kaynaklar - Çukurova Üniversitesi Akademik Bilgi Sistemi

advertisement
I. ÜNİTE
İNKİLÂP KAVRAMI VE ÖZELLİKLERİ
TÜRK İNKILÂBININ ÖZELLİKLERİ
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* İnkılâp ve inkılâba yakın olan kavramlar nelerdir?
Öğreniniz.
* Hangi olaya inkılâp diyebiliriz. İnkılâp hareketlerinin
özellikleri ve sonuçlarını hangi şekilde değerlendirebiliriz?
* Türk İnkılabının özeliği ve diğer inkılâplardan farklılığı
nelerdir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede inkılâbın anlamı, özellikleri ve inkılâba yakın
kavramlar incelenecek ve çerçeve içinde Türk inkılâbının
içeriğinin kavranması sağlanacaktır. Ünitenin amacı bu
kavramların iyice öğrenilmesini sağlamak ve Türk İnkılâbının bu
genel kavramlardan yola çıkarak kendine özgü niteliklerini
değerlendirmektir.
Özellikle Türk İnkılâbının diğer inkılâpların temel
özelliklerini taşıması yanında kendine özgü farklılıkları olduğuna,
zorlama eyleminin diğer inkılâplara göre daha az, liderinin son
derece üstün olduğuna ve Türk İnkılâbının ayrıca bir Bağımsızlık
Savaşı ile desteklendiğine ve bu özelliliğiyle de bağımsızlık
mücadelelerine öncülük ettiğine dikkat ediniz.
ÜNİTE I
İÇİNDEKİLER
















2
İnkılâp Kavramı ve Özellikleri
İhtilâl
İsyan
Hükümet Darbesi
Reform
Tekamül ( Evrim )
Tanzimat
Emperyalizm
Kapitalizm
Liberalizm
Monarşi
Oligarşi
Meşrutiyet
Batılılaşma
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1 – İNKILÂP KAVRAMI ve ÖZELİKLERİ
Tarihsel olayların kavramlarla açıklanması dersin öğrenimine
yardımcı olacak ve konularda geçen olayların daha iyi kavranmasını
sağlanacaktır. Özellikle “inkılâp” ve
ona yakın kavramların
tanımlanması konulara açıklık getirecektir. Köken itibariyle inkılap
kelimesi Arapça olup “değişme, bir halden diğer bir hale geçme”
anlamında kullanılır.
İnkılâbın lügat anlamının yanında geniş ve kullanılan anlamı
ile inkılâp; toplumun sosyal yaşamının, devlet biçiminin , yönetim
biçiminin, ilkelerinin ve hedeflerinin planlı ve hedefi belirlenerek
çağın gerekleri ve ölçülerine göre zorlanarak değiştirilmesidir.
İnkılâp sadece siyasal ve toplumsal alanda görülmez, diğer
alanlarda da görülebilir.
Örneğin sanayi inkılâbı, teknoloji inkılâbı gibi. İnkılâplar
yukarıda da ifade edildiği gibi köklü değişimler anlamı taşıdığı için
buna yakın kavramlarla karıştırılmaktadır. İhtilal, reform, ıslahat,
isyan, gibi kavramlar inkılâbı çağrıştırsa da oluşum ve sonuçları
itibariyle aynı anlamı karşılayamamaktadır.
İnkılâplar bir yapıyı ve oluşumu kökten zorlayarak yapılan
değiştirme hareketleri olduğu için son derece zor olaylardır ve
inkılâpların önemli özellikleri vardır. Bir olayı inkılâp veya diğer bir
kavram olup olmadığının anlaşılması için inkılâbın oluşumunu ve
şartlarının belirlenmesi gerekir. Bu temel özellikler olmadığı takdirde
inkılâp kavramından söz edemeyiz;
a – Toplum ve mevcut yapı, idari, adli, siyasi, sosyal ve
ekonomik açıdan ciddi sorunlarla karşı karşıya olması ve
bu sorunların çözüm yollarının, mevcut siyasal ve idari
yapıyla, kadrolarla, ilkelerle bulunamaması, yeni bir
yapılanmanın acil ihtiyaç olarak gündeme gelmesi;
Türk inkılâbında, Fransız inkılâbında ve diğer inkılâp
hareketlerinde bu durum açıkça görülür. Osmanlı İmparatorluğunun
son dönemindeki yapıyı ve Osmanlı yöneticilerinin sorunlara çözüm
üretmediklerini, üretilmeye çalışılan çözüm yollarının yüzeysel ve
ihtiyaçlara cevap vermekten uzak olduğunu, ayrıca yönetim sistemine
müdahale edilmesinin bile kabullenilmediğini Osmanlı Tarihi
Derslerinden hatırlayalım.
3
b– Fikir hayatının ve Düşünce Yapısının Gelişme
Göstermesi ve İnkılâbı Hazırlayıcı Eserler Verilmesi;
İnkılâp aynı zamanda fikir ve idealle yürür, fikir ve düşünce
olmadan inkılâpların alt yapısı oluşmaz. Fransız inkılâbında Fransız
düşünürlerinin yazdığı eserlerin ve idealler haline gelen fikirlerinin
rolü tartışılmaz. Türk inkılâbında da 19.yüzyıl Türk düşünürleri olan
Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, milliyetçilik fikirleriyle Atatürk ve
dönemin yöneticilerini etkileyen Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet gibi
aydınların fikir ve idealleri etkili olmuştur.
c- Lider ve Kadro Teşekkülü;
İnkılâp hareketinde en önemli unsurlarından biriside lider ve
kadro hareketidir. Türk toplumunun genel karakteri içinde lider daha
da önem taşımaktadır. Liderler olayları yönlendirdiği gibi inkılâbın
başlamasını ve sonuçlanmasında en etkili olan, toplumsal etkileşimi
hızlandıran unsurdur. Bazı inkılâp hareketlerinde liderliği kadro veya
siyasi kuruluşta üstlenir. Türk inkılâbının en önemli üstünlüğü
olarak Atatürk gibi bir liderle yürütülmesi, sadece askeri bir lider
değil inkılâpları gerçekleştiren, çağdaş, akılcı, geleceği gören ve
devlet adamlığı gibi çok yönlü özelliği olmasıdır. Ayrıca 20.
yüzyılda bir çok ulusların ulusal mücadele ve reform sürecinde de
etkisi olan önder olması bu görüşü desteklemektedir.
d- İnkılâplarda plan, düzen, program ve disiplin olmalıdır;
İnkılâp hareketlerinde hızlılık ve etkinlik, işlerliğin
kazanılması için mutlaka disiplin, tertip ve program gerekmektedir.
Bu olmadığı ve inkılâp hareketleri bir düzene bağlanmadığı taktirde
zamanla hareket başka boyutlara giderek asıl hedeflerinden şaşarak
başka boyutlara giderek içinden çıkılamaz boyutlara varmakta ve
tarihte olumsuz hareketler olarak yerini almaktadır. Türk inkılâbında
bu ciddiyet, program ve düzen görülmüş ve inkılabın hiçbir aşaması
gelişigüzel ve düzensiz tarza gitmemiştir. Bu özelliğiyle çağdaşı
inkılâp hareketlerinden farklılık içermektedir.
e- İnkılâplarda Muhalefet Her Aşamada Bulunur ve
Bundan Dolayı Zorlama Olmalıdır;
İnkılâplar köklü değişim ve geniş halk kitlelerinin katıldığı ve
sonuçları ülkelerin kaderini değiştiren, toplumların geleneksel
altyapısını ve geleneksel değerlerini olumlu ve çağdaş ölçülere
4
getirme amacı güden hareketler olduğu için ciddi bir direnç ve karşılık
verme ile karşılaşabilir. İnkılâpların içerik ve hedefleri her kesim
tarafından farklı algılanabilir. İnkılâpların sonucundan birçok kişi ve
kurum olumsuz etkilenerek inkılabın sürekli karşısında durur,
inkılâbın her aşamasında bu konumunu devam ettirir. Bundan dolayı
inkılâp hareketlerinde idari, siyası, askeri ve hukuken zorlama
çoğunluğun çıkarlarına uygun olarak yapılabilir. İnkılâp hareketleri
muhalefetin direncine göre başarılı veya başarısız olur. İnkılâp cesaret
ve bazen risk almaktır. Muhalefetin direnci zorlamayla kırılabilir.
Türk İnkılâbında, halkın geleneksel yapısı yanında mevcut
Osmanlı idaresi konumunu devam ettirmek, Anadolu’daki
otoritesini yeni Türk Devletiyle paylaşmak istemediği için
yıkılıncaya kadar Ulusal davaya karşı çıkmıştır. Cumhuriyet
döneminde de değişik alanlarda yapılan inkılâp hareketleri
değişik kesimlerden bireysel ve toplu olarak tepki görmüş bu
tepkilere aynı şekilde siyasi, hukuksal ve askeri zorlamalar
uygulanmıştır.
İnkılâpların önünde durabilecek veya gelecekte ülkenin
sistemine karşı gelebilecek kurumlar ortadan kaldırılmıştır. Osmanlı
döneminde yapılan reform hareketlerinin inkılâba dönüşememesinin
ve başarılı olamamasının en önemli sebeplerinde birincisi şüphesiz
muhalefete karşı gerekli zorlamanın yapılamaması ve bu yapılanmanın
yaşamasına izin verilmesidir. Türk inkılâbında zorlama ve muhalefete
karşı kesin tavır olmasına rağmen çağdaşı inkılâplara nazaran daha
yumuşak ve kansız olması önemli bir artı özelliğidir. Fransız, Rus ve
Avrupa’daki diğer inkılâpların ihtilal aşamasında son derece kanlı ve
kitlesel zorlayıcı hareketlere Türk İnkılâbında pek rastlanmaması bunu
ispat eder.
2- İHTİLAL
Kelime anlamı olarak bozukluk, bozulma, karışıklık,
düzensizlik olan ihtilal, kavram olarak bir devletin siyasi yapısının,
kanuni şekillere uymadan değiştirmek üzere zor kullanarak yapılan
geniş bir halk hareketidir. İhtilal ayaklanma ve şiddet yoluyla baskı
oluşturur, düzeni ve siyasal yapıyı zorlar, başarılı olursa inkılaba
5
dönüşebilir. Bu açıdan ihtilal pek çok inkılabın başlangıcı kabul edilir.
Fransız ve Rus İnkılabı ihtilal aşamasıyla başlamış, eski yapı zor
kullanılarak değiştirilmiş ve uzun süre sonra inkılap olarak kendi ve
dünya siyasal tarihinde yer almışlardır.
3 - İSYAN
Kelime anlamı itaatsizlik, emre boyun eğmemek, ayaklanma
olan isyan, kavram olarak; kitlenin belli bir amaca yönelik olarak
hedefini gerçekleştirmek için mevcut düzene karşı başkaldırmasıdır.
İsyan gelişirse ihtilale, ihtilalde inkılaba dönüşebilir. Fransız
inkılâbında bu gelişmeler görülmüştür. Türk inkılâbında da bu isyan
olduğu varsayılsa da, mevcut bir siyasi otorite Milli Mücadele
döneminde olmadığı için, isyan sadece ülkeyi işgal edenlere karşı
işgal eylemini tanımama şeklinde değerlendirilebilir. Daha sonra
işgale karşı hukuki ve siyasi sorumluluğunu yerine getirmeyen
Osmanlı hükümetine yöneldiği için ihtilal şeklinde değerlendirmek
daha doğru olur.
4 - HÜKÜMET DARBESİ
Mevcut iktidara karşı yapılan ve belli amacı olan, iktidarı
görevden uzaklaştırmaya yönelik harekettir. Hükümet darbelerinde
temel hedef hükümeti yönetenler olduğu için kitlesel amaçlar gütmez,
darbeyi yapan kesimin amaçlarıyla kısıtlıdır. Ekonomik, sosyal,
siyasal ve ilkeleri değiştirmek gibi üst seviyede amaçlar içermezler.
Osmanlı Tarihinde görülen padişah veya diğer yöneticileri
değiştirmek, ordunun güvenlik veya iç düzende görülen eksiklik
üzerine yönetime müdahale etmesi hükümet darbesine örnek
gösterilebilir.
5- REFORM(ISLAHAT)
Kelime anlamı düzeltme, değiştirme, iyileştirme olan reform
genel anlamıyla Osmanlıca da
Islahat olarak genelleşmiş ve
yüklenildiği anlam itibariyle eskiyen veya toplumun ihtiyaçlarına
cevap vermeyen kurumların prensiplerini veya işlevlerinin tümünü
veya bir bölümünü mevcut çağa uydurmak için yapılan
düzenlemelerdir.Günümüzde de çok kullanılan reform hareketlerine,
6
Osmanlı Tarihinde ve Avrupa’nın gelişme süreci olarak kabul edilen
15. ve 16. yüzyıldaki gelişmelerde sık rastlarız.
6- TEKAMÜL (EVRİM)
Eski tabiriyle ve kelime anlamıyla olgunlaşma, kökünden
türeme, ilerleyerek gelişme anlamı taşıyan ve ‘kamil olma’ şeklinde
lügatlerde ifade edilen evrim herhangi bir yapının mükemmele doğru
değişmesi, iç ve dış etkilerle yapısını geliştirmesidir.Tekamülün asıl
özelliği toplumun zaman içinde zorlama olmadan mevcut yapısını
geliştirmesi, bünyenin kabul ettiği şeyleri alması, kabul edilmeyen ve
kullanılamayacak hale gelen yapının terk edilmesidir.
7– TANZİMAT
Bu kelime bize Osmanlı Tarihinin bir bölümünü de
çağrıştırdığı gibi tanzim etmek veya dağıtmak anlamıyla da
günceliğini sürdürmektedir. Kelime anlamı düzenleme, düzene
koyma, mevcut devlet düzenine çeki düzen verme anlamını
taşımaktadır. Osmanlı Devletinin 19.yüzyılda Tanzimat Fermanın
yayınlanmasıyla başlayan ve birçok yeniliklerin yapıldığı döneme
verilen dönemdir.
8– EMPERYALİZM
Ekonomik ve siyasal olarak güçlü ve etkin olan siyasal
güçlerin veya devletlerin, kendi çıkarları için güçsüz veya bağımlı
devlet ve topluluklar üzerinde hakimiyet kurma veya etkinliğini
sürdürmeleri siyasetine verilen genel adıdır. Roma İmparatorluğuyla
başlayan genişleme ve baskı altına alma biçiminde devlet
örgütlenmesine de denilmektedir. Emperyalist devlet de emperyalist
politikayı sürdüren devlete denilmektedir.
9 - KAPİTALİZM
Batıda başlayan feodal sistemin çökmesiyle burjuva (şehirli –
tüccar) sınıfının ortaya koyduğu ve uyguladığı, anlam olarak
“sermaye”, geniş anlamıyla “bireylerin ve üreticilerin kişisel
çıkarlarına uygun olarak ve başta kar amaçlı olan, özel teşebbüs ve
7
özel mülkiyetin esas olduğu, üretimin pazar faaliyetlerine göre
yapıldığı, her türlü mal ve hizmet alım satımının konu olduğu sosyoekonomik ve ideolojik sistemdir”. Son iki asırda ve günümüzde dünya
üzerinde etkin ve hakim sosyal ve iktisadi teşkilatlanmadır.
10 – LİBERALİZM
Liberalizm kelime anlamıyla özgür olmak ve serbestlik anlamı
taşıması ile birlikte kavram anlamıyla son asırlara damgasını vuran bir
simge haline gelmiş, daha çok siyasi ve ekonomik anlamıyla ön plana
çıkmıştır. Fransız ihtilalinden sonra geniş anlamıyla bireysel ve
toplumsal alanda özgürlük şeklinde anlamlandırılmıştır. Günümüzde
daha çok ekonomik terminolojisiyle; kamu otoritesinin ekonomik,
siyasal veya dinsel nedenlerle bireye müdahale etmemesi veya
kamunun bu süreçlere müdahale etmesine izin verilmemesini öne
süren siyasal akımdır. Liberalizm, iktisadi hayattan devletin tamamen
çekilmesini, kamu otoritesinin toplumun yaşamını yönlendirmemesini
savunan batıda son derece geçerli bir akımdır.
11 – MONARŞİ
Yönetimin bütün alanlarında bireylerin değil bir kişinin
egemen olduğu, çoğunlukla aynı soydan gelen kişilerin miras yoluyla
yönetime seçildiği, bütün yetkilerin seçim dışı yöntemlerle tek bir
kişide toplanması esasına dayalı yönetim biçimidir. Batıda krallık,
doğuda padişahlık, sultanlık, emirlik gibi terimlerle nitelendirilmesine
rağmen uygulama biçimi genellikle aynıdır.
12 – OLİGARŞİ
Geniş halk kitlelerinin küçük bir sınıfın egemenliği ve
denetimi altında olan, yönetim şeklinin ve iktidarın; hakim azınlığın
elinde bulunduğu zenginlik, askeri güç, siyasal hakimiyet ölçülerine
göre belirlendiği azınlığın çoğunluk üzerinde hakimiyeti esasına
dayanan yönetim biçimidir. Oligarşi’nin diğer tarifi de soylu yönetimi
anlamında ve Yunan kökenli olan Aristokrasi yönetimidir.
8
13 - MEŞRUTİYET
Yönetimi kişi veya kişilere dayanan, ama yöneticilerin
yönetme gücünü anayasal hükümleriyle ve parlamento gibi kurumlarla
sınırlayan, özellikle ‘yakın çağ’larda başta İngiltere’de uygulanan
Osmanlı Tarihinin son dönemlerinde de uygulanan yönetim biçimidir.
Bu yönetim biçiminde güçler sınırlı ve işbirliği içindedir. Meşrutiyette
anayasa ve parlamento yetkileri hükümdarla paylaşır.
14 – BATILILAŞMA
Yakınçağlardan itibaren dünyada söz sahibi olan ve Avrupa’da
ve Avrupa dışında yaşayanların “Batılı” olarak tanımladıkları
devletlerin hakim olan değerlerini ve teknolojilerini bu devletlerin
baskısı veya kendi yönetici, aydınlarının girişimleri ile uygulanmasına
genel olarak verilen tanımlamadır. Yapılarını, yönetim şekillerini,
kültürlerini, hukuki ve teknolojik yapılarını batı dünyasına uygun veya
paralel hale getirmeleridir.
Osmanlı Tarihinin son dönemlerinden itibaren “Batılılaşma”
süreci Türkler içinde başlamış, batıyla temas içinde bulunan Türkler
siyasal güçlerini kaybetmeleriyle beraber bu süreci bir varolma süreci
olarak algılamışlardır. Türkiye Cumhuriyet kuruluşundan itibaren
ulusal programa uygun olmak koşuluyla batıyla teması devam
ettirdiğini, ama bu süreci bir taklit anlayışı ile değil bir mecburiyet ve
milli unsurlara uygun bir yapıda olması esasına dayanmıştır. Atatürk
bunu şöyle ifade etmiştir;
“Memleketler çeşitlidir. Fakat medeniyet birdir. Ve bir
milleti ilerlemesi için de bu tek medeniyete ortak olması lazımdır.
Osmanlı imparatorluğunun düşüşü batıya karşı elde ettiği
başarılardan çok, boş bir gururla kendisini Avrupa milletlerine
ağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar
etmeyeceğiz.”
“Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz.
Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun
bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.”
9
ÖZET
İnkılâp; toplumun sosyal yaşamının, devlet biçiminin, yönetim
biçiminin, ilkelerinin ve hedeflerinin planlı ve hedefi belirlenerek
çağın gerekleri ve ölçülerine göre zorlanarak değiştirilmesidir.
İnkılâp sadece siyasal ve toplumsal alanda görülmez, diğer
alanlarda da görülebilir.
Türk inkılâbı diğer inkılap hareketlerinde görüldüğü gibi
gelişmiş, ancak bazı özellikleri dolayısıyla önemli artıları
bulunmaktadır. Bunlar;
* Liderinin son derece yetenekli ve başarılı bir devlet adamı
olmasıdır.
* Diğer inkılâplarda görülen kitlesel ölümlerin az olması ve karşı
İnkılâp hareketlerinin bastırılmasında şiddet unsurunun önemli
ölçüde az kullanılmıştır.
* İnkılâbın eylem aşamasında sadece eski sisteme karşı bir ihtilâl
hareketi olarak oluşmamış, sisteme karşı ihtilâle hareketinin
yanında işgalci güçlere karşı topyekün “Bağımsızlık Savaşı”
verilmiş ve bu “Bağımsızlık Savaşı” sömürgeci
devletlerin
baskısı altında ezilen milletlere ulusal bağımsızlık hareketlerinde
öncülük etmiştir.
* İnkılâplara ülkenin kurulmasından sonra sistemli bir şekilde ve
süreklilik göstererek devam edilmiştir.
10
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Atatürk İlke ve İnkılâplarının temel hedefini anlatan en iyi
seçenek aşağıdakilerden hangisidir ?
a) Türkiye Cumhuriyetini ülkesi ve ulusuyla çağdaş medeniyet
seviyesinin üstüne çıkartmak
b) Türk halkının refah seviyesini yükseltmek
c) Türkiye Cumhuriyetini bölgeni en güçlü devleti haline getirmek
d) Türk Kültürünü geliştirmek
e) Eğitim ve Öğretimin seviyesini üst seviyeye çıkartmak
2- İnkılâpların özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz ?
a) İnkılâp hareketine toplum ve siyasi yapı hazır olmalıdır.
b) İnkılâp hareketi mevcut düzeni değiştirmeye amaçlar.
c) İnkılâplarda lider ve kadro hareketi önemlidir.
d) İlk büyük inkılâp hareketi olarak Fransız ihtilâli tarihe geçmiştir
e) İnkılâp Hareketinde muhalefet bulunmaz.
3 – Aşağıdaki boşluklara uygun sözcükleri yazınız.
İnkılâplar genellikle ………………. hareketi olarak başlar,
eğer ………….. hareketi başarılı olursa İnkılâba geçişte önemli
bir mesafe alınmış olur.
4– Türk İnkılâbını diğer inkılâplardan farklı hale getiren
özellikler aşağıdaki hangi seçenekte en iyi şekilde anlatılmıştır.
a) Türk İnkılâbında ihtilal hareketi topyekün bir şekilde başlamıştır.
b) Türk İnkılâbında ağır baskıya dayanan zorlama görülmez
c) Türk İnkılâbında liderin yeteneği üst seviyededir ve ülkede işgale
karşı bağımsızlık savaşı da yapılmıştır.
d) Türk İnkılâbı devamlılık arz etmiştir.
e) Türk inkılâbı eski yönetim anlayışını değiştirmeyi de amaçlamıştır.
11
5– Türk İnkılâbında ihtilal hareketi seçeneklerde verilen hangi
yapıya karşı gerçekleştirilmiştir ?
a) Anadolu’daki azınlık kuruluşlarına ve cemiyetlerine karşı
b) Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye Teşkilatlarının başına buyruk
yapılanmasına karşı
c) Osmanlı Hükümetinin yönetim ve işgaller karşısındaki tutumuna
karşı
d) Ankara’da kurulan T.B.M.M. Hükümetine karşı
e) Anadolu’daki İşgal kuvvetlerine karşı
12
II. ÜNİTE
TÜRK İNKILÂBINI
HAZIRLAYAN SEBEPLER
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
*
*
*
*
Osmanlı İmparatorluğunun yapısal sorunları nelerdir?
Öğreniniz
Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasının temel nedenleri
nelerdir?
Dış Baskılar Osmanlı Siyasi gücünü nasıl zayıflatmıştır?
Araştırınız.
İmparatorluk dışındaki gelişmelere yöneticiler niçin yeterli
önemi vermemişlerdir? Araştırınız.
Yakın çağda diğer inkılâp hareketlerinin (Özellikle Fransız ve
Amerikan İnkılâbının) Osmanlı siyasal ve sosyal yapısında
etkileri nasıl olmuştur ve etki alanları nelerdir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Bütün inkılâplarda olduğu gibi Türk inkılâbının
oluşumuna sebep olan önemli sebepler vardır. Bu sebeplerin önem
sırasına göre incelenmesi ve mutlaka iyice kavranılması
gerekmektedir.
Ünitede Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış süreci ve
sebepleri, yıkılışı engellemek için yapılan reformların içeriği ve
sonuçları, dış sorunların ve baskıların devletinin yıkılış sürecine
etkileri ve Türk İnkılâbının oluşumu açısından değerlendirmesi
yapılacak ve konuların kavranması sağlanacaktır.
Özellikle dış baskıların ve içerdeki muhalefetin reformlara
gösterdiği direnç ve Osmanlı Yöneticilerinin gelişmeleri yeterince
değerlendiremediklerini Osmanlı Tarihinden hatırlayınız. Ayrıca
ülkelerin kaderlerinin; çağdaşlaşmanın gereklerine göre ülkenin
ve sistemin düzenlenmesine bağlı olduğu gerçeğinin tarihsel bir
olgu olduğuna dikkat ediniz.
13
ÜNİTE II
İÇİNDEKİLER
 Türk İnkılâbı ve Özellikleri
 Temel Nedenler
 Osmanlı
İmparatorluğunun






14
Yıkılış
Sebepleri
İmparatorluğun Çokuluslu Yapısı ve
Geniş
Coğrafyalarda
Hakimiyet
Kurmanın Getirdiği Yönetim Sorunları
Dış Baskılar ve Askeri Sorunlar
Fransız İhtilâli ve Etkileri
Osmanlı
Reformlarının
Yeterli
Olamaması
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1– TÜRK İNKILÂBI ve ÖZELLİKLERİ
Bugün içinde bulunduğumuz toplum ve devlet, XX. Yüzyılın
ilk yarısında gerçekleştirilen ve süreklilik arz eden büyük bir inkılâbın
eseridir. Türk ulusu Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile
kalkınma umutlarını, hedeflerini yitirmiş, umutsuz yarınlarla baş başa
kalmıştı. Ülke son defa girdiği ve hak etmeden yenildiği savaş sonrası
işgal ile karşı karşıya kalmıştı. Bağımsızlığını yeniden kazanmalıydı.
Yeni bir savaş göze alınmalıydı. Türk halkı bu durumun bilinciyle
önderi ve bir avuç vatanperver ile kenetlendi, büyük ve onurlu bir
savaşı yaparak yeni bir gelecek için kendi kaderine ve geleceğine
sahip çıktı. Savaşı eski devletiyle değil ulusal egemenliğe yeni bir
devlet kurarak gerçekleştirdi. Bu ilk inkılâp hareketiydi. Savaşın
bitimiyle de inkılâpların yeni aşamaları başladı. Bunların gösterdiği
gerçek Türk inkılâbının bu açıdan özelliklerini şöyle belirtebiliriz;
* İnkılâbın ilk aşamasında ulusun parçalanması önlenmiş,
parçalanmaya karşı örgütlenmiş bir devlet kurulmuştur. Bu
devlet Osmanlı İmparatorluğundan farklı olarak milli egemenliğe
dayalı bir yapıdadır. Bu, ilk önemli inkılâp olarak karşımıza
çıkar.
* Bu devlet hemen inkılâp hareketine başlamadan önce “bağımsızlık
savaşı” vermek zorunda kalmış ve bu savaş Türk İnkılabını önemli
bir farklılık yaratmıştır. Bağımsızlık Savaşının verilmesi çağdaşı
inkılâplarda görülmeyen önemli özelliktir.
* Ulusal Bağımsızlık Savaşı sonrası diğer inkılâp hareketlerine
zemin hazırlanmıştır.
* Türk inkılâbında zorlama unsuru olmasına rağmen, çağdaşı
inkılâplara göre daha azdır. Kitlesel yıkım ve ayaklanmalar gibi
kanlı olaylara rastlanmaz.
* Lideri son derece yetenekli ve geleceği gören ve topluma güven
veren özelliklere sahiptir. Bu özelliği diğer bir farklılık arz eder.
* Türk inkılâbı özellikle emperyalist devletlerin sömürüsü altında
olan uluslara örnek olmuş ve emperyalizm uygulamalarından
bağımsızlık savaşı ile kurtulabilmenin mümkün ispat olduğunu
etmiştir. Bu özelliliğiyle evrensel bir boyut kazanmıştır ve süreklilik
arz eder.
15
2 – TEMEL NEDENLER
1- OSMANLI İMPARATOLUĞUNUN YIKILIŞ
SEBEPLERİ
Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine otorite
boşluğundan faydalanan ve Uç Beyliği olarak kurulan, Oğuzların Kayı
boyunun kurduğu Osmanlı Devleti uyguladığı idari, askeri, kültürel ve
sosyal politikaların başarılı olması ve siyasal yapının tanıdığı imkanlar
ile coğrafyadaki otorite boşluğunun yardımıyla XV. Yüzyıl sonlarında
bir dünya devleti konumuna gelmişler ve Avrasya kıtasının güçlü bir
imparatorluğu olarak hem Türk Dünyasının, hemde İslam Dünyasının
liderliğine yükselmişlerdir. XV. Yüzyıldan itibaren imparatorluk
konumuna gelen Osmanlı Devleti XVII. Yüzyıla kadar güç ve
etkenliğini sürdürmüş ve yapısal olarak bütün imparatorlukların başına
gelen sorunları o zamana kadar çözmeyi başarmış, XVII. Yüzyıl
sonlarında siyasi gücünü özellikle batılı devletler karşısında
kaybetmeye başlamıştır. İmparatorluk diğer çokuluslu güçlerin
karşılaştığı şu ana sorunlarla karşı karşıya kalmıştır;
A- Çokuluslu Yapısı ve Geniş Coğrafyalarda Hakimiyet
Kurmanın Getirdiği Yönetim Sorunları
İmparatorluk sistemleri hakim olan ve kurucu milletin
egemenliğinde, tek kişinin liderliğinde olan geniş siyasi otoritelerdir.
Bu açıdan geniş coğrafyalarda hakimiyet kurmak ve devam ettirmek,
çokuluslu yapının değişik istek ve taleplerini yerine getirmek, bunlar
üzerinde mutlak otorite kurarak yönetmek büyük bir enerji ve yetenek
ister. Osmanlı Devleti Klasik Dönemde gerek Türk Devlet Anlayışının
getirdiği birikimler, gerekse de yöneticilerin ve oluşturulan yönetim
anlayışının başarılı uygulamaları ile bu sorunları çözerken, çağdaşı
devletlerin gelişmelerini devam ettirmesi, bu coğrafyalardaki yabancı
toplulukların Osmanlı yönetimini desteklemeyerek sürekli kopma
eylemi içine girmeleri, otoritenin dış ve iç güçlere karşı kullanılması,
yönetimin zayıflaması sonucunu doğurmuştur.
İmparatorluk yöneticileri Klasik Dönemde yetenekli ve
kudretli özellikler gösterirken, yıkılış dönemlerinde bu özelliklerin
bulunmadığı görülmektedir. Osmanlı hükümdarları veraset sistemiyle
başa gelmekte ve hükümdarların yetişmesine son derece önem
verilmekteyken XVII. Yüzyıldan itibaren bu uygulama terk edilmiş,
böylece de hükümdarların yönetim tecrübeleri zayıflamış, görev
16
aldıklarında da başarı oranları düşmüştür. Bu yönetimde, karar ve
uygulamalarda hataları, devletin önemli kayıplara uğramasını,
yönetim ve halk arasında işbirliğinin zayıflamasını doğurmuştur.
Çağdaşı devletlerin güçlenmesi ve askeri olarak Osmanlı
Devleti üzerindeki kurdukları baskı artması ve savaşların uzun
sürmesi yöneticilerin başarısızlıklarını arttırmıştır. Hükümdarın
yanındaki diğer yöneticilerde aynı özellikleri gösterdikleri ve
merkezi veya taşradaki almış oldukları görevlerde başarısız
oldukları için idari yapı gittikçe bozulmaya başlamış ve geniş
ülkenin merkezden uzak yerleri olan taşrada hakimiyet gittikçe
zayıflamıştır.
Yöneticilerin savaşlarda da başarı oranlarının düşmesi
ordu ve devlet üzerindeki otoritesini zayıflatmış, bu otorite
boşluğu ayaklanmalara, devlet işlerine hükümdar yakınlarının,
sarayın ve taşranın yöneticilerin yanlış müdahalelerine sebep
olmuş, Osmanlı yönetim anlayışı bundan etkilenerek etkinliğini
kaybetmiş, merkezi otorite zayıflamıştır. Son dönemde bu boşluk
önlemlerle ve idari reformlarla kapatılmaya çalışılsa da istenilen
sonuç alınamamıştır.
Yönetimdeki genel bozulma şu sonuçların oluşmasına sebep
olmuştur;
Aa- Yerel yönetimlerin kendi başına buyruk hareket
etmeleri
Askeri ve ekonomik tedbirleri taraflı ve çıkarlarına uygun
şekilde uygulamaya başlamaları ayaklanmalara ve sosyal düzeni
bozmuş, imparatorluğun otoritesini sarsarak çöküşü hızlandırıcı feodal
yapıyı yaratmışlardır.
Ab- Ordunun gücü zayıflaması ve teşkilatının bozulması
Dünyanın eğitim, düzen, teknoloji ve disiplin olarak en üst
seviyede olan Osmanlı ordusu iyi yönetilemediği ve yeniliklerin
gerisinde kalması, savaşların uzun sürmesi ve kaybedilmesi
sebeplerinden dolayı hızla XVII. yüzyıl başından itibaren bozulmaya
başlamış, yapılan yenileştirme ve reform hareketlerine karşı olmuş ve
özellikle “Kapıkulu Ocakları” adı verilen Yeniçeriler bu bozulmayı
temsil etmişler ve çıkarları gereğince devlet politikasına müdahale
17
etmişler,ayaklanmalar çıkararak yönetim boşluklarını kullanmışlardır.
İmparatorluğun son dönemlerinde Yeniçeri ocağının kaldırılması, yeni
tarzda ordunun kurulması gibi askeri reformlar yapılmasına rağmen
Osmanlı Ordusunun gücü yıkılmayı engelleyici bir konuma
gelememiştir.
Ac - İlmiye sınıfının bozulması da yönetimde boşluğun bir
sonucu olarak görülmektedir
Yükselme döneminin yetenekli yöneticilerini. eğitimcilerini,
adalet görevlilerini yetiştiren eğitim ve öğretim kurumları, batıdaki
modern gelişmelere uzak kalıp bu metotları almadığı gibi yenileşme
programını da özellikle XVIII. Yüzyıldan itibaren karşı gelmeye
başlamış, geleneksel metotlarını da terk ederek yalnız dini ağırlıklı
eğitim ve öğretime yönelerek pozitif bilimlere kendini kapatarak
devlet idaresinde yer alacak şahısların yetişmesini olumsuz yönde
etkilemiştir. Adalet sistemi de bu ilmiye teşkilatının bozulması ile
beraber önemini kaybetmeye başladı ve medreselerin çalışma
sisteminde adaletin temeli olan liyakat ve başarıya göre değil
kayırmacılık, rüşvet veya miras gibi usuller uygulanmaya başladı. Bu
konuda özellikle XIX. Yüzyılda Adli, eğitim ve idari reformlar
yapılarak çözüm arandıysa da istenilen sonuç alınamadı. Adliye
sisteminde görev alan kadılar ve ilmiye sınıfının karar ve
uygulamaları, bu yapıya bağlı imparatorluğun en çok takdir toplayan
“Osmanlı Adaleti” ilkesini zedelemiştir.
Ad- Osmanlı Toprak ve Ekonomik Yapısı Bozulmuştur
Osmanlı ekonomisi tarıma dayanmış, tarım ile beraber ticaretin
kontrol edilerek vergilendirilmesi, önemli ticaret yolları olan İpek ve
Baharat Yollarının denetim altına alınması, savaş gelirleri ekonominin
temel unsurları olmuştur. Temel olarak toprak ve tarım devletin
ekonomik yapılanmasını oluşturmuş ve yönetimle ekonomik ilişkiler
birbirleriyle bağlantı olmuşlardır. XVII. Yüzyıla kadar Osmanlı
ekonomik yapısında ciddi sorunlar olmamış, daha sonra yönetim ve
ekonomik faaliyetlerin başarısızlığı tarım ve toprak sisteminde ki
bozulmaları hızlandırdı. Tımar sistemi devletin dayandığı temel idari
ve ekonomik sistemi yansıtmaktaydı. Devlet arazilerinin şahıslara
hizmet karşılığı kiralanması, tımar sahiplerinin de bu arazi gelirlerine
karşı toprağı işletmesi ve asker beslemesi, güvenliği sağlaması esasına
dayanan “Tımar Sistemi” devleti çok önemli ve etkili ekonomik
yapılanmasıydı.
18
Savaşların son dönemlerde uzun sürmesi, üretimin azalması,
güvenliğin sağlanamaması bu sistemi bozmaya başlamış, gelir - gider
dengesi bozularak gelirlerin giderlerin çok altına düşmesiyle alınan ek
tedbirler halkın yaşantısını olumsuz etkilemiştir. Avrupa’da ekonomik
gelişmeler hızla ekonomik yapılanmayı bozmuş, vergi gelirleri
azalmış, ticaret yollarının yer değişmesi ile ekonomik durgunluk
Osmanlı ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Kapitülasyonların içerik
ve uygulama alanlarının genişletilmesi yerli üretime zarar vermiş ve
ülke ekonomisi dışa bağımlı hale getirerek siyasal kararları ve devlet
politikasını etkilemiştir. XIX. Yüzyıldan itibaren savaş giderlerini
karşılamak ve bütçe açığını kapamak için dışarıdan alınan borçlar
devletin maliyesini çıkmaza sokmuş, Batılı Devletlerin Osmanlı
Devletini daha çok kontrol altına ve sömürge anlayışını uygulamaya
başlamışlardır.
B - DIŞ BASKILAR ve ASKERİ SORUNLAR
Osmanlı Devleti genel olarak XVI. Yüzyıla kadar dünyanın en
önemli ve etkin gücü olması ile birlikte çağdaşı olan siyasi güçlerle
ilişkileri siyasal üstünlük ve ekonomik rekabet şeklinde gelişmiştir.
Geniş alanlarda hakimiyetle beraber doğuda Türk ve İslam
Devletlerinin, batıda ise Avusturya, Rusya, Macaristan, Fransa ve
İngiltere gibi güçlü devletlerinin askeri ve siyasi hedefleri içine giren
Osmanlı Devleti özellikle batılı ülkeler üzerinde hakimiyetini
kaybetmeye başlamıştır. Batıda
Yeni Çağda başlayan siyasal,
teknolojik, askeri ve düşünce alanındaki değişimler Avrupa’nın Dünya
egemenliğini sağlayan süreci başlatmış ve coğrafi keşiflerle
desteklenen yayılma politikası sonunda Doğu ülkeleri ve Osmanlı
Devleti de yayılma alanlarına girmiştir.
Osmanlı Devletinin bütün bu teknolojik ve düşünce
yeniliklerinden uzak kalması gelecekteki askeri ve siyasal
çöküşüne zemin hazırlayacaktır. Güçlenen Avrupa Devletleri
Osmanlı Devletinin üzerindeki baskıları XVII. Yüzyıldan itibaren
artmaya başladı. Özellikle Hıristiyan topluluklarının yaşadığı
bölgelerde ki toprakları için savaşlar Osmanlı Devletinin
yenilmesi ile sonuçlandı. Özellikle XVIII. Yüzyılda Osmanlı
Devleti üzerinde baskılar ve istilalar artmaya başladı.
19
Avrupa için artık Türk tehlikesi bitmiş ve Osmanlı Askeri
gücü azalmıştı. Bundan dolayı imparatorluk yıkılabilir, toprakları
paylaşılabilirdi. Bu amaçla Avrupa’nın büyük devletleri, Osmanlı
Toprakları üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda paylaşmayı
planlayarak, buna yönelik baskı politikası uygulamaya başladılar.
İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Avusturya, A.B.D., İtalya,
belli dönemde birlikte veya tek başlarına bu politikalarını uygulayarak
imparatorluğun parçalanması ve topraklarının paylaşılması için
harekete geçtiler. Osmanlı topraklarının paylaşılması ve bölünmesi
yolunda birbirleriyle de rekabete tutuştular. İmparatorluğun
paylaşılma sebeplerinden biriside ülkenin coğrafi ve jeopolitik
konumudur. İmparatorluğun merkezi Anadolu ve Rumeli bölgesi
kıtaların birleştiği yerdedir, Akdeniz’in doğusu ve Kuzey Afrika gibi
önemli coğrafyalarda İmparatorluk sınırı içindedir.
20
Tüm bu özellikleri Osmanlı coğrafyasına güç merkezleri için
kontrol ve elde bulundurması gerekli bir hedef haline getirmektedir.
Bu gerçeklik bugünkü Türkiye içinde geçerli olan unsurdur. Bu
devletlerin Osmanlı devletiyle ilişkilerini ve kullandığı metotları
aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz;
1- Rusya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
XVII. yüzyıla kadar büyük devlet olmayan Rusya’nın
genişlemesi ve büyük devlet olma süreci Çar I. Petro’dan itibaren
başlamıştır. I. Petro döneminde başlayan reformlarla güçlenen Rusya
Batı ve Güney yönünde ilerlemiş, Petro genellikle İsveç’in aleyhine
gelişirken, özellikle II. Katerina Döneminde Rusya, tamamen Osmanlı
aleyhine politikaları fiilen uygulamaya ve paylaşma planına aktif
olarak katılmıştır. Kırım, Balkanlar, Kafkasya, Karadeniz kıyıları
Rusya tarafından “Sıcak Denizlere İnme” olarak bilinen Rus Devlet
Politikasına uygun olarak alınmış, Boğazların denetimi ise aynı
başarıyı gösterememiş, İngiltere ile rekabet dolayısıyla boğazlara
yerleşememiştir. Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar Osmanlı karşıtı
olan her birlik ve örgütlenmenin içinde Rusya bulunmuştur. En son I.
Dünya Savaşında İtilaf Devletleri gurubunda yer almış savaş sonrası
Türk topraklarını işgal projelerine katılmış ve aynı politikasını devam
ettirmiştir. Şüphesiz bu politikadaki temel düşünce Rusya’nın “Dünya
İmparatorluğu” olmak istemesi ve Türkleri buna engel olarak
görmesidir.
2– Avusturya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
Avusturya yeni ve yakın çağlarda Avrupa politikasında etkili
olan ve Alman kökenli birlikten ziyade imparatorluk felsefesini ön
plana çıkaran, çokuluslu yapısını değiştirmeyen Orta Avrupa ve
Balkanlarda Kıta devletinin yanında Batlık ve Adriyatik Denizine de
açılmayı devlet politikası olarak uygulayan bir yayılmacı devlet
olmuştur. XVI. Yüzyıldan itibaren bütün bu politikaların yanında
Habsburg Hanedanlığı vasıtasıyla Avrupa’ya hakim olmak istemiş ve
sürekli savaş ve veraset yoluyla uygulamıştır. Osmanlı Devletinin Orta
Avrupa’ya hakim olması ve Avusturya seferlerinden sonra Avusturya
Osmanlı Devletine karşı askeri ve siyasi olarak sürekli karşıt olmuş ve
savaşlar başlamıştır.
XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı – Avusturya savaşları devam
etmiş ve XVII. Yüzyıl sonuna Avusturya karşısında üstün olan
Osmanlı Devleti II. Viyana Yenilgisi ve Karlofça Antlaşmasından
21
sonra üstünlüğünü kaybetmiştir. XVIII. yüzyılda yine Osmanlı
devletiyle savaşlar yapan Avusturya, Orta Avrupa, Adriyatik Denizi,
Bosna Hersek’i Osmanlılardan almış ve Büyük Devlet olma özelliğini
kaybeden Osmanlı Devletine karşı Rusya ile de işbirliği yapmış, XIX.
Yüzyılda Rusya ile Osmanlı Devletinin Balkan toprakları için rekabet
etmiştir. Avusturya daha önce birleştiği Macaristan’la ortak bir ad
olan Avusturya - Macaristan İmparatorluğu adını almıştır.
İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya ve Prusya’nın Avrupa da
güçlenmesi kuvvet dengelerini değiştirince Avusturya, Osmanlı
imparatorluğuyla XIX. Yüzyılda özellikle Rusya’ya karşı işbirliğine
girmiş, ancak daha çok Osmanlı Devletinin aleyhine olan dış politika
izlemiştir. Berlin Antlaşması ile geçici olarak denetimine aldığı
Bosna- Hersek’i ilhak etmesi bunu ispat eder. I. Dünya Savaşı’na
Osmanlı ve Almanya ile birlikte beraber girmiş ve savaşı kaybederek
bağlantılarını kesmiştir.
3 – İngiltere’nin Osmanlı Devletiyle İlişkileri
İngiltere özellikle XVII. Yüzyıldan itibaren dünya
imparatorluğu olmaya başlamış, geniş sömürgelerde dünya hakimiyeti
sağlama politikası çerçevesinde Osmanlı Devlet toprakları ile XVIII.
Yüzyıldan itibaren ilgilenmeye başlamıştır. XVIII. Yüzyılda sanayi
inkılabı yine İngiltere’de başlamış ve sonrasında sanayinin getirdiği
şartlar İngiliz sömürgeciliğini hızlandırmıştır. Avrupa’da Fransa,
Denizlerde İspanya, Portekiz, Hollanda ile savaşlarda başarılı
olmuştur. Kıta Avrupa’sında yaptığı savaşları kaybetmesiyle
Denizlere yönelen İngiltere Amerika’da ki kolonilerini de kaybetmiş,
Uzakdoğu politikasına ve Akdeniz de hakimiyet kurma politikasına
başlamış ve XVIII. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletiyle ilişiklerini
geliştirmeye başlamıştır. Napolyon Savaşlarından sonra Yeniden Kıta
Avrupa’sında ittifaklara katılarak Avrupa politikasında büyük devlet
sıfatıyla etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti de gerek ticari, gerekse de Avusturya ve
Rusya’nın baskı politikası sonucunda XIX. Yüzyılın başlarından
itibaren İngiltere ile işbirliği yapmaya başladı. Aslında bunda biraz
Avrupa’daki doğal müttefiki olan Fransa’nın Mısırı işgal etmesinin ve
Napolyon un Osmanlı Devletine karşı Rusya ile gizli olarak
antlaşmasının da etkisi olmuştur. İngiltere 19. yüzyılda
sömürgelerinde rekabet içinde olduğu Rusya ve Fransa’ya karşı
Osmanlı Devletinin de ayakta kalmak için uyguladığı dış politikada
“Denge Politikasını” destekleyerek 1878 Berlin Antlaşmasına kadar
“Osmanlı
Devletinin
Toprak
Bütünlüğünün
Korunması”
22
uygulamalarında aktif rol oynamış, ancak Osmanlı Devletinin ayakta
kalamayacağını anlayınca kendi güvenliği ve sömürge topraklarını
korumak adına stratejik öneme sahip olan Kıbrıs Adası ve Mısırı ele
geçirmiş, 1878 Berlin Antlaşmasından sonra Avrupa’daki siyasal
dengelerin değişerek Almanya ve İtalya nın ortaya çıkması ve Rusya
ile Fransa’nın İngiltere ile rekabete son vererek işbirliğine başlamaları,
Osmanlı
topraklarının
paylaşımına
İngiltere’nin
katılımını
hızlandırmıştır. I. Dünya Savaşında Osmanlı topraklarının paylaşımını
hedefleyen gizli antlaşmalara Rusya, Fransa, İtalya ile katılarak etkin
bir uygulayıcı olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında Türk topraklarını
işgal planlarını hazırlayan, Azınlıklara devlet kurmaları hakkını
tanıyan, Milli Mücadele döneminde Türklerin bütün politikalarına en
çok direnen devlet İngiltere olmuştur.
4- Fransa’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
Osmanlı Devletiyle yükselme döneminden beri ilişkileri son
derece iyi olan ve imparatorluk bürokrasisinde ve dış politikasında
özel bir konumda olan Fransa aldığı ticari ve siyasi ayrıcalıklardan
fazlasıyla faydalanmış ve Avrupalı diğer devletlerle Osmanlı
Devletinin ilişkilerinde çok zaman aracılığına başvurulan devlet
konumuna gelmiştir. Fakat Fransa Osmanlı Devletine olumsuz
yaklaşmış, menfaat dayanan politik uygulamanın yanında, zamanla
Osmanlı Devleti aleyhine ittifak ve anlaşmalara katılmaktan geri
durmamıştır. Kapitülasyonlardan faydalanmasına rağmen Osmanlı
içişlerine karışıp Balkanlar, Mora Yarımadası, Mısır, Kuzey
Afrika’daki Osmanlı topraklarının paylaşılmasında aktif rol almaktan
çekinmemiştir. 19. ve 20. yüzyılda Fransa Osmanlı devletine karşı
bütün ittifaklarda yer alıp, I. Dünya savaşı öncesi ve sonrası işgal
planları ve uygulamalarına katılmış, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyetine karşı dış politikada aynı politikasını sürdürmüştür.
