Dem. No:

advertisement
lblı
\
Dem. No:
Tas. No:
L
Çağ1m1zda Sosyal Değişme ve Islam
2002 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri
Yayın
No: 377
Sempozyumlar ve Paneller Serisi: 37
©Bütün Haklan Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir
1. Baskı, Şubat 2007, Ankara, 1.000 adet
ISBN 978-975-389-494-4
07.06,Y.0005.377
Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT
Kapak ve Iç Tasanm: TN Iletişim
Kufi Besmele: Hişam ei-Garavl
Uygulama: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan
Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti'nin
25.02.2003/1104-14 sayılı karanyla basılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Tıcaret Işletmesi'nin dizgi,
fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır.
TÜRKIYE DIYANET VAKFI
Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi
OSTIM Örnek Sanayi Sitesi
1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle 1 Ankara
Tel: 0312. 354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32
e-posta: tdvyayin@diyanetvakfi.org. tr
İslam Dünyası Kavramının Dönüşümü
Prof. Dr. Ahmet DAVUTOGLU
Başkent Üniversitesi
eni bir yüzyıla girdiğimiz bu dönemde 20. yüzyıl İslam siyasasının genel bir
değerlendinnesini yapmak hem son derece çalkantılı bir siyasi süreçten geçmekte olan İslam dünyasının siyasi panaramasını ortaya koymak, hem de gelecekteki görünüşünü belirleyecek temel meselelerini tanımlamak açısından son derece
önemlidir. İslam siyasasının bu yüzyıl içinde geçirdiği değişim süreci, bir taraftan
çağdaş İslam siyaset teorisi tartışmalarını diğer taraftan da bu tartışmaların içinde
geliştiği tarihi pratiği doğrudan etkilemiştir. İslam medeniyetinin tarihi birikiminin
getirdiği siyasi kavramlar ciddi muhteva değişikliğine uğramış, modernleşme ile
birlil'te yaşanan hızlı dönüşüm süreci, siyasi kültür ve kurumsallaşmayı derinden
etkilemiştir. Bu dönüşümün belki de en çarpıcı unsurlarından birisi "İslam dünyası" kavramının bizatihi kendisi ile ilgili yaşanan dönüşümdür.
İslam dünyasındaki modern dönem siyasi gelişmeler ve bu gelişmelerin teorik
ve pratik zemini, birbirinden farklılaşan ve her biri takriben 20. yüzyılın bir çeyreğini oluşturan dört ana dönem çerçevesinde ele alınabilir.
ı. 19. yüzyıl ikinci yarısında teorik ve pratik kaynaklarını bulan ve I. Dünya Savaşı sonuna kadar süren yan-sömürgeci dönem.
2. İki dünya savaşı arasındaki mutlak sömürgeci dönem.
3. IL Dünya Savaşı sonrasında sömürge devrimleri ile başlayan İKÖ'nün kurulması sürecine kadar süren ulus devlet sisteminin yaygınlaşma dönemi.
4. Uluslararası sistem ile İslam dünyasını oluşturan ulus-devletler arasındaki gerilimin arttığı moderniteden küreselleşmeye geçiş süreci.
Bu dönemlerin her birinde bir taraftan islam dünyasının yaşamakta olduğu iç
oluşum ve çelişkilerindiğer tarafta uluslararası sistemde ortaya çıkan dönüşümle­
rin etkisini görmek mümkündür.
Y
444 1Çagımızda Sosyal Değişme ve Islam
ı. 20. Yüzyıl Islam Siyasasının Dönemlendirilmesi
1.
Yarı-Sömürge
Dönemi
19. yüzyılın son dönemlerine hakim olan temel parametierin bir süreklilik halinde devam ettiği bu dönemde uluslararası bu sistemin sömürgeci bir yapı arzettiği ve
bu yapının Osmanlı Devleti dışında bütün İslam dünyasını egemenliği altına aldığı
bir dönemdir. Bu dönemde İslam dünyası tabiri geleneksel anlayışların izlerini de
bünyesinde barındırınakla birlikte genelde bir taraftan Osmanlı Devleti'ni, diğer taraftan da sömürge haline gelmiş Müslüman toplumlarını kapsıyordu. II. Abdülhamid'in benimsediği ve ittihad Terakki'nin de belli parametreler çerçevesinde sürdürmeye çalıştığı İslamcılık politikası İslam dünyasının bu ikili yapısı arasında bir
kader birliği oluşturmaktaydı. Osmanlı Devleti ne kadar güçlü olursa sömürge Müslün1anlan o ölçüde kendilerini güçlü hissediyorlardı, sömürge Müslümanlarının her
direnişi de Osmanlı Devleti için bir dayanak unsuru teşkil ediyordu .
