şizofreni hastalarında somatizasyon

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY ORD. PROF MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
6. PSİKİYATRİ BİRİMİ
ŞİZOFRENİ HASTALARINDA SOMATİZASYON
( Uzmanlõk Tezi )
Dr. Emine Müjgan ÖZEN ŞAHİN
İstanbul-2007
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY ORD. PROF MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
6. PSİKİYATRİ BİRİMİ
ŞİZOFRENİ HASTALARINDA SOMATİZASYON
( Uzmanlõk Tezi )
Dr. Emine Müjgan ÖZEN ŞAHİN
İstanbul-2007
2
TEŞEKKÜR
Destekleyici, sahiplenici yaklaşõmlarõ, sağladõklarõ huzurlu, bilimsel, hasta yanlõsõ ve
insancõl çalõşma ortamõ nedeniyle asistanlarõ olmaktan çok keyif aldõğõm , çok şey öğrendiğim
ve örnek aldõğõm değerli hocalarõm Doç. Dr. A.Solmaz Türkcan ve Doç. Dr. Doğan
Yeşilbursa’ya,
Hastanemiz başhekimi Doç. Dr. Medaim Yanõk’a,
Rotasyonlarõm sõrasõnda birlikte çalõşma fõrsatõ bulduğum ve bilgilerinden
yararlandõğõm Dr. Niyazi Uygur, Doç. Dr. Duran Çakmak, Doç. Dr. Fulya Maner, Doç. Dr.
Peykan Gökalp ve Prof. Dr. Ümran Tüzün’e,
Hekimlikleri kadar insanlõklarõndan da feyz aldõğõm Doç Dr. Baki Arpacõ ve Dr. Cengiz
Dayan’a,
Psikiyatrinin temellerini öğrendiğim ve bugün uzman olmamda en büyük pay
sahiplerinden biri olan ilk uzmanõm Dr. Meltem Efe Sevim’e,
Klinik bilgi ve deneyimlerinden faydalanma fõrsatõ bulduğum Dr.Engin Emrem Beştepe
ve Dr. Aslõ Bostancõ’ya,
Tezimi tamamlama sürecindeki yardõmlarõndan dolayõ Doç. Dr. Timuçin Oral ve
Dr.Latif Alpkan’a,
Psikotik bozukluklar tedavi merkezinde çalõştõğõm süreçte benden sõcaklõklarõnõ, samimi
ilgilerini ve yardõmlarõnõ esirgemeyen Seyhan Özkan, Ahmet Kaya ve Veli Uludağ’a,
Anlayõş ve yardõmlarõndan dolayõ 6.psikiyatri birimi asistan ve uzmanlarõna,
Keyifle çalõştõğõm tüm hemşire ve yardõmcõ personele,
Birlikte güzel kötü çok şey yaşadõğõm ve paylaştõğõm asistan arkadaşlarõma, kader
ortağõm Ali Belene’ye çok teşekkür ederim.
Bebekliğinden beri en kötü zamanlarõmõ güzel kõlan, kendisinden çok şey öğrendiğim
biricik Haşim’ime,
Sõnõrsõz sevgisi ve destekleği için canõm anneme, kardeşim İsmail’e, canõm babama,
Her durumda koşulsuz yanõmda olan sevgili eşim Kemal’e,
En önemlisi, bu hastaneyi çalõşõlabilir ve güzel yapan, mesleğimi anlamlandõran, bana
çok şey öğreten hastalarõma sonsuz teşekkürler...
Eylül 2007,
Dr. Emine Müjgan ÖZEN ŞAHİN
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ …………………………………………………...5
GENEL BİLGİLER…………………………………………………7
Beden ve Dil………..……………….……………..………..7
Somatizasyon……………………………….…….….….......13
Şizofreni .…………………….….……...............................48
Şizofreni ve Somatizasyon ..………………………….…....64
YÖNTEM ve GEREÇLER………………………………….………88
BULGULAR.………………………………………………..…….....94
TARTIŞMA ve SONUÇ……………………………….….………...114
ÖZET…………………………………………………...…………....133
SUMMARY………………………………………………….............135
KAYNAKLAR……..……………………………………………......137
EKLER
4
GİRİŞ ve AMAÇ
Bedensel belirtileri için tõbbi açõklama bulunamayan hastalar genel tõp uygulamasõnda
olduğu gibi psikiyatride de yaygõndõr(71).
Sõklõkla bir veya daha fazla bedensel yakõnma ileten bu hastalarda, ayrõntõlõ muayene ve
tetkiklerde, bu bedensel yakõnmalarla ilişkili herhangi bir patoloji veya patofizyolojik
mekanizma tespit edilemez, edilse bile yakõnmalar ve sebep olduklarõ yetiyitimi, nesnel
fiziksel bulgulara göre abartõlõdõr(43). DSM-IV tanõ sistemine göre “Somatoform Bozukuluk”
tanõ ölçütlerini doldurmayan bu vakalar, fiziksel bir hastalõğa atfettikleri bedensel belirtileri
nedeniyle yoğun sõkõntõ yaşadõklarõ için bu belirtilere bir açõklama ve çare bulabilmek
umuduyla sõk sõk sağlõk hizmeti talebinde bulunur, sağlõk hizmetleri açõsõndan maddi ve
manevi yük oluştururlar(18,36).
Psikiyatri ve genel tõp sõnõrõnda hala çözülememiş bir sorunun temsilcisi olan
somatizasyon depresyon ve anksiyete bozuklularõ başta olmak üzere, şizofreni, kişilik
bozukluklarõ, alkol-madde kullanõmõ gibi psikiyatrik durumlara eşlik etmekte veya bu
durumlara ikincil olarak ortaya çõkmaktadõr. Hastalarõn yaşadõklarõ sõkõntõ ve huzursuzluğu
arttõran somatizasyon, hastalõklarõn gidişatõnõ kötüleştirmekte ve yetiyitimini arttõrmakta da
etkilidir. Diğer yandan somatizasyon eşlik ettiği psikiyatrik bozukluklarõn belirtilerini
maskeleyerek tanõ konmasõnõ güçleştirir(36,45).
Duygusal sõkõntõlarõn ve bilinçdõşõ çatõşmalarõn sözel ifadeler yerine bedensel bir dille
anlatõldõğõ somatizasyonun aleksitimi, bedensel duyumlarõ büyütme, nörotisizm, olumsuz
duygulanõm gibi kişilik örüntüleri, depresyon ve anksiyeteyle ilişkili olduğu öne
sürülmektedir(36,37,71). Somatizasyon sõkõntõyla tetiklenmekte ve artmaktadõr.
Duygularõnõ ifade etmekte güçlük yaşayan şizofreni hastalarõnõn da hastalõk
psikopatolojisi, etiketlenme kaygõsõ, depresif yaşantõlar, ilaç yan etkileri gibi nedenlerle yoğun
sõkõntõ yaşadõklarõ bilinmektedir(2,160). Bununla birlikte şizofreniyi de aleksitimi, nörotisizm,
olumsuz duygulanõm (negative affectivity) gibi kişilik örüntüleriyle ilişkilendiren çalõşmalar
mevcuttur.
Şizofrenide bedensel duyumlara yönelen ilgi artmõştõr. Nesnelerden çekilen libidinal
enerji, bedene yatõrõlmakta ve beden ilişki kurulabilen tek nesne olarak varlõğõnõ
sürdürmektedir. Bu süreçte yaşanan ağrõ, yanma, uyuşma gibi bedensel belirtiler bedenin
halen var olduğunun bir göstergesi ve bedenle(nesneyle) ilişki kurma biçimidir. Pek çok
5
şizofrenik sürecin somatik, hipokondriyak belirtilerle başladõğõ ve iyileşme dönemlerinde yine
hipokondriyak belirtiler gösterdiği iddia edilmektedir(121,161).
Diğer yandan klinik gözlemler şizofreni hastalarõnõn hastalõğõn farklõ dönemlerinde
bedensel yakõnmalar ilettikleri yönündedir. Bu yakõnmalar, hafif bedensel ifadelerden,
büyütülmüş bedensel duyumlara, aşõrõ değerlendirilmiş fikirlerden somatik hezeyanlara kadar
değişmektedir. Somatik hezeyanlarõn şizofrenide somatizasyonun en patolojik şekli olduğunu
öne süren görüşler mevcuttur(36,160)
Genel anlamda yaşantõlanan sõkõntõ ile ilişkilendirilen somatizasyon, şizofreni
hastalarõnda da duygusal huzursuzluğun ve sõkõntõnõn bir ifadesi olarak kabul edilmektedir(36,
62,64).
Karşõ taraftan bakõldõğõnda ise somatik belirtilerin sayõsõ ve şiddeti arttõkça
somatizasyonda şizofreni prevelansõ ve şizofreni riskinin de arttõğõ görülmüştür(141,142).
Literatürde şizofreni ve somatizasyon birlikteliğini araştõran çalõşma yok denecek kadar
azdõr. Bu çalõşmada şizofreni hastalarõnda somatik belirtilerin şiddeti ve bunlarõn yarattõğõ
sõkõntõnõn şizofrenide huzursuzluğu ve sõkõntõyõ etkileyen psikotik belirtiler, genel
psikopatoloji, hastalarõn içgörü düzeyi, ilaç yan etkileri, bedensel duyumlarõ büyütme eğilimi,
gözlenen ve hastalarõn ifade ettikleri depresif yakõnmalar, ailelerde dõşavurulan duygulanõm
düzeyi ve hastalarõn sosyal işlevsellik düzeyi ile ilişkisinin karşõlaştõrõlmasõ amaçlanmõştõr.
6
1. BEDEN ve ZİHİN
(BODY and MIND)
Tüm canlõlar dõş dünyayla ve birbirleriyle iletişim ve etkileşim halindedir. Bu
etkileşim sõrasõnda kullanõlan en önemli iki öğe beden ve dildir. Evrimin en üst
basamaklarõnda yer alan “dil” iletişimin en karmaşõk formudur (1).
Beden diliyle iletişim, yani sözel olmayan dil, sözel dile göre çok daha eskilere
dayanõr ve en temel psikofizyolojik iletişim yoludur (2,3). Bebeklikte dürtüsel ağlamalarla
başlayõp, giderek işaretler, sosyal sinyaller ve “söz”e dönüşen anlatõ repertuarõ aracõlõğõyla
mesajlar üretilmektedir(4,5).
Maymunlardan insansõ maymunlara ve insanlara uzanan evrimsel çizgide, yüz
kaslarõnda belirgin bir artõş olmuştur. Yüz, giderek karmaşõklaşan sosyal ilişkiler ağõnda bir
iletişim aracõ olarak görev yapmaya başlamõştõr. Afrika yerlilerinden İzlandalõlar’a kadar tüm
insanlarõn sevinçli ve hüzünlü durumlardaki yüz ifadeleri benzer olduğu, korku ve şaşõrma
gibi durumlardaki vokal tonlarda da benzerliğin söz konusu olduğu söylenmektedir. İletişimde
kullanõlan yaklaşõk 80 kadar farklõ yüz kasõ kombinasyonundan bahsedilmektedir(6,7). Yüz
kaslarõnda belirgin artõşa rastlanan Homo erectustan itibâren “mimetik zekâ” dönemi başlar.
Mimetik zekâ, sağõr-dilsiz bireylerin veya henüz konuşmaya başlamamõş çocuklarõnkine
benzer bir kognisyon türüdür. Ortada grameri olan veya kelime içeren bir dil yoktur ancak
belirli vokal ve mimiklerle sosyal iletişim kurulabilmektedir (7).
Duygularõn yüz ifadeleriyle aktarõmõnõn kültürler arasõnda belirgin farklõlõk
göstermediği ve kalõtõmõnõn ortak olduğu düşünülmektedir. İnsanlarõn iletişim kurarken
karşõdakinin yüz ifadesini taklit etmeye ve bu taklit sonrasõnda bu yüz ifadesine denk gelen
duygulanõmõ hissetme eğilimi olduğu gösterilmiştir. Doğuştan gelen bu duygusal empati
yeteneği şüphesiz evrimsel açõdan, grup yaşamõna uyum ve hayatta kalma yolunda avantajlar
sunmuş olabilir (2). Hipotalamusun sorumlu olduğu sempatik-parasempatik sinir sistemlerinin
denge oranõ, savunmacõ-saldõrgan-kaçõngan veya rahat-girişken-huzurlu olmamõzõ etkileyerek
affektif hayatõn temel belirleyicilerinden birini oluşturur(7,8). Memelilerde ventral vagal
sistemin kalp ve iç organlarõ inerve ederken, aynõ zamanda emosyonel dõşavurumda gerekli
olan yüz kaslarõnõ ve vokal kaslarõ da inerve etmektedir(9).
Bazõ yazarlar sözel veya bedensel olsun her türlü iletişiminin benzer nöro-anatomik
bileşenleri olduğunu düşünmektedir(1). Evrimsel nöro-anatomi ile ilgili araştõrmalar, sözel
olmayan dil ile sözel dilin beynin aynõ bölgeleri tarafõndan kontrol edildiğini öne sürmektedir.
7
Örneğin, doğuştan sağõrlõk halinde el hareketleriyle iletişim öğrenilir. Beyindeki dil
merkezlerini ilgilendiren serebro-vasküler olaylarda nasõl ki sözel iletişim kuranlarda afaziler
ortaya çõkmaktaysa, duyma özürlülerde aynõ şekilde el dilinin duyusal ya da motor
bileşenlerinin bozulduğu gözlenmiştir (10,2).
Doğum öncesi fetusun çeşitli uyaranlara beden diliyle tepkiler verdiği bilinmektedir.
Kör ve sağõr olarak doğan 6 aylõk bebeklerde yapõlan bir çalõşmada, bu bebeklerin duygularõnõ
sağlõklõ bebeklerle aynõ yüz ifadeleriyle aktardõklarõ gösterilmiştir(1). Bu çalõşmalar beden
dilinin genetik olarak aktarõlabileceği şeklinde yorumlanabilir (2).
Bebekler mental motor gelişimin ilk aşamalarõnda duygularõnõ bedensel olarak ifade
ederler. Somatik ve psişik yaşantõlarõ ayõrd etme becerileri henüz gelişmemiştir. Duygularõ
bedenseldir. Fakat çocuğun doğal gelişimi sürecinde affektif yaşantõlarõn fizyolojik
bileşenleriyle duygular ayrõşõr [ayrõşmalõdõr(desomatizasyon)] ve duygusal durumlarõ
sembolik sözel temsillerle ifade etme becerisi gelişir(11,12).
Yüz ifadeleri ile duygu aktarõmõnõn evrenselliğine karşõ, diğer beden bölümlerinin dile
katõlõmõ için durum biraz farklõdõr. Örneğin, Arap kültüründe iletişimin yükü batõ
toplumlarõndan farklõ olarak sözel olmayan lisanõn üzerindedir ve göz temasõ batõ
toplumlarõndan daha fazladõr (2). Geleneksel toplumlarda özellikle çocuklarõn, düşüncelerini
büyüklerin yanõnda sözel olarak ifade etmeleri desteklenmez. Japonya’da duygularõn toplum
içinde dõşa vurumu
hoş görülmemektedir. Genellikle negatif duygular ya da acõ içeren
ifadeler bir gülümsemeyle maskelenir. Göz göze temas batõ toplumlarõna göre daha kõsõtlõdõr
ve fiziksel temastan kaçõnõlõr. Mimik ve jest kullanõmõ yaygõndõr(2). Japonlarõn sözel olmayan
iletişim yöntemlerinin İngiliz denekler tarafõndan tanõnmadõğõ gösterilmiştir (13). 11 aylõk
bebeklerle yapõlan bir çalõşmada farklõ etnik kökenlerden gelen bebeklerin oyuncaklarõnõn
saklanmasõna verdikleri sözel olmayan tepkilerin birbirinden farklõ örüntüleri olduğu
gözlenmiştir (14, 2).
Bedensel ifadelerdeki benzerlikler ve farklarõn yanõsõra, farklõ kültürlerin bedene
yaklaşõmõ konusunda da değişken bir tutum mevcuttur. Beden kavramõ pek çok kültürde
ruhun içine girmek zorunda kaldõğõ, sõnõrlõ bir yapõ olarak tanõmlanõr ve bedene acõ çektirmek
o kültürün bir parçasõdõr (15). ‘Asetizm’, pek çok inanõşta karşõmõza çõkan, dini ve kültürel bir
öğe olarak bedensel ihtiyaçlarõn insanõ kutsal varlõğa yaklaşmaktan alõkoyduğu ve ruhun
yükselişi için bedenin acõ ile terbiye edilmesi gerektiği anlayõşõdõr (16). Bazõ kültürlerde ise
bunun tam tersine beden kavramõ hayat enerjisiyle özdeş ve yüce sayõlõr. Örneğin, PapuaYenigine yerlilerinden olan Hu yerlileri hayat enerjisinin beden sõvõlarõnda saklõ olduğuna
inanõr ve idrar, dõşkõ, tükürük gibi bedensel atõklarõnõ bu enerjinin genç nesillere aktarõlmasõ
8
amacõyla çocuklarõna sürerler. Hu erişkinleri öldükten sonra çocuklarõ ve genç akrabalarõ ölü
beden üzerinde kalan enerjiyi bünyelerine alabilmek için ölü bedeni pişirerek yerler (2).
1.1.
Beden, duygular ve davranõşlar
Duygular evrimsel süreç içerisinde organizmanõn çevresel uyaranlara ve engellere
karşõ hazõr olmasõnõ sağlamak amacõyla gelişmiş kompleks sistemleridir(17). Duygularõn
davranõşsal ve ekspresif, subjektif/deneysel, bilişsel ve fizyolojik bileşenleri mevcuttur. Bu
bileşenler pekçok durumda belli bir uyum içerisinde çalõşõrlar. Bu senkronizasyon uyuma
yönelik düzenleyici ve motive edici işlevlere hizmet etmektedir(17,18). Uyaranlarõn
algõlanmasõ, değerlendirilmesi, motive edici yanõtlarõn organizasyonu, davranõşsal düzenleme
ve başa çõkma, bu tür işlevlere örnektir. Buna ek olarak, adaptif iletişimsel işlevler,
motivasyonel durumlarõ ve davranõşsal eğilimleri de içerir(18,19). Emosyonlar genel olarak
hayatta kalmak üzere programlanmõş davranõş kalõplarõdõr. Sahnesi bedendir. Emosyon sadece
iç ortamdaki değişikliklerden ibaret olmayõp hissedilmeye başlandõğõnda, yani emosyonel
uyaran
ile,
emosyonel
vücut
hali
arasõndaki
bağõn
farkõna
varõldõğõnda
hisler
oluşmaktadõr(19,20,21). Darwin, emosyonlarõ bir hayvanõn iç dünyasõnõn o andaki durumunu
diğerine iletme sinyali olarak tanõmlamõştõr. Emosyonlar, diğer insanlara iç dünyamõzõn
durumunu sözel olmayan ve dolaysõz yoldan aktardõğõmõz bir iletişim biçimi olarak da
düşünülebilir(7,22,23).
Yaşantõlanan tüm emosyonel davranõşlarõ tanõmlamak oldukça zor bir iştir, ancak bir
emosyonel yaşantõnõn birbirinden farklõ 3 görüngüsü olabileceğinden bahsedilebilir(7,22):
1) Otonom sinir sisteminin görev aldõğõ fizyolojik bileşenlerin(kan basõncõ, ter bezleri,
sindirim sistemi ve deri iletkenliğindeki değişiklikler gibi) dõşa vurumu,
2) Hüzün, öfke, yakõnlõk, sevgi gibi duygularõ yansõtan yüz ifadesi, el hareketleri, vücut
postürü gibi davranõşlar,
3) Belli bir andaki emosyonla ilgili öznel duygulanõmlar (korku, öfke, nefret, sevgi, huzur vb).
Bu emosyonlarõn bir kõsmõ temel hayatta kalma dürtülerinin yansõmalarõ olup, tüm
memelilerde hatta yüksek omurgalõlarda ortaktõr (açlõk, susuzluk, şehvet, acõ ve saldõrganlõk
gibi). Geri kalanlar büyük oranda insana özgüdür ve kõskançlõk, mutluluk, açlõk, nefret, kibir
gibi muhtemelen insanõn kendine has yaşam ve iletişim biçimleriyle ilişkili emosyonlardõr(9).
Evrim
ilerledikçe
ensefalizasyon
süreciyle,
merkezi
karar
alma
organõnõn
organizmanõn baş bölgesine yerleştiği (sefalizasyon) ve gangliyonlarõn yerini tek bir ana sinir
merkezinin aldõğõ görülür (ensefalon).
9
MacLean en gelişmiş canlõlar olan memelilerde beynin, işlevsel devamlõlõk ve
bütünlük arz eden üç tane içiçe geçmiş tabakadan oluştuğunu söylemiş ve buna triune adõnõ
vermiştir. Triune ensefelizasyonun son halidir: en içte ve ilkel olan sürüngen beyni
(proreptilian brain:R complex). Bazal nükleuslarõ (Striatal complex) ve sürüngenlik
aşamasõndan kalma yapõlarõ içerir; günlük rutinlerden, subrutinlerden ve birtakõm prosemantik
(pre-linguistik) işlevlerden sorumludur. Onun üzerinde eski memeli beyni (paleomammalian
brain: limbik veya viseral beyin) bulunur ve annelik ilgisi ve oyun oynama gibi sürüngenlerde
bulunmayan davranõşlarõ düzenler. En dõşta ise, yeni memeli beyni (neomammalian
brain:neokortikal beyin) yer alõr; duyusal analiz motor koordinasyon, hafõza ve çağrõşõmlarõ
düzenlenmesi yanõ sõra, insanda dil yoluyla iletişimi sağlar (24,25).
Williams James’in 1884 yõlõnda yazdõğõ “Emosyon nedir?” başlõklõ makalesinden beri
duygularõn kaynağõ, oluşumu, çeşitleri, evrimsel gelişimleri, anatomik yerleşimleri,
davranõşsal bileşenleri, ifade edilmeleri vb. alanlarda pekçok yeni görüş ortaya atõlmõştõr.
Hipotalamus, talamus ve serebral korteks üçgenini duygusal yaşantõlarõn merkeze yerleştiren
Cannon ve Bard’tan sonra Papez 1937 yõlõnda emosyonlarõn nöral substratõ konusunda bugün
bile önemini koruyan teorisini ortaya atmõştõr. Papez, Cannon- Bard gibi, emosyonel
uyaranlarõn önce talamusa ulaştõğõnõ, oradan hipotalamus ve kortekse projekte edildiğini ileri
sürmüştür. Hipotalamustan çõkan uyaranlar vücutta davranõşa ait fizyolojik belirtileri meydana
getirmekte, kortekse ulaşan uyaranlar ise emosyonlarõn hissedilmesine yol açmaktadõr. Papez
hipotalamustan anterior talamusa ve singulat kortekse giden bir seri bağlantõyõ göstermiş,
emosyonel cevaplarõn, singulat korteksin duyusal korteks ve hipotalamustan gelen impulslarõ
birleştirdiğinde ortaya çõktõğõnõ düşünmüştür. Ayrõca singulat korteksten çõkan impulslarõn,
hipokampus üzerinden hipotalamusa geri dönmesiyle serebral korteksin emosyonlarõ kontrol
edebildiğini ileri sürmüştür. Korteks ile subkortikal yapõlarõ bağlayan bu hayali devreye Papez
halkasõ
denmiştir.
Papez
halkasõ,
limbik
sistemin
ilk
nüvelerini
oluşturmuştur
(19,20,21,26,27). Broca araştõrmalarõnda limbik sistemin anatomik lokalizasyonunu
tanõmlamõş ama duygular üzerindeki etkisinden bahsetmemiştir. Broca ve Papez’in
tanõmladõğõ yapõlarõn benzerliği gözönüne alõnarak beynin emosyonlarla ilgili bu bölgesine
“limbik sistem” adõ verilmiştir.
Ancak limbik sistem kavramõnõ popüler hale getiren Amerikalõ fizyolog Paul MacLean
olmuştur. McLean limbik sistemin gelişiminin, canlõlarõn beyin sapõ tarafõndan dikte edilen
streotipik davranõşlardan kurtulmalarõna, emosyonlarõnõ yaşantõlmaya ve ifade etmeye
yaradõğõnõ iddia etmiştir(26,28).
10
Damasio (1994), birincil emosyonlarõn limbik sistemle bağlantõlõ ve doğumsal
olduğunu ancak, ikincil emosyonlarõn birey büyürken sosyal etkileşim yoluyla öğrenildiğini
iddia etmiştir. Doğuştan varolan, önceden düzenlenmiş cevaplar olan primer emosyonlar,
başta amigdala ve anteriör singulatõn bulunduğu limbik devrelerden kaynaklanõr. Primer
emosyonel cevabõn amacõ bedeni, kaç ya da savaş durumuna hazõrlamaktõr. Primer
emosyonlarõn oluşumunda çevreden veya organizmanõn içinden gelen uyaran, önce
amigdalayõ harekete geçirir. Ardõndan amigdala, hipotalamus ve diğer bölgelere outputlar
göndererek bedende iç tepkiler için fizyolojik bir cevabõn oluşumunu sağlar(29).
Nesne ve durum kategorileri ile primer emosyonlar arasõndaki bağlantõlar kurulmaya
başlandõğõ andan itibaren sekonder emosyonlar ortaya çõkmaya başlar. Limbik sistem yapõlarõ,
artõk sekonder emosyonlarõ desteklemek için yeterli değildir. Uyaran hala amigdala tarafõndan
işlenmekle beraber, prefrontal, somatik-duyusal korteksler ile Ventromedial korteks de
devreye girmelidir. Sekonder emosyonlar, primer olanlardan farklõ olarak, bilinçli ve sistemli
fikirlerle başlar. Bu fikirler, düşünce sürecinde zihinsel imgeler olarak ifade bulur ve ilişkinin
bilişsel değerlendirilmesi yapõlõr. İmgelerin bir kõsmõ verbal, bir kõsmõ nonverbaldir. Bilinçdõşõ
düzeyde, prefrontal kortekste bulunan devreler, imgelerin işlenmesi sonucu ortaya çõkan
sinyallere istem dõşõ cevap verirler. Bu prefrontal karşõlõk, daha önceki deneyimlere ait bilgiyi
içeren yönlendirici temsillerden kaynaklanõr. Bunlar doğuştan değil, sonradan edinilmiş
yönlendirici temsillerdir. Prefrontal yönlendirici temsillerin verdiği cevap, amigdala ve ön
singulata sinyaller halinde ulaştõrõlõr. Sonuçta, o emosyonu oluşturan uyarana karşõlõk gelen
bir bedensel durum ortaya çõkar. Görüldüğü gibi, daha kompleks olan sekonder emosyonlar,
primer emosyonlarõn mekanizmalarõnõ kullanmaktadõr(21,29).
Sekonder emosyonlar birden fazla primer emosyonun bir araya gelmesi ile ortaya
çõkar. Bunlar örneğin; utanç, kõskançlõk, suçluluk gibi sosyal emosyonlardõr. Limbik
sistemdeki bir hasar primer emosyonlarõn işlenmesine zarar verirken, prefrontal bölge
lezyonlarõ sekonder emosyonlarõn işlenmesine hasar vermektedir. (29).
Emosyonlarla ilgili olarak son 15 yõl içinde çõğõr açan bir keşif olmuştur. Daha önceki
bütün görüşlerde emosyonel uyarõnõn önce talamus yoluyla kortekse ulaştõğõ, burada işlenerek
beynin ve ve vücudun diğer bölgelerine gönderildiği genel kabul görmekteydi. Ancak Joseph
LeDoux isimli araştõrmacõ o güne kadar bilinmeyen yepyeni bir yol keşfetti. Talamusa gelen
bir emosyonel uyaran daha kortekse ulaşmadan önce Talamo-Amigdaloid yol ile amigdala’ya
ulaşmakta, amigdalanõn uyarõlmasõ ile de, uyaranõn cinsine bağlõ olarak türe özgü, doğuştan
gelen önceden programlanmõş set davranõş kalõplarõ, (uyaran daha bilince ulaşmadan önce)
vücutta belli bir içortam değişikliğine neden olmaktaydõ. LeDoux’ un bulduğu bu yol,
11
özellikle emosyonlarõn biyolojisi ile ilgili birçok görüşün yeni baştan düzenlenmesine yol
açmõştõr(20,28).
Beden ve ruhun (body and mind) birbirinden ayrõ iki varlõk olduğunu düşünen
Descartes’e göre beden yani fiziksel dünya ile ruh arasõnda hiçbir benzerlik söz konusu
değildir. Madde ve beden mekanik ilkelerine göre faaliyette bulunan mekanik oluşumlardõr.
Oysa ruh yayõlmaz, serbesttir ve maddesi yoktur. Bir makine gibi çalõşan bedenin aksine,
maddesel olmayan ruh düşünce ve bilince hakimdir. Ruh düşünebilir, isteyebilir ve
algõlayabilir(30).
Ruh ve bedeni iki ayrõ kavram olarak ele alan kartezyen beden-ruh dualizmi, artan
bilgi birikimimiz karşõsõnda olgularõ açõklamada yetersiz kaldõğõndan bir paradigma
değişikliğine gereksinim duyulmaktadõr. Hastalõk sağlõk, ruh-beden, psikojenik-organik
ayrõmõ giderek işlevselliğini yitirmektedir. Örneğin, psikiyatrik hastalõğõn tõbbi hastalõk karşõtõ
olarak tanõmlanmasõ özellikle genel olarak somatizasyonun, psikosomatik hastalõklarõn,
somatoform bozukluklarõn ve dissosiyatif bozukluklarõn anlaşõlmasõnõ güçleştirmektedir.
Bedenle zihni birbirinden ayrõ mekanizmalar şeklinde düşünme alõşkanlõğõmõz bizi
somatizasyon bozukluğu gibi net olmayan bir tanõma götürmektedir(5,30, 31,32).
Tekrarlayan yaşantõlar ve ödül-ceza mekanizmalarõ aracõlõğõyla bireye özgü gerçeklik
mekanizmalarõ oluşmaktadõr. Kõsaca birey ne düşünüyorsa “o”dur. Hastalõklarõn iyileşme
sürecinde beden ve ruh, bedensel düzeydeki iyileşme için birlikte çalõşõrlar. Duygu yarattõğõ
“his” aracõlõğõyla fiziksel bir duyuma yol açar, böylelikle beden-ruh bağlantõsõ sağlanmõş olur.
Korku filmi seyretmenin sebep olduğu korku tüm vücutta yaygõn bir titreme yaratabilir. Bu
durumda görsel ve işitsel olumsuz duyusal algõ, korku duygusu oluşturarak bedende (fiziksel
olarak) titremeye neden olur. Diğer yandan olumlu temsiller olumlu duygular aracõlõğõyla
bedende olumlu fiziksel hisler oluşturur. Beden düşüncelere çeşitli yollarla tepki verir.
Psikolojik/duygusal durumlar
endokrin sistemi etkiler.
Örneğin
korku
adrenalinle
ilişkilidir(33).
Otonomik sinir sisteminin merkezi olarak kabul edilen hipotalamus, duygularõn
fiziksel ifadelere dönüşümünü sağlamakta etkilidir. Kimyasal mesajcõlar olan hormon
nöropeptitler aracõlõğõyla beden ve ruh arasõnda duygularõn iletimi gerçekleşir. Beynin algõlarõ,
organ sistemleri, hormonlar ve hücresel etkinlik ile bedene bağlanõr. Böylelikle beden ve
ruhun tek bir ünite olarak çalõştõğõ görülmektedir(33).
12
2. SOMATİZASYON
2.1.
Giriş
“Somatizasyon” kavramõ ilk kez 1925 yõlõnda Stekel’in kitabõnõn İngilizce çevirisinde
yanlõş bir ifadeyle, “Organsprache” sözcüğünün karşõlõğõ olarak kullanõlmõştõr. Kitabõn
çevirmeni J.van Teslaar, orijinal metindeki “Organsprache” sözcüğünü neolojistik bir
yaklaşõmla “Somatizasyon” olarak tercüme etmiş ve “emosyonel durumlarõn fizik belirtilere
dönüştürülmesi” şeklinde tanõmlamõştõr. Bu tanõm, “Organsprache” kavramõnõ Freud’un
konversiyon kavramõna indirgemekte, somatizasyon ve konversiyonun eş anlamlõ kavramlar
olduğunu öne sürmektedir. Bundan on yõl sonra 1935’te, Steckel “Rüyalarõn yorumu” isimli
kitabõnõn gözden geçirilmiş yeni baskõsõnda “Somatizasyon” sözcüğünü ilk defa kendisi
kullanmõştõr. Ona göre “Somatizasyon”, psişik çatõşmalarõ ifade eden fiziksel belirtileri
tanõmlamaktadõr(34,35). Görüldüğü gibi gündeme gelişinin ilk on yõlõnda “Somatizasyon” için
iki farklõ tanõm ortaya çõkmõştõr.
Kullanõldõğõ ilk günden itibaren kavram kargaşasõna ve tartõşmalara yol açan
“Somatizasyon”un tanõm ve sõnõflandõrmalarõ üzerinde halen görüş birliğine varõlabilmiş
değildir.
Bazõ yazarlar tarafõndan somatizasyon, psikolojik sõkõntõnõn bedensel bulgular
biçiminde yaşanmasõ ve iletilmesi olarak tanõmlanmaktadõr(36,37,38). Somatizasyonun
psikolojik sõkõntõnõn farkõndalõğõna veya ifadesine karşõ bir savunma olduğunu öne süren
yazarlar da vardõr(37,39).
Katon ve ark’õ, somatizasyonu, psikososyal ve emosyonel (duygusal) sorunlarõn
bedensel belirtiler üzerinden açõğa vurulduğu bir sõkõntõ ifadesi olarak tanõmlarken(40) Ford,
aynõ terimi bedensel belirtilerin psikolojik amaçlar ya da bireysel kazançlar için bilinçdõşõ
düzeyde kullanõldõğõ durumlar olarak açõklamaktadõr(41,42). Kleinman ve Kleinman,
somatizasyonda kişisel ve sosyal huzursuzluğun bedensel yakõnmalarla ifade edildiğini ve bu
yakõnmalar için tõbbi yardõm arayõşõna gidildiğini söylemişlerdir(41,43). Bridges ve Goldberg,
somatik yakõnmalarõ olan hastalarõn sõk sõk tõbbi yardõm arama eğiliminde olduklarõ
gözleminden yola çõkarak, somatizasyon için somut ölçütler öne sürmüşlerdir; hasta somatik
belirtilerini bedensel bir hastalõğa atfeder, ancak sorun psikiyatriktir ve psikiyatrik tedaviye
yanõt verir(44). Başka yazarlarõn görüşlerini de göz önüne alan Kirmayer(1986),
somatizasyonun tek başõna bağõmsõz klinik bir tablo olmadõğõnõ ve tek bir patolojik süreçle
13
açõklanamayacağõnõ söylemiş, bu durumun farklõ tanõ kategorileriyle ilişkili olduğu sonucuna
varmõştõr(43)
Bütün tanõmlamalar içerisinde kullanõlan ortak ifade somatizasyonun bedensel bir
hastalõk ile açõklanamayan fizik belirtilerle seyrettiğidir. Psikososyal veya emosyonel
(duygusal) sorunlar bedensel belirtilerle ifade edilir ve bu belirtiler bedensel bir hastalõğa
atfedilerek tõbbi yardõm aranõr(42). Somatizasyon kişinin acõ çekmesine, ailesiyle olan
ilişkilerinin, sosyal ve mesleki işlevselliğinin bozulmasõna neden olur. Lipowski,
somatizasyonu olan kişiler için “somatizör” kavramõnõ kullanmõştõr(45). Ona göre
somatizörler sõk sõk psikiyatri dõşõ tõbbi yardõm talebinde bulunarak, hastalõk araştõrmasõ ve
tedavisi için büyük ölçüde zaman kaybõna ve ekonomik külfete sebep olmaktadõrlar.
Lipowski, önemli bir halk sağlõğõ sorunu olarak gördüğü somatizasyonu “tõbbõn çözülmemiş
problemi” olarak tanõmlamaktadõr(41,45).
Genel olarak “somatizasyon” kavramõ, psikolojik ve/veya psikiyatirk kökeni olan
patolojilere gönderme yapar. Psikiyatrik bir morbiditeyi (hastalõğõ) tanõmladõğõ ve genel tõbbi
bir durumun illüzyonunu ortaya koyduğu için somatizasyon, tanõmsal olarak belirsizliğe ve
karmaşõk açõklamalara gebedir(46).
Somatizasyonla ilgili kuramsal yazõlarda konversiyon, psikosomatik hastalõk ve
somatizasyon arasõndaki farklõlõk açõk ve net olmamakla birlikte, modern psikiyatri temel
kitaplarõnda ve tanõ el kitaplarõnda bu kavramlarõn ayrõmõ yapõlmaya çalõşõlmaktadõr(43).
Klasik psikosomatik teori, duygularõn direkt fizyolojik etkileriyle, psikolojik
çatõşmalarõn sembolik süreçler aracõlõğõyla bedensel belirtilere çevrildiği konversiyon
etkilerini birbirinden ayõrmõştõr(47).
Çoğul somatik belirtilerle karakterize olan bir sendrom üzerinde çalõşan ilk kişi olan
Briquet, bu sendromu histeri olarak adlandõrmõştõr. Briquet’ye karşõlõk Freud, her ikisi de
somatik semptomlarla seyreden nörasteni ve konversiyon histerisinin birbirinden farklõ olaylar
olduklarõnõ öne sürmüştür. Bir psikonöroz olan konversiyon histerisinde ruhsal bir çatõşmanõn,
bilinçdõşõ bir savunma süreci sonucu bedensel bir belirtiye (motor ya da duyusal) dönüşmesi
söz konusudur. Yani konversiyon histerisi temelde psişiktir ve belirtileri infantil cinsel
dürtülerin ifadesi olarak yorumlanabilir. Diğer yandan nörasteni, aktüelnöroz olarak
değerlendirilir ve çözümlenmemiş cinsel gerilimin o andaki boşalõmõndan kaynaklanõr(48,
49,50). Briquet’nin histeri kavramõ Purtell ve ark tarafõndan geliştirilmiş, Perley ve Guze,
histeride pek çok somatik belirtiyle birlikte depresyon ve anksiyetenin de görüldüğünü ortaya
koymuşlardõr. Histeri bu şekilde kavramlaştõrõlarak, tanõ kriteleri DSM-IV’te tanõmlanmõş
olan Somatizasyon Bozukluğu’nun (SB) öncülü olmuştur. Ne var ki anksiyete ve depresyon
14
SB tanõ kriterleri arasõnda yer almaz (48,51). DSM-IV’te yer alan ve “Konversiyon
(bozukluğunu)”u da kapsayan somatoform bozukluklar kavramõ, belirgin ve inatçõ bedensel
huzursuzluk (sõkõntõ) ve semptomlardan oluşan psikiyatrik durumlarõ içerir. Genel tõp ve
psikiyatri kliniklerinde sõk rastlanan bu durumlarda, hastalarõn problemlerinin psikiyatrik
olduğu konusunda ikna edilmelerinin zor olduğu bilinmektedir(46,52,53).
1948 yõlõnda Ruesch analitik terapiye aldõgõ psikosomatik hastalarda yaptõğõ
gözlemlerde, bu hastalarõn diger nevrotiklerden farklõ olarak duygularõnõ ve rahatsõzlõklarõnõ
sözel yada sembolik olarak ifade edemediklerini belirtmiştir. Psikosomatik şikayetlerle gelen
bu kişilerin duygularõnõ veya gerilimlerini ifade etmelerinin tek yolu bedensel tepkiler
aracõlõğõyla olmaktadõr. Ruesch bu özellikleri psikosomatik hastalõklarõn temelinde yatan asõl
sorun olarak görmüş ve bu özellikleri “çocuksu kişilik (infantil personality)” olarak
kavramsallaştõrmõştõr. Ona göre çocuksu kişilik yapõsõ, psikosomatik hastalõklarõn temelinde
yatan sorunun özünü oluşturmaktadõr (12,54).
Kõsa bir süre sonra 1949 yõlõnda Mac Lean bir makalesinde psikosomatik hastalarõn
duygularõnõ söze dökmekte zihinsel bir yetersizlikleri olduğundan bahsetmistir. Mac Lean
psikosomatik kişilerde duygularõn, neokortekse ulaşõp sözel yolla simgesel anlatõm
bulamadõğõnõ, “otonom” yollarla ifade edildiğini, yani “organ diline” çevrilerek bedensel
belirtiler olarak kendini gösterdiklerini vurgulamõştõr. Yani psikosomatiklerde yaşanan
duygular
hipotalamus’dan
geçerek
neokorteks’e
ulaşamamakta,
amigdalada
takõlõp
kalmaktadõr(20, 55,56).
Freedman ve Sweet duygularõnõ sözel olarak ifade edemeyen psikosomatik hastalarõ
“duygu cahilleri” (emotional illiterates) olarak tanõmlamõşlardõr. Bu kimseler kaygõlarõnõ
bedenselleştirdiklerinden dolayõ duygusal yaşantõlarõnõn da farkõnda değildirler(56,57).
Bilimsel yayõnlarda somatizasyon kavramõ ilk
kez, “derinde yatan bir nörozun
belirteci olarak ortaya çõkan bedensel bir bozukluk” tanõmõyla Stekel tarafõndan
kullanõlmõştõr(34). Somatizasyonun erken dönemdeki tanõmlarõ bize psikodinamik kökleri
hatõrlatmaktadõr.
Lipowski 1968’deki ilk tanõmõnda somatizasyonu psikolojik durumlarõ ya da içerikleri,
bedensel duyumlar, işlevsel değişiklikler veya somatik (bedensel) metaforlar şeklinde
kavramlaştõrmaya, yaşantõlamaya veya iletmeye yatkõnlõk şeklinde açõklamõştõr. 19 yõl sonra
bu tanõmõnõ “psikolojik huzursuzluğu somatik belirtiler şeklinde yaşantõlamaya ve iletmeye ve
bunlar için tõbbi yardõm aramaya yatkõnlõk” olarak değiştirmiş, ancak temelde psikolojik
huzursuzluk(ve sõkõntõ) ile somatik belirtilerin ilişkisine olan inancõnõ korumuştur. Bridges ve
Goldberg benzer çizgide görüşlerini bildirmişler ve somatizasyonun DSM-IV Eksen-I’deki bir
15
psikiyatrik hastalõğõn ifadesi olduğunu öne sürmüşlerdir. Stekel, Lipowski, Bridges ve
Goldberg’i takiben pek çok yazar psikodinamik etkenleri ön planda tutarak somatizasyonu,
psikolojik
gerilimin
ya
da
bir
Eksen-I
bozukluğun
bedensel
göstergesi
olarak
değerlendirmişlerdir(36, 44,58) .
1988’de yaptõğõ tanõmlamada Lipowski, bedensel belirtilerin mutlaka psikolojik
gerilime bağlõ olmasõ gerektiği fikrinden uzaklaşarak somatizasyonu “herhangi bir fiziksel
patolojiyle açõklanamayan somatik huzursuzluğu ve belirtileri, yaşantõlama ve iletmeye, bu
belirtileri bedensel bir hastalõğa atfetmeye ve bunlar için tõbbi yardõm aramaya yatkõnlõk”
olarak daha deskriptif(tanõmalyõcõ) bir biçimde açõklamõş ve somatize etme eğiliminin
genellikle psikososyal stres ile açõğa çõktõğõnõ eklemiştir(48). Yani somatizasyonda, somatik
(bedensel) huzursuzluğu ön plana çõkarmõştõr.
Yine deskriptif bir yaklaşõmla Mayou, kavramõn klinik özgüllüğünün olmamasõ
nedeniyle “somatizasyon” yerine “organik olmayan fizik belirtiler” veya “tõbben
açõklanamayan belirtiler” gibi daha genel terimler kullanõlmasõnõ önermiştir(48,59,60,61).
Bunca farklõ açõklama ve bilgi bombardõmanõnõn ardõndan “somatizasyon nedir?”
sorusuna hala net bir cevap verilemediği görülmektedir. Bu noktada Kellner’in kapsamlõ ve
sade “somatizasyon” tanõmõna başvurulabilir.
Kellner, DSM-III-R’de “Ayrõşmamõş Somatizasyon” olarak adlandõrõlan bozukluğun
tanõ ölçütlerinden yola çõkarak bu ölçütlere paralel ve diğer somatoform bozukluk
ölçütlerinden biraz farklõ bir somatizasyon tanõmõ oluşturmuştur. Buna göre somatizasyonda
bir ya da daha fazla bedensel yakõnma mevcuttur (örn. halsizlik, gastrointestinal veya üriner
yakõnmalar) ve a) ayrõntõlõ muayene ve tekiklerde, bu bedensel yakõnmalarla ilişkili herhangi
bir patoloji veya patofizyolojik mekanizma tespit edilemez veya b) edilse de, yakõnmalar ve
sebep olduklarõ yetiyitimi nesnel fiziksel bulgulara göre abartõlõdõr(43).
Somatizasyon geniş yelpazede, artan somatik belirtilerin, huzursuzluk ve sõkõntõ
düzeyindeki değişimin, altta yatan bilinç dõşõ çatõşmalara karşõ bir savunmanõn, yetiyitiminin
ve
uyumsuz
hastalõk
davranõşõnõn
göstergesi
olduğu
bir
süreklilik
olarak
değerlendirilmektedir(36, 62,64).
Bu bilgilere ek olarak somatizasyon “tõbben açõklanamayan belirtiler”, “işlevsel
bedensel belirtiler” gibi söylemlerle kavramsallaştõrõlmakta, somatize eden hastalarõn
belirtileri
“psikosomatik”,
“işlevsel”,
“psikojen”
ve
“somatoform”
olarak
tanõmlanmaktadõr(36).
16
2.2.
Prevelans (yaygõnlõk) ve süre
Sağlõklõ bireylerin yaklaşõk %80’inin herhangi bir hafta içerisinde en az bir
somatik(bedensel) belirti yaşadõğõ söylenmektedir. Bedensel huzursuzluk, sağlõklõ bireyleri de
etkileyebildiğinden her somatik belirtiyi “patolojik” olarak değerlendirmek
yanlõş
olacaktõr(38,58, 64).
Birinci basamak sağlõk hizmetlerine başvuran hastalar değerlendirilerek, somatizasyon
prevelansõnõ araştõran onlarca çalõşma yapõlmõştõr. Çoğu çalõşmada, somatik yakõnmasõ olan
hastalarõn oranõ %10-30 arasõnda bulunmuş(43,65), takip eden 1 yõl içerisinde, birinci
basamak sağlõk hizmetlerinden faydalanan bu hastalarõn %30’unda tanõ konabilecek
psikiyatrik bir tablonun ortaya çõtõğõ görülmüştür(58,66). Tanõlarõn çoğunluğunu, depresyon
ve anksiyete oluşturmaktadõr.
Depresyon veya Anksiyete tanõsõ almõş hastalarõn %50-80’inin ilk sağlõk hizmeti
başvurularõnõn somatik belirtilerle olduğu saptanmõştõr(44).
Dünya Sağlõk Örgütü’nün, 15 farklõ ülkenin birinci basamak sağlõk hizmetlerinde
yürüttüğü uluslararasõ bir çalõşmanõn sonuçlarõ da bu yüksek prevelansla uyumlu bulunmuş,
somatik
yakõnmalarõn
depresyon
ve
anksiyeteyle
güçlü
ilişkisi
olduğu
ortaya
konmuştur(65,67). Birinci basamakta somatizasyonla ilgili bu çalõşmalar, çoğul somatik
yakõnmalar bildiren, depresyon ve anksiyetenin somatik belirtilerini gösteren veya
hipokondriyak kaygõlar yaşayan hastalarõn, “Tõbben Açõklanamayan Belirtiler” başlõğõ altõnda
toplanabilecek üç ayrõ grup oluşturduklarõ fikrini desteklemektedir(65). Kirmayer ve ark.
1991’de, Garcia-Campayo ve ark. ise 1998’de birinci basamak sağlõk hizmetlerinde görülen
bu üç ayrõ somatizasyon grubunu tanõmlamõşlardõr(65,68,69). 2400 kişinin katõldõğõ bir
toplum araştõrmasõnda, katõlõmcõlarõn %10.5’i bir önceki yõl içinde en az bir tõbben
açõklanamayan belirti yaşadõğõnõ bildirmişlerdir. En fazla görülen “tõbben açõklanamayan
belirtiler” kas-iskelet sistemi ağrõlarõ, kulak-burun-boğazla ilgili yakõnmalar, gastrointestinal
belirtiler, karõn ağrõsõ, halsizlik ve sersemlik olarak bildirilmiştir(65).
Sağlõklõ bireylerde de somatik belirtiler, duygusal belirtilerden daha sõktõr. Herhangi
bir tanõsõ olmayan bireylerle yapõlan araştõrmada, genel toplumun % 4’ünden fazlasõnõn çoğul
süreğen işlevsel (multipl kronik fonksiyonel) somatik(bedensel) belirtileri olduğu iddia
edilmiştir(70,77,78).
DSM-III sõnõflandõrmasõndan önce yapõlan prevelans(yaygõnlõk) çalõşmalarõnõn
sonuçlarõ, DSM-III sonrasõ çalõşmalarla uyumludur. 1985 yõlõnda yapõlan bir çalõşmada birinci
basamak sağlõk hizmetlerinde somatizasyon prevelansõ %26 bulunmuştur.
Bu bulgular
17
somatizasyonun batõ toplumlarõnda bile huzursuzluğun (sõkõntõnõn) ifadesinde sõkça
kullanõldõğõnõ göstermektedir(44).
Carson ve ark.’nõn 2000 yõlõnda İskoçya’da nöroloji kliniğine ilk defa başvuran 300
hasta üzerinde yaptõklarõ çalõşmada; tõbben açõklanamayan belirtilerin oranõ önceki
çalõşmalarla uyumlu olarak %30 bulunmuştur(71,72).
İngiltere’de ikinci basamak sağlõk hizmetlerine başvuran hastalarõn dosyalarõnõn geriye
dönük incelenmesi sonucunda somatizasyon prevelansõ %52 gibi oldukça yüksek bir oranda
saptanmõştõr(71,73).
Somatik belirtiler ciddi sosyal ve mesleki işlevsellik kaybõna yol açarak hastalarõn 1
ayõn ortalama 1.3-1.9 gününü yatakta geçirmelerine sebep olmaduğu iddia edilmektedir(74).
DSM-IV’te “Somatoform Bozukluklar” başlõğõ altõnda sõnõflandõrõlan Somatizasyon
Bozukluğu temel olarak somatizasyonla seyretse de tanõ ölçütleri oldukça geniştir. Somatik
belirtilerle
başvuran
hastalarõn
çoğu
Somatizasyon
Bozukluğu
tanõ
ölçütlerini
doldurmadõğõndan, Escobar Somatizasyon Bozukluğu tanõ ölçütlerini “özetleyerek”,
“Kõsaltõlmõş, Özetlenmiş(Abridged) Somatizasyon” kavramõnõ önermiştir(75). Buna göre
erkekler için SSI’de (Somatik Semptom Envanteri) yer alan 4, kadõnlar için ise 6 somatik
belirti somatizasyon tanõsõ için yeterlidir.
“Abridged Somatizayon” insidansõ genel toplumda %4.4, birinci basamak sağlõk
hizmetlerinde %22’dir. Buna karşõlõk Somatizasyon Bozukluğu’nun prevelansõ ile ilgili farklõ
bilgiler mevcuttur. Prevelans genel toplumda yaklaşõk %0.03-0.38 arasõnda hesaplanmõştõr
(76). “Abridged Somatizasyon”un genel toplumdaki prevelansõ somatizasyon bozukluğundan,
50-150 kat daha fazladõr. Oysa her iki durumda da, benzer sosyodemografik özellikleri, sõk
tõbbi yardõm arama davranõşõ ve yüksek oranda yetiyitimi mevcuttur(75,77,78).
Somatizasyon herhangi bir yaşta görülebilir, ancak en sõk görüldüğü yaş aralõğõ 2060’tõr. Genel kanõnõn aksine yaşlõlarda gençlerden daha fazla görülmez. Son yõllarda,
yaşlõlarda alexitimi ve somatizasyon eğiliminin daha fazla olduğu ve bu yaş grubunda görülen
depresyon bulgularõnõn böylelikle baskõladõğõ yönünde çalõşmalar yapõlmõştõr(43,58,79,80,81)
ancak çalõşma sonuçlarõ çelişkilidir. Somatik yakõnmalarla başvuran gençler hastalõk fobisi
veya bedensel (somatik) belirtilerle aşõrõ uğraş biçiminde bir hastalõk davranõşõ sergilerken,
daha yaşlõ olgularõn belirtilerini ve yakõnmalarõnõ “ ‘kötü’ bir hastalõkla ilişkilendirmek” gibi
bir hastalõk davranõşlarõ olduğu ortaya konmuştur (79,82).
Cloninger ve ark’õ. somatizasyonun kadõnlarda daha sõk olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ancak, bu görüşü destekleyen çalõşmalar olduğu gibi(71,83), somatizasyonun cinsiyet ayrõmõ
olmaksõzõn herkeste görülebileceğini ortaya koyan çalõşmalar da mevcuttur(58). Bu çelişki,
18
bazõ kültürlerde erkeklerde farklõ, kadõnlarda farklõ somatik belirtilerin öne çõkmasõndan
kaynaklanõyor olabilir(58,75). Çevik ve Aysev(1988), Türkiye’de somatik şikayetlerle
başvuran vakalarõn çoğunluğunu kadõnlarõn oluşturduğunu öne sürmüşlerdir. Başka bir
çalõşmada ise, erkeklerin depresif epizod sõrasõnda kadõnlardan daha fazla çoğul somatik
yakõnma ilettikleri sonucuna ulaşõlmõştõr(84). Somatizasyonu, medeni durum (boşanmõş, dul)
ve düşük sosyoekonomik düzey, etnik grup, sosyal ve toplumsal faktörler ile de ilişkilendiren
araştõrmalar mevcuttur(37,43,58,70,85).
Geleneksel doğu toplumlarõnda özellikle Doğu Asya ve Afrika’da sõkõntõnõn bedensel
ifadelerle anlatõmõ batõ kültürlerine göre daha sõk olduğu bilinmektedir. Ancak, son dönem
karşõlaştõrmalõ etnokültürel çalõşmalar somatizasyonun herzaman heryerde görülebileceğini
iddia etmektedir(2,38,86).
Türkiye’de omatizasyonla ilgili çalõşmalar sõnõrlõ olmakla birlikte Almanya,
Danimarka ve Hollanda’da yaşayan Türk göçmenlerde yapõlan araştõrmalar, göç eden
Türkler’de depresif yakõnmalarõ somatik ifadelerle anlatma eğiliminin arttõğõnõ ortaya
koymuştur(87,88).
Dünya Sağlõk Örgütü’nün somatizasyonla ilgili araştõrmasõnõn Ankara ayağõnda
depresyon bozukluğu tanõ ölçütlerini dolduran hastalarõn %95’inin sadece somatik (bedensel)
yakõnmalarla doktora başvurduklarõ görülmüştür(37,39).
2.3.
Klinik özellikler
Somatizasyon belirgin bir bozukluk ya da tanõ kategorisinin ötesinde, belli hastalõklarõ
işaret eden belirtilerden bir tanesi, geçici bir stres reaksiyonu, çeşitli psikiyatrik hastalõklara
eşlik eden ya da psikiyatrik hastalõğõn ana belirtisi olarak ortaya çõkan tanõmsal bir kavram
olarak değerlendirilmelidir(36,58).
Psikolojik gerginliği bedensel ifadelerle yaşama ve iletme eğilimi tüm kültürlerde
yaygõndõr. Dolayõsõyla bu eğilim patolojik olarak değerlendirilemez ve tõbbi veya psikiyatrik
bir sorun oluşturmaz. Bununla birlikte, kişi somatik (bedensel) belirtilerini fiziksel bir
hastalõğa atfetmeye başlayõp, bu belirtiler için tanõ ve tedavi arayõşõna girerse artõk klinik bir
sorun oluşmuş demektir(58,86).
Klinik uygulamada somatizasyon kavramõnõn, yaşantõsal, kognitif(bilişsel) ve
davranõşsal olmak üzere üç bileşeni göze çarpmaktadõr. Hastalarõn subjektif olarak ağrõ ya da
başka bir somatik(bedensel) rahatsõzlõk olarak algõladõklarõ duyumlar yaşantõsal, bu
duyumlarõn yorumlanarak ciddi bir bedensel hastalõğa bağlanmasõ bilişsel bileşeni oluşturur.
19
Kişinin bu algõlarõyla ilgili hareketleri ve iletişim şekli, yani sürekli ağrõlarõndan bahsetmesi
ve tõbbi yardõm arayõşõna girmesi ise davranõşsal bileşendir(58).
Kirmayer’e göre en sõk görülen bedensel belirtiler kas-iskelet sistemi ağrõlarõ, kulakburun-boğazla ilgili yakõnmalar, gastrointestinal belirtiler, karõn ağrõsõ, halsizlik ve
sersemliktir (65).
Katon ve arkadaşlarõ ise toplumda en sõk görülen bedensel belirtileri baş ağrõsõ,
yorgunluk ve karõn ağrõsõ olarak bildirmişlerdir(71,89).
Reid ve arkadaşlarõ sõk hastane başvurusu olan 361 hastanõn kayõtlarõnõ incelemişler ve
%27’sinde çok sayõda konsultasyona rağmen belirtilerin tõbbi olarak açõklanamadõğõnõ
göstermişlerdir. Bu grupta karõn ağrõsõ, gögüs ağrõsõ, baş ağrõsõ ve sõrt/bel ağrõsõ açõklanmadan
kalan belirtileri oluşturmaktadõr(71,83).
Somatizasyonu olan hasta, vücudun herhangi bir bölümünde veya herhangi bir organ
sisteminde belirtilerden yakõnabilir(58,90,91,92). Ağrõ, özellikle göğüs ve karõn ağrõsõ,
başağrõsõ, sõrt ağrõsõ, yaygõn ağrõlar en sõk karşõlaşõlan yakõnmalardõr(41,58,93). Sersemlik,
halsizlik ve nefes darlõğõ ağrõdan sonra sõklõkla görülen belirtilerdir(45). Bu belirtiler, bariz bir
fizyolojik işlev bozukluğuyla ilgili olabilir veya olmayabilir. Bunlarõn bazõlarõ tamamen
subjektiftir ve hastanõn bedensel huzursuzluğunu (sõkõntõ) veya çatõşmalarõnõ temsil eden
metaforlardõr. Fibromiyalji, gerilim tipi başağrõsõ veya irritabl barsak sendromu gibi diğerleri
ise, etkilenen vücut bölümünde veya sisteminde varolan işlev bozukluğunun belirtileridir. Bu
tip durumlar “psikosomatik hastalõklar” olarak tanõmlanmõştõr. Bazõ durumlarda ortaya
konabilen organik bir hastalõk mevcuttur, ancak hastanõn belirtileri tanõmlanan hastalõk için
abartõlõdõr(43,58,71,73).
Bununla birlikte, somatizasyonun herhangi bir fiziksel hastalõğõ maskeliyor
olabileceği, somatik yakõnmalarõn bedensel bir hastalõkla tetiklenebilecekleri veya bu
hastalõğõn belirtisi olabilecekleri akõlda tutulmalõdõr. Bu nedenle somatize ettiği düşünülen
vakalarda psikojen nedenler belirginse bile, mutlaka organik tetkiklerin yapõlmasõ gerekir(45).