5 - Almanya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
19. yüzyılda ulusal birliğini tamamlayan Almanya büyük bir
sanayi ve ekonomik güç olarak Avrupa siyasi dengesini değiştirinceye
kadar Osmanlı Devletiyle ilişkileri önemli bir noktaya gelememiştir.
19. yüzyıl sonuna doğru Avrupa politikasını terk ederek “Dünya
Politikasına” yönelen Almanya İngiltere, Rusya ve Fransa karşısında
Osmanlı Devletiyle işbirliğine yönelince İngiltere ve Fransa karşısında
Osmanlı Devletinin temel dayanağı ve müttefiki haline geldi. Dış
politikada imparatorluk “Denge Politikası” olarak yıkılıncaya kadar
Almanya ile işbirliği yapmıştır. I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı 23
Alman İlişkileri ittifak haline gelmiş, her iki devlet savaşa birlikte
girmiş ve yenilerek tarihi süreçten çekilmişler, imparatorluktan ulusal
devlet anlayışına uygun cumhuriyetlere dönüşmüşlerdir.
6 – İtalya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
19. Yüzyılda Almanya gibi ulusal birliğini geç tamamlayan
İtalya geç kaldığı sömürgecilik yarışında zayıf ve savunmasız Afrika
topraklarına yönelince Osmanlı İtalya ilişkileri olumsuz gelişmiş,
İtalya Osmanlı topraklarını işgal etme şeklinde dış politika izleyerek
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandırıcı etkisi olmuştur. 1911’de
bunun uygulaması olarak Trablusgarb Savaşını başlatmış, bu bölgeyi
ve On iki Adayı Uşi Antlaşması ile almıştır. I. Dünya Savaşına İtilaf
Devletlerinin yanında katılan İtalya savaş sırasında Türk topraklarını
işgal planlarına katılmış, savaş sonrasında Türk topraklarını işgal
etmiştir.
7 – Amerika’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki
ilişkilerin ilk aşaması genellikle ticaret şeklinde olmuş, fakat 19.
yüzyıl sonlarına yaklaşırken A.B.D. eğitim ve öğretim yoluyla
Osmanlı Devletinin içişlerine karışma eğilimi göstermiş, Ermenilere
siyasi ve kültürel açıdan destek vermişler, Ermenilerin asılsız
iddialarına dayanarak Türk aleyhtarı
hükümet politikaları
izlemişlerdir. A.B.D.’nin Osmanlı Devleti üzerindeki politikasını I.
Dünya Savaşı sırasında yoğunlaştırmış, savaşa İtilaf Devletlerinin
yanında katılmış ve Wilson İlkeleri çerçevesinde İmparatorluğun
topraklarında azınlıkların devlet kurma haklarını tanıyarak olumsuz
faaliyetlerde bulunmuştur ve Ermenilerin tezlerini desteklemeleri
ilişkilerin olumlu gelişmesinde engel olmuştur.
8 – İran’ın Osmanlı Devletiyle İlişkileri
İran Osmanlı ilişkileri tarih boyunca istenilmemesi ne rağmen
genellikle diğer büyük devletler gibi İmparatorlukla bir hakimiyet
mücadelesi şeklinde devam etmiş, Doğuda İran coğrafyasında
hakimiyet kuran Türkmen devletleri, 20. Yüzyıla kadar Doğu ve
Güneydoğuda sorunlara sebep oldukları gerçektir. İran Devletleri ne
kadar Osmanlı döneminin sonuna kadar Türklerden meydana gelse de
bölge üzerinde bir gölge gibi hakimiyet mücadelesinde oldukları
tarihsel gerçeklerden ortaya çıkmaktadır. Osmanlı – İran mücadelesi
ne kadar 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile bitmiş gibi görünse de
24
Osmanlı içişlerine dinsel ve etnik bahanelerle sürekli müdahale
edildiği ve Osmanlı Devletinin Batı askeri hareketlerinde her zaman
arkasında bir İran tehtidi olduğu görülmektedir.
C – FRANSIZ İHTİLALİ ve ETKİLERİ
1 - Olumsuz Etkileri
Fransız ihtilali ilk önce Avrupa’nın, daha sonra da Dünyanın
siyasal, hukuksal ve toplumsal yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir.
Her vatandaşın özgür ve kanun önünde diğerlerine eşit sayılması;
ulusu kendi kendisini yönetmesi demek olan demokrasi; demokrasiyi
güvence altına almak için anayasalar yapılması; laik devlet anlayışının
ortaya çıkması; milliyetçi temellere dayanan fikirler ve ulus devlet
anlayışı Fransız İhtilalinin sonuçlarıdır. Özellikle çok uluslu sistemler
olan İmparatorluklar, ihtilalin etkilerinden daha çok etkilenmişlerdir.
Milliyetçilik akımı temel yapıyı bozmuş ve Avrupa’da
büyük devletler bu oluşumlara karşı askeri tedbirler alınca uzun
süren savaşlar meydana geldi. Napolyon Döneminde Fransız
istilası genişleyince bu fikirler uygulamaya geçti. Osmanlı
İmparatorluğu Napolyon’un Mısırı almasıyla aynı şekilde hem
Fransız istilasına uğradı, hemde Avrupa’daki topraklarındaki
Müslüman olmayan azınlıklar, milliyetçilik anlayışını ayrılıkçı
isyanlar şeklinde uygulamaya koydular.
Osmanlı Devlet anlayışı ve uygulamaları gereğince milli
niteliklerini değiştirebilecek politika izlenmediği için ayaklamalar
bütün grup mensuplarına kısa zamanda yayılmıştır. Avrupa’nın
imparatorlukları ilke olarak azınlık ayaklanmalarına karşı önlem
almayı 1815 Viyana Kongresinde kararlaştırıp birbirlerine destek
sözü
vermişler,
fakat
Osmanlı
Ülkesindeki
azınlık
ayaklanmalarında ise azınlıklara destek vererek Osmanlı
Devletine karşı uygulanan “Topraklarını paylaşma” politikasını
devam ettirmişlerdir. 19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı Tarihi,
ayaklanmalar ve savaşlarla geçmiş, imparatorluk ihtilalin
milliyetçilik fikirlerinden olumsuz olarak etkilenmiştir.
2 - Olumlu Etkileri
Özgürlük, demokrasi, milliyetçilik, anayasal parlamento,
eşitlik gibi kavramlar, batı ile temas içinde olan Osmanlı devlet
25
adamlarını, düşünürleri ve aydınları etkilemiş, imparatorluğun askeri
ve sivil okullarında okuyan geleceğin yöneticileri ve devlet
adamlarının fikir altyapılarını beslemiştir. Örneğin Genç Osmanlılar
adıyla bilinen Türk Aydınlar grubundan Namık Kemal siyasal
teorilerini Fransız Montesquieu ve Rousseau’dan, hükümet işleyişi
üzerine fikirleri Londra ve Paris’teki parlamentolardan kaynak
alıyordu. Bu etkiler XX. Yüzyılda kendini daha belirgin biçimde
göstermişler ve yeni Türk Devletinin kurulmasında öndere ve
kadrosuna egemen olmuştur.
DOSMANLI
OLAMAMASI
REFORMLARININ
YETERLİ
Osmanlı yöneticileri 17. yüzyıldan itibaren devletin gücünün
zayıfladığını ve eski gücünü kaybettiğini görmeye başlamış ve bu
durumu düzeltmeye yönelik ıslahat çalışmaları yapmışlar, ıslahat
çalışmalarını da genellikle askeri alanda gerçekleştirmişlerdir. Bu
anlayış ıslahatları yüzeysel ve geçici çözümlerin ötesine götürememiş
ve bazı devlet adamlarının raporlar hazırlayarak temel sorunları
vurgulamaları imparatorluk yöneticileri üzerinde etkili olamamıştır.
Devlet 18. yüzyıl sonlarında “Büyük Devlet” olma özelliğini
kaybetmiş olması ve batı karşısında sürekli gerilemesi Osmanlı Devlet
adamlarını reformlara mecbur etmiş, özellikle Lale Devrinde başlayan
Batı Medeniyeti ile ilişkilerin biçimi ve kapsamı özellikle III. Selim
Dönemiyle “Batılılaşma ve Batı Tarzında Reformlara” her alanda ve
köklü bir şekilde başlanmıştır.
III. Selim Döneminde, Danışma Meclisinin önerileri ve kendi
iradesiyle bütün alanlarda köklü değişimler başlatıldı. “Nizam-ı Cedit”
adıyla bilinen bu dönemin ağırlığı doğal olarak askeri alana kaymış,
diğer alanlarda da reform programları başlatılmıştır. Eğitim,
diplomasi, maliye ve teknik alanlarda önemli gelişmeler meydana
geldi. Yabancı ülkelere elçiler gönderilmiş, Batı dillerinde eserler
Türkçe’ye çevrilmiş, Nizam- ı Cedit adıyla yeni ordu oluşturulmuş,
askeri okullar açılmış, yeni mali kaynaklar kullanılarak mali disiplin
sağlanmıştır.
Osmanlı Tarihinde ilk kez yönetici kadrosu reformun
gerekliliğini kavramış ama reformların önündeki engel olan kurum ve
anlayışı kaldıramamış veya kaldırma cesaretini gösterememişlerdir.
Bu dönemde başlayan reform çabaları geleneksel muhalefeti harekete
geçirmiş, III. Selim elindeki askeri güçleri muhalefet karşısında
26
zamanında kullanamamış ve İstanbul’da başlayan Kabakçı Mustafa
Ayaklanması bastırılamayarak reformlar askıya alınmıştır.
19. Yüzyıl, Osmanlı Devletinin dağılma döneminin
hızlandığı, aynı zamanda reform ve toplumsal değişimin çok hızlı
yaşandığı, sadece idari, askeri, mali, diplomasi, teknolojik
gelişmelerin değil hukuki, düşünsel ve toplumsal yaşamında
değişimin hızlı yaşandığı bir zaman dilimidir. II. Mahmut
Döneminde yapılan reformlar daha köklü oldu ve en önemlisi de
yeniliklere direnen Yeniçeri Ocağı kaldırıldı.Hukuksal alanda ve
idari alanda yeniliklerde Batı tarzı tamamen etkili olmuştur.
Tanzimat Dönemi, modernleşme sürecini de hızlandırmış ve
siyasal anlamda yenileşme ve yapısal değişime zemin hazırlamıştır. I.
Meşrutiyet Döneminde yoğun siyasi gelişmeler ve imparatorluğun
küçülmesine paralel olarak ekonomik ve siyasal bağımsızlık iradesi de
zayıflamıştır. Siyasal rejimin değişerek hükümdarın otoritesine sınırlar
konulması, anayasal parlamenter sisteme geçilmesi, bir çok alanda
teknolojik yatırımlar yapılması, Osmanlı reformlarının devam ettiğini
göstermiş ama reformlar, istenilen amaca ülkeyi ve devleti
27
ulaştırmamıştır. Cumhuriyet Döneminin yöneticileri ve devlet
adamlarının yetiştiği ortamlardan biride I. Meşrutiyet Dönemidir. Bu
dönemde yaşanan iç ve dış siyasi ve sosyal gelişmeler başta Atatürk
olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin lider kadrosunun düşünce ve
aksiyon olarak altyapısını oluşturmuştur.
Bu dönemin diğer bir özelliği Osmanlı Hükümdarı II.
Abdülhamit’in yeniden padişahlık iradesini, Osmanlı - Rus savaşı
sonrasında Anayasal yetkisine dayanarak meclisi feshedip kullanmaya
başlaması ve demokratikleşme olgusuna engel olan bir yönetim
anlayışını uygulamaya koymasıdır.
Bu uygulama aşamasında dahi başta eğitim, haberleşme,
bayındırlık ve sanayi alanında gelişmeler olduğu ama düşünce ve
siyasal yapıda hakların alınması; bu dönemi genel olarak kabul edilen
çerçeve içinde “İstibdat Dönemi” olarak adlanmasına neden olmuştur.
Bütün bu gelişmeler sonunda Aydınlar ve Ordu mensuplarının
yeniden Meşrutiyete geçme faaliyetleri sonuç vermiş ve 1908’de
Osmanlı Devletinin son dönemi başlamıştır.
II. Meşrutiyet Döneminde de reform hareketleri devam etmiş,
özellikle siyasal anlamda cumhuriyetin temel ilkelerinden olan
milliyetçilik anlayışı, II. Meşrutiyetin etkili siyasal örgütü olan İttihat
ve Terakki Partisi tarafından devlet politikası haline getirilecektir.
Fakat bu dönemin yoğun siyasi olayları, çok partili yaşama geçişin
getirdiği uygulama eksikleri, iç ve dış gelişmeler ve imparatorluğun I.
Dünya Savaşından yenilgiyle ayrılarak siyasal tarihten çekilmesi ile
reform uygulamaları istenilen sonucu vermeyecektir.
Bütün bu yenileşme çabalarının yeterli sonucu vermemesi,
Türk İnkılâbının asıl nedenleri arasında yer almaktadır. Osmanlı
reformlarının yeterli sonuçları vermemesinin sebeplerinden
biriside reformları destekleyen kadro ve kitlenin sayıca ve etkinlik
olarak az olması, reform anlayışının kişilere ve kurumlara bağlı
kalmasıdır.
Da- Osmanlı Devletinin Geleceğine Yönelik Fikir
Akımları;
Osmanlı Devletinin 18. yüzyıl sonlarından itibaren yıkılma
sürecine girmesi ile birlikte yöneticiler, aydınlar, hükümdar ve
bürokratlar arasında ülkenin geleceğine yönelik olarak değişik öneri
ve fikirler oluştu. Bu fikirler bireysel veya kurumsal olarak
28
desteklendi veya karşı çıkıldı. Fikir akımları şeklinde de tarihe geçen
bu akımlar belli dönemlerde devlet veya siyasal gruplar tarafından
uygulamaya konuldu.
1 - Batıcılık
Başlangıcı, Lale Devrine kadar uzanan ve batı tarzında ıslahat
yapılması anlayışının Osmanlı Devlet anlayışına girmesi ile birlikte
gelişen bu akım her dönemde etkili olmuştur. Batıcılık kavramına
kaynaklar ve uzmanlar değişik yorum ve anlamlar getirmelerinin ve
batının dışında olan milletler için geçerli olduğunu ifade etmelerine
rağmen kabul edilebilir ortak sonuç; batılılaşma hareketiyle paralel
olarak devlet ve toplum yapısının batıda bulunan sosyal, siyasi, teknik,
idari ve ekonomik yapılanmaya göre düzenlenmesi, batının
metotlarının benimsenmesidir. Osmanlı Devletinin ancak bu
yapılanmayı gerçekleştirirse geleceği olacağı, gerçekleştiremezse
ayakta durmasının zor olacağını savunan akımdır.
Özellikle Tanzimat döneminden itibaren bu hareket, batıya
giderek eğitim veya görev alan aydınlar arasında etkili olmuştur.
Osmanlı Padişahları ve Sadrazamlarında bu akımı destekledikleri
görülmüştür. Özellikle yönetim şeklinin batıdaki gibi anayasal
parlamentoya dayalı meşrutiyet ve cumhuriyet olması aydınlar ve son
dönemde “Genç Türkler” tarafından da savunulmuştur. Batıcılık
akımı aynı şekilde taklit değil bir çağdaşlaşma metodu olarak
cumhuriyet döneminde de desteklenen bir fikir hareketi olmuştur.
2 - Osmanlıcılık
Osmanlı devlet adamları tarafından 19. yüzyılın ilk yarısında
uygulamaya konulan bu akımın temel içeriği; batı tarzında yönetim,
idari hukuki ve sosyal reformlar yapıldığı takdirde imparatorluk içinde
bulunan azınlıklar Osmanlı vatandaşlığını kabul edecek, devletin
sınırları içinde yaşayan fertler arasında din, dil ve ırk bakımından
hiçbir fark gözetmeksizin aynı hak ve ödevlere sahip olacaklar, milli
birlik, milli şuur, milli amaçlar Osmanlı Birliği ile bu birliğin
gereklerini yerine getirmekle gerçekleşecek ve devlet de ancak bu
sayede yıkılmaktan kurtulabileceklerdi.
Bu akımın ilk uygulama alanı II. Mahmut Döneminde
başlamış, hukuki, idari ve sosyal reformlar yapılmasında İngiliz ve
Fransa’nın bu alandaki önerilerinin etkisi olmuştur. Aydınlar arasında
birçok düşünür, yazar ve devlet adamlarından oluşan ve Meşrutiyet
fikrinin uygulanmasını isteyen “Genç Osmanlılar” bu akımın
29
savunucuları olmuşlar, Tanzimatın ilan edilmesi ve II.Abdülhamit
tarafından Meşrutiyetin ilan edilerek anayasal parlamenter sisteme
geçilmesi gibi gelişmelerle bu akım uygulanmış ama devletin yıkışlına
engel olacak bir etkinliği olamamıştır. Bu dönemde gelişen dış siyasi
gelişmelerde başarısızlıkta etkili olmuş azınlıkların dış destekli olarak
imparatorluktan ayrılarak kopması hızlanmıştır.
3- İslâmcılık
Ülkede İslâmiyet’e ve dünyanın her tarafındaki Müslümanlara
önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin
gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve sosyal bağlarını din
birliğinde arayan siyasal akımdır. Osmanlı toplumu çoğunluk olarak
Müslümanlara dayanması ve Müslüman olmayan toplumların yakın
çağların sonuna kadar sorun çıkartmamaları, Osmanlı Devlet
anlayışında her dinsel gruba verilen eşit haklar ve ödevler ilkesini son
derece uygulamasından kaynaklamıştı. XIX. Yüzyıldan itibaren
yabancı devletlerin Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıkları siyasal
hedeflerine göre yönlendirmesi ve azınlıkların bunu değerlendirerek
devlete karşı başlattıkları ayaklanma hareketleri, aldıkları yeni haklar
rağmen yeni taleplerde bulunması yönetici ve Müslümanlar arasında
tepkilerin hızlanması ve İslâmcılık hareketlerine zemin hazırladı.
Bu akımı devlet politikası haline II. Abdülhamit getirmiş ve
her alanda uygulamak istemiştir. Özellikle Afrika, Asya’da Rus,
İngiliz ve Fransız sömürge bölgelerindeki Müslüman unsurlar
üzerinde etkili olması beklenmiştir. Müslüman bölgelerindeki
İngiltere, Rusya ve Fransa emperyalizmine karşı halk ayaklanacak ve
Osmanlı Devleti de böylece ayakta kalacaktı. II. Abdülhamit’in bu
uygulamasının diğer bir hedefi de Hilafet etrafında İslâm Birliği
kurmaktı ve iç politikada engel olarak gördüğü Meşrutiyet rejimini
bundan dolayı Osmanlı-Rus Harbi gerekçesiyle kapattı. İslamcılık
akımı sadece II. Abdülhamit döneminde değil, II. Meşrutiyet
Döneminin de etkili akımlarından biri olmuş dönemin siyasi
partilerinin hemen hepsi bu akımı ve etkisini görmezlikten gelmeyerek
parti programlarında yer vermişlerdir.
Fakat bu akımda devletin yıkılma sürecini önleyemediği gibi,
II. Abdülhamit Döneminde güçlenen ve Batı tarzında yeniliklere karşı
gelen gelenekçi bürokrasi ve kitlelerin güçlenmesine, II. Meşrutiyet,
Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde siyasal ve toplumsal
sorunları körükleyici olarak olumsuz hareketlere yol açan bir fikir
hareketi olmuştur.
30
4 – Türkçülük
Türkçülük özellikle II. Abdülhamit döneminde gelişmiş,
genellikle aydınların üzerinde durduğu bir kültür hareketi şeklinde
oluşmuştur. Avrupa’daki Türklere karşı olumsuz ve önyargılı
propagandalar, Osmanlı ülkesinde bulunan ilk önce Müslüman
olmayan topluluklar, daha sonra Türk olmayan Müslüman milletlerin
ayrılma hareketleri ve bu hareketleri Batılı Devletlerin desteklemeleri,
son dönemlerde İmparatorluğun kaybettiği topraklardan yoğun bir
şekilde Türk göçmenlerin ülkeye gelerek Türk nüfus yoğunluğunu
arttırması ve bunların uğradığı baskıların oluşturduğu tepkiler,
Avrupa’da öğrenim gören Türk aydınlarının milliyetçilik ve Türk
Tarihi üzerine Batı kaynaklarını okuyarak millet bilincini
geliştirmeleri, Rusya’dan Türkiye’ye gelen ve eğitimli düşünce ve
aydınların Türklük bilincini yaptıkları yayın ve konferanslarla yeni
okuyan nesiller üzerinde oluşturdukları bilinç Türkçülük hareketinin
gelişmesini sağlamıştır. Bir kültür hareketi olarak başlamasına rağmen
zamanla bir siyasal akım haline gelmiş ve II. Meşrutiyet Döneminin
ve bu döneme hakim olan İttihat ve Terakki partisinin resmi ideolojisi
haline gelmiştir.
Ziya Gökalp gibi düşünür ve aydınların etkinliğiyle Türkçülük
bir ilmi bir boyut kazanarak, bir okul haline gelen ve bir çok değerli
devlet adamı ve aydın yetiştiren “Türk Ocakları” kurulmuş ve faal
olarak ulus bilincini geliştirmişlerdir. II. Meşrutiyet Döneminde
uygulanan Türkçülük sadece ülke sınırların kapsamamış, Türklerin
yaşadığı coğrafyalarda birlik anlayışını ifade eden Pantürkizm veya
Turancılık idealine yönelmiştir. Bu düşünce, İttihat ve Terakki
döneminde devletin Almanya ile beraber I. Dünya Savaşına girerek
kaybedilen toprakları geri almak ve Rusya’nın egemenliğinde
yaşayan Türkleri kurtarmak planını desteklemiştir.
Cumhuriyet Döneminde uygulanan Milliyetçilik fikri
Atatürk’ün çerçevesini çizdiği şekilde Türkçülük akımından
şüphesiz etkilenmiş fakat ulaşılamayacak idealler boyutunda
değil, gerçekçi ve birleştirici bir ulus- devlet temeline dayanan
esaslara dayandırılmış, uluslararası ilişkilerde sorun olmaması ve
yeni Türk Devletini barışçı bir çizgiye getiren şeklinde
uygulanmıştır.
31
ÖZET
Siyasal Tarihte görülen ve bilinen her inkılâbın nedenleri
vardır. İnkılâplar kavram olarak genelde ortak nedenlere
dayanır. Ayrıca kendine özgü nedenleri de bulunabilir. Türk
İnkılâbında nedenler olarak temel nedenler ve dış etkenler olarak
incelenirse şu şekilde belirlenebilir;
Osmanlı devlet ve siyasal yapısının çökmesi, yapısal
sorunlarını çözememesi, iç ve dış etkenlerin artması sonucunda
çağdaş reform ve sistemleri yapısına uygun hale getirememesi,
Özellikle Batı da başlayan yenileşme hareketlerine ve büyük
siyasal güçlere karşı gerekli ilgiyi göstermemesi, yönetim,
ekonomik, siyasal ve sosyal olarak gerekli gelişmeleri
sağlayamaması, Fransız İnkılâbı öncesi ve
sonrasındaki
gelişmelerin etkisinde kalması, sistemini düzeltmek ve ayakta
kalmak için yeterli reform politikasını ve enerjisin gösterememesi,
bulduğu çözümlerinde temel sorunlardan ziyade yüzeysel
sorunlara çözüm getirmesidir. Dışarıdan gelen emperyalist
etkilerin, sanayileşme ve sömürgeciliğin gelişmesine paralel olarak
geri kalmışlığından dolayı bu hareketlerin hedefi haline gelmesi
olarak görülebilir.
Osmanlı Yöneticileri XVIII. Yüzyılın başlarından itibaren
genel çöküşe ve gerilemeye önce yüzeysel, III. Selim Döneminden
itibaren reformlar boyutunda çözümler bulmaya başlamışlar,
XIX. Yüzyılda her alanda köklü değişimler ve Batı Tarzında
yenileşme modelleri ve ülkenin geleceğine ilişkin ideolojik ve
sistemsel çözüm önerileri getirmelerine rağmen; iç muhalefetin
fazla olması, reformları iç ve dış unsurların desteklememesi ve
yoğun siyasal gelişmeler ve siyasal çözüm yollarının kişi ve
kurumlara bağlı kalması, reformcuların zayıf ve yeterli
zorlamaları yapamamaları
yüzünden reformlar ülkenin
yıkılmasına engel olamamış ve Türk İnkılâbının oluşumunu
hızlandırmıştır.
32
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1– Osmanlı Devletinin yıkılış sebepleri arasında yer alan
yöneticilerin devlet idaresindeki başarısızlıklarının aşağıda verilen
seçeneklerden hangisine yol açtığı söylenemez?
a) Devletin siyasi otoritesi zayıflamıştır.
b) Taşra ve Merkezi yönetim arasında işbirliği azalmıştır.
c) İmparatorluk askeri açıdan daha da kuvvetlenmiştir.
d) Osmanlı devlet bürokrasisi yeterli kararları alamamıştır.
e) Dış politikada zamanında ve etkili uygulamalar yapılamamıştır.
2– Osmanlı Devleti özelikle 19 yüzyılda etnik kökenli ayrılıkçı
ayaklanmalara muhatap olmuştur. Bu ayaklanmaların sebepleri
arasında hangi seçenek gösterilemez?
a) Fransız İnkılâbını getirdiği milliyetçilik fikirleri
b) Türk Aydınlarının bu ayaklanmaları ve ayrılıkçı
fikirleri
desteklemeleri
c) Siyasal Antlaşmalar yoluyla büyük devletlerin azınlıklara destek
vaat etmeleri
d) Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması
e) Osmanlı yöneticilerinin ayaklamaların sonunda ayaklanan
azınlıkların taleplerini dikkate almaları
3– 18. ve 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti ile savaş yapmayan
devletler arasında aşağıdakilerden hangisi gösterilemez?
a) İsveç
b) Hollanda
c) Avusturya
d) Portekiz
e) Amerika Birleşik Devletleri
33
4- Osmanlı reformlarının özellikleri arasında aşağıdakilerden
seçeneklerden hangisi bulunmaz ?
a) Reformlar ilk önce askeri alanda başlamıştır.
b) Özellikle 19. Yüzyılda hızlanmıştır.
c) Osmanlı reformlarının yetersiz kalması Türk İnkılâbının temel
gerekçelerinden birisidir.
d) Reformlarda özellikle toplumsal destek sağlanmıştır.
e) Tanzimat Döneminden itibaren özellikle hukuksal ve idari anlamda
reformlar yapılmıştır.
5- Osmanlı Devletinin yıkılışına engel olmak amacıyla ortaya
atılan ve uygulanan fikir ve siyasal akımların hangisi özellikle
diğerlerinden daha kalıcı ve yeni Türk Devletini de etkileyen
akımdır?
a) Türkçülük(Milliyetçilik)
b) İslâmcılık
c) Batıcılık
d) Osmanlıcılık
e) Liberalizm
34
III. ÜNİTE
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN SONA
ERMESİ
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Osmanlı Devleti 19. yüzyılda ve 20. Yüzyıl başlarında hangi içi
ve dış tehditlere maruz kalmıştır? Araştırınız.
* II. Meşrutiyet Döneminde devletin ve toplumun siyasi ve idari
yapısı nasıl değişim geçirmiştir?
* II. Meşrutiyet Döneminin iç siyasal gelişmeleri nelerdir?
* II. Meşrutiyet Döneminde devleti yöneten siyasal örgüt olan
İttihat ve Terakki Partisinin politikaları nelerdir? Ne gibi
Politik uygulamalar yapmıştır? sonuçları neler olmuştur?
* II. Meşrutiyet Döneminde dış siyasal gelişmeler neler olmuştur?
Balkanlar Trablusgarp ve Ege Denizindeki Türk Hakimiyeti
hangi gelişmelerle sona ermiştir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede II. Meşrutiyet Döneminin yoğun siyasal gelişmeleri
işlenecek ve İmparatorluğun siyasal düşünce, ideoloji ve idari
olarak yeni bir yapılanmaya gittiği, Osmanlı Devlet anlayışının
değişime uğraması ve dönemin siyasal gelişmeleri ve reform
programları ve siyasal olaylar kronolojik olarak incelenerek
İmparatorluğun yıkılış zamanı olarak bilinen dönemin
kavranılması sağlanacaktır. Özellikle İttihat ve Terakki Partisinin
devleti kontrol etmesi iç ve dış politikadaki büyük siyasal ve
yönetim alanındaki yetersizliğinin sonuçlarına dikkat ediniz.
Ayrıca Cumhuriyet Dönemindeki inkılâp ve düşünsel alt
yapısının da yavaş yavaş bu dönemde oluşmaya başladığına, Yeni
Türk Devletinin kadrolarının bu dönemin siyasal yapısında
yetiştiğine konuların işlenişi sırasında dikkat ediniz.
35
ÜNİTE III
İÇİNDEKİLER
 II.







36
Meşrutiyet Dönemi ve Osmanlı
Devletinin Sonu
Bulgaristan’ın Bağımsızlığını İlan Etmesi
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunun Bosna - Herseki İlhak
Etmesi
Meşrutiyete Karşı Hareket, 31 Mart
Ayaklanması ve Sonuçları
Trablusgarb Savaşı ve Uşi Antlaşması
Balkan Savaşları
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1- II. MEŞRUTİYET
DEVLETİNİN SONU
DÖNEMİ
VE
OSMANLI
20. Yüzyıl siyasi, sosyal, kültürel, idari ve teknolojik
değişimlerin hızlı yaşandığı ve bu değişimleri gerçekleştiremeyen
toplum ve devletlerin siyasi tarihten çekildiği bir asır olmuştur.
18.yüzyıldan itibaren başlayan değişim sürecini Afrika, Asya ve
Önasya’nın coğrafyasında yaşayan siyasal güçler ciddiye almamış
veya yeterli ölçüde görememiş, özellikle siyasi olaylara yön veren
Batı güçlerinin üzerlerinde baskı kurmasını engelleyememiş, siyasal
ve toplumsal yapısını gelenekçi varlığını koruyarak devam
ettirebileceği gibi tarihi bir yanılgının içine düşmüşler, istemeden
kendilerine gösterilen modernleşme ve yenilenme modellerini kabul
etmek zorunda kalmışlardır.
Türk toplumunun siyasi varlığını temsil eden Osmanlı
İmparatorluğu da önceki konularda görüldüğü gibi bu durumla karşı
karşıya kalmış, yeterli değişimi gerçekleştiremeden ve modernleşme
sürecini gerçekleştiremeden 20. yüzyıla girmiş, artık geçmişte olduğu
gibi Dünya politikasında aktif bir belirleyici unsur olmaktan çıkmış,
bir kenar oyuncusu olarak kendine belirlenen rolü üstlenmek,
jeopolitik konumu gereğince ayakta durmasına izin verilen bir devlet
konumuna gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu dışarıda askeri ve ekonomik baskı
altında, içeride yoğun bir bölünme ve siyasal rejime karşı direniş, II.
Abdülhamit’e karşı olanların örgütlü muhalefeti, değişik akımların
siyasal talepleri ile karşı karşıya gelmiştir. Avrupa bu dönemde siyasi
bir gruplaşma içinde ve savaş için militarist hareketler hızla
yayılmaktadır. İkiye ayrılan Avrupa’da bir tarafta Almanya,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’nın katılımıyla oluşan
Üçlü İttifak Devletleri, diğer tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya’nın
kurduğu Üçlü İtilaf Devletleri blokları savaş pozisyonları
almaktaydılar ve Osmanlı Devleti bu iki grup tarafından kendi
amaçlarına uygun şekilde paylaşma sorunu ile karşı karşıyaydı.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde iç sorunlardan en temeli
olarak aydınlar ve devlet adamları II. Abdülhamit’in yürürlükten
kaldırdığı anayasal meşrutiyeti yeniden yürürlüğe koymak olarak
görmüşler, örgütlü muhalefet hızla gelişmiş, içlerinden sadece askeri
üyelerin sayısı fazla ve etkili olan İttihat ve Terakki Cemiyeti yeniden
meşrutiyet rejimini ayaklanma ve baskı sonucunda II. Abdülhamit’e
kabul ettirdiler. Bu döneme adını veren siyasal oluşumda yine İttihat
ve Terakki Partisi olacaktır.
37
Bu dönemin genel özellikleri; meşrutiyet sisteminin
yürürlükte olması, basın, yayın ve düşünce alanında özgürlük
ortamının gelişmeye başlaması, çok partili siyasal yaşamın Türk
tarihinde ilk kez yaşanması, İttihat ve Terakki Partisinin fikir,
eğitim ve öğretim, askeri, sosyal ve idari alanda köklü reform
hareketlerine girişmeleri, devlet politikası olarak özellikle Balkan
Savaşları sonunda milliyetçilik ve Türkçülük akımının
uygulanması, dış politikada Almanya destekli politikanın
uygulanması, Osmanlı hükümdarlarının yönetim gücü ve
otoritelerini kaybederek hükümetlerin ve meclisin yönetim
unsurlarını kontrol etmesi ve Osmanlı İmparatorluğunun siyasi
tarihten I. Dünya Savaşını kaybederek çekilmesi olmuştur.
1a - Bulgaristan’ın Bağımsızlığını İlan Etmesi
Siyasal rejimin değişmesi ve imparatorluk merkezi olan
İstanbul’un dış politikayı iyi yönetememesi otorite boşluğu meydana
getirmiş ve bu boşluktan çok iyi faydalanan ve Rusya tarafında
desteklenen Bulgaristan, 1878 Berlin antlaşması ile kazandığı
özerkliğinin uygulama biçimi olan Osmanlı Devletine bağlı olduğunu
tanımayarak bağımsızlığını 5 Ekim 1908 tarihinde ilan etmiş ve bu
durumu Osmanlı Devleti, Avrupa’nın tanıması üzerine kabul etmek
zorunda kalmıştır.
38
1b– Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Bosna Hersek’i İlhak Etmesi
1878 Berlin Antlaşması ile yönetimi geçici olarak Avusturya
Macaristan İmparatorluğuna bırakılan Bosna Hersek Eyaleti Osmanlı
Devletinin iç sorunlarla uğraşarak otoritesini zayıflatması dolayısıyla
5 Ekim 1908’de verilen ültimatomla bu devlet tarafından ilhak edilmiş
ve böylece bu topraklarda elimizden çıkmıştır. Bu yeni durumu
Almanya ve bazı devletlerin tanıması ve siyasi gücünün olmaması
sebebiyle Osmanlı Devleti kabullenmek zorunda kalmıştır.
1c– Meşrutiyete Karşı Hareket, 31 Mart Ayaklanması ve
Sonuçları
Meşrutiyet rejiminin yerleşmesi ve II. Abdülhamit Döneminde
gelişen özellikçe dinsel niteliğiyle etkili olan çevreler, kazandıkları
hak ve mevkileri kaybetmenin, yeni rejimin hedefinin kendilerini geri
planda bırakmasının etkisi ile özellikle İstanbul’da bulunan ordu
mensupları ve ulema üzerinde etkili olup nisan 1909’da büyük bir
ayaklanma çıkardılar. Ayaklanmanın boyutu ve hedefi direk olarak
rejim ve yönetim olunca ve II. Abdülhamit ayaklanmaya karşı gerekli
tedbirleri almayınca İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin denetiminde
bulunan Rumeli ordusunun seçilmiş birlikleri “Hareket Ordusu” adıyla
İstanbul’a geldiler ve ayaklanmayı bastırdılar. Abdülhamit görevden
alınarak yerine V. Mehmet Reşat getirildi. Devletin denetimini
sağlamak amacıyla sert tedbirler alında, İttihat ve Terakki Cemiyeti bu
statünden çıkarak kendini siyasal parti oldu ve seçimler düzenleyerek
iktidara geldi. Bundan sonra Osmanlı Padişahları devlet üzerindeki
hükmetme iradesini artık kaybedecekler, hükümetler ve meclis
yönetimde daha etkin hale gelecektir.
Bu tarihten itibaren İttihat ve Terakki partisi birkaç dönem
hariç devleti I. Dünya Savaşı sonuna kadar ülkeyi yönetmiştir.
Meşrutiyet karşıtlarının engellenmesi ve ayaklanmanın bastırılması
muhalefet hareketlerini hızlandıracak, birçok parti mecliste İttihat ve
Terakki partisine karşı sert muhalefet yapacak, buda ülke içindeki
birçok kuruma ve kurumların uygulamalarına siyasetin girmesi
sonucunu doğuracaktır. İttihat ve Terakki Partisini yöneticiler devlet
yönetimi konusunda deneyimsiz ve atak olmaları, nitelik olarak asker
ve sert tabiata sahip olmaları, kök olarak ta bir cemiyetin öğreti ve
felsefelerine sahip bulunmaları özellikle dış politikada onarılamaz
hataları başlatacak ve ülkenin yıkılış olaylarını hızlandırıcı hale
getirecektir.
39
1d – Trablusgarb Savaşı ve Uşi Antlaşması
19. yüzyılın ilk yarısında Avusturya ve Fransa’yla yaptığı
mücadelelerle milli birliğini geç tamamlayan İtalya sanayileşmeyi
aynı hızla gerçekleştirmiş ve sömürge politikalarına yönelmiştir. Fakat
büyük devletlerin bu politikayı kendi menfaat alanında
desteklemedikleri için zayıf olan Kuzey Afrika’daki Osmanlı
toprakları ve çevresinde uygulamayı ve Trablusgarp ve çevresini
almak isteyince Fransa, İngiltere ve Almanya buna göz yummuşlardır.
Osmanlı Devletine 28 Eylül 1911’de verdiği nota sonrasında
işgali başlatınca savaş başlamıştır. Savaşta Osmanlı ordusunun ikmal
yetersizliği, donanmayı kullanamaması, bu bölgede yeterli sayıda
düzenli birliğin olmaması, İtalyan donanmasının Türk liman ve
gemilerine yaptıkları taciz hareketleri, On iki Adalar ve Çanakkale
boğazının ablukaya alınması, Balkan Devletlerinin askeri işbirliği
Osmanlı Devletini barışa zorlamış ve İsviçre’nin Uşi kentine yapılan
18 Ekim 1912 tarihli Uşi Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti Trablusgarp
ve Bingazi’yi İtalya’ya verilmiş, On iki Adaların yönetimini geçici
olarak İtalyan yönetimine bırakılmış fakat İtalya bu adaları Türkiye’ye
iade etmemiş, Lozan Barış Antlaşmasında bu durum kabul edilmiştir.
40
1947’de İtalyan hükümeti On iki Adayı ve çevresini
Yunanistan’a vermiştir. Bu savaş sonunda Osmanlı Devletinin Kuzey
Afrika’da ve Güney Ege Denizindeki hakimiyeti fiilen sona ermiştir.
41
Bu savaşın yakın tarihimizdeki diğer bir özelliği de Milli
Mücadelenin siyasi ve askeri lideri Mustafa Kemal Paşanın ilk büyük
cephe muharebelerini Trablusgarp da yapması, ilk ciddi askeri
tecrübelerini burada kazanmış olmasıdır. Ayrıca Dünya askeri
tarihinde bir ilk bu cephede gerçekleşmiş, ilk hava akını İtalyan
uçakları tarafından Türk savunma hatlarına yapılmıştır.
1e – Balkan Savaşları
Osmanlı Devletinin Balkanlarda hakimiyeti 20. yüzyıl
başlarında iyice zayıflamış ve Balkanlar Rusya ve Avusturya’nın
çekişme alanı haline gelmişti. Özellikle Rusya Balkanlarda kendine
yakın devletler kurdurmak ve bunların kanalıyla Ege denizine inmek
ve de Türk boğazlarını ele geçirme politikasından vazgeçmedi.
42
İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı dış politikasının
başarısızlığı ve İtalya’nın Osmanlılarla savaş durumunda olması,
Balkanlı devletlerin Osmanlılara karşı gizli ve açık ittifak
kurmalarının yolunu açtı. İttifakların merkezi Sofya olmuş ve Rusya
bu ittifaka savaş durumunda her türlü desteği vereceğini belirtti. Bu
ittifaka Karadağ, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan katıldı.
8 Ekim 1912’de Karadağ isyanıyla başlayan savaş bir anda
genişledi ve dört devletin saldırısıyla Osmanlı orduları yenildi.
Osmanlı ordusunun yenilmesinin başlıca sebepleri; komuta
merkezinin başarılı olamayışı, ordu içindeki üst düzey subaylar
arasındaki ikilik ve siyasi particilik, ordunun yetenekli subay ve
erlerin terhis edilmesi, ordunun savaşa hazırlıksız yakalanması
olmuştur. Balkan Savaşları sırasında en ciddi ve en direnç gösteren
cephe Çatalca cephesi olmuş, bu muharebelerde Bulgar kuvvetleri
durdurularak İstanbul’un düşmesi önlenmiş, ancak savaşın sonucu
değiştirememiştir.
Balkan Devletleriyle Londra da yapılan müzakerelerde 30
Mayıs 1913 Londra Antlaşması yapıldı ve antlaşmaya göre; bütün
Balkan toprakları(Midye–Enez çizgisinin batısındaki bütün topraklar),
Girit ve Ege Adaları Balkan Devletlerine bırakılmıştır.Edirne
Bulgaristan’da kalmış ve Bulgaristan ilk kez tarihinde Ege Denizine
ulaşmıştır. Arnavutluk bu ortamın verdiği fırsatla bağımsızlığını ilan
etmiştir.
43
Balkanlı devletler aralarında anlaşamamışlar, özellikle
Bulgaristan’ın geniş topraklar elde etmesini kabul edememişler ve
Bulgaristan’ın üzerine Yunanistan Sırbistan İlk savaşa katılmayan
Romanya saldırıya geçerek Bulgaristan’ı yenilgiye uğratmışlardır. Bu
ortamdan faydalanan Osmanlı devleti ileri bir hareketle Edirne dahil
bütün Doğu Trakya’yı geri almıştır. 29 Mayıs 1913’de yapılan
İstanbul Antlaşmasıyla bu durum Bulgaristan ve Osmanlı Devleti
tarafından kabul edilmiştir.
Savaş sonunda; Balkanlarda ve Ege Denizindeki Türk
hakimiyeti tamamen sona ermiş, yalnız Doğu Trakya kalmış,
savaş sonu Rumeli’nden gelen Türk göçmenler derin sosyal,
ekonomik ve psikolojik sorunlar yaratmışlar, Türk egemenliğinde
yaşayan ve düzenli bile devlet oluşumunu tamamlayamayan
devletlere yenilgi milli vicdan ve gururu zedelemiş, milli kimliğin
ve özellikle Türkçülük hareketlerinin güçlenmesini sağlamıştır.
44
ÖZET
II. Meşrutiyet Dönemi olarak ta bilinen bu dönemde;
imparatorluk tamamen yıkılış sürecine girmiş, Meşrutiyet rejimi
ile beraber önemli oranda yönetim siyasal, kamusal ve düşünce
alanında önemli değişimler başlamıştır. Kişi hakları, demokrasi,
basın yayın, örgütlenme, siyasal partilerin oluşması gibi Türk
demokrasi tarihine ilkler gerçekleşmesine rağmen, bu dönemin
baş döndürücü gelişmeleri içinde etkisiz olmuştur.
Bu dönemin en temel özellikleri olarak; İttihat ve Terakki
Partisinin Osmanlı Devleti ve toplumunu yönetmesi olmuştur.
Ayrıca Türkçülük ve milliyetçilik fikirleri devlet ideolojisi haline
gelmiş, askeri, eğitim, idari, kamusal alanlarda bir çok reform
girişimi başlatılmış, Cumhuriyet Döneminin inkılâplarının bir
çoğunun alt yapısı hazırlanmıştır.
Ancak Osmanlı ülkesini Balkanlar, Ege Denizi ve Kuzey
Afrika’daki elde kalan toprakları kaybedilmiş, unutulamayan
tarihsel yenilgiler ve yıkımlar bu dönemde yaşanmıştır. Devlet dış
politikada Denge Politikasını Almanya eksenine kaydırmış,
Almanya ile işbirliğine giderek devletin sonunu getiren I. Dünya
Savaşına bu ülke ile beraber girmiştir.
Bütün bu gelişmeler
esas konumuzu teşkil eden Türk İnkılâbının oluşum sürecini
hızlandırmıştır.
45
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1– II. Meşrutiyet Döneminin genel özellikleri göz önüne
alındığında verilen seçeneklerden hangisi buna uygun değildir?
a) Bu dönemde Osmanlı Devleti, İngiltere ile işbirliğine giderek
“Denge Politikası” uygulamıştır.
b) Siyasal ve demokrasi alanında bazı haklar ve özgürlükler Türk
Tarihinde ilk kez geniş anlamda tanınmaya başlamıştır.
c) Padişahın otoritesi azaltılarak hükümet ve meclis ülke yönetiminde
ön plana çıkmıştır.
d) Dönemin etkili olan siyasal örgütü “İttihat ve Terakki Partisi”
olmuştur.
e) Devlet ve yönetimi en çok etkileyen siyasal akım Milliyetçilik
olmuştur.
2- II. Meşrutiyet Döneminde aşağıdaki gelişmelerden hangisi
meydana gelmemiştir ?
a) Trablusgarb Savaşı
b) 31 Mart Ayaklanması
c) Çanakkale Savaşı
d) Kırım Savaşı
e) Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olması
3- Balkan Savaşlarına seçeneklerde verilen devletlerden hangisi
katılmamıştır?
a) Yunanistan
b) Sırbistan
c) Osmanlı Devleti
d) Bulgaristan
e) Arnavutluk
46
4 - II. Meşrutiyet Döneminde meydana gelen gelişmeler ve buna
bağlı olarak Osmanlı topraklarının kaybedilmesi seçenekleri
içinde hangisi yanlıştır?
a) Uşi Antlaşması ___________ Trablusgarp
b) Uşi Antlaşması ___________ Kıbrıs Adası
c) Balkan Savaşları ___________ Arnavutluk
d) Balkan Savaşları ___________ Batı Trakya
e) Meşrutiyetin İlanı ___________ Bosna- Hersek
5- Aşağıdaki boşluğa uygun olan sözcüğü yazınız.
Balkan Harbi sonrasında toplum ve yöneticiler üzerinde
etkisini arttıran fikir ve ideolojik akım ………………….. akımdır.
47
IV. ÜNİTE
I. DÜNYA SAVAŞI VE SONUÇLARI
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* I. Dünya Savaşının çıkış sebepleri nelerdir?
* I. Dünya Savaşına katılan devletlerin gruplaşmaları ve ittifak
oluşturmalarının sebepleri nelerdir? İttifakların askeri olarak
hedefleri nelerdir?
* Savaşı sona erdiren gelişmeler nelerdir? Savaş sonrası
oluşturulan“Yeni Dünya Düzeni ve ilkeleri” neler olmuştur?
Tartışınız.
* I. Dünya Savaşı sonrası yapılan antlaşmalar ve içerikleri
nelerdir?
* Osmanlı Devletinin savaşa katılma gerekçeleri nelerdir?
Savaştan sonra amaçladığı hedeflere niçin ulaşamamıştır?
* Osmanlı Orduları hangi cephelerde savaşmıştır? Cephelerdeki
gelişmeler nasıl olmuştur?
* Osmanlı toprakları savaş öncesi ve sırasında hangi gizli
anlaşmalarla paylaşılmak istenmiştir? Antlaşmaların içerikleri,
hedefleri ve uygulamaları nelerdir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI ve UYARILAR
Ünitede I. Dünya Savaşı sebepleri, amaçları ve sonuçları
işlenecek, savaşın Osmanlı Devleti ve dünya açısından sonuçları
kavratılacaktır. Savaş olgusunun tarihsel süreç olarak bu
konuların ışığı altında yeniden değerlendirilmesi yapılacaktır.
Özellikle Türk tarihi ve Türk İnkılâbının oluşumu
açısından I. Dünya Savaşına Osmanlı Devletinin nasıl ve hangi
şartlarda katıldığını, savaşan tarafların Osmanlı devletine hangi
amaçlarla baktıklarının ve Osmanlı Devletinin savaş sırasında ve
sonrasında gizli antlaşmalarla paylaşıldığına ve bu projelerin
uygulamalarına dikkat ediniz.