.19. yüzyılda Kafkaslar' dan Kuzey Afrika'ya, U zak Doğu' dan Nijerya'ya kadar
uzanan hat üzerinde seyreden sömürgeci yapılada İslam toplumlan arasında gerilim her görüşten, her mezhepten ve her kesimden Müslüman toplulukları ortak kader bilincine sevkediyordu. Sömürgeci rekabetin uluslararası ilişkileri belirlediği bu
dönem İslam dünyasındaki sömürge karşıtı mücadelenirı teorik ve pratik yansırna­
larına şahit olınuştur. İki Balkan Savaşı, Trablusgarb Direnişi, Birinci Dünya Savaşı, İstikıai Harbi ve Hint-merkezli hilafet hareketleri bu mücadelenin pratik cephesini, özellikle İstanbul-Mısır-Hint eksenlerinde yoğunlaşan İslam dünyasının siyasi anlamda yeniden yapılanması konusundaki teorik çalışmalar, Cemaleddin Efgani'den Yusuf Akçura'ya, İkbal'den Mehmed Akife kadar uzanan reform çabaları,
Meşrutiyet ve,Hürriyet fikirleri bu dönemin teorik cephesini yansıtınaktaydı.
İslam dünyası kavramının muhtevası ve kapsamı ile ilgili olarak bu dönemde
yaşanan iki önemli gelişme söz konusudur:
a. Bu dönemin sonunu sin1geleyen Balkan Savaşlan ve I. Dünya Savaşı ile birlikte İslam dünyası Doğu Trakya dışında Avrupa irtibatını fiilen kaybetmiştir. Bu
durum İslamiyet'inAvrupa içindeki etkisi ve İslam-Avrupa ilişkileri açısından 1492
yılında Endülüs'ün düşmesinden sonra yaşanan en radikal değişim olmuştur. Bundan sonra İslam dünyası denince 20. yüzyıl boyunca yaklaşık bir yüz yıl Afrika ve
Asya odaklı bir imaj söz konusu olacaktır.
b. Klasik dönemdeki istisnai ve sınıili örnekler dışarda tutlllursa ilk defa yoğun
Müslüman toplulukların yaşadığı bölgeler gayrimüslim idareler altında kalmıştır.
İlk çarpıcı misali Küçük Kaynarca antiaşması sonrasında Kırım'da gözlenen bu yeni özellik klasik kavrarnlara dayalı tanımlamaları önemli ölçüde sarsmıştır. Tarihte
ilk defa bu dönemde ortaya çıkan Müslüman azınlıklar da temelde üç grup içinde
ele alınabilir:
(i) Cezayir Müslümanlarının Fransa, Sudan Müslümanlarının İngiliz egemenliği altına girmesi örneğinde görüldüğü gibi bulunduklan bölgede çoğunluk teşkil
eden büyük Müslüman toplulukların edilgen unsurlar haline dönüşmesi.
(ii) Bulunduklan bölgede azınlık alınakla birlikte önceki dönemlerde etkin olan
TebfıQier ve Müzakereler
1445
Müslüman grupların sömürge idareleri altına girmeleri ki, bunun en çarpıcı örnekleri kendi bölgelerinde uzun asırlar boyu egemenlik kuran Hint Müslümanlan ve
daha önce de azınlık durumunda olan Filipinler ve Afrika' daki bazı Müslüman topluluklardır.
(iii) Güçlü komşu ülkeler tarafından işgal edilmek suretiyle azınlık konumuna
düşen Müslüman gruplardır ki, bunlar daha çok Osmanlı Devleti'nin güç kaybetmesi ile oluşmuşlardır. Kınm ve Bosna Müslümanlan dışında Kazan ve Doğu Türkistan Müslümanlan da bu kategori içinde değerlendirilebilir.
2. Sömürge Egemenliğinin Keskinleşmesi
İki dünya savaşı arasındaki bu dönem İslam toplumlan açısından sadece 20.
yüzyılın değil, bütün bir İslam medeniyet tarihinin en radik~l değişikliklerinin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde uluslararası sistemin biri felsefi diğeri siyasi iki özelliği öne çıkmıştır: (i) Dinlerin etki alanının sistematik seküler ideolojiler karşısında gerilemesi ve bazı alanlarda marjinalleşmesi; (ii) Sömürgeci siyasal
yapılarm gerek kurumsallaşmaları, gerek etkinlikleri gerekse bilimseVfelsefi meşru­
iyyet alanlan açısından zirve dönemlerini yaşıyor olmalan.