Klinik uygulamada, psikofizyolojik bozukluklarõn belirtileriyle, somatizörlerin ilettiği
yakõnmalar arasõnda net bir ayrõm yoktur. İrritabl barsak sendromu, gerilim-tipi başağrõsõ ve
fibromiyalji gibi pekçok açõklanamayan ve psikofizyolojik(pskosomatik) bozukluklar olarak
tanõmlanan klinik durumlarõn, fiziksel belirtileri etkileyen psikolojik bileşenleri DSM’de
Eksen-I’de yer alõrken, hastalõğõn fiziksel bileşeni Eksen-III’te yer alõr. Bu sendromlarõn veya
benzer klinik durumlarõn, kõsmi veya atipik belirtilerini gösteren somatizasyon ise aynõ
fizyolojik mekanizmaya rağmen DSM’de Somatoform Bozukluklar tanõ ölçütleri arasõnda
Eksen-I’de sõnõflandõrõlmaktadõr. DSM’nin, somatoform bozukluklarõn (dolayõsõyla da
20
somatizasyonun) ne olduğundan çok ne olmadõğõ ile ilgilenmesinin (dõşlama kriterleriyle
tanõ), böyle bir karmaşaya yol açtõğõ düşünülmektedir(43,71,94,96).
2.3.1 Sõnõflandõrma
Klinikte pratik uygulamalar amacõyla “somatizasyon” için farklõ sõnõflandõrma şekilleri
önerilmiştir.
1. Escobar (1987) DSM tanõ kriterleriyle ilişkili 4 somatizasyon sõnõfõ tanõmlamõştõr;
a) Birincil somatizasyon: DSM-III somatizasyon bozukluğu, DSM-III diğer
somatoform bozukluklar, kronik somatizasyon
b) Eşlik eden somatizasyon: şizoaffektif bozukluğa, anksiyete bozukluklarõna
c) Gizli somatizasyon: maskeli depresyon, depresyon eşdeğerleri
d) Kişilik özelliği olarak somatizasyon (41,77,78).
2. Kirmayer ve Robbins 1991’de birinci basamak sağlõk hizmetlerine başvuran hastalardan
yola çõkarak somatizasyon için üç farklõ hasta grubu belirlemişlerdir;
a) İşlevsel somatizasyon; kadõnlarda organik bir nedene bağlanamayacak en az 6,
erkeklerde en az 4 çoğul somatik yakõnma bildirenler,
b) İkincil Somatizasyon; depresyon ve anksiyetenin temel belirtisi olarak bedensel
yakõnmalarõ olanlar,
c) Hipokondriyak somatizasyon; hekimlerin desteğine ve güvencesine rağmen
bedensel yakõnmalarõn altõnda ciddi bir hastalõğõn olduğu yolunda hipokondriyak kaygõlar
yaşayanlar (65,68).
3. Belirti sayõsõ ve yetiyitimi düzeyi temel alõndõğõnda iki farklõ somatizasyon tipinden
sözedilmektedir;
a) Diversiform somatizasyon; farklõ sistemlere ait çok sayõda yakõnmayõ içerir ve
sõklõkla psikiyatrik bir bozukluğa eşlik eder.
b) Yüksek frekanslõ somatizasyon; en çok karõn ve sõrt bölgesini tutan az sayõda
fiziksel belirti ve daha fazla yetiyitimi ile karakterizedir, hipokondriyasis ile benzer klinik
özellikler taşõr(41,95).
Bu sõnõflama, Kirmayer ve Robbins’in 1993 yõlõnda somatizasyonu iki farklõ klinik
fenomen olarak ele almalarõyla benzerlikler gösterir. “Presenting somatizasyon”, en sõk
depresyon ve anksiyete olmak üzere psikiyatrik bir bozukluğun somatik prezentasyonu
(belirtisi,ifadesi),
“Fonksiyonel (işlevsel) somatizasyon” ise farklõ fizyolojik sistemlerde
tõbben açõklanamayan pekçok belirtinin varlõğõ şeklinde tanõmlanmõştõr(41,48).
4. Somatizasyonun şiddeti ve gidişatõyla ilgili sõnõflamaya göre,
21
a) Geçici somatizasyon, stresli bir yaşam olayõna veya duruma akut tepki olarak ortaya
çõkan hafif şiddette somatik belirtilerin olduğu bir reaksiyon,
b) Sürekli somatizasyon ise kronik, belki hayat boyu süren, tekrarlarla giden, sağlõk
hizmetlerine önemli yük oluşturan, yetiyitimine yol açan bir problemdir(41,43,45,58)
5. Son olarak somatizasyonun klinik tabloda ön plana çõktõğõ durumlar DSM-IV’te
“Somatoform
Bozukluklar”
olarak
sõnõflandõrõlmõştõr.
Somatizasyon,
somatoform
bozukluklarõn temel semptomudur(58,96).
2.4.
Etiyoloji
Somatizasyonun etiyolojisine dair teori ve hipotezler de en az tanõmõ kadar çeşitli ve
karmaşõktõr.
2.4.1. Stresle şiddetlenen fizyolojik aktivite
Yazarlar somatizasyonu, emosyonlarla (duygularla) şiddetlenen fizyolojik aktivitenin
algõlanmasõ olarak değerlendirmektedir. Pek çok çalõşmada; somatik belirtiler, periferik
fizyolojik değişikliklerle ilişkili bulunmuştur. Örneğin, kafatasõndaki kaslarõn kasõlmasõ,
gerilim tipi başağrõsõ yaparken, ağrõlõ kaslarõn elektromiyografik potansiyelleri, diğer kaslara
göre daha yüksek bulunmuştur(97). Strese bağlõ somatik belirtilere neden olan bir başka
fizyolojik aktivite de gastrointestinal sistemdeki kaslarõn kasõlarak, gastrik yakõnmalara,
ösefagus motilitesi ile göğüste yanma hissine yol açmasõdõr. Duygulanõmlar sõrasõnda
endokrin aktivitede değişiklikler meydana gelebilir. Korku adrenal fonksiyonlarõ etkilerken,
korku ve anksiyeteyle ortaya çõkan hiperventilasyon, biyokimyasal değişikliklerle alkaloza
neden olur ve somatik belirtileri tetikler(43,98).
(Açõklanamayan) Somatik belirtilerin bedenin sol yarõsõnda daha fazla görülmesinin de
fizyolojik işlev bozukuluklarõ ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir(41,99).
İşitsel uyarõlmõş potansiyellerle yapõlan çalõşmalar ve uyarõlmõş potansiyellerle
bölgesel beyin kan akõmõnõn birlikte değerlendirlidiği bazõ araştõrmalar somatizasyonda
bedensel duyumlarõn hatalõ algõlanmasõ ve değerlendirilmesi ile sonuçlanan seçici dikkat
artmasõ ve bilişsel zayõflõklar olduğunu göstermiştir. Distraktibilite (dikkatin çelinebilirliği),
tekrarlayan uyaranlara alõşma becerisinin yokluğu, kavramlarõn izlenimsel bir temelde
toplanmasõ, kõsmi veya çevresel bağlantõlar, seçiciliğin olmamasõ bazõ çalõşmalarda bildirilmiş
bulgulardõr. Kõsõtlõ sayõda araştõrma, frontal lobda ve baskõn olmayan hemisferde metabolizma
yavaşlamasõndan söz etmektedir. Son dönmede immün sistemde görevli interlökin, interferon
ve tümör nekrotizan faktör gibi sitokinlerin somatizasyon fizyolojisinde etkili olduğunu iddia
eden ancak yeterince kanõt ortaya koyamayan çalõşmalar yapõlmõştõr(100).
22
Sharpe ve Bass’a göre, tõbben açõklanamadõğõna inanõlan pek çok belirti fizyolojik
süreçle ilişkilidir. Beyin, bedenin tüm kõsõmlarõndan ve bizzat kendi içinden gelen uyarõlarõ
gözden geçirir, ayõklar, şiddetini artõrõr ya da azaltõr, yorumlar ve en sonunda da yaşanan
deneyimi açõklayan mesajlar üretir ve yayõnlar. Uyarõlmõş potansiyel çalõşmalarõ,
somatizasyon bozukluğu olan bireylerin ilişkisiz periferal uyarõlarõ yeterince filtre
edemediklerine işaret etmektedir (41,98).
Yoğun anksiyetesi olan ve daha çok somatik belirtilerden yakõnan hastalarda,
fizyolojik değişiklikler de fazladõr ve belirtiler fizyolojik değişikliklerle doğru orantõlõdõr.
Oysa yoğun anksiyetesi olan ve primer olarak psikolojik şikayetler ileten hastalarda, bedensel
belirtilerin fizyolojik değişikliklerle ilişkisinin zayõf olduğu ortaya konmuştur. Çalõşma
sonuçlarõna göre somatizasyona sebep olan fizyolojik aktivite değişiklikleri idiosinkratiktir ve
stres zamanlarõnda şiddetlenme eğilimindedir. Diğer yandan, strese karşõ oluşan fizyolojik
yanõt bazõ kişilerde kullanõlan stresörün özelliğinden bağõmsõz olarak sabit kalmaktadõr(43).
Streste meydana gelen hormonal değişiklikler ve sinir sistemi aktivitesine rağmen
somatizasyondan sorumlu Santral Sinir Sistemi (SSS) süreçleri ile ilgili bilgilerimiz sõnõrlõdõr.
İkinci somatosensoriyal bölgenin (SII), somatik duyumlarõn algõsõndaki psikofizyolojik
dinamiklerden sorumlu olduğu düşünülmektedir(43,101).
Somatik belirtiler limbik sistemde, noradrenalin ve serotonin işlevlerinde, adrenal,
tiroit
ve
büyüme
hormonu
dizgelerinde
ortaya
çõkan
biyolojik
değişikliklerle
ilişkilendirilebilir.
Biyolojik aminlerin dengesindeki işlevsel değişikliklerin ağrõyla ilgili olabileceği
düşünülmektedir.
Serotoninin
affektin
ağrõ
üretmesinde
önemli
bir
rol oynadõğõ
belirtilmektedir. Diensefalonda limbik sistemde, talamus ve hipotalamusta ortaya çõkan
değişikliklerin depresyon ve ağrõ arasõndaki ilişkide bağlantõsal bir rol oynadõğõ
varsayõlmaktadõr. Periferik kas gerginliği retiküler sistemin uyarõlmasõ sonucu ortaya çõkan
anksiyete ile ilişkili bulunmuştur(102).
Günlük stresin ve yaşlanmanõn yõpratõcõ etkilerinin getirdiği ortak fizyolojik
düzensizlikler, somatik belirtilere zemin hazõrlar. Çeşitli bilişsel-algõsal süreçler, semptom
şiddetini,
eşlik
eden
huzursuzluğu
ve
yetiyitimini
arttõrarak,
somatik
belirtilerin
büyütülmesine neden olabilir. Bu psikolojik faktörler, kaynağõ ne olursa olsun tüm somatik
(bedensel) belirtiler için etkilidir ve bazõ hastalarda veya bazõ sorunlarda ayõrtedici özelliklerin
ortaya çõkmasõ görecelidir. Aynõ mekanizmalar depresyon ve anksiyeteye eşlik eden somatik
belirtilerin sayõsõnda ve şiddetinde de geçerlidir(65).
23
2.4.2. Genetik faktörler
Somatizasyon teoriği tartõşõlõrken genetik faktörlerin rolü küçük olmakla birlikte, son
yirmi yõlda somatizasyon genetiği ile ilgili bazõ bilgiler ortaya konduğu da bir gerçektir.
Erişkin hastalar üzerinde yapõlan ikiz çalõşmalarõ somatizasyonun genetik bölümü ile ilgili
kesin sonuçlar vermese de(43,103), somatik anksiyetenin genetik faktörlere bağlõ olduğuyla
ilgili bulgular mevcutur(43,104).
Evlat edinme çalõşmalarõndan elde edilen sonuçlar, “yüksek frekanslõ somatizör”
(temel yakõnmalarõ başağrõsõ, sõrt ağrõsõ ve gastrik sõkõntõ olan hastalar) kadõnlarõn babalarõnõn
saldõrgan suçlar işlemiş olduklarõnõ, “diversiform somatizör”(daha az yetiyitimi olup,daha
çeşitli semptomlarõ olan hastalar) kadõnlarõn babalarõnõn ise sõklõkla alkol bağõmlõlõğõ
olduğunu ortaya koymaktadõr(105). İsveçte yapõlmõş bir evlat edinme çalõşmasõnda, evlat
edinilen kadõnlarda evlat edilmeyenlere göre daha sõk somatizasyon tespit edilmiş, biyolojik
ebeveynleri antisosyal veya alkolik olanlarda bu sõklõğõn arttõğõ görülmüştür(58,106).
Şimdiye kadar edinilen bilgiler, somatizasyonun bazõ sendromlarõnda genetiğin etkili
olduğu, diğerlerinin ise çevresel stresleri de içeren farklõ etkenlerle ilişkili olduğu yönündedir.
2.4.3. Depresyon, Depresyon Eşdeğeri, Anksiyete ve Depresyon belirtisi
Pek çok çalõşmada depresyonun somatizasyonla ilişkisi üzerinde durulmuştur. Çalõşma
sonuçlarõ, depresif hastalarõn depresif olmayanlara göre daha fazla somatik belirtiler
gösterdikleri, somatizörlerin, tanõmlanmõş organik bir hastalõğõ olanlardan daha depresif
olduklarõ, depresif ve somatik belirtiler arasõnda doğru orantõlõ bir ilişki olduğu
yönündedir(37,39,43). Depresif bozukluğu olan hastalarõn önemli bir bölümü hekime
somatik(bedensel) yakõnmalarla başvurmaktadõr(79). Depresif bireylerde olumsuz ve
kötümser bilişsel şemalarõn hastalõk anõlarõnõ taze tuttuğu, kişinin sağlõk durumunu olumsuz
olarak algõlamasõna zemin hazõrladõğõ ve böylece kişinin hoş olmayan bedensel yaşantõlara
daha duyarlõ hale geldiği düşünülmektedir(107,108).
Fizyolojik özelliklerin, psikiyatrik bozukluklara eşlik ettiği bilinmektedir. Hasta,
içinde bulunduğu durumun emosyonel (duygusal) boyutu yerine somatik belirtilere
odaklanarak, genelleşmiş anksiyete bozukluğunda terleme ve kas gerginliğinden, majör
depresyonda ise mide kramplarõndan ya da cinsel fonksiyon bozukluğundan yakõnabilir(42).
Somatizasyon hakkõnda genel görüş, depresyon ve anksiyetenin özel bir görüngüsü
olabileceği yönündedir(79,109). Literatürde depresyon ve somatizasyon arasõnda nasõl bir
ilişki olduğuna dair üç görüş göze çarpar:
24
1- Somatizasyon depresyon eşdeğeri olabilir; bu konuyla dair açõk kanõtlar bulunmamaktadõr.
Somatizasyon ve depresyon arasõnda hangisinin birincil, hangisinin ikincil olduğu
tartõşmasõnõn pratik bir yararõ yoktur. Süregen ağrõ yakõnmasõnõn depresyon beliritisi
olabileceği gibi, ağrõnõn kendisi de bireyin işlevselliğini ve sosyal yaşantõsõnõ etkileyerek
depresyona yol açabilir(79)
2- Somatizasyon depresyon ve anksiyetenin özel bir formudur; ağrõ ve diğer somatik
yakõnmalarõn ve belirtilerin ön planda görüldüğü, hipokondriyak uğraşlarla karakterize olan
maskeli depresyonun(84), göreceli olarak yaşamõn geç dönemlerinde ortaya çõktõğõ ve bu
kişilerde depresyon şiddeti ile somatik belirtilerin arttõğõ bildirilmiştir. Maskeli depresyon
kavramõ tanõmladõğõ durumun belirsizliği nedeni ile tartõşmalara sebep olmuş(104,110), bu
tartõşmalar hala sonlanmamõştõr.
3- Somatizasyon depresyonun esansiyel (temel) özelliklerinden biridir ve depresyon tanõ
ölçütleri arasõnda yer almalõdõr(43).
Hamilton depresyonda somatik belirtilerin büyük çoğunluğunun anksiyeteye bağlõ
olarak ortaya çõktõğõnõ ileri sürmüştür(79,111). Diğer yandan, depresif duygudurum, anksiyete
sonucu yaşanan bedensel strese duyarlõlõğõ arttõrmaktadõr(110).
Anksiyetenin somatizasyonla ilişkisi en az depresyon kadar nettir. Nörotik hastalarla
yapõlan karşõlaştõrmalõ bir çalõşmada, somatik belirtilerle anksiyete ilişkisinin, somatik
beliritlerin depresyonla olan ilişkisine göre daha güçlü olduğu gösterilmiştir. Psikofizyolojik
araştõrmalar ve klinik çalõşmalar, çarpõntõ, terleme ve hiperventilasyon gibi somatik belirtilerin
anksiyeteye, anoreksi ve yorgunluk gibi belirtilerin ise depresyona özgü olduklarõnõ öne
sürmektedir. Diğer yandan gastrointesitnal belirtiler gibi fonksiyonel somatik belirtiler her iki
durumda da görülebilir(43). Anksiyete de depresyon gibi sõklõkla somatik beliritlerle ortaya
çõkar ve bu grupta da sõk sõk tõbbi yardõm isteme davranõşõ mevcuttur(37,71,112). Bedensel
beliritiler bu tip durumlarda bir tür “bilet davranõşõ” işlevi görürler. Somatik (bedensel)
yakõnma bir hekimden yardõm talep etmek için uygun ve etiketlenme olasõlõğõnõ en aza
indirecek bir neden olarak görülür. Kişi hastalõğõnõn sosyal ve psikolojik nedenlerinin farkõnda
olsa bile bedensel yakõnmayõ daha meşru bulur(63,71). Birinci basamak sağlõk hizmetlerine
başvuran ve depresyon/anksiyete tanõsõ alan hastalarõn %80’inin başvuru yakõnmasõ
somatiktir(37).
Bu anlamda somatik yakõnmalarla sağlõk hizmetlerine başvuran hastalarõn ayrõntõlõ
sorgulanarak altta yatan asõl patolojinin atlanmamasõ önemlidir. Nitekim pek çok ilaç
çalõşmasõnda anksiyete ve depresyonun tedavisiyle, somatik belirtilerin ortadan kalktõğõ
25
görülmüştür. Bu da bize, somatizasyonun anksiyete ve depresyon gibi emosyonel (duygusal)
durumlarõn yerine geçmediğini, sadece sürece entegre olduğunu anlatmaktadõr(43).
2.4.4. Aleksitimi
Sayar ve ark.’õ depresyonu olan hastalarda somatizasyon belirtilerini yordayan üç
etken olarak anksiyete, bedensel duyumlarõ büyütme ve aleksitimiyi bildirmişlerdir(107,113).
Nemiah ve Sifneos tarafõndan tanõmlanan alexitimi, önceleri sadece psikosomatik hastalõklara
özgü bir kişilik özelliği olarak ele alõnõrken, Parker ve ark.’õ aleksitiminin depresyon gibi
ruhsal bozukluklarda görülebilen uyumsal bir gerileme tepkisi olabileceğini öne
sürmüşlerdir(12,114,115).
Aleksitimi duygularõ tanõma ve ayõrt etme zorluğunun yanõ sõra düşlem yaşantõsõndaki
fakirlik olarak da tamõmlanmaktadõr. Sorunlarõnõ bedenselleştiren (somatize eden) hastalarõn,
gelişim dönemlerinde saplanõp kalma, patolojik savunma düzenekleri kullanma, bilinçdõşõ
çatõşmalar ve örseleyici yaşam olaylarõ nedeniyle duygularõnõ sözelleştiremedikleri
düşünülmektedir(116). Aleksitimide ise beden duyumlarõnõn ayõrt edilmesinde güçlük,
duygularõ dile getirememe, fantezi dünyasõnda kõsõtlõlõk ve somut, dõşa dönük düşünmeye
eğilim özellikleri bir arada sergilenmektedir(117).
Krystal’e göre bazõ bireyler çocukluk çağõ travmatik yaşantõlarõ nedeniyle gelişimin ilk
dönemine saplanõp kalmõş ya da gerilemiş olabilirler. Duygularõn henüz farklõlaşmadõğõ ve
bedensel olduğu döneme regresyon nedeniyle duygusal yaşantõlarõ söze dökme yeteneği
kõsõtlanõr. Bazõ aleksitimikler çocuklukta geçirdikleri olumsuz olay ve yõkõcõ ilişkiler
nedeniyle duygusal gelişimlerini tamamlayamamõş, duygusal gelişimin ilk dönemine
gerilemiş veya bu dönemde saplanmõşlardõr. Aleksitimide sözelleştirilemeyen duygular
bedensel belirtilerle fade edilmektedir(43,56,79).
Duygu regülasyonu, otonomik aktivite, aleksitimi ve negatif affektivite ilişkisinin
karşõlaştõrõldõğõ
bir
çalõşmada,
duygularõn
regülasyonunda
ciddi
eksiklik
yaşayan
aleksitimiklerin çevresel taleplerden bağõmsõz olarak, kronik/subjektif (süreğen/öznel) bir
negatif affektivite (olumsuz duygulanõm) gösterdikleri
ortay konmuştur(118). Negatif
affektivite-olumsuz duygulanõm- olarak tanõmlanan kişilik özelliğinde; nevrotik yapõ, kaygõ,
karamsarlõk, çevreye uyumsuzluk, içe dönüklük, yetersizlik ve kusurlarõnõ büyütme, bedene
artmõş duyarlõlõk gibi özellikler olduğu belirtilmiş, bu kişilik örüntüsünde bedenselleştirmeye
yapõsal bir yatkõnlõk olduğu düşünülmüştür(116,119).
Aleksitimi ve somatizasyon ilişkisini araştõran çok fazla çalõşma yoktur. Bazõ ampirik
çalõşmalarda aleksitimi somatizasyon ve psikosomatik hastalõklarla eşleştirilmiş ancak
26
psikiyatrik hastalõklar kadar fiziksel hastalõklara da eşlik ettiği ortaya konmuştur(43).
Aleksitimi ve somatizasyonun teorik ilişkisinin bilimsel araştõrmalarla desteklenmesi
gerekmektedir.
2.4.5. Psikanalitik kuram
Psikojen nitelikteki bütün somatik değişikliklere konversiyon denilmemesi gerektiği,
çünkü bunlarõn hepsinin bazõ özel fantezilerin “beden diline” çevirisi olmadõğõ
söylenmektedir. Bazõ bilinçdõşõ içgüdüsel tutumlar, ortaya çõkan değişikliklerin belli bir ruhsal
anlamõ olmaksõzõn da, organik fonksiyonlarõ fizyolojik biçimde etkileyebilirler(50).
Somatizasyon, bilinçdõşõ çatõşmalarõn sempatik ve parasempatik sinir sistemi ile
uyarõlan beden kõsõmlarõndaki artmõş somatik duyumlar ile temsil edildiği nevrotik bir
savunmadõr(40). Savunma mekanizmalarõ içerisinde değerlendirildiğinde somatizasyon,
psişik ifadeler yerine somatik ifadelerin kullanõmõyla tanõmlanan immatür bir savunma
mekanizmasõdõr. Gelişimsel süreçte infantil somatik ifadelerin yerini düşünce ve affeksiyonun
aldõğõ desomatizasyonun, çözülmemiş içsel çatõşmalar nedeniyle regresif bir güdüyle
resomatizasyona dönüşümüdür(120).
Bütün duygularõn motor veya salgõsal değişiklikler aracõlõğõyla kendini gösterdiği
bilinmektedir. Belirli duygularõn özel fizik anlatõmõ, buna karşõlõk özel bir mental yaşantõ
olmaksõzõn, yani kişi bunlarõn duygusal anlamõnõn bilincinde olmaksõzõn meydana gelebilir.
Bilinç dõşõnda ifade edilmeyen ve sözel olarak paylaşõlmayan duygular sonuçta çatõşmalar,
gerilimler ve somatik yakõnmalar ile anlatõm yolu bulur. Cinsel uyarõm ve anksiyetenin yerini,
barsaklarda, solunum veya dolaşõm sistemlerindeki duyumlar alabilir. Bu “duygu
eşdeğerleri”nin tam olarak yaşanmõş duygulara oranla daha az deşarj değeri olmasõ, duygusal
durumun kronikleşmesiyle sonuçlanabilir. Freud ve Bleuler, bunlara “boğulmuş duygular”
ismini vermiştir(12,50).
Bilinçdõşõ içgüdüsel çatõşmalardan kaynak alan alõşõlmadõk bir tutum, belirli bir duygu
veya davranõşõn nedeni olabilir, bu davranõş da dokularda somatik değişimlere yol açabilir. Bu
değişimler
doğrudan
doğruya
psikojen
olmasa
da
değişikliklerin
başlatan
duygunun/davranõşõn kaynağõ psikojendir. İç gerilimin giderilmesi pahasõna somatik bir
semptom ortaya çõkmõştõr(50). Bilinçdõşõ çatõşmalara bağlõ tutumlar kuşkusuz hormonal
fonksiyonlarõ etkileyebilir ve böylece umulmadõk somatik belirtiler meydana getirebilirler.
Bilinçdõşõ bir arzunun peptik ülserde mide salgõsõ üzerine yaptõğõ etkinin aynõsõnõ diğer bazõ
arzular (örn. karşõ cinsle identifikasyon) metabolizmayõ düzenleyen hormonlar üzerinde
gösterebilirler(49).
27
Psikodinamik kurama göre psişik enerjinin muhafazasõ metaforlar aracõlõğõ ile
olmaktadõr.Yüksek düzeyde sembolik süreçlerin yetersiz kaldõğõ durumlarda neokortikal
merkezlerin aktivitesine yerleşmiş karşõlaştõrõlabilir miktarda psişik enerji limbik sistem
aracõlõğõyla daha aşağõdaki merkezlere dağõtõlarak fizyolojik bir uyarõlma yaratõr. Buna bağlõ
olarak düzenleyici işlevlerde meydana gelen bozulma, peptik ülser, dispepsi gibi yapõsal
lezyonlar oluşturabilir veya bazen sadece özgül olmayan bedensel belirtilere neden
olabilir(38).
Güncel nevrozlarõn bedensel belirtilere ve bozukuluklara, psikonevrozlarõn ise ruhsal
belirtilere ve histerik konversiyonlara yol açtõğõnõ ileri süren Freud; zihinsel süreçler ve dille
ifade edilemeyen duygulanõmlarõn nörasteni, kaygõ nevrozu ve hipokondri gibi güncel
nevrozlarda, çabucak bedensel yola saptõklarõnõ söylemiştir. Freud’a göre doğrudan boşalõm
yolu bulan dürtüler, histeri nevrozundaki gibi sembolik bir anlam taşõmamaktadõr. Freud’un
somatizasyon(bedenseleştirme) ile ilgili görüşleri pekçok psikanalist tarafõndan ele alõnmõş,
geliştirilmiş ve psikosomatik kuramlara katkõ sağlamõştõr. Ferenczi (1873-1933), 1917’de,
Freud’un organik hastalõklarda libidinal yatõrõmõn nesnelerden çekilerek benliğe yatõrõldõğõ
narsizm görüşünden yola çõkarak, nesnelerden çekilen libidinal enerjinin benliğin hasta
bölümüne yatõrõldõğõnõ, böylelikle somatik(bedensel) belirtilerin artõşõna neden olduğunu ileri
sürer. Ferenczi bu görüşünü geliştirerek ileride organ nevrozu terimini ortaya atacaktõr(49).
“Objelere libidinal enerji yatõrõmõ”(object cathexis) terimi bir kimsenin başka birisi
için duyduğu duygu ve fikirlerin toplamõnõn “objenin intrapsişik bir temsilcisi”ni oluşturduğu
ve bu temsilciye özel bir mental enerji yüklendiği anlamõna gelir. Benzer şekilde kişinin kendi
vücudu ve organlarõ da intrapsişik olarak duyumlarõn anõlarõ ve bunlarõn ilişkileriyle temsil
edilebilir. Yani “intrapsişik organ temsilcileri” de mevcuttur. Böylece yaratõlan “vücut
imajõ”nõn Ego gelişimindeki önemi büyüktür. Vücut imajõ gerçek vücutla eş anlamlõ değildir.
Giysiler, kesilmiş organlar, hatta otomobiller vücut imajõna girebilirken, “yabancõlaşmõş
organlar” vücut imajõndan çõkarõlabilir. “Narsisistik içe çekilme” libidonun, obje
temsilcilerinden, organ temsilcilerine transferini belirtir(50,121).
Wilhelm Reich (1897-1957), psikonevrozlarda libidinal enerjinin düşlemsel etkinlik
sayesinde bağlõ kaldõğõnõ ve bireyin ruhsal semptomatolojiyle kaygõdan kurtulduğunu, ancak
enejiyi bağlayan karakter olduğunda, fizyojen değişikliklerle somatik (bedensel) belirtiler
ortaya çõktõğõnõ öne sürmüştür.
Paris psikosomatik okulundan Pierre Marty, Michel Fein ile birlikte başağrõsõ çeken
hastalar üzerinde yaptõğõ çalõşmalar sonunda, bu hastalarda başağrõsõnõn zihinsel tutukluk
(inhibisyon) ile birlikte ortaya çõktõğõ ve tüm dürtüsel enerjinin boşalõmõ için tek bir yolun
28
kaldõğõ yorumunu yapmõştõr. Zihinselleştirme (mentalization) yoluyla boşalma olanağõ
bulamayan dürtüsel güçler, bedenselleştirmenin (somatization) yolunu seçmek zorunda
kalmaktadõr(122).
Fizyolojik etmeni henüz bilinmeyen “Hipokondriyazis” te bazõ psikolojik etmenlerin,
yani blokaj halinin ve narsisistik bir içe dönüklüğün veya daha çok bir blokaj haline
narsisistik bir içe dönme ile tepki gösterme yatkõnlõğõnõn, hipokondriyak duyumlara yol açan
organik değişiklikler yarattõğõ varsayõlmaktadõr. Yani; 1)uygun deşarj eksikliğine bağlõ
organik süreçler, bazõ organlarda gerilimi arttõrõr ve bu artõş kendini õstõrap verici durumlarla
hissettirir, 2)objeye yatõrõlan enerji yüklerinin çekilmesi, mental (ruhsal-zihinsel) ekonomiyi
değiştirir; öyle ki normalde obje fikirleriyle bağlanan libido miktarlarõ, şimdi kendi
organlarõna ilişkin fikirleri şiddetlendirmektedir(50, 122,123,124).
Bir blokaj haline karşõ kimyasal ve sinirsel tepkiler bazen organ temsilcilerine
intrapsişik aşõrõ bir enerji yüklenmesini kolaylaştõrabilir. Bazõ vakalarda ise aynõ süreç ters
yönde
gelişir.
Narsizme
regresyon,
sekonder
olarak
organlarõn
fizik
koşullarõnõ
değiştirmektedir. Bu duruma, şizofrenik sürecin başlangõcõndaki hipokondriak duyumlarda
rastlanõr.
Organizmanõn varlõğõnõ sürdürmesinin koşulu, bir miktar libidinal enerji yükünün
organ temsillerine bağlanmasõdõr. Tausk her organõn bir “libidinal tonusu” olduğundan söz
eder. Psikozlarda olduğu gibi, hipokondride de var olan patolojik “libidinal hipertonus”un
etkileri psikotik ve hipokondriyak vakalarla yapõlan çalõşmalarda ve klinik gözlemlerde ortaya
konmuştur(50).
2.4.6. Öfke ve düşmanlõk
Hoşa gitmeyen duygularõn bastõrõlmasõ(repression) ve inkarõ (denial) somatizasyonla
ilişkilendirilmiştir. Bastõrõlmõş duygular otonomik uyarõma neden olabilir. Öfke ve düşmanlõk,
özellikle bastõrõlmõş düşmanlõk, somatizasyonda oldukça önemli faktörlerdir(58,71).
Farklõ popülasyonlarda yapõlan bir çalõşmada somatik belirtilerin, özbildirim öfkedüşmanlõk ölçek puanlarõyla pozitif, dostça duygularla ise negatif bağõntõ gösterdiği ortaya
konmuştur. Bununla birlikte aynõ çalõşmada somatik belirtilerin, depresyon ve anksiyete
belirtileriyle, hostilite belirtilerine göre daha güçlü ilişki içerisinde olduğu görülmüştür.(43,
66). Öfke ve saldõrganlõğõn fizyolojik aktivite artõşõna neden olarak somatizasyonu tetiklediği
düşünülmektedir. Ancak öfke ve saldõrganlõğõn depresyona eşlik edebileceği ve depresif
duygudurum nedeniyle somatizasyonla ilişkili gibi görünüyor olabileceği de akõlda
tutulmalõdõr.
29
Koh(2003),
depresif
bozuklukta
somatizasyonun
(bedenselleştirmenin)
öfke
dõşavurumu, anksiyete bozukluklarõnda ise anksiyetenin bastõrõlmasõyla ilişkili olduğunu iddia
etmiş, ancak bu iddiasõ farklõ çalõşmalarla desteklenmemiştir(107,125).
2.4.7. Kişilerarasõ ilişkiler, bağlanma ve öğrenilmiş yanõtlar
Çocukluk
çağõ
travmalarõ,
suistimal
ve
ihmal
gibi
olumsuz
çocukluk
yaşantõlarõ,çocukluk döneminde bir aile üyesinin ağrõ çekmesi veya ciddi fiziksel bir
rahatsõzlõk geçirmesi erişkin dönemde anksiyete ve depresyon riskini arttõrmakta bu da
bedensel belirtileri alevlendirmektedir(36,43,71). Düşük sosyokültürel düzeyden gelen ve
eğitimsiz kişilerde somatizasyon riskinin yüksek olduğu söylenmektedir. Strese yatkõnlõğõ
fazla olan, benlik saygõsõ düşük, anksiyete ve depresyon eğilimi yüksek kişiler sõklõkla
somatik yakõnmalar iletirler. Stresli yaşam olaylarõ, bedensel ilgiyi arttõrarak bazõ vakalarda
somatik belirtileri alevlendirmektedir(43,58).
Kronik hastalõk, çocuğun bedensel bütünlük ve yeterli-kendilik algõsõnõ bozarak,
ilgiye ve bakõma muhtaç bir kendilik modeli oluşturmasõna sebep olur. Ebeveynin, sadece
hastalõk dönemlerinde çocuğa yakõn ilgi göstermesi, diğer bakõm gereksinimlerine ve
bağlanma davranõşõna ilgisiz kalmasõ çocuğun sadece bedensel acõ için bakõm verilen, ilgi
gösterilen bir model yaratmasõna neden olur(126).
Craig ve ark.’õ erişkin somatizörlerin çoğunun çocukluk döneminde geçirilmiş fiziksel
hastalõklardan yakõndõklarõnõ öne sürmüştür. Murphy ve Bass’õn üzerinde çalõştõklarõ somatize
eden hastalarõn%20’si 16 yaşõndan önce geçirilmiş ciddi bir hastalõk bildirmişlerdir(126).
Stuart ve Noyes’in ana hatlarõnõ oluşturduklarõ kişilerarasõ modele göre, somatize
edenler,
ailelerinden
ve
hekimlerden
ilgi
görmek
için
sürekli
bir
çaba
içerisindedir(45,123,129). Bu tür bir ilgi arama davranõşõnõn temeli, bakõm verenlerle erken
dönem ilişkilerden kaynaklanan, “güvensiz bağlanma”dõr(123,126).
Bağlanma kuramõnõ geliştiren Bowlby’ye göre, kişiler bakõm verenle olan erken
dönem yaşantõlarõnõ içselleştirerek ilişkilere dair, sabit kognitif şemalar oluştururlar. Bu
kognitif şemalar, kişinin “kendisi”ni ilgilenilmeye değer olarak algõlayõp algõlamamasõnõ
(“kendilik”
modeli),
“diğerleri”nin
ise
ilgi
göstermek konusunda güvenilir
olup
olmadõklarõ(“öteki” modeli) konusundaki düşüncelerini şekillendirir. Bu kognitif şemalar
kişinin gelecekte diğerleriyle olan ilişkilerini etkiler. Bowlby’nin araştõrmalarõndan yola çõkan
Bartholomew ve Horowitz; güvenli tip ve güvensiz tip bağlanmayõ tanõmlamõşlardõr.
Bartholomew hasta-hekim ilişkisinin kişilerarasõ toplumsal bir iletişim olduğunu ve “güvensiz
30
bağlanan” kişilerin, bağlanma ihtiyaçlarõnõ indirekt olarak bedensel yakõnmalarla ifade
ettiklerini öne sürmüştür(36,43,71,123,126).
Kişilik
özelliklerinin
de
somatizasyonun
ortaya
çõkmasõnda
rol
oynadõğõ
düşünülmektedir(34). Birinci basamak sağlõk hizmetlerinden yönlendirilen somatizasyon
vakalarõnõn %61’inde Rost ve arkadaşlarõ bir kişilik bozukluğu tanõmlamõşlardõr. En sõk
görülen bozukluklar sõrasõyla kaçõngan, paranoid ve obsesif kompulsif kişilik bozukluklarõdõr.
Histrionik kişilik bozukluğu vakalarõn sadece %13’ünde, antisosyal kişilik bozukluğu ise
%7’sinde gözlenmiştir. Ancak farklõ çalõşmalarda somatizasyonun kişilik bozukluklarõyla
özgül olmayan bir ilişkisi olduğu ve her tür kişilik yapõsõnda ortaya çõkabileceği
belirtilmiştir(89,127,130).
Artmõş somatik (bedensel) belirtilerin yüksek nörotisizm, zarardan kaçõnma ve negatif
affektivite (olumsuz duygulanõm) gibi kişilik örüntüleriyle ile ilişkili olduğu öne
sürülmüştür(71,86,127). Gray’e göre bu kişiler cezalandõrõlmaya karşõ oldukça hassastõr.
Yüksek negatif affektivitesi olan hastalar doyumsuz, benlik saygõsõ düşük, kötümser,
negativist, içe dönük, başarõsõzlõklarõnõ fazla önemseyen kişilerdir ve bedenlerine karşõ çok
duyarlõ
olduklarõndan,
bedensel
duyum
eşikleri
düşüktür.
Bütün
bu
nedenlerle
bedenselleştirme eğilimleri yüksektir(128,129,130).
Somatize eden zor hastalar, öfkeli, güvensiz, alõngan, çabuk gücenen, çekingen ve
anksiyeteli olarak tanõmlanabilir(71,130).
Lipowski, somatize eden hastalarõ ailesinin veya akrabalarõnõn ilgisini üzerinde tutmak
isteyen, bağõmlõ, duygusallõktan yoksun, kolay früstre olan (kolayca hayal kõrõklõğõ yaşayan),
çabuk gücenen kişiler olarak tarif etmiştir(45,126).
Kişilik bozukluğu olan hastalar yaşam stresleriyle başa çõkmakta güçlük çekebilir,
sõkõntõlarõnõ ve çaresizliklerini bedensel belirtiler aracõlõğõyla ifade edebilirler. Bazõ çevrelerde
bedensel belirtiler aile üyelerinin desteğini almanõn ve güç sahibi olmanõn en uygun
yoludur(71,89,128).
2.4.8. İkincil kazançlar
Somatizasyonu olan vakalar, hasta rolünü benimser böylelikle işlevsel, ailevi ve sosyal
yükümlülüklerinden kurtulabilirler. Bağõmlõ kişilikler, benlik saygõsõ düşük olanlar, mesleki
veya sosyal becerileri olmadõğõnõ düşünenler için hasta olmak avantajlõ görülebilir. Hasta
olmak, aynõ zamanda başkalarõnõn dikkatini çekmeyi ve onlardan ilgi görmeyi sağlar. Bu ve
benzeri psikososyal ve ekonomik kazançlar kişinin hasta rolünü uzun vadeli sürdürmesi için
neden oluşturur(43,71,126).
31
Somatizörler bedensel belirtiler aracõlõğõyla içsel çatõşmalarõn yarattõğõ gerilimden
kurtularak primer kazanç sağlarken, sosyal ve mesleki sorumluluklardan uzaklaşarak ikincil
kazanç elde etmektedirler(45).
2.4.9 Kültürel ve sosyolojik faktörler
Her ne kadar modern tõp “zihin(ruh)” ve “beden”in pineal bezde bir arada bulunduklarõ
(commune) nosyonunun gerçekliğini artõk kabul etmese de Decartes’in beden ve ruhun
dualizmi hakkõndaki fikirleri “hastalõklarõn biyolojik model”inde yer bularak gelişimini
sürdürmektedir. “Somatizasyon bozukluğu” terimi, fiziksel hastalõkla, aklõn hastalõğõnõ
ayõrtederek Decartes’in hipotezini desteklemektedir. Somatizasyon bozukluğunun DSM-IV
tanõ kriterler,i hekimi hastalõğõn “gerçek”mi (yani fizyolojik temelleri olan), yoksa
“psikosomatik”mi olduğu konusunda bir yargõya varmaya zorlar. (96,126).
Somatizasyon kavramõ, kökenini Batõ tõbbõnõn dualistik ontolojisinden alõr. Fabrega’ya
göre hastalõklarõn somatik ve psikolojik olarak ayrõmõ batõ tõbbõna özgüdür(38,46,47). Bu
ayrõmõn iki tarihsel kökeni vardõr. Birincisi Descartes’in zihin-beden dikotomisi, diğeri ise
Antikçağ Yunan-Roma tõbbõndan kaynaklanan hastalõk (disease) ve hastalõk yaşantõsõ,
rahatsõzlõk (illness) ayrõmõdõr(2,46,85) .
Bu dualistik yaklaşõm, bedensel belirtileri olsun olmasõn psikiyatrik hastalõklarõn
mental, bedensel hastalõklarõn da -psikyatrik yakõnmalar eşlik etse bile- sadece fizyolojik
süreçlere bağlõ olduğunu iddia eder. Somatik durumlar ikisinin ortasõnda, sõnõrda yer
almaktadõr(85).
Bedensel huzursuzluk ve sõkõntõnõn büyütülmesi ve bunun klinik görünümü ile somatik
belirtiler dünyada yaygõn olarak duygusal sõkõntõyõ ifadenin en sõk görülen şekli olarak kabul
edilmiştir(38). Bununla birlikte zihinsel(ruhsal) ve bedensel hastalõk ayrõmõ olmayan
toplumlarda somatizasyon kavramõ anlamsõzdõr. Ayuverdik ve geleneksel Çin tõbbõnda
rahatsõzlõk ve hastalõk ayrõ kategoriler değildir. Değişik etnokültürel gruplarõn yaşadõğõ Kuzey
Amerika’da da fizyolojik, psikolojik hastalõk ayrõmõ yoktur(32,46,47).
Somatizasyon kavramõyla ilgili bilgilerimiz Antik Yunan’da Galenistik ve Hippokratik
teorilere dayanõr. Somatizasyon problemleri ve diğer psikiyatrik hastalõklarõn o dönmelerde
tanõnabildiklerine dair ipuçlarõ olmasõna rağmen, Antik Batõ tõp bilimlerine göre, tüm
hastalõklar humoral ve post-humoral fizyolojiyle bütünleşmiş organizmik totaliteden
kaynaklanmaktaydõ. M.S 2.yy.’da, Yunanlõ Aristides’in yazõlarõnda bazõlarõ mental, duygusal
ve/veya psikosomatik olarak nitelindirilebilecek somatik semptomlar göze çarpmaktadõr.
32
Modern çağda psikiyatrik hastalõk ve genel tõbbi duruma bağlõ hastalõk ayrõmõ yapõlmõşsa da
beden-zihin dikotomisine bağlõ kavram kargaşalarõ günümüze kadar ulaşmõştõr(46).
İlkel toplumlarda rahatsõzlõk kavramõ hem sembolik hem de somut bir rol
oynamaktadõr. Rahatsõzlõk sadece kişisel değil, toplumsal bir sorun olarak değerlendirilir.
İnsanõ beden ve zihin ikilisinden oluşan otonom ajanlar olarak değerlendiren Batõ kültürünün
aksine ilkel toplumlarda varoluşsal ve sosyal problemlerin ve sõkõntõnõn bedensel belirtiler
üzerinden ifadesi doğal bir süreç olarak kabul edimiştir. Kişinin farklõlaşmõş beden algõsõ ve
işlevleri, ancak kültürel zeminde rahatsõzlõk olarak değerlendirilecek davranõş değişikliklerine
yol açtõğõnda hastalõk oluşmuş demektir. Bu toplumlarda beden ve bozukluklarõ sembolik bir
anlam ifade eder ve somatik atõflar “idioms of distress”in önemli öğeleridir(22,46). Bedensel
ifadeler, sadece bir rahatsõzlõk sürecinin değil, aynõ zamanda sosyal ve varoluşsal problemlere
bağlõ kaygõlarõn, huzursuzluğun iletimidir, yani birey “kültürel ve sosyolojik” olarak somatize
etmektedir. İletişim için kulanõlan bedensel dilin semantiği kendilik, kişilerarasõ ilişkiler, doğa
ve doğaüstünü içerir ve toplumsal yaşamõn sosyal dinamiklerinde rol oynayarak, toplumun
davranõşsal çerçevesinin çizilmesinde önemli rol oynar(46, 85,86).
Fabrega somatizasyonun batõ tõbbõnõn kültürel ve tarihsel gelişimi süreci içerisinde
psikiyatrik hastalõğa karşõ tõbbi hastalõk kavramõnõn gelişmesiyle ortaya çõktõğõnõ ileri
sürmektedir(46,85). Bedensel bulgularõn belirgin olduğu somatizasyon, tõbbi psikoloji,
psikanaliz, davranõşsal tõp ve psikosomatik geleneği ile yakõndan ilişkilidir.
Batõ toplumlarõnda sõkõntõnõn somatize edilmesinin (bedenselleştirilmesinin) infantil,
regresif, ilkel ve hiç sofistike olmayan bir tutum olduğu görüşü ağõrlõktadõr(46). Oysa
Kirmayer ve Young’a göre stresin somatik olarak ifade edilmesi ruh sağlõğõ hizmetlerinin çok
gelişkin olmadõğõ yerlerde kaçõnõlmazdõr ya da psikiyatrik bozukluklarõn stigmatize edildiği
topluluklarda akõllõ bir tercih bile olabilir (38,63,86). Bu tür toplumlarda sõkõntõnõn somatize
edilmesi sosyal çevre ile uyumu ve sosyokültürel destek alõnmasõnõ sağladõğõ için daha
gelişkin ve daha uyuma yönelik bir mekanizma bile olabilir. Bu toplumlarda somatizasyon
hem sosyal desteği sağlar hem de hastayõ, sosyal ilişkilerini zedelemeden hoş görülebilir bir
zemine yerleştirir. Pek çok yazar geleneksel kültürlerde sosyal uyumsuzluğun ya da duygu
durumu bozukluğunun somatik belirtilerle ortaya çõktõğõnõ belirtir (2,32,38,46).
Bunun yanõsõra Escobar ve ark. bazõ kültürlerde, semptomlarõn bedensel ifadesinin,
psikolojik
semptomlarõ tarif edecek
sözcük
ve
kavramlarõn
yetersiz
olmasõndan
kaynaklanabileceğini öne sürmüşlerdir. Dolayõsõyla psikopatolojinin, yaşantõlanan fakat
bilişsel olarak açõklanamayan semptomlarõ, toplumda kabul gören fiziksel terimlere dönüşerek
açõğa çõkabilmektedir(13, 131).
33
Hofstede (2003), kültürün psikopatolojiyi yordayan özelliklerini araştõrmõş ve
sõnõflandõrmõştõr. Buna göre somatizasyon, bireysel kültürlerden çok kollektivist kültürlerde,
kişilerarasõ etkileşimin egosantrik temellere oturtulduğu Batõ toplumlarõndan ziyade,
ilişkilerin uzun dönemli olmaya yöneldiği konfüçyan öğeler taşõyan sosyosantrik toplumlarda,
kendiliğin kaçõngan, az verbalize edildiği sezgiselliğin ağõr bastõğõ toplumlarda daha sõk
gözlendiğini öne sürmüştür(2,132).
Her kültürün yaşadõğõ zorluklarõ ifade etmek ve iletişimde bulunmak üzere kullandõğõ
kendine özgü sembolleri, değişik anlatõm biçimleri ve sosyal ritüelleri vardõr(79,86133).
Kişinin bedensel semptomlar bildirmesi, hastalõğõn kültürel modelinin bir şifresi veya
huzursuzluk ifadesi(idioms of distress) olarak anlaşõlabilir. Kültürel modeller, semptomlara
özgü kelime haznesi oluşturur ve bunun ötesinde semptomlara ve onlara bağlõ acõlara
açõklamalar getirir(38). Huzursuzluğun somatik söylemi, somatik, emosyonel ve sosyal
anlamlar taşõmaktadõr.
Good, İran’da “kalpte sõkõntõ” söyleminin, kayõp ve yas sürecinin kişisel ve sosyal
boyutlarõyla ilgili, kültürel, ortak bir ifade yolu olarak anlaşõlabileceğini göstermiştir(38).
Ortadoğu’da kalbe sõkça yapõlan atõflar, potansiyel bir hastalõk belirtisinden çok, çeşitli
duygularõn doğal metaforlarõdõr. Danimarka’da, 75 göçmen Türk kadõnõ üzerinde yaptõğõ bir
çalõşmada Mirdal, göçmen kadõnlarda somatizasyona bir meyil olduğunu söylemiştir.
“Göğüste sõkõşma”nõn en belirgin somatik yakõnma olduğu öne sürülmüş, kas ağrõsõ, baş
ağrõsõ, boğazda şişlik, nefes darlõğõ ve boğulma hissini de bu grupta sõk rastlanan belirtiler
olarak sõralanmõştõr(2,134). Hollanda’da 563 kadõn, 262 erkek Türk göçmen üzerinde yapõlan
bir araştõrmada da minör psikiyatrik bozukluklarõn göçmenlerde normal popülasyona göre
daha sõk görüldüğü saptanmõş, özellikle“göğüste sõkõşma”gibi yakõnmalar iletildiğinde
somatizasyon ve altta yatan stres faktörleri açõsõndan daha detaylõ sorgulama yapõlmasõ
önerilmiştir(135).
Benzer olarak Baarnheim ve Ekbland(2000), Stockholm’de yaşayan Türk göçmen
kadõnlarda da
somatizasyon eğiliminin sõk olduğunu söylemişler ve bu grup tarafõndan
sõkõntõnõn “yürek kalkmasõ” şeklinde tarif edildiğini göstermişlerdir. Bu sonuçlarõn,
somatizasyonun yaşama alanõndan çok kültür ile ilişkili olduğu şeklinde yorumlanabileceği
belirtilmiştir(79,133,136).
Göç olayõnõ psikoanalitik açõdan yorumlayan Grinberg ve Grinberg’e (1999) göre,
göçmenin güvensizliğini, “bilinmeyenle” karşõlaşma anksiyetesi ve bu anksiyeteye eşlik eden
çatõşmalar ve regresyon belirlemektedir. Bu çatõşmalar onda yabancõlaşma ve karmaşa
yaratõrken, kimliğinin değişik yönleri arasõnda çatõşmalar kaçõnõlmaz olabilir, yalnõzlõk,
34
izolasyon duygularõ depresif eğilimleri çoğaltõr ve şiddetlendirir. Bu güçlüklerle başa
çõkamadõğõ zaman çatõşmalar yer değiştirebilir, psikosomatik bozukluklar ortaya çõkar,
örneğin sindirim sistemi bozukluklarõ göç eyleminin iyi hazmedilmediğini gösterir. Bu
durumda tabloya hipokondriyak uğraşlar, fanteziler egemen olabilir (88). Diğer yandan dil ve
iletişimle ilgili sorunlar, kendini ifade etme yolunda değişik arayõşlara yol açmakta ve duygu
dõşavurumu sözel iletişimden farklõ bir yöne, bedene kaydõrõlmaktadõr(87).
Afyon’un Emirdağ ilçesinden Belçika’ya göç eden Türkler üzerinde yapõlan bir
çalõşmada,
Çevik
(1999),
bu
toplumun
geleneklerini,
göreneklerini
Türkiye’deki
yakõnlarõndan daha sõkõ bir şekilde sürdürdüklerini ve dini kimliklerini daha etkin bir şekilde
ortaya koyduklarõnõ göstermiştir. Yine aynõ çalõşmada, bu toplumda psikosomatik belirtilerin
de çarpõcõ bir şekilde yüksek oranlarda görüldüğü gösterilmiştir(2,137).
Sõkõntõ ve huzursuzluğun çoğunlukla bedensel belirtilerle ifade edildiği Türk
kültüründe, sõkõntõyõ dile getirirken “kalbim sõkõşõyor, kalbim ağrõyor, göğsüm daralõyor” gibi
söylemlerle sõkça kalbe atõf yapõldõğõ çeşitli çalõşmalarda gösterilmiştir(134,136,138). Ancak
2003 yõlõnda, Urfa civarõnda karõnda atma/çarpõntõ hissi gibi kalple ilgili olmayan somatik
belirtilerle psikiyatrist olmayan hekimlere başvuran ve kendilerinde "Hafirgan” olduğunu
söyleyen vakalar görülmüş ve kültüre bağlõ bir sendrom olarak tanõmlanmaya aday bir
belirtiler bütünü ortaya konmuştur (138). “Hafirgan Sendromu” olarak adlandõrõlan bu
semptomlar bütününde, sözel olarak ifade edilemeyen anksiyetenin, somatik dil aracõlõğõyla
bedenin karõn bölgesi üzerinden anlatõm yolu bulduğu öne sürülmüştür(138).
Kültürel, kültürlerarasõ ve sosyolojik farklõlõklarõn diğer psikiyatrik bozuklukarõn
belirtileri gibi somatizasyonun özelliklerini de etkilediği açõktõr. Pekçok kültürel gelenek,
etnofizyolojik teorilere dayalõ sosyosomatik teoriler geliştirerek, sosyal durumlarõ bedensel
belirtiler ve hastalõk yaşantõsõyla bağlantõlandõrmõş, böylelikle hastalara belirtilerini
açõklayabilecekleri ortak kültürel bir yol açmõştõr. Bu açõklamalarõn biyomedikal nosyonlara
uygun olma zorunluluğu yoktur(65). Bununla birlikte, bu alanda yapõlan araştõrmalarõn
sonucunda somatizasyonun farkõ kültürlerdeki klinik ve genel görünümü, sõnõflandõrõlmasõ,
tanõsõ, gidişatõ ve sonlanõmõ üzerinde fikir birliğine varõlamamõştõr. Araştõrmalarõn genellikle
psikiyatrik görüşme için başvurmuş psikopatolojisi fazla olan, dolayõsõyla toplumu temsil
etmeyen örneklemler üzerinde yapõlmasõ, kültüre özgü semptomlara ve sõkõntõyõ ifede etme
şekline duyarlõ olmayan yöntem ve gereçlerin kullanõmõ, standart tanõ ölçeklerinin eksiliği,
birçok çalõşmada objektif bulgularla, çõkarsama ve spekülasyonlar arasõndaki sõnõrõn
belirsizliği, çalõşmalarõn sonuçlarõnõ etkilemektedir(38,41,86).
35
Çeşitli toplumlarda psikiyatrik bozukluklarõ stigmatize etmeye olan eğilim, hastalõk
davranõşõnõ ve yakõnmalarõn ifade şeklini etkiler. Bhugra ve Mastroianni (2004), her an
heryerde ortaya çõkabilen ve pekçok mental hastalõğõn belirtisi olabilen somatizasyonu doğru
değerlendirmenin erken tanõda faydalõ olabileceğini öne sürerken stigmatizasyonun etkilerini
hafife almõşlardõr (Bhui, 1999). Nitekim birçok yeni ve etkin tedavi yöntemine rağmen batõ
toplumlarõnda “etiketlenmek”ten endişe eden hastalar depresyon için tedavi talebinde
bulunmamaktadõrlar. “Stigma”nõn etkisinin net olarak anlaşõlmasõ hem hastalõk yaşantõsõnõn
ve anlamõnõn kültürel boyutlarõnõ ele almada hem de kültüre uygun ve etkili tedavi stratejileri
geliştirmede oldukça önemlidir.
Hindistan Dangalore’de Rugram ve ark.(1996), depresyon yaşantõsõnõ değerlendirmek
için yaptõklarõ bir çalõşmada, hastalarõn“stigma” algõlarõnõ araştõrmõşlardõr. Sonuç olarak
depresyon şiddetinin stigma skorlarõyla doğru orantõlõ olarak arttõğõ, somatizasyonun ise daha
az stigmatizasyonla ilişkili olduğu bulunmuştur. Hastalarõn öyküleri, depresyonu sosyal bir
dezavantaj olarak algõladõklarõnõ somatizasyona ise böyle bir anlam atfetmediklerini ortaya
koymuştur. Somatizasyonun daha az stigmatize edici olmasõ, belirtilerin hasta olmayan
popülasyonda da zaman zaman ortaya çõkmasõyla ilgilidir. Görüldüğü gibi psikiyatrik
bozukluklarda stigmatizasyon sadece batõ toplumlarõnda değil, doğu kültürlerinde de
rahatsõzlõklarõ ve hastalõklarõn ifadesinde önemli rol oynamaktadõr. Ancak duygusal
sõkõntõlarõnõ somatize ederek ifade edebilen doğu toplumlarõnõn aksine batõ toplumlarõnda
somatizasyon hala bir muammadõr(139).
Bununla birlikte, yakõn zaman kadar tipik olarak sadece Afrika ve Asya toplumlarõ
gibi batõlõ olmayan kültürlerde görüldüğü ididia edilen somatizasyonun son dönemde yapõlan
çalõşmalarda “herzaman ve heryerde” ortaya çõkabildiği gösterilmiştir(38,70,140). Bu
çalõşmalara dayanarak, batõ toplumlarõnda da somatizasyona sõklõkla rastlandõğõ, somatoform
bozukluk tanõ grubu içinde yer bulan somatizasyonun, stigmatize edilen kavramlar arasõnda
yer aldõğõ dahi söylenebilir.
Psikiyatrinin tarihsel gelişim sürecinde, Avrupa ve Anglo-Amerikan kültürlerde
psikolojize etme(psychologization) eğilimi ağõr basmõş, depresyon, anksiyete bozukluklarõ
gibi kavramlar psikiyatrideki yerlerini sağlamlaştõrõrken, histeri nöroloji ile nöropsikiyatri
sõnõrõnõn belirlenmesinde bir miktar rol oynamõş, ancak hiçbir zaman majör depresyon veya
şizofreni gibi bozukluklar kadar tipik psikiyatrik bir olgu olarak görülmemiştir(41,46).
Gerek Avrupa ve Güney Amerika’daki Latin ülkelerinde gerekse Kuzey Amerika’daki
Latin kökenliler de fiziksel bir rahatsõzlõğa bağlõ olmayan somatik yakõnmalara Anglo-sakson
kökenlilere göre daha sõk rastlanõr(38). Peru’lu depresyon hastalarõnõn A.B.D’deki depresyon
36
hastalarõyla karşõlaştõrõldõğõ bir çalõşmada, Peru’lu grupta diğer gruba göre anlamlõ olarak daha
fazla somatik yakõnma olduğu gösterilmiştir(2,141,142). Zaten Porto Riko
ECA
(Epidemiologic Catchment Area) çalõşmalarõnda da genel popülasyonda somatizasyonun
Porto Rikolular’da A.B.D’li popülasyondan 10 kat daha fazla görüldüğü ortaya konmuştur.