48
ÜNİTE IV
İÇİNDEKİLER
 Birinci Dünya Savaşının Sebepleri
 Savaşın Gelişimi ve Cepheler
 Osmanlı
İmparatorluğunun
Savaşa
Katılması ve Cepheler
 Osmanlı Devletini Paylaşma Projeleri
 Özet
 Ünite Değerlendirme Soruları
49
1- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SEBEPLERİ
1914’te başlayan ve dört yıl süren bu savaş etkisi, katılım
seviyesi ve sonuçları itibariyle bütün dünyayı etkilemiş ve eski yapıyı
tamamen değiştirerek yeni bir düzene geçişi sağlamıştır. Savaş iki
önemli devletler grubunun bloklar halinde topyekün savaşa girmesiyle
başlamış, savaşın çıkış yeri Balkanlarda olmasına rağmen birden
bütün Avrupa, Asya ve Ortadoğu’yu sarmıştır. Savaşın genel sebepleri
şunlardır.
a) Ekonomik Yayılma ve Sömürgecilik
Sömürge edinme ve dış yatırımlarla gelişen ekonomik rekabet
savaşın ana sebebi olarak bilinir. Sömürgecilik, daha XV. Yüzyılda
Avrupa nın coğrafi keşifler, Rönesans ve reform hareketleriyle
başlamış, bu hareketler daha sonra Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve
askeri olarak güçlenmesine ve bu gücünü devam ettirmek için
sömürge anlayışını güçlendirmesine sebep olmuştur. Yakın çağlarda
Avrupa artık her bölgede hakimiyet kurmuş, aralarında rekabete
başlamışlar,XVIII. yüzyıldaki İngiltere’de başlayan Sanayi İnkılâbı bu
rekabeti sömürgecilik boyutuna taşımıştır.
İngiltere’nin başlattığı bu rekabet ve genişlemeye sırasıyla
İspanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya, Rusya, İtalya ve
Almanya katıldı. XIX. Yüzyılda Sanayinin temel ihtiyacı olan
hammadde, pazar ve işgücü bu rekabeti o kadar hızlandırdı ki bu
ülkeler birbirleriyle siyasal ve ekonomik gerginlikler sonucu askeri
bloklaşmaya kadar vardırdılar. Aynı yüzyılda gelişmelerini ve sanayi
altyapılarını oluşturan A.B.D. ve Japonya’da katıldı. Ayrıca bu
ülkelerin ülkelerinin dışında yatırımları ve bu yatırımları korumak için
yaptıkları askeri ve siyasal ilişkiler bu gerginliği hızlandırmıştır.
b) Avrupa’da Fransız – Alman, Balkanlar’da Avusturya –
Rusya Gerginliği
Fransa ve Almanya’nın Alsas-Loren bölgesi için yaptıkları
1870 tarihinde Sedan Savaşında Fransa!nın tarihindeki en ağır
yenilgilerden birini alması ve daha sonra savaşın sonunda AlsasLoren’i kaybederek “Rövanş Politikası” uygulaması, buna karşılık
Almanya’nın da Fransa’yı baskı altında tutması Avrupa’nın önemli
gerginlik bölgesini oluşturdu. Balkanlar’da Osmanlı imparatorluğunun
zayıflamasıyla oluşan otorite boşluğunu kendi milli hedeflerine göre
50
doldurmaya çalışan Avusturya ve Rusya arasında rekabet diğer bir
gerginlik olarak Avrupa diplomasisini meşgul etmektedir.
c) Avrupa’daki hanedan çekişmeleri
I. Dünya savaşı öncesinde Avrupa’nın büyük bölümü krallık
veya imparatorluk tarafından yönetmekte ve bu sistemleri hanedanlar
kontrol etmekteydiler. Bu hanedanlıklar birbirlerine karşı hakimiyet
kurmak ve diğer ülke yönetimlerinde de kendi yakınlarını getirerek
genişlemek eğilimi içindeydiler. Bu genişleme politikaları birbirlerinin
içişlerine karışmak şeklinde cereyan etmesi savaş gerekçelerinden
birini teşkil etmiştir.
d) Milliyetçilik
1789 Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan milliyetçilik fikri,
çeşitli milletler üzerinde etkili olmuş, milli devletler kurma
politikalarına yönelince imparatorluklar üzerinde çözülmeye yönelik
etki oluşturmuştur. Bir imparatorluk üzerinde yaşayan onlarca millet
diğer devletler tarafından kışkırtılmış ve bu durum ciddi sürtüşmelere
sebep olmuştur. Bu milliyetçilik düşüncesi Almanlar ve İtalyanlar gibi
bazı milletlerin ulusal birliğini sağlarken, imparatorlukların yıkılışını
da hızlandırarak savaşa zemin hazırlamıştır. Milliyetçilik
hareketlerinin bir uygulama biçimi de üstün ırk veya millet teorilerinin
uygulamaya girmesi, değişik coğrafyalarda yaşayan aynı kökten
milletleri bir araya getirme gibi ütopik ve yayılmacı politikalardır.PanGermenizim, Pan-Slavizm gibi akımlar buna örnektir.
e) Silahlanma ve Militarizm
Almanya’nın 1890’lardan itibaren başlattığı gerginlik
politikası aynı zamanda silahlanmayı hızlandırmış, donanma ve ağır
silahlar ulusal savunmayı aşan ölçülere gelmiş, aynı şekilde askeri
projeler ve ordunun devlet politikalarına müdahalesi karşılıklı olarak
diğer devletleri de etkileyerek Avrupa’nın militarist politikalarını üst
seviyeye çıkararak savaşa zemin hazırlamıştır.
f) Büyük Devletlerin Bloklaşması
Avrupa’da sömürgecilik faaliyetleri ve sanayileşme gerginliği
hat safhaya çıkarınca ortak çıkarlara dayanan devletler arasında
bloklaşma hızlandı. Almanya’nın 1780 sonrası kıta Avrupa’sında
siyasi ve askeri üstünlüğü ele geçirmesi, kendine yeni müttefikler
51
oluşturması sonucunu doğurmuş ve akraba olan Avusturya Macaristan
İmparatorluğunu ve devamında İtalya’yı yanına alarak Üçlü İttifak
Devletleri veya Mihver Devletleri olarak ilk büyük grubu
oluşturmuştur. Buna karşılık İngiltere’de dengeyi sağlamak ve Alman
politikasından etkilenen devletleri bir çatı altına almak için uzun süren
ikili ve çokuluslu antlaşmaları birleştirmiş, Fransa ve Rusya ile
aralarındaki sorunları en alt seviyeye indirerek Üçlü İtilaf Devletleri
veya Uzlaşma Devletleri olarak bilinen İngiltere, Rusya ve Fransa
bloğunu oluştur muş ve Avrupa başta olmak üzere “Bloklar arası
Gerginlik Politikası” başlamıştır.
g) Avusturya Veliahdının Saraybosna’da Öldürülmesi
Avusturya ve Rusya arasındaki Balkan rekabeti XX. Yüzyıl
başlarında hızlanmış ve Rusya’nın Balkanlardaki doğal müttefiki olan
Sırbistan, özellikle Balkan Savaşı sonrasında Avusturya’nın
istemediği şekilde güçlenmiş, buda Sırbistan ve Avusturya ilişkilerini
iyice gerginleştirmiştir. Ayrıca 1908’de Avusturya’nın
BosnaHersek’i İlhak etmesi de bu gerginliği hızlandırıcı bir faktör olmuştur.
Bu gerginlik doğal olarak Rusya’nın Sırbistan’ı desteklemesi ile üst
seviyeye tırmanış Rusya ile Sırbistan arasında işbirliği ve savunma
anlaşmaları oluşturulmuştu. 28 Haziran 1914 Tarihinde Avusturya
Macaristan imparatorluk veliahdı Franz Ferdinand Saray Bosna gezisi
sırasında Sırplı olan bir kişi tarafından suikast düzenlenerek
öldürülünce Avusturya’nın tepkisi şiddetli oldu. Sırbistan’a verile
ültimatom ve devamında Avusturya topçusunun Sırbistan’ı
bombalamaya başlaması savaşı başlatan hareket olmuştur.
2- SAVAŞIN GELİŞİMİ VE CEPHELER
Birinci Dünya Savaşı iki bloğun karşılıklı olarak genel ve özel
sebeplerinin oluşması sonunda Sırbistan’ın bombalanması ile
başlamış, karşılıklı savaş ilanları ile Ağustos 1914’de başta kıta
Avrupa’sında, sonra Bulgaristan, Osmanlı Devleti ve Japonya’nın
katılması ile bütün dünyaya yayılmıştır. Savaşın seyri içinde gelişen
olaylar dolayısıyla İtalya İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa ve
Rusya’nın yanına geçmiştir. A.B.D.,Sırbistan, Japonya, Avustralya,
Brezilya, Yeni Zelanda, Yunanistan, Romanya, Belçika, Portekiz ve
Kanada gibi değişik bölgelerdeki ülkeler İtilaf Devletlerinin yanında
savaşa katılmışlardır.
52
Bulgaristan ve Osmanlı Devleti de Almanya ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğunun yanında savaşa girmişler, 1917’de
Rusya’da oluşan siyasi rejim değişikliği ve yeni kurulan Sovyetler
Birliğinin savaştan çekilmiştir. 1914’de Almanya’nın Batı cephesinde
Belçika üzerinden Fransa’ya yaptığı taarruz istenilen sonucu vermedi
ve Fransızlar Marn hattında Alman taarruzunu durdurarak bu cepheyi
sabitleştirdiler. Doğu’da Avusturya Rusya karşısında başarılı olamadı.
Ruslar Balkanlara sarkarak Galiçya ve Romanya’ya girdiler. Osmanlı
Devleti de doğuda Rusya ve güneyde İngiltere ile savaşlara başlayınca
İtilaf Devletleri zor durumda kaldı ve özellikle Türk ordusunun
Çanakkale savaşlarında başarılı olması Rusya’nın zayıflayarak
savaştan çekilmesini hızlandırdı. Alman orduları 1914 sonlarında
Polonya’ya giren Rus ordularını iki kez üst üste yenilgiye uğrattılar.
1917 yılı sonlarında kara savaşlarında İttifak Devletleri üstün,
denizlerde de İngiltere’nin üstünlüğü vardı. Fakat 1917’de
Almanya’nın İngiltere’ye abluka politikası uygulaması ve denizaltı
savaşlarında A.B.D. gemilerini batırması ve Kuzey Amerika
Devletlerinde Meksika’yı A.B.D.’ne karşı kışkırtma politikası
A.B.D.’nin İngiltere’nin yanında savaşa girmesine sebep oldu ve her
iki tarafın birbirlerine üstünlük sağlayamamasına rağmen Amerikan
kuvvetleri dengeyi bozdu, başta Alman Batı Ordusu Batı cephesinde
seri yenilgiler alarak çekilmek zorunda kaldılar. 1918 yılında savaş
sona ermişti, Almanya, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu,
Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu savaştan yenilerek ayrıldılar,
antlaşmalar imzalayarak savaştan çekildiler.
Savaş sonrası, A.B.D. başkanı Wilson önerileri ve
prensiplerinin etkili olması ve buna göre savaş sonrası
uygulamalar yapılması düşüncesi başarılı olamadı. Özellikle
İngiltere ve Fransa kendi politika ve çıkarları doğrultusunda bir
düzen oluşturarak A.B.D.’nin dünyada yeni bir savaşın
çıkmaması için oluşturulan Wilson ilkelerini uygulamadılar.
İngiltere, Fransa ve Rusya savaş öncesi ve sırasında aralarındaki
yaptıkları gizli anlaşmalarla savaş sonrası haritaları ve işgal
planlarını yapmışlar, bu planların içinde Almanya’nın
zayıflatılarak kontrol altına alınması, Balkanlar, Boğazlar,
stratejik bölgeler, Ortadoğu coğrafyalarının paylaşılması vardı.
53
Bu sebepten dolayı A.B.D.’nin barışçı politikaları
Avrupa’nın çıkarcı ve ihtiraslı politikacıları için geçerli olan bir
anlayış değildi. Bu gizli anlaşmalar 1917’de Rus çarlığının
yıkılarak Bolşevikler tarafından kurulan Sovyetler Birliği
hükümeti tarafından açıklandı.
3- OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN
KATILMASI VE CEPHELER
SAVAŞA
Osmanlı Devleti savaş başlamadan önce son derece zor bir
durumda, ekonomisi dışa bağımlı, askeri ve siyasi gücünü önemli
ölçüde kaybetmiş, Balkan Savaşlarının yenilgiyle sonuçlanması ve
getirdiği sorunlar, Batı dünyasının kendisini ciddi bir muhatap kabul
etmemesi gibi diplomatik bir açmazla karşı karşıya idi. Ayrıca Avrupa
diplomasisi bütün konularda Türklerin aleyhine karşı kullanma
geleneğini sürdürmekteydi. Osmanlı Devleti ile ittifak yapmak veya
askeri işbirliğine gitmekten ziyade, Osmanlı Devletinin tarafsız
kalması istenilmekteydi. Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı
Devletinin aleyhine olan bütün girişimleri tarihi süreç içinde
gerçekleştirdikleri için Osmanlı Devlet adamlarının bu bloğa karşı
idiler. Ayrıca İngiltere’nin parası ödendiği Osmanlı Devletine teslim
edilmesi gereken iki savaş gemisini tüm taleplere rağmen vermemesi
bu düşüncenin pekişmesini sağladı.
II. Abdülhamit Döneminden beri gelişen Alman-Türk
yakınlaşması, İttihat ve Terakki Partisinin hakim olduğu Osmanlı
Hükümeti döneminde de gelişerek devam etti. Gerçi Fransa ve
İngiltere direk olarak ilişkiler koparılmamış, diplomatik kanallar açık
kalmıştır, özellikle Osmanlı Hükümeti yöneticilerini askeri olarak
Alman gücüne ve ordusuna ilgileri hat safhada, Almanya’nın savaşı
kazanacağı ve Almanya yanında savaşa girildiğinde kaybedilen
toprakların geri alınabileceği düşüncesi ağırlıktaydı. Almanya’da
Osmanlı topraklarının, İngiltere’nin deniz yollarının kesilmesi, savaş
yükünün azaltılması ve alanının genişlemesi konusunda önemini
bildiği için İstanbul’daki elçisi ve askeri üst düzey yetkililerle Osmanlı
Devlet adamlarını etkileme girişimlerini sürdürüyorlardı. Bu girişimler
sonunda 2 Ağustos 1914’ de Türk Alman ittifakı imzalandı. Savaşa
girilmesine sebep olan gelişme, Goeben ve Breslau adlı iki Alman
savaş Akdeniz deki İngiliz Savaş gemilerinden kaçarak Marmara’ya
54
girmesi, bu gemilerin daha sonra Osmanlı Bayrağı ile 29 Ekim
1914’de Karadeniz’deki Rus Limanlarını bombalaması ve Rusya’nın
Osmanlı Devletine savaş ilan etmesidir.
Osmanlı Devleti savaşa girmesine rağmen yeterli hazırlık
yapmamış, askeri malzeme ve silah bakımdan yetersiz, Alman askeri
yardımı da yeterli seviyede değildi. Askeri alanda savaş planları da
ayrıntılı olarak hazırlanmamıştı. Gerek Almanya ve gerekse Osmanlı
Devleti, Rusya ve İngiltere’nin içindeki Müslümanları ayaklandırmak
ve bu devletleri zor duruma düşürmek için cihat ilan edilmesini uygun
gördüler ve 23 Kasım 1914’de Şeyhülislamın onayı ile Osmanlı
Padişahı Müslümanların Halifesi sıfatı ile “Cihad-ı Mukaddes” ilan
etti. Fakat bu siyasi ve dini hareket gereken etkiyi göstermedi, tersine
Müslüman Araplar ve İngiltere’nin askeri birliklerinin içinde yer alan
Müslüman askerler dindaşları olan Osmanlı Askerleri ile
savaşacaklardır. Bu gelişmeler tarihsel açıdan gösterir ki artık dini
temalardan ziyade milliyetçilik, fikri toplumlar üzerinde daha etkili
olmuştur. Osmanlı Devleti bu şartlara rağmen birçok cephede harbe
katılmış ve savaşın yükünü önemli ölçüde azaltmıştır.
3a– Doğu ve Kafkas Cephesi
Bu cephe Rusya’ya karşı açılmış, Rusya’yı Kafkasya’nın
güneyinden çıkarmak ve Azerbaycan ve Hazar bölgesini ele geçirmek
amacıyla Osmanlı ordusunun Enver Paşanın komutasında yaptığı
Sarıkamış- Ümraniye istikametindeki taarruzu ile başlamıştır. Fakat
hem kış şartları, hemde ordunun yeterli malzeme ve silah desteğinin
olmaması zayiatın çok yüksek olması sonucunu doğurmuş, 1916’da
Rusya’nın karşı taarruzu başarılı olmuş, sırasıyla Ruslar Erzurum,
Trabzon, Erzincan, Bitlis ve Muş’u almışlardır.
Çanakkale savaşında olduğu gibi başarılı olan ve kolordu
komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa ileri bir hareketle aynı yıl
Muş ve Bitlisi Ruslardan geri almıştır. 1917’de Rus ihtilali sonrasında
imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Doğu Anadolu’yu boşaltan
Rusya’nın çekilmesiyle bu cephedeki savaş durumu sona ermiştir.
Bu cephenin diğer bir gelişmede bölgede örgütlenen, Rusya ve
Avrupalı büyük devletlerin kullandıkları Ermeni örgütlerinin, Osmanlı
topraklarında isyan çıkarmaları, Rus ordularına yardım ederek, Türk
kuvvetlerini zor durumda bırakmaları, Türk halkına şiddet ve terör
faaliyetleri düzenleyerek zarar vermeleridir. Bu cephede savaşlar
olurken Osmanlı Hükümeti gerekli tedbirleri almış, halkın ve ordunun
güvenliğini sağlamıştır.
55
27 Mayıs 1915’te Osmanlı Hükümeti devletin aleyhine
faaliyetlerde bulunulan bölgelerden ülkenin güvenli olan diğer yerine
Ermenilerin Sevk ve Yer Değiştirmesi kararı kanunla uygulamaya
konulmuştur. Bu gelişmeler ve savaş ortamında ölümler ve
yaralanmaları bahane edilmesi ile uluslar arası gündeme kasti ve planlı
olarak Ermenilerin katledildiği propagandası yapılarak Türk Ulusunun
karakter ve kültüründe görülmeyen çirkin ve asılsız suçlamalar
günümüzde de devam etmektedir. Bu iddiaların konusu olan
gelişmeler bu cephede yapılan savaşlar sırasında meydana gelmiştir.
3b – Kanal, Filistin ve Hicaz Cepheleri
Özellikle Almanya’nın İngiliz krallık yolu olan Hindistan
yolunu kesmek istemesi ve Süveyş Kanalının alınarak Mısırın denetim
altına alınmasına yönelik baskıları sonunda açılan ve IV. Orduya
atanan Cemal Paşanın sevk ve idare ettiği bu cephede Türk taarruzu
ile açılmış, ordunun yeterli olmayan hazırlığı ve planlama hataları
56
yüzünden cephede başarısız olunmuş, İngilizler, karşı taarruzla Sina
Yarımadası ve Filistin’i ele geçirdiler.
Bu cephedeki diğer önemli muharebeler Filistin ve Hicaz
bölgelerinde meydana gelmiş, İngilizlerle işbirliği yapan Şerif
Hüseyin ve bazı yerli kabileler Osmanlı ordusuna önemli zayiat
verdirmiş, bu cephelerdeki Türklerin yenilgilerine sebep olmuşlardır.
Özellikle İngilizlerin vaatleriyle hareket eden ve Arap imparatorluğu
kurulacağı ve başlarına Emir Hüseyin ve Suudi Ailesinin getirileceği
gibi söylemler gerçekleşmediği gibi, Filistin ve Arap topraklarında
Yahudi İsrail Devletinin kurulmasını içeren “Balfour Deklarasyonu”
yine İngiltere’nin başkenti Londra’da 1917’de imzalanmış ve İngiliz
hükümeti İsrail Devletinin kuruluşuna destek olacağı vaadini de
Yahudilere vermiştir.
1917 ve 1918 de Filistin ve Suriye’de ki İngiliz karşı taarruzu
başarılı oldu ve Filistin ve Suriye İngiltere’nin eline geçti. Bu arada
Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği 7. Ordu ve diğer birlikler
Suriye’nin kuzeyinde savunma hattı kurdular, İngiliz ordusunun Türk
kuvvetlerini çembere alması önlendi.
57
Fakat artık savaş bitmiş ve Yıldırım ordularına atanan Mustafa
Kemal Paşa savaşın Mondros Ateşkes antlaşmasının imzalanmasına
rağmen devam etmesi ve cephe gerisindeki toprakların mutlaka
savunulmasını bir rapor halinde İstanbul’daki Harbiye Nezaretine
bildirmiştir.
3c – Irak Cephesi
Bu cephe, İngilizlerin Basra’ya asker çıkararak, Türk
ordusunun İran’a girmesini engellemek, Hindistan’a giden yolu
güvence altına almak, Rusya ile işbirliği yaparak Türk kuvvetlerini
çembere almak ve Petrol bölgelerini denetimleri altında tutmak
amacıyla açılmıştır. Türk kuvvetleri Kut-el Amara’da İngiliz
kuvvetlerini yendiler ve İngiliz kuvvetlerini komutanları ile beraber
esir aldılar. Fakat Türk genelkurmayı buranın önemini
kavrayamayarak gerekli hazırlıkları yapmadı, takviye alan İngilizler
ileri harekete yeniden geçerek 1917 ‘de Bağdat ve 1918’de Kerkük’ü
alarak Musul’a kadar geldiler ve cephe bu durumdayken savaş sona
erdi.
58
3d – Galiçya ve Makedonya Cepheleri
Osmanlı kuvvetleri müttefikleri olan Avusturya, Bulgaristan ve
Almanya ile beraber özellikle Galiçya da Rus kuvvetlerine karşı
savaşarak önemli başarılar kazandılar, özellikle Bulgarlarla beraber
Makedonya cephesinde, Rusya ile beraber olarak İttifak devletleri ile
savaşan Romanya kuvvetlerine karşı Makedonya’nın alınmasında ve
Romanya’nın 1916’da İttifak Devletlerine teslim olarak anlaşma
imzalanmasında etkili olmuşlardır.
3e- Çanakkale Cephesi
Bu cephe Osmanlı cepheleri ve I. Dünya Savaşı içinde özel
öneme sahip olmuş, özellikle Türk ordusunun beklenilmeyen direnişi
ile dünyanın en seçkin donanması ve ordusu karşısında zafer
kazanması son derece önemli sonuçlar vermiştir. İtilaf Devletlerinin
bu cepheyi açma sebepleri; Çanakkale boğazının geçilerek Osmanlı
merkezi ele geçirilecek, Osmanlı Devleti savaş dışı kalacak, Rusya ile
bağlantı kurulacak, Balkanlarda İttifak devletlerinin hakimiyetine son
verilecek, Kıta Avrupa’sında Almanya ve Avusturya İmparatorluğu
çembere alınarak savaş erken bitecekti.
59
Bu temel amaçlar doğrultusunda oluşturulan İtilaf Devletleri
donanması, Şubat 1915’de Çanakkale’deki Türk savunma mevzilerine
topçu atışı ile savaşı başlattılar. Bütün gayretlerine rağmen 18 Mart
1915’de boğazı geçmeye çalışan İngiliz ve Fransız gemilerinden
yedisi batırıldı ve donanma geri çekilmek zorunda kaldı.
Boğazlardan gemilerle geçemeyen İtilaf devletleri Gelibolu
yarımadasını işgal ederek taarruz etmeyi planlayıp yeniden
Çanakkale’den geçmeye çalıştılar. 25 Nisan 1915’de müttefikler
Gelibolu yarımadasının güneyine Kumkale kıyılarına asker çıkarttılar.
Mustafa Kemal Tümen komutanı olarak Conkbayırı ve
Kireçtepe’de özellikle Anzak kuvvetlerine karşı büyük başarı
kazanarak bu bölgenin kaybedilmesini önlemiştir. Bundan sonra
Anafartalar’da aynı başarıları göstermiş, sonuç olarak iki yüz elli
binden fazla şehit verilerek kazanılan Çanakkale zaferi Türk tarihinin
akışını değiştiren bir cephe olmuş, yüzyıldır muharebeleri daima
kaybeden Türk ordusu iyi komutanlar ve vatan müdafaasında başarılı
olacağını göstermiştir.
60
Çanakkale savaşının sonuçlarını şöyle sıralayabiliriz;
1) I. Dünya Savaşının uzamasına sebep olmuş, İttifak
devletlerinin güçlenmesine sebep olmuştur. Türk ordusunun
güvenilebilecek ve ciddi bir kuvvet olduğu İtilaf Devletleri
tarafından anlaşılmıştır. Türk cephelerine bundan sonra İngilizler
daha ciddi hazırlanmışlardır.
2) Türk toprakları istila hareketinden kurtulmuştur.
Özelikle Türk boğazlarının stratejik öneme haiz olduğu bir kez
daha anlaşılmıştır.
3) Rusya’nın müttefiklerinden yardım alamaması
sonucunda çöküşü hızlanmış, ekonomik ve sosyal sorunların
İngiliz ve Fransız desteği ile atlatılacağına güvenen Rus Çarı
Çanakkale başarısızlığı ve Alman kuvvetlerine yenilmesi ile
ülkede ki otoritesini kaybetmiş ve Bolşevikler ihtilal yaparak
rejimi değiştirmişlerdir.
61
Rusya’nın savaştan çekilmesi sebeplerinden birisi şüphesiz
Çanakkale Savaşıdır. Rusya’nın savaştan çekilmesi Doğu
Anadolu’daki kaybedilen Türk topraklarının geri alınmasını da
sağlamıştır.
4) Çanakkale savaşında gösterdiği başarılar Mustafa
Kemal’in askeri yeteneğini ön plana çıkarmış, Türk halkının
güvenini kazanmış, Milli Mücadele Döneminde önderlik
yeteneğini uygulamasını kolaylaştırmıştır.
5) Milli Mücadele Döneminin ulusal bilinci, ülkenin
geleceğine sahip çıkılacağı gerçeği ve vatan kavramının ulusal
iradeyle devam ettirilebileceğinin temeli Türk milleti tarafından
Çanakkale Savaşındaki milli heyecanla öğrenilmiştir.
4 – OSMANLI DEVLETİNİ PAYLAŞMA PROJELERİ
Osmanlı Devletinin savaşa katılması doğal olarak daha önce
Osmanlı topraklarını paylaşma geleneğine sahip olan büyük devletlere
fırsat vermiş, savaş sırasında aralarında ikili veya ikiden fazla olmak
üzere İtilaf Devletleri kendi aralarında anlaşmalar imzalamışlar, savaş
sonrasında Türk topraklarını paylaşmışlardır. Bu anlaşmalar genel
olarak gizli bir şekilde, gelişmelere bağlı olarak ta birbirlerine haber
vermeden de yapılmış, sömürge dönemi rekabetleri de yansıtacak
şekilde yapılmıştır. 1915 ve 1917 yılları arasında birçok anlaşmalar
yapılarak kağıt üzerinde Osmanlı Devleti tasfiye edilmiştir.
4a – İstanbul Anlaşması
Çanakkale savaşının devam ettiği sıralarda Rusya’nın Fransa
ve İngiltere’ye talepte bulunması ile 1915’de gündeme gelmiş, Fransız
ve İngilizler Boğazların Rusya’ya verilmesini kabul etmişlerdir.
Ayrıca Trakya Midye –Enez çizgisinin tamamıda Rusya’ya veriliyor,
Gökçeada ve Bozcaada aynı şekilde Rusya’nın kontrolünde oluyordu.
Buna karşılık Ruslar İngiltere ve Fransa’nın
Anadolu ve
Ortadoğu’daki toprakları ile İskenderun Körfezi ve Çukurova’daki
haklarını tanıyordu.
4b – Londra Anlaşması
26 Nisan 1915’de Çanakkale Savaşının yapıldığı günlerde
yapılan anlaşmanın Türkleri ve İtalyanları ilgilendiren maddesi;
62
İtalya’nın On İki Adadaki mevcut durumu tanınacak, Anadolu’nun
alınması durumunda Antalya ve çevresindeki alanlar İtalya’ya
bırakılacak ve İtalya İtilaf Devletlerinin konumlarını kabul edecektir.
4c – Sykes – Picot(Saykıs - Pikıt) Anlaşması
İngiliz ve Fransız hükümet temsilcilerinin isimleriyle
adlandırılan bu antlaşmalarda varılan nokta, Osmanlı Devletinin
Ortadoğu’daki topraklarının Fransa ve İngiltere arasında
paylaştırılması ve Araplara bazı bölgelerin verilmesini içeriyordu.
Antlaşmaya göre; Boğazlar bölgesi, doğuda Trabzon,Van, Bitlis’in
güneyi,Muş,Siirt, ve çevreleri Rusya’ya; Aladağ, Kayseri, AkdağYıldızdağ, Zara, Eğin, Harput bölgesi ile Kilikya,Suriye ve Musul
Fransa’ya bırakılacaktı. İngiltere’ye ise Hayfa ve Akka limanları ile
Irak, Fransız egemenlik bölgelerinin güneyi kalacaktı.
Bu arada İngiltere’nin Mısır Valisi olan General Mac- Mahon
Osmanlı Devletine genel kalkışma içinde olan Şerif Hüseyin ve bazı
Arap liderleriyle Ocak 1916’da Mac - Mahon Antlaşması ile bağımsız
Arabistan Krallığı vaat edildi. Bu antlaşmada Fransa’nın onayı ile 9 16 Mayıs 1916’da bütün taraflar tarafında tanındı.
4d - St. Jean de Maurienne Anlaşması (Sen Jan dö Moren
Anlaşması)
İtalya, savaşa İtilaf Devletlerinin yanında katılmadan önce
yapılan paylaşma planlarına katılmamış, ayrıca 1916 yıllarında
yapılan diğer anlaşmalardan haberdar edilmemişti. Ortadoğu ve
Anadolu’nun paylaşılması ve Fransa ile İngiltere’nin kendi
gelişmesine gelecekteki engel olabileceklerine yönelik kuşkuları
artmaya başlamıştı. Bunun üzerine İtilaf Devletlerine başvurarak
kendi egemenlik sahalarının geliştirilmesini talep etti. Rusya’nın 1917
bahar aylarında karışması ve savaştan çekilme durumuna gelmesi,
İngiltere ve Fransa’yı İtalya ile yeniden planlar hazırlamaya itti. 10 21 Nisan 1917’de yapılan görüşmelerde İtalya, İngiltere ve Fransa
arasında St. Jean de Maurienne Anlaşması imzalandı.Anlaşmaya göre;
İtalya, Fransa İngiltere ve Rusya arasında yapılan anlaşmaları tanıyor,
buna karşılık kendisine Antalya’ya ek olarak İzmir, Aydın,Muğla ve
Konya çevreleri veriliyordu. Fakat denizlerde çok güçlü olan
İtalya’nın Ege ve Doğu Akdeniz de güçlenmesini istemeyen İngiltere
Fransa’yı da ikna ederek İzmir ve çevresini, 1919 yılında savaş sonrası
genel durumu saptamak için toplanan Paris Barış Konferansında
63
Yunanistan’a verecek ve İtalya’nın İtilaf Devletlerinden kopmasını
sağlayacaktır.
Bütün bu anlaşmalar İtilaf Devletlerinin temel amaçlarının ne
olduğunu, aralarında da birlik sağlayamayarak çıkar kavgalarına
girdiklerini, vaatlerini birbirlerine karşı bile tutmadıklarını, Mondros
Ateşkes Anlaşmasından hemen sonra Türk topraklarının paylaşılması
bu anlaşmaların eseri olduğu açıktır. 1917’de yeni kurulan Sovyet
Hükümeti bu gizli anlaşmaları açıklayınca anlaşmalara taraf devletler
uluslar arası alanda saygınlıklarını yitirmişler ve Wilson ilkelerinde
bile bu konuya değinilerek “uluslararası ilişkilerde açık diplomasi
uygulanacak, ülkeler birbirlerinin aleyhine gizli anlaşmalar
yapmayacaklardır.” maddesi konulmuştur.
64
ÖZET
I. Dünya Savaşı o döneme kadar insanlığın gördüğü en
büyük savaş olmuş ve kitlesel olarak büyük yıkım ve siyasal
sonuçlar doğurmuştur. Temelde sömürgecilik ve büyük
devletlerin sanayi ve ekonomik rekabetinden kaynaklanan ve
İngiltere ile Almanya etrafında ülkelerin kümelenerek bloklar
oluşturması, bu blokların militarist politikaları uygulamaları
sebebine dayanan savaş sonunda Almanya’nın liderliğindeki grup
olan İttifak Devletleri yenilmiştir.
Savaşın ağırlık merkezi Avrupa ve çevresi olmuş, ayrıca
Osmanlı Devleti, A.B.D. ve geçici de olsa Japonya’nın da
katılmasıyla değişik bölgelere yayılmıştır. I. Dünya Savaşı
sonrasında konularda da değinildiği gibi yeni oluşumlar ve yeni
bir dünya düzeni özellikle galip devletlerin çıkarlarına uygun
olarak oluşturulmuştur. Savaşa kaybettiği toprakları geri almak
amacıyla katılan Osmanlı Devleti Almanya’nın politikalarına alet
olmuş, cephelerin önemli bir bölümünde aldığı yenilgilerle
savaştan mağlup olarak ayrılmıştır.
Savaş öncesinde ve sırasında özellikle Osmanlı
topraklarının İtilaf Devletleri tarafından gizli anlaşmalarla
paylaşılması, Osmanlı üzerindeki geleneksel Batı politikalarının
anlaşılması açısından önemli belgelerdir.
Savaşın bitmesinde etkili olan A.B.D.’nin önerdiği ve
Barışın sürekliğini amaçlayan Wilson İlkeleri de galip olan İtilaf
Devletleri tarafından
kendi çıkarlarına uygun olarak
uygulanmıştır.
65
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- I. Dünya Savaşının sebepleri arasında seçeneklerden hangisi
gösterilemez?
a) Osmanlı İmparatorluğunun On İki Adayı İtalyanlardan geri almak
istemesi
b) Avrupa’daki Fransız - Alman ve Avusturya - Rusya Çekişmesi
c) Militarizm ve Silahlanma Yarışı
d) Sanayileşmenin getirdiği ekonomik ve ticari rekabet
e) Milliyetçilik Hareketleri ve Ayaklanmalar
2- I. Dünya Savaşından önce oluşan bloklaşmalar aşağıdaki hangi
seçenekte doğru olarak verilmiştir ?
a) İttifak Devletleri : Almanya, Avusturya- Macaristan, Rusya, İtalya
İtilaf Devletleri : İngiltere, Fransa, A.B.D.
b) İttifak Devletleri : Almanya, Avusturya – Macaristan, İtalya
İtilaf Devletleri : İngiltere, Rusya, Fransa
c) İttifak Devletleri: Avusturya - Macaristan, İtalya, Almanya, Rusya
İtilaf Devletleri : İngiltere, İtalya, Rusya, Japonya
d) İttifak Devletleri : Almanya, Osmanlı Devleti, İtalya, Bulgaristan
İtilaf Devletleri : İtalya, Fransa, İngiltere, A.B.D.
e) İttifak Devletleri : Almanya, Fransa, İtalya
İtilaf Devletleri : Rusya, İngiltere, Avusturya -Macaristan
3- Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına katılmasının sebepleri
arasında aşağıdaki seçeneklerden hangisi gösterilemez?
a) Almanya’nın askeri gücünün Osmanlı yöneticileri tarafından
yenilmez olarak değerlendirilmesi
b) Kaybedilen toprakları geri alma düşüncesi
66
c) Almanya’nın Osmanlı Yöneticileri üzerinde ekonomik ve askeri
yardımlarla baskı oluşturması
d) İngiltere ve müttefiklerinin Osmanlı Devletini Almanya’nın
yanında savaşa irmeleri için diplomatik ve askeri baskı
uygulamaları
e) İki Alman savaş gemisinin Osmanlı Devletine sığınması ve
Osmanlı Donanmasına katılarak Rus Limanlarını bombalaması
4- “Osmanlı Devletini savaş öncesi ve sırasında İtilaf Devletlerinin
yaptıkları gizli antlaşmalarla paylaştıkları tarihi belgelerle ortaya
çıkmıştır.”
Bu gerçeklerin ışığında yapılan bu gizli antlaşmalar ve
gelişmeler için aşağıdaki hangi seçenekteki sonucu çıkaramayız?
a) İngiltere ve Fransa sömürgeci politikalarını savaş sırasında ve
sonrasında uygulayacaklarını belli etmişlerdir.
b) Osmanlı Devletinin elinde bulunan toprakların Jeopolitik ve
stratejik önemi devam etmektedir.
c) Rusya ve İngiltere bu antlaşmalarda en çok pay alan devletler
olmuşlardır.
d) Antlaşmalarda Osmanlı İmparatorluğunun siyasal ve yönetim
yapısı devam ettirilmek istenmektedir.
e) Bu antlaşmaların uygulamaları savaş sonrasında Osmanlı Devletine
imzalattırılan Mondros ve Sevr Antlaşmalarında maddeler halinde
belirtilmiştir.
5- Birinci Dünya Savaşının sonuçlanmasında etkili olan en önemli
gelişme aşağıdakilerden hangisidir?
a) Almanya’nın Doğu cephesinde Rus ordularını yenilgiye uğratması
b) Rusya’da Bolşevik ihtilalinin çıkması
c) Amerika Birleşik Devletlerinin İtilaf Devletlerinin Yanında Savaşa
Katılması
d) İngiltere’nin Ortadoğu cephelerinde Osmanlı Ordularını yenilgiye
uğratması
e) Çanakkale Savaşını Türk ordusunun kazanması
67
6- I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının savaştığı cepheler ve
savaşılan devletler seçeneğinde doğru olan seçenek hangisidir?
a)
b)
c)
d)
e)
Çanakkale Cephesi
Irak Cephesi
Galiçya Cephesi
Kafkas Cephesi
Kanal Cephesi
_______
________
________
________
________
İtilaf Devletleri Kuvvetleri
Amerika Birleşik Devletleri
Fransa
İngiltere
İtalya
7- Aşağıdaki boşluğa uygun olan sözcükleri yazınız.
Birinci Dünya Savaşının sonrasında yeni bir dünya savaşının
çıkmaması ve barışın devamlı olmasını amaç edinen ve Amerika
Birleşik Devletlerinin savaşa katılma ön şartı olarak ileri sürdüğü
temel koşullar siyasal tarihe ……………………………….. olarak
geçmiştir.
8- Osmanlı Ordularının başarılı olduğu Çanakkale Savaşlarının
sonuçları arasında seçeneklerden hangisini gösteremeyiz?
I. Dünya Savaşının süre olarak uzamasına sebep olmuştur.
Türk Ordusunu iyi komutanlarla vatan savunmasında başarılı
olacağı gerçeği ortaya çıkmıştır.
c) Milli Mücadele döneminin askeri ve siyasi önderi Mustafa Kemal
Paşanın askeri olarak tanınması ve halkın güvenini kazanmasına
sebep olmuştur.
d) Rusya’nın savaştan çekilmesinde etkili olmuştur.
e) İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti üzerinde sömürge
politikalarından vazgeçmelerine sebep olmuştur.
a)
b)
68
V. ÜNİTE
I. DÜNYA SAVAŞI SONRASI GENEL
DURUM ve ANTLAŞMALAR
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Savaş sonrasında yapılan antlaşmalar
ve uygulamaları
nelerdir?
* Rusya ve Romanya savaştan çekilmesine rağmen onlar yapılan
antlaşmalar niçin İtilaf Devletleri tarafından kabul
edilmemiştir?
* Avrupa’da Almanya ya imzalattırılan Versay Antlaşmamsı ve
Osmanlı İmparatorluğuna imzalattırılan Mondros ve Sevr
Antlaşmalarının temel hedefleri nelerdir?
* Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri ve amacı nedir?
* Mondros Ateşkes Antlaşmasının uygulamaları neler olmuştur?
İşgale dilen toprakları harita üzerinde bulunuz.
ÜNİTENİN AMACI VEUYARILAR
Ünitede bu soruların cevapları öğrenilirken İtilaf
Devletlerinin artık Ortadoğu’da yeni bir düzen kurma niyetlerini,
ayrıca artık 19. yüzyıldan itibaren “Doğu Sorunu” adını
verdikleri Osmanlı ve Türk hakimiyetini sona erdirme
politikalarının
son
aşamasını
gerçekleştirme
niyetinde
olduklarının kavranılması amaçlanmaktadır.
Mondros Ateşkes Antlaşmasının bir ateşkes anlaşmasından
ziyade bir işgal planı olduğuna, ayrıca sömürge zihniyetine sahip
olan büyük emperyalist devletlerin yaptıkları ikili ve çok taraflı
antlaşmalara rağmen birbirleri ile de rekabet ettiklerine, barış
amaçlı ilke ve kurumları kendi çıkarlarına göre kullandıklarına
dikkat ediniz.
69
ÜNİTE V
İÇİNDEKİLER









70
Savaş Sonrası Genel Durum ve
Antlaşmalar
Rusya’nın Savaştan Çekilmesi
ve Brest-Litovsk Antlaşması
Romanya’nın Savaştan Çekilmesi
ve Bükreş Antlaşması
Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi
ve Neuilly ( Nöyi) Antlaşması
Avusturya - Macaristan
İmparatorluğunun Savaştan Çekilmesi,
Saint Germain(Sen Jermen)ve
Trionon(Triyanon) Barış Antlaşmaları
Almanya’nın Savaştan Çekilmesi,
Versailles(Versay) Antlaşması
Osmanlı Devletinin Savaştan
Çekilmesi, Mondros Ateşkes
Antlaşması ve İşgaller
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1–
SAVAŞ
SONRASI
ANTLAŞMALAR
GENEL
DURUM
VE
1a - Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litovsk Barış
Antlaşması
I. Dünya Savaşı A.B.D.’nin savaşa girmesi ile sonuçlanmış ve
1917’nin sonlarından itibaren Almanya ve müttefiklerinin yenilgisi
kesinleşmiştir.1917’de Rus Çarlığının yıkılması ile savaştan ilk
çekilen İtilaf Devleti Rusya olmuş ve yerine kurulan Sovyetler Birliği
Hükümeti 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşması
ile Polonya, Litvanya, Estonya ve Litvanya’dan çekilmiş, aynı
anlaşmaya göre Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı Devletine
bırakmıştır. Fakat İttifak Devletleri yenildiği için bu antlaşmanın
hükümleri tamamen uygulanamamıştır.
1b– Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Barış
Antlaşması
Romanya Rusya’nın Balkanlara girmesinden sonra 1916’da
İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katılmış fakat Almanya, Avusturya
ve Türk kuvvetlerine peş peşe yenilmiş ve İttifak Devletlerine savaş
sırasında önemli topraklarını bırakmıştı. Rusya’nın 1917 baharında
savaştan çekilmesi ile yalnız kalan Romanya 1918 ateşkes ilan etti ve
7 Mayıs 1918 tarihinde Bükreş Barış Antlaşması ile Almanya ve
Avusturya’ya Karpatlar ve Dobruca’yı vermiştir. Aynı şekilde
Almanya ve müttefiklerinin yenilmesi Bükreş Antlaşmasını hükümsüz
kılacaktır.
1c– Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Neuilly(Nöyi)
Barış Antlaşması
1918 yılında tüm savaşan taraflar gibi Bulgaristan’ında yükü
iyice artmış ve Almanya’nın cephelerdeki yenilgileri başlayınca,
kendine gönderilen yardımlar kesildi ve 1917’de Yunanistan’ının da
İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girerek, 14 Eylül 1918’de
başlayan genel taarruzla Bulgar ordusu bozulunca 29 Eylül 1918’de
Bulgaristan Ateşkes ilan ederek savaştan çekilmiş ve 27 Kasım
1919’da Neuilly Barış Antlaşması imzalamış, antlaşmayla; Güney
Dobruca’yı Romanya’ya, Batı Trakya’da Gümülcine ve Dedeağaç’ı
Yunanistan’a, Tsaribrod ile Sturmitsa bölgesini Yugoslovya’ya
bırakıldı. Ege Denizi ile bağlantısı sona erdi ve mecburi askerlik
kaldırıldı ve 2 milyar 250 milyon frank savaş tamiratı borcu yüklendi.
71
1d – Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Savaştan
Çekilmesi,Saint Germain (Sen Jermen) ve Trianon
(Tiriyanon) Barış Antlaşmaları
Avusturya Savaştan çekilerek, 381 maddelik barış antlaşmasını
10 Eylül 1919 tarihinde Saint Germain’de imzaladı. Antlaşmaya göre
Avusturya,
Macaristan,
Çekoslovakya
ve
Yugoslavya’nın
bağımsızlığını tanıyordu. Ayrıca Galiçya’yı Polonya’ya, Hırvatistan’ı
Yugoslavya’ya, Tirol ile Triesteyi İtalya’ya ve Bukinova’yı
Romanya’ya bırakıyordu. Milletler Cemiyetinin rızası olmadıkça
Almanya ile birleşmeyecekti. Mecburi askerlik kaldırılıyor, Avusturya
ordusunun sayısı 30.000 kişiye indiriliyordu. Ayrıca tamirat borcu
ödeyecekti. Bu antlaşmayla Avusturya Macaristan’dan ayrılıyor,
toprakları 576.000 klm. kareden, 86.000 klm. kareye ve nüfusu da
50 milyondan 7 milyona düşüyordu. Avusturya zengin toprak ve
endüstri merkezlerini de kaybederek ekonomik sıkıntıya
sürüklenmişti.
Macaristan’da Avusturya’dan ayrılıp iç karışıklık içine
düşmüştü. Bundan dolayı bu ülkenin sınır sorunları ve rejim meselesi
halledildikten sonra 4 Haziran1920’de Trianon’da imzalandı. Bu
barışla Macaristan Presburg bölgesini Çekoslovakya’ya, BosnaHersek’i Yugoslavya’ya, Transilvanya’yı
Romanya’ya ve
Burgerland’ı Avusturya’ya terk ediyordu. Savaştan önce 330.000 klm.
karelik toprağının önemli bir kısmını kaybediyor, 92.000 klm. kare
arazisi kalıyor, nüfusu 22 milyondan 7.5 milyona düşüyordu. Önemli
endüstri ve tarım alanlarını kaybetti, mecburi askerlik kaldırılıp,
ordunun sayısı 35.000 kişiye düşürüldü. Macaristan’da diğer
yenilenler gibi savaş tamirat adıyla önemli ekonomik ve mali yüklerin
altına girmiş oldu.
1e- Almanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Versailles
(Versay) Barış Antlaşması
Almanya ile Barış Antlaşması bu devletin önemi ve gücü
nedeniyle ilk yapılan antlaşma olmuştur. 28 Haziran 1919’da
Fransa’nın Versailles Sarayında yapılmış, Aynalı Salon adı verilen
salonda antlaşma imzalanarak savaşın en güçlü tarafı yenildiğini kabul
etmiştir. Antlaşmaya göre; Almanya, Milletler Cemiyetinin varlığını
kabul ediyor, Belçika’ya Eupen, Malmedy ve Moresnet’i; Fransa’ya
Alsace-Loren’i veriyordu. Saar bölgesini Fransa’ya geçici olarak
bırakıyordu. Polonya’ya Ponzan ve Batı Prusya’yı veriyor, böylece de
Polonya denize ulaşıyordu. Burada bulunan Danzig serbest şehir
72
oluyor ve buranın yönetimi Milletler Cemiyetine bırakılıyordu.
Almanya antlaşma hükümlerine göre Avusturya ile birleşmemeyi
taahhüt ediyor, sınırlarını askeri olarak yapılandırılmasını kaldırıyor,
Çekoslovakya ve Polonya’nın bağımsızlığını tanıyordu.
