Medine-i Münevvere... Aydınlatılmış şehir...13 yıllık meşakkatli bir Mekke döneminden sonra, Allah Resulüne ve ashabına kucak açan ve hicretleriyle şereflenen nurlu peygamber şehri, Dar-ul Hicre... * İslam'ın ilk başkenti... 1400 yıllık İslâm medeniyetinin temellerinin atıldığı, alternatif İslâmî devlet modelinin tüm dünyaya gösterildiği asr-ı saadet mekanı. * Ümmet ulemasının ittifakıyla Kabe-i Muazzama dahil yeryüzündeki tüm mekanlardan kainatın efendisinin mübarek vücuduna ev sahipliği yapması hasebiyle daha efdal, daha mukaddes ve daha mübarek bir mekan... Arz-ı mübarek. * Medine-i Münevvere, Allah Resulü (s.a.v.)'nün "Hangisine tabi olursanız hidayeti bulursunuz" dediği, karanlık geceyi aydınlatan yıldızlar mesabesindeki sahabelerinin diyarı... "O"nun sohbetine iştirak etme şerefine nail olmuş, ordusunda asker, devletinde memur, mescidinde talebe olmuş Ashab-ı Muhammedi'nin onbinden fazlasına toprağında yer açmış bir güzel şehir, Taybetüttayyibe... * Kur'an'ın 28 suresinin nazil olduğu, her karış toprağında hadis-i şeriflerin zikredildiği, ahir zamanda imanın toplanacağı, vahyin ve risaletin buram buram yaşandığı iman şehri, dar-ul iman. * Kıyamete kadar meleklerin koruması altında olması hasebiyle, deccalin ve taun hastalığının asla giremeyeceği, toprağının şifalı ve bereketli olduğu kainatın efendisi tarafından müjdelenen, içerisinde ölen kimseye iki cihan güneşi (s.a.v.) efendimizin şefaatinin vacip olduğu kutlu belde, Beldetüttayyibe... * Ve Mescid-i Nebevi... İbadet maksadıyla yolculuk yapmanın caiz olduğu üç mescidin ikincisi, Kabe-i Muazzama'dan sonra yeryüzünde ibadet edilecek en faziletli mekan, bir vakit namaza bin vakit namaz sevabı verilen Peygamber Mescidi. Yalnız İslam tarihini değil, insanlık tarihini de etkileyen olayların planlandığı, beşeriyetin en mükemmel ve en mütekamil fertlerinin yetiştiği, sultanların ve kralların "Ona hizmetle şereflendiklerini" söyledikleri ve bu konuda birbirleriyle adeta bir hizmet yarışına girdikleri mescit. Ve mescitte cennet bahçelerinden bir bahçe, "Ravza-i Mutahhara"... * 14 asırlık İslam Tarihi boyunca Mescid-i Nebevi Müslümanların gözdesi olarak kalmış ve kıyamete kadar da kalmaya devam edecektir. Dünyanın dört bir köşesinde Müslümanlar yaptıkları duaların "Haremeyn'de yapılan dualarla" beraber kabul edilmesini niyaz eder Cenab-ı Hakk'tan. * Ve her Müslümanın kalbinde buralara gelmek ve İslâm'ın doğduğu bu mukaddes toprakları ziyaret etmek vardır. * İşte elinizdeki bu mütevazi çalışma, çeşitli ülkelerden Hacca ve Umreye gelen hacı adaylarımıza bir nebze olsun yardımcı olmak, onları Medine-i Münevvere ve Mescid-i Nebevi hakkında bilgilendirmek gayesiyle, Ali Seven ve Selim Argun tarafından hazırlanmıştır. Cenab-ı Hakk maddi-manevi tüm emeği geçenlerden razı olsun. Çalışma bizden başarı ve takdir Allah'tandır. Mart-1997 Medine-i Münevvere UHUD DAĞI ve UHUD ŞEHİTLERİ Uhud dağı; Medine-i Münevvere'nin kuzeyinde, Mescid-i Nebevi'ye 5.5 km uzaklıktadır. Birçok kıymetli madeni bünyesinde bulunduran (altın, sarı, yakut, antimuvan v.b.) ve kırmızı granit taşlardan müteşekkil bir dağdır. Yüksekliği 121 m'dir. Hemen mukabilindeki tepe, okçular tepesi olarak bilinen "Ayneyn tepesi’dir. İkisi arasındaki vadiye "Kanal vadisi" denir. İslam tarihinde büyük bir öneme sahip olan Uhud savaşı, adını bu dağdan almıştır. Uhud savaşı: Hicretin üçüncü senesinin şevval ayında bu dağın önünde olmuştur. Savaşın sebepleri: Mekkeli müşriklerin hicri ikinci yılda Bedir'de tatmış oldukları yenilginin intikamını almak ve Kureyş'in civar kabileler arasındaki sarsılan otoritesini yeniden sağlamlaştırmak istemeleri idi. Hatırlanacağı üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine'ye hicretinden bir yıl sonra Ebu Süfyan komutasında, Mekkeli müşriklere ait yüklü bir ticaret kervanının Şam'dan gelmekte olduğunu haber almış ve üçyüz sahabi ile birlikte bu kervanı ele geçirmek, netice itibariyle de Mekke'ye ekonomik bir darbe vurmak maksadıyla kervanın geçeceği yola doğru harekete geçmişti. Ebu Süfyan bunu haber almış kervanın yolunu değiştirmiş, Mekke'ye bir haberci göndererek onlardan yardım istemişti. Bunun üzerine Ebu Cehil komutasındaki bin kişilik bir kuvvet Mekke'den hemen yola çıkmıştı. Medine'den bir ticaret kervanına saldırmak için çıkan üçyüz kişilik bir grupla, bin kişilik Mekke ordusu Medine-i Münevvere'ye 150 km uzaklıktaki Bedir'de karşı karşıya geldi. Müslümanlar kafir ordusuna unutamayacağı bir ders verdi. Başta Ebu Cehil olmak üzere Mekke'nin ileri gelen azılı kafirleri bu savaşta Öldürülmüştür. 70 ölüye karşı Müslümanlar 14 şehit vermişlerdi. 70 de esir vardı. Ebu Süfyan sağ salim kervanı Mekke'ye ulaştırmıştı, ancak savaş sonucu Mekke'de bir bomba tesiri yapmıştı. Mekke'nin İleri gelenleri bir araya gelmiş ve Şam'dan gelen ticaret kervanının tüm gelirlerinin Müslümanlarla yapılacak olan savaşta silah ve mühimmat harcamalarında kullanılmasına ve Medine'ye büyük bir orduyla hücum edilmesine karar vermişlerdi. İşte Uhud savaşı bu intikam yemininin doğurduğu bir savaştır, 3.000 kişilik bir orduyla Medine'ye doğru yola çıkar kafirler. Yanlarında 8 de kadın vardır. Kadınlar şarkı söyleyerek müşrik ordusunu cesaretlendirmek için alınmıştır orduya. Efendimiz (s.a.v.) haberi Mekke'deki amcası Abbas'tan alır. Ve ashabı ile istişare eder. Onları, Medine'de kalıp şehri savunmaları yada şehir dışına çıkıp meydan savaşı yapmaları konusunda tercih yapmaları için serbest bırakır. İşte bu Muhammedi terbiyenin en önemli özelliklerinden birisidir:"Fikir hürriyeti"... Oysa: Allah Resulü fikrini söyleyerek Medine'nin etrafının tabii dağlarla çevrili olduğunu, bir tabii kale görünümünde olan Medine'yi savunmanın meydan savaşından daha isabetli olacağını, böylelikle de kadınlar ve çocuklardan lojistik destek sağlanabileceğini belirtir ve ashabına da ona uymalarını emrederdi. Ama O, onları serbest bırakmış ve fikirlerini özgürce açıklamaları için fırsat tanımıştı. Yaşlı ve tecrübeli sahabeler Efendimizin fikrinde idiler. Bunların arasında münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selul da vardı. Ancak şehadet arzusuyla tutuşan ve şecaatlerini kafirlere göstermek isteyen genç kahramanlar ısrarla meydan savaşını istediler. Hem onların birçoğuna Bedir savaşına katılmak da nasip olmamıştı. Bu fırsat kaçmamalıydı. Efendimiz (s.a.v.) gönlü savunma savaşını arzu etmesine rağmen meydan savaşını kabul etti ve hazırlanmak için evine girdi. Bu arada ashab kendi arasında istişare etmiş ve Efendimiz (s.a.v.)'i meydan savaşına istikrah ettiklerinin farkına varmışlar, pişman olmuşlardı. Hz. Hamza'yı elçi gönderip, Efendimiz (s.a.v.)'e dilerse Medine'de kalacaklarını iletmişlerdi. Efendimiz (s.a.v.