür. Birlikte trikomonas iltihabı da vardır. Vajinit tedavisi ile geçer. Etken: Gardneralla enfeksiyonlarıdır. Vajenin iyi huylu solid lezyonları: Fibromiyoma, polipler, papilloma ve kondilomadır. VULVA HASTALIKLARI VE KANSERLERİ Vulvada hem deriye ait, hem de genital sisteme ait hastalıklar görülebilir. Vulvadaki ülseratif, eritematöz, proliferatif ve hiperke-ratotik lezyonlar, vulva kanseri ile ilişkili olabilir. Dolayısı ile, vulvar lezyonlardan %1'Hk Toluidin mavisi (Collins testi) veya %2-3'lük asetik asitle boyatılıp belirgin hale gelince erken biyopsi almak gerekir. Anormal keratinizasyon en değerli bulgudur. Vulva kanserinde predispozan faktörler - Obesite - Hipertansiyon - Kronik vulvar irritasyon - Hipertrofik distrofiler - Atrofik distrofiler - Kronik granulomatöz hastalıklar (LGV; sifiliz, granuloma inguinale) - İrradiation - Pigmente moller - Paget hastalığı - İntraepitelyal karsinoma (VİN) - Condyloma accuminata - Tiroid disfonksiyonu - Ancak enfeksiyon hastalıkları arasında bugüne değin kanser yaptığı ispatlanmış tek ajan HPV-tip 16'dır. VİN (Vulvar İntraepitelyal Neoplazi) 405 (Vulvar Displazi - Preinvazif vulvar neoplazi - Evre O vulva kanseri) VIN'ın en sık görüldüğü yaş ortalama 35'dir. Vulvar kansere dönüşmesi olasılığı hem nadir hem de çok yavaştır. VIN'ler multisentrik orjinlidir. Bunun iki nedeni vardır: * Serviks, vajen ve vulva kloak'tan gelişmiştir. Yani aynı orjinlidir. Bu nedenle, aynı onkojenik ajana bu bölgelerin birden fazlasından aynı cevap alınabilinir (multisentrik neoplazi) Bir diğer deyişle CİN, VİN veya VAIN birarada bulunabiliniz Ve bunları oluşturan nedenler de aynı olabilir. • Bu nedenler arasında HPVve özellikle Tip 16'nın rolü çok önemlidir. Tip 18 ise ikinci sırada gelen etyolojik nedendir. VIN'in risk faktörleri 1- Enfeksiyonlar • HPV 16-18-31 • HSV - 2 2- Sigara İçerdiği nitrosaminler ile vulvada, displaziye neden olabilir. 3- Kötü hijyenik şartlar ve düşük sosyoekonomik seviye. Yaş ve parite VİN için risk faktörü oluşturmaz. Klinik bulgu %70 vakada persistan pruritus mevcuttur. Muayenede sıklıkla diskolore lezyonlar görülür. (Beyaz -kırmızı - siyah) Bu lezyonlar gençlerde multifokal ve multisentrik iken, yaşlılarda unifokal ve unisentriktir. Bu lezyonların en sık birlikte oldukları hastalık kondylo-ma akuminatadır. VIN'in sınıflaması 1- Skuamöz hücreli (Bovvenoid Tip – Basaloid Tip) - VİN - I Hafif displazi ve atipi - VİN - II Orta displazi ve atipi - VİN - III Ağır displazi ve atipi (Karsinoma in situ) 2- Non skuamöz hücreli (kırmızı lezyonlar) - Paget - Melanoma İn situ veya melanositer tümör VİN tipleri 1- Bazaloid tip VİN a) Bazal ve parabazal hücre hipertrofisi vardır b) Bu hücreler epidermisin üst katmanlarına ulaşmıştır 2- Bovvenoid tip VİN a) Prematur hücresel matürasyon b) Nadiren epitelyal multinukleasyon c) Corps ronds d) HPV'ye sekonder koilositoz vardır. 