Escobar ve arkadaşlarõ’nõn 1983 yõlõnda Kolombiya’lõ depresyon hastalarõyla A.B.D’li
hastalarõ karşõlaştõrdõklarõ çalõşmada, depresyonun Kolombiya’lõ grubta somatik yakõnmalar,
Amerika’lõ grupta ise anhedoniyle ortaya çõktõğõnõ bulmuşlardõr(38,141). Latin ülkelerini
kendi aralarõnda kõyaslayan çalõşmalarda Porto-Riko’da somatik belirtilerin Meksika’dan daha
fazla görüldüğü saptanmõş(143) ve bu farklõlõğõn Porto Riko’nun geleneksel Hispanik
kültürün sürdürüldüğü bir ada olmasõna karşõn Meksika’da daha şiddetli bir akültürasyon
süregelmesinden kaynaklandõğõ iddia edilmiştir(2,143). Bu görüşü destekleyen diğer bir
çalõşmada Amerika’da yaşayan yaşlõ Meksikalõ kadõnlarda gençlere göre daha yüksek
oranlarda somatizasyon olduğu gösterilmiştir(70,75,77,78). Porto Rikolu, Amerika doğumlu
Meksikalõ kökenli Amerikalõlar’õ, Meksika doğumlu Meksika kökenli Amerikalõlar’õ ve
Hispanik olmayan beyazlarõ içeren bir çalõşmada, Portro Rikolu kadõnlarõn Somatik Semptom
Endeksi(SSI) kriterlerine göre en yüksek, Hispanik olmayan beyaz kadõnlarõn ise en düşük
puanõ aldõklarõ görülmüştür. Cinsiyet açõsõndan değerlendirildiğinde Porto Rikolu kadõnlarla
erkekler arasõnda somatizasyon skorlarõ açõsõndan anlamlõ bir fark bulunmamõştõr. Bunun
nedeni Porto Rikolular’õn akõl hastalõklarõnõ stigmatize etmeye meyilli olmalarõ, emosyonel
dõşavurumlarõn erkekler tarafõndan zayõflõk olarak görülmesi, psikolojik zihinliliğin yeterince
gelişmemiş olmasõ ve fizksel semptomlar nedeniyle sağlõk hizmetlerine başvurmanõn daha
meşru ve daha kolay olmasõ gibi kültürel etmenlerle ilgilidir(75,93). İzlem sõrasõnda eldeki
veriler değerlendirildiğinde bu vakalarõn, yüksek oranda affektif/anksiyete bozukluğu, daha
düşük oranlarda affektif bozukluk, anksiyete ve somatizasyon bozukluklarõ dõşõnda kalan
primer psikiyatrik hastalõk veya daha da düşük oranda somatoform bozukluk tanõsõ aldõklarõ
görülmüştür. Bununla birlikte eşlik eden gerçek bedensel bir hastalõğõn varlõğõnda, bu kronik
bedensel hastalõk tedavi edildikten veya kontrol altõna alõndõktan sonra bile SSI’den yüksek
puan alanlarõn, düşük puan alanlara göre anlamlõ olarak daha fazla yetiyitimi yaşadõklarõ
gözlenmiştir(38,78, 93).
Endüstrileşmiş toplumlarda ise somatizörlerin daha çok alt sosyo-ekonomik sõnõftan,
eğitim seviyeleri düşük kişiler olduklarõ ve varoşlarda yaşayan dindar kesimde somatizasyon
eğiliminin daha fazla olduğu inancõ yaygõndõr(2,38,43).
Multi-etnik gruplarõn yaşadõğõ Kanada Montreal’de birinci basamak sağlõk
hizmetlerine başvuran Anglophone Kanada-doğumlu, Francophone Kanada-doğumlu,
37
Karayip doğumlu, Vietnamlõ ve Filipinliler’in karşõlaştõrõldõğõ bir araştõrmada, göçmenlerle
Kanada doğumlularõn birinci basamak sağlõk hizmetlerini kullanma oranlarõ arasõnda farklõlõk
saptanmamõş, ancak göçmen gruplarõn akõl sağlõğõ ile ilgili merkezlere başvurma oranlarõnõn
Kanadalõlar’a göre düşük olduğu görülmüştür. Vietnamlõ erkeklerin diğer gruplara göre daha
fazla somatik yakõnma belirttiği bu çalõşmada Filipin etnik grubunda da somatik skorlar
yüksek bulunmuştur. O halde denebilir ki aynõ gelişmiş şehirde yaşayan ve aynõ sõklõkta sağlõk
hizmeti alan etnokültürel gruplarõn bazõlarõ sadece bedensel belitiler için sağlõk merkezlerine
başvurma eğilimindedirler ve psikososyal sõkõntõlarõ için çare aramazlar. Diğer yandan tüm
etnokültürel gruplarda emosyonel sõkõntõlarla somatik sõkõntõlar hemen herzaman ilşkilidir ve
an fazla somatik yakõnmasõ olan, dolayõsõyla en fazla tõbben açõklanamayan belirtilerden söz
eden grup aynõ zamanda emosyonel huzursuzluğun en yüksek düzeyde olduğu gruptur(38).
Zihin-beden dualizminin olmadõğõ doğu toplumlarõnda ve Kuzey Amerika’nõn bazõ
etnokültürel gruplarõnda(38), somatik ve psikolojik semptomlarõ birarada tanõmlayan hastalõk
tanõlarõ hala popülerdir. DSM-IV’te Kültüre Bağlõ Sendromlara yer verilmiş olmasõ bu
popülariteyle ilşkilendirilebilir(144).
Kültüre-bağlõ sendrom (KBS) tanõmõ, daha çok ruh hastalõğõnõn halk tarafõndan
anlaşõlma ve kavramlaştõrõlma biçimlerini yansõtmaktadõr. KBS’larõn belirli kültürlere, aynõ
veya yakõn coğrafi bölgelerde yaşayan topluluklara has olduğu ve tanõmlanmõş bazõ insan
gruplarõnda
daha yaygõn olarak görüldüğü varsayõlmaktadõr(145,147). Bu sendromlarõn
çoğunda temel belirtiler somatik olup, bu belirtiler sõklõkla duygusal (emosyonel) bir
sõkõntõyla beraberdir veya bu duygusal (emosyonel) durumun ifadesidir Kültüre bağlõ
sendromlar(KBS), bedenle ilgili etnofizyolojik düşüncelerin kültüre özgü semptom ve
yakõnmalarõn ortaya çõkõşõnda nasõl etkili olduklarõnõ gösterir(38,145,146).
Bazõ durumlarda sõkõlõkla kültüre özgü davranõşlar ve duygusal dõşavurumlar söz
konusudur. Kültüre bağlõ sendromlar(KBS), belirtilerin değişik kültürlerde farklõ nedenlere
bağlandõğõ genelleşmiş somatizasyon örnekleri olarak kabul edilmektedir. Örneğin, Güney
Asya’da özellikle Hindistan’da görülen Dhat sendromunda, idrarla birlikte semen kaybõ
nedeniyle yaşamsal cevherin giderek azaldõğõna dair hipokondriyak uğraşlar ve tükenme
korkusu hakimdir. Sõkõlõkla depresyonun eşlik ettiği, ancak sadece fiziksel belirtilerin dile
getirildiği bir durumdur. Panik atak benzeri belirtileri olan ve kişinin genital organlarõnõn
karnõna doğru geri çekildiği hissiyle birlikte aniden ölüm korkusunun başladõğõ bir sendrom
olan koro (ya da suo-yang), daha çok Güney ve Doğu Asya ülkelerine özgüdür(147,148).
Koreliler’de görülen hwa-byung, bastõrõlmõş kõzgõnlõk ve öfkenin somatik ifadesi olarak kabul
edilmektedir(2,146).
38
Başta Çin olmak üzere Uzak Doğu kültürlerinde somatizasyon psikiyatrik bozukluğun
önde gelen sunumudur. Bazõ çalõşmalar, Çin’de depresyonun hayat boyu yaygõnlõğõnõn Kuzey
Amerika’dan yüzlerce kat daha az olduğunu göstermiştir. Dünya Sağlõk Örgütü’nün aynõ
bölgede yaptõğõ çalõşmada benzer sonuçlar elde edilmiş ve yine benzer sonuçlar Tayvan’da da
bildirilmiştir(38). Bu sonuçlara göre ya Doğu Asya insanõnõn depresyona karşõ genetik bir
koruma altõnda olduğu ya da Doğu’da depresyonun Batõ’dan farklõ özelliklerle seyrettiği öne
sürülebilir. Hsu ve Folstein’õn açõklamasõ “Çinliler’in Batõlõlar’a göre bedenleriyle daha
meşgul olduklarõ ve somatizasyonu anhedoniye göre daha kolay ve rahat olarak
değerlendirdikleri” yönündedir(2). Nitekim Tseng (1975) Tayvan’da psikiyatri hastanelerinde
yatan hastalarõn %70’inin somatik belirtiler gösterdiğini, Parker ve arkadaşlarõ (2001) depresif
hastalarõn
Batõ’da
%13’ünün,
Çin’de
%60’õnõn
somatik
yakõnmalar
sergilediğini
göstermiştir(146,148).
Depresyon tanõsõ almõş Türk ve İngiliz hastalarõ karşõlaştõrdõğõ bir çalõşmada
Uluşahin(1994), Türk hastalarõn sõklõkla somatik anksiyete, irritabilite, hipokondriak
meşguliyetler ve histerik yakõnmalar ilettiklerini, İngilizler’de ise keder, ilgi, istek kaybõ ve
depresif mizacõn tabloya hakim olduğunu görmüştür(37, 148,149).
KBS’larõn dünya çapõnda çeşitlemelerinin bulunduğu öne sürülmekle birlikte, bu işlev
bozukluklarõnõn klinik görünümlerine kültürün verdiği renk çok belirgindir ve etiyolojilerine,
klinik görünümlerine yönelik açõklamalar, belirli kültürler için, benzeri olmayan birtakõm
etkenleri vurgulamaktadõr(2,146).
Hekimlerin tanõmlayamadõğõ bedensel belirtileri olan vakalarõn genellikle bu belirtiler
için kendi kültürlerine ait açõklamalarõ vardõr. Bu açõklamalar, biomedikal teorilerle uyumlu
olamayacaklarõna göre, kişinin sõkõntõsõnõ ifade etmeye ve sağlõk hizmeti alma hakkõ
kazanmasõna hizmet ederek, rahatlatõcõ ve tedavi edici rol oynarlar(63,65). Hastalarõn
yakõnmalarõnõ değerlendirirken, kültürel ve sosyal etkilerin göz ardõ edilmesi veya bu konuda
yeterli bilgiye sahip olunmamasõ, sõklõkla ruhsal sõkõntõnõn bir ifadesi olabilen bedensel
belirtilerin, klinisyen tarafõndan yanlõş yorumlanmasõna, buna bağlõ gereksiz arayõşlara ve
yanlõş tedavilere neden olabilir(63,65). Şekil 1.’de; fizyolojik, psikolojik ve sosyokültürel
faktörlerin somatizasyona etkisi ve somatizasyonun bütüncül bir şemasõ görülmektedir(38).
39
Fiziksel hastalõk, fizyolojik
değişiklikler
Fizyososyal stress,
psikiyatrik bozukluklar
Fizyolojik
Düzensizlik
Duygusal
Uyarõlma
Kişilik
özellikleri
nörotisizm,
B
Bedensel duyumlara
yönelen dikkat
Psikolojik
mekanizmalar
A
Duyumlarõn hasta
olma durumuna
atfedilmesi
Geçmiş
hastalõk
yaşantõsõ
Hasta olma endişesi,
katastrofize edilmiş
moral bozukluğu
Yardõm arama
C
E
Kişilerarasõ
iletişim
Huzursuzluk, İnkar &
Yetiyitimi
Aile, sağlõk
hizmetleri,
çalõşma durumu
ve koşullarõ,
yetiyitimi,
sosyal güvence
sistemi
D
Sosyal Yanõt
Tutarsõz ve
düzensiz
aktivite ve
sosyal etkileşim
Şekil 1. Bütüncül somatizasyon modeli: Fizyolojik, psikolojik, kişiler arasõ ve sosyokültürel faktörler, tõbben
açõklanamayan ve yetiyitimine sebep olan kõsõr bir semptom büyütme döngüsünü etkiler. A-Hasta olma
endişesi ve kötümser düşünceler, duygusal uyarõlõmõ tetikleyerek anksiyeteye sebep olur ve otonomik
aktivasyon sonucu hiperventilasyona bağlõ somatik belirtileri oluşturur. B-Hasta rolü ve aktiviteden
kaçõnma, fizik kondisyonda azalmaya, uyku bozukluklarõna ve benzer düzensizliklere sebep olur. C ve DHastalõk rolünün kültürel boyutlarõ, duyumlarõ patolojize etme eğilimini destekleyerek huzursuzluğu ve
yetiyitimini
arttõrõr.
E-Hastalõk
rolü,
kişilerarasõ ilişkilerde bozulmaya ve çatõşmaya neden olarak duygusal
2.5.
Semptom
Atfetme
(Atõf
teorisi)
uyarõlmayõ arttõrõr.
40
Somatizasyon kavramõnda anahtar elemanlardan biri olan “semptom atfetme” de
kültürel faktörlerle şekillenir(32,47). Toplumun, duygularõ ifade etmeye açõk veya kapalõ
olmasõ ve beden-zihin ayrõmõ konusundaki inançlarõ gibi kültürel faktörler bu anlamda
etkilidir(47). Robbins ve Kirmayer (1991), bedensel belirtilere yapõlan nedensel atõflarõ,
“bedenselleştirme (somatization)”, “ruhsallaştõrma (psychologization)” ve “normalleştirme
(normalization)” olarak belirlemişler ve bu atõflarõn değerlendirilebilmesi için Belirti
Yorumlama Ölçeği (SIQ)’ni geliştirmişlerdir(68,116).
Kessler ve arkadaşlarõ (1999), birinci basamağa başvuran 305 hastayla yürüttükleri
araştõrmada, normalleştiren atõflarõn hekimler tarafõndan önemsenmediğini ve bu açõklama
tarzõnõn depresyon ve anksiyetenin tanõnma oranlarõnõn düşmesinde önemli etkisi olduğunu
belirtmişlerdir(107). Bower ve arkadaşlarõ (2000) ise daha büyük bir grupla yürüttükleri bir
çalõşmda, hastalõk şiddeti ve yaşõn, ruhsal hastalõğõ tanõmada belirleyici olduğunu, ruhsal
hastalõğõ olan kişilerde daha fazla “ruhsal” atõf kullanmanõn, pratisyen hekimlerce tanõnmayõ
kolaylaştõrdõğõnõ göstermişlerdir. Batõlõ toplumlarda duygularõn bedensel ifadelerinin “zihinde
bulunduğu” ve dolayõsõyla “gerçek” olmadõğõ varsayõmõ ve akõl hastalõklarõna yapõştõrõlan
“suç” yaftasõ, duygularõn bedensel belirtilerle ifadesinin fiziksel bir hastalõk olarak
yorumlanmasõnõ desteklemektedir(47).
Bedenselleştirme konusundaki çalõşmalara sõklõkla dayanak oluşturan Atõf Kuramõ’na
göre, belirtilerin atfedilmesinde en temel nedensel ayrõm, durum (situation) ve kişisel eğilim
(disposition) bağlamõndadõr (32,68).
Bu kurama göre, önemsiz bedensel belirtiler yaşadõğõnda kişi bunlarõ, ya uykusuzluk,
beslenme düzensizliği, yorgunluk, aşõrõ egzersiz, çevresel uyaranlar gibi durumsal etkenlere
atfetme yoluyla normalleştirmekte ya da bu müphem belirtileri, normal olmayan ruhsal veya
bedensel özelliklere atfederek sorunlu(patolojik) algõlamaktadõr(68).
Depresyon ve Somatoform bozukuluk tanõsõ almõş 30 kişilik iki grup hastanõn
belirtilerini atfetme şekilleri
ile
ilgili
bir
çalõşmada,
depresyon tanõsõ olanlarõn
“ruhsallaştõrma”, somatoform bozukluk tanõsõ almõş olanlarõn ise “bedenselleştirme” puanlarõ
yüksek hesaplanmõş, daha fazla belirtisi olan somatoform bozukluk tanõlõ hastalarõn atõf
oranlarõnõn da arttõğõ ve bu kişilerin bedensel belirtiler ve hastalõkla ilgili yoğun zihinsel
meşguliyetlerinin olduğu, ciddi bir hastalõk geçirme korkusu yaşadõklarõ ortaya konmuştur.
(150).
"Olumsuz duygulanõm”õ (Negative Affectivity) olan kişilerin nevrotik yapõlarõ, kaygõ,
karamsarlõk, çevreye uyumsuzluk, içedönüklük, yetersizlik ve kusurlarõnõ abartma eğilimi
gibi özellikleri ve artmõş bedensel duyarlõlõklarõ nedeniyle “bedenselleştirme”, yani
41
yakõnmalarõ için bedensel atõflarda bulunma olasõlõklarõnõn yüksek olduğu söylenmektedir
(116). Diğer yandan hafif ve geçici belirtileri önemsizleştirmekte yetersizlik gösteren ve bu
geçici belirtiler için bedensel hastalõk atõflarõnõ daha kolay ve õsrarla kullanan hipokondriyak
hastalarõn, bedensel atõflarda bulunmaya meyilli diğer somatizörler gibi duygularõnõ tanõmada
zorluk çektikleri iddia edilmiştir(107,116,151).
“Duygusal uyarõlma- bedene yönelen dikkat - yaşantõlanan semptomlarõn atfedilmesi
ve bilişsel değerlendirme” kõsõr döngüsünü içeren somatik amplifikasyon(büyütme) süreci
çoklu işlevsel sistemlerde yoğun somatik(bedensel) sõkõntõya neden olur. Bu psikolojik
süreçler, belirti atõflarõnõ “patolojize etme”yi ve “hasta olma”yõdestekleyen kişilerarasõ ve
daha yaygõn olarak sosyal, toplumsal, kültürel değerlerle güdülenmektedir(38).
“Bedenselleştirme” kavramõ prevelans ve spesifik özellikler açõsõndan kültürlerarasõ
faklõlõklar gösterse de bedensel duyumlar üzerinde yoğunlaşma, bu duyumlarõ amplifiye
etme(büyütme) ve somatik sõkõntõnõn klinik ifadesine dönüştürülmesi süreci tüm kültürlerde
benzerdir(38, 86).
2.6.
Bedensel (somatik) duyumlarõn büyütülmesi (Somatosensory amplification)
Bedensel duyumlarõn büyütülmesi kavramõnõ ilk kez ortaya atan Barsky ve
ark.’dõr(151). Barsky’ye göre, bazõ bireyler, normal bedensel duyumlarõnõ yoğun, zararlõ ve
rahatsõz edici biçimde algõlama eğilimindedir(152).
Bedensel duyumlarõn büyütülmesi; bu duyumlara yoğunlaşan artmõş dikkat (veya
hipervijilans), nadir görülen hafif bedensel duyumlarla seçici olarak meşgul olma eğilimi ve
sonuç olarak bu duyumlara özgü (onlarõ daha da yoğunlaştõran ve rahatsõz edici kõlan affektifkognitif tepkilerle karakterize) abartõlõ bir algõ tarzõdõr(153,154). Bu algõ tarzõnõn
somatizasyona, (bedenselleştirmeye) yatkõnlõk oluşturduğu ve bedenselleştirme sürecinde rol
oynadõğõ öne sürülmüştür(155).
Bazõ selim bedensel duyumlarõn büyütülmesi aslen hipokondriyak hastalarda
görülmekle birlikte, sadece hipokondriyasisle bağlantõlandõrõlamaz. Çeşitli çalõşmalar, hafif
somatik duyumlarõ büyütmenin daha yaygõn bir somatizasyon süreciyle ilgili olduğunu ortaya
koymuştur(108,151,152).
Barsky, büyütme (amplifikasyon) kuramõnda bedenselleştirmenin, kortekste bedenselduyusal girdilerin işlenmesi esnasõnda, bu girdilerin bilgiyi işleyen bölgelerde abartõlõ veya
çarpõtõlmõş olarak algõlanmalarõndan kaynaklandõğõnõ belirtmiştir (154,155).
Bedensel duyumlarõn büyütülmesinin, çocukluk döneminde öğrenilmiş veya doğuştan
gelen bir “kişilik özelliği” olabileceği gibi, bazõ kişilerin duyumlarõ, çevresel faktörlere,
42
duygudurumlarõna ve uyarõlmõşlõk düzeylerine göre “durumsal” olarak büyütmelerinin de söz
konusu olduğu öne sürülmüştür(154).
Çevreye uyumsuzluk, çekingenlik, içe dönüklük, yoğun bir iç gözlemle ilişkili olan
“Olumsuz duygulanõm”(negatif affectivity) burada da karşõmõza çõkmaktadõr. Tek başõna
kendine yönelik ilginin dahi somatik yakõnmalarõ arttõrdõğõ düşünülmektedir. “Negatif
affektivite”nin özellikleri göz önüne alõndõğõnda, bedene yönelik dikkatin artmasõyla, ağrõ ve
diğer hoş olmayan duyumlarõn eşiğinin düştüğü, buna bağlõ olarak da bedensel duyumlarõn
abartõlõ algõlandõğõ öne sürülmüştür. EKG değişikliği olmadan göğüste ağrõ yakõnmasõ
iletenlerin (TPQ ile değerlendirilen) negatif affektivite puanlarõnõn, EKG’sinde iskemik
değişikliği olup da göğüs ağrõsõ iletenlerden daha yüksek olduğu gözlenmiştir(80,119).
Duygularõ tanõma ve bedensel duyumlardan ayõrt etmede güçlük, duygularõ ifade
etmede zorlanma ve dõşa dönük, somut düşünme gibi özelliklerle tanõmlanan aleksitimide,
düşlem ve fantazi dünyasõnda fakirlikle beraber sözelleştirilemeyen duygularõn bedensel
ifadelerle anlatõmõ söz konusudur(37,116). Aleksitimik bireyler, duygusal canlanmalarõnõ
yanlõş değerlendirerek, bedensel bir hastalõğa atfederler(80). İçsel psişik çatõşmalarõn yarattõğõ
gerginliği, bilinçdõşõ fantazilerle bağlayamayan aleksitimik bireyler, duygusal uyarõlmadan
kaynaklanan bedensel duyumlarõ büyüterek yoğun somatik sõkõntõ ve/veya bedensel bir
hastalõk belirtisi olarak algõlama eğilimindedirler(37,80). Aleksitimik bireylerde yüksek
negatif affektivite göz önüne alõndõğõnda bu eğilim daha iyi anlaşõlmaktadõr. Aleksitimik
bireylerin somatik duyumlarõ büyütme eğilimi, bu kişilerde psikosomatik hastalõlarõn ortaya
çõkõşõnõ tetikler(43,49).
Barsky ve ark.’nõn 1988 yõlõnda bedensel duyumlarõ değerlendirmek için üst solunum
yolu enfeksiyonu geçirmekte olan 115 hastayla yaptõklarõ bir çalõşmada, “bedensel duyumlarõ
büyütme”nin depresyon, öfke, disfori, anksiyete, hastalõk yaşantõsõ ve yetiyitimi ile ilişkili
olduğu gösterilmiş, öznel bedensel algõlarõn ve disforinin, hastalõk semptomatolojisini,
hastalõkla ilgili huzursuzluğu ve yetiyitimini belirlemede, hekim tarafõndan değerlendirilen
nesnel (medikal) morbidite şiddetinden daha etkin olduğu öne sürülmüştür. Sonuç olarak üst
solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan bir hastanõn kendisini ne kadar hasta hissettiğinin,
kişinin algõlama tarzõ, disfori düzeyi ve kõsmen hastalõğõn şiddeti ile ilgili olduğu
bildirilmiştir(154).
Spinhoven ve ark’õ(1997), “bedensel duyumlarõ büyütme”nin somatizasyona olan
etkisini araştõrmak için depresyon ve panik bozukluk tanõsõ almõş vakalardan oluşan 2 grubu
kendi aralarõnda ve kontrol grubuyla karşõlaştõrmõştõr. Her iki grubun da SCL-90
somatizasyon puanlarõ, bedensel duyumlarõ büyütme puanlarõ kontrol grubuna göre yüksek
43
bulunmuş, panik bozukluğu olan hastalarõn somatizasyon ve bedensel duyumlarõ büyütme
puanlarõnõn iki grupla da karşõlaştõrõldõğõnda anlamlõ olarak yüksek olduğu görülmüştür. Eski
literatüre uygun olarak depresyon ve özellikle de panik bozukluğu (anksiyetenin) hastalarõnõn
bedensel duyumlarõ büyütme ve somatize etme oranlarõnõn genel popülasyona göre yüksek
olduğu ortaya konmuştur. Aynõ çalõşmada, SCL-90 somatizasyon alt skorlarõyla, bedensel
duyumlarõ büyütme arasõnda anlamlõ ilişki saptanmõştõr(156).
Wise ve Mann, depresyon ve anksiyeteden bağõmsõz olarak bedenselleştirme ve
bedensel duyumlarõ büyütme arasõndaki ilişkinin varlõğõndan söz etmiştir. Yüz psikiyatri
hastasõyla yürüttükleri çalõşmada Wise ve Mann depresyon ve anksiyeteden bağõmsõz olarak
“bedensel duyumlarõ büyütme” ile bedensel belirtilere “ruhsal atõf” ta bulunmanõn bağlantõlõ
olduğunu belirlemişler ve aynõ çalõşmada, aleksitimi ve bedensel duyumlarõ büyütmenin
yalnõzca kadõn hastalarda anlamlõ bağlantõ gösterdiğini ortaya koymuşlardõr(153).
Fonksiyonel dispepside, aleksitimi ve bedensel duyumlarõ büyütmeyi değerlendirmek
amacõyla yaptõklarõ çalõşmada Michael P. Jones ve ark.’õ(2004) dispepsisi olan hastalarõn
bedensel duyumlarõ büyütme ve aleksitimi skorlarõnõ kontrol grubuna göre anlamlõ olarak
yüksek bulmuşlar, ancak aleksitimi ile bedensel duyumlarõ büyütme arasõnda bir korelasyon
saptamamõşlardõr. Diğer yandan bedensel duyumlarõ büyütme skorlarõ ile SCL-90
somatizasyon alt ölçek puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fakat sõnõrlõ bir ilişki
bulunmuştur(80). Aleksitiminin, bedenselleşme sürecinin bilişsel içeriğine katkõda bulunduğu,
bedensel duyumlarõ büyütmenin de duyusal faktör olarak sürece dahil olduğu öne
sürülmüştür(80,153).
Sayar ve ark.’õ ayaktan tedavi gören 100 depresyon hastasõnda bedenselleştirmenin
yordayõcõlarõnõ araştõrmõşlar, somatizasyonun (SCL-90 modifiye edilmiş somatizasyon
altölçeği) depresyon, anksiyete, bedensel duyumlarõ büyütme, hipokondriyak kaygõlar ve
aleksitimi ile bağlantõlõ olduğunu saptamõşlar, depresyonda somatizasyonun eşlik eden
anksiyete, bedensel sõkõntõyõ büyütme eğilimi ve emosyonel huzursuzluğu tanõmlama ve
iletmede güçlük ile ilişkili olduğunu sonucuna varmõşlardõr. Aynõ çalõşmada bedensel
duyumlarõ büyütmenin, depresif hastalarda, anksiyete, aleksitimi ve depresyondan bağõmsõz
olarak bedensel belirtilerin yordayõcõsõ olduğu söylenmiştir(113).
Barsky ve arkadaşlarõ bedensel duyumlarõ büyütme ile depresyon arasõnda
kuvvetli(154), Muramatsu ve arkadaşlarõ ise zayõf bir ilişki olduğunu saptamõşlardõr(260).
Güleç ve arkadaşlarõnõn bir çalõşmasõnda,
depresif grubun bedensel duyumlarõ büyütme
skorlarõ, kontrol grubuyla karşõlaştõrõldõğõnda anlamlõ bir fark bulunmamõştõr(37,107,153).
44
Sayar ve arkadaşlarõ (2003), depresyondaki bedenselleştirmenin, bedensel duyumlarõ büyütme
ile doğru, eğitim seviyesi ile ters orantõlõ olduğunu tespit etmişlerdir(107,113).
Bedensel duyumlarõ büyütme özelliğinin antidepresan tedavi ile azalõp azalmadõğõnõ
değerlendirmek için Sayar ve ark.’õ (2005) fibromiyalji tanõsõ almõş hastalarla, depresif
hastalarõn bedensel duyumlarõ büyütme puanlarõnõn antidepresan tedaviye verdikleri yanõtõ
karşõlaştõrmõşlardõr. Depresif hastalarda antidepresan tedavi ile depresyon ve bedensel
duyumlarõ büyütme azalõrken, fibromiyaljili hastalarda tedavinin sadece depresyonu azalttõğõ
bedensel duyumlarõ büyütme üzerinde etkisi olmadõğõ saptanmõştõr(157).
Bedensel duyumlarõ büyütme ile somatizasyon arasõndaki ilişki çeşitli çalõşma
sonuçlarõyla ortaya konduğu gibi çelişkilidir. Bu noktada somatizasyonu ve somatik
duyumlarõ değerlendirmede ölçeklerin kõsõtlõlõğõ, kültürel, sosyal, ailesel, kişilerarasõ ve
bireysel özelliklerin hem somatik belirtileri, hem de somatik duyumlarõ algõlamada etkili
olmalarõ, somatik belirtilerin psikolojik yordayõcõlarõnõ tanõmlayamamanõn getirdiği belirsizlik
gibi faktörlerin rol oynadõğõ düşünülmektedir.
2.7.
Somatizasyonun ölçülmesi ve tanõ
Somatizasyonun belirgin bir bozukluk ya da tanõ kategorisinin ötesinde, belli
hastalõklarõ işaret eden semptomlardan bir tanesi, geçici bir stres reaksiyonu, çeşitli psikiyatrik
hastalõklara eşlik eden ya da psikiyatrik hastalõğõn ana belirtisi olarak ortaya çõkan tanõmsal
bir kavram olarak değerlendirlebileceği açõktõr.
Bu nedenle, somatizasyonun direkt tanõsõna yönelik gereçlerden çok, somatizasyonun
şiddetini ölçen, yordayõcõlarõnõ tanõmlayan, başka psikiyatrik durumlar veya duygularla
ilişkisini değerlendiren, kişilerin bedensel duyumlarõnõ nasõl yorumladõklarõnõ veya neye
atfettiklerini sorgulayan ölçekler mevcuttur. Bu ölçekler;
SCL-90, BSI: Belirti tarama listesi ve onun kõsaltõlmõş versiyonu olan Kõsa semptom
envanterinin somatizasyon alt ölçekleri, SSAS:Beden duyumlarõnõ büyütme/abartma ölçeği
BYÖ:Belirti yorumlama ölçeği, SSI-5, SSI 4/6:Somatik semptom envanteri, MMPI
(hipokondriya alt ölçeği) ve DIS’tõr.
Farklõ çalõşmalarda bu ölçeklerin belirti tarama veya tanõ için geçerli ve güvenilir
olduklarõ gösterilmişse de, somatizasyonun tanõsõ herşeyden önce, belirtilerin etiyolojisinin
ayrõntõlõ ve ayõrõcõ sorgulamasõnõ, bununla birlikte subjektif bedensel yakõnmalarla, objektif
medikal bulgularõn ve laboratuar tetkiklerinin birlikte değerlendirilmesini gerektirir(159).
45
2.8.
Tedavi
Somatizasyonun
tedavisi
hastanõn
fiziksel,
psikiyatrik
ve
psikososyal
değerlendirilmesini içerir. Çalõşmalar psikiyatrik danõşmanlõk altõnda yürütülen birinci
basamak sağlõk hizmeti maliyetinin daha düşük olduğunu göstermektedir. Harcamalardaki
azalmalar daha çok hastaneye yatõşlardaki azalmaya bağlõdõr(36).
Ayrõntõlõ bir öykü ve genel tõbbi değerlendirme mutlaka gereklidir. Eldeki verilerle
hastalõk tanõsõ konamõyorsa hastaya çok da kesin olmayan, yumuşak ifadelerle psikiyatrik
değerlendirmenin gerekli olduğu anlatõlõr. Psikiyatrik muayenede özellikle, sõklõkla somatik
yakõnmalarla ifade edildiği bilinen depresyon ve anksiyete belirtilerine dikkat edilmelidir.
Yeni başlamõş bir tablo söz konusuysa stresör faktörler sorgulanõr, gerekirse aile üyeleriyle
görüşülür. Somatizasyona yatkõnlõk yarattõğõ bilinen kişilik özellikleri araştõrõlõr(18,36,45).
Çeşitli çalõşmalar tedavi ile ilgili üç önemli hedefi ortaya koymaktadõr:
1. Hastayla sõkõ bir terapötik ortaklõk kurulmalõdõr. Böyle bir ortaklõk kurmada ilk adõm
hekimin, hastanõn acõ ve õzdõrabõnõ kabul etmesidir. Hastanõn tõbbi öyküsünü ve tõbbi
kayõtlarõnõ dikkatli bir şekilde incelemek genellikle yeni başlayan terapötik bağlarõ
güçlendirir. Bu tutum hastaya hekimin onu anlamak için zaman ayõrõp çaba harcamaya istekli
olduğunu gösterir.
2. Hastayõ somatizasyonun özellikleri ile ilgili olarak bilgilendirmek gereklidir. Cloninger
(1986) hastayõ ayrõntõlõ olarak bilgilendirmeyi önermiştir. Hastaya "deli" olmadõğõnõ, tõbbi
olarak bilinen bir hastalõğõ olmasõna karşõn bu durumun süregen bir ruhsal veya fiziksel
yõkõma veya ölüme yol açmayacağõnõ açõklamak onu rahatlatõr. Ancak klinisyen hastalõğõn
gidişi, hedefler ve tedavi planlarõnõ tartõşma noktalarõnda dikkatli bir denge kurmalõdõr(105).
3. Tutarlõ güvenceler sağlamak gereklidir. Somatize eden hastalar sõklõkla hekimin yeterli bir
değerlendirme yapmadõğõ konusunda kaygõlõdõr ve bu nedenle farklõ bir hekimden yardõm
isteyebilirler. Bu durumda ortaya çõkarõlamayan fiziksel hastalõklarõn düzenli olarak
değerlendirildiği konusunda hastaya güven verilmeli, yakõnmalarõnõ açõklayacak hiçbir
fiziksel neden olmadõğõ, ancak yakõnmalarõn "stres" ile bir bağlantõsõ olabileceği, kişilerarasõ,
toplumsal ya da mesleki sorunlarla bir ilişkisi olduğu anlatõlmalõdõr. Bu tip ilişkilerin
tartõşõlmasõ, hastaya böyle sorunlarõn somatik ya da psikolojik belirtileri ortaya çõkartabileceği
konusunda içgörü kazandõrõr(41,58).
Somatizasyonun tedavisi, geçmişte çeşitli nedenlerle hakettiğinden daha az değer ve
ilgi görmüştür. Son zamanlarda konuyla ilgili araştõrmalar tüm somatize eden hastalarõ
kapsayan tek bir tedavi yöntemi olmadõğõnõ ortaya koymuştur. Klinik çalõşmalar somatik
belirtilerin çoğunlukla birkaç hafta ile birkaç ay arasõnda sürdüğünü ve pekçok hastanõn
46
sadece
destekleyici
terapi
veya
semptomatik
izlem
ile
düzelebileceğini
öne
sürmektedir(43,61). Bazõ çalõşmalar anksiyetede ve depresyonda somatik belirtilerin
antidepresan ve anksiyolitik tedavi ile hafiflediğini söylese de bunun sadece anksiyete ve
depresyonun gerilemesiyle ilişkili olduğunu öne süren araştõrmalar da mevcuttur(36,41).
Antidepresanlarõn kronik ağrõ sendromunda etkili olabileceğine ilişkin çalõşmalar
vardõr; ancak kronik yorgunluk, fibromyalji ve diğer yaygõn klinik sorunlarda belirgin major
depresif belirtiler olmadõğõ zaman kullanõmlarõ ve etkileri kõsõtlõdõr(18,61,65).
Kroenke ve Swindle (2000) somatize eden hastalarda psikoterapinin etkinliğini
değerlendirmişlerdir. Bu hasta grubunda en yaygõn terapiler davranõşçõ ve bilişsel-davranõşçõ
tedavilerdir. Bu tedaviler hastalõğõ besleyen inanç ve tutumlarõ değiştirerek hastaya yardõmcõ
olmaktadõr. Gözden geçirilen randomize klinik bir çalõşmanõn %70’inde, bilişsel davranõşçõ
tedaviler, belirtileri azaltma açõsõndan karşõlaştõrõldõğõ diğer tedavilere üstün bulunmuştur(71).
Somatizasyonda farmakoterapi bilinçli kullanõlmalõ bu hastalarõn ilaçlarõ uygunsuz
biçimde kullanabilecekleri,ilaç bağõmlõlõğõ geliştirebilecekleri, intihar girişimi amacõyla
yüksek doz ilaç alabilecekleri unutulmamalõdõr. Özellikle sedatif hipnotikler ve anksiyolitikler
temkinli kullanõlmalõdõr(158).
Somatizasyonun tedavisinde amaç belirtilerin ortadan kaldõrõlmasõ değil, bu belirtilerle
başa çõkma yetisinin geliştirilmesi olmalõdõr. Ortada herhangi bir yapõsal hastalõk
olmadõğõndan, hekimin hastanõn “hasta olma gereksinimini” ortadan kaldõracak bir ilaç
olmadõğõnõ aklõnda tutmasõ gerekir(5).
Son olarak; Somatizasyon söz konusu olduğunda herhangi bir bakõş açõsõna dayalõ
tanõmlama yeterli olmayacaktõr. Somatizasyonu, “beden”e karşõ “zihin”, “hastalõk”a karşõ
“sağlõk”, “hasta olma haline” karşõ “iyilik hali”, “organik”e karşõ “psikojenik” dikotomilerine
sõğdõrmak olasõ değildir. Hem bedeni hem zihni ilgilendirir ve “gerçek” hastalõğõn simülatörü
olarak ne bir iyilik halini ne de meşru bir hasta olma halini yansõtõr. Huzursuzluğu ve sõkõntõyõ
yaşantõlamanõn ve iletmenin, bireyin sosyal, psikolojik kazançlar elde etmesini sağlayan,
somatik şeklini temsil eder. Bu yönüyle yaşamõn yükü ve hayal kõrõklõklarõyla başa çõkma
stratejisi olarak değerlendirilebilir.
47
3. ŞİZOFRENİ
3.1. Giriş ve Tarihçe
Şizofreni psikiyatrinin paradigmatik hastalõğõdõr. Düşünceyi, algõyõ, duyguyu, hareketi
ve davranõşõ etkileyen, değişken fakat oldukça yõkõcõ psikopatolojiyi içeren klinik bir
sendromdur. Semptomlarõn görünümü kişiden kişiye ve zaman içerisinde değişiklik
göstermekle birlikte hastalõğõn kümülatif etkisi her zaman ağõr ve kalõcõdõr (162).
Şizofreninin sifilize benzer karmaşõk ve çok yönlü özellikleri göz önüne alõndõğõnda,
Sir William Osler’in ünlü, “Sifilizi bilen hekim, tõbbõ bilir” sözüne gönderme yaparak,
“Şizofreniyi bilen psikiyatrist, psikiyatriyi biliyor demektir” gibi bir iddia ortaya atõlabilir.
Dünya Sağlõk Örgütü’nün (WHO), prematür mortalite ve yetiyitimi açõsõndan şizofreninin,
tüm tõbbi durumlar arasõnda beşinci sõrada yer aldõğõnõ açõklamasõ “şizofreniyi bilme”nin
önemini bir kez daha hatõrlatmõştõr(163). Psikiyatristlerin ve sağlõk hizmeti verenlerin yüz
yüze kaldõğõ onlarca mental ve davranõşsal bozukluk içinde hiçbirisi şizofreni kadar uğraştõrõcõ
ve zor değildir. Hastalõk, kişileri hayatlarõnõn en işlevsel döneminde yakalamakta ve pek çok
vakada tekrarlayõcõ, kronik bir seyir izleyerek onlarõ üretim dõşõna itmekte, çevresiyle önemli
uyumsuzluk ve çatõşmalar yaşamasõna yol açmaktadõr (163, 164). Akõl hastalõklarõnõn en
yõkõcõsõ olarak kabul edilebilecek olan şizofreni bir anlamda kişileri insan yapan “öz”ü, yani
kişilik ve aklõ etkilemektedir. Bu sebeplerle şizofreni prototipik akõl hastalõğõ olarak
değerlendirilebilir(163).
Şizofreni geçen yüzyõldan beri ruh hekimliğini uğraştõrsa da, bugün bile çeşitli yönleri
tam açõklanabilmiş değildir. 19.yüzyõldan kalma bir etki ile, halk arasõnda korku uyandõran ve
“erken bunama” diye bilinen bu hastalõk, genç yaşta başlayan, insanõn kişilerarasõ ilişkilerden
ve gerçeklerden uzaklaşarak, kendine özgü içekapanõm dünyasõnda yaşadõğõ; düşünce, duygu
ve davranõşlarda önemli bozulmalarõn görüldüğü ağõr bir ruhsal bozukluktur(165). Psikiyatrik
bozukluklar arasõnda belki de “adõ” en ürkütücü olan klinik tablo şizofrenidir. Bunda
hastalõğõn belirtileri ve klinik gidişatõ dõşõnda, şizofreni tanõsõnõn neden olduğu damgalamanõn
da (stigmatizasyon) önemli rolü vardõr.
Şizofreni kavramõyla ilgili önyargõlar ve bunlarõn
neden olduğu damga yalnõzca hastalarõ değil yakõnlarõnõ ve tedaviyi üstlenen profesyonelleri
de olumsuz etkilemektedir. Damga ayõrõmcõlõğa yol açar. Hastalar kendilerine şizofreni tanõsõ
konduğu için iş bulmakta zorlanõr, sağlõk hizmetine ulaşmakta, başkalarõyla yakõnlaşmakta ve
kendilerini ifade etmekte ek güçlükler yaşarlar. Çünkü şizofreni stigmasõ bireyleri bazõ hak ve
yararlardan yoksun bõrakmaktadõr(166).
48
Şizofreninin tarihi insanlõk kadar eskidir. Şizofrenik durumlarõn çok eski tarihlerde de
tanõndõğõna ilişkin birçok yazõlõ belge vardõr. İ.Ö. 1400 yõllarõndan kalmõş Hint Veda yazõlõ
metinlerinde bugün şizofreni olarak nitelendirilebilecek bir takõm olgular ayrõntõlõ olarak
anlatõlmõştõr. Yine eski çağlara ait Çince metinlerde, Tevrat ve Talmut’ta, eski Yunan mitoloji
metinlerinde de şizofrenik davranõşlardan bahsedildiği görülmektedir(167). Carlsson(2003)
eski Pharanoic Mõsõr yazõlarõnda(M.Ö.2. millenium), depresif, demansif ve şizofrenik
durumlara dair bilgiler olduğunu ve o dönemde bu durumlarõn “kalp” ve “rahim”le ilgili
semptomlar olarak düşünüldüğünü öne sürmektedir. Hipokrat, mizacõ vücut salgõlarõnõn
niteliği ile tanõmlamõş, akõl hastalõklarõnõ mizaç özelliklerinin aşõrõlõğõ olarak açõklamõştõr. Eski
Mõsõrda da benzer bir görüşün benimsendiği düşünülmektedir(163). M.S. I. ve II. yüzyõlda
eski Yunan hekimleri tarafõndan yazõlan yazõlarda, kendini gerçek dõşõ biçimde büyük gören,
diğer insanlardan kötülük göreceği korkusu içinde yaşayan, kognitif işlevlerinde ve
kişiliklerinde yõkõm belirtileri gösteren insanlardan söz edilmekte, bu insanlarõ anlama ve
onlara yardõm etme yollarõ aranmaktadõr(168).
Ortaçağ Avrupasõ’na girerken metinlerde sözü edilen yardõm çabalarõnõn yerini korkunun
ve düşmanca duygularõn aldõğõ görülmektedir(168). Bu dönemde kilise tarafõndan şeytanõn
esiri ve cadõ olarak nitelenen insanlar için yapõlan tanõmlamalar, şizofreni semptomlarõyla
büyük ölçüde örtüşmektedir(162,168). Bununla birlikte sözü edilen belirtilerin hiçbiri sadece
şizofreniye özgü olmadõğõndan, eski yazõlarda, Ortaçağ Avrupasõ’nda ve takip eden
dönemlerde tanõmlanan davranõşlarõn bugün “şizofreni” diye adlandõrõlan durumla ilişkili
olduğu kesin değildir. Bu da şizofreni tarihçesi ile ilgili farklõ fikirlerin ortya atõlmasõna neden
olmuştur. Londra’daki Bethlem Royal Hastanesi’nden Hare(1988) şizofreninin yeni bir
hastalõk olduğunu ileri sürerek, 1800’lü yõllardan önce benzer bozukluklarla ilgili
tanõmlamalarõn çok az olduğunu söylemiştir. Hare’ye göre “delilik” prevelansõ, batõ
toplumlarõnda 19., diğer toplumlarda 20. yüzyõlda artmaya başlamõştõr ki bu düşünce
“şizofreni”nin modern batõ uygarlõğõnõn bir ürünü olduğu görüşünü doğurmaktadõr. Fuller
Torey(1980) de şizofreninin Avrupa Endüstri Devriminden önce var olduğu ile ilgili
şüphelerini dile getimiştir(163). Farklõ yazarlar şizofreninin yeni ortaya çõkmõş bir akõl
hastalõğõ olduğu düşüncesini desteklemektedir(162,169).
Şizofreninin araştõrõlmaya ve tedavi edilmeye değer tõbbi bir durum olarak
değerlendirilmesi ancak Avrupa’da kilise otoritesinin zayõflamaya başladõğõ, aydõnlanma
devrinin ivmelendiği 18. yüzyõlda gerçekleşmiştir(162,163). 17. yüzyõlda Willis(1672),
belirgin bir neden olmaksõzõn kognitif yõkõmla seyreden, “juvenile dementia praecox” benzeri
tablolar tanõmlarken, Pinel(1745-1826) ilk kez Fransa’da akõl hastalarõnõ zincirden kurtarmõş,
49
akõl hastalarõ arasõnda dolaşmõştõr. Şizofreniyle ilgili ilk tanõmlamalardan en çok bilineni Pinel
tarafõndan yapõlmõş olandõr. Pinel ruhsal bozukluklarõ beş kategoride sõnõflandõrmõş, modern
şizofreni ölçütlerini karşõlayabilecek birçok hastayõ tanõmlamõştõr.(163,170,171). İskoç
Psikiyatrist Cullen “paranoya” terimini İngiliz literatürüne sokarken, 1784’te muhakeme
yetisindeki bozulma için “vesania” terimini kullanmõştõr(163).
1810 yõlõnda John Haslam “Deliliğe Dair İllüstrasyonlar” adlõ kitabõnda 13 yõldõr
Bethlem akõl hastanesinde yatmakta olan “Mathews” adlõ bir hastadaki psikozun renkli
görünümünü detaylõ olarak sunmuştur(170). “Mathews”un hastalõğõnõn uzun ve habis seyri,
düşünce bozukluğu, bizar düşünceleri modern kriterlerle değerlendirildiğinde “şizofreni”
tanõsõna uygun düşmektedir(163). Günümüzde bazõ İngiliz psikiyatristler şizofreniyi PinelHaslam hastalõğõ olarak da nitelendirmektedir(171).
Bilimsel anlamda şizofreniyi ilk olarak Morel tanõmlamõştõr(172). 14 yaşõnda
entellektüel fonksiyonlarõ hõzla yõkõlmõş olan bir erkek çocukta hastalõğõ ayrõntõlõ olarak
incelemiş ve 1860 yõlõnda “Dementia Praecox” terimini ilk kullanan olmuştur. 1863’te Karl
Ludwig Kahlbaum “Paraphrenia Hebetica” terimini kullanmõş(173), öğrencisi Ewald Hecker
de(1871), uygunsuz, saçma manyerizmler, aşõrõ derecede regresif davranõşlar ve anlamsõz
saçma düşünceyle seyreden psikotik tablolarõ “Hebefreni” olarak adlandõrmõştõr. Kahlbaum,
ruhsal hastalõklarõn karakteristik özelliklerini tanõmlamak için yaptõğõ uzunlamasõna bir
çalõşmada, katõ postür ve mutizmle karakterize bir durum olarak 1874’te “Katatoni” tanõmõnõ
yapmõştõr(171). 1896 yõlõnda tanõnmõş Alman ruh hekimi Kraepelin bu iki klinik tabloya
paranoid ve basit tipleri de eklemiş, bunlarõn büyük olasõlõkla metabolik kökenli bir hastalõğõn
farklõ görünümleri olduğunu ileri sürerek hepsini “Dementia Praecox” başlõğõ altõnda
toplamõştõr. Kraepelin bu hastalõğõn kişide bilinç, afekt ve irade alanõnda tam bir yõkõma neden
olacak şekilde kronik seyirli olduğunu bildirmiş, bundan 110 yõl önce dementia praecox’u,
katatonik, hebefrenik ve paranoid olmak üzere üçe ayõrmõştõr. Bu ayrõm günümüzde de az çok
geçerliliğini korumaktadõr(167,172,173).
İsviçreli Eugen Bleuler, “Dementia Preacox” terimini yeniden ele alarak genişletmiş
ve değiştirmiştir. 1911’de yayõnladõğõ “Dementia Praecox veya Şizofreniler Grubu” adlõ
kitabõnda Bleuler, Kraepelin’in sandõğõ gibi hastalõğõn erken yaşlarda başlamasõnõn ve demans
benzeri kötüleşmenin zorunlu olmadõğõnõ göstermiştir. Bu hastalõkta, kişinin ruhsal
hayatõndaki yarõlmaya (schisme) önem vererek Yunanca’da zihin bölünmesi, yarõlmasõ
anlamõna gelen “schizophrenia” adõnõ önermiş ve bu hastalõğõn temel semptomlarõnõn; otizm,
ambivalans, anormal çağrõşõm, anormal duygulanõm (“4A” belirtisi) olduğunu söylemiştir.
50
Bleuler’e göre şizofrenide temel problem çağrõşõmlarõn bozulmasõdõr, hezeyan ve
halüsinasyonlar bu çağrõşõm bozukluğuna sekonder olark ortaya çõkar(171,173).
Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni ve diger mental
bozukluklarõn fizik ve psişik nedenlerden kaynaklanmadõğõnõ öne sürerek, bu bozukluklarõ
kişinin geçmişinde yaşadõğõ toplumsal, psikolojik ve fiziksel stresörlere karşõ tepki olarak
değerlendirmiş ve bu sendroma “şizofrenik reaksiyon” adõnõ vermistir. Kişilerarasõ
(interpersonal) psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stuck Sullivan, sosyal izolasyonun,
şizofreninin hem nedeni hem de semptomu olduğunu vurgulamõştõr(162,171) .
Gabriel Langfeldt ise kuramsal formülasyonlara gitmektense ampirik deneyimlerden
yola çõkarak birtakõm ölçütler belirlemiş ve bu bozuklugu, “gerçek sizofreni” ve
“şizofreniform psikoz” olarak ikiye ayõrmõştõr. Gerçek sizofreniyi tanõmlarken; sinsi
başlangõç, otizm, duygusal küntlük, depersonalizasyon ve derealizasyon yaşantõlarõ üzerinde
durmuştur. Langfeldt’den sonra araştõrmacõlar gerçek şizofreniyi; “çekirdek şizofreni”, “süreç
(process)
şizofreni’’
veya
“remisyona
girmeyen
şizofreni”
olarak
da
adlandõrmõşlardõr(162,174).
Bleuler’den sonra şizofreninin klinik tanõsõna önemli katkõlarda bulunan Alman
psikiyatr Kurt Schneider, 1930’larda Şizofrenide “Birinci Sõra Semptomlar” olarak kabul
edilen “Schneiderian Semptomlarõ” tanõmlamõştõr. Bunlar; tartõşan, yorum yapan, emir veren
işitsel halüsinasyonlar, kendi düşüncelerinin yüksek sesle söylendiğini işitme, bedensel
edilgenlik, düşünce çekilmesi, düşünce sokulmasõ, düşünce yayõlmasõ, düşünce okunmasõ,
hezeyanlõ algõlama, duygu ve davranõşlarõn başkalarõnõn etkisi altõnda olduğu yaşantõsõdõr.
Schneiderian bulgular DSM tanõ sistemini büyük ölçüde etkilemiştir. Kurt Schneider, bu
semptomlarõn şizofreniye özgü olmaktansa, tanõ koymada pragmatik değer taşõdõklarõnõ
belirtmiştir(162,175,176).
1960’lõ yõllarda Schneider’in “birinci sõra belirtileri” Avrupa’da yaygõn kullanõm
bulurken, Amerikalõlar Bleuler’in şizofreni tanõmõna göre tanõ koyuyorlardõ. Ancak 1980’li
yõllarda DSM-III’ün yayõnlanmasõyla Amerikan psikiyatrisinde rakipsiz bir egemenliğe sahip
olan Bleulerci yaklaşõm yerini Kraepelinci deskriptif yaklaşõma bõrakmõş, tanõmlayõcõ düzeyle
sõnõrlõ bir şizofreni kavramõ ön plana çõkmõştõr. Bununla birlikte Timothy Crow’un aynõ
yõllarda yayõmlanan ve şizofreninin pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrõ tipi olduğunu öne
süren makalesi büyük ilgiyle karşõlanmõştõr. Pozitif ve Negatif belirtilerin Kraeplin
döneminden beri bilinmesine rağmen şizofrenin belki de ilk kez biyolojik karşõlõğõ bulunan
klinik alt gruplara ayrõmõ, pozitif-negatif ya da tip 1-tip 2 tanõmlamalarõyla gerçekleşmiştir.
Negatif şizofreni kavramõ ilk kez Crow(1980) tarafõndan ortaya atõlmamõşsa da, kabul etmek
51
gerekir ki Crow’un “şizofrenide iki sendrom”u tanõmlamasõyla bu kavram psikiyatri
literatüründe kalõcõlõk kazanmõştõr. Negatif belirtilerin şizofren hastalarõn toplumsal yaşantõya
uyum sağlamalarõnda önemli olduğunun fark edilmesiyle birlikte Bleuler’in şizofrenide asõl
belirtilerin ambivalans ve otizm (bugünkü terminolojide negatif belirtiler) olduğu görüşü
yeniden değer kazanmaya başlamõştõr (164,171,177).
Sonuç olarak, DSM-III tanõ ölçütleri dõşõna itilen Bleulerci kavramlar daha ayrõntõlõ
tanõmlamalarla araştõrma ölçeklerine dönüşerek klinik değerlendirme sürecine geri döndüler.
1994 yõlõnda yayõmlanan DSM-IV tanõ ölçütleri negatif belirtilere de yer vererek bu dönüşü
resmileştirmiştir(176).
3.2.
Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri
Şizofreni tüm dünyada büyük oranda kişisel ve ekonomik sorunlara yol açan en
önemli halk sağlõğõ sorunlarõndan biridir(162). Tüm hastane yataklarõnõn %25’inin işgal
edilmesine, üretkenliğin yitimi ve sağaltõmla ilişkili olarak yüksek maliyete, %20 daha kõsa
yaşam beklentisi ve %10-15 intihar oranõna yol açmaktadõr(162).
Şizofreninin görülme sõklõğõ (incidence) üzerine yapõlan araştõrmalardan elde edilen
sonuçlar %0.4-%0.7 arasõnda değişmektedir. Dünya Sağlõk Örgütü (WHO) verilerine göre
Avrupa’da ve A.B.D’de ortalama sõklõk oranõ %0.85’tir. Yaşam boyu hastalanma riski
(morbidity risk) yani 15-45 yaş arasõndaki nüfusta şizofreni olasõlõğõ %1 dolaylarõndadõr(172).
Yapõlan çalõşmalar tüm toplumlarda ve kültürlerde şizofrenik bozukluklarõn görece benzer
sõklõkta ve benzer belirtilerle görüldüğünü göstermiş, son 180 yõldõr insidansõnõn önemli
oranda değişmediğini ortaya koymuştur(178).
Şizofreninin yaşam boyu prevalansõ %0.5 ile %1 arasõnda değişmektedir(162,179).
Prevalans ölçümlerine, şizoid kişilik bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu, şizoaffektif
psikoz, atipik psikoz ve hezeyanlõ bozukluk gibi şizofreni spektrum bozukluklarõ dahil
edilecek olursa etkilenen kişi sayõsõ artmaktadõr. Şizofreni spektrum bozukluklarõ kavramõ,
şizofreni tanõsõ almõş kişilerin 1. derece akrabalarõnda gözlenen psikopatolojik belirtilerden
kaynak alõr(162). Prevalans açõsõndan erkeklerle kadõnlar arasõnda fark yokken; en sõk ortaya
çõktõğõ yaş dönemi erkeklerde 15-25, kadõnlarda ise 25-35 yaşlarõdõr. Bu yaşlar her iki cinsin
de potansiyel olarak üretken olduğu ve hastalõğõn üretkenliği en kötü etkilediği dönemdir.
Erkek hastalarõn %61.6’sõnda, kadõn hastalarõn %47’sinde hastalõk semptomlarõ 25 yaşõna
kadar ortaya çõkmakta(180) ve erkek şizofreni hastalarõnõn yarõsõndan çoğu, kadõn sizofreni
hastalarõnõn
ise
üçte
biri
ilk
kez
25
yaşõndan
önce
bir
psikiyatri
kliniğine
yatõrõlmaktadõr(162,181,182). Şizofreni, genellikle 45 yaşõn altõnda ortaya çõkma eğilimi
52
göstermekle beraber, son yõllarda yapõlan araştõrmalar geç başlangõcõn da sanõldõğõ kadar
ender olmadõğõnõ ortaya koymaktadõr.
Toplumda %1 olan şizofreni prevelansõ ebeveynlerinden birinde şizofreni hastalõğõ
olan çocuklarda %12, her iki ebeveyni şizofreni olan çocuklarda %40, ikiz olmayan
kardeşlerde %8, dizigot ikizlerde %12, monozigot ikizlerde %47 olarak belirlenmiştir.
Şizofreni hastalarõnõn birinci derecede biyolojik akrabalarõnda hastalõk gelişme olasõlõğõnõn
topluma oranla yaklasõk 10 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir(11).
Sosyoekonomik düzeyi düşük olan bireylerde daha yüksek olduğu bildirilen
prevalansõn evlilerde, bekar ve dullardan daha düşük olduğu ve evliliğin hastalõğa karşõ
koruyucu bir faktör oldugu ileri sürülmektedir. Göç, viral enfeksiyonlar, doğum mevsimi,
stres verici yaşam olaylarõ da risk etkenleri arasõnda sayõlmaktadõr(162,165,173).
Şizofreni hastalarõnõn hipokampus ve entorinal kortekslerinde, gelişimin ileri
evrelerine rastlayan genç nöron göçünün hatalõ olmasõnõn hücre yapõlanmasõnda potansiyel
olarak hatalõ gelişime sebep olacağõ, bunun hastalõk etiyolojisinde önemli bir noktayõ
oluşturduğu, temporal ve frontal loblarõn beyaz cevherlerindeki nöronlarõn dağõlõmõnda oluşan
değişikliklerin hatalõ göçe veya programlanmõş hücre ölümündeki değişikliklere bağlõ olduğu
bildirilmektedir(173,177).