Bu genel çerçeve içinde, bir bütün olarak hem de parça parça sömürgeci uluslararası sistem karşısındaki direniş noktalannı kaybeden İslam dünyası kültürel, siyasal ve ekonomik alanda üç temel nitelikle anılır hale gelmiştir: (i) İslam dünyası
kavramı Osmanlı Devleti'nin Avrupa'dan çekilmesiyle kültürel alanda hemen hemen tamamıyla Afro-Asya olgusu, (ii) Siyasal alanda Türkiye, İran ve Afganistan
hariç bir sömürge coğrafyası; (iii) Ekonomik alanda bir sömürge ekonomi-politik
sisteminin çevre/edilgen unsuru. Bu tablo ile İslam dünyası tarihinde ilk defa dünya sisteminin tamamıyla edilgen bir unsuru haline dönüşmüştür.
Dolayısıyla bu dönem İslam siyasasının temel teorik meselesini tarihi birikimi
içinde gelen kavram ve kurumların devre dışı bırakılması karşısında yeni bir çevrenin oluşturulması; pratikte ise siyasi merkez dışında kalmış olmanın getirdiği
problemleri cemaatleşme yolu ile aşma ve sömürgeci uluslararası sisteme karşı direnişi güçlendirme çabası olarak özetleyebiliriz.
3. Sömürge
Sonrası
Dönem: Müslüman Ulus-Devletlerinin
Oluşumu
Takriben 20. yüzyılın üçüncü çeyreğine tekabül eden bu dönemde uluslararası
sistemin iki ana özelliği vardır: (i) Çift kutuplu yapı ve (ii) IL Dünya Savaşı sonrasında Westfalyan ulus-devlet sisteminin Avrupa-dışı alanlara doğru yaygınlaşma
sürecine içine girmesi. Bu iki ana özellik bir taraftan ulus-devlet yapılanması ile yeni yeni tanışan Avrupa-dışı toplun1lan siyasal kültün ve kurun1sallaşma problemlerininderin etkisini yaşayarak devletleşme sürecine geçmelerine yol açarken, diğer
taraftan çift kutuplu yapının baskıları ile bu devletleşme süreci arasında doğrudan
bir etkileşim oluşturmuştur.
Bu dönemde İslam dünyasında da çift yönlü bir oluşum süreci yaşanmıştır: (i)
446 1Ça;)ımızda Sosyal Deıiişme ve Isiilm
Nüfusu Müslüman çoğunluklardan oluşan ulus-devletlerinin ortaya çıkması ve (ii)
Daha önce sömürge tebası olan ve bulundukları bölgede azınlık durumunda olan
Müslüman toplumların yeni ulus-devlet yapılannın azınlıklan haline dönüşmele­
n.
Müslüman topluluklardan oluşan ulus-devlet tecrübesi de siyasal dönüşüm açı­
radikal etkilerde bulunmuştur. Daha önce jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel bütünlük oluşturan alanlarda çok sayıda yeni devletin ortaya çıkınası bir
taraftan da yeni siyasal ünitelerin aralanndaki ilişkilerin tanımlanması problemini
beraberinde getirmiştir. Sınır kimlikleri ile Daru'l-İslam benzeri geleneksel kavram
ve bu kavrarnlara dayalı kimlikler arasındaki uyun1suzluklar siyasal kimlik ve meş­
ruiyyet problemle_ri yanında yeni gerilim alanlannın oluşmasına da yol açmıştır.
Geleneksel Osmanlı Millet sisteminin çözülerek önce sömürge yapılarının, daha
sonra da ulus-devletlerinin ortaya çıkınasının Ortadoğu ve Balkanlarda yol açtığı
yeni gerilim alanlan bunun en çarpıcı misalini teşkil etınektedir.
