T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ KELAM ANA BİLİM DALI FAHREDDİN ER-RAZİ ve NÜBÜVVET ANLAYIŞI Yüksek Lisans Tezi Danışman PROF. DR. Süleyman TOPRAK Hazırlayan Mehmet KELEŞ KONYA – 2008 İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………...……1 KISALTMALAR…………………………………………………………………...………….3 ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………...……4 GİRİŞ………………………………………………………………………………………......6 I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ………………………………………………………………6 II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ………………………………………………….8 1.KAVRAMLAR VE TANIMLAR…………………………………………………………...8 a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları……………………………..………...8 b) Risalet ve Resul’un Lügat ve Istılah Manaları…………………………………..…...…9 c) Nebi-Resül Mukayesesi………………………………………………………..………10 2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI………………………………………………...………11 3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İNÜBÜVVET)………………………………12 BİRİNCİ BÖLÜM FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ 1.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI…………………………………………………....14 2.FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ………………………………………………….18 3. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN KELAMDAKİ YERİ………………………………………24 4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ…………………………………..27 İKİNCİ BÖLÜM FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI 1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI ……………………………………….. ….. 30 2. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİ ……………………………………...31 3. RAZİ’YE GÖRE PEYGAMBER GÖNDERMENİN FAYDALARI…………………….32 4. RAZİ’NİN NEBİ, RESUL VE RİSALET GÖRÜŞÜ……………………………………..33 5. RAZİ’DE PEYGAMBERİN MERTEBELERİ …………………………………………...34 a) Hz.Muhammed(sav.)’in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü………………………….35 b) Diğer Peygamberler Arasındaki Üstünlük…………………………………………….37 1 c) İnsan, Peygamber ve Melek Arasındaki İlişki…………………………………………38 6. RAZİ’DE MUCİZE………………………………………………………………………..39 6.1. Mucize’nin Lügat ve Istılah Manası………………………………………………....39 6.2. Mucize’nin Şartları…………………………………………………………………..40 6.3. Mucize’nin Nübüvvete Delil Oluşu………………………………………………….40 a) Akli Mucizenin Delil Oluşu………………………………………………………....41 b) Hissi Mucizenin Delil Oluşu………………………………………………………...43 7.PEYGAMBERLERİN GÜNAHSIZLIĞI………………………………………………….44 7.1. Hz. Adem(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………....46 7.2. Hz. Nuh(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………………...48 7.3. Hz. İbrahim(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………….........49 7.4. Hz. Yakup(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………...52 7.5. Hz. Yusuf(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………………………..…..53 7.6. Hz. Eyyub(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………...………………….55 7.7. Hz. Şuayb(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………………55 7.8. Hz. Musa(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………………………….56 7.9. Hz. Davud(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………………………………...…57 7.10. Hz. Süleyman(a.s.)’ın Masumiyeti………………………………………………....58 7.11. Hz. Yunus(a.s.)’ın Masumiyeti…………………………….………………...……..60 7.12. Hz. Lut(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………….………………...……...61 7.13. Hz. Zekeriyya(a.s.)’ın Masumiyeti……………………….…………...……………61 7.14. Hz. İsa(a.s.)’ın Masumiyeti……………………………………….…………..……62 7.15. Hz. Muhammed(sav.)’in Masumiyeti………………………………………………63 8. PEYGAMBERLERİN SIFATLARI………………………………………………………67 8.1.Sıdk…………………………………………………………………………………...67 8.2. Emanet……………………………………………………………………………….68 8.3. Tebliğ………………………………………………………………………………...69 8.4. Fetanet………………………………………………………………………………..70 8.5. Peygamberlerin Günahsızlığı(İsmet)………………………………………………...70 SONUÇ………………………………………………………………………………………72 BİBLİYOGRAFYA………………………………………………………………………….75 2 KISALTMALAR a.e. : Aynı eser a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.md. : Adı geçen madde AÜİFD : Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi Dergisi Bkz. : Bakınız cc. : Celle celalühü C. : Cilt DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi H. : Hicri Hz. : Hazreti İA : İslam Ansiklopedisi İst. : İstanbul m. : Miladi M.E.B. : Milli Eğitim Basımevi nşr. : Neşreden r.a. : Radıyallahü anh s. : Sayfa sav. : Sallallahü aleyhi ve selem sn. : Sunuş Sy. : Sayı T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı Terc. : Tercüme eden vd. : Ve diğerleri vb. : Ve benzeri, ve benzerleri v. :Vefatı yy. :Yüzyıl 3 ÖNSÖZ Kelam ilminde büyük bir şöhretin sahibi ve imam olarak kabul edilen Razi, aynı zamanda büyük bir müfessir, felsefe bilgini, edip ve şair olarak da ün yapmıştır. Küçük yaşta hayatını ilme vakfeden Razi’nin yaşadığı asır, değişik fırka ve mezheplerin mücadele ettiği bir döneme rastlamaktadır. Bu asırda birçok ilmi seyahatlerde bulunup değişik alimlerden ders alan Razi, aynı zamanda İslam dışı değişik fırka ve mezheplerle yaptığı münazara ve münakaşalarla da tanınmaktadır. Te’liflerle de meşgul olan Razi, başta kelam ve tefsir olmak üzere felsefe, mantık, tıp, astronomi, fıkıh ve biyografi alanlarında eserler vermiştir. Bununla birlikte daha çok kelam alanında esere veren Razi’ye göre, kelam, bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki itikadi mücadeleleri anlatır. İslam akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları karşısında Eş’ariyye’nin kelam sistemini savunmuş, Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi konulara daha geniş yer ayırmıştır. Özellikle tabiat ilimlerine ait konularda İbn Sina’nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelam’ın konularını birleştirip felsefi kelam dönemini başlatmıştır. Gazali ile başlayıp Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe için felsefe değil de kelam için felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Aslında bu kelam’a Aristo geleneğine göre bir yön vermek anlamına gelmektedir. Bu durum felsefi kelam’ın kurucusu ve filozof kelamcıların önderi sayılan Razi’ye çağlar boyu süren ve bütün İslam alemini kapsayan bir etki alanı sağlamıştır. Bunun yanında Türk-İslam düşüncesi üzerindeki, özellikle Osmanlı ilim ve fikir hayatı üzerindeki etkisi de derin ve sürekli olmuştur. Böylesine önemli bir şahsiyetin kelami görüşleri kadar, kendi döneminde en çok tartışılan nübüvvet konusu bizim için önem arz etmektedir. Çünkü imanın üç temel esası olarak bildiğimiz uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları içerisinde Allah’ın varlığından çok peygamberlik ve onun getirdiği ilahi mesajın fonksiyonu geçmişte olduğu gibi günümüzde de sıkça tartışılan konular arasındadır. Buradan hareketle biz de konumuzu “Fahreddin er-Razi ve Nübüvvet Anlayışı” olarak belirledik. Çalışmamızın ismine bakarak oldukça geniş bir alanı kapsadığını düşünebiliriz. Fakat bu husus, anlaşılması zor gereksiz ayrıntılar ve karmaşık felsefi ifadeler 4 içinde boğulmamıza neden olmamıştır. Razi’nin, nübüvet meselesine hemen her eserinde yer ayırması, peygamberlerin masumiyetine dair müstakil bir eseri olması ve özellikle tefsirinde nübüvvet konusunda doyurucu bilgiler vermesi bizi bu çalışmaya sevk eden nedenler arasındadır. Tezin temel amacı: Razi’nin Kelam İlmi’ndeki yerini tespit edip, nübüvvet meselesine giren hemen her konuyu müellifin kendi eserlerine göre incelemektir. Çalışmamız daha çok müfessir olarak tanınan Razi’nin, kelami yönünü ve peygamberlik müessesesine bakışını gün yüzüne çıkarma gibi bir amacı bünyesinde barındırmaktadır. Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: Birinci bölüm, Razi’nin hayatı ve kelamdaki yerini belirtip metodu ve yöntemi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Hayatı konusunda eserlerini neşreden müelliflerin mukaddimeleri ile Razi hakkında yazılan makale ve ansiklopedi maddelerinden istifade edilmiştir İkinci bölüm ise, onun nünüvvet konusuna bakışını ve konu ile ilgili diğer meseleleri ihtiva etmektedir. Buradaki metodumuz öncelikle meselenin anlamı, mezheplerin konu ile ilgili görüşleri, son olarak Razi’nin değerlendirmesi problemi şeklinde olmuştur Giriş bölümünde de mübüvvet konusunu incelerken karşılaşabileceğimiz kavram ve tanımların lüğavi ve ıstılahi anlamları üzerinde durulmuştur. Yine burada nübüvvetin önemine vurgu yapılarak ihtiyaç ve fayda açısından konu etraflıca tartışılmıştır. Sonuç kısmında ise, Razi’nin meselenin tümüne bakışı ve diğer mezheplerden ayrıldığı noktalar ile çalışmanın bize ne kazandırdığı anlatılmıştır. Çalışmalarım sırasında yardım ve tavsiyelerinden istifade ettiğim danışman hocam Prof. Dr. Süleyman Toprak’a, Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük’e ve Yrd. Doç. Dr. Durmuş Özbek’e teşekkürü bir borç bilirim. Mehmet KELEŞ KONYA-2008 5 GİRİŞ I. NÜBÜVVETİN ÖNEMİ Allah Teala insanlara doğru yolu göstermek için din, dini tebliğ etmek için de peygamberler göndermiştir. Bu bakımdan nübüvvet dinin esasını oluşturmaktadır. Her ne kadar teorik olarak, nübüvvetin imkanı çeşitli şekillerde müzakere edilse de bu mesele teorik olmaktan çok, ameli bir meseledir. Bunu da ilk insandan bu yana Cenabı Hakk’ın peygamber gönderdiğinin ve bu konuda, muhtevaları farklı da olsa, dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar arasında ortak bir kavramın mevcut olmasıyla açıklayabiliriz. Bu temellendirmeye faklı açılımlar getirmemiz de mümkündür. Din, ne beş duyu verileriyle ne de akılla kurulmaz. Din, Yaratıcı tarafından va’zedilir ve peygamber eliyle insanlara bildirilir. Peygamberler de, bu makama kendi gayretleriyle ulaşmayıp, Allah’ın takdir ve tayiniyle ulaşmışlardır. Cenabı Hakk kendisine peygamberlik vereceği şahsı, özel olarak ve kimsenin kavrayamayacağı bir şekilde terbiye edebilir; bu terbiye ve muhafaza şekli genel geçer ilkelere bağlanamayacağı için bu hususta yapılan tartışmaların fazla bir değeri de yoktur. Bu husus kısaca şöyle ifade edilir: Peygamberlik kesbi değil, vehbidir. Peki akli bir çıkarımla bunu açıklamak istesek nasıl açıklarız? Peygamberlerin veya peygamberlik müessesesinin varlığına dair temel gerekçeyi , alemde bir Yaratıcı’nın varlığı ve bu yaratıcının alemi bir amaca yönelik olarak yaratmış olduğu gerçeği ile açıklayabiliriz. Bunun yanında alemde bir gaye varsa onun bilinmesi ve o gaye için çalışmak gerekmektedir. Yaratıcı için, peygamberliğin gerekçesi de alemdeki bu gayeden insanları haberdar etmek ve onlardan bu gayeye yönelik çalışmalar istemektir. Bu sebeple söz konusu gayeyi insanlara bildirecek bir aracının var olması gerekmektedir. Onun içindir ki, ilk insandan itibaren Kainatın Hakimi, yeryüzünde nasıl yaşamaları gerektiği konusunda insanlığı uyarmış, onlara görev ve vazifelerini hatırlatmıştır. Ne var ki, toplumlar bu uyarıları her zaman dikkate almamışlar, doğru hayat tarzlarından(din) ayrılarak çeşitli yanlışlıklara düşmüşlerdir. Dahası gaflet içerisinde yolları şaşırmakla kalmayıp Allah’ın yanı sıra yerde ve göklerdeki bir çok insani ve insanüstü, hayali ve maddi güçleri ilah edinmişlerdir. Bütün bunlar yeryüzünü yaşanmaz hale getirmiş, insanların kendi koydukları kurallarla dünya zulüm ve baskıdan geçilmez olmuştur. Allah’ın- insanlara tanıdığı sınırlı özgürlük ve imtihanın bir gerekçesi olarak isyan çıkar çıkmaz - insan soyunu yok etmesi de uygun olmayacaktır. Dünya hayatında belli kural ve kaidelere göre Rabbimiz insana kendi çapında hareket serbestisi vermiştir. İşte bütün 6 bunlardan dolayı Allah, insanlar arasında kendisine en çok inanan ve güvenenleri bu amaç için seçip peygamber olarak görevlendirmiştir. Bu seçilen insanlar O’nun temsilcileriydiler. Allah temsilcilerine buyruklarını ve mesajlarını iletti; onlara ilahi ilmi öğretti, hayatın gerçek kanunlarını anlattı ve yollarını kaybeden insanları doğru yola getirmekle görevlendirdi. Bu temsilci veya peygamberler çeşitli millet ve memleketlerde ortaya çıktılar. Binlerce yıl bu şekilde devam etti. Sayıları binleri hatta yüzbinleri aştı. Fakat hepsinin görevi ve amacı aynıydı. Bu peygamberler yaşadıkları dönemlerde görevlerini layıkıyla yerine getirdiler. Ne var ki, insanlardan çok küçük gruplar peygamberlerin davetlerini kabul ediyor, büyük çoğunluk ise bu çağrıya yanaşmıyordu. Nihayet Allah peygamberin Teala Hz. Muhammed(sav.)’i görevlendirdi. Bu yeni ve son muhatapları hem kendi halkı hem de geçmiş peygamberlerin yollarını kaybetmiş ümmetleri idi. Görevi, herkesi doğruya ve hakka davet etmek Allah(cc.)’a döndürmekti. Nübüvvetteki gayeyi bu şekilde özetlememiz mümkünken, peygamberin birey olarak çift yönlü bir sorumluluk içerisinde olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Peygamber, öncelikle varlığını Allah’ın varlığından aldığı için Rabbine karşı sorumludur. Diğer taraftan peygamber bir beşerdir, içinde yaşadığı toplumun doğal üyesidir. Toplumun kültür ve gelenekleri içerisinde yetişmiş, yaşamak için çalışan, sosyal ilişkileri olan biridir. Statü olarak peygamber aynı zamanda eştir, babadır, arkadaştır. Bütün bu özellikleriyle toplum tarafından tavır ve davranışları bilinen, gözlenen, göz önünde olandır. En önemlisi toplumun güvenini kazanmış olmalıdır. Bu özelliği aynı zamanda onun peygamberlik öncesi yaşantısı ile de ilgilidir. Vahiy ile birlikte peygamberin sorumluluğu daha da artmaktadır. Almış olduğu vahyi önce anlamalı sonra yaşamalı daha sonra ise insanlara aktarmalıdır. Anlamak, yaşamak ve tebliğ etmek gibi sorumluluklar aynı zamanda Allah’a karşı olan sorumluluklardır. Özellikle vahyi doğru anlamak peygamberlik müessesesinin olmazsa olmazlarındandır. Böyle bir durumun varlığı insanlara da yanlış aktarılması anlamına gelir ki, kelami açıdan bu kabul edilebilir bir durum değildir. Nitekim böyle bir ihtimalin varlığı bile peygamberlerin uyarılmalarına neden olmuştur. Peygamberler gönderildikleri toplumları uyarmak ve müjdelemekle gönderilmişlerdir. Yani peygamberler Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarından kaçınan kişileri cennetle ve kendilerine vaad edilen nimetlerle müjdelerler. 7 Bu bakımdan onlar, Kur’an ifadesiyle “beşir”dirler. Yine onlar, Allah’a asi olanlara sorumluluklarını hatırlattıkları için “nezir”dirler. İnsanlar akılları nispetinde düşünerek Allah’ın varlığına ulaşabilirler. Fakat yaratılış gayelerini ve bu gayenin getirdiği bazı sorumlulukları bilmede eksik kalacakları tartışılmaz bir gerçektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde aslında dinin nübüvvet üzerine bina edildiği de gözden kaçmayacaktır. II. NÜBÜVVETE GENEL BİR BAKIŞ 1. KAVRAMLAR ve TANIMLAR Nübüvvet konusu İslam dininin en önemli inanç esaslarından birini oluşturmaktadır. Hatta İslam, nübüvvet üzerine bina edilmiştir dememizde sakınca yoktur. Çünkü Allah, insanoğlunun yaratılışından itibaren, kendilerine peygamberler aracılığı ile hedef ve maksadının ne olduğunu bildirmiş ve onları nefsani arzularının esiri olmaktan kurtarmak istemiştir. Nübüvvet veya risalet göreviyle gelen bütün peygamberlerin çabası Allah’tan aldıkları ilahi vahyi insanlığa duyurmak ve hayatlarını tanzim edecekleri doğru yolu onlara göstermek olmuştur. Nübüvvet kavramının İslam düşünce tarihinde farklı ekoller tarafından çeşitli şekillerde anlaşıldığı da bir gerçektir. İşte bu sebeplerden dolayı ve dilimizde de Farsça kökenli “peygamber” kelimesinin sıklıkla kullanılması kavran olarak bu ifadeleri açıklamamız gereğini ortaya koymaktadır. a) Nübüvvet ve Nebi’nin Lügat ve Istılah Manaları Nübüvvet ve nebi kelimeleri aynı manaları ifade eden değişik kalıplardır. Nebi sıfat nübevvet ise mastardır. Dolayısıyla birinin sözlük ve terim anlamı diğerini de kapsamaktadır. Nebi kelimesinin türetildiği kök hakkında dil bilginleri hemzeli ve hemzesiz olmak üzere iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir.1 Birincisi: Nebi kelimesinin aslı hemzeli olup “haber verme, bir yerden başka bir yere gitme” anlamındaki “n-b-e” fiilinden türemiştir. Bu mana ile peygamberin “nebi” olarak isimlendirilmelerinin “Allah’tan haber getirme”lerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz..2 Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz.Muhammed’in Peygamberliği, s.25, D.İ.B. yay., Ankara, 2007 Ragıb el-İsfahani, Müfredat elfazi’l-Kur’an, trc. Yusuf Türker, Müfredat- Kur’an Kavramları sözlüğü, s.1418, Pınar yay., İstanbul, 2007 1 2 8 İkincisi: Nebi “yüce, ulu ve şerefli” anlamları taşıyan “nebve” veya “nebavat” kökünden türemiştir. Bu taktirde hemzesiz nebi şeklinde kullanılması gerekir. Nebi’nin bu kökten türediğini ifade edenler, onun, yaratıkların en yüce ve şerefli olması düşüncesinden hareket etmektedirler. 3 Kur’an İdris peygamber için; “Onu yüce bir makama yükselttik” 4 , ifadesiyle bu manayı vurgular. Aynı şekilde haber anlamında da Kur’an’da kullanılmıştır.5 Nebi kelimesi yaygın olarak hemzesiz şekliyle kullanılır. Fakat bu durum onu “n-b-e” kökünden türemediğini göstermez. Kullanışındaki zorluk dikkate alınarak Arapça dil kurallarına göre nebi kelimesinin sonundaki “hemze”, “ya” harfine dönüştürülerek “en-Nebi” şeklini almıştır.6 Istılah manası: Nebi, gerek tebliğe memur olsun gerek tebliğe memur olmasın, Allah’ın seçtiği ve kendisine vahyettiği kimsedir.7 Bu tariflerden şu anlaşılır: Allah’ın bazı nebilere, vahyettiği hususları tebliğ görevi verilmemiştir. Nübüvvetin ıstılah manası ise: Akıl sahibi kulların üzerindeki dünya ve ahiret işleri hakkında Allah ile kulları arasında yapılan elçilik demektir.8 b) Risalet ve Resul’ün Lügat ve Istılah Manaları Resul ve nebi kelimelerinin sözlük anlamları birbirine yakın olmakla birlikte, peygamberin terim olarak tanımında önem arz ederler. Resul “ersele”den türetilmiş olup ”feul” vezninde mastardır. “Elçi” demektir.9 Risalet, mesaj ve sözü taşıyan anlamınadır.Resul mesaj taşıyan kimsedir. Risalet ve tebliğ, resul kelimesinden doğan mefhumlardır. Resulde elçilik ve tebliğ asli unsurlardır. Resul,gönderildiği kimselere tebliğ etmek üzere elçilik görevi alan kimsedir. Terim olarak resul: Allah’ın kendisine vahyederek teliğe memur ettiği, kendisine kitap ve yeni bir şeriat verdiği kimsedir.Başka bir deyişle; resul,vahy ile tebliğe memur olmuş,yeni bir şeriat veya unutulmuş bir şeriat getiren veyahut geçmiş şeriatten insanların unuttukları kısımları ihya ederek tebliğ eden peygamberdir.10 Yavuz,Salih Sabri,İslam Düşüncesinde Nübüvvet,s.,12, İnsan yay., İstanbul, Tarihsiz Meryem, 19/57 5 Sa’d, 38/67; Teğabün, 64/5; Nebe’, 78/2 6 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 13 7 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı, s., 308, Tekin Kitabevi, Konya, 2001 8 Köksal, M.Asım, Peygamberler Tarihi, C., I , s., 7, TDV yay., İstanbul, 2005 9 Kılavuz, s, 251; Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s., 888, 23. Baskı, Aydın yay., Ankara, 2006 a.g.e., s.,888 10 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308 3 4 9 Bu konuyu Razi’nin nübüvvet ve risalet tanımlarında tekrar işleyeceğimiz için burada noktalıyor, ayrıntılara girmek istemiyoruz. c) Nebi-Resul Mukayesesi Nebi ve resul kelimesi arasında farklılık olmadığını iddia edenler olmuşsa da bu iddia, hem nass hem de kelimelerin sözlük anlamları açısından pek tutarlı gözükmemektedir. Biz de bu farklılıkları şu şekilde sıralamayı uygun gördük: 1. Nebi kavramı resulden daha geneldir.Zira nebinin sahip olduğu nübüvvet özelliği resul olan peygamberler için de söz konusudur. Resullerin taşıdığı risalet ise sadece kendilerine ait bir özelliktir.11 Nübüvvet ise tüm peygamberlerin sahip olduğu özellik olması bakımından daha geneldir. Fakat resul, nübüvvet özelliğini taşıması dolayısıyla daha kapsamlıdır. Farkı belirtmek için şu ifade kullanılmıştır: Her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir.12 2. Nebi, kendinden önce gelen peygamberlere indirilmiş olan kitaplarla hükmeden, kendilerine kitap verilmeyen peygamber olduğu halde, resul, kendisine özel bir kitap ve şeriat vahyedilen peygamberdir. Buna göre kendisine kitap verilmeyen, fakat önceki peygamberin şeriatını sürdüren peygambere resul denmez.13 3. Resul, kendinden önce gelen şeriatlerin hükümlerini kaldırdığı halde, nebi olanlara böyle bir özellik verilmemiştir. Mutezile mezhebi, nebi ile resul arasında fark olmadığını iddia ederken birtakım ayetlerle görüşünü desteklemeye çalışmıştır. Şöyle ki; a) Hacc suresinde geçen bir ayette Allah “Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o, bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusu içerisine mutlaka (onu dünya ile meşgul edecek bir düşünce) atmış olmasın. Fakat Allah şeytanın attığını derhal iptal eder”14 buyurmak suretiyle nebinin de resul olduğunu ortaya koymaktadır. b) Allah’ın Hz.Muhammed (sav)’i nebilerin sonuncusu olarak nitelemesi de farkın olmadığını ortaya koymaktadır. Eğer nebi ve resul farklı olsaydı Hz.Muhammed’den sonra nebilerin gelmesi söz konusu olurdu. c) Yüce Allah Hz.Peygamber’e bazen nebi bazen de resul şeklinde hitap etmiştir. Eğer aralarında fark olsaydı Allah O’na bunlardan sadece biriyle hitap ederdi. 11 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 17 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 308; Özbek, a.g.e., s., 100 13 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 18 14 Hacc, 22/52 12 10 Fahreddin er-Razi, mutezilenin bu görüşüne katılmayıp nebi ile resul arasındak farkı şöyle ortaya koymaktadır: Hacc suresinde geçen “Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki” şeklindeki ayet, mutezilenin iddiasının aksine nebi ile resulün arasında farkın bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu ayette nebi, resul kelimesine atfedilmiştir.Bu ise farklılığın olduğunu ortaya koyar. Çünkü, dil kurallarına göre genel özele atfedilir. Şu halde bu ayete göre nebi genel, resul ise özeldir. 