ÖZEL EGE iLKÖĞRETiM OKULU KONU : LOZAN ANTLAŞMASI HAZIRLAYANLAR : 8/C 894 349 469 478 Melike Alpak Gülfem İnaner Doğan Demir Eralp Özyağcı DANIŞMAN ÖĞRETMEN : Mustafa Rahmi Gürbüz 2002-Bornova İÇİNDEKİLER GİRİŞ……………………………………………………………………………3 TEŞEKKÜR…………………………………………………………………….4 1. KURTULUŞ SAVAŞI 1.1. Hazırlık Dönemi…………………………………………………..5 1.2. Sevr Antlaşması………………………………………………….5 1.3. Savaş Dönemi…………………………………………………….6 1.4. Mudanya Ateşkes Antlaşması…………………………………7 2. LOZAN ANTLAŞMASI 2.1. Lozan ve İsmet Paşa…………………………………………….8 2.2. Lozan Konferansı Çalışmaları…………………………………9 2.3. Lozan Konferansı’nda Görüşülen Konular………………...10 2.4. Lozan Konferansı’nda İkinci Aşama………………………...17 2.5. Lozan Antlaşması’nın Maddeleri ve Sonuçları…………….19 SONUÇ………………………………………………………………………..25 KAYNAKÇA…………………………………………………………………..26 2 GİRİŞ Türk Halkı, kendisini hiç de ilgilendirmediği halde 1. Dünya Savaşı’na katılmak zorunda kaldı. Bu savaşta çok büyük başarısızlıkları yoktu, fakat dostları yenildiği için yenik sayıldı. 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile cephedeki savaşlara son verdi. Ardından toprakları paylaşıldı. 15 Mayıs 1919’da, İzmir’in işgaliyle Kurtuluş Savaşımız başladı. Bu savaş önceki savaşların ekonomik, mali ve askeri olumsuzluklarına rağmen kazanıldı. Bu savaşta Türk Halkı yurdunu kurtarmak, bağımsızlığını sürdürmek için Mustafa Kemal’ in önderliğinde büyük bir mücadele verdi. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda cephelerde askeri başarıyı kazanan Türkiye, bu başarısını masa başında İtilaf Devletleri’ne kabul ettirmek için İsmet Paşa’ nın başkanlığında büyük bir uğraş verdi. Projemiz, Lozan’da yaşanan bu mücadeleyi anlatmaktadır. 3 TEŞEKKÜR Bugün var oluşumuzu Kurtuluş Savaşı ve bu savaşta büyük yararlılıklar gösteren ve canlarını vermiş adsız kahramanlara borçluyuz. Biz , var olma savaşı veren Türk Halkı’nın yakın geçmişte çektiği sıkıntı ve bu sıkıntının sonunda ulaştığı başarıyı konumuz olarak aldık. Bu çalışmalarımızda bize yardımcı olan Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi dersi öğretmeni Mustafa Rahmi Gürbüz’ e teşekkür ederiz. 4 1. KURTULUŞ SAVAŞI 1.1. HAZIRLIK DÖNEMİ Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra başlayan işgaller karşısında Osmanlı Hükümeti kayıtsız kalıyor, engellemeye yönelik hiçbir şey yapmıyordu. Fakat Mustafa Kemal tüm bu olumsuzluklara rağmen umutluydu. Anadolu’da işgallere karşı düzenlenen mitingler ve kurulan cemiyetlere dayanarak Türk Milleti’nin direnme azminde olduğunu ve başlamak için bir öndere ihtiyaçları olduğunu anladı. Bu fikrini de güvendiği arkadaşlarına anlattı ve millet egemenliğine dayanan kayıtsız, şartsız ve bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak üzere hazırlıklara başlamaya karar verdi. Osmanlı Hükümeti, Mustafa Kemal’I güvenliği sağlaması için Samsun’daki 9. Ordu Müfettişliğine atadı ve geniş yetkiler verdi. Mustafa Kemal de amaçlarını yerine getirebileceğini düşünerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı. Burada gerekli çalışmalarını bitirdikten sonra sırayla Havza’ya, Amasya’ya, Erzurum’a ve Sivas’a gidip kongreler düzenledi. Bu kongreler sonucunda; Anadolu ve Rumeli’deki milli cemiyetler birleştirildi, bir temsil heyeti kuruldu ve vatanı milletin savunacağına karar verildi. Ali Rıza Paşa’nın hükümete geçmesinden sonra temsil heyeti ve İstanbul Hükümeti Amasya’da görüştüler. Böylece Mustafa Kemal’in istediği Mebusan Meclisi İstanbul’da açıldı. Milli mücadele taraftarı olan milletvekilleri Mustafa Kemal’in başkanlığında Mebusan Meclisi’nin içinde Fetah-ı Vatan grubu kurdrlar. Bu grup, milli ve bağımsız Türk Devletinin sınırlarını çizdikleri Misak-ı Milli kararlarını İstanbul Hükümeti’ne Kabul ettirdiler. Ali Rıza Paşa’nın istifasından sonra göreve gelen Salih Paşa da Milli Mücadele taraftarı olunca İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal etti. Mustafa Kemal de İstanbul ile Anadolu’nun bağlantılarını kesti. Milleti savunacak bir yönetim gerekiyordu. Böylece 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. TBMM’de halk egemenliğine dayalı bir yönetim başladı. TBMM’ye karşı ayaklanmalar ve İtilaf Devletleri’nden de tepkiler gelmeye başladı. Bunun üzerine vatana ihanet kanunu çıkarıldı, Anadolu Ajansı ve İstiklal Mahkemeleri kuruldu. 1.2. SEVR ANTLAŞMASI İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı sonunda yenilmiş devletlerle ayrı ayrı barış antlaşması imzalamış, Osmanlılar ile sadece ateşkes yapmışlardır. Bu yüzden İtilaf Devletleri Osmanlı Hükümeti’ni barış şartlarını kabul ettirmek için Paris Konferansı’na çağırmışlardır. TBMM antlaşma imzalanmadan once Türkye’yi parçalayan bir antlaşmayı tanıyamayacaklarını bildirmişlerdir. Fakat İtilaf Devletleri Türk Milleti’ne 5 yaşama hakkı bile tanımayan bir antlaşma hazırlamış ve İstanbul Hükümeti’ne kabul ettirmişlerdir. Bunun üzerine TBMM bu antlaşmayı imzalayanları ve onaylayanları vatan haini ilan etmiştir. 1.3. SAVAŞ DÖNEMİ Mustafa Kemal, Kuvay-i Milliyelerin yetersiz olduğunu düşünerek düzenli bir ordu kurmuştur. DOĞU CEPHESi Bu cephede once Rusya’nın sonra da İngltere’nin kışkırttığı Ermeniler ile savaşıldı. Ermeniler I. Dünya Savaşı sırasında Erivan ve Gümrük’ü işgal etmişlerdi, esas amaçları Doğu Anadolu’yu topraklarına katmaktı. Kazım Karabekir’in yönettiği ordu, savaş sonunda Ermenileri yenilgeye uğratmıştır. 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma TBMM’nin imzaladığı ilk antlaşmadır ve doğu sınırımız büyük ölçüde belirlenmiştir. GÜNEY CEPHESi İngiltere’nin işgal ettiği Adana, Urfa, Maraş ve Antep’I alan Fransızlar buraları sömürgeleri haline getirmek istiyorlardı. Kuvay-ı Milliye ile birleşen halk kahramancamücadele edip, Fransızları isteklerinden vazgeçirmişlerdir. Fransızlar tam olarak Sakarya Muhaberesi’nden sonra yurttan atılmışlardır. Antalya’yı işgal eden İtalyanlar ile önemli bir çatışma olmamıştır. BATI CEPHESi İsmet Paşa’nın komutasındaki ordu bu cephede Yunanlılar ile savaşmıştır.Batıdaki ilk savaş olan I. İnönü Savaşı’nı Türk ordusu kazandı. Sovyet Rusya, Türler’e İtilaf Devletleri karşısında birleşmeyi teklif etti, böylece Doğu’da güvenlik sağlandı. Bu sırada Yunanlılar II. İnönü Savaşını başlattılar ve yine yenildiler. Fakat Türkler bu savaştan sonra ulaşım ve teknolojik açıdan yetersiz kaldı. Bunu fırsat bilen Yunanlılar Eskişehir-Kütahya Savaşı’nı başlattılar. Mustafa Kemal, zaman kazanmak için orduyu Sakarya’nın doğusuna çekti ve halktan ordu için yardım istedi. Yunanlılar tekrar saldırdılar. Sakarya Savaşı olarak adlandırılan bu savaşı da Türkler kazandı. Rusya ile Kars, Fransa ile Ankara antlaşmaları yapıldı. 