Almanya, bütün sömürge topraklarını kaybediyor, müttefikleri
olan Bulgaristan ve Osmanlı Devletine uygulanacak İtilaf
Devletlerinin yaptırımlarını kabul ediyordu. Almanya’da mecburi
askerlik kaldırılıyor, Alman ordusunu sayısı 100.000’e indiriliyor ve
ağır silah ve donanması İtilaf Devletlerine teslim ediliyordu. Tamirat
borçları olarak Almanya’ya önce 56 milyar dolar ödemesi zorunluluğu
getirilmiş, daha sonra şartlar göz önüne alınarak bu borç miktarı 33
milyar dolara indirilmiştir. Bu borç yükü 1919’dan sonra Almanya’nın
ekonomisini çökertmiş, yeni bir planla daha sonra borç miktarı
azaltılmıştı. Avrupa’da korkulan devlet olan Almanya Versay
Antlaşması ile dize getirilmiş, özellikle Fransa’nın Almanya’dan
korkusu dolayısıyla ağır hükümler içermiştir. Artık Avrupa’da baştan
adaletsiz olan “Versay Süreci” başlamıştır. Bu süreç, dünyayı yeni bir
savaşa sürükleyecektir.
1f– Osmanlı İmparatorluğunun Savaştan Çekilmesi,
Mondros Ateşkes Antlaşması ve İşgaller
Osmanlı Orduları Rusya’nın savaştan çekilmesinden sonra
doğu cephesinde ilerlerken güneyde İngilizler ilerliyordu. Ayrıca
Batıda İtilaf Devletleri hızla ilerleyerek Bulgaristan’ı çökerterek
savaştan çekilmesini sağlamışlar ve Trakya işgal edilme durumu ile
karşı karşıya idi. Almanya ile bağlantı kopmuş ve askeri malzemeler
önemli ölçüde tükenmiş, Almanya’dan gerekli yardımlarda
alınamadığı için savaştan çekilmenin uygun olacağı görüşü kabul
edildi. Yapılan müzakerelerden sonra 30 Ekim 1918’de Mondros
Ateşkes Antlaşması ile savaş durumuna son verildi. Özellikle Osmanlı
yöneticileri Wilson İlkelerinin uygulanacağı ve adil bir barışın
önkoşulunu yerine getirileceğini sanarak bu antlaşmayı imzalamışlar
ama beklentileri gerçekleşmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun siyasi
tarihten fiilen çekilmesi anlamına gelen bu antlaşmanın
uygulanmasına hemen başlandı. 25 maddeden oluşan antlaşmanın
maddeleri şunlardır;
73
1 Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının açılması, Karadeniz’e
serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz
İstihkamlarının
İtilaf
Devletleri
tarafından
işgali
sağlanacaktır.
2 - Osmanlı sularında bütün torpil tarlaları ile torpido kovan
mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve
kaldırmak için yardım edilecektir.
3 - Karadeniz torpilleri hakkında bilgi verilecektir.
4 - İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız
şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır.
5 - Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı
Ordusu derhal terhis (salıverme) edilecektir.
6 -
Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı
liman ve limanlarında tutuklu bulundurulacaktır
7-
İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edece bir durumun ortaya
çıkması halinde herhangi önemli askeri noktayı işgal hakkına
haiz olacaktır.
8 - Osmanlı demiryollarından, İtilaf Devletleri istifade edecekler
ve Osmanlı ticaret gemileri müttefiklerin hizmetinde
olacaklardır.
9-
İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane
vasıtalardan istifade edeceklerdir.
ve
limanlarındaki
10 - Toros tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11 - İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri
işgal ettikleri yerlerden geri çekileceklerdir.
74
12 - Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kablolarının
denetimi İtilaf devletlerine geçecektir.
13– Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi
önlenecektir.
14-
İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini
Türkiye’den temin edeceklerdir.( Bu maddelerin hiçbiri
ihraç olunmayacaktır).
15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri zabıtası tarafından
kontrol edilecektir.
16– Hicaz, Asir (komşu bölge), Yemen, Suriye ve Irak’taki
kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin komutanlarına teslim
olunacaktır.
17 – Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan
garnizonuna teslim olunacaktır.
18-
Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan
limanlar İtalyanlara teslim edilecektir.
19-
Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu(kökenli) bir ay
zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20-
Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı ordusunun
terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine
teslimine dair verilecek herhangi bir emir derhal yerine
getirilecektir.
İtilaf Devletleri adına bir murahhas(delege-görevli),iaşe
nezaretinde çalışarak, bu devletlerin ihtiyaçlarını temin
edecek ve isteyeceği her malûmat(bilgi) kendisine
verilecektir.
21-
75
Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri yanında saklı
kalacaktır.
23- Osmanlı Devleti Merkezi Devletlerle( İttifak Devletleri) olan
bütün ilişkilerini tamamen kesecektir.
22-
24-
Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, bu
vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkına İtilaf
Devletleri haiz bulunacaktır.
Ateşkes antlaşmasının son maddesi de antlaşmanın imza tarihi
ve silahlı çatışmanın kesildiğini bildirmektedir. 24. maddedeki
hükümler, doğu bölgesinde İngiltere’nin kendi emellerine hizmet
edecek bir Ermenistan’a bağlanacak toprakların içine girecek Türk
vilayetlerini kapsamaktaydı. Daha sonra Osmanlı Devletine
imzalattırılacak olan Sevr Barış Antlaşmasında bu açıkça
vurgulanmıştır.
Osmanlı devleti bu belgeyi imzalamakla I. Dünya Savaşına
girmenin bedelini ödemeye başlıyor, Osmanlı topraklarının ve
halkının istila ve esaret altına girmesini de kolaylaştırmış oluyordu.
İtilaf Devletleri hiç vakit geçirmeden daha önce hazırladıkları gizli
anlaşmaları uygulamaya başladılar. Antlaşmanın hükümlerine göre
Osmanlı topraklarına girmeye başladılar. 6 Kasım’da Çanakkale’ye
gelen bir İngiliz heyeti yapılan anlaşma ile Boğazlar İngilizlere teslim
edildi. İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş,
Bilecik,Samsun, Merzifon, Urfa ve Kars’ı işgal ettiler. Anlaşma
Devletleri filosu da 13 Kasım 1918’de İstanbul’a demirledi. Bu filoda
İngilizlerin verdikleri sözlere rağmen Yunan gemileri de vardı.
Fransızlar ise Trakya demiryolunun önemli istasyonlarını,
Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonlarını işgal ettiler. İtalyanlar
önce pasif kaldılarsa da Yunanistan’ın lehine siyasal gelişmeleri
görünce Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal
etiler. Konya ve Akşehir’e de birlikler yolladılar.
Ermeniler kendilerine verilen vaatlere göre, bekledikleri
fırsatın çıkmış olduğunu görerek Fransız kuvvetleriyle birlikte Güney
bölgelerindeki Kozan, Osmaniye, Mersin ve Adana’ya girdiler.
Kurdukları alaylarla Doğu Anadolu’ya yayılmaya ve bölge halkına
baskı ve yıldırma faaliyetlerine giriştiler.
Bu işgallere daha sonra, 1919’da Paris Antlaşmasında Batı
Anadolu üzerinde tarihi, etnik ve coğrafi olarak bağlantıları olduğunu
76
iddia eden, bu bölgelerde Rum çoğunluğu bulunduğunu ve bunların
hak ve mevcudiyetlerinin kendileri tarafında korunması gerektiğini
savunan Yunanistan, İngiltere’nin onayı ile 15 Mayıs 1915’de İzmir’e
asker çıkararak katıldı. Bu uygulama karşısında Osmanlı hükümeti
gerekli direnci de gösteremedi.
Bu gelişme İtilaf Devletleri arasının da açılmasına sebep
olmuştur. İtalya’ya önceden vaat edilen bu yerler Yunanistan’a
verilince İtalya bu duruma razı olmadı fakat İngiltere’yi Fransa’nın
desteklemesi üzerine daha ileri gidemedi. İtalya bu dönem sonrası ve
Milli Mücadele Döneminde Türklerle ile olan ilişkilerinde, sertlik ve
baskı politikası uygulamayıp, dolaylı olarak Türkleri desteklemiş oldu.
Osmanlı hükümetinin seyirci kaldığı işgallere Türk halkı
seyirci kalmadı, askerler, çeteciler ve sivil halk Bergama, Ödemiş,
Ayvalık ve Aydında Yunan ordusuyla şiddetli çarpışmalara
başladılar. Yunanlılar bu arada Batı ve Doğu Trakya’ya da işgale
başladılar. I. Dünya savaşı sonrasında fiilen yok olan Osmanlı
Devleti, artık yıllardır beklenen mirasın paylaştırılması ile
hukuken de ortadan kaldırılacak, bir daha bu bölgede güçlü bir
devletin kurulmasına izin verilmeyecekti. Ancak İzmir’in işgali,
Anadolu’da ihtilalin doğmasını çabuklaştırdı ve savaşın gerçek
cephesini ve savaşılacak düşmanı da belirledi.
77
ÖZET
Birinci Dünya Savaşı sonrasında yenilen Almanya ve
müttefiklerine ağır şartlarda Barış antlaşmaları imzalatılmış,
anlaşmalarla Avrupa ve Ortadoğu’da galip devletlerin çıkar ve
amaçları doğrultusunda siyasal ve askeri oluşumlar meydana
getirilmiştir. Savaş sonrasında Almanya’ya imzalatılan Versay
Barış Antlaşması ile Avrupa’nın yeni düzeni, Osmanlılara
imzalattırılana Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile Ortadoğu ve
Doğu Akdeniz’in yeni düzeni oluşturulmak istenmiştir. Savaş
sonrasında Dünya üzerinde dengeleri değiştirecek A.B.D.
Sovyetler Birliği ve Uzak doğuda Japonya gibi yeni güçler aktif
hale geleceklerdir. Savaştan sonra Paris Barış Konferansında
temeli oluşturulan Milletler Cemiyeti de yine büyük devletlerin
güdümüne girecektir.
Türk toprakları Mondros Ateşkes Antlaşması ile
paylaşılmaya başlanacak, özellikle Türk Devletinin hakimiyetine
tamamen son verilmesi planı uygulanmaya başlanacaktır. Bu
uygulamaya özellikle İngiltere öncülük edecek diğer işgalci
unsurları yönlendirecektir. Osmanlı Devletinin yöneticilerinin bu
gelişmeler karşısındaki sessizliği yeni gelişmeleri ve Türk Halkının
kendi geleceği konusunda yeni çözüm yolları aramasına sebep
olacak ve bu gelişmeler Türk İnkılâbının aksiyon döneminde
gerçekleşen Türk Bağımsızlık Savaşını başlatacaktır.
78
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Birinci Dünya Savaşının sonrasındaki genel siyasi durum için
aşağıdakilerden hangi seçenek doğru değildir?
a) Galip devletler kendi çıkarlarına uygun bir siyasal yapı
oluşturmuşlardır.
b) Özellikle Almanya ve Osmanlı Devleti üzerinde ağır bir baskı
politikası uygulamışlardır.
c) Ortadoğu Bölgesi özellikle İngiltere’nin isteği doğrultusunda
şekillenmiştir.
d) Fransa Almanya üzerindeki baskı kurma politikasından
vazgeçmiştir.
e) Dünya Barışına katkı sağlamak amacıyla Milletler Cemiyeti
kurulmuştur.
2- Osmanlı Devletine imzalatılan Mondros Ateşkes Antlaşmasının
maddeleri incelendiğinde verilen seçeneklerden hangisi doğru
olamaz?
a) Osmanlı Devletinin siyasal hakimiyeti ve iradesi güçlendirilmek
istenilmektedir.
b) Batı Anadolu ve Doğu Anadolu’da azınlıkların hakları bahanesiyle
İngiltere’nin güdümünde devletlerin kurulması amaçlanmıştır.
c) Türk askeri gücü tamamen kontrol altına alınması
amaçlanmaktadır.
d) Bölgedeki Batılı Devletlerin çıkarlarına uygun bir siyasal oluşum
amaçlanmaktadır.
e) I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Hükümetinin tek taraflı olarak
kaldırdığı Kapitülasyonların getirdiği ekonomik kazançlar yeniden
oluşturulmak istenmektedir.
79
3– Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İşgal edilen bölgeler
ve işgal eden devletlerin verildiği eşleştirme seçeneğinde hangisi
doğru değildir?
a) Adana, Antep, Mersin
_____________ Fransa
b) İzmir, Edirne, Uşak
_____________ Yunanistan
c) Konya, Antalya, Kuşadası _____________ İtalya
d) Musul, Samsun, Merzifon ______________ İngiltere
e) Tekirdağ, Bursa, Kars
______________ Fransa
4 - Aşağıda verilen cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yazınız.
Mondros Ateşkes Antlaşmasını 24. Maddesi ile Doğu
Anadolu bölgesindeki altı il ……………………..’a bağlanmak
istenmektedir.
5 – Yunanistan’ın Batı Anadolu’ya yerleştirilmek istenmesi ve
bunun içinde asılsız olarak Rum çoğunluğu olduğu iddiasına
dayandırılması politikasını en çok destekleyen İtilaf Devleti
hangisidir?
a) Amerika Birleşik Devletleri
b) İtalya
c) İngiltere
d) Rusya
e) Fransa
80
VI. ÜNİTE
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN
SONRA GENEL DURUM
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
*
*
*
*
*
*
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ülkede genel durum
nasıl olmuştur?
İtilaf Devletlerinin desteğinde bulunan azınlıklarına
faaliyetleri nelerdir?
Ülkenin geleceğine ilişkin Türk Halkı ve Osmanlı Hükümeti
ne gibi farklı düşünceceler sahiptir?
Azınlıkların kurdukları ve Milli bütünlüğe zararlı olan
cemiyetler ve kuruluşlar hangileridir? Bunların faaliyetleri
neler olmuştur?
Türkler ve Müslüman unsurlar tarafından kurulan ve milli
bütünlüğe zararlı olan cemiyet ve kuruluşların isimleri
nelerdir? Niçin bu cemiyetler ulusal davayı desteklememekte,
ülkenin geleceğine ilişkin farklı çözüm yolları istemektedirler?
Mili Davayı destekleyen Cemiyet ve kuruluşlar hangileridir?
Bu kuruluşların Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur?
Kuvay-ı Milliye Hareketi nedir? Milli davayı destekleyen
cemiyetlere hangi konularda destek vermiştir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünite içinde özellikle Mondros Ateşkes Antlaşmasından
sonra genel durum yukarıdaki sorulan cevapları içinde
açıklanacak, ülkenin işgali ve uygulamalarına karşı devlet
otoritesinin kalmaması dolayısıyla ülkenin geleceğine ilişkin
örgütlenmeler ve faaliyet biçimleri değerlendirilecektir.
Özellikle Osmanlı Hükümetinin Mondros Ateşkes
Antlaşmasından sonra siyasi otoritesini tamamen kaybettiğini, bu
otorite boşluğunun ve ülkenin geleceğine ilişkin halk üzerinde
bıraktığı etkinin neler olduğuna dikkat ediniz.
81
ÜNİTE VI
İÇİNDEKİLER
 Mondros







82
Ateşkes
Antlaşmasından
Sonra Genel Durum
Rumların Faaliyetleri ve Cemiyetler
Ermenilerin Faaliyetleri ve Cemiyetler
Yahudilerin Faaliyetleri ve Cemiyetleri
Milli Varlığa Zararlı Cemiyetler
Milli Cemiyetler
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1 – MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA
GENEL DURUM
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmasından sonra ülkede
ilk olarak olumlu gelişmelerin olacağı hükümet tarafından resmi
olarak söylenmiş, savaşa yol açan İttihat ve Terakki Partisi kapatılmış,
parti liderleri ve üyeleri tutuklanmış veya yurt dışına gitmişler, bu
açıdan, İtilaf Devletlerinin mevcut hükümete ve padişaha iyi
davranacağı düşüncesi yöneticiler arasında yaygındı. Mondros
Ateşkes Antlaşmasının sonucu olarak oluşan otorite boşluğu
milliyetçilik hareketlerinden etkilenen ve önceden vaatler verilen
azınlıklara büyük bir fırsat vermiştir. Türklerle beraber yaşayan ve
bütün haklardan faydalanan azınlıklar kısa zamanda örgütlenerek
Yunanistan, Fransa ve İngiltere’nin koruculuğunda Türk topraklarını
paylaşmak için harekete geçtiler. Antlaşma hükümlerini iyi niyetle
yorumlamak isteyen İstanbul’daki Osmanlı hükümetinin tersine
özellikle Anadolu’da olup bitenler başta Mustafa Kemal Paşa gibi
vatanperver devlet adamlarının gözünden kaçmamış, ülkeyi karanlık
günlerin beklediği ve yeni bir dönemin başlayacağı birçok kez ifade
edilmiştir;
“… İtilaf Devletleri, Ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı
gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve
İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Anteb’e İngilizler
girmişler. Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la
Samsunda İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı
devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha
sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce,
15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan
ordusu İzmir’e çıkarılıyor.
Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan
azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine,
devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlar…”
Özelikle Wilson prensipleri gereğince azınlık faaliyetlerinin
hızlandığı görülür, faaliyetler içinde en göze çarpan, siyasal
amaçlarını kurdukları gizli veya açık cemiyetlerle yürütme
girişimleridir. Ülkenin otorite boşluğundan faydalanarak oluşturulan
83
azınlık cemiyetleri, milli davaya olumsuz ve ayrılıkçı etkiler yapmış,
özellikle işgalci devletlerle her aşamada işbirliği yapmışlardır. Bu
azınlıklar içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, aktif olarak faaliyette
bulunmuşlar, cemiyet örgütlenmelerini şehirlere, eğitim kurumlarına,
kiliselere ve köylere kadar yaygınlaştırmışlar, işgalci devletlerin
ülkeyi işgal etmeleri ve kendi lehlerine düzenlemeler yapmalarını,
Anadolu ve Rumeli üzerinde toprak taleplerini bu vasıta ile
gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Bunun dışında milli amaçlara tamamen karşıt, Osmanlıcı
ve Hilafet taraftarı program ve görüşleri olan Anadolu’ya karşı
olan cemiyetlerde oluşturulmuş, genellikle I. Dünya Savaşı
sonrasında İttifak ve Terakki Partisinin kapatılması sonrasında,
iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Fırkasının etrafında toplanan bu
cemiyetler, işgal devletlerinin projelerine direk veya dolaylı destek
vermişlerdir.
A – RUMLARIN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra özellikle Rumları
faaliyetlerinin yoğunlaştığı, Yunanistan’ın İzmir ve Trakya’yı işgali
ile beraber Cemiyet çalışmalarının daha da açığa çıktığı görülür. Bu
faaliyetlerin merkezinde İstanbul’daki Ortodoks Rum Patrikhanesinin
olduğu görülür. Ayasofya Kilisesini yeniden açma faaliyetleri,
Yunanistan’ın Averof gemisinin adeta Rumların kutsal bir ziyaret yeri
haline getirilmesi, Ayasofya etrafındaki mekanların Rumlar tarafından
satın alınmak istenmesi bu yönde girişimler olmuştur. Rumların
özellikle Mavri Mira ve Pontus Rum Cemiyeti adıyla bilinen iki
cemiyetinin ön plana çıktığı görülür.
Aa – Mavri Mira Cemiyeti
Mavri Mira Cemiyetinin amacı, İstanbul, Trakya ve Batı
Anadolu’yu Yunanistan’a bağlamanın zeminini hazırlamaktı.
Patrikhane, din adamları ve Yunan hükümeti destekli bu cemiyet,
silahlı çeteler oluşturarak terör hareketlerine girişmişti. Türkiye’ye
göçmen olarak gelen Rumlara insani yardım adı altında Yunan
hükümeti, Yunan Kızılhaçı vasıtasıyla bu çetelere silah ve cephane
84
sevk ediyordu. Mavri Miraya bağlı Rum Çeteciler Marmara ve Ege
bölgesindeki Türk halkına her türlü baskı ve yıldırma faaliyetlerini
uygulayarak Türkleri başka bölgelere göçe zorlamak ve gelecekte
bölgede Rum çoğunluğu olduğunu ve bu bölgelerin Yunanistan’a
ilhak edilmesine çalışmaktaydılar.
Ab - Pontus Rum Cemiyeti
Rum çetelerinin en iyi teşkilatlanmışı ve en tehlikelisi,
İstanbul’daki Pontus Cemiyeti tarafından idare edilenleriydi. Pontusçu
Rumların amaçları ise, Batum’dan İnebolu’ya, Gümüşhane’den
Amasya’ya kadar Karadeniz kıyıları ile daha iç kesimdeki illeri içine
alan coğrafyada bir Pontus Rum Devleti kurmak ve daha sonra
buraları da Yunanistan’la birleştirmekti. Karadeniz Bölgesine yaşayan
Rum Gençlerinde, Pontusçuluk fikrinin oluşmasında Merzifon
Amerikan Kolejinin rolü olmuştur. Pontus çeteleri Samsun, Ordu,
Giresun, Trabzon gibi sahil şehirleriyle, bu şehirlere bağlı diğer
yerleşim birimlerinde ve iç kesimlerde ki il, ilçe ve köylerde Mavri
Mira çetelerinin yaptığı eylemlere benzer eylemler yapmaya
başladılar..
1919 yılının sonlarında faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekte
olan küçüklü büyüklü bütün Rum teşekkülleri Mavri Mira
Cemiyetinin çatısı altında birleştirildi Aralarında iş bölümü yapılarak,
85
“Yunan Megalo İdeası” doğrultusunda faaliyetlerine hız verdiler.
Pontusçu örgütler 1920 yılı sonlarında doğru çalışmalarını daha da
arttırmışlar, özellikle Doğu Karadeniz eylemlerini hızlandırmışlar,
Milli mücadele sırasında Sivas’ta bulunan Üçüncü ordu ve
Erzurum’daki On Beşinci Kolordu birlikleri, bu örgüt üyelerini her
yarde takip etmiştir. Çetelerin sayısının önce 6000 – 7000 arası olduğu
ve daha sonrada 25.000’i bulduğu Atatürk’ün Nutuk’unda ifade
edilmesi ve Pontus sorunun özellikle vurgulaması bu örgütün Türk
Milli Mücadelesine de ne kadar büyük zarar verdiğinin kanıtıdır.
B- ERMENİLERİN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ
Ermeniler, Osmanlı imparatorluğu içinde Türklerle iç içe
yaşayan ve her açıdan azınlıklar arsasında en ayrıcalıklı haklara sahip
bir toplum iken,19. yüzyıldaki gelişen milliyetçilik hareketleri ve
Rusya, İngiltere, Fransa gibi bölge politikasında etkili olmak isteyen
devletlerin kışkırtma ve destekleriyle bir Ermenistan kurma ideali
Ermeni kilisesi tarafında da desteklenerek geliştirilmiştir. Daha önce
Osmanlı tebaası içinde en uyumlu ve itaatkar olan, Osmanlı toplum
yapısı içinde refah seviyesi yüksek olan Ermenilerin, 1860’lardan
itibaren önce gizli örgütlenmeler, daha sonra siyasal partiler
oluşturarak Osmanlı ülkesinde birçok ayaklanma, terör ve yasadışı
faaliyetlere katılmışlardır. Şüphesiz ki bu ayaklanma ve faaliyetlerde
Rusya ve İngiltere’nin desteği olmuş, zamanla Osmanlı ülkesinde bir
Ermeni Sorununu diğer azınlıklarda olduğu gibi resmi hale
getirmişlerdir. Ermeni Kiliseleri de bu hareketleri el altından
destekleyerek Osmanlı Devletinin güvenlik ve toprak bütünlüğünü
parçalamaya yönelik faaliyetlere destek olmuşlardır.
1877 – 1878 Osmanlı- Rus savaşında Ermeniler, tamamen Rus
askeri planına uygun hareket etmişler, Rus ordusuna her türlü desteği
vermişlerdir. Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan
Ayastefanos Antlaşması ile ilk kez Ermenilerin lehine ıslahat
yapılması kararlaştırılmıştır. Daha sonra bu antlaşmanın yerine
imzalanan Berlin Antlaşmasında Ermenilerin lehine ıslahat yapılması
maddesi kondu. Böylece Ermeni Sorunu, Uluslararası resmi
Diplomasinin konusu haline geldi. İngiltere, bu dönemden sonra
Ermeni meselesine kendi çıkarlarına uygun bir anlayışla sahip çıktı.
Savaştan sonra Ermenilerin, Rusya ve İngiltere tarafından
yardım ve himaye görmeleri devam etti. Ermeniler, Doğu Anadolu
bölgesinde örgütlenme faaliyetlerine devam ettiler, buralarda
Araratlılar, Mektep Sevenler, Kara Has, Anavatan Müdafileri gibi
86
değişik isimlerle teşkilatlanarak propagandalar yaptılar. Bunlardan
daha radikal Ermeni teşkilatları olarak 1885’de Armenekon Partisi,
1887’de İsviçre’de Hınçak Komitesi ve kısa bir süre sonrada Hınçak
Komitesinden ayrılarak Kafkasya’da Taşnaksutyun (Ermeni İhtilal
Cemiyetleri Birliği) kurulmuştur. Taşnak Komitesinin 1892’de yaptığı
toplantısında Türkiye’deki Ermenilerin; silahlı eğitim yapması, ileri
gelen Türk Devlet Adamlarına suikast tertip etmeleri ve büyük bir
silahlı ayaklanma için hazırlıklar yapmaları kararlaştırıldı.
Bir süre sonra Ermeniler toplantıda alınan kararları
uygulamaya başladılar, İstanbul ve Anadolu’nun değişik yerlerinde
olaylar çıkarttılar. Osmanlı Hükümetleri Ermeni olaylarına karşı
gerekli önlemleri aldı, ama bu kez Rusya ve Avrupa’nın değişik
devletleri Osmanlı devletini aldığı önlemleri baskı ve hatta soykırım
gibi algılanmış ve 1895’de Osmanlı Devletine İngiltere, Rusya ve
Fransa tarafından muhtıra verilmiştir. Fakat Osmanlı Devletinin
kararlı tutumu sonunda bu diplomatik gerginlik önlenince Ermeniler
Büyük Devletlerin dikkatini çekmek ve müdahalesini sağlamak
amacıyla Bab-ı Ali’ye yürümek, 1896’da Osmanlı Baskını olaylarını
İstanbul’da gerçekleştirdiler. Anadolu’da 1904 Sason İsyanı ve yine
İstanbul’da 25 Temmuz 1905’de Yıldız Suikastı olarak bilinen Osmanlı
Padişahı II. Abdülhamit’e bombalı suikast girişimi Ermenilerin
ülkenin aleyhine yapabileceklerinin sınırı hakkında bilgi vermiştir.
Suikastçılar yakalanarak cezalandırılınca Ermeniler olayları
uluslararası alanlara aktardılar.
II. Meşrutiyet Döneminde, İttihat ve Terakki partisi Ermenilere
karşı ılımlı politika uygulamasına rağmen Ermeniler, temel
amaçlarından vazgeçmediler. Meşrutiyetin getirdiği hürriyet
atmosferine rağmen, bu durumu kendi çıkarlarına uygun bir fırsat
olarak olaylar çıkarmaya devam ettiler.
14 Nisan 1909’da Adana’da başlayan Ermeni ayaklanması ve
Türklerin kendi can ve mal emniyetini korumak için karşı koymalarını
basın ve diplomasi yoluyla Avrupa’ya yanlış şekilde naklettiler. Bu
gelişmeler sonunda Ermeni Meselesi tekrar iç ve dış kamuoyunun
gündemine geldi. Ermeniler bu ideallerinden vazgeçmeyeceklerini
özellikle aşırı uçlar olan Taşnak ve Hınçak örgütlerinin birçok
toplantılarında belirtmişlerdir.
Bu amaçla, I. Dünya Savaşında tamamen fırsatı değerlendirip,
özellikle Doğu Anadolu ve güney bölgelerinde kitlesel eylemlere ve
Osmanlı Ordusunu karşısında bulunan ülkelerin askeri hareketlerine
katıldılar. Ermeniler, Bitlis, Muş, ve Van’da 1915 Bahar aylarında
özellikle Osmanlı Kafkas kuvvetlerinin muharebeleri kaybederek
87
çekilmesi üzerine büyük olaylar ve Müslüman halkın yok edilmesine
yönelik terör ve baskın hareketlerine katıldılar. Özellikle Van’da
hakimiyeti ele geçiren Ermeniler burada geçici bir yönetim kurdular.
Osmanlı hükümeti birçok uyarılar yapmasına rağmen,
Ermeniler devlet ve askeri sisteme karşı ciddi bir tehdit olmayı
sürdürmeleri üzerine devlet ayaklanmalar katılanları 24 Nisan 1915’de
çıkan kovuşturma emriyle tutuklamaya, cephenin güvenliğini
sağlamak için 27 Mayıs 1915’de Sevk ve İsyan Kararı çıkararak
uygulamış ve Doğu Anadolu başta olmak üzere birçok bölgeden
Ermeniler, devletin gözetim ve uygulaması altında güneyde bulunan
Urfa, Musul ve Suriye bölgelerine göç ettirilmişlerdir. Savaşın
getirdiği olumsuz koşullar ve güvenlik nedeniyle bütün tarih boyunca
bir çok devletin yaptığı bu uygulama ve devamında meydana gelen
gelişmeler, bugüne asılsız iddialara neden olmakta ve Türkiye’yi
haksız ithamlara muhatap etmektedir.
Ermenilerin yaptıklarını görmezlikten gelen ve geleneksel
Türkiye karşıtı politikalarını sürdüren Batı Dünyası, bu konuları
istismar etmekten geri kalmamış, Ermenilerin asılsız ve maksatlı
tezlerini kendi emelleriyle de birleştirerek insanlık suçu olan
teröre göz yummuşlardır. I. Dünya savaşının kaybedilmesi ile
devlet otoritesinin kalmadığı Anadolu’da Ermeniler, yine Türk
halkına başta Doğu Anadolu başta olmak üzere bir çok terör ve
yıldırma
hareketlerine
girişmişler,
Mondros
Ateşkes
Antlaşmasının ilgili maddesine dayanarak Ermenistan sınırlarının
genişletme için bu zararlı cemiyetlerin faaliyetleri devam etmiştir.
C– YAHUDİLERİN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ
Kendilerine her felaketli dönemde kucak açan Türklere karşı
Yahudilerin bir bölümü dost davranmamış, onlarda Rumlarla işbirliği
yapmışlardır. İstanbul’daki Hahamhane, Patrikhane ile çalışmayı
prensip olarak kabul etmiş ve barış konferansına verilmek üzere adı
geçen müessese ile birlikte muhtıra hazırlamaya başlamıştı.. Yahudiler
kendi ideallerindeki Filistin toprakları artık İtilaf Devletlerinin
egemenliği altında olduğu için toprak Osmanlı Devletinden toprak
talebinde bulunmuyorlar, ancak Anadolu ve İstanbul’daki ve ticari ve
ekonomik çıkarları doğrultusunda faaliyetlerini, kurdukları Makabi ve
88
İstanbullu Yahudi Gençliğinin katıldığı Alyans İsrailit örgütleri
vasıtasıyla sürdürmek istemişlerdir.
D – MİLLİ VARLIĞA ZARARLI CEMİYETLER
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ülkede bulunun
aydınlar, değişik etnik grupların liderleri, devlet adamları ve
siyasetçiler arasında ülkenin geleceğine ilişkin farklı görüşler ortaya
çıkmış, bu görüşler ve mevcut ortamın uygunluğu dolayısıyla değişik
örgütler kurarak kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalıştılar. Bu
örgütlenmelerin içinde Milli Mücadele ve ulusal birliğe zararlı olan
cemiyetler, ülkenin geleceğine ilişkin olumsuz kararlar vermişlerdir.
Bu cemiyetler, Osmanlı saltanat ve hilafetinin devamı için büyük
devletlerin mandasını isteyip, onlarla işbirliği gerektiğini
savunabiliyorlar, ülkede otoritenin kalmadığını görerek ülkenin belli
bir bölgesinde yeni bir devlet kurulmasını talep edebiliyorlardı. Bu
cemiyetler içinde ön planda olanlar şunlardır ;
Da - İngiliz Muhipler Cemiyeti
Özellikle Osmanlı hükümetindeki ileri gelen devlet adamları,
İngiltere’nin gelecekteki hakim devlet olarak Osmanlı ülkesini
koruyabileceği ve İngiliz Mandasının ülkenin geleceğini kurtaracağına
inanıyor, bu çerçevede örgütlenerek İngilizlere seslerini
duyurabileceklerini düşünüyorlardı.Bu düşüncede bulunanlar İngiliz
Muhipler(Sevenler) Cemiyetini kurarak üye sayısını ülke genelinde
arttırmaya çalıştılar. Bu cemiyetin kurucu üyesi ve destekçisi olan
Damat Ferit Paşa 30 Mart 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliğine
sunduğu rapor ve proje ile resmen himaye talebimde bulundu. İlginç
olan İngiliz hükümeti bu talebi ciddiye almamış, Osmanlı Devletinin
İngiltere himayesine girmesine sıcak bakmamışlardır. Durum böyle
iken Osmanlı Hükümet temsilcileri isteklerine devam etmişlerdir. Bu
cemiyet Anadolu’daki milli dava hareketine de karşı olmuş, bu
hareketin ülkeyi daha da güç şartlara düşüreceğini söylemişlerdir. Bu
anlayışa bağlı olarak milli davaya Anadolu’daki karşıt fikirleri
harekete geçirmek,ulusal bilinci yok etmeye çalışmak, yabancı
devletlerin işe karışmasını sağlamak cemiyetin hedefleri arasında
olmuştur.
89
Db – Wilson Prensipleri Cemiyeti
Bu cemiyete özellikle tek kurtuluş yolunun manda ve himaye
anlayışında olduğunu savunanlar üye olmuşlar, İngiltere ile geçmişteki
ilişkilerin olumsuz olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri ile tarihi
süreç içinde herhangi bir sorun olmadığını, Wilson prensiplerinin
ülkenin geleceği açısından olumlu olabileceği görüşünü taşıyan kişiler
üye olmuş ve özellikle aydınlar katılmışlardır. Ayrıca cemiyet üyeleri
cemiyetin amaçlarını içeren birde belge ve muhtırayı A.B.D. başkanı
Wilson’a göndererek, bu ülkenin kendilerin himaye etmesine kapı
aralamışlardır. Fakat A.B.D.’nin kendi ülkesindeki Ermenilerin
girişimleriyle Ermenilerin lehine yaptıkları faaliyetler ve aldıkları
kararlar cemiyeti etkilemiş, üyeler özellikle Sivas Kongresinde
Atatürk’ün görüşlerine karşı çaba sarf etmişlerdir.
Dc – Sulh ve Selamet-i Osmaniye Cemiyeti
Bu cemiyette tamamen halife ve Osmanlı Saltanatın devam
etmesini gerektiğini savunan ülkenin geleceğinin buna bağlı olduğunu
iddia eden bu cemiyet pek etkili olamasa da amaçları ve kitlelere
verdiği mesajlar bakımından ulusal davayı kabul etmemiş, İslâm Teali
gibi cemiyetlerle de İstanbul ve Anadolu’nun bir çok yerinde işbirliği
ve ortak faaliyetlerde bulunmuştur. Bu örgütün üyeleri arasında kabine
üyelerini ve askerlerin bulunması da mücadelenin öneminin
anlaşılması açısından dikkat çekicidir.
Dd- Kürt Teali Cemiyeti
Osmanlı Meclis–Mebusan üyesi olan Seyit Abdülkadir
tarafından kurulan bu cemiyet Wilson prensiplerine göre Kürdistan
devletinin kurulmasını, özellikle güney ve doğu Anadolu’da
İngiltere’nin ciddi bir şekilde desteklediği “Kürtçülük” hareketini
destekleyerek, milli davaya zararlı faaliyetlerde bulunmuştur.
İstanbul’da kurulan cemiyet güney ve doğu Anadolu’da şubeler
kurarak faaliyetini sürdürmüş, Paris Barış Konferansında Mart
1919’da İngiltere’nin desteğinde bir muhtıra sunarak, bölgeye ait birde
kürdistan haritası sunmuşlardır. Yine aynı konferansta, Ermenilerle
işbirliği içeren karar ve ikili antlaşmaları yapması bu cemiyetin
ayrılıkçı karakteri hakkında tarihsel bilgileri vermiştir. Fakat
bölgedeki halkın bu harekete destek vermemesi ve İngiltere’nin bu
oyununu görmesi ve Milli Mücadele döneminde tüm ülkeyle beraber
hareket etmesi bu cemiyetin ayrıklıkçı karakteri dolayısıyla etkili
olamadığını göstermiştir.
90
De – Teali-i İslâm Cemiyeti
Teali-i İslâm Cemiyeti kuruluş bildirisinde de görüldüğü gibi
kesin çizgilerle Hilafetçi bir karakter taşımakta, ümmetçi bir siyasi ve
ideoloji oluşumu desteklemektedir. İstanbul’da kurulmasına rağmen
örgütlenmesinin Anadolu’da yaygınlaştırarak özellikle Padişah ve
Halifenin haricinde izlenecek yolu dinsel duyguları da kullanarak
reddetmişler, İstanbul’da hükümeti elinde bulunduran “Hürriyet ve
İtilaf Fırkasının” paralelinde propaganda yaparak T.B.M.M.’ne karşı
ayaklanmalarda öncü olmuştur. Ulemanın ve medresenin desteğini
sağladığı için bu cemiyet, yeni kurulan Türk Devletinin şeklinin dinen
uygun bir oluşum olmadığını da ifade ederek siyasal olarak karşısında
olduğunu açıkça söylemiştir. Cemiyet özellikle, propagandalarında
eski hükümeti temsil eden İttihat ve Terakki Partine karşı yoğun
suçlamalarda bulunmuş, suçlamalarında bu siyasal oluşumların dine
karşı olduğunu, benzeri yapısının yeni kurulan Anadolu’daki Milli
Hükümette de bulunduğunu belirtmiş, bu davayı destekleyenleri de
suçlama yoluna gitmiştir.
E– MİLLİ CEMİYETLER
Ülkenin içinde bulunduğu durum ve Osmanlı Devlet
otoritesinin kalmaması, ulusun kendi geleceğini kendisinin vereceği
kararlar ve uygulamalarla sağlayacağı gerçeğini ortaya çıkartmış,
bununda örgütlü ve ulusal birliği sağlama alanında faaliyetlerin
yoğunlaşmasını doğurmuştur. Türklerde var olan teşkilatlanma ve yeni
bir devlet örgütlenmesi geleneği tarihi süreç içinde yeniden oluşacak
ve bir liderin etrafında toplanarak ulus geleceğine sahip çıkacak ve
Türk inkılâbının aksiyon devresi, Bağımsızlık Savaşı adı verilen
silahlı mücadele dönemi başlayacaktı. Bunun ilk aşaması olarak bütün
zor koşullarda bile olsa örgütlenme faaliyetleri başlamış, örgütlenme
silahsız sivil toplum örgütleri şeklinde olurken, işgal bölgelerinin belli
yerlerinde ise silahlı örgütler olan ve “Kuvay-ı Milliye” adı verilen
direniş örgütleri şeklinde olmuş ve milli direniş hareketinin
başlamasına öncülük etmiştir. Bu örgütlenme biçimi ve hedefi sadece
işgale karşı değil, Osmanlı Hükümetlerinin uygulamalarına karşıda
ihtilal şeklinde gelişmiştir. Kurulan cemiyetler bölgesel olarak milli
mücadelenin altyapısını oluşturarak, daha sonra Mustafa Kemal
Paşanın liderliğini üstleneceği Milli Devletin kuruluşuna da zemin
hazırlamışlardır.
91
Ea - Milli Kongre Cemiyeti
Türkçülük fikrini ve Türk milliyet5çiliğinin hareketini
benimseyen Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti üyeleri tarafından 29
Kasım 1918’de İstanbul’da kurulmuştur. Bir çeşit dernekler
konfederasyonu oluşturmak isteyen cemiyet İstanbul’daki özellikle
genç ve milli davayı destekleyen gruplar üzerinde etkili olmuş, zaman
zaman eski İttihatçı gruplarla da işbirliği yapmıştır. Cemiyetin etkili
olduğu bölgenin özellikle İstanbul olması, bu bölgenin asılsız
iddialarda olduğu gibi başka etnik grupların değil, tam tersine
Türklerin hakim olduğu gerçeğini basın yayın ve propaganda
yöntemleriyle anlatmaları etkili olmuş, özellikle İstanbul’daki milli
heyecanı arttırmıştır. Cemiyet sadece ülkedeki Türkiye’deki Türklerin
değil bütün dünyadaki Türklerin asılsız ve haksız ithamlara maruz
kaldığını yabancı dillerle yayınlarla değişik eserlerle anlatmışlardır.
Milli Kongre Cemiyeti, son Osmanlı Parlamentosunda kabul edilen
Misak-ı Milli kararlarının fikir bakımından katkıda bulunmuştur.
Eb – Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuku Heyeti Osmaniye
Cemiyeti
Edirne merkezli olarak kurulan bu cemiyet, savaştan sonra bu
bölgenin Yunan işgaline ihtimaline karşı 2 Aralık 1918’de
kurulmuştur. Cemiyetin amaçları; Trakya Türklerinin haklarını her
alanda korumak ve bu bölgenin işgal edilmesinin haksız gerekçelerini
bütün dünyaya duyurmak, Trakya’nın Osmanlı topraklarından
koparılmasına engel olmak, ancak bu olmazsa Doğu ve Trakya’yı
içine alan bağımsız bir devlet kurmak olmuştur. Cemiyetin, bu
amaçları doğrultusunda davasını kamuoyuna duyurmak amacıyla
“Yeni Edirne” ve “Ahali” adlı iki gazete yayınlanmıştır. Cemiyet,
Nisan 1920’de Lüleburgaz’da, 9 Mayıs 1920’de de Edirne’de
kongreler düzenlenmiştir. Son Osmanlı Parlamentosuna ve Ankara’da
açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne milli davayı destekleyen
üyeler göndermeyi de başaran bu cemiyetin Milli Davaya büyük
katkısı olmuştur.
Ec – İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti
Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İzmir ve çevresinin
Yunanlılara verileceği ortaya çıkamaya başlayınca, İzmir valisi
Nurettin Paşanın girişimleriyle 2 Aralık 1918’de bölgenin işgale karşı
savunulması ve işgale fırsat verilmememsi için kuruldu. 19 Mart
1919’da İzmir Kongresini yaparak halkı bilinçlendirmeye çalışıldı,
92
aynı kongrede bir düşman işgaline karşı silahlı direniş kararı alındı.
Nurettin Paşa bu girişimlerinden sonra Osmanlı Hükümeti tarafından
İngilizlerin baskısı ile görevden alındı. Cemiyetin faaliyetlerinin bu
gelişmeden sonra azaldığı ve İzmir’e vali olarak görevlendirilen vali
İzzet Bey, bu cemiyeti halkın gözünde bozgunculuk ve İttihatçılıkla
suçladı. Yine hükümet temsilcileri işgalin söz konusu olmadığını ve
hükümete güvenilmesi gerektiğini söylediler.
Ed- Müdafaa-i Vatan Cemiyeti (Redd-i İlhak Heyeti
Milliyesi)
Aynı tarihlerde İzmir Türk Ocağında kurulan Müdafaa-i Vatan
Cemiyeti daha sonra adını İzmir’in Yunanistan tarafından işgalinden
bir gün önce adını Redd-i İlhak (Yunanistan’a katılmayı red) olarak
değiştirdi. Bütün bölgedeki müdafaa cemiyetleriyle bağlantı kurarak
İzmir ve çevresinin işgaline karşı halkın galeyana gelmesini sağladı ve
böylece bölgede savaşın sonuna kadar devam edecek şiddetli direnişe
büyük katkısı oldu. Olağanüstü Kongreler topladı, protesto mitingleri
düzenledi, Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerinin toplanmasını sağladı,
İzmir’in işgali öncesinde Bahri Baba parkında büyük bir eylem için
toplantıya çağrıldı.
Ee - Kilikyalılar Cemiyeti
Çukurova ve çevresinin işgal ve istismarına karşı 21 Aralık
1918’de İstanbul’da Kurulan bu cemiyet, bu bölgenin Osmanlı
devletine ait olduğu ve bölgenin ve Türk ve Müslüman halkın
çoğunlukta bulunduğunu basın yayın ve propaganda yöntemi ile
belirtmiştir. Ali Fuat Paşanın kurduğu cemiyet yeterli faaliyette
bulunmamasına rağmen Milli Davayı desteklemiştir.
Ef - Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Milli Mücadelede önemli bir yeri olan bu cemiyet, Doğu
Anadolu bölgesinin Mondros Ateşkes Antlaşmasına göre tasarlanan
Ermenistan ve Kürdistan gibi yeni oluşumlara karşı, Erzurumlu Raif
Hoca ile Diyarbakırlı Süleyman Nazif Bey tarafından 4 Aralık
1918’de İstanbul’da kurulmuş, daha sonra 1919’da Mart ayında
Erzurum’da şube açarak faaliyet alanını Doğu Anadolu’ya
kaydırmıştır. Bölge halkını aydınlatmak ve bilinçlendirmek amacıyla
“Albayrak” adlı gazete çıkartmıştır. Milli davanın önemli kişilerinden
olan Kazım Karabekir Paşanın, 3 Mayıs 1919’da Erzurum’a atanması
93
ve cemiyetin faaliyetlerine destek vermesi ile cemiyetin faaliyetleri
arttı. 17 Haziran 1919’da Erzurum’da vilayet Kongresi tertip ettiler ve
Milli Mücadelenin örgütlenmesinde önemli bir aşama olan Erzurum
Kongresinin toplanmasını Trabzon Muhafaza- i Hukuk Cemiyeti ile
birlikte tertip etmişlerdir. Cemiyet, özellikle bu bölgenin Ermeni
iddialarının aksine, Türk ve Müslüman halkın çoğunluğa sahip
olduğu, koparılmak istenen ve ayrı bir halk olarak değerlendirilen
Kürt kökenli insanların milli bütünlüğün ve bölgenin ayrılmaz bir
parçası olduğu ile ilgili bilimsel ve kültürel faaliyetleri yapmışlar ve
Milli mücadelenin bölgede hızlanmasına destek olmuşlardır.
Eg – Trabzon Muhafaza-i Hukuk- u Milliye Cemiyeti
Mondros antlaşmasından sonra halkın cemiyetler halinde
örgütlenmesine Doğu Karadeniz dede başlandı. 1919 ocak ayında
kurulan ve bölgedeki Rum çetelerine karşı mücadele edilmesinin
teşvik etmişler, bölgenin ulusal bilinçlenmesine büyük katkıda
bulunmuştur. Cemiyetin başkanlığını Barutçu zade Ahmet Hoca
yapıyordu. Çıkardıkları “İstiklâl” adlı gazete ile Rum ve Ermeni
iddialarının ne kadar tutarsız olduğunu Türk halkına ve dünyaya
duyuruyorlardı. Cemiyet Karadeniz’in ücra köşelerine kadar
örgütlendi. Erzurum Kongresinde de aktif rol oynayarak bölgenin
savunulmasında önemli rol oynadı.
Eh– Kars Milli İslâm Şurası ve Güney Batı Kafkasya
Geçici Hükümeti
Mondros’tan sonra Kars, Ardahan ve Batum illerinde işgalin
başlayacağı endişesi artmıştı. Bu illerin Brest Litovsk Barışına göre
Osmanlı Devletine teslim edilmesine rağmen, Ermenistan’a
bağlanacağı özellikle İngiltere’nin uygulamak istediği bir plandı.
Böyle bir durum da gelişebilecek olan olumsuzlukları çok iyi sezen
Yakup Şevki Paşanın teşviki ve teşebbüsleriyle Türkler, 5 Kasım
1919’da “Kars İslam Şurası” adıyla bir cemiyet kurdular.14 Kasım
1918’de toplanan kongrenin ardından 30 Kasım 1918’de “Büyük Kars
Kongresi” ni topladılar. Bu kongreden sonra “Milli İslâm Şurası
Hükümeti” topladılar. Milli Şura Hükümeti Batum’da çıkardığı “Sadayı Millet” adlı gazete ile tüm yöre halkına ve dünyaya davalarının ve
yanlış yönlendirmelerin tutarsızlığını açıklamaya çalıştılar. Daha sonra
17-18 Ocak 1919’daki ikinci büyük kongrede hükümetin yeni adı
“Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti” adını aldı. Hükümetin bayrağı
Türk Bayrağı olan hükümet başkanı Cihangir zade İbrahim Bey idi.
Bu teşkilatlanma ile yöredeki Gürcü ve Ermeni tehditleri geri
94
püskürtüldü ise de Nisan 1919’da Kars’a giren İngiliz kuvvetleri
durdurulamayarak, bölge işgal altına girmiştir. Bu cemiyet ve
oluşturulan hükümet bölgedeki milli bilinci üst seviyede tutmuştur.