2. NÜBÜVVETİN VEHBİ OLMASI Nübüvvet, Allah’ın dilediği kimseleri seçip bu işle görevlendirmesiyle mi gerçekleşir? Yoksa çalışıp gayret etmek suretiyle mi insan bu makama ulaşır? Hiçbir insanın kendini hazırlamak suretiyle bu makama ulaştığı görülmemiştir. Klasik kelam kaynaklarında bu konu genel nübüvvet bahisleri içinde oldukça sınırlı bir yer tutmaktadır. Eş’ariler, Maturidiler ve Mu’tezile’ye mensup olanlar vehbi olduğu konusunda hem fikirdirler.15 Buna göre nübüvvet ve risalet, peygamberin çalışmak suretiyle kazanmış olduğu ve onun kendine yönelik bir sebeple tahsis edilmiş bir husus değildir. O, Allah’ın kulları arasından dilediği kimseye verdiği bir lütuf(fazl) ve ihsandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın beyanına göre nübüvvet hiçbir kavme ve millete tahsis edilmemiştir. Yine Yahudilerin, nübüvvetin kendi ırklarına ait makam olduğu, kendilerinden başka bir millete nübüvvetin verilemeyeceğine dair iddialarına Kur’an’da işaret edilir.16 Bütün milletler Allah’ın yaratıkları olduğuna göre onlar arasından üstünlük, seçkinlik ve kutsallık yönünden tercihte bulunmak ilahi adalete aykırıdır. 17 İnsanlar arasında ayrım ancak Allah’a yakınlıkla olur. Bu da takvadır.18 Konumuzu şu şekilde sınıflandırmamız da mümkündür. a) Her topluma peygamber gönderilmiştir: Nübüvvet makamı devamlı faal olmuş, insanlar hiçbir zaman ve mekanda nübüvvetin yol göstericiliğinden mahrum bırakılmamıştır. Nitekim Kur’an’da konu ile ilgili ayetler mevcuttur.19 15 Yavuz,Salih Sabri, a.g.e., s., 21 Al-i İmran, 3/73-78 17 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 329 18 Hucurat, 49/13 19 Bkz. Yunus, 11/47; Fatır, 35/24; Rum, 50/47; Nahl, 16/36 16 11 b) Peygamberlik vehbidir: Nübüvvet Allah vergisidir , kesbi değil vehbidir.Gayret ve çalışmakla nübüvvet makamına erişilmez. “ Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir.”20 Ayeti bu konuda şüpheye yer bırakmamaktadır. Nübüvvette verasete de yer yoktur. Kur’an’da baba-oğul peygamber isimlerinin geçmesi Peygamberliğin veraset yolu ile babadan oğla geçtiği anlamına gelmez. Peygamberlerden aileleri, çocukları kafir olanlar olduğu gibi, Hz. İbrahim gibi babası kafir olanlar da olabilir. 3. NÜBÜVVETİN SONA ERMESİ (HATM-İ NÜBÜVVET) Lügatte “ bir şeyi tamamlayıp sona erdirmek; mühürlemek; emniyet altına almak” 21 anlamlarına gelen hatm kelimesi ile “peygamberlik, nebilik” 22 manasındaki nübüvvet kelimesinden oluşan hatm-i nübüvvet( hatmü’n-nübüvve) tamlaması, Allah ile kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirten tabirin adıdır. Bu kavramın Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da kullanıldığı bilinmektedir. 23 Yahudilerin, Malaki’nin son peygamber olduğunu iddia ettikleri gibi Hıristiyanlar da Hz. İsa’yı beklenen Mesih olarak görmüşler ve ondan sonra bir peygamberin gelmeyeceğini kabul etmişlerdir. Buna rağmen her iki dinin, kutsal kabul edilen dini metinlerinde inaçlarına tezat teşkil eden ifadeler de mevcuttur.24 Kur’an- Kerim “ Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir; o, Allah’ın rasulü peygamberlerin sonuncusudur.” 25 Ayetiyle son peygamber Hz. Muhammed(sav.) ile bize, peygamberliğin sona ermiş olduğunu haber vermektedir. Ayette geçen “hateme’n- nebiyyin” tabirini, müfessirler ittifakla “peygamberlerin sonuncusu” olarak tercüme etmişlerdir. 26 Bunun yanında hatm-i nübüvveti destekleyen başka ayetler de vardır. Bunların başında, dinin tamamlandığını ve din olarak islam’ın kabul edileceğini,27 İslam’dan başka din arayanların hüsrana uğrayacaklarını 28 ve Hz. Muhammed’in bütün alemlere rahmet olarak gönderildiğini29 bildiren ayetler gelir. En’am, 6/124 Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s., 468 22 Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 23. Baskı, s., 846, Aydın yay., Ankara, 2006 23 Yurdagür Metin, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C., VI, s., 477,478, T.D.V., Yay., İstanbul, 1995 24 Yurdagür, a.g.md., s., 478 25 Ahzab, 33/40 26 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, trc., Kenan Dönmez, C., VI, s., 195, İnkılab yay., İstanbul, 1996 27 Maide, 5/3 28 Al-i İmran, 3/85 29 En’am, 6/9; A’raf, 7/158; Furkan, 25/1; Sebe, 34/28 20 21 12 Hadis kaynaklarında yer alan çeşitli rivayetlerde de Hz. Peygamberin nebilerin sonuncusu olduğunu, risalet ve nübüvvetin kendisiyle sona erdiğini görmekteyiz. Peygamber Efendimiz kendisini , bütün bölümleri tamamlanıp yalnız bir tuğlası eksik kalan güzel bir sarayı tamamlayan tuğlaya benzetmiş ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmiştir.30 İlk dönemlerden itibaren İslam alimleri, ashabın bu konudaki icmaına uymuşlar, peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed(sav.)’i “Allah’ın sevgili kulu, peygamberi, temizlediği ve arıttığı zat” olarak tarif etmişlerdir.31 Siyer ve delailü’n-nübüvve kitaplarında , Hz. Muhammed(a.s.)’ın sırtında bulunan mührün onun nübüvvetinin yanında son peygamber oluşunun da delili sayıldığı kaydedilirse de bu tartışmalıdır. İsim ve kelime benzerliği dışında bu hususa delil teşkil edecek bir şeyün bulunmadığı anlaşılmaktadır.32 Bütün bu saydıklarımızdan sonra, Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamberin gelmesine lüzum kalmadığını kabul etmemiz gerekir. Çünkü bir peygamberden sonra başka bir peygamberin gelmesi için sadece üç sebep olabilir:33 1) İlk peygamberin talimat ve mesajı kaybolup gitmiş ise, yeni bir talimat ve mesaja ihtiyaç duyulur. 2) Önceki peygamberin talimat ve mesajı mükemmel değilse onda bazı değişiklikler ve ilaveler yapmak gerekir. 3) Önce gelen peygamberin talimatı sadece belli bir millet veya ümmete mahsus ise başka milletlere yeni peygamber gönderilir. Kısacası Hz. Peygamber(sav.)’in getirdiği din herhangi bir değişikliğe uğramamış ve ortadan kalkmamışsa dini yeniden anlatmak için yeni bir peygamberin gelmesine de ihtiyaç yoktur. Ancak, nübüvvetin Hz. Peygamber’le sona ermiş olduğu gerçeği, bundan böyle ilahi rehberliğin artık seçilmiş kişilere dayanmayıp sosyal görev haline dönüştüğü anlamını taşımakta ve kıyamete kadar bütün müslümanlara tebliğ ve temsil sorumluluğu yüklemektedir. Buhari , Menakıb, 18, s., 747, 3534 ve 3535. hadisler, Daru’l-Erkam , Beyrut , Tarihsiz; Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, çev., Abdullah Feyzi Kocaer, C., II, s., 85, 1474 ve 1475. hadisler. 31 Kaya, İsmail, İmam-ı Azam Fıkhı Ekber Şerhi, s., 70, Madve yay., İstanbul, 1984 32 Yurdagür, a.g.md., s., 478 33 Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, trc., Ahmet Asrar, s., 115, Pınar yay. İstanbul, 2004 30 13 BİRİNCİ BÖLÜM FAHREDİN er-RAZİ’NİN HAYATI ve KELAMDAKİ YERİ 1. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN HAYATI Kelam ve felsefe alimi olan Fahreddin er-Razi'nin asıl adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Hasan b. Ali er-Razi’dir. Tercih edilen görüşe göre H. 543/1149 yılı ramazan ayının 25’inde34 başka bir rivayete göre ise H. 544/1150 yılında35 büyük Selçuklu devletinin başkenti olan Rey şehrinde doğmuştur. Bekri, Teymi ve Kureyşi nisbelerinden anlaşıldığına göre soyu Arap asıllı bir aileye dayanır. İbnü’l-Hatib veya İbn Hatibü’r-Rey diye de tanınmakla birlikte daha çok Fahreddin er-Razi adıyla meşhur olmuştur. Bazı kaynaklar Razi’nin Taberistanlı olduğu konusunda görüş birliği içindedir.36 Mensubu olduğu mezheplerin – Şafii, Eşari – kaynaklarında Razi’nin “İmam” unvanıyla anıldığını görmekteyiz. Razi'nin babası Ziyaettin Ömer (v. 559/1164) Begavi’nin yanında yetişen ve kelam ilmine dair Gayetü’l-Meram adlı eseriyle ünlü Eşari kelamcısı ve Şafii fıkıhçısıdır. Kendisi güzel ve etkili hitabetiyle tanınmış, bu yüzden Hatibü’r-Rey (Rey Hatibi) diye anılmıştır.37 Hayatını ilme vakfeden Fahreddin er-Razi, ilk tahsilini babasından almıştır. On altı yaşında iken babasının vefatı üzerine Simnan’a giderek burada Kemaleddin es-Simnani’nin derslerine devam etti. Bir süre sonra Rey’e döndü ve İşraki filozofu Sühreverdi el-Maktül’ün öğrencilerinden olan Mecdüddin el-Cili’den kelam ve felsefe dersi almıştır. Cili ile birlikte gittiği Merâga’da da O’nun derslerine devam etmiştir. Üstün zekası ve azmi sayesinde kısa zamanda kendini yetiştirdi. İbn Rüşd el-Hafid, muhyiddin İbnü’l-Arabi, Abdükkadir-i Geylani, İzzeddin b. Abdüsselam gibi meşhur alimlerle çağdaş olan Fahreddin er-Razi'nin üne kavuşmasında yaptığı ilmi seyahatlerin büyük payı vardır. 38 Cürcan, Tus, Herat, Harizm, Buhara, Semerkant, Hucend, Belh, Gazne ve diğer Hint beldeleri uğradığı belli başlı ilim- Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” DİA, C.12, s. 89, T.D.V. yay., İstanbul, 1995 Razi, Fahruddin, İsmetü’l Enbiya, mukaddime, s.1-17, Kahire, 1987 36 Uludağ, Süleyman, Fahrettin Razi, s., 1, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1991 37 Uludağ, a.g.e., s.2 38 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi”md., s. 89 34 35 14 kültür merkezleri arasında yer alır. Harizm’de iken mutezili alimlerle yaptığı münazaralar sonunda bazı olayların çıkması üzerine orayı terk edip Rey’e dönmeye mecbur kalmıştır. Seyahatleri, münazara ve münakaşaları ile gerek halk gerekse devlet adamları ve seçkinler katında büyük bir şöhret sahibi olan Razi, “Münazarat” isimli eserini de bu konulara tahsis etmiştir.39 Fahreddin er-Razi medreselerinde kendi eserleri olan el-Mebahisu’l-Meşrikiyye ve Şerhu’l İşarat gibi bazı eserlerinin okutulduğu Maveraünnehir beldelerini de dolaştı. İlk olarak Serahs’a uğradı ve orada meşhur tabip Abdurrahman b. Abdülkerim ile tanışıp dostluk kurdu. İbn Sina’nın el-Kanun adlı eserini onun için şerh etti. İki oğlunu da varlıklı olan bu tabibin kızlarıyla evlendirdi. Serahs’tan Buhara’ya geçince burada Hanefi alimlerinden Şerafüddin el-Mesudi, Radıyyüddin en-Nisaburi ve Rükneddin el-Kazvini ile fıkhi konularda, Nureddin es-Sabuni ile itikadi meseleler üzerinde münazaralar yaptı ve büyük takdir topladı. Ayrıca Batiniler ve Kerramiler’le yaptığı tartışmalarda büyük yankılar uyandırdı. Esasen Razi'nin gerçek anlamda mücadelesi önce müşebbihe ve mücessime dediği Kerramiyye ile olmuştur. Özellikle Kerramilerden Kadı Abdülmecid b. Ömer b. Kudve ile yaptığı münazara çok meşhurdur. Tarihçilerden “az kalsın Razi yüzünden büyük bir karışıklık çıkacaktı” diye nitelendirdikleri bu olay yüzünden Razi Herat’a gönderildi. 40 Kerramiler ile uzun seneler mücadele eden Razi'nin bütün eserlerinde, özellikle Mefatihu’l-Gayb isimli eserinde bu mezhebe geniş yer ayırmasında ve her vesile ile onların mezheplerini çürütme yoluna gitmesinde bu türlü olayların tesiri büyük olmuştur. Bu sebeple Razi’yi Kerramilerin zehirlettiği nakledilir. Bazı kaynaklar Razi'nin Belh’te bulunduğu sırada Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Bahaeddin Veled’i sultana şikayet ederek şehirden çıkarılmasına sebep olduğu nakledilirse de bu doğru değildir.41 Zira Razi, Bahaeddin Veled’in Belh’ten ayrıldığı tarihten (616/1219) çok önce vefat etmiştir. Razi ziyaret ettiği beldelerin emir ve sultanlarından iltifat ve ikram görmüştür. Horasan’da Alaedin Tekiş ile oğlu Muhammed, Gur sultanları Gıyaseddin ve Şehabeddin onun himayelerine mahzar olduğu siyaset adamlarıdır. Razi “Letaifu’l Gıyasiyye” isimli eserini Gur sultanı Gıyasettin’e, Esasü’t-takdis isimli eserini Eyyubi hükümdarı Adil Seyfettin’e ithaf etmiştir.42 Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, 4.Baskı, s. 214, İstanbul., 2000 Uludağ, a.g.e., s. 25 41 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89 42 Uludağ, a.g.e., s. 19 39 40 15 Razi, hükümdarlar ve devlet adamları üzerinde büyük bir nüfuz ve tesire sahipti. Ders ve vaaz verdiği meclislere gelen sultanlar, emirler, vezirler ve valiler onu dikkatle dinler, ilmini takdir eder ve kendisine saygı gösterirlerdi. Fahreddin er-Razi İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan bölgesindeki bazı şehirleri dolaştıktan sonra Herat’a yerleşti. Razi'nin Bağdat’a gittiği ve bilinmeyen bir sebeple işkence görmesi üzerine oradan Mısır’a geçtiği kaydedilirse de kaynaklarda bunu doğrulayan bir bilgi yoktur.43 Hayatının geri kalan kısmını Herat’ta geçirmiştir. Burada bir yandan eserlerini telif ederken diğer yandan sayıları üç yüzü aşan talebeler yetiştirmiştir. Hayatının ilk dönemlerinde fakir olmasına rağmen son dönemlerde muhafızlar tarafından korunacak derecede büyük servete sahip olmuştur. Kaynaklarda tüccarların aralarında zekat parası toplayarak ona yardım ettikleri yer almaktadır. Yine kayıtlarda özellikle son dönemlerinde iki yüz bin altına sahip olduğu ifade edilir. Bunda sultanlardan gördüğü ikramla dünürü Abdurrahman b. Abdülkerim’den oğullarına intikal eden mirasın büyük payı olduğu nakledilmektedir. Razi 1 Şevval 606’da (29 Mart 1210) Herat’ta vefat etmiştir. Kerramilerce zehirlenerek öldürüldüğü de nakledilir. 44 Naşının nereye gömüldüğü konusunda Razi üzerinde çalışmalar yapan alimler arasında farklılıklar görülmektedir. İbn Hallikan’a göre kendisini mülhidlikle suçlayanların naşına herhangi bir zarar vermemesi için vasiyetine uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdahan köyü civarında defnedilmiştir. İbnü’l Kıfti’ye göre ise Razi'nin naşı aslında kendi evine gömüldüğü halde Muzdahan civarındaki bir tepede defnedilmiş gibi gösterilmiştir. Üstün zekası, güçlü hafızası, etkili hitabetiyle tanınan VI., M. 12. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Razi kelam, fıkıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, tıp matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş 45 çok yönlü bir alimdir. Bundan dolayı “allame” unvanıyla da anılmıştır. İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni’nin eş-Şamil’ini, Gazali’nin el-Müstefasını ve Ebu’l-Hüseyin el-Basri’nin el-Mu’temed fi usuli’l fıkh’ını çocukken ezberlemesi güçlü hafızasının delili olarak zikredilir. Eserleri ve talebeleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, tesirleri çağını aşmıştır. Kutbuddin el-Mısri, Zeydüddin el-Keşşi, Şerefeddin el-Herevi, Esirüddin el-Ebheri, Taceddin el-Urmevi, Siraceddin el-Urmevi ve Şemseddin Hüsrevşahi onun yetiştirdiği ünlü kişilerdendir.46 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89 Razi, Fahreddin, Esasü’t-Takdis, Mukaddime, s., 6, Kahire, 1986 45 Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 213 46 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” md., s. 89 43 44 16 Razi iyi bir hatip olduğu için her zümreden dinleyicileri vardı. Beş hasleti yüce Allah, emsalleri arasında Razi’ye tahsis etmiştir denilir. Bunlar: parlak ve işlek bir zihin, güçlü bir hafıza, çok bilgi, sağlam bir muhakeme, mükemmel bir ifade gücü… 47 Razi'nin eserlerini inceleyenler gerçekten bu özelliklere sahip olduğunu tereddütsüz kabul ederler. Bu sayededir ki Razi kısa sürede çok eser yazabilmiş, muhataplarını kolayca ikna edebilmiş, münazara yaptığı alimleri fazla güçlük çekmeden susturabilmiş, birçok bidat mezhebi mensubunu Sünnilik dairesine sokmuş, devlet adamlarının saygı ve güvenini kazanmıştır. Fahreddin erRazi Hıristiyanlarla da çeşitli tartışmalar yapmıştır. Fakat onun mücadeleleri daha çok Mutezile, Kerramiyye, Felasife, ve Batıni gruplara yöneliktir. İyi bir hatip olduğu kadar hazırcevap oluşuyla da tanınır. Batıniye’ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Batıni’nin derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu ölümle tehdit etmesinden sonra eleştirilerini aniden kesmesi üzerine bunun sebebini soran öğrencilerine “Batınilerin burhan-ı katı’ları vardır.” Cevabını vermesi onun espri gücüne örnek teşkil eder. Genellikle akaidde Eş’ari, fıkıhta Şafii mezhebine bağlı olmakla birlikte bazı konularda mezhebine muhalefet edip mutezili görüşleri benimsemiştir. Fahreddin er-Razi asıl olarak dini ilimler alanında üne kavuşmuştur. Fıkıh’a dair görüşlerini kısmen münazaratından ve Mefatihu’l-Gayb’ından öğrenmekteyiz. Usulde ve Furuda Şafii mezhebini savunmuştur. Usul-u fıkha dair yazdığı el-Mahsul adlı eseri Gazali’nin el-Müstefa’sı, Cüveyni’nin el-Burhan’ı, Kadı Abdulcabbar’ın el-Ahdi ve ebu’l Hüseyin el-Basri’nin el-Mutemedi’ne dayanan bir ihtisar kabul edilir. Şafii mezhebine bağlı olduğu halde Nas’ların zahirine göre hüküm vermeye meyletmiştir. Kur’an-ı Kerim’in kıyasla değil haber-i vahidle tahsis edilebileceğini savunmuştur. O’na göre haram olduğu hakkında nass bulunmayan her şey mubahtır ve ebu Müslim el-İsfahani’nin de benimsediği gibi Kur’an’da nesih yoktur. Dini ilimler içerisinde Fahreddin er-Razi'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelam ilimleridir. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden sonra gelen hemen bütün müfessirlere kaynak olmuştur. Kur’an-ı tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmi tefsir hareketlerine öncülük yapmıştır. Razi, sarih akıl ile sahih nakil arasında çelişki bulunmadığından zahiri manaları itibariyle aklın ilkelerine aykırı görünen ayetler müteşabih kabul edilip bütün ihtimaller dikkate alınarak aklın ışığında ve dil kurallarına uygun şekilde te’vil edilmelidir. Ona göre en doğru tefsir Kur’an-ın yine Kur’an’la yapılan tefsiridir. 47 Uludağ, a.g.e., s. 10 17 Razi en çok kelam alanında eser vermiştir. Ona göre kelam bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar peygamberlerle kafirler arasındaki itikadi mücadeleleri anlatır. 48 İslam akaidini kesin delillerle kanıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Razi, Gazali’nin yaptığı gibi İslam filozofları karşısında Eşariyye’nin kelam sistemini savunmuştur. Gazali’ye nispetle eserlerinde felsefi konulara daha çok yer ayırmıştır. Özellikle tabiat ilimlerine ait konularda ibn Sina’nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelamın konularını birleştirip felsefi kelam dönemini başlatmıştır. Genç yaştan ömrünün sonuna kadar kelam ve felsefe ile meşgul olmuş ve bu sahaların otoritelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Fakat her şeye rağmen onun ömrünün sonlarına doğru, kelam ve felsefenin uyguladığı yöntemlerle akaid konularında insanı kesin bir tatmine ulaştıramayacağı ve fikri sükunu Kuran okumakta bulduğunu 49 söylemiştir. “Gördüm ki yolların en güzeli Kur’an yoludur.” diyen Razi, Allah’ın varlığının ispatında “Rahman arşa istiva etmiştir.” 50 ve “İzzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel sözler ulaşır (yükselir)”51 ayetlerini; O’nun şanına yakışmayan şeylerin ondan uzak olduğu hakkında ise “O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun?”52 (asla benzeri yoktur) ve “O’nun hiçbir benzeri yoktur.”53 Ayetlerini okuyup huzurlu olduğunu söylemekle de aslında kelamcı olduğunu hissettirmekten kendini alamamıştır. Fahreddin er-Razi’yi din felsefecisi54 olarak tanımlamak ne derece doğrudur bilemiyoruz ama biz Razi’yi kelam açsından değerlendiriyoruz. Böylesine bir dahiyi her açıdan incelemek bugünkü imkanlarımızla ve kapasitemizle bizi aşan bir konudur. Biz onu mevcut kitaplarından hakkında yazılan eser ve makalelerden öğrenmekteyiz. Şimdi sırasıyla eserleri hakkında özlü bilgiler verelim. 2. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN ESERLERİ Fahreddin er-Razi, İslam aleminde yetişmiş velud yazarlardandır. İbn Kesir onun 200 kadar eserin yazarı olduğunu söyler. Fakat bunlardan bir kısmının ona ait olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte bugün Razi'nin eserlerinin sayısını kesin olarak ifade etmek mümkün değildir. Çünkü eserlerinin büyük kısmı günümüze kadar gelememiştir. Razi'nin eserlerinden bazıları bir veya birkaç defa basılmış bazıları hakkında tanıtıcı yazılar Yavuz, Yusuf Şevki, Fahreddin er-Razi” m.d., s. 90 Olguner, Fahrettin, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, s. 12, Ankara, 1985; Yavuz, Yusuf Şevki, a.g.m.d., s., 90 50 Taha, 20/5 51 Fatır, 35/10 52 Meryem, 19/65 53 Şura, 42/11 54 Bkz. Kramers, J.H., “Razi”, İA, C. IX, s. 646, İstanbul, 1978 48 49 18 yazılmıştır. Kimi eserleri de yazma olarak çeşitli kütüphanelerde nadir eserler bölümlerinde bulunmaktadır. Eserleri hakkındaki bilgileri kimi yerlerde tam olmayan bir listesi 55 şeklinde, kimi yerlerde konularına göre sınıflandırılmış biçimde56 ve tabakat kitaplarıyla, dilimize tercüme edilen eserlerinin giriş bölümlerinde57 görmekteyiz. Biz de kolay anlaşılması için listemizi eser verdiği konu ve sahalara göre yapıyoruz. Burada şunu belirtmekte yarar vardır. Genellikle Tabip Ebu Bekr Zekeriya er-Razi ile Muhtaru’s-Sihah müellifi Muhammed b. Ebu Bekr b. Abdurrahman er-Razi gibi “Razi” nisbesini alan Rey’li yazarlardan bazılarının bazı eserleri yanlışlıkla Fahreddin er-Razi’ye mal edilmektedir. Ayrıca Razi'nin şöhretinden ve otoritesinden faydalanmak için bazı eserlerin kendisine mal edildiği de olabilmektedir. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde eserlerinin sayısı hakkında ihtilaf garipsenecek bir durum değildir. a) Razi'nin kelama dair eserleri 1. el-Muhassal: Tam adı Muhassalü efkari’l-mütekaddimin ve’l müteahhirin mine’l-ulema ve’l-hukema ve’l mütekellimin olan eserin Taha Abdurrauf Sa’d tarafından tahkikli bir neşri yapılmıştır.58 Eser “Kelam’a Giriş” ismiyle Hüseyin Atay tarafından dilimize çevrilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse adeta bir “metafizik el kitabı”dır. 2. el-Metalibü’l-Aliye: Kelam’a dair en hacimli eseri olan bu kitabı, Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka dokuz cilt olarak yayımlamıştır. Razi hakkında çalışma yapacaklar için kaynak kitap niteliği taşır. Tam adı elMetalibü’l-Aliye min ilmi’l-ilahiyye’dir. 3. Kitabü’l-Erbain fi usuli’d-din: 4. Esasü’t-Takdis: Te’sisü’t-takdis diye de bilinir. Tam adı Esasü’t-takdis fi ilmi’l-kelam’dır. Ahmet Hicazi es-Sekka neşretmiştir. Kitap Allah’a iman ve sıfatlardan bahseder. Tek cilt halinde anlatım tarzı hoş, metodu ve üslubu kolaydır. Razi, Fahreddin, İsmetü’l Enbiya, s. 14-16, Esasü’t-Takdis, s. 6,7 Yavuz, Yusuf Şevki, Fahrddin er-Razi” md., s. 93,94 57 Razi, Fahreddin, el- Mealimu Usuli’d-Din, terc. Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.17,18, İhtar, Erzurum,1996 58 Yavuz, Yusuf Şevki, a.g.m.d., aynı yer 55 56 19 5. Mealimu Usuli’d-din: “İslam İnancının Ana Konuları” ismiyle Nadim Macit tarafından dilimize çevrilmiş, Tevhid, İnsan ve Fiilleri, Nübüvvet, Ruh, İmamet, Ahiret konularını içine alan muhtasar bir akaid risalesi tarzındadır. 6. Levamiu’l-beyyinat: Şerhu esma’illahi’l-hüsna adıyla da bilinir. 