406 Her iki şekilde ortak özellikler • Anormal mitotik figürler • Hücresel ve nükleer pleomorfizm • Nükleer keratinde irregüler kümeleşme • Parahiperkeratoz VIN'de histolojik özellikler • Akantozis • Hiperkeratozis • Diskeratozis veya parakeratozis. • Koilositoz • Atipik Mitoz • Matürasyon Kaybı • CORPS - RONDS = Aglutine nükleer DNA içeren pleomorfik multinükleer, neoplastik hücreler demektir. Bovvenord tie özgüdür. • Hücresel disorganizasyon ve konezyon kaybı • Bazal membran aşılmadan, hücre içerisinde anöploid ve hipertetraploid yapılar görülür. Ama en önemli histolojik özellik atipik keratinizasyondur. TANI VE TEDAVİ • Parlak ışık altında görülen lezyondan 5 mm derinlikte olmak kaydı ile Wedge - Rezeksiyon yapılır • Lezyon görülmüyorsa % 3'lük asetik asit sürülerek Vulvoskopi (Vulvar Kolposkopi) yapılarak, eksizyon gerçekleştirilir. • Vulvoskopide normal ise Collins testi yapılır ve şüpheli alanlardan parça alınır • Multifokal odakları olanlarda 'skinning vulvekto-mi' yapılır • Kemoterapi: Genellikle başarısız kalınır - 5 Florourasilli krem - İnterferon uygulaması - DNCB (Dinitroklorobenzen) - Fotodinamik tedavi (Hematoporfirin) Vulvanın beyaz lezyonları Vulvada beyaz lezyonların nedeni ya depigmentasyon yani lökoderma (vitiligo) ya da hiperkeratozis yani lökoplazidir. Bunlardan depigmentasyonun gonadotropin veya MSH ile ilişkili olabileceği görüşü vardır. Konjenital şekli de çoğunlukla menarştan sonra ortaya çıkar. En sık anorektal bölgede görülür. Sonradan oluşanlar travma, enfeksiyon ve radyasyona sekonder gelişir. Lökodermalar kanseröz kabul edilmez, kanseröz olarak kabul edilen lökoplazilerdir. Kronik enfeksiyonlar (granülomatoz hastalıklar, ekze-matoid, nörodermatidis, sebore gibi) skarla sonuçlanabilirler. Bu durumda hem lökoderma hem lökoplazi yapabilirler. Ancak lökoplazi yapsalar da, histolojik olarak, malinite bulguları göstermezler. Beyaz lezyonlardan distrofiler, yani anormal beslenmeden kaynaklanan şekil bozuklukları premalin olarak değerlendirilebilirler. 407 Beyaz lezyonların sınıflanması I- Depigmentasyon - lökoderma veya vitiligo II- Hiperkeratoz (Lökoplaziler) • Kronik enfeksiyonlar • İyi huylu tümörler • Distrofiler 1- Liken sklerozis (Atrofik distrofi) 2- Hiperplazik distrofi • Tipik • Ati pik • Mixt • İn situ karsinom • İnvazif kanser Vulvanın kırmızı lezyonları 1- Paget hastalığı; keratinli 2- Bovven hastalığı: keratinli 3- Eritroplazia kueirat: keratinsiz 4- Psöriazis 1 5- Candida prekanseröz değil 6- Hemangiomlar Distrofiller Anormal beslenmeden kaynaklanan bir bozukluk anla-mına gelir. Distrofik lezyonlarda, epitel tabakası üstünde değişken kalınlıkta bir keratin örtü vardır (beyaz veya gri rengin nedeni). Epitelin kendisi de ya kalınlaşmış ya da incelmiştir. Epitel altındaki bağ dokusunda farklı derecede değişimler ve damarlanmalar vardır. Eskiden bunlara "lökoplazi" denirdi (lökoplazinin anlamı, beyaz leke'dir). a. Atrofik distrofi (Lichen sclerosis et atroficus) Prepubertal devre de dahil olmak üzere her yaş grubunda görülür. Ama esas olarak, postmenopozal dönemde görülür. Kaşıntı, vulvada büzüşme ve ciltte incelme ile dikkati çeker, %2-3'ünde vulva kanseri gelişir. Patolojik olarak, keratin altındaki epitelde incelme ve epitel altı bağ dokusunda doku kaybı ile karakterizedir. Tedavi: Kaşıntı için antihistaminik ve hidrokortizon verilirdi. Postmenopozal devrede intravajinal östrojen eklenirdi. Eğer anaplastik değişiklikler oluşmuşsa, vulvektomi yapılır. Ancak son zamanlarda % 2'lik testosteronlu pomadlar kullanılmaya başlanmıştır. b. Hipertrofik Distrofi (hiperplastik distrofi) Epitel üzerinde keratin tabakası kalınlaşmış, epitelin kendisinde aşırı proliferasyon vardır. Ama maturasyon anomalisi epitel hücrelerinde görülmez. Biyopsi yapılmalıdır. Tedavide ya eksizyon ya florinli hidrokortizon uygulanır ya da progesteronlu kremler verilir. 