Anadolu’nun her köşesinde bu çeşit başlayan örgütlenme
halkın milli şuurunun artmasına yol açtığı gibi, işgallere karşı
başlayan silahlı mücadele de ulusal kurtuluş savaşını
başlatacaktır. Ayrıca Türk halkı kendine dayatılmak istenen ve
kendi iradesini yansıtmayan çözümleri kabul etmeyecek, tarihi
hafızası ona, Osmanlı Devletinin icra kabiliyetinin kalmadığını ve
yeni bir devletin oluşması gerektiğini, bunun yollunun da milli
egemenlik anlayışıyla topyekün mücadelede olduğunu, silahlı
mücadele yapmadan haklarını savunamayacağını göstermiştir. Bu
bilinç, Türk milletini yeni bir yapılanmaya ve Türk inkılâbını
yaratmaya yönlendirecektir.
95
ÖZET
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Osmanlı
Hükümeti siyasi otoritesini kaybetmiş, yönetme gücü İstanbul da
dahil olmak üzere iyice azalmıştır. İstanbul’un işgal devletleri
tarafından kontrol altına alınmasından sonra Osmanlı ülkesinde
yaşayan ve ortamı müsait gören Ermeni, Rum ve Yahudi kökenli
azınlıklar İtilaf Devletlerinin çıkarlarına uygun olarak kendi
talepleri doğrultusunda örgütlenmişlerdir.
Bu örgütlenmelerde temel amaç kendine yakın olan
devletlerinin Türk topraklarını paylaşmasının yasal altyapısını ve
kamuoyunu oluşturmaktır. Özellikle Wilson Prensipleri
çerçevesinde bağımsızlık isteyen bu azınlık örgütlenmesi son
derece etkili olmuş, özellikle İngiltere, Yunanistan, Ermenistan ve
Fransa bu örgütlenmeleri açık veya gizli olarak desteklemiştir.
Aynı şekilde ülkenin hakim unsuru olan Türk ve
Müslüman halkta bu otorite boşluğunun etkisi ile örgütlenmiştir.
Çünkü Osmanlı Devleti ülkenin geleceğine ilişkin artık siyasi
iradesini kullanamadığı ortaya çıkmıştır. Özellikle işgal bu
gerçeği Türk ve Müslüman halka göstermiştir. Bu durum
karşısında yeni başlayan Kuvay-ı Milliye Hareketi ilk ciddi
örgütlenme biçimidir. İşgaller karşısında güney, batı ve kuzey
bölgelerinde başlayan silahlı direniş hareketi hem halk üzerine
direniş ruhunu uyandıracak hemde milli davayı destekleyen
cemiyetlerin faaliyetlerini destekleyecektir.
Bunun yanında Osmanlı otoritesinin devamını faydalı
gören, yabancıların işgali karşısında eylem yapılmasını zararlı
gelişmeler yol açacağını düşünen, Osmanlı padişahı ve halifelik
makamının güçlendirilerek bu durumdan kurtulmanın mümkün
olduğunu savunan ve bu özelliği ile Milli Davayı engellemeye
çalışan bir örgütlenme hareketi de görülmektedir.
96
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası Türk toplumu ve ülkesi
açısından bakıldığında
içinde bulunulan durum için
seçeneklerden hangisinin doğru olduğu savunulamaz?
a) Osmanlı Devlet otoritesi kalmamıştır.
b) İtilaf Devletleri Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Türklerin
haklarını Wilson prensiplerine
uygun olarak savunmak
istemektedirler.
c) Azınlıklar ülkenin bölünmesini hedefleyen örgütlenme faaliyetleri
içindedirler.
d) Osmanlı yöneticileri işgale karşı toplumsal tepkileri dikkate
almamışlardır.
e) Türkler işgaller karşısında sessiz kalmayarak direniş örgütleri
oluşturmuşlardır.
2- Azınlıkların kurdukları cemiyetler
seçeneklerden hangisi bulunmaz?
a) Mavri Mira Cemiyeti
b) Pontus Rum Cemiyeti
c) Kilikyalılar Cemiyeti
d) Taşnaksutyun Cemiyeti
e) Makabi Cemiyeti
arasında
verilen
3- Milli bütünlüğe zararlı olan cemiyetler içinde aşağıdaki verilen
seçeneklerden hangisi gösterilebilir?
a) Wilson Prensipleri Cemiyeti
b) Doğu Anadolu Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti
c) Trakya Paşaeli Cemiyeti
d) Redd-i İlhak Cemiyeti
e) Kilikyalılar Cemiyeti
97
4- Trabzon ve çevresinde oluşturulan Kuvay-ı Milliye örgütleri ve
Milli Cemiyetler hangi azınlık unsurlarının zararlı faaliyetlerine
engel olmak için kurulmuşlardır ?
a)
Ermeniler
b)
Sırplar
c)
Bulgarlar
d)
Rumlar
e)
Yahudiler
5- Osmanlı döneminde ve Milli Mücadele Döneminde ortaya
çıkan ve günümüze kadar devam eden bir sorun olan Ermeni
Sorunu ve gelişmeler için aşağıdaki seçeneklerden hangisi
söylenemez?
a) Ermeniler özellikle Rusya ve Batılı Devletler tarafından çıkarlarına
uygun olarak kullanılmışlardır.
b) Ermeniler özellikle devletin otoritesinin kalmadığı dönemlerde
ayrılıkçı faaliyetlerde bulunmuşlardır.
c) Milliyetçilik hareketleri Ermenileri etkilemişlerdir.
d) Ermeni Sorunu ilk kez 1923 Lozan Barış Konferansında ile
uluslararası bir konu haline gelmiştir.
e) Ermeniler özellikle Batı kamuoyunu asılsız iddialarla günümüzde
de etkilemeyi bir geleneksel politika haline getirmişlerdir.
98
VII. ÜNİTE
MUSTAFA KEMAL PAŞANIN
FAALİYETLERİ ve ULUSAL
ÖRGÜTLENMENİN BAŞLAMASI
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Milli Mücadelenin lideri olan Mustafa Kemal Paşanın liderlik
özellikleri ve Türk
halkının bu lideri kabullenmesinin
sebepleri nelerdir? Tartışınız.
* Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’ya geçme sebepleri nelerdir?
Mücadeleye niçin Anadolu’da devam etmek istemiştir? *
Amasya Genelgesinin içeriği, amaçları ve sonuçları nelerdir?
Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur? Araştırınız.
* Erzurum Kongresinin içeriği, sonuçları ve Milli Mücadeleye
katkıları neler olmuştur? Araştırınız.
* Sivas Kongresinin kararları, sonuçları ve Milli Mücadeleye
katkıları neler olmuştur? Amasya Görüşmelerinin Milli
Mücadele açısından önemi nedir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede Milli Mücadelenin Anadolu’da başlaması ve
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki milli mücadele hareketini
yönlendirmesi, genelgeler ve kongrelerin yapılarak işgaller ve
ülkenin sahipsizliği karşısında ulusal birliğin sağlanmasının
aşamaları
incelenecek, ulusal örgütlenmenin başlaması
kavranılacaktır.
Milli Mücadelenin aşamasında Anadolu’nun gösterdiği her
düzeyde tepkilerin ve artık İstanbul’daki devletlerinin ülkeye ve
halka sahip çıkamayacağının anlaşıldığına dikkat ediniz. Bu
otorite boşluğunun yeni bir Türk devletinin temellerini attığını
gözden kaçırmayınız. Mustafa Kemal’in liderlik yeteneğinin halk
tarafından büyük oranda desteklendiğini, ayrıca sadece askeri
alanda değil siyasi olarak ta bir lider özelliğini taşıdığını ve
önderin inkılâp hareketinin aksiyon döneminde başa geçtiği ne
dikkat edininiz.
99
VII. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 İşgaller

Karşısında
Osmanlı
Hükümetinin Tutumu
Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’ya
Geçmesi
Amasya Genelgesi
Erzurum Kongresi
Batı Anadolu’da Yapılan Milli Kongreler
Sivas Kongresi
Amasya Görüşmeleri
Temsil Heyetinin Ankara’ya Gelmesi
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları








100
1. İŞGALLER KARŞISINDA OSMANLI
HÜKÜMETİNİN TUTUMU
Osmanlı Hükümetleri Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra,
özellikle İttihat ve Terakki Partisinden sonra iktidara gelen Hürriyet ve
İtilaf Fırkasının(Partisinin) elinde kalmış ve hükümet iradesi ağırlıklı
olarak Padişahın ve ona bağlı sadrazamların denetiminde kalmıştır.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ilk iş olarak Osmanlı Devletini savaşa
sokmakla suçlu gördüğü İttihat ve Terakki Partisinin aleyhine
kampanya, soruşturma ve İtilaf Devletlerinin iddialarına dayanarak
haksız tutuklama ve mahkemeler yaparak gerçek görevlerini
yapmamışlar, Türk halkına karşı yapılan baskı ve işgallere karşı
direnecekleri ve devletin saygınlığını koruyacakları yerde Türk
tarihine olumsuz ve yakışmayacak sayfalar eklenişlerdir.
Osmanlı yöneticileri zaman zaman bazı kabineler döneminde
Milli mücadeleye karşı olmamışlarsa da özellikle İngiltere’ye
yakınlığı ile bilinen Damat Ferit Paşa Kabineleri her dönemlerinde
ulusal harekete karşı gelmişler, bu harekete karşı Osmanlı Padişahının
da desteğini alarak birçok faaliyetleri, yapmışlar İtilaf Devletlerinin
çıkarlarına uygun politika takip etmişlerdir. Türk İnkılâbının eylem
aşaması olarak kabul edilen Milli Mücadele Dönemi Osmanlı
Hükümetinin bu tutumu sebebiyle sisteme karşı bir ihtilal niteliği
özelliği de taşır.
2- MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ANADOLU’YA
GEÇMESİ
Mustafa Kemal Paşa daha öncede ifade edildiği gibi Birinci
Dünya Savaşında önemli başarılar göstermiş, aldığı görevler ve
mesleki başarıları dolayısıyla devlet üzerinde etkili olan bir
komutan haline gelmişti. Okul yıllarından bu yana inkılâpçı
kişiliği ve ülkenin geleceğine ilişkin görüşleri ile gelecekteki
faaliyetleri için ipucu veriyordu. Ayrıca Osmanlı siyasi tarihinin
son dönemlerini kapsayan II. Meşrutiyet Döneminin hakim siyasi
partisi olan İttihat ve Terakki Partisinin içinde aktif rol
oynamaması ve İttihat ve Terakki’nin hükümet politikalarına ters
düşerek ayrı kalması, I. Dünya Savaşı sonrası kendisinin liderlik
rolünde etkili olan etkenlerdir.
101
Atatürk, özellikle askerlik mesleğinde zaferler kazanmış bir
komutan ve sözüne güvenilir bir kahraman olarak Türk halkı
tarafından I. Dünya Savaşı sırasında tanınmış, savaşın bitiminde
Güney Cephesinde Yıldırım orduları grup komutanı iken de yeni
bir savaşı başlatacak, Kuvay-ı Milliye hareketine silah ve lojistik
desteği verecek kadar teşkilatçı, Osmanlı Devletinin uyguladığı
politikayı eleştirip devletin geleceği için neler yapılacağını rapor
yazarak açıklayacak kadar cesur, Çanakkale Savaşında askerlerin
ön saflarında yer alan ve cephenin içinde savaşı yönetecek kadar
gözüpek bir asker ve devlet adamıydı.
I. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’a gelerek ülkenin
geleceğine ilişkin, hükümetin uygulamalarını eleştirmeye
başlamış, hükümetin daha aktif faaliyette bulunmasını istemiş,
içinde kendinin de yer alacağı yeni bir hükümet kurulmasını
istemiştir. Ancak bütün girişimleri sonrasında İstanbul’da
ülkenin geleceğine ilişkin bir şeylerin yapılamayacağını ve
Anadolu’da yeni bir oluşuma gerek olduğunu anlamıştı. İstanbul
da güvendiği arkadaşları ve genç subaylarla temas ederek
gelecekteki dava arkadaşlarının fikir ve düşüncelerini almıştır.
Padişahla, veliaht iken oluşan arkadaşlığını kullanarak
ülkenin sorunları ve geleceği hakkında bilgi ve öneriler götürdü.
Fakat bu girişimleri, işgal altında bir başkent ve kendi siyasi
geleceklerini düşünen bir kadro ile olmayacağını anlamaktan
başka bir şey kazandırmadı.
Doğu Karadeniz’deki gerginliklerin önlenmesi için bölgeye
gönderilmesi için Mustafa Kemal’in seçilmesi onun işini kolaylaştırdı,
30 Nisan 1919’da padişahın emriyle IX. Ordu müfettişliğine tayin
edildi. Kendisinin de isteğine uyularak hem askeri, hemde mülki
yetkilerle donatılan Mustafa Kemal Paşanın görevleri kasaca şöyleydi;
* Görev bölgesinde iç huzurun sağlanıp sürekli kılınması
* Silah ve cephanelerin bir an önce toplattırılıp elverişli
depolarda korunması
* Bazı kuruluşlar vatandaşa silah dağıtılıyorsa bunun
yasaklanması ve bu Kuruluşların ortadan kaldırılması
102
19 Mayıs 1919’da Samsuna arkadaşları ile gelen Mustafa
Kemal Paşa, Ordu müfettişliği görevini aksine derhal, ulusal güvenliği
tehtid eden Pontusçu Rumlar ve çeteleri hakkında emri altında
bulunan askeri ve mülki yetkililerden bilgi aldı ve bu örgütlere karşı
gerekli tedbirlerin alınmasını istedi. İstanbul’a gönderdiği 21 Mayıs
1919 tarihli ilk raporunda da bölgede sorun çıkaranların Türkler değil,
Rumlar olduğunu belirtti. Ayrıca İzmir’in Yunanistan tarafından
işgaline karşıda gerekli tedbirlerin alınmasını, ülkenin her yerinde bu
durma karşı her, platformda protesto edilmesini, hükümetten istedi. Bu
girişimleri sonrasında Atatürk, bölge komutanları ile yaptığı yazışma
ve telgraflarla Anadolu’da yeni bir dönemi başlatmıştır.
Bu durumda Samsunda bulunan İngiliz Garnizonunun
Atatürk’ün faaliyetlerine uzun süre izin vermeyebileceği düşüncesiyle
arkadaşları ile beraber Havza’ya geçildi. Burada yine Yunan işgaline
karşı tepkilerin şiddetlenmesine yönelik şifreli mesajları Anadolu’daki
askeri ve mülki makamlara iletildi. Bölgede ki komutanlara gönderilen
tel mesajları ile ülkenin durumunun ve geleceğinin zor durumda
olduğu ve görev yerlerinde Ermeni, Rum ve diğer çetelere karşı
gerekli askeri ve mülki tedbirleri alınmasını istedi.
3– AMASYA GENELGESİ
Atatürkün bu girişimleri ve görevinin tersine ulusal direnişi
destekleyici askeri ve mülki kararları İngilizlerin dikkatini çekmekte
gecikmedi, Osmanlı hükümetine baskı yaparak görevden alınmasını
ve İstanbul’a çağırılmasını talep ettiler. Bunun üzerine Savunma
Bakanlığı 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşayı İstanbul’a geri
çağırıldı, ancak Mustafa Kemal görevine devam ederek bu çağrıları
geçiştirdi. Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa çalışma arkadaşları
ile beraber Milli davaya birliktelik sağlamak, mücadeleyi
şiddetlendirmek, bir amaç ve ilkeler haline getirmek, milli bir kongre
toplayarak yöntemleri saptamak amacıyla bir genelge yayınladı.
22 Haziran 1919 tarihli olan ve Amasya Genelgesi olarak
tarihe geçen bu genelgenin Mustafa Kemal Paşa bütün mülki ve askeri
yetkililere gönderilmesini istedi. Genelgenin içeriğinde şu maddeler
vardır;
103
1 - Yurdun bütünlüğü, milleti geleceği tehlikededir.
2- İstanbul’daki hükümet, üzerine düşen sorumluluğun gereklerini
yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi
gösteriyor.
3- Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi
kurtaracaktır.
4- Milletin durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve
haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü
etkiden ve denetimden bağımsız milli bir kurulun varlığı
gereklidir.
5- Anadolu’nun her yönden en güvenli yeti olan Sivas’ta milli bir
kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün illerin sancağından, halkın güvenini
kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere
hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7 - Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu
iş, milli bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlerde
kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8- Doğu illeri adına 10 Temmuzda 1919 Erzurum’da bir kongre
toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas’a
ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas’ta
yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar.
Genelgenin Milli Mücadele Tarihi açısından önemi şu şekilde
özetlenebilir;
Genelgeyi bu kadar üst düzeyde askeri ve sivil yetkilinin
imzalaması, genelgede ülke sorunlarına Osmanlı hükümetinin
çözüm üretemediği ve milletin kendi geleceğini belirleyeceği ifade
edilmesi, bir ihtilal hareketine meşruluk kazandırılıyordu.
Genelge, aynı zamanda halkın gelişmeler karşısında en üst
düzeyde tepkisi idi. Genelge diğer açıdan, Milli mücadelenin
açıkça başladığını ve hazırlık aşamasına geçildiğini, ilk kez yeni
bir oluşuma gidileceğini belirtmesi açısından önemli bir tarihi
süreci belirten belge olmuştur. Kurtuluş savaşının temel dayanağı
ve gerekçesi vurgulanmış, yapılacak faaliyetlere ilk çerçeve
hazırlanmıştır.
104
Genelgenin yayınlanması ve Mustafa Kemal Paşanın
genelgeye öncülük etmesi İstanbul hükümetinin tutumunu
sertleştirmesine, onun görevine son verilmesine sebep olmuştur. XI
Kolordu Komutanlığını yapan Kazım Karabekir Paşaya Ordu
müfettişliği görevi verilmiş ve Mustafa kemal yeniden İstanbul’a
çağırılmıştır. Ayrıca Elazığ’daki Vali Ali Galip ve adamlarına Mustafa
Kemal’in görevinden azledildiği için tutuklanması ve Sivas
Kongresinin meşru olmadığı gerekçesi ile dağıtılması yönünde emirler
verilerek İstanbul hükümeti resmen bu ihtilal hareketine karşı
olduğunu açıkça belirtmiş oldu. Mustafa kemal Paşa, bu durum
karşısında 8 Temmuz 1919’da askerlik görevinden istifa ederek,
Osmanlı Devletiyle olan bağlarını kopardı.
105
Bu hareketi, halkın ve komutanların gözünde onu gerçek
bir lider ve kahraman haline getirdi. Halbuki O, Çanakkale,
Trablusgarb, Güney ve Doğu Anadolu’da , Suriye Cephelerinde
üstün askerlik, yönetici, liderlik özelliklerini kabul ettirmiş bir
komutan olarak Anadolu’nun saygı ve güvenini kazanmış, vatanın
içinde bulunduğu durumu üstün ikna yeteneği ile Anadolu’nun
asker ve sivil yöneticilerine anlatmış ve birlikte mücadelenin
kaçınılmaz olduğuna onları inandırmıştı. Verdiği karardan
dönmemek ve her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek,
O’nun ödün vermez kişiliğinin en güçlü yanını oluşturuyordu.
Dava arkadaşları Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey onun
sonuna kadar destekçisi olduklarını bildirdiler. Kazım Karabekir Paşa
askeri selamlamadan sonra “Ben ve kolordum emrindeyiz, Paşam. Ne
emirleriniz varsa ifayı bir şeref sayarım.” Bu gelişme Atatürkün
hayatındaki önemli anlardan biri idi, hatta Milli Mücadelenin
geleceğine önemli katkıları olmuştu. Aynı şekilde Erzurum Halkı
onun liderlik fonksiyonunu devam ettirecek onurlu ve asil bir karar
alarak ona ve Rauf Bey’e Erzurum delegeliğini vererek, Müdafaa-ı
Hukuk Cemiyetinin teklifi üzerine “Faal Heyet Başkanlığını” vererek
Erzurum Kongresinde aktif hale getirdiler.
4– ERZURUM KONGRESİ
Bütün bu gelişmeler artık Anadolu’da halkın kendi geleceğine
sahip olma bilincinin geliştiğini, Osmanlı otoritesinin iyice
zayıfladığını göstermesi açısından önemli gelişmelerdir. Bu
gelişmeler, Atatürk’ün Erzurum Kongresinden önce ifade ettiği
konuşmanın anlamını da yansıtmaktadır ;
“Büyük bir vatan ve millet davasına atılıyoruz; bütün bir
milletin maddi ve manevi seferberliği, mücadelesi. Böyle muazzam bir
dava gizlice görülemez ve yürütülemez. Millet davası ancak millet
huzurunda görülüp yürütülebilir. Bunun için ortaya çıkmak, bir millet
ferdi olarak çalışmak icap edecektir.”
Erzurum Kongresi bu milli heyecan ve olayların içinde 23
Temmuz 1919’da açıldı. Kongre, Bitlis, Erzurum, Sivas, Trabzon ve
Van’dan gelen toplam 56 delegenin katılımıyla başladı, başkanlığına
Mustafa Kemal’in seçildiği Kongrenin toplanmasına engel olmak
106
isteyen İngiliz Hükümet temsilcisi Yarbay Rawlington’un girişimleri,
Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir Paşanın kararlı tutumu karşısında
başarılı olamadı.
Mustafa Kemal’in yaptığı açılış konuşmasını devamında
yoğun gündemle çalışmalarını 14 günde tamamlayarak milli dava için
önemli ilkelerin yer aldığı Kongre kararlarını 7 Ağustos 1919’da
bildiri olarak ilan ettiler. Erzurum kongresinin kararları, yalnız doğu
illerini değil bütün milletin temel hissiyatını ve hedeflerini
yansıtıyordu;
107
1 - Milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür;
birbirinden ayrılamaz.
2 - Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine
ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin
dağılması halinde millet, birlikte direnecek ve savunacaktır.
3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğin
sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse amacı
gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu
hükümet üyeleri milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre
toplanmamışsa bu seçimi Temsilciler kurulu yapacaktır.
4- Milli Kuvvetleri etken ve milli iradeyi egemen kılmak temel
ilkedir.
5- Hıristiyan azınlıklara siyasi üstünlük ve toplumsal dengemizi
bozacak ayrıcalıklar verilemez.
6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu(Manda ve
Himayecilik) kabul olunamaz.
7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin
Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır.
108
Alınan kararları yürütmek üzere, başkanlığına Mustafa
Kemal’in getirildiği 9 kişilik Temsil Heyeti oluşturuldu. Kongre
mahalli amaçlar doğrultusunda toplanmış, ancak aldığı kararlar
dolayısıyla milli bir kongre olmuştur. Temsil heyeti tarafından
uygulanan kararlar, daha sonraki Sivas Kongresi ve Millet Meclisinin
de temelini oluşturacaktır. Kongre sonucu itibariyle milli davayı
yürütenlerin, milli bir devlet ve hükümet kurma konusundaki niyetleri
ve inançlarını da yansıtmıştır. Türk olan İzmir’in Yunanistan’a
verilmesinin kabul edilmeyeceğinin, silahlı mücadeleye de
başlanılacağı bu kararlarda vurgulanmıştır. Atatürk’ün ifadesiyle Türk
inkılâbının bu aksiyon aşamasında bu kongre tarihi bir önem
taşıyacaktır; “Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya
ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve “Tarih,
bu kongremizi çok az görülebilen bir eser olarak yazacaktır.” dedim.
Kongrenin dağılmasından sonra Mustafa Kemal çevre illerdeki
yetkili kişilere ve ileri gelenlere üyeler aracılığıyla gönderdiği
mektuplarda ülkenin içinde bulunduğu durumu ve tehlikeyi anlattı,
onları milli davaya katılmalarını, ulusal birliğin işbirliğini önemini
belirtti.Ayrıca Mustafa Kemal Erzurum’da yakın arkadaşlarına
zaferden sonra hükümet şeklinin “Cumhuriyet” olacağını söylemiştir.
Bu Atatürk’ün gelecekle ilgili planlamasını önceden yaptığını ve
zafere olan inancının kuvvetli olduğunu, etrafındaki kişileri de buna
motive ettiğini göstermektedir.
5- BATI ANADOLU BÖLGESİNDE YAPILAN MİLLİ
KONGRELER
İzmir’in işgali ile başlayan Yunanistan ve İtalya’nın işgali
genişleme eğilimi içinde olması sebebiyle, İstanbul’daki İzmirli ve
çevre illere mensup kişiler cemiyetler şeklinde örgütlenmişler ama
gerekli işbirliği ve koordinasyonu sağlayamamışlardır. Daha sonra
Balıkesir’de bulunan ve milli davayı des6tekleten Tümen komutanı
Kazım (Özalp) Beyle temasa geçen bu cemiyetler bölgede bütünlüğü
sağlamak ve direnişi arttırmak amacıyla Kongreler topladılar.
5a – Balıkesir Kongresi(26 – 30 Temmuz 1919)
İzmir’in ve Ege bölgesinin işgaliyle gelişen olaylar sonunda
bölge nin milli cemiyetlere mensup üyeleri tarafından, Osmanlı
Hükümetinin tepkisiz kalması üzerine düzenlene ilk kongredir.
“Hareketi Milliye Kongresi” adıyla toplanan bu kongreye
109
Balıkesir,Bandırma,Burhaniye, Edremit,Gönen, Balya, Soma,
Sındırgı, Akhisar, Kırkağaç kazaları ve yöredeki nahiyelerden
temsilciler katılmıştır. Başkanlığını Hacım Muhittin Bey’in yaptığı bu
kongrede yerel kuruluşların hareketlerini birleştirmek amacıyla altı
kişilik Merkez Heyeti oluşturulmuş, bölgede silah altına alınacak ve
mücadele edilecek cepheler kararlaştırılarak bölgede ilk kez üst
seviyede birlik sağlanmıştır.
5b – Alaşehir Kongresi ( 16 – 25 Ağustos 1919 )
Manisa’nın Alaşehir ilçesinde düzenlenen ve Hacım Muhittin
Beyin öncülüğünde oluşturulan kongrede; özellikle Yunan ilerleyişine
sert bir şekilde direniş gösterilmesi, bölgedeki Kuvay-ı Milliye
hareketine cephane ve erzak sağlanması, bunların cephelere
ulaştırılması kararlaştırıldı.Bunu yanı sıra bölgedeki asayişi sağlamak
için resmi kurumlara destek olunması, milli mücadeleye destek
olunması gibi kararlar alınarak uygulanmaya çalışılmıştır. Her iki
kongrede bölgedeki milli direnişe katkıda bulunmuş, fakat bağımsız
oluşumlar seviyesinde kalmıştır.
6 – SİVAS KONGRESİ
Milli Mücadele döneminde ulusal birliğin geniş kapsamlı
olarak sağlandığı, sonuçları itibariyle etkinliğinin yüksek olduğu bir
milli kongre olmuştur. Kongre daha önce oluşan Amasya genelgesi ve
Erzurum kongre karar ve uygulamalarını teyit eden oluşum olarak ta
değerlendirilebilir. Kongrenin toplanmasına Osmanlı Devleti ve İtilaf
Devletlerinin değişik yöntemlerle engel olmak istemesi kongrenin
önemini ve işlevini belirtmektedir. Kongrede diğer bir önemli
gelişmede Mustafa Kemale düşünce ve uygulama açısından
muhalefetin başlaması, özellikle “mandacılık ve himayecilik”
anlayışının geniş çaplı olarak gündeme gelmesidir. Atatürk’ün yakın
çalışma arkadaşların arasında bile “Amerikan Mandası” fikrinin
benimsenmiş olması milli davaya zarar verecek gelişmeler olarak
tarihe geçmiştir. Ayrıca bu anlayışın aydınları bir kısmı tarafından
desteklenmesi, milli hakimiyet, milli meclis, milli hükümet gibi Türk
siyasi hayatına giren temel ilkelerin gelecekteki nesillere aktaracak
olan bu kitle için olumsuz bir sayfa olmuştur.
110
Bu düşünce karşısında Kurtuluş Savaşının parolası olan “Ya
İstiklâl, ya Ölüm” ile milli iradenin sesi benimsenmiştir. Mustafa
Kemal kongrede ayrıca başkanlık sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
4 - 11 Eylül 1919’da çalışmalarını tamamlayan kongre Erzurum
Kongresinde alınan kararlara yakın kararlar aldı. Kongre kararları
basın, yayın ve haberleşme vasıtalarıyla bütün ülkeye ve dünyaya
duyurulmaya çalışılması kararların ve kongrenin önemini vurgular ;
1– Türk toprakları hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür.
2– Kuvay-ı Milliye yi âmil, irade-i milliye yi hakim kılmak
esastır.
3– İşgale uğrayan yurt köşesi hep birlikte savunulacaktır.
4– Azınlıklara denge bozucu ayrıcalıklar verilemez.
5– Ülkemize karşı istila amacı beslemeyen herhangi bir devletin
iktisâdi yardımları memnuniyetle kabul edecektir. Adaletli bir
barışın yapılması millet olarak emelimizdir.
111
6– Milli Meclisin bir an önce toplaması ve milletin geleceğinin bu
meclisin kontrolüne bırakılması gerekmektedir.
7- Milletimizin kendiliğinden oluşturduğu cemiyetler, Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek bir isim ve tek
amaç etrafında birleştirilmiştir.
8- Kongrenin seçtiği Temsil Heyeti, Milli Meclis açılana kadar
vaziyeti idare edecektir.
9- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti köylere kadar
teşkilatlandırılacaktır.
Sonuçları;
Sivas Kongresi, her şeyden milli davaya bütünlük sağlamış,
bundan sonra teşkilatlanma faaliyetleri tek bir merkeze
bağlanmış, kamuoyuna milli davayı tanıtmak üzere “İrade- i
Milliye” adlı gazete çıkarılmış, ülkede hiçbir kuvvetin millet
iradesinden büyük olmadığı belirlenerek, Osmanlı hükümdarı ve
hükümetini buna uyması yolunda bir baskı oluşturulmuş,
milliyetçilik fikri üst seviyede tutulmuş, milli kimlik ve millet olma
anlayışı bu örgütlenmelerle üst seviyeye taşınmıştır.
Kongre sonrası yürütme organı olarak üye sayısı 16’ya
çıkarılan Temsil Heyeti (Heyet- i Temsiliye ), yeni kurulacak Türk
Devletinin hükümet organı olarak çekirdeğini oluşturmuş,önemli
kararlar vererek milli mücadeleye siyasi destek vermiştir. Kongre,
Ali Fuat Paşayı Batı Anadolu Umum Kuvay-ı Milliye
Kumandanlığına atayarak aynı zamanda yürütme yetkisine haiz
olduğunu da göstermiştir.
112
Sivas Kongresinden sonra kongrenin açılmasına engel
olamayan ve muhtıra şeklinde kararlara muhatap olmak zorunda kalan
Osmanlı Hükümetinin başında bulunan Damat Ferit Paşa kabinesi 30
Eylül 1919’da istifa etti. Yerine Anadolu’daki milli davaya ılımlı
bakan Ali Rıza Paşa Kabinesi geçti.
7 – AMASYA GÖRÜŞMELERİ
Bu gelişme Anadolu ile İstanbul hükümetinin mücadelesinde
Milli davanın önemli bir siyasi zaferi olmuştur. Ali Rıza Paşa
Kabinesinin işbaşına gelmesi ile İstanbul’daki hükümetle ilişkiler
düzelmeye başladı. Ali Rıza Paşa kabinesi, Heyet-i Temsiliye ile
yakından görüşmek ve ayrıntılılar üzerinde anlaşmak üzere Bahriye
Nazırı Salih Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi. 20 - 22 Ekim 1919’da
Temsil Heyetinin bulunduğu Amasya’da yapılan görüşmelerde şu
esasları kararlaştırdılar;
113
1 – Hükümetle Milli Teşkilat arasında uyuşma olmuş ve hiçbir
anlaşmazlık yoktur.
2 – Milletvekili seçimi serbest ve müdahalesiz yapılacaktır.
3 – Hükümetin leh ve aleyhinde bir şey yapılmayacaktır.
4 – Sivas Kongresi kararları Mebuslar Meclisince* kabul olunmak
şartıyla esas itibariyle kabul olunacaktır.
5- Millet Meclisinin güvenlikte olmayan İstanbul’da toplanması
uygun değildir.
İstanbul Hükümeti, Amasya görüşmelerini istemekle ve bir
bakanını temsilci olarak göndermekle, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetinin hem varlığını, hem de gücünü tanımış oluyordu.
İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümetinin bu hareketi ile artık Türklere
isteklerini ancak kuvvet zoruyla kabul ettirecekleri, bunun da askeri
işgalin hızlanması ve Yunan kuvvetlerine baskıyı arttırarak, işgal
alanlarını genişletmesi şeklinde uygulanacağı sonucuna vardılar. Bu
arada Ali Rıza Paşa Kabinesi Temsil Heyetiyle imzaladığı
protokollere rağmen anayasal gerekçelerle sözlerini yerine
getirmeyerek, oyalama manevraları yapmaya başladılar. Mebuslar
Meclisinin, Amasya protokolünde İstanbul’da toplanmaması kararı
olmasına rağmen meclisin İstanbul’da toplanması konusunda
ısrarlarını sürdürdü, Mustafa Kemal Paşa bunu istememesine rağmen
milli iradenin işleyişine engel olmamak için buna razı oldu. Yapılan
seçimler neticesinde milletvekilleri seçilmeye başlandı. Mustafa
Kemal Paşa da Erzurum milletvekili seçildi.
8 – TEMSİL HEYETİNİN ANKARA'YA GELMESİ
16 Kasım 1919’da Mustafa Kemal Paşa Anadolu’nun değişik
bölgelerinde görev yapan komutanlarla son durumu değerlendirmeler
yaptılar, komutanlarla verilen ortak kararda Anadolu ve Rumeli
Cemiyetine her yerde yardımcı olunması, Temsil Heyetinin
Anadolu’da kalması, halkın, vatan savunması için nasıl silahlandırılıp
teşkilatlandırılacağı tespit edilerek ilgililere bildirilmiştir. Temsil
Heyeti, önceden tespit edilen Ankara’ya 27 Aralık 1919’da gelmiş,
Ankara bundan sonra hem Milli Mücadelenin siyasi, askeri ve kültürel
merkezi, daha sonrada Yeni Türk devletinin idari ve yönetim merkezi
olmuştur.
114
ÖZET
Osmanlı Hükümetleri Mondros Ateşkes Antlaşmasından
sonra ülkenin geleceğine ilişkin pasif bir tutum izlemeleri ve
taşıdıkları sorumlulukları yerine getirmemeleri üzerine işgale
maruz kalan bölgelerde başlamak üzere şiddetli bir diremiş
hareketi başladı. İşgaller karşısında hükümetin bu pasif
politikaları aydınlar ve vatansever asker ve yöneticileri harekete
geçirdi. Gerek İstanbul gerekse de Anadolu’da değişik siyasal ve
direniş örgütleri kuruldu, bu örgütler yoğun bir mücadeleye
başladılar. Bu hareketlerin belli bir düzen ve ortak hedeflere
yönelik olarak birleştirilmesi için önderlik vazifesini, daha önce
Osmanlı ordusunda üstün başarılar gösteren ve kendisinin
liderlik yeteneğinin halk tarafından kabul gördüğü, Osmanlı
ordusunun üst düzey müfettişi olarak görevlendirilen Mustafa
Kemal Paşa yerine getirecektir.
Ordu müfettişi olarak gönderildiği Karadeniz, doğu ve içi
Anadolu bölgesinde askeri yapıyı da kullanarak kendi gibi
düşünen komutanlarla her aşamada bilinçli bir işbirliğiyle
Osmanlı Hükümeti ve İşgalci güçlere karşı direnişi
örgütleyecektir. Ulusal birliğin sağlanması ve mücadelenin halka
dayandırılması için genelgeler yayınlayacak, bölgesel kongreleri
milli bir anlayışla örgütleyerek düşünce ve siyasal olarak yeni bir
yapılanmanın temellerini oluşturacaktır.
Amasya Genelgesinde ihtilal hareketini başladığı,
mücadelenin şartları ve hedefleri ortaya konacak, Erzurum
Kongresinde bölgenin kitlesel desteği alınacak dayatılan dış
destekli anlayışlar ve çözüm yoları red edilecek( manda ve
himayecilik gibi ) yeni bir devletin kurulacağı açıklanacak, Batı
Anadolu Kongreleri de direnişi bu bölgelerde hızlandıracak, Sivas
Kongresi ile Anadolu da başlayan mücadele de ilk kez birlik
sağlanacak, bütün milli teşkilatlar birleştirilecek tek merkezli hale
getirilecek, icra özelliği taşıyan geçici hükümet kurulacak ( Temsil
Heyeti), Anadolu hareketi İstanbul Hükümeti ve İşgalci güçler
tarafından ilk kez ciddiye alınarak Amasya’da görüşmeler
yapılacaktır. Bütün bu gelişmelerde Mustafa Kemal artık davanın
tartışmasız lideri olacaktır.
115
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Osmanlı
Hükümetlerinin izledikleri politika için aşağıdaki seçeneklerden
hangisi söylenemez?
a) Anadolu’da başlayan direniş hareketine gerekli siyasi desteği
vermişlerdir.
b) İşgalci devletlerin isteklerine yeterli direnci göstermemişlerdir.
c) Toplumsal anlamda birlik ve dayanışmayı sağlayamamışlardır.
d) Anadolu’daki yeni devletin oluşumuna otoritesini kaybetme
düşüncesi ile sürekli karşı gelmişlerdir.
e) Ülkenin geleceğini büyük devletlerin himaye ve desteği ile
korunabileceği
anlayışını
destekleyici
uygulamalarda
bulunmuşlardır.
2- Amasya Genelgesinin içeriği ve sonuçları için seçeneklerden
hangisi söylenemez ?
a) Osmanlı Hükümetinin tutumuna ilk kez yüksek düzeyde Osmanlı
Ordusunun yüksek dereceli subayları tarafından resmi olarak
tepki gösterilmiştir.
b) İlk kez ulusal egemenlik anlayışı vurgulanmış, ülkenin geleceğinde
milletin iradesinin belirleyici olacağı belirtilmiştir.
c) Genelgede milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
d) Genelgeye göre genelgeyi imzalayan askerler “ Temsil Heyetinin”
üyeleri olmaları kabul edilmiştir.
e) Genelgenin yayınlanmasından sonra Osmanlı Hükümeti ile Mustafa
Kemal Paşanın ilişkileri gerginleşmiştir.
3Erzurum Kongresinin kararları arasında seçeneklerden
hangisi bulunmaz?
a) Manda ve Himaye kabul edilemez
b) Yabancılara tanınan siyasi hakların devam etmesi kabul olunur.
c) Azınlıklara siyasi bütünlüğü bozan ayrıcalıklar verilemez.
d) Milli kuvvetleri etkin kılmak esastır.
e) Osmanlı Hükümetini görevini yapmaması halinde yeni bir
hükümet kurulacaktır.
116
4- Batı Anadolu’da yapılan Milli Kongreler hangi ülkenin bölgeyi
işgal eden kuvvetlerine karşı direnişi canlandırmak amacıyla
yapılmıştır?
a) Ermenistan
b) İngiltere
c) Fransa
d) İtalya
e) Yunanistan
5- Sivas Kongresinin sonuçları arasında bulunmayan seçenek
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bütün direniş örgütleri bir çatı altına alınarak ulusal davaya
bütünlük kazandırılmıştır.
b) Yeni bir devletin temelleri atılmış, yürütme görevini yerine getiren
Temsil Heyeti kurularak atamalar ve görevlendirmeler yapılmıştır.
c) İtilaf Devletlerinden Fransa Anadolu’daki Milli davayı kongreden
sonra resmen tanımıştır.
d) Milli kimlik, milli bilinç ve direnişin bütünlüğü kongre kararlarına
yansımış, işgalci ülkelerin temsilcileri Anadolu’daki bu harekete
karşı tedbirleri üst seviyeye çıkarmışlardır.
e) Anadolu’daki milli hareketin iç ve dış kamuoyuna duyurulması
amacıyla ulusal basın kurulmuş, “İrade-i Milliye” gazetesi
çıkarılmıştır.
6– Milli Mücadele Döneminde Anadolu’daki Milli mücadelenin
ilk defa tanındığı ve Osmanlı Meclis-i Mebusanın (Milli Meclisin –
Osmanlı Parlamentosunun) açılmasını İstanbul’daki Osmanlı
Hükümetinin kabul ettiği gelişme aşağıdakilerden hangisidir?
a)
Amasya Genelgesi
b)
Sivas Kongresi
c)
Erzurum Kongresi
d)
Londra Konferansı
e)
Amasya Görüşmeleri
117
7– Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun olan sözcüğü
yazınız.
Anadolu’daki milli mücadelenin siyasi ve yürütme organı
olan Temsil Heyeti 27 Aralık 1919’da çalışmalarını sürdürmek
amacıyla …………………….’ya gelmiştir.
118
VIII. ÜNİTE
YENİ TÜRK DEVLETİNİN
KURULUŞU ve TEPKİLER
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
*
*
*
*
*
Anadolu’da başlayan Milli Mücadele hareketi İstanbul’da
toplanan Osmanlı Parlamentosunu(Milli Meclisi) hangi
şekilde etkilemiştir? Araştırınız.
Osmanlı Parlamentosunun onayından geçerek çıkan Misak- ı
Milli kararları nelerdir?
Kararların sonuçları Milli
Mücadele’nin amaçları ve uygulamalarına hangi açıdan
katkıları olmuştur? Öğreniniz.
Misak- Milli kararlarına karşı İşgal devletleri ve Osmanlı
Hükümetinin tepkileri nasıl olmuştur?
Ankara’da açılan yeni meclisin faaliyetleri ve amaçları
nelerdir? Araştırınız.
Yeni Türk devleti ve ilk hükümetinin özellikleri nelerdir? *
Ankara’da kurulan milli hükümete karşı oluşan tepkiler ve
sonuçları neler olmuştur? Kaynaklardan öğreniniz.
Ayaklanmaların Milli Mücadele ve Türk İnkılâbının oluşumu
açısından sonuçları ne olmuştur ? Tartışınız.
ÜNİTENİN AMACI VE UYARILAR
Ünitede yeni Türk devletinin oluşumu, Misak-ı Milli
Kararlarının alınması, Osmanlı Hükümeti ile Ankara’da kurulan
yeni Türk Devletinin ve hükümetinin mücadelesinin başlaması
incelenecek, Anadolu hareketinin otoritesini devlet olarak
göstermesi, Osmanlı Hükümetine karşı bir ihtilal hükümeti
kurması, bunu karşısında Osmanlı Hükümetini işgalci güçlerin
desteğini alarak kaybettiği otoritesini kazanma mücadelesi
işlenecektir. Anadolu ve İstanbul arasındaki mücadele siyasi
gelişmelerle kavranılmasına
çalışılacaktır. Ayaklanmalar
karşısında Osmanlı Hükümetinin tutumuna dikkat ediniz.
119
VIII ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 Son

Osmanlı
Meclis-i
Mebusanın
Toplanması ve Misâk-ı Millinin Kabul
Edilmesi
Türkiye
Büyük
Millet
Meclisinin
Açılması ve Faaliyetleri
Türkiye
Büyük
Millet
Meclisine
Karşı İsyanlar ve Askeri Gelişmeler
Ayaklanmaların Sonuçları
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları




120
1- SON OSMANLI MECLİSİNİN (MECLİS - İ
MEBUSANIN TOPLANMASI VE MİSÂK-I MİLLİNİN
KABUL EDİLMESİ
İstanbul’da toplanan Meclisi Mebusan üyelerinin katılımıyla
12 Ocak 1920’de Meclis- i Mebusan toplandı. Meclis gizli ve açık
oturumlardan sonra Anadolu’nun daha önce Erzurum ve Sivas
Kongresinde esasları belirlenen ilkelere uygun olarak 28 Ocak
1920’de oybirliğiyle Türk Kurtuluş Savaşının temel tezi, daha sonra
kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel devlet politikasını da
yönlendirecek olan adına “Misâk-ı Milli” ( Milli Yemin, Milli And )
denen kararlar alındı.Kararların esasları şöyledir;
1– Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918 tarihli mütareke imzaladığı
tarihte düşman ordularının işgâli altında bulunan Arap
memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oya
göre belirlenmesi gereklidir. Bu mütareke hududu içinde Türk ve
İslâm çoğunluğu bulanan kısımların tümü, hiçbir şekilde ayrılık
kabul etmez.
2– Halkın oyu ile ana vatana katılmış olan üç sancakta( Evliye-i
Selâse:Kars, Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna
başvurulmasını kabul ederiz.
3– Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuki
durumunun tespiti de halkın tam bir serbestlikle beyan edecekleri
reye uygun olmalıdır.
4- Hilafet merkezi ve Osmanlı Devletini başkenti olan İstanbul
şehriyle Marmara denizinin güvenliği her türlü zedelemeden uzak
olmalıdır.Bu esas kabul edilmek şartıyla Akdeniz ve Karadeniz
boğazlarının dünya ticaret ve ulaşımına açılması hususunda
bizimle diğer bütün ilgili devletlerin,birlikte verecekleri karar
geçerlidir.
5– İtilaf Devletleri’yle düşmanları ve bazı ortakları arasında
kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde azınlıkların
hakları,komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan
yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.
121
6– Milli ve İktisadi gelişmemiz imkan dairesine girmek ve daha
ileri ve düzenli
bir şekilde iş görmeye muvaffak(başarılı)
olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanması
sebeplerinin temininde İstiklâl ve tam bir
hürlüğe sahip
olmamız hayat ve bekâ (var olma) esasıdır. Bu sebeple siyasi,
adli, mali gelişmemize engel olan kayıtlara karşıyız. Hissemize
düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı
olmayacaktır.
Bu belgenin bütün kesimlerin temsil edildiği milli mecliste
alınması, baskı altında olmasına rağmen İstanbul’da kabul edilerek,
yayınlanması, içeriği itibariyle işgal devletlerinin planları ve
hedeflerine uygun değildi. Meclisin davranışlarından memnun
olmayan İtilaf Devletleri Hükümete baskı yaparak Anadolu
hareketinin sempatizanı gördükleri iki bakanı, Harbiye Nazırı Cemal
Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa’nın görevlerinden
alınmasını istediler. 3 Mart 1920’de Ali Rıza Paşa Kabinesi istifa etti.
Meclis üyeleri tutuklanmaya başladı ve 16 mart 1920’de İstanbul
resmen işgal edildi. 18 Mart 1918’de de meclis son oturumunu
gerçekleştirerek, “güvenli ortamın olmaması” gerekçesi ile meclis
süresiz tatil edildi.
Gelişmelerin sonunda Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin
İstanbul’daki temsilcilerine, Birleşik Amerika siyasi temsilcisine,
tarafsız devletlerinin dışişleri bakanlıklarına, Fransa, İngiltere ve
İtalya parlamentolarına birer protesto gönderdi. Ayrıca Anadolu’daki
ilgili yetkililere Anadolu ile İstanbul arasındaki bağlantıları kesilmesi
ve hakimiyet alanlarındaki yabancı asker ve subaylar tutuklanmasını
emretti. Bu gelişmeler Anadolu’daki milli mücadeleyi hızlandırdı.
Salih paşanın getirildiği yeni kabinede,işbaşında duramayarak istifa
etti ve yerine İtilaf Devletlerine yakın olan Damat Ferit Paşa getirildi.
11 Nisan 1920’de Mebusan Meclisi padişah tarafından kapatıldı. Bu
durumda halkı temsil edecek yeni bir meclis ve devletin kurulması
zorunluluk haline geldi. Mustafa Kemal’in Meclisin Anadolu’da
toplanması fikri haklı çıkmıştı. Yeni meclis aynı zamanda yeni bir
devletin de meclisi olacaktı.
122
2- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN(TBMM)
AÇILMASI ve FAALİYETLERİ
Meclis açılması için gerekli hazırlıkların yapıldığı sırada,
Ankara’nın faaliyetlerine karşı İstanbul’daki hükümette atağa geçmiş,
Ankara’daki oluşumu ve hareketleri yayınladıkları fetva ile, yasadışı
ve dindışı göstermeye çalışarak halkı isyana ve milli mücadelenin
aleyhine faaliyetlere teşvik ediyordu. Bununla İstanbul ile Ankara
arasındaki mücadelede başlıyor, Anadolu’daki Milli davayı
yürütenler, birde Osmanlı Hükümetinin teşvik ve tahrikiyle çıkarttığı
isyan ve kargaşa ile uğraşmak zorunda kalmışlardır. İstanbul hükümeti
şüphesiz Anadolu üzerindeki otorite kaybını dinsel ve Padişahın halk
üzerindeki gelenekselleşmiş otoritesini kullanarak sağlamaya
çalışmışlardı. Fakat halk işgaller karşısında pasif kalan, işgalci güçlere
bu kadar itaat eden bir padişah ve hükümetin Türk toplumu üzerindeki
etkilerinin bittiğinin farkına varmamışlardı.