Bu dönemde İslam dünyası kavranu yeni oluşan Müslüman nüfusa sahip ulusdevletlerinin sınırlan ile özdeş bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
sından
4. IKÖ ve Uluslararası Sistemde Yaşanan Gerilimler
Bu dönemin de özellikleri iki ana parametre etrafıılda izah edilebilir: (i) Yeni
ortaya çıkan ulus-devletlerin uluslararası sistemin merkezindeki güçlerle ciddi gerilimler yaşaması ve (ii) Bu gerilimlerden kaynaklanan reaksiyon er iç dayanışma temayülünün artması. Filistin'de Arap devletlerinin Batı ülkeleri ile yaşadığı gerilim
ile başlayan , Türkiye'nin Kıbns konusunda başta ABD olınak üzere müttefiki olduğu Batı iliiCeleri ile yaşadığı blok-içi gerilimle devam eden, İran devrimi ve Afganistan elliadı ile ivme kazanan, Filistin İntifada hareketi ile kitleselleşen ve özellikle
Bosna ve Çeçenistan' daki gelişmelerle zirveye ulaşan bu gerilim dönemi bir taraftan Müslüman kitlelerin uluslararası sistemin işleyiş biçimine olan güvenlerinin
sarsılmasına yol açarken, diğer taraftan da 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki benzer bir
ortak kader bilincinin ve dayanışma ilitiyacının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu
dayanışma ilitiyacının bir ürünü olarak 1969'da kurulan İKÖ üyeliği bu dönemde
İslam dünyası kavramının en belirleyici unsuru olarak görülmeye başlanmıştır.
İKÖ üyelerinden oluşan İslam dünyası. algılanması Müslüman azınlıklann bu dünya ile olan ilişkisinin yeterince ele alınmaması sonucunu doğunnuştur.
ll. Soğuk Savaş Sonrası Dönem: Küreselleşme ve Islam Dünyası
Kavramındaki Dönüşüm
Bütün siyasi problemlerine, ekonomik ve askeri alandaki yetersizliklerine rağ­
men bugün İslam dünyası yeni ve daha büyük çaplı bir meydan okuma ile karşı
karşıyadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde küreselleşme çerçevesinde geliştirilen
analizlerde İslam dünyasının karşı kutba oturtulınası ve tehdit algılamalannın ana
odağı haline getirilmesi İslam toplumlannın tarilii serüveninin yeniden yorumlan-
-'
'
Tebfiğler ve Müzakereler
ması gereğini
20. yüzyılın son çeyreğinde politik nitelikli yenioryantalizmin kavramsallaştırması ile teorik bir zemin kazanan, Huntington Medeniyetler Çatışması tezi ile çatışmacı bir diyalektiğe dönüşen ve nilıayet ı ı Eylül
sonrasında küresel bunaluı1 analizlerinin ana unsuru halini alan bu yaklaşun biçimi İslam toplumlan ile ilgili son derece yüzeysel ve yanıltıcı bir yanılsamalar alanı­
nın oluşmasına sebep olmaktadır.
Bu.yanılsamalar dünyasında çoğu zan1an İslam medeniyeti insanlık tariliinin
genel akışından koparılmakta, İslam dünyası olarak adlandırılan coğrafyalardan ayrıştırılmakta, İslam toplumlan küreselleşme sürecinin ayrık otları gibi gösterilerek
insanlığın genel serüveninin dışına itilmeye çalışılmaktadır. İslam medeniyetinin
tarihi tecrübesi anlaşılmaksızın, İslam dünyası kavramının bizatihi kendisi yeniden
yorumlanmaksızın ve nilıayet İslam toplumlarının bir bütün olarak ve tek tek modenıleşme serüvenlerinin ana dinamikleri ortaya konmaksızın önümüzdeki dönemde yaşanacak derin yüzleşmelere nüfuz edebilmek de, bu yüzleşmelerin ortaya
çıkaracağı yeni konjonktürlere intibak edebilmek de mümkün değildir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan kapsamlı dönüşümün en çarpıcı boyutu İslam dünyası kavramının kendisinin kavramsal va coğrafi konumuyla doğru­
dan ilişkilidir. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde İslam dünyası kavramı Osmanlı Devleti ve sömürgeleşmiş Müslüman nüfus yoğunluklu topraklan kapsıyordu. İslam
dünyası kavramı20. yüzyılın ikinci çeyreğindeyalnızca Afro-Asya sömürge olgusu
olarak algılandı. Üçuncü safhada İslam dünyası iç işbirliği ve koordinasyondan
yoksun, çatışmakta olan bireysel devletler demeti anlamına geliyordu. ı9. yüzyıl
sonlarında Balkanlar için kullanılanAvrupa'nın Hasta Adamı söylemi etrefında dönen Ortadoğu için de kullanılmaya başlandı. Sistemik güçlerle İslam dünyası arasındaki çatışma bu dönemde Filistin üzerinqe olmasından dolayı İslam dünyası bu
aşamada Ortadoğu kavramı ve bu kavran1ın oluşturduğu genelde olumsuz imajlarla özdeşleştirildi.