408 c. Mikst tip Liken sklerozis ile hiperplastik tip bir arada bulunur. d. Atipik hiperplazik distrofi Bu da bir beyaz lezyondur. Epitel hücrelerinde atipik maturasyon entraepitelyal inci oluşumu karakteristiktir. Sıklıkla invazif vulva kanserinin yanında görülür veya ona dönüşür. Epidermoid vulva kanserinin en ilk rastlanan öncü lezyonudur. Pigmentli nevüsler: Vulva'da 3 tipi görülür: - İntradermal : Habisleşmez - Dermoepitelyal (junctionae): En sık habisleşen - Bileşik lezyonlar: Habisleşebilir. Paget hastalığı Makroskopik olarak alev kırmızısı bir fon üzerinde, benekler halinde beyaz renkli hiperkeratotik adacıklar şeklinde görülür. Mikroskopik olarak ise, apokrin kökenli iri, soluk hücrelerin varlığı ile karakterizedir. Epi~ tele göç eden deri eklerine ait duktal hücrelerden kaynaklandığı sanılmaktadır. Başlangıçta bazal tabaka, daha sonra tüm epitel tabakaları işgal edilir. CEA'sı yüksek olan tek vulvar hastalıktır. Vulvada görülen tipi, %90 intraepitelyaldir. Apokrin hücreler müsin-karmen boyası ile boyanabilir. Müsin-karmen boyası tutan CEA ihtiva eden hücrelerdir. Çıkartılmalı veya basit vulvektomi yapılmalıdır. Kolon ve meme kanser ile birlikte bulunabilir. Altında epidermoit invanzif karsinom görülebilir. Condyloma Acuminata: HPV tip 16-18 vulva ca ile ilgilidir. Tip 6 ve 11 nadiren vulva ca'ya neden olur. VULVA CA Bir cilt kanseridir. Bu yüzden epidermoid değil, yassı epitel kanseri olarak adlandırılır. Tipleri • Yassı hücreli karsinom: %90 • Habis melanom: %8-11 • Bazal hücreli karsinom: %4 • Sarkom • Verriköz kanser: %1'den az • Bartholin bezi kökenli karsinom: %1'den az • Sekonder (metastatik) karsinom Bazal hücreli kanser Rodent ülseri de denir. Geç dönemde lenfatik yayılma yapar. Hemen her zaman labium majusta gelişir. En iyi prognoza sahiptir. Verriköz kanser Lokal eksizyon yapılır. Lenf bezlerine metastazı yoktur. Habis melanom İkinci sıklıkla görülen vulvar kanserlerdir. Çoğunlukla de novo olarak gelişirler. Ancak nadiren vulvar nevüs-lerden geliştikleri de görülmüştür. En çok postmenopozal kadınlarda, labium minus veya klitoriste ortaya çıkar. Hızlı yayılırlar ve yayılmayı belirleyen de invazyon derinliğidir. Bu yüzden bunlarda FIGO evreleme sistemi kullanılmaz. Onun yerine mikroevrelendirme sistemleri kullanılır (Clark - Chung - Breslovv) 409 Sarkom Vulvada en sık görülen sarkomlar leiomiyasarkom-lardır. Bunlar, lig Rotundum'un canalis inguinalisi geçip, vulvada dağılan düz kaslardan orjin alırlar. Mikroevreleme sistemleri Yassı hücreli kanser 60-70 yaşlarında sık görülür. En sık yerleşim yeri, labi-um majuslardır (%65). Primer semptomu, kaşıntıdır. Çoğu vakada, öncelik lezyonu tipik distrofi iken, zamanla atipik distrofiye dönüşür. Bunu takiben, VİN