26 Ağustos 1922’de Büyük Taaruz ile Yunan Kuvvetleri Dumlupınar’ın kuzeyine sürüldü. 30 Ağustos’ta da Başkomutanlık Meydan Muhaberesi olarak geçen saldırıyla düşman bozguna uğratıldı. 9 Eylül 1922’de son düşmanın da yurttan atılmasıyla Kurtuluş Savaşı bitmiş oldu. 6 1.4. MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan ve Türk-Yunan savaşına son veren antlaşmadır. Türk ordusu İzmir kapılarına dayanınca, İtilaf Devletleri Çanakkale boğazının Anadolu yakasına asker göndererek önleyici tedbir almak istedi. Bu yüzden 12 Eylül günü başlayan görüşmeler 23 Eylül’e kadar sürdü. İngiltere, İstanbul’un Türkler’e bırakılmasından yana, ama Trakya’nın terkine, yeni bir savaşı göze alacak kararlılıkla karşıydı. İngiliz hükümeti, üç devletin Mustafa Kemal Paşayı uyarması ve Türk ordusunun Trakya’ya geçirilmemesi kararını almıştı (15 Eylül). İstanbul’daki İngiliz kumandanı general Harrington, Mustafa Kemal Paşa’yı durumdan haberdar etmediği gibi, silâhlı çatışmaya yol açabilecek sert emirlerden de kaçındı. Türk ordusu birlikleri Çanakkale’de İngiliz mevzileri önüne kadar gelerek durmuştu. O günlerde bütün dünyanın dikkati bu noktaya çevriliydi, çünkü İngiltere başbakanı Llyod George, Reuter ajansı tarafından yayınlanan bildirisinde, İngiliz sömürgeleriyle Fransa, İtalya ve Balkan Devletleri’ni, Türkiye’ye karşı savaşa çağırır bir ifade kullanmıştır. Bu tutum, İngiltere’deki muhalefet çevreleri de dahil, bütün devletlerin tepkisine yol açtı. Fransa başbakanı Poincare, general Pelle’ye Çanakkale’deki Fransız askerlerinin yirmi dört saat içinde geri çekilmesi emrini verdi. İtalya da aynı tutumu benimseyince, Llyod George yalnız kaldı. Poincare, Türk milletinin, bütün islâm ülkelerinde takdirle karşılanan uyanış hareketini sempatiyle takip ettiklerini ve bundan böyle Doğu’da barışçı bir tutum benimseyeceklerini açıkladı. Fransa’nın bu davranışının, daha sonraki olayların gelişmesine önemli katkısı olacaktı. Nitekim Fransa’dan sonra İtalya’nın da direnmesiyle karşılaşan İngiltere, Doğu Trakya meselesinde yumuşadı. Varılan anlaşma gereğince Franklin-Bouillion, İzmir’e gönderildi; general Pelle’de daha önce İstanbul’dan İzmir’e gelmişti. Fakat bu arada İngiltere, Çanakkale’deki kuvvetlerini gittikçe arttırıyordu. Mustafa Kemal Paşa ile general Pelle arasında, İzmir’de, olumlu bir yönde devam eden görüşmelere, Franklin-Bouillion’da katıldı ve Mudanya Ateşkes Antlaşması için uygun ortam hazırlandı. 3 Ekim 1922’de İsmet Paşa, general Harrington (İngiltere), general Charpy (Fransa), general Hombelli (İtalya), Türk-Yunan savaşına son verecek olan antlaşmaların şartlarını görüşmek üzere Mudanya’da toplandılar. 11 Ekim’e kadar süren görüşmeler sonunda, Edirne dahil olmak üzere Doğu Trakya’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine karar vererek, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nı imzaladılar.Antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır : • • Bu antlaşmanın imzalandığı tarihten başlamak üzere, Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki fiili savaşa son verilecek. Yunan kuvvetleri Trakya’dan hemen çekilmeye başlayacak ve bu çekilme işlemi on beş gün içinde tamamlanacak. 7 • • • • • Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin jandarma birlikleri Trakya’ya geçerek bölgenin asayişini sağlayacaktı. Bu kuvvetlerin sayısı, subaylar dahil olmak üzere 8000 kişiyi geçmeyecekti. Trakya’nın Yunanlılar tarafında boşaltılması ve Türk jandarmasıyla mülki yönetimin yerleşmesi sırasında meydana gelecek olayları önlemek üzere, burada müttefik heyetleri ve yedi taburdan meydana gelen bir işgal kıtası bulunacaktı. Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, Trakya’ya askeri birlikler sokmayacak ve orada bir ordu bulundurmayacak. Barış antlaşması görüşmelerine en geç bir ay sonra başlanacak. İtilaf Devletleri’nin kuvvetleri, barış antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul’da kalacaktır. Ekim 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine gönderildi : “ İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetleri, Ankara hükümetini Doğu’daki savaşa son verecek bir barış antlaşması imzalanması için, 13 Kasım’da görüşmeye başlamak üzere çağırmakla şeref duyarlar. Delegelerin tam yetkili olması, fakat sayıca ikiyi geçmemesi, İngiltere, Fransa ve İtalya devletleri arasında kararlaştırılmıştır.” 2. LOZAN ANTLAŞMASI 2.1. LOZAN VE İSMET PAŞA Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ’nın Mudanya Ateşkes Antlaşması’na temsilci olarak atanmasını doğal karşılamak gerekir .Fakat Mustafa Kemal’in Barış Konferansı Temsilciler Heyeti başkanlığına seçmesi İsmet Paşa için tam bir sürpriz oldu. Atatürk Büyük Nutkun ’da bu olayı ve İsmet Paşa ’nın o günkü ruh halini şöyle anlatır: “Bursa’da kaldığım günler zarfında İsmet Paşa’ yı, Murahhaslar Heyet Reisliğini ifa edip edemeyeceğini, mevcut bunca malumatıma rağmen bir daha tetkik ettim. Mudanya Konferansı’nı nasıl idare ettiğini teferruatıyla anlamaya çalıştım. İsmet Paşa’ nın kendisine, tasavvurlarım hakkında hiçbir kelime söylemiyordum. Nihayet müspet olarak kararımı verdim. İsmet Paşa ’nın Murahhaslar Heyeti Reisi olması için, daha evvel Hariciye Vekili olmasını münasip gördüm. Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’ e hususi ve gizli olarak yazdığım bir şifre telgrafname de, kendisinin Hariciye Vekaletinden istifa etmesini ve yerine İsmet Paşa’ nın intihabına bizzat delalet etmesini rica ettim. Ankara’dan hareketimden evvel Yusuf Kemal Bey bana, Heyet-i Murahhasa Reisliği vazifesini en 8 iyi İsmet Paşa’ nın yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kemal Bey’ den, kendisine yaptığım teklifi iyi karşılayarak gereğine tevessül ettiğine dair cevap aldım. İşte ondan sonradır ki İsmet Paşa’ ya, emrivaki halinde, Hariciye Vekili olacağını, ondan sonra da sulh konferansına Heyet-i Murahhasa Reisi olarak gideceğini söyledim. Paşa birden bire şaşırdı. Asker olduğundan bahsederek özür diledi. En nihayet teklifimi bir emir telakki ederek itaat etti.” 26 Ekim 1922’de B.M.M bu seçimi oy birliğiyle kabul etti.2 Kasım’ da da konferans heyeti seçildi. Bunlar Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Rıza Nuri’dir. Lozan Konferansı, katılacaklar için her şeyden önce bir direniş yarışı olacaktı. Bu yarışa çıkacak Türk baştemsilcisinin özel nitelikleri olmalıydı. Yalnız askerlik, yalnız diplomatlık yetmezdi. Bir imparatorluğun yüzlerce yıllık hesapları görülecekti. Onun karşısına çıkacak baş delegeler dünyanın hakimleri olan devletler adına konuşacaklardı. Kendilerini dünyanın efendileri sayıyorlardı. Mustafa Kemal İsmet Paşa’ yı seçerken bütün bunları düşünmüş olmalıdır. İsmet Paşa rütbesinden üstün görevler almış, meslek dışı bilgisi ve kültürü olan uysal fakat karar yeteneğine sahip, sorumluluktan sakınmayan bir subay olarak Mustafa Kemal’in güvenebileceği bir kişidir. Ve henüz 34 yaşındadır. 