7. İsmetü’l-Enbiya: Muhammed Hicazi es-Sekka tarafından 1986’da yayımlanmıştır. Peygamberlerin günahsız olduğu akli ve nakli delillerle ispatlanır 59 ve Razi'nin nübüvvet konusundaki görüşleri ayrıntılı bir şekilde yer alır. 8. Nihayetü’l-Ukul 9. el-Mesailü’l-hamsun fi usuli’d-din: Akaid konularını elli meselede inceleyen bu küçük kitap da Dr. Ahmet Hicazi es-Sekka tarafından neşredilmiştir. 10. İ’tikad’ü fıraki’l-muslimin ve’l-müşrikin: Belli başlı İslami fırkalarla Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Senevilik, Sabilik gibi İslam dışı din ve mezheplere dair bilgiler verir. 11. Münazarat: Razi'nin Maveraünnehir’e gidişinde Nureddin eserler-Sabuni ve diğer Maturidiyye alimleriyle itikadi ve fıkhi konularda yaptığı tartışmaları ihtiva eder. 12. halku’l-Kur’ancak beyne’l-mutezile ve ehli’s-Sünne: 13. en-Nübüvvet ve ma yetealleku biha: el-Metalbü’l-Aliye’nin nübüvvete dair bölümünden ibarettir. 14. münazara fi’Razi-red ale’n-nasara: Hıristiyanların Hz. İsa’nın uluhiyyetine ilişkin iddialarını reddedip Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvveti ve Hz. İsa’ya üstünlüğü 59 Bkz. Razi, Fahreddin, İsmetü’l-Enbiya, s.41-47 20 15. el-Kaza ve’l-Kader: el-Metalibü’l-Aliyye’nin kulların fiillerine ilişkin bölümünden ibarettir. b) Razi'nin Felsefe ve Mantık’ta Eserleri 1. el-Mebahisü’l-Meşrikiyye: Vücud, vücub, imkan, vahdet, kesret kavramlarıyla tabiiyyat ve ilahiyyat meselelerini ihtiva eden eser Muhammed Mu’tasım-Billah el-Bğdadi tarafından iki cilt olarak yayımlanmıştır.60 2. el-mülahhas fi’l-hikme ve’l-Mantık: 3. Şerhü’l-İşarat ve’t-Tenbihat: İbn Sina’nın el-işarat ve’t-tenbihat’ındaki ilahiyat ksımına yapılmış bir şerhtir. 4. Lübabü’l-İşarat: İbn Sina’nın el-işarat’ına yapılmış bir tezhiptir. 5. şerhu uyuni’l-hikme: İbn Sina’ya ait Uyuni’l-Hikme’ye yapılmış bir şerhtir. 6. el-Ayatü’l-Beyyinat fi’l mantık c) Razi'nin Tefsire Dair Eserleri 1. Mefatihu’l-Gayb: et-Tefsiru’l-Kebir diye de bilinir. Tefsir alanında Razi'nin en önemli eseridir. Dilimize de çevrilen eser için batılı müsteşrikler de Razi'nin tefsirinde mutezilenin etkisinde kaldığını iddia ederler. 2. Esrarü’l-Kur’an: İhlas, A’la, Tin ve Asr surelerinden ibarettir. 3. Mefatihu’l-Ulum: Fatiha suresinin tefsiridir. 60 Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 93 21 4. Esrarü’t-Tenzil ve Envarü’t-Te’vil: Tefsiru’l-Kur’an’is-Sağir adıyla da bilinir. Akaid, ahlak ve fıkıh konuları Kuran’a dayanılarak izah edilir. 5. Acaibü’l-Kuran: Kelime-i tevhidin sırları, faydaları, değişik isimleri, mümin’in makamları, kelime-i tevhid’le ilgili hükümler, zühd ve takva gibi itikadi ve tasavvufi konuları ihtiva eder. d) Razi'nin Fıkha Dair Eserleri 1. el-mahsul: Usul-u fıkha dair olup altı cilt halinde yayımlanmıştır. 2. el-müntehab fi usuli’l-fıkh: el-Mahsulün muhtasarıdır. 3. el-Burhanü’l-Bahaiyye: Şafiilerin Hanefilerden ayrıldığı meseleleri zikredip Şafiiliği savunmak için kaleme alınmıştır. 4. el-Kaşif an usuli’d-delail: el-Cedel ve Mebahis’ul-Cedel diye de bilinir. Eser usul-u fıkha aittir. e) Razi'nin Tıp, Astronomi ve Matematik Alanındaki Eserleri 1. Camiu’l-Ulum: Çeşitli ilimlerin tarifini ihtiva eden Farsça ansiklopedik bir eserdir. 2. Şerhu’l-Kanun: İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-tıbb’ının şerhidir. 3. et-Tıbbü’l-Kebir 4. er-Ravzu’l-ariz fi ilaci’l-mariz 5. Risale fi ilmi’l-firase 6. er-Riyazü’l-münika 7. Risale fi ilmi’l-hey’e 22 f) Razi'nin Arap Dili ve Edebiyatındaki Eserleri 1. Nihayetü’l İcaz fi dirayeti’l-icaz: Kur’an-ı Kerim’in icazını ispatlamak amacıyla yazılmıştır. Teşbih, mecaz, istiare gibi belagat terimleri üzerinde durur. 2. el-Muharrer fi’n-nahv 3. Şerhu Nehci’l-belağa 4. Muhassal fi şerhi’l-Mufassal g) Razi'nin Biyografi Alanında Vermiş Olduğu Eserler 1. menakibü’l-imami’ş-şafii: İmam-ı Şafii’nin hayatı, islami ilimlere dair görüşleri, münazaraları, diğer müçtehitlere tercih edilmesinin sebepleri, Ebu Hanife’ye karşı üstünlüğü ve Şafii mezhebine karşı yöneltilen eleştirilerin cevaplandırılması gibi konulara yer verilmiştir. Razi'nin birçok eserlerini neşreden Ahmet Hicazi es-Sekka, tahkikiyle birlikte yayımlamıştır. 2. eş-şeceretü’l-mübareke fi’l-ensabi’t-Talibiyye: Razi’yi kitaplarından tanımakla birlikte kendisini çeşitli yönlerden inceleyen monografiler yazılmıştır.61 Fethullah Huleyf’in Fahreddin er-Razi ve mevkıfuhu mine’l-Kerramiyye; Hadi Alevi’nin er-Razi feylesufen; Mahir Mehdi Hilal’in Fahreddin er-Razi belagıyyen, Muhammed Salih ez-Zerkan’ın Fahreddin er-Razi ve ara’ühal-kelamiyye ve’l-felsefiyye; Süleyman Uludağ’ın Fahreddin er-Razi adlı çalışmaları monografilere örnek teşkil eder. Ayrıca Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde62 “Fahreddin er-Razi” maddesini yazan Yusuf Şevki Yavuz da Razi hakkında kısa ve özlü bilgiler vermektedir. M.E.B tarafından çıkarılan İslam Ansiklopedisi’nde J.H. Kramers’in yazmış olduğu “Razi” maddesi63 ise tatmin edici değildir. Türkçe’ye tercüme edilen Tefsir-i Kebir’in giriş bölümünde, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisinde de daha önce yayınlanmış olan İsmail Cerrahoğlu’na ait “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”64 isimli bir makale bulunmaktadır. Bkz. Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 94 Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” md., s. 89-95 63 Kramers, J.H. a.g.md., s. 645,646 64 Cerrahoğlu, İsmail, “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”, AÜİFD, sy. 2, s. 7-57, Ankara, 1977 61 62 23 3. FAHREDDİN er-RAZİ VE KELAM’DAKİ YERİ Fahreddin er-Razi kelam ilminde imam ve önder bir din filozofudur. Razi hakkında Türkçe’de önemli bir eser yoktur. Ansiklopedi ve bazı felsefe kitaplarında birkaç satırla yetinilmiştir. Arapça’da oldukça çok kaynak varsa da en önemlisi son zamanlarda Dr. Muhammed Salih Zerkan’ın yazdığı “Fahreddin er-Razi ve Arauhu’l-Kelamiyye ve’l felsefiyye” adlı doktora tezi, 650 sayfa civarında iyi bir inceleme eseridir. Buna rağmen Fahreddin er-Razi, İslam ilm dünyasında henüz üzerine değinilmemiş veya yeni yeni incelenmeye başlanmış büyük bir şahsiyettir. Fahreddin er-Razi’yi anlamak için Gazali’yi tanımamız gerekmektedir. Çünkü Gazali Razi’yi hazırlamıştır dememizde hiçbir mahzur yoktur. Gazali İslam düşüncesinde büyük rol oynamıştır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. a) Gazali İslam’da bütün ilimleri tahsil etmiş ve her ilimde özellikle dört ana düşünce – ki bunlar: Fıkıh ve Fıkıh Usulü, Kelam, Felsefe ve Tasavvuf – sistem ve geleneğine nüfuz etmek suretiyle kendinden önce yetişmemiş bir düşünür ve alim tipini ortaya koymuş ve bu noktada kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Gazali kuvvetli zekası ve tatmin olmayan öğrenme arzusuyla bu dört sahada kendisini yetiştirmiş her birinin mütehassısı gibi söz sahibi olacak derecede kendini geliştirmiştir. Gazali’den önce böyle bir genel kültürlü alim tipini görmek çok zordur. O’nun böyle geniş kültürlü olması başkalarını da özendirmiş ve böylesine ansiklopedik bilgin olma hevesi yayılmış, derinleşme ve ihtisaslaşma gitgide zayıflamıştır. b) Gazali her bir sahadaki nüfuzunu sadece o sahada olan bilgisine değil, zıt ve karşıt sahadaki bilgisine borçludur. Örneğin Tehafütü’l-Felasifesi’nde filozoflara ve felsefelerine karşı açık tavır alırken aynı Gazali filozofların alet ilmi durumundaki mantık’larının hareketli savucusudur. Onun mantık bilim alanındaki kitap ve risalelerinin sayısı birden fazladır. Sünni düşünce akımı içerisinde mantık’a ilk sahip çıkan odur. Mantık’ı Sünni geleneğin ayrılmaz bir parçası haline getiren İmam Gazali’nin üstün gayretleri olmuştur. Şu halde filozoflar ve felsefeyle ilk temas Sünni İslam dünyasında Gazali ile başlamış oluyor.65 c) Gazali mantığı kabul edince mantık ilmindeki akıl prensiplerinden çelişmezlik prensibine ters düşen “in’ikas-ı edille”yi reddetti.66 Delil için verilen hükmün medlule yansıtılması olan in’ikas-ı edile, Bakıllani tarafından kabul edilmiş, Eşari ve Maturidi’den sonra gelen İmam-ı Gazali’ye kadar olan mütekaddimin dönemi 65 66 Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 216,217 Gölcük, Şerafettin – Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı, s. 64,65, Tekin Kitabevi, Konya, 2001 24 kelamcıların kabul ettikleri prensiptir. Gazali bu kaideyi reddedip delille medlulün ayrı şeyler olduğunu söyledi. d) Gazali kelam’da felsefi konulara yer vermekle birlikte filozofları alemin kıdemi, haşrin cismani olmayıp ruhani olacağı, Allah’ın cüziyyatı bilmediği gibi konularda filozofları tekfir etmiştir. Çünkü Gazali’ye göre böyle bir telakki Allah’a sıfatları bakımından noksanlık getirir. İşte böyle bir fikri dinamiğin oluştuğu, kelam ve tasavvuf şemsiyesi altında yapılan bir felsefenin mevcudiyeti Razi için uygun bir ortam doğurmuştur. Bunun içindir ki fr inançla felsefe ve kelamı en bariz bir şekilde birbirine mezceden akılcı bir filozoftur. Bu şu demektir Gazali metodunu daha da geliştirerek doruk noktasına ulaştıran Razi olmuştur.67 Fakat onun akılcılığı kendine has bir akılcılıktır. Felsefe ile çok yakından ilgilenen Razi kendisinden önceki felsefi eserleri okuyup anlamıştır. İbn Sina’nın “el-İşarat” adlı eseri üzerinde çalışmış, hatta onun ilahiyat kısmına bir de şerh yazmıştır. Bununla birlikte Gazali’nin de yaptığı gibi onun kelamla bağdaşmayan görüşlerini tenkit etmekten de çekinmemiştir.68 Muhtelif dini ve felsefi konulardaki münazaraları ile de meşhur olan Razi, Aristo geleneğindeki meşşai felsefesini hazmeden ve onu kelam’a sokan ilk alimlerdendir. Bu işin öncüsü olan Gazali, meşşai filozoflarının ilki dine aykırı olan fikirlerini çürütmenin kelamın bir görevi olduğunu söyleyip, yalnız bu konuları kelami eserlerde ele alırken, razi kelamı Aristo geleneğindeki manası ile felsefileştirmiştir. Yani kelamı ve felsefeyi mezcederken onları bir ilim haline getirmiştir. Bunu “felsefeyi kelamlaştırmışlar” şeklinde de ifade edebiliriz ki neticede felsefe ile eşari kelamı birbiriyle birleşmiştir. Ancak bu birleştirmeyi, kelamın felsefeye olan itirazlarının meşrulaştırılması şeklinde anlamamak, onların kelama gör yoruma tabi tutulduğunu ve gerekli cevapların verildiğini kabul etmek gerekir. Razi’den sonraki kelam alimleri de aynı yolu takip etmişler ve felsefe’deki metafiziğe kelam içinde yer vermişlerdir. Böylece felsefe, kelam ilmi içinde ve onunla mezcedilmiş olarak yazılıp okunduğu için ayrı bir ilim, ekol ve müstakil bir cereyan olarak varlığını devam ettirememiştir. Artık felsefi konular kelam kitaplarının ilahiyat konularının içinde serpiştirilip, kelam mantığı ile anlatılır olmuştur. Gazali ile başlayan ve Fahreddin er-Razi’de son merhalesine varan felsefeyi kelamla birleştirme hareketi, felsefeyi kelama bağlı kılmakla, felsefe yapmak için felsefe değil de – tabiri caizse – kelam için felsefe yapma geleneğini getirmiştir. Bu aynı zamanda, felsefenin İslam dünyasında gerilemesine hatta sönmesine neden olmuştur. Zaten felsefenin İslam 67 68 Gölcük, Şerafettin – Toprak, Süleyman, a.g.e., s. 65 Bademci, Abdülmuttalip, Fahreddin er-Razi ve İrade Görüşü, Basılmamış YL.Tezi, s., 16, Konya, 1990 25 coğrafyasında yapılan şekli demek olan İslam felsefesini kelamcılar yapar hale gelmiştir. Ancak bu şu demek değildir. Kelam il felsefe anlaşmışlar, ilahiyat, nübüvvet, ahiret gibi bazı ana konularda kelam’ın felsefeye olan itirazları son bulmuştur şeklinde bir birleşme asla söz konusu değildir. Kelam ana konularda kendi gündemini muhafaza etmiş, varlık ve bilgi gibi konularda felsefeden fazlaca istifade yolu tutulmuştur. Razi ile birlikte “Felsefi Kelam” dönemi başlamıştır demiştik ki bu aslında Gazali öncesi oluşturulan kelam’ın temel konuları felsefi, başka bir deyişle çok daha akli bir perspektiften ele alınmış, bununla birlikte felsefeye ve konularına bakış yumuşatılmış, ona olan muhalefet azalmıştır. Felsefe adeta kelamın bünyesine dahil edilerek muhafaza altına alınmıştır. Sözü edilen Felsefi Kelam’ın İbn Arabi’de Felsefi Tasavvuf şekline büründüğü görülür.69 Diğer taraftan Razi, felsefeyi kelama sokmakla, kelama Aristo geleneğine göre bir istikamet vermiştir. Bu durum İslam dünyasını etkilemiş, bu akım ve metot diğerlerine de hakim olarak Eş’ari mezhebinin yayılmasına sebep olmuştur. Eş’arilerin kullandıkları bu metot Maturidileri de tesiri altına almış ve Maturidilerin çoğunun mezheplerine bağlılıkları sadece sözde kalmış, gerçekte ise Meşşai sistemine bağlı Eş’ari kelamını savunmuşlardır. Razi’nin Maturidi kelamcısı Nureddin es-Sabuni ile Allah’ın sıfatları konusunda münakaşa yaptığı ve Sabuni’nin Razi’nin büyüklüğünü ikrar ettiği kayıtlarda geçmektedir.70 Müslüman toplumun inançlarına yönelik önemli bir rol üstlendiği klasik dönemde kelam ilminin en belirgin özelliği felsefi mantığın İslam’a yabancı sayılıp ondan uzak durulmasıdır. Kelam alimleri Mutezile’den itibaren Aristo mantığını biliyorlar fakat dinin aslına zarar vereceği için kullanmıyorlardı. Özellikle Bakıllani bunu ısrarla savunmuştur. Kullanılan delilin merdud olması dinin de zarar görmesine sebep olur gerekçesiyle, her zaman felsefi nazariyeye karşı ihtiyatlı davranılmıştır. Oysa İslam mantığı olarak kabul edebileceğimiz re’y ve içtihada dayalı “USUL” ilminde kullanılan metotlar tercih edilmiştir. Zaten kelam ilmine o dönemde “ilmi usulü’d-din” denmesi de bundan kaynaklanmaktadır.71 Müteahhirin dönemi kelamıyla ilgili olarak bazı alimler tarafından yapılan tenkit ve değerlendirmelerde kelam’ın başlangıçtaki hüviyetini kaybettiği, adeta felsefe haline geldiği ifade edilmiştir. Kelamcıların nakli bırakıp selef’in yolundan ayrıldıkları savunulmuştur. Gazali’den itibaren naklin hücciyetini de aklın içinde tasavvur eden Mu’tezile tezi, giderek rağbet kazanmış, Razi ile zirveye ulaşmıştır. Bakıllani’ye kadar denge söz konusu iken, Razi Gölcük, Şerafettin, a.g.e., s. 217 Uludağ, a.g.e., s., 27 71 Özervarlı, M. Sait, Kelam’da Yenilik Arayışları, s. 10-15, İsam yay., İstanbul, 1998 69 70 26 ile artık akıl naklin aslı kabul edilmiş ve nasların çoğunlukla delalet ettikleri manalar itibariyle zan ifade ettikleri görüşü benimsenmiştir. İlk asırlarda Müslümanları hayli meşgul eden İslam dışı inançların, Razi’nin döneminde tamamen zayıflayıp etkisiz hale gelmesinin, ayrıca kelamcıların zamanlarının bilimini de temsil eden felsefenin konularını anlama yönündeki merak ve istidatlarının, felsefe’yi yok etmekten çok, herkes için meşrulaştırması anlamına gelmektedir. Gazali’nin bir taraftan kelam’a felsefi metodu ithal ederken diğer taraftan, filozofların bazı görüş ve yorumlarını sert bir şekilde hedef alması, kelam ilminin bu dönemden itibaren hem felsefe’ye rakip hem de felsefeleşen bir görünüm almasını sağlamıştır. Razi ile zirveye ulaşan felsefi kelam bundan sonra şerhler dönemini başlatmış, kelam eserlerine kelam’ın tarifi, konusu, gaye ve faydalarıyla ilgili mukaddimeler eklenmiştir. Elbette sonraki çalışmalar metot olarak Gazali ve Razi’nin metodunu kullanacaklardır. İzmirli ile başlayan yeni ilmi kelam veya 19. ve 20. yy.’daki yenilik arayışlarına kadar bu metot sürdürülmüştür. 4. FAHREDDİN er-RAZİ’NİN SONRAKİLERE ETKİSİ Fahreddin er-Razi’den sonraki İslam düşüncesini iyi anlayabilmek için Razi’yi iyi anlamak gerekir. Maalesef Tefsiri Kebir’inden başka eserlerine şimdiye kadar gereken önem verilmemiştir. Bunun dışında basılmış olan eserleri ciddi, ilmi bir incelemeye tabi tutulmamıştır. O imam unvanına kelam ilmindeki nüfuzundan dolayı sahip olmuştur. Oysa onun kelamla ilgili el-Metalibü’l-Aliye, el-Mebahisü’l-Meşrikiyye, el-Muhassal gibi eserleri, araştırılıp incelenmesi gereken kitaplardandır. Gazali’den sonra VI. ve VII. Yüzyıllarda yazılan kelam eserleri, artık filozofların görüşlerine yer veren, özellikle varlık ve bilgi konuları üzerinde genişçe durulan bir muhteva kazanmıştır. Mesela Fahreddin er-Razi'nin (v. 606/1209), kendisine kadar gelen bütün görüşleri bir araya topladığı kelam eserlerinde ilim ve malumu konu alan birinci ve ikinci bölümler, ilahiyat ve sem’iyyatı ele alan üçüncü ve dördüncü bölümlerden daha uzundur. Tafsilatı da fazladır. Kelam kitaplarında bu dönemde medlulden çok delil üzerinde yoğunlaşma meydana gelmiştir. Kavramlar ve düşünce sahası genişlemiş detaylar artmıştır.72 Felsefi yönünü daha çok kelamla ilgili eserlerinde müşahede ettiğimiz Fahreddin erRazi, kendinden sonrakilere de tesir etmiştir. Onun Kadı Beydavi’nin “Tevali ul-Envar” ve 72 Özervarlı, a.g.e., s. 14 27 Adudiddin el-İci’nin “el-Mevakıf” adlı meşhur eseri üzerindeki tesiri açıkça görülür. Nitekim her iki eserin tertibinde de Razi’nin “el-Muhassal”i örnek alınmıştır.73 Muhassal’ın metni ile Kadı Beyzavi Abdullah b. Ömer (v. 685/1286) in yazdığı “Tevaliu’l Envar” adlı kelam kitabı ile karşılaştırılırsa görülür ki Kadı Beyzavi bu eserinde sadece plan ve konu bakımından değil, ibare, tarif, ifade ve terimlerde de Muhassal’dan istifade ettiği ve arada büyük bir benzerliğin olduğu görülür. Yalnız Kadı Beyzavi, Razi’den hiç söz etmemekte, bazı meseleleri kitabına almadığı gibi, bazı meseleleri de eklemiştir. Fakat “Tevaliu’l-Envar”ı “Metaliu’l-Enzar” olarak şerh eden İbn Mahmud İsfehani (v. 745/1348) Fahreddin er-Razi’ye “el-İmam” diyerek işaret etmektedir.74 Aynı şekilde kelam’da meşhur “el-Mevakıf” kitabının yazarı Abdurrahman Adudiddin el-ici (v. 756/1355) bu eserinde Razi’nin “el-Muhassal” adlı eserinden çok istifade ettiği öyle ki, cümleleri, misalleri aynen naklettiği küçük bir karşılaştırmadan anlaşılır. Adudiddin “elMevakıf” adlı eserini, elbette sadece Razi'nin eserindeki ifade ve tartışmalara hasretmemiş, zamanına kadar yazılmış olan diğer kelami eserlerden de istifade etmiştir. Böyle olmakla beraber kelamı mukayeseli bir şekilde okumak, fikirlerin gelişme tarihine ışık tutması bakımımdan önemlidir. Razi'nin kendinden sonrakilere etkisi sadece kelam ile kalmamış daha çok tefsir alanında etki ettiği görülmüştür. O, tefsirinde akla duyulan ihtiyacı, birçok dini meselelerde ve hayati görüşlerde izah eder. Hiç şüphesiz kendinden sonra gelenlere, b tefsir aklı kaynaklık etmiştir. Birçok meseleleri, birçok ilimleri açık bir metotla anlattığı için, sonardan gelen müfessirler, nasipleri nispetinde ondan faydalanmışlardır. Hatta onu tenkit maksadı ile ele alanlar bile ondan istifade etmişlerdir.75 İslam aleminde büyük şöhret yapan Beyzavi, tefsirini Zemahşeri ve Razi'nin tefsirinden ihtisar etmiştir. Beyzavi kelami meselelerde tamamen Razi’ye itimat eder. Tefsiri tetkik edilirse hemen hemen her sahifesinde gerek isim zikredilerek ve gerekse zikredilmeksizin Razi’den pasajlara rastlanır. Ebu Hayan, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde, bazı ayetlerde Razi’den nakiller yapar. Bazen de ondan ayetlerin şerhlerini nakleder. er-Razi, Fahreddin, el-Muhassalü Efkari’l-Mütekaddimin ve’l-Müteahhirin mine’l-Ulema ve’l-Hükemai ve’lMütekellimin, Terc. Hüseyin Atay, Kelam’a Giriş, Sn., s. 36, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 2002 74 er-Razi, Fahreddin, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 36 75 Cerrahoğlu, a.g.m., s. 39 73 28 İbn Kesir Tefsiri nakli olmasına rağmen, Razi tefsiri, İbn Kesir tefsiri için kaynak olmaktadır. İbn Kesir, Halık’ın isbatı hususunda Ebu Hanife’nin ve Malik’in sözleri için Razi’ye itimat eder.76 Alusi’nin tefsiri ise, bazı ziyade ve noksanlıklar göz önüne alınacak olursa, adeta Razi'nin tefsirinin ikinci bir nüshası olarak görülebileceğini söyleyenler mevcuttur. Alusi’nin tefsiri “Ruhu’l-Meani”dir. Osmanlı devletinin en haşmetli devrinde yetişen ve uzun müddet şeyhü’l İslamlık yapan Ebu’s-Suud (v. 928/1574) de Razi tefsirini en yi şekilde tatbik etmiştir. İrşadü’l-Akli’sSelim ile Mezaye’l-Kur’an’il-Kerim adlı tefsirinde sağlam bir mütalaa ve ince bir beyan vardır. Ebu’s Suud’un en önemli tefsir kaynağı Razi'nin “Mefatihu’l-Gayb” tefsiri olmuştur.77 Bunun için Ebu’s Suud tefsiri kısa zamanda İslam alemine yayılmış ve medreselerde okutulmuştur. Muhammed Abduh ve talebesi Muhammed Reşid Rıza da, Razi’den müteessir olanlar arasındadır. Kaynak olarak ona itimat etmişlerdir. Çünkü Abduh ekolünde de aklin rolü mühimdir. Bu bakımdan Razi’ye müracaat etmiş olmaları tabiidir. Bilhassa ayetler ve sureler arasındaki münasebetler ve ittisal meseleleri üzerinde ondan fazlaca istifade ederler. İsmail Hakkı ve Elmalılı Hamdi efendi gibi müfessirler için Razi birer hazine olmuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse Fahreddin er-Razi özellikle kelam ve Tefsir alanında kendinden sonrakiler için kaynak teşkil etmiştir. Onun metodu günümüze kadar yapılan çalışmaların hepsinde yer alıp ufkumuzu açmaktadır. Ehl-i Sünnet kelamını öğrenmek için Razi hakkında mutlaka bilgimiz olması gerekir. Aksi takdirde iddialarımızı temellendirmede güçlük çekeriz. Günümüzde de birtakım söylemlere cevap verebilmek için onun felsefi aklından yararlanmalıyız 76 77 Cerrahoğlu,, a.g.m., s. 40 Bademci, a.g.e., s. 9 29 İKİNCİ BÖLÜM FAHRETTİN er-RAZİ’NİN NÜBÜVVET ANLAYIŞI 1. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN İMKANI Nübüvvet’in İmkanı demek, ilahi ve beşeri açıdan, varlığının mümkün olması demektir. Nübüvvet ilahi açıdan mümkündür, çünkü Allah, mürid ve mütekellimdir; bu sıfatları nübüvvet vasıtasıyla gerçekleştirir ve bu sayede buyruklarını yarattıklarına iletir.78 Risaletin esası, resul gönderenin kelamını tebliğ etmek olduğu için Allah’ın mütekellim olduğunu inkar etmek, resulleri inkar etmek anlamına gelmektedir. 79 Aynı şekilde nübüvvetin imkansızlığını ileri sürmek, Allah’ın mütekellim sıfatının bulunmadığını, dolayısıyla ekmel varlık olmadığını iddia etmek demektir. Nübüvvet beşeri açıdan da mümkündür. Çünkü bir insanın bedeni ve ruhi özelliklerinde diğer insanlarla aynı durumda bulunması gerekmediğinden peygamberler zümresinin farklı kabiliyet ve özelliklere sahip kılınması, bu sayede onların metafizik alemle irtibat kurup akıl ve duyular yoluyla üretilemeyen bilgileri alması mümkündür. Gazali, nübüvvetin mümkün oluşunun tecrübe yoluyla da kabul edilebileceği kanaatindedir. Gazali’ye göre insanların uyku halindeyken aldığı bilgiler( yani sadık rüyalar) nübüvvetin imkanına dair kanıtlardır. Yine peygamberlerce öğretilen tasavvuf yoluna girmesi ile doğrudan doğruya tadarak(keşf ve ilham) da gaybi bilgilere ulaşması mümkündür.80 Razi’ye göre de varlıklar zorunlu ve mümkün varlıklar olmak üzere ikiye ayrılır. 