oluşur. Bazı vakalarda ağrı, kanama ve ülserasyonlar görülür. Tanı biyopsi ile konur. Genellikle iyi differansiye keratohyalin incileri ve dikensi hücreler içerir. İntraepitelyal odaklar çoğunlukla birkaç yerden birden çıkar. Tümör başlangıçta yüzeysel olarak büyür. Daha sonra, anus, vajina ve üretraya yayılır. Ama en önemli yayılım yolu, lenfatik yoldur. Ve özellikle femoral ve inguinal lenf bezlerine yayılır. Lenf noduna metastazları belirleyen, tümörün büyüklüğüdür. Ancak, tümörün lokaliza-syonu da, lenfatik yayılımı etkiler. Öellikle üretra üzerine yerleşmiş veya rektumu tutmuş bir kanser derin pelvik lenf bezlerine yayılır. En çok obturatuar lef bezine metastaz olur ve evre 4b olunur. Tedavi: Lezyon tek taraflı ise geniş eksizyon, yaygın ise vulvektomi yapılır. Operasyon esnasında lenf bezlerinden (femoral, inguinal) biyopsi alınır. Eğer tutul-muşlarsa, pelvik ışınlama yapılır. Clark Chung Breslovv l-İntraepitelyal İntraepitelyal < 0.76 mm Il-Papiller dermiş < 1 mm gran-uler 0.76-1.50 mm tabaka lll-Demal papilla 1.1-2 mm gran-uler 1.51-2.25 mm tabaka IV-Retiküler dermis> 2 mm granuler 2.26-3.0 mm tabaka V-Subkütan yağ Subkutan yağ > 3 mm 1 mm altında invazyonlarda, kimisine göre ise 0,76 mm altındaki invazyonlarda radikal lokal eksizyon yapılır. Daha ileri lezyonlarda en blok rezeksiyon ve regional lenf nodu disseksiyonu yapılır. Adjuvan kemoterapi ve immunterapi denenmektedir. Seviye II altında, prognoz kötüdür. Bartholin bezi kanseri Tümörlerin yaklaşık yarısı adenokarsinomlardır. Ayrıca transizyonel karsinomu veya adenoskuamöz karsinomlarıda vardır. Öyküde %10 vakada geçirilmiş Bartolin absesi vardır. Lezyonlar vulvada elerinde oldukları için, tedavide radikal vulvektomi, bilateral lenfadenopati ve pelvik lenf disseksiyonu yapılır. Bartholin bezi kanserini vulvaya metastaz yapmış endi-metrium kanserinden ayırmak için honan kriterleri kullanılır. Honan kriterleri - Tümör doğru anatomik pozisyonda olmalıdır - Tümör labium majusta derin yerleşimli olmalıdır - Üstteki deri dokusu intakt olmalıdır - Tümör dokusu ile normal bir glandüler yapı beraber olmalıdır Bartholin bezi kanseri, derin pelvik lenf nodlarına erken metastaz yapar. Bu yüzden post operatif pelvik radyasyon uygulanmalıdır. Sekonder kanserler: Serviks - endometriyum - rektum kanseri ve koryokarsinomdan gelir. 410 Evrelendirme Evre 0: Karsinoma in situ Evre I : Tümör, vulva veya perine sınırları içinde, çapı 2 cm'den az. Kasıkta lenf bezlerine metastaz yok, Mikroinvazif kanser: 2 cm'den küçük - 1 mm'den az invazyon yapan kanserlerdir. Evre II : Tümör, vulva ve perine sınırları içinde, çapı 2 cm'den fazla Kasıkta lenf bezlerine metastaz yok. Evre III: Tümör herhangi bir boyda, ama • Üretra altına, • Vajen veya anüse doğrudan yayılma var. • Unilateral lenf metastazı var. Evre IV: Tümör herhangi bir boyda, ama • Ürethra üzerinde • Rektuma yayılmış • Veya bilateral lenfatik metasis var. Evre IV A: Rektum, sigmoid, mesane tutulumu Evre IV B: Pelvis lenf düğümlerini kapsayan herhangi uzak metastaz Vulvanın selim hastalıkları Ektoderm orjinli vulvar deri bütün dermatolojik hastalıkların görülebildiği bir yerdir. Bu bölge ayrıca, vajinal ve menstrüel akıntı ile feçes, idrar ve deri bezlerinin salgılarının irritasyonundan da etkilenmektedir. Dermatozisler 1-İntertrigo İnterlabial ve deri kıvrımlarında oluşur. Önce deri kırmızıdır, daha sonra linear fissürler oluşur. Daha sonra ise deride likenifikasyon ve hiperkeratoz gelişir. Deri kalınlaşır ve lökoplazi ile karışabilir. 