2.2. LOZAN KONFERANSI ÇALIŞMALARI Lozan Konferansı 20 Kasım 1922 Salı günü öğleden sonra saat üçte, Lozan’da Mont Benon gazinosu salonunda açıldı. Davetçi devletler; İngiltere, Fransa ve İtalya idi. Konferansa Yunanistan’da katılıyordu. Ayrıca Türkiye ile savaş halinde sayılan Yugoslavya ve Romanya ile Japonya temsilcileri katıldılar. Karadeniz’de kıyısı olan devletler (Bulgaristan ve Sovyetler Birliği) temsilcileri Boğazlar konusu görüşülürken Konferans çalışmalarına katıldılar. ABD Lozan’a ancak bir gözlemci gönderdi. Konferansın açılışına ev sahibi olarak İsviçre konfederasyonu başkanı Hab yaptı. İsmet Paşa salona, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Kürzon’la beraber girdi. Bunlar kapıda görününce salondakiler ayağa kalktılar. İsviçre Konfederasyonu Başkanı sözlerini “Yeryüzünde iyi niyetli insanlara selam” sözleriyle bitirdi ve alkışlandı. Bu açılış töreninde İtalya Başbakanı Mussolini ile Fransa Başbakanı Poin Care’de bulundular. Açılış konuşmasından sonra konferansa başkanlık yapacak olan Lord Kürzon kürsüye geldi. Bir teşekkür konuşması yaptı ve sözlerini şöyle bitirdi : “Eğer murahhasların hepsi aynı uzlaştırıcı ruh ile çalışırsa masa üzerine gelecek her meseleyi halletmek ve sulhu yapmak arzusu ile duygulu bulunurlarsa, gayeye varmak kolaylaşacaktır.” 9 O gün konferansın böylece bitmesi beklenirken İsmet Paşa beklenmedik bir şekilde söz istedi. Mutlaka konuşmak istiyordu. Onu bu çıkışa yönelten Türkiye’nin bu konferansta davetçi devletlerin karşısında yer almasıdır. Davetçi devletler sıfatıyla İngiltere temsilcisi konuşunca, İsmet Paşa’ da karşı taraf olarak konuşmak istemiştir. İsmet Paşa konuşmasında Türkiye’nin uğradığı haksızlıkları, Anadolu’ya saldırıları, ülkedeki büyük yıkımı, “hala bu dakikada bile bir milyondan fazla masum Türk’ün, Küçük Asya ovalarında ve yaylalarında, evsiz, ekmeksiz dolaştıklarını” sert bir dille hatırlatmıştır. Konferansın ilk toplantısı 21 Kasım Çarşamba günü saat 11’de başladı. Şartlar zor, hava ağırdı. Türk heyetinin bazı istekleri reddedildi. Türk heyeti, esas komisyonlardan birinin başkanlığını istedi. Fakat istek reddedildi. Konferansta Fransızca konuşulacaktı. İsmet Paşa Fransızca ve Almanca biliyordu. Konferansta üç esas komisyon kuruldu: 1- Topraklara, askerliğe ve Boğazlara ait işler komisyonu 2- Azınlıklar komisyonu 3- Mali, ekonomik ve hukuki sorunlar komisyonu 2.3. LOZAN KONFERANSI’NDA GÖRÜŞÜLEN KONULAR BATI TRAKYA SORUNU Konferansta karşılaşılan ilk çetin sorunlar, Trakya sınırları, Musul sorunu, adalar, onarım sorunları ve Boğazlar sorunu problemlerdi. Konferansın açılışından bir ay sonra bile bu sorunlardan hiçbiri üzerinde anlaşmaya varılamadı. Lozan’da ağır bir hava esmeye başladı. Ankara ile görüşmek için ülkeye dönen konferans üyesi Hasan Bey’ in anlattıkları sonunda BMM’ de heyecanlı konuşmalar oldu. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey şöyle haykırdı: “Türkiye’nin barış için yalvaran temsilcileri eli boş dönecek olursa, o vakit ister istemez, doğu ve bütün dünyanın milletleri birlik halinde ayaklanacaklardır.” Trakya, doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılır. Batı Trakya, Meriç’in batısında Ege Denizi ile Rodop Dağları arasında kalan topraklardır. Gümülcine, İskeçe, Dedeağaç, Ferecik bölgeleri buraya dahildir. Lozan Konferansı sırasında Batı Trakya’da nüfusun ezici çoğunluğu Türk’tü. Fakat bu toprakları Balkan Savaşında kaybetmiştik. Bu nedenle karşı taraf Balkan Savaşında çizilen sınır üzerinde tartışma kabul etmediler. Batı Trakya için yapabileceğimiz bir şey kalmadı. 10 BOĞAZLAR SORUNU İngiltere ve Fransa, Lozan Konferansı’na Türk-Sovyet ilişkilerini bozma amacıyla gitmişlerdir. Lord Kürzon, 13 Şubat 1923’te Lordlar Kamarasında Lozan’da güttüğü amacın Türkiye’yi Rusya’dan ayırmak olduğunu açıklamıştır. Fransa ise İngiltere’nin paraleline girdiği halde Lozan’da Türkiye’nin koruyucusuymuş iddiasını sürdürmeye çalışmıştır. İngiltere’nin Lozan öncesinde Türkiye ile gizli bir pazarlığa giriştiği bile ileri sürünmüştür. İddiaya göre, Lord Kürzon, Fransa’nın haberi olmadan, Türkiye ile gizli görüşmeler yapmış, bu görüşmelerde Türkiye Boğazları savaş gemilerine açtığı taktirde, İngiltere’nin kapitülasyonlar ile mali ve ekonomik sorunlarda Türkiye’ye destek olacağını bildirmiştir. Bununla birlikte Lozan’a doğru Türkiye’nin tutumunu, bu emperyalist girişimlerden çok, barışa varmak isteği etkileyecektir. Mustafa Kemal, İzmir ve Bursa’yı kurtardıktan sonra Çanakkale’ye doğru ilerleyerek, daha önce gördüğümüz üzere, Boğazlar için İngilizlerle savaşın eşiğine gelecektir. Fakat Mustafa Kemal bu eşiği açmamak için büyük dikkat gösterir. Nitekim Ordu’yu Boğazlar’ dan geçirip Doğu Trakya ve İstanbul’u kurtarmak ve Boğazlar ’a el koymak yerine, Mustafa Kemal, buraların kurtuluşunu barışın imzasına bırakır ve Boğazlar’da bir uzlaşma zemini arar. Türkiye için en uygun çözüm yolu, elbette ki, beş yüz yıldır olduğu gibi, Boğazlar’ı Türkiye’nin tek başına koruması ve Boğazlar’ a tam egemen bulunması, Türk Donanması’ndan başka bütün savaş gemilerine Boğazlar’ ın kapalı tutulmasıdır. Sovyetler Birliği, Lozan’da bu tezi savunur. İngiltere ise, 1914 yılından önce Çarlık Rusya ‘sının Boğazlar’ ın savaş gemilerine açık olmasını istemesine karşılık, kapalı tutulmasını savunurken, bu kez Boğazlar’ ın savaş gemilerine açık bırakılmasını, Boğazlar ve Marmara’nın silahlardan arındırılmasını ve bu işi milletlerarası bir komisyonun düzenlemesini ister. Boğazlar’ ın böylece Türk kontrolünden çıkıp en güçlü denizci devlet İngiltere’nin kontrolüne gireceği ve İngiliz savaş gemilerinin gerektiğinde Güney Rusya ve Kafkasya’yı tehdit altında tutacağı umulmaktadır. Bu iki karşıt tutum arasında Türkiye bir an önce barışı imzalaya bilmek için uzlaşıcı ve orta yolcu