81 Zorunlu varlık, varlığı için başka birisine ihtiyaç duymayan, varlığı kendinden olan varlıktır. Mümkün varlık ise, varlığı veya yokluğu başka bir varlığa bağlı olan varlıktır.82 Razi’ de nübüvvet, bu varlık alanlarından mümküm olanlar arasına girmektedir. Çünkü “Zorunlu Varlık” dediğimiz “Vacibü’l- Vucud” olan Allah, nübüvveti mümkünler aleminden varlıklar alemine çıkartmıştır. Yani tercihi öyle olmuştur, dileseydi çıkarmaya da bilirdi. Allah bu şekilde peygamber göndermiş ve insanları uyarmayı irade etmiştir. Dilese başka bir yol ile de bunu yapabilirdi. Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvet” md., s., 282 İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricü’s-Salikin, trc., Komisyon, Medaricü’s-Salikin Kur’anî Tasavufun Esasları, C., I, s., 66, İnsan yay., İstanbul, 1990 80 Gazali, el- Munkız, trc., Uçan, a.g.e., s., 190,191 81 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a. g.e., s., 30 82 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a. g.e., s., 32-34 78 79 30 Razi için, Peygamber göndermek amaç değil araçtır. Amaç insanları uyarmak, yapıp yapmaması gerekenleri onlara bildirmektir.83 Peygamberliğin caiz( Allah için caiz olması, mecburi ve zorunlu olmaması) ve mümkün oluşunu(imkan dahilinde olmasını) tarih de ispat edip buna şahitlik etmiştir. Gerçekten Allah, Hz. Adem(a.s.)’dan Hz. Muhammed(a.s.)’a kadar insanlara değişik zaman ve mekanlarda nebiler ve rasuller göndermiştir. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edimiştir: “Yeryüzünün her topluluğu kendi peygamberlerine sahip olmuştur.”84 Netice olarak peygamber göndermenin aklen imkan dahilinde olduğunu, peygamber göndermede imkansızlık ve çelişkinin bulunmadığını söyleyebiliriz. 2. RAZİ’YE GÖRE NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİ Nübüvvetin gerekliliğini de ilahi ve beşeri açıdan olmak üzere iki yönden inceleyebiliriz. İlmiyle her şeyi kuşatan, yaratıklarına sonsuz lütuf ve ihsanda bulunan Allah’ın, insanları kendi yol göstericiliğinden mahrum bırakması durumunda inanç ve davranış alanlarında doğruya ulaşmaları imkansız hale gelir. Allah Teâlâ peygamberleri aracılığı ile doğru yolu göstermeseydi toplumların bu yolu bulmaları mümkün olmazdı. 85 Allah’ın adl, ber, fettah, hâdi, kerim, nur, rahim, rab, vehhab gibi isimleri O’nu ahirette sorumlu tutacağı insanlara peygamber göndermesini gerekli kılar. 86 ayeti de buna dikkat çekmektedir. Emir ve yasakları Nitekim, En’am 131. bilme açısından da mutlaka peygamberlik kurumu gereklidir. 87 Allah Teala’nın şuurlu bir canlı olarak yarattığı insanı sorumlu tutmaması göstermemesi de hikmetle bağdaşmayacağı gibi sorumlu kıldığı halde ona yol O’nun zikredilen isim ve sıfatlarıyla çelişir. Kelamcıların çoğu bu görüştedir. Mutezile ve Şia alimleri bunu Allah için bir zorunluluk olarak görürken, Ehl-i Sünnet mensupları lütuf ve ihsan olarak açıklamışlardır.88 Bu konuda Razi de peygamberliği rahmet ve lütuf olarak görmüştür.89 Beşeri açıdan da nübüvvetin gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü insanın işlerini ve durumunu düzelmesi için akıl verilmesine rağmen bu yeterli değildir. Yani insanoğlu mutluluğu elde etmek için gerekli olan bilgileri tek başına üretemez. Nefsani ve dünyevi 83 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 466,467 Fatır, 35/24 85 A’raf, 7/43 86 Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvet” md., s., 282 87 Şuara, 26/20; Zümer, 39/71 88 Gölcük, Şerafettin- Toprak Süleyman, a.g.e., s., 315-319 89 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, trc., C., X, s., 190 84 31 arzularına aşırı bağımlılığı nedeniyle yanlış hükümler verebilir. Bu noksanlıkları tamamlayabilmesi için de manevi bir yaptırım gücü ve ilahi bilgi kaynağına ihtiyacı vardır. 90 Bütün bu sebeplerden dolayı insanlar için peygamberlik gereklidir. Bu bölümde ele alınması gereken başka bir mesele de, nübüvvetin gerekliliğini savunurken insanların dini ve dünyevi olmak üzere iki türlü bilgiye ihtiyaç duymaları ve bunların sınırlarıdır. İnsanoğlu akıl yürüterek veya tabii bir yönelişle fikren Allah’ın varlığına ulaşsa da, O’nun sıfatlarını, kendi yükümlülüklerini, ibadet tarzını, ahiretle ilgili meseleleri bilmede yetersiz kalacaktır. Bütün bunlar dini bilgiler açısından nübüvveti gerekli kılan hususlardır. Diğer taraftan nübüvvet dünyevi bilgiler açısından da gereklidir. Çünkü insanın var olmaya başladığı ilk evrede öğretip eğitilmesi için dil bilgisine, hayatını idame ettirebilmesi için beslenmeye, neslenmek için hayvancılık ve ziraata, soğuk ve sıcaktan korunmak için barınmaya, toplum düzeni için hukuk’a dair bilgilere muhtaçtır.91 İnsanın hayat için zorunlu olan bu bilgileri kendi kendine ve tecrübe yoluyla öğrenmesi de akla yatkın görünmemektedir. Nitekim Kur’an ve diğer kutsal kitaplar, ilk bilgilerin nübüvvet aracılığı ile öğretildiğini haber vermektedir. Sonuç olarak hem ilahi hem de beşeri açıdan nübüvvetin gerekli olduğunu, nübüvvet müessesesi olmadan dünya ve ahiret saadetinin kurulamayacağını söyleyebiliriz. Kaldı ki insanlar medeni oldukları için kendi cinsinden birileri ile yaşamaya muhtaçtırlar. Bundan dolayı da bazı kurallara uymak zorundadırlar. Eğer böyle olmamış olsaydı insanların bazılarının, diğerlerine zulmetmesi kaçınılmaz olurdu. İşte bu sebeplerle bu kuralları koyan ve açıklayan birisi olmalı ve kural koyucu insanlardan menfaat beklememelidir. Bu da ancak ve ancak Şari’ dir. 3. RAZİ’YE GÖRE PEYGAMBER GÖNDERMENİN FAYDALARI Peygamber göndermenin faydalarını anlatmak için işe önce eşyayı(nesneyi), aklın kavrayabildiği ve kavrayamadığı diye ikiye ayırarak başlayan Razi, peygamber göndermedeki hikmeti de buna dayanarak açıklamaktadır. Bu bağlamda Allah’ın emir ve yasaklarını bilmek için nübüvvete ihtiyaç da yoktur. Ona göre nakille bilinen nübüvvet sadece aklın destekleyicisi ve sorumluluk sahibi insanın ez-Zerkan, M. Salih, Fahreddin er-Razi ve Araühü’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye, s., 547-549, Daru’l-Fikr, Mısır, Tarihsiz; Maturidi, Kitabü’t-Tevhid, trc., Topaloğlu, a.g.e., s., 222-225 91 es-Sabuni, el- Bidaye, trc., Topaloğlu, a.g.e., s., 103-105; ez- Zerkan, a.g.e., s., 548 90 32 mazeret bulmaması için tedbirdir. 92 Nitekim “Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı delilleri olmasın.” 93 Ayeti de bunu desteklemektedir. Bundan dolayıdır ki Razi, peygamber gönderilmesini, özrün delilini yok etmek başka bir ifadeyle mazeret temeline dayandırır.94 Allah Teâlâ’nın pek çok peygamber göndermiş olması bazı şeriat ve hükümlerde birbirinin aynı olmaması sırf hikmetinden ve ümmetlerin durumlarının çeşitli tabakalar üzerine bulunmasındandır. Çünkü ilahi sorumlulukların dayanağı çeşitli durumlar ve kulların iyiliğidir. Allah Teala yaratış hikmeti gereğince ümmetleri çeşitli ve farklı tavırlar ve hasletlerle yaratmış olduğu gibi, kanun koyma hikmeti gereğince de bunlara dünya ve ahiretlerinde durum ve gidişatlarına uygun çeşitli ve farklı olan kabiliyetleriyle uyuşan şeriatler ve hükümler teklif etmiş onların itiraz arzetmelerine sebep bırakmamıştır.95 Peygamberlerin geliş amacı ile insanların yaratılması arasında da paralellik kuran Razi, her ikisinin merkezine“imtihan”ı koymuştur. Allah insanları nasıl denemek için yarattı ise peygamberleri de imtihanın parçası olarak göndermiştir. 96 Nübüvvetin bir başka faydası heva, heves ve arzulara karşı koymada insan iradesinin destekçisi olmasıdır. İnsan iyi ve kötüyü belki aklıyla bilebilir, ama iyiyi yapmanın kötüyü terk etmenin neler getirebileceğini aklıyla bilemez. Bu sebeple Allah’ın vaad ve vaidleri de insan davranışına yön verebilmekte onları etkileyebilmektedir. Dolaylısıyla peygamberlik bu bağlamda daima insanın hayrınadır.97 Aklın doğrudan tek başına kavrayamadığı hususları, yani ahiret, gabya iman, şer’i emir ve yasakları, insanlar ancak vahiy ile öğrenebilmektedir. İşte burada nübüvvetin işlevselliği önemlidir. Bu gibi durumlarda, peygamberler insanlar için kolaylık vesilesidir. Onların insanlar arasındaki konumları, bedendeki kalp misalidir.98 4. RAZİ’NİN NEBİ, RESUL VE RİSALET GÖRÜŞÜ Razi, nübüvvet ile risaleti aynı anlamda kullanmış, risaleti, Allah’ın bir elçi aracılığı ile toplumu uyarması olarak tarif etmiştir.99 92 93 94 95 96 97 98 99 er- Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 240 Nisa, 4/166 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 466 Yazır, a.g.e., C.III, s., 130 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XXI, s., 8,9 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 242,243 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 243 Çınar, a.g.e., s., 32 33 Razi’ye göre nebinin kim olacağını ancak ve ancak Allah tayin eder, kişinin çalışıp çabalaması o makama erişeceği anlamına gelmez. Cenab’ı Hakk kendisine peygamberlik vereceği şahsı, özel bir şekilde ve kimsenin kavrayamayacağı bir şekilde terbiye edebilir. Bu sürecin nasıl olduğu konusunda yapılan tartışmaların da fazla bir değeri yoktur. Kısacacı bu konuda söylenebilecek son söz: Peygamberlik kesbi değil vehbidir.100 Diğer taraftan nübüvveti Allah’ın bir lütuf ve ihsanı olarak gören Razi, bu konuyu doktor ve hasta benzetmesiyle anlatır. Yani nübüvvet aslında insanlar için şifa kaynağıdır, nübüvvetle sıkıntı ve dertlerden kurtulunur. 101 Sağlıklı bir şekilde yaşamın devam ettirilebilmesi için de nübüvvete ihtiyaç vardır. “(Rasülüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”102 Ayeti, özelde Hz. Peygamber’in rahmet olarak gönderildiğini belirtse de genelde nübüvvetin bir rahmet olduğu anlamını taşımaktadır. Rahmet ise hem dünya hem ahiret işlerinde her türlü hayır anlamını taşımaktadır. Rasul ve nebinin birbirinden farklı şeyler olduğunu söyleyen Razi, bu iddiasını Hacc Suresi 52. ayetine dayandırmaktadır.103 O’na göre resul, nebiden farklı olarak kendisine kitap ve mucize indirilen kimsedir. Nebi ise, kendisine kitap indirilmeyip, önceki kitaba uymakla emrolunan kişidir.104 5. RAZİ’DE PEYGAMBERLERİN MERTEBELERİ Peygamberlerin peygamber olmaları bakımından aralarında bir fark yoktur. Fakat mevki ve fazilet bakımından aynı değillerdir. Bir kısmı bir kısmından üstündür. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de : “ Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.”105 Ve yine “ Muhakkak ki peygamberlerin bazısını bazısından (faziletçe) üstün kıldık. Davud’a Zebur’u verdik.”106 buyurmaktadır.107 Razi ise, peygamberlerin alemlere üstün kılındıklarını; dolayısıyla melekler ve tüm varlıklardan daha üstün olduklarını ifade etmiştir.108 Bu konuyu destekleyen en önemli delil ise meleklerden Hz. Adem’e secde etmelerinin istenmesidir.109 100 Görgün, a.g.m., s., 159 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 64 102 Enbiya, 21/107 103 “Biz, senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın…” 104 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XVI, s., 334- 338 105 Bakara, 2/ 253 106 İsra, 17/55 107 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 19 108 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., VI, s., 265 109 Bakara, 2/34-41 101 34 Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de Ulül-Azm diye isimlendirilen peygamberler diğer peygamberlerin önderi ve lideridirler. Çünkü Allah onları güzel övgü ile yad eder ve Rasülullah(sav.)’e cihat ve sabırla onlara uymasını emreder.110 Peygamberlerin bir kısmına azimlerinin kuvvetli oluşundan, imtihanlarının olduğundan şiddetinden, mücadelelerinin güç ve acı azim sahibi peygamberler denmiştir. Çünkü azim sahibi peygamberlerden bazıları belalara ve uzun süre yalanlanmaya sabretmişlerdir. Mesela Nuh(a.s.) kavmi arasında 950 sene kalmış ve kendisine kavminden pek az kişi iman etmiştir.111 Nübüvvette tafdil diye adlandırılan bu konuyu bu şekilde özetleyip Efendimiz(sav.)’in diğer peygamberlerden üstünlüğüne geçelim. a) Hz. Muhammed(sav.)’in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü Peygamberlerin en üstünü, mahlukatın Muhammed(sav.)’dir. Çünkü gönderiliş itibari ile en seçkini, son peygamber Hz. peygamberlerin sonuncusu, mevki ve rütbesi yönünden en üstünüdür. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’in Semavi kitapların sonuncusu ve en üstünü olduğu gibi. Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’le vahyi sona erdirdiği gibi Muhammed(sav.)’le de peygamberliğe son vermiştir.112 Bakara suresinde: “ O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.”113 buyrulmuştur. Ayette geçen “Allah’ın bir çok derecelerle yükselttiği kişi” ifadesinden kasıt, peygamberimiz Hz. Muhammed (sav.)’dir.114 O’nun diğer peygamberlerden üstünlüğünü, Razi, tefsirinde şu şekilde sıralamıştır:115 -Enbiya suresi 107. ayette Hz. Peygamberin alemlere rahmet olarak gönderildiği bildirilmektedir. Alemlere rahmet olan bütün herkesten üstündür. Dolayısıyla Muhammed(a.s.) de diğer peygamberlerden daha üstündür. -“ Ve senin zikrini yücelttik.” 116 tavsifi, Hz. Peygamber için söylenmiştir. Yine Kelime-i Şehadette, teşehhüde, ezanda Allah Teala’nın ismiyle birlikte zikredilen sadece Muhammed(sav.)’dir. Bu durum da diğerlerinden üstünlüğünü gösterir. 110 Ahkaf, 46/35 Ankebüt, 29/14; Hud, 11/40 112 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 21 113 Bkz., Bakara, 2/253 114 Kılavuz, a.g.e., s., 249 115 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., V, s., 377-380 116 İnşirah, 94/4 111 35 - Kur’an mucizesi vardır ki, Ebedi ve baki mucizedir. Kendi zamanında hem ezberlenmiş hem de yazı ile tespit edilmiştir. Aslına uygun olarak korunabilmiş bir ilahi mesaja sahip Hz. Peygamberden başka peygamber yoktur. - Diğer peygamberlerdeki bütün hasletlerin Hz. Peygamberde toplanması da onun peygamberliğinin üstün olduğuna işarettir. - Bütün insanlar için peygamber olması, 117 hatta bütün yaratıkların peygamberi olması, uyanların (cinler, insanlar) çokluğunun, uyulan kimsenin yüceliğinde tesiri vardır.118 - Diğer peygamberlerden daha fazla eziyet çekmesi, mesela Hz. Musa sadece Firavun ve kavminden eziyet çekerken, Hz. Peygamber Hadid suresi 10. ayeteki meşekkatlerin hepsini çekmiştir. Bu da onun için bir çeşit fazilettir. - İslamiyet’ten önceki dinlerin hükümlerini kaldırmıştır. Kıyamete kadar en son ve n mükemmel din olarak devam edecektir.119 Bu da efdal olduğuna kanıttır. - Ümmetinin en üstün ümmet olması120, bir topluluğun en hayırlı ümmet olması , o ümmetin uyduğu peygamberinin de en üstün varlık olmasını gerektirir.121 - Son peygamber olması başlı başına ayrıca fazilettir.122 - Mucizelerinin çok ve çeşitli olması da onun üstünlüğüne delildir. a) Güç kudretle ilgili: Az yiyecekle çok kişinin doyrulması, b) İlimle ilgili: Gaybdan haber vermesi, c) Zatındaki Üstünlükler: Şerefi, soyu, cesur olması vb., d) Ahlakı: Huyu Hilmi vefası, gibi bütün hasletler Hz. Muhammed(a.s.)’da toplanmıştır. Yine Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’de Rasulüllah’a sarih ismiyle hitap edilen tek bir ayet bulamayız. Ayetlerin hepsinde O’na peygamberlik lafzıyla hitap edilir. Kur’an’ın tümünde “Ya Muhammed” diye başlayan ayetin olmaması da Onun kadrinin yüceliğine ve diğer peygamberlerden üstünlüğüne ince bir işarettir, denilmiştir.123 117 Sebe, 34/28 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 494 119 Maide, 5/3 120 Al-i İmran, 3/110 121 Kılavuz, a.g.e., s., 249 122 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XV, s., 473 123 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 24 118 36 b) Diğer Peygamberler Arasındaki Üstünlük Peygamberler arasında ülü’l-azm olanlar; yani aldıkları görev ve yüklendikleri sorumluluk karşısında herhangi bir yılgınlık göstermeden, dini, insanlara tebliğ görevini yerine getiren, bütün zorluklara göğüs germede azim ve sebat gösterenler, çoğunluğa göre diğer peygamberlerden derece bakımından üstündürler. Bunlar: Hz. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (a.s.)dır. “ Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.”124 Ayetinde bu hususa işaret vardır. Azim sahibi peygamberlerin derce bakımından üstün olması ile birlikte, Razi, diğer peygamberler arasında da buna benzer derece farkları olduğunu savunmuştur. Ona göre peygamberin getirdiği mesaj, hidayete erdirdikleri insan sayısı, tevekkül durumları onların derecelerine etki eden faktörlerdir. Razi, Hz. Musa’nın, Hz. Nuh’tan daha üstün olduğu kanaatindedir. Bu sonuca Hz. Nuh’un tevekkülünün kendi şahsına olması ve Hz. Musa’nın tevekkülünün kavmine telkin edilmesi ile varmaktadır.125 Yine Nuh(a.s.)’ın hidayete erdirdiği insan sayısı Hz. Musa’ya göre azdır. Bununla birlikte, Nuh’un kavmi hakkındaki duası: “Rabbim… yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma.”126 İle Musa(a.s.)’ın Firavun ve kavmine yaptığı dua: “Ey Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver(ki, iman etsinler)”127arasında fark olduğunu ifade eden Razi, bütün bunların peygamberlerin faziletlerine delil olabileceğini ileri sürer. Bu da konunun anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Razi, Hz. Yakup’un Hz. Yusuf’tan daha efdal olduğunu ifade eder; ve bu anlayışına bir gerekçe dayandırmaz.128 Son olarak da Razi, efdaliyet konusunda Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed(sav.)’in diğer peygamberlerden daha üstün olduğu görüşünü savunur. 129 Bu görüşünü de yine onların azim ve sebatları ile açıklar. Hz. Peygamber’in üstün olması meselesi de yine yukarda saydığımız özelliklerinden dolayıdır. 124 Ahzab, 33/7 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 449; Çınar, a.g.e., s., 51 126 Nuh, 71/26 127 Yunus, 10/88 128 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 445 129 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., II, s., 351; Çınar, a.g.e., s., 52 125 37 c) İnsan, Peygamber ve Melek Arasındaki İlişki Razi’ye göre, melek insandan üstündür. Bu görüşü destekleyen deliller bulunmaktadır:130 - Yüce Allah yaratmadaki büyüklüğünü belirtmek istediğinde, göklerin ve yerin, ikisi arasındakilerin ilahi oluşuyla delil getirip, Nebe suresinde şöyle buyurmaktadır: 131 “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar ona karşı konuşmaya yetkili değillerdir.” Devamındaki ayet de bu anlamı daha da perçinlemektedir: “ Ogün ruh ve melekler, sıra sıra dururlar. Ancak Rahman’ın izin verdiği konuşabilir, o da doğruyu söyler.” Eğer melekler derece itibariyle yaratılanların en büyüğü olmasaydı, yukarıdaki sıralama doğru olmazdı. - Razi, Kur’an’daki sıralamayı gerekçe göstererek de meleklerin insanlardan daha üstün olduklarını belirtmektedir. Bakara suresindeki132 Allah, melekler sonra vahiy ve sonra da peygamber sıralaması buna delildir.133 Filozoflar da meleğin üstün olduğuna delil getirmişlerdir. 134 Onlara göre ruhani olanlar basittir, cisimli olanlar bileşiktir. Basitler bileşiklerden daha faziletlidir. Ruhaniler, şehvet ve yerilen huyların kaynağı olan öfkeden arınmışlardır. Cisimlerde ise böyle bir durum söz konusu değildir. Ruhaniler , yüce ve latiftirler, cisimler ise koyu ve karanlıktırlar. Bütün bunlar meleklerin üstün olduğuna işaret eder. Razi, veli mi yoksa nebi mi üstündür? Sorusuna yanıt ararken de peygamberin geldiği topluma örnek oluşunu delil getirerek velinin böyle bir sorumluluğunun olmadığını vurgular.135 Buna dayanarak peygamberlerin velilerden üstün olduğu sonucuna varır. 136 O, bu görüşünü pratik ve teorik mükemmellik esaslarına dayandırarak insanların üç kısım olduğunu belirtir:137 1. Kendisi kamil insan olup başkalarını kemale ulaştıramayanlar ki, bunlar velilerdir. 2. Kendisi kamil insan olup başkalarını da kemale ulaştırabilenlerdir ki, bunlar peygamberlerdir. 3. Kusurlu ve eksik olanlardır ki, bunlar toplumun genelini oluştururlar. 130 131 132 133 134 135 136 137 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 98 Nebe, 78/37 Bakara, 2/285 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 98 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 250 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 91, 92 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XII, s., 408 Çınar, a.g.e., s., 52 38 Bu sıralamayı yaptıktan sonra, hem kendisi mükemmel hem de insanları mükemmelliğe ulaştıran peygamberin, veliden üstün olduğunu belirtmiştir.138 6. RAZİ’DE MUCİZE 6.1. Mu’cize’nin Lügat ve Istılah Manaları a) Mu’cize’nin Lügat Manası: Arapça’da “acz” kökü, bir şeyden geri kalmak, güç yetirememek, kuvveti yetişmemek, 139 gibi anlamlara gelir. Fiilin if’al kalıbının ism-ifail sigası olan “muciz”, bir şeyi yapmaktan aciz bırakan,karşı konulmaz, harikulade, insanın güç yetiremeyeceğini ortaya çıkaran demektir.kelimenin sonuna mübalağa için getirilen “te” eklenerek mu’cize şeklinde kullanılır.Mu’cizenin çoğulu “mu’cizat”tır.140 b) Mu’cize’nin Istılah Manası Istılahta mu’cize: “Geleneği yırtan bir iş olup karşı çıkılamayacak bir meydan okumayla beraberdir”. 141 Terim olarak pek çok tarifi yapılan mu’cizeye, Maturidi kelamcı Nurettin Es-Sabuni’nin (V.580/1184) getirdiği tanım, en kapsamlı ve en yaygın tanımlardan biridir.O mu’cize’yi şöyle tanımlar: “İnkar edenlere meydan okuduğu bir sırada nübüvvet iddia eden bir kişinin elinde, tabiat kanunlarına aykırı olan bir hadisenin, benzerini getirmekten inkarcıları aciz bırakacak tarzda vuk’u bulmasıdır”142. Mucize’yi en anlaşılır biçimde şu şekilde tarif edebiliriz: Dini teyid maksadıyla ve Allah’ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan, harikulade işler, hareketler, hallerdir.143 Mu’cize; beşeri gücü aşan, muarızların güçsüzlüğünü ortaya koyan karşı konulmaz kesin belgedir. 138 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 97,98 Ece, Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, s., 423, Beyan yay., İstanbul, Tarihsiz 140 Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s., 978 141 er-Razi, el- Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 229 142 es-Sabuni, el-Bidaye, trc., Bekir Topaloğlu, Mâturidiyye Akaidi, s., 105, Ankara, 2000 143 Develioğlu, a.g.e., s., 661 139 39 Mu’cize; bütün yaratıkların melek, cin ve insanların güçlerini aşan, Allah’ın tek yaratıcı olduğu bir vakıadır. Nübüvvet Allah’ın fiilidir.