İslam dünyası kavramının coğrafi anlamı Sovyet-sonrası dönemde İslam dünyasının Avrasya unsurlarının tekrar ortaya çıkmasıyla yeniden değişti. İki kutuplu
Soğuk Savaş döneminin sona em1esiyle yeniden ortaya çıkan İslam dünyasının Avrasya unsurları Asya-Afrikalı İslam dünyası irnajıyla ilgili radikal bir değişiklik demekti. İslam dünyası Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlarda yeni cumhuriyetierin ortaya çıkmasmın ardından Asya-Afrikalı olduğu kadar Avrasyalı birvarlık olarak görülmeye başlandı.
İslam dünyası kavramındaki diğer bir önemli değişiklik ise Cezayirlllerin Fransa'da, Pakistanlıların İngiltere' de ve Türklerin Almanya' da olmaları gibi Batı ülkelerinin bünyesinde güçlü Müslüman bir nüfus altyapısının oluşması ile ilgilidir. Bu
demografik unsur Türklerin Avrupa'ya göçü istisna, bu yüzyılın ikinci döneminde
sömürge etki sahasının yansımasıdır. Bugün Müslüman toplulukların üçte biri gayrimüslirnlerin çoğunluk olduğu ülkelerde azınlık olarak yaşamaktadırlar. Diğer bir
deyişle, İslam dünyası kavranu sadece coğrafi bir kuşağı yansıtrnakla kalmamakta,
ortaya
çıkarmıştır.
1447
448 1Çağımııda Sosyal Değişme ve Islam
gayrimüslim çoğunluğun yaşadığı ülkelerdeki demografik unsuru da kapsaınakta­
dır. Bu yüzden geleneksel coğrafi kuşaktaki Müslüman ülkelerle, onların dünyanın
diğer yerlerindeki demogragik uzantıları arasında bir bagımlılık artaya çıkmakta ve
İslam dünyası kavramı coğrafi bir tanımlama olmaktan daha çok demografikikültürel bir tanırnlaına niteliği kazanmaktadır.
İslam dünyasının küreselleşme süreci içinde yaşamakta olduğu bu kapsamlı dönüşümün İslam medeniyetinin bir taraftan hayat alanı bulduğu coğrafi mekanın
diğer taraftan da içinden geçerek olgunlaştığı tarihi sürecinin ürünüdür. Aslında
hem coğrafi hem de tarihi faktörler bir kültür birikimi olarak İslam medeniyetini,
bir demografik-coğrafi ünite olarak İslam dünyasını ve nihayet bir demografikinanç birimi olarak İslam toplumlarını, yaşanan bu sürecin en temel unsurları haline getirmektedir. İslam toplumlarının küreselleşme süreci ile köklü ve sağlıklı bir
yüzleşme içine girmeksizin tarihte yeniden etkin olabilmelerinin güç olduğu gerçeği açıktır. Ancak öte yandan, İslam medeniyet birikimi ile çift yönlü bir alış-veriş
içine girerneyen bir sürecin de gerçekten küreselleşebilmesi imkansızdır. İslam
dünyası bu yönüyle küreselleşmenin etkilediği bir havza olduğu kadar başlıbaşına
kendi ekseninde küreselleştirici bir nitelik taşıtnaktadır.
Bu çiftyönlü özelliğin kaynakları İslam medeniyet havzasının coğrafi, tarihi, demografik, kültürel ve stratejik yapısında bulunmaktadır. Coğrafi açıdan bakıldığın­
da İslan1 medeniyet havzası dünya anakıtası niteliğindeki Afro-Avrasya'nın kuzeygüney ve doğu-batı eksenlerinin merkezinde yer almaktadır. Kuzey-güney ekseninde Tataristan'dan Tanzanya'ya, doğu-batı ekseninde Mindanao'dan Fas'a kadar
uzanan bu merkezi konum küresel ölçekli herhangi bir kültürel, siyasi ve ekonomik
sürecin İslam toplumları ile bir şekilde etkileşin1e girmeden işieyebilmesini imkansız kılmaktadır. İslam toplumlarının etken role sahip olduğu kadar süreçler bu hat
üzerinde hızla yayılırken, edilgen olunan süreçler ciddi yüzleşmelen ve gerilimleri
beraberinde getirmektedir.