} zırhını kuşanmış ve silahlanmıştı. Hz. Hamza'ya "Bir peygambere zırhını kuşandıktan sonra savaşmadan çıkarmak yakışmaz" diyerek askeri dehasını bir kez daha göstermiş ve hayatiyet arzeden konularda tereddüde yer olmadığını ashabına anlatmıştı. İslam ordusu 1000 kişi ile Medine'den Uhud'a doğru yola çıkıp Şeyheyn denilen mevkiye gelince, münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selul 300 kişilik bir grupla ordudan ayrıldı. Ayrılış sebebi ise evvela Efendimiz (s.a.v.)'in kendisini dinlemeyip gençleri dinlediği ve ikinci olarak da savaş olmayacağına inanmaları idi. Zorluktan ve meşakkatten nefsi bahanelerle kaçan tipik bir münafıklık göstergesiydi bu. Aslında bu iyilerin kötülerden ayıklandığı ilahi bir temizlik operasyonuydu. Geri kalan 700 inanmış mümin Uhud'a vardılar. Peygamberimiz (s.a.v.) ordusunun yüzünü Medine'ye dönecek şekilde arkalarına Uhud dağına verdirdi. Ayneyn tepesine Abdullah b. Cübeyr komutasında 50 okçu yerleştirdi ve onlara "Kazansak, onları mağlup etsek yada yenilip hezimete uğradığımızı görseniz bile yerinizi terk etmeyeceksiniz" diye emir verdi. Savaş, mübarezeden sonra başladı. Tarihi kanlarıyla yazan İslam kahramanları, aslanlar gibi dövüştüler. İman bir kez daha küfre galip geldi. Kafirler gerilemeye başladılar. Müşrik kadınlar def çalıp askerlere şiirler okuyarak onları cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Ama nafileydi. 3000 kişilik bir ordu dağılmış ve geride bir sürü ganimet bırakarak kaçıyordu. Müslümanlar ganimet toplamaya başladılar. Bunu gören okçular Efendimiz (s.a.v.)'in kendilerine vermiş olduğu emrin vaktinin sona erdiğine hükmedip, tepeden aşağıya inerek ganimet toplamaya katıldılar. Okçuların reisi Abdullah b. Cübeyr 5-6 kişilik bir grupla tepede kaldı. Arabın dört dahisinden biri kabul edilen Halid b. Velid bunu fark etmekte gecikmedi. Yanına aldığı bir grup atlı ile beraber tepeyi arkadan dolaşarak Müslümanlara saldırdı. Uhud savaşını iki kısımda incelemek gerekir. Birinci kısım: Müslümanların zafere doğru ilerledikleri, üstün oldukları kısımdır. İkinci kısım ise okçuların inişi ve Halid b. Velid'in arkadan saldırması İle başlayan ve Müslümanların hezimeti ile biten kısımdır. İki ateş arasında kalan Müslümanlar birer birer toprağa düşmeye başladılar. Ortalık birbirine karışmıştı. Kimin kime vurduğu belli değildi. Hz. Huzeyfe'nin babası Hz. Yeman, Müslümanlar tarafından yanlışlıkla öldürülmüştü. Hz. Vahşi (r.a.) (sonradan Müslüman olmuştur) Efendimiz (s.a.v.)'in çok sevdiği. İslam'ın ve Müslümanların hamisi olmuş büyük İslam kahramanı Hz. Hamza'yı şehid etmişti. Yine, büyük İslam davetçisi ve ordunun sancaktarı olan Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehit edilmişti. Peygamberimiz (s.a.v.)'in korumalığını yapan yedi sahabenin hepsi şehit olmuştu. Kafirler, Efendimiz (s.a.v.)'e kadar yaklaşmışlar ve ona hücum etmişlerdi. Kainatın efendisinin azı dişi kırılmış, miğferinin demiri alnına batmış, yüzünden kanlar akıyordu. Bu esnada Müslümanlar arasında Peygamberimiz (s.a.v.)'in öldüğü şayiası yayıldı. Tabiatıyla bu haber bir şok tesiri yaptı. Kimi sahabeler Allah Resulü'nün olmadığı bir hayatta yaşamanın ne önemi var deyip var gücüyle kafir saflarına saldırıyor şehit edilene kadar savaşıyordu. Kimisi ise Allah Resulü olmadan savaşmanın bir anlamı olmadığına hükmedip savaşı bırakarak bir köşede ağlıyordu. Bir kısım sahabe de ne yapacağını bilemediğinden Medine'ye geri dönüyordu. İşte emre itaatsizliğin feci sonucu!. Allah Resulü'nün bir emrini dahi dinlemeyince bozguna uğrayan Müslümanlara bakıp ibret almayan bizler, Allah'ın ayetlerinin çiğnendiği günümüzde, başımızdaki bela ve musibetlerin çözümünü neden hep başka yerlerde ararız acaba?!... Hz. Ömer (r.a.) Allah Resulü'nün hayatta olduğunu haykırır ve Müslümanlar toparlanmaya başlarlar. Efendimiz (s.a.v.) orduya dağa doğru geri çekilmesi emrini verir. Ordu toparlanır. Peygamberimizin yaralarını Hz. Fatıma ile Hz. Ali pansuman eder. Bu esnada Ebu Süfyan yüksekçe bir tepeye çıkar ve Efendimiz (s.a.v.)'in bulunduğu tepeye doğru bağırarak onun hayatta olup olmadığını sorar. Efendimiz (s.a.v.) cevapsız bırakılmasını emreder. Ebu Süfyan sonra Hz. Ebu Bekir'in hayatta olup olmadığını sorar. Yine cevapsız bırakılmasını ister Efendimiz. Üçüncüsünde Hz. Ömer'i sorar Ebu Süfyan, Müslümanların sükutunu Efendimiz ve Hz. Ebu Bekir'in hayatta olmadıklarına yorarak sevinmiş ve kibirlenmiştir. Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ömer'e cevap vermesi için işaret eder. O da gerektiği şekilde cevap verir. Ebu Süfyan Peygamberimize bir yıl sonra Bedir'de bir savaş teklifinde bulunur. O da kabul eder. Sonra ashabına dönerek. "Bir kafirin Müslümanlardan daha üstte olması, Müslümanlara yakışmaz" diyerek Ebu Süfyan'ın bulunduğu tepeden aşağıya indirilmesini emreder. İslam uleması bu nebevi sözü rehber edinerek İslam toplumunda yaşayan zimmilerin evlerinin Müslümanların evlerinden daha yüksek olamayacağına ve yıllık cizyesini veren zimmilerin parayı avuçlarına koyup Müslümanların elleri üstte iken teslim etmeleri gerektiğine hükmetmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) Uhud şehitlerini kanlı elbiseleri ile cenaze namazları kılınmadan şehit oldukları yere defnedilmelerini emreder. 70 şehit oraya defnedilir. Efendimiz (s.a.v.)'in, defin işlemi esnasında Kuran’dan ezberi daha çok olanı, definde takdim etmesi dikkat çekicidir. Şühedanın defninden sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabına saf tutturarak uzun bir şekilde dua etmiştir. Sonra da Medine'ye dönmüşlerdir. Medine'ye döndükten sonra Efendimiz (s.a.v.), müşriklerin yeniden Medine'ye saldırma ihtimali olabileceğinden 70 kişilik bir grubu Hz. Ali komutasında Hamraul Esed mevkisine göndermiş sonra da geri kalan sahabilerle beraber bizzat kendisi de giderek kafirlerin saldırısından emin olmak istemiştir. Uhud dağı ve Uhud savaşı Efendimiz (s.a.v.)'in hayatında önemli bir yer tutmuş ve hayatı boyunca sık sık gidip Uhud şehitlerini ziyaret etmiş, Uhud savaşından çokça söz etmiştir. Bir hadis-i şeriflerinde "Uhud dağı cennet kapılarından bir kapıdır." "Uhud dağı bizi sever biz de Uhud'u" diye buyurmuştur. Uhud dağı mübarek bir dağdır. Hz. Harun aleyhisselam bu dağda medfundur. Kardeşi Hz. Musa ile birlikte Hacca geldiklerinde Medine'ye uğramışlardır. Son peygamberin hicret yurdunu görmek için çıktıkları Uhud dağının tepesinde Hz. Harun hastalanarak vefat etmiş ve oraya gömülmüştür. (Vefaulvefa S:930, El-durru EI-semin S:181) Uhud savaşı, hakkında bir çok ayetin indiği, Müslümanların kıyamete kadar ibretle incelemesi gereken, derslerle dolu bir savaştır. Evvela 700 kişi gibi bir sayının 3000 kişi önünde korkusuzca savaşa girmesi, kemmiyetin değil keyfiyetin önemli olduğuna en büyük delildir. Gerdek gecesi sabahı, cihad ilan edildiğinde, savaşı ve şehadeti kaçırırım korkusuyla yıkanmaya dahi fırsat bulamadan cihada koşan ve şehadet şerbetini içen, sonra da melekler tarafından yıkanan Hz. Hanzala Uhud kahramanlarındandır. Yaşları küçük olduğu gerekçesiyle savaşmalarına izin verilmeyen Semura b. Cündüp ve Rafi b. Hudeyc Peygamberimizin yanına gelerek, savaşa katılmak istediklerini söylediler. Rafi iyi bir ok atıcısı olduğunu ispatladığı, Semura da Rafi'yi güreşte yıktığı için savaşa alınmışlardır. Uhud savaşı günü Müslüman olan ve o gün şehid olan, hiç namaz kılmadığı halde cennete giden Amr. b. Akyes de Uhud şehitliğinde yatanlardandır. Uhud'da kadın kahramanlar da vardı. Ümmü Ammare Peygamberimizi savunmak zorunda kalmış ve birçok yaralar alarak gazi olmuştu. Başta Hz. Aişe ve Ümmü Süleym olmak üzere birçok sahabe hanım yaralılara su vermişler, yaralarını tedavi etmişlerdi. Ulema bu savaştan sonra, gerektiğinde ve fitneden emin olunduğunda, kadınlardan ilk yardım ve lojistik destek konusunda yararlanılmasında bir beis olmadığı hükmüne varmışlardır. Efendimiz (s.a.v.) kendisini öldürmeye yemin eden ve bu yeminini gerçekleştirmek için üzerine gelen Ubey b. Halefe bir mızrak atarak yaralamış ve Uhud dönüşünde bu kafir yolda ölmüştür. Beni Didar kabilesinden kocası, kardeşi ve babasının şehit olduğunu haber verdikleri halde Resulullah (s.a.v.)'