2- Sebero ve seboreik dermatit 3- Nörodermit 1- Nevus: Eğer kanama, renk değiştirme veya lase-rasyon olur ise melanoma dönüşebilecekleri akla gelmelidir 2- Papillom: Makroskopik olarak, kondiloma benzer. Ancak epidermal kıvrımların varlığı ve kompleks vaskülarizasyon göstermesi ile ondan ayrılır. 3- Leiomıyom: Lig.Rotundumun vulvaya dağılan kas liflerinden orjin alır; nadirdir. 4- Fibrom 5- Lipom 6- Hidroadenom: Vulva ter bezlerinden orijin alır. Genelde labium majusun iç yüzünde görülür. Mikroskopik olarak adenokarsinom ve Bartholin karsinom ile karışabildiği için önemlidir. Nadiren habisleşir. 7- Granüler hücreli miyoblastom: Vulvada görülürse epidermoid ca ile karışır. Vulvanın kistik tümörleri 1- Seboreik kistler Yağ bezlerinin kanallarının tıkanması ile oluşur. 2- İnklüzyon kistleri Epizyotomi skarları içinde oluşurlar. 3- Bartholin kisti (en sık görülen Vulvar kist) 411 4- Kronik bartholin adenitisi 5- Müköz kistler Rektal endotelden kalan artıklardan gelişen embri-yojenik kökenli kistlerdir. Üretra altı ve labium mino-ra iç yüzünde görülürler. 6- Hidrosel Lig.rotundum, inguinal kanal içinden geçip, I. maju-sa dağılırken, beraberinde peritonu da sürükleyebilir. Burada sıvı birikmesi oluşursa kistik hidrosel ortaya çıkar. 7-Endometriozis Vulvada dolaşım sistemi hastalıkları 1- Varisler En sık 2- Pampiniform pleksusun genişlemesi ile vari-kosel 3- Vulvar ödem İntrapelvik büyük bir tümöre, asite veya inguinal kanalda metastatik lenf nodüllerine segonder gelişir. Ayrıca herpes akut dönemde ödem yapabilir. 4- Vulvar elephantiasis Vulvar lenfatiklerin parazitik veya inflamatuar tıkanıklıklarına ikincil gelişir. En sık lenfo granuloma venerium'da görülür. 5- Ektopik meme Vulva süt çizgisinde bulunduğu için özellikle gebelerde, bu bezlerin genişlemesi ile açığa çıkarlar. Vulvanın diğer habis tümörleri 1-Sarkomlar: Leiomiyosarkom en sık rastlanılır. Ve her zaman yaşlılarda görülür. Gençlerde ise rabdomiyosarkom gözlenir. Bunlar en sık labium minoralarda gözlnir. Erken hema-tojen yayılma ile akciğere metastaz yapar. Kemoterapi ön planda gelir. Adriamycin ve Vincristin kullanılır. 2- Lenfoma 3- Endodermal sinüs tümörü 4- Merkel hücre karsinomu 5- Habis şvannom 6- Dermatofibrosarkoma protüberans Metastatik kanserler - Serviks kanseri = en sık - Endometrium kanseri - Böbrek kanseri - Üretra kanseri Vulvada ûlseratif lezyonlar 1. Behçet hastalığı 2. Crohn hastalığı 412 UTERİN SARKOMLAR Uterusun kas ve bağ dokusundan orjin alan malign tümörlerdir. Bütün uterin tümörlerin % 3-5'ini oluşturur. Yüzbin kadında 0,5 sıklıkla görülür Uterin Sarkomlar için çeşitli klasifikasyonlar vardır. Bunlardan Ober klasifikasyonu sarkomların hücre tipi ve orjin aldığı yere göre yapılır. Kempson - Bari sınıflamasında ise bunlara ilaveten sarkomlardaki malinite kriterleri