gözükmüştür. Boğazlar’ ın iki yakası Türkiye’nin elinde bulunduğu sürece, Boğazlar Bölgesi silahsızlandırılırsa dahi, savaş gemilerinin belli sınırlar içerisinde Karadeniz’e geçmesinin Türkiye ve öteki Karadeniz devletlerinin güvenliğini ciddi olarak tehdit etmeyeceği düşünülmüştür. Türkiye’nin Boğazlar’ ın hemen yakınında bulunduracağı Ordu birlikleriyle güvenliğin sağlanabileceği umulmuştur. İsmet Paşa, 31 Ekim 1922’de Sovyetler’ in Ankara Büyükelçisi Aralof’ la yaptığı görüşmede, Türk askerinin en modern silah ve araçlarla Boğazlar’ ı tam kontrolünde tutmasını isteyen Rus tezine karşılık, yukarıdaki düşüncelerle, Türkiye’nin daha uzlaşıcı bir tutum takınacağını belirtir: 11 “İleri sürdüğünüz Boğazlar rejimi ile ilgili formül, Milli Misak’ın ve Moskova Antlaşması’nın sınırlarını Türkiye’den yana genişletmektedir. Biz, çok doğaldır ki, bütünüyle görüşlerinizi paylaşıyoruz. Ama, Boğazlar’ın berkitilmesi konusunda Konferansa sizin formülünüzü öneremeyiz. Çünkü Batılı Devletler bunu, Boğazlar’ı kapamak isteği olarak anlayacaklardır. Bu ise, bizim için elverişsiz bir durum yaratacaktır. Gerçekte Boğazlar’ın iki yakasını elimizde tutmakla, berkitmeden de, kendi gücümüzle de elbette savaş gemilerini sokmamakla Boğazlar’ ın serbestliğini sağlayabiliriz.” Bu nedenle, Türkiye, Boğazlar’daki egemenliğinin kısıtlanmasını yaşamsal saymamış, bu yüzden İngiltere ile savaş rizikosunu göze almamış ve hatta bu konuda ABD dahil bütün Batılı büyük devletlerin İngiltere’nin peşinde bir cephe teşkil ettiklerini görünce, ekonomik bağımsızlığımızın sağlanmasına karşılık Boğazlar sorununu bir ödün olarak kullanmıştır. Bu konuda Aralof’un açıklamaları ve yorumları ilginçtir: “Lozan’daki Türk delegelerinin hakkını vermek gerek. Gerek Delegasyon Başkanı İsmet Paşa, gerek öteki üyeler, Yeni Türkiye’nin mevzilerini inatla savundular. Yalnız Boğazlar sorunu bir farklılık teşkil etti. İsmet Paşa bu konuda çabucak mevzilerini teslim etti. Bu özveri bizim hesabımıza, bir dereceye kadar da Türkiye’nin milli çıkarları hesabına olmuştu. Türkler için, Boğazlar, genel dış politika sorunlarının ancak bir parçası idi. Boğazlar, bir pazarlık konusu durumunu aldı. Türk Hükümeti, İngiltere’nin ve öteki Batılı devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar’ dan serbestçe geçişi sorunuyla yakından ilgilendiklerini biliyor, Boğazlar işinde özveride bulunduğu takdirde kapitülasyonlar, toprak ve maliye işlerinde bir başarı sağlayabileceğini umut ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, Sovyet Hükümeti’nin Boğazlar yüzünden Türkiye ile bozuşmayacağı, bunun önemli bir sorun olmakla birlikte, Sovyetler Birliği ile Türkiye ve öteki Doğu’lu ülkeler arasındaki genel politik bütün içinde, ancak bir parça oluşturduğu noktasına dayanmakta idi. Mustafa Kemal, İngiltere ve Fransa’nın, Rusya ile Türkiye’ye yaptıkları askeri müdahalelerde iyice canlarının yandığını, onların iç politik durumlarındaki kararsızlığın, milletlerarası politik ve ekonomik sorunlardaki anlaşmazlıkların, kamuoyunda savaşa karşı artan hoşnutsuzluğun İtilaf Devletleri’ne, yakın bir tarihte yeni bir askeri saldırıya izin vermeyeceğini birçok seferler ima etmişti. Mustafa Kemal’e göre, bu süre, Türkiye ile Rusya’ya durumlarını güçlendirmek, Boğazlar rejiminde değişiklik yapmak olanaklarını verecektir. Boğazlar rejiminde İngiltere’ye verilecek ödün, Türkiye’ye Lozan Konferansı’nın gündeminde bulunan başka sorunlarda başarılar elde etmek olanağını sağlayacaktır... 12 Mustafa Kemal, boğazlar sorununda özveride bulunarak, ama Boğazlar’ı istediği zaman kapamaya yetecek kadar garantileri elinde tutarak, Kürzon’u aldatmayı düşünüyordu.” Öte yandan Balkan Savaşı’ndan beri ağır bir mücadelenin içinde bulunan Türkiye, gerçekten yorgundur ve barışa susamıştır. Buna rağmen, İngiltere ile Boğazlar için savaşı göze aldığı takdirde, Rusya, Türkiye ile birlikte savaşa katılacak mıdır? Başbakan Rauf Orbay, bu soruyu Rus Büyükelçisine yöneltir: “Eğer konferans kesilirse, İngiltere bize karşı düşmanca bir harekete geçecektir. Bu hareket, herhalde İngiliz filosunun Karadeniz kıyılarına karşı bazı davranışları olarak ortaya çıkacaktır. Bu takdirde Sovyetler Birliği açıkça bizden yana, İngiltere’ye karşı çıkacak mıdır? İngiliz filosunun Karadeniz’e çıkmasına engel olmak için bizimle birlikte Boğazlar’ ı savunacak mıdır?” Aralof, soruyu cevapsız bırakmıştır. İşte bu koşullarda, Lozan’da Türkiye, Boğazlar sorununda İngiltere’ye ödün vermiş, Sovyet dostluğundan ayrılıyormuş izlenimi yaratmıştır. Boğazlar sorunu konferansın 1. bölümünde ele alınıp görüşülmüştür. Konferansa ara verildikten sonra ikinci kez toplanıldığında bu sorun tekrar ele alınmamıştır. Çünkü bu konuda İsmet Paşa ile Lord Kürzon anlaşmış bulunuyorlardı. Boğazlarla ilgili görüşmelerde yukarıda anlatılanlarda da görüleceği gibi İngiltere ve Rusya arasında yoğun tartışmalar yaşandı. Rusya delegasyonu başkanı olan Çiçe-r in, Rusya’nın güvenliği açısından Boğazlar’ ın her yönüyle Türkiye’nin kontrolüne bırakılmasını istiyordu. İngiltere temsilcisi ve Konferans başkanı Lord Kürzon ise Boğazlar’ın yönetim rejimi konusunda söz sahibi olmayı ve böylece Rusya’yı güneyden kuşatmayı amaçlıyordu. Konferans ikinci kez toplandığında Rusya Çiçerin’ in yerine Roma Temsilcisi Vorovski’ yi Lozan delegasyonu başkanlığına getirir. İngilizler Boğazlar konusunda varılan anlaşmanın imzalanmasına Ruslar’ dan isterler. Vorovski imzalamaz. Vorovski’ nin konferans çalışmalarına katılmasına izin verilmez. Kaldığı otelde İsviçreli faşistlerce vurulup öldürülür. Boğazlar sözleşmesi Lozan Antlaşmasıyla beraber 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanır. Sovyet temsilcisi imzada yoktur. Sözleşme üç hafta kadar sonra Roma’da Vorovski’nin yerine gelen temsilci tarafından protestolarla imzalanır. Fakat Sovyet hükümeti Boğazlar sözleşmesini onaylamaz. Lord Kürzon’un Lozan’da iki ülke arasında ilişkileri bozma yolunda hayli başarılı olmasına rağmen, bu dostluk, her iki taraf da İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin ara bozma oyunlarını ve amaçlarını iyi değerlendirdiklerinden, bozulmaz. Atatürk 13 döneminde, Boğazlar ve Türkiye arazisi hiçbir zaman Batı emperyalizminin amaçları için kullanılamaz. Atatürk, buna kesinlikle izin vermez. Karşı taraf da bunu bilir ve Milliyetçi Türkiye’nin Batı emperyalizmine silah alabilmek yada borç para bulabilmek gibi çeşitli ihtiyaçlar yüzünden de olsa, boyun