Hastalarõn yarõsõnda hastalõğõ başlatõcõ tek bir neden gösterilemezken, bir yakõnõn
ölümü, okul ya da iş hayatõnda başarõsõzlõk, beklenmedik yaşam olaylarõ gibi psikososyal
birtakõm faktörlerin varlõğõnõn hastalõğõn ilk epizodunu tetikleyebileceği ya da var olan
hastalõğõn alevlenmesine yol açabilecegine dair kanõtlar vardõr(173).
Türkiye’de şizofreni epidemiyolojisiyle ilgili çalõşmalar son derece yetersizdir. Doğan
ve ark. 1995 yõlõnda Sivas’ta şizofreni yaygõnlõğõ ile ilgili yaptõklarõ bir araştõrmada,
şizofreninin bir yõllõk ve yaşam boyu prevelansõ %0.5 olarak hesaplanmõş, bu oran dünyadaki
diğer prevelans çalõşmalarõnõn sonuçlarõyla uyumlu bulunmuştur(183).
3.3.
Tanõ
Şizofreni tanõsõ için çoğunluk tarafõndan kabul edilmiş olan Amerikan Psikiyatri
Birliği’nin DSM-IV tanõ kriterleri kullanõlmaktadõr. DSM-IV’e göre şizofreniye özgü
patognomik belirtiler yoktur, ancak şizofreni üç tanõsal grupta değerlendirilir. Bunlardan
birincisi sanrõlar, varsanõlar, çağrõşõmda ve duygulanõmda bozukluklar ile dezorganizasyon
belirtilerinin varlõğõdõr. İkincisi bu olgularda okul iş, kişilerarasõ ilişkiler ve kendine bakõmda
yõkõm olmasõdõr. Üçüncü koşul ise en az 6 aylõk bir sürenin olmasõdõr. Diğer ölçütler ise diğer
tanõ gruplarõ ile ilişkileri belirtir.
53
3.3.1. DSM-IV şizofreni tanõ ölçütleri
A- Karakteristik semptomlar: Bir aylõk dönem boyunca (başarõyla tedavi edilmişse
daha kõsa bir süre), bu sürenini önemli bir kesinde aşağõdakilerden ikisinin ya da daha
fazlasõnõn bulunmasõ; hezeyanlar (sanrõlar), halüsinasyonlar (varsanõlar), dezorganize
(karmaşõk) konuşma (örn. çağrõşõmlardaki dağõnõklõk-sõk sõk konu dõşõ sapmalar gösterme ya
da enkoherans), ileri derecede desorganize ya da katatonik davranõş, -negatif semptomlar
(duygulanõmda donukluk –tekdüzelik-, avolisyon, aloji…)
Not: Hezeyanlar bizar ise ya da hallüsinasyonlar kişinin davranõş ya da düşünceleri
üzerine sürekli yorum yapmakta olan seslerden ya da iki ya da daha fazla sesin birbiriyle
/birbirleriyle konuşmasõndan olusuyorsa A Tanõ Ölçütünden sadece bir semptomun bulunmasõ
yeterlidir.
B- Toplumsal, mesleki işlev bozukluğu : İş, kişiler arasõ ilişkiler yada kendine bakõm
gibi önemli işlevsellik alanlarõndan bir ya da birden fazlasõ, bu bozukluğun başlangõcõndan
beri geçen sürenin önemli bir kesiminde , bu bozukluğun başlangõcõndan önce erişilen düzeyin
belirgin olarak altõnda kalmõştõr (başlangõcõ çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanõyorsa,
kişilerarasõ ilişkilerde, eğitimle ilgili ya da mesleki başarõda beklenen düzeye erişilememiştir).
C- Süre: Bu bozukluğun süregiden belirtileri en az 6 ay süreyle kalõcõ olur. Bu 6 aylõk
süre, en az bir ay süreyle (başarõyla tedavi edilmişse daha kõsa bir süre) A tanõ ölçütünü
karşõlayan semptomlarõ kapsamalõdõr; prodromal ya da rezidüel semptomlarõn bulunduğu
dönemleri kapsayabilir. Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da residüel dönemlerde,
sadece negatif semptomlarla ya da A tanõ ölçütünde sõralanan iki yada daha fazla semptomun
daha hafif biçimleriyle (örn. acayip inanõşlar, olağandõşõ algõsal yaşantõlar) kendilerini
gösterebilir.
D- Şizoaffektif bozukluğun ve duygudurum bozukluğunun dõşlanmasõ: Şizoaffektif
bozukluk ve psikotik özellikler gösteren duygudurum bozukluğu dõşlanmõştõr; çünkü ya (1)
aktif evre semptomlarõ ile birlikte aynõ zamanda majör depresif, manik ya da mixt epizodlar
ortaya çõkmamõştõr ya da (2) aktif evre semptomlarõ sõrasõnda duygudurum epizodlarõ ortaya
çõkmõşsa bile bunlarõn toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kõsa
olmuştur.
E- Madde kullanõmõnõn/genel tõbbi durumun dõşlanmasõ: Bu bozukluk, bir maddenin
(örn. kötüye kullanõlan bir ilaç, tedavi için kullanõlan ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine ya da
genel bir tõbbi duruma bağlõ olarak ortaya çõkmamõştõr.
F- Bir yaygõn gelişimsel bozuklukla ilgisi: Otistik bozukluk ya da diğer bir yaygõn
gelişimsel bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle (başarõyla tedavi edilmişse daha
54
kõsa bir süre) belirgin hezeyan ya da halüsinasyonlar da varsa şizofreni ek tanõsõ
konulabilir(E,108 ).
Dünya Sağlõk Örgütü tarafõndan geliştirilen ICD-10 tanõ kõlavuzu DSM-IV’e büyük
oranda benzemekle beraber, DSM-IV’ten farklõ olarak; şizofreni tanõsõ için psikotik
belirtilerin bir aydõr devam ediyor olmasõnõn yeterli olduğunu öne sürer, 6 aylõk süre koşulunu
koymaz. Ancak, tipik şizofreni belirtileri ortaya çõkmadan önce prodromal bir dönemin
olabileceğini kabul eder. ICD-10’da işlevsellikte bozulma şizofreni için bir tanõ ölçütü
değildir (sosyal ya da mesleki performansta belirgin bozulma oluşturan basit şizofreni
dõşõnda)(184).
DSM-IV şizofreniyi; Paranoid Şizofreni, Dezorganize Şizofreni, Katatonik Şizofreni,
Farklõlaşmamõş Şizofreni, Rezidüel Şizofreni olarak 5 klinik alt tipe ayõrõken, ICD-10’da;
Paranoid Şizofreni, Hebefrenik Şizofreni, Katatonik Şizofreni, Ayrõşmamõş Şizofreni, PostŞizofrenik Depresyon, Rezidüel Şizofreni, Basit Şizofreni, Başka Şizofreni ve Şizofreni
belirlenmemiş olarak 9 alt tip tanõmlanmaktadõr (184,185).
3.4.
Gidiş, Prognoz ve Sonlanõm
Şizofreni, klasik olarak kronik tabloya akut alevlenmeler ve remisyonlarõn eşlik
etmesiyle seyreder. Kişilik değişikliklerinin görülebildiği, kişinin yavaş yavaş içine
kapanmaya, kendine özgü bir dünyaya girmeye başladõğõ, çok sayõda olgunun ise özellikle
adolesan dönemde yoğun prepsikotik anksiyete belirtileri gösterdiği, kendi bedeni ile yoğun
uğraş sergilediği, öz bakõm ve kişilerarasõ ilişkilerini ihmal edilebildiği prodromal bir
dönemin ardõndan; bazõ hastalarda hastalõk yõllarca sinsi ve yavaş bir seyir sürerken arada
aktif hastalõk dönemleri, akut alevlenmeler ortaya çõkabilir. Bu dönemler kendiliğinden ya da
tedaviyle yatõşõr. Bundan sonra, gene çok yavaş ilerleyen ve daha çok negatif belirtilerin
baskõn olduğu, rezidüel şizofreni türüne dönüşebilir (165).
Bazõ hastalarda adölesan dönemde, oldukça kõsa sürede ağõr, renkli psikotik tablolar
ortaya çõkar ve haftalarca, aylarca sürebilir. Bu dönem düzeldikten sonra uzun süre iyi uyum
dönemi olabildiği gibi, negatif belirtilerin baskõn olduğu, kronik rezidüel şizofreniye
dönüşebilir. Bazen aktif pozitif belirtiler yõllarca sürebilir (kronik paranoid şizofrenide olduğu
gibi)(162,174).
Şizofreninin gidişi konusunda yapõlan çalõşmalar, kullanõlan tanõ ölçütlerinin zaman
içinde değişmesi, uzun ve yeterli izlemin yapõlamamasõ, üzerinde anlaşmaya varõlmõş global
bir iyileşme tanõmõnõn olmayõşõ gibi sebeplerden dolayõ farklõ sonuçlar vermektedir. Huber
1980 yõlõnda yaptõğõ bir çalõşmada %22 şizofreni hastasõnda tam remisyondan söz ederken,
55
Westmeyer ve ark. 1984’te hastalõğõn başlangõcõndan 10 yõl sonra hastalõk belirtilerinin
görülmediği hasta oranõnõ %25, sosyal bütünleşmenin iyi olduğu hastalarõn oranõnõ ise %30
olarak bulmuşlardõr. Shepherd ve ark.’nõn 1989 yõlõnda yõlõnda yayõnlanan 5 yõllõk izlem
çalõşmalarõnõn sonuçlarõna göre; hastalarõn %13’ü tek bir epizod geçirip 5 yõl içerisinde bir
daha hastalanmamõş, %30’unda hastalõk, arada tamamen sağlõklõ döneme dönen ya da
minimal düzeyde bozukluk gösteren ataklarla seyretmiş, hastalarõn %10’unda ise hastalõk ilk
epizottan sonra hibir zaman tamamen sağlõklõ döneme dönmemiştir. Hastalarõn %47’sinde ise
hastalõk her seferinde şiddetleri daha da artan belirtilerle giden epizodik bir seyir izlemiştir.
(171).
Çeşitli çalõşma ve yayõnlarda; hastalõğõn başlangõç yaşõ, cinsiyet, medeni durum, aile
yaşamõ,sosyal çevre, ilk ataktaki hastalõk belirtileri, mesleki ve toplumsal uyum, hastalõk
öncesi işlevsellik, hastaneye yatõş sayõsõ ve süresi, bilişsel yetiler, psikotik ataklarõn süresi ve
sayõsõ, genel sağlõk ve intihar girişimi gibi faktörler şizofreni prognozunu etkileyebilir.(
162,171,174).
Hastaneye yatarak tedavi görmüş ilk epizot şizofreni hastalarõn taburcu edildikten
sonra düzenli antipsikotik tedaviye rağmen, ilk yõl içinde ikinci bir nöbet geçirme riskleri
yaklaşõk %35-%40’tõr (186). Nöbet sayõsõ arttõkça kronikleşme olasõlõğõ artar. Hastalõğõn gidişi
ve sonlanõşõnõ önceden kestirmek hemen hemen olanaksõzdõr. Hastalõğõn ancak, ilk tanõ
sonrasõ 5 yõllõk seyri hastanõn gidişatõyla ilgili ipuçlarõ verir(120).Yõllarca ağõr şizofrenik
bozukluk gösterenler arasõnda, normale yakõn sosyal ve iş uyumu yapabilecek denli
iyileşenler az değildir. İzleme çalõşmalarõ şizofreni hastalarõnõn en az %30-40’õnõn, orta ve iyi
derecede düzeldiklerini, aile iş ve sosyal uyum yapabildiklerini göstermektedir (162,174).
20-40 yõllõk izlem çalõşmalarõ, şizofreni hastalarõnõn yaklaşõk %55’inde, hastalõğõn
olumlu yönde seyrettiği, %45’inde ise daha ağõr sonuçlar görüldüğü hesaplanmõştõr(162).
Diğer yandan, bazõ izlem çalõşmalarõnda, ilk hospitalizasyon sonrasõ şizofreni tanõsõ almõş
hastalarõn sadece %10-%20’sinin iyi bir sonlanõmõ olduğu, %50’sinde semptomlarda
alevlenme, mükerrer hastane yatõşlarõ, majör mood bozukluğu epizotlarõ ve intihar girişimleri
ile birlikte kötü olarak tanõmlanabilecek bir seyir gözlendiği iddia edilmektedir. Aynõ
çalõşmalarda remisyon oranlarõnõn %10 ile %60 arasõnda değiştiği, hastalarõn ortalama %20%30’nun toplumsal normlara uygun bir yaşam sürebildikleri, %40-%60’sõnõn ise hastalõğõn
yõkõmla giden etkisi altõnda sosyal ve mesleki yetiyitimi yaşadõklarõ öne sürülmüştür(120).
Eldeki çalõşmalarõn farklõ sonuçlarõnõ da göz önüne alarak, Hafner ve Heiden (2003)
yaptõklarõ araştõrmada; Şizofreninin, Kraepelin’in “dementia praecox”u gibi sadece progresif
yõkõmla giden ağõr bir seyri olmadõğõ gibi, belirtilerde düzelme ve sadece geç dönemlerde
56
nöro-bilişsel bozulma gösteren basit bir gidişi de olmadõğõnõ ileri sürmüşler, şizofrenide ilk
epizottan sonra, nörobilişsel bozukluklar ve negatif belirtilerin ortaya çõktõğõnõ, sonrasõnda da
hastadan hastaya değişmekle birlikte çoğunlukla hastalõğõn stabil bir döneme girdiğini ortaya
koymuşlardõr(171,187).
Son yõllarda yapõlan çalõşmalarda hastalõğõn gidiş ve sonlanõş belirteçleri daha net
belirlenmiştir:
3.4.1. Olumlu prognoz göstergeleri
Dünya Sağlõk Örgütü’nün, farklõ kültürlerde sosyal belirteçlerin hastalõğõn gidişatõ
üzerine etkilerini incelediği bir araştõrmada, şizofreninin gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş
olanlara göre daha iyi bir seyir izlediği sonucu ortaya çõkmõştõr. Bu farkõn, şizofreni
etiyolojisinde kültürlerarasõ değişiklilerden değil, şizofreni seyrinde psikososyal faktörlerin
etkisinden
kaynaklandõğõ anlaşõlmaktadõr. Hastalõğõn yaşam boyu prevelansõ ve insidansõ
farklõ kültür ve uluslarda benzerdir. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin sosyosantrik
yapõlarõ, gelişmiş toplumlardaki egosantrik yapõyla karşõlaştõrõldõğõnda, gelişmekte olan
ülkelerde kişisel performans beklentilerinin daha az olmasõnõn, etiketlemenin daha az
görülmesinin ve destekleyici bir sosyal ortamõn varlõğõnõn hastalõğõn gidişatõ üzerine olumlu
etkisinin olduğu düşünülmektedir (120,162).
Hastalõğõn geç yaşlarda, akut ve renkli pozitif belirtilerle başlamasõ, olumlu prognozu
düşündürür. Gözle görülür stres yaratõcõ olaylar ya da olumsuz yaşam olaylarõ gibi tetikleyici
etkenlere bağlõ olarak ortaya çõkan hastalõk tablolarõnda gidiş ve sonlanõmõn daha iyi olduğu
görülmüştür.
Hastalõk öncesinde işlevselliğin iyi olduğu, toplum, iş ve seks yaşamõna göreceli
olarak iyi uyum yapmõş olan vakalarda prognoz olumludur. Düzenli aile ortamõ, ailenin
tedaviye destek vermesi, duygu dõşavurumunun düşük oluşu prognoza olumlu etki yapabilir.
Kadõn cinsiyeti ve evli olmak, orta ve yüksek sosoyo-ekonomik düze gibi faktörler de
olumlu prognozla ilişkilendirilmektedir.
Hastalõk başlangõcõnda konfüzyonun ve atipik belirtilerin varlõğõ, negatif belirtilerin,
bilişsel işlevlerde kaybõn ve dezorganizasyonun olmamasõ olumlu ölçütler olarak kabul edilse
de, bu görüşü desteklemeyen araştõrmalar da mevcuttur.
Depresif belirtiler gibi affektif bilgilerin varlõğõ olumlu olarak kabul edilmekle birlikte
bu tartõşmalõ bir konu olup, bazõ yazarlar bunun tersini ileri sürmektedir.
57
Katatonik veya Paranoid Şizofrenini diğer alt tiplerden daha iyi gidişlidir. Ancak, yeni
çalõşmalarda antipsikotik tedavi ile kötü prognozlu olarak bilinen alt tiplerin de, olumlu
gidişat gösterdikleri ortaya konmuştur.
Ailede şizofreni öyküsü olmamasõ, psikiyatrik hastalõk varsa bunun affektif
bozukluklardan biri olmasõ olumlu gösterge olarak kabul edilir.
Prenatal komplikasyolarõn bulunmamasõ, yapõsal beyin anomalisinin olmamasõ olumlu
ölçütlerdir.
Tedaviye erken dönemde başlanan, tedavi uyumu iyi olan, hastaneye yatõş sayõsõ ve
süresi az olan hastalarda, prognoz daha olumlu görünmektedir.(162,165,171,173).
3.4.2. Olumsuz prognoz göstergeleri
Hastalõğõn erken yaşta herhangi bir stresör olmaksõzõn başlamasõ, belirtilerin sinsi ve
yavaş gelişmesi, olumsuz prognoz göstergesidir.
Hastalõk
öncesi
kişiliğin
şizoid
ya
da
şizotipal
oluşu,
hastalõk
öncesi
işlevselliğin,çevreye uyumun bozuk olmasõ, sağlõksõz ve dengesiz duygusal yaşam, kötü
prognoz olasõlõğõnõ artõrõr.
Hastaneye yatõş sayõsõnõn çok, yatma sürelerinin uzun olduğu, iyileşme dönemlerinin
kõsa olduğu oranda prognoz kötüdür.
Düşük sosyoekonomik durum, erkek ve bekar olmak kötü prognozla ilişkilidir.
Prenatal komplikasyonlar, yapõsal beyin anomalileri, nörokognisyonda bozulma
olumsuz prognoz nedenleridir.
Negatif belirtilerin baskõn olduğu hastalar tedaviden daha az yararlanõr ve prognozlarõ
daha kötüdür, bunula birlikte obsesif kompulsif beliritlerin varlõğõ, dezorganizsyonun olmasõ,
hastalõk öncesi veya hastalõk döneminde eşlik eden alkol kullanõmõ da kötü prognoza işaret
eder.
Tedavisine geç başlanan, tedavi uyumu bozuk hastalarda prognoz kötüdür
Ailede şizofreni öyküsü varlõğõnda ise kronikleşme olasõlõğõ yüksektir. Aile ortamõnõn
bozuk oluşu, ailenin hastaya, hastalõğa ve verilen tedavilere reddedici tutumu,
duygu
dõşavurumunun yüksek oluşu, prognoza olumsuz etki yapabilir. Hastanõn kendisinden ve
ailenin
hastadan
beklentilerinin
yüksek
olduğu
durumlarda
prognoz
kötüdür(162,165,171,173,187).
58
3.5.
Şizofrenide sosyal etkileşim ve iletişim;
Kabaca, “başkalarõnõn niyetlerini, düşüncelerini, duygusal ve sosyal durumlarõnõ
algõlayabilme yeteneği ve kapasitesi” olarak tanõmlanan sosyal kognisyon kavramõ, kişinin
kendisi, başkalarõ, sosyal durumlar ve sosyal etkileşimlerle ilgili düşüncelerinde etkili olan
bilişsel süreçleri içerir. Şizofrenide sosyal kognisyon kavramõnõn eksikliği, sosyal etkileşimi
ve iletişimi de sekteye uğratmaktadõr. (163,189).
Hastanõn psikotik yaşantõlarõnõn ve gerçekliği çarpõtmasõnõn ayõrdõnda olmamasõ sosyal
etkileşimini olumsuz etkilemektedir. İçgörü eksikliği öznel yaşantõlarõn ifadesinde azalma ile
ilişkilendirilmiştir (190).
Şizofreni
hastalarõnõn
iç
ve
dõş
uyaranlarõ
farklõ
algõladõklarõ
ve
farklõ
anlamlandõrdõklarõ için toplumun diğer bireyleriyle aynõ gerçeklikte buluşamadõklarõ
düşünülebilir. Kendisini korumak ve yaşamõn güçlükleriyle başa çõkmak için geliştirdiği
savunmalar şizofreni hastasõnõn başkalarõna uzaklõğõnõ, yabancõlõğõnõ arttõrmaktadõr. Tehdit
edici, düşmanca algõladõğõ bir dünyada benlik saygõsõnõ koruyabilmek için kötülük görme
sanrõlarõ geliştiren hastanõn(121,161), diğer insanlarõn niyetlerini anlama, iletişim sõrasõnda
"ötekinin perspektifini düşünme"de yetersizlik yaşamasõ nedeniyle sanrõlarõ güçlenmekte ve
bağlantõsõz konuşmalarõ olmaktadõr(188)
Hastalõğõnn belirtileri bireyin sosyal etkinliğini azaltõrken, olumsuz kişilerarasõ
etkileşimler de hastalõğõnn alevlenmesine neden olabilmektedir. Şizofreni ataklarõ sõrasõnda
belirtilerin dalgalanma göstermesine neden olan iki temel etken olarak duygusal ve fiziksel
belirtiler ile kişilerarasõ etkileşim bildirilmektedir(100,188).
Sosyal ortamlarda etkili davranõşta yetersizlik, sosyal anksiyete ve damgalanmadan
kaçõnma isteği sosyal geri çekilmeye neden olabilmektedir. Birey dõş dünyasõnõ küçülterek
ayakta durmaya çalşõr. Ayrõca negatif şizofrenide, dõş uyaran yokluğunda "istemli eylem"
geliştirebilme ve uygun olmayan davranõşõ baskõlayabilme yetisindeki bozukluk nedeniyle
sosyal işlev ileri derecede azalma eğilimi göstermektedir(189). Hastalõğõn başlangõcõndaki
sanrõlõ, varsanõlõ renkli seyir bireyi giderek tüketmekte ve geride bireyin sõğ ve künt maskesini
bõrakmaktadõr(188).
Duygulanõmda,
duygularõn
ifadesinde
ve
diğer
insanlarõn
duygularõnõn
anlaşõlmasõndaki bozukluk da şizofrenili bireyin sosyalleşmesine önemli derecede ket
vurmaktadõr. Sözel anlatõmõn yanõ sõra, iletişimin duygusal tonunu düzenleyen, düşmanca
olmayan bir sosyal iletişimin kurulmasõnõ sağlayan sözel olmayan davranõşlarda, özellikle yüz
ifadesinde, bakõşta, jest ve mimiklerde, duruşta uygunsuzluk, duygu dõşavurumunda azalma
da iletişimi güçleştirmektedir (Walker ve ark. 1993).
59
Gülümseme, göz iletişimi, baş sallama gibi sosyal iletişime davet etme ya da ilişkiyi
arttõrma isteğini belirtme gibi sosyalleşme gereği davranõşlarõn azlõğõ ve diğer sosyal
ipuçlarõnõn ifadesindeki sõnõrlõlõk şizofreni hastasõ olan bireyle etkileşimde bulunanlarõn
empati kapasitesini azaltmakta, iletişimde karşõlõklõlõğõn sürdürülmesine engel olmaktadõr
(17,191). Sosyal etkileşim açõsõndan değerlendirildiğinde, duygularõn algõsõ ve ifadesi
psikopatolojinin “duygusal imza”sõ olarak değerlendirlebilir. Kişinin bu duygusal imzasõ,
etkileşimde bulunduğu insanlarda olumlu veya olumsuz çeşitli tepkiler oluşturur. Sonuç
olarak bu tepkiler, hasta bireyin sosyal ortamõnõn oluşumunda ve
idamesinde, sosyal
ilişkilerinin düzenlenmesinde rol oynar(17).
Şizofreni sürecinin bireyin duygularõnõ, düşüncelerini, isteklerini, acõ çekme ve ümit
etme kapasitesini azalttõğõ inancõ(192), son yõllarda künt maskenin ardõnda sanõldõğõnõn aksine
duygularõn yaşandõğõnõ gösteren çalõşmalarla değişmeye başlamõştõr. Bu çalõşmalar şizofreni
hastalarõnõn duygu yaşamakta değil, belki duygularõ dõşavurmakta sõnõrlõlõklarõ olduğunu öne
sürmektedir(12,17,188).
3.6.
Şizofrenide duygular ve duygularõn ifadesi
Duygusal(emosyonel) bir bozukluk olarak tanõmlanmasa da şizofreniyle ilgili ampirik
çalõşmalar şizofreni seyrinde farklõ duygusal bozukluklar ortaya koymuştur. Şizofreni
hastasõnõn duygusal yaşantõlarõ, genel olarak diğer duygusal bozukluklarõ açõklamada
kullanõlan yaklaşma-geriçekilme çerçevesinde yorumlanmamõştõr. Fowles (1994), Davranõşsal
İnhibisyon ve Davranõşsal Aktivasyon Sistemleri’ndeki aktivitenin, şizofreniye genetik
yatkõnlõkta ve pozitif ve negatif semptomlarõn oluşumunda özgül olmayan bir rol
oynadõklarõnõ öne sürmektedir(17).
Şizofrenide en çok göze çarpan duygusal bozukluk, duygularõn ifadesinde azalma
(diminished
expression of emotion) dõr.
Yakõn dönemde yapõlan araştõrmalarda,
Bleuler(1911/1950) ve Kraepelin’in(1904) şizofreni hastalarõnõn geniş kapsamlõ duygular
yaşõyor gibi göründükleri, ancak bunlarõ dõşarõya yansõtmadõklarõ görüşüne paralel fikirler
ortaya atõlmõştõr. Buna göre şizofreni hastalarõ belli uyaranlar karşõsõnda karşõlaştõrõldõklarõ
sağlõklõ gruplarla eşit yoğunlukta duygular bildiriken, daha az, gözlemlenebilen yüz ifadeleri
(mimikler) sergilemektedirler(17,193). Psikiyatrik hastalõk tanõsõ olmayan 15 kişilik bir grupla
30 şizofreni hastasõnõn seyrettirilen kõsa bir canlandõrma sonrasõ yaşantõladõklarõ duygusal
yoğunluğun benzer düzeyde olduğu, ancak şizofreni hastalarõnõn duygularõnõ jest ve mimikleri
ve bedensel ifadeleriyle diğer grup kadar dõşa vuramadõklarõ görülmüştür(194). Duygularõn
60
ifadesindeki bu azalma nöroleptik yan etkisine bağlõ olmadõğõ gibi belli bir duyguya özgü de
değildir.
Şizofreni hastalarõnda duygusal dõşavurum yüz ifadelerinden tamamen yoksun
değildir. Hatta duygusal filmlere, farklõ yüz-mimik ifadelerine, hoş ve hoş olmayan olaylarõn
anlatõmõna, sağlõklõ bireylere benzer mimikler veya mikro-ekspresif yüz ifadeleriyle
(elektromiyografi (EMG) ile ölçülmüş) tepki verdikleri öne sürülmektedir(194). O halde
şizofreni hastalarõnõn açõkça var olan duygusal ifedeleri bir şekilde azal(tõl)makta veya az
yansõmaktadõr. Bu durumda öne sürülen iddia, şizofreni hastalarõnõn açõkça gözlemlenebilen
mimik ve jestler sergilemeleri için, belli bir eşiğin aşõlmasõ gerektiği, yani bu eşiği aşacak
yoğunlukta uyaranlara ihtiyaç olduğudur(17).
Anhedoninin şizofreni için çekirdek özelliklerden biri olduğunu vurgulayan yazarlara
göre şizofrenin hastalarõnõn bazõ mutluluk verici duygularõ yaşama yetisi azalmõştõr.
Fowles(1994), deperesyonda rol oynayan Davranõşal Aktivasyon Sistemindeki aksamanõn
şizofrenide de etkin olduğunu öne sürmüştür. Davranõşal Aktivasyon Sistemi olumlu
duygulanõm (pozitif affekt) ile ilişkili olduğuna göre, anhedonik şizofrenik bireylerin bu
sistemin aksamasõna bağlõ olarak azalmõş olumlu duygulanõm (pozitif affekt) sergilemeleri
beklenir. Bu öngörü, şizofreni hastalarõnõn sağlõklõ bireylerle karşõlaştõrõldõklarõnda daha fazla
olumsuz duygulanõm (negatif affekt) ve daha az olumlu duygulanõm (pozitif affekt) örüntüsü
sergilediklerini ortaya koyan çalõşmalarla uyumludur(195). Şizofreni hastalarõnõn sağlõklõ
gruplara oranla daha çok nörotisizm ve daha az dõşadönüklük (extraversion) sergilediklerini
açõklayan bir meta analizi de bu görüşleri desteklemektedir(17).
Yaşlõ şizofreni hastalarõnõn duygularõ yaşama ve ifade etme düzeylerinin (yüz ve sesle
ilgili) az olduğu çeşitli çalõşmalarla ortaya konmuş, ancak bunun duygularõ algõlamaya özgü
olmadõğõ düşünülerek daha genel bir algõ bozukluğuna atfedilmiştir (17,194). Bellack ve
ark.’õnõn
çalõşmasõnda
şizofreni
hastalarõnõn
duygusal
algõlarõnda
bir
eksiklik
saptanmamõş(195), başka bir çalõşma ise antipsikotik tedavinin, akut şizofreninin algõ
bozukluklarõnda, duygu algõlarõnõ da içerecek şekilde genel bir toparlanma sağladõğõnõ ancak
kronik hastalar için böyle bir verinin olmadõğõnõ ortaya konmuştur(196).
Farklõ araştõrmalar õşõğõnda şizofreninin sadece bazõ alt tiplerinde duygularõ algõlama
ve ifade etme sorunlarõ olduğu öne sürülmüştür. Frontal korteks ve limbik yapõlarda işlev
bozukluğunun ortaya çõkardõğõ defisit semptomlarõnõn ayrõ bir şizofreni alt tipi olarak
değerlendirilebileceği, defisit semptomlarõnõn yoğun olduğu hastalarda duygularõ algõlama ve
ifade etmenin yanõ sõra duygularõ yaşantõlamada da belirgin azalma olduğu öne
sürülmüştür(17).
61
3.7.
Şizofreni ve kültür
Şizofreninin farklõ kültürlerde farklõ klinik tablolarla ortaya çõktõğõ ve farklõ bir seyir
izlediği bilinmektedir(197).
Geçtiğimiz yüzyõlda katatonik ve hebefrenik şizofreninin batõ toplumlarõnda giderek
azaldõğõ, farklõlaşmamõş ve paranoid alt tiplerin görülmeye başladõğõ gözlenmiştir. Diğer
yandan Japonya gibi geleneksel uzakdoğu ülkelerinde hebefrenik ve dezorganize şizofreninin
sõklõğõnõ koruduğu bilinmektedir. Katatonik alt tip de Hindistan’õn dõşõnda giderek
azalmaktadõr. Hindistan-Madras’ta yapõlan bir çalõşmada her 4-5 şizofreni hastasõndan birinin
katatonik özellikleri olduğu saptanmõştõr. Nüfus şehirleştikçe katatonik alt tipin kaybolmaya
yüz tuttuğu gözlenmektedir(145,198)
Daha az endüstrileşmiş Batõ-dõşõ toplumlarda psikozun daha akut ve sõnõrlõ olduğu, katõ
tanõ ölçütlerini karşõlayan hastalarõn dahi daha iyi bir gidiş gösterdiği bulunmuştur. Diğer
yandan sosyopolitik etkenlerin psikiyatri hastalarõnda semptom oluşumunu önemli ölçüde
etkilediği unutulmamalõdõr. Örneğin göç edenlerde, kişilerin aşinasõ olmadõklarõ kültürel
ortamlarda
yaşanmaya
zorlanmalarõ
durumunda
paarnoid
düşüncelerin
arttõğõ
bildirilmektedir(87,88,197).
Totaliter rejimlerde, izlenme ve zarar görme korkusunun bu tür rejimler altõnda
yaşayan hastalarda paranoid hezeyanlarõ arttõrabileceği bildirilmiştir(12).
Japonya’da şizofreni hastalarõnda daha fazla fobik kaygõlar ve kendilerini suçlama
eğilimi saptanmõş, Çin ve Asya kökenli psikotik hastalarõn semptomlarõnõ somatize etme
eğiliminde olduklarõ bildirilmiştir. Hezeyanlarõn ardõndaki kültürel inanõşlarõ ihmal eden
klinisyenler şizofreni tanõsõnõ gereğinden çok koyabilirler. Bunun gibi, kültürel etkilere çok
fazla anlam yükleyen ve hastalõğõn özgül bulgularõnõ kültürel olarak kabul edilebilir
davranõşlar sayan klinisyenlerin de tanõyõ atlama riski vardõr (197,198).
Sudan ve Habeşistan’da cinler tarafõndan ele geçirildiğine inanan ve bunu söyleyen
kadõnlar o güne kadar ifade edemedikleri arzularõ ifade edebilmekte, duyduklarõ sõkõntõyõ bu
yaşantõ aracõlõğõyla dõşa vurabilmektedirler. Bu durum kadõnlarõn sõkõntõlarõnõ ifade etmesi için
toplumsal açõdan kabul edilebilir bir imkan olmaktadõr. ‘Ölü bir kişi tarafõndan kontrol
edilmek’ Batõlõ eğitimden geçmiş klinisyenlerin çoğu tarafõndan ‘bizar hezeyan’ olarak
değerlendirilebilir. Ancak bunun evrensel geçerliliği yoktur çünkü pek çok geleneksel Batõdõşõ toplumlarda ölen kişinin ruhunun hâlâ canlõ olduğuna ve yaşayanlarla etkileşip onlarõ ele
geçirebileceğine inanõlmaktadõr (11,198).
62
Hekimin kendi kültürel yaşantõsõ dõşõndaki vakalarõ değerlendirmesi sõrasõnda Şizofreninin
bu tür inanõşlarõ ve transa bağlõ geçici psikozlarõ içeren kültürel boyutu göz önünde tutulmalõ,
tanõ ve tedavi stratejileri buna göre geliştirilmelidir.
63
4. ŞİZOFRENİ VE SOMATİZASYON
4.1.
Somatizasyon ve Diğer Psikiyatrik Bozukluklar
Birincil olarak yapõsal bedensel bozukluklarla değil, zihinsel süreçlerle şekillenen
bedensel belirtilerin, geniş kapsamlõ klinik görüngüsü olan “somatizasyon”, pekçok
psikiyatrik hastalõğõn gelip geçici yakõnmasõ veya temel belirtisi olabileceği gibi, kültürel ve
sosyal boyutlardan etkilenen bedensel bir stres ifadesi, öğrenilmiş bir davranõş biçimi, organik
bir
bozukluk
belirtisinin
abartõlõ
söylemi,
bazõ
kişilik
özelliklerinin
temsili
de
olabilir(38,79,199).
Hastalõk davranõşõ kişinin bedensel belirtilerini algõlama biçimi, bu belirtileri nasõl
değerlendirdiği ve buna bağlõ olarak sergiledikleri (veya sergilemedikleri) fiziksel tepkiler
sürecidir. Dolayõsõyla bir belirti farklõ kişilerde farklõ yoğunlukta ve şiddette ortaya çõkarken,
aynõ hastalõk farklõ kişilerde pekçok farklõ belirti gösterebilir (82,200). Pilowsky tarafõndan
tanõmlanan anormal hastalõk davranõşõ, genel olarak somatizasyonun çeşitli formlarõna
gönderme yapar(201). Anormal hastalõk davranõşõnda kişiler, hastalõk yaşantõlarõnõ(illness),
objektif bulgulara oranla ya çok abartõrlar ya da çok küçümserler(42).
Somatizasyon davranõşõ çeşitli psikiyatrik bozukluklarla ilişkilidir. Ayrõ ayrõ ele alõnan
bu bozukluklarõn sõnõrlarõ geçirgen olduğundan ve sõklõkla eştanõlõ olabildiklerinden somatik
semptomlarla bağlantõlarõ konusunda kesin ayrõmlar yapmak mümkün değildir(42,46).
4.2.
Somatize eden (bedenselleştiren) sendromlar
4.2.1. Depresyon (Bedenselleştirilmiş depresyon)
Majör depresyonun duygudurum bozukluğu beliritleri yerine somatik yakõnmalarla
ortaya çõkmasõ sõk rastlanan bir durumdur(39,42). Pekçok araştõrmada, kronik yorgunluk,
pelvik ağrõlar, göğüs ağrõsõ, kronik sõrt ağrõsõ, kulak çõnlamasõ, irritabl barsak sendromu gibi
tõbben açõklanamayan (yön değiştirmiş-aversif) belirtileri olan vakalarõn 2/3’ünde tekrarlayan
majör depresif bozukluk öyküsüne rastlanmõştõr(42,110,127). Bununla birlikte tõbben
açõklanamayan belirtileri olan birçok vakada, değerlendirildikleri dönemde belirtiler DSM
majör depresif bozukluk tanõ kriterlerini doldurmasa da, ölçeksel sorgulamada, anksiyete,
depresyon ve somatizasyona bağlõ huzursuzluk saptanmõştõr. Tekrarlayan anksiyete ve affektif
bozukluğu olan hastalarõn psikolojik belirtileri ataklar arasõnda da devam eder(127,128).
64
Akiskal, somatik belirtilerle ortaya çõkan depresyonun toplumda en sõk görülen affektif
bozukluk türü olduğunu öne sürmüştür (110,202).
Hagel ve Rorsman İsveç-Lundby çalõşmasõnda izlenen 200 hastanõn verilerine
dayanarak 1978 yõlõnda, depresyon, intihar ve somatizasyonla ilişkisiyle ilgili yazdõklarõ
yazõda, psikotik özellikli depresyon tanõsõ almõş vakalarõn %60’õnda bedensel belirtiler
saptandõğõnõ ve bu hastalarõn %20’sinin ilk doktor başvurularõnõ bedensel yakõnmalarõ
nedeniyle
yaptõklarõnõ iletmişlerdir(203). Başka bir çalõşmada ise psikiyatri kliniklerinde
yatmakta olan veya ayaktan izlenen depresyon tanõsõ konmuş hastalarõn %10-%30’unun ilk
başvurularõnda
bedensel
şikayetler
tanõmladõklarõ
ortaya
konmuştur(110).
İspanya
Zaragoza’da 8 farklõ sağlõk merkezinde 1559 hasta üzerinde yapõlan bir araştõrmada,
somatizörlerin prevelansõ %9.4 (vakalarõn%34.5) olarak hesaplanmõş ve bunlarõn %68.7’sinin
DSM-IV tanõ kriterlerine göre anksiyete ve/veya depresyon tanõsõ aldõğõ görülmüştür.
Depresyon şiddeti hastalarõn büyük çoğunluğunda orta düzeyde tespit edilirken, %66.6’sõnõn
kronisite gösterdiği, hastalarõn %71.4’ünde en sõk iletilen yakõnmanõn sõrt ağrõsõ olduğu
saptanmõştõr(79).
Birçok çalõşma, yöntemlerinden bağõmsõz olarak, depresif hastalarõn, depresif
olmayanlara göre daha fazla somatik belirtiler gösterdiklerini, somatize edenlerin ise tanõsõ
konmuş
bedensel
hastalõğõ
olanlara
göre
daha
depresif
olduklarõnõ
ortaya
koymuştur(39,43,90). Bu tür belirtilerin müphemliği nedeniyle depresyon tanõsõ zorlaşmakta,
birinci basamak sağlõk hizmetlerine somatik yakõnmalarla başvuran (ve aslõnda majör
depresyon tanõsõnõ hak eden) hastalarõn ancak yarõsõndan azõ doğru ve uygun tedavi
alabilmektedir(36). Yine Lundby çalõşmasõna bağlõ olarak araştõrmacõlar, 25 yõl boyunca
izlenen 3000 vaka içerisinde endojen depresyon nedeniyle intihar girişiminde bulunanlarõn
büyük bir çoğunluğunun ilk defa depresyon belirtilerini maskeleyen somatik yakõnmalarla
sağlõk hizmetlerine başvurduklarõnõ bulmuşlardõr(110,203).
Bedensel yakõnmalar bazen depresyonun en önde gelen belirtileri olabilir. Vücutta
ağrõlar ve sõzõlar, barsak düzensizlikleri ve sindirim sorunlarõ sõk görülür. Primer sağlõk
hizmetlerine başvuran depresif hastalar, hüzün ve çökkünlük yerine sõklõkla başağrõsõ,
epigastrik ağrõ, göğüste baskõ hissi gibi bedensel yakõnmalarõndan bahsederler(204-205).
“Depressio sine depressione” veya “Maskeli depresyon”(204), olarak nitelenen bu
tablo, bedenselleştirme ile depresyonun üç şekilde kesiştiğini öne süren görüşe göre,
bedenselleştirmenin depresyon ve anksiyetenin özel ve özgün bir alt-tipi olarak kabul edildiği
ilk grup içerisinde değerlendirilir(79,107). Diğer ikisi ise 1.depresyon ve somatizasyonun
birbirlerinin eşdeğeri olduğu ve 2.bedenselleştirmenin depresyonun temel belirtilerinden birisi
65
olduğu ve DSM-IV depresyon tanõ kriterleri içerisinde yer almasõ gerektiği, şeklinde
özetlemiştir(110).
Depresif kişilerin kendilik algõlarõndaki bozulma, düşük benlik saygõsõ, kendilerine
olan güven eksikliği, kendilerini eksik ve hasarlõ(damaged) olarak değerlendirmeleri bedensel
duyumlarõ abartõlõ algõlamalarõna, hastalõk ve acõ çekme beklentilerine neden olur(110,176).
Depresif kişinin kendine yönelik dikkati artar ve kendisi(bedeni) ile ilgili zihinsel meşguliyeti,
önemsiz, basit fizyolojik değişiklikleri dahi abartõlõ algõlayarak bedensel bir hastalõk belirtisi
olarak yorumlamasõna yol açar (79,155). Depresyon ile bedensel duyumlarõ büyütme arasõnda
belirgin bir ilişki olduğu iddia edilmektedir(37,156)
Bibring’e göre sevilen, iyi ve seven, güçlü ve üstün olma gibi narsisistik ihtiyaçlarõnõ
doyurmak isteyen ideal kendilik, beklentileri gerçekleşmediğinde früstre olur(hayal kõrõklõğõ
yaşar) ve depresyon tetiklenir. Bu kişilerin ilgi ve sevgi ihtiyaçlarõnõ doyurmak için hasta
rolünü benimsedikleri, sõk sõk bedensel rahatsõzlõklardan yakõndõklarõ gözlenmektedir(204).
Depresyondaki olumsuz ve kötümser bilişsel şema, geçmiş hastalõk yaşantõlarõ ile ilgili
anõlarõ taze tutar, kişinin sağlõk durumu ve gidişatõ(prognozu) ile ilgili olumsuz yargõlarõnõ
tetikler ve böylelikle hoş olmayan duyumlara olan farkõndalõğõnõ arttõrarak basit bedensel
duyumlarõn bile büyütülerek hastalõğa atfedilmesine(bedenselleştirmeye) yol açar(107,155).
Bedenselleştirme, kişinin yaşadõğõ bedensel duyumlarõ nasõl yorumladõğõ ve neye atfettiği ile
yakõndan ilgilidir (154,157).
Depresyonda en sõk görülen somatik belirtiler ağrõ, halsizlik, yorgunluk, sersemlik
hissi, nefes darlõğõ, çarpõntõ, gastrointestinal yakõnmalar, vücudun çeşitli yerlerinde
karõncalanma ve cinsel işlev bozukluğu olarak ileri sürülmüşse de depresyona veya herhangi
bir psikiyatrik bozukluğa özgü somatik bir belirti olmadõğõ unutulmamalõdõr(36,41,110,128).
Bununla birlikta “ağrõ” ile depresyon ilişkisi üzerinde çalõşõlmayõ hak eden bir konudur.
Depresif hastalarõn ortalama %54’ünde başağrõsõ tespit edilmiştir. “Kronik idiopatik ağrõ”da
depresyon prevelansõ farklõ araştõrmalara göre %10-%100 arasõnda bildirilmiş, ancak son
çalõşmalarda, %30 ile %60 arasõ prevelansõn daha doğru olduğu belirtilmiştir(107,110).
Somatik depresif hastalarõn bir çoğunda görülen ağrõ ve sõklõkla eşlik eden
hipokondriyak ilginin, depresyonunu mazoistik eğilimleri, içe yönelik öfke ve saldõrganlõk
gibi özellikleriyle ilişkili olduğu düşünülmektedir(36,110,130)
Depresyona farklõ kültürlerde yüklenen anlam farklõdõr ve klinik görünüm de buna
bağlõ olarak değişkenlik gösterir. Az gelişmiş toplumlar sõkõntõlarõnõ toplumun desteğini ve
onayõnõ alarak bedenselleştirerek yansõtõrken gelişmiş batõ toplumlarõnda ruhsallaştõrma daha
yaygõndõr. Bununla birlikte batõ toplumlarõnda da bir akõkl hastalõğõnõn stigmatizasyonundan
66
kaçõnmak için hastalõğõn daha meşru şekli olarak düşünülen bedensel belirtilere bağlõ tanõ
talebi artma eğilimindedir(2,38,43,150) ‘‘Çökkün” sözcüğü kimi kültürlerin dilinde mevcut
değildir.
Ancak
bu
yokluk
onunla
ilgili
duygulanõmõn
olmadõğõ
anlamõna
gelmez(133,145,148).
Meksika ve İran toplumlarõnda depresif hastalõğõn sõnõrõnõ belirleyen şey, çökkün
duygulanõmdan ziyade aile üyelerine karşõ hostilite ifadeleridir (145).
Somatizasyon ve depresyon komorbiditesi ile ilgili önemli kanõtlar, somatik
semptomlarõn
sayõsõyla,
duygudurum
semptomlarõnõn
doğrusal
olarak
bir
“şiddet
spektrumu”nda ilişkilendirilebileceğini öne sürmektedir(206). Depresyon ve somatizasyon
bağlantõsõnõ inceleyen az sayõda prospektif araştõrmadan birinde Zweigenbaum ve arkadaşlarõ
çok sayõda somatik belirti tanõmlayan adölesanlarõn(13-16 yaş) takip eden dört yõl içinde
depresyon geçirme riskinin belirgin olarak arttõğõnõ göstermişlerdir(206).
Bridges ve Goldberg’e (1985) göre anksiyete veya depresyon tanõsõ konmuş hastalarõn
%50 ile %80’i başlangõçta bedensel belirtilerle hekime başvurmaktadõrlar(44).
4.2.2. Anksiyete (Bedenselleştirilmiş anksiyete)
Anksiyete bozukluklarõ, önemli bir halk sağlõğõ sorunudur. Aile hekimliğine başvuran
geniş bir popülasyonda yapõlan bir çalõşmada, 80 başvurudan biri anksiyeteyle ilişkili
bulunmuştur. Ancak gerçek insidansõn daha yüksek olduğu düşünülmektedir(42).
Latince’de “ango” ve “anxio” sözcükleriyle ifade edilen anksiyete, Roma’da
“anxietas” sözcüğü ile süregelen bir korkuyu, “angor” ile de bugünkü panik bozukluk benzeri
tabloyu tanõmlamak için kullanõlmõştõr. Angor “bedensel olma” anlamõnõ vurgulamakta olup
“angina” sözcüğünün de kökenini oluşturur(205).
Anksiyete, kişinin sağlõğõyla ilgili olumsuz bilişsel değerlendirmelere yol açar.
Bedensel belirtilerin daha tehlikeli, uyarõcõ, uğursuz olarak değerlendirilmesine sebep olur.
Anksiyöz kişiler bedensel duyumlarõ katastrofize ederek (felaketleştirerek), nedeni belirsiz
müphem ve şüpheli semptomlarõ ciddi fiziksel hastalõklara atfederler. Anksiyete aynõ zamanda
kişinin kendisine olan ilgisini ve dikkatini arttõrarak daha önce de var olan belirtilerin
abartõlmasõna veya daha önce farkõnda olunmayan duyumlarõn bilinç düzeyine çõkarõlmasõna
neden olur. Deneysel çalõşmalarda anksiyetenin, ağrõ gibi hoş olmayan
duyum ve
semptomlarõn eşiğini düşürdüğü ve bu duyumlara toleransõ azalttõğõ ortaya konmuştur(155).
Anksiyete bozukluklarõ hipokondriyasis, depresyon ve somatizasyonla ilişkilidir, hatta
somatizasyonla içiçe geçmiştir(36). Öyle ki aslõnda panik bozukluk veya genelleşmiş
anksiyete bozukluğu DSM tanõ kriterleri çoğul somatik belirtiler içerir. Genelleşmiş anksiyete
67
bozukluğunda, kas ağrõlarõ, halsizlik, ishal, sersemlik hissi ve midede şişkinlik gibi belirtiler
görülürken, panik bozukluğun tipik belirtileri nefes darlõğõ, göğüste sõkõşma ve ağrõ hissi,
terleme, boğulma hissi ve çarpõntõdõr(185,205).
Panik bozukluğu tanõsõ almõş hastalarla
yürütülen bir çalõşma, hastalarõn sadece %11’inin psikososyal problemlerle doktora
başvurduğunu,
geri kalanlarõn taşikardi, göğüs ağrõsõ, düzensiz kalp atõmõ, epigastrik
huzursuzluk gibi somatik şikayetler ilettiklerini, en sõk yakõnmanõn %81 oranõnda görülen ağrõ
olduğunu ortaya koymuştur(42).
Anksiyete ve depresyonun sõklõkla eştanõlõ olmalarõ, anksiyete somatizasyon ilişkisini
değerlendirmede karõşõklõğa sebep olur. Bununla birlikte çeşitli çalõşmalar nörotik hastalarda
somatik belirtilerin anksiyete ile bağlantõsõnõn depresyondan daha güçlü olduğunu ortaya
koymuştur(43). Mumford ve arkadaşlarõ Bradford Somatik Envanteri’ni kullanarak yaptõklarõ
çalõşmada, birinci basamak sağlõk hizmetlerine bedensel belirtilerle başvuran majör depresyon
veya anksiyete bozukluğu tanõlõ hastalarõn prevelansõnõ %70-%80 olarak hesaplamõşlardõr
(37,104). Somatizasyonu olan Asya’lõ ve Kafkasya’lõ hastalarõn karşõlaştõrõldõğõ bir çalõşmada
somatik belirtilerin anksiyete ve depresyon skorlarõyla ilişkili olduğu, özellikle anksiyeteyle
daha güçlü bir bağlantõnõn varlõğõ saptanmõştõr (32,37,86). Anksiyete bozukluklarõnda
özellikle panik bozuklukta (somatik belirtilere de bağlõ olarak) hasta olmakla ilgili inanõş ve
korku oldukça
fazladõr(43,205).
Bu
durum bazõ araştõrmacõlarõn
hipokondriyasisi,
anksiyetenin yoğun sağlõk hizmeti talebinden sorumlu tanõsal bir özelliği olarak
değerlendirmelerine sebep olmuştur(36). Hamilton, depresif bozuklukluğu olan bireylerde
somatik belirtilerin çoğunluğunun anksiyeteye bağlõ olduğunu söylemiştir(79,111). Depresif
duygudurumun anksiyete sonucu yaşanan bedensel huzursuzluğa duyarlõlõğõ arttõrdõğõ
düşünülmektedir. Bridges ve arkadaşlarõ somatizörlerin daha anksiyöz, psikolojize edenlerin
ise depresif olduklarõnõ öne sürmüştür(44).
Eğer bedensel belirtiler altta yatan anksiyetenin görüntüsü ise bu, bedene yönelik ilgiyi
ve korkuyla harekete geçen seçici algõlarõ tetikleyerek, daha fazla anksiyeteye, bunun
sonucunda somatik belirtilerin sõklõğõnda ve yoğunluğunda artmaya sebep olur, kõsõr bir döngü
yaratõr (37). Ancak, erken ve etkili tedaviyle anksiyete bozukluğunda
somatik belirtiler
geriler, genel sağlõk hizmeti talebi azalõr. Oysa somatize eden depresif hastalarda
somatizasyona meyil ve sağlõk hizmeti talebi süreğen özellikte ve tedaviye daha
dirençlidir(36,45,58). Bununla birlikte göğüste sõkõşma ve ağrõ yakõnmalarõyla “kalp hastasõ”
olduğuna inanan anksiyete bozukluğu vakalarõnda seyir daha çok somatik depresif
hastalarõnkine benzemektedir.
68
Diğer yandan anksiyete bozukluklarõnõn birçok organik hastalõkla ilişkili olduğu veya
anksiyetenin birçok organik hastalõğõn belirtisi olabileceği unutulmamalõdõr. Nörolojik
hastalõklar, tiroid
hastalõklarõ ve kardiyovasküler hastalõklarla birlikte alkol veya
benzodazepin yoksunluğu, ilaç entoksikasyonlarõ da anksiyeteye sebep olur(207).
Depresyonda olduğu gibi anksiyetede de, bedensel duyumlarõn büyütülmesi,
bedenselleştirmede rol oynar(154).
4.2.3. Hipokondriyasis
Hipokondriyasis,
genel
sağlõk
hizmetlerine
başvurularõn
%3-13’ünü
oluşturmaktadõr(42). Somatizasyonun bu türünde, üstünde durulmasõ gereken nokta
somatizasyonun obsesif özelliğidir. Hastalara fiziksel bir hastalõklarõ olmadõğõ konusunda
tekrar tekrar güvence verilmeli ve her defasõnda hastalarõn kõsa bir süre sonra yine
endişelenmeye başlayacaklarõ ve fiziksel bir hastalõklarõ olduğu düşüncesiyle doktora
başvuracaklarõ unutulmamalõdõr(42,123).
Hipokondriyasis, bedensel bir hastalõğõn yokluğuna rağmen ciddi bir hastalõğõ olduğu
inancõ ve korkusuyla aşõrõ zihinsel meşguliyet şeklinde tanõmlanõr(36). Kronik bir gidişatõ
vardõr ve sõklõkla çoğul nadiren de tek somatik yakõnmayla genel sağlõk hizmetlerine
başvuruyla karakterizedir. Akut stres sonucu ortaya çõkan geçici bir reaksiyon olabileceği
gibi, tek bir hastalõk veya depresyona sekonder bir tablo olabilir. Depresyona sekonder
hipokondriyasis daha çok yaşlõlarda görülür. Yüzyõllardõr depresyonla olan bağlantõsõ ve
örtüşen yanlarõ bilindiğinden(42), ayrõ bir hastalõk olarak ele alõnõp alõnmamasõ uzun zamandõr
tartõşõlmaktadõr(36). Hipokondriyasisin tek başõna bir bozukluk olarak değil, somatoform
bozukluklarõn ve birçok mental hastalõğõn eşlik eden boyutu olarak değerlendirilmesi daha
gerçekçi gibi görünmektedir(124).
Hipokondriyasis, mazoistik eğilimler, suçluluk ve karamsarlõkla ilişkilidir. İçe
yönelmiş agresyon, bu suçluluk duygularõna ve karamsarlõğa bağlanabilir. Bu kişilik
özellikleri hipokondriyasis ve ağrõya zemin oluşturur(123,130).
Psikodinamik bakõşla, nadiren izole bir nevroz olarak ortaya çõktõğõ öne sürülen
hipokondriyasis daha çok başka bir psikopatolojik durumun klinik tablosunu karõştõran bir
etmen gibi görülür. Çoğu kez akut anksiyete veya nevrastani ile birliktedir. Daha hafif
derecesinde kompülsiyon nevrozlarõnõ komplike eden bir durum, daha ileri derecesinde ise
bütün psikozlarda özellikle
başlangõç
dönemlerinde önemli
bir
komplikasyondur.
Hipokondriyasis organ temsillerinin primer bir aşõrõ yüklenmesiyle (psikozlar) veya bir blokaj
69
halinin bilinmeyen primer organik belirtileriyle (aktüel nevrozlar) meydana gelmiş
olabilir(50,121).
Bedensel duyumlarõn büyütülmesi hipokondriyasise yatkõnlõğõ arttõrõr. Barsky ve
arkadaşlarõnõn hipokondriyak hastalar üzerinde yaptõklarõ 4-5 yõllõk bir izlem çalõşmasõnda
tedaviyle hipokondriyak ve somatik belitiler azalõrken bedensel duyumlarõ büyütme
konusunda herhangi bir gerileme olmadõğõ görülmüştür. Dolayõsõyla tama yakõn iyileşen
hipokondriyasis hastalarõnda veya somatizörlerde bile bedensel duyumlarõ büyütme eğilimi
sabit kaldõğõndan relaps riski yüksektir(124).
Hipokondriyak hastalar çoğunukla bireyin sadece bir hastalõk söz konusu olduğunda
dikkat ve ilgi görebildiği duygusal iletişimi kõsõtlõ ailelerden gelir. Görmezden gelinen
duygusal ihtiyaçlar ve fiziksel semptomlara seçici bir ilgi çocukluktan erişkinliğe uzanan
bedensel
yakõnmalara
neden
olur(123).
Hastalar,
bedensel
rahatsõzlõklarõyla
ilgi
çekebileceklerini düşünür ve doktorlarõyla da böyle bir ilgi beklentisi üzerinden ilişki
kurarlar(42).
4.2.4. Somatizasyon bozukluğu/Briquet’s sendromu:
DSM-IV’te Somatoform Bozukluklar başlõğõ altõnda yer alan Somatizasyon
Bozukluğu(SB) 30 yaşõndan önce başlayan, yõllarca süren ve tõbben açõklanamayan çoğul
bedensel belirtilerle karakterize klinik bir sendromdur(102,185). Somatizasyon bozukluğu
Briquet’s Sendromu’nun gözden geçirilmesiyle DSM’te yerini almõş, ancak tanõ kriterleri, eş
tanõlarõ ve hastalõk yaygõnlõğõ ile ilgili tartõşmalar bitmemiştir(75,208,209).
Somatizasyon Bozukluğunun DSM tanõ ölçütlerine göre; Somatik yakõnmalar 30
yaşõndan önce başlamalõ ve yõllarca sürmelidir (DSM-IV’ün A ölçütü). En azõndan 4 farklõ
bölge (örn. baş, sõrt, eklemler, ekstremiteler, göğüs, rektum) ya da işlevle (örn. menstrüasyon,
cinsel ilişki, idrar yapma) ilişkili ağrõ öyküsü olmalõdõr (B1 ölçütü). Ağrõ dõşõnda en az iki
gastrointestinal belirti öyküsü bulunmalõ(B2 ölçütü), en azõndan bir cinsel ya da üreme ile
ilgili belirti eşlik etmelidir(B3 ölçütü). Son olarak ağrõ dõşõnda nörolojik bir durumu gösteren
en azõndan bir belirti bulunabilir(koordinasyon ya da denge bozulmasõ, paralizi ya da lokal
zayõflõk, yutma güçlüğü ya da boğazda düğümlenme, afoni, idrar retansiyonu, varsanõlar,
dokunma ya da ağrõ duyusunun kaybõ, çift görme, körlük, sağõrlõk ya da nöbetler gibi
konversiyon belirtileri; amnezi gibi dissosiyatif belirtiler; bayõlma dõşõnda bilinç kayõplarõ)
(B4 ölçütü). Çoğul somatik yakõnmalar bilinen herhangi bir tõbbi durum ile açõklanamõyor
olmalõ ya da bir maddenin doğrudan etkileri sonucu oluşmamõş olmalõdõr. Bunlar genel bir
tõbbi duruma eşlik ediyorsa,fiziksel yakõnmalar ve bunun sonucu olarak ortaya çõkan
70
toplumsal ya da mesleki bozulmalar öykü, fizik muayene veya laboratuvar testlerden
beklenenden daha fazla olmalõdõr (C ölçütü). Somatizasyon bozukluğundaki açyklanamayan
belirtiler istemli olarak taklit edilemez, ya da ortaya çõkarõlamaz (yapay bozukluk ya da
temaruzda olduğu gibi) (D ölçütü)(51,185).