de belirtilir. Sarkomların Terminolojisi (OBER klasifikasyonal) • Saf sarkom Sadece tek tip hücre içerirler • Mikst sarkom Birden fazla hücre tipi içerirler • Homolog sarkomlar Sadece uterusa ait dokuların hücrelerini içerirler, (düz adale, endometrial stroma, kan damarları, fibröz bağ dokusu) • Heterolog sarkomlar Uterusa yabancı olan dokuların hücrelerini içerirler (çizgili kas, kıkırdak, kemik ve yağ dokusu) • Mikst sarkomlar Homolog veya heterolog olabilirler. • Habis mikst müllerian tümör İndiferensiye adenokarsinom, skuamöz hücreli karsinom ve indiferensiye karsinom gibi habis epitelyal elemanları içerirler. Sarkomlarda Habaset kriterleri 1. İnvazyon: Eğer varsa mutlak sarkomdur ve malindir. 2. Mitoz sayısı: Her 10 büyük büyütme alanında, mi-toz sayısı 10'un üzerinde ise tümör malindir, 5-10 arası ise şüphelidir, bu takdirde nükleer atipi tanı koydur-tur. 5'in altında ise tümör benigndir. 3. Nükleer Atipi Predispozan nedenleri 1-Obezite 2- Hipertansiyon 3- Diabet 4- Pelvik radyasyon yapılmış olması Ortalama yaşı 58'dir. Yani en sık post-menopozal dönemde görülür. Klinik belirtiler - Anormal Uterin kanama (% 86) - İrregüler Uterus büyümesi - Abdominal ağrı ( % 19) - Abdominal kitle (% 15) - Kilo kaybı (% 7) - Vajinal akıntı (% 4) - Piyometra (nadir) ve pelvik selülitisdir. Miyomlar ile çoğu kez ayırıcı tanıya girer. Ancak mi-yom'lardan sonra gelişmesi %0,1 - 0,5 ihtimalle olmaktadır. Tanı ancak postoneratif ameliyat piyesinin incelenmesi ile konulabilinir. 413 Sarkom tipleri 1) Leomiyosarkom (LN S) Uterusun düz adalesinde gelişir. Miyoma çok benzer. Tıpkı onun gibi en sık int amural olarak bulunur. Sub-seröz (%10), submüköz ( S20) yerleşimi de vardır. Ancak çok nadiren bir miyor dan sonra gelişir. Onu miyomdan ayıran, er büyük özellik, artmış mitotik orandır. Ayrıca selüler atipi, dev hüc elerin varlığı, stromal veya vasküler invazyon varlığı da sarkoma özgüdür. 5 cm üzerindeki çapa erişe iler veya postmenopozal dönemde görülenler de pro noz çok kötüdür. Premenopozal olanlarda 5 yi k yaşam %75 iken, postmenopozal olanlarda %35'e düşmüştür. Komşuluk yolu ile pelvik ve at iominal metastazlar yapar. Ancak hematojen yol ile metastaz yaptığında en sık akciğere gider ve orda coint lezyon yapar. Ayrıca plevra, karaciğer ve kemik metastazı da yapar. İyi prognoz kriterleri - Premenopozal dönemde ortaya çıkması - Bir miyom nodülü içinde bulunması - Az sayıda mitotik aktivite göstermesi - Nekroz içermemesi - Çevre dokuda hyalinizasyon bulunması 2) Endometrial stromal sarkom (ESS) ESS'e saf olarak endometrial stroma hücrelerine benzeyen hücrelerden oluşmuşlardır. Başlıca 3 tipi vardır - Endometrial stromal nodul: Uterusta sınırlıdır. Mitotik aktivite 10'un altındadır. Benign kabul edilir. Vasküler invazyon yoktur. Endolenfatik stromal miyozis (endometrial stromatozis): Mitotik aktivite 10'un altındadır ama vasküler ve özellikle lenfatik invazyon sıktır. Miyometriumu infiltre edebilir ve metastaz yapabilir. ESS: Mitoz sayısı 10'un üzerindedir. Daha agresif seyreder. Obezite, hipertansiyon, diabet ve pelvik radyasyon almak gibi, predispozan faktörlerle ilgisi yoktur. Perimenopozal yaşlarda sık görülür. TAH + BSO yapılmalıdır. 