23 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaşabilen 78 üyenin katılımıyla
Büyük Millet Meclisi açıldı, ertesi gün Mustafa Kemal’in uzun bir
konuşma yaparak ülkenin o ana kadar geçirdiği evreleri, ülkenin
123
geleceğine ilişkin yetkinin kendilerinde, milli iradede olduğunu ifade
etti. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal sonra hükümetin
kurulması için önerge verdi. Önergede yer alan maddeler özetle
şöyledir;
1 - Hükümet kurmak zorunludur.
2- Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak yada
bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
3- Mecliste beliren milli iradenin, yurt kaderine doğrudan
doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini
kendinde toplamıştır.
5- Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek vekiller
heyeti hükümet işlerini yürütür. Meclis başkanı Vekiller
Heyetinin de başkanıdır.
124
Ayrıca önergeye şu not ilave edilmiştir; Padişah ve Halife
baskılardan kurtulduktan sonra Meclis’in yapacağı kanuna göre uygun
olan durumunu alır. Meclisin ilk çıkarttığı kanunlardan biri kendine
karşı çıkması muhtemel olan ayaklanma ve kargaşayı önlemek, askeri
hazırlıkları hızlandırmak, otoritesini egemenlik alanlarında kabul
ettirebilmek için 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu
çıkarılmıştır. Yapılan toplantılar sonunda 3 Mayıs 1920’de ilk
hükümet resmen kurulmuş, hükümeti oluşturan kakanlar kurulu
başkanı da Mustafa Kemal olmuştur. Yeni devletin ilk hükümeti
olarak Cumhuriyet Tarihine geçen bu hükümet, mecliste büyük
başarılara imza atmış, T.B.M.M.’nin de ilk hükümeti olması
dolayısıyla Türk İnkılâbının aksiyon dönemini başarılarıyla
doldurmuştur.
Hükümetin hazırladığı hükümet programı 9 Mayıs 1920’de
T.B.M.M.’nin onayına sunulmuştur. Düzenin sağlanması için
Meclisin, o dönemdeki yapısı içinde üyelerinin çoğunluğu Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti mensupları olması, Mustafa Kemal’e ve daha sonra
kurulan ilk hükümete büyük bir kolaylık sağlamıştı. Ama meclisin
daha sonraki zamanlarında bu grubun içindede farklı düşüncelerde
olanlar çıkarak sorunlar çıkartmışlar, ancak Mustafa Kemal, bütün bu
gelişmelerde demokratik yollardan ayrılmayarak zorlukları yenmesini
bilmiştir.
T.B.M.M., bir yandan gücünü her yönde gösterebilmek için
yurt içinde işi oldu bittiye bırakmayarak tedbirler almaya başlamış, bir
yandan da İstanbul’daki hükümeti yasal olmayan bir kuruluş
saymıştır. Alınan kararlarla, kurulan yeni devlet kendi konumunu
sağlamlaştırmaya başlamıştır. Bununla ilgili ilk hukuki önlemlerden
birisi de İstiklâl Mahkemeleri olmuştur. İstiklal mahkemeleri özellikle
kanun ve asker kaçaklarının ülke güvenliğini tehtid etmesi ve
T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmaların ciddi boyutlara ulaşması üzerine
zor dönemlerde uygulanan, gerekliliği ülkenin geleceği için
kaçınılmaz olan, bir çok devletin başvurduğu bir uygulamadır. Bu
sayede Milli mücadelenin en buhranlı dönemlerinde mücadeleye
büyük katkısı olan kurum olmuştur. Bu uygulamalarla 20 Ocak
1921’de kabul edilen yeni bir anayasaya kadar, Mecliste bu önerge ve
kanunların ne kadar yerinde olduğu ve bir anayasa fonksiyonu
gördüğü açıktır.
125
3- T.B.M.M.’ne KARŞI YAPILAN İSYANLAR VE
ASKERİ GELİŞMELER
Ankara’da oluşan yeni devlet, hızlı bir şekilde örgütlenerek
oluşumunu tamamlamaya başlayarak ülkenin gerçek temsilcisi
olduğunu, halkında bu gerçeği gördüğü gerek İtilaf Devletleri, gerekse
de Osmanlı hükümeti tarafından görülmeye başlaması ile bu duruma
karşı tedbirler almaya başladılar. Bu tedbirlerden birisi de kitleleri
siyasi, kültürel ve dini motivasyonu kullanarak T.B.M.M.’ne karşı
ayaklanmalar çıkartmak olmuş, bu ayaklanmalar Anadolu’daki milli
davaya büyük zararlar vermiştir. Bu ayaklanmaların genel sebepleri
olarak şunları gösterebiliriz :
1 – İstanbul hükümetinin kaybettiği otoritesini yeniden kazanmak
için yaptığı
propaganda, yayınlar, beyanlar ve çıkardığı
fetvaların etkileri
2 - Anadolu üzerindeki emellerine yeni kurulan Türk Devletini
engel olarak gören, başta İngiltere ve diğer devletlerin verdikleri
taahhütler, kışkırtmaların etkileri
3 - Ülkedeki otorite boşluğundan faydalanan bazı Kuvay-ı Milliye
grupları ile bazı eşkıya çetelerinin yanlış uygulama ve bilinçsiz
hareketlerinin halk üzerindeki oluşturduğu izlenim.
4- Başlangıçta Kuvay-ı Milliye içinde iken daha sonra kişisel
çıkarları dolayısıyla T.B.M.M.’nin otoritesine girmek istemeyen
lider kadrosunun faaliyetleriyle meydana gelen olaylar.
Bu ayaklanmalar, 1919 yılında başlamış ve 1921’de I. İnönü
Savaşının sonuna kadar devam etmiştir. Ayaklanmalar karşısında
T.B.M.M. kanuni, siyasi, örfi ve askeri tedbirler alarak hakimiyetini
sağlamış, siyasal gücünü daha da arttırarak asıl amacı olan ülkenin
işgalden temizlenmesi, varlığını dünyaya kabul ettirmesi hedefine
doğru ilerlemeye devam ettirmiştir.Ayaklanmaların önemlileri
şunlardır;
126
3.1 – Şeyh Eşref Ayaklanması ( 26 Ekim -24 Aralık 1919 )
Bayburt’un Hart kazasında Şeriat düzeni kurmak için
çıkarılmıştır. Ayaklanma, kısa zamanda Milli Kuvvetler tarafından
bastırılmıştır.
3.2 – Bozkır Ayaklanmaları ( 27 Eylül – 4 Eylül, 20Ekim –
4 Kasım 1919)
Vali Cemal Bey’in, bölgedeki Milli davayı önlemek için,i
Zeynalabidin ve arkadaşları olan dinsel grupları Padişaha ve Halifeye
karşı olanların dine karşı geldikleri savıyla kışkırtmış, bu gruplar
Konya’nın Bozkır ilçesini basarak kamu binaları ve direnişçilerin
evlerini bastılar. Hareketin genişlemesi üzerine üzerlerine gönderilen
Kuvay-ı Milliye kuvvetlerine saldırdılar. Konya’dan gelen uzlaşma
heyetinin girişimleri ile ayaklanma geçici olarak önlendi Daha sonra
devlet otoritesinin ve bölgeye gelen askeri kuvvetlere karşı yeniden
ayaklandılar. Bu sırada yine Konya’nın Çumra ilçesinde Delibaş
Mehmet adlı bir başka aside ayaklanınca ayaklanmaların üzerine
gönderilen milli kuvvetler uzun süren mücadeleden sonra hakimiyet
kurdular.
3.3 – Anzavur Ayaklanmaları(1 Ekim - 25 Kasım 1919 /
16 Şubat – 6 Nisan 1920)
İngiltere’nin Çanakkale Boğazı ve çevresinin Milli
Kuvvetlerin denetimine girmemesi için teşvik ettiği, İstanbul
hükümeti tarafından da desteklenen bir ayaklanmadır.Emekli
Jandarma Binbaşısı olan Anzavur, sarayla olan bağları dolayısıyla ve
Ayvalıkta başlayan milli direniş hareketi dolayısıyla bölgede Osmanlı
otoritesini devam ettirmek üzere Milli kuvvetlere karşı harekete geçti.
Balıkesir, Susurluk, Biga, Gönen, Manyas çevresinde uzun süren
hareketlerde bulundu. Yanlış bilgiler vererek bölgedeki milli direnişe
önemli zararlar verdi, Milli kuvvetlerden Çerkez Ethem kuvvetleri
tarafından ayaklanma bastırıldı. Bu ayaklanma, sırasında milli
kuvvetler arasında işbirliği ve irtibatı kopuk olması,
isyanın
büyümesine sebep olmuştur. Bu gelişmeler üzerine bölgede
koordinasyon faaliyetlerine hız verilmiştir.
Biga’da bulunan milli kuvvetlerin liderliğini yapan Hamdi
Beyin kuvvetlenmesi üzerine bölgedeki köylerle ilişkilerdeki
gerginlikler meydana geldi. Bu gelişmelerle İngilizler bölgedeki milli
direnişe karşı olanları yeniden silah ve para yoluyla desteklediler,
İstanbul’a kaçan Anzavur yeniden bölgeye gelerek, yöredeki bazı
127
ayaklanma liderlerinden görevi devraldı. Milli Kuvvetlerin elinde
bulunan Biga’ya saldırdılar. Hamdi Bey ve adamları şehit edildiler.
Anzavur İngilizlerden para ve silah yardımı almaya devam ederek
bölgede durumunu kuvvetlendirdi. Bu gelişmeler üzerine bölgeye
kaydırılan milli kuvvetler gerekli hazırlığı yaparak Gönende
toplandılar. Uzun süren çarpışmalar 15 Nisanda Çerkez Ethem
kuvvetleri de destek olunca Anzavur kuvvetleri dağıldı. Bölgede
isyanların uzun sürmesi İstanbul’a yakınlık ve işgalci kuvvetlerle
işbirliği imkanın fazla olmasıdır. Anzavur’un İstanbul’a kaçmış, daha
sonrada Damat Ferit Paşa tarafında devlet hizmetinde görevlendirilmiş
olması İstanbul hükümetinin milli davaya karşı olmasının en belirgin
örneklerinden birisidir.
3.4 - Ali Batı Ayaklanması ( 11 Mayıs - 18 Ağustos 1919 )
Diyarbakır yöresinde gelişen bu ayaklanma, Midyat
güneyindeki aşiretin reisi olan Ali Batının, yöreye hakim olan
İngiltere’nin teşviki ile Kürdistan kurmak fikri üzerine başlamıştır.
Ayaklanma Askeri tedbirlerle 1919 Ağustosunda Ali Batınında ölmesi
üzerine bastırıldı.
3.5– Düzce Ayaklanmaları (13 Nisan – 31 Mayıs 1920/
8 Ağustos – 23 Eylül 1920)
Düzce ve çevresinde savaştan sonra asayişin kalmaması
üzerine bir çok eşkıya türemiş, bu gruplar bir müddet sonar bölgedeki
Kuvay-ı Milliye ye karşıda faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.Bu
gruplar içinde Çerkez ve Abaza grupları bir müddet sonra padişah
otoritesine karşı gelen Mustafa Kemal’e ve milli davaya karşı
ayaklandılar. Bölgede sayıları 4000’i bulan ayaklanmacılar Düzceyi
işgal ettiler, direnen hükümet kuvvetlerini de teslim olmak zorunda
bıraktılar. Daha sonra Bolu ve Beypazarı isyancılara katılanlar oldu.
İsyancılar “Padişaha bağlı ve Kuvay-ı Milliye karşı olduklarını” ilan
ettiler. Üzerlerine gönderilen kuvvetleri yenen isyancılara İngiliz
kuvvetleri de destek olmak için Şileye asker çıkarttılar. Ankara’dan
Nasihat Heyeti gönderildi, heyeti de yakalayarak, gönderilen
kuvvetleri pusuya düşürdüler. Bölge tamamen isyancıların eline
geçmişti, bölgede hakimiyetini kaybetmek üzere idi.
Daha sonra milli kuvvetler birleştirilerek bölgeye sevk edildi.
Damat Ferit Paşa İngilizlere başvurarak, “10.000 kişilik bir kuvveti
silahlandırılması için izin” istedi Eğer bu gerçekleştirilirse milli
kuvvetleri tamamen bitireceği yönünde öneri götürdü. Ayaklanmanın
128
ilki milli kuvvetlerin ciddi taarruzları ile Mayıs ayının sonlarında
bastırıldı. Düzce ve çevresinde ikinci ayaklanma, bölgeye Kuvay-ı
İnzibat iye’nin gelmesi, milli kuvvetleri Yozgat Ayaklanmasını
bastırmak için ayrılması ile 8 Ağustos 1920’de tekrar başladı.
Özellikle Kuvay-ı Milliye aleyhine yapılan çirkin iftiralar halk
üzerinde etkili oldu, ayaklananlar, 27 Ağustosta 1920 yenildiler,
ayaklanmacıları sık sık Yunanlılar ve İngilizlerle işbirliği yapması da
desteklendiklerinin kesin bir kanıtı olmuştur.Ayaklanma Eylül
sonlarında tamamen bastırıldı.
3.6 – Halife Ordusu ( Kuvay-ı İnzibatiye)
İstanbul Hükümeti, Anadolu’daki kaybettiği otoritesini
kazanmak için her vasıtayı kullanmayı kendine birinci vazife haline
getirmişti. İngilizlerin yardımı ile “Kuvay-ı Milliye eşkıyasını tenkil
(tepelemek) amacıyla” 18 Nisan 1919’da Kuvay-ı İnzibatiye ( Asayiş
Sağlama için oluşturulan kuvvetler) kuruldu. Komutanlığına da
Süleyman Şefik Bey getirildi.İzmit’te karargah kuran bu birliklere
aynı zamanda “Halife Ordusu” adı da verilmişti. İleri harekata
başlayan bu kuvvetler Bolu ve çevresine yenilgiye uğratıldı. Önemli
sayıda asker milli kuvvetlere katıldı.Bu sırada milli kuvvetler, Düzce
de başlayan ayaklanmaları bastırmaya başlamış, hakimiyeti sağlamıştı.
Bu birlikler, üzerine gönderilen milli kuvvetleri İzmit’te de
durduramadılar, ciddi bir varlık gösteremediler. Daha sonra
İngiltere’nin desteği ile geri İstanbul’a çekildiler.
3.7– Yozgat Çapanoğulları Ayaklanması(15 Mayıs – 27
Ağustos 1920)
Bölge halkı Milli davanın önemini tam olarak kavrayamadığı
gibi özellikle, Yozgat’ın mutasarrıfı da (Sancaklardaki en büyük
mülki amir) “Allah’tan, padişahtan ve onların kanunlarından başka
bir şey tanımayacağını” söyleyerek mili davaya karşı açık bir tutum
sergiliyordu.Bu destek sonrasında bölgenin önemli ailelerinden olan
Çapanoğulları ayaklandılar,bölgedeki yerel eşkıya liderleri ile işbirliği
içinde 14 Haziran 1920’de Yozgat’ı sonrada Boğazlayanı ele
geçirdiler. Çerkez Ethem kuvvetleri üzerlerine gönderilerek
ayaklananlar cezalandırıldı. Daha sonra yeniden ayaklandılarsa da
etkileri azaldığı için Milli kuvvetler tarafından çabucak bastırıldılar.
129
3.8 – Milli Aşireti Ayaklanması
Güneydeki İngiliz ve Fransızlar etkinlik bölgelerindeki Kürt
kökenli aşiretler üzerinde sürekli propaganda yaparak “Kürtçülük”
fikrinin gelişmesini ve kendilerine devlete karşı yapacakları
bağımsızlık hareketlerinde destek olacaklarını söylediler. Ayrıca yeni
kurulan Ankara hükümetinin Padişaha ve devlete karşı asiler oldukları
vurgulanıyordu. Asırlarca her şeyiyle ortak bir maziyi taşıyan bölgeler
özellikle aşiret nizamında oluşumları dolayısıyla kendilerine vaat
edilen cazip teklifler dolayısıyla etkilenerek zamanla bazı aşiretler
ayaklandılar.
Urfa da ki Milli Aşireti İtilaf Devletleri ile ilişkiler kurarak,
Fransızların Urfa ya saldırdıkları sırada ayaklanarak, Sivereğe
saldırdılar. Fakat buradaki kuvvetlere yenilerek çekildiler. Daha sonra
24 Ağustos 1920’de yeniden bölgeye giren aşiretler, Viranşehir’i
aldılarsa da bölge halkı kendilerine katılmadığı için etkili olamadılar.
Milli kuvvetlerle birleşen bölge halkı, Milli Aşiretini bölgeden
çıkarttılar. Bu otorite boşluğundan yararlanmak isteyen “Kürtçülük”
hareketlerinden etkilenerek ayaklanan aşiretler içinde Cemil Çeto,
Koçkiri Aşiret ayaklanması olmuştur. Ayaklanmalar genel olarak belli
aşiretler tarafından özellikle ordunun savaşta olduğu dönemlerde
çıkarılmıştır.1921’de çıkan bu ayaklanmalarda Türk Ordusu da kuvvet
ayırmak zorunda kalmıştır. Bu hareketler bastırılarak otorite
sağlanmıştır. İngiltere’nin bu ayaklanmaları Sevr Barışında da
destekleyici hükümler koydurmuştur. Özel olarak Anadolu’ya
gönderdiği subay ve ajanların bu politikayı hayata geçirdikleri tarihi
arşivlerle de belli olmuştur.
3.9 - Çerkez Ethem Ayaklanması
Çerkez Ethem, gerek ayaklanmaların Başlaması gerekse de
Batı bölgesindeki Yunan ilerlemesinde önemli hizmetleri olan Kuvayı Milliyeci liderdir. Milli Mücadeleye büyük hizmetleri olması
dolayısıyla zamanla bağımsız hareket etme,T.B.M.M.’nin emirlerini
dinlememe konumuna geldi. Düzenli ordunun 1920’sonlarına doğru
oluşturulmaya başlaması ve kendine de düzenli orduya katılmasını
istenmesi üzerine tamamen bağımsız bir konumda hareket ederek bu
duruma karşı gelince çok ciddi bir sorun haline geldi.T.B.M.M.
ordusu ile çatışması kaçınılmaz oldu. Yapılan muharebeleri kaybeden
Çerkez Ethem, I.İnönü savaşından sonra Gediz civarındaki Yunan
hattına geçmiş ve bu olay Kurtuluş savaşının üzücü olayları arasında
yer almıştır. Yine Kuvay-ı Milliye liderlerinden olan ve Ege
bölgesinin direnişine büyük katkıda bulunan Demirci Mehmet Efe de
130
Çerkez Ethem’in kışkırtmaları sonucunda Güney cephesinin
emirlerine uymadı. Bunun üzerine Refet Bey ile kuvvetler gönderildi.
Direniş gösteremeyen Efe ile 700 çeteci 30 Aralık 1920’de
emrindekilerle birlikte teslim oldu. Kendisine gösterilen köyde ikamet
etmeyi ve çetecilikten vazgeçmeyi kabul ederek herhangi bir ceza
verilmedi.
4 – AYAKLANMALARIN SONUÇLARI
Yaklaşık bir yıldan fazla süren ayaklanmalar sonunda ülke
kaynakları gereksiz yere harcanmış, milli mücadeleyi yapması
gereken ordu ve Kuvay-ı Milliye örgütleri gereksiz yere zaman ve
insan kaybına uğramıştır.
Bu ayaklanmalar sırasında Osmanlı hükümetinin tutumu,
işgalcilerle işbirliği yapması, Türk İnkılabını aksiyon aşamasında
son derece kesin muhalefet olacağını belli etmiş, bundan sonra
Türk Kurtuluş Savaşı, mevcut düzene karşı olan tavrını daha da
sertleştirmiştir.
T.B.M.M.’nin otoritesini sağlamlaştırmasını geciktirmiş,
Kurtuluş Savaşında işgalcilerin daha fazla askeri ve stratejik
alana sahip olmalarına bu ayaklanmalar zemin hazırlamışlardır.
131
ÖZET
Anadolu’daki milli hareket kongreler yolu ile Osmanlı
hükümeti üzerinde baskı unsuru oluşturmuş, Milli davaya karşı
olan Damat Ferit Paşa kabinesinin görevden çekilmesinden sonra
seçimler yapılarak toplanan Osmanlı Parlamentosu milli davanın
haklılığını gösteren tarihi bir karar alarak Misak-ı Milli yi kabul
etmiştir. Misak-ı Milli kararları hem Milli mücadele döneminin
hem de yeni Türk Devletinin siyasi, coğrafi ve hukuki altyapısını
ve iç ve dış politikada temel tez ve amacını oluşturmuştur. Bu
kararlar her platformda Türk Dış politikasını da temel İlkesi
olarak savunulmuştur. Çünkü Türk halkının yasal ve hukuki
temsilcisi olan meclisi tarafından kabul edilen bir kararlar
bütünüdür.
Son Osmanlı Parlamentosunun kapatılmasından sonra
Ankara’da yeni bir meclis ve hükümet kurulmuş, böylece de
Osmanlı Hükümeti yasal ve hukuken halk üzerinde iradesini
kaybetmiştir. Ankara bundan sonra hem Milli Mücadele
Döneminin, hemde Cumhuriyet Döneminin bir siyasi ve idari
merkezi olacaktır. T.B.M.M. derhal hükümet şeklinde bir yasama,
yürütme sistemini kuracak, bir kurucu meclis özelliği göstererek
halkın temsilcisi olacaktır.
T.B.M.M. Hükümetinde ilk kurulduğu andan itibaren
davanın lideri olan Mustafa Kemal siyasi ve diplomatik lider
konumuna gelecek, kendi kadrosunu kurarak meclisin karar ve
uygulamalarında milli mücadelenin amaçlarını gerçekleştirmeye
çalışacaklardır. Otoritesini ilk önce Anadolu’da kuran Ankara
Hükümetine karşı, siyasal hakimiyetini kaybeden Osmanlı
Hükümetinin kışkırtması, işgalci devletlerin teşvik ve destekleri,
feodal ve etnik gerekçeler ve bireysel çıkar ve amaçlarının
devamını sağlamak gibi sebeplerle ayaklanmalar çıkmıştır.
Ayaklanmalar karşısında T.B.M.M. yasal kararlar, adli
takibatlar ve askeri tedbirler almış 1920 ve 1921 yıllarındaki bu
ayaklanmaları bastırarak Anadolu’daki mutlak otoritesini
kurmuştur. Ayaklanmalar Milli mücadele için olumsuz sonuçlar
doğurmuş, gereksiz yere zaman, araç – gereç ve insan kaybına yol
açmış, işgalci güçlerin işgal alanlarını ve askeri konumlarını daha
da güçlendirmelerine sebep olmuştur.
132
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Son Osmanlı Parlamentosunun onaylayarak kabul ettiği Misakı Milli(Milli And) kararlarının içerikleri arasında aşağıdaki
seçeneklerden hangisi bulunmaz?
a) Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıklara ulusal bütünlüğü bozacak
haklar verilemez.
b) Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı sırada milli hudutlar
içinde hiç bir şekilde ayrılık kabul edilemez.
c) İstanbul ve boğazlarda İtilaf Devletlerinin siyasi ve askeri varlığı
devam edebilir.
d) Ekonomik gelişmeye engel olan tüm engeller kaldırılmalıdır.
e) Halkın oyu ile anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da
gerekirse yeniden halk oylaması yapılmalıdır.
2- Misak-ı Milli kararlarının önemi ve sonuçlarını en iyi şekilde
açıklayan seçenek aşağıdakilerden hangi olmalıdır?
a) Milli Egemenlik ilkesine uygun olarak Türk halkının kararını
yansıtan,Milli Mücadelenin ve Cumhuriyetin iç ve dış politikada
siyasi,askeri ve ekonomik ilkelerini belirleyen temel Türk tezidir.
b) Osmanlı ülkesinin coğrafi sınırlarını belirlemiştir.
c) İtilaf Devletleri bu kararı kabul etmeyerek İstanbul’u işgal etmişler
ve Osmanlı Parlamentosunu dağıtmışlardır.
d) Alınan kararları Osmanlı Hükümetleri değil, Anadolu’daki yeni
Türk Hükümeti uygulamaya çalışmıştır.
e) Misak-ı Milli kararları Mondros Ateşkes Antlaşmasının
uygulamalarına karşı içerik taşımaktadır.
3- 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
faaliyetleri için seçeneklerden hangisi söylenemez?
a) Her yönüyle milli bir meclis ve milli bir hükümet özelliği taşır.
b) Temel görev olarak ülkenin işgalden kurtarılması ve Türk
toprakları içinde otoritenin sağlanması benimsenmiş, bunun için
meclisin hukuken ve siyasal olarak örgütlenip devlet konumuna
gelmesi sağlanmıştır.
c) Meclis ve Hükümetleri, Mustafa Kemal’in liderlik iradesini ve
133
siyasal politikalarını
destekleyen karar ve uygulamalar
yapmışlardır.
d) Meclisin çalışması ve ilkelerini Osmanlı Hükümetleri belli
zamanlarda desteklemiştir.
e) Meclis kurulduğu ilk günlerden beri kendi siyasi ve hukukî
otoritesini tesis etmek için kanun ve kararlar çıkartmıştır.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetine karşı çıkan
ayaklanmaların sebepleri arasında verilen seçeneklerden hangisi
bulunamaz?
a) Kuvay-ı Milliye liderlerinin bazılarının meclisin otoritesine karşı
gelmeleri
b) İşgalci güçlerin işgal bölgelerinde halka yaptıkları meclise karşı
yanlış bilgilendirme ve kışkırtmalar
c) Osmanlı Hükümetinin dinsel ve geleneksel söylemlerle otoritesini
sağlamak için Ankara’daki meclise karşı faaliyetleri
d) Kuvay-ı Milliye örgütlerinin bazılarının yaptıkları yanlış ve
bilinçsiz uygulamaları
e) Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1921 yılında Anayasasını kabul
etmesi
5- Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı yapılan ayaklanmaların
sonuçları arasında bulunmayan seçenek aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Osmanlı Hükümeti otoritesini Anadolu’da yeniden sağlamıştır.
b) Ülkenin kaynakları gereksiz yere ayaklanmalar için harcanmıştır.
c) İşgalci güçlerin işgal ettikleri alanları genişletmelerine sebep
olmuştur.
d) Ayaklanmalar T.BM.M.nin
otoritesini sağlamlaştırmasını
geciktirmiştir.
e) Halkın Osmanlı Hükümetine olan güven ve siyasi desteği daha da
azalmıştır.
134
IX. ÜNİTE
SİLAHLI MÜCADELENİN BAŞLAMASI ve
DÜZENLİ ORDUNUN KURULUŞU
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Ülkenin işgalden kurtarılması için yapılan silahlı mücadele
hangi şartlarda yürütülmüştür? Kaynaklardan araştırınız.
* Türk ordusu ve silahlı direniş örgütlerinin insan, araç gereç ve
silah Kaynakları nasıl sağlanmıştır? Araştırınız.
* Komşu ve Batılı ülkeler silahlı mücadele sırasında hangi şartlar
ve taleplerle maddi kaynak yardımlarında bulunmuştur?
* Türk ve Müslüman ulusların Türk
milli mücadelesine
yaptıkları silah ve maddi yardımın miktarı ve önemi
nelerdir? Araştırınız.
* Düzenli ordunun kurulmasının aşamaları nasıl olmuştur?
Düzenli ordunun kaynakları nelerdir?
* Sevr Barış Antlaşmasının maddeleri, içeriği ve amaçları
nelerdir? Anadolu’daki Milli Hükümet, Sevr Barış
Antlaşmasına ve onu imzalayan Osmanlı Hükümetine hangi
şekilde tepkide bulunmuşlardır? Tartışınız.
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR:
Ünitede Milli Mücadelede gerekli olan silah, insan ve araçgereç kaynaklarının nasıl ve hangi şartlarda karşılandığı, savaş
için gerekli olan malzeme ve insan miktarının karşısındaki işgal
güçlerine göre durumu değerlendirilecek, alınan yardım ve
bulunan kaynakların durumu ve kaynakların kullanımının nasıl
olduğu kavranılması sağlanacaktır.
Milli Mücadelenin savaşlarla kazanılması gerekliliği ve
bunun içinde düzenli ordunun mutlak şart olduğuna dikkat
ediniz. Anadolu’nun direncinin artması üzerine yeni işgal planları
hazırlayan İtilaf Devletlerinin Osmanlı Hükümetine imzalattığı
Sevr Barış antlaşmasının içeriği ve hedeflerinin dikkatli bir
şekilde okunması ve kavranılması gerekmektedir.
135
IX ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 Milli Mücadelenin Maddi Kaynakları
 Düzenli
Ordunun
Kuruluşu
ve
Gelişmeler
 Sevr Barış Antlaşması
 Özet
 Ünite Değerlendirme Soruları
136
1 - MİLLİ MÜCADELENİN MADDİ KAYNAKLARI
A – İnsan Kaynakları
17. yüzyıl sonlarında Viyana kapılarında durdurulan Osmanlı
İmparatorluğu bu tarihten itibaren, sürekli güç ve toprak kaybına
uğramıştı. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, 1911'de başlayan savaşlar
dizisi, zaten mali ve ekonomik yönden zayıf olan Osmanlı
İmparatorluğu'nun kaynaklarını iyice tüketmişti. 1. Dünya Savaşı'nın
başında 1.710.000 km2 yüzölçümü, çeşitli ırk, din ve dillerden
18.500.000 kişilik bir nüfusa sahipken, savaşın sonunda gelindiğinde
bu toprakların, 1.000.000 km2' sine yakın bölümünü kaybetmişti.
Kurtuluş Savaşının başlarında, Anadolu'daki Türk nüfusu 1.300.0000
km2 kadardı. Ülkenin en verimli toprakları olan Batı Anadolu ve
Trakya işgal altında olduğundan, buralardaki 4.000.000 Türk'ten
yararlanılamamakta, bu nedenle de yararlanabilen nüfus 9.000.000'a
düşmekteydi. 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti 1.000.000'a yakın
insan kaybına uğramıştı. 18-35 yaş arasındaki erkek nüfustaki bu
kayıp, toplumdaki üretici ve tüketici oranını büyük ölçüde bozarak
üretime ve ekonomiye olumsuz etkiler yapmıştı. Osmanlı toplumu,
Sanayi Devrimi'ni yaşamadığı ve büyük ölçekli kapital birikimleri
olmadığı için, güçlü bir işçi sınıfı ve ulusal bir sanayi - ticaret
burjuvazisi yoktu.
Kurtuluş Savaşı dönemindeki toplumu üç ana grupta
değerlendirebiliriz. Bu grupların her birinin Kurtuluş Savaşı'na bakış
açıları ve katkıları ikili bir görünüm arz etmektedir. Bu gruplar:
Aa- Aydınlar
Sayıları zaten az olan aydınları, asker ve sivil olarak iki gruba
ayırabiliriz. Batılı güçlü devletlerle başa çıkılamayacağı düşüncesi,
Padişah ve halifelik makamına geleneksel bağlılık ile yapacak başka
işleri olmadığı için, ekonomik endişeleri olan subayların bir
bölümünün, o dönemin yasal yönetimi olan İstanbul Hükümetleri'nin
istekleri doğrultusunda hareket etmesine neden olmuştur. Savaşlarda
uğranılan subay ve yedek subay kayıpları aydın insan sayısını iyice
azaltmış ve zaten eğitim düzeyi düşük olan toplumu işgaller karşısında
tepkisiz hale getirmiştir.
Siyasal görüş farklılıkları da İstanbul yada Anadolu
eyleminden yana olmada belirleyici bir etken olmuştur. Bu durum
aydınları İttihatçı - Hürriyet İtilafçı kamplaşması içine soktuğundan,
onların etkileyeceği halkın tümünün Kurtuluş Savaşı içinde
137
kullanılmasını önlemiştir. Bütün bu olumsuzluklara karşın, Hürriyet
İtilaf Partisi yandaşları dışında, aydınların büyük bir bölümü, ulusal
hareketin örgütlenmesinde ve genel olarak hareketin bütün
dönemlerinde görev almışlardır.
Ab –Halk
Osmanlı İmparatorluğu yarı dinsel bir niteliğe sahip olduğu
için "Ümmet" anlayışı ön plana çıkarılmış, ulus ve ulusçuluk gibi
kavramlar, Türkler arasında değer bulamamıştı. Ayrıca, Padişaha ve
halifelik makamına bağlı bulunan, çoğunluğu eğitimden yoksun
bırakılmış halk, kutsal saydığı bu makamlara büyük bir bağlılık
duymakta idi . Bu makamın başında bulunan kişinin emriyle, Kuvay-ı
Milliyecilerin din düşmanı asiler olarak ilan etmesi nedeniyle, halk
başlangıçta bu güçlere destek vermemiş, hatta büyük bir direniş
göstermek yoluna gitmişti.
Öte yandan 1911'den itibaren başlayan ve sekiz yıl süren
savaşlar dizisi de, halkın elindeki maddi ve manevi kaynakları büyük
138
ölçüde bitirmişti. Askerlik sorumluluğu da, tüm etnik kökenlerine
yaygınlaştırılamadığından,Türklerin yükümlülüğünde bulunmaktaydı.
Yalnız vatan topraklarının savunulması değil, Osmanlı coğrafyasında
yaşayan diğer etnik grupların aralarındaki sürtüşmelerin önlenmesi de
hep Türklerin canına mal olmaktaydı. Savaşlar ve çatışmalar yalnızca
can kaybına yol açmamakta, yeni ekonomik yükümlülükler ve vergiler
olarak da halka ödettirilmekteydi.
Kurtuluş Savaşı, halktan yeniden can ve para katkısı istemek
demekti. Oysa İstanbul yönetimi, Anadolu eylemcilerini halktan zorla
para ve asker toplayan İttihatçı asiler olarak gösterip, halkın
bilinçsizliğinden yararlanma yoluna gitmiştir. Bu nedenle de Kurtuluş
Savaşı'nın ilk yılları, eğitimsiz geniş halk kitlelerinin katılımının
olmadığı yıllardır.
Halkın diğer bir kesimini oluşturan ayan ile eşraf ve ağaların
davranışlarının olumlu ya da olumsuz şekillenmesinde ise; ya düşman
işgalleriyle kaybedecekleri ya da İstanbul yönetimine bağlılıkları ve
İngilizlerin sağladıkları çıkarlar etkili olmuştur. Anadolu'nun batısı ile
doğusundaki bazı farklılıklar da, Kurtuluş Savaşı'nın bu iki ayrı
bölgede sivillerin mi, askerlerin mi önderliğinde olacağını
belirlemiştir. Batı Anadolu'nun verimli topraklarının ve iş
olanaklarının bu coğrafyada tarihsel iddiaları olan Yunanlılara
kaptırılacağı endişesi, ayan ve eşrafın maddi olanaklarıyla sivil halkın
örgütlenmesine ve bağımsızlık mücadelesinin önce bu bölgede
doğmasına neden olmuştur. Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak
örgütleri, Kurtuluş Savaşı'nın ilk silahlı gücü olan Kuvay-ı Milliyeyi
önce bu bölgede yaratmıştır.
Batı Anadolu'da Yunanlılara, Güneyde Fransızlara ve
Ermenilere karşı halk tarafından oluşturulan Kuvay-ı Milliye güçleri
işgal alanlarının genişlememesinde etkin rol oynamışlardır. 1920
Haziranından itibaren düzenli ordunun oluşturulmaya başlanmasıyla,
Kuvay-ı Milliye içindeki bazı olumsuzluklardan da kurtulmuştur.
Doğu Anadolu'nun eğitimsiz, ekonomik güçlükler içinde olan insanın
tavrını ise, Ermeni işgali, feodal yapı ve etnik köken ile bunların
maddi desteğiyle kendinden yana kullanan ya İstanbul yönetimi ya
İngilizler ya da Mustafa Kemal ve ordu faktörü belirlemiştir.
Yasalarla yurt savunması erkeğe verilmişti. Buna rağmen bazı
aydın kadınlara sadece eşlerine ve meclise destek olmakla
kalmamışlar mitingler, gösteriler ve örgütsel çalışmalarla işgale ve
hükümete tepkide bulunmuşlar, bununla da kalmayarak ülkenin
kurutuluşu için cepheye mermi taşımışlar ve Kuvay-ı Milliye örgütleri
kurarak cephede ve gerisinde muharebelere katılmışlardır.
139
Asri Kadınlar Cemiyeti, Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan
Cemiyeti, Müdafaa-i Hukuk Kadınlar Cemiyeti adlarında İstanbul'da
ve Anadolu'nun hemen her yerinde örgütler kuran kadınlarımız
topladıkları para ve eşya bağışlarıyla Kurtuluş Savaşı'na maddi
kaynak yaratmışlardır.
Ac) Din adamları
Bazı din adamları, halifelik makamının her dediğini din
buyruğu olarak algıladığından halkı da olumsuz etkilemişlerdir. Ancak
işgaller karşısında bazı aydın din adamları, halkı Kurtuluş Savaşı 'dan
yana örgütlemekle kalmamış, aynı zamanda İstanbul'un kafa
bulandıran fetvalarına, karşı fetvalar vererek halkı, işgalcilere karşı
çıkmaya çağırmışlardır.
B) Parasal ve Maddi Kaynaklar
Savaşlarda erkek nüfusun büyük ölçüde kaybedilmesi,
yatırımları ve üretimi durdurmuştu. Savaş sonrasında kapitülasyonlar
ve Düyun-u Umumiye Teşkilatı tekrar devreye girdiği için devlet
kaynakları yatırıma yönlendirilemiyordu. Mondros Ateşkesi ile
ülkenin en verimli toprakları da işgale uğrayınca buraların üretiminde
ve vergilerinden yararlanılamaz duruma gelindi. Bağımsızlığı
sağlamak için, savaşmak gerekiyordu. O da para ve silahı
gerektiriyordu.Bağımsızlık mücadelesi ve yeni devlet oluşumu,
yalnızca Batılı devletlere karşı değil İstanbul’daki yönetime karşıda
verilecektir. Bu durum parasal ve maddi kaynak bulma ve kullanmada
güçlükleri daha da arttırmıştır. Para ve maddi kaynak yaratmada
başvurulan yöntemleri üç grupta toplayabiliriz :
1 - Bağışlar
2 - Vergiler
3 - Yabancı Ülkelerden Gelen Yardımlar
1 – Bağışlar
Kuvay-ı Milliye döneminde örgütlenme ve savunmanın
gerektirdiği
insan,
para
ve
diğer
maddi
kaynakların
sağlanması,önceleri
bu
örgütlenmeyi
gerçekleştirenlerce
karşılanmıştır. İkinci Balıkesir Kongresi'nden itibaren (26-30 Temmuz
1919), bölgedeki şehir ve kasabaların katılım pay ve oranları
belirlenmiş ve bunların halktan bağış yöntemiyle toplanması esası
getirilmiştir. Batı Anadolu'da bu uygulama giderleri karşılamaya
140
yetmeyince, ithalat ve ihracat ile büyükbaş hayvanlardan belli bir
oranda bağış alınması yoluna gidilerek, halktan istenenler adeta bir
vergiye dönüştürülmüştür.
Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan delegelerin masrafları,
Müdafaa-i Hukuk örgütlerince ve halktan toplanan bağış ve
yardımlarla karşılanmıştır. Erzurum-Sivas yolculuğunda olduğu
gibi,Temsil Heyeti Sivas'tan Ankara'ya gelirken para ve diğer
gereksinimlerin karşılanabilmesi, yine en önemli sorundur. Ankara'ya,
Mahzar Müfit (Kansu) Bey'in Osmanlı Bankası Sivas şubesinden son
anda aldığı 1000 Lira borç para ve yine Sivas'taki Amerikan
Okulu'nun bayan müdiresinden bedelsiz alınan benzin ve lastiklerle
gelinmiştir. Ancak bu para da Ankara'ya gelindikten birkaç gün sonra
bitince Ankara Müftüsü Börekçi zade Rıfat Efendi'nin halktan
toplayıp getirdiği paralar ve 20. Kolordu Komutanlığı'nın
yardımlarıyla Meclis'in açılış günlerine gelinebilmiştir.
2- Vergiler
Halktan toplanan bağışlar, zaman zaman yakınmalara neden
olmaktaydı. Kurtuluş Savaşı'na kaynak yaratabilmek için, Duyun-u
Umumiye ve Reji İdareleri kaldırılmadan bunların kaynaklarına el
konuldu ve Osmanlı Devleti'ne ait borç ödemeleri durduruldu.
TBMM’nin açılışından sonra parasal ve maddi kaynak yaratma sorunu
bağış yerine vergi oranlarının arttırılması ya da yeni vergiler
konulması ile çözülmek istendi. BMM, Kurtuluş Savaşı döneminde 19
adet gelir sağlayıcı yasa çıkarmıştır. Meclis ilk yasasını açıldığının
ertesi günü, Hayvanlar Vergisi( Ağnam Resmi) adıyla çıkarmıştır.
1914 tarihli Gelir vergisi'ndeki oranlar da diğer bir yasayla 5-10 kat
arttırılmıştır. 28 Temmuz 1920'de kabul edilen ilk gelir getirici yasa ile
de gümrük vergisi 5 kat arttırılmıştır. Zonguldak'ta çıkarılan
kömürlerden, ton başına 2-3 Lira arası ihracat vergisi alınması için bir
yasa benimsenmiştir. Güvenlik nedeniyle Müslüman olmayanlar silah
altına alınamadığından,1921 Ağustos'unda çıkarılan bir yasa ile bu
durumdakilere “bedeli askerlik” uygulaması getirilmiştir. Sakatlar
dışında 18-60 yaş arasındakilerden "yol vergisi” adıyla 4 işçi gündeliği
tutarında vergi alınmaya başlandı. Tasarruf önlemlerine de gidilerek,
Mebus(milletvekili) maaş ve yolluklarından vergi kesilmeye başlandı.
Isıtma ve aydınlatmada tasarruf için çalışma saatleri yeniden
belirlendi. Yine tasarruf amacıyla 14 Eylül 1920'de, “Men-i
Müskirat”(İçki Yasağı) ve 25 Kasım 1920'de “Men-i İsrafat” (İsrafı
Engelleme) yasaları çıkarıldı.
141
1921 yılında yürürlüğe konulan ilk bütçe, daha başlangıçta 26
milyon lira açık vermişti. Ordu giderleri için en az 45 milyon liraya
gereksinim varken, bütçedeki bütün tahmini gelir rakamı 55 milyon
lira idi. 1921 yılında Yunanlılarla İnönü, Kütahya-Eskişehir ve
Sakarya savaşları yapıldığından para sıkıntısı en üst düzeye
ulaşmıştı.Sakarya Savaşı öncesinde, başkomutanlığı ve Meclisin
yetkilerini üç ay süreyle yüklenen Mustafa Kemal, Tekalif-i Milliye (
Ulusal Vergi Buyrukları) emirleri adıyla on adet emirname yayınladı.
Savaşta askerin giydirilmesi, yedirilmesi, donatılması için tüm
vatandaşların katkısını zorunlu kılan bu yükümlülükler Sakarya
Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir etken olmuştur.
3- Yabancı Ülkelerden Gelen Yardımlar
Yabancı ülkelerden Anadolu eylemine verilen parasal desteği
üç grupta inceleyebiliriz.
a - Yabancı ülkelerdeki Türklerin ve yardım kuruluşlarının
katkıları
b - Sovyet yardımları
c - Hint Müslümanlarının yardımları
3a- Yabancı Ülkelerdeki Türklerin ve Yardım
Kuruluşlarının Katkıları
Savaşın getirdiği yıkımlar ve geride bıraktığı yetim çocuklar,
yurt dışında yaşayan Türkleri ve insani kuruluşları harekete
geçirmiştir. Amerika'da yaşayan Türkler, kurdukları örgüt aracılığıyla
topladıkları paraları, 1922 yılı başlarında Çocuk Esirgeme Kurumu'na
vermiştir. Avrupa'daki bazı insani yardım kuruluşları İzmir'de
Yunanlıların kıyımına uğrayanlara, Hilal-i Ahmer (Kızılay) aracılığı
ile yardım gönderirken, Roma'daki temsilciliğimizde çalışanlar da
Kızılay adına para toplamıştır.
3b - Sovyetler Birliğinin Yardımları
Kurtuluş Savaşı'nda, bir büyük devletin parasal ve siyasal
desteğine gereksinim duyulmaktaydı. Anadolu eylemcileri, Batılı
emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşı verirken, Bolşevikler de aynı
güçlerce desteklenen karşı devrimciler ve Polonya ile
savaşıyorlardı.İngilizler veya onun güdümündeki devletlerin Boğazlar
ve Anadolu'ya sahip olması yerine, bunların Türkler de kalması da
Bolşeviklerin işine gelmekteydi. Ayrıca, Bolşevikler verecekleri
142
destekle, Türklerin kazanacağı bağımsızlık mücadelesinin, diğer
Müslüman topluluklarının bağımsızlık mücadelesine örnek olacağını
ve kapitalizmi çökerteceklerini düşünmekteydiler. Ayrıca İngiliz
emperyalizminin, Kafkaslardan atılması konusunda da Kemalistlerle
işbirliği etmenin yararları vardı. Çünkü, Sovyet önderi Lenin ve
arkadaşları amaçladıkları yeni düzeni henüz gerçekleştirememişlerdi.
Lenin ve arkadaşları hala Çarlık kalıntısı Denikin, Wrangel, Kolçak
gibi Batılıların destekledikleri generallerle savaşmaktaydılar. Bu
nedenler Sovyetleri daha Kuvay-ı Milliyenin kuruluş döneminden
itibaren Türklere yardıma yöneltmişti.
Bu dönemde, Bolşeviklerle Karakol Cemiyeti vasıtasıyla
gayri-resmi ilişkiler başlatılmıştır. Sivas Kongresinden sonra
Bolşeviklerin yardım olanaklarını araştırmak üzere Rusya'ya, Mustafa
Kemal'in onayıyla, Enver Paşa'nın kardeşi Halil (Kut) Paşa
gönderilmişti.TBMM'nin açılışından üç gün sonra da, Mustafa
Kemal'in Lenin'e yazdığı mektupla iki hükümet arasındaki ilişkilere
resmiyet kazandırılmıştır.
Halil Paşa, Ruslardan aldığı 100.000 Lira değerindeki altını
1920 Eylül'ünde Anadolu'ya getirmiştir. 200 Kilo kadarı, Doğu
Ordusu için Erzurum'da alıkonulmuş geri kalan bölümü de Ankara'ya
gönderilmiştir. Moskova'daki görüşmeler hakkında bilgi vermek için,
Türkiye'ye dönen Ekonomi Bakanı Yusuf Kemal Bey de, 6 Ekim
1920'de 1.000.000 altın rubleyle gelmiştir.
16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması'na yardım maddesi
konulamamasına karşın, Sovyet Hariciye Komiseri Çiçerin, aynı gün
Yusuf Kemal Tengirşek'e verdiği mektupla, 1921'den itibaren birkaç
yıl Türkiye'ye yılda 10 milyon altın ruble yardım etme kararı
aldıklarını bildirmişti.Yunanlıların İkinci İnönü Savaşı'nda yaptığı
tahribatta kullanılmak üzere, 9 Nisan 1921'de Sovyet Elçisi Medivani
30 bin altın rubleyi Mustafa Kemal'e vermiştir. Moskova Anlaşması'nı
imzalayan Yusuf Kemal Bey de 4 milyon altın ruble ile 25 Nisan
1921'de Sarıkamış'a ulaşmışlardı.
Sovyet Resmi belgeleri ve Ali Fuat Cebesoy'un verdiği
bilgiler, Nisan 1921-Mayıs 1922 arasında Sovyetlerin Türkiye'ye 10
milyon altın ruble yardım yaptığını göstermektedir. Buhara
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman (Kocaoğlu) Bey'in,Türklere
iletilmek üzere, Ruslara teslim ettiklerini öne sürdüğü 100 milyon
altın ruble konusu ise, hala aydınlatılabilmiş değildir. Sovyetlerce
Türkiye'ye verilmediği iddia edilen büyük miktardaki bu paranın,
niçin Moskova aracılığı ile gönderildiğini açıklama olanağı olmadığı
gibi, o günlerde Türkiye'nin dostluğuna büyük önem veren
143
Sovyetlerin, bu durumun ortaya çıkması halinde bu olayın dostluğa
büyük bir darbe vuracağını kestirmemesi de olanaksızdır.