SB’nun bu deskriptif, kapsamlõ beliritler kümesi, aslõnda genel tõp ve psikiyatri
pratiğinde daha sõk karşõlaşõlan bedensel yakõnmalara tanõ açõsõndan kõsõtlõlõk getirmekte ve
SB prevelansõnõn kadõnlarda %0.2 ile %2, erkeklerde ise %0.2’den az olduğu söylenmektedir.
Genel sağlõk hizmetlerinde olduğu gibi psikiyatride de somatoform bozukluk tanõsõ, altta
yatan fiziksel bir hastalõğõn varlõğõyla ilgili şüpheler nedeniyle az konmaktadõr(45,53,75).
Bunun yerine daha çok, fibromiyalji, irritabl kolon, idiopatik kronik ağrõ gibi psikosomatik
tanõlar tercih edilir. Oysa tõbben açõklanamayan belirtiler sõklõkla depresyon, distimi, özellikle
panik bozukluk ve fobik bozukluk gibi anksiyete bozukluklarõ ve hatta şizofreniye eşlik eder.
Bütün bu kõsõtlõlõklarõ ve doğru tanõ konmamasõ nedeniyle ortaya çõkan dirençli somatik
belirtileri göz önüne alarak Escobar kapsamlõ Somatizasyon Bozukluğu tanõsõ yerine kadõnlar
için 6, erkekler için 4 somatik belirtinin varlõğõnda tanõsõ konabilen “abridged(kõsaltõlmõş)
somatizasyon” kavramõnõ ortaya atmõştõr. Escobar ve ark.’õ A.B.D. ECA(Epidemiologic
Catchment Area) ve Porto Riko ECA çalõşmalarõnõ gözden geçirerek “abridged somatizasyon”
prevelansõnõ A.B.D ECA’ya göre %12, Porto Riko ECA’ya göre %20, hastalõklara göre
değerlendirildiğinde şizofrenide %22, kronik ağrõ sendromlarõnda ise %50 olarak
hesaplamõşlardõr(70,75). SB’nun %0.2-%2’lik prevelansõ ile karşõlaştõrõldõğõnda, benzer
sosyodemografik özelliklerle, benzer hastalõk davranõşlarõ ve sağlõk hizmeti talebiyle belirli
iki sendromun yaygõnlõk açõsõndan bu kadar farklõ olmasõ şaşõrtõcõdõr. Escobar ve
arkadaşlarõnõn 1987 yõlõnda yaptõklarõ bir çalõşmada da abridged somatizasyon prevelansõ
SB’nun 50-150 katõ arasõnda bulunmuştur(45,75).
Cloninger'e göre (1986), SB’nun ayõrõcõ tanõsõnda dikkatli bir şekilde ele alõnmasõ
gereken üç psikiyatrik bozukluk vardõr; anksiyete bozukluklarõ (özellikle panik bozukluk),
duygudurum bozukluğu ve şizofreni(51,95,105).
En çok sorun yaratan ayrõm anksiyete bozukluklarõ ile SB arasõnda olur. Yaygõn
anksiyete bozukluğu olan kişilerde sõklõkla SB hastalarõnda da bulunan çeşitli fiziksel
yakõnmalar olabilir, fakat anksiyete ve kaygõ odağõ fiziksel yakõnmalarla sõnõrlõ değildir.
Anksiyete bozukluğu olan bireylerde SB'da da olan hastalõk kaygõlarõ ve hipokondriyak
yakõnmalar olabilir. Benzer şekilde SB olan hastalar sõklõkla panik ataklar bildirirler. Panik
bozukluğunda da çoğul somatik belirtiler olabilir, fakat bunlar özellikle panik ataklar
sõrasõnda olur. Histriyonik kişilik özelliklerinin varlõğõ, konversiyon ve disosiyatif belirtiler,
71
cinsel ve menstrüasyonla ilgili sorunlar ve toplumsal ilişkilerdeki bozulmalar SB tanõsõnõ
destekler(36,42).
Duygudurum bozukluğu olan bireyler (depresyon ya da mani, fakat özellikle
depresyon) somatik yakõnmalar dile getirebilirler. Sõk olarak temel yakõnma baş ağrõsõ,
gastrointestinal bir bozukluk ya da açõklanamayan bir ağrõdõr. Bu belirtiler duygudurum
bozukluğunun tedavisi ile iyileşirken, SB'daki fiziksel yakõnmalar devam eder. Diğer taraftan
SB olan kişiler sõklõkla depresif yakõnmalardan bahsederler. Majör depresyonun eşlik ettiği
SB olgularõnda majör depresyon ve bazõ somatik yakõnmalarõn birlikte olduğu hastalardan
daha fazla depresif yakõnma olur. SB olan hastalarõn daha fazla suçluluk, konsantrasyonda
azalma, karmaşõk düşünce, kendine güvende azalma, ölüm düşünceleri, özkõyõm planõ,
özkõyõm girişimi ve iştah artõşõ bildirdikleri ve daha çok madde kötüye kullanõmõ ve antisosyal
belirtiler gösterdikleri bulunmuştur(42).
Özellikle kadõnlarda görülen SB’da varsanõlarõn sõklõkla ortaya çõkabileceği
unutulmamalõdõr. Ayrõntõlõ psikiyatrik muayene halüsinasyonlarõn psikotik bir bozukluğa değil
SB’na ait olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte, şizofreni hastalarõnda somatizasyon
blirtileri bazen SB tanõ kriterlerini doldurur. Böyle olduğu takdirde her iki tanõ da koyulabilir.
SB şizofreni veya SB psikotik semptom birlikteliğinin azõmsanamayacak kadar sõk olduğu
tespit edilmiştir(51,59,127,208).
ECA’nõn Piedmont kõsmõnda SB tanõ kriterlerini dolduranlarõn aynõ zamanda hayat
boyu ve geçmiş döneme ait depresyon, anksiyete veya psikotik semptomlar ilettikleri
görülmüştür. Yani hastalarõn %78’i SB dõşõnda bir DSM-III tanõsõ almaktadõr. Bu tanõlar
sõrasõyla %65 majör depresyon, %38 şizofreni, %38 panik bozukluk ve %35 bipolar
bozukluktur(209). Yine ECA programõndan SB tanõsõ almõş 15 hasta üzerinde Swartz ve
arkadaşlarõnõn yaptõklarõ bir araştõrmada, %70 basit fobi, %64.8 majör depresyon, %64
agorafobi, %51.6 obsesif kompulsif bozukluk, %42.5 panik bozukluk ve %38.1 şizofreni
komorbiditesine rastlanmõştõr(142). Swartz ve arkadaşlarõ SB olan hastalarda risk oranlarõnõ
da karşõlaştõrmak amacõyla 25 hastayõ değerlendirmiş, SB’la en çok ilişkili olan bozukluklarõ,
panik (risk oranõ 24.84), şizofreni(21.89), mani(17.83), obsesif-kompulsif bozukluk(11.88) ve
majör depresyon olarak sõralamõşlardõr(142,208).
Aile hekimlerince ayaktan izlenen 13 somatizasyon bozukluğu hastasõnda Oxman ve
Barrett %75 oranõnda depresyon belirtileri ve ağrõ yakõnmalarõ tespit etmişler, somatizasyona
genetik yatkõnlõkla ilgilenen Torgersen ise bir ikiz çalõşmasõnda somatizasyon bozukluğunda
%29 oranõnda anksiyete bozukluğuna özellikle de genelleşmiş anksiyete bozukluğuna
rastlamõşlardõr(208). Brown ve arkadaşlarõ çoğul bedensel yakõnmayla birinci basamak sağlõk
72
hizmetlerine başvuran ve SB tanõ kriterlerini dolduran 119 hastayla, başka bir çalõşmada genel
popülasyon arasõndan seçilen ve SB tanõ kriterlerini dolduran hastalarõ karşõlaştõrmõş, birinci
basamak
sağlõk
hizmetlerinde
SB-şizofreni(%10.1)
veya
SB-obsesif
kompulsif
bozukluk(%17.6) komorbiditesini psikiyatrik tanõsõ olanlara göre anlamlõ olarak daha düşük
bulmuşlardõr.
Risk
oranlarõnõ
ise
panik
bozukluk(16.25),
majör
depresyon(9.41),
şizofreni(7.77), obsesif-kompulsif bozukluk(5.25), madde kötüye kullanõmõ(0.83) şeklinde
sõralanmõştõr(208).
Somatizasyon bozukluğunun somatik belirtilere ek olarak sõklõkla başka psikiyatrik
bozukluklarla eş tanõlõ olmasõ bozukluğun “somatoform”a ek olarak “psikoform” olarak da
sõnõflandõrõlmasõ gerektiğini düşündürmektedir(209).
Somatize eden hastalarõn birinci derece akrabalarõnda da tüm psikiyatrik bozukluklarõn
genel topluma oranla daha fazla olduğu belirtilmiştir. En sõk görülen bozukluklar depresyon
ve alkol kullanõm bozukluklarõ olarak bildirilmiş, somatizasyon bozukluğu tanõ kriterlerini
dolduranlarõn akrabalarõnda da antisosyal kişilik bozukluğunun sõk olduğu söylenmiştir (210).
Deneysel nöropsikolojik testler SB’u olan bireylerin dikkat ve bellek ile ilgili
sorunlarla ilişkili olarak bilgi işlemede güçlük yaşadõklarõnõ göstermektedir. Flor Henry ve
arkadaşlarõ (1981) SB olan hastalarõn nöropsikolojik işlevlerini araştõrmõş ve bunlarõ sağlõklõ
kontrol grubuyla, depresif hastalarla ve şizofreni hastalarõyla karşõlaştõrmõştõr. Sağlõklõ
kontrollerle karşõlaştõrõldõğõnda SB olan bireylerde frontal lob işlev bozukluğunu gösteren iki
taraflõ simetrik bozukluklar saptanmõştõr. Yazarlar SB’da aynõ zamanda baskõn olmayan
hemisfer işlev bozukluğu da bulmuşlar, arka bölgelerin aksine ön bölgelerde bozukluğun daha
fazla olduğunu bildirmişlerdir. SB olan hastalarda sağlõklõ bireyler ve depresif kişilere göre
baskõn hemisfer bozukluğu daha fazladõr. Bununla birlikte şizofreni hastalarõnda baskõn
olmayan hemisfer bozukluğu SB olanlara göre daha fazladõr(51).
4.2.5. Kronik ağrõ bozukluklarõ
Kronik ağrõ bozukluğu somatizasyonun sõk karşõlaşõlan bir şeklidir. Tanõ ölçütleri net
olmadõğõndan tek başõna kesin tanõsal bir sõnõf yerine, hipokondriyasis veya somatizasyon
bozukluklarõyla yakõndan ilişkili bir sendromlar kümesi olarak değerlendirilmektedir(36,42).
Hastalarõn büyük çoğunluğunda eşlik eden depresif belirtiler mevcuttur ve ağrõ psikolojik
sõkõntõnõn bir ifadesidir. Diğer bir varsayõm da depresyonun ağrõya ikincil olduğu şeklindedir.
Tedavi
nedensel
faktörler
gözetilmeksizin
antidepresan
ilaçlarla
yapõlõr.
Birincil
hipokondriyasisle ilişkili kronik ağrõ bozukluklarõnda aleksitimik özellikler hakimdir ve
obsessif olarak ağrõyla aşõrõ zihinsel meşguliyet söz konusudur(110,209,211) .
73
Ağrõnõn,
1.Sensoriyel-diskriminatif(duyusal-ayõrtedici),
affektif(duygusal-duygulanõmsal),
2.Emosyonel-
3.Kognitif-davranõşsal(bilişsel-davranõşsal)
yönlerinden
bahsedilebilir. “Ağrõ affekti” ağrõ yaşantõsõ karşõsõnda ortyaya çõkan duygusal uyarõlma ve
rahatsõzlõğõ ifade eder ve çoğu zaman “ağrõ şiddetiyle” aynõ değildir. Ağrõ eşiği, bir kişinin
ağrõ hissini duyduğu en hafif uyaran düzeyini ifade eder. Ağrõ toleransõ ise, bir kişinin
dayanabileceği en düşük ağrõ derecesini tanõmlar. Kronik ağrõ bozukluklarõnda kas kasõlmasõ
gibi doğal bir fizyolojik bir uyaran kişi tarafõndan, kalp krizini haber veren bir duyum olarak
algõlanmakta (duyusal boyut), bundan dolayõ acõ ve dehşet yaşantõlanmakta (duygusal ve
yaşantõsal boyut), kişi sõk sõk sağlõk hizmeti talebinde bulunmaktadõr(davranõşsal boyut)
(211).
Kronik ağrõ bozukluklarõnda ağrõ, kişilerarasõ iletişim ve manipülasyon şekli olarak
kullanõlõr. “Kronik ağrõ hastasõ” rolüyle kişi bastõrmõş olduğu çatõşmalarõn yarattõğõ
gerginlikten kurtulur (birincil kazanç) veya sağlõklõ görünmekten kaçõnarak (kaçmayõ
öğrenme), bağõmlõlõk ihtiyaçlarõnõn doyurulmasõnõ sağlar (ikincil kazanç). Çeşitli çevresel ve
sosyal pekiştiricilerle de (pozitif pekiştirme) bu rol iyice benimsenmektedir(36,43,211).
Somatik
Tip
Hezeyanlõ
Bozukluğun
kimi
yazarlarca
“Monosemptomatik
hipokondriyasis” veya “monosemptomatik hipokondriyak psikoz” denen tipinde, ağrõ tek
yakõnma olup, somatik bir halüsinasyon özelliği taşõmaktadõr. Somatoform Ağrõ Bozukluğu,
Beden Dismorfik Bozukluğu ve Obsesif Kompulsif Bozukluk ile ayõrõcõ tanõsõ bazen çok güç,
hattâ imkansõzdõr ve obsesif belirsizlikten aşõrõ değerlendirilmiş fikirlere, hezeyanlõ
düşünceye uzanan bir devamlõlõk söz konusudur(36,132,160).
4.2.6. Konversiyon Bozukluğu
Genel toplumda sõkça görülen konversiyon, sembolize edilen ve sözel olarak ifade
edilemeyen bilinçdõşõ çatõşmalarõn veya fantazilerin beden diline çevirisidir(50).
Farley ve Woodruff(1968) toplumda her üç kadõndan birinin en az bir konversiyon
bozukluğu atağõ atlattõğõnõ öne sürmüşlerdir(42).
Konversiyon bozukluğunda, bu durumla bağlantõlandõrõlabilecek psikofizyolojik
mekanizmalar olmaksõzõn, duyu veya motor fonksiyonlarõn istemsiz kaybõ veya farklõlaşmasõ
söz konusudur. Bedensel belirtiler psikolojik bir çatõşmanõn veya ihtiyacõn ifadesidir,
dolayõsõyla sadece bu belirtilerin nasõl algõlandõğõ ve neye atfedildiği ile açõklanamaz(36,100).
Hemen her zaman bireyin yaşantõsõnda bir sorunun veya olayõn belirteci olduğu, sõklõkla da
depresyon, şizofreni ve somatizasyon bozukluğuna eşlik ettiği için tanõsal bir kavram yerine
semptom olarak değerlendirilmesi tercih edilmektedir(36,42,49).
74
Çeşitli çalõşmalar geleneksel konversiyon tanõmõndaki güzel aldõrmazlõk(la belle in
différence) ve histrionik kişilik özelliklerinin evrensel bir geçerlilik taşõmadõğõnõ öne
sürmektedir(42,43). Konversif hastalarõn geçici bir uyum sorunu yaşõyor olabilecekleri
düşünülmektedir.
Ancak, bütün bu bilgilere ek olarak konversif belirtilerle başvuran ve psikiyatrik
tanõlarla değerlendirilen vakalarõn 1/3’üne, izlemleri sõrasõnda sõklõkla nörolojik olmak üzere
organik bir hastalõk tanõsõ konduğu unutulmamamlõdõr(41).
4.2.7. Temaruz ve Yapay Bozukluk
Uzun bir süre histeri, temaruz ve hipokondri gibi terimler temel psikiyatri kitaplarõnda
“açõklanamayan belirtileri” tanõmlamak için kullanõlmõştõr(41,75,93).
Temaruz
olarak
değerlendirilen
vakalarõn,
zaman
zaman
“histeri”
olarak
nitelendirilebilecek kadar kolay etki altõna alõnmalarõ ve karşõlõğõnda konversif hastalarõn da
bir dereceye kadar asõl sorunun tamamen “görünen” olmadõğõyla ilgili belli belirsiz
farkõndalõklarõnõn olmasõ, temaruz ile konversiyonun aynõ spektrumdaki devamlõlõğõ
(sürekliliği) ile ilgili görüşleri desteklemektedir (42). Ne var ki, temaruzun görünen yüzü
bazen yanõltõcõ olabilir. Bazen altta yatan daha habis bir patolojiyi saklamak için temaruzun
kullanõldõğõ durumlar bildirilmiştir(42).
Belirli ikincil kazançlarla ilişkili olan temaruz sadece sağlõklõ olduğu düşünülen
bireylerde değil, her tür psikiyatrik bozuklukta görülebilir. Ancak sõklõğõnõn sosoyopatik
kişilik örüntülerinde arttõğõ düşünülmektedir(58,102,130).
Yapay bozuklukta hastalar, doktor ve aile bireylerinden gizlice, bir hastalõk durumu
ortaya koyan, bilinçli ve kasti davranõşlar örüntüsü sergilerler. Temaruzda hastalõk rolü
motivasyonu dõşõnda belirli ikincil kazançlarõn olmamasõ, yapay bozuklukla ayõrõcõ tanõsõnda
önemlidir(42,130,185).
Bu hastalarda, aslõnda sadece kendilerinin tanõsõnõ ve tedavisini bildikleri bir sorun için
sürekli tõbbi yardõm ve tedavi arayõşõ paradoksal bir durum oluşturmaktadõr. Çoğunlukla
histrionik, sosyopatik ve borderline kişilik bozukluklarõyla birlikte görülür. Yapay bozukluk
hastalarõnõn somatizasyon bozukluğu ve Münchausen sendromu tanõsõ almõş hastalarla benzer
yaşam özellikleri ve tõbbi öyküleri olduğu düşünülmektedir(42). Hastalõk durumuyla bir
kimlik edindiklerine inanan yapay bozukluk vakalarõ hem hekimleri yanlõş yönlendirme
kapasiteleriyle gizli bir “güç” sahibi olduklarõ hissine kapõlõrlar hem de bağõmlõlõk
ihtiyaçlarõnõ gidermiş olurlar(58,127).
75
4.2.8. Kişilik bozukluklarõ, kişilik özellikleri
Somatizasyonun negatif affektivite veya nörotisizm gibi kişilik özellikleriyle ilişkili
olduğu birçok çalõşmada ortaya konmuştur(127). Yüksek oranda nörotik özellikleri olan
kişiler, endişe, gerginlik, kendine olan güvende azalma, düşük benlik saygõsõ, suçluluk
duygularõ, utangaçlõk ve karamsarlõk tanõmlarlar. Lipowski’ye göre somatizörler bağõmlõ,
kolay kõrõlan, alõngan, ilgi ihtiyacõ yüksek kişilerdir(45).
Gray, yüksek nörotizmi olanlarõn cezalandõrmaya karşõ daha duyarlõ olduklarõnõ ve
engelleyici uyaranlarla karşõlaştõklarõnda daha fazla negatif affektivite (olumsuz duygulanõm),
yani depresyon, anksiyete, öfke, suçluluk gibi olumsuz duygular geliştirmeye meyilli
olduklarõnõ söylemiştir. Bu negatif affektif durumlar fiziksel yakõnmalarõ arttõr. Cloninger
geliştirdiği Üç boyutlu Kişilik Anketi’nde, cezalandõrõlmaya duyarlõlõğõn belirgin olduğu
kişilik örüntüsünü “zaradan kaçõnma” şeklinde tanõmlamõştõr(127,129,130).
Russo ve arkadaşlarõ 1993 yõlõnda yaptõklarõ bir araştõrmada, endişe/kötümserlik ve
dürtüsellik gibi kişilik özelliklerini tõbben açõklanamayan belirtilerle ilişkili bulmuşlar,
zarardan kaçõnmanõn ise anksiyete ve affektif bozukluklarla birlikte tõbben açõklanamayan
belirti sayõsõ için risk faktörü oluşturabileceğini, zarardan kaçõnmanõn somatizasyon şiddetiyle
doğru orantõlõ olduğunu öne sürmüşlerdir(127).
2001 yõlõnda Noyes ve arkadaşlarõ, somatoform bozukluk, depresyon ve anksiyete
bozukluğu gibi psikiyatrik bozukluklara atfedilen somatik belirtilerle birinci basamak sağlõk
hizmetlerine başvuran hastalarõn hemen hemen yarõsõnõn, bir ya da daha fazla DSM-IV kişilik
bozukluğu tanõ ölçütlerini doldurduğunu ortaya koymuşlardõr(130). Katon ve arkadaşlarõnõn
1984 yõlõnda somatik belirtilerle psikiyatri konsültasyonuna yönlendirilen 100 hasta üzerinde
yaptõklarõ araştõrmada somatize edenlerin %51’inde, etmeyenlerin ise %27’sinde anormal
kişilik örüntüleri veya kişilik bozukluklarõ saptanmõştõr(40,52). Pekçok farklõ çalõşma bu
sonuçlarõ desteklemektedir.
Somatize
eden
hastalarla
somatize
etmeyenlerden
oluşan
kontrol
grubu
karşõlaştõrõldõğõnda somatize edenlerde depresif, kendine zarar veren ve negativistik kişilik
özellikleriyle, kötümserlik, suçluluk ve kendini küçümseme gibi mazoistik eğilimler daha
fazla saptanmõştõr. Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunun somatizasyonla en fazla ilişkili
kişilik bozukluğu olduğu, ancak şizotipal, paranoid, borderline ve şizoid kişilik
bozukluklarõnõn da sõklõkla somatizasyona eşlik ettikleri öne sürülmüştür(89,130). Ancak
somatizasyonu sõklõkla histrionik kişilik bozukluğu, antisosoyal kişilik bozukluğu ile
ilişkilendiren çalõşmalar da mevcuttur. B kümesi kişilik bozukluklarõnõn klinik görünüm ve
özellikleri açõsõnda somatizayon bozukluğu ile büyük oranda benzerlik gösterdiğini öne süren
76
yazarlar,
ikisini
de
semptom
sayõsõ
açõsõndan
bazõ
psikiyatrik
hastalõlarla
ilişkilendirmiştir(209). Somatize eden hastalarda, özellikle ağrõ ve hipokondriyasiste sõklõkla
mazoistik eğilimler mevcuttur. Bazõ vakalarda MMPI skalalarõnda paranoya ve şizofreni
skalalarõnda yükselme tesbit edilmiştir(100).
Yaşamsal sorunlarõyla baş etmekte güçlük çeken kişilik bozukluğu vakalarõ yaşadõklarõ
sõkõntõyõ ve gerginliği bedensel belirtilerle ifade etme eğilimindedirler(71,89).
Somatizasyon ebeveynlerdeki kişilik patolojileriyle de ilişkilidir. Somatize eden
vakalarõn biyolojik babalarõnda alkol bağõmlõlõğõ, suç işleme ve antisosyal kişilik bozukluğu
oranlarõ genel topluma göre yüksek bulunmuştur(43,105).
4.2.9. Bedensel bozukluklar
Somatizasyonun herhangi bir bedensel hastalõğa eşlik edebileceği veya onu
maskeleyebileceği, bazen de bedensel bir hastalõkla tetiklenebileceği unutulmamalõdõr. Bu
gerçekten somatize eden veya somatize ettiği düşünülen tüm vakalarõn ayrõntõlõ tõbbi
değerlendirilmesini zorunlu kõlar(45).
Pekçok çalõşma, fiziksel hastalõklarla psikiyatrik hastalõklarõn bağlantõsõnõ ortaya
koymuştur(58). Multipl Skleroz ve Sistemik Lupus Eritematosus gibi birçok kronik hastalõk,
somatizasyonu tetikleyen veya somatizasyonun maskelediği değişken, müphem, belirtilerle
başlayabilir. Ana belirtileri yorgunluk, kas ağrõlarõ ve sõzõlarõ, kõrõklõk hissi ve depresyon olan
postviral asteni sendromu(EBV’nin, coxsackie B virüslerinin etken olduğu düşünülmektedir)
yerine sõklõkla –yanlõş olarak- somatoform bozukluk tanõsõ konmaktadõr.
Mental bozukluklarla tõbben açõklanamayan belirtiler arasõndaki bağlantõyla ilgili
birkaç mekanizma olduğu düşünülmektedir. Psikolojik ve bedensel belirtiler, altta yatan aynõ
fizyolojik anormallikten kaynaklanabilir. Nörofizyolojik işlev bozukluğu ve otonomik sinir
sisteminde buna bağlõ ortaya çõkan düzensizlik, panik bozukuk ve affektif bozukluklara neden
olurken, irritabl kolon, başağrõsõ, hiperasidite ve epigastrik huzursuzluk, labil hipertansiyon
ve mitral valve prolapsusu gibi somatik belirtileri de tetikler. Bu işlev bozukluğu anjina
pektoris gibi önceden de var olan kronik organik bir hastalõğõn belirtilerinin kötüleşmesinde
de rol oynar(128).
Kronik fiziksel hastalõklar da, direkt santral sinir sistemi üzerinden veya dolaylõ olarak
bedensel huzursuzluk ve aktivitelerde kõsõtlama gibi etkilerle psikolojik belirtiler oluşturur.
Sosyal çekilme, yetiyitimi gibi faktörlerle psikolojik huzursuzluk tetiklenebilir veya
alevlenir(66).
77
Yani somatizasyonu olan hastada hem psikiyatrik hem de organik bir bozukluk var
olabileceğinden ayrõntõlõ ve kapsamlõ bir değerlendirme yapõlmalõdõr(58). Bazõ durumlarda
ayrõntõlõ fizik muayene ve laboratuar tetkikleri hayat kurtarõcõ olabilir.
Son olarak; aynõ tanõyõ almõş hastalarõn bedensel belirtilerinin yoğunluğu,sayõsõ ve
doğasõ kişiden kişiye büyük farklõlõklar gösterebilir. Peptik ülser, kronik eklem ağrõsõ gibi
tanõlar doku patolojisinin derecesindense kişinin hastalõğa yaklaşõmõ, hastalõğõ algõlamasõ,
yorumlamasõ ve hastalõğa ilişkin inançlarõyla ilgilidir. Astõm hastalarõnda nefes darlõğõnõn
şiddeti ile havayolu obstrüksiyonunun derecesi arasõnda zayõf bir bağlantõ söz konusuyken,
hafif-orta düzeyde anemide semptomlar hemoglobin düzeyiyle uyumlu değildir(155). Bu tür
durumlarda hastalõğõn şiddetini fiziksel hastalõğõn beklenen objektif bedensel belirtileri değil,
hastanõn belirtileri neye atfettiği ve somatik duyumlarõ ne derecede büyüttüğü belirlemektedir.
Özetle, Barsky ve arkadaşlarõnõn dedikleri gibi “somatik belirtiler”, duygusal
huzursuzluğun, psikiyatrik bozukluklarõn ve organik patolojilerin ifade edilebildiği ortak bir
çõkõş yoludur ve kişinin sağlõk merkezlerine başvurma davranõşõnõ belirler(36,154).
4.3.
Somatizasyon ve Şizofreni-Somatizasyon ve Psikoz
Psikotik özellikli majör depresyonda, şizofrenide, somatik tip hezeyanlõ (paranoid)
bozuklukta, fiziksel bir hastalõğõn, bedensel bir değişikliğin, deformitenin veya işlev
bozukluğunun var olduğuna dair somatik veya hipokondriyak hezeyanlar bulunabilir. Bu
hezeyanlarõn bazõlarõ, parazitos, dismorfoz ve halitozda olduğu gibi tek bir tema üzerinde
yoğunlaşmaktadõr(42,43,66).
DSM-IV, somatoform bozukluklarla somatik hezeyanlarõ olan durumlarõ birbirinden
ayrõ tutar ancak ilk anda böyle bir ayrõm yapmanõn kolay olmadõğõnõ da vurgular(36,185). Bu
tür hezeyenlar somatizasyonun en patolojik formu olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte,
psikotik bir hasta da hezeyanlarõndan bağõmsõz olarak ağrõ, güçsüzlük gibi organik temeli
olmayan bedensel semptomlar için tõbbi yardõm talebinde bulunabilir. Pekçok şizofreni
hastasõnõn bu tür bedensel yakõnmalarõ olabileceği unutulmamalõdõr(36,110,128).
Yoğun somatik belirtilerin varlõğõ çeşitli psikiyatrik hastalõk tanõlarõ ve ruhsal
belirtilerle
ilişkilidir. Liskow ve arkadaşlarõ Briquet’s sendromu tanõsõyla hastanede
yatmakta olan hastalarda ortalama 3.7 oranõnda ek DSM-III tanõsõ tespit etmiş, bu hastalarõn
%93.8’inin Majör depresyon, %37.5’inin şizofreni ve %37.5’inin de bipolar bozukluk tanõ
kriterlerini doldurduklarõnõ söylemişlerdir(160,208,209). Yine Liskow ve arkadaşlarõ ayaktan
izlenen 78 Briquet’s sendromlu hastada ortalama 3.3 oranõnda ek bir psikiyatrik hastalõk tanõsõ
tespit etmiş, en sõk görülen hastalõklarõn majör depresyon(%87.2), panik bozukluk(%44.9),
78
şizofreni(%26.9) ve alkol kullanõmõ(%23.1) olduğunu söylemişlerdir(160,208). MMPI
puanlarõnõn karşõlaştõrõldõğõ iki araştõrmada, Briquet’s sendromu tanõsõyla izlenen hastalarõn
çok sayõda farklõ psikopatolojik yakõnma ilettikleri ve MMPI-paranoya ve şizofreni
puanlarõnõn diğer psikiyatrik vakalara göre yüksek olduğu tespit edilmiştir(209,212).
1988 yõlõnda Moore ve arkadaşlarõ MMPI şizofreni ölçeğinden yüksek puan alan 73
kronik ağrõ hastasõyla, herhangi bir psikiyatrik hastalõk tanõsõ olan 50 psikotik ve 87 nonpsikotik hastanõn Harris ve Lingoes şizofreni
altölçeklerinden aldõklarõ puanlarõ
karşõlaştõrmõşlardõr. Kronik ağrõ hastalarõ bizar duyusal yaşantõlar subskalasõ dõşõnda tüm
Harris ve Lingoes şizofreni altölçeklerinden düşük puan almõşlardõr. Yazarlar buna bağlõ
olarak kronik ağrõda şizofreni ölçeklerinin yükselmesini, bu hastalarõn altölçeklerdeki
depresyon ve eylemsizlik itemlerine gönderme yapan yoğun somatik semptomlar
bildirmelerine bağlamõşlardõr. Diğer yandan psikotik hastalarõn çoğunlukla bizar ve
dezorganize düşünce, sosyal yabancõlaşma, inhibisyon sorunlarõnõ yansõtan maddelerden
yüksek puan aldõklarõ, psikotik olmayanlarõn ise depresyon, hayal kõrõklõğõ, sosyal
yabancõlaşma ve düşüncelerde dezorganizasyon puanlarõnõn yükseldiği görülmüştür. Buna
göre kronik ağrõda yükselen şizofreni puanlarõnõn ağõr psikopatolojiyi değil, fiziksel sorunlarõn
semptomlarõnõ ve sonuçlarõnõ yansõttõğõ iddia edilmiştir. Bu iddia, bedensel belirtileri sadece
somatik huzursuzlukla ilişkilendirmekte, somatizasyonun ve somatizasyon bozukluklarõnõn
somatoform özellikler kadar psikoform özelliklerle de bağlantõlõ olduğu sonucuyla
çelişmektedir (212).
Katon ve arkadaşlarõ, somatik yakõnmalarla sağlõk merkezlerini sõkça meşgul eden 119
vakayla yürüttükleri çalõşmada, somatik belirti sayõsõyla anksiyete bozukluğu, majör
depresyon, panik bozukluk, alkol bağõmlõlõğõ ve distimik bozukluğu (tanõlar DSM-III DIS ile
değerlendirilmiştir) karşõlaştõrmõş, somatik belirtilerin sayõsõyla somatizasyonun davranõşsal
ve klinik özelliklerinin ve psikiyatrik hastalõk komorbiditesinin arttõğõnõ söylemişlerdir.
Somatizasyon bozukluğunun sõklõkla başka psikiyatrik hastalõklarla eş tanõlõ olmasõ, bu
şekilde açõklanabilir(128). Somatizasyon bozukluğu görülen genel psikiyatirk semptomlarõ
inceleyerek, B kümesi kişilik bozukluklarõ, şizofreni, bipolar bozukluk ve alkol kullanõmõ
semptomlarõyla karşõlaştõran Lenze ve ark.’õ, somatizasyon bozukluğunda pekçok psikiyatirk
hastalõk belirtisi görülebileceğini, hatta bu belirtilerin nicel olarak primer hastalõğõn
belirtilerinden anlamlõ olarak farklõ olmadõğõnõ iddia etmişlerdir. Bu çalõşmada SB hastalarõ
psikotik semptom sayõsõ açõsõndan şizofreni hastalarõndan farklõ bulunmamõş,
bipolar
bozukluk hastalarõyla da benzer sayõda manik veya depresif yakõnma ilettikleri tespit
edilmiştir. Konuyla ilgili farklõ araştõrmalar yapõlmadõğõndan, bu ilginç sonuçlara karşõ çõkan
79
veya destekleyen bulgular yoktur(209). Sõk sõk birinci basamak sağlõk hizmetlerine başvuran
87 “inatçõ somatizör(persistent somatizer)”ün dahil edildiği başka bir çalõşmada ise en yaygõn
eştanõlarõn sõrasõyla %54 anksiyete durumlarõ, %30 depresyon, %20 psikoz ve %18 fobiler
olduğu
görülmüştür(213).
Somatizasyon bozukluğu şizofreni komorbiditesi farklõ çalõşmalarda farklõ oranlarda
bildirilse de, sõk olduğu bilinmektedir. %20 ile %40 arasõnda değişen oranlar
mevcuttur(70,75,93,208). Bununla birlikte, Brown ve ark.’õnõn çalõşmasõnda SB-şizofreni
birlikteli %10.1 olarak hesaplanmõş, daha sonraki çalõşmalarda oranlar daha da düşük
bulunmuş veya bu konuyla ilgili fazla araştõrma yapõlmamõştõr(160).
Somatizasyon-şizofreni veya şizofreni-somatizasyon birlikteliği ve bu birlikteliğin
özellikleriyle ilgili araştõrma sayõsõ az, bu konudaki bilgilerimiz sõnõrlõdõr.
Somatizasyonun
bilişsel
modeli,
bedensel
belirtilerin
algõlanmasõnda
ve
yorumlanmasõnda psikolojik huzursuzluğun etkisini vurgular. Huzursuz kişiler bedensel
belirtileri olduklarõndan daha şiddetli algõlar ve abartõlõ yorumlarla ciddi fiziksel bir bozukluğa
atfederler(36,64). Bedensel belirtilerin büyütülerek algõlanmasõ somatizasyona zemin
oluşturur. Bedensel duyumlarõn büyütülmesi, hipokondri, irritabl kolon, kronik yorgunluk gibi
spesifik bozukluklarda patojenik bir rol oynarken, somatoform bozukluklar, anksiyete
bozukluğu, depresyon ve şizofreni gibi psikiyatrik bozukluklara eşlik edebilir, ama bu
hastalõklardan herhangi birine özgü değildir(155). Bedensel duyumlarõn büyütülmesinin bu
psikiyatrik durumlardaki etki mekanizmasõ net değildir.
Somatizasyonun kişilik bozukluklarõyla ilişkisini araştõran Noyes ve ark.’õ şizofreni
spektrumuna dahil edilen Şizoid ve Şizotipal kişilik bozukluklarõnõn somatize eden hastalarda
etmeyenlerden
daha
fazla
görüldüğünü,
özellikle
şizotipal
kişilik
bozukluğuyla
somatizasyonun güçlü bağlantõsõ olduğunu ortaya koymuşlardõr(130).
Somatizasyonu olan hastalarda birçok psikiyatrik semptom ortaya çõkabilir. Her ne
kadar fiziksel hastalõklarõn ayõrõcõ tanõsõnda somatizasyon ve ilişkili sendromlara dikkat
ediliyorsa da psikiyatrik bozukluklar söz konusu olduğunda somatizasyon genellikle ihmak
edilmektedir. Örneğin mani veya şizofreni tanõsõ konan hastalarda çoğunlukla somatizasyon
değerlendirilmez veya ayõrõcõ tanõda somatik bozukluk sõklõkla atlanõr. Bunun nedeni,
somatizasyonun şizofreni veya maninin DSM-IV tanõ kriterleri arasõnda yer almamasõ, ayõrõcõ
tanõda somatoform bozukluklardan söz edilmemesidir. Bununla birlikte bir şekilde hastaya
somatizasyon bozukluğu tanõsõ konursa, bu tetikleyici bir durum olarak değil eştanõ olarak
kabul edilir. Martin’e göre “tanõ kriterleri dõşõnda kalan yakõnmalarõ hastalõk sürecinin bir
parçasõ olarak değerlendirmedeki yetersizlik, etkili bir tedaviyi tehlikeye atabilir”(209).
80
4.3.1. Şizofreni ve Somatizasyon
Farklõ kültürlerde şizofreni semptomatolojisiyle ilgili etnokültürel çalõşmalar
sayõlmazsa şizofreni-somatizasyon ilişkisine dair araştõrma sayõsõ yok denecek kadar azdõr.
Somatik belirtilerin şizofreniye eşlik ettiği bilinmekle beraber, bu belirtilerin sõklõğõ,
özellikleri, nasõl ve neden ortaya çõktğõna dair bilgilerimiz sõnõrlõdõr. Hastalõğõn başlangõcõnda
poliform ağrõ, halsizlik, hazõmsõzlõk gibi yakõnmalar dile getirilebilir ancak şizofreniye özgü
somatik bir belirti tanõmlanmamõştõr. Kreapelin şizofrenide, polidipsi, ağrõ duyarlõlõğõnda
azalma ve düşük beden õsõsõ gibi somatik belirtiler öne sürmüşse de bunlar son yõllarda gelişen
dopamin hipotezinin gölgesinde kalmõş, unutulmaya yüz tutmuştur(216). Başlangõç
döneminde somatik belirtiler tabloya hakim olabilir. Akut alevlenme dönemlerinde, uyku
bozukluklarõ, iştahsõzlõk, pupillalarda genişleme, avuç içlerinde terleme, õlõmlõ taşikardi ve
kan basõncõ yükselmesi ortaya çõkabilir.
Öte yandan, ağõr psikopatolojinin var olduğu durumlarda hasta bazõ önemli bedensel
hastalõklarõn (anjina pektoris, akut apandisit gibi...) belirtisi olabilecek yakõnmalarõ dõşa
vuramayabilir ve bu nedenle gerekli sağaltõmõn yapõlmasõ gecikebilir(164).
Şizofrenide açõklanamayan somatik belirtiler dikkatli ve ayrõntõlõ bir psikiyatrik
muayene ile değerlendirildiğinde bunlarõn altta yatan halüsinasyon, hezeyan ve/veya formel
düşünce bozukluğunun ifadesi olduğu görülebilir. Bununla birlikte psikotik tablodan bağõmsõz
olarak da şizofreni hastalarõ ağrõ, yorgunluk, gastrik huzursuzluk gibi bedensel yakõnmalar
iletirler. Nadiren somatik belirtiler SB ölçütlerini karşõlayacak yoğunlukta olabilir. Somatik
belirtiler tanõmlayan ve o an psikozu olmayan bir hastada daha sonra şizofreni tablosu
gelişebileceği akõlda tutulmalõdõr(79).
Somatizasyon genel bir huzursuzlukla ilişkili olduğundan şizofreni hastalarõnõn yaşam
kalitesini etkiler. 148 şizofreni hastasõ taburculuk sonrasõ 16 ay boyunca izlenmiş, izlem
sürecinde
algõlanan
yaşam
kalitesi
değişimi
ve
yaşam
kalitesinin
yordayõcõlarõ
değerlendirilmiştir. Şizofrenide yaşam kalitesindeki düzelmenin psikopatolojideki değişimden
çok,
paranoid
belirtelerde
ve
somatizasyon,
obsesyon
gibi
huzursuzluk(distress)
belirtilerindeki azalmaya bağlõ olduğu öne sürülmüştür(214).
Depresyon, şizofreni, anksiyete durumlarõ, hipokondriyasis, temaruz, konversiyon
bozukluklarõ gibi primer psikiyatrik tanõlara bağlõ psikolojik huzursuzluğun sõklõkla somatik
şikaytelerle sağlõk hizmetlerine başvurduklarõ ve hekimin asõl tanõyõ atlamasõna sebep
olduklarõ bilinmektedir. İşlevselliği(dysfunctional family) bozuk ailelerin “tanõmlanmõş
hasta”larõ ve “gizli gündem”i olan hastalar böyle bir somatizasyon sürecine örnektir (215)
81
Şizofrenide somatik belirtileri, somatizasyonun yordayõcõlarõnõ, prognoza olan etkisini
araştõran çalõşmalar yok denecek kadar azdõr.
Şizofrenide deskriptif yaklaşõmlarõn dõşõna çõkan, daha geniş ve farklõ semptom
yelpazesi, prognoz belirteçleri sunan etnokültürel ve transkültürel çalõşmalar, göçmenlerde,
farklõ kültürlere adapte olmaya çalõşanlarda, doğu ve güneydoğu Asya toplumlarõnda, LatinAmerikan, Hispano-Amerikan, Afrikalõ Amerikan toplumlarda şizofrenide somatizasyon
belirtilerinden söz eder(70,75,131,143,197). Escobar, özellikle şizofreni veya depresyon gibi
psikiyatrik tanõlarla
izlenen Hispanik
ve
Anglo-Amerikan hastalarõ karşõlaştõrmõş,
Hispanikler’in, Anglo(Avrupa kökenli)-Amerikanlar’a göre çok daha yüksek düzeyde somatik
yakõnmalar ilettiklerini ortaya koymuştur. Ancak Escobar’a göre bu kültürel farklõlõk DSM-III
tanõ kriterleriyle ortaya konamaz. DSM-III’te somatoform bozukluklar için belirlenmiş
sõnõrlayõcõ tanõ kriterleri, pek çok vakada eşlik eden somatizasyonun atlanmasõna, gerekli
tedavi stratejileri belirlemede güçlüklere yol açmaktadõr. Escobar somatizasyon için
“somatizasyon örüntü”sü başlõğõ altõnda daha kapsamlõ bir tanõmlama gerektiğini
önermektedir(70).
Şizofreni tanõsõ almõş Anglo-Amerikalõlar’la, Meksikalõ-Amerikalõlar karşõlaştõrõldõğõnda
ise, öne sürülen hipoteze uygun olarak, Meksikalõlar’da bedensel belirtiler Anglo grubuna
göre, Anglo-Amerikalõlar’da ise affektif küntleşme, perseküsyon hezeyanlarõ ve gerginlik gibi
psikiyatrik belirtiler Meksikalõlar’a göre daha fazla bulunmuştur. Yine beklentilere uygun
olarak Anglo-Amerikalõlar’da künt affekt ve özbakõmda azalma sõklõğõ yüksek saptanõrken,
konuşmanõn fakirleşmesi açõsõndan anlamlõ fark tespit edilmemiştir. Bu bulgu, Crow’un
negatif belirtileri yapõsal beyin anomalilerine dayandõran ve pozitif semptomlardan farklõ
olarak tüm dünyada benzer sõklõkta ve içerikte olmasõ gerektiğini savunan hipoteziyle
çelişmektedir(131.)Bununla birlikte beklenenin tersine Anglo-Amerikalõlar’da gerginlik
Meksikalõlar’a göre yüksek saptanmõş, Meksikalõlar’da yüksek olmasõ beklenen mistik
hezeyanlarõn sõklõğõ açõsõnda iki grup arasõnda anlamlõ fark tespit edilmemiştir Yazarlar,
şizofreni gibi patofizyolojisinde biyolojik faktörlerin etkisinin yoğun olduğu durumlarda bile
kültürel faktörlerin şekillendirici etkisini tartõşmaktadõr(131).
Yine Escobar ve arkadaşlarõnõn(1986), şizofreni tanõsõ almõş Hispanik askerlerle,
Hispanik olmayan Anglo-Sakson askerlerin şizofreni belirtilerini karşõlaştõrmak amacõyla
yaptõklarõ çalõşmada, her iki grupta psikotik belirtiler açõsõndan fark saptanmamõş,ancak
Hispanik grupta baş ağrõsõ, nefes darlõğõ, eklem ağrõlarõ, ellerde ve ayaklarda uyuşma,
halsizlik gibi somatik bulgulara daha sõk rastlandõğõ ortaya konmuştur(77,78,217). Escobar
tüm psikiyatrik rahatsõzlõklarda, Latin gruplarda Anglo gruplara göre daha yüksek somatik
82
yakõnmalara rastlandõğõnõ ve bu kültürel farklõlõklarõn DSM-III tanõ kriterleriyle ortaya
konamadõğõnõ söylemiştir. DSM-III’te somatoform bozukluklar için belirlenmiş sõnõrlayõcõ
tanõ kriterlerinin, pek çok vakada eşlik eden somatizasyonun atlanmasõna neden olduğunu ve
gerekli
tedavi
stratejileri
belirlemede
güçlüklere
yol
açtõğõnõ
düşünen
Escobar,
psikopatolojinin varlõğõndan ve türünden bağõmsõz olarak bazõ toplumlarda hayat boyu ortaya
çõkan somatik belirtilerin çokluğunu tanõmlamak için “somatizasyon trait” kavramõnõ ortaya
atmõştõr(41).
Latin-Amerikalõlar’õn
düşük
duygusal
dõşavurumlarõ
ve
akõl
hastalõklarõna
gösterdikleri hoşgörülü yaklaşõm, psikiyatrik sorunlarõ somatik terimlerle tanõmlama
eğilimiyle bağlantõlandõrõlabilir. Bazõ araştõrmacõlar, Latin kökenlilerin psikiyatrik belirtileri
Anglo-Amerikalõlar’a oranla daha çok bedensel veya organik terimlerle ifade etme
eğilimlerinin, “suç”u hastanõn üzerinden aldõğõnõ ve primer olarak “somatik” olarak algõlanan
sorunun hastanõn kişisel kontrolünün dõşõnda olduğuna inandõklarõnõ iddia eder. Böylelikle aile
üyeleri
kişinin
gerçekten
“hasta”
olduğuna
inanõr
ve
onu
semptomlarõ
için
suçlamaz(38,131,140). Psikodinamik ve psikofizyolojik teorilerin iddiasõ, duygusal ve sosyal
problemlerin somatik ifadesinin bireysel bir patolojiyi yansõttõğõ yönündedir. Kuzey Amerika
birinci basamak sağlõk hizmetlerinde somatizasyon, affektif bozukluklar ve anksiyete
bozukluklarõ, şizofreni, bipolar bozukluk, madde kullanõmõ gibi psikiyatrik bozukluklarõn
klinik görünümü olarak akrşõmõza çõkmaktadõr(38).
Escobar bazõ kültürlerde psikolojik sorunlarõ tanõmlayacak sözcüklerin ve kavramlarõn
yetersizliği nedeniyle, psikopatolojinin yaşantõlanan fakat bilişsel olarak açõklanamayan
belirtilerinin şekil değiştirerek o kültüre uygun bedensel ifadelerle dõşa vurulduğunu öne
sürer(131). Afrika kökenli Amerikalõlar’õn ve Latino Amerikalõlar’õn coşkulu ve heyecanlõ
olduğu bilinmektedir. Diğer yandan Anglo-Amerikalõlar’õn jestleri, mimikleri ve yüz ifadeleri
kõsõtlõdõr(131).
Kültürel çalõşmalar dõşõnda, Türkiye’de de 2001 yõlõnda Öner ve ark.’nõn 60 şizofreni
hastasõyla yaptõklarõ bir çalõşmada somatizasyon değerlendirilmiştir. Psikiyatrik tanõsõ
olmayan 30 kadõn ve 30 erkek ile şizofreni tanõsõ konmuş 30 kadõn ve 30 erkek hastaya
somatizasyon şiddetinin belirlenebilmesi için SCL-90-R uygulanmõş, veriler karşõlaştõrmalõ
olarak incelenmiştir. Demografik özellikler ve SCL-90-R puanlarõ arasõndaki korelasyon
incelendiğinde, hasta grubunda cinsiyet ile SCL-90-R somatizasyon puanõ ve GSİ arasõnda
istatistiksel olarak anlamlõ bir korelasyon bulunmuştur. Hasta grupta somatizasyon puanlarõ
ile kontrol grubu puanlarõ arasõndaki bu anlamlõ farkõn kadõn şizofreni hastalarõnõn etkisinden
kaynaklandõğõ iddia edilmiştir. Kontrol grubunda kadõn ve erkeklerde somatizasyon puanõ
83
ortalamalarõ düşük ve hemen hemen aynõ hesaplanõrken (0,50-0,51), şizofreni hastalarõnda
ortalama
puan
kontrol
karşõlaştõrõldõklarõnda
ise
grubuna
göre
kadõnlarda(1,81)
daha
yüksek,
erkeklerden(0.73)
hastalar
kendi
anlamlõ olarak
içlerinde
yüksek
bulunmuştur. GSİ (Genel semptom endeksi) şizofreni tanõlõ grupta daha yüksek çõkmõş,
şizofreni hastasõ kadõnlarõn psikiyatrik belirtilerden duyduğu huzursuzluğun diğer erkek
şizofreni hastalarõna ve tanõsõ olmayan gruba göre daha fazla olduğu görülmüştür. Erkek
şizofreni hastalarõyla kontrol grubunun GSİ puanlarõ karşõlaştõrõldõğõnda var olan anlamlõ
farkõn, SCL-90-R somatizasyon puanlarõ söz konusu olduğunda belirgin olarak azaldõğõ
görülmektedir(160).
2003
yõlõnda
yayõnlanan
ve
şizofreni
hastalarõnda
somatizasyonun
özelliklerini(attribution of somatization) araştõran 12 aylõk kapsamlõ bir izlem çalõşmasõna 237
şizofreni hastasõ dahil edilmiş, şizofreni hastalarõnda somatizasyon görülme sõklõğõ, bu sõklõğõn
ve somatizasyon şiddetinin zaman içerisindeki değişimi, sosyodemografik özelliklerle
hastalõğa bağlõ ve psikososyal etmenlerin şizofreni şiddeti ile ilişkisi değerlendirilmiştir.
Çalõşma başlangõcõnda 237 olan hasta sayõsõ 12 ay içerisinde 148’e düşmüştür. SSI-5(her iki
cinsiyet için de 5 somatik belirtinin varlõğõ tanõ için yeterlidir) ile değerlendirilen hastalarda
somatizasyon sõklõğõ %27.4 bulunmuştur. Bayõlma veya sersemlik hissi(%56), bulantõ(%48),
vücudun belli bölgelerinde hissizlik(%41.1) en sõk görülen somatik yakõnmalar olarak tespit
edilmiş, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, hastalõk süresi gibi demografik verilerle somatik
belirtiler arasõnda anlamlõ ilişki bulunmamõştõr. Şizofrenide somatik yakõnmalarla en çok
bağlantõlandõrõlan kavram, şizofreni hastalarõnõn yüksek duygusal huzursuzluğudur. İlk
değerlendirmelerde duygusal huzursuzluğun ve ilaç yan etkilerinin somatizasyon şiddetine
etkisi sõrasõyla %37 ve %26 olarak hesaplanmõş, duygusal huzursuzluk alt skalalarõndan
duyarlõlõk, anksiyete ve paranoid düşünce puanlarõ yüksek bulunmuştur. İzlem grubunda
duygusal huzursuzluk ve ilaç yan etkisinin somatizasyonla bağlantõsõnõn sabit kaldõğõ, ancak
huzursuzluk alt skalalarõnõn duyarlõlõk ve depresyon lehine değiştiği görülmüştür(62).
Aynõ araştõrmada ilaç yan etkilerinin varlõğõna atfedilen huzursuzluğun somatizasyon
şiddetini arttõrdõğõ, depresyonun somatizasyonla direkt anlamlõ bir ilişkisi olmadõğõ saptanmõş,
şizofreni alt tipi, PANSS puanlarõ açõsõndan da şizofreni ile somatizasyon arasõnda bağõntõ
tespit edilmemiştir(62).
İçgörü ve benlik saygõsõ
puanlarõ arttõkça somatik belirtilerin azaldõğõ görülmüş,
içgörünün ve benlik saygõsõndaki artõşõn somatizasyona karşõ koruyucu olabileceği öne
sürülmüştür(62).
84
Şizofrenide nüksün önemli bir yordayõcõsõ olarak kabul edilen (algõlanan) duygusal
dõşavurumun somatizasyona etkisi izlem grubunda %7.3’lük bir fark ortaya çõkarmõştõr. Farklõ
literatür bulgularõ õşõğõnda izlem grubunun ev yaşantõlarõnõn etkisi de göz önünde
bulundurularak, duygusal dõşavurumun somatizasyona yatkõnlõkta rol oynayabileceği ama bu
rolü nasõl oynadõğõnõn açõk olmadõğõ belirtilmiştir(62).
Sonuç olarak Ritsner; somatizasyonun genel popülasyonda olduğu gibi sürekli hasta
olan(persistently ill) şizofreni vakalarõnda da yaygõn ve önemli bir sorun olduğunu, somatik
şikayetlerle, psikopatoloji, ilaç yan etkisi, içgörü ve dõşavurulan duygulanõma atfedilen
duygusal huzursuzluk arasõnda önemli ve güçlü bir ilişki olduğunu, içgörü ve benlik
saygõsõnõn somatizasyon riskini azalttõğõ vurgulamaktadõr(62).
4.4.
Şizofrenide Bedensel Hislerin Psikolojisi
Şizofreninin en sõk görülen ve en önemli belirtileri arasõnda bedensel hisler önemli bir
yer tutar(hipokondriyak şikayetler, “somatik hezeyanlar”vb.).
Psikanalitik kuram açõsõndan şizofrenide bedensel belirtiler, ego hizmetinde bir içe
dönüşün(introversion) ifadesi ve buna bağlõ olarak ilginin dõş dünyadan(diğerleri),
bedene(kendilik) dönmesidir. Pek çok şizofrenik süreç hipokondriyak belirtilerle başlar ve
iyileşme dönemlerinde yine hipokondriyak belirtiler gösterir. Arada kalan dönemde
hebefrenik veya katatonik davranõşlarõn görüldüğü zamanlar olabilir. Yani ego bedene oryante
olabildiği ve yaşantõlarõnõ bu eksende organize edebildiği sürece ya hastalõğõn başõnda ya da
iyileşme dönemindedir. Bu dönemlerde daha tutarlõ ve gerçekle daha çok bağlantõlõdõr.
Objelerden çekilerek bedene yatõrõlan libidinal enerji bedende libidinal tonus artõşõna neden
olarak hipokondriyak duyumlar yaratõr. Temelde narsisizm ve megalomani ile ortak olan bu
süreç aslõnda psikotik tablolarda meydana gelen bir durumdur(121,161,218).
Buna en iyi örneklerden biri Freud’un Schreber vakasõdõr. Schreber’in bedensel
kaygõlar
ve
hipokondriyak
uğraşalarla
başlayan
hastalõğõ,
yoğun
halüsinasyonlar,
hipokondriak hezeyanlar, katatonik stupor tablolarõ, eksite ve saldõrgan davranõşlarla sürmüş,
hastalõğõn iyileşme sürecine girdiği iddia edilen dönemde yine hipokondriyak uğraşlarõnõn
başladõğõ görülmüştür. Ne var ki sözü edilen bu iyileşme düşünce içeriğinde değil, sosyal
anlamdadõr ve Schreber’in şizofrenisinin başlangõcõndaki hipokondriyak düşünceler, iyileşme
dönemindekiyle bir değildir(121).
Egonun bedenle bütünleşmesi obje sevgisinden narsizme bir regresyondur. Şizofrenide
bedensel hislere büyük ölçüde regrese olmuş şizofrenik egonun etkisi olduğu görüşü yaygõn
olarak kabul görmekle birlikte, bu hisleri bebeklik ve erken çocukluk dönemi ego
85
yaşantõlarõnõn bir tekrarõ olarak değerlendirmek tek başõna yeterli değildir. Thomas Szasz’a
göre bedensel hislerin oluşum mekanizmasõ, hisleri yaşantõlama şeklinin bunlarõn içerik ve
anlamõ üzerinde etkili olduğu görüşüyle ilişkilidir. Thomas Szasz’a göre şizofrenide bedensel
hislerin oluşumu birkaç basamakta gerçekleşir(218):
1. Objeyi kaybetme endişesi:
Bu prepsikotik(prehipokondriyak) durumda, ego hala kişisel objelere yönelmiş
duurumdadõr.
2. Obje kaybõ:
Kayõp travmasõ, genel anlamda bir yas reaksiyonuna neden olur veya paranoid bir
mekanizmayõ tetikler. Yaşanan hayal kõrõklõğõyla ego tüm objelerden çekilebilir(regresyon).
Böylelikle ego, “beden”i bağlantõ kurabileceği ve az çok güvenle yatõrõm yapabileceği tek
obje olarak alõr. Artõk beden libidinal yatõrõm yapõlmõş olan eski objelerin yerini almõş, ego
için tek obje olmuştur.
3. Bedene transferans:
Bu noktada artõk daha önce objelere has tavõrlar, fantaziler, hisler vb., yön değiştirerek
bedene taşõnõr. Buna bağlõ olarak, bugün -hasta tarafõndan hissedilen ve “beden dilinde” dõşa
vurulan- bedenle ilgili yaşantõlarõn erken dönem objelere ait latent anlamlarõ olabilir.
4. “Beden”i kaybetme endişesi:
Ego’nun varlõğõnõ (kendilik yaşantõsõnõ) sürdürebilmesi için tek dayanağõ olan bedeni
kaybetme endişesi bedene yönelik ilgiyi arttõrarak farklõ yollarla ifade edilen hipokondriyak
uğraşlarõn doğmasõna sebep olur. Beden’i kaybedeceği endişesiyle ego sürekli bedenle sürekli
bir etkileşim içinde olmak ihtiyacõndadõr. Bu da ancak gürültülü (“ağrõlõ”) belirtiler
aracõlõğõyla sağlanabilir. Egonun bedene ilgisi yani hipokondriyak aşõrõ uğraşlarõ “bedenimi
veya bir parçasõnõ kaybedebilirim” uyarõsõna karşõ-“bedenimi hissediyorum, o halde onu
kaybetmiş olamam”teminatõ olarak açõklanabilir. Ağrõ veya diğer bedensel hisler, yaralanmõş
veya kaybedilmiş olsa bile ihtiyaç duyulan nesnenin (beden bölümünün) devam eden
varlõğõnõn güvencesidir.
Bedensel belrtilerin oluşumu bu şekilde açõklanõrken bazen şizofreni hastalarõnda
bedensel uğraşlarõn ilerleyebileceği unutulmamalõdõr.