Afro-Avrasya anakıtası üzerindeki bu merkezi konum değişik medeniyet havzaları arasındaki yatay etkileşimin de, tarihi sürekliliği sağlayan dikey etkileşinün de
bir şekilde İslam medeniyet havzası üzerinde olmasına yol açan önemli bir etkide
bulunmuştur. Tarihi gelişmeler coğrafi konumun bu özelliğini destekleyen veriler
sunmaktadır. Afro-Avrasya anakıtasının optimal merkez alanında bulunan Hicaz' da doğan İslam medeniyet birikiminin klasik dönemdeki yayılması, daha önce
birbirleri ile yoğun etkileşime girınenüş Çin, Hind, Yunan, Akdeniz ve Afrika medeniyet havzaları arasındaki kültürel, ekonomik ve siyasi etkileşimi hızlandırmıştır.
Bu süreç içinde bir taraftan İslam medeniyeti diğer havzalara nüfuz edebilme imkanı kazanırken, diğer taraftan da bu etkileşim ile bütün birikimleri bünyesinde bir
şekilde barındımbilme kabiliyeri kazanarak kendini zengirıleştirmiştir.
Bu nedenledir ki, bugün dahi gerçek anlamda çok kültürlü şehir yapıları ancak
ve ancak İslam medeniyet havzasının klasik dönemdeki sembolik şehirlerinde gözlenebilmektedir. Bağdat, Kahire, Dellü, İstanbul, Saraybosna, Buhara, Marakeş vb.
~
1ı
~
~J~~j
Tebfiğler ve Müzakereler
1449
şehirler klasik dönemde İslam medeniyet birikiminin yönlendirdiği sınırlı küreselleşmenin izlerini taşımaktadır. Modem küreselleşmenin olağanüstü etkileme kabileyitine sahip araçlarına rağmen New York, Londra, Paris, Tokyo, Mexico City gibi İslam medeniyet havzası dışındaki büyük metropoller hala çok kültürlü bir şehir
yapısına kavuşamadıklan gibi, demografik çeşitliliği içselleştirebilmenin sıkıntılan­
nı yaşamaktadırlar.
İs1am medeniyet birikiminin bu coğrafi ve tarihi arka planının doğal bir sonucu olarak bir coğrafya, ırk ya da dil ile sınırlandırılamaması bu küreselleştirici etkinin hem en temel sebebi hem de en önemli sonucudur. Batı, Hirıd ve Çin medeniyetleri nihai ölçekte bir coğrafya, dil ya da ırk referansı ile ilişkilendirilebilirken, İs­
lam medeniyet havzasının herhangi bir unsura tek başına indirgenebil:qıesi çok
güçtür. Doğduğu alan ve dil kullanımı açısından Araplarla, son siyasal egemenlik
alanı açısından Türklerle özdeşleştirilen İslam medeniyeti en yoğun Müslüman nüfus barındıran ülkeler açısından ele alındığında Güney Asya ve Afrika (Endonezya,
Bengaldeş, Nijerya) nitelikleri ile ön plana çıkmaktadır. Bütün bu çeşidilikler içinde hiçbir ortak tarih mirasına sahip alınayan ve coğrafi temas imkanı sınırlı olan
Kazanlı, Tanzanyalı, Mindanaolu, Nijeryalı Müslümanların ortak kültürel sembollerde buluşabilmeleri, benzer bir hayat ritmini sürdürebilmeleri, farklı dilleri kullanınakla birlikte ortak kavram dünyasına sahip olabilmeleri İslam medeniyetinin
bu küreselleştirme kabiliyetinin bir sonucudur. Bugün de herhangi bir kültürel sürecin İslam toplumlarını dışiayarak ya da ihmal ederek başanya ulaşabileceğini düşünmek bu coğrafi ve tarihi gerçeklik alanını gözardı etmek anlamına gelir. Buna
karşılık İslam dünyası kavramını da bir taraftan İslam medeniyet havzasının klasik
merkez alanlarını diğer taraftan da Müslüman toplumların değişik medeniyet havzaları içindeki demografikikültürel uzantılc:rrını kapsayacak şekilde yeniden yorumlanmaksızın küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı meydan okumalara cevap
oluşturabilmek çok güçtür.
Teşekkür ederim.
Download