Gönderilmeyen bu paranın Türkiye için büyük önemi vardı. Bir
müddet sonra zaten Buhara Cumhuriyeti Kızılordu tarafından işgal
edilince buradan yeni bir yardım söz konusu olmadı.
3c- Hint Müslümanlarının Yardımları
Milliyetçilik bilincini yayılması, halifeliğin Osmanlılara geçip
geçmediği tartışmaları ve mezhep farklılıkları, halifeliğin önemini
azaltmıştı.Müslümanlar arasında İngiliz egemenliği altında oldukları
halde Halifeye bağlılıklarını sürdürmeye çalışanların başında, Hint
Müslümanları gelmekteydi. Hilafet merkezi İstanbul'un Hıristiyan
ordularınca işgal edilmesi üzerine, Hint Müslümanları halifeliği
korumak ve İngiltere'ye baskı yapmak amacıyla "Indian Committee of
the Caliphate" ve "All India Khilafet Congress" adlı dernekler
kurmuşlardı. Hint Müslümanlarının lideri Mevlana Mehmet Ali Han'ın
kurduğu yardım komitesi de topladığı yardımları, Türk Kızılay'ına
aktarmıştır. Bu dernek ve yardım komitelerinin, 26 Aralık 1921'den 12
Ağustos 1922' ye kadar yolladığı paranın tutarı: 675.494 Liradır. Bu
paralar, Maliye Bakanlığı'nın kayıtlarına ve hazineye girmemiş,
Mustafa Kemal'in emrinde durmuş ve Osmanlı Bankası'nda
korunmuştur.
Kurtuluş Savaşı'nda çekilen mali sıkıntılara karşın bu paraya,
Büyük Taarruz'a kadar el sürülmemiştir. Büyük Taarruz öncesinde
para, geçici olarak Maliye Bakanlığı'na devredilmiştir. Paranın küçük
bir kısmı, ordu ihtiyaçları için 110 bin Lirası da evleri köyleri yakılıp
yıkılan halka dağıtılmıştır. Geriye kalanı da 1924'de kurulan İş
Bankası'na Mustafa Kemal tarafından sermaye olarak konmuştur.
C) Silah ve Malzeme Kaynakları
İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince
Osmanlı ordusunun sayısını terhis ettirterek önemli ölçüde azaltmış
mecburi askerliği kaldırtmıştı. Ayrıca Osmanlı Ordusunun silah ve
cephanesini almıştır. Ordunun elinden alınan silahlar ve kalan
silahların genel olarak sayısı şunlardır;
144
Silah Cinsi:
Ordudan Alınan Miktar :
Ağır Top
1099
Sahra Topu
606
Piyade Tüfeği
667983
Ağır Makinalı Tüfek
3118
Kalan Miktar
82
200
123191
1370
Türk ordusuna bırakılan silah ve cephanenin özellikle
tüfeklerin çok büyük bir bölümü İstanbul'da depolanmıştı.
Anadolu'daki dağınık birliklerdeki silahlarla, ancak 3 - 4 tümen
donatılabilirdi.
Sivas Kongresi günlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan
Anadolu'ya miras kalan ordu gücü ( Trakya ve İstanbul hariç) 34.181
kişi idi. TBMM'nin açıldığı günlerde, firarlar ve iç isyanlardaki
dağılmalar nedeniyle Ege ve Güney Anadolu'daki 15-20 bin Kuvay-ı
Milliyeci ile birlikte toplam silahlı güç, 35-40 bin dolaylarındaydı.
Oysa TBMM'nin ilk günlerinde, Ege bölgesinde 100 bini aşan Yunan,
büyük kısmı İstanbul dolaylarında 38 bin Fransız, Güneybatı Ege ve
İstanbul'da 5 bin İtalyan, Kars dolaylarında 16 bin Ermeni olmak
üzere, güçlü silahlara sahip 200 bin kişilik yabancı kuvvetlerin işgali
altındaydı. 35-40 bin kişilik Türk kuvvetiyle, hem cephelerin
tutulması hem Karadeniz'deki Rum çetelecilerin temizlenmesi, hem de
iç isyanların bastırılması gerekmekteydi. Eldeki ordu gücünün silah
ve cephanesi çok sınırlı sayıda olduğu için, şu önlemlere
başvurulmuştur:
1- Silah ve mühimmat yapım ve onarım için atölyeler
oluşturmak
2- İtilaf Devletleri'nin kontrolündeki depolardan kaçırmak
3- Yabancı ülkelerden bağış ve satın alma yoluyla karşılamak
1- Silah ve Mühimmat Yapımı ve Onarımı İçin Atölyeler
Oluşturmak
Osmanlı ordu ihtiyaçları için silah, malzeme ve cephane imal
etmek, bunların bakım ve onarımlarını sağlamak için İstanbul ve
dolaylarında, İmalat-ı Harbiye adıyla anılan bazı askeri fabrika ve
tesisler meydana getirilmişti. Kurtuluş Savaşı başlayınca, İmalat-ı
Harbiye subay ve ustalarından bazıları yanlarına taşınabilecek takım
ve malzemelerini de alarak Anadolu'ya kaçmışlardı. 1920
145
Temmuz’unda ve Ankara Yahşihan'daki demiryolları atölyeleri, bu
elemanlarca silah atölyesine dönüştürülerek, işgal kuvvetlerince
kamaları alınan toplara kama ve nişangah döktüler.
10 Ocak 1921'de Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı “İmalat-ı
Harbiye Genel Müdürlüğü” kurularak, yurt çapında atölyeler
oluşturuldu. Buralarda eski tren ve ray parçalarından kılıç, süngü, top
kamaları yapılırken, Ruslardan alınan çapları büyük mermiler de
cepheye yetiştirilebilmek için, barutları boşaltılmadan patlama
olasılığına rağmen inceltildi. Büyük Taarruz'a hazırlık günlerinde,
Konya'da da bir imalat ve onarım merkezi kuruldu. Atların nalları için
bir nalcılık okulu açılarak, süvari ve diğer birliklerdeki atları
nallayacak koşum takımları imal edecek ustalar yetiştirildi.
146
2- İtilaf Devletlerinin Kontrolündeki Depolardan Silah ve
Malzeme Kaçırılması
Devletleri'nin işgal ettiği yerlere getirip depoladığı silah ve
diğer malzemelerin büyük bir bölümü, Milli Mücadele'den yana
olanların oluşturduğu örgütler vasıtasıyla Anadolu'ya kaçırılmıştır. Bu
örgütler, silah ve malzeme yanında bilgi toplama ve Anadolu'ya insan
geçirme görevlerini de üstlenmişlerdi.
Önceleri “Milli Müsellah Kuvvetler Grubu” adını alan eski
Teşkilat-ı Mahsusa elemanları tarafından kaçırılan silah ve cephane
yeterli olmayınca, geniş çapta silah ve cephane kaçıracak Müdafaa-i
Milliye İstihbarat Grubu kuruldu. Bu gruba Muavenet-i Bahriye,
Felah-ı Vatan ve Güneş adındaki gizli örgütler yardımcı olmuştur.
Hamza, Zabitan, Namık, Bizci Mustafa, Kaynarca, Ferhat ve Kerimi
Grupları da silah ve adam kaçırma olaylarında önemli roller
üstlenmişlerdir. Sakarya Zaferi'nden sonra İtalyan ve Fransızların göz
yummaları sonucunda kaçırma olayları, daha büyük boyutlara ulaşmış
ve Mustafa Bey Grubu aracılığıyla İstanbul'dan İnebolu ve Ereğli
limanlarına 75 mm.lik 20 adet sahra topu ile 7 dağ topu bile
getirilmiştir.
3 - Yabancı Devletlerden Bağış ve Satın Almalar
3a – Sovyetler Birliği Yardımları
Kurtuluş Savaşı'nda gereksinim duyulan silah ve malzemenin
önemli bir bölümü, Sovyet yardımı şeklinde 1920 Eylül ayından
itibaren gelmeye başlamıştır. Sovyet resmi belgelerine göre Kurtuluş
Savaşı boyunca, Türkiye'ye yapılan silah ve cephane yardımı
miktarları şöyledir: 39.275 tüfek, 327 Makinalı Tüfek, 54 top,
62.986.000 adet tüfek mermisi, 147.079 adet top mermisi, 1000
atımlık top barutu, 4.000 adet el bombası, 4.000 şarapnel mermisi,
1.500 kılıç ve 20.000 gaz maskesi.
Sovyet Rusya'nın yardım olarak verdiği bu silahlar, genellikle
Birinci Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusyası ordularının Osmanlı ve
Alman ordularından ele geçirdikleri silahlar ile iç savaş sırasında
Kızılordu birliklerinin ele geçirdiği İngiliz ve Fransız silahlarıydı. Bu
çeşitlilik karşısında aynı cins silahlar, belirli birliklerde kullanılarak,
eğitim ve cephane ikmalinin ortaya çıkardığı güçlükler azaltılmaya
çalışılmıştır.
147
3b – Fransız Yardımları
Fransızlar, Ankara Anlaşması ile Güney Anadolu'dan
çekilirken, bu anlaşmaya ekledikleri gizli mektuplarla, silah ve
malzeme yardımında bulunmayı kabullenmişlerdir. Fransızların
Türklere bıraktıkları silah ve cephane; 10.089 tüfek, 1.505 sandık
mermi ve çalışır durumdaki 10 uçaktan oluşmaktaydı. Fransızlar
çekilirken, 4 adet uçak motoru, 3 adet telsiz istasyonu ve 10 adet
hangarı da Türklere satmışlardır. Ayrıca Fransa'ya gönderilen
satınalma komisyonu (Cemal ve Sıtkı Beyler), Osmanlı ve Rus altını
ödeyerek 1.500 adet hafif makineli tüfek ve 2.735 sandık fişek, 200
adet kamyonet, 1 adet kompresör, 11 adet top beşik kaması, 2 ton şaplı
kösele ve bazı yedek parça ve malzemesi satın almışlardır. 130 ton
benzin ve motor yağı da Fransız vapurlarınca gizlice Mersin'e
ulaştırılmıştır.
3c – İtalyan Yardımları
Birinci Dünya Savaşı'nda yaptığı gizli anlaşmalarla kendisine
vaat edilen toprakların verilmediğini gören İtalya, Batı Akdeniz ve
Ege Bölgesi'nde işgal ettiği yerlerde Türklere iyi davranmış, hatta
Kuvay-ı Milliye'ye silah yardımında bulunmuştur. İkinci İnönü
Zaferi'nden sonra İtalyanların herhangi bir anlaşma yapmadan
çekilmesi üzerine, İtalya'daki silah fabrikalarından silah ve cephane
satın alınma yoluna gidilmiştir. Bedeli Rus yardımı altınlardan
ödenerek, 4.310.000 adet tüfek fişeği ve 20 adet uçak alınmıştır.
İtalyanlar her ay, Anadolu limanlarında 50 bin tüfek teslim etmeyi
vaat etmişlerse de,ancak 20.000 tüfek satın alınabilmiştir. Ancak bu
silah ve gereçlerin, Akdeniz'deki İngiliz ve Yunan tehlikesi nedeniyle,
Anadolu'ya getirilemeyeceği anlaşılınca, Almanya'da satılmıştır.
Bulgarlardan satın alınan 1.050 tüfek ise, 7 Mart 1922 günü
yüklendiği Bakırcief motorunun Karadeniz'de batması nedeniyle,
Anadolu'ya ulaşamamıştır. Almanya'dan satın alınan piyade
cephaneleri ise bir dolandırıcılığa kurban gitmiştir.
148
2– DÜZENLİ ORDUNUN KURULUŞU ve GELİŞMELER
Ülkenin işgali karşısında yerel olarak başlayan direnmiş
hareketleri Kuvay-ı Milliye denilen silahlı direniş hareketlerini
başlatmış, bu hareket zamanla düşmana karşı Türk milletinin direncini
simgeleyen bir inanç haline gelmiştir. Bu kuvvetler, güneyde
işgalcilere karşı düzenli ordudan ciddi yardımlar almadan İngiliz
Fransız ve Ermenilere karşı halkla beraber büyük direniş göstermişler,
Batıda Yunan ilerleyişini yavaşlatmışlar, Kuzeyde Karadeniz’de,
Doğuda işgal bölgesinde işgalcilerle işbirliği yapan Rum ve
Ermenilere karşı bölgelerini kahramanca savunmuşlar, bazen de
T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmaları bastırarak milli devletlerini
kuruluşunda büyük hizmetler yapmışlardır. 1921 yılının başına kadar
Milli Mücadele Milli Kuvvetler denilen bu silahlı örgütler tarafından
yürütülmüştür.
Ama özellikle Batı cephesinde Yunan ilerleyişi orduların
düzenli olması, eğitimli ve tekbir komuta altına girmesin zorunlu
kılıyordu. Kuvay-ı Milliye örgütler liderleri bazen gerekli uyarı ve
emirleri dinlemedikleri için işgale karşı başarılı olunamıyordu. Ayrıca
22 Haziran 1920’de başlayan Yunan genel taarruzu sonrasında
Balıkesir ve Bursa da düşmüştü. Meclisin bu işgaller üzerine aldığı
tedbirlerin yetmeyeceğini özellikle Batı cephesinde düzenli orduya
ihtiyacına atıfta bulunmuş, meclisin kararı ile ordular oluşturulmaya
başlandı. Orduları insan kaynağı için ilk müracaat yeri Kuvay-ı
Milliye örgütleri oluştur. Bununla ilgili ilk çıkan yasalarda kaçakların
önlenmesi için “Firariler Hakkında Kanun” kabulü ile İstiklâl
Mahkemelerinin kurulması olmuştur.
Düzenli orduya direnen ilk kişide yukarıda da değinildiği gibi
Kuvay-ı Milliye liderlerinden Çerkez Ethem olmuştur. Fakat bütün
bunlara rağmen düzenli orduya katılım, silah, mühimmat ve maddi
kaynaklar özverili bir şekilde halktan ve bazı dış yardımlarla
sağlanabilmiştir. Muharebeler başlamadan T.B.M.M.’nin elindeki tek
düzenli ordu ise Kazım Karabekir Paşa Komutasındaki tam silahlı ve
kadrolu olarak Erzurum’da bulunan XV. Kolorduydu. Bu orduda
Doğu Anadolu da Ermeni işgaline karşı tertibat almıştı. Gümrü
Antlaşmasının imzalanması sonrasında bu kuvvetlerden önemli bir
kısmı Batı cephesine kaydırılacaktı.
Kurtuluş Savaşında düzenli ordunun kullanıldığı cepheler
doğu ve batı cephesi olmuş, her iki cephede de Türk ordusu üstün
başarılar göstererek T.B.M.M. Hükümetine gerekli askeri desteği
siyasal alanda kurmak üzere vermiştir. Ordunu subay ihtiyacı Osmanlı
149
ordusunun milli davaya katılan bir çok cephe savaşlarına girmiş
tecrübeli subaylardan karşılanmış, Ankara’da Subay okulu açılarak ta
ihtiyaç giderilmeye çalışılmıştır.
3- SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI
I. Dünya Savaşının bitiminden sonra yeni savaşın getirdiği
yeni ortamı kendi anlayışlarına göre düzenlemek isteyen galip
devletler, diğer konularda anlaşmışlar, mağlup olan diğer devletlerin
kaderini belirleyecek barış antlaşmalarını yapmışlar, Türkiye’nin
geleceği konusunda tam bir anlaşma sağlayamamışlardı. Özellikle
İtalya kendine verilen taahhütlerin gerçekleşmediğini görünce
uzlaşmayı engellemeye devam etmiştir.
Türkler Yunan işgali ile beraber şiddetli bir direnişe geçmişler,
Ankara merkezli bir hükümet kurarak mücadeleye başlamışlar, ancak
İngiltere Türkiye üzerindeki politikasını uygulamaya kararlı şekilde
devam etmiştir. İngiltere Osmanlı Devleti ve Türklerin geleceğini
150
şekillendirirken kendi planlarını müttefiklerine kabul ettirmiştir.
İngiltere, Ermenistan kurulmasını, İngiliz güdümünde Kürdistan’ın
oluşumunu, Trakya ve Batı Anadolu’nun da Yunanistan’a verilmesini,
Osmanlı Devletinin de başında bulunan yöneticilerinin bu durumu
kabul etmek zorunda olduklarını vurguluyordu.
İngiltere’ye göre; Türkler, savaşa Almanya’nın yanında
katılarak savaşı iki yıl uzatmışlar, İngilizlere son derece ağır bir insan
ve maddi kayıplara uğramalarına sebep olmuşlardır. Bu itibarla ağır
bir bedel ödemeliydiler. Hazırlanan Barış Antlaşmasını Paris
Konferansına katılan Osmanlı Delegelerine verdiler, itiraz edilmesine
rağmen hazırladıkları belgeye Osmanlı Devletinin 27 Temmuz 1920
tarihine kadar kabul veya ret şeklinde cevap vermelerini istediler.
Osmanlı Hükümeti anlaşmayı görüştükten sonra imzalanması
yönünde tavsiye kararı aldı, 22 Temmuz 1920’de Saltanat Şurası konu
ile ilgili olarak toplandı. Toplantıya katılan 43 kişilik üyeden 42’si
antlaşmanın onaylanmasına karar verdiler. Antlaşma, 10Ağustos
1920’de Paris’in Sevr (Sevres) adı verilen yerde imzalandı. Galiplerin
maddelerini yazdığı ve asırlardır Türk vatanı haline gelmiş,
toprakların kağıt üzerinde paylaşıldığı 13 Bölüm, 433 maddeden
oluşan antlaşmanın kısaltılmış hükümleri şunlardır ;
* Osmanlı Devleti, İstanbul ve çevresi ile Anadolu’da küçük bir
toprak parçasından ibaret olacak, fakat Osmanlılar, anlaşma
hükümlerine saygı göstermezlerse ve uymazlarsa, İstanbul’da
ellerinden alınacak.Osmanlı sınırları Trakya’da, Midye’nin
çok daha doğusundan başlayarak Büyük Çekmece gölüne
inecek, bu hattın batısında kalan Trakya Yunanistan’a
verilecekti. Güney sınırı ise, İskenderun körfezi ile Antalya
Körfezi arasında bulunan Karataş burnundan başlamak
suretiyle Antep, Urfa ve Mardin’i dışta bırakarak Irak sınırına
varacak.
* Boğazlar savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık
bulundurulacak ve özel bir bayrağı ve özel bir bütçesi olan
Avrupa komisyonu tarafından kontrol edilecek.
* İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyon
adlî kapitülasyonlar yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü
Osmanlılar kabul edecekler. Kapitülasyonlardan bütün
Müttefik uyrukları yararlanacak.
151
* İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak bir
komisyon Türkiye’nin hazinesini düzenleyecek, bütçe üzerinde
son sözü söyleyecek, Türk parasının cins ve miktarını
belirleyecek ve bu komisyonun onayı olmadıkça Osmanlı
Devleti iç ve dış borç almayacak. Yıllık gelir bu komisyon
tarafından, komisyonun ve işgal kuvvetlerinin masrafları,
savaş sırasında zarar görmüş olan Müttefik uyruklarının
zararları için ayrıldıktan sonra, geri kalan Osmanlılar için
harcanacak. Osmanlı üyeleri bu komisyonda yalnız danışman
olarak bulunacak.
Azınlıklar her yerde okul açabilecekler.
*
* Osmanlı Devletinin askeri kuvveti 15 bini Jandarma olmak
üzere 50 bin olacak ve top bulunmayacak. Subayların yüzde
on beşini Müttefik veya tarafsız devletlerin subayları
oluşturacak, zorunlu askerlik hizmeti olmayacak.
* Osmanlı Donanması sınırlı olacak, askeri uçak bulunmayacak,
Osmanlı
Silahlı
kuvvetleri
Müttefik
komisyonların
kontrolünde olacak.
* Antlaşmanın uygulanmaya başlamasından bir süre sonra
Kürtler, Doğu Anadolu’da bağımsız bir kuruluş meydana
getirmek isterlerse ve onların bu istekleri Cemiyet-i Akvam
(Milletler
Cemiyeti)
tarafından
kabul
edilip,
Osmanlılara tavsiye edilirse Osmanlılar, bu tavsiyeyi yerine
getirecek.
* Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda,
bir Ermenistan Devleti kurulacak, sınırlarının tayini Amerika
Birleşik Devletleri Başkanının hakemliğine bırakılacak.
* Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar Mısır üzerindeki
bütün haklarından vazgeçecek, Suriye, Irak ve Filistin için
alınan bütün kararları da kabul edecektir.
152
* Oniki Ada İtalyanlara, Akdeniz deki öteki adalar da
Yunanlılara bırakılacak.
* İzmir Türk egemenliğinde kalacak, fakat Osmanlı Devleti
egemenlik
haklarını
Yunanistan’a
bırakacak,
İzmir
kalelerinden birinde Türk bayrağı dalgalanacak.
Geniş bir içerik taşıyan ve Türklere de Anadolu’nun iç
kısmında bir bölgeyi bırakan antlaşmanın hükümleri son derece
ağır, milli onuru zedeleyici, teslimiyetçi bir belgedir .Sevr
Antlaşması ölü doğan bir antlaşma olmuştur. Bu antlaşmanın
Osmanlı hükümeti tarafından imzalanması, T.B.M.M.’nin inanç
ve direncini arttıran, davasının haklılığını vurgulayan bir gelişme
olmuştur.
Osmanlı Meclisi dağıldığı için bu antlaşma hukuken de
onaylanmamış, dolayısıyla Anayasaya göre de geçerliliği yoktu. Daha
sonra Sevr Barış Antlaşmasını imzaladıkları için Ankara istiklâl
mahkemesi Sadrazam Damat Ferit Paşa ve arkadaşları “Vatana
İhanet” suçuyla gıyaben idama mahkum edildiler. T.B.M.M., 19
Ağustos 1920 tarihli oturumunda antlaşmayı tanımadığını ve hiçbir
şekilde antlaşma hükümlerinin uygulanamayacağına dair karar
çıkartmıştır. Ayrıca aynı toplantıda Sevr Antlaşmasını imzalayan ve
onaylayan Saltanat Şûrası üyelerini vatana ihanet suçu ile itham
ederek “Vatansız” sayılmaları kararı aldılar.
153
ÖZET
Mili Mücadelenin ve Türk İnkılâbının eylem aşamasının en
önemli gelişmesi Türk Bağımsızlık Savaşıdır. Bu savaşta milis ve
düzenli ordu ile ülkenin dört bir yanında planlı veya tepkisel
olarak yapılmıştır. Ama düzenli işgal orduları karşısında
T.B.M.M. Hükümeti, kuruluşundan hemen sonra aynı şekilde
düzenli ordu birlikleriyle savaşılması gerçeğini görmüş, hemen
yapılan kanunlar ve kararnamelerle düzenli askeri birlikler
oluşturmaya başlamıştır. Askeri hazırlıklar için gerekeli olan
insan, araç - gereç ve silahların hemen bulunması çok zordu.
Anadolu’nun kaynaklarının azlığı, insanlarının savaşlar
karşısındaki bıkkınlığı, ülkeyi işgal eden orduların güçlü ve sayıca
çok olması, Osmanlı ordusunun insan ve silah kaynaklarının İtilaf
Devletleri tarafından bilinçli olarak azaltılması ve ortadan
kaldırılması savaşın kaynaklarını Türk ordusu açısından olumsuz
hale getirmişti.
Buna rağmen T.B.M.M. Hükümeti büyük fedakarlıklarla
içi ve dışarıdan kaynakları aramaya başladı. Çıkarttığı kanun ve
kararnamelerle savaşlar sırsında ülke içindeki kaynakları
seferber etti. Milli örgütler ve Türk halkı her türlü fedakarlığı
göstererek silah, mühimmat ve insan kaynaklarını ordusunu
emrine binbir güçlükle sağladı. Ülke dışında milli mücadeleyi
destekleyen ülkelerden maddi ve askeri kaynaklar istendi. Bir çok
ülke kendi politikalarına uygun olarak Ankara Hükümetine
yardım etti.
Düzenli ordunun en büyük olumlu yanı Osmanlı
Ordusunda her türlü cephe harbini yapan, savaş tecrübesi olan
başta Mustafa Kemal Paşa gibi birçok komutanın ordunun başına
geçmesi
ve savaşın her aşamasında savaşları ustalıkla
yönetmeleridir. Ayrıca bir vatan müdafaası yapması ve ölüm
kalım savaşının bilincini verilmesi Türk Ordusu için ayrı bir itici
güç olmuştur.
Bir çok komşu ve Müslüman ülkeler, Türk devletleri,
Uzakdoğu ve Afrika’daki sömürgeler altında ezilen halklar binbir
fedakarlıkla Türk ordusuna ve hükümetine maddi ve siyasi
desteği verdiler. Savaşın ileri boyutlarında İtilaf Devletleri içinden
de Türk ordusuna silah ve mühimmat desteği para veya hibe
şeklinde verilmiştir.
154
Türk Hükümetinin
maddi ve askeri yardımlarının
yanında para karşılığında silah ve mühimmat alma şeklinde de
ihtiyaçları karşılama yoluna gitmiştir.
Düzenli ordu, meclisin açılması ile kurulmaya başlamış,
Kuvay-ı Milliye birlikleri ve halktan askerlik hizmeti düzenli
ordunun insan kaynaklarını oluşturmuştur. Düzenli ordu özellikle
Batı ve Doğu cephesindeki muharebelerde kullanılmıştır. Bütün
bu gelişmeler karşısında İtilaf Devletleri de kendilerinin muhatap
kabul ettikleri Osmanlı Hükümetine Sevr Barış Antlaşmasını
imzalatmışlar ve yeni bir işgal hareketine yasal
zemin
hazırlamışlardır. Türk ülkesinin siyasi ve coğrafi yapısını yok
eden bu antlaşma Türk Hükümetinin çok sert tepkisine neden
olmuş, anlaşma hiçbir şekilde kabul edilmemiş, imzalayanlar
meclis kararıyla vatansız kabul edilmiştir.
155
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Düzenli ordunun kurulmasının gerekçeleri arasında
seçeneklerden hangisi bulunmaz?
a) İşgal ordularının Anadolu’daki iç bölgelere kadar işgallerini
genişletmeleri
b) Kuvay-ı Milliye örgütlerinin yeterli şekilde direnç
gösterememeleri
c) T.B.M.M.’nin devlet şeklinde örgütlenmesi ve devletin bir askeri
gücünün bulunması gerektiği
d) Komşu ülkelerin kurulacak yeni bir orduya destek vereceklerini
açıklamaları
e) Ülkenin içinde çıkan ayaklanmalarla iç düzenin bozulması,
Kuvay-ı Milliye örgütlerinin T.B.M.M. Hükümetinin otoritesini
kabul etmek istememeleri
2Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında maddi kaynakların
bulunması ve savaşın sürdürülmesi faaliyetleri göz önüne
alındığında aşağıdaki seçeneklerde verilen yargılardan hangisi
doğru değildir?
a) Anadolu’da yaşayan Türk Halkı Osmanlı Hükümeti ve İşgalci
güçlerin etkisi ile T.B.M.M. Hükümetine yeterli desteği ve maddi
yardımı yapmamıştır.
b) Düzenli ordunun asker ihtiyacı Kuvay-ı Milliye ve halk tarafından
karşılanmıştır.
c) Komşu ve Müslüman ülkelerin halkları ve hükümetleri para, silah
ve mühimmat desteği vermişlerdir.
d) Savaş sırasında T.B.M.M. çıkarttığı kanunlarla halktan vergi ve
nakdî yardım alarak savaşın giderlerini karşılamaya çalışmıştır.
e) Ordunun üst düzey subay ve personeli vatanperver komutanlar ve
Ankara’da kurulan Harp okulunun yetiştirdiği subaylardan
karşılamıştır.
156
3- Türk Kurtuluş Savaşında Türk Hükümetine askeri ve maddi
yardım yapan devletler arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz?
a) İtalya
b) Fransa
c) Sovyetler Birliği
d) Buhara Türk Cumhuriyeti
e) İngiltere
4- Sevr Barış Antlaşması ve uygulamaları göz önüne alındığında
seçeneklerden hangisi doğru değildir?
a) Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanması Osmanlı Hükümetinin
halk üzerindeki etkisini olumsuz etkilemiştir.
b) T.B.M.M. antlaşmayı imzalayan ve onaylayanları oybirliğiyle
“Vatan Haini” ilan etmiştir.
c) Antlaşmanın hükümleri önemli ölçüde Anadolu ve Trakya
bölgesinde uygulanmıştır.
d) İtilaf Devletleri antlaşmayı imzalatarak yeni işgal planlarına yasal
altyapı oluşturmuşlardır.
e) Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması ile Anadolu’daki milli
mücadele daha da hızlanmış, direniş azmi daha üst seviyeye
çıkmıştır.
5- Aşağıdaki cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yerleştiriniz.
Sevr Barış Antlaşması ile Doğu illeri olan Van, Bitlis, Erzurum
ve Trabzon ve çevresi …………………… Devletine bağlanmak
istenmiştir.
157
X. ÜNİTE
MUHAREBELER VE SONUÇLARI
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
*
*
*
*
Güney Cephesinde muharebeler hangi işgal devletleri ile
yapılmıştır?
Cephede
gelişmeler
nasıl
olmuştur?
Kaynaklardan araştırınız.
Güney cephesinde yapılan muharebelerin Milli Mücadeleye
katkısı neler olmuştur? Öğreniniz.
Doğu Cephesinde muharebeler kimle ve hangi şekilde
yapılmıştır? Doğu cephesinde yapılan muharebelerin Milli
Mücadeleye katkıları nasıl olmuştur? Araştırınız.
Batı Cephesinin özellikleri ve yapılan muharebelerin sonuçları
neler olmuştur? Araştırınız.
Batı cephesi muharebelerinin uzun ve zor geçmesinin sebepleri
nelerdir? Kaynaklardan araştırınız.
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR :
Ünitemizde
Kurtuluş
Savaşının
askeri
olarak
gerçekleştirilen muharebeleri ve cepheler incelenecek ve siyasi
olarak kurulan Türk devletinin bu durumu askeri zaferlerle
dünyaya kabul ettirilmesi kavratılacaktır.
Muharebeler 1920 yılında başlamış ve yaklaşık üç yıl
sürmüştür. Muharebelerde üç cephenin aynı anda veya
birbirlerinin ardı sıra yapılmış olmasına
dikkat ediniz.
Muharebelerin oluş biçimine ve savaşılan işgal güçlerine karşı
halkın gösterdiği üstün direncin kavranılması önemlidir.
Muharebelerde kullanılan metotların ve alınan kararların Türk
birlikleri ve direniş örgütleri tarafından ustalıkla uygulandığı
gözden kaçmamalıdır.
Muharebelerin hangi cephe olursa olsun düzenli ve planlı
olmasına ve özellikle zamanlamanın isabetli,
komutanların
yönetimlerinin başarılı olduğuna dikkat ediniz.
158
X. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER













Güney Cephesinde Muharebeler ve
Sonuçları
Doğu Cephesinde Muharebeler ve
Sonuçları
Batı Cephesinde Muharebeler ve
Sonuçları
I. İnönü Muharebesi
Londra Konferansı
Teşkilat-ı
Esasiye
Kanununun
(Anayasanın) Çıkarılması
İstiklâl Marşının Kabulü
Türkiye -Afganistan Dostluk Antlaşması
Moskova Antlaşması
II. İnönü Muharebesi
Eskişehir – Kütahya Muharebeleri
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
159
1– GÜNEY
SONUÇLARI
CEPHESİNDE
MUHAREBELER
ve
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra güney bölgesinde
cephelerin kurulmasının başlıca nedeni, antlaşma hükümlerinin İtilaf
Devletleri tarafından tek taraflı, haksız ve yanlış bir şekilde uygulanışı
ve bu toprakların işgal edilmesidir. Fransızların Adana , İngilizlerin
Urfa, Maraş ve Antebi işgal etmeleri halk arasında korku, şüphe ve
nefret yaratmıştı. İngilizlerin bu bölgeden çekilmeleri sonucu Urfa,
Maraş ve Antebin de Fransızlar tarafından işgali ve azınlık
Ermenilerle işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini burada
uygulamaları yer yer bölgesel savunma tertiplerinin alınmasına ve
milli kuvvetlerin kurulup teşkilatlanmasına sebep olmuştur.
Ermenilerle işbirliği yapan Fransızların davranışları Çukurova
da olduğu gibi Güneydoğu Anadolu’daki vilayetlerinde de tepkiyle
karşılandı. Ermeniler mal, can ve namus gibi kavramları
gözetmeksizin eylemler yapıyor, Fransızlar da buna göz yumuyorlardı.
Onların bu tutumu, yörede Milli Kuvvetlerin harekete geçmesine,
dolayısıyla Milli Mücadelede Güney Cephesinin kurulmasına zemin
hazırladı. Güney Cephesindeki muharebelerin genel özelliği buralarda
düzenli ordu birlikleri değil, genellikle Kuvay-ı Milliye ve Milis
olarak bölge halkı muharebeleri yürütmüştür.
1a - Adana Cephesi
Kilikya adı verilen bu bölgenin işgal niyetini Adanalıların
anlamasından itibaren büyük bir infial uyanmış, halk protesto
eylemlerine başlayarak “Feryatname” adlı telgraflar çekerek durumu
İstanbul’a bildirmişlerdir. İşgal hareketi ilk önce İngilizler tarafından
İskenderun üzerinden Payas’a asker sevki, şeklinde başlamış, daha
sonra 14 Kasım 1919’da aralarında yaptıkları anlaşmalara dayanarak
İskenderun’a çıkan Ermenilerle takviyeli Fransız birlikleri, doğudan
Adana istikametinde işgallerine başlamışlardır. Yörenin ilk işgal yeri o
dönemde Adana iline bağlı olan Dörtyol kazası olmuş, ilk direnişte
yine Dörtyol’da başlamıştır. Diğer işgal istikameti Mersin üzerinden
olmuştur.Bölgenin ileri gelenleri çektikleri bu protestolara Mersine
çıkan Fransız birlikleri, 17 Aralık 1919’da Fransa’nın Suriye işgal
komutanı general Hamlen (Hamlin) törenle Adana’ya geldi. Yanında
gelen askerlerden önemli kısmı Ermenilerin oluşturduğu lejyonlardı.
Yine Anadolu’da başlayan Milli mücadele ve bütün gelişmelere
karşısında Adana’da bulunan milli davayı destekleyen basın, zor
şartlar altında da hizmet veriyor, işgale karşı olan direniş ruhunu,
160
cephelerdeki durumu, bütün ülke ile birlikte Adana’daki Müslüman
Türk ahaliye iletiyordu.
Özellikle Ermeniler bölge halkına yaptıkları baskılar ve terör
eylemleri gün geçtikçe artmış, hatta Ermeniler geçici bir yönetim
kurmuşlardır. Bu hareketlerde bölgedeki direnişi arttırdı. İlk direniş
Dörtyol’da, arkasından Karaisalı’da Kuvay-ı Milliye teşkilatı
kurularak mücadele başladı. Fransız ve işbirliği yapan Ermenilere
karşı savaşı şiddetlendiren Adana Kuvay-ı Milliye örgütleri
kendilerini birleştirilmesi için Sivas’a giderek, kendilerine komutan
atanmasını Mustafa Kemalden istediler. Mustafa Kemal Heyetle
birlikte 1 Kasım 1919’da “Kilikya Kuvay-ı Milliye Komutanlığı”
kurdu. Komutanlığın görev alanı olarak ta Adana vilayetinin tamamı
ile Tarsus, Mersin Bölgesini kapsıyordu. Komutanlığın başına da
Topçu Binbaşı Kemal, yardımcılığına da Piyade yüzbaşısı Osman
Nuri atandılar.
Fransızların da Ermenilere katılması ile yapılan taarruzlar
Toroslara çekilerek zayıflatılmış, daha sonra Pozantı’ya kadar işgali
genişlettilerse de 11. Tümenin desteği ile Kuvay-ı Milliye Fransızları
yenilgiye uğrattı, 28 Mayıs 1920’de Osmaniye’de, 19 Temmuzda
1920 Mersinde, Fransız ve Ermenilere karşı başlayan taarruz başarılı
olmuş, Kozan, Saimbeyli’de Ermenilerin direnişi kırılarak buraların
Türk vatanı olduğunu her iki işgalci güce göstermiştir.
İşgalci kuvvetlerin Kavaklıhan, Aflak, Kar Boğazı, Yarbaşı,
Hinnepli, Taşçı, Mercin, ve Büyük Fadıl Muharebelerindeki büyük
direnç, Fransız işgal komutanlığına pahalıya mal olmuş, 20 Ekim 1921
Tarihli imzaladıkları Ankara Antlaşması ile Adana Mersin ve
Havalisini terk etmek zorunda kalmışlardır. Adana’dan 5 Ocak
1921’de tamamen çekilen Fransız kuvvetleri şehrin yönetimin
Türklere resmen teslim etmişler, 5 Ocak tarihi Adana’nın kurtuluş
günü olarak kabul edilmiştir. Adana ile çevre illerden olan Mersin’de
3 Ocak 1921’de Türk Ordunun Mersine girişi ve Fransız işgal
kuvvetlerinden teslim alışı ile kurtulmuştur.
1b – Antep Cephesi
Önce İngilizler ve daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen
Antebin Antlaşmaya aykırı olarak işgali yabancı boyunduruğuna
tahammülü olmayan Anteplileri galeyana getirmiştir. Fransızların
Antep’te bir milli Ermeni fırkası kurarak Türkleri sindirme politikası
uygulamaları Anteplileri direniş teşkilatları oluşturmasına sebep
olmuştur. Antebin haklarını savunmak ve direnişi artırmak amacıyla
Anadolu ve Rumeli Müdafaa- Hukuk Cemiyetinin Antep şubesini
161
açmışlar, Antep’te ayrıca Cemiyeti İslâmiye birlikte hareket ederek
teşkilat kurmuşlardır.Antep Kuvay-ı Milliye komutanlığına “Şahin
Bey” takma adıyla getirilen Yüzbaşı Sait Bey kahramanca yaptığı
savunma düşmesine rağmen Fransız birlikleri 3 ve 18 Şubat 1920’de
başlattıkları taarruzlarına yaklaşık bir yıl sürdü, ancak 9 Şubat
1921’de şehri üstün kuvvetlerle düşürebildiler.
Antep, gösterdiği kahramanlıkla güney bölgesindeki Fransız
işgalinin sona ermesinde de etkili olmuştur. Fransız kamuoyu bu
bölgedeki muharebelerdeki askeri kayıptan dolayı hükümetlerinin
eleştirmeye ve İngiltere’nin bu bölgede Fransa’yı oyuna getirdiği
savını geliştirmeye başlamıştı. T.B.M.M., gösterdiği bu
kahramanlıktan dolayı 6 Şubat 1921 tarih ve 93 sayılı kanunla Antep
iline “Gaziantep” adını verdi. Antep yine diğer güney illerimiz de
olduğu gibi Ankara Antlaşması ile 25 Aralık 1921’de Fransız
işgalinden kurtuldu.
1c – Maraş Cephesi
İngilizlerden Maraş’ı devralan Fransızların, şehirde yaptıkları
taşkınlıklar ve Ermenilerle beraber yaptıkları kıyımlar sonrasında,
kaleden Türk bayrağının indirilmesi ile direniş başladı. İlk kez Sütçü
imamın bir Fransız askerine ateş açarak öldürmesi direnişi hızlandırdı.
Halkın içine karışarak askeri bir düzene sokan subaylar direnişi
güçlendirince üstün silahlarına rağmen Fransız birlikleri fazla zayiat
verdiler. 11 Şubat 1920’den itibaren Fransız kuvvetleri Maraş’ı terk
etmek zorunda kalarak işgali sona erdirdiler. Maraş ta Antep gibi
T.B.M.M. tarafından onurlandırılarak “Kahraman Maraş” adı verildi.
1d - Urfa Cephesi
Ocak 1919’da Urfa yı işgal eden İngilizler, Ekim 1919’da şehri
aralarındaki yaptıkları anlaşmaya göre Fransızlara teslim ettiler.
Bölgedeki Ermenilere dayanarak yaptıkları keyfi uygulamalar,
kendilerinin Haçlı Seferleri sırasında bu bölgedeki hakları gibi gülünç
ve asılsız iddialarla yaptıkları taşkınlıklar Urfalıların milli gururlarını
zedelemiş, 29 Aralık 1919da Urfa ya atanana Yüzbaşı Ali Sâip Bey
Urfalıları örgütleyerek Fransızların şehri boşaltmasını istediler.
Başlayan çatışmalar sonunda ağır zayiat veren Fransız kuvvetleri 10
Nisan 1920’de Urfa’yı boşalttılar. Urfa yenilgisi Suriye ve diğer
bölgelerde Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Arap
direnişçilerin de morallerini yükseltti. Fransa yeniden Urfa’ya girmeyi
düşündüyse de alınan önlemlerle buna cesaret edemediler. Daha sonra
162
bu ilimize de T.B.M.M. gösterdiği kahramanlık ve cesareti
onurlandırarak “Şanlı Urfa” adını vermiştir.
Güney cephelerindeki Kuvay-ı Milliye Hareketi, halkın
işgale karşı her şeyiyle katılması, Mustafa Kemal Paşanın
başlattığı Milli Mücadeleyi desteklemeleri, Türkiye’nin güneyden
sarılmasını engellediği gibi gösterilen kahramanlıklar, sadece
bölge için değil bütün Türkiye için bir manevi destek,
mücadelenin kazanılacağına dair inancı kuvvetlendirmiştir.
Ayrıca bu bölgelere düzenli askeri birliklerin kullanılmaması
askeri açıdan cephe muharebelerinde Türk ordusuna destek
sağlamıştır.
Bölgenin halkı direnişi sadece silahla değil, basın - yayın,
protesto, gösteri vb. bütün araçları kullanarak yapmış, bölgede ki
bu onurlu direniş, Fransız ve onlarla işbirliği yapan guruplara da
bu toprakların gerçek sahibini göstermiştir. Bölge direnişinin
somut bir göstergesi, bu bölgelerdeki bütün hak ve niyetlerinden
Fransa’nın vazgeçtiğini teyit ettiren 20 Ekim 1921 tarihli Ankara
İtilafnamesi(Antlaşması) dir. Bölgenin vatansever halkı, kendi
bölgesinin kurtulmasından hemen sonra Sakarya ve
Başkomutanlık Meydan Savaşında görev almak için cephelere
koşmuşlar, milli mücadeledeki onurlu yerlerini almışlardır.
2DOĞU
CEPHESİNDE
SONUÇLARI
MUHAREBELER
ve
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Ermenilerin
isteklerine uygun şartların yeniden oluşmaya başlamış, İngiltere
Rusya’nın önceki konumunu üstlenerek bölgedeki Ermeni Devletinin
Doğu Anadolu’ya doğru genişlemesini, bölgede Türk hakimiyetinin
ortadan kalkması için Ateşkes Antlaşmasının ilgili maddesi gereğimce
buraları işgal edeceğinin ipucunu veremeye başlamıştı.
Antlaşmadan sonra Osmanlı kuvvetlerinin çekilmesi ile bu
bölgedeki Ermeni istekleri artmaya başladı. İngilizler bu bölgedeki
Ermeni Devletinin Amerikan mandasına verilerek bölgenin
A.B.D.’nin korumasına girmesi gerektiğine dair önerilerde bulundular.
Bunun üzerine bölgeye inceleme yapmak üzere gönderilen General
Harboard 46 kişilik heyeti ile yaptığı incelemelerde bölgedeki Ermeni
163
çoğunluğunun bulunmadığını, Ermeniler üzerinde bir baskı olmadığını
da açıkladı. Bu açıklamalara rağmen İtilaf Devletleri, kendi çıkarlarına
uygun olarak Sevr Barış Antlaşmasında, bölgedeki bir Ermeni
Devletinin kurulmasını kabul ettiler.
Bütün bu gelişmeler bölgedeki halk ve Ordu komutanları
tarafından dikkatle takip edilmiştir. Bölgedeki milli müdafaa
dernekleri bu durumu her aşamada reddetmişler, bölgeye atanan
Kazım Karabekir Paşada bu gelişmeleri takiple elindeki orduyu terhis
etmemiştir. Ermeni faaliyetlerini bölgede bulunduğu ilk günden beri
takip eden Kazım Karabekir Paşa, Erivan da bulunan Ermeni devletini
uyararak bölgedeki Türklere yaptığı katliam ve baskılara son
verilmesini, zarara uğrayan Müslüman- Türk ahalinin zararının tanzim
edilmesini bildirdi.
164
Meclis açıldıktan sonra XV. Kolordu yeni Türk Devletinin ilk
düzenli askeri birliği olmuş, bu ordu, mevcudu arttırılarak Doğu
Cephesi Komutanlığı haline getirildi. Ancak hemen askeri harekata
geçilmedi. T.B.M.M. bu konuda kesin tavrını koyarak bölge
üzerindeki hiçbir oldu bittiyi ilgili ülkelere bildirmiş, Sevr
Antlaşmasını hiçbir şekilde tanımayacağını açıklamıştır. Fakat
Ermenilerin Erzurum’a kadar ilerlemeleri ile Doğu Cephesi
Komutanlığı görevlendirilerek Ermenilerle savaş başladı. Türk
kuvvetleri 28 Eylül 1920’de harekata başlamış, Ermenileri arka
arkaya yenerek 29 Eylül’de Sarıkamış’ı, 30 Ekimde Karsı kurtardı.
Savaşa devam edilmesi ile 7 Kasım 1920’de Gümrü alındı. Ermeniler,
17 Kasım 1920’de mütarekeye (Ateşkes görüşmeleri) razı oldular. 2 /
3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile Ermeniler bölgedeki bütün
haklarından vazgeçtiler.
Anlaşmaya göre ilişkilerin iyileştirilmesi kararlaştırılmış,
böylece T.B.M.M. ilk siyasi anlaşmasını yaparak askeri ve diplomatik
açıdan başarılı bir gelişme olmuştur. Bölgeden asker ve mühimmat
Batı cephesine kaydırılarak, askeri açıdan Batı Cephesi
güçlendirilmiştir. Bu antlaşmanın ömrü kısa olmuş, Bolşeviklerle
işbirliği yapan Taşnak Hükümeti antlaşmayı onaylamamışsa da
Sovyetler Birliği devreye girerek anlaşmanın sürdürülmesinde
Ermenistan üzerinde etkili olmuştur. Doğuda Gürcüler, Mondros
Ateşkes Antlaşmasından sonra otorite boşluğundan faydalanarak
Ardahan ve Artvin’i işgal etmişlerdi.
Kazım Karabekir Paşanın Gürcistan Devletine verdiği bu
toprakları boşaltmasını isteyen ültimatomundan sonra Türk kuvvetleri
Ardahan ve Artvin’e girdiler. Türk ordusu karşısında varlık
gösteremeyen Gürcüler, 23 Şubat 1921’de buraları Türkiye’ye
bıraktılar. İleri yürüyüşü devam ettiren Kazım Karabekir Paşa, 11
Mart 1921’de Batum’a kadar ilerlediler. Ancak T.B.M.M. dengeleri
bozmamak için Sovyetler Birliği ile ilişkilerin devamını uygun
gördüğünden daha sonra bu bölgeyi boşaltmıştır.
Sovyetler Birliği, 1921 yılında Kafkas Bölgesinde hakimiyeti
tamamen hakimiyeti sağlayarak kontrolü sağlamış, T.B.M.M.
hükümeti de aynı yıl Anadolu’da hakimiyeti tamamen sağlayınca, her
iki devletin öncülüğünde Kafkas bölgesindeki devletlerin birlikte
imzaladıkları 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması ile bölgenin
statüsü kesinleşmiş, Doğu sınırlarımız bugünkü şeklini almıştır. Kars
Antlaşmasını bölge devletlerinden Türkiye, Ermenistan, Gürcistan,
Azerbaycan ve Sovyetler Birliği imzalamıştır.