5. Obje kaybõ süreci ileriye gidebilir:
Beden’i kaybetme endişesi egoya o kadar dayanõlmaz gelir ki, bedenden veya
parçalarõndan vazgeçer. Ego duygusal yatrõmõnõ bedenden çeker. Bu durum, bedenle ilgili ikili
bir kavram oluşmasõna yol açar; bedenin geçmişte kalan varlõğõ ve şu anki yokluğu. Korkulan
obje kaybõ endişesine “Onu kaybettim, o halde artõk endişe etmeme gerek yok, kötü birşey
86
olma olasõlõğõ yok” şeklinde bir çözüm üretilir. Buna karşõlõk beden kaybõyla uygun olarak
affektif yatõrõm bedenden çekilmiş, bedenin hipokondriyak uğraşalara neden olan
hipercathexisi sona ermiştir.
6. Self mutilasyon:
Egonun, bedeni güncelleme, yani psişik olarak ampüte edilmiş yeni beden imajõna
uyumlu hale getirme ihtiyacõ hastanõn bedenin bazõ parçalarõnõ bir yolla bedenden ayõrmasõna
yol açar. Zaten var olmayan bir beden bölümü söz konusu olduğundan, ampütasyon işlemi
acõsõzdõr. Vakalarõn hepsinde ampütasyon sonrasõ bir rahatlama görülür ve hiç pişmanlõk
bildirilmemiştir(218).
Tyler, şizofrenide görülen bedensel belirtileri sinir sisteminin gelişimi sõrasõnda nöral
yolaklarõn oluşmaya ve şekillenmeye başladõğõ evrede geçirilmiş viral bir enfeksiyona
bağlamaktadõr.
Hücre
membranõ
patolojisiyle
ilişkilendirdiği
somatik
belirtileri
değerlendirmek amacõyla Kraepelin’in şizofreni için öne sürdüğü somatik belirtilerden yola
çõkarak hazõrladõğõ anketi kullanarak 889 şizofreni hastasõnõ sorguladõğõ araştõrmada ağrõya
duyarsõzlõkla gürültüye hassasiyet, abartõlõ su içme isteği ile õsõya duyarsõzlõk arasõnda anlamlõ
ilişki olduğunu, somatik yakõnmalarõn şizofrenide sõkça görüldüğünü ortaya koymuştur.
Tyler, hastalõğõn başlangõcõnda var olan ancak tedaviyle daha da belirginleşen somatik
belirtilerin şizofreninin ayrõ bir alt grubu olarak değerlendirilmeyi hak ettiğini öne
sürmektedir(216).
87
YÖNTEM VE GEREÇLER
Araştõrmaya Mart 2007-Ağustos 2007 tarihleri arasõnda, Bakõrköy Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlõğõ ve Sinir Hastalõklarõ Egitim ve Araştõrma Hastanesi Psikotik Bozukluklar
Tedavi Eğitim ve Araştõrma Merkezi’ne başvuran ve DSM-IV tanõ sõnõflandõrmasõna göre
şizofreni tanõsõ konmuş 105 hasta alõnmõştõr. Daha çok şizofreni olmak üzere herhangi bir
psikotik bozukluk tanõsõ konmuş hastalar sõk aralõklarla izlendiği bu merkezde, ilaç
tedavisinin yanõsõra destekleyici ve bilgilendirici görüşmeler, aile görüşmeleri yapõlmaktadõr.
Gelişigüzel seçilen hastalara öncelikle çalõşmanõn amacõ ve yöntemi anlatõlarak,
katõlõmlarõ için sözel onaylarõ alõnmõştõr. Çalõşmaya katõlmayõ reddetme veya görüşmeyi
herhangi bir noktada sonlandõrma hakkõna sahip olduklarõ açõklanmõs, kayõtlarõnõn gizli
tutulacağõna dair güvence verilmiştir. Gereçlerde özbildirim ölçeği bulunduğu için okur yazar
olma koşulu aranmõştõr.
18-60 yaş arasõndaki kadõn ve erkek şizofreni hastalarõ gelişigüzel seçilerek çalõşmaya
dahil edilmiş, seçim gelişigüzel yapõldõğõndan cinsiyetler arasõndaki sayõsal farklõlõk dikkate
alõnmamõştõr. Rutin fizik ve nörolojik muayenelerinde ve laboratuar tetkiklerinde herhangi bir
patolojik bulgu saptanmayan, çalõşma ile ilgili bilgilendirildikten sonra katõlõm için gönüllü
olan vakalar çalõşmaya alõnmõştõr.
Mental retardasyon, demans ya da genel tõbbi duruma bağlõ bir psikiyatrik hastalõğõn
varlõğõ, alkol-madde bağõmlõlõğõ, son üç ay içerisinde elektro konvülsif tedavi uygulanmõş
olmasõ ve (son altõ ay içerisinde) henüz yeni tanõsõ konmuş bedensel bir hastalõğõn varlõğõ
çalõşmaya alõnmama kriterleri olarak belirlenmiştir.
Diabetus Mellitus, hipotiroidi, hipertansiyon gibi kronik hastalõklarõ olduğu bilinen
vakalarda somatizasyon değerlendirilirken, mevcut hastalõğõn beklenen belirtilerine göre
abartõlõ görünen veya var olan hastalõkla ilişkilendirilemeyen yakõnmalar dikkate alõnmõştõr.
Sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilgili bilgi alabilmek için gerektiğinde hasta
yakõnlarõ ile de görüşülmüştür. Özbildirim ölçekleri hastalar tek başlarõna bir odada kalacak
şekilde görüşmenin sonunda uygulanmõştõr. Sorularõ anlamakta ve cevaplamakta güçlük
çekebilecekleri düşünüldüğünden hastalara özbildirim ölçekleri detaylõ olarak anlatõlmõştõr.
Görüşmeler en az 40 dakika en uzun ise bir buçuk saat sürmüştür.
Gereçler;
Çalõsmaya dahil edilen hastalar;
1-Psikotik
Bozukluklar
Tedavi
Eğitim
ve
Araştõrma
Merkezi
Polikliniği
sosyodemografik ve klinik veri toplama formu,
88
2-Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS),
3-Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği(ADÖ-CŞDÖ)),
4- İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme Ölçeği,
5- UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği,
6- Beden Duyumlarõnõ Büyütme/Abartma Ölçeği(SSAS-BDBÖ)
7-Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi Ölçeği(LEE)
8-Belirti Tarama Listesi-90 (SCL-90-R)
9-Sosyal İşlevsellik Ölçeği(SİÖ) ile değerlendirilmişlerdir.
I-Psikotik Bozukluklar Tedavi Egitim ve Arastõrma Merkezi Poliklinigi sosyodemografik ve
klinik veri toplama formu;
Hastalarõn sosyodemografik özelliklerini, hastalõklarõnõn geçmiş ve güncel durumunu,
aldõklarõ tanõlarõ ve tedavi uygulamalarõnõ, eştanõlõ durumlarõ, aile öykülerini, yasal sorunlarõ
değerlendirmek için kullanõlan, Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Araştõrma Merkezi’nde
izlenen her hasta için ilk görüşmede doldurulan 55 itemlik bir form olup, görüşmeci tarafõndan
uygulanmõştõr.
II-Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçegi (PANSS);
Şizofrenide pozitif ve negatif belirtiler ile genel psikopatolojiyi değerlendirmek ve bu
belirtilerin düzeyini ölçmek amacõyla Kay ve arkadaşlarõ tarafõndan geliştirilen(219), 30
maddelik yarõ yapõlandõrõlmõs bir görüşme ölçeğidir(221).
PANSS kapsamõnda değerlendirilen 30 psikiyatrik parametreden yedisi pozitif
sendrom altölçeğine, yedisi negatif sendrom altölçeğine ve geri kalan on altõsõ genel
psikopatoloji altölçeğine aittir. Her madde için yedi puanlõ şiddet değerlendirmesi (0:hiç yok7:çok ağõr) içeren ölçeğin Türkçe geçerlik ve güvenilirlik çalõşmasõ Kostakoğlu ve arkadaşlarõ
tarafõndan yapõlmõştõr(220).
III-Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği (CŞDÖ-ADÖ);
Şizofreni hastalarõnda depresif belirtilerin düzeyi ile şiddet değişimini ölçmek
amacõyla Addington ve arkadaşlarõ tarafõndan geliştirilen Calgary Şizofrenide Depresyon
Ölçeği (Calgary Depression Scale for Schizophrenia(CDSS)) (224,225), dörtlü Likert tipinde
değerlendirilen ve 0-3 arasõnda puanlanan 9 maddeden oluşmaktadõr. Bu maddeler depresif
duygudurum, umutsuzluk, değersizlik duygusu, suçlulukla ilgili alõnma düşünceleri, patolojik
suçluluk, sabah depresyonu, erken uyanma, özkõyõm ve gözlenen depresyon belirtilerini içerir
89
ve değerlendirme uygulayõcõnõn gözlemlerine dayanõr. Ölçeğin Türkçe’de geçerlik ve
güvenilirlik çalõşmasõ Aydemir ve arkadaşlarõ tarafõndan yapõlmõştõr(222,223).
CŞDÖ’nin, şizofreni hastalarõnda depresyonu, pozitif ve negatif belirtiler ya da
ekstrapiramidal yan etkiler gibi psikopatolojinin diğer boyutlarõndan bağõmsõz olarak
değerlendirmesi hedeflenmiş ve bunu sağladõğõna dair çalõşmalar yapõlmõştõr. Depresif
bozukluğun eşlik ettiği şizofreni için ölçeğin Türkçe versiyonunun kesme puanõ 11/12 olarak
belirlenmiştir(223). Çalõsmamõzda da kesme puanõ 11 olarak uygulanmõştõr.
IV-İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme Ölçeği(İÜBDÖ);
David(1990), içgörünün var ya da yok şeklinde değerlendirilemeyeceği düşüncesiyle,
tedaviye uyum, hastalõğõn farkõnda olma, psikotik yaşantõlarõ doğru olarak tanõma gibi üç
bileşenden yola çõkarak, klinisyen tarafõndan uygulanan ve içgörüyü niceliksel olarak
değerlendiren “İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme Ölçegi”ni (Schedule for assesing the
three components of insight) geliştirmiştir(226).
8 sorudan oluşan ve klinisyen tarafõndan uygulanan yarõ yapõlandõrõlmõş bir ölçektir.
İlk 7 sorunun en yüksek toplam puanõ 14’tür. Sekizinci soru hipotetik olarak sunulmuştur, bu
sorunun sorulmasõ görüşmeciye bõrakõlmõştõr. Bu soru ile birlikte en yüksek toplam puan
18’dir. Hastanõn yüksek puan almasõ yüksek içgörü düzeyini gösterir. Bu ölçegin Türkçe’de
güvenilirlik ve geçerlilik çalõşmasõ Arslan ve arkadaşlarõ tarafõndan 2001 yõlõnda
yapõlmõştõr(227). Çalõşmamõzda ölçeğin 8. yani son sorusu değerlendirmeye dahil
edilmemiştir.
V-UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçegi;
UKU(Udvalg for Kliniske Undersegelser) Yan Etki Değerlendirme Ölçeği terapötik
dozlarda kullanõlan psikotrop ilaçlara bağlõ ortaya çõkan klinik yan etkilerin değerlendirilmesi
amacõyla Lingjaerde ve arkadaşlarõ tarafõndan geliştirilmiştir (228). Psikolojik, nörolojik,
otonomik ve diğer yan etkiler olmak üzere toplam 48 maddelik dört altölçekten oluşmaktadõr.
Her bir madde dört seçenekli olup ‘0’ yan etki olmadõğõnõ ‘3’ ise yan etkinin şiddetli olduğunu
göstermektedir. Türkçe geçerlilik güvenilirlik çalõşmasõ henüz yapõlmamõş olduğundan, halen
çevirisi kullanõlmaktadõr.
VI-Beden Duyumlarõnõ Büyütme Ölçeği (BDBÖ-SSAS);
Barsky ve arkadaşlarõ, hipokondriyak hastalarda bedensel duyumlarõn "gerekenden"
fazla bozulduğu hipotezinden yola çõkarak bu hastalarõn, hastalõğa özgü olmayan fakat
90
rahatsõzlõk veren hafif bedensel deneyimlerine olan duyarlõlõk yanõtlarõnõ değerlendiren bir
kendini
değerlendirme
ölçeğinin
zorunlu
olabileceğini
düşünmüş
ve
harekete
geçmişlerdir(152)
Bedensel Duyumlarõ Büyütme Ölçeği(Somato-sensory Amplification Scale(SSAS)),
kişinin, fiziksel bir hastalõkla ilgisi olmayan olağan bedensel duyumlara veya bir hastalõğõn
belirtisi olmayan nötral ve hoş olmayan uyaranlara karşõ duyarlõlõğõnõ ölçmek için Barsky ve
arkadaşlarõ(1988) tarafõndan geliştirilmiştir(154,155). Bedensel duyumlarõn büyütülmesini
değerlendiren, Likert tipi, 1-5(bazõ ölçeklerde 0-4) arasõ puanlanan ve bir hastalõğa işaret
etmeyen bir dizi rahatsõz edici bedensel duyum içeren 10 maddeden oluşmuş bir özbildirim
ölçeğidir. Toplam puan, büyütme/abartma puanõ olarak değerlendirilir. Türkçe güvenilirlik
çalõşmasõ Sayar ve arkadaşlarõ tarafõndan 2003 yõlõnda yapõlmõş(229), 2007 yõlõnda
yayõnlanmõştõr(153). Bedensel Duyumlarõ Büyütme veya Bedensel Duyumlarõ Abartma
Ölçeği olarak Türkçeleştirilmiştir.
VII-Belirti Tarama Listesi( BTL;SCL-90 R);
Genel olarak psikiyatirk belirtileri, bireyin maruz kaldõğõ zorlanmayõ, yaşadõğõ
olumsuz stres tepkisini, huzursuzluğu ve sõkõntõyõ ölçmek için Derrogatis L.R.(1977)
tarafõndan geliştirilmiştir. Bir tarama ölçeği olan SCL-90 R tanõ koymak için
kullanõlmamakta, ancak sayõsal olarak şiddeti 1’in üzerinde çõkan parametreler genel
ortalamadan yüksek olarak değerlendirilmektedir(230).
90 maddeden oluşan, 5 dereceli Likert tipi bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Her
soru belirtinin şiddetine göre 0 ile 4 arasõnda puanlanõr. Buna göre herbir sorudan 0-4 arasõnda
bir puan elde edilir. Hiç seçeneğiyle işaretlenenler hariç diğer maddelerin hamsayõ toplamõyla
Pozitif Belirti Toplamõ(Positive Symptom Total/PST;0-90), “hiç” olarak işaretlenenler
haricindeki maddelerin dereceleme puanlarõ toplamõnõn PST’ye bölünmesiyle Pozitif Belirti
Düzeyi(Positive Symptom Distress Index/PSDI) elde edilir. Testin tamamõndan alõnan toplam
puanõn boş bõrakõlanlar hariç tüm maddelere bölünmesiyle elde edilen Genel Belirti Düzeyi
(Global Symptom Index/GSI) puanõ psikiyatrik belirtilerden duyulan sõkõntõnõn artõşõna işaret
eder ve ölçeğin en güvenilir parametresi olarak kabul edilir. Tarama amacõyla kullanõldõğõnda
genel belirti düzeyinin kesme puanõ sõklõkla 1 puan olarak alõnmaktadõr. Alt ölçekler için de o
alt ölçeği oluşturan tüm sorularõn toplamõndan elde edilen puanõn soru sayõsõna bölünmesiyle
elde edilen değer kullanõlõr.
91
PST’deki artõş bireyin kendisinde ne kadar çeşitli psikiyatrik belirti algõladõğõnõ, PSDI
ise bireyin kendisinde varolduğunu algõladõğõ belirtilerden duyduğu sõkõntõnõn ağõrlõklõ
ortalamasõnõ verir(221).
Ölçeğin 1978 yõlõnda Gökler tarafõndan bir araştõrmada kullanõlmak üzere psikiyatrist
ve klinik psikologlarca yapõlan Türkçe çevirisi pekçok çalõşmada kullanõlmõş, ölçek 1991
yõlõnda İhsan Dağ tarafõndan Türkçe’ye uyarlanmõştõr(231,232).
Ölçeğin tamamamõ çalõşmamõza dahil edilen hastalara uygulanmõş, somatizasyon
şiddetini değerlendirmek için ölçeğin somatizasyon alt ölçeği puanlarõ, hastalarõn belirtileriyle
ilgili genel sõkõntõlarõnõ ölçmek için de GSI kullanõlmõştõr.
VIII-Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi Ölçeği(LEE);
Yüksek dõşavurulan duygulanõmõ olanlarla, düşük dõşavurulan duygulanõmõ olanlarõn
benzer durumlarda farklõ tavõrlar sergiledikleri, farklõ tepkiler gösterdikleri düşüncesinden
yola çõkarak, kişilerarasõ ilişkilerde hasta tarafõndan algõlanan dõşavurulan duygulanõm
düzeyini değerlendirmek amacõyla Cole ve Kazarian tarafõndan 1988 yõlõnda geliştirilen
Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi Ölçeği (DD-LEE), ‘doğru-yanlõş’ olarak cevaplanan 60
maddeden oluşmaktadõr(233).
Türkçe'ye geçerlilik ve güvenilirliği
Berksun ve ark.’õ (1993)
tarafõndan
yapõlmõştõr(234).
Hasta yakõnlarõnõn hastaya olan tutumlarõnõ ve hastalarõn bu tutumu nasõl
algõladõklarõnõ inceleyen ölçek, hastalar tarafõndan, birlikte yaşadõklarõ ve zamanlarõnõn önemli
bir bölümünü birlikte geçirdikleri bir aile üyesi (anahtar akraba) için son 3 aydaki durum göz
önüne alõnarak doldurulur. 'Doğru-yanlõş' şeklinde doldurulan ölçekte puanlar doğru sorular
için 1, yanlõşlar için ise 0 olarak puanlanmaktadõr. 30 soruda 'doğru' yanõtõna, 30 soruda ise
'yanlõş' yanõtõna 1 puan verilmektedir. Ölçeğin, her biri 15 maddeden oluşan, müdahalecilik
(intrusiveness), duygusal tepki (Emotional Response), hastalõğa karşõ tutum (attitude toward
illness), hoşgörü-beklenti (tolerance-expectation) başlõklõ dört alt ölçeği mevcuttur. Ölçeğin
toplam puanõ 0-60, her bir alt ölçeğin puanõ da 0-15 arasõnda değişir(235).
Değerlendirme için çoğunlukla alt ölçeklerin toplam puanlarõyla, ölçeğin genel toplam
puanõ kullanõlmaktadõr. Bu durumda puanlar ne kadar yüksekse DD düzeyi o kadar yüksek
demektir(236).
Bazõ araştõrmacõlarsa hastalarõ, aldõklarõ puanõnõn ortalama DD puanõnõn altõnda ve
üstünde olmasõna göre duygu dõşavurumu yüksek ve düşük olarak iki gruba ayõrmakta ve
92
buna göre karşõlaştõrmaktadõrlar(235,236). Çalõşmamõzda kullanõlan LEE, hastanõn algõladõğõ
duygu dõşavurum düzeyini ölçmektedir.
IX- Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ)
Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ-The Social Functioning Scale/SFS ), kişinin bütün
sosyal rol işlevlerini ele alan, temel yetileri, sosyal davranõşõ nicel olarak değerlendiren ve
performans düzeyi ile yeterlilik düzeyini ayõran karşõlaştõrmalõ çalõşmalarda kullanõlmasõ
uygun bir ölçektir.
Max Birchwood ve arkadaşlarõ tarafõndan 1990 yõlõnda geliştirilmiş (237), Türkçe
geçerlilik ve güvenilirliği Yaprak Erakay tarafõndan 2001 yõlõnda yapõlmõştõr(238).
Ölçeğin içeriği, başarõlõ bulunan psikososyal girişim programlarõndan alõnan bilgiler ve
yetiyitimi değerlendirme ölçeği ile yapõlan çalõşma sonuçlarõ õşõğõnda düzenlenmiş yedi alt
alandan oluşur: Sosyal uğraşõ/sosyal çekilme, kişilerarasõ işlevsellik, öncül sosyal etkinlikler,
boş zamanlarõ değerlendirme, bağõmsõzlõk düzeyi-yetkinlik, bağõmsõzlõk düzeyi-performans,
iş/ meslek. Alt-ölçeklerdeki maddeler olumsuzdan olumluya doğru 0-3 arasõnda puanlanõr.
Sosyal çekilme alt ölçeğinden en düşük 0 en yüksek15, kişilerarasõ işlevsellik alt ölçeğinden
en düşük 0 en yüksek 9, öncül sosyal etkinlikler alt ölçeğinden en düşük 0 en yüksek 66, boş
zamanlarõ değerlendirme alt ölçeğinden en düşük 0 en yüksek 45, bağõmsõzlõk düzeyiyetkinlik alt ölçeğinden en düşük 0 en yüksek 39, bağõmsõzlõk düzeyi-performans alt
ölçeğinden en düşük 0 en yüksek 39 puan alõnabilir. İş meslek alt ölçeği için iki madde
doldurulur, ancak hasta 6 aydõr çalõşmõyorsa bu bölüm atlanõr.
Alt ölçeklerden alõnan toplam puanõn yüksek olmasõ, işlevsellikte olumluya doğru
gidişin göstergesi olarak kabul edilir(221).
İSTATİSTİKSEL DEĞERLENDİRME:
Bu çalõşmada istatistiksel analizler NCSS 2007 © (NCSS- Statistical Data Analysis
and Graphics Software, Kaysville, Utah, ABD) paket programõ ile yapõlmõştõr. Verilerin
değerlendirilmesinde tanõmlayõcõ istatistiksel metotlarõn (ortalama,standart sapma) yanõ sõra
çoklu gruplar arasõ karşõlaştõrmalarda tek yönlü varyans analizi, alt grup karşõlaştõrmalarõnda
Tukey çoklu karşõlaştõrma testi, ikili gruplarõn karşõlaştõrmasõnda bağõmsõz t testi, nitel
verilerin karşõlaştõrmalarõnda ki-kare testi, değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede
Pearson korelasyon testi kullanõlmõştõr. Sonuçlar, anlamlõlõk p<0,05 ve p<0,01 düzeyinde
değerlendirilmiştir.
93
BULGULAR
Çalõşmaya, Bakõrköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlõğõ ve Sinir Hastalõklarõ
Eğitim ve Araştõrma Hastanesi Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Araştõrma Merkezi
tarafõndan, düzenli olarak takip edilen şizofreni tanõlõ 105 hasta dahil edilmiştir. Hastalarõn
cinsiyet yönünden dağõlõmõ, 26 kadõn (%24.8) ve 79 erkek (%75.2) şeklindedir (Şekil 2).
Hastalar gelişigüzel seçildiğinden, cinsiyet dağõlõmõ arasõndaki sayõsal fark dikkate
alõnmamõştõr.
120
100
80
Hasta Sayõsõ (N)
60
Yüzde (%)
40
20
0
Kadõn
Erkek
Toplam
Şekil 2. Hastalarõn cinsiyet yönünden dağõlõmõ
Çalõşmaya alõnan hasta grubunun 21-56 arasõnda yaş dağõlõmõ gösterdiği saptanmõştõr.
Minumum yaşõn kadõnlarda 22, erkeklerde 21, maksimum yaşõn ise kadõnlarda 52, erkeklerde
56 olduğu tespit edilmiştir. Genel yaş ortalamasõ 35.08 yõl olup, kadõnlarõn yaş ortalamasõnõn
35.77 yõl, erkeklerin yaş ortalamasõnõn 34.85 yõl olduğu görülmüştür (Tablo 1).
Tablo 1. Çalõşmaya alõnan hastalarõn yaş ortalamalarõ
Kadõn
Hasta Sayõsõ
(N)
26
Minimum
yaş
22
Maksimum
yaş
52
Ortalama
yaş
35,77
Standart
Sapma
8,30
Erkek
79
21
56
34,85
8,33
Toplam
105
21
56
35,08
8,29
94
Hastalarõn eğitim durumlarõ sekiz yõllõk kesintisiz zorunlu eğitim uygulamasõna göre
sõnõflandõrõlmõştõr. İlköğretim mezunu ve ilköğretimini tamamlayamamõş hasta sayõsõ 50
(%47.6) iken, lise veya lise dengi okul mezunu hasta sayõsõ 35 (%33.3), üniversite mezunu
hasta sayõsõ ise 20 (%19) olarak hesaplanmõştõr (Tablo 2).
Tablo 2. Genel hasta grubundaki hastalarõn eğitim durumlarõ
Hasta Sayõsõ (N)
50
35
20
105
İlköğretim ve altõ
Lise
Üniversite
Toplam
Yüzde (%)
47,6
33,3
19,0
100,0
Toplam eğitim yõlõ açõsõndan, tüm hastalarõn eğitim yõlõ ortalamasõ 10.07 yõl olarak
bulunurken, kadõnlarda toplam eğitim yõl ortalamasõ 10.12 yõl, erkeklerde 10.05 yõl olarak
saptanmõştõr. Genel hasta grubu içerisinde en az eğitim süresinin 3 en fazla eğitim süresinin
ise 19 yõl olduğu gözlenmiştir (Tablo 3).
Tablo 3. Genel hasta grubundaki hastalarõn toplam eğitim yõlõ ortalamalarõ
Hasta Sayõsõ (N)
Minimum Maksimum
Ortalama
Standart
sapma
4.37
Kadõn
26
5
19
10,12
Erkek
79
3
19
10,05
4.07
Toplam
105
3
19
10,07
4.12
Medeni durum dağõlõmõna bakõldõğõnda, genel hasta grubunda bekar olanlarõn sayõsõ 81
(%77.1), evli olanlarõn sayõsõ ise 16 kişi (%15.2) olarak bulunmuştur. Dul-boşanmõş hasta
sayõsõ, hasta grubumuzda en az oranõ oluşturmakta olup 8 kişidir (%7.6) (Tablo 4).
Tablo 4. Genel hasta grubunda medeni durum dağõlõmõ
Evli
Hasta Sayõsõ (N)
16
Yüzde (%)
15,2
Bekar
Dul-Boşanmõş
Toplam
81
8
105
77,1
7,6
100,0
95
Hastalarõn çalõşma yaşamlarõ araştõrõldõğõnda, hasta grubunun büyük çoğunluğunun
görüşme yapõldõğõ sõrada çalõşmadõğõ (69 hasta (%65.7)), 20 kişinin (%19) halen çalõşmakta
veya öğrenci olduğu, 6 kişinin (%5.7) ise evhanõmõ olduğu tespit edilmiştir. Hasta grubu
içerisinde normal çalõşma sürecini tamamlayarak emekli olan tek bir hasta olduğundan o da
10 kişiden oluşan (%9.6) malulen emekli grubuna dahil edilmiştir (Tablo 5).
Tablo 5. Genel gruptaki hastalarõn çalõşma yaşamlarõ
Hasta Sayõsõ (N)
20
69
10
6
105
Çalõşõyor-öğrenci
Çalõşmõyor
Malulen emekli
Evhanõmõ
Toplam
Yüzde (%)
19,0
65,7
9,6
5,7
100,0
Hastalardan 78’inin (%74.3) anne, baba ve kardeşten oluşan çekirdek aile içinde
yaşadõğõ, 12’sinin (% 11.4) yalnõz, 10’unun (%9.5) ise eş ve çocuklarõyla birlikte yaşadõğõ
görülmüştür. Anne, baba, eş ve çocuklardan oluşan geniş aile içinde yaşayan hasta sayõsõnõn 5
(%4.8) olduğu bulunmuştur (Tablo 6).
Tablo 6. Genel hasta grubunun birlikte yaşanõlan kişiler açõsõndan dağõlõmõ
Hasta Sayõsõ (N)
12
78
10
5
105
Yalnõz
Anne-baba-kardeş
Eş-çocuk
Anne-baba-eş-çocuk
Toplam
Yüzde (%)
11,4
74,3
9,5
4,8
100,0
96 hastanõn (% 91.4) sosyal güvencesi varken, 9 hastanõn (% 8.6) herhangi bir sosyal
güvenceye
sahip
olmadõğõ
görülmüştür
(Tablo
7).
Hastalarõn
büyük
çoğunluğu
ebeveynlerinden herhangi birisine ait sosyal güvenceden faydalanmaktadõr.
Tablo 7. Hastalarõn sosyal güvence durumlarõ
Sosyal güvencesi olan
Sosyal güvencesi olmayan
Toplam
Hasta Sayõsõ (N)
96
9
105
Yüzde (%)
91,4
8,6
100,0
96
Çalõşmanõn amacõ doğrultusunda, somatizasyon şiddetini değerlendirmek amacõyla
uygulanan SCL90-R somatizasyon alt ölçeği puan ortalamasõ 1.13±0.68, hastalarõn psikiyatrik
belirtilerden duyduklarõ sõkõntõyõ değerlendirmek için hesaplanan GSI ortalama puanlarõ ise
1.12±0.63 bulunmuştur (Tablo 8). En düşük SCL90-R somatizasyon alt ölçeği puanõ 0,00
olup, sadece iki hastanõn ölçekteki 12 somatik yakõnmadan birini işaretlemediği ve 0,00 puan
aldõğõ görülmüştür.
Tablo 8: SCL90-R somatizasyon, GIS, PST, PSDI puan ortalamalarõ
Hasta
Sayõsõ (N)
105
Minimum
Maksimum
Ortalama
,00
3,42
1,13
Standart
sapma
,68
GSI
105
,11
3,52
1,12
,63
PST
105
7,00
86,00
49,37
18,23
PSDI
105
1,00
3,77
1,93
,55
SCL90-R som
SCL90-R Somatizasyon altölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
cinsiyetlerine göre değerlendirilmesinde; erkekler ile kadõnlar arasõnda istatistiksel olarak
anlamlõ fark bulunmamõş (Tablo 9), şizofrenide somatizasyonun cinsiyetler arasõnda farklõ
olmadõğõ görülmüştür.
Tablo 9. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
cinsiyetlerine göre değerlendirilmesi
Cinsiyet
Erkek (n:79)
Kadõn (n:26)
t
p
SCL90-R som
1,14±0,68
1,13±0,69
0,092
AD
GSI
1,09±0,6
1,19±0,71
-0,699
AD
PST
48,66±18,51
46,65±18,56
0,479
AD
PSDI
1,96±0,57
2,08±0,55
-0,953
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
97
Hastalarõn yaşlarõyla SCL90-R Somatizasyon altölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõ
arasõnda anlamlõ bağõntõ saptanmamõştõr (Tablo 10).
Tablo 10. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn yaşlarõ
ile karşõlaştõrõlmasõ
Yaş
SCL90-R som
GSI
PST
PSDI
r
0,016
0,089
0,041
-0,011
p
AD
AD
AD
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
Bekar olanlarda somatizasyon puanlarõnõn daha yüksek olduğu görülmekle birlikte,
bekar ve evli hastalar arasõnda SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõ
açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmamõştõr (Tablo 11).
Tablo 11. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
medeni durumlarõna göre değerlendirilmesi
Medeni Durum
Evli (n:16)
Bekar (n:81)
t
p
SCL90-R som
1,08±0,64
1,12±0,67
-0,187
AD
GSI
1,1±0,62
1,13±0,64
-0,208
AD
PST
48,63±17,35
48,8±18,5
-0,037
AD
PSDI
1,83±0,47
2,02±0,6
-1,413
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõ hastalarõn eğitim
süresiyle de ilişkili bulunmamõştõr (Tablo 12).
Tablo 12. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn eğitim
yõllarõ ile karşõlaştõrõlmasõ
Eğitim Yõlõ
SCL90-R som
GSI
PST
PSDI
r
0,057
-0,149
-0,191
-0,051
p
AD
AD
AD
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
98
Çoğunluğu çekirdek aile içerisinde yaşayan hastalarõn somatizasyon puanlarõ
anne,baba ve/veya kardeşleriyle yaşayanlarda diğer gruplara göre yüksek bulunmuşsa da
istatistiksel olarak anlamlõ düzeye ulaşmamaktadõr. Birlikte yaşadõklarõ kişiler açõsõndan farklõ
olan hastalar arasõnda Somatizasyon, GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan istatistiksel olarak
anlamlõ fark saptanmamõştõr (Tablo 13).
Tablo 13. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
birlikte yaşadõklarõ kişiler açõsõndan değerlendirilmesi
SCL90-R som
Yalnõz
Anne,Baba,Kardeş
Eş,Çocuk
Anne,Baba,Eş,Çocuk
GSI
Yalnõz
Anne,Baba,Kardeş
Eş,Çocuk
Anne,Baba,Eş,Çocuk
PST
Yalnõz
Anne,Baba,Kardeş
Eş,Çocuk
Anne,Baba,Eş,Çocuk
PSDI
Yalnõz
Anne,Baba,Kardeş
Eş,Çocuk
Anne,Baba,Eş,Çocuk
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
Hasta
sayõsõ
(N)
12
78
10
5
12
78
10
5
12
78
10
5
12
78
10
5
Ortalama±
Standart
sapma
0,97±0,53
1,21±0,71
1,04±0,59
0,6±0,59
1,28±0,89
1,11±0,58
1,03±0,57
0,99±0,85
47,08±17,95
48,5±18,63
48,6±11,65
44,6±31,03
2,33±0,77
1,98±0,53
1,82±0,56
1,77±0,43
F
p
1,667
AD
0,396
AD
0,084
AD
2,04
AD
Çalõşan ve çalõşmayan şizofreni hastalarõnõn somatize etme davranõşlarõ açõsõndan
farklõ olmadõklarõ görülmüştür. Bununla birlikte GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan da
çalõşan, çalõşmayan ve emekli olmuş gruplar arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fark
bulunmamõştõr (Tablo 14).
99
Tablo 14. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
çalõşma durumuna göre değerlendirilmesi
Hasta
sayõsõ
(N)
20
69
10
6
20
69
10
6
20
69
10
6
20
69
10
6
Halen Çalõşõyor
Çalõşmõyor
SCL90-R som
Malulen Emekli
Ev Hanõmõ
Halen Çalõşõyor
Çalõşmõyor
GSI
Malulen Emekli
Ev Hanõmõ
Halen Çalõşõyor
Çalõşmõyor
PST
Malulen Emekli
Ev Hanõmõ
Halen Çalõşõyor
Çalõşmõyor
PSDI
Malulen Emekli
Ev Hanõmõ
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
Ortalama±
Standart
sapma
1,15±0,8
1,14±0,65
1,1±0,7
1,03±0,76
0,95±0,4
1,14±0,67
1,14±0,77
1,27±0,51
46,6±13,46
48,46±19,59
44,9±22,3
55,33±13,63
1,82±0,51
2,04±0,6
1,98±0,54
2,02±0,32
F
p
0,066
AD
0,618
AD
0,453
AD
0,761
AD
Şizofrenide somatizasyonun ve hastalarõn psikiyatrik belirtilerden duyduklarõ
sõkõntõnõn hastalõk süresiyle bağlantõlõ olmadõğõ, SCL90-R somatizasyon altölçeği, GSI, PST
ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn hastalõk süreleri ile istatistiksel olarak anlamlõ ilişkisinin
bulunmadõğõ saptanmõştõr (Tablo15).
Tablo 15. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
hastalõk süreleri ile karşõlaştõrõlmasõ
Hastalõk
Süresi
SCL90-R som
GSI
PST
PSDI
r
-0,067
0,166
0,076
0,122
p
AD
AD
AD
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon altölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn tedavi
süreleri ve yatõş sayõlarõyla karşõlaştõrõlmasõnda; GSI, PST ve PSDI puanlarõ ile hastalarõn
100
tedavi süreleri arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmazken, somatizasyon puanlarõ
ile hastalarõn yatõş sayõlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ negatif korelsyon saptanmõştõr
(Tablo 16). Buna göre, somatizasyon şiddeti arttõkça yatõş sayõsõ azalmakta veya yatõş sayõsõ
arttõkça somatizasyon azalmaktadõr.
Tablo 16. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn tedavi
süreleri ve yatõş sayõlarõyla karşõlaştõrõlmasõ
Tedavi Süresi
Yatõş Sayõsõ
r
p
r
p
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R som
-0,131
AD
GSI
0,121
AD
PST
0,076
AD
SCL90-R som
-0,209
0,032
GSI
-0,007
AD
PST
0,06
AD
PSDI
0,091
AD
PSDI
-0,103
AD
Somatizasyon şiddetini, şizofrenide psikotik tablonun ve genel psikopatolojinin
durumuyla karşõlaştõrmak amacõyla SCL90-R Somatizasyon alt ölçeğinin, PANSS puanlarõ ile
ilişkisine bakõlmõş ve somatizasyon puanlarõyla PANSS pozitif, PANSS negatif, PANSS
genel ve PANSS toplam puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ilişki bulunmamõştõr
(Tablo 17). Buna göre en azõndan bizim örneklem grubumuz için, şizofrenide
somatizasyonunun hastalõğõn diğer belirtilerinden ve bu belirtilerin yarattõğõ sõkõntõdan
bağõmsõz olarak ortaya çõktõğõ söylenebilir.
Tablo 17. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeğinin PANSS skorlarõ ile karşõlaştõrõlmasõ
SCL90-R
som
-0,028
PANSS
r
pozitif
AD
p
-0,022
PANSS
r
negatif
AD
p
0,021
PANSS
r
genel
AD
p
-0,011
PANSS
r
total
AD
p
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
101
SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn şizofreni
alt tiplerine göre değerlendirilmesinde; paranoid ve paranoid olmayan şizofreni hastalarõ
arasõnda Somatizasyon, GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark
bulunamamõştõr (Tablo 18). Bununla birlikte paranoid grupta somatizasyon puanlarõnõn
paranoid olmayan gruba göre biraz daha yüksek olduğu görülmüştür.
Tablo 18. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
şizofreni alt tiplerine göre değerlendirilmesi
Şizofreni Alt Tipi
Paranoid (n:66)
Nonparanoid (n:39)
t
p
SCL90-R som
1,17±0,71
1,07±0,64
0,751
AD
GSI
1,08±0,58
1,17±0,71
-0,697
AD
PST
48,55±18,93
47,51±17,86
0,276
AD
PSDI
1,95±0,52
2,07±0,63
-1,036
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon puanlarõyla Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği puanlarõ
arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ilişki saptanmõştõr (Tablo 19). Hastalarõn depresif
yakõnmalarõ somatik yakõnmalarõyla paralel olarak artmakta veya azalmaktadõr. Depresif
yakõnmalarõn yarattõğõ sõkõntõ somatizasyonu tetikleyebilir veya somatik belirtiler hastanõn
genel algõlarõnõ etkileyerek depresyonu arttõrabilir.
Tablo 19. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği ile Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği
puanlarõnõn karşõlaştõrõlmasõ
Calgary
SCL90-R som
GSI
r
0,565
0,638
p
0,0001
0,0001
102
Çalõşmaya alõnan hastalar, Calgary Şizofenide Depresyon Ölçeği kesim noktasõna (11)
göre, depresyonu olan ve olmayanlar şeklinde iki gruba ayrõlmõştõr. Hastalarõn %25.7’sinin
(N=27), depresyonu olan grup içerisinde yer aldõğõ görülmüş; depresyonu olan grupta
somatizasyon puanlarõnõn ve SSAS(Bedensel duyumlarõ Büyütme) puanlarõnõn belirgin olarak
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Somatizasyon ve SSAS puanlarõ açõsõndan iki grup arasõnda,
istatistiksel olarak anlamlõ fark saptanmõştõr (Tablo 20). Bu bulgular şizofrenide
somatizasyonun şizofreni hastalarõnõn gözlenen depresyonuyla güçlü bir bağõntõsõ olduğunu
ortaya koymaktadõr.
Tablo 20. Depresyonu olan ve olmayan grupta SCL-90 R ve SSAS puanlarõnõn
karşõlaştõrõlmasõ
SCL-90R som
Calgary
Hasta
Sayõsõ (N)
Ortalama
Standart
sapma
>= 11,00
27
1,63
,74
< 11,00
78
,95
,579
>= 11,00
27
30,22
6,18
p
4,88
0,0001
3,16
SSAS
0,002
< 11,00
SCL90-R
t
somatizasyon
78
alt
25,55
ölçeğinin
SCL90-R
6,73
diğer
alt
ölçekleri
ile
karşõlaştõrõldõğõnda somatizasyon alt ölçeğinin diğer tüm alt ölçeklerle istatistiksel olarak
anlamlõ ilişkisi olduğu saptanmõştõr (Tablo 21). Bu bulgulara göre şizofreni hastalarõnõn
somatik belirtileri nedeniyle yaşantõladõklarõ sõkõntõ ve huzurszluğun, genel psikiyatrik
belirtileri nedeniyle yaşadõklarõ sõkõntõyla güçlü bir bağlantõsõ mevcuttur. Diğer yandan sadece
gözlenen depresyonun değil hastanõn ilettiği depresif yakõnmalarõn da şizofrenide somatik
tabloyla pozitif korelasyon gösterdiği görülmektedir.
103
Tablo 21. SCL90-R Somatizasyon alt öçeğinin SCL90-R dğer alt ölçekleri ile
karşõlaştõrõlmasõ
SCL90-R obsesyon-kompülsiyon
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
SCL90-R kişilerarasõ duyarlõlõk
SCL90-R depresyon
SCL90-R anksiyete
SCL90-R hostilite
SCL90-R fobik-anksiyete
SCL90-R paranoya
SCL90-R psikotizm
SCL90-R som
0,693
0,0001
0,602
0,0001
0,664
0,0001
0,693
0,0001
0,667
0,0001
0,583
0,0001
0,535
0,0001
0,616
0,0001
SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği puanlarõyla Bedensel Duyumlarõ Büyütme Ölçeği
(BDBÖ / SSAS) puanlarõ arasõnda statistiksel olarak anlamlõ, güçlü bir bağlantõ saptanmõştõr
(Tablo 22). Bedensel duyumlarõnõ abartõlõ algõlayan ve yorumlayan şizofreni hastalarõnõn,
daha fazla bedensel yakõnma iletmeye meyilli olduklarõ düşünülmektedir. Bununla birlikte
bedensel belirtilerden duyulan sõkõntõ, hafif ve anlamsõz fizyolojik değişikliklere duyarlõlõğõ
arttõrarak bunlarõn abartõlõ lagõlanmasõna neden olabilir.
Tablo 22. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği’nin Bedensel Duyumlarõ Büyütme Ölçeği
(BDBÖ / SSAS) ile karşõlaştõrõlmasõ
SCL90-R som
SSAS
r
0,466
p
0,0001
SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği’nin, İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme Ölçeği
ile karşõlaştõrõlmasõnda, hastalõk içgörüsü ile şizofrenide somatizasyon arasõnda herhangi bir
ilişki saptanmamõştõr (Tablo 23).
104
Tablo 23. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği’nin İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme
Ölçeği(İÜBDÖ) ile karşõlaştõrõlmasõ
SCL90-R som
İçgörü
r
-0,007
p
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği ile
karşõlaştõrõldõğõnda, antipsikotik tedavinin yan etkileri arttõkça somatizasyon şiddetinin de
arttõğõ veya somatik belirtiler arttõkça antipsikotik tedavinin (algõlanan) yan etkilerinin de
anlamlõ olarak arttõğõ görülmüştür (Tablo 24).
Tablo 24. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği’nin UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği ile
karşõlaştõrõlmasõ
UKUruhsal
UKUnörolojik
UKUotonomik
UKUdiğer
UKUtotal
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
SCL90-R
som
0,351
0,0001
0,283
0,003
0,285
0,003
0,331
0,001
0,410
0,0001
Çalõşmaya dahil edilen hastalarõn çoğunluğu atipik veye kombinasyon (atipik+tipik)tedavisi
kullanmaktayken sadece 8 tanesinin tedavisinin tipik antipsikotiklerle sürdürüldüğü
saptanmõştõr. Farklõ tedavi uygulanan hastalar arasõnda Somatizasyon, GSI ve PST puanlarõ
açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmamõştõr. Ancak, PSDI puanlarõnõn tipik
antipsikotik tedavi kullananlarda atipik ve kombinasyon tedavisi alanlara göre anlamlõ olarak
yüksek olduğu görülmüştür. Bununla birlikte özellikle genel belirti düzeyi(GSI) ve
somatizasyon puanlarõnõn da tipik antipsikotik kullananlarda daha yüksek olduğu ancak
istatistiksel olarak anlamlõ sõnõra ulaşmadõğõ görülmüştür (Tablo 25).
105
Tablo 25. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
tedavi çeşitleri açõsõndan değerlendirilmesi
SCL90-R som
Tipik
Atipik
Kombinasyon
GSI
Tipik
Atipik
Kombinasyon
PST
Tipik
Atipik
Kombinasyon
PSDI
Tipik*
Atipik*
Kombinasyon*
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
N
8
55
42
8
55
42
8
55
42
8
55
42
Ort±SS
1,25±0,42
1,05±0,73
1,22±0,66
1,52±0,91
1,08±0,61
1,09±0,58
53,63±13,55
47,05±18,99
48,57±18,71
2,47±0,69
1,94±0,55
1,97±0,54
F
P
0,883
AD
1,81
AD
0,455
AD
3,178
0,046
Ailede hastanõn algõladõğõ dõşavurulan duygulanõm düzeyi ile SCL-90 R somatizasyon
alt ölçeği puanlarõ arasõnda anlamlõ ilişki olduğu, Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi(LEE) alt
ölçekleri değerlendirildiğinde ise somatizasyon ile LEE müdahalecilik ve LEE duygusal tepki
puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ bir bağlantõ bulunduğu görülmüştür (Tablo 26).
Şizofrenide olumsuz prognoz göstergesi ve nüksün önemli bir yordayõcõsõ olarak kabul edilen
LEE ile somatizasyon arasõndaki bu pozitif korelasyon somatizasyonun da şizofrenide
olumsuz prõgnoza etki edip etmediği düşüncesini akla getirmektedir
Tablo 26. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeğinin Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi
Ölçegi(LEE) ile karşõlaştõrõlmasõ
LEE total
LEE müdahalecilik
LEE duygusal tepki
LEE hastalõğa karşõ tavõr
LEE hoşgörü/beklenti
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
SCL90-R som
0,290
0,003
0,308
0,001
0,245
0,012
0,182
AD
0,177
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
106
Somatik belirtilerin genel popülasyonda önemli oranda yetiyitimine ve kişilerarasõ
ilişkilerde dalgalanmalara yol açtõğõ bilininmektedir. Şizofreni hastalarõnda somatizasyon ile
sosyal işlevsellik arasõndaki nasõl bir bağlantõ olduğunu değerlendirmek için
SCL90-R
somatizasyon alt ölçeği Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ) ile karşõlaştõrõlmõş, somatizasyon
puanlarõyla SİÖ toplam puanlarõ ve alt ölçek puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ
ilişki olmadõğõ görülmüştür(Tablo 27).
Tablo 27. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği’nin Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ) ile
karşõlaştõrõlmasõ
SCL90-R som
0,15
SİÖ-Ç
r
AD
p
0,053
SİÖ-KAİ
r
AD
p
-0,069
SİÖ-ÖSE
r
AD
p
-0,003
SİÖ-BZD
r
AD
p
-0,036
SİÖ-B-y
r
AD
p
-0,003
SİÖ-B-p
r
AD
p
-0,011
SİÖ Total
r
AD
p
Geçmiş hastalõk yaşantõlarõnõn somatizasyonun oluşumuna etkisi bilindiğinden
geçirilmiş hastalõk öyküsü olanlarla olmayanlar Somatizasyon, GSI, PST ve PSDI puanlarõ
açõsõndan karşõlaştõrõlmõş ancak beklenenin aksine istatistiksel olarak anlamlõ fark
bulunamamõştõr (Tablo 28). Hatta geçirilmiş hastalõk öyküsü olanlarda ilginç olarak
somatizasyon puanlarõ geçirilmiş hastalõk öyküsü olmayanlara göre daha düşük bulunmuştur.
Tablo 28. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
geçirilmiş hastalõk öykülerine göre değerlendirilmesi
Geçirilmiş Hastalõk
Öyküsü (+) n:25
1,03±0,72
Geçirilmiş Hastalõk
Öyküsü (-) n:69
1,21±0,65
t
p
-1,185
AD
GSI
1,24±0,72
1,09±0,63
0,983
AD
PST
50,84±23,26
47,16±17,79
0,814
AD
PSDI
2,13±0,56
1,96±0,55
1,349
AD
SCL90-R som
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
107
SCL90-R Somatizasyon alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn intihar
öykülerine göre değerlendirilmesinde; intihar öyküsü olanlarla, intihar öyküsü olmayanlar
arasõnda Somatizasyon puanlarõ açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmamõş ancak,
GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan iki grup arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fark olduğu
görülmüştür (Tablo 29).
Tablo 29. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
intihar öykülerine göre değerlendirilmesi
İntihar Öyküsü
İntihar Öyküsü (+)
(n:38)
1,12±0,67
İntihar Öyküsü (-)
(n:67)
1,14±0,69
t
P
-0,147
AD
GSI
1,31±0,69
1±0,57
2,33
0,023
PST
52,76±17,41
45,55±18,65
1,988
0,05
PSDI
2,15±0,6
1,9±0,53
2,093
0,04
SCL90-R som
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
kendilerine zarar verici davranõşlarõna göre değerlendirilmesinde; kendisine zarar verici
davranõşõ olanlarla, olmayanlar arasõnda Somatizasyon, GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan
istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmamõştõr (Tablo 30).
Tablo 30. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
kendilerine zarar verici davranõşlarõna göre değerlendirilmesi
Kendine zarar verici
davranõş (+)
( n:13)
1,01±0,66
Kendine zarar verici
davranõş (-)
(n:92)
1,15±0,69
t
p
-0,729
AD
1,42±0,69
1,07±0,61
1,869
AD
PST
57,31±16,22
46,87±18,46
1,934
AD
PSDI
2,13±0,67
1,97±0,55
0,911
AD
SCL90-R
som
GSI
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn aile
öykülerine göre değerlendirilmesinde; ailede psikiyatrik hastalõk öyküsü olanlarla olmayanlar
108
arasõnda somatizasyon, GSI, PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark
bulunmamõştõr (Tablo 31).
Tablo 31. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn aile
öykülerine göre değerlendirilmesi
Aile Öyküsü
Aile Öyküsü (+)
(n:40)
1,20±0,73
Aile Öyküsü (-)
(n:65)
1,10±0,66
t
P
0,731
AD
1,11±0,6
1,11±0,65
0,001
AD
PST
47,65±16,08
48,48±19,89
-0,222
AD
PSDI
2,01±0,57
1,98±0,57
0,223
AD
SCL90-R
som
GSI
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SCL90-R Somatizasyon alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn tedavi
uyumlarõna göre değerlendirildiğinde; tedavi uyumu olan hastalarõn somatizasyon puanlarõnõn
daha yükek olduğu ancak tedavi uyumu olanlarla olmayanlar arasõnda Somatizasyon, GSI,
PST ve PSDI puanlarõ açõsõndan farkõn istatistiksel olarak anlamlõ düzeye ulaşmadõğõ
saptanmõştõr (Tablo 32).
Tablo 32. SCL90-R Somatizasyon Alt Ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn
tedavi uyumlarõna göre değerlendirilmesi
Tedavi Uyumu (+)
(n:87)
1,16±0,73
Tedavi Uyumu (-)
(n:18)
1,01±0,4
t
p
0,863
AD
GSI
1,12±0,66
1,08±0,45
0,221
AD
PST
47,59±19,52
50,94±12,06
-0,701
AD
PSDI
2,02±0,59
1,87±0,43
0,992
AD
SCL90-R som
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
Eşlik eden hastalõk öyküsü olanlarla olmayanlar arasõnda Somatizasyon, GSI, PST ve
PSDI puanlarõ açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark bulunmamõştõr (Tablo 33).
109
Tablo 33. SCL90-R Somatizasyon alt ölçeği, GSI, PST ve PSDI puanlarõnõn hastalarõn eşlik
eden hastalõk öykülerine göre değerlendirilmesi
Eşlik Eden Hastalõk
Öyküsü (+)
(n:78)
1,13±0,72
Eşlik Eden Hastalõk
Öyküsü (-)
(n:10)
1,22±0,49
t
p
-0,367
AD
GSI
1,02±0,55
1,4±0,72
-1,959
AD
PST
46,26±18,23
53,9±19,99
-1,235
AD
PSDI
1,91±0,53
2,22±0,52
-1,782
AD
SCL90-R som
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
Şizofreni
hastalarõnda
bedensel
duyumlarõn
büyütülmesiyle(SSAS)
bazõ
değişkenlerin karşõlaştõrõlmasõ;
SSAS Ölçeği’nin, SCL-90 R somatizasyon, Genel Belirti Düzeyi (GSI), Pozitif Belirti
Toplamõ (PST) ve Pozitif Belirti Düzeyi (PSDI) puanlarõ ile karşõlaştõrõlmasõnda; istatistiksel
olarak anlamlõ ilişki bulunmuştur (Tablo 34). Şizofreni hastalarõnõn psikiyatrik belirtilerden
ve genel hastalõk tablolarõndan duyduklarõ sõkõntõ arttõkça bedensel duyumlara olan
duyarlõlõklarõnõn da arttõğõ düşünülmüştür.
Tablo 34. SSAS puanlarõnõn SCL90-R somatizasyon alt ölçeği, Genel Belirti Düzeyi (GSI),
Pozitif Belirti Toplamõ (PST) ve Pozitif Belirti Düzeyi (PSDI) puanlarõ ile karşõlaştõrõlmasõ
SSAS
SCL90-R som
GSI
PST
PSDI
r
0,466
p
0,0001
r
0,499
p
0,0001
r
0,464
p
0,0001
r
0,324
p
0,001
110
SSAS puanlarõ ile PANSS poz, PANSS neg ve PANSS tot puanlarõ arasõnda istatistiksel
olarak anlamlõ fark bulunmamõş, PANSS gen ile istatistiksel olarak anlamlõ ilişki bulunmuştur
(Tablo 35).
Tablo 35. SSAS puanlarõnõn PANSS skorlarõ ile karşõlaştõrõlmasõ
SSAS
PANSSpozitif
PANSSnegatif
PANSSgenel
PANSStotal
r
0,037
p
AD
r
0,063
p
AD
r
0,208
p
0,034
r
0,132
p
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SSAS puanlarõ ile Calgary puanlarõ arasõnda da istatistiksel olarak anlamlõ ilişki
saptanmõştõr (Tablo 36).
Tablo 36. SSAS puanlarõnõn Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği ile karşõlaştõrõlmasõ
SSAS
Calgary
r
0,375
p
0,0001
SSAS puanlarõ ile şizofrenide hastalõk içgörüsü arasõnda herhangi bir ilişki olmadõğõ
görülmüştür(Tablo 37).
Tablo 37. SSAS puanlarõnõn İçgörünün Üç Bileşenini Değerlendirme Ölçeği ile
karşõlaştõrõlmasõ
SSAS
İçgörü
r
0,045
p
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
111
SSAS puanlarõ ile UKU ruh ve diğer puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fark
bulunamamõştõr. Ancak, UKU nör, UKU oto ve UKU tot puanlarõyla istatistiksel olarak
anlamlõ bir ilişki bulunmuştur (Tablo 38).
Tablo 38. SSAS puanlarõnõn UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği ile karşõlaştõrõlmasõ
UKUruh
UKUnör
UKUoto
UKUdiğer
UKUtot
SSAS
0,179
AD
0,194
0,047
0,261
0,007
0,099
AD
0,225
0,021
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SSAS puanlarõ ile toplam Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi puanlarõ arasõnda
istatistiksel olarak anlamlõ ilişki bulunmamõş, LEE müdahalacilik alt ölçeği ile anlamlõ bağõntõ
tespit edilmiştir (Tablo 39).
Tablo 39. SSAS puanlarõnõn Dõşavurulan Duygulanõm Düzeyi Ölçegi ile karşõlaştõrõlmasõ
SSAS
r
0,171
p
AD
r
0,241
p
0,013
r
0,178
p
AD
r
0,083
p
AD
LEE
r
hoşgörü/beklenti p
0,06
LEE total
LEE
müdahalecilik
LEE duygusal
yanõt
LEE hastalõğa
karşõ tutum
AD
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
112
SSAS puanlarõ ile SİÖ-ÖSE puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ilişki
bulunmuş ancak, diğer SİÖ alt ölçek puanlarõyla istatistiksel olarak anlamlõ ilişki
saptanmamõştõr (Tablo 40).
Tablo 40. SSAS puanlarõnõn Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ) ile karşõlaştõrõlmasõ
SİÖ-Ç
r
p
SİÖr
KAİ
p
SİÖr
ÖSE
p
SİÖr
BZD
p
SİÖ-B- r
y
p
SİÖ-B- r
p
p
SİÖ
r
Total
p
AD: Anlamlõ değil (p>0.05)
SSAS
-0,124
AD
-0,159
AD
-0,25
0,01
-0,151
AD
-0,047
AD
-0,09
AD
-0,177
AD
113
TARTIŞMA VE SONUÇ
Çalõşmamõza BRSHH Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Araştõrma Merkez’inde
izlenen ve rastgele seçilen 105 hasta dahil edilmiştir. Hastalarõn 26’sõ (%24.8) kadõn, 79’u
(%75.2) erkektir. Bu oran daha çok erkek hastalarõn tedavisinin sürdürülmekte olduğu
Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Arastõrma Merkez’i genel cinsiyet dağõlõmõ ile
uyumludur. Daha önce bu birimde yürütülmüş olan iki ayrõ çalõşmada da erkek şizofreni
hastalarõnõn kadõn şizofreni hastalarõna oranõ sõrasõyla %69.2’ye %30.8 ve %71’e %29’dur(56,
172). Hastalar rastgele seçildiği için cinsiyetler arasõndaki sayõsal farklõlõk dikkate
alõnmamõştõr.
Çalõşmaya alõnan hastalarõn en genci 21, en yaşlõsõ 56 yaşõndadõr. Genel yaş
ortalamasõ, 35.08(standart sapma 8.29) olarak bulunmuş kadõn hastalarõn yaş ortalamasõ
35.77(standart sapma 8.30), erkek hastalarõn yaş ortalamasõ ise 34.85(standart sapma 8.33)
olarak hesaplanmõştõr.
Eğitim durumlarõna bakõldõğõnda, hastalarõn toplam eğitim yõlõ ortalamasõnõn
10.07(standart sapma 4.12) yõl olduğu görülmüştür. Hastalarõn %47.6’sõnõn ilkögretim
mezunu olduğu, ancak azõmsanmayacak bir kõsmõnõn da üniversite veya dengi bir egitim
kurumunu bitirmiş (%19) olduklarõ belirlenmiştir.
Literatürle uyumlu olarak bekâr olanlarõn oranõ(%77.1) evlilere, çalõşmayanlarõn oranõ
(%69) çalõşanlara göre çok daha yüksek bulunmuştur.
Çalõşma bulgularõ, hastalarõn ülkemiz kültürüne paralel olarak genellikle çekirdek aile
içerisinde yaşamlarõnõ devam ettirdiklerini, yalnõz yaşama oranlarõnõn(%12) çok düşük
olduğunu göstermektedir.