3) Mikst sarkomlar - Karsinosarkom: Karsinomatöz elemanlar glandü-ler, sarkomatöz elemanlar endometrial stromal or-jinlidir. - Heterelog MMMT: Karsinomatöz elemanlar glan-düler, sarkomatöz elemanlar ise heterelogdur (kemik, çizgili kas, kıkırdak) Uterusun hem en sık hem de en malin olan sarkomudur. En sık görülür. Sarkomun kaynak aldığı hücreler, endometriumun hem glandüler hem stromal yapısını oluşturma potansiyeline sahip, bipotent stromal hücrelerdir. Tümör endometrial kaviteyi dolduracak şekilde büyür. Eğer homolog ise yumuşak, heterelog ise sert alanlar içerir. Perinükleer, üzüm salkımı şeklinde, eozinofilik inklüz-yon cisimcikleri içerir. Ve bunlar PAS ile boyanabilinir. Yaşam oranı, tümörün büyüklüğü ile ilgilidir. Eğer tümör sadece uterusta ise, iki yıllık yaşam % 53, pelvis-te ise %8,5 ve pelvis dışında ise % 8'idir. Sadece kıkırdak doku içeren heterolog MMMT'-ler'de prognoz daha iyidir. Adenosarkom Adenosarkom, MMMT'nin seyrek bir varijantıdır. Benign neoplastik glandüler yapı ile sarkomatöz stroma-nın karışımından oluşmuştur. Derin miyometrial invazyon hiç olmaz ve tümör sadece endometrial stromada kalır. Rekürens edebildikleri için yine de primer tedavi TAH+ BSO'dur. Evrelendirme (FİGO) Tıpkı Endometriyum Ca gibidir. Sadece miyometrial derinliği hematojen yayılmayı belirler. 414 Tedavi Primer Tedavi Cerrahidir Evre I'de TAH Evre ll'de TAH+BSO yapılmalıdır (Sadece LMS vakalarında eğer hasta premenopozal dönemde ise överler bırakılmalıdır. Çünkü östrojenin prognozu iyileştirdiği görüşü vardır. En kötü prognozu olanlar MMMT'dir. Radyoterapi: Klasik olarak sarkomlar radyorezistans-tır. Ama, MMMT'li ve ESS'li olgularda radyoterapinin yaşam süresini uzattığı ve rekürensleri azalttığı yönünde görüşler varken LMS için aynı şeyler söylenemez. Kemoterapi: Çeşitli kombinasyonlar üzerinde çalışmalar ve yayınlar vardır. Bunlar: VAC: (Vincristin - Aktinomisin - D ve Cylofosfamid) -DTIC: (Dimetil - triazeno - imidazole - karboksamid) Doxorubicin + Cisplatin kombinasyonu'dur. Uterus sarkomlarının OBER klasifikasyonu Hemolog Heterolog Saf Saf Stromal sarkom (endolenfatik stromal miyosis) Rabdomiyosarkom Kondrosarkom Leiomiyosarkom Osteosarkom Angiosarkom Liposarkom Fibrosarkom Mikst Mikst Karsinosarkom Mikst müllerian tümörler (miks mezodermal tümör) Kempson ve Bari'nin uterus sarkomları klasifi-kasyonu I- Saf sarkomlar A- Saf homolog - Leiomiyosarkom - Stromal sarkom - Angiosarkom - Fibrosarkom B- Saf heterolog - Rabdomiyosarkom - Osteogenik sarkom - Kondrosarkom - Liposarkom ll-Mikst sarkomlar - Mikst homolog - Mikst heterolog - Mikst homolog ve heterolog lll-Habis mikst müllerian tümörler - Malign mikst müllerian tümör, homolog tip. - (Karsinom+lA'daki sarkomların biri veya daha fazlası) - Habis mikst Müllerian tümör, heterolog tip. - (Karsinom + IB'deki heterolog sarkomların biri veya fazlası veya homolog sarkomlarda bir arada olabilir) IV-Klasifiye edilemeyen sarkomlar V-Habis lenfoma 415 Myoma Uteri Sıklık: Reprodüktif çağdaki kadınların %25'inde myom olduğu tahmin edilmektedir. En sık görüldüğü yaş ise 40-50 arasıdır. En sık görülen jinekolojik