ı soran ve onu sağ salim görmeden ayrılmayan, iman abidesi hanım da Uhud'un şehit anaları kervanındandır. Hz. Hamza'yı şehid eden Vahşi ile, ona bu emri veren, Ebu Süfyan'ın karısı Hind binti Utbe; kocası Ebu Süfyan ile birlikte Uhud savaşından 7 yıl sonra Mekke'nin fethi esnasında Müslüman olmuştur!. Ve daha nice dersleri ve ibretleriyle incelenmesi gereken bir savaştır Uhud savaşı... Uhud Şühedasını bu duygu ve düşüncelerle perşembe günü ziyaret etmek müstehaptır MESCID-İ KIBLETEYN ve KIBLENİN KABE YÖNÜNE DEĞİŞMESİ Peygamberimiz (s.a.v.) Hicret'ten önce namazlarını Mescidi-i Aksa'ya doğru yönelerek kılıyordu. Kabe-i Muazzama'yı da Mescidi-i Aksa ile arasına alıyordu. Bu durum Hicret'ten sonra 16 ay kadar daha devam etti. Ama onun gönlü namazlarını Kabe'ye doğru kılarak eda etmeyi istiyordu. Bir vahiy bekliyor ve kıblenin değişmesi için dua ediyordu. Çünkü Müslümanların Mescidi-i Aksa'ya doğru yönelerek namaz kılmaları Yahudilerin hoşuna gidiyor ve kendi aralarında "Muhammed bire muhalefet ediyor ama bizim kıblemize yönelerek namaz kılıyor" şeklinde ileri geri konuşuyorlardı. Bu beklenti Hicret'in ikinci senesi Recep ayının 17. günü sona erdi. Kıblenin değişmesini emreden ayet Efendimiz (s.a.v.), bugün Kıbleteyn mescidi olarak bilinen, Beni Seleme yurdunda öğle namazını eda ederken indi. Peygamberimiz (s.a.v.) o anda yönünü Kabe'ye doğru çevirdi. Ve Mescid-i Aksa'ya doğru yönelerek başlanılan namaz, Kabe-i Muazzama'ya doğru yönelinerek bitirilmiştir. "(Ey Muhammed)Biz Senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini)görüyoruz. İste şimdi, Seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a çevir. (Ey Müslümanlar')siz de nerede olursanız olun (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. (Bakara: 144) Peygamberimiz (s.a.v.) kıblenin tahvilinde ilk öğle namazını Beni Seleme mescidinde (Kıbleteyn camii), ilk ikindi namazını Mescid-i Nebevi'de ve ilk sabah namazını da Küba mescidinde kılmıştır Beş vakit namaz, Hicret'ten 18 ay önce Miraç gecesinde farz olmuştur. Hicret'ten sonra da 16 ay devam edildiğine göre Efendimiz (s.a.v.) ve ashabı toplam 2 sene on ay namazlarını Mescid-i Aksa'ya doğru yönelerek kılmışlardır. Bu süre içerisinde vefat eden sahabi sayısı ondur. Yani on sahabe namazlarını Mescid-i Aksa'ya doğru kıldıkları halde vefat etmişlerdir. Bil ittifak namazları sahihtir. Kıbleteyn mescidine bu yüzden iki kıbleli mescit adı verilmiştir. HENDEK SAVAŞI ve 7 MESCİTLER Hendek savaşı hicretin 5. senesi şevval ayında olmuştur. Savaşın sebepleri: Medine'den Hayber'e sürülen Beni Nadir Yahudilerinin ileri gelenleri Mekke'ye giderek Kureyşlilerle konuşmuş ve onlara Medine'ye karşı yapacakları bir savaşta destek olacaklarını haber vermişti. Kureyşli müşrikler ise Uhud'da Efendimiz (s.a.v.)'e vermiş oldukları "Bir yıl sonra Bedir'de harp" sözünde durmamışlar, Müslümanlar Bedir'e gidip karşılarında kimseyi göremeyince geri dönmüşlerdi. Bu; sebebi ne olursa olsun savaşmanın bir kahramanlık sayıldığı zamanın coğrafyasında civar kabilelerde duyulmuş ve Kureyş kabilesinin otoritesinin zayıflamasına yol açmıştı. Bedir'in ve kısmen de olsa Uhud'dakilerin acısını unutamayan Kureyş için bu teklif kaçırılmayacak bir fırsattı. Üstelik Şam ticaret yolu hâlâ Müslümanların tehdidi altında idi. Beni Nadir Yahudilerine olumlu cevap verdiler. Ancak Yahudiler bununla yetinmeyip diğer büyük kabileleri de ziyaret ederek onlara Hayber'in tarım ürünlerinin yarısını vaat ederek savaşa ikna ettiler. Gatafan, Kinane ve Tehame gibi meşhur kabilelerin de iltihakıyla 10.000 kişilik müttefik ordusu Medine'ye doğru hareke* etti. Peygamberimiz (s.a.v.) olağanüstü hal durumu ilan ederek ashabını toplantıya çağırdı. Durum değerlendirmesi yapıldı. Neticede Farslı(İranlı) bir Müslüman olan Selman-ı Farisi'nin önerdiği görüş kabul edildi. Buna göre, düşmanla Müslümanlar arasına Hendek kazılacaktı. Medine-i Münevvere'nin doğu, batı ve güney tarafları evler, hurmalıklar ve çalılıklarla örtülü olduğundan ve bir ordunun levazımatıyla buradan geçmesi mümkün olmadığından, geriye hendek kazımı için kuzey ve batı kısmı kalıyordu. Nitekim tarih boyunca Medine'ye yapılan hücumlar hep bu cihetten yapılmıştı. Musa (a.s.) ve Davut (a.s.) da Medine'ye yapmış oldukları akınları bu taraftan yapmışlardı. Hendek kazılmaya başlandı. Mevsim kıştı. Dondurucu soğuk Ensar ve Muhacirlerin iliklerine kadar işliyor, had safhaya varan açlıktan ötürü Efendimiz (s.a.v.) dahil birçok sahabe karınlarına taş bağlayarak çalışıyorlardı. Ancak iman ateşi soğuğu yok etmişti. Hendek 6 gün gibi kısa bir zamanda kazıldı. Uzunluğu: 2725 m. Derinliği: 5 m. Genişliği:6 m olan hendeğin kazılmasında başta Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere 1000 sahabe bilfiil çalışmıştır. Hendek Sel'a dağının önünden Mescid-i Müsterahın güneyine kadar geniş kavisli bir yay şeklinde uzanıyordu. İslam ordusu, karargahını bu gün yedi mescitler olarak bilinen sel'a dağında kurdu. Hendekten çıkarılan topraklarla hendeğin gerisine siperler yapıldı. 500 kişilik bir grup ise hendek boyunca sürekli devriye görevi yapıyor, yüksek sesle tekbir getirerek var olduklarını Beni Kureyza Yahudilerine bildiriyorlardı. Beni Kureyza, bugün Avali olarak bilinen Medine'nin 9.batısına bakan kısmında yaşayan Yahudi kabilesiydi. Peygamberimiz (s.a.v) Medine'ye hicretinden sonra hazırlanmış olduğu anayasada (Medine vesikası) onlarla anlaşma yapmış ve Medine'de kalmalarına müsaade etmişti. Şimdi ise Beni Nadir Yahudilerinin sebep olduğu bir savaşta ihanet etmelerinden endişe ediliyordu. 10.000 kişilik müttefik ordusu Medine'ye vardıklarında hiç beklemedikleri hendekle karşılaşınca şaşırıp kaldılar. Şehirleri etrafına hendek kazarak savunmak Arap yarımadasında o gün için bilinen bir metot değildi. Ne yapacaklarını bilemez bir hale geldiler. Şehri muhasara altına alıp Müslümanların bir gaflet anını beklemeye başladılar. Düşman ordusundan bir kaç kişi hendeği geçmeye kalkıştıysa da Müslümanlar tarafından ok yağmuruna tutularak geri püskürtüldüler. Hendek savaşı, müşriklerden 10.000 müslümanlardan 3.000 kişinin katılmasına ve o zamana kadar katılımı en fazla olan savaş olmasına rağmen ölü sayısının en az olduğu bir savaştır. 