İnsanlığa Allah’ın en büyük nimeti ve bağışıdır. Nübüvveti tasdik ve teyid mahiyetinde olan mu’cize de Allah’ın fiilidir.144 6.2. Mu’cize’nin Şartları Mu’cize’nin, nübüvvetini ileri süren kişinin doğruluğunu ispatlayabilmesi için bazı özellikleri üzerinde durulur. Bunlar arasında iki temel özellik öne çıkar:145 Birincisi: İlahi fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği harikulade olaya mucize denmez. İkincisi: Mu’cize’nin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur etmesidir. Kur’an’da Hz. Musa ve İsa’nın mucizelerinden bahsedilirken meydan okuma özelliğine vurgu yapılması bunu gösterir. Razi, mu’cize’nin tarifinden hareketle mucize’nin şartlarından özellikle ikisine vurgu yapar: Mu’cize’nin bir “iş” olduğunu söyledik, çünkü mu’cize alışılandan başka bir şeyi yapma olabilir, bazen de alışılanı menetme olur.”Geleneği yırtan” dememizin sebebi iddia edenin başkasından ayırt edilmesini temindir. Ancak “meydan okumak şartı” ile dememiz, yalancının, geçmiş kimsenin mu’cizesini kendisine mal etmemesini,İrhas(peygemberin gelmesinden önceki belirtiler) den ve kerametlerden ayırt edilmesini sağlamaktır.”Karşı çıkılmayacak olması” demekten maksat büyü ve göz boyacılıktan ayırt edilmesidir.146 6.3. Mu’cize’nin Nübüvvete Delil Oluşu Bir peygamberin peygamberliğini isbat, ancak hiç şüphe taşımayan kesin bir delil ile mümkün olabilir. Bu kesin delil de ya onun gösterdiği mu’cize’yi gözlemek ve müşahade etmek veyahut kesin bilgi ifade eden mütevadir bir haberle o mu’cize hakkında bilgi sahibi olmaktır147 . Razi, eserlerinin bir çoğunda nübüvveti mu’cize deliline dayandırır. Bazı eserlerinde ise onu sosyolojik ve epistemolojik delillerle kanıtlamaya çalışır. Ona göre nübüvvetin mu’cize ile ispatı mümkünse de bu, itiraza müsaittir. Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, a.g.e., s., 370 Bulut, a.g.md., s., 350 146 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 229 147 Kılavuz, Saim, İslam Akaidi ve Kelâm’a Giriş, 10. Baskı, s., 252, Ensar Neşr., İstanbul, 2004 144 145 40 Nübüvvette en önemli ve kesin olay Hz. Muhammed(sav)’in peygamberliğidir. O’nun peygamberliğine delil pek çoktur, ama bu üç hususta açıklanabilir. 148 A. Birincisi: Hz. Muhammet(sav.) peygamberliğini iddia etmiş ve elinde mu’cize görülmüştür. Bu dayanılabilir bir esastır. Böyle olan herkes peygamber olur. Ancak onun peygamberlik iddia ettiğini söylememiz tevatüre dayanır. O’nun mu’cize gösterdiğinin pek çok delili vardır: a)Kur’an-ı getirmiştir. Kur’an ise mu’cizedir. Kendisinin getirdiği tevatür ile sabittir. Kur’an’ın mu’cize oluşu ise, edipleri karşılık vermeye çağırması 149 ve onların karşılık vermekten aciz kalmaları ile sabittir.İşte bu meydan okuma, kesin bir delildir.150 b)Kur’an-dan başka akli ve hissi mu’cizeler göstermiştir. Az yiyecek ile çok kimseyi doyurmak, parmakları arasından suyun çıkması, hayvanlarla konuşması ki, bunlardan her biri, her ne kadar tevatür derecesine ulaşmamış ise de bu husustaki tevatür, bunlardan en az bir tanesinin doğruluğunu gösterir. Biri doğru olursa da maksat hasıl olur151. c)Gaybtan haber vermiştir. Bu da bir mu’cizedir. B. İkincisi: Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğini, ahlaki, işleri, hükümlerini ve davranışlarını delil getirerek ispattır. Bunlardan her biri ayrı ayrı her ne kadar peygamberliğe delalet etmese de kesin olarak bilinir ki, bunların tümü ancak peygamberlerde bulunur. Aynı zamanda bu, Gazali’nin “el- Munkız” kitabında razı olduğu bir yoldur.152 C. Üçüncüsü: Önceki peygamberlerin, Hz. Muhammed’in peygamberliğinden semavi kitaplarında haber vermeleridir. Razi, nübüvvete delil olarak saydıklarını kendisi de tenkit etmiş, az yiyecekle çok halkı doyurma mucizesini, mütevatir yolla nakledilmediği için doğru olmadığını anladık demiştir.153 Mu’cize’nin nübüvvete delil olması konusunu, akli ve hissi mucizelerin delil olması adıyla ,iki başlık altında işleyerek noktalamak istiyoruz. a) Akli Mu’cize’nin Delil Oluşu Manevi mucize veya bilgi mucizesi diye de anılan akli mu’cizeler, insanların akıl yürütme gücüne hitap eden ve anları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur. 148 Gölcük, Kalâm Tarihi, s., 224 Bakara, 2/23 150 er- Razi, el- Meâlim,trc., Macit, a.g.e., s., 89-90 151 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 230 152 Gazali, el- Munkız, trc., Salih Uçan, el- Munkızu mine’d-Dalâl Şerhi ve Tasavvufi İncelemeler, 2. Baskı, s., 190-193, Kayıhan yay., İstanbul, 1997 153 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 232 149 41 Bunlar düşünmekle algılanabilen hususlar olup hissi mu’cizelerde görüldüğü gibi belirli bir zaman ve mekanla sınırlı değildir. 154 Peygamberlerin güvenilir , doğru sözlü, güzel ahlak sahibi, merhametli olmaları, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmaları, insanlar için model olmaları, getirdiklerinin erdemli bir toplum için vazgeçilmez ilkeler olması gibi hususların tümü, akli mucizeler içerisinde değerlendirilebilir. Ehl-i Sünnet alimlerine göre sağduyulu kimseler gerçek peygamberi söz, fiil ve davranışlarından tanıyabilirlerse de peygambere karşı inat eden ve kibir gösteren inkarcılar için mucizeden başka çare yoktur, zira onlar ancak bu sayede sorumlu olabilir. 155 Peygamberlik iddia eden kimsenin doğruluğunun bilinmesinde hidayet mucizeleri156 asıl, diğer delil ve alâmetler ise destekleyici unsurlardır. Akli Mucizeler’in en belirgin örneği Kur’an mucizesidir. Kur’an’ın mucize oluşunun en önemli ispatı, yine bizzat Kur’an’ın kendisi gibi bir kitap ortaya koymaları konusunda muarızlarına açık bir meydan okumasıdır. Fakat bütün insanlar ve cinlerin bir araya gelip yardımlaşsalar bile bunu başaramayacakları ifade edilmiştir. 157 Mevzu ile ilgili başka ayetlerde bu meydan okuma tecridi bir şekilde azaltılmıştır. İnkarcılardan Kur’an’daki gibi on sure158 akabinde de tek bir sure 159 getirmeleri istenmiş, lakin bunu da yapamayacakları belirtilmiştir. Nihayetinde meydan okuma en asgari düzeye indirilmiş ve Kur’an nevinden bir ayet, bir cümle getirmeleri istenmiştir.160 Bu noktada Razi de Hz. Muhammed’in ilmi bir eğitim almamış olmasını ve Kur’an’ın fesahetli oluşunu, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilmiş olmasına delil olarak kabul etmektedir.161 Ayrıca bu ifadesiyle, Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından yazıldığı iddialarını da çürütmüş olmaktadır. Yine nübüvvet iddiasında bulunan kişi, O’nun Allah tarafından gönderildiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi her türlü harikulade durum, bir muhakeme ve akıl yürütme sonucu konuyla ilişkilendirilebilmekte, Nübüvvet müessesesine delil olabilmektedir. Buna akli Söylediklerimizden Kur’an’ın mu’cize denilmesi de böylece anlam kazanmaktadır. vahiy ürünü olduğu ve nübüvvet iddiasında ispat için kullanıldığı sonucunu çıkarabiliriz. Şimdi diğer mucize çeşitlerinin delil olmasını işleyelim. 154 Bulut, a.g.md., s., 351 Bulut, a.g.md., s.,351 156 Tehaddi şartı çerçevesinde inkarcıların gözü önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden mucizelerdir. 157 Bkz., İsra, 17/88 158 Hud, 11/13 159 Bakara. 2/2324; Yunus, 10/38 160 Bkz., Tur, 52/34 161 er-Razi, el- Meâlim, trc., Macit, a.g.e., s., 89 155 42 b) Hissi Mu’cize’nin Delil Oluşu Hissi mucizeler insanların duyularına hitap eden, gözle görülen mucizelerdir. Bu tür mucizelere tabiatla ilgileri sebebiyle “kevni mucizeler” de denmiştir. Tabiat kanunlarını aşan ve Allah’ın müdahalesini gösteren ilahi fiiller olup iradelerini kullananların iman etmesini sağlar. 162 Hissi mucizeler peygamberlerin yaşadığı zaman ve mekanla sınırlıdır. Sonraki nesillerin onu tasdik etmesi haberin bilgi kaynağı olması sebebiyledir. Hissi mucizelerin bir kısmı insanlara fayda sağlamaz, ancak peygamberlerin doğruluğuna delil olur. Buna örnek Hz. Musa’nın âsâsıdır.163 Bir kısmı da hem peygambere hem de insanlara maddi bir fayda temin eder, aynı zamanda peygamberin Allah’ın elçisi olduğuna delildir.164 Razi, el-Muhassal isimli eserinde bunların bir çoğunu isimleriyle zikretmiştir.165 Razi, hissi mucizelerle ilgili rivayetlerde ravilerin, tevatür derecesine ulaşmayan ahad haberler rivayet ettiklerini belirtir. Buna rağmen bu kadar fazla sayıda ahad haberin rivayet edilmesini ciddiye alıp nübüvvete delil teşkil edebileceğini söyler.166 Bununla beraber hadis ilminin konusu içerisinde yer alan haber sahih bile olsa, mütevatir derecesine ulaşmadıkça akaid konusunda delil olarak kullanılamayacağını biliyoruz. Kur’an’da açık olarak ifade edilmeyen bu tür mucizelerin, “Bizi bu mucizeleri göndermekten alıkoyan, daha önceki insanların onları yalanlamış olmalarından başka bir şey değildir.” 167 Ayeti ile son peygambere mucize verilmemesinin gerekçesini açıklayabiliriz. Ayrıca “ Kendilerine okunmakta olan Kur’an’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” 168 Ayetiyle de adeta bu tür mucize isteyenlere olumsuz bir yanıt verilmiştir.169 Razi, Hz. Peygamber’in bedeninde görülen sıra dışılıkları da mucize olarak değerlendirmektedir. Ona göre bu bedeni farklılıklar peygamberlik iddiasındaki şahsın sıfatlarındaki sıra dışılıklarla birlikte düşünüldüğünde bu özellik ancak bir peygamberde bulunabilir şeklinde ifade edilmiş ve mucize olarak sunulmuş olabilir.170 Razi’ye göre peygamberlik iddiasında bulunan kişiler bazı nitelikleri kendilerinde bulundurur. Peygamberlik iddialarıyla insanların karşılarına çıktıklarında bu özellikleri, onların kabul edilmelerini kolaylaştırır. Bu, bedendeki çeşitli alametler olabileceği gibi, tavır, 162 Bulut, a.g.md., s., 350 Taha, 20/18 164 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 378 165 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 231 166 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 231 167 İsra, 17/59 168 Ankebüt, 29/51 169 Çınar, a.g.e., s., 47 170 er-Razi, el-Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 230 163 43 davranış ve fiilleri de burada önemlidir. Örneğin Hz. Muhammed’in hiçbir zaman yalan söylememesi, cömert ve cesur olması, iyilik hareketlerinde bulunması gibi bir çok özelliği nübüvvetine delil olarak kullanılmıştır.171 Netice olarak, Razi’nin, hissi mucizeleri de nübüvvete delil olarak kullandığını görüyoruz. Buna rağmen eserlerinin bazılarında bu meseleye hiç değinmemiş ya da eleştiride bulunmuştur. 7. PEYGAMBERLERİN GÜNAHSIZLIĞI Fahreddin er-Razi peygamberlerin masumiyeti konusunda “ismetü’l Enbiya” isimli bir eseri vardır. O, eserinde bu konudaki ihtilafları dört ana grupta toplamış ve bunları şu şekilde açıklamıştır.172 1) Haricilerin Fudayliyye grubu dışındaki bütün ümmet “peygamberlerin küfür ve bid’atten masum oldukları” konusunda hemfikirdirler. Fudayliyye ise peygamberlerin günah işleyebileceğini, hatta günahın her çeşidinin küfür olmasından dolayı küfre de düşebilecekleri görüşünü savunurlar. 2) Peygamberlerin Allah'dan aldıkları emir ve nehiylerle kasıtlı veya kasıtsız tahrif ve ihanette bulunamayacaklarında ittifak vardır. 3) Peygamberlerin fetvalarında kasıtlı hatanın olmayacağında ittifak vardır. Ancak bir dalgınlık, unutkanlık sonucu hataya düşebilecekleri noktasında farklı görüşler vardır. 4) Peygamberlerin fiil ve davranışlarındaki masumiyeti konusunda birbirinden farklı görüşlere sahip beş mezhep vardır. Bu mezhep ve farklı görüşler şöyledir: a) Haşeviyye: Peygamberlerden küçük ve büyük günahın sadır olması –onların bu günahları işlemeleri – caizdir. b) Mutezile’nin büyük çoğunluğu ise: Peygamberlerin kasten büyük günahlara yönelmelerini caiz görmezler. Fakat hardal tanesinden daha az nispetinde küçük günah işleyebilirler. c) Ali el-Cübbai(v.303/916)ye göre peygamberler büyük küçük hiçbir günaha teşebbüs edemezler. Ancak tevilde hataya düşme şeklinde günah işleyebilirleler. Çınar, a.g.e., s., 49 er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 39,40, Kahire, 1987, trc., Hasan Fehmi Ulus, Peygamberlerin Masumiyeti, s., 1932, İlim yay., İstanbul, 1986 171 172 44 d) Ebu İshak İbrahim b. Seyyar en-Nazzam (v.231/845)’a göre: Peygamberler ne kasıtlı ne tevil yoluyla ne de hataya düşme ile büyük küçük hiçbir günah işlemezler. Ancak dalgınlık ve unutkanlıkla küçük günah işleyebiliriler. Bunda da çok dikkatli olmaları gerekir. Zira dalgınlık ve unutkanlık yüzünden bilgilerinin mükemmel olmaları dolayısıyla sert bir üslupla ikaza uğrarlar. e) Şia’ya göre: Peygamberler, ne kasıtlı ne tevil yolu ile ve ne de dalgınlık ve unutkanlıkla büyük-küçük hiçbir günah işlemezler. Peygamberlerin masumiyetinin başlama zamanına dair iki görüş vardır173. Bazılarına göre: Peygamberlerin masumiyeti, doğumları ile başlar ve ömürlerinin sonuna kadar devam eder. Çoğunluğa göre ise, Peygamberlerin masumiyeti, peygamberlik süresinden önceki dönem – yani nübüvvet gelmezden önceki dönem – için zorunlu değildir. Fahreddin er-Razi bu görüşleri saydıktan sonra kendi görüşünü açıklar ve şöyle der: “Peygamberler, peygamberlik dönemlerinde kasıtlı olarak büyük küçük hiçbir günahı işlemezler, masumdurlar, ancak dalgınlık sonucu işleyebilirler”174. Razi, İsmetü’l-Enbiya’da peygamberlerin masumiyetlerinin vücubunu gösteren akli ve nakli delilleri teferruatlı bir şekilde on beş madde halinde 175 sıralamıştır. Bunlardan ilki: Peygamberlerin davranışlarının diğer asi müslümanlardan daha önce ikab gerektirdiğidir. Onların hanımlarının diğer hanımlar gibi olmaması176 buna delil teşkil etmekle beraber, hiçbir sarih akıl da bunun böyle olmadığını savunamaz şeklindedir. Razi’nin peygamberlerin masumiyeti konusunda bazı delillerini de diğer eserlerinden öğrenmekteyiz. Örneğin, el- Mealim’de üç delil ileri sürmekte bunlardan ilki akli, diğer ikisini nakli delil olarak açıklamaktadır.177 1) Allah’ın nübüvvet gibi bir nimeti peygamberlere vermesi, onları diğer insanlardan farklı kılar. Buna rağmen onların günah işlemeleri daha çirkin ve daha aşırı bir durumu ifade eder. Bu durum, işlediklerinden dolayı onların daha fazla kınama ve azarlamayı hak etmeleri anlamına gelir. Böyle bir sonuç batıl olduğuna göre onların günaha düşmeleri de batıldır. 2) Peygamberlerin günah işlemesi demek, onların fıska düşmeleri anlamına gelir. Fasık olmak ise şehadetin kabul olunmamasını gerektirir. 178 Böylesi basit işlerde şehadeti kabul edilmeyince, kıyamete kadar sürecek dinin gerçekliği konusunda şehadetlerinin kabul er- er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 40; er- Razi, el- Muhassal, trc., Atay, a.g.e., s., 247 er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 22 175 Bkz. İsmetü’l-Enbiya, s.41-47 176 Ahzab, 33/30-33 177 er-Razi, el- Mealimü Usuli’d-Din, trc., Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.,99,100, İhtar yay., Erzurum, 1996 178 Hucurat, 49/6 173 174 45 edilmemesi daha önceliklidir. Böyle bir şeyi söylemek mümkün olmadığı için, masum olmamaları da mümkün değildir. 3) Allah Teala Hz. Muhammed(sav.) hakkında: “ Ona tabi olunuz ki kurtulasınız. De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.”179 buyurur. Razi, bu ayetten hareketle peygamberlerin günahkar olamayacaklarını söyler. Çünkü eğer onlar öyle olmamış olsalardı, bizim, günahlar konusunda da onlara tabi olmamız gerekirdi. Oysa böyle bir şey mantık dışıdır. Bu ifadelerden anladığımız, Razi’nin aklı ve nakli bir arada kullandığıdır. Uslüp olarak da zaten bu onun yöntemidir. Karşısındakinin tezini çürütmek için nakli kullandığı zaman bile, sonuca nasıl vardığını mantıkla izah eder. Bazen tek bir konudaki açıklamaları sayfalar tutar. Bu da onun ufkunun genişliğini ve bilgi birikimini göstermesi bakımından önemlidir. Masumiyet konusunda bu kısa girişten sonra sırasıyla peygamberlere nisbet edilen günahları ve Razi’nin bakış açısını işleyelim. 7.1. Hz. Adem(a.s.)’ın Masumiyeti Peygamberler içerisinde ismet konusunda en çok eleştirilen Hz. Adem’dir. Bu onun ilk insan ve ilk peygamber olmasından kaynaklanmaktadır. Muhalifler, Kur’an’daki Hz. Adem kıssasından hareketle onun günah işlediği sonucuna varırlar. Hz. Adem’in Allah’a karşı isyan ettiği180, isyan eden kişinin cehenneme sokulacağı181, Hz. Adem(a.s.)’ın tövbekar olması182 ve Allah’ın onun tövbesini kabul etmesi183, ağaç yasağını çiğnemesi ile kendisine zulmettiğini itiraf etmesi 184 ve yine “bize merhamet etmezsen biz muhakkak kaybedenlerden olacağız” 185 nidası muhalifler için delildir. Onlara göre isyan eden , Allah’ın yasaklarını çiğneyen, işlediği günahı tevbe ederek itiraf eden Hz. Adem masum değildir. Yine onun cennetten çıkarılması büyük işlediğinin göstergesidir.186 Konu ile ilgili bütün iddialara Razi şöyle cevap verir: “Dile getirilen bu hususların tümü peygamberlik öncesi döneme ait şeylerdir. O yüzden hiçbir delil onun masum olmadığını göstermez.”187 Al-i İmran, 3/31 Taha, 20/121 181 Nisa, 4/14 182 Taha, 20/122 183 Bakara, 2/37 184 A’raf, 7/19-22 185 A’raf, 7/23 186 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 49,50 187 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc. Ulus, a.g.e., s., 35 179 180 46 Ebu Yusr Pezdevi, konu ile ilgili olarak peygamberlerin büyük ve küçük günahlardan masum olduklarını söylemiştir. Bu yönüyle de Eş’arilerin meseleye bakışını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla peygamberlere atfedilen günahların peygamberlikten önce olabileceğini bildirmiştir.188 Teftazani de aynı şekilde iddialara, “bu hususlar Bi’set’ten önce idi. Hz. Adem’in cennette bir ümmeti yoktu ve onun fiilleri bir unutkanlık eseri idi.”189 Cevabını vermiştir. Çağdaş müfessirlerden Sabuni de bu görüşlere katılmakta, “…sonra Rabbi Onu seçti”190ayetini, Hz. Adem’in nübüvvetine delil göstermektedir.191 Burada seçmekten maksat onu peygamber olarak görevlendirmek demektir. Peygamberlik öncesi dönemlerde de peygamberlerin günahlardan masumiyetini savunanlar ise muhaliflerin iddialarını sırasıyla şöyle cevaplandırırlar: a) Hz. Adem’in yasak çiğnemesi konusu, tahrim ve tenzih arasında müşterek bir olaydır. Tahrim olduğunu kabul etsek bile unutarak 192 işlendiği için fiil günah sayılmaz. Çünkü unutandan mükellefiyet kalkar. b) Hz. Adem’in tevbe etmesi ise, küçük günahları caiz görmeyenler için kendisini Allah’a vermesi şeklinde algılanmıştır. c) Yine Adem(a.s.)’ın isyan etmesi emre muhalefet anlamında değil mendubu terk etmesindendir. d) Büyük ya da küçük günah işleyen herkesin kendi nefsinin zalimi olması gerçeği küçük günahı caiz görenler içindir. Küçük günahı caiz görmeyenler ise buradaki zulmü “ daha iyiyi terk etme” anlamında değerlendirmişlerdir. Madem ki, daha iyiyi yapma ve daha büyük sevabı elde etme imkanı vardır, öyle ise mucip bir sebep yokken böyle bir şansı kaçırmamalıdır. Aksi halde kendi kendinin zalimi olur. e) Hz. Adem ki, yeryüzünün halifesi olarak yaratılmıştır. Onun cennetten çıkarılma olayı bir ibret, dışlama değildir. Hem yaratılışın gerçek gayesi ve sebebi olacak hem de içinde bulunduğu duruma bir tahkirin sonucu denilecek, bu mümkün değildir. Buraya kadar anlattıklarımız içerisinde Razi’nin münferit kaldığı tek mesele, Hz. Adem’in yanılma sonucu ağaçtan yediği şeklindeki görüşlere katılmamasıdır.193 Bu konu ile ilgili geniş açıklamayı da tefsirinde aktarmıştır. Ona göre Hz. Adem’in yasak ağaçtan yediği Pezdevi, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, (trc., Şerafettin Gölcük), s., 241, Kayıhan yay., İstanbul, 1980 189 Özbek, a.g.e., s., 146 190 Taha, 20/122 191 Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvet ve’l-Enbiya, trc., Suat Cebeci, Bilal Delice, Peygamberlik ve Peygamberler, s., 76, Kültür yay., İstanbul, Tarihsiz 192 Taha, 20/115 193 Şahin Necati, Peygamberlik ve İsmet, s., 69, Basılmamış YL. Tezi, Konya, 2006 188 47 anda Allah’ın uyarısını unutması mümkün değildir. Fakat Hz. Adem’in yasaklanan ağacın belli bir ağaç olduğunu zannedip aynı türden başka bir ağaçtan yeme ihtimalinin bulunduğunu da belirtmiştir. Dolayısıyla işlenen fiilin ictihat hatasından ötürü bu şekilde anlaşıldığını ileri sürmüştür.194 Konumuz başlı başına ismet olmadığı için, muhaliflerin Hz. Adem hakkında iddia ettikleri diğer bir şüpheyi de açıklayarak bu konuyu kısa ve anlaşılır bir şekilde noktalamak istiyoruz. Muhalifler: “O, sizi bir candan yaratan, bundan da gönlü kendisine yatıp ısınsın diye, eşini yaratan O’dur.”195 “…kendisine verdiği bu çocuk hakkında O’na eşler tutmaya başladılar.”196 Ayetleriyle iddialarını delillendirirler. Razi’ye göre, ayetteki “bir nefis” ile kasdedilen Adem(a.s.) değildir. Bunu gösteren delil de yoktur. Aksine ayet kureyşlilere hitap etmektedir. Yine ayetteki “eşini ondan var eden” in manası, O’nun cinsinden Arap ve Kureyşli bir zevce yaratmasıdır. Sonra o ikisinin yani (Kusay b. Kilab) ile zevcesinin, Allah’ın kendilerine verdikleri evlatlar hususunda ortak koşmaları demek; çocuklarını Abdu’l-Menaf, Abdu’l-Uzza, Abdu’d-Dar gibi isimlerle isimlendirmeleridir.197 Sonuç olarak bu konuyu değerlendirecek olursak, Hz. Adem ve Hz.Havva’nın Allah’ın emrine muhalif davrandıkları görülmektedir. Ancak bunu büyük günah işlediklerine yormamız mümkün değildir. Çünkü bu meselenin, onların yaratılış safhalarında, Hz. Adem’in peygamberliğinden tevbelerini kabul önce meydana geldiği bilinmektedir. Daha sonra Allah onların edip, hatalarını bağışlamıştır. Sonrasında ise peygamberlikle şereflendirmiştir. Kısacacı Hz. Adem’in işlediği suç zelle türünden olup onun peygamberliğine halel getirmez. 7.2. Hz. Nuh(a.s.)’ın Masumiyeti Hz. Nuh, azim sahibi peygamberlerdendir. Muhaliflerin Hz. Nuh ile ilgili ileri sürdükleri şüpheler Allah Teala’nın şu ayetleridir: “…Ey Nuh, o senin ailenden değildir, çünkü o kötü bir iş işlemiştir.” 198 Ve Hz. Nuh’un şu şekilde :“…şüphesiz benim oğlum da benim ailemdendir.” 