pelvik neoplazmdır. Pel-vik laparatomilerin %60'ı myom nedeni ile yapılır. Histogenez ve patogenez Kökenleri ve gelişimleri tam anlaşılmış değildir. Bugün için, en çok kabul gören görüş, miyomların, miyometriumdaki kan damarlarının düz kaslarından geliştiğidir, ayrıca embriyolojik hücre kalıntılarından kaynakladığı da ileri sürülmektedir. Östrojen uyarısı ile oluştukları iddiası henüz kanıtlana-mamıştır. Ancak östrojen tedavisi esnasında veya oral kontraseptif kullananlarda büyüdüğü, buna karşın menopozda gerilediği bilinmektedir. Ayrıca, miyomlarda, miyometriumdan daha fazla, endomet-riumdan daha az olmak kaydı ile östrojen reseptörleri mevcuttur. Gebelikte miyomlar büyür. Bu hem östrojen artışı hem de HPL'nin varlığı ile olmaktadır. Klinek belirtiler Miyomlar genelde belirti vermezler ve rastlantısal olarak muayene esnasında anlaşılırlar. 1. Uterusun düzensiz büyümesi. 2. Kanama: En sık hipermenore ve menoraji nadiren bazen metroraji şeklindedir. Kanama nedenleri; • Normal uterus kavitesinin yüzey alanı 15 cm2'dir. Miyomlar bu kaviteyi büyütebilir ve 225 cm2'ye kadar çıkarabilir. Artmış endometrial yüzey, artmış kanamaya neden olabilir. • Özellikle intramural miyomların varlığı, miyomet-riumun yeterli kontraksiyonlarına engel olabilir. • Submüköz myomlar, yüzeylerinin konjesyon, nekroz ve ülserasyonuna bağlı olarak kanamaya neden olabilirler. • Kanamanın nedeni, myom varlığında %36 ihtimalle varolan anovulasyon olabilir. Zaten anovulasyon varlığı belki de myom oluşmasına da neden olmaktadır. 3. Basınç: İdrar torbasına ise pollaküri ve stres inkontinans, rektuma ise konstipasyon, büyük pelvis venalarına ise alt ekstremitelerde ödem oluşur. Üretere bası ile nadiren hidroüreter ve hidronefroz oluşabilir. 4. Ağrı: Miyomlar özel durumlar dışında ağrı yapmazlar. Bu özel durumlar şunlardır. • Torsiyon • Vagene doğmaz • Dejenerasyonlar (kırmızı - septik - postpartum nek-rozitan) 5. Dismenore: Özellikle intramural miyomlarda görülür. 6. İnfertilite • Endoservikal kanalda tıkanıklık yaparak • Tubanın isthmusunda şekil bozukluğu yaparak • Endometriumda implantasyona engel olacak kadar incelme yaparak infertiliteye neden olabilir. Histolojik yapı Değişik yönlerde ve farklı kalınlıklarda, birbirlerine köprüler ile bağlı kas lifi demetlerinden oluşmuştur. Aralarda değişik miktarlarda bağ dokusu içerirler. Çevrelerinden, basıya uğramış miyometriumun oluşturduğu bir psödokapsül ile ayrılırlar. Miyomla-rın arteriel yoğunluğu miyometriumdan daha azdır ve arterleri daha az spirallidir. Anatomik lokalizasyona göre sınıflama: (En sık corpus'ta) 1. Subseröz: Uterusun seroza yüzeyinin altında, dışa doğru büyür. Büyüdükçe de saplı bir yapı haline gelir. Bazen bu saplı myomlar periton veya omen-tuma yapışır ve primer kanlanması bozulur. Yapıştıkları bu dokulardan sekonder olarak kanlanırlar (parazitik miyom). Bazen de intraligamenter büyürler. Bu taktirde üreter ve büyük pelvis damarları üzerine otururlar. Ameliyatla çıkartılmaları zor olur. 2. İntramural: En sık görülen şeklidir. Tamamen kas duvarı içinde bulunurlar. Büyüdükçe uterus ka-vitesinin şeklini bozarlar. 416 3. Submüköz: Endometriumun hemen altınd