6 müslüman şehit olmuştur. Hakeza kafirlerden öldürülenlerin sayı da bir elin parmak sayısını geçmez. Buna rağmen Hendek savaşı, beden savaşından ziyade bir sinir ve taktik harbidir. Şöyle ki: Bedir ve Uhud'da olduğu gibi bir günlük savaşa alışkın olan Mekkeliler hayatlarında ilk kez değişik bir savunma stili ile karşılaşınca fena halde bozulmuşlardı. Buna ilave olarak hendeği atlama çabaları başarısızlıkla sonuçlanmış ve bir günlük savaş mühimmatı ile gelen ordu üç hafta süren muhasara boyunca sıkıntılı anlar yaşamaya başlamıştı. Beni Kureyza yahudilerinin göndermiş olduğu yardımlar müslümanlar tarafından fark edilmiş ve o yardım yolu da kesilmişti. Hendek savaşının bir diğer adı da "Ahzab" savaşıdır. Ahzab: Hizip kelimesinin çoğuludur. Hizip ise parti, grup ve bölük anlamlarına gelir. Kafir ordusu değişik gruplardan oluştuğu için bu orduya Ahzab, savaşa ise Ahzab savaşı denmiştir.Kuran-ı Kerim'in 33. suresi olan Ahzab suresi de adını bu savaştan almıştır. Bu orduyu oluşturan grupların gayeleri ise farklı farklı idi. Kureyşliler Hz. Peygamber ve ordusunu ortadan kaldırmak, yeni neşvünema bulan İslam devletini yıkmak, sarsılan otoritelerini sağlamlaştırmak istiyorlardı. Gatafanlılar ise müslümanları öldürerek Hayber tarım ürünlerinin yarısına sahip olmak istiyorlardı. Tehame ve diğer küçük kabileler ise Medine'ye hücum ederek mal, ganimet ve cariye elde etmek için katılmışlardı bu savaşa, Ama bu şer ittifakının ortak paydası İslam'ı ve müslümanları yok etmekti. Tarih boyunca şer güçler bu sevda ile bir araya gelip, müslümanlara saldırmış ve hala da saldırmaya devam etmektedirler. Müslümanların cephesinde ise durum daha farklı idi. Hendeğin ötesinde 10.000 kişilik zamanın en büyük ordusu kendilerini yok etmek için fırsat kollarken hendeğin bu tarafında, Medine'deki Beni Kureyza adlı yahudi kabilesi var olan anlaşmaya ihanet ederek, kafir ordusu ile ittifak yapmışlardı Müslümanların kadın ve çocuklarının hepsi bir kalede toplanmıştı. Yahudilerin evvela bu kaleye saldırmalarından korkuluyordu. Nitekim muhasara devam ederken yahudiler bir kişiyi müslüman kadın ve çocukların bulunduğu, Hassan b. Sabit (r.a)'ın kalesine keşif için gönderdiler. Bu-yahudi kale etrafında dolanırken Peygamberimiz (s.a.v)'in halası tarafından görülür, Hz. Safiye adamın başına bir odun fırlatarak onu öldürür. Gazali kitabında bu olayı zikrettikten sonra ilave ederek şöyle der. "Şaşılacak bir şey yok, "O" Hamza'nın kız kardeşi idi" Hendeğin dışında müşrik ordusu, iç tarafında ise hain yahudiler vardı. Diğer taraftan uzun süren muhasaraya soğuk kış mevsimi ve açlık da eklenince gerginlik had safhaya ulaştı. Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı gece gündüz durmadan Cenab-ı Hakka dua ediyor, ondan yardım diliyorlardı. Kuran-ı Kerim onların bu halini şöyle tasvir eder. "Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler de dönmüştü yürekler ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. İşte orada İnsanlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı" (Ahzab:9/10/11) Efendimiz {s.a.v) bu savaşta Huzeyfe b. Yeman'ı gizlice düşman tarafına göndererek haber toplamasını; ama onları müslümanların üzerine saldırtacak her hangi bir harekette bulunmamasını emretmişti. Huzeyfe sürünerek düşman tarafına geçmiş, düşman ordu kumandanı Ebu Süfyan'ın yanma kadar sokulabilmiş, onu bir okla vurup öldürebileceği halde Efendimiz (s.a.v.)'in emrini hatırlayarak bundan vazgeçmiş ve düşman tarafında olup bitenleri geri gelerek haber vermiştir. Huzeyfe b. Yeman bu başarısından dolayı, Peygamberimiz (s.a.v) tarafından üzerinde namazlarını kıldığı bir örtü ile ödüllendirilmişti. Dondurucu bir soğukta bu zor görevi üzerine alan Huzeyfe'nin sırtına Efendimiz (s.a.v) eliyle vurmuş ve bu sahabe hayatı boyunca hiç üşümemiş ve kışlık elbise giymemiştir. Hakeza Hendek savaşında Peygamberimiz (s.a.v), yeni müslüman olmuş Sad b. Nuaym'in islamını gizli tutmasını emretmiş ve onu yahudilerle müşrik ordusunu birbirlerine düşürmek görevini vermişti. Efendimiz (s.a.v), "Harp hiledir" hadisini bu savaşta ve bu münasebetle söylemiştir. Günümüz müslümanlarının bu hadisten çıkaracağı yığınla hüküm vardır. Sad b. Nuaym önce yahudilere gitmiş ve "Ey beni kureyzalılar, siz Muhammed’e olan ahdinizi Kureyşliler istedi diye bozuyorsunuz ama onlar bakın hendeği bir türlü aşıp emellerini gerçekleştiremiyorlar. Bu belde onların beldesi değil, sizin beldeniz, yarın onlar savaşmadan çekip giderlerse Muhammed ve ordusuyla başbaşa kalacak sizlersiniz. Siz de biliyorsunuz ki sizin onları yenmeye tek başınıza gücünüz yetmez. Onun için Kureyş'ten 40 tane genç rehine isteyin. Ki savaş girmeye mecbur kalsınlar. Ve sizi kendi halinize bırakmasınlar." demişti. Yahudiler bu fikri pek beğenmişlerdi. Şad b. Nuaym hemen diğer tarafa geçti ve Ebu Süfyan'a: 'Beni Kureyza Muhammed'le olan anlaşmayı bozduğuna pişman oldu, ona gidip biz bu yaptığımıza pişman olduk, sizlerle beraber barış içerisinde burada yaşamak istiyoruz. Sana Kureyş'in ileri gelenlerinden 40 kişi getirelim onları öldür ve seninle barışalım dediler, onun için eğer yahudiler size gelip herhangi bir sebeple adam isterlerse sakın ola ki onlara güvenip vermeyin" dedi. Bu dahice plan elbette her iki tarafça da kolayca yutulmuştu, Her iki taraf da Sad'a teşekkürler etti. Ve yahudiler gelip 40 rehine isteyince "tamam dedi Kureyşliler, işte Sad'ın dediği çıktı" dediler ve "Kesinlikle olmaz" cevabını verdiler. Yahudiler de "zaten bunların harbe istekli olmadığını Şad söylemişti" dediler kendi aralarında. Böylece her iki taraf da birbirlerine olan güveni kaybetmişti artık. Üçüncü haftanın sonunda Cenab-ı Hakk müminlerin duasını kabul etti. Ve düşman tarafına saba rüzgarını gönderdi. Bu rüzgar fırtınaya dönüştü. Düşman çadırlarını yerle bir ediyor, ateşlerini söndürüyor, çöl kumlarını yemek kazanlarına ve gözlerine dolduruyordu. Atlar huysuzlanıp iplerini kopararak kaçıyordu. Oysa hendeğin hemen karşı tarafında fırtınadan hiç bir eser yoktu. Ebu Süfyan o gece dönüş emrini verdi. Müslümanlar sabah olunca düşmandan eser kalmadığını gördüler, sevinçle Rablerine hamdettiler. Peygamberimiz (s.a.v) savaşın bitmesiyle beraber evine çekilmiş, üzerini değiştirirken Cebrail (a.s.) gelerek: "Ya Resulallah, görüyorum ki mü'minler silahlarını bırakmışlar melekler ise silahlarını daha bırakmadılar. Cenab-ı Hakk Beni Kureyza'ya sefer etmenizi emrediyor" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) ashabına ikindi namazını Beni Kureyza bölgesinde kılmalarını emretti, oraya doğru yola çıktılar. Yahudilerin kalesini kuşattılar. Yahudiler, Beni Nadir'e tanınan Medine'yi terk etme hakkının kendilerine de tanınmasını İstediler Peygamberimiz (s.a.v.) onlara teslim olmaktan başka bir çareleri olmadığını iletti. İnatla direndiler. Muhasara 25 gün sürdü. 25. gün yahudiler eski dostları olan Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muaz(r.a.)'