165
3BATI
CEPHESİNDE
SONUÇLARI
MUHARABELER
ve
Batı cephesi Kurtuluş Savaşının en çetin muharebelerinin
yapıldığı, en uzun süren, sonuçları itibariyle de Kurtuluş Savaşını
sonuçlanmasın alan cephesidir. Cephe İzmir’in Yunanlılar tarafından
15 Mayıs 1919’da işgali ile başlamıştır. İlk direnme hareketinin
başladığı İzmir’in Urla’da direniş çabuk bastırılmış, işgal hızla
gelişerek Balıkesir Ayvalık istikametine yönelmiştir. İşgalin gelişmesi
ile Kuvay-ı Milliye Hareketi de gelişmiş bölgedeki komutanlar direniş
hareketini, kişisel veya Ankara’da milli hükümetin kurulmasından
sonra Ankara’ya bağlı olarak başlatmışlardır. Böylece Batı Cephesi
kurulmuş, düzenli ordu ile cephenin faaliyetleri yoğunlaşmıştır.
Anadolu’daki düzenli ve ciddi bir ordu olan, özellikle İngiltere
tarafından desteklenen Yunan ordusu, planlı ve kapsamlı bir şekilde
Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemeye başlayarak, İtilaf Devletlerinin
Sevr Antlaşmasını Ankara’daki Milli Hükümete kabul ettirme
görevini de üstlenmiştir.
Yunan Ordusunun bu ilerleyişine karşılık bölgesel olarak
başlayan Kuvay-ı Milliye Harekatı da gelişmeye başlamış, ancak uzun
vadede bu düzenli askeri güç engellenememiştir. Milli kuvvetler
olarak ta bilinen, zamanla bölgesel güç haline gelen bu kuvvetler,
Yunanlılarla girilen, ilk cephe muharebesi olan 24 - 24 Ekim 1920
tarihindeki Gediz Muharebelerini kaybettiler. Bunun üzerine
T.B.M.M., 8 Kasım 1920 tarihinde daha önce oluşturulan Batı Cephe
komutanlığı yeniden Güney ve Batı Cephesi Komutanlıkları olarak
ikiye bölündü. Bölgedeki Kuvay-ı Milliye örgütlerinin de düzenli
orduya katılması için çalışmalar yoğunlaştırıldı. Bazı Milli kuvvetlerin
liderleri daha önceki konularda görüldüğü gibi bu örgütlenmeye karşı
olarak ayaklanmalar çıkarttılar.
Batı Cephesinin ağırlık noktaları İç Batı Anadolu, Ege ve
Doğu Marmara olmuştur. Diğer ağırlığı ise Trakya Bölgesi teşkil eder,
bölgedeki komutanlık olan I. Kolordu komutanı olan Cafer Tayyar
Bey İstanbul’un işgal edilmesi üzerine başkentle ilişkileri keserek
bölgede sıkıyönetim ilan etmiş, mücadelesini yoğunlaştırarak bölgeye
yapılacak Yunan taarruzunu durdurmaya çalışmıştır. Bölgedeki halkın
örgütlenmesine yardımcı olarak Trakya Paşaeli Cemiyetinin yaptığı
Kongre ve toplantıları desteklemiştir. Ancak 20 Temmuz 1920’de
başlayan Trakya’ya yayılan Yunan taarruzu durdurulamamıştır. Türk
ordusunun bir kısmı Bulgaristan bölgesine geçerek Yunan kuvvetlerini
savaş boyunca meşgul ettiler. Ankara ile temas ve işbirliği içinde
166
burada Yunan birliklerinin bir kısmının tutulmasını sağladılar,
Yunanlıların Anadolu’ya bütün güçleri ile yüklenmelerini
engelleyerek savaşa katkıda bulundular.
3.1 - I. İnönü Muharebesi
Türklere karşı Gediz muharebesinde başarılı olan Yunan
kuvvetleri Bursa’yı da işgal etmiş, Türklerin kendi iç meselelerinden
faydalanmak için, ileri yürüyüşe 6 Ocak 1921 başlayarak Eskişehir’e
doğru işgale başladı, ancak savunma yerini İnönü’de kuran düzenli
ordu birliklerinden oluşan Türk kuvvetleri Yunan ordusunu burada
durdurdu.
6 Ocak – 10 Ocak 1921’de yapılan muharebelerde başarılı olan
Türk kuvvetleri Yunan ordusunu geri atmayı başararak ilk savunma
savaşını kazandı.Yunanlılar saldırıdan vazgeçerek çekildiler. Bu
muharebe küçük çaplı olsa önemli sonuçlar doğurmuştur ;
167
Düzenli ordunun gerekliliği ve Kuvay-ı Milliyenin düzenli
orduya katılma zorunluluğu siyasiler ve halk tarafından
anlaşılmıştır.
T.B.M.M:’nin otoritesi, siyasi kimliği askeri bir başarıyla
yeniden onaylanmış, otoritesi artmış, halkın meclise güveni
daha da pekişmiştir.
Savaştan sonra Çerkez Ethem kuvvetleri üzerine yürüyen
ordu,onu yenerek bu asi hareketini de ortadan kaldırmış,
Anadolu’da hakimiyet tamamen Ankara hükümetine
geçmiştir.
İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasını gözden geçirmek için
Londra’da bir konferans toplamaya karar vermişlerdir. İtilaf
Devletleri,
İtalyan
temsilcisi
aracılığıyla,
T.B.M.M.
Hükümetini konferansa İstanbul Hükümeti ile beraber
çağırdılar.Bu gelişme İtilaf Devletlerinin ilk kez Anadolu’daki
Milli Hükümeti tanıması
açısından önemli bir siyasal
gelişmedir.
Sovyetler Birliğinin, Türkiye’deki mücadeleye ilgisi daha da
artmış, ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır.
*
*
*
*
*
3.2- Londra Konferansı ( 21 Şubat – 10 Mart 1921)
T.B.M.M. Hükümetinin bu başarıları İngiltere’nin işini
zorlaştırmış, ayrıca ortakları olan İtalya ve Fransa da Türklerle
işbirliği yapması için İngiltere’yi zorlamaya başlamışlardı.İngiltere
bunun üzerine Londra konferansını düzenleyerek bu konferansa
İstanbul’daki Osmanlı hükümeti ile beraber T.B.M.M. Hükümetini de
çağırdılar. Bekir Sami Bey başkanlığındaki Türk Heyeti önce
Roma’ya, daha sonra da Londra’ya gittiler.
Yapılan görüşmelerde Türk Heyeti “Misak-ı Milli” haricindeki
oluşum ve hükümleri tanımayacaklarını belirttiler, ancak Sevr
mantığını yumuşatarak devam ettirmek isteyen
İngiltere ve
müttefikleri, bu siyasi manevrayla Yunan ordusuna zaman
kazandırmak istemişler, Uluslararası kamuoyuna da Türklerin savaş
taraftarı, barış istemeyen taraf olduğunu anlatmak istemişlerdir. Çünkü
Türk delegasyonu yolda iken Yunan birlikleri saldırıya geçmiş, İnönü
mevzilerine yeniden saldırıya başlamıştı.
168
Konferans bir siyasi taktik olarak yapılmıştı. Yunanlılar Türk
tarafını barışa zorlamanın kuvvet zoruyla olacağını İngiliz hükümetine
kabul ettirmişlerdi. Dışişleri Bakanlığı sıfatıyla Londra’da toplantıya
katılan Bekir Sami Bey, Konferans sırasında İtalyan, Fransız ve
İngiliz temsilcileri ile ayrı ayrı görüşerek bazı anlaşmalar imzaladı.
Fakat bu anlaşmaların içerikleri “Misak- ı Milli” İlkelerine uygun
olmadığı için T.B.M.M. tarafından onaylanmadı, Bekir Sami Bey
görevden alındı.
Londra’da Konferansını Milli Mücadele tarihindeki en
önemli sonucu İtilaf Devletlerinin Ankara’daki Milli Hükümeti
tanımış olmaları, Türkiye’nin Avrupa kamuoyuna barışçı bir taraf
olduklarını belirtmeleri ve kabul görmese de “Misak-ı Milli”
prensiplerini siyasi bir toplantıda Batı Kamuoyuna iletmeleridir.
3.3- Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasanın)
Çıkartılması( 20 Ocak 1921)
Cephelerde Savaş sürerken T.B.M.M. yeni bir anayasa
hazırlamakta, ulus egemenliğindeki bir devletin oluşumu ve temel
kurumlarının da oluşturulması yolunda önemli gelişmeler hızla devam
etmekteydi. Bazı karşı fikirler olmasına rağmen oluşturulacak anayasa
(teşkilat-ı esasi ) milli egemenlik ilke ve anlayışına uygun olarak
hazırlandı. Bu anayasanın, çıkarıldığı zamanın olağanüstü şartları
gereğince “T.B.M.M.bütün yetkileri üstünde toplayan” hükümleri
vardı. Bu yetkilerin toplanmasının kaynağın da milletten alındığı ifade
edilerek devletin temel anlayışı ve işleyişinin, “Milli Egemenlik”
anlayışına dayanacağı kesinleşti.
Bu anayasaya göre yasama, yürütme ve yargı gücü meclise
verilmişti. 1921 Anayasası denilen, Cumhuriyet Tarihinin ilk
anayasası olan “Kuvvetler Birliği” esası özelliği taşıyan bu anayasa,
daha sonraki dönemlerde yeni ihtiyaç ve oluşumlar göz önüne
dayanılarak yenileştirilmiş ve maddeler eklenmiştir. Anayasanın ilk
maddeleri aşağıdaki şekildedir;
169
1– Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim usulü halkın
kendi mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına
dayanır.
2– Yürütme gücü ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek
temsilcisi Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.
3– Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisince yönetilir ve
hükümeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını
alır.
4– Büyük Millet Meclisi iller halkınca seçilen üyelerden kurulur.
3.4- İstiklâl Marşının Kabulü ( 12 Mart 1921 )
Bütün bu gelişmelere paralel olarak Meclis Milli Mücadelenin
anlam ve önemini belirten iki önemli kararı kanunlaştırarak, milli
davanın tarihi sürecini gelecek nesillere taşıyacak gelişmelere imza
atmıştır. Bunlardan ilki 12 Mart 1921’de İstiklâl Marşının kabul
edilmesidir. Milli Eğitim Bakanlığı, İstiklâl Savaşının anlamını
belirtecek ve yeni devletin bağımsızlığının sembolü olacak millî bir
marş için 1921 yılı başında yarışma açtı ve 500 Türk Lirası mükâfat
koydu. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Mehmet Akif Ersoy, yarışmada
para ödülü olduğu için katılmadı. Bakan Hamdullah Suphi(Tanrıöver)
Bey 5 Şubat 1921’de Mehmet Âkif Bey’e bir mektup yazarak, para
meselesinin çözümleneceğini, merak etmemesini ve yarışmaya
katılmasın istedi. Bunun üzerine Mehmet Âkif Ersoy Bey’in
“Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği şiiri “İstiklâl Marşı” adıyla resmi
marş olarak 12 Mart 1921’de Meclis’te coşkun gösterilerle kabul
edildi. Marş meclis’te bir çok kere okundu. Cumhuriyet Döneminde
ise bestesi yapıldı. Bugün çalınan şekliyle 1930’da Cumhurbaşkanlığı
Orkestrası şefi Zeki Öngör tarafından bestelenmiştir.
170
23 Nisan 1921’de, Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmadaki
“23 Nisan Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm
noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına karşı ayaklanan Türkiye
halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek
hususunda gösterdiği harikayı ifade eder” sözünün anlamına uygun
olarak “23 Nisanın Milli Bayram Olması”na ilişkin verilen önerge
kabul edilerek, bu günün milli bayram olarak kutlanılması kanunla
kabul edildi.
3.5- Türkiye – Afganistan Dostluk Antlaşması
Afganistan 1880 Temmuzunda İngiltere ile imzaladığı bir
anlaşma bu devletin nüfuz ve himayesine girmişti. 1907 İngiliz – Rus
anlaması ile Rusya bu durumu kabul etmiştir. I. Dünya Savaşından
sonra Afganistan İngiltere’nin nüfuz ve himayesinden kurtularak,
1919 da bağımsız oldu ve tahta geçen Amanullah Han, ayrıca
Hindistan üzerine de yürüyerek İngiltere’ye, 8 Ağustos 1919’da
yaptığı Ravalpindi Antlaşması ile bu durumu kabul ettirdi. Daha sonra
Amanullah Sovyetlerle ilişkilerini geliştirmeye başladı. Yeni kurulan
Türk Devletinin temsilcileri de aynı dönemde İngiltere’ye karşı
171
Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmak, diplomatik ilişki kurmak için
Moskova’ya temsilci göndermişti. Burada Afgan temsilcileri ile Türk
delegasyonu arasında sıcak ilişkiler gelişmişti. Ali Fuat Paşa’nın
Moskova’daki elçiliğine karşı da devam ettirilen bu sıcak ilişkiler
sonunda 1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da Türk - Afgan Dostluk ve
İşbirliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Afganistan Yeni Türk
Devletini tanıyor, Türkiye de Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyordu.
Gelecekteki Türk – Afgan dostluğunun temelleri de atılmış oluyordu.
3.6 - Moskova Antlaşması ( 16 Mart 1921)
Milli Mücadelenin ilk günlerinden beri gerek T.B.M.M.
hükümeti, gerekse de Sovyet Bolşevik Hükümeti arasında ortak
menfaatler dayanan bir ilişki gelişmiş, Batılı devletlere olan Sovyetler
Birliğin yardımını ve siyasi desteğini almak Ankara’daki hükümetin
temel dış politikalarından birini oluşturmuştu. Aynı şekilde Sovyetler
Birliği de Batı ile olan temel sorunlarından dolayı, Türk davasını
yakından izlemeye gelişmelere göre politika üretmeye devam etmiştir.
T.B.M.M., Moskova’ya Mayıs 1920’de Bekir Sami Bey’i elçi olarak
göndermiş, fakat Sovyetlerin Ermeni politikalarını desteklemeleri,
Ermenilere Bitlis, Van ve Muş illerinin verilmesini istemesi üzerine
ilişkilerde geleceğe yönelik olumsuzluklar baş gösterdi.
Sovyetler Birliği, kendi ideolojisine yakın olmayan,
İngiltere’nin güdümünde devletlerin kurulmaması, boğazların
Batılıların eline geçmemesine büyük önem verdiği için Türk Milli
Davasını mecburen desteklemek zorundaydı, özellikle Anadolu’daki
Ankara Hükümeti, 1921 başlarından itibaren otoritesini
sağlamlaştırması, I. İnönü savaşını kazanarak siyasi ağırlığını
arttırması üzerine ilişkileri geliştirme eğilimi ortaya çıktı.
Fakat Bolşevikler aynı zamanda ticari menfaatlerinden dolayı
Batılıları da kaybetmemeye çalışarak ikili ilişkilerde ve yapacakları
anlaşmalarda askeri destek, askeri işbirliği gibi taahhütlere
girmemişlerdir. Bu anlayışa uygun olarak karşılıklı görüşmelerden
sonra 16 Mart 1921’de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Moskova
Dostluk Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre ;
- İki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir senedi diğeri
de tanımayacak.
- Sovyetler Birliği Misak-ı Milliyi tanıyacak.
- Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasındaki imzalanmış olan
antlaşmalar hükümsüz olacak.
172
- Kapitülasyonların kaldırıldığını Sovyetler Birliği kabul edecek.
- İki devlet arasındaki ilişkiler arttırılacak, iktisadi, mali vesair
anlaşmalar yapılabilecek.
- Sovyetler Birliği Türkiye’nin Ermenistan ve Gürcistan’la
yaptığı anlaşmalarla belirlenen sınırı tanıyacak, ancak
Türkiye Batum’u Gürcistan’a geri verecek,Batum limanı
serbestçe
kullanılabilecek,
bölge
halkına
serbestlik
tanınacaktır.
- Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açık kalmasını
sağlamak amacıyla Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin
temsilcilerinin katıldığı bir konferansta konunun ele alınması
prensip olarak kabul edildi. Fakat bu konferansta Türkiye’nin
İstanbul üzerindeki egemenliğini tehdit eden kararlar
alınmayacak.
- Sovyetler Birliği elinde bulunan Türk esirleri üç ay içinde iade
edecektir.
Moskova Antlaşması, T.B.M.M. Hükümeti için büyük bir
siyasi başarıdır. İlk kez büyük bir devlet yeni Türk Devletini
tanımış, Sevr Barışını red etmiş, Misak-ı Milliyi kabul etmiş,
Osmanlı imparatorluğunun siyasal olarak ortadan kalktığını,
antlaşmalarının geçersiz olduğunu belirtmiştir. Batum’un
Gürcistan’a ait olduğunu Türk tarafı kabul etmesine rağmen,
Kars ve Ardahan’ın Türkiye’ye ait olduğu, bir bölge ülkesi olan
Sovyetler tarafından tanınmış olması son derece önemlidir.
Türkiye, Sovyetler Birliği gibi büyük bir devletin siyasi desteğini,
ayrıca, silah, cephene, ilaç ve araç gibi yardımlarını da
sağlamıştır.
173
3.7 - II. İnönü Muharebesi
Yunan Ordusu Türk tarafını Londra Konferansındaki
gelişmeleri izlemesi dolayısıyla, ani bir baskın tertip edip vurmayı,
Türkleri Sevr’e zorlamayı sağlamak için 23 Mart 1921’de ileri
yürüyüşe geçmeleri üzerine savaş yeniden başladı.. Uşak ve Bursa
üzerinden ilerleyen Yunan kuvvetleri İnönü mevzilerinde Türk
kuvvetleri tarafından şiddetli bir müdafaa ile geri püskürtüldüler.
Hareketi İngiltere destekliyor, Sevr Antlaşmasını Türklere ancak
askeri baskı ile kabul ettireceklerine inanıyorlardı. 31 Mart - 1 Nisan
1921’de gelişen Türk taarruzu başarılı oldu, mevzilerinden sökülen
Yunan kuvvetleri, Konya üzerine sarkma eğilimine girince Altıntaş
Afyon istikametinden yapılan Türk ileri yürüyüşü etkili olarak
Yunanlıları Afyon ve çevresinden çekilmeye mecbur etti. Mustafa
Kemal cephe komutanı olan İsmet Paşaya “ … Siz orada yalnız
düşmanı değil, milletin ters alın yazısını da yendiniz…” diyerek
zaferin önemini vurgulamıştır.
174
II. İnönü Muharebesi de yine Türklerin başarısı ile
sonuçlanmış, Türk ordusuna ve Milli Davaya inanç artmıştır.
İtalyanlar artık Anadolu’yu boşaltmaya başlamışlar, Fransa
Ankara’daki
Milli
Hükümetle
diplomatik
ilişkilerini
yoğunlaştırmış, İngiltere artık müttefikleri tarafından yalnız
bırakılmaya başlamıştır. Ayrıca İngiliz genelkurmayı, Türk
ordusunu zayıf bir güç olmadığını, onunla savaşmak için ciddi bir
hazırlığın gerektiğini anlamışlar, Yunanlılara da bunu telkin
ederek, yeni ve büyük bir Yunan Taarruzu için önemli ekonomik
ve askeri destek politikasına yönelmişlerdir. Ayrıca bu yenilginin
intikamını almak için savunmasız halk, Yunan askerleri ve Rum
çeteleri tarafından öldürüldü, köy ve kasabalar yakıldı.
3.8 - Eskişehir - Kütahya Muharebeleri
Yunanlılar İnönü yenilgilerindeki kaybettikleri prestijlerini
kazanmak, Sevr Antlaşmasını Ankara’ya kabul ettirmek amacıyla
İngiltere’den aldığı siyasi ve ekonomik yardım desteği,
Yunanistan’daki seferberlik ve ekonomik önlemlerin desteği ile iki ay
süren hazırlıklardan sonra saldırıya geçmiştir. Yunan Genelkurmayı,
yeni bir taarruz planı ile Uşak ve Bursa üzerinden harekete geçerek
Türk ordusunu iki ateş arasına alarak yok edecek veya geriye
çekilmeye zorlayacaklardı. Ayrıca Yunanistan’ın başında bulunan
Kral Kostantin bizzat orduya destek vermek için 13 Haziran 1921’de
İzmir’e gelmişti.
Üstün Yunan Ordusunun taarruzu 10 Temmuz 1921’de başladı,
başarıyla gelişerek Afyon 13 Temmuzda, Kütahya 17 Temmuzda,
Eskişehir 19 Temmuzda düştü. Bu durumda iki ateş arasına giren Türk
ordusunun bizzat Genelkurmay ve Mustafa Kemal’in onayı ile
Sakarya’nın doğusuna çekilmesine karar verildi. Böylece hem zayiat
azalacak hemde Yunan ordusu ile arda bırakılan mesafe Yunan
kuvvetlerinin düzenlerini bozacaktı. Türk Ordusu 25 Temmuz
1921’den itibaren hızlı bir şekilde geri çekilmeye başladı. Fakat bu
gerçekleşmesine rağmen Eskişehir - Kütahya Muharebeleri
kaybedilmiş, meclis ve halk üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştı.
Yunan kuvvetlerinin aldığı yerler, seferberlik ve ikmal bakımından
verimli yerlerdi. Ayrıca İşgal ettikleri bölgelerdeki yaptıkları işkence
ve şiddet artmıştı. Bu çöküntü, asker kaçağı ve olaylarını da
hızlandırmıştı.
175
Bütün bu gelişmeler T.B.M.M.’de Mustafa Kemal olan
muhalefeti de arttırdı. Meclisteki hareketli günler başlamış,
Ankara’nın boşaltılacağı gibi talep ve tedbirler gündeme gelmişti.
Mustafa Kemale muhalif olanlar bu yenilginin bütün sorumluluğunu
Mustafa Kemalin almasını, ordunu başına geçmesini isteyerek yeni bir
yenilgide Mustafa Kemalin siyasi geleceğini de bitirileceğini
planladılar. Karamsarlık söylemleri içinde konuşmalar yaptılar;
“.. Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu gidişin elbette
bir sorumlusu vardır, O nerededir ? Onu göremiyoruz! Bugünkü acıklı
ve korkunç durumun gerçek yaratıcısını ordunun başında görmek
isterdik…” şeklindeki talepler, aslında Sivas Kongresinden itibaren
Mustafa Kemal’e bireysel ve ideolojik olarak başlayan muhalefetinde
üst seviyeye çıkması, mevcut ortamın değerlendirilerek Mustafa
Kemal’in liderliğine son verme hareketinin de bir uygulamasıydı. Bu
gelişmeler, Türk
Milli davasındaki bütünlüğü zedeleyici bir hal
almaya başlamıştı.
176
ÖZET
Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması ile işgal alanlarını
her bölgede genişleten İtilaf Devletleri ve onlarla işbirliği yapan
azınlıklarla bütün cephelerde şiddetli bir savaşa başlandı.
Kurtuluş Savaşında cepheler güney, doğu ve Batı cepheleridir.
Güney cephesinde düzenli ordu birlikleri kullanılmamış, Kuvay-ı
Milliye ve bölge halkı silahlı mücadeleyi yürütmüştür. Doğu ve
Batı cephelerinde de Kuvay-ı Milliye ve halkın mücadeleye
katılmasına rağmen asıl muharebeler düzenli ordu birlikleri ile
yapılmıştır.
Güney cephesinde muharebeler İngiliz, Fransız ve onlarla
işbirliği yapan Ermenilerle yapılmış, Adana, Hatay, Antep, Maraş
ve Urfa cephelerinde başarılı olan Türk direnişi sonunda 20Ekim
1921 tarihli Ankara Antlaşması ile cephede savaşlar sona ermiş,
Fransız ve destekçileri çekilerek bölgedeki Türk hakimiyetini
tanımak zorunda kalmışlardır. Bölgenin direnişi diğer
cephelerdeki Türk ordularına destek olmuştur.
Doğu cephesinde İngiltere’nin desteklediği Ermenistan’ın
Türk topraklarını işgal etmek için saldırması ile başlamış,
Doğudaki düzenli birliklerden kurulu XV. Kolordu komutanı
Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk Kuvvetleri, Ermeni
ve kuzeyde Türk topraklarına girme niyeti olan Gürcü
kuvvetlerini yenilgiye uğratarak bölgeyi işgalden temizlemişlerdir.
3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması ile doğu
cephesi muharebeleri sona ermiş, cephedeki kuvvetlerin bir
bölümü batı cephesine kaydırılmıştır. Bu cephedeki başarılarda
Doğu bölgesinin güvenliğini sağlamış, yeni Türk devletinin büyük
devletler tarafından ciddi bir siyasi ve askeri güç olduğunu ispat
etmiştir.
Batı cephesi Bağımsızlık savaşında en ciddi ve en çok
muharebelerin yapıldığı cephesidir. Sayıları 200.000’ in üzerine
çıkan ve İngiltere tarafından desteklenen Anadolu’nun batı
bölgelerini idealist bir şekilde kendilerine ait olduğunu inanan
Yunan ordusu çok ciddi bir işgal hareketine girişmiş, iç batı
Anadolu ve güney Marmara’yı da içine alacak şekilde Kuvay-ı
Milliye direnişine rağmen işgale devam etmiştir. Bunun için bu
cephede muharebeler son derece zor geçmiştir.
177
Sevr Barış Antlaşmasını kabul etmeyen Ankara’daki Milli
Hükümete bu antlaşmayı kabul ettirmek isteyen İngiltere, Yunan
ordusunun Ankara’ya baskı unsuru olarak yürümesini
destekleyince I. İnönü, II. İnönü, Eskişehir Kütahya ve Sakarya
Meydan muharebeleri yapılacaktır. Bu muharebelerde Türk
ordusu genellikle savunma savaşı yapmış, Eskişehir – Kütahya
muharebeleri hariç başarılı olmuştur. Fakat Muharebelerin
kazanılması Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmekten uzaktır.
Çünkü bu muharebelerde sadece ülkenin işgalini genişletmek
isteyen Yunan kuvvetlerinin durdurulması sağlanmıştır.
Batı Cephesi muharebeleri bizzat Mustafa Kemal Paşanın
yakın silah arkadaşlarının ve kendisinin de komuta ettiği
muharebeler olarak tarihe geçmiştir. Bu cephelerin sonuçları
Kurtuluş Savaşının da sonuçlanmasını sağlamıştır.
178
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Güney cephesinde yapılan muharebeler ve gelişmeler
değerlendirdiğinde seçeneklerden hangisi doğru değildir?
a) Bu cephede muharebeler düzenli askeri birliklerle yapılmıştır.
b) Özellikle Fransız kuvvetleri bölgeyi işgal etmiş, bölgede sömürge
yönetim metotları uygulamak istemişledir.
c) Ermeni azınlığı bu işgali değerlendirerek bölgede hak iddia
etmişlerdir.
d) Bölgenin halkı Fransız ve Ermeni işgaline karşı büyük bir direnç
göstermişlerdir.
e) Bölgedeki işgal kuvvetleri 1921’de imzalanan Ankara
Anlaşmasından sonra işgal ettiği yerlerden çekilmişlerdir.
2- Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun sözcükleri yazınız.
Doğu cephesinde düzenli ordu birlikleri ile yapılan
muharebelerde ilk önce …………………. kuvvetleri yenilgiye
uğratılarak Gümrü Antlaşması imzalanmış, daha sonra da
……………….. kuvvetlerinin üzerine yürüyen Türk kuvvetleri
Batum’u almışlar ve bu cephede savaş durumuna son verilmiştir.
3- Kars Antlaşmasına katılan devletler arasında seçeneklerde
verilen devletlerden hangisi bulunmaz?
a)
Azerbaycan
b)
Ermenistan
c)
Fransa
d)
Gürcistan
e)
Sovyetler Birliği
179
4 - Batı cephesindeki yapılan muharebeler göz önüne alındığında
seçeneklerden hangisini doğru olarak kabul edemeyiz?
a) Bu muharebeler sonunda Milli Mücadele döneminin silahlı
mücadele aşaması sona ermiştir.
b) Muharebeler genellikle Yunan ordusu ile yapılmıştır.
c) Batı cephesi muharebelerinde Türk ordusunun yönetim ve
komutası iyi yapılamamış, bundan dolayı Yunan kuvvetleri İç
Anadolu’ya kadar işgali genişletmişlerdir.
d) İngiltere Yunan ordusunu her açıdan desteklemişlerdir.
e) Bu cephede Yunan ilerlemesinin amacı Anakara’daki Milli
Hükümete Sevr Barış Antlaşmasını kabul ettirtmek için baskı
oluşturmaktır.
5- I. İnönü Muharebesinin genel sonuçları arasında seçeneklerden
hangisi bulunmaz?
a) T.B.M.M. Hükümeti ilk kez Londra Konferansına İtilaf Devletleri
tarafından çağrılmıştır. Bu Ankara’daki Milli Hükümetin ilk kez
İtilaf Devletleri tarafından
diplomatik alanda
tanınması
anlamına gelir.
b) T.B.M.M. otoritesini tanımayan Çerkez Ethem kuvvetleri
muharebeden sonra etkisiz hale getirilmiştir.
c) T.B.M.M.nin siyasi gücüne inanan Sovyetler Birliği Hükümeti,
Ankara ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır.
d) Fransız kuvvetleri I. İnönü muharebesinden sonra güney
bölgesindeki işgal ettikleri topraklardan tamamen çekilmişlerdir.
e) Düzenli ordunun gerekliliği halk ve meclis tarafından daha iyi
anlaşılmış, düzenli orduya katılım hızlanmıştır.
6- Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun sözcükleri yazınız.
21 Ocak 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
kabul edilen Yeni Türk Devletinin ilk anayasasının temel özelliği
………………………’ne dayalı olması ve olağan üstü koşularda
hazırlandığı
için
………………………..
ilkesine
göre
oluşturulmasıdır.
180
7- II. İnönü Muharebesi sonuçları arasında seçeneklerden
hangisi bulunmaz?
a) İtalyanlar işgal ettikleri bölgelerden çekilme eğilimi içine
girmişlerdir.
b) Fransız Hükümeti Ankara’daki Milli Hükümetle ilişki kurmaya
başlamıştır.
c) Yunan ordusunun elindeki kuvvetlerle askeri açıdan Türk
kuvvetlerini yenemeyeceği ve desteğe ihtiyaç duyduğu
anlaşılmıştır.
d) Yunan kuvvetleri ve Rum çeteleri, yenilginin intikamını işgal
ettikleri bölgedeki sivil halktan öldürme ve terör yöntemleri
kullanarak almak istemişlerdir.
e) Sovyetler Birliği bu gelişmeden sonra T.B.M.M. Hükümeti ile
Moskova Anlaşmasını imzalamıştır.
8- Eskişehir ve Kütahya muharebelerinde aşağıdaki illerden
hangisi Yunan kuvvetlerinin eline geçmiştir?
a) Ankara
b) Afyon
c) Konya
d) Isparta
e) Antalya
181
XI. ÜNİTE
SAVAŞIN BİTİMİ VE ANTLAŞMALAR
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
Sakarya Meydan Muharebesinin başlaması ve gelişimi nasıl
olmuştur ? Kaynaklardan öğreniniz.
*
Türk ve Yunan Kuvvetlerinin savaştaki askeri ve politik
hedefleri nelerdir? Araştırınız.
*
Savaş sırasında Mustafa Kemal Paşanın harp yönetimi nasıl
olmuştur?Askeri harp tarihi açısından önemini araştırınız.
*
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri
ve politik hedefleri nelerdir? Öğreniniz.
*
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşında askeri
ve taktik açısından her iki ordunun eksikleri ve fazlalıkları
nelerdir? Tartışınız.
*
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri
ve siyasi sonuçları nelerdir? Araştırınız.
*
Mudanya Ateşkes Antlaşmasının Milli Mücadele açısından
önemi ve sonuçları nelerdir? Yakınçağ Türk Siyasi Tarihi
açısından önemini tartışınız.
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede Milli Mücadele döneminin son bölümü olan
Kurtuluş Savaşının son safhaları incelenecek, Sakarya savaşı ve
Büyük
taarruz
ve
Başkomutanlık
Meydan
Savaşı
değerlendirilecektir. Askeri zaferin Mudanya Ateşkes Antlaşması
ile siyasal başarı olarak nasıl devam ettirildiğinin iyice
kavranılması sağlanacaktır.
Sakarya Savaşında izlenen askeri stratejiklerin ve komuta
sisteminin ne kadar planlı ve
isabetli kararlar verdiğine,
Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri açıdan ince ve stratejik
bir plan yapıldığına dikkat ediniz.
182
XI. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 Sakarya Meydan Savaşı ve Sonuçları
 Büyük
Taarruz ve Başkomutanlık
Meydan Savaşı
 Mudanya
Ateşkes
Antlaşması
Sonuçları
 Özet
 Ünite Değerlendirme Soruları
ve
183
1 – SAKARYA MEYDAN SAVAŞI ve SONUÇLARI
Sakarya Muharebesi, Yunan ileri harekatını devam etmesi
dolayısıyla kaçınılmaz bir gelişmeydi. Türk ordusu Yunan planlarına
göre imha edilememiş, sadece yenilmişti. Ayrıca Türkler Sakarya
Irmağı boyunca mevzi almışlar, Ankara’da Milli Hükümet varlığını
sürdürüyordu. Yunan tarafı artık Türklerin kaynaklarının tükendiğini
sanmışlar, ileri bir yürüyüşle artık Türk ordusunu imha edileceğini
sanarak taarruz durumuna devam etmişlerdi.
Ankara’daki T.B.M.M. ise 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal
Paşaya, Başkomutanlık ve üç ay süreyle meclisin tüm yetkilerini
kullanma yetkisi vererek, ordunun yetki ve komutanlık sorununu
çözmüştü. Bu arada asker kaçağı sorunu en aza indirmek ve yurtta
asayişi sağlayarak iç güvenli tesis etmek için daha önce çalışmalarına
son verilen İstiklâl Mahkemelerinin yeniden faaliyetine başlaması
kararlaştırıldı. 30 Temmuz 1921’de İstiklâl Mahkemelerinin özellikle
cepheye yakın illerde açılaması kararlaştırıldı, üyelerin seçimleri
tamamlanarak görev yerlerine gönderildi.
Buda olağanüstü dönemlerde alınan hukuki yaptırımlardı, bir
ölüm kalım savaşı Türk Tarihinde yaşanmaktaydı. Mustafa Kemal
yetkilerine dayanarak 7- 8 Ağustos 1921’de “Tekalif – i Milliye ( Milli
Vergi Emirleri)” çıkararak yayınladı. Bir savaşın kazanılması için ne
denli küçük şeylerin bile dikkate alınması gerekliliğini bizzat Mustafa
Kemal vurgulamıştı. Tekalif –i Milliye Emirleri özetle şu maddeleri
içeriyordu;
- Her kazada birer Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak, bu
komisyonlar toplanan malzemenin orduya ulaştırılmasını
sağlayacak.
- Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecek.
- Bu komisyonlar başkomutanını emriyle halkın ve tüccarın
elinde bulunan, askerin ihtiyaçlarına yaracak malların %
40’ına bedeli sonradan ödenmek üzere el koyacak..
- Yine bu komisyonlar aynı amaçla ve aynı şartlarla tüccarın
elinde bulunan yiyecek maddesinin % 40’ına el koyacak
- Taşıt sahipleri ayda bir olmak üzere yüz kilometrelik mesafeye
ücretsiz askeri nakliyat yapacak.
184
- Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konulacak.
- Halk elindeki silah ve cephaneyi üç gün içinde bu
komisyonlara teslim edecek.
- Savaş araç ve gereci yapabilecek sanat erbabı ve
imalathanelerin sayıları ve kapasiteleri belirlenecek.
- Halkın elinde bulunan araba ve hayvanların % 20’sine el
konulacak.
Yine İstiklâl Mahkemeleri bu emirlerin uygulanmasında
aksamalara meydan vermemek için değişik bölgelerde kuruldu. Türk
ulusu bu yükümlülükleri fazlası ile yerine getirdi, hatta hiçbir karşılık
beklemeksizin sayısız ve isimsiz kahramanlar her şeylerini feda
ederek bu ölüm kalım mücadelesine katıldılar. Ordunu bütün
ihtiyaçları karşılanmasına rağmen İngiltere gibi büyük imkanlara sahip
olan bir devlet tarafından desteklenen Yunan ordusunun seviyesine
gelinemedi. Türk ordusunu dayanağı olan Anadolu uzun harp
yıllarının yıprattığı ve kaynaklarının tükendiği bir yerdi.
Bu sebeple Mustafa Kemal, Türk idari heyetinin savaşın
kaybedilmesi ve düşmesi halinde mücadeleye Kayseri’de devam
edeceğini,
her
ne
pahasına
olursa
olsun
mücadeleyi
bırakmayacaklarını ifade etmiştir. Yunanlılara karşı ayrıca Doğu ve
Güney Cephelerin deki kuvvetlerin tamamına yakını Batı Cephesine
getirildi.
185
Bizzat cepheye gelen Yunan kralı Kostantin’in, Ağustosta
ordularına verdiği “Ankara’ya” emrini alan Yunan kuvvetlerinin ileri
yürüyüşü ile savaş başladı, Türk kuvvetleri ile temas 17 Ağustos
1921’de başladı, Türk ordusu bütün gücüyle cephe hatlarını
savunmasına rağmen belli kanatları yeterli direnci gösteremedi,
kırılmalar başladı. 23 Ağustos 1921’de bütün cepheler muharebelere
girdiler, Türk ordusunu özellikle sol kanadına yüklenen Yunan
birlikleri bu kanatta kazandıkları bazı müstahkem mevkilere rağmen
tam bir başarı sağlayamadılar. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk
birliklerinin moralini ve direncini arttırmak üzere bizzat cepheleri
teftiş etti, hatta bir gezisi sırasında atından düşerek kaburga kemiği
kırıldı. Daha sonra bütün birliklere gönderdiği emirle;
“ Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün
vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça
düşmana terk edilemez.Onun için, büyük küçük her birlik, ilk
durabildiği noktada, yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı
sürdürür. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören
birlikler ona uymaz, bulunduğu mevzide sonuna dek dayanmaya ve
direnmeye mecburdur.” demiş, yeni bir cephe stratejisi uygulanarak
Yunan taarruz gücü 4 - 5 Eylül 1921’de kırılmaya başlamıştır.
Taarruz gücünü kaybeden Yunan kuvvetlerine 9- 10 Eylül
1921’de başlayan Türk taarruzu Yunan kuvvetlerinin bozgunu ile
sonuçlanmış ağır zayiat veren Yunan ordusu ağırlıklarını bırakarak
kaçmak zorunda kalmıştır. 13 Eylül 1921’de Sakarya’nın doğusunda
186
bulunan bütün Yunan kuvvetleri tamamen çekilmiş, savunma hatları
kurmak için Afyon mevkilerine yerleşmeye başlamıştır. Sakarya
Savaşının kazanılması, Yakın Türk Tarihi ve Türk İnkılâbını oluşumu
için önemli sonuçlar doğurmuştur. Milli Mücadele açısından Sakarya
Meydan Muharebesinin sonuçları şunlardır :
- 23 Ağustos- 13 Eylül 1921 tarihleri arasında geceli gündüzlü
kesintisiz devam eden bu savaş sonunda Yunan ordusunun
üçte biri savaş dışı kalarak taarruz
edecek gücünü
kaybetmişti.
- Savaşı yürüten Mustafa Kemal Paşaya T.B.M.M.’ince 19 Eylül
1921’de “Gazilik
ünvanı ve Mareşallik rütbesi” verildi.
Osmanlı Devletinin aldığı askeri rütbenin yerine Türk Milleti
başkomutanına rütbe ve onurunu iade etmiş, Türk
ordularının da daimi komutanı olarak ödüllendirilmiştir.
-
Zafer, Türk Tarihi bakımından yorumlandığında, Türk siyasi
ve askeri yenilgileri Batı dünyası karşısında sona ermiş, I.
Dünya Savaşı sonrasındaki halkın üzerindeki karamsarlık ve
ümitsizlik sona ermiştir.
-
Bu büyük başarı, Türkiye’de ve dünyada gelişmeleri yakından
takip eden, aynı zamanda Türk Kurtuluş Savaşına maddi ve
manevi katkılarda bulunan bütün dost ülkelerde büyük
memnuniyet uyandırdı.
-
T.B.M.M. bu zaferden sonra önemli anlaşmalar yaparak,
uluslar arası alanda özellikle İtilaf Devletleri tarafından
tanınmaya başlandı. Böylece Ankara Hükümeti, sadece
Yunanlılara karşı üstünlük kurmamış, Anadolu’daki
yürütülen Milli Davayı bütün dünyaya kabul ettirme
aşamasında önemli bir mesafe kat etmiştir.
187
-
-
-
-
-
188
13 Ekim 1921’de, Sovyetler Birliğinin teşvikiyle Kafkas
Devletleri olan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’la Kars
Antlaşması imzalandı.Bu anlaşma ile doğu bölgesindeki sınır
ve güvenlik sorunları önemli oranda çözüldü.Daha sonra yine
Sovyetler Birliğinin denetiminde olan Ukrayna ile 2
Ocak 1922’de bir dostluk antlaşması imzalandı. Bu Antlaşma
sonrasında Sovyetler Birliği ile ilişkiler kuvvetlendi.
İngiltere ile Türkiye arasında daha önce başlayan fakat
sonuçlanamayan esirlerin değişimi meselesi için İstanbul’da
23 Ekim 1921’de bir anlaşma imzalandı. Anlaşmadan sonra
I. Dünya Savaşından sonra İngilizler tarafından tutuklanarak
Malta’ya sürgüne gönderilen Türk Subayları serbest
bırakıldı.
Fransa, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçip Ankara
hükümetiyle,20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı.
Bu antlaşma ile Fransızlar, güneydeki işgal topraklarını
boşaltacaklar,Hatay
haricindeki
topraklar
boşaltıldı.
Antlaşmanın imzalanması ile Çukurova’daki Ermeni emelleri
de iflas etmiş, bu bölgede ki Ermeniler, işgal ettikleri
bölgeleri boşaltmışlardır.
Bu anlaşma, aynı zamanda İtilaf devletleri arasındaki işbirliği
de iyice zayıflamış, Fransa ile İngiltere’nin arası açılmış,
İngiltere bundan sonra yalnız kalmıştır. Antlaşmada Hatay
kazanılamamış ama, daha sonra buradaki hak ve
idari yapılanmada Türk istekleri önemli oranda antlaşmaya
yansıtılmış, daha sonra bu antlaşmanın ilgili maddesine göre
Türkiye, Cumhuriyet Döneminde taraf devlet olarak Hatay
sorununa müdahale edecek ve Hatay’ın Türkiye’ye
katılması gerçekleşecektir.
Gerek Fransızların Türkiye ile imzaladıkları
Ankara
Antlaşması ile çekilmesi, gerekse de İtalya’nın Türk
topraklarını tamamen terk etmeye başlaması askeri
açıdan T.B.M.M.’ne büyük bir rahatlama getirmiştir. Bu
cephedeki kuvvetler, Batı cephesine taşınarak savaşlarda
sayısal
açıdan
Yunan
ordusu
karşısında
önemli bir orana ulaşılmıştır. Ayrıca İtalya ve Fransızlar
Türkiye’ye satış ve hibe yoluyla silah ve cephane bıraktılar.
Böylece Fransızların Milli Mücadeleyi İngiltere’ye karşı
olarak desteklemeye başladıkları görülmektedir. Bu destek, özellikle
Milliyetçilik hareketlerini sembolize eden Fransız halkında zamanla
gelişecek, Türk Milli davasına olan destekleri, özellikle İngiltere’nin
güdümüne girmiş bir Fransa düşüncesinin etrafında gelişecektir. Bu
anlaşmanın sonuçlarını en iyi şekilde Mustafa Kemal Atatürk
Nutuk’ta ifade etmiştir; “ .. Bu anlaşma ile siyasi, iktisadi, askerlik
alanlarında ve öbür alanlarda, tek bir konuda bağımsızlığımızdan
hiçbir şey yitirmeksizin, yurdumuzun değerli parçalarını düşman
elinden kurtarmış olduk. Bu anlaşma ile milli isteklerimizi, ilk kez
olarak batı devletlerinden biri, kabul ve onaylamış oldu. …”
2- BÜYÜK TAARRUZ ve BAŞKOMUTANLIK MEYDAN
SAVAŞI
T.B.M.M. Hükümeti Sakarya askeri zaferinin diplomatik
açıdan olumlu bir şekilde değerlendirmiş, yaptığı ikili ve çok uluslu
anlaşmalarla kendi varlığı ve “Misak-ı Milli”yi önemli ölçüde dış
kamuoyuna duyurmayı başarmıştır. Dışişleri Bakanı olan Yusuf
Kemal Bey Avrupa’ya giderek birçok başkentte temaslarda
bulunmuştur. İngiltere’nin yalnız kalmasına rağmen,kesin zafer
olmadan İtalya ve Fransa Türk davasını tam olarak desteklemeyerek,
Yunanlıların Anadolu’dan çıkamasın kabul edebileceklerini, ancak
bunun savaş durumunu sona erdirecek bir ateşkes antlaşması ile
mümkün olabileceğini, Türk tarafının savaşı sona erdirmesini
istemişlerdir. Aralarında yaptıkları görüşmeler sonrasında şu talepleri
Yunanistan ve Türkiye’ye bildirdiler ;
*
*
Türk ve Yunan kuvvetleri arasında on kilometrelik bir
askerden arınmış bölge olacak, cephedeki birlikler takviye
edilmeyecek,mevziler değiştirilmeyecek.
Türk ordusu ve askeri durumu müttefikler tarafından
denetlenecek,savaşa üç ay ara verilecek, yeniden başlarsa on
beş gün önceden İtilaf Devletlerine haber verilecekti.
189
T.B.M.M. hükümeti, artık bir siyasi muhatap olacak şekilde
değerlendiriliyor, ona ateşkes, arkasından barış antlaşması
öneriliyordu. Daha sonra yeni bir barış antlaşması önerisi getirdiler.
Bu barış önerileri Ankara Hükümeti tarafından kabul edilmemesine
rağmen diplomatik ilişkilerin kesilmemesi ilke olarak kabul edildi.
Böylece barışa karşı olmadığını da uluslararası alanda ispat etmiş
oluyordu. Bu arada taarruz hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde
yürütüldü. T.B.M.M. hükümeti ile İtikaf Devletleri arsında diplomatik
münasebetler devam ederken, Yunanistan’da ada önemli gelişmeler
yaşanmıştı.
190
Sakarya yenilgisinden sonra Yunanlılar Avrupa devletlerinin
desteğini kaybetmişler,Yunan kralı ve hükümete karşı ülkede bir
hoşnutsuzluk meydana gelmişti.Yunan Hükümeti kamuoyunda
sükuneti sağlamak için, İzmir ve Manisa’yı Yunanistan’a katmak için
yeni oyunlara girişti. Bu maksatla 27 Temmuz 1922’de ayrı bir İonya
idaresinin kurulmasına karar verip, 30 Temmuz 1922’de İonya
muhtariyetini ilan ettiler. Bundan daha önemlisi Yunanlılar bu
tarihlerde İstanbul’u işgal etme hevesine kapılıp, Türkleri bu yolla
barışa zorlamayı düşündüler.
191
Fakat bu fikre başta İtilaf Devletleri katılmadılar, hatta Yunan
askeri harekatına karşılık gerekli tedbirleri aldılar, Türk tarafı da bu
durumu şiddetle protesto edip, gerekli önlemleri almaya başladılar.
Yunanlılar, Sakarya yenilgisinden sonra Eskişehir – Afyonkarahisar
hattına çekilerek savunma mevzileri oluşturmuşlar, gerekli tedbirleri
alarak Türk taarruzuna imkan vermemek için hazırlık yapmışlardı.
Sakarya Savaşından sonra Türk tarafı da büyük bir taarruza geçecek
durumda değildi. Yeterli asker ve mühimmat yoktu, bu yüzden 1921
Eylülünden itibaren seferberlik durumu devam ediyor, çeşitli
kaynaklardan silah, mühimmat, yiyecek, giyecek sağlanmıştır.
Yunanlılara ve İtilaf Devletlerin taarruz etme kapasiteleri olmadığına
dair bilgiler verilmiş, hazırlıklar genel olarak gizlice yürütülüyordu.
Çünkü taarruz edecek bir ordunun rakip askeri gücünün en az
iki veya üç misli asker ve ateş gücü olması gerekiyordu. Ordunu subay
ihtiyacı İstanbul’dan ayrılarak Milli Mücadeleye katılanlar ve
esaretten kurtularak memleketlerine dönen subay ve yedek
192
subaylardan karşılandı. Seferberlik sonucu asker sayısı savaş anına
kadar Yunan ordusunun sayısına denk hale gelmiştir.
Tarafların Genel Durumu
Türk Ordusu
Yunan Ordusu
Er
199283
218432
Tüfek
100352
90000
Hafif Makinalı
2025
3199
Ağır Makinalı
839
1280
Top
323
418
5882
1280
10