Kore kökenli Amerikalõlar’da şizofreni karakteristiklerini araştõrmak amacõyla 4 farklõ
etnik grup üzerinde
yürütülen
bir
çalõşmaya dahil edilen şizofreni
hastalarõnõn
sosyodemografik özellikleri incelendiğinde; 4 etnik grupta da erkek hastalarõn kadõn hastalara
göre daha fazla olduğu(%57.5 ile %85.7 arasõnda değişen yüzdelerle), hastalarõn ortalama
yaşlarõnõn 29,8 ile 39,4 arasõnda değiştiği, ortalama eğitim sürelerinin 11 yõl civarõnda olduğu,
yine çoğunluğunun bekar olduğu(%67.5-%89.3) ve yalnõz(%2-%14) yaşama oranlarõnõn
düşük olduğu görülmüştür(197). Şizofrenide somatizasyonun ele alõndõğõ, literatürde
ulaşabildiğimiz tek araştõrmaya dahil edilen şizofreni hastalarõnõn %79.3’ü erkek, %20.7’sini
kadõn, %63.3’ü bekar, sdece %18’i evlidir. Hastalarõn ortalama yaşõ 37.9, ortalama eğitim
süreleri
10.2
yõl
ve
ortalama
hastalõk
süreleri 14.3
yõldõr(62).
Çalõşmamõzdaki
sosyodemografik veriler, bu özelliklerle uyumlu bulunmuştur.
114
Çalõşmanõn amacõ doğrultusunda, somatizasyon şiddetini değerlendirmek amacõyla
SCL-90 R somatizasyon alt ölçeği puanlarõ, hastalarõn psikiyatrik belirtilerden duyduklarõ
sõkõntõyõ
değerlendirmek
amacõyla
da
GSİ’i
hesaplanmõş,
çeşitli
değişkenlerle
karşõlaştõrõlmõştõr.
Çalõşmaya dahil edilen hastalarõn SCL-90 R somatizasyon alt ölçeğinden aldõklarõ
puan ortalamasõ 1.13(standart sapma 0.68), GSİ puan ortalamasõ 1.12(standart sapma 0.62)
bulunmuştur. Hastalarõn SCL-90 R puanlarõ en az 0.00 en fazla 3.42’dir. SCL-90 R
somatizasyon alt skalasõndan 0.00 puan alan iki hasta 12 somatik belirtiden hiçbirini
işaretlememiş, sadece 1 somatik belirti bildiren üç hastadan birinin şiddetli olmayan başağrõsõ,
diğerinin midede nahoş duygular ve bulantõ, üçüncüsünün ise hafif bel ağrõsõndan yakõndõğõ
görülmüştür. Öner ve ark.’õ, 30 erkek ve 30 kadõn yatan şizofreni hastasõnõn SCL-90 R
somatizasyon puanlarõnõ, sağlõklõ 30 erkek ve 30 kadõndan oluşan
kontrol grubuyla
karşõlaştõrdõklarõ bir çalõşmada, erkek ve kadõn şizofreni hastalarõnõn SCL-90 R somatizasyon
alt ölçeği puan ortalamasõnõ 1.27(standart sapma 0.95), GSİ puan ortalamasõnõ 1.48(standart
sapma 0.74) olarak hesaplamõşlardõr(160). Bu puanlar çalõşmamõzda elde edilen sayõsal
değerlerle benzerdir.
Cloninger ve ark.’õ somatizasyonun kadõnlarda daha sõk olduğunu ileri sürmüşler, bazõ
çalõşmalarda bu görüş desteklenmiş(71,105,239), ancak bazõlarõnda somatizasyonun cinsiyet
ayrõmõ olmaksõzõn herkeste görülebileceği ortaya konmuştur(58,128). Somatizasyonun
cinsiyet dağõlõmõnõn farklõ kültürlerde farklõ olduğu iddia edilmektedir. 5 farklõ etnik grupla
yürütülen bir çalõşmada genel popülasyonda Vietnam’lõ erkeklerin kadõnlara göre anlamlõ
olarak daha fazla somatik belirti iletmeye meyilli olduklarõ gösterilmiştir(65). Yunanistan’da
da
Briquet’s
sendromunun
erkeklerde
kadõnlardan
daha
sõk
görüldüğü
ortaya
konmuştur(95,105).
Çalõşmamõzda, SCL-90 R somatizasyon puanlarõnõn ve GSİ puanlarõnõn kadõn ve erkek
şizofreni hastalarõnda anlamlõ olarak farklõ olmadõğõ görülmüştür. Yine Öner ve arkadaşlarõnõn
şizofrenide somatizasyon belirtilerinin herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayanlara göre
artmõş olup olmadõğõnõ araştõrdõklarõ çalõşmalarõna bakõlacak olursa şizofreni tanõsõ almõş
kadõnlarõn SCL-90 R somatizasyon puanlarõ 1.81 olarak hesaplanmõş, bu değer hem hasta
erkeklere hem de kontrol grubuna göre anlamlõ olarak yüksek bulunmuştur. Bu araştõrmanõn
çalõşmamõzdan farkõ eşit sayõda kadõn ve erkek şizofreni hastasõnõn SCL-90 R somatizasyon
puanlarõnõn eşit sayõda sağlõklõ erkek ve kadõn deneklerden oluşan kontrol grubuyla sadece
sosyodemografik özellikler açõsõndan karşõlaştõrmasõdõr(160).
115
Aynõ çalõşmada, yaş ile SCL-90 R somatizasyon puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak
anlamlõ fark bulunmamõş, eğitim süresi arttõkça somatizasyon puanlarõnõn azaldõğõ tespit
edilmiştir. Somatize etme eğiliminin yaşla birlikte arttõğõ görüşü (43,240), son dönemlerde
yapõlan çalõşmalarla terk edimeye yüz tutmuştur.
Kirmayer ve ark.’õ 2004 yõlõnda genel popülasyonda yaptõklarõ 12 aylõk bir izlem
çalõşmasõnda tõbben açõklanamayan belirtilerin, sadece Genel Sağlõk Anketi(GHQ)
skorlarõndan
etkilendiğini
öne
sürerek
bu
belirtileri
psikolojik
huzursuzlukla
bağlantõlandõrmõşlar, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi,medeni durum, çalõşma durumu, hatta göç
eylemi gibi sosyodemogarfik özelliklerin somatizasyon için belirleyici olmadõğõnõ ortaya
koymuşlardõr(65).
Şizofreni hastalarõnda somatizasyon prevelansõnõn, hangi faktörlerle ilişkili olduğunu
ve yordayõcõlarõnõ araştõrmak amacõyla Ritsner’in yaptõğõ yine 12 aylõk bir izlem çalõşmasõnda
KSI(Kõsa Semptom Envanteri) ve SSI(Somatik Semptom Envanteri) ile ölçülen somatik
belirtilerin şizofreni hastalarõnda hasta olmayan gruba göre anlamlõ olarak fazla olduğu, bu
belirtilerden duyulan huzursuzluğun artmõş olduğu ancak bu somatik belirtilerin ve
huzursuzluğun önceki bazõ çalõşmalarda bildirildiği gibi cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, medeni
durum ve düşük sosyoekonomik düzey ile ilişkili olmadõğõ bildirilmiştir(36,62, 93).
Bizim çalõşmamõzda da, somatizasyon puanlarõnõn yaş ile artmadõğõ veya azalmadõğõ,
evlilerle bekarlar arasõnda somatizasyon puanlarõ açõsõndan anlamlõ bir fark olmadõğõ,
somatizayon şiddetinin eğitim düzeyinden etkilenmediği görülmüştür.
Şizofrenide somatik belirtilerin varlõğõ ile ilgili ampirik çalõşmalar ve klinik
gözlemlere dayalõ bilgilerimiz olsa da şizofrenide psikotik belirtilerin şiddeti, şizofreninin
tanõsal özellikleri, içgörü düzeyi ile somatik belirtilerin ilişkisini araştõran sadece bir literatüre
ulaşõlabilmiştir. Bununla birlikte bazõ farklõ kültürlerde şizofreni görünümünü araştõran
etnokültürel çalõşmalarda şizofreninin bazõ özelliklerinin somatizasyonla ilişkisi hakkõnda
direkt bağlantõlõ olmayan yorumlar yapõldõğõ görülmektedir.
Çalõşmamõzda PANSS pozitif puanlarõ ortalama 14.25(standart sapma 5.59), PANSS
negatif puanlarõ ortalama 20.55(standart sapma 6.77), PANSS genel puanlarõ ortalama
33.80(standart sapma 9.23) ve total PANSS puanlarõ ortalama 68.71(standart sapma 18.66)
olarak hesaplanmõştõr.
Çalõşmanõn amacõna uygun olarak hastalarda somatizasyon şiddetini psikotik
tablonun şiddetiyle karşõlaştõrmak amacõyla SCL-90 R somatizasyon alt skalasõ puanlarõyla
PANSS pozitif, PANSS negatif, PANSS genel ve PANSS total puanlarõ karşõlaştõrõlmõş,
PANSS puanlarõyla somatizasyon puanlarõ arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ fark tespit
116
edilmemiştir. Yine pozitif ve negatif psikotik belirtiler ve genel psikopatoloji ile GSİ arasõnda
da istatistiksel olarak anlamlõ ilişki bulunmamõştõr.
Simon ve Vonkorff’a(141) göre somatizasyon ile şizofreni birlikteliği sõktõr, ancak
psikoz ile somatizasyon arasõndaki ilişki özgül olmayõp, psikozlarda ortaya çõkan
somatizasyon ciddi herhangi psikiyatrik bir
bozukluğun yarattõğõ sõkõntõyla bağlantõldõr.
Barsky de somatik(bedensel) belirtilerin stres ve sõkõntõ durumlarõnda tetiklendiğini
söylemiştir(154).
Somatizasyonun
yaşantõlanan
sõkõntõ
ve
huzursuzlukla
arttõğõnõ
gösteren
çalõşmalardan(62,241) yola çõkan Ritsner, şizofreni hastalarõnõn genel psikopatolojik
beliritileri nedeniyle yoğun duygusal sõkõntõ yaşadõklarõnõ, dolayõsõyla somatizasyon için genel
popülasyona göre daha fazla risk taşõdõklarõnõ öne sürmüş(242,243), ancak bu hipoteze göre
kurguladõğõ çalõşmasõnda şizofrenide gözlenen psikopatoloji şiddetiyle, somatizasyon
skorlarõnõn ilişkili olmadõğõnõ ortaya koymuştur(62).
Bulgular õşõğõnda, şizofrenide somatizasyonun, psikotik belirtilerin ve genel
psikopatolojinin neden olduğu huzursuzluktan bağõmsõz olduğu, başka faktörlerden
etkilendiği öne sürülebilir.
Ne var ki; şizofrenide somatik uğraşlarõn özellikle hastalõğõn başlangõç dönemlerinde
ve iyileşme sürecinde ortaya çõktõğõnõn düşünülmesi, PANSS puanlarõyla somatizasyon
puanlarõ arasõnda negatif bir korelasyon beklentisine yol açmaktadõr. Çalõşmamõzda böyle bir
korelasyonun bulunmamasõ, şizofreni hastalarõnda iyileşmenin sadece psikotik belirtilerde
gerilemeyle değerlendirilemeyeceği, çok faktörlü olduğu gerçeğiyle bağlantõlõ olabilir.
Bununla birlikte somatizasyonun sadece hastalõğõn başlangõç ve iyileşme dönemlerine ait bir
özellik olmadõğõ ve hastalõk sürecinde belli etkenlere bağlõ olarak ortaya çõkabileceği
söylenebilir. Ayrõca somatik belirtilerin hastalõkta iyileşme dönemleriyle bağlantõsõnõn
araştõrõlabilmesi için kesitsel çalõşmalar yeterli olmayõp, izlem çalõşmalarõ gereklidir.
Ancak 12 aylõk izlem çalõşmasõnda Ritsner pozitif psikotik belirti ve genel
psikopatoloji puanlarõnõn gerilediğini, ancak negatif psikotik
belirti puanlarõnda artõş
olduğunu, bunlarla birlikte somatizasyon puanlarõnõn de minimal bir azalma gösterdiğini
ortaya koymuştur(62).
Bu
değişkenler
arasõnda
iststistiksel olarak
anlamlõ
ilişki
saptanmamõştõr.
Şizofreni tanõsõyla izlenen, Anglo-Amerikalõlar’la Meksika kökenli Amerikalõlar’õn
karşõlaştõrõldõğõ bir araştõrmada, Meksika kökenlilerin Anglo-Amerikalõlar’a göre daha fazla
somatik belirti sergilemelerine karşõn, Anglo-Amerikalõlar’õn daha çok pozitif ve negatif
117
psikotik yakõnma ilettikleri görülmektedir. Ancak bu çalõşmada psikotik belirtilerle somatik
belirtilerin ilişkisiyle ilgili herhangi bir karşõlaştõrma yapõlmamõştõr(131).
Yine Ritsner, hastalõğõn başladõğõ yaş, hastalõk süresi ve tedavi süresi ile somatik
belirtiler arasõnda herhangi bir anlamlõ ilişki saptamamõştõr(62). Bizim çalõşmamõzda da
somatizasyon şiddetinin hastalõk ve tedavi süresinden etkilenmediği görülmüştür.
Çalõşmamõzda, ortalama hastalõk süresi 13.40(standart sapma 7.77), ortalama yatõş
sayõsõ 4.39(standart sapma 5.22) bulunmuş, hastalarõn %4.8’inin(5 hasta) hiç hastane yatõşõnõn
olmadõğõ, büyük bir çoğunluğunun ise 1(%23.8;25 hasta) veya 2 (%21.9;23 hasta) kere
hastaneye yatmõş olduklarõ tespit edilmiştir.
Şizofreni hastalarõnõn hastaneye yatmakla ilgili önemli derecede huzursuzluk ve endişe
yaşadõklarõ bilinmektedir. Bu durumda hastaneye yatõş sayõsõndaki artõşõn somatik belirtileri
arttõrmasõ beklenir. Diğer yandan somatizasyonun, eşlik ettiği psikiyatrik durumlardan
bağõmsõz olarak tek başõna da sağlõk hizmeti kullanõmõnõ ve hastaneye yatõş oranõnõ arttõrdõğõnõ
ortaya koyan çeşitli çalõşmalar mevcuttur(45,128,244). Bu çalõşmalardan birinde herhangi bir
hastalõğa bağlanamayan bedensel belirtilerle hastaneye yatõrõlan vakalarõn %5.2’sinin bu
belirtiler için tanõ konamadan taburcu edildikleri gösterilmiştir(245).
Çalõşmamõzda ilginç olarak hastaneye yatõş sayõsõ ile somatizasyon skorlarõ arasõnda
istatistiksel olarak anlamlõ ters bir ilişki saptanmõştõr(r=-0.209;p=0.032). Buna göre
somatizasyon arttõkça yatõş sayõsõ azalmakta veya yatõş sayõsõ arttõkça somatik belirtiler
azalmaktadõr. Literatürde şizofrenide somatizasyon ile hastaneye yatõş sayõsõ arasõnda bağlantõ
saptamayan Ritsner’in çalõşmasõ dõşõnda bu konuda herhangi bir bilgiye rastlanmamõştõr.
Bu bulgu, “somatik belirtilerin daha çok şizofreninin psikotik tablosunun durulduğu
dönemlerde ortaya çõkmasõyla açõklanabilir mi?” veya “duygusal huzursuzluğun somatik
belirtilerle ifadesi şizofrenide daha az hastane yatõşõ gerektiren ve daha hafif seyreden bir
hastalõk tablosunun göstergesi midir?” sorularõnõ gündeme getirmektedir. Diğer yandan
somatizasyonun diğer psikiyatrik hastalõklarda olduğu gibi şizofreni hastalarõnda da hastalõk
belirtilerini maskeleyerek hastaneye yatmasõ gereken vakalarda yatõş endikasyonu koymayõ
engellediği düşünülebilir. Somatizasyonun şizofreni hastalarõnda hastaneye yatõş sayõsõnõ,
tedavi uyumunu, hastalõk gidişini nasõl etkilediği veya bu kavramlarla nasõl ilişkili olduğunun
araştõrõlmasõ başka çalõşmalara bõrakõlmõştõr.
Çalõşmamõza dahil edilen hastalar, paranoid ve non-paranoid şeklinde iki gruba
bölünmüştür. Hastalarõn %62.9’u (N=69) paranoid şizofreni %37.1’i (N=36) ise non-paranoid
grubunda yer almõştõr.
118
Paranoid şizofreni grubunun somatizasyon skoru ortalamasõ (1.17; standart sapma
0.71), paranoid olmayan şizofreni hastalarõna göre (1.07; standart sapma 0.64) daha yüksek
bulunmuş ancak somatizasyonun şiddeti ve somatik belirtilerden duyduklarõ sõkõntõ açõsõndan
iki grubun birbirinden anlamlõ olarak farklõ olmadõklarõ görülmüştür. Çalõşmanõn bu bulgularõ
şizofreni alt tiplerinde somatizasyon özelliklerinin anlamlõ değişiklikler göstermediğini
söyleyen Ritsner’in (62) çalõşma sonuçlarõyla paraleldir.
Japonya’da, 183 şizofreni hastasõyla yapõlan 5 yõllõk bir izlem çalõşmasõnda şizofrenide
hipokondriyak-senestopatik belirtilere vurgu yapõlmõş, bu tür belirtilerin şizofrenide bedenbilinciyle ilgili bir patolojiyi yansõttõğõ söylenmiştir. 183 hastanõn %44.3’ünde (N=81)
hipokondriyak-senestopatik belirtiler tespit edilmiş, bedensel içerikli etkilenme hezeyanlarõ
dõşlandõğõnda bu oranõn %27.9’a düşmüştür. Hipokondriyak-senestopatik grupta en sõk
görülen bedensel belirtilerin (bu çalõşmada) başağrõsõ ve kolay yorulma olduğu,
hipokondriyak olmayan senestopatik grupla karşõlaştõrõldõğõnda işitsel halüsinasyonlarõn
tabloya daha fazla eşlik ettiği belirtilmiştir. Şizofreni alt tipi ile ilgili değerlendirmede
hipokondriyak olmayan senestopatik grubun daha çok paranoid şizofreni hastalarõndan
oluştuğu görülmüştür(246).
Şizofreni ve depresyon psikiyatrik hastalõklarõn “nörotik” ve “psikotik” dikotomisini
temsil eden iki temel tanõsõdõr. Çeşitli nedenlerle bu sõnõflama iş görse de, şizofreninin seyri
esnasõnda gözlenen depresyon veya benzeri fenomenler açõsõndan kafa karõşõklõğõna yol
açmaktadõr (247). Şizofreninin psikotik bir bozukluk olduğu kesin olmakla birlikte bu
hastalarõn disforiden majör depresyona kadar değişen geniş bir yelpazede depresif belirtiler
sergiledikleri bilinmektedir(163). Kreapelin ve Bleuler'den beri anhedoni ve duygulanõm
bozukluklarõnõn şizofreninin önemli belirtileri arasõnda olduklarõnõn(248,249) bilinmesine
rağmen, şizofrenide depresyonun özellikleri ve bunlarõn şizofrenideki prognostik önemi
belirsiz kalmõştõr(250).
Çalõşmalar şizofreninin seyri sõrasõnda depresyonun farklõ evrelerde ortaya
çõkabileceğini, tedavisinin de farklõlaşabileceğini göstermektedir(251).Şizofrenide görülen
depresyon, şizofreninin özellikle negatif belirtilerini taklit edebileceği gibi ilaç yan etkileri de
yanlõşlõkla depresyon olarak tanõmlanabilmekte, depresif beliritler pozitif ve negatif
belirtilerden
bağõmsõz
olarak
şizofreni
gidişatõnda
ve
yetiyitiminde
olumsuz
rol
oynamaktadõr(250,252). Depresif belirtilerin sadece kronik şizofreninin gidişine bir tepki
olarak ortaya çõkmadõğõ, ilk epizodu yaşayan hastalarda da depresif belirtilerin olarak ortaya
çõktõğõ bilinmektedir.
119
Son zamanlarda yapõlan çalõşmalar, şizofrenide depresif belirtilerin sõk ve genellikle
ciddi olduğunu, hastalõğõn gidişini değiştirerek, iyileşmeyi olumsuz etkilediğini ortaya
koymuştur(249).
Şizofrenide depresyon sõklõğõ ve yaygõnlõğõ ile ilgili çeşitli çalõşmalarda farklõ sonuçlar
bildirilmiştir. Ulusal komorbidite çalõşmasõnda şizofreni hastalarõnda yaşam boyu depresyon
riski %81, şizofrenide depresyonun nokta prevelansõ %10-%30 arasõnda bulunmuştur(163).
Siris şizofrenide depresif belirtileri araştõran 30 çalõşmayõ
gözden
geçirmiş, şizofreni
hastalarõnda depresif belirtilerin %7 ile %65 arasõnda ve ortalama %25 sõklõkla görüldüğünü
bildirmiştir (253).
Çalõşmamõza alõnan hastalarda depresyon görülme oranõ %34.6 (N=27) olarak
saptanmõştõr. Bu sonuç literatürde bildirilen prevelans aralõğõ ile uyumludur. Ortalama
depresyon puanlarõ ise 6.01± 4.21 olarak hesaplanmõştõr.
Depresyon her türlü ruhsal bozukluk ya da bedensel hastalõk ile eş zamanlõ olarak
ortaya çõkabilmekte, bu nedenle depresyonla diğer eştanõlõ durumlarõn ayõrõcõ tanõsõnõ yapmak
hemen her zaman zor olmaktadõr. Şizofrenide ise, depresyon hastalõğõn boyutlarõndan biri
olarak görüngüye eklenebileceği gibi, eştanõlõ ayrõ bir bozukluk olarak da bulunabilmektedir
(254).
Depresif hastalarõn sõklõkla bedensel belirtilerle birinci basamak sağlõk hizmetlerine
başvurduklarõ bilinmektedir. Psikotik özellikli depresyon tanõsõ almõş 200 ardõşõk hastanõn
alõndõğõ bir araştõrmada %60 oranõnda bedensel belirti tespit edilmiştir. Bu hastalarõn
%20’sinin ilk kez doktora başvurma nedeninin bedensel yakõnmalar olduğu ortaya
konmuştur(110). Son dönem çalõşmalarda, depresif hastalarõn %80’inin birinci basamak
sağlõk hizmetlerinde değerlendirildiği ve büyük çoğunluğunun psikolojik değil fiziksel
yakõnmalarla başvurduğu bildirilmiştir(79,110). Erkeklerin depresif epizod sõrasõnda ortaya
çõkan çoğul somatik belirtilerden kadõnlara göre iki kat daha fazla yakõndõklarõnõ(176) öne
süren bir çalõşmanõn varlõğõyla birlikte, kadõnlarda depresyona eşlik eden somatizasyon
üzerinde daha fazla durulmuştur.
Şizofrenide de özellikle prodromal dönemde ve psikotik tablonun henüz oturmadõğõ
süreçte depresif yakõnmalar ve somatik veya hipokondriyak uğraşlarõn görüldüğü
bilinmektedir. Hatta bu yakõnmalar henüz tanõsõ konmamaõş şizofreni hastasõnõn hekime
başvurma nedeni olabilir. Çalõşmamõzda hastalõk başlangõcõndaki belirtilere yönelik detaylõ
sorgulama ve geriye dönük araştõrma yapõlmadõğõndan bu konuyla ilgili bir bilgiye
ulaşõlamamõş, ancak bu konunun daha sonra yapõlacak çalõşmalarda değerlendirilebileceği
düşünülmüştür.
120
Depresyon ve somatizasyon ilişkisinin sõklõğõ somatizasyonun depresif hastalõklarõn
önemli bir parçasõ olduğu ve depresyon tanõ kriterleri arasõnda yer almasõ gerektiği iddiasõnõ
gündeme getirmiştir(110). Bununla birlikte depresyonda somatizasyon yordayõcõlarõnõ
araştõran pekçok yazar, depresyonda ortaya çõkan somatik belirtilerden ve hipokondriyasiten
psikolojik ve bedensel anksiyetenin sorumlu olduğunu iddia etmektedir(110,111).
Genel popülasyonda depresyon-somatizasyon ve depresyon-şizofreni birlikteliği ile
ilgili çalõşmalarõn sõklõğõna rağmen üçgenin üçüncü kenarõ olan şizofreni-somatizasyon ilişkisi
görmezden gelinmiştir.
Buna bağlõ olarak, şizofrenide depresif belirtiler veya şizofrenide depresyon ektanõsõ
ile somatizasyon arasõnda nasõl bir bağlantõ olduğunu ortaya koyan literatür bilgisine de
ulaşamadõk. Çalõşmamõzda depresyon puanlarõ ile somatizasyon puanlarõ(r=0.565; p=0.001)
ve GSI(r=0.638; p=0.001)arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ilişki saptanmõştõr. Depresyonu
olan ve olmayan şizofreni hastalarõ karşõlaştõrõldõğõnda ise depresyonu olan grupta somatik
belirti şiddetinin depresyonu (SCL-90 R som:1.62± 0.74) olmayanlara göre (SCL-90 R
som:0.95± 0.57) anlamlõ olarak yüksek olduğu görülmüştür(t=4.88; p=0.001). Beklenildiği
gibi depresyonu olan grubun psikiyatrik belirtilerden duyduğu sõkõntõ ve huzursuzluk, depresif
olmayan gruba göre belirgin olarak yüksektir(GSI- t=5.93; p=0.001).
Somatizasyonda gözlemcinin tanõmladõğõ depresyon ile ilgili literatür bilgileri
değişkendir.
Bazõ
yazarlar
somatizasyonu
depresif
belirtilerle
ilişkilendirmişlerse
de(36,62,63), diğerleri arada anlamlõ bir ilişki bulmamõştõr(62,241).
Ritsner’in çalõşmasõnda gözlenen depresyon -ki çalõşmamõzda Calgary Şizofrenide
Depresyon Ölçeği ile değerlendirilen depresyon gözlenen depresyondur- ile somatizasyon
arasõnda zayõf bir bağõntõ tespit edilmiş, bu da şizofrenide somatizasyonun, genel
popülasyondan
veya
diğer
psikiyatrik
hastalõklardan
daha
farklõ
mekanizmalarla
açõklanabileceği şeklinde yorumlanmõştõr(62). Şizofrenide depresyonun somatizasyonla
ilişkisinin hastanõn çeşitli nedenlerle yaşadõğõ duygusal huzursuluktan
kaynaklandõğõ,
depresyonun da zaten bu huzursuzluğu arttõrdõğõ iddia edilmiştir . Nitekim çalõşmamõzda
gözlenen depresyonla hastanõn psikiyatrik şikayetlerinden dolayõ bildiridiği huzursuzluk ve
sõkõntõ arasõndaki ilişki kõsmen de olsa bu iddiayõ desteklemektedir.
SCL-90 R’nin diğer altölçek puanlarõyla karşõlaştõrõldõğõnda somatizasyon puanlarõnõn
depresyon ve anksiyete de dahil olmak üzere tüm alt ölçek puanlarõyla bağlantõlõ olmasõ
şizofreni hastalarõnda somatizasyonun sadece gözlenen depresyonla değil hasta tarafõndan
bildirilen depresif belirtilerle de ilişkili olduğunu göstermektedir. Diğer yandan somatizasyon
puanlarõyla depresyon, anksiyete, obsesyon-kompülsiyon, kişilerarasõ duyarlõlõk, psikotizm,
121
fobik anksiyete gibi altölçek puanlarõndaki artõş, literatür bilgisiyle uyumlu olarak
somatizasyonla huzursuzluk ve sõkõntõda artõş lehine yorumlanabilir (62,213).
Katon ve arkadaşlarõ somatizasyonu en son noktasõnda somatizasyon bozukluğunun
yer aldõğõ bir süreklilik olarak ele almõş, somatik belirtiler arttõkça eşlik eden psikiyatrik
bozukluk oranõnõn, yetiyitiminin ve sağlõk hizmeti kullanõmõnõn da arttõğõnõ öne sürmüşlerdir.
Sõk sõk sağlõk hizmeti talebi olan 251 hastayõ bazõ psikiyatrik tanõlar açõsõndan DIS(Diagnostic
Interview Schedule) ile değerlendirmiş, somatik belirtileri de yine DIS ile taramõşlardõr. Diğer
yandan karşõlaştõrma amacõyla hastalara özbildirim ölçeği olarak da SCL-90 R’nin
somatizasyon, depresyon ve anksiyete alt ölçeklerini uygulamõş, bunlarla birlikte hastalarõn
kendi bildirdikleri somatik belirtileri de göz önüne almõşlardõr. DIS ile belirlenen somatik
belirtiler arttõkça, hastanõn kendi bildirdiği somatik belirtilerin, SCL-90 R somatizasyon,
anksiyete ve depresyon puanlarõyla, gözlenen depresyon puanlarõnõn anlamlõ olarak arttõğõ, bu
vakalarõn bedensel duyumlarõ daha fazla büyüttükleri görülmüştür. Kullanõlan gereçler
açõsõndan çalõşmamõzla bazõ ortak özellikler taşõyan bu araştõrmada SCL-90 R somatizasyon
alt ölçeği ile anksiyete, depresyon alt ölçekleri ve SSAS karşõlaştõrõlmamõştõr(128).
Anksiyete
bozukluklarõnõn
somatizasyon
ve
tiroid
hormonlarõyla
ilişkisinin
araştõrõldõğõ yeni yapõlmõş bir çalõşmada SCL-90 R anksiyete alt ölçeği puanlarõyla, SSAS
puanlarõnõn SCL-90 R puanlarõ üzerinde etkili değişkenler olduklarõ gösterilmiştir(254).
Kõsaca; bedensel herhangi bir duyumu yoğun ve şiddetli olarak algõlayõp, rahatsõzlõk
verici ve kötü olarak yaşantõlamak şeklinde tanõmlanan bedensel duyumalarõ büyütme
kavramõ pekçok farklõ çalõşmada somatizasyon ile karşõlaştõrõlmõştõr(37,154,155). Barsky’ye
göre bedensel duyumlarõn büyütülmesi somatizasyon sürecinde rol oynamaktadõr. Disfori ve
psikolojik sõkõntõlar bedensel duyumlarõn farklõ algõlanmasõna ve olumsuz yorumlanmasõna
neden olur. Anksiyete, düşmanlõk, suçluluk ve depresyon gibi pekçok olumsuz duyguyu
yaşantõlama
ve
bildirmeye
yatkõn
olma
durumu
“olumsuz
duygulanõm
(negatif
affektivite)”veya “nörotisizm”olarak kavramlaştõrõlmõştõr. Negatif affektivitenin somatik
belirtileri tetikleyen içe dönüklük, kendini inceleme ve artmõş kendilik bilinci gibi özelliklerle
ilişkili olduğu bu nedenle negatif affektivitesi yüksek bireylerin çok somatik yakõnma
ilettikleri çeşitli yayõnlarda ortaya konmuştur(154,155,156). Duygusal ve bedensel belirtilerin
bu yakõn ilişkisi, bazõ bireylerin hem bedensel hem de psikolojik duyumlarõ daha fazla
algõlamaya ve daha fazla iletmeye meyilli olduklarõ şeklinde açõklanabilir(155).
Dispepside bedensel duyumlarõn büyütülmesini araştõran bir çalõşmada dispepsisi olan
hastalarda SSAS ortalamasõ 29±6 olarak hesaplanmõş, bedensel duyumlarõn büyütülmesiyle
SCL-90 R somatizasyon puanlarõ, GSI ve aleksitimi puanlarõnõn arttõğõ ortaya konmuştur(80).
122
Bu çalõşmada bedensel duyumlarõ büyütmenin ve aleksitimik özelliklerin somatizasyonla bir
olmadõğõ, sadece somatizasyonun algõsal ve bilişsel yönünü temsil ettikleri yorumu
yapõlmõştõr. Aynõ çalõşmada, SSAS puanlarõ en çok SCL-90 R ile ölçülen somatizasyon,
anksiyete ve obsesif-kompulsif davranõş ile ilişkili bulunmuş, aleksitiminin ise en çok
depresyon ve kişilerarasõ duyarlõlõk alt ölçekleriyle bağõntõsõ olduğu tespit edilmiştir.
Ayaktan izlenen psikiyatri hastalarõyla yapõlan bir çalõşmada da, SCL-90 R
somatizasyon altölçeği puanlarõ yaş, cinsiyet, bedensel hastalõk, anksiyete ve depresyon
düzeyi gibi etkenlerden bağõmsõz olarak SSAS puanlarõ ile ilişkili bulunmuştur(156).
Bizim çalõşmamõzda da, çalõşmaya dahil edilen 105 hastanõn ortalama SSAS puanlarõ
26.75±6.88 olarak hesaplanmõş, bedensel duyumlarõ büyütme eğilimi olan şizofreni
hastalarõnda
somatizasyon
şiddetinin
de
anlamlõ
olarak
arttõğõ
sonucuna
ulaşõlmõştõr(r=0.466;p=0.001). Bununla birlikte bedensel duyumlarõ büyüten vakalarõn
psikiyatrik belirtilerinden huzursuz olduklarõ veya daha fazla huzursuzluk ve sõkõntõ
hissedenlerin bedensel duyumlarõ büyütmeye eğilimli olduklarõ görülmüştür. Bulgularõmõz
literatür bilgileriyle uyumludur. Buna göre en azõndan bizim çalõşmamõza dahil edilen
şizofreni hastalarõnda bedensel duyumlarõ büyütmede etkin mekanizmalarõn genel
popülasyonda bedensel yakõnmalarõ olanlarõnkine benzer olduğu söylenebilir.
SSAS’nõn SCL-90 R’nin diğer alt ölçekleriyle ilişkisi çalõşmamõzõn ana konusu
dõşõnda kaldõğõndan değerlendirilmemiş, bu konunun tartõşmasõ daha sonraki araştõrmalara
bõrakõlmõştõr.
Barsky ve arkadaşlarõ (108,154,155) bedensel duyumlarõ büyütme ve depresyon
arasõnda kuvvetli, Muramatsu ve arkadaşlarõ (260) zayõf bir ilişki saptamõşlardõr. Güleç ve
arkadaşlarõ depresyonda bedensel belirtileri araştõrdõklarõ çalõşmalarõnda depresyonla bedensel
duyumlarõn büyütülmesi arasõnda alamlõ ilişki bulmamõşlar, depresyon grubunu sağlõklõ
kontrol grubuyla karşõlaştõrdõklarõnda büyütme puanlarõ arasõnda belirgin bir fark olmadõğõnõ
görmüşlerdir(37).
Başka
bir
çalõşmada
ise
Sayar
ve
arkadaşlarõ,
depresyondaki
bedenselleştirmenin, büyütme ile doğru, eğitim seviyesi ile ise ters orantõlõ olarak
yordandõğõnõ ileri sürerken, depresyonda somatizasyonu belirleyen üç etkeni anksiyete,
bedensel duyumlarõ büyütme ve aleksitimi olarak sõralamõşlardõr. Aynõ çalõşmada Sayar ve
ark.’õ depresyon tanõsõ konmuş hastalarda bedensel büyütmenin (amplifikasyon) anksiyete,
depresyon düzeyi ve hatta aleksitimiden bağõmsõz olarak somatik belirtileri yordadõğõnõ
belirtmişlerdir(113). Kirmayer ve arkadaşlarõ bedensel
ifadelerin somatik büyütmeden
(amplifikasyon) çok semptomlarõn neye atfedildiğine ve duygusal sorunlarla ilgili endişenin
yadsõnmasõna bağlõ olduğunu söylemişlerdir(104).
123
Sayar ve arkadaşlarõnõn 2005 yõlõnda yaptõklarõ bir araştõrmanõn sonuçlarõ ilginçtir. Bu
çalõşmaya göre fibromiyaljili hastalarda antidepresan tedavinin SSAS skorlarõnõ etkilemediği
ancak depresyon tanõsõ almõş grupta hastalarõn SSAS skorlarõnõ düşürdüğü görülmüştür.
Bununla birlikte her iki grubta da depresif yakõnmalarõn azalmasõ depresyon, bedensel
duyumlarõ büyütme ve psikosomatik hastalõklar ilişkisinin yeni çalõşmalarda ele alõnmasõ
gereğine işaret etmektedir(157). Literatürde, bedensel duyumlarõ büyütmenin diğer psikiyatrik
hastalõklarla bağlantõsõ konusunda nispeten çelişkili bilgiler mevcutsa da yazarlarõn anlaştõğõ
nokta
büyütmenin/amplifikasyonun
hemen
herzaman
sõkõntõ,
olumsuz
duygulanõm,
huzursuzluk ve bazõ aleksitimik özelliklerle birlikteliğidir(80,108,113,154,155,156).
Çalõşmamõzda, şizofreni hastalarõnda bedensel duyumlarõn büyütülmesi, gözlenen
depresyonla anlamlõ olarak ilişkili bulunmuş, depresyonu olan grubun bedensel duyumlarõ
(ort:30.22±6.18) depresyonu olmayan gruba (ort:25.55±6.73)göre daha fazla büyüttüğü
görülmüştür. Şizofreni hastalarõnda genel duygusal sõkõntõnõn ve huzursuzluğun bedensel
duyumlarõn algõsõnõ ve yorumlanmasõnõ olumsuz yönde değiştirdiği, eşlik eden depresyonun
yaşanan sõkõntõyõ arttõmada etkili olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, şizofrenide bedensel
duyumlarõn nasõl büyütüldüğü, algõ bozukluklarõnõn somatik algõlarõ değiştirip değiştirmediği,
bedensel büyütmenin şizofreni hastalarõnda genel psikopatolojiye, anksiyete ve depresyona
etkisi, yine bu hastalarda somatizasyonla ilişkisi tartõşmaya açõk olup farklõ çalõşmalarõn
araştõrma konusu olmaya adaydõr.
Temel olarak, duygusal ve fiziksel huzursuzlukla ilişkilendirilen somatizasyonun
(62,241,242,243) şizofrenide de huzursuzluğu ve sõkõntõyõ arttõran etkenlerle şiddetlendiği öne
sürülebilir. Buna bağlõ olarak içgörü, sosyal destek, benlik saygõsõnda artõş, sosyal işlevsellikte
zorlayõcõ olmayan olumlu gelişmelerin şizofrenide somatizasyon için koruyucu olmasõ
beklenmektedir.
İçgörü bozukluğu, şizofreni başta olmak üzere psikotik bozukluklarda en sõk rastlanan
bulgulardandõr. Carpenter(1973), şizofreni hastalarõnõn % 80’inde hastalõğõn bir döneminde
içgörünün bozulduğunu söylemiştir(256). Geçmişte içgörü kavramõ, hastalõğõn farkõnda olmak
ya da olmamak şeklinde tek boyutla ve mutlak bir şekilde tanõmlanõrken, günümüzde
içgörünün hastalõğõn ve semptomlarõnõn farkõna varma, hastalõğõn sosyal sonuçlarõnõn ve
tedavinin etkisinin farkõnda olma gibi faktörleri içeren çok boyutlu bir kavram olduğu kabul
edilmektedir(255). İçgörü bozukluğu, kişilerarasõ ilişkileri ve sosyal uyumu bozarak hastayõ
olumsuz etkilediği, tedavi uyumunu bozduğu bilinmektedir. Yeterli içgörüsü olmayan bir çok
hasta sadece aile üyelerinin baskõsõ nedeniyle, çok az bir kõsmõ da doktor tavsiyesiyle
ilaçlarõnõ aldõklarõnõ söylemekte, hastaneye gitmekten ve ilaç kullanmaktan rahatsõz
124
olduklarõnõ dile getirmektedir(256). Şizofrenide aleksitimik özellikleri araştõran bir çalõşmada
aleksitimik şizofreni hastalarõnda hastalõk içgörüsünün azalmõş olduğu ortaya konmuştur(56).
Buna göre içgörü azaldõça hastalarõn duygularõnõ daha az fark edip daha az söze döktükleri
söylenebilir. Bu durumda duygularõn ifadesi için “beden” in kullanõmõ söz konusu olabilir.
Ritsner’in araştõrmasõnda hastalarõn içgörüsü iki ayrõ ölçekle değerlendirilmiş,
hastalarõn öz-bildirim ölçeği ile bildirdikleri içgörü ile somatik belirtiler arasõnda istatistiksel
olarak anlamlõ ters bir ilişki saptanmõştõr. Buna göre içgörünün hastalõkla ilgili huzursuzluğu
azaltarak şizofrenide benlik saygõsõ ve sosyal destekle birlikte somatizasyona karşõ koruyucu
rol oynadõğõ sonucuna ulaşõlmõş, ancak bulgularõn başka çalõşmalarla desteklenmesi gerektiği
öne sürülmüştür(62).
Çalõşmamõzda içgörü, İÜBDÖ ile değerlendirilmiş hastalarõn içgörü puanlarõ
ortalamasõ
8.60±4.09
olarak
hesaplanmõştõr.
Somatizasyon
ve
SSAS
puanlarõyla
karşõlaştõrõldõğõnda hastalarõn hastalõklarõna karşõ içgörüleriyle somatize etme veya bedensel
duyumlarõ büyütme eğilimleri arasõnda herhangi bir bağõntõ saptanmamõştõr. Bu durum bir
noktaya kadar, hasta popülasyonunun büyük çoğunluğunun düzenli olarak psikotik
bozukluklar merkezinde görüşmelere gelmelerine ve bu görüşmelerde içgörüye yönelik
destekleyici konuşmalar yapõlmasõna, ancak somatik belirtilere çoğunlukla farmakoterapi
uygulanmasõna bağlanabilir. Ancak bu noktada hastalarda içgörü gelişiminin tek başõna
hastalarõn hastalõklarõyla ilgili sõkõntõlarõnõ gidermede yeterli olmadõğõ, dolayõsõyla başka
faktörlerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği yorumu da yapõlabilir.
Yine duygusal huzursuzluk penceresinden bakõlacak olursa; ilaç yan etkilerinin de
şizofreni hastalarõnda intihara kadar gidebilen yoğun sõkõntõ yarattõğõ bilinmektedir. Bununla
birlikte ilaç yan etkileri hastalarda sadece duygusal değil, bedensel sõkõntõlar (epilepsi,
akomodasyon bozukluklarõ, polidipsi/poliüri, kaşõntõ, hiperpigmentasyon, kilo alma vb...) da
yaratmaktadõr. İlaç tedavileriyle ilgili çalõşmalar, şizofreni hastalarõnõn ilaç tedavisinin yan
etki yüküyle ilgili algõlarõna veya bu yan etkilere bağlõ subjektif sõkõntõlarõna işaret etmektedir
(62,257, 258).
Ritsner ilaç yan etkilerinin, psikopatolojik tabloya bağlõ huzursuzluktan, psikososyal
stres faktörlerinden ve duygusal sõkõntõdan bağõmsõz olarak şizofreni hastalarõnda
somatizasyon
düzeyini
somatizasyondaki
arttõrdõğõnõ
değişimlerle
ilaç
ortaya
koymuştur.
yan
etkilerindeki
12
aylõk
değişimin
izlem
paralel
sõrasõnda
olduğu
görülmüştür(62).
Bizim çalõşmamõzda da, UKU yan etki ölçeği ile değerlendirilen ilaç yan etkilerindeki
artõşõn, somatizasyon şiddetini arttõrdõğõ saptanmõştõr(UKU total için: r=0.410 p=0.0001).
125
Somatizasyon şiddetinin özellikle UKU-ruhsal alt ölçeği ile ileri derecede bağlantõlõ olmasõ,
ilaç yan etkilerinin yarattõğõ “ruhsal”(psikolojik) sõkõntõlarõn somatizasyonu şiddetlendirdiği
şeklinde yorumlanabilir. Karşõ taraftan bakõldõğõnda ise bu bulgu, zaten bedensel duyumlara
karşõ hassas olan somatize eden hastalarõn, ilaçlarõn yan etkilerine karşõ da daha duyarlõ
olduklarõ, dolayõsõyla bu yan etkileri subjektif olarak daha
şiddetli algõladõklarõ ve yan
etkilerden duyduklarõ sõkõntõyõ daha fazla dile getirdikleri şeklinde yorumlanabilir.
Çalõşmaya dahil edilen hastalarõn çoğunluğu atipik(%52.3,N=55) veya kombinasyon
[(atipik+tipik);%40,N=42]tedavisi kullanmaktayken, sadece %7.61’inin(N=8) tedavisinin
tipik antipsikotiklerle sürdürüldüğü tespit edilmiştir.
Antipsikotik tedavilerle ilgili literatür bilgilerimiz atipik antipsikotiklerin tipiklere
oranla daha az yan etki yaptõklarõ, en azõndan daha az tedaviye bağlõ sõkõntõya neden olduklarõ
yönündedir(259). Bu bilgi, atipik antipsikotiklerle tedavi edilenlerin somatizasyon puanlarõnõn
daha az olmasõ beklentisini doğurmaktadõr.
Ancak ne Ritsner’in izlem çalõşmasõnda, ne de bizim çalõşmamõzda atipik
antipsikotiklerle tipikler arasõnda somatizasyon bağlamõnda anlamlõ fark tespit edilmemiştir.
Bunun ötesinde Ritsner antipsikotik dozuyla somatik puanlar arasõnda anlamlõ bağlantõ
saptamamõş bu çelişkinin de, somatizasyonu, tedavi yan etkilerinin şiddetinin değil, bu yan
etkilere atfedilen huzursuzluğun yordanmasõyla açõklanabileceğini söylemiştir. Yani
somatizasyon, yan etkilerin varlõğõndan çok, kişinin bu yan etkilere verdiği subjektif tepkiyle
bağlantõlõdõr(62).
Çalõşmamõzda genel belirti düzeyi (GSI) ve somatizasyon puanlarõnõn tipik
antipsikotik kullananlarda daha yüksek olduğu bulunmuş ancak puanlar arasõndaki farkõn
istatistiksel olarak anlamlõ düzeye ulaşmadõğõ görülmüştür. Hastalarõn kendilerinde var
olduğunu hissettikleri belirtilerden duyduklarõ sõkõntõ artõşõnõn, tipik antipsikotik tedavi
kullananlarda atipik ve kombinasyon tedavisi alanlara göre anlamlõ olarak yüksek olduğu
görülmüştür.
Bu bulgulara ek olarak, bedensel duyumlarõ büyütme eğilimi olan şizofreni
hastalarõnda da ilaç yan etkilerinin daha fazla hissedildiği görülmüştür.
İlaç yan etkilerinin şizofrenide tedavi uyumunu olumsuz etkilediği bilinmektedir. İlaç
yan etkileriyle somatizasyon arasõndaki pozitif ilişki, şizofreni hastalarõnda somatizasyonun
tedavi uyumunu bozabileceği ihtimalini akla getirmektedir.
Ritsner’in antipsikotik ilaçlara atfedilen somatik ifadelerin daha özel araştõrõlmasõ
gerektiğini söylemiştir(62). Şizofreni hastalarõnda ilaç yan etkilerinin somatizasyonla
126
etkileşimi gelecek çalõşmalarda farklõ etkenlerle birlikte daha ayrõntõlõ değerlendirilmeyi hak
etmektedir.
Şizofrenide hastalõk sürecinin ve nüks oranõnõn önemli bir yordayõcõsõ olduğu bilinen
dõşavurulan duygulanõm psikiyatrik hastalõğõ olan bir aile üyesine karşõ akrabalarõ tarafõndan
affektif tavõrlarõ ya da dõşa vurulmuş belirli duygu, tutum ve davranõşlarõn tümünü
tanõmlamaktadõr(261,262). Hastanõn semptomlarõ aile içerisinde strese neden olur ve aile
bireyleri bu stresle başa çõkabilmek için bir davranõş modeli geliştirirler. Bu davranõşlarõn bir
kõsmõ var olan stresi daha da arttõrarak kõsõr bir döngüye neden olur(236). Diğer yandan
şizofreni hastalarõnõn aile üyeleri hakkõndaki algõlarõ da önem taşõmaktadõr. Bazõ
araştõrmalarda çok sayõda hastane başvurusu olan şizofrenili hastalarõn ailelerinde çatõşma
düzeyinin yüksek olduğu ve aile ortamõnõn bireylerin kendilerini serbest olarak ifade
etmelerine olanak vermediği ortaya konmuştur(263,264). Tüzer ve ark.’nõn yaptõklarõ bir
çalõşmada, şizofreni hastalarõnõn aileleriyle ilişkileri değerlendirilmiş Aile Ortamõ Ölçeği
kişilerarasõ ilişki puanlarõ ile LEE ölçeğinin duygusal tepki, hastalõğa karşõ tutum ve
hoşgörü/beklenti alt ölçeği puanlarõ arasõnda negatif korelasyon saptanmõştõr. Hasta aile
ortamõndaki ilişkileri çatõşmalõ olarak algõladõkça kendini açõk bir şekilde ifade etme hakkõnõn
kõsõtlandõğõnõ düşünmektedir(263). Kendini açõkça ifade edemediğini ve aile içerisinde
yeterince destek görmediğini düşünen hastanõn sõkõntõsõnõn artacağõ şüphesizdir(Kem53-85).
LEE ölçeğinden alõnan puan arttõkça hastalarõn işlevsellik düzeylerinin de düştüğü
belirtilmiştir(234).
Çalõşmamõzda dõşavurulan duygulanõm puanlarõ ortalamasõ 21.20±10.25 olarak
hesaplanmõş, alt ölçekler arasõnda ise en yüksek puanõn(7.18±3.20) müdahalecilik alt ölçeğine
ait olduğu görülmüştür.
(Algõlanan) Dõşavurulan duygulanõm düzeyi arttõkça çlõşmamõza dahil edilen hastalarõn
somatizasyon şiddetinin de arttõğõ görülmüştür(r=0.290; p=0.003). En müdahaleci ailelerde
hastalarõn daha fazla somatize etme eğilimi gösterdikleri saptanmõştõr(r=0.380; p=0.001).
Bedensel duyumlarõ büyütmenin de yine müdahalecilik alt ölçeği ile istatistiksel olarak
anlamlõ ilişkisi olduğu ortaya konmuştur(r=0.241 p=0.013)
Ritsner de şizofreni hastalarõnõn izlemi sõrasõnda dõşa vurulan duygulanõmõn
somatizasyon puanlarõndaki değişimi etkilediğini ortaya koymuş, şizofrenide somatizasyonun
dõşavurulan duygulanõmla bağlantõlõ olduğu sonucuna ulaşmõştõr(62). Şizofreni etiyolojisinde
yatkõnlõk-stres modeli başlõğõ altõnda değerlendirilebilecek olan “dõşavurulan duygulanõm”õn
somatizasyonu nasõl şekillendirdiği ile ilgili literatür bilgisine ulaşõlamamõştõr.
127
Çalõşmamõzda şizofrenide somatizasyon ile şizofreni nüksünde önemli bir etken olduğu
bilinen dõşavurulan duygulanõm arasõnda anlamlõ ilişki saptanmõş olmasõ somatizasyonun
şizofreni
için
kötü
prognoz
etkenlerinden
biri
olarak
değerlendirilebileceğini
düşündürmektedir.
Somatizasyonun genel popülasyonda önemli ölçüde yetiyitimine ve iş gücü kaybõna,
zaman zaman sosyal iletişimde de bozulmaya yol açtõğõ (45,75,128,244) bilgisinden yola
çõkarak şizofreni hastalarõnda somatizasyon şiddetinin sosyal işlevsellik üzerinde etkisine
baktõğõmõzda, bulgularõmõz sosyal işlevsellik toplam puanlarõ ve alt ölçek puanlarõyla
somatizasyon puanlarõ arasõnda anlamlõ ilişki olmadõğõnõ göstermektedir. Bedensel duyumlarõ
büyütme eğilimiyle öncül sosyal etkinlikler arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ters bir ilişki
saptanmõş olmasõ, bedensel duyumlarõ büyütmenin şizofreni hastalarõnda zaten var olan sosyal
kaçõnmayõ arttõrdõğõ şeklinde yorumlanabilir.
Literatür bilgileri genel popülasyonda ailede var olan hastalõk öyküsünün veya bireyin
çocukluk dönemi hastalõk yaşantõsõnõn “hasta rol”ünü öğrenmede etkili olduğunu ve somatize
etme eğilimini arttõrdõğõnõ öne sürmektedir(41,43,58).
Ancak çalõşmamõzda geçirilmiş hastalõk öyküsü olan ve olmayan gruplar arasõnda
somatik belirtiler açõsõndan istatistiksel olarak anlamlõ fark saptanmamõştõr.
Bununla birlikte kendine zarar verici davranõş öyküsü olanlar ve olmayanlar, ailesinde
psikiyatrik hastalõk öyküsü bulunanlar ve bulunmayanlar, tedaviye uyumlu ve uyumsuz
hastalar arasõnda da somatik belirtiler ve somatizasyonun şiddeti açõsõndan, istatistiksel olarak
anlamlõ fark tespit edilmemiştir.
Çalõşmaya dahil edilen hastalarõn %36’sõnõn (N=38) en az bir kere intihar girişimi
olduğu saptanmõş, bu hastalarõn genel belirtilerden ve psikiyatrik yakõnmalardan duyduklarõ
sõkõntõnõn, intihar öyküsü olmayanlara göre fazla olduğu, ancak somatik belirtiler açõsõndan iki
grup arasõnda istatistiksel bir bağlantõ olmadõğõ ortaya konmuştur.
Yukarõda sözü edilen geçmiş hastalõk yaşantõlarõ ve ilişkili durumlarõn somatizasyon
örüntüsünde önemli rol oynadõğõ bilinmekle birlikte, çalõşmamõzda geçmiş hastalõk öyküsü,
çocukluk dönemindeki hastalõk yaşantõlarõ, intihar öyküsü, kendine zarar verici davranõş
öyküsü ile ilgili bilgiler hastalardan, hasta yakõnlarõndan ve tõbbi kayõtlardan geriye dönük
olarak belirlenmeye çalõşõlmõştõr. Bu yöntemin, doğru bilgiye ulaşmada bir takõm güçlükler ve
şüpheler doğurmasõ, çalõşmamõzõn kõsõtlayõcõ özelliklerinden biri olup, şizofreni hastalarõnda
somatizasyonun bu durumlarla bağlantõsõnõn daha farklõ çalõşmalarda ele alõnabileceği
düşünülmüştür.
128
Sonuç olarak;
1) Şizofreni hastalarõnda somatizasyonun sadece klinik gözlemlerle sõnõrlõ bir kavram
olmadõğõ, çalõşmamõza dahil edilen şizofreni hastalarõnõn çoğunun değişen oranlarda somatik
yakõnmalar ilettikleri ve bu yakõnmalardan sõkõntõ duyduklarõ görülmüştür.
2)Şizofreni hastalarõnda somatizasyon şiddetinin cinsiyet, yaş, eğitim süresi, medeni durum,
çalõşma yaşamõ, birlikte yaşanõlan kişiler gibi sosyodemografik özelliklerle ilişkili olmadõğõ
sonucuna varõlmõştõr.
3)Somatizasyonla hastalõk süresi, ortalama tedavi yõlõ, tedavi uyumu, hastalõk alt tipi gibi
şizofreni psikopatolojisiyle direkt bağlantõlõ etkenler arasõnda anlamlõ ilişki saptanmamõş,
ancak somatik belirtiler arttõkça yatõş sayõsõnõn azaldõğõ (veya yatõş sayõsõ arttõkça somatik
belirtilerin azaldõğõ) görülmüştür. Somatik belirtilerin yatõşõ gerektirmeyecek orta ve hafif
şiddetli şizofreni tablolarõnda veya genelde hastalõğõn iyi seyrettiği dönemlerde ortaya çõktõğõ
düşünülmüş, bu konunun daha kapsamlõ değerlendirilmesi gelecek çalõşmalara bõrakõlmõştõr.
Diğer yandan somatik belirtilerin depresyon ve anksiyetede olduğu gibi şizofrenide de
hastalõk belirtilerini maskeleyerek yatõşõ gerektiren hastalarda yatõş endikasyonlarõnõn fark
edilmesini engelliyor olabileceği akla gelmektedir.
4) Bedensel duyumlarõ büyüten şizofreni hastalarõnda somatizasyon şiddetinin ve psikiyatrik
belirtilerden duyulan sõkõntõnõn anlamlõ olarak arttõğõ görülmüştür. Büyütülen bedensel
duyumlarõn direkt olarak somatizasyona etki edebileceği gibi, hastanõn genel huzursuzluğunu
ve sõkõntõsõnõ arttõrarak somatik belirtileri arttõrabileceği de düşünülebilir.
5) Depresyonu olan hastalarda somatik belirti şiddeti depresyonu olmayan gruba göre
belirgin yüksek bulunmuştur. Bununla birlikte depresif şizofreni hastalarõnõn bedensel
duyumlarõ depresif olmayanlardan daha fazla büyüttükleri de saptanmõş, somatik belirtilerin
ve bedensel duyumlarõ büyütme eğiliminin şiddeti ile depresif belirtilerin yoğunluğu arasõnda
anlamlõ ilişki tespit edilmiştir. Bu bulgular majör depresyon tanõsõ konmuş vakalardaki
somatizasyon özellikleriyle paralellik göstermektedir. Yani şizofreni hastalarõnda da
depresyon negatif kognisyonlar ve olumsuz beklentiler
nedeniyle bedensel duyumlarõn
büyütülmesine, bedensel belirtilerin daha şiddetli hissedilmesine ve daha sõkõntõlõ
yaşantõlanmasõna sebep olmaktadõr. Madalyonun öteki yüzünde ise artan somatik belirtilerin
ve/veya bedensel duyumlarõ büyütme eğiliminin şizofrenide depresyonu tetikleyebileceği
düşüncesi yer almaktadõr.
Çalõşmamõzda somatizasyon puanlarõnõn sadece gözlenen depresyonla değil(Calgary ile
ölçülen), hastanõn ilettiği depresyon şiddetiyle de(SCL-90 R depresyon ile ölçülen) ilişkili
olduğu görülmüştür.
129
Her iki durumda da “Nevroz”-“psikoz” dikotomisinin bazõ noktalarda kesiştiği ve semptom
oluşum mekanizmalarõnõn benzerlik gösterdiği öne sürülebilir.
6) Bizim örneklem grubumuzda somatizasyonun pozitif ve negatif psikotik belirtiler ve
şizofreninin genel hastalõk psikopatolojisinden bağõmsõz bir kavram olduğu, bedensel
duyumlarõn büyütülmesiyle de psikotik belirtiler ve şizofrenik patoloji arasõnda anlamlõ
bağlantõ olmadõğõ saptanmõştõr. Hastalõğa karşõ geliştirilen içgörü düzeyi ile somatik belirtiler
arasõnda da herhangi bir ilişki tespit edilmemiştir. İçgörü gelişimi ile şizofreni kliniğindeki
değişimlerin somatizasyonla ilişkisinin karşõlaştõrõldõğ izlem çalõşmalarõnõn bu konuda daha
kapsamlõ ve güvenilir bilgi vereceği düşünülmüştür.
7) Çalõşmamõzda incelenen şizofreni hastalarõnda somatizasyon şiddeti, ilaç yan etkileriyle
ilişkili bulunmuştur. Bu bulgu somatize etmeye meyilli bireylerin ilaç yan etkilerini de daha
fazla hissettikleri ve bunlarla ilgili daha fazla sõkõntõ yaşama eğilimi gösterdikleri şeklinde
yorumlanmõştõr. Diğer yandan ilaç yan etkilerinini hastada yarattõğõ sõkõntõ da somatik
belirtileri tetikleyebilir. Bedensel duyumlarõ büyüten hastalarõn da ilaç yan etkilerinden daha
fazla yakõndõklarõ tespit edilmiştir.
8) Ailede dõşavurulan duygulanõmõn yüksekliği ile somatizasyon puanlarõ arasõnda anlamlõ
ilişki saptanmõş bu durumun aile ortamõndaki tepkilerin şizofreni hastasõnõ etkilemesine ve
yaşantõladõğõ sõkõntõyõ bedensel ifadelerle iletmesine neden olduğu şeklinde yorumlanmõştõr.