ın hükmüne razı olacaklarını ifade edince Efendimiz (s.a.v.) Hz. Sad'ı çağırttı. Hz. Şad Hendekte atılan oklar sebebiyle ağır yaralanmıştı. Bineğine binerek geldi. Her iki tarafın hükmüne razı olacağını dinledikten sonra şu tarihi hükmünü verdi: "Eli silah tutan yahudiler öldürülsün. Malları ve kadınları ganimet olarak dağıtılsın." Peygamberimiz (s.a.v.)'de "Vallahi yedi kat göğün üstündeki Rabbuln aleminin hükmüyle hükmettin" diye buyurarak verilen karara olan memnuniyetini ifade etmiştir. Bu günkü Bab-us selam'ın 200-250 m açıklarında kazılan hendeklerde sayıları 700 ile 80 arasında değişen yahudilerin hepsinin kellesi uçuruldu. Böylelikle bu büyük fitne de ortadan kaldırılmış oldu. Hendek savaşı, asrı saadet harp tarihinin bir dönüm noktası kabul edilir. Çünkü artık İslam ordusu bu savaştan sonra "savunma savaşlarından" "hücum savaşlarına" başlamıştır. Peygamberimiz {s.a.v.) de bu olayı "artık Kureyş bundan sonra size saldıramaz' sözü ile tescil etmiştir. - Yahudilerin "savaş çıkarma, ahde ihanet, insanları parayla satın alıp birbirine düşürme, sıkışınca eman dileme, fırsatını bulunca yok etme" gibi sıfat ve özelliklerinin bugün olduğu gibi 14 asır öncesinde de var olduğunu müşahede etme imkanını buluyoruz bu savaşta. İstihbarat, casusluk, düşman saflarını bölmek için kargaşa çıkarmak, kafirlerin savaş taktiklerinden faydalanmak, maslahatı ümmet olduğu müddetçe mezun bir iştir. Bilakis emredilmiştir. İslam, yönetenlerin ve yönetilenlerin arasında bugün var olan uçurumların hepsini daha 1400 yıl öncesinde yok etmiştir. Fakir ile zengin, köle ile efendi, Peygamber ile ümmet hendekte beraber toprak taşımışlardır. Hendek harbi: Peygamberimiz (s.a.v)'in açlıktan midesine taş bağlaması, ashabıyla beraber toprak taşıması gibi özellikleri ile onun beşeriyetinin ispat edildiği, gerçekleşen bazı mucizelerle de onun nübüvvetinin tekid edildiği bir savaştır. Vuku bulan bir kaç mucizeyi zikretmek gerekirse, şunları sıralayabiliriz: Hendek kazımı esnasında müslümanlar onar kişilik gruplar halinde çalışıyorlardı. Aralarında Selman-ı Farisi'nin de bulunduğu bir grup, kazı esnasında büyükçe bir kayaya rastlar. Uğraşırlar ama yerinden oynatamazlar. Selman (r.a.) Efendimiz'e haber verir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) gelir, eline balyozu alır ve ilk vuruşunda şimşekler çakar "Kisra'nın sarayları gösterildi ve fethi müjdelendi" der. İkinci vuruştan sonra "Rumların sarayları gösterildi ve fethi müjdelendi" der. Üçüncü vuruşta ise "San'anın sarayları gösterildi ve fetih müjdelendi" der. Ve hep bir ağızdan tekbir getirirler. Nitekim Cenab-ı Hakk bu üç yerin de fethini müslümanlara nasip etmiştir. Bir diğer mucize ise şudur: Hendek kazılırken beşeriyetin efendisinin açlıktan midesine taş bağladığını gören Cabir b. Abdullah evine gider. Hanımına durumu anlatır ve evde pişirilecek bir şey olup olmadığını sorar. O da evde bulunan bir tek keçisini, kesebileceğini biraz da ekmek pişirebileceğini söyler. Keçiyi keserler, ekmeği pişirirler. Hanımı Hz. Cabir'e "Yemeğimiz ancak Hz. Peygamber ile 7-8 kişilik bir gruba yeter" der. Hz. Cabir, Efendimizin yanına giderek, kimsenin duymamasına özen göstererek durumu haber verir. Hz. Peygamber (s.a.v.) tebessümle dinler Hz. Cabir'i. Sonra da dönüp hendek kakımıyla meşgul 1000 kişiye: "Ey ehli hendek! Cabir sizi yemeğe davet ediyor" diye nida eder. Sahabeler yavaş yavaş toplanmaya başlamıştır bile. Hz. Cabir koşarak evine gider ve hanımına "Eyvah, mahvolduk. Hz. Peygamber bütün hendek ehlini davet etti" der. Hanımı ise metanetle kocasına: "Hz. Peygamber'e evimizde olan yemeğin miktarını haber verdin mi" diye sorar. O da, haber vermiştim deyince, hanımı büyük bir teslimiyetle: "O halde üzülme, Allah, Resulünü utandırmaz." der. Öte yandan Peygamberimiz (s.a.v.), haber göndererek yemeğin ateşten indirilmemesini, ekmeğin dağıtılması için kendisinin beklenilmesini emreder. Ve kendisi gelerek kepçelerle etleri alıp ekmekle birlikte onar onar sahabe guruplarına dağıtır. Hendekte çalışan 1000 kişi o yemekle doymuştur. Hatta hane halkı için de pay bırakılmıştır. Başarının esasının çalışmak olduğunu zor şartlara rağmen hendek kazarak gösteren Allah Resulü (s.a.v.), sabreden ve şükreden müminlere hem dünyada hem de ahirette mükafatlar olduğunu böylelikle ashabına ve Ümmet-i Muhammed'e göstermiştir. KUBA MESCİDİ VE İSLAM KARDEŞLİĞİ Efendimiz (s.a.v.) Miladi 622 yılında Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret etmiştir. Kendisine rüyasında hicret yurdu olarak Medine gösterildiği için Medine'yi tercih etmiştir, Rebiülevvel ayının 12. pazartesi günü öğle vakti Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ve beraberlerindeki rehberleri ile Medine'ye ulaşmışlardır. Yaklaşık 500 kişi kendilerini karşılamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) evvela Küba'da iki hafta misafir oldu. Bu süre içerisinde Kuba Mescidi'ni inşa etti. Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim'de bu mescidi, takva üzere yapılan ilk mescit olarak zikreder: "İlk gününden beri takva üzere kurulan mescitte bulunman daha uygundur. Orada arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri sever." (Tevbe: 108) Tirmizi'den gelen bir rivayete göre de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Kuba mescidinde bir namaz, bir umreye bedeldir." Kuba'ya Cumartesi günleri yaya ve veya vasıta ile giderek iki rekat namaz kılmak sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kuba’da iki hafta kaldıktan sonra Medine’ye doğru hareket etmiş, yolda Cuma namazı farz olmuş ve bugün Cuma Mescidi olarak bilinen yerde Efendimiz (s.a.v.), ilk Cuma namazını kıldırmıştır. Daha sonra bugünkü Mecsid-i Nebevi'nin bulunduğu yere gelerek İslam toplumunun temel taşlarından biri olan mescidinin yapılmasını emretmiştir. Hicret, devlete atılan ilk adımdı... 13 yıl süren Mekke döneminde baskı ve işkencelerle bir iman terbiyesinden geçmiş müslümanlar hicretle devlete yönelmişler; cihadın farz olması ile birlikte hayatı iman ve cihad olarak mütalaa ederek ömürlerini bu iki gayeye vakfetmişlerdi. Evet, belki Medine'de Kureyşlilerin işkenceleri ve zulümleri yoktu ama muhacirleri başka sorunlar bekliyordu. Bunlar; ekonomik, içtimai ve de sıhhi olmak üzere üç temel alanda idi. Mekkeli müşrikler hicret eden müslümanların yanlarında mal ve para götürülmesine müsade etmemişlerdi. Hicretin gizli bir şekilde gerçekleştirilmesinden dolayı müslümanlar canlarını zor kurtarabilmişlerdi. Medine'ye geldiklerinde ekonomik sıkıntı ile karşı karşıya kaldılar. Mekke'nin geçim kaynağı ticaretti. Medine’nin ki ise ziraat ve zanaattı. Tabiatıyla Muhacirler tarımdan da anlamıyorlardı. Vatanlarını, doğup büyüdükleri, yaşadıkları mekanı terk etmişlerdi. Gurbet çekiyorlardı. Bir çoğu ailesini ve çoluk çocuğunu bile bırakmışlardı Mekke'de. Hiç tanımadıkları insanların arasında hem de onlara muhtaç bir şekilde yaşamak zorunda idiler. Medine'de o vakitlerde humma hastalığı vardı. Muhacirlerin bir çoğu bu haslığa yakalandılar. Efendimiz (s.a.v.), bu üç ana başlık altında toplamaya çalıştığımız problemlerin hepsine, Muhacirler ile Enser arasında kardeşlik ilan ederek peygamberi bir üslupla çözüm getirdi. Enes b. Malik'in evinde 45 kişi, Muhacirlerden, 45 kişi de Ensardan olmak üzere toplam 90 sahabeyi birbirleri arasında kardeş ilan etti. Bu kardeşlik örneği insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir kardeşliktir. Medine ehli, muhacirlere ellerinde var olan her şeyin yarısını teklif etmişlerdir. Burada Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Rabi' arasında geçen şu hadiseyi nakletmek gerekir. Hz. Sa'd: Hz. Abdurrahman'a "İki hanımım var, bak hangisi hoşuna giderse onu boşayayım; mallarımın yarısı da senindir" dediğinde Hz. Abdurrahman ona: "Allah senin aileni ve mallarını mübarek kılsın, bana çarşının yolunu göster" demiştir. Her ne kadar Hz. Sa'dın söylediği sözler yirminci asrın kapitalist dünyasında yaşayan bir müslümanın gözlerini yaşartmaya yeterli ise de Abdurrahman b. Avf'ın verilen bağışı kabul etmeyerek, çalışarak kazanmak istemesini ifade etmesi de o kadar takdire şayan bir harekettir. Ensar, Efendimiz (s.a.v)'e gelerek "Ya Resulallah, Muhacirlere hurma bahçelerimizin yarısını verelim" diye teklifte bulunduklarında Efendimiz (s.a.v.) cevaben: "Hayır, bahçelerinizin mülkiyeti sizde kalsın, muhacir kardeşlerinize ürünlerinizin yarısını veriniz." buyurmuştur. Efendimiz (s.a.v.