eğmeyeceğine ve komşularının güvenliği için bir tehdit oluşturmayacağına güvenir. AZINLIKLAR SORUNU İtilaf Devletleri Türkiye’de azınlıkların korunmadığı görüşündeydiler. Azınlar sorunu görüşülürken Lord Kürzon Türk topraklarındaki 3000000 Ermeni’den bugün ancak 130000 Ermeni kaldığını ileri sürdü. İsmet Paşa yabancı kaynaklara da dayanarak dünya üzerinde bile toplam 3000000 Ermeni olmadığını, I. Dünya Savaşı’nda Ermeni komitecilerin faaliyetlerini anlattı. Konferansa bir bildiri sundu. Bildiri şöyle özetlenebilir: “Türkiye’de azınlıkların hakları Türkiye hükümeti tarafından, Avrupa’da imzalanmış olan antlaşmalardaki esaslara uygun olarak korunacaktır. Bunun içinde Türkiye’ ye komşu ülkelerdeki Türk azınlıkların hakları da aynı esaslarla korunmalıdır.” Böylece İsmet Paşa Yunan topraklarında kalacak Türklerin çıkarlarını da korumak istemiştir. İsmet Paşa Ermeni sorununu Lozan’da görüşme masasına getirilmemesi için daha önceden özel bir yemekte Lord Kürzon’ la anlaşmıştı. Kürzon konuyu konferansa getirince İsmet Paşa buna alınmış, toplantı bitiminde Kürzon’ u beklemeden salonu terketmişti. Peşinden yetişen Kürzon, İsmet Paşa’ nın koluna girer ve : “ Generalim, şu Ermeni meselesine, bu kadarcık bir cenaze törenini çok mu görüyorsunuz?” der. Azınlıklar Komisyonunda görüşülen bir konu da Patrikhane konusudur. Rumların bağlı olduğu Ortodoks kiliselerinin bağlı olduğu merkez İstenbul-Fener’de bulunan Patrikhanedir. Patrikhanenin başında Patrik (Rum Başpapazı) bulunur. Osmanlı ülkesindeki Ortodoksların kiliselerde de dini başkan olarak Metropolitler bulunurdu. Örneğin, Trabzon Metroplidi, Niksar Metropolidi, Erdek Metropolidi gibi. Bu dini bölgeler Osmanlılar’dan önce de vardı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alınca Patrikhaneye dokunmamıştı. Ancak Lozan Konferansına gelinceye kadar çok şey değişmişti. Rus ve Bulgar Ortadoksları ayrı patrikhaneler kurmuşlar ve Fener Patrikhanesinden ayrılmışlardır. Anadolu’da ise Rum kalmadığından Metropolitler anlamını yitirmiştir. Bu durumda Fener Patrikhanesi Yunanistan ‘a taşınsa daha anlamlı olurdu. Ama tarihsel tutuculuk bağlarıyla Yunanlı ve Avrupalılar, Patrikhanenin İstanbul’da kalmasını istediler. Halbuki Lozan’dan sonra en iyimser rakamlarla Türkiye’de 100000 kadar Rum kalacaktı. Buna rağmen Patrikhanenin İstanbul’da kalması kabul edildi. 14 MUSUL SORUNU Lord Kürzon ‘un konferansta en çok sinirlendiği konuların başında Türkiye’nin güney sınırları konusu geliyordu. Çünkü bu sınırlarda Türkiye doğrudan doğruya İngiliz çıkarlarıyla çatışıyordu. Yarının zengin petroller bölgesi İngiliz çıkarları için çok önemliydi ve Türkiye ‘nin burada egemenliğini kesin olarak istemiyorlardı. İsmet Paşa uzun bir bildiri okuyarak Türkiye’nin Musul’u başka bir devlete bırakmayacağını açıkladı. Bunun dayanaklarını da şöyle sıraladı: “- Musul ilinde halk çoğunluğu Türktür. -Coğrafi ve siyasi açıdan Musul Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır. -Musul ili, ülkemizin diğer birçok kısımları gibi Mondros Ateşkes’ inden sonra İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Bu nedenle aynı duruma uğramış diğer topraklarımız gibi bize dönmelidir.” Lord Kürzon, İsmet Paşa’ nın görüşlerine uzun karşılıklar verdi. Fransa ve İtalya temsilcileri de onu desteklediler. İsmet Paşa görüşlerinde direnince, Lord Kürzon İngiltere’nin bu sorunu savaşla halletmeyi gücü bulunduğunu söyleyerek açık bir tehdit savurdu. İtilaf Devletleri temsilcileri Musul sorununun Milletler Cemiyeti’nde çözülmesini istiyorlardı. İsmet Paşa bu görüş karşısında: “Dünyada hiç kimse Musul meselesinden dolayı barışın tehdit edilmesini istemez” dedikten sonra bu konuda Dünya Kamuoyunun Türk davasına destek olacağı kanısını açıkladı. Lord Kürzon ise Dünya kamuoyu belirince İsmet Paşa’ nın bundan hayret duyacağı şeklinde bir espri yaptı. Böylece Musul sorunu bir görüş birliği sağlanmadan, Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine dolayısıyla bir ertelemeye sürüklenme başladı. Bu sıralarda Ankara’da BMM’ de konu ile ilgili sert sözler söyleniyor, savaştan söz ediliyordu. Fakat yeni bir savaşa girişecek durumda olmadığımız da bir gerçekti. Sevr Anlaşması’nda Fırat’ın doğusunda ve Ermenistan ile Irak ve Suriye arasında kurulması için kararlar alınan Kürdistan sorunu Lozan’da pek tartışma konusu olmadı. Çünkü Türkiye’de yaşayan Kürtler adına Lozan konferansına yapılan bir başvuruda, kendilerinin Türkiye’den ayrılmak istemedikleri ve Türkiye sınırları içinde Türkiye vatandaşı olarak yaşamak istedikleri bildirilmişti. KAPİTÜLASYONLAR VE OSMANLI BORÇLARI Bilindiği gibi kapitülasyonların tarihi 1535 yılına Kanuni Sultan Süleyman’a dayanır. Başlangıçta Osmanlı Devleti için bir sorun oluşturmayan Avrupalılara tanınmış bu ticari ayrıcalıklar imparatorluğu son devrin de yarı sömürge haline getirmiştir. Türkiye kapitülasyonlar yüzünden gümrük bağımsızlığından yoksundu. Bu nedenle yerli 15 endüstri korunamıyor ve ülke endüstrileşemiyordu. Lord Kürzon ve yandaşları kapitülasyonları “Türkiye’nin ticaret ve servet kaynaklarının geliştirilmesi için yabancılara verilmiş güvenceler saydıklarını bildirdiler. İsmet Paşa: “Yabancıların Türkiye’deki durumu, bağımsız ve kendi kaderine sahip uygar ulusların yasalarına benzer yasalarla garanti edilmiştir” diyerek ayrıca kapitülasyonlara gerek olmadığını bildirdi. Ayrıca şunları söyledi: “Kapitülasyonlar iki taraflı sözleşmelerden oluşsa bile bunların sonsuz olamayacağını belirterek, süreleri belirli olmayan antlaşmaların taraflardan yalnız biri tarafından yürürlükten kaldırılabileceğini söyledi.” Osmanlı Devleti’nin yerine yeni bir devlet kuruluyordu, Bu devleti kapitülasyonlarla bağlı kılmak mümkün değildi. İtilaf Devletleri kapitülasyonları devam ettirmelerinin söz konusu olamayacağını görüyorlardı. Buna rağmen direniyorlar ve hatta tehdit ediyorlardı. İsmet Paşa Lozan’a ait anılarını yıllar sonra anlatırken şu olayı aktarmıştır; “Orada bir akşam İngiliz baştemsilcisi Lord Kürzon yanında Amerika temsilcisi varken bana şöyle dedi: -Tartışıyoruz. Aylardan beri istediklerimizden hiç birini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama neyi kabul etmezseniz onu cebimize saklıyoruz. Ülkeniz harap haldedir. Yarın geleceksiniz bunları onarmak için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman bu cebime koyduklarımdan her birini çıkarıp size vereceğim... Ben cevap verdim: -Çok emekle bu sonuca varmışızdır. Şartlarımız