199 cevap vermesi, 194 195 196 197 198 199 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., II, s., 405-414 A‘raf, 7/189 A’raf, 7/190 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 53-56, trc., Ulus, a.g.e., s., 42; Özbek, s., 147 Hud, 11/46 Hud, 11/45 48 muhalifler için, Hz. Nuh’un yalan söylemesi anlamına gelmektedir. Yalan da büyük günahtır ve Nuh(a.s.) günah işlemiştir. Fahreddin Razi’ye göre Hz. Nuh, gemiye binmemekte ısrar edip kaçan çocuğunun boğulacağından emin olunca, Allah’tan onun kendisine itaat ettirilmesini istemiş, buna karşılık Allah da oğlunun, onun ailesinden olmadığını beyan etmiştir. Bu durumda ayet farklı bir durumu ortaya koymuştur. Allah soy yakınlığını kastetmeyip dini yakınlığı işaret etmiştir. Yani onun oğlunun salih kimse olmadığını vurgulamıştır.200 Hz. Nuh işlediği bu zelle ile :“Rabbim hakkında bilgi sahibi olmadığım şeyi sormaktan sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum.”201 diyerek, Rabbinden mağfiret dilemiştir. Bu sözüyle adeta affını talep edip, bu fiili bir daha işlemeyeceğine dair söz vermiştir.202 Bu da göstermiştir ki , Hz. Nuh bu fiili kasten işlememiştir. Onun bu şekilde dua etmesi bile muhaliflerin iddialarını çürütmeye yeter. Müfessir Sabuni de bu görüştedir, ona göre Hz. Nuh burada bir günah ve masumiyet işlememiştir. O sadece beşer olarak merhametli bir babanın yaptığını yapmış, oğlunu kurtarması için Allah’a dua etmiştir. O istemiştir ki, Allah oğluna iman ilham etsin de onu tufanda boğulmaktan kurtarsın.203 Netice olarak Hz. Nuh’un maruz kaldığı hitap şekli , onun günah işlediğini göstermez. O, beşeri zaafı ve çocuğuna karşı beslediği acıma duygusuyla zanna uymuştur. Allah’ın genel olarak bütün peygamberleri bu şekilde uyararak terbiye ettiğini görürüz. Rabbimiz bununla onları olgunlaştırıp bir nevi koruma altına almıştır. Esasen bütün bu iddialar peygamberlerin günah işlediğine değil masumiyetine delalet etmektedir. 7.3. Hz. İbrahim(a.s.)’ın Masumiyeti Hz. İbrahim ile ilgili olarak muhalifler, birkaç ayetten yola çıkarak onun günaha düştüğünü, dahası yıldızlarla olan diyaloğunda küfre düştüğünü iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür: a) Yıldızlar, güneş ve ay için : “…işte , bu benim Rabbim”204 sözü muhalifler için İbrahim(a.s.)’ın günaha düştüğünün kanıtıdır. 200 201 202 203 204 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIII, s., 36-39; er- Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 57, 58; Özbek, a.g.e., s., 148; Hud, 11/47 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIII, s., 38-40 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 99 En’am, 6/77 49 Razi’ye göre bu ayette anlatılan hadise Hz. İbrahim’in büluğ çağından önce meydana gelmiştir. O, yaratıcının ıspatı konusunda derin düşüncelere dalmış, onlarda gözlemlediği ışık ve yücelik bu sözleri söylemesine neden olmuştur.205 Ancak Razi’nin bu görüşü itiraza müsaittir. Şu ihtimal daha kuvvetlidir. İbrahim(a.s.) bu ayette bir yıldızın bir insanı terbiye edebileceğini uzak göstererek, etrafındakilere tariz yapmıştır. Hareket etme ve batmanın tesir delili değil, yaratılmışlık delili olduğunu göstermiştir.206 b) “Belki bu işi onların en büyüğü yapmıştır.”207 Ayetinde putları kıran Hz. İbrahim olduğu halde bu işi başkasına yüklemesi muhalifler için yalandır, günaha düşme sebebidir. Bu iddia yersizdir, çünkü ayetler bir bütün olarak ele alındığında ifadenin şarta bağlandığı görülmektedir. İbrahim (a.s.) burada kavminin sapıklığını anlatmak için bir çıkış noktası olarak bu ifadeyi kullanmıştır. Ulemanın çoğunluğu bu görüştedir.208 Razi bu olayla ilgili şu yorumu da yapar: (bel fealehu kebiruhüm) cümlesi yapan yapmıştır, şeklinde adı anılmayandan kinaye bir sözdür. “Şu büyükleri” söz başıdır. Büyükleri yapmıştır, derken Hz. İbrahim kendisini kastetmiş olabilir. 209 Bize göre de bu tesbit yerinde olabilir ve Kur’an’ın icazına daha uygundur. c) İbrahim (a.s.) ile ilgili diğer bir iddia da onun yıldız ilmine başvurduğunun söylenmesidir. Güya Hz.İbrahim şu sözleriyle günah işlemiştir: “Yıldızlara bir göz attı ve ben hastayım, dedi.”210 Hz. İbrahim’in hasta olduğunu söylemesi, üstü kapalı bir ifadedir. 211 Bununla kavminin küfrü ve inadı yüzünden kalbine dolan hüzün ve kederi kastetmiştir. Bu tür ifadeler Peygamberlerin ismetini ihlal edecek yalanlar değil, mübah olan üstü kapalı sözlerdir. d) Ayetlerden öğrendiğimize göre Hz. İbahim ile Nemrut arasında geçen olay şöyledir: Nemrut’la mücadele eden İbrahim (a.s.); “Rabbim dirilten ve öldürendir demişti. (öteki) de ben de öldürür ve diriltirim demişti. İbarhim ; şüphesiz Allah güneşi doğudan er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 61, trc., Ulus, a.g.e., s., 52 Yazır ,Elmalılı M.Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (sdl. İsmail Karaçam ve dğr.), C., III, s., 453, Azim dağt., İstanbul , Tarihsiz; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 81 207 Enbiya, 21/63 208 er- Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XVI, s., 166-168 209 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 70 210 Saffat, 37/88,89 211 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 81 205 206 50 getiriyor , sen de batıdan getir dedi. İnkar eden tutulup kaldı.” 212 Muhaliflere göre Hz. İbrahim’in bu olayda bir delilden ötekine geçmesi günah sayılır. Razi bu meseleyi , delilin tek olması ve İbrahim (a.s.)’ın bir örnekten diğerine geçmesi ile hasmını susturmayı başardığını söyler.213 e) Muhalifler için, Hz. İbrahim’in, Allah’tan ölüleri nasıl dirilteceğini sorması, 214 onun, Allah’ın kudretine tam olarak inanmadığını gösterir. Burada, Hz. İbrahim’in imandan müşahadeye geçmek istediğini, 215 diriltmeyi müşahade ederek yakınlığı konusunda kalbinin mutmain olmasını görmekteyiz. Amaç ilahi san’atı görme ve ona muttali olma arzusudur. 216 Zaten bir peygamberin, ilahi kudretten şüpheye düşmesinin içinde bulunduğu müessese ile bağdaşmayacağı aşikardır.217 Faklı bir şekilde olaya bakan Razi, Hz.İbrahim’in, peygamberliğini tanımak için böle bir mucizeye ihtiyaç duymuş olabileceğini de söyler. 218 f) Hz. İbrahim’in babası hakkında mağfiret talebinde bulunmasını da günah sebebi olarak görenler olmuştur. Çünkü babasının kafir olduğu Kur’an nassı219 ve icma ile sabittir. Bu konuya farlı cevaplar vermek mümkündür. Onun, kendi dininde kafirin azap göreceğine dair bir hüküm bulamamış olması olabilir. Ayrıca buradaki mağfiret, babasının iman edeceğine dair bir ümit taşıması ile de açıklanabilir. Nitekim umudunu yitirince istiğfarı bırakmıştır.220 Dahası buradaki istiğfarı azabı geciktirme dileği olarak da yorumlayabiliriz.221 g) Muhalifler: “Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.” 222 Ayeti ile Hz. İbrahim’in bağışlandığı kesin değildir, diyerek onun hakkında bir başka şüphe ileri sürmüşlerdir. Razi bu iddiayı gereksiz görmüş, nefsi sindirme, hakka yönelme göstergesi olarak alınması gerektiğini söylemiştir.223 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 Bakara, 2/259 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya. S., 73,74, trc., Ulus, a.g.e., s., 69,70 Bakara, 2/260 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., II, s., 185 Sabuni, Muhammed Ali, s., 85,86 er- Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., 5, s., 463-468 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 74-78, trc., Ulus, a.g.e., s., 71-77 Mümtehine, 60/4 Tevbe, 9/113,114 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 78,79 Şuara, 26/82 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 79 51 h) Hz. İbrahim için bir başka ayette şöyle buyrulur: “ And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim’e geldiler. Selam sana dediler. Size de selam dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.”224 Hz. İbrahim’i günahla suçlayanlar için, onun meleklere yemek takdim etmesi ile onlardan korkması delil sayılır. Böyle bir şey İbrahim (a.s.) için günah olsaydı mutlaka kınanırdı. Aksine Yüce Allah onu: “Şüphesiz İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah’a vermiş bir kimse idi.”225 Buyurarak onu övmüştür.226 Netice olarak, Hz. İbrahim hakkında yukarda saydığımız ayetlere dayanarak ona günah atfetmemiz mümkün değildir. Bizzat Allah Teala tarafından övülen peygamberi suçlamak, haddi aşma anlamına gelir. 7.4. Hz. Yakup (a.s.)’ın Masumiyeti Yakup (a.s.) hakkında ileri sürülen şüpheleri şu şekilde sıralayabiliriz: a) Yakup(a.s.)’ın, evlatları arasında kardeşlerine göre ayrıcalıklı yol izlemesi, Yusuf’u diğer daha çok sevmesi ve onu kendisine yakın bulmasıdır. Bu, kardeşler arasında hasede yol açtığı için muhalifler için delil teşkil etmektedir. Sevgi ve ilgide tercihe giden Yakup (a.s.) için, bu, elde olayan bir şeydir. Terki ile de yükümlü olmadığı için bu iddia günah sebebi değildir.227 b) Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin babalarını sapıklıkla nitelemeleri: “ Doğrusu babamız apaçık bir sapma(yanlışlık) içindedir.”228 Muhalifler için şüphe unsuru olarak görülmüştür. Buradaki sapma, dinden sapma değildir. Doğrudan sapma anlamı tercih edilebilir. Razi’nin görüşü de bu yöndedir 229 . Onlar babalarını sevgide ileri gittiği için böyle vasıflandırmışlardır. c) Yakup (a.s.) “ O’nu kurdun yemesinden korkuyorum”230 sözüyle aslında açıkça korkusunu belli etmiştir. Böyleyken onu kardeşleri ile göndermesi Yusuf’u tehlikeye atma anlamına gelmez mi? Yakup (a.s.), kardeşlerinin Yusuf’u koruyup gözeteceklerine dair vermiş oldukları söze inanmıştı. Bunun için onu suçlamak doğru olmayacaktır. 224 225 226 227 228 229 230 Hud, 11/69 Hud, 11/75 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 81,82, trc., Ulus, a.g.e., s., 82 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 83, trc., Ulus, a.g.e., s., 84-85; Özbek, a.g.e., s., 150 Yusuf , 12/8 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 83, trc., Ulus, a.g.e., s., 85 Yusuf, 12/13 52 d) Hz. Yakup neden bu denli üzülüp bu derce (ta ki gözlerini yitirecek kadar) ağlamıştı. Peygamber soğuk kanlı olmaz mı? Sabırlı olması gerekmez miydi? Şeklindeki bir itiraza, Fahreddin er-Razi şu cevabı vermiştir:231 Felaketler karşısında üzüntüyü belli etmemek farz değil menduptur. Mendubu terk etmek ise günah değildir. e) Muhaliflerin Hz. Yakup için iddia ettikleri son iddia ise: Hz. Yakup ki, Yusuf’un rüyası sayesinde, onun dininin ve dünyasının güzel sonuçlanacağını bilmiştir. Buna rağmen niçin teselli bulmayıp üzülmüştür? Razi’ye göre, Yakup(a.s.)’ın bunları biliyor olması, ayrılıktan kaynaklanan üzüntüyü engellemez. Son olarak muhaliflerin, Hz. Yakup hakkındaki iddialarının çok dayanaksız olduğunu söyleyebiliriz. Zaten bu iddiaların bir çoğunu sadece Razi eserine almıştır. Bir çok alim için Hz. Yakup, peygamberlerin masumiyeti bahsine alınmayacak derecede masumdur. 7.5. Hz. Yusuf(a.s.)’ın Masumiyeti Muhaliflerin Hz. Yusuf hakkında ileri sürdükleri şüpheleri ve cevapları şu şekilde sıralamamız mümkündür: a) Ona günah isnad edenler, hür olduğu halde kölelik durumuna sabretmesini isyan olarak görürler. Böyle bir iddiada bulunmak yanlıştır. Çünkü köleliğe sabretmek, öldürülmekten daha iyidir. İslam hukuku açısından da caizdir. b) “…Andolsun ki kadın Yusuf’a karşı istekli idi; Yusuf da onu isteyecekti” 232 ayetinden yola çıkarak Hz. Yusuf’un da kadına meyledip günaha düştüğü iddia edilmiştir. Bu iddianın temeli yoktur. Zira kıssada anlatılan koca, hakim, kral ve öteki kadınların tanıklığı Yusuf(a.s.)’ın suçsuzluğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca alemlerin Rabbi de buna tanıklık etmiştir.233 Muhaliflerin iddiaları israiliyyattır. Kadının niyeti azim, Yusuf’unki ise istemeyerek olan tabi bir meyildir. 234 Ayrıca kadından kaçıp hapse girmeyi bu işten üstün tutması onun ismetinin delilidir. Yine o, bu vesileyle haramın çirkinliğini bütün gerçekliğiyle ayne’l- yakin noktasında görmüştür.235 231 232 233 234 235 Özbek, a.g.e., s., 150; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 84, trc., Ulus, a.g.e., s., 86 Yusuf, 12/23,24 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 85,86, trc., Ulus, a.g.e., s., 88,89 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 93-97 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 39,40 53 c) Muhalifler : “ Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis rabbim merhamet etmedikçe muhakkak kötülüğü emreder.”236 Ayetini ileri sürerler. Yusuf (a.s.)’ın bu sözü dua ve niyaz kaydıyla söylediği ifade edilir. Fakat Razi’ye göre, bu sözü kadın söylemiştir. Kadının sözünün devamı niteliğindedir. 237 Razi’nin bu görüşüne katılmayıp Yusuf(a.s.)’ın söylediğini kabul edersek, muhaliflerin aksine bu söz, bizzat onun günahtan kaçındığına delildir. 238 Yusuf (a.s.)’ın hapsi tercih etmesi de bu çerçevede değerlendirilebilir. d) “…Efendinin yanında beni an!”239 sözüyle de Hz. Yusuf’un kula ümit bağladığı ve günaha düştüğü iddia edilmiştir. Dünya sebepler diyarı olduğu için Yusuf(a.s.)’ın hapisten kurtulma ümidiyle bunu yapması tevekkül hakikatine aykırı düşmez.240 Ayrıca Allah, onun kurtarılmasını murad edip sebep yaratmış olması da ihtimal dahilindedir.241 e) Muhalifler: Su kabını kardeşinin yüküne koydurması 242 bir çeşit hiledir. Peygamberin böyle bir şey yapması masumiyetine halel getirir, demişlerdir. Hz. Yusuf’un, kardeşini yanında alıkoyabilmek için bunu yaptığı ve bu hileyi Allah’ın takdir ettiği söylenir. Allah onu vahiy ile talim eylemiş ve kardeşini alıkoymak için fetvayı öbür kardeşlerine verdirtmiştir.243 Bu şekilde babasının şeriatını Mısır’da uygulama yolu bulmuştur. f) Allah’tan başkasına secde edilmezken ayette: “Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde secdeye kapandı.”244 Buyruluyor. Yusuf(a.s.)’ın buna razı olması, günaha düştüğünü mü gösterir? Bu mesele Yusuf’a kavuşturan Allah’a şükür secdesi olarak algılanmıştır.245 Yine bu secdenin gerçek anlamda bir secde olmayıp eğilme ve tevazu gösterisinden ibaret olduğu yorumu da yapılır.246 Ayrıca bu secdede daha önce Hz. Yusuf’un gördüğü rüyaya atıf da vardır. 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 Yusuf, 12/53 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 96 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 95 Yusuf, 12/42 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 93 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 45 Yusuf, 12/70 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g. e., C., V, s., 79; Özbek; a.g.e., s.,151 Yusuf, 12/100 r-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 94; Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., 5, s., 98 Özbek, a.g.e.,s., 151 54 g) Muhalifler: “…şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra…” 247 sözünün anlamı üzerinde de Hz. Yusuf hakkında günah isnadında bulunurlar. Razi bu konu için, şeytani bozgunculuk Yusuf’tan onlara değil, onlardan Yusuf’a gelmiştir, derken, çağdaş müfessirlerden ayeti zahirine göre anlayanlar da olmuştur.248 Özet olarak Hz. Yusuf(a.s.)’ın, Allah’ın korumasında ve muhaliflerin iddialarından uzak olduğunu söyleyebiliriz. İsmet sıfatı gereği diğer peygamberler gibi masumdur. 7.6. Hz. Eyyub(a.s.)’ın masumiyeti Kur’an’ı Kerim’de Hz. Eyyub’un “Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi.”249 Dediği hikaye edilir. Muhaliflere göre azap bir ceza olduğuna göre bu durum onun günahkar olduğunu gösterir. Bir grup müfessir de onun iyiyliği emredip, kötülüklerden vazgeçirme vecibesini terk etmesinden böyle bir bela ile azap edildiğini iddia etmektedir.250 Razi’ye göre, Hz. Eyyub bu sözü ile şeytanın vesvesesinden duyduğu rahatsızlığı, önceden içinde bulunduğu sağlık ve nimeti hatırlamak suretiyle şeytanın, içine düşürmeye çalıştığı şikayet ve sıkıntıdan söz etmektedir. 251 Nitekim Yece Allah ayetin sonunda onu övüyor ve “Doğrusu biz onu sabırlı bulduk ne iyi kul! O, daima Allah’a yönelirdi.” 252 Buyuruyor. Ayetin baş tarafı onun günahkarlığına delalet etmiş olsaydı, övgü de günahına yönelik bir övgü olurdu ki, bu olacak şey değildir. 7.7. Hz. Şuayb (a.s.)’ın Masumiyeti Muhalifler Hz. Şuayb hakkında üç şüphe ileri sürerler: a) “ Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra da O’na tövbe edin.” 253 Ayetini delil getirerek; bir şey kendi kendine bilhassa uzaklık gerektiren bir edatla atıf yapılmaz. Yani günah işleyen ancak mağfiret diler, diyerek Hz. Şuayb’a günah nisbet ederler. Razi buna şöyle cevap verir: Asıl hedef mağfirete ulaşma isteğidir, tevbe ile de ona ulaşılır. Ayette atıf söz konusu değildir. “Müminler için mağfiret dileyin sonra ona tövbe edin demektir.” 254 Şuayb (a.s.)’a mümkün olan tüm yollarla günahlardan gösterilmiştir. 247 248 249 250 251 252 253 254 Yusuf, 12/100 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, a.g.e., C., 5, s., 99 Sa’d, 38/41 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 97, trc., Ulus, a.g.e., 102; Özbek, a.g..e., s., 163 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 97, trc., Ulus, a.g.e., 103 Sa’d, 38/40 Hud, 11/90 Özbek, a.g.e., s., 163 55 kurtulma yolları b) Şuayb(a.s.)’ın Hz. Musa’ya söylediği:”…bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur…dedi “255 ayetini delil getirerek: Mehirde muhayyer kılma nasıl olabilir? Üstelik kızına da bir mehir verilmiyor.? Denilerek Hz. Şuayb’a günah nisbet ederler.256 Razi’ye göre, onun şeriatında belirli bir mehir olmadan da karşılıklı rıza esası üzerine kurulu bir akaidin olması mümkündür. Ayrıca olsa bile sekiz yıl sonrası için bir muhayyerlik söz konusudur. Bu fazlalık mehirle ilgili değildir.257 c) Hz. Şuayb’ın belli bir dönem kvminin dini üzerine yaşadığı ve günaha düştügünü ise şu ayetle delillendirenler olmuştur: “ Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri; ey Şuayb , ya dinimize dönersin ya da, seni ve seninle beraber inananları kasabamızdan çıkarırız, dediler. Şuayb onlara: istemesek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz …dedi.”258 Dil açısından ayeti, muhaliflerin yanlış değerlendirdikleri aşikardır. Çünkü bir şeye dönmek deyimi bazen içinde bulunulmayan şey için de kullanılır. Nitekim Yüce Allah kıyameti –henüz gerçekleşmediği halde- dönülen yer olarak adlandırmıştır. Hz. Şuayb vahiyden önce bu dinle mükellef olup, sonra bu dinin hükümsüz kılınması ihtimal dahilindedir.259 7.8. Hz. Musa(a.s.)’ın Masumiyeti Hz. Musa hakkındaki şüpheler, onun peygamberliğinden önce yanlışlıkla bir kıptiyi öldürmesi üzerine yoğunlaşır. Bunları kısaca şöyle ifade edebiliriz: a) Hz. Musa’nın Kıpti’yi öldürmesi, sonradan tövbe etmesi ve şeytan işinden olduğunu itiraf etmesi,260 Muhalifler için delil teşkil eder. Musa (a.s.)’ın asıl maksadının öldürme olmadığı, kendi çevresinden olan bir kişiyi kurtarmak isterken yanlışlıkla böyle bir işe bulaştığı te’vil edilir. 261 b) Hz. Musa’nın kendi çevresinden bir adama “şüphesiz sen apaçık bir azgınsın,”262 demesi de günah olarak görülmüştür. 255 Kasas, 28/27 Özbek, a.g.e., s., 163 257 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 99, trc., Ulus, a.g.e., 105 ; Özbek , a.g.e., s., 164 258 A’raf, 7/88,89 259 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 100 260 Kasas, 28 /15,16 261 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, C., XVII, s., 488-494; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 101, trc., Ulus, a.g.e., 107 ; Özbek , a.g.e., s., 152; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 230 262 Kasas, 28 /18 256 56 Razi, bu iddia için farklı bir yorum yapmış, onca mucizeyi gördükten sonra bile “bizim için bir tanrı yap” diyen kavimi için Musa’nın sözünde kusur olmadığını ifade etmiştir. Fakat asıl olan bu sözü, Musa(a.s.)’ın, Kıpti ile kavga eden şahsa söylemiş olmasıdır.263 c) Musa (a.s.)’ın peygamberliği ile birlikte : “ Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor ve dilim açılmıyor. Harun’a da elçilik ver”264 diye niyazda bulunmasını günah sebebi olarak görenler olmuştur. Konu ile ilgili olarak, Harun’u isteme hakkı daha önce Musa’ya verilmiş bir izindir, açıklaması yapılmıştır.265 Bunlardan ayrı olarak Hz. Musa’nın sihircilere sihir yapma konusunda izin vermesi266 de eleştiri konusu yapılarak günah nisbet edilmiştir. Halbuki burada o , mucize ile sihrin batıl olduğunu göstermek istemiş, sihri meşru göstermek gibi bir amacı taşımamıştır.267 Yine Musa (a.s.)’ın levhaları atarak, 268 kardeşine sert davranması aleyhine delil olarak kullanılmış, kendisine günah nibet edilmiştir. Oysa bu davranışı da kavmine olan kızgınlığı sebebiyledir. Onlar, Musa (a.s.)’dan yüz çevirdikleri için kardeşine öfkesini yansıtmıştır. Din işinde, öz kardeşi bile olsa hatır gönül meselesinin tali konular olduğunu vurgulamak istemiştir.269 Netice olarak, Musa(a.s.) hakkındaki iddiaların tutarsız olduğu, adam öldürme işini kasten yapmadığı, diğer konularda da sorumluluk bilinciyle hareket ettiği sonucunu çıkarabiliriz. 7.9. Hz. Davud(a.s.)’ın Masumiyeti Hz. Davud (a.s.) ile ilgili iki mesele gündeme getirilmiştir. Bunlardan ilki davacı iki kardeşin hikayesidir. Kur’an bu durumu şöyle anlatmaktadır: “…sana davacıların haberi ulaştı mı? Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı. O vakit Davud’un karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan telaşa düşmüştü. “Korma dediler biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramızda adaletle hükmet…” İçlerinden biri: “Şu benim biraderimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise tek bir dişi koyunum var. Böyle iken: “Onu ver de bakayım dedi. Mücadelede beni yendi.” Davud dedi: And olsun ki o, 263 264 265 266 267 268 269 senin dişi koyununu kendi koyunlarına katmak Sabuni, Mahammed Ali, a.g.e., s., 231 Şuara, 26/12,13 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 102, trc., Ulus, a.g.e., 110 Yunus, 10/80 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 103, trc., Ulus, a.g.e., 107 ; Özbek , a.g.e., s., 152 A’raf, 7/150 Yazır, a.g.e., C., V, s., 137,138 57 ismesiyle sana zulmetmiştir…” Davud sandı ki biz kendisine bir azap(suikast) hazırladık. Bunun üzerine o, Rabbinden mağfiret dileyerek, secdeye kapanmış, tövbe etmiş Allah’a yönelmişti. Böylece onu bağışlamıştık.”270 Davud(a.s.)’a günah nisbet edenler bu ayeti delil getirerek: Dişi koyunlardan maksadın kadınlar olduğunu; Hz. Davud’un delile dayanmadan birini dinleyip hemen onu haklı çıkardığını iddia etmişler, böylece Hz.Davud’un tövbe etmesini de günahına yormuşlardır.271 Razi, bu iddiaları reddetmiş, Hz. Davud’un Allah katında şerefli olduğunu 272 muhaliflerin isnad ettiklerinden beri olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca hikayede anlatılan iki melek temsili tasvirdir. Sözün muhtevasından haber vermemektedir.273 Onun affedilmesi ve Allah’a yönelmesi de işlemiş olduğu zelle sebebiyledir.274 Bu konu hakkında bir başka görüş de Davud(a.s.) hakkındaki bu iftiraların Ehl-i Kitap’tan alıntı birer israiliyyat olduğudur.275 Hz. Davud hakkında ileri sürülen diğer iddia ise onun , hüküm vermede isabetli olmadığı şeklinde yapılan itirazlardır. “ Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, biz onların hükmüne şahittik. Ve Süleyman’a bu meselenin hükmünü bildirmiştik.” 