} bu sözleri ile: a) Medine'nin en büyük geçim kaynağı olan hurma üretiminin ziraattan anlamayan muhacirlerin eline geçmesiyle yıllık rekoltenin düşeceğinden, müslümanların, dolayısıyla İslam devletinin ekonomik zarara girebileceğini görmüş ve bahçelerin eski sahiplerinde kalmasını bu yüzden istemiştir. b) 13 yıl Muhammedi terbiye ile eğitilmiş muhacirleri İslam davetinde istihdam etmeyi planlamış ve buna bağlı olarak bir çok davetçiyi civar kabilelere muallim olarak göndererek İslam'a girenlerin sayısının artmasına vesile olmuştur. Bu kardeşlik hukuku, ilk zamanlar kardeşler arasında birbirlerine mirasçı olmayı da kapsamıştır. Fakat daha sonra bu hüküm nesh olmuştur. Ancak İslam kardeşliğinin hükmü kıyamete kadar kalmaya devam edecektir. "Şüphesiz mü'minler birbirleri ile kardeştir." (Hucurat: 10) "Mü'minler kendi aralarında bir cesedin uzuvları gibidirler. Bir uzvun rahatsızlığı nasıl tüm bedende hissediliyorsa (müslümanların birbirleriyle alakaları da bu şekildedir." (BuhariMüslim) İçtimai ve iktisadi problemleri "kardeşlik" ilan ederek çözen Peygamberimiz (s.a.v.) humma hastalığının Medine’den atılması için Cenab-ı Hakk'a dua etmiş, duası kabul olmuş ve Medine-i Münevvere kıyamete kadar humma hastalığından kurtulmuştur. Dikkat edilirse Efendimiz (s.a.v.) önce mescit yaparak işe başlamıştır. Daha sonra toplumda iç barışın sağlanması için muhabbet ve uhuvvet bağlarının kuvvetlenmesini, kardeşliği ilan ederek başarmış, herhangi bir sınıflaşmaya ve bloklaşmaya müsade edilmemiştir. Herkes bir tarağın dişleri gibi birbirleriyle eşit haklara sahiptir. Üstünlük ise ancak takva iledir. Üçüncü olarak da Medine'de yaşayan diğer etnik gruplar ile müslümanların muamele hukukunu belirli esaslara bağlayan Medine vesikasını yazdırmış ve daha atılan bu ilk adımlarla Medine Site devleti: Hoşgörünün, iç barışın, sosyal adetin, kişilerin hak ve özgürlüklerini devlet garantisi altında olduğu bir "Sosyal Devlet" olma unvanını almaya hak kazanmıştır. YAPILIŞINDAN GÜNÜMÜZE MESCİD-İ NEBEVİ Mescit-i Nebevi Miladi 622 tarihinde Efendimiz (s.a.v.)'in emirleriyle ve kendilerinin bilfiil çalışmalarıyla inşaa edilmiştir. İlk yapı: 1050 m. genişliğinde idi. Tavan yüksekliği ise: 3.25 metre idi. Temelleri taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağacından yapılmış, tavanı ise hurma dalları ile Örtülmüştü. Üç giriş kapısı vardı. Mescit-i Nebevi, bu ilk inşaasından günümüze kadar 9 kez daha genişletilmiştir. Bunların ilki: Yine Efendimiz (s.a.v.)'in zamanında Hayber savaşı dönüşünde, hicri yedinci yılda yapılmıştır. Genişliği 2.500 m2 ye, tavan yüksekliği; 4.55 metreye çıkarılmıştır. Bu gün bu saha mescitte başlıklarında yeşil yazı olan direklerle belirtilmiştir. İkinci Genişletme: Hz. Ömer (r.a.) zamanında hicri 17. -miladi: 638 tarihinde olmuştur. Genişlik: 4200 m2'ye tavan yüksekliği ise 7.15 metreye çıkarılmıştır. Üçüncü Genişletme: Hicri: 29-Miladi: 649 tarihinde Hz. Osman zamanında gerçekleştirilmiştir. Genişleme K. Batı cihetine doğru yapılmış, kıble tarafına da revaklar yaptırılmıştır. Tavanı Hindistan'dan getirilen özel bir ağaçla kaplanmıştır. Mihrap üzerine ise kubbe yapılmıştır. Hz. Ali (r.a.) zamanında ihtiyaç hasıl olmadığından mescitte genişletme yapılmamıştır, Dördüncü Genişletme: Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik zamanında Hicri: 88-Miladi: 707 yılında yapılmıştır. Bu genişletme esnasında dört minare yapılmış, mescit binasında süslü taşlar kullanılmış ve Efendimiz (s.a.v.)'in zevceleri vefat ettiklerinden dolayı mescit civarındaki odaları satın alınarak mescide dahil edilmiştir. Beşinci Genişletme: Abbasi Halifesi Mehdi Abbasi devrinde, Hicri: 165-Miladi: 782 yılında yapılmıştır. Kuzey kesiminde büyük çapta bir genişletme yapılmıştır. Abbasi halifeleri mescidin tamir ve tezyinine büyük önem vermişlerdir. Mescid-i Nebevi, birincisi hicri 654, ikincisi hicri 886 da olmak üzere iki yangın geçirmiştir. Her iki yangında dikkatsizlik sonucu çıkmış ve mescit önemli ölçüde hasar görmüştür. 1. Yangının yaraları Abbasi halifesi Mutasım Billah tarafından Hicri: 655 yılında, 2. yangının yaraları Sultan Eşref Kaytabay tarafından Hicri: 880-Miladi: 1483 yılında sarılmış ve mescit tamir ettirilmiştir. Sultan Kaytabay tamirle beraber mescidi genişletmiş ve mescide yüksekliği 11 m olan bir tavan yaptırmıştır. Bu genişletme 6. genişletme olarak kabul edilir. Yedinci Genişletme: Hilafetin 1517 yılında Osmanlılara geçmesiyle beraber Haremeynin bakım ve onarım işlerini Osmanlı sultanları alır. Osmanoğulları Haremeyne bir çok hizmetlerde bulunmuşlardır. "Hadimul Haremeyn El-Şerifeyn" lakabı ile kez Yavuz Sultan Selim için kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid'e kadar, mescitte duvarların ve sütunların mermerle kaplanması, eskiyen bazı kapı ve duvarların yenilenmesi, yeşil kubbenin yeniden inşası gibi bir çok hizmetlerde bulunmuşlardır. Ancak Sultan Abdülmecit zamanına gelindiğinde yapı bir hayli yıpranmıştı. Bunun İçin zamanın Harem Şeyhi Davut Paşa Sultan Abdülmecit'e bir mektup yazar ve Mescid-i Nebevi'nin yeniden yapılmasının gerektiğini sultana iletir. Padişah, mühendis Remzi ve Osman beyleri keşif için Medine'ye gönderir. Mühendislerin raporu Davut Paşayı tekid eder mahiyette sultana takdim edilince, Sultan Abdülmecit, Halım Efendiyi projenin başına getirir ve onu beraberinde gerekli olan tüm alet-edevat, işçiler, duvarcılar, oymacılar, nakkaşlar, hattatlar ve yeterli bütçeyle Medine'ye gönderir. Büyük bir titizlik içerisinde cemaatle namaza mani olmadan tüm mescit bölüm bölüm yıkılır ve yeniden inşa edilir. Yapılan masraf, İstanbul'dan getirilen yapı malzemeleri, alet edevat ile sayıları 350'yi geçen işçilerin masrafı hariç: 700.000 mecidiye altınıdır. 1848'de başlayan onarım 1861'de tamamlanmıştır. Genişlik: 4056 m2'ye çıkartılmıştır. Ve 170 kubbe yapılmıştır. Sekizinci Genişletme (1. Suud Genişletmesi): Kral Abdülaziz zamanında Mescid, kuzey, doğu ve batı taraftarından olmak üzere yapılan genişletmelerle beraber genişliği: 12.270 m2'ye çıkarılmıştır. Bu çalışmalar 1952 yılında başlamıştır, üç yıl sürmüştür. 50 Milyon $'a mal olmuştur. 1. Suud Genişletmesinin uzunluğu: 128 m, eni ise: 91 m'dir. Osmanlı kısmının bitiminden sonra başlayan bu genişletme alanı güneş zıttı (Güneşten etkilenmeyen) beyaz mermerle kaplanmıştır. Bu alanın doğu ve batı taraflarına revaklar yapılmıştır. Bu genişletmede 232 sütun vardır. 1973 yılında Kral Faysal'ın emriyle Mescit’in batı kısmına güneşlikler yapılmıştır. Bu şemsiyeliklerin yapımı esnasındaki istimlakta arazi sahiplerine: 50 milyon $ ödenmiştir. Dokuzuncu Genişletme (II. Suud Genişletmesi): Bu yapının temel atma merasimi Kasım: 1984'te olmuştur. Ve toplam 10 yıl sürmüştür. Mescid-i Nebevi tarihinin en büyük ve maliyeti en yüksek genişletmesi bu devirde, Kral Fahd b. Abdulaziz'in emriyle gerçekleşmiştir. Şu anki yapı bodrum, zemin ve sütun olmak üzere üç kattan oluşur. Her üç katın da girişleri ayrı ayrıdır. Bodrum katında: mescit-i Nebevi'nin kamera-güvenlik sisteminin idare edildiği kontrol odaları, yangına hassas cihazlar ile iç ve dış aydınlatma, soğutma-havalandırma ve ses sistemlerinin idaresi vardır. Bunlara ilaveten naklen TV ve radyo yayınlarına imkan sağlayan stüdyolar da bulunmaktadır. İkinci Suud Genişletmesi: 82.000 M2'dir. Bina yüksekliği: 12.55cm'dir. Zemin kattaki sütun sayısı: 2104'tür. İki sütun arası 6 m'dir.. Kubbe sayısı: 27'dir. Bunlar istenildiğinde -tabii ışıklandırma ve havalandırma maksadıyla- açılıp kapanabilmektedir. Her biri 80 ton ağırlığındadır. 