milletimize göre haklıdır. Bunları ne olursa olsun alacağız. Biz bunları alalım, siz şimdi verin, sonra gelirsek istediğinizi yapın.” Lozan’da kurulan Mali ve Ekonomik İşler Komisyonunda görüşülen önemli konulardan biri de Osmanlı Borçları sorunuydu. Bundan başka bu komisyona, işgal devletlerinin işgal masraflarının ve zararlarının Türkiye tarafından ödenmesi gibi saçma hatta eğlenceli teklifler de getirildi. Osmanlı Devleti borçluydu. Bu borçlar 1854’ten beri birikmeye başlayarak süregelmişti. Borçlandırma, faiz ve ödemelerde yüz yılın en düzenbaz oyunları yürütülmüştü. Ama ne varki, şimdi yeni Türkiye bu borçların sorumlusu sayılıyordu. Yeni Türkiye aslında kendine ait olmayan bu borçlardan kendine düşecek payı yinede kabul ediyordu. İmparatorluk parçalanmıştı. Düyun–u Umumiye (genel borçlar) bu parçalar arasında paylaştırılmalıydı. İşgal masraflarının istenmesi ise tek kelime ile gülünçtü. Tam tersine yanmış yıkılmış Türkiye’nin zararlarının karşılanması gerekiyordu. İsmet Paşa bu görüşleri belirten bir konuşma yaptı. Türkiye Mondros Ateşkesi’nden sonra, ateşkes kurallarına aykırı olarak yapılan işgallerin kendisi istememişti. Yunanlıların yaptığı yıkım söz konusu olduğunda söz alan Yunan baştemsilcisi Velizelos’un şu sözleri bir ibret belgesi gibidir: 16 “ Yunanistan sadık bir müttefik olarak görevini sonuna kadar yapmış olmanın şerefini ister. Biz Anadolu’ya toprak almak için gitmedik. Müttefiklerimize karşı sözümüzü yerine getirmek için savaşa girdik.” Venizelos İngilizlerin ve Fransızların şerefli bir hizmetçisi olmanın ödülünü aldı. Ege Denizi’nden Sakarya’ya kadar uzanan yangın harabeleri ve toptan öldürmeler için konferans tarafından hiçbir tazminata mahkum edilmedi. Demek ki Yunanistan çocuklarını, başkalarının hesabına ve bir kumar uğruna Anadolu topraklarında eritmişti. Bu arada onbinlerce Türk canından,evinden barkından oldu. Venizelos hem doğru hem de yalan söylüyordu. İtilaf Devletleri elinde bir alet olduğu doğruydu. Ama sanıyordu ki maceranın sonu Trakya’yı, İstanbul’u, Batı Anadolu’yu kazanmak olacaktır. Fakat hesapları yanlış çıktı. 2.4. LOZAN KONFERANSI’NDA İKİNCİ AŞAMA Lozan Konferansının ana konularını yukarıda özetledik. Bu konulardan hiçbiri konferansın birinci aşamasında kesin bir karara bağlanamadı. İtilaf Devletleri temsilcileri 31 Ocak 1923’te kendi aralarında toplanarak Türk tarafına bir barış antlaşması projesi verdiler. Türkiye’nin bunu dört gün içinde inceleyip yanıtlamasını istediler. İsmet Paşa Türk tarafının bulunmadığı bir toplantıda hazırlanan projeyi imzalamadı. Üzerinde anlaştığımız bazı konuları imzalayalım dedi. Karşı taraf bunu kabul etmedi ve 4 Şubat 1923’te ülkelerine geri döndüler. Türk Temsilciler Kurulu da bunun üzerine Ankara’ya döndü. Böylece 20 Kasım 1922’den beri devam eden görüşmeler kesildi. Karanlık ve belirsiz günler başladı. Türkiye barış istiyordu ama barış olmamıştı. Mustafa Kemal barışın bir an önce yapılmasını ve ülkede yapılmasını düşündüğü işlere başlamayı istiyordu. Ama işte olmamıştı. İtilaf Devletleri barışı tamamen askıya alıp erteleyebilirler miydi? Bu biraz zordu. Çünkü Türkiye’nin güvenlik düşüncesi ile Sovyetler’e daha çok yaklaşmasından endişe ediyorlardı. Sonra savaşı kazanmış bir ülkenin toprakları üzerindeki işgali devam ettirmeleri de dünya kamuoyuna karşı pek olası değildi. İsmet Paşa Ankara’ya dönünce mecliste şiddetli tartışmalar yaşandı. Meclis’ te İsmet Paşa’ ya ve hatta Mustafa Kemal’e karşı sert çıkışlar yapıldı. 8 Mart 1923’te Konferans’ ın yeniden toplanması için Ankara’dan ilgili devletlerin dışişleri bakanlıklarına çağrı yapıldı. 28 Mart’ta verilen bir yanıtta görüşmelere yeniden başlanmasının kabul edildiği bildiriliyordu. İkinci görüşmeler 23 Nisan 1923’te başladı. 24 Temmuz 1923’e kadar tam 4 ay sürdü. Bu üç ay hem İsmet Paşa için hem de Ankara’daki Meclis ve Mustafa Kemal için çok sıkıntılı geçen bir dönem oldu. Gerilen ipler bazen kopacak gibi oldu. Bir aralar İsmet Paşa’ nın ya hükümet tarafından geri çağrılması ya da onun Lozan’ı bırakıp geriye dönmesi bile söz konusu oldu. Başbakan Rauf Bey ile İsmet Paşa arasındaki anlaşmazlıklar iyice su yüzüne çıkmıştı. Rauf Bey İsmet Paşa’ nın Lozan’a gönderilmesini bir türlü hazmedememişti. 17 Onun Lozan görüşmelerinde yeterince Türkiye’nin isteklerini savunamadığını düşünüyordu. Örneğin İsmet Paşa Karaağaç Kasabası ve çevresinin Türkiye’ye verilmesi karşılığında Yunanlıların savaşta yol açtıkları yıkım için tazminat ödemelerinden vazgeçebileceklerini söylemişti. Rauf Bey ise buna karşı çıkıyordu. Yunanistan’ın maddi bir tazminat ödemesini istiyordu. İsmet Paşa Yunanlıların bir tazminata mahkum edilseler bile bunu ödeyecek paraları olmadığını bu nedenle toprak almanın daha akılcı bir çözüm olduğunu düşünüyordu. İsmet Paşa ile Başbakan arasındaki bu sürtüşme Mustafa Kemal’i de zor durumda bırakıyor, bu nazik dönemde arabulucu olmak için olağanüstü bir çaba harcıyordu. Bir ara İsmet Paşa Rauf Bey’e şu telgrafı çeker: “Bütün hareket hattının, bütün ayrıntılarıyla Ankara’dan idaresi arzu ve eğilimi, müzakerelerin en faydalı şekilde idaresi ve hayırlı bir barışa varmak iktidarını murahhaslar heyetinin çalışma imkanları dışında bırakmaktadır(yani buna mani olmaktadır). Hükümetçe tercih edilen bu şekil, 93 seferinin(1877-1878 Osmanlı-Rus harbinin) saraydan idaresi gibidir. Bize karşı ademi itimat (güvensizlik) ve ademi kifayetimiz (yetersizliğimiz) hakkında mütemadiyen ishar buyurulan (açığa vurulan) kanaat devam ettikçe, bizim vasıtamızla barışa ulaşmak ihtimal haricindedir.” Eğer Gazi desteklemeseydi, İsmet Paşa’ nın Lozan’a gönderilmesi gibi, Lozan’da kalması ve barışı başarması imkanının da mevcut olmayacağı, bütün bu yazışmalardan açıkça belli olmaktadır. Nitekim İsmet Paşa’ nın 26 Haziran tarihiyle yazdığı yukarıdaki sözleri gene Gazi ve aynı tarihle karşılar. Ona gene cesaret verir: “Telgrafnamenizi okudum. Çok asabi yazılmıştır. Bunu icap ettirecek hiçbir düşünce, fikir ve muamele yoktur. Sizi haksız buldum. İçinde bulunduğumuz zorluklar ve mihnet takdir edilmektedir. Bunlar bundan sonra belki daha da artacaktır. Faaliyat sahanız sınırlı değildir. Metanetle ve çok soğukkanlılıkla işlerinizi iyi neticeye vardırmaya himmet buyurunuz.” Temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet Paşa Ankara’dan imza yetkisi istedi. Başbakan bir türlü gereken yetkiyi veren telgrafı çekmiyordu. Bunun üzerine İsmet Paşa Mustafa Kemal’e şu telgrafı çeker: “Eğer hükümet, kabul ettiğimiz şeyin kesin olarak reddinde direniyorsa, bunu bizim yapmamıza imkan yoktur. Düşüne düşüne benim bulduğum yol, İstanbul’daki komiserlere tebligat yapıp, imza yetkisini bizden almaktır. Bu hal de gerçi bizim için dünya yüzünde görülmemiş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek menfaatleri şahsi düşünceleri üstünde olduğundan milli hükümet kanaatini uygular. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. İşlerimizin muhasebesi, millete ve tarihe bırakılmıştır.” Fakat hükümet hala kararsızdır. Ama geciken cevabı Gazi, artık kendisi bildirmek lüzumunu anlar. Şu telgrafı çeker: Ankara 19/VII/1339(1923) “Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine, 18 18 Temmuz 1339 tarihli telgrafnamenizi aldım. Hiç kimsede tereddüt yoktur. İhraz eylediğiniz (kazandığınız) muvaffakiyeti en sıcak ve samimi duygularımızla tebrik ederek, usulen imzalandığının bildirilmesine muntazırız kardeşim.” TBMM Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Görüldüğü gibi Lozan Antlaşmasını imza yetkisini İsmet Paşa’ ya Mustafa Kemal vermiştir. İsmet Paşa Lozan’da belki de hayatının en büyük kozunu oynadı. En büyük sıkıntılarını çekti. Antlaşma için imza yetkisini veren telgrafını aldığında Mustafa Kemal’e aşağıdaki telgrafı çeker: Lozan 20 Temmuz 1339(1923) “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine, Her dar zamanımda, Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış, Yaptırmış bir adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili aziz kardeşim, aziz şefim.” İsmet 2.5. LOZAN ANTLAŞMASI’NIN MADDELERİ VE SONUÇLARI Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te Lozan’da Rumin Sarayındaki üniversite tören salonunda, İsviçre Cumhurbaşkanı’nın başkanlığını yaptığı bir törenle imzalandı. Törende İtalya, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Belçika, Portekiz ve A.B.D. nin yetkili delegeleri hazır bulundular. Antlaşma ile Türkiye ve Batı devletleri arasındaki savaş sona erdi. Antlaşmayı önce İsmet Paşa imzaladı. Sonra sıra ile diğer taraf devletler temsilcileri imzaladılar. Ankara’ya sonuç hemen bildirildi. Mustafa Kemal,İsmet Paşa’ ya samimi bir telgraf çekti: Lozan’da Heyeti Murahhasa Reisi,Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretlerine, Millet ve hükümetin zatıalilerine tevcih etmiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakiyetle buyurdunuz. Memlekette bir silsile faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle tetviç ettiniz. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün heyeti murahhasa azasını müteşekkirane tebrik ederim. TBMM Reisi ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal 19 Lozan Barış’ ı neler getirdi? Bu soruya verilecek yanıtı şöyle özetlemek mümkündür: Lozan Barışı Türkiye’nin bağımsızlığını getirdi. Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını sağladı. Mustafa Kemal Atatürk Büyük Söylevi’nde Lozan’la Sevr’i karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırma son derece yerindedir. Çünkü Sevr Antlaşması, Türkiye bir milli kurtuluş savaşına girmesiyle, Türklerin ve Türk Vatanı’nın karşılaşacağı kötülükleri açığa vurmak bakımından çok önemli bir belgedir. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Türkiye’ye dört barış önerisi yapılmıştır. Sevr Antlaşması bunlardan birincisidir. Milli direniş nedeniyle hayata geçirilmemiştir. İkincisi Birinci İnönü Savaşı’ndan sonra toplanan Londra Konferansının sonunda 12 Mart 1921’de yapılan öneridir. Bunun da Sevr’den pek bir farkı yoktur. Üçüncü barış önerisi biz Sakarya Meyden Savaşı’nı kazandıktan sonra 22 Mart 1922’de yapılmıştır. Bu öneri ile Anadolu’nun kurtuluşu sağlanıyordu ama Misak-ı Milli sınırlarına ulaşılamıyordu. Bu nedenle bu öneri de tarafımızdan kabul edilmemiştir. Dördüncü öneri ise Lozan Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Lozan Antlaşması ile elde ettiğimiz kazanımlar: - Trakya’da Meriç sınırı elde edildi. Bu arada Edirne’nin bir mahallesi olan Meriç’in batısındaki Karaağaç ve İstasyonu da bize bırakıldı. - Anadolu Yunanlılardan tamamen kurtarıldı. - 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile Suriye ile olan sınırımız çizildi. - Musul ili konusu ayrı bir antlaşmaya bırakıldı. - Ermenistan kurulması konusu tarihe karıştı. - Kürdistan kurulması konusu gündeme bile gelmedi. - Anadolu’da yabancı egemenlik alanları ortadan kaldırıldı. - Boğazlarda Gelibolu Yarımadası ile Çanakkale’de kıyıdan 20 kilometrelik, İstanbul Boğazı’nda kıyıdan 15 kilometrelik alanlar askersiz bölgeler olmak üzere egemenliğimiz altına alındı. - İstanbul için Sevr’de konulan kayıtlar ortadan kalktı. - Adli kapitülasyonlar kaldırıldı. - Azınlıklar için I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan milletlerarası antlaşmalardaki hükümler kabul edildi. - Askeri sınırlamalar ve bütün mali kayıtlar kaldırıldı. - Kapitülasyonlar tamamen kaldırıldı. - Genel borçlardan (Düyun-u Umumiye) Türkiye kendine düşen payı ödeyecekti. - Gümrük vergisi oranları yeniden belirlenerek gümrük bağımsızlığımız sağlandı. Gazi Mustafa Kemal’e göre Lozan Antlaşması; “Türk milleti aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir cana kastın çöküşünü vurgulayan bir belgedir. Osmanlı tarihinde örneği olmayan bir siyasal zaferdir. Lozan Barış Konferansı'nda, yalnız Yunanistan'la bir hesaplaşma ve savaşa son veren bir barış antlaşması yapma söz konusu değildi. Aynı zamanda, I. Dünya Savaşı'nın galipleri ile hesaplaşma, hukuki ve siyasi yönden uyuşmazlıkları 20 çözümleme, yüzyıllardan beri süre gelen sorunlara çözüm aranmaktaydı. Açıkça, "Doğu Meselesi" bütün konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu. Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16'da Lozan şehrinin Mont Benon Gazinosu'nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonunun Başkanı Habab'ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon'dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan itibaren istiklal ve hakimiyet davasını önemle belirtmiş, "Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz" diyerek sesini duyurmuştur. Konferans, 4 Şubat'da Antlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923'te ikinci defa toplanarak, 24 Temmuz 1923'te Barış Antlaşması imza edilmiştir. Lozan Barışı sekiz aylık çetin ve uzun bir müzakere devresinden sonra, Lozan Üniversitesi'nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan'da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, beyanname ile bir de nihai senetten ibarettir. Lozan'da imzalanan bu belgelerle, sadece bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir. Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan'da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk istiklal ve hakimiyetinin tanınması bakımından da önem arz eder. Lozan Antlaşması bir asıl antlaşma ile 17 ekten oluşur. Asıl antlaşma 5 bölüm halinde 143 maddeyi içerir. Bu maddelerin 45’i toprak, uyrukluk ve azınlıklarla ilgilidir.18 madde mali hükümlerdir. 36 madde yine ekonomik konularla ilgilidir. Kalan 44 madde ise ulaşım, sağlık işleri gibi konularla ilgilidir. Lozan Barış Antlaşması'nda düzenlenen önemli konular aşağıda özetle belirtilmiştir bulunmaktadır: SINIRLAR : Güney Sınırı : 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması gereğince, Fransa ile anlaşılarak güney sınırı kararlaştırılmış, Lozan'da bu sınır sadece teyit edilmiştir. 21 Irak Sınırı : Irak sınırı uyuşmazlığı çözülememiştir. Antlaşmada, Türk topraklarının tahliyesinden itibaren, bu uyuşmazlığın dokuz ay zarfında dostane bir şekilde halledileceği belirtiliyordu. Batı Sınırı : Yunanlılarla batı sınırı, Misak-ı Milli'ye uygun, Mudanya Mütarekesi'nde ön görüldüğü gibi, Meriç nehri sınır olmak üzere düzenlenmiştir. Karaağaç ve çevresi Yunanlılardan alınarak savaş tamiratı karşılığı Türkiye'ye bırakılmıştır. Ege Denizi'nde Bozcaada ve İmroz Türkiye'ye verilmiştir. Ayrıca, Yunanlıların elinde bırakılan Anadolu kıyısına yakın adalar da, askersiz hale getirilmiştir. AZINLIKLAR : Birinci Dünya Savaşı'na son veren barış antlaşmalarında azınlıkların himayesine ait hükümler mevcuttur. Lozan Barış Antlaşması'nın bu hususla ilgili hükümleri incelendiğinde, azınlıklar bir ayrıcalığa sahip olmamışlardır. Türk tebaasından sayılan gayri Müslimlerin kanun ve hukuk düzeni önünde eşitliği söz konusu olmuştur. Antlaşmanın 42. maddesi ile gayrimüslim azınlıklar yararına olarak kabul edilen şahsi haklar ile aile hakları, Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girmesi ile önem ve anlamını yitirmiştir. Böylece Patrikhanelerin dünya işlerinde ve azınlıkların şahsi muamelelerinde hiç bir yetkileri kalmamıştır. KAPİTÜLASYONLAR : Kapitülasyonlar, adli, mali ve idari sahada yabancılara tanınan imtiyaz ve muafiyetlerdir. Antlaşmanın 28.maddesiyle, kapitülasyonlar bütün sonuçları ile birlikte kaldırılmış ve yeni Türkiye, yüzyıllardan beri çekilen bir beladan sonsuza dek kurtulmuştur. SAVAŞ TAZMİNATLARI : 1.Dünya Savaşı'nın galipleri, bizden 1.Dünya Savaşı sebebi ile tazminat talep ettiler. Ayrıca buna ek olarak, işgal masraflarını, kendi tebaalarının zarar ve ziyanlarını da eklemişlerdir. Savaş içinde Almanya'dan borç karşılığı rehini bulunan beş milyon altın ve savaş yıllarında İngiltere'ye sipariş edilen donanma bedeli de kendi ellerinde bulunduğundan, bizlere verilmemiş ve tamirat karşılığı tutulmuştur. 22 1. Dünya Savaşı'na giren mağlup devletlere ciddi bir mali yük olan bu beladan, geleceğe bir borç bırakılmadan, sadece fiilen elimizde bulunmayan meblağ karşılık gösterilerek, büyük bir başarı ile sonuclandırılmıştır.. Türkiye, Yunanistan'ın harbin devamından ve bunun neticelerinden doğan mali vaziyetini dikkate alarak, tamirat hususunda her türlü taleplerinden Karaağaç ve çevresinin Türkiye'ye bırakılması şartı ile vazgeçmiştir. BORÇ SORUNU : 1854'ten itibaren Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam eden Osmanlı amme borçları, Birinci Dünya Savaşı'nda yapılan istikrazlar da dahil, büyük bir yekün teşkil ediyordu. Sene tertipleri üzerinde borcun taksimi yerine, sermaye üzerinden borcun taksimi ile esas borç toplamı bir hayli azaltılmıştır. Diğer taraftan bu borçlar, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan devletlere de gelirle orantılı olarak bölünmüştür. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan'a olan borçları bu devletlerle de yapılan antlaşmalarla 1.Dünya Savaşı'nın galiplerine devredilmiştir. Osmanlı amme borçlarının diğer çetin bir safhası da tediye edeceğimiz borçların hangi para ile ödenmesi hususunda kendini göstermiştir. Karşı taraf bunu altın veya sterlin olarak talep etmiştir. Biz, Türk parası ve Fransız frangı olarak ödemeyi teklif ettik. Aradaki fark muazzam meblağlara varmasına rağmen, burada da görüşümüz kabul edilmiştir. BOĞAZLAR : Lozan'da imza olunan en önemli belgelerden biri de, Türk Boğazlarının statüsü ile ilgili sözleşmedir. Boğazlar sorunu, madde 23'de genel olarak yer almış, Barış Antlaşması'na ek Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile ayrıca ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Boğazlardan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonunun kurulmasını, boğazların ve civarının askersiz hale getirilmesini hedef tutan ve Milletler Cemiyeti'nin de garantisini sağlayan hükümleri ihtiva eden bu Sözleşme, 1936'da Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir. Milli hakimiyeti sınırlayıcı hükümler kaldırılmış, milli çıkarlarımıza uygun hale getirilmiştir. NÜFUS DEĞİŞİMİ : Lozan'da çözümlenen bir diğer önemli sorun da, İstanbul'da yaşayan Rumlarla Batı Trakya'da yaşayan Türkler hariç, Türkiye'deki bütün Rumlarla Yunanistan'daki 23 Türklerin değiştirileceğini öngören sözleşmenin, Barış Antlaşması'na ek olarak konmasıdır. Lozan Barış Antlaşması, Türk Kurtuluş Savaşı'nın sağladığı, Türk milletinin hayati haklarını ve emellerini gerçekleştirdiği bir eserdir. Lozan aynı zamanda, Orta Doğunun en önemli bölgesinde, barış ve güvenliği kurmak ve devam ettirmekle dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye Lozan'da genel olarak, Misak-ı Milli'yi gerçekleştirmiştir. 24 SONUÇ Biz bu projeyi hazırlarken amacımız parçalanma seviyesine gelmiş olan Osmanlı Devleti’nden nasıl yeni bir Türk Devleti’nin oluştuğunu öğrenmekti. Araştırmalarımız sırasında tekrar hatırladık ki Lozan Konferansı ve onu takip eden antlaşmalar ile kazanılan özgürlüğümüzü Türk Milleti’nin temsilcisi olarak konferansa katılan İsmet İnönü, M. Kemal Atatürk’e borçluyuz. 25 KAYNAKÇA • • • • • • • Avcıoğlu, D. (1974), Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul : İstanbul Matbaası Aydemir, Ş.S. (1993), Tek Adam, (7. Baskı), İstanbul : Remzi Kitabevi Aybars, E. (2000), Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İzmir : Ercan Kitabevi Türk Devrimi Tarihi Meydan Larousse (20. cilt) Gelişim Hachette (12. cilt) www.ataturk.net 26