276 Ayetinde Süleyman (a.s.)’ın özel bir şekilde zikredilip Hz. Davud’un zikredilmemesini, güya iddialarını ıspat için kullanmışlardır. Bu iddianın temelsiz olduğunu ifade eden Razi, Hz. Süleyman’ın zikredilmesiyle böyle bir sonuca varmayı uygun bulmaz. Bilakis bunu, Hz. Davud’un hüküm vermede geri durup oğlunu denemesiyle ilişkilendirir.277 Sonuç olarak Hz. Davud hakkındaki şüphelerin daynaksız olduğunu, yapılan isnadların onun masumiyetine halel getiremeyeceğini görmüş olduk. 7.10. Hz. Süleymen (a.s.)’ın Masumiyeti Muhalifler, Süleyman (a.s.) hakkında üç şüphe ileri sürmüşlerdir: a) “ Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman, gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim dedi. Nihayet güneş battı( o zaman) onları bana Sa’d, 38/21-25 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 111, trc., Ulus, a.g.e., 118 ; Özbek , a.g.e., s., 153 272 Sa’d, 38/25 273 Özbek, a.g.e., s., 154 274 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIX, s., 52 275 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 362 276 Enbiya, 21/78,79 277 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 119, trc., Ulus, a.g.e., 130 270 271 58 getirin, dedi.”278 Ayetini delil getirerek, Hz. Süleyman’ın kendisine gösterilen atlarla meşgul olurken ikindi namazını terk ettiği, ardından atları geri getirdip boyunlarını ve bacakları kestirmesi gibi tutarsız bazı iddialar ortaya atılmıştır. Bu ayetin zahirinden Süleyman (a.s.)’ın namazı geçirdiğinin anlaşılması pek mümkün görünmemektedir. Eğer öyle bir şey olmuşsa da unutarak, sehven yapılmış bir fiildir. Cins atları boyunları vurarak kesmesi pişman olduğunun göstergesidir. Ayrıca ayette açıkça zikredilen güneş kelimesi değil, atları vurgulayan safinat lafzır. 279 Bununla birlikte Allah Teala Davud(a.s.)’ı ayetin baş kısmında övmüş, “Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik, (Süleyman) ne güzel bir kuldu o daima Allah’a yönelirdi.” Buyurmaktadır. Buradan çıkardığımız sonuç iddiaların tutarsız olduğudur. Çünkü Allah’a yönelmekle vasıflı bir peygamberin namazı kaçırması düşünülemez.280 b) Muhalifler, “And olsun ki, kürsünün üzerine bir ceset attık.”281 Ayeti üzerine de bir takım şüpheler ileri sürmüşlerdir: Güya Hz. Süleyman’ın bir erkek çocuğu olmuştu. Hz. Süleyman, şeytanların onu öldürmelerinden korktu. Bulutlara onu korumaları için emretti. Fakat Allah’a tevekkülü terk ettiği için bu çocuk, Süleyman’ın tahtına ölü olarak atılmıştı. Süleyman (a.s.) da hatasını kabul edip istiğfar etmişti. Çoğunluk, Süleyman (a.s) için böyle bir iddiayı asla dikkate almaz. Buna rağmen “kürsüsünün üstüne bir ceset attık” ilahi kelamı üzerine farklı yorumlar yapılmıştır. Hz. Süleyman’ın çocuk isterken “inşallah” dememesini imtihan sebebi olarak görenler olduğu gibi,282 Beyt-i Makdis’i yaptırdığı sırada, sanatkarların içinden bir takım şeytanların etkisiyle Hz. Süleyman’ın nüfuzunu kaybettiğini yahut tahttan ayrı kaldığını, onun yerine ceset gibi bir heykelin konduğunu söyleyenler de olmuştur.283 c) Hz. Süleyman (a.s.)’a günah nisbet edenlerin, eleştirdikleri başka bir nokta ise : “…Rabbim beni bağışla , bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver.” 284 Sözüne dayanarak : Bu bir haseddir, bir peygambere nasıl yakışır? İddiasını yöneltmeleridir. Razi, bu iddiayı yanıltlarken, Süleyman (a.s.)’ın asıl maksadının ahiret mülkü istemek olduğunu belirtmiş285, diğer alimler de bu konuda Razi’yi referans göstermişlerdir.286 Konuyu 278 279 280 281 282 283 284 285 Sa’d, 38/31 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 124; Özbek, a.g.e., s., 154 er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, C., XIX, s., 74-78 Sa’d, 38/34 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 125; Özbek, a.g.e., s., 155; Sabuni, a.g.e., s., 375 Yazır, a.g.e., C.VI, s., 470 Sa’d, 38/35 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 158 59 başka açıdan değerlendirenler ise, nefis terbiyesi için istediği, hükümranlığı tadıp sonrasında kendini ibadete vermesi gibi, işin tasavvufi boyutuna da dikkat çekmek istemişlerdir.287 Kısacası, Süleyman(a.s.) hakkında söylenen isnadlar da gerçek dışı ve israiliyyattır. 7.11. Hz. Yunus(a.s.)’ın Masumiyeti Yunus(a.s.) uzun bir süre kavmini dine davet etmiş, fakat inandıramayacağına kanaat getirerek öfkeli bir halde, onlara isabet edecek bir musibetten kendisini kurtarmak için onları terk edip gitmiştir. Bu durum Kur’an’da şöyle anlatılır: “… O öfkele bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetti. Nihayet karanlıklar içinde “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.”288 Bu ayetten hareketle muhalifler, üç hususta Yunus (a.s.)’a günah isnad etmişlerdir. a) Yunus (a.s.)’ın öfkelenmesi mahzurludur. Yüce Allah : “Rabbinin hükmüne sabret balık sahibi gibi olma.” 289 buyurmuştur. b) Bu ayet, Hz. Yunus’un, Allah’ın kudreti hakkında şüpheye düştüğünü göstermektedir. c) “ Ben zalimlerdenim.” Sözü de onun günah işlediğinin en önemli kanıtıdır. Birinci iddiada Yunus(a.s.)’ın Rabbine karşı değil, kavmine karşı öfkelendiğinde ittifak vardır.290 İkinci iddiaya gelince: Allah’ın kudreti hakkında şüpheye düşmek küfürdür. Peygamberler için böyle bir sıfat yakıştırılamaz. Bu durum şu şekilde anlaşılmalıdır: “…onu deneyerek üzerine rızkını daraltırsa…” 291 Binaenaleyh burada, ilahi kudrette şüpheyi gerektirecek bir husus yoktur. Son iddiadaki zulmün manası: “En iyi olanı terk etmektir” o da sabırdır. O, Allah’ın kendisine verdiği söz konusu mihnete karşı istenen ölçüde sabırlı olamamıştır. Eğer böyle bir sabır göstermiş olsaydı şüphesiz daha üstün olurdu. Bu durum Allah Teala’nın: “ …o balık sahibi gibi olma (sızlanma, acele etme)” ayetinde olduğu gibidir. Yani kafirlerin inatlarına karşı sabrı terk etmek konusunda Hz. Yunus gibi olma demektir.292 Yazır, a.g.e., C., VI, s., 470,471 Şahin, Necati, a.g.e., s., 90 288 Enbiya, 21/87 289 Kalem, 68/48 290 Sabuni, a.g.e., s., 101; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 169 291 Fecr, 89/16 292 Özbek, a.g.e., s., 157 286 287 60 Neticede Yunus(a.s.)’ın kızması kavminedir. Kendisine günah isnad edenlerin iddiaları te’vil’den başka bir şey değildir. Allah Teala, onu sadece uyarıp gerçeği göstermek istemiştir. 7.12. Hz. Lut(a.s.)’ın Masumiyeti Muhalifler, Hz. Lut için şu iddiaları gündeme getirmişlerdir: a) Lut(a.s.)’ın “Eğer dediğimizi yapıcılarsanız işte bunlar, işte kızlarım.”293 Demesini delil göstererek, kızlarıyla fuhuş yapmayı teklif etmiş, günaha düşmüştür. Bu iddia hakkındaki genel kanaat “kızlarım” kelimesinin, “ümmetin kızları” anlamında kullanıldığı yolunda olmuştur. Çünkü peygamberler ümmetlerinin babaları konumunda olduğundan sevgi ve şefkatle kızlarım tabirini kullanmasında mahsur yoktur. O, erkekleri bırakıp, kadınları nikahla almalarını kasdederek: “Onlar daha temiz” 294 demiştir. Ayrıca zinada hiçbir zaman temizlikten bahsedilemez.295 b) Eğer evlendirmek istediyse bir kızları ile kafirlerin evlenmelerine gönlü nasıl razı geldi. Hukuk açısından da böyle bir evlilik nasıl caiz olur? Bir Müslüman kızının, kafir ile evlenmesi durumu, dinlere göre değişiklikler arz edebilir. Nitekim Hz. Peygamber, kızı Zeyneb’i henüz kafir olan Ebu’l –As ile evlendirmişti. Bu açıdan iddia temelsizdir. Yine ertesi sabah helak olacaklarını elçilerden öğrenen Hz. Lut zaman kazanmak amacıyla da böyle bir şeyi yapmış olması mümkündür.296 Razi’nin eserinde yer almayıp masumiyet konusunda Hz. Lut’a nisbet edilen diğer bir iddia ise, kendisine gelen meleklerle cedelleşip : “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydıyahut sarp bir kaleye sığınabilseydim.”297 Demesiyle günaha düşmüş olmasıdır. Bu iddiaya cevap verenler, Hz. Lut’un Allah’tan ümit keserek böyle söylediğini ifade etmişlerdir.298 Sonuçta bütün bu iddialar, Lut (a.s.)’ın masumiyetine halel getirecek kadar kuvvetli değildir. Bir peygamber hakkında yalan yanlış bu tür şeylerin söylenmesi en başta onun makamına saygısızlıktır. 7.13. Hz. Zekeriyya(a.s.)’ın Masumiyeti Muhalifler, şu ayetleri delil göstererek Zekeriyya (a.s.)’ın, Allah’ın kudretinden şüphe ettiğini ve günaha düştüğünü söylemişlerdir: 293 294 295 296 297 298 Hicr, 15/71 Hud, 11/78 Yazır, a.g.e., C., 6, s., 295; er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 131; Özbek, a.g.e., s., 164,165 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., s., 145 Hud, 11/80 Özbek, a.g.e., s., 165, İbn Hazm’dan naklen 61 “ Allah: Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adında bir oğlan müjdeliyoruz. Bu adı daha önce hiçbir kimseye vermemiştik, buyurdu. Zekeriyya: Rabbim, benim nasıl oğlum olur? Karım kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır.” 299 ; “ Cebrail dedi: Evet böyledir. Fakat Rabbin buyurdu ki, O, bana göre pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara bir mucize ve bizden de bir rahmet kılacağız. Hem bu önceden kararlaştırılmış bir iştir.”300 Bu iddiaya şöyle cevap verilmiştir: Hz. Zekeriyya Rabbinden bir oğlan istemiş; ancak buna doğum yolu ile değil de kendi tarafından kendi tarafından bir lütuf olarak verilmesini niyaz etmiştir: “Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla.” 301 Ve “Rabbim bana senin tarafından temiz bir soy ihsan et…” 302 bunu açıkça göstermektedir. Allah Teala tarafından Hz. Meryem’e rızık gönderildiğinde; Hz. Zekeriyya bu niyazda bulunmuş; melekler de istediği gibi bir oğlan verileceğini müjdeleyince; nasıl olacağını sormuştur. Zira karısı kısır, kendisi de yaşlı idi, Allah Teala ise “bu böyledir, Allah dilediğini yapar”303 cevabını vermiştir.304 7.14. Hz. İsa (a.s.)’ın Masumiyeti Hz. İsa(a.s.)’ın ismeti hakkında ileri sürülen süpheleri şu şekilde sıralamamız mümkündür: a) “Allah :Ey Meryem Oğlu İsa, insanlara Allah’ı bırakıp da beni ve anamı iki tanrı edininiz diyen sen misin?” Demişti de…O, hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin nefsinde olanı bilmem… ”305 ayetini delil göstererek, İsa (a.s.)’ın bu sözden ötürü günaha düştüğünü, Allah için cisim isnad ettiğini iddia etmişlerdir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Ayetin devamından da anlaşılacağı üzere, Hz.İsa böyle bir şey dememiştir. Soru edatının kullanılması Hıristiyanları susturmak gibi bir fayda sebebiyledir. Nefis, lügatte zat anlamına geldiği için burada cisim isnadı da yoktur.306 b) Eğer kendilerine azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Şayet onları affedersen hiç şüphesiz galip ve yegane hüküm ve hikmet sahibi olan da gerçekten de Sensin Sen”307 mealindeki ayetin anlamı nedir? 299 Meryem, 19/8-9 Meryem, 19/21 301 Meryem,19/6 302 Al-i İmran, 3/38 303 Al-i İmran, 3/40 304 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 133, trc., Ulus, a.g.e., 146,147 ; Özbek , a.g.e., s., 166 305 Maide, 5/116 306 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 135, trc., Ulus, a.g.e., 147-149 ; Özbek , a.g.e., s., 167 307 Maide, 5/118 300 62 Razi, cevaben şunları söylemektedir:308 Bu sözden maksat , her şeyin Allah’a havale edilmesi ve itirazın terk edilerek: “ O yapacağından mesul olmaz. Fakat onlar “mesul” olurlar.”309 Ayetinin ifade ettiği anlamı gerçekleştirmektir. 310 Netice olarak Hz. İsa hakkındaki şüphelerin onun masumiyetine halel getirmediğini söyleyebiliriz. Azim sahibi peygamber olması dolayısıyla da Allah katında-en azından fazilet bakımından- üstün bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçektir. 7.15. Hz. Muhammed(sav.)’in Masumiyeti Rasülullah(sav.) de diğer bütün peygamberler gibi günah işlemekten masumdur. Allah’ın gözetim ve ihatasıyla muhafafa edilmiştir. O’nun Allah’ın emrine muhalefet etmesi , yahut cezaya müstehak bir günah işlemesi mümkün değildir. Fakat O, en güzel olanın ve eftal olanın hilafına hareket ettiği olmuş, bu sebeple de Rabbi O’nu itab etmiştir. Bu nasslardan bazılarını bu bölümde işlemeye çalışacağız. a) “ Seni sapmış bulup doğru yola hidayet etmedi mi?” ayeti bunlardan ilkidir. Bu ayeti, Razi dört şekilde tefsir edip şunları söylemiştir. - Seni peygamberlikten sapmış buldu ve ona eriştirdi şeklinde. Nitekim: “Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin.”311 Ayeti bu anlamı teyid etmektedir. - Seni kazançtan , kazanç yolundan sapmış buldu, şeklinde tefsir edilmiştir. - Seni çocukluk döneminde bazı tehlikelere sapmış buldu, şeklinde tefsir edilmiştir. - Seni kendinden sapılmış, yani senden sapmış ve seni gereği gibi tanıyamamış bir toplum içinde buldu. Sonra o toplumu seni tanıma mutluluğuna eriştirdi. Nitekim, içinde yaşadığı toplum tarafından tanınmayan kişi için toplumda sapmış denir.312 b) “ Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın.”313 Ayetine dayanarak muhalifler: Şeytanın, Peygamberin okuyuşuna şüphe karıştırdığını iddia etmişler, hatta bu konuda asılsız bir rivayet de zikretmişlerdir. Güya Peygamber efendimiz, Necm suresini okurken Kureyş tanrılarını övmüş, dahası şefaat umduğunu bile söylemiştir.314 Razi, konu ile ilgili olarak, şu ayetlerin, onların iddialarını söylemiş ve bunları şu şekilde sıralamıştır: er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 136; Özbek, a.g.e., s., 167 Enbiya, 21/23 310 Duha, 93/7 311 Zuhruf, 43/52 312 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 137, trc., Ulus, a.g.e., 150,151 313 Hacc, 22/52 314 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 138,139 308 309 63 çürütmeye yettiğini - “Eğer bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.”315 - “De ki, onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak bana vahyolunana uyarım..”316 - “Seni, sana vahyettiğimizden ayırıp, başka bir şeyi Bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık and olsun ki, az daha onlara meyledecektin.”317 - “Böylece biz onu senin kalbine yerleştirmek için…”318 - “Sana Kur’an’ı, biz okutacağız ve asla unutmayacaksın.”319 Bu ayetlerden, Allah Teala’nın Peygamber Efendimizi hidayete yönelttiğini anlıyoruz. Dolayısıyla O’nun ismetine halel getirecek bir durum söz konusu değildir. Şeytanın yaptığı sadece hidayetten başka şeyleri Hz. Peygambere fısıldamasıdır.320 c) Hz. Peygamber , Abdulmuttalib’in kızı Zeyneb b. Cahş el-Esediyye’yi ( Abdullah b. Cahş’ın hemşiresi azadlısı Zeyd b. Harise ile evlendirdikten bir müddet sonra, Zeyneb’i ) görmüş ve ona kalben meyletmiş, bir gün Zeyd, kendisine gelmiş ve boşamak istediğini belirtmişti. Hz. Peygamber, böyle bir boşama olayından sonra Zeyneb ile evlenmeyi düşündüğü halde içinde gizlemiş bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirmiştir.: “ …Habibim Allah’ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok layıktı…”321 Peygamber ayıplalamalarından Efendimiz’in bu şekilde davranması, münafıkların kendisini korkması sebebiyledir. 322 Kaldı ki, Allah Teala, bu konuda onunla çekişmiş değildir. O’nun hata ve isyan ettiğine dair bir beyan da bulunmamaktadır. Böyle bir gizlemenin neticesi olsa olsa zelledir. En iyi olanı terk etmekten ibarettir. Zeyneb’e kalben meyletmesi de aynen böyledir.323 d) Hiçbir peygambere esir almak yaraşmaz, diyerek şu ayetleri delil ileri sürüyorlar: “Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır harp edip zaferler kazanıncaya kadar muharip düşmanlardan esirler alması vaki olmamıştır. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah daha çok ahiret sevabını kazanmanızı, ahireti düşünmenizi ister. Allah azizdir. 315 Hakka, 69/44-46 Yunus, 10/15 317 İsra, 17/73,74 318 Furkan, 25/32 319 A’la, 87/6 320 Özbek, a.g.e., s., 160,161 321 Ahzab, 33/37 322 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 166; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 121-124 323 Özbek, a.g.e., s., 161 316 64 Dostlarını düşmanları üzerine galip kılandır. Hakimdir, her halde layık olanı hakkıyla ve hikmetiyle bilendir. Eğer Allah’ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız fidyede size herhalde büyük bir azab dokunurdu.”324 Bu ayet de yukardaki gibi en iyiyi terk etme hususunda bir itabtır, uyarmadır. 325 En iyi olanı ise Sahabe’nin fidye hususunu tercih etmelerine Hz. Peygamber’in rıza göstermemesidir.326 e) Muhalifler, af ancak işlenen bir günah için söz konusudur, diyerek şu ayeti delil gösterirler: “ Allah seni affetsin; niçin onlara izin verdin?”327 Bu olay Tebük’te münafıkların izin istemesi ve Hz. Peygamberin onlara izin vermesiyle bağlantılıdır. Ayet’in Peygambere hitap etmede bir lütuf ve en iyi olanı terk etme konusunda bir uyarma anlamına geldiği ifade edilmiştir. 328 Ayrıca “affetsin” sözünden günah işleme değil geçmiş ve gelecek günahlarının affedilmesi anlaşılmıştır.329 f) “Yükünü üzerinden almadık mı?”330 ayetini muhalifler, Hz. Peygamber hakkında açık günah duyurusu olarak görürler. Razi bu iddiayı şöyle cevaplamıştır: Burada günah anlamına gelen yük, peygamberlik öncesi döneme aittir. Söz konusu olan günah ya küçük günahtır, ya da en iyiyi terk etme anlamınadır. Efendimiz(sav.), kavminin şirkte ısrar etmesi üzerine derin bir üzüntü içerisinde bulmuştu kendini. Ne zaman ki, Allah onun kelimesini, yani adını yüceltti, 331 işte o vakit yükünü üstünden almış oldu.332 g) “ Kendisine ama (kör ) kimse geldi diye yüzünü asıp sırt çevirdi.” 333 Ayetini delil gösteren muhalifler, gözleri görmeyen bir kimseden yüz çevirdiği için Allah’ın Hz. Peygamber’i azarladığını iddia etmektedirler. Bu olay, Rasülullah’ın, kafirlerin ileri gelenlerini İslam’a davet ettiği sırada meydana gelmiştir. Hz. Peygamber, onlarla müzakere ederken gözleri görmeyen(ama) Abdullah b. Ümmü Mektum’un araya girip sözünü kesmesine surat asmıştı. Muhatabı ama olduğu için de bu davranışın, ona eziyet vermeyeceğini düşünmüştü. Aslında Efendimiz(sav.)in o sahabiye dönüp sorusunu dinlemesi, onula ilgilenmesi yapması gereken davranıştı. Bu sebeple daha 324 Enfal, 8/67,68 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 108,109 326 Özbek, a.g.e., s., 159 327 Tevbe, 9/43 328 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 171; Özbek, a.g.e., s., 159 329 Yazır, a.g.e., C., IV, s., 364; Sabuni, Muhammed Ali, s., 109-111 330 İnşirah, 94/2 331 İnşirah, 94/4-6 332 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 172 333 Fetih, 48/2 325 65 faziletli olanı terk etmekle azarlanmıştır. Yoksa mahzurlu olanı işlemesi ile böyle nir uyarıya muhatab olmamıştır.334 h) “ Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma…”335 ayetini delil olarak kullanan muhalifler, mü’minleri kovmak büyük günahtır, derler. Razi, bu iddiayı kabul etmez. Ona göre, bu ayetten onları kovduğu sonucu çıkarılamaz. Bir grup toplum istekte bulunarak Hz. Peygamber’den fakirleri kovmasını talep etmişlerdir. Bunun üzerine yüce Allah, onların sözlerini kabul etmemesi hususunda gerekçe olarak kullanması için Rasulüne bu ayeti göndermiştir.336 i) Hz. Peygamber’in günah işlediği şüphesine şu ayetler de delil gösterilmiştir: “ And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken peygambere uyan muhacirlerle ensarın ve peygamberin tevbelerini kabul etti.”337 “… günahın için mağfiret talebinde bulun…”338 Cevap olarak, ayetlerdeki tevbe ve mağfiret talebinin küçük günah, tevazu ya da en iyiyi terle ilgili olduğu söylenmiştir.339 k) Hz. Peygamber’in uyarılmasıyla ilgili olarak muhalifler, şu ayeti de öne sürmüşler. Peygamber Efendimiz’in caiz olmayan bir şey yaptığını iddia etmişlerdir. “ Ey Peygamber, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun.”340 Bu ayetle ilgili olarak Fahreddin er-Razi şunları söylemiştir: Bu, günahın sebebiyet verdiği bir kınama değildir. Talak ve azad konularında olduğu gibi onurlandırmayı gaye alan tatlı bir sitemdir.341 Anlaşılması gereken şey, helal olan bir şeyden, nefsin uzak tutulmasıdır. l) Peygamber’in yalana yaklaşıp ona meylettiğini söyleyen muhalifler, delillerini ispat için ; “Sayet sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, neredeyse az daha onlara meyledecektin.”342 Ayetini kullanmışlardır. Razi iddia için, bu akıl ve din yönüyle değil beşeri tabiat yönüyledir, cevabını vermiştir.343 Dolayısıyla bu konuda da Efendimiz(sav.)’in günaha düştüğünü iddia etmemiz mümkün değildir. 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, s., 154; Şahin, Necati, a.g. e., s., 93; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,112,113 En’am, 6/5 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 177; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s., 119 Tevbe, 9/ 117 Mü’min, 40/55 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 177, 178 Tahrim, 66/1 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 178 İsra, 17/74 er-Razi, İsmetü’l-Enbiya, trc., Ulus, a.g.e., 182 66 Netice olarak, Peygamber Efendimiz dahil tüm peygamberler için yukarıda saydığımız iddialar, onların günaha düştüğüne delalet etmez. Ayet-i Kerimeler ancak ve ancak uyarı niteliği taşımaktadır. 