40 ton çelik, 40 tonu diğer maddelerden oluşmaktadır. Her kubbenin kapladığı alan: 324 M2'dir. Her kubbede 2.5 kg. altın kullanılmış, toplam olarak 27 kubbede: 67.5 kg altın kullanılmıştır. Bu da 100 m2 alana tekabül etmektedir. Kubbelerin dış cephesi Alman seramiği ile kaplanmıştır. El ile oyum kısım toplamı: 160 m2'dir. Kubbeler Medine'de imal edilmiştir. Abdülmecit han zamanında Osmanlı kısmının 4056 m2 olduğunu, bu rakama, 1. Suud genişletmesinde: 12270 m2 eklendiği daha önceden belirtilmiştir. Bu iki yapının toplamı: 16.326 M2'dir. Ve içerisinde: 28.000 kişi namaz kılabilir. Yapılan bu son genişletme alanı ise: 82.000 m2"dir. Ve 150.000 kişi namaz kılabilir. Bu sayıyı öncekilere ilave ettiğimizde zemin katın toplam alanı: 98.326 m2'ye çıkar ve içerisinde: 1768.000 kişi namaz kılabilir. Ancak buna sütuh katını da ilave etmek gerekir. Bu ise: 58.250 m2'dir. Ve: 90.000 kişi sütuhta namaz kılabilir. Bu rakam ise Mescid-i Nebevi'nin içerisinde aynı anda namaz kılınabilecek alanın: 156.576 m2 olduğuna ve: 268.000 kişinin bu alanda namaz kılabileceğine işaret eder. Buna mescidin bahçesindeki: 135.000 m2 alanı da ilave edersek ki bu alanda: 430.000 kişi namaz kılabilmektedir. Sonuç olarak günümüzde aynı anda: 698.000 kişi namaz kılabilmektedir. Hanımlar için: Mescidin k. doğusunda: 16.000 m2, k. batısında: 8.000 m2' yer ayrılmıştır. Bu alan izdiham ihtimalinde genişletilebilmektedir. Hanımların giriş kapı numaraları (13, 14, 16, 17) ve: (23, 24, 25, 26, 28, 29, 30'dur. Mescidin toplam kapı sayısı ise 85'tir. Üst kata çıkmak için 6 tanesi yürüyen, 18 tanesi normal merdiven olmak üzere 24 çıkış merdiveni vardır. Yürüyen merdivenlerin bulunduğu kapı numaraları: 6, 10,15, 27, 31, ve 36'dır. Minareler: Mescid-i Nebevi'nin 10 minaresi vardır. Bunların altısı son genişletmede yapılmıştır. Her biri: 104 m'dir. Diğer minarelerden 32 m daha yüksektir. Minare hilalinin uzunluğu: 6.7 metredir. Ağırlığı: 4.5 tondur. Ve 14 ayar altın kaplamadır. Mescid-i Nebevi'nin dış bahçesinde namaz kılınabilinecek alanlardaki beyaz mermerler güneş vurdukça soğuyan bir özelliğe sahiptir. Bu alan 151 adet ışıklandırma sütunu ile aydınlatılmaktadır. Bu alanın çevre uzunluğu: 2270 M2'lik bir bahçe duvarı ile çevrelenmiştir. Tuvaletler bunun içerisindedir. Tuvaletler 2 katlı olup, içerisinde 1890 adet tuvalet ve 5600 adet abdest alma yeri vardır. Otopark girişleri ile tuvalet girişleri aynıdır. Mescid'in bahçe sahası olarak tanımlanan alanın altında toplam 4444 araç kapasiteli iki katlı bir otopark mevcuttur. Garaj yüksekliği 4.90 m.dir. Her birinde 15 ünite vardır. Bu ünitelere yürüyen ve normal merdivenlerle inilip çıkılabilmektedir. Her ünitede 690 soğuk su çeşmesi bulunmaktadır. Haremin soğutulması: Mescid-i Nebevi'nin soğutulması için Mescide 7 km. uzaklıkta ve batı tarafında 70.000 m2' alan üzerine büyük bir tesis kurulmuştur. Tesisin bu kadar büyük bir alanı kaplaması ve çalışmasıyla çevreyi rahatsız edebileceği düşünülerek uzağa kurulmuştur. Kullanılan su miktarı 2.5 milyon galondur. Soğutmada 6'C'lik su kullanılmaktadır. 7 km. uzunlukta olan bu tünel bugün Tarik-i Selam olarak bilinen yolun 18 m derinliğinden geçmektedir. MESCİD-İ NEBEVİ'NİN KROKİSİ 1. Ağlayan Hurma Kütüğü, Bu kütük mihrabın altında gömülüdür. 2- Hz. Aişe Validemizin yanında namaz kılmanın en faziletli olduğunu haber verdiği ve bu yüzden kendi ismi ile anılan Aişe sütunu 3- Hz. Lübabe'nin kendisini bağlayarak affolunmasını beklediği Tevbe Sütunu 4- Efendimiz (s.a.v.)'in itikafta iken yanına yataklarını koydukları Serir Sütunu 5- Efendimiz (s.a.v.)'in korumalığını yapan sahabelerin beklediği Muharres Sütunu 6- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında heyetleri kabul ettiği Vüfud Sütunu 7- Efendimiz (s.a.v.)'in teheccüd namazlarını kıldığı Teheccüd Sütunu 8- Halen imamın namaz kıldırdığı Mihrap 9- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldırdığı Mihrap 10- Halen hutbelerin okunduğu Minber 11- Bu gün müezzinlerin bulunduğu müezzinlik 12- Kapı 13- Kapı 14- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kabri 15-Hz. Ebubekir (r.a)'ın Kabri 16- Hz. Ömer (r.a.v.)'ın Kabri. 17- Üzerinde Ahzab suresi Ayet 40 yazılı birinci pencere 18- Üzerinde Hucurat suresi Ayet 3 yazılı ikinci pencere 19- Üzerinde Hucurat suresi Ayet 2 yazılı üçüncü pencere 20-Cibril Makamı 21- Baki Kapısı 23- Nisa Kapısı 24- Babunnisa (Kadınlar Kapısı)'ndan girince soldaki yüksek yer Ashab-ı Suffe'nin olduğu yer 25- Bir mihrap. Not: Efendimiz (s.a.v.)'in "Kabrim İle evim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" diye buyurdukları Ravza-i Mutahhara, bu gün 33 adet beyaz sütununun bulunduğu alandır. Bu sütunlar krokide O İşareti ile belirtilmiştir. HADİSLERLE MEDİNE-İ MÜNEVVERE Cabir (r.a.)'den merfuen Müslim'in zikrettiği bir hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem şöyle buyurmuştur: "Kim Medine ehline kötülük yapmak isterse o kimse tuzun suda eridiği gibi yok olur gider." Aişe (r.anha) validemiz Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bütün şehirler kılıçla fethedildi, Medine ise Kur'ân'la fethedilmiştir." Tabarani Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Medine İslâm'ın kubbesi, imanın evi, hicretin yeri, helal ve haramın merkezidir." Buhari Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Bütün beldelere galip gelecek bir beldeye hicretle emrolundum. Ona Yesrib diyorlar. O Medine'dir. Körüğün demirin pasını silip temizlediği gibi, Medine de kötü insanları temizleyecektir." Buhari Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Medine'nin giriş ve çıkışlarında melekler nöbet beklerler. Deccal ve taun (hastalığının) Medine'ye girmesini engellerler." Tirmizinin Nafi'den onun da İbn-i Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Medine'de ölmeye gücü yeten orda Ölsün, zira ben Medine'de ölen kişiye şefaat ederim". Buhari ve Müslim beraberce Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Benim bu mescidimde kılınan bir vakit namaz, diğer mescitlerde kılınan bir vakit namazdan 1000 derece daha faziletlidir. Mescid-i Haram müstesna, zira Onda kılınan bir vakit namaz 100.000 namaza bedeldir." Tabarani Enes b. Malik'ten rivayet ettiği bin hadiste Peygamberimiz (s,a.v.)'in şöyle buyurduğunu belirtiyor: "Kim benim mescidimde hiç nara vermeden 40 vakit namaz kılarsa, kendisine biri ateşten diğeri kıyamet gününün azabından olmak üzere iki kurtulma beraatı verilir ve nifaktan da uzak tutulur". Buhari, ve Müslim Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Evimle minberim arasındaki mekan cennet bahçelerinden bir bahçedir." MESCİD ADABI VE EFENDİMİZ (S.A.V.)'İ ZİYARET Mescitler Allah (c.c.)'ın evidir. Ve buralara ibadet maksadıyla giden bir mümin kulun dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Çünkü bunu en başta evin sahibi olan Rabbül Alemin saniyen de Resulü zişan efendimiz (s.a.v) emretmektedir. Mescid-i Nebevi'ye ilk kez giden kimse evvela gusül abdesti almalıdır. Temiz elbiseler giyerek güzel kokular sürünmelidir. Sükunet ve vakarla Mescit’e sağ ayağı ile girmeli ve girerken de "Euzubillahil azim vebivechihilkerim ve sultanihilkadim mineşşeytanirracim, Bismillah Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali muhammedin ve barik vesellim, Allahümmağfirli zünübi veftah li ebvabe rahmetike" duasını okumalıdır. Mescit’e girdikten sonra eğer mümkünse ve kerahet vakti değilse iki rekat "Tahiyyat-ül Mescid" namazı kılar. Aslında bu namazı her mescide girildiğinde kılmak lazımdır. Sonra Peygamber (s.a.v)'in kabri şerifinin karşısına gider, yüzünü kabirlerin bulunduğu istikamete çevirir ve ellerini kaldırmadan selam verir. Selamı Önce Efendimiz (s.a.v)'e sonra Hz. Ebu Bekir'e sonra da Hz. Ömer'e verir. Selam esnasında okunacak olan selamlama duaları "Ziyaret duaları" adlı kısımda zikredilmiştir. Daha sonra huşu ve edep içerisinde oradan ayrılır. Müslüman kimse hayatı boyunca Efendimiz (s.a.v.)'e salatu selam getirmeye çalışır. Ancak Medine-i Münevvere gibi mübarek bir mekanda ve Hacc ayları gibi mübarek bir zamanda bulunduğu sırada salatu selamın adedini imkan nispetinde artırır. Çünkü Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde: "... Bana salatu selam getiriniz, Çünkü salat ve selamınız bana nerede olursanız olun ulaşır" bir diğer Hadislerinde ise: "Kim bana bir salavat-ı şerife getirerek beni anarsa, Allah (c.c.)'da onu on misli ile anar" buyurmuşlardır. Allah'ın mescitlerinde gereksiz yere konuşmak, yüksek sesle bağırıp çağırmak, kayıp eşyasını aramak, alış verişte bulunmak ve etrafındaki Müslümanlara eziyet verici tutum, davranış ve durumlardan son derece kaçınmak gerekir. Cenab-ı Hakk Hucurat Suresi'nin 2, 3 ve 4. ayetlerinde Mescitte yüksek sesle konuşmanın cezasının konuşan insanın amellerinin boşa gideceği olduğunu şöyle beyan eder; "Ey inananlar! seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın. Seslerini peygamberin yanında kısan kimseler, Allah'ın gönüllerini takva ile sınadığı kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük ecir vardır." Hz. Ebu Bekir (R.A)'ın "Allah Resûlü'nün yanında hayatta iken ya da vefatından sonra sesi yükseltme caiz değildir" dediği rivayet olunur. (EI-Dürrü El-Semin, S. 72) Resulü Zişan Efendimiz (SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde: "Sizden biriniz mescitte kaybettiği bir şeyi arayan kimseyi duyduğunda ona Allah aradığını buldurmasın desin. Mescitler bunun için inşa edilmemişlerdir." Bir diğer Hadislerinde ise: "Melekler de Ademoğlu'nun rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar" buyurmuşlardır. DOKTORUNUZDAN MÜHİM TAVSİYELER! • Muhterem Hacı Adayı, Bedenî ve malî farz olan bir ibadeti Allah (C.C)'ın izni ile yapacaksınız. Sağlığınızı ve paranızı en iyi şekilde koruyarak bu ibadeti yerine getirmeniz gerekmektedir. Sağlığınızı en iyi şekilde koruyabilmeniz için dikkat etmeniz gereken konuları başlıklar halinde kısaca bildireceğiz: İklim özellikleri bulunduğunuz yerden çok farklı olan bir beldeye gidecek ve 25-30 gün kadar oralarda kalacaksınız. Bu zaman içinde aşırı sıcak, aşırı soğuk hava cereyanı ve de yorgunluktan kaçınacaksınız. Zira insan vücudunun hastalıklara karşı koyma direncini kıran bu üç önemli faktördür. Sıcağın etkisi ile fazlaca terleme olacağından vücut ve elbise temizliğine önem verilmelidir. İç çamaşırlar mümkün olduğunca saf pamuklu cinsinden seçilmelidir. El ve tırnak temizliği en çok dikkat edilecek bir konudur. Sıvı veya kalıp sabunlarla el temizliği kolayca yapılabilir. Çiğ olarak yiyeceğiniz sebze ve meyveler sabun köpüğü İle ovulup su ile durulandıktan sonra yenmelidir. Eğer dış parafinli meyve ise kesinlikle soyularak yenmelidir. Dışarıda açıkta satılan yiyeceklerden almayınız. Konserve yiyecekler alınırken ya da alınmış olanlar tüketilirken kutuların kapağının bombeleşmemiş olması gerekir. Aksi halde ishal, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi gibi belirtilerle seyreden besin zehirlenmelerine maruz kalabilirsiniz. Aşırı yağlı ve sindirimi zor olan yiyeceklere rağbet etmeyiniz. İçecekler metal ya da karton poşetlerde satılmaktadır. Bunlar alınırken üzerindeki son kullanım tarihine bakılmalı ve süresi geçmiş olanlar alınmamalıdır. Şişe sulara da aynı şekilde dikkat edilmelidir. En çok rağbet edeceğiniz yoğurt, ayran ve limon olmalıdır. Bunları yer ve içerken biraz tuz atılıp alınırsa terlemenin vereceği bitkinlikte azaltılmış olur. Yiyecek ve içecekler mümkün olduğunca kendi teşkilatımız sağlık görevlilerince kontrol edilen lokantalarımızdan sağlanmalıdır. Baş dönmesi, ani ateş yükselmesi, kalpte çarpıntı, görmede bulanıklık, kusmak hissi, nefes darlığı gibi belirtiler sıcak çarpmasının işaretleridir. Hemen serin bir yere çekilip üzerinizdeki giyecekleri inceltiniz. En doğrusu görevlilere haber ulaştırarak sağlık görevlilerine ulaşmaya çalışınız. Dışarıda yürümek zorunda kalırsanız şemsiye mutlaka kullanılmalıdır. Önceden mevcut kronik hastalığınızla ilgili ilaçlarınızı mutlaka yanınızda bulundurunuz. Kafile görevlinize ve doktorunuza durumunuzu önceden bildiriniz. Prof. Dr. Yaşar BAĞDATLI BİR KAÇ HATIRLATMA -"HACC MEŞAKKATTİR" hadisini hiç bir zaman hatırdan çıkarmayarak hacc esnasından karşılaşacağınız zorluklara karşı sabırlı ve metanetli olmaya gayret gösteriniz, şeytan ve nefsin hacc ibadetini ifsad etmek için mümin kullarla özellikle uğraştığını hatırınızdan çıkarmayınız. * -Namazlarınızı mutlaka mescit-i Nebevi'de kılmaya özen gösteriniz. -Haremi Şerifte dünya kelamı konuşmamaya azami gayret sadediniz, vakitlerinizi kaza ve nafile namazları kılarak, kur'ân-ı kerîm okuyarak geçiriniz. -Medine-i Münevvere'de geçireceğiniz kısa ve değerli vakitlerinizi çarşı-pazarda gezerek harcamayınız. -Her türlü münakaşa ve tartışmanın hacc ibadetinize zarar vereceğini gözönünde bulundurarak bu tür hareketlerden kaçınınız. - Özellikle hacc sezonunda medine'de su sıkınlısı olduğundan su israfından kaçınınız. -Hacc ibadetiniz boyunca kafile başkanlarınızın talimatlarına uymaya gayret gösteriniz, HANIMLAR İÇİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İ ZİYARET SAATLERİ SABAH: (07.00-11.00) ÖĞLE: (13.00-15.00) TÜRKÇE, SELAMLAMA DUALARI 1- EFENDİMİZ (SA V) "ı ziyaret esnasında: “Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Rasûlatlah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Nebiyallah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Habiballah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Hayra Halkıllah, Essalâmü Aleyke Ya Hatemel Enbiya-i Vel Mürselin Seyyidina ve Nebiyyina ve Habibina Muhammedin ve ala alihi ve ashabihi vemen tebiahum bi ihsanın ila yevmiddin.” 2- HZ. EBUBEKİR (RA)'i ziyaret esnasında: “ Esselâmü Aleyke Ya Halifete Resûlillah Esselâmü Aleyke Ya Eba Bekr Essıddik, Esselâmü Aleyke Ya Sahibe Resûlillah, Esselâmü Aleyke Ya Men Enfaka külle malihi fillah, Cezakallahu an ümmeti Resûlillahi hayrelceza.” 3- HZ. ÖMER (RA)'i ziyaret esnasında: “Esselâmü Aleyke Ya Emiral Mü'minin, Esselâmü Aleyke Ya Ömer İbnil Hattab, Esselâmü Aleyke Ya Sirace Ehlil Cenneh, Esselâmü Aleyke Ya Ebel Fukara-i Vedduafa, Cezakallahu an ümmeti Resûlillahi hayrelceza.”