9) Şizofreni hastalarõnda somatik belirtilerin geçmiş hastalõk yaşantõsõ, ailede psikiyatrik
hastalõk öyküsü gibi
kavramlardan etkilenmediği görülmüş, ancak ailede yüksek duygu
dõşavurumunun somatize etme eğilimini arttõrdõğõ saptanmõştõr. Şizofrenide geçmiş hastalõk
yaşantõsõyla somatizasyon ilişkisinin başka çalõşmalarda daha detaylõ ve güvenilir bir
değerlendirmeyi hak ettiği düşünülmektedir.
Çalõşmanõn kõsõtlõlõklarõ ve öneriler;
1) Çalõşmamõzõn kesitsel bir tarama çalõşmasõ olmasõ, somatizasyonun hastalõk sürecine ve
tedavi uyumuna etkisi veya psikopatolojik dalgalanmalarla bağlantõlõ olup olmadõğõ
değerlendirilememiştir. İzlem çalõşmalarõnda somatizasyon şizofreni ilişkisinin daha kapsamlõ
olarak ortaya konabileceği düşünülmektedir.
2) SCL-90 R somatizasyon alt ölçeği ile somatik belirtilerin varlõğõ ve şiddeti ele alõnmõşsa da
somatik belirtileri objektif olarak değerlendiren, hatta bu bağlamda tanõ koyduran başka bir
ölçek kullanõlmamõştõr. SCL-90 R somatizasyon altölçeğinden elde edilen bilgilerin başka
ölçeklerle desteklenerek ele alõnmasõnõn daha güvenilir sonuçlar ortaya koyacağõ
düşünülmektedir.
130
3) Somatizasyonunu temelinde sõkõntõyõ söze dökmekte güçlüğün yattõğõ, diğer yandan
aleksitimik özelliklerin psikosomatik hastalõklarla ve bedensel duyumlarõn büyütülmesiyle
ilişkili
olduğu
bilinmektedir.
Araştõrmamõzda
TAÖ(Toronto
Aleksitimi
Ölçeği)
kullanõlmadğõndan şizofreni hastalarõnda somatizasyonun şiddeti ile “duygularõ tanõmada ve
söze dökmekte güçlük” arasõnda nasõl bir bağlantõ olduğu değerlendirilememiş, aleksitimi
somatizasyon ilişkisinin değerlendirilmesi başka çalõşmalara bõrakõlmõştõr.
4) Çalõşmamõzda incelenen hasta grubu benzer doktorlar tarafõndan tedavi edilen, genel
olarak klinik tablolarõ daha stabil olan homojen bir gruptur. Bu örneklem grubunun genel
özellikleri şizofreni literatürüyle uyumlu olmakla birlikte, şizofreni popülasyonunu temsil
etme konusunda yeterli olup olmadõğõ sorgulanabilir. Diğer yandan örneklem grubundaki
kadõn hastalarõn sayõca azlõğõ nedeniyle cinsiyetin şizofreni hastalarõnda somatizasyona
etkisinin gelecek arştõrmalarda daha ayrõntõlõ değerlendirilebileceği düşünülmüştür.
5) Belirtileri atõf tarzõnõn sõkõntõyõ sözel dil yerine bedensel belirtilerle ifade etmede oynadõğõ
rolün önemi düşünülecek olursa şizofrenide somatik atõflarõ değerlendirmek için BYÖ’nin de
kullanõlabileceği çalõşmalar önerilmektedir.
6) Çalõşma, sadece bir grup hastayla gerçekleştirildiğinden karşõlaştõrmalõ bilgiler için kontrol
grubu oluşturulmamõş, elde edilen bulgular genel literatür bilgileriyle karşõlaştõrõlmõştõr.
Şizofreni hastalarõnõn somatik belirtilerinin, sağlõklõ bireylerin veya özellikle affektif
bozukluk, anksiyete bozukluğu tanõsõ almõş hastalarõn belirtileriyle karşõlaştõrõlmasõnõn daha
anlamlõ bulgular ortaya koyacağõ düşünülmüştür.
7) Somatizasyon genel anlamda huzursuzluk ve sõkõntõ ile ilişkilendirilmektedir. Hatta
herhangi bir hastalõğa eşlik eden somatik belirtilerin hastalõğõn kendisiyle ilgili olmadõğõ
duygusal sõkõntõ yaratan her tür hastalõkta somatizasyonun görülebileceği iddia edilmektedir.
Gelecek çalõşmalarda şizofreni hastalarõnda duygusal huzursuzluğu da değerlendirmek
anlamlõ olabilir.
8) Şizofrenide somatik hezeyanlar da somatizasyon başlõğõ altõnda mõ değerlendirilmelidir?
Çalõşmamõzda
somatik
hezeyanlarõn
somatizasyonla
ilişkisi
üzerine
herhangi
bir
değerlendirme yapõlmamõştõr. Bu anlamda yapõlacak çalõşmalarda, somatik belirtiler,
hipokondriyak uğraşlar, aşõrõ değerlendirilmiş somatik fikirler, somatik halüsinasyonlar ve
somatik hezeyanlar ele alõnarak, birbirleriyle olan ilişkileri araştõrõlabilir.
9) Diğer yandan şizofreni hastalarõnda somatizasyonla ilgili yapõlmõş çalõşmalarõn eksikliği,
bulgularõmõzõ yeterince literatür bilgisine dayandõramamamõza veya literatür bilgileri õşõğõnda
tartõşmamamõza neden olmuştur. Konunun şizofreni hastalarõnõ farklõ bir bakõş açõsõndan
131
değerlendirebilmek yeni tanõ ve tedavi yöntemleri geliştirmek için farklõ çalõşmalarda ele
alõnmayõ hak ettiğini düşünmekteyiz.
10) Bütün bunlara ek olarak şizofreni hastalarõnõn zaman zaman bedensel duyumlarõnõ yanlõş
yorumladõklarõ, bedensel duyumlarõ büyüttükleri gibi küçültebildikleri de unutulmamalõdõr
(265). Bu durum şizofrenide önemli genel tõbbi hastalõklarõnõn tanõsõnõ karmaşõklaştõrmaktadõr.
Belki başka çalõşmalarda şizofrenide “Bedensel
Duyumlarõn Büyütülmesi”nin karşõsõnda
“Bedensel Duyumlarõn Küçültülme” kavramõnõn ele alõnabileceği düşünülmüştür.
132
ÖZET
Klinik uygulamada bedensel yakõnmalar ileten şizofreni hastalarõna sõkça rastlansa da,
şizofrenide belli bir fiziksel hastalõkla bağlantõlandõrõlamayan bedensel belirtilerle ilgili
bilgilerimiz kõsõtlõdõr.
Somatizasyonla ilgili bazõ etnokültürel çalõşmalarda şizofreni hastalarõnõn özellikle
Batõlõ olmayan kültürlerde duygusal sõkõntõ ve huzursuzluğu sõkça bedensel ifadelerle iletme
eğiliminde olduklarõ ortaya konmuştur.
Bu çalõşmada şizofreni hastalarõnda somatizasyonun çeşitli sosyodemografik ve klinik
değişkenlerle karşõlaştõrõlmõştõr.
Çalõşmaya Mart 2007-Ağustos 2007 tarihleri arasõnda, Bakõrköy Ruh Sağlõğõ ve
Hastalõklarõ Hastanesi Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Araştõrma Merkezi tarafõndan
izlenen, DSM-IV tanõ ölçütlerine göre şizofreni tanõsõ konmuş 105 hasta dahil edilmiş, tüm
hastalar çalõşma hakkõnda bilgilendirilerek sözel onaylarõ alõnmõştõr. Çalõşmaya alõnan hastalar
için yaş aralõğõ 18-60 olarak belirlenmiş, çalõşma sõrasõnda özbildirim ölçekleri
uygulanacağõndan okur yazar olma şartõ aranmõştõr.
Çalõşmamõza dahil edilen hastalar, Psikotik Bozukluklar Tedavi Eğitim ve Araştõrma
Merkezi Polikliniği Sosyodemografik ve Klinik veri toplama formu, Pozitif ve Negatif
Sendrom Ölçegi, Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçegi, İçgörünün Üç Bileşenini
Degerlendirme Ölçegi, UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçegi, Belirti Tarama Listesi-90
R(SCL-90 R), Bedensel Duyumlarõ Büyütme Ölçeği, Dõşavurulan Duygulanõm Ölçeği ve
Sosyal İşlevsellik Ölçeği ile değerlendirilmişlerdir.
Somatizasyonun şiddeti ve yoğunluğu ile medeni durum, çalõşma hayatõ, yalnõz yaşama,
eğitim yõlõ gibi sosyodemografik veriler ve intihar girişiminde bulunma, eşlik eden hastalõk
öyküsü, hastalõk süresi ve hastalõk alt-tipi gibi değişkenler açõsõndan herhangi bir ilişki tespit
edilmemiş, hastaneye yatõş sayõsõyla somatizasyon puanlarõ arasõnda negatif korelasyon
saptanmõştõr (r=-0.209).
Şizofrenide somatizasyonun, hastalõğõn genel psikopatolojisinden, pozitif ve negatif
psikotik belirtilerden bağõmsõz olduğu görülmüş, beklenenin aksine içgörü ile somatizasyon
arasõnda herhangi bir bağlantõ saptanmamõştõr.
Bununla birlikte gözlenen depresyon ve hastalarõn ilettiği depresif yakõnmalarõn şizofreni
hastalarõnõn somatik belirtileriyle kuvvetli bir bağõntõsõ olduğu tespit edilmiştir (r=0.565,
r=0.664).
133
İlaç yan etkileriyle somatik belirtilerin şiddeti arasõnda istatistiksel olarak anlamlõ ilişki
bulunmuş (r=0.410) ailede dõşavurulan duygulanõm arttõkça somatize etme eğiliminin de
arttõğõ (r=0.290) saptanmõştõr. Bu bulgular şizofrenide somatizasyonun kötü prognoz etkeni
olabileceği düşüncesini akla getirmektedir.
Somatizasyon ile bedensel duyumlarõ büyütme arasõnda güçlü bağõntõ tespit edilmiş
(r=0.466),
somatize eden şizofreni hastalarõnda bedensel duyumlarõ büyütme eğiliminin
arttõğõ veya bedensel duyumlarõn büyütülmesiyle bedensel yakõnmalarõn tetiklendiği sonucuna
ulaşõlmõştõr.
Bedensel duyumlarõ büyütme ile depresyon puanlarõ (r=0.365), ilaç yan etkileri
(r=0.225), PANSS genel psikopatoloji puanlarõ (r=0.208) gibi değişkenler arasõnda da anlamlõ
ilişki bulunmuştur.
Sonuç olarak; somatizasyonun şizofreni hastalarõnda sõkça rastlanan yaygõn ve önemli bir
sorun olduğu, şizofreninin farklõ özellikleriyle etkileştiği ve daha fazla araştõrmayõ hak ettiği
düşünülmektedir.
134
SUMMARY
Although many schizophrenia patients present with various somatic complaints in
clinical settings, our knowledge concerning somatic symptoms that can not be accounted by a
detectable somatic disorder in schizophrenia is limited.
Some ethnocultural studies on somatic symptoms in various cultures have documented
that somatization is a common way of expressing distress among schizophrenia patients
especially in non-Western communities.
This study aimed to explore the correlation of somatization in schizophrenia with some
sociodemographic and clinical variables.
Initial data concerning all adult patients consecutively admitted to Bakõrköy Mental
Hospital Psycotic Disorders Treatment and Investigation Center were collected between
March 2007-August 2007. Patients aged between 18-60 years, diagnosed as Schizophrenia
according to the DSM-IV diagnostic criteria and educated enough to provide written
information (since self report scales were applied) were included. Verbal informed consent
was obtained from all patients before the study and those who were not volunteers were
excluded.
Data about patients included in the study was collected with the standart
sociodemographic form of the Psycotic Disorders Treatment and Investigation Center. All
patients were assesed with the Symptom Check List(SCL-90 R), Positive and Negative
Syndrome Scale (PANSS), Calgary Depression Scale for Schizophrenics, Schedule For
Assesment of Three Components of Insight, UKU Side Effect Rating Scale, Somatosensory
Amplification Scale(SSAS), Level of Expressed Emotion Scale(LEE) and The Social
Functioning Scale.
In order to evaluate the association of demographic, illness related and psychosocial
factors with the severity of somatization in schizophrenia, SCL-90 R somatization subscale
points and the Somatosensory Amplification Scale points were correlated with a number of
variables.
Neither sociodemographic variables such as gender, age, marital status, occupational
features, living alone or with others nor variables such as suicidal behaviour, history of
physical disease and illness sub-type were found to be correlated with the severity of somatic
symptoms. There was no difference in the somatization points with regard to the mean
duration of illness and mean treatment time whileas the number of hospital admissions were
135
found to be negatively correlated with the number and severity of somatic symptoms(r=0.209).
On the other hand somatization scores were positively correlated with the side effects of
antipsychotic
medications(r=0.410)
increased
level of expressed emotion
in
the
family(r=0.290). These findings may indicate that somatization may have a negative effect on
the prognosis of schizophrenia.
No relationship was detected between positive-negative psychotic symptoms, general
psychopathology of the disease, insight and somatization.
Rater observed depressive symptoms as well as self-reported depression were both found
to be positively correlated (r=0.565, r=0.664) with somatization scores.
A strong correlation between somatization scores and somatosensory amplification
(r=0.466) was detected, which means either somatizing schizophrenia patients have a
tendency to amplify simple somatic sensations or amplifying somatic sensations finally leads
to somatization in schizophrenia.
We conclude that somatization is an important feature of schizophrenia effecting various
aspects of the disease and needs to be further investigated.
136
KAYNAKLAR
1. Aboitiz F, Garcia VR. The Evolutionary Origin of the Language Areas in the Human
Brain. A Neuroanatomical Perspective. Brain Res Brain Res Rev 1997; 25(3):381-96
2. Baskak B, Çevik A Somatizasyonun Kültürel Boyutlarõ. Türkiye’de Psikiyatri 2007;
9(1):50-57
3. Fitch WT. The Evolution of Speech:a Comparative Review. Trends Cogn Sci 2000;
4(7):258-267
4. Moerk EL. An Archeology of Meaning. J Experiment Analy of Behav 1997; 68:248-251
5. Ünal S. Anlatõm Tarzõ Olarak Bedenselleştirme. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002;
3(1):52-55
6. Ekman P, Davidson RJ. Voluntary Smiling Changes Regional Brain Activity. Psycholog
Sci 1993; 4:342-345
7. Öztürk Ö, Eraslan D, Kayahan B. Emosyon ve Temel İnsan Davranõşlarõnõn Evrimsel
Gelişimi. Yeni Symposium 2005; 43(1):14-19
8. Ohman A, Mineka S. Fears, Phobias, and Preparedness:Toward an Evolved Module of
Fear and Fear Learning. Psychol Rev 2001; 108:483-522
9. Porges SW. Love: An Emergent Property of the Mammalian Autonomic Nervous System.
Psychoneuroendocrinology 1998; 23:837-861
10. Ronnberg J, Soderfeldt B, Risberg J. The Cognitive Neuroscience of Signed Language.
Acta Psychol (Amst) 2000; 105(2-3):237-54
11. Krystal HJ. Alexithymia and Psychotherapy. American Journal of Psychotherapy 1979;
33(1):17-31
12. Stoudemire A. Somatothymia. Part 1 and 2. Psychosomatics 1991; 32(4):365-381
13. Kito T, Lee B. Interpersonal Perception in Japanese and British Observers. Perception
2004; 33(8):957-74
14. Camras LA, Meng Z, Ujiie T, Dharamsi S et al. Observing Emotion in Infants:Facial
Expression, Body Behavior, and Rater Judgments of Responses to an Expectancy-Violating
Event. Emotion 2002; 2(2):179-93
15. Favazza AR. The Coming of Age of Self-Mutilation. J Nerv Ment Dis 1998;
186(5):259-68
16. Fallon BA, Horwath E. Asceticism:Creative Spiritual Practice or Pathological
Pursuit? Psychiatry 1993; 56(3):310-316
17. Kring AM, Bachorowski JA. Emotions and Psychopathology. Cognition and Emotion
1999; 13(5):575-599
18. Buck R. Social and Emotional Functions in Facial Expression and Communication: The
Readout Hypothesis. Biological Psychology 1994; 38:95-115
19. Davidson RJ, Jackson DC, Kalin NH. Emotion, Plasticity, Context, and Regulation:
Perspectives from Affective Neuroscience. Psychological Bulletin 2000; 126:890–909
20. LeDoux J. The Emotional Brain: The Mysterious Underpinnings of Emotional Life
(Türkçe’ye çeviren Arõcan Uysal) 1. baskõ. Pegasus Yayõnlarõ 2006
21. Savrun M. Emosyonel Sistem ve Stres. 47. İ.Ü. Cerrahpaşa Tõp Fakültesi Sürekli Tõp
Eğitimi Etkinlikleri: Medikal Açõdan Stres ve Çareleri, 22-23 Aralõk 2005; 75-88
22. Doksat MK, Savrun M. Evrimsel Psikiyatriye Giriş. Yeni Symposium 2001;
39(3):131-150
23. Schultz DP, Schultz SE. Modern Psikoloji Tarihi (Türkçe’ye çeviren Yasemin Aslay)
1.baskõ. Kaknüs Yayõnlarõ 2007:215-226
24. Doksat MK. Evrimsel Psikiyatri: Psikiyatride Yeni Bir Yaklaşõm-I. Birinci Basamak İçin
Psikiyatri 2004; 3(1):33-44
137
25. MacLean P. Cerebral Evolution of the Emotions. In Lewis M, Haviland JM(Eds.)
Handbook of emotions. New York. Guilford Pres 1993:67-83
26. Kandel, Schwartz, Jessel. “Principles of Neural Science”, McGraw-Hill 2002
27. LeDoux J. The Emotional Brain:The Mysterious Underpinnings of Emotional Life. New
York. Simon and Schuster 1996
28. Le Doux JE. The Synaptic Self, How Our Brain Become Who We Are. New York.
Viking 2002
29. Damasio AR. Descartes’ Error:Emotion, Reason, and Human Brain. New York 1994;
Putnam’s (Türkçeye çeviren Bahar Atlamaz), 1.baskõ. Varlõk Yayõnlarõ 1999
30. Schultz DP, Schultz SE. Modern Psikoloji Tarihi (Türkçe’ye çeviren Yasemin Aslay),
1.baskõ. Kaknüs Yayõnlarõ 2007:75-80
31. Kliger R. Somatization:Social Control and Illness Production in a Religious Cult. Culture,
Medicine and Psychiatry 1994; 18:215-245
32. Kirmayer LJ, Young A, Robbins JM. Symptom Attribution in Cultural Perspective. Can J
Psychiatry 1994; 39(10):584-595
33. Mackenzie L. Healing Power of The Mind and Visualization, JRSM 2000; 93:99-101
34. Mai F. Somatization Disorder: A Practical Review. Canadian Journal of Psychiatry 2004;
49: 652-662
35. Marin C, Carron R. The Origin of the Concept of Somatization. Psychosomatics 2002;
43:249-250
36. Lipowski ZJ. Somatization:The Concept and Its Clinical Application. Am J Psychiatry
1998; 145(11):1358-1368
37. Sayar K, Ak I. The Predictors of Somatization: A Review. Clinical Psychopharmacology
Bulletin 2001; 11(4):266-271
38. Kirmayer LJ, Young A. Culture and Somatization: Clinical, Epidemiological and
Ethnographic Perspectives. Psychosom Med 1998; 60:420-430
39. Simon GE, VonKorff M, Piccinelli M, Fullerton C, Ormel J. An International Study of the
Relation Between Somatic Symptoms and Depression. N Engl J Med 1999; 341:1329-1335
40. Katon W, Ries RK, Kleinman A et al. A Prospective DSM-III Study of 100 Consecutive
Somatization Patients. Compr Psychiatry 1984; 25:305-313
41. Sağduyu A. Somatizasyon Nedir? Türk Psikiyatri Dergisi 1994; 5(4):257-264
42. Ford CV. The Somatizing Disorders. Psychosomatics 1986; 27(5):327-333
43. Kellner R. Somatization; Theories and Research. The Journal of Nervous and Mental
Disease 1990; 178(3):150-160
44. Bridges KW, Goldberg DP. Somatic Presentation of DSM-III Psychiatric Disorders in
Primary Care. J Psychosom Research, 1985; 29(6):563-586
45. Lipowski ZJ. Somatization: Medicine’s Unsolved Problem. Psychosomatics 1987;
28:294-297
46. Fabrega H. The Concept of Somatization as a Cultural and Historical Product of Western
Medicine. Psychosomatics 1990; 52:653-672
47. McWhinney IR, Epstein RM, Freeman TR. Lingua Medica: Rethinking Somatization.
Annals of Internal Medicine 1997; 126(9):747-750
48. De Gucht V, Fischler B. Somatization: A Critical Review of Conceptual and
Methodological Issues Psychosomatics 2002; 43:1-9
49. Parman T. Psikosomatik Tarihi ve Çocuk Psikosomatiği. Baharlõk Kitap Dizisi 11Psikanaliz Yazõlarõ “Psikosomatik” 1.baskõ. Bağlam Yayõnlarõ 2005:13-31
50. Fenichel O. Nevrozlarõn Psikoanalitik Teorisi (çev. ed:Tuncer S). İzmir:Ege Üniversitesi
Matbaasõ 1974:218- 245
51. Sevinçok L. Somatizasyon Bozukluğu. Psikiyatri Dünyasõ 1999; 1:5-10
138
52. Katon W, Ries RK, Kleinman A. Prevelance of Somatization in Primary Care. Compr
Psychiatry 1984; 25:208-215
53. Fabrega H, Mezzich JE, Jacob R, Ulrich R. Somatoform Disorder in a Psychiatry Setting.
J Nerv Ment Dis 1988; 176:431-439
54. Lesser IM. A Review of the Alexithymia Concept. Psychosomatic Medicine 1981;
43(6):531-543
55. Taylor GJ. Alexithymia Concept, Measurement and Implications For Treatment American
Journal of Psychiatry 1984; 141(6):725-732
56. Yurt E. Şizofreni Hastalarõnda Aleksitimi:Negatif Belirtiler, İlaç Yan Etkileri, Depresyon
ve İçgörü ile İlişkisi. Uzmanlõk tezi 2006, İstanbul
57. Freedman MB, Sweet BS. Some Specific Features of Group Psychotherapy and Their
Implications for Selection Patients. International Journal of Group Psychotherapy 1954;
4:355-368
58. Lipowski ZJ. Somatization: a Borderland Between Medicine Psychiatry. CMAJ 1986;
135:609-614
59. Sharpe M, Mayou RA. Somatoform Disorders:A Help or Hindrance to Good Patient
Care? British Journal of Psychiatry 2004; 184:465-467
60. Mayou RA. Medically Unexplained Physical Symptoms, BMJ 1991; 303:534-535
61. Mayou RA, Sharpe M. Treating Medically Unexplained Physical Symptoms, BMJ 1997;
315:561-562
62. Ritsner M. The Attribution of Somatization in Schizophrenia Patients:A Naturalistic
Follow-Up Study. J Clin Psychiatry 2003; 64:1370-1378
63. Kirmayer LJ. Cultural Variations in the Clinical Presentation of Depression and Anxiety:
Implications for Diagnosis and Treatment. J Clin Psychiatry 2001; 62(13):22-28
64. Simon GE, Gater R, Kisely S, Piccinelli. Somatic Symptoms of Distress:An International
Primary Care Study. Psychosom Med 1996; 58:481-488
65. Kirmayer LJ, Groleau D, Looper KJ, Dao MD. Explaining Medically Unexplained
Symptoms. Canadian Journal of Psychiatry 2004; 49(10):663-669
66. Kellner R, Slocumb JC, Wiggins RG et al. Hostility, Somatic Symptoms and
Hypochondriacal Fears and Beliefs. J Nerv Ment Dis 1985; 173:554-561
67. Gureje O, Simon GE, Ustun TB, Goldberg DP. Somatization in Cross-Cultural
Perspective:A World Health Organization Study in Primary Care. Am J Psychiatry 1997;
154:989-995
68. Kirmayer LJ, Robbins JM. Three Forms of Somatization in Primary Care: Prevalence, CoOccurence and Sociodemographic Characteristics. J Nerv Ment Dis 1991; 179:647-655
69. Garcia CJ, Lobo A, Perez EMJ, Campos R. Three Forms of Somatization in Primary Care
Settings in Spain. J Nerv Ment Dis 1998; 186:554-560
70. Escobar JI. Cross-cultural Aspects of the Somatization Trait. Hosp Community Psychiatry
1987; 38(2):174-180
71. Sayar K. Tõbben Açõklanamayan Belirtiler. Türk Psikiyatri Dergisi 2002; 13(3):222-231
72. Carson AJ, Ringbauer B, Stone J ve ark. Do Medically Unexplained Symptoms Matter? A
Prospective Cohort Study of 300 New Referrals to Neurology Outpatient Clinics. J Neurol
Neurosurg Psychiatry 2002; 68:207-210
73. Nimnuan C, Hotopf M, Wessely S. Medically Unexplained Symptoms:an
Epidemiological Study in Seven Specialities. J Psychosom Res 2001; 51:361-367
74. Smith GR, Monson RA, Ray DC. Patients with Multiple Unexplained Symptoms: their
Characteristics, Functional Health and Health Care Utilization. Arch Intern Med 1986;
146: 69-72
139
75. Escobar JI, Manu P, Matthews D et al. Medically Unexplained Physical Symptoms,
Somatization Disorder and Abridged Somatization:Studies with the Diagnostic Interview
Schedule. Psychiatric Developments 1989; 3:235-245
76. Allen LA, Gara MA et al. Somatization:a Debilitating Syndrome in Primary Care.
Psychosomatics 2001; 42:63-67
77. Escobar JI, Burnam MA, Karno M et al. Somatization in the Community. Arch Gen Psych
1987a; 44:713-719
78. Escobar JI, Golding J, Hough RH et al. Somatization in the Community: Relationship to
Disability and Use of Services. Am J Public Health 1987b; 77:837-840
79. Kesebir S. Depresyon ve Somatizasyon. Klinik Psikiyatri 2004; Ek 1:14-19
80. Jones MP, Schettler A, Olden K, Crowell MD. Alexithymia and Somatosensory
Amplification in Functional Dyspepsia. Psychosomatics 2004; 45(6):508-516
81. Gutzmann H. Diagnosis and Therapy of Depression in Advanced Age. Ther Umsch 2000;
57:95-99
82. Chaturvedi SK, Bhandari S. Somatisation and Illness Behaviour. J Psychosom Res 1989;
33:147-153.
83. Reid S, Wessely S, Crayford T ve ark. Medically Unexplained Symptoms in Frequent
Attenders of Secondary Health Care:a Retrospective Cohort Study.BMJ 2001; 322:1-4
84. Köroğlu E, Güleç C. Psikiyatri Temel Kitabõ, Cilt 1. 1’nci baskõ. Hekimler Yayõn Birliği,
Ankara 1997:389-421
85. Horacio F. The Concept of Somatization as a Cultural and Historical Product of Western
Medicine. Psychosomatic Medicine 1990; 52:653-672
86. Kirmayer LJ. Culture, Affect and Somatization. Transcult Psychiatr Res Rev 1984;
21:159-188; 237-262
87. Akbõyõk DI, Mendel EG, Önder ME, Cording C. Almanya’da Yaşayan Türkler’de
“Göçmen Olma”nõn Depresyon ve Somatik Semptomlar Üzerine Etkisi”. Kriz Dergisi 1999;
7(2):25-29
88. Ekşi A. Sõğõnmacõ ve Göçmenlerde Psikopatoloji. Türk Psikiyatri Dergisi 2002;
13(3):215-221
89. Katon W, Sullivan M, Walker E. Medical Symptoms without Identified Pathology:
Relationship to Psychiatric Disorders, Childhood and Adult Trauma, and Personality Traits.
Ann Intern Med 2001; 134:917-925
90. Katon W. Depression:Relationship to Somatization and Chronic Medical Illness. J Clin
Psychiatry 1984; 45:4-11
91. Wilson DR, Widmer RB, Cadoret RJ et al. Somatic Symptoms. A major feature of
Depression in Family Practice. J Affect Dis 1983; 5:199-207
92. Barsky AJ, Borus JF. Functional somatic syndromes. Ann Intern Med 1999;
130:910-921
93. Escobar JI, Stipec MR, Canino G, Karno M. Somatic Symptom Index (SSI):A New and
Abridged Somatization Construct. The Journal of Nervous and Mental Disease 1989;
177(3):140-146
94. Mayou R, Kirmayer LJ, Simon G, Kroenke K, Sharpe M Somatoform Disorders: Time for
a New Approach in DSM-V Am J Psychiatry, 2005; 162: 847 - 855.
95. Cloninger CR, Sigvardsson S, Bohman M et al. An Adoption Study of Somatoform
Disorders; Identification of Two Discrete Somatoform Disorders. Arch Gen Psychiatry 1984;
41:863-871
96. Amerikan Psikiyatri Birligi: Psikiyatride Hastalõklarõn Tanõmlanmasõ ve Sõnõflandõrõlmasõ
Elkitabõ, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskõ (DSM-IV-TR) Amerikan Psikiyatri
Birligi, Washington DC (Çeviri Editörü Köroglu E), Hekimler Yayõn Birligi, İstanbul 1998,
“Somatofrom Bozuklular”
140
97. Sağduyu A. Somatizasyonun ve İlişkili Sendromlarõn Biyolojisi. Türk Psikiyatri Dergisi
2001; 12(3):211-224
98. Sharpe M, Bass C. Pathophysiological Mechanisms in Somatisation. Int Rev Psych 1992;
4:81-97
99. Barsky AJ. Somatoform Disorders. Comprehensive Textbook of Psychiatry, Kaplan HI,
Sadock BJ (Ed), Cilt 1, 5. baskõ, 1989:1009-1013
100. Köroğlu E, Güleç C. Psikiyatri Temel Kitabõ.2’nci baskõ. Hekimler Yayõn Birliği, Ankara
2007:369-376
101. Miller L. Neuropsychological Concepts of Somatoform Dissorders. Int J Psychiatr Med
1984; 14:31-46
102. Köroğlu E, Güleç C. Psikiyatri Temel Kitabõ, 1.Cilt. 1’nci baskõ. Hekimler Yayõn Birliği,
Ankara 1997, sf:572
103. Torgersen S. Genetics of Somatoforms Disorders. Arch Gen Psychiatry 1986;
43:502-505
104. Kirmayer LJ, Robbins JM, Dworkind M, Yaffe MJ. Somatization and the Recognition of
Depression and Anxiety in Primary Care. Am J Psychiatry 1993; 150:734-74
105. Cloninger CR, Martin RL, Guze SB, Clayton PJ. A Prospective Follow-Up and Family
Study of Somatization in Men and Women. Am J Psychiatry 1986; 143(7):873-878
106. Sigvardsson S, Knorring AL, Bohman M, Cloninger CR. An Adoption Study of
Somatoform Disorders I. The Relationship of Somatization to Psychiatric Disability. Arch
Gen Psychiatry 1984; 41:853-859
107. Güleç H, Sayar K, Özkorumak E. Depresyonda Bedensel Belirtiler. Türk Psikiyatri
Dergisi 2005; 16(2):90-96
108. Barsky AJ, Wyshak G. Hypochondriasis and Somatosensory Amplification. Br J
Psychiatry 1990; 157:404-9
109. Clarke DM, Smith GC. Somatisation. What is it? Aust Fam Physician 2000; 29:109-113
110. Lipowski ZJ. Somatization and Depression. Psychosomatics 1990; 31(1):13-21
111. Hamilton M. Frequency of Symptoms in Melancholia (Depressive Illness). Br J
Psychiatry 1990; 154:201-206
112. Katon W. Panic Disorder: Relationship to High Medical Utilization, Unexplained
Physical Symptoms, and Medical Costs. J Clin Psychiatry 1996; 57(10):11-18
113. Sayar K, Kirmayer LJ, Taillefer S. Predictors of Somatic Symptoms in Depressive
Disorder. Gen Hosp Psychiatry 2003; 25:108-14
114. Sifneos PE. Alexithymia, Past and Present. American Journal of Psychiatry 1996; 153
115. Parker JDA, Bagby MR, Taylor G. Alexithymia and Depression:Distinct or Overlapping
Constructs? Compr Psychiatry 1991; 32:387-394
116. Duman ÖY, Usubütün S, Goka E. Belirti Yorumlama Ölçeğinin Tükçe Geçerlik ve
Güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 2004; 15(1):26-40
117. Kirmayer LJ, Robbins JM. Cognitive and Social Correlates of the Toronto Alexithymia
Scale. Psychosomatics 1993; 34(1):41-52
118. Connelly M, Denney DR. Regulation of Emotions During Experimental Stress in
Alexithymia. J Psychosom Res 2007; 62(6):649-56
119. Costa PT, McCrae RR. Hypochondriasis, Neuroticism and Aging. Am Psychol 1985;
40:19-29
120. Sadock BJ, Sadock VA. Synopsis of Psychiatry, Behavioral Sciences/Clinical Psychiatry.
Ninth edition. New York:Lippincott Williams&Wilkins 2003; pg. 205-209
121. Freud S. Narsisizm Üzerine Bir Deneme ve Schreber Vakasõ (1914) (Türkçe’ye
çevirenler Saffet Murat Tura, Banu Büyükkal), Ötekini Dinlemek. 1.baskõ. Metis Yayõnlarõ
1998
141
122. İkiz TT. Anne Çocuk İlişkisinde Kendini Sakinleştirme Yöntemleri. Baharlõk Kitap
Dizisi 11-Psikanaliz Yazõlarõ “Psikosomatik” 1.baskõ.Bağlam Yayõnlarõ Sonbahar 2005: 77-88
123. Noyes R, Stuart S, Langbehn D et al. Childhood Antecedents of Hypochondriasis.
Psychosomatics 2002; 43(4):282-289
124. Barsky AJ, Fama JM, Bailey ED, Ahern DK. A Prospective 4-to 5-Year Study of DSMIII-R Hypochondriasis Arch Gen Psychiatry 1998; 55:737-744
125. Koh KB. Anger and somatization. J Psychosom Res 2003; 55:113
126. Paul S, Ciechanowski MD, Walker EA, Katon JW et al. JE Attachment Theory: A Model
for Health Care Utilization and Somatization
127. Russo J, Katon W, Sullivan M, Clark M, Buchwald D. Severity of Somatization and its
Relationship to Psychiatric Disorders and Personality. Psychosomatics 1994; 35(6):546-556
128. Katon W, Lin E, Korff MV et al. Somatization:A Spectrum of Severity. Am J Psychiatry
1991; 148(1):34-40
129. Kirmayer LJ, Robbins JM, Paris J. Somatoform Disorders:Personality and the Social
Matrix of Somatic Distress. J Abnorm Psychol 1994; 103:125-136
130. Noyes R, Langbehn DR, Happel RL et al. Personality Dysfunction Among Somatizing
Patients. Psychosomatics 2001; 42(4):320-329
131. Weisman AG, Lopez SR, Ventura J et al. A Comparison of Psyciatric Symptoms
Between Anglo-Americans and Mexican-Americans with Schizophrenia. Schizophrenia
Bulletin 2000; 26(4):817-824
132. Sadock BJ, Sadock V. Kaplan&Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 7th
ed. Philadelphia:Lippincott Williams&Wilkins, 2000:1505-1533
133. Sayar K. Hüzün hastalõğõ. Depresyon, M Bekaroğlu (Ed), Trabzon, Karadeniz Ruh
Sağlõğõ Derneği Yayõnlarõ 1995; s.471
134. Mirdal GM. The Condition of Tightness the Somatic Complaints of Turkish Migrant
Women. Acta Psychiatr Scand 1985; 71:287-296
135. Leyla BA,Verhulst FC. Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology 2002; 37(3)
136. Baarnheim S, Ekbland S. Turkish Migrant Women Encountering Health Care in
Stockholm:A Qualitative Study of Somatization and Illnes Meaning. Cult Med Psychiatry
2000; 24:431-452
137. Çevik A. Avrupadaki Göçmen Türklerde Kimlik Sorunlarõnõn Reaktivasyonu ve Bunun
Kliniğe Yansõmasõ:Yaş, Kimlik Sorunlarõ ve Somatizasyon, Türkiye Klinikleri Psikiyatri
Dergisi 1999; 1(1):55-62
138. Yanõk M. Hafirgan: Kültüre Bağlõ Bir Sendrom mu, Yoksa Anksiyetinin Kültüre Özgü
Bedensel İfadesi mi? Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2003; 13:191-196
139. Raguram R, Weiss MW & Channabasavanna SM. Stigma, Somatisation and Depression,
a report from South India. American Journal of Psychiatry Psychiatry 1996; 1043-1049
140. Zhang AY, Snowden LR. Ethnic Characteristics of Mental Disorders in Five U.S.
Communities. Cultur Divers Ethnic Minor Psychol 1999; 5(2):134-146
141. Simon GE, VonKorff M. Somatization and Psychiatric Disorder in the NIMH
Epidemiologic Catchment Area Study. Am J Psychiatry 1991; 148(11):1494-1500
142. Swartz M, Blazer D, George L, Landerman R. Somatization Disorder in a Community
Population. Am J Psychiatry 1986; 143(11):1403-1408
143. Canino IA, Rubio-Stipec M, Canino G, Escobar JI. Functional Somatic Symptoms:a
Cross-Ethnic Comparison. Am J Orthopsychiatry 1992; 62(4):605-12
144. Amerikan Psikiyatri Birligi: Psikiyatride Hastalõklarõn Tanõmlanmasõ ve Sõnõflandõrõlmasõ
El kitabõ, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskõ (DSM-4-TR) Amerikan Psikiyatri
Birligi, Washington DC. (Çeviri Editörü Köroglu E) Kültüre Bağlõ Sendromlar. Hekimler
Yayõn Birligi, İstanbul 1998
142
145. Sayar K. Psikiyatri ve Kültür: Hastalõk Bize Neyi Anlatõr? Yeni Symposium 1999;
37(3):46-51
146. Guarnaccia PJ, Rogler LH. Research on Culture-bound Syndromes:New Directions. Am
J Psychiatry 1999; 156(9):1322-1327
147. Sadock BJ, Sadock V. Kaplan&Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 7th
ed. Philadelphia:Lippincott Williams&Wilkins 2000:463-470
148. Kara H, Sayar K, Saygõlõ S. Kültürel Psikiyatri Açõsõndan Depresyon Kavramõ. Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni 1997; 7(1-4):42-51
149. Uluşahin A, Başoglu M, Paykel ES. A Cross-cultural Comparative Study of Depressive
Symptoms in British and Turkish Clinical Samples. Soc Psychiatr Epidemiol 1994; 29:31-39
150. V Duddu SK, Chaturvedi MK. Amplification and Attribution Styles in Somatoform and
Depressive Disorders, A Study from Bangalore, India Isaac Psychopathology 2003;36:98-103
151. Barsky AJ, Klerman GL. Overview: Hypochondriasis, Bodily Complaints, and Somatic
Styles. Am J Psychiatry 1983; 14:273-83
152. Barsky AJ, Wyshak G, Klerman GL. The Somatosensory Amplification Scale and its
Relationship to Hypochondriasis. J Psychiatry Res 1990; 24:323-334
153. Güleç H, Sayar K, Güleç MY. Bedensel Duyumlarõ Abartma Ölçeği Türkçe Formunun
Geçerlilik ve Güvenilirliği. Düşünen Adam 2007; 20(1):16-24
154. Barsky AJ, Goodson JD, Lane RS, Cleary PD. The Amplification of Somatic Symptoms.
Psychosom Med 1988; 50:510-519
155. Barsky AJ. Amplification, Somatization, and the Somatoform Disorders. Psychosomatics
1992; 33(1):28-34
156. Spinhoven P, Willem AJ. Somatization and Somatosensory Amplification in Psychiatric
Outpatients:An Explorative Study. Comprehensive Psychiatry 1997; 38(2):93-97
157. Sayar K, Barsky JA, Güleç H. Does Somatosensory Amplification Decrease with
Antidepressant Treatment? Psychosomatics 2005; 46:4
158. Maynard CK. Assesss and Manage Somatization. Holistic Nursing Practice 2004;
18(2):54-62
159. Schneider G, Wachter M, Dreisch G, Kruse A et al. Subjective Body Complaints as an
Indicator of Somatization in Elderly Patients. Psychosomatics 2003; 44(2):91-100
160. Öner R, Tuğcu H, Özsan HH. Şizofreni Hastalarõnda Somatizasyon. Türkiye Klinikleri
Psikiyatri Dergisi 2002; 3:1-5
161. Fenichel O. Nevrozlarõn Psikoanalitik Teorisi (çev. ed:Tuncer S). İzmir:Ege Üniversitesi
Matbaasõ 1974:381-383
162. Sadock BJ, Sadock V. Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 7th
ed. Philadelphia:Lippincott Williams&Wilkins 2000:1159-1199
163. Lieberman JA, Stroup TS, Perkins DO. Textbook of Schizophrenia. 1st ed.
Washington:American Psychiatric Publishing 2006
164. Köroğlu E, Güleç C. Psikiyatri Temel Kitabõ. 2. Basõm. Ankara:Hekimler Yayõn Birliği
2007:184-205
165. Öztürk O. Ruh Sağlğõ ve Bozukluklarõ, 7.Basõm. Ankara:Hekimler Yayõn Birliği
1997:175-419
166. Üçok A. Sizofreni: Damga, Mitler ve Gerçekler. Psikiyatri Dünyasõ 1999; 3: 67-71
167. Erkoç Ş, Aker T. Tarihçe. Editörler: Erkoç Ş, Oral T. Şizofreni Monograflarõ-I. İstanbul:
Okyanus Yayõn 1998:6-21
168. Mete L. Şizofreni:En Uzak Ülke. İletişim Yayõnlarõ 1998, sf.43
169.Higgins ES, Kose S. Absence of Schizophrenia in a 15th-Century Islamic Medical
Textbook. American Journal of Psychiatry July 2007, letter to the editor
170. Stefan M, Travis M, Murray MR. An Atlas of Schizophrenia. (Türkçe’ye çeviren Beril
Tekin), 2002:12-13
143
171. Işõk E. Güncel Şizofreni. 1.Baskõ Ankara 2006:18-19; 248-252
172. Alantar Z. Hastalõk Sonrasõ Dönemde Çalõşan ve Çalõşmayan Şizofreni Hastalarõnõn
Belirtileri, Yaşam Kaliteleri ve Benlik Saygõlarõnõn Karşõlaştõrõlmasõ. Uzmanlõk Tezi, İstanbul
2006
173. Ceylan ME. Arastõrma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, Sizofreni Cilt I,
2. Baskõ. 2001:1-40
174. Current Psikiyatri Tanõ ve Tedavi. “Current Diagnosis & Treatment in Psiychiatry”den
çeviri editörleri: Birsöz S, Karaman T 1. Basõm. Ankara:Güneş kitabevi 2003:261-265
175. Andreasen NC, The Diagnosis of Schizophrenia. Schizophrenia Bulletin 1987; 13:9-22
176. Güleç C, Köroğlu E. Psikiyatri Temel Kitabõ. Cilt 1. Ankara:Hekimler Yayõn Birliği
1997:321-325; 390-392
177. Ceylan M.E. Arastõrma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, Şizofreni, Cilt I.
2. Baskõ. 2001:245
178. Hinterhuber H, Liensberger D. Epidemiology of Schizophrenic Disorders. Wien Med
Wochenschr 1998; 148(11-12):253-258
179. Breier A. Sizofrenide Yeni İlaç Tedavileri. Çeviren Dr. Ömer Aydemir. Ankara:
Hekimler Yayõn Birligi 1998
180. Jablensky A. The Epidemiology of Schizophrenia. Cur Opin Psych 1998; 6:43-52
181. Köroglu E. Şizofreni, Psikiyatri 1996; 239-272
182. Eaton WW. Epidemiology of schizophrenia . Epidemiology Review 1985; 7:105-126
183. Arõhan AG. Şizofreni Epidemiyolojisi. Editör:Yüksel N, Şizofreni Dizisi I(2) 1998:64-74
184. ICD-10 Ruhsal ve Davranõşsal Bozukluklar Sõnõflandõrmasõ Klinik Tanõmlar ve Tanõ
Kõlavuzlarõ. Dünya Sağlõk Örgütü (çev ed. Öztürk O, Uluğ B) Ankara:Türkiye Sinir ve Ruh
Sağlõğõ Derneği 1993
185. Amerikan Psikiyatri Birligi: Psikiyatride Hastalõklarõn Tanõmlanmasõ ve Sõnõflandõrõlmasõ
El kitabõ, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskõ (DSM-4-TR) Amerikan Psikiyatri
Birligi, Washington DC, Çeviri Editörü Köroglu E. İstanbul:Hekimler Yayõn Birliği 1998
186. Herz MI J, Lamberti S, Mintz J. A Program for Relaps Prevention in Schizophrenia.
Arch Gen Psychiatry 2000; 57:277-283
187. Häfner H. Gender differences in Schizophrenia. Psychoendocrinology 2003; 28(2):17-54
188. Ünal S. Şizofrenide Öznel Yaşantõlar ve Duygularõn İfadesi. Klinik Psikiyatri 2000;
3:131-136
189. Penn DL, Corrigan PW, Bentall RP et al. Social Cognition in Schizophrenia. Psychol
Bull 1997; 121:114-132
190. Peralta V, Cuesta MJ. Subjective Experiences in Psychotic Disorders:Diagnostic Value
and Clinical Correlates. Compr Psychiatry 1998; 39(1):11-15
191. Troisi A, Spaletta G, Pasini A. Nonverbal Behavior Deficits in Schizophrenia:an
Ethologic Study of Drug-free Patients. Acta Psychiatr Scand 1998; 97:109-115
192. Davidson L,Stayner D. Loss, Loneliness and the Desire for Love:Perspective on the
Social Lives of People with Schizophrehia. Psychosocial Rehabilitation Journal 1997; 20:3-12
193. Kring AM, Kerr SL, Earnst KS. Schizophrenic Patients Show Facial Reactions to
Emotional Facial Expressions. Psychophysiology 1999; 36:186-192
194. Aghevli MA, Blanchard JJ, Horan WP. The Expression and Experience of Emotion in
Schizophrenia:a Study of Social Interaction. Psychiatry Research 2003; 119(3):261-270
195. Blanchard JJ, Mueser KT, Bellack AS. Anhedonia, Positive and Negative Affect, and
Social Functioning in Schizophrenia. Schizophrenia Bulletin 1998; 24:413-424
196. Mueser KT, Doonan R, Penn DL, Blanchard JJ, Bellack AS, Nishith P, DeLeon J.
Emotion recognition and social competence in chronic schizophrenia. Journal of Abnormal
Psychology 1996; 105:271-275
144
197. Bae SW, Brekke JS. Characteristics of Korean-Americans with Schizophrenia: A CrossEthnic Comparison With African-Americans, Latinos, and Euro-Americans. Schizophrenia
Bulletin 2002; 28(4):703-717
198. Sayar K. Kültür ve Psikopatoloji. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 1998; 8(3):176-180
199. Bitzer J. Somatization Disorders in Obstretics and Gynecology. Archives of women’s
mental health 2003; 6(2)
200. Mechanic D. The Concept of Illness Behavior:Culture Situation and Personal
Predispodition. Psycho Med 1986;16:1-7
201. Pilowsky I. Abnormal Illness Behavior. Br J Med Psychol 1969; 43:347-351
202. Akõskal HS. Diagnosis and Classification of Affective Disorders:New Insights from
Clinical and Labaratory Approaches. Psychiatr 1983 Dev 2:123-160
203. Hagnell O, Rorsman B. Suicide and Endogeneous Depression with Somatic Symptoms
in the Lundby Study. Neuropsychobiology 1978; 4:180-187
204. Sadock BJ, Sadock V. Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 7th
ed. Lippincott Williams & Wilkins, Philadelphia 2000:1320-1341
205. Köroğlu E, Güleç C. Psikiyatri Temel Kitabõ Anksiyete böl. 2. Basõm. Ankara:Hekimler
Yayõn Birliği 2007:245-299
206. Terre L, Poston WSC, Foreyt J, Jeor ST (2003) Do Somatic Complaints Predict
Subsequent Symptoms of Depression. Psychosomatics, 72(5):261-269
207. Gelenberg AJ. Psychiatric and Somatic Markers of Anxiety: Identification and
Pharmacologic Treatment. Primary Care Companion J Clin Psychiatry 2000; 2:49-53
208. Brown FW, Golding JM, Smith GR. Psychiatric Comorbidity in Primary Care
Somatization Disorder. Psychosom Med 1990; 52:445-451
209. Lenze EJ, Miller AR, Munir ZB, Pornnoppadol C, North CS. Psychiatric Symptoms
Endorsed by Somatization Disorder Patients in a Pychiatric Clinic. Ann Clin Psychiatry 1999;
11(2):73-79
210. Golding JM, Rost K, Kashner TM, Smith GR. Family Psychiatric History of Patients
with Somatization Disorder. Psychiatr Med 1992; 10(3):33-47
211. Doksat K. Psikiyatri ve Ağrõ. Psikiyatri Dünyasõ 1999; 1:23-31
212. Wetzel RD, Guze BS, Cloninger R, Martin RL. Briquet’s Syndrome is both a
Somatoform and Psychoform Disorder: A Minnesota Multiphasic Personality Inventory
Study, Psychosomatic Medicine 1994; 56:564-569
213. Fink P. Psychiatric Illness in Patients with Persistent Somatisation. The British Journal
of Psychiatry 1995; 166:93-99
214. Ritsner M, Kurs R, Gibel A et al. Predictors of Quality of Life in Major Psychoses: A
Naturalistic Follow-Up Study. J Clin Psychiatry 2003; 64(3):308-315
215. Anstett R, Collins M. The Psychological Significance of Somatic Complaints J Fam
Pract 1982; 14(2):253-259
216. Tyler M. Somatic Symptoms in Schizophrenia. Schizophrenia Research 1995; 18:87-88
217. Escobar J. Symptoms of Schizophrenia in Anglo and Hispanic veterans. Hosp
Community Psych 1987
218. Szasz TS. The Psychology of Bodily Feelings in Schizophrenia. Psycosomatic Medicine
1957; 19(1):11-16
219. Kay SR, Fiszbein A, Opler LA. The Positive and Negative Syndrome Scale (PANSS) for
Schizophrenia. Schizophrenia Bull 1987; 13:261-276
220. Kostakoglu AE, Batur S, Tiryaki A, Göğüş A. Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeğinin
(PANSS) Türkçe Uyarlamasõnõn Geçerlilik ve Güvenilirliği. Türk Psikoloji Dergisi 1999;
14:23-32
221. Aydemir Ö, Köroğlu E. Psikiyatride Kullanõlan Klinik Ölçekler. 1. baskõ.
Ankara:Hekimler Yayin Birligi 2006:88-92
145
222. Aydemir Ö, Danacõ AE, Deveci A, İçelli İ. Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeğinin
Türkçe Versiyonunun Geçerliliği ve Güvenilirliği. Nöropsikiyatri Arşivi 2000; 7:82-86
223. Aydemir Ö, Danacõ AE, Deveci A, İçelli İ. Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeğinin
Türkçe Versiyonunun Duyarlõlõğõ ve Özgüllüğü. Nöropsikiyatri Arşivi 2000; 37:210-213
224. Addington D, Addington J, Maticka-Tyndale E. Reliability and Validity of a Depression
Rating Scale for Schizophernics. Schizophr Res 1992; 6:201-208
225. Addington D, Addington J, Maticka-Tyndale E. Specificity of the Calgary Depression
Scale for Schizophrenics. Schizophr Res 1994; 11:239-244
226. David A. Insight in Psychosis. Br J Psychiatry 1990; 156:798-808
227. Aslan S, Kõlõç BG, Karakõlõç H, Coşar B, Işõklõ S, Işõk E. İçgörünün Üç Bileşenini
Değerlendirme Ölçeği: Güvenirlik ve geçerlik çalõşmasõ. Türkiye’de Psikiyatri 2001; 17-23
228. Lingjaerde O, Ahlfors UG, Bech P. The UKU Side Effect Rating Scale. Acta Psychiatr
Scand 1987; 76 (334):1-96
229. Sayar K, Güleç H, Topbaş M ve ark. Bedensel Duyumlarõ Büyütme Ölçeğinin
Güvenirliği. 39. Ulusal Psikiyatri Kongresi Kitabõ, 14-19 Ekim, Antalya 2003:660-661
230. Derogatis LR. SCL-90: Administration, Scoring and Procedure Manual-I for the Revised
Version. Baltimore, MD: John Hopkins Univ School of Medicine, Clinical Psychometrics
Unit 1977.
231. Dağ İ. Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R)nin Üniversite Öğrencileri için Güvenilirliği ve
Geçerliliği, Türk Psikiyatri Dergisi 1991; 2:(1) 5-12
232. Dağ İ. Rotter’in İç-Dõş Kontrol Odağõ Ölçeği’nin(RİDKOÖ) Üniversite Öğrencileri için
Güvenilirliği ve Geçerliliği. Psikoloji Dergisi 1991; 7(26):10-16
233. Cole JD, Kazarian SS. The level of Expressed Emotion Scale: A new Measure of
Expressed Emotion. J Clin Psychol 1988; 44(3):392-397
234. Berksun O. Şizofrenide Aile Faktörü: Expressed Emotion (EE) Ölçek Geliştirme ve
Uyarlama Denemesi. Uzmanlõk tezi 1992, Ankara
235. Kocabõyõk A, Beştepe E, Karşõdağ Ç, Kükürt R, Alpay N. Bipolar Bozuklukta Duygu
Dõşavurumunun Relaps Üzerine Etkisi. Düşünen Adam:Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler
Dergisi 2005; 18(1):4-12
236. Gerlsma C, Hale WW. Predictive Power and Construct Validity of the Level of Expresed
Emotion (LEE) Scale. British Journal of Psychiatry 1997; 170:520-525
237. Birchwood M, Smith J, Cochrane R et al. The Social Functioning Scale. The
Development and Validaion of a New Scale of Social Adjustment for Use in Family
Intervention Programmes with Schizophrenic Patients. Br J Psychiatry 1990; 157:853-9
238. Erakay YS. Şizofreni Tanõlõ Hastalarda Sosyal İşlevsellik Ölçeği (SİÖ) Türkçe
Formunun Geçerlilik ve Güvenilirliğinin Araştõrõlmasõ. Uzmanlõk Tezi 2001, İzmir
239. Reid S, Crayford T, Richards S ve ark. Recognition of Medicaly Unexplained
Symptoms: Do Doctors Agree? J Psychosom Res 1999; 47: 483-485
240. Musetti L, Perugi G, Soriani A. Depression Before and After Age 65. Br J Psychiatry
1989; 155:330-336
241. Picinelli M, Simon G. Gender and Cross-cultural Differences in Somatic Symptoms
Associated with Emotional Distress:an International Study in Primary Care. Psychol Med
1997; 27:433-444.
242. Ritsner M, Rabinowitz J, Slyuzberg M. The Talbieh Brief Distress Inventory: A Brief
Instrument to Measure Psychological Distress Among Immigrants. Comprehensive Psychiatry
1995; 36(6):448-453
243. Ritsner M, Modai I, Ponizovsky A. Assessing Psychological Distress in Psychiatric
Patients: Validation of the Talbieh Brief Distress Inventory. Comprehensive Psychiatry 2002;
43(3):229-234
146
244. Barsky AJ, Orav EJ, Bates DW. Somatization Increases Medical Utilization and Costs
Independent of Psychiatric and Medical Comorbidity. Arch Gen Psychiatry 2005; 62:903-910
245. Wallen J, Pincus HA, Goldman HH et al. Psychiatric consultations in short-term general
hospitals Arch Gen Psychiatry 1987; 44:163-168
246. Kato S. Psychopathological Study of Hypochondriaco-Cenestopathic Symptoms in
Schizophrenia. Seishin Shinkeigaku Zasshi 1994; 96(3):174-219
247. Akay Ö, Konuk N, Öztürk D,Kõran S, Kutadgu İ. Atipik Antipsikotik Tedavisi Altõndaki
Şizofreni Hastalarõnda Depresif Belirtiler ve Semptomatoloji İle İlişkileri Türkiye’de
Psikiyatri 2007; 9(1):5-11
248. Liddle PF. Depression and the Experience of Psychological Deficits in Schizophrenia.
Acta Psychiatr Scand 1993; 88:243-247
249. Kayahan B, Veznederoğlu B. Şizofrenide Depresif Belirtilerin Önemi ve
Psikofarmakolojik Sağaltõmõ. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2006; 16:52-62
250. Sevinçok L. Şizofrenide Depresyon. Şizofreni Dizisi 1998; 2:46-53
251. Bachdolf A, Schultze-Lutter F, Klosterkötter J. Self-experienced Vulnerability,
Prodromal Symptoms and Coping Strategies Preceding Schizophrenic and Depressive
Relapses. Eur. Psychiatry 2002; 17:384-393
252. Sands JR, Harrow M. Depression During the Longitudinal Course of Schizophrenia,
Schizophrenia Bulletin 1999; 25(1):157-171
253. Siris SG. Diagnosis of Secondary Depression in Schizophrenia:Implications for DSMIV. Sch Bull 1991; 17:75-98
254. V. İnci. Anksiyete Bozukluklarõnda Somatizasyon ve Tiroid Hormonlarõyla İlişkisi.
Uzmanlõk Tezi 2007, İstanbul
255. Bora E, Özdemir F, Özaşkõnlõ S. Akõl Hastalõğõna İçgörüsüzlük Ölçeği’nin Kõsaltõlmõş
Türkçe Formunun Geçerlilik ve Güvenilirliği Psychiatry in Türkiye 2006:8(2)
256. Mintz AR, Dobson KS, Romney DM. Insight in Schizophrenia: a meta-analysis.
Schizophrenia Research 2003; 61;75-88
257. Ritsner A, Ponizovsky A, Endicott J et al. The Impact of Side-effects of Antipsychotic
Agents on Life Satisfaction of Schizophrenia Patients:a Naturalistic Study. Eur
Neuropsychopharmacol 2002; 12:31-38
258. Healy D, Tranter R. Pharmacologic Stress Diathesis Syndromes. J psychopharmacol
1999; 13: 287-290
259. Barnes TRE, Joyce EM. Antipsychotic Drug Treatment:Recent Advances. Curr Opin
Psychiatry 2001; 14:25-37
260. Muramatsu K, Miyaoka H, Muramatsu Y ve ark. The Amplification of Somatic
Symptoms in Upper Respiratory Tract Infections. Gen Hosp Psychiatry 2002; 24:172-5
261. Ebrinç S, Çetin M, Başoğlu C, Ağargün MY ve ark. Şizofren Hasta ve Ailelerinde Aile
İşlevselliği, Sosyal Destek ve Duygu Dõşavurumunun İncelenmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi
2001; 2(1):5-14
262. Sevinçok L. Şizofreni Etiyolojisinde Psikososyal Nedenler. Şizofreni Dizisi 2000; 1:5-10
263. Tüzer V, Zincir S, Başterzi AD, Aydemir Ç ve ark. Şizofreni Hastalarõnda Aile Ortamõ
ve Duygu Dõşavurumunun Değerlendirilmesi Klinik Psikiyatri 2003; 6:198-203
264. Schnur DB, Friedman S, Dorman M ve ark. Assessing the Family Environment of
Schizophrenic Patients with Multiple Hospital Admissions. Hosp Community Psychiatry
1986; 37:249-252
265. Reeves RR, Torres RA. Exacerbation of Psychosis by Misinterpretation of Physical
Symptoms. South Med J 2003; 96(7):702-704
147
Download