8. PEYGAMBERLERİN SIFATLARI Allah, insanlar arasından seçip kendisine elçi yaptığı peygamberleri en asil ve en güvenilir, ilim bakımından en üstün, ahlak bakımından en mükemmel kimseler yapmıştır. Yine onları gözetim altında terbiye ve himaye ederek her çeşit kötülükten korumuştur. Bu bağlamda Yüce Allah, Peygamberimize: “ Rabbinin hükmüne sabret, çünkü sen bizim muhafazamız altındasın, buyurmuştur.344 Yine Hz. Musa’ya da: “Ey Musa sevilmen ve benim gözetimimde yetişmen için sana kendi sevgimi lutfettim” diye hitap etmiştir.345 Peygamberlere bu sebeplerden ötürü diğer insanlardan farklı olarak bazı sıfatlar yüklenmiştir. Bu sıfatlar onlardan hiç ayrılmayan ve onlarla beraber olan sıfatlar olup beş tanedir. Razi’ye göre, peygamberlerde asgari olarak bulunması gereken şartlar, hile, hased, zulüm ve hainliğin bulunmamasıdır.346 8.1. Sıdk: “Doğruluk ve dürüstlük” 347 anlamına gelen bu kelime aslında bütün insanlarda olması gereken bir özelliktir. Bununla birlikte sıdk, peygamberlerde bulunması gereken vacip sıfatlardandır. Peygamberler doğruluk ve dürüstlük timsali kimselerdir. Onların sözleri gerçeğe tamamen uygundur. Yalan asla peygamberlerden sadır olmaz. Peygamberlerin yalan söylemesi caiz olmuş olsaydı, o taktirde onlara nasıl itimad olunur, getirdiği vahye nasıl inanılırdı? Peygamberler masumdurlar, bu sebeple de onlar asla yalan söylemezler.348 Razi’ye göre, peygamberlerin doğruluğu, sıdkın ve emanetin ıspatına bağlıdır. Nebi oluşu ise sıdkına bağlı değildir. Çünkü nebinin kim olacağına Allah karar verir. Doğru olan herkes nebi olmaz.349 Nübüvvetin varlığı peygamberin doğruluğunu da zorunlu kılmaktadır. Çünkü peygamberler, Allah’tan aldıkları emirleri eksiksiz olarak insanlara ulaştırmak durumundadırlar. Onların doğru olmaması nübüvveti anlamsız kılar. Peygamberin nübüvveti 344 345 346 347 348 349 Tur, 96/48 Taha, 20/39 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XI, s., 161 Rağıb el- İsfahani, a.g.e., s., 848 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 345; Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,48 Çınar, a.g.e., s.,69 67 ıspatlanınca doğruluğu da bu yolla kanıtlanmış olur. 350 Bütün nakli delillerin peygamberlerin ıspatına bağlı olduğu düşünülürse, bu sıfatın önemi daha da iyi anlaşılmış olur. Sıdk sıfatının tecelli ve tezahürü en güzel şekilde Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed(sav.)’de görülür. Allah O’nun hakkında şöyle buyurur: “ Eğer Muhammed, Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz O’nu kuvvetle yakalardık. Sonra onun şah damarlarını koparırdık. Hiç biriniz de onu savunmazdınız. Doğrusu Kur’an Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.”351 Sonuç olarak Razi, peygamberlerin doğruluğu hususunda çok titiz davranmış, bu hususta karşıt görüşlerin itirazlarını daima yok saymıştır. 8.2. Emanet: Peygamberlerin “güvenilir olması” demektir. Peygamber kendine her bakımdan güvenilen kimsedir. Onda hiçbir şekilde ihanet ve hıyanet bulunmaz. Emanetle hıyanetin peygamberde bir arada bulunması mümkün değildir. Güven ve emniyet telkin etmek nübüvvetin vazgeçilmez şartıdır.352 Peygamberlerin hepsi vahiy hususunda güvenilirdirler. Kendilerine indirildiği gibi Allah’ın emirlerini tebliğ ederler. Peygamberlerin hepsi en mükemmel şekilde emaneti yerine getirmiş ve her peygamber kavmine “ben sizin için bir öğütçüyüm…” demiştir. 353 Bu hususta yüce Allah: “Peygamber vahiy üzerine itham edilir de değil…”354 buyurmuştur. Peygamberlerin emanete riayetlerini Allah şu şekilde beyan etmektedir: “O peygamberler Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ eder, O’ndan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter.”355 Emanete tam ve mükemmel olarak riayetin en güzel örneğini iki cihan serveri Hz.Peygamberin vahyi, kendi aleyhinde olsa bile, tebliğ edişinde görüyoruz. Hz.Peygamber (sav.) Abese suresinin ilk ayetlerini, Ahzab suresinin 37. ayetini ve Enfal Suresinin 67-68. ayetlerini Allah’tan aldığı şekliyle tebliğ etmiş, emanete riayet etmiş, güvenilirliğini ortaya 350 351 352 353 354 355 er-Razi, el-Mealim, trc., Macit, a.g.e., s., 91 Hakka, 69/44-48 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 344 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,51 Tekvir, 81/24 Ahzab, 33/39 68 koymuştur. 356 Zira “O, kendi nefsinden bir şey konuşmaz ancak kendisine vahyedileni söyler.”357 Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: peygamberlerin getirdiği şeylerin sadece izzet ve hikmet sahibi Allah’tan olduğuna ve vahyin selameti hususunda kalplerin mutmain olması için her peygambere emanet sıfatı lazımdır. 8.3.Tebliğ: Bu sıfat sadece peygamberlere mahsustur. Tebliğden maksat Allah’ın hükümlerini ve Allah tarafından kendilerine indirilen vahyi tebliğ etmeleridir ki, onlar Allah’ın kendilerine vahyettiği şeyi kat’iyen gizlemezler. Her ne kadar tebliğ uğrunda şerirler ve facirler tarafından kendilerine kötülük yapılıp ve büyük eziyetlere maruz kalsalar yine de gizlemezler.358 Razi, En’am Suresi 104. ayetle ilgili olarak, peygamberin görevini hak dine davet, din ile ilgili beyyine ve delilleri tebliğ etmek, din hakkındaki şüpheleri gidermek olduğunu vurgular.359 Kur’an da Hz. Nuh, Hz. Salih ve Hz. Şuayb’ın tebliğ ettiklerine dair bilgiler mevcuttur. Hz. Salih’in toplumuna: “Ey kavmim şüphesiz ben size, Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size nasihat ettim.”360 İfadesini kullanmak suretiyle tebliğini yerine getirdiğini ve mesuliyetten kurtulduğunu ifade etmiştir.361 Razi için tebliğ, keyfi bir şey değil bilakis zorunluluktur. Tebliğin insanlara Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmek ve insanı itaat etmeye teşvik olarak da tanımlanabilecek iki boyutu vardır. Peygamberler Allah’ın rahmetinin müjdecisi, azabının da uyarıcısı olarak gönderilmiştir.362 Bunun yanında peygamberlere indirilen her vahiy tebliğ için değildir. Bu vahiylerden bir kısmı peygamberin kalbindeki kederi gidermektir, anlayışına Razi,Yusuf Suresi 15. ayetine dayanarak varmıştır.363 Tebliğ’in amacı da insanların Allah’a karşı bir huccetlerinin olmaması, Allah’a karşı bir bahabe ile kendilerini savunma imkanlarının ellerinden alınmasıdır. Hiçbir kimse tebliğden sonra özür beyan edemez. Din bütün açıklık ve kemalıyla Allah’ın dilediği tarzda peygamberi tarafından insanlığa tebliğ edilmiştir. 356 357 358 359 360 361 362 363 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 345 Necm, 54/3-4 Sabuni, Muhammed Ali, a.g.e., s.,52 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., X, s., 97,98 A’raf, 7/79 Çınar, a.g.e., s., 74 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., IX, s., 439 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., XIII, s., 179 69 8.4. Fetanet: Fetanet, zeki ve hikmet sahibi olmaktır. Peygamber gerçekten insanların en zekisi ve hikmet sahibi olanıdır. Zira muarızları, düşmanları zorlamak ve karıştırmak için düşünce, feraset ve zeka sahibi olmak gerekir. Kamil bir aklın, keskin bir zeka büyük sezgi gücünün peygamberlerde bulunduğu aşikardır.364 Kur’an’da bu konuda pek çok örnek vardır. Hz. İbrahim’in putlar konusunda kavmi ile mücadelesi ve onlarla olan muhaveresi,365 ayrıca Nemrud’la olan konuşması366 bunun bariz misalleridir. Razi, fetanetle ilgili en güzel örneği, Hz. İbrahim’in metodu olarak verir. Onun kendi kendine Rabbini arayış serüveni, gerçekten akıl yürütmenin en iyi şekilde hikaye edildiği kıssalar arasındadır. O’nun babasına, kavmine, zamanının hükümdarına karşı yürüttüğü akıl yürütmeler, Razi’nin tefsirinde geniş bir şekilde yer almıştır.367 Bütün peygamberler aynı vasıftadır. Hz. İbrahim olsun, Hz. Muhammed(sav.) olsun hepsine Allah tarafından üstün bir zeka ve hikmet verilmiştir. Alah’ın bütün elçileri O’nun davasını üstün ve galip getirmek için güçlü zekalarıyla insanlar arasında kendilerini belli etmişlerdir. Peygamberlerdeki fetanet devamlı faal halde bulunur, hiçbir zaman zayıflamaz, ihtiyarlıkla malul hale gelmez. Onlarda bunama, zeka yokluğu ve bönlük gibi illetler asla bulunmaz. Allah peygamberlerini daima korur ve gözetir.368 8.5. İsmet: Peygamberlerde bulunması gereken sıfatların belki de en önemlisi ismet sıfatıdır. Kur’an’da açıkça bu sıfat zikredilmez. Ancak peygamberlerin genel vasıflarından söz edilir. Hatta Kur’an’da bazı peygamberlerin hataları söz konusu edilir. Bunun içindir ki, kelam mezhepleri peygamberlerin günahsızlığı ile ilk devirlerden itibaren ilgilenmişler, bu husustadeğişik görüşler ortaya koymuşlardır. İsmet’in sözlük anlamı; men etme yasaklama, koruma, günah işlememe anlamlarını taşır. 369 Terim olarak ismet ise; Allah’ın peygamberlerini günah işlemekten, isyana düşmekten, yasak ve haramları irtikab etmekten koruması , bunları ona men etmesidir.370 Bu sıfat peygamberlere Allah’tan bir lütuf olup, bir nevi onları kontrol ve murakabe altında tutması demektir. İsmet sadece peygamberler için söz konusu olup diğer insanlar için böyle bir imtiyaz yoktur. 364 365 366 367 368 369 370 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 346 Enbiya, 21/51,58,67 Bakara, 2/258 er-Razi, et-Tefsiru’l- Kebir, trc., C., II, s., 87-89 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 346 İsfehani, a.g.e., s., 1015 Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, a.g.e., s., 338 70 Razi, İsmetü’l-Enbiya’da peygamberlerin masumiyetlerinin vücubunu gösteren akli ve nakli delilleri teferruatlı bir şekilde on beş madde halinde 371 sıralamıştır. Bunlardan ilki: Peygamberlerin davranışlarının diğer asi müslümanlardan daha önce ikab gerektirdiğidir. Onların hanımlarının diğer hanımlar gibi olmaması372 buna delil teşkil etmekle beraber, hiçbir sarih akıl da bunun böyle olmadığını savunamaz şeklindedir. Razi’nin peygamberlerin masumiyeti konusunda bazı delillerini de diğer eserlerinden öğrenmekteyiz. Örneğin, el- Mealim’de üç delil ileri sürmekte bunlardan ilki akli, diğer ikisini nakli delil olarak açıklamaktadır.373 1) Allah’ın nübüvvet gibi bir nimeti peygamberlere vermesi, onları diğer insanlardan farklı kılar. Buna rağmen onların günah işlemeleri daha çirkin ve daha aşırı bir durumu ifade eder. Bu durum, işlediklerinden dolayı onların daha fazla kınama ve azarlamayı hak etmeleri anlamına gelir. Böyle bir sonuç batıl olduğuna göre onların günaha düşmeleri de batıldır. 2) Peygamberlerin günah işlemesi demek, onların fıska düşmeleri anlamına gelir. Fasık olmak ise şehadetin kabul olunmamasını gerektirir. 374 Böylesi basit işlerde şehadeti kabul edilmeyince, kıyamete kadar sürecek dinin gerçekliği konusunda şehadetlerinin kabul edilmemesi daha önceliklidir. Böyle bir şeyi söylemek mümkün olmadığı için, masum olmamaları da mümkün değildir. 3) Allah Teala Hz. Muhammed(sav.) hakkında: “ Ona tabi olunuz ki kurtulasınız. De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.”375 buyurur. Razi, bu ayetten hareketle peygamberlerin günahkar olamayacaklarını söyler. Çünkü eğer onlar öyle olmamış olsalardı, bizim, günahlar konusunda da onlara tabi olmamız gerekirdi. Oysa böyle bir şey mantık dışıdır. Bu ifadelerden anladığımız, Razi’nin aklı ve nakli bir arada kullandığıdır. Uslüp olarak da zaten bu onun yöntemidir. Karşısındakinin tezini çürütmek için nakli kullandığı zaman bile, sonuca nasıl vardığını mantıkla izah eder. Bazen tek bir konudaki açıklamaları sayfalar tutar. Bu da onun ufkunun genişliğini ve bilgi birikimini göstermesi bakımından önemlidir. Bkz. İsmetü’l-Enbiya, s.41-47 Ahzab, 33/30-33 373 er-Razi, el- Mealimü Usuli’d-Din, trc., Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, s.,99,100, İhtar yay., Erzurum, 1996 374 Hucurat, 49/6 375 Al-i İmran, 3/31 371 372 71 SONUÇ Eserleri ve tesirleriyle İslam düşünce tarihinde önemli mevki işgal eden büyük müfessir, mütekellim ve filozof Fahreddin er-Razi(v. 606/1210) Eş’ariyye kelamcısı ve Şafii usulcüsü olarak tanınır. İbn Sina kanalıyla Aristo ve Eflatun’un felsefi görüşlerinden etkilenmişse de daha sonra Gazali’nin yolunu takip ederek İslam filozofları karşısında Eş’ariyye dokrinini savunmuş ve bu doktrine aykırı gördüğü felsefi görüşleri eleştirmiş, son dönemde de kelami delilleri yeterli görmeyip itikadi meselelerin Kur’an-ı Kerim’in delil ve metotlarıyla çözümlenmesi gerektiği kanaatine varmıştır. Razi, kelam ve tefsirinde kendisinden sonrakilere kaynaklık etmiş, dirayet tefsirinin öncüsü kabul edilmiştir. Kendisinden sonraki kelamcılar, sadece plan ve konu bakımından değil; ibare, tarif, ifade ve terimlerle de Razi’nin eserlerinden bolca faydalanmışlardır. Onunla birlikte ilim ve ma’luma ait konular artık kelam kitaplarında daha genişce yer almış, medlülden çok delil üzerinde yoğunlaşılmıştır. Nübüvvet konusu ise, Razi için iman gerektiren bir meseledir. O, peygamberlik konusunda fazla konuşmamayı yeğlemiş, konuştuğunda da muarızların iddialarını çürütmek için konuşmuş veya o konuda müstakil eserler kaleme almıştır. Önceki kelamcılardan farklı olarak nübüvvet içerisinde yer alan konuları hem ispata çalışmış hem de kendisini eleştirmiştir. Örneğin nübüvveti mucize ile ispat ederken bunun itiraza müsait olduğunu da söylemiştir. Biz bu çalışmamızda, imanın üç temel esası olarak bildiğimiz uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları içerisinde peygamberlik ve ona dair meseleleri Razi’nin bakış açısıyla inceleyip şu sonuçları çıkardık: Razi, nübüvvetin imkanı ve gerekliliği hususunda hem akli hem nakli deliller ileri sürüp peygamberliğin mümkün ve caiz olduğu sonucuna varmıştır. Peygamberliğin dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli olduğunu ifade eden Razi, bunu , insanların kusurlu ve eksik olmalarıyla ilişkilendirmiştir. Peygamberliğin Allah’ın bir rahmeti olduğunu savunan Razi’ye göre, nübüvvet, çalışıp gayret etmekle ulaşılan bir makam değildir. O’na göre, Allah’ın gönderdiği peygamberler bazen resul, bazen de nebi olarak bulundukları toplumlarda görevlerini icra etmişlerdir. Mucize ile nübüvveti delillendiren Razi için, nübüvvette kesin delil Kur’an mucizesi ve Efendimiz(sav.)’in hissi mucizeleridir. Buna rağmen bazı eserlerinde hissi mucizelerle nübüvveti delillendirmenin mümkün olamayacağını da söylemiştir. 72 Razi’ye göre bütün peygemberler toplumlarının ihtiyaçlarına göre gönderilmişlerdir. Ayrıntılarda farlılıklar olsa da temelde ve inanç sistemlerinde aynı davayı savunurlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim bu konuya vurgu yapmış, peygamberlerin insanları aynı esaslara çağırdıklarını bildirmiştir. 376 Farklılıklar ise genelde muamelat konularında olmuş, toplumların durumlarına ve dönemin şartlarına göre şekil almıştır. Razi’ye göre, Allah insanlara iyiyi ve doğruyu öğretmek için peygamber göndermiştir. Eğer Allah peygamber göndermeseydi insandan sorumluluk da kalkardı. Çünkü insan yaratılışı itibariyle zayıftır ve her zaman kolayı tercih etmeye eğilimlidir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak; kulun sorgulanması ve hesaba çekilmesi için peygamber göndermek olmazsa olmaz bir şarttır. Sorumluluk yüklenen insan için bu sorumluluğu taşımak aslen zorluktur, nefse zor gelen şeyleri yapmak, kolay gelenleri de terk etmek demektir. Özünde meşakkat olan şeyi yapmanın da mükafatı olmalıdır. İşte bu sebeple Allah iyi kullarına cennet nimeti vaat etmiştir. Razi’nin nübüvvet anlayışında peygamberlik, ilk insan Hz.Adem ile başlayıp kıyamete kadar sürecek olan ahlaki, ameli ve itikati rehberliğin genel adıdır. Geçmişte yaşayan hiç kimse nübüvvete muhatap olmadığını iddia edemeyeceği gibi, bundan sonra da aynı durum geçerlidir. Peygamberler arasında “peygamber olmaları” bakımından bir üstünlük yoktur. Her birinin rehberliği, yol göstericiliği en az diğerleri kadar sağlıklıdır. Kur’an-ı Kerim’de de bunu destekleyen ayetler vardır.377 Bu yönüyle Hz. Muhammed (sav.) de diğer peygamberler gibidir, onlara üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak fazilet bakımından olabilir. Razi’ye göre, bir peygamber kendisinden önce gelen peygambere iletilen mesajı rafa kaldırmaz aksine onu peygamberle son bıraktığı yerden devam ettirir. Böylece din olgusu, ilk peygamber arasında geçen bir süreçte tamamlanmış olur. Razi, bu düşüncesini Kur’an ayetine dayandırır.378 Peygamberlerin ismeti konusunda özellikle tefsirinde şiddetli bir şekilde onların masumiyetini savunan Razi, bu konuda İsmetü’l Enbiya isimli bir eserin de sahibidir. Adem(a.s.)’ın hatası hakkında söylenenleri reddeder. Yusuf ile Aziz’in karısı, Hz. Davud’un Orya ile evlenmesi, Hz. Süleyman’ın mührünün şeytanlar tarafından çalınması gibi hadiseler de reddeddiklerinden bir kaçıdır. Masumiyet konusunda onun düşüncesi en genel anlamıyla 376 Bkz., Enbiya, 21/25 Bakara, 2/136,285 378 “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin.” Bu ayet , Hz. İsa’nın şeriatının, bazı yasakları kaldırmak suretiyle, Musa (a.s.)’ın tebliğ ettiği bir takım hükümleri neshettiğini ortaya koymaktadır.(Al-i İmran, 3/50) 377 73 şöyledir: Peygamberler hakkında nakledilenler ahad haberlerdir, dolayısıyla reddedilmiştir. Kur’an’da nass olarak nakledilenler ise, sehven işlenene veya evla olanın(en iyisinin) terk edilmesine ve peygamberlikten önce işlenmiş olduğuna te’ville açıklanabilir. Bize göre Razi'nin farklı konularda değişik şeyleri söylemesi onun tenkitçi düşüncesi, araştırıcı zihni, fikri tekamülü ve tartışılan konunun gereğine göre tavır alma hali ile açıklanabilir. Günümüzde tartışılan kelam problemlerini anlamak için de mutlaka Razi’yi tanımamız gerekmekte ve onun felsefi aklından yararlanmalıyız. 74 BİBLİYOGRAFYA Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’an’il-Kerim, Daru’l-Hadis, Kahire,1996 Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği, D.İ.B. yay., Ankara, 2007 Bademci, Abdülmuttalip, Fahreddin er-Razi ve İrade Görüşü, Basılmamış Tez, Konya, 1990 Buhari, Ebu Abdillah M. bin İsmail, Sahih-i Buhari, Daru’l-Erkam, Beyrut, Tarihsiz Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA., C., 30, s., 350-352, T.D.V. yay., İstanbul, 1995 Bulut, Mehmet, “İsmet”, DİA, T.D.V., yay., C., XXIII, s., 134-136, İstanbul, 2001 Cerrahoğlu, İsmail, “Fahreddin er-Razi ve Tefsiri”, AÜİFD, sy.2, s.7-57, Ankara, 1977 Çınar, Bayram, Fahreddin er-Razi’de Nübüvvet Kavramı, Basılmamış YL. Tezi, Ankara, 2006 Develioğlu Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 23. Baskı, Aydın yay., Ankara, 2006 Ece, Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan yay., İstanbul, Tarihsiz Efzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, trc., Kenan Dönmez, C., I-VI, İnkılab yay., İstanbul, 1996 Eliaçık, R. İhsan, İslam’ın Yenilikçileri, İslam Düşünce Tarihinde Yenilik Arayışları, Kişiler, Fikirler, Akımlar, Med-cezir yay., İstanbul, 2001 Erul Bünyamin, İslam’a Giriş- Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar, Tahsin Görgün “Nübüvvet: İnsanlığa Rahmet,” s., 156-165, D.İB. yay., Ankara, 2006 Esasü’t-Takdis, Kahire, 1986 es-Sabuni,Nurettin Ahmet b. Mahmud, el- Bidaye fi usuli’d-Din, trc., Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, D.İ.B. yay., Ankara, 2002 et-Tefsiru’l-Kebir, Terc. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, vd. Akçağ yay., Ankara, 1988 ez-Zerkan, M. Salih, Fahreddin er-Razi ve Araühü’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye, Daru’l-Fikr, Mısır, Tarihsiz Gazali, Ebu Hamid M. bin M., trc.,Salih Uçan, el-Munkızu Mine’d-Dalal Şerhi ve Tasvvufi İncelemeler, 2. Baskı, Kayıhan yay., İstanbul, 1997 Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, İstanbul, 2000 75 Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, 5. Baskı Tekin Kitabevi, Konya, 2001 İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricü’s-Salikin, trc., Komisyon, Medaricü’s-Salikin Kur’an’i Tasavvufun Esasları , İnsan yay., İstanbul, 1990 İbn Kesir, Ebu’l-Fidai İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur’an-il-Azim, terc., Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı yay., İstanbul, 1993 İsmetü’l-Enbiya, nşr., Muhammed Hicazi es-Sekka, Kahire, 1987 Kaya, İsmail, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Madve yay., İstanbu, 1984 Kazancı, Ahmet Lütfi, Çeşitli Yönleriyle Nübüvvet Kavramı, Marifet yay., İstanbul, 1997 Keskin, Halife, İslam Düşüncesinde Allah-Alem İlişkisi, Beyan yay., İstanbul, 1996 Kılavuz, A. Saim, İslam Akaidi ve Kelam’a Giriş, 10. Baskı, Ensar Neşr., İstanbul, 2004 Kocaer, Abdullah Feyzi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Hüner yay., Konya, 2003 Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, C., I,II, T.D.V. yay., İstanbul, 2005 Kramars, J.H., “Razi” İA, C.IX, s.645,646, İstanbul, M.E.B. yay., 1978 Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Komisyon, T.D.V., yay., Ankara, 2001 Maturidi, Ebu Mansur, trc., Bekir Topaloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, İsam yay., Ankara, 2005 Mealimu Usuli’d-din, Terc. Nadim Macit, İslam İnancının Ana Konuları, İhtar yay., Erzurum, 1996 Mevdudi, Ebu’l Ala, trc., Ahmet Asrar, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Pınar yay., İstanbul, 2004 Olguner, Fahrettin, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, Kültür-Turizm Bakanlığı yay., Ankara, 1985 Özbek, Durmuş, Sa’duddin Teftazani ve Nübüvvet Görüşü, Peygamberlere isnad Günahlar ve Cevapları, Sebat Ofset, Konya, 2002 Özervarlı, M. Sait, Kelam’da Yenilik Arayışları, İsam yay. İstanbul, 1998 Pezdevi, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi (terc., Şerafettin Gölcük, Kayıhan yay., İstanbul, 1980 Rağıb el-İsfahani, Müfredat elfazi’l-Kur’an, trc., Yusuf Türker, Pınar yay., İstanbul, 2007 76 Razi, Fahreddin Muhammed b. Ömer el-Hatib, el-Muhassalü efkari’l mütekaddimin ve’l-Müteahhirin mine’l-ulemai ve’l-hukemai ve’l mütekellimin, Terc. Hüseyin Atay, Kelam’a Giriş, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 2002 Sabuni, Muhammed Ali, En-Nübüvvet ve’l-Enbiya, terc., Suat Cebeci, Bilal Delice, Peygamberlik ve Peygamberler, Kültür yay., İstanbul, Tarihsiz Şahin, Necati, Peygamberlik ve İsmet, Basılmamış YL. Tezi, Konya, 2006 Uludağ, Süleyman, Fahreddin Razi, Ankara, Kültür Bakanlığı yay., 1991 Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İnsan yay., İstanbul, Tarihsiz Yavuz, Yusuf Şevki, “Nübüvvat”, DİA., C., XXXIII, s., 279-285, T.D.V. yay., İstanbul, 1995 Yavuz, Yusuf Şevki, “Fahreddin er-Razi” DİA, C. XII, s.89-95, T.D.V. yay. İstanbul., 1995 Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (Sdl. İsmail Karaçam vd.), Azim dağt., İstanbul, Tarihsiz Yurdagür, Metin, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C., VI, s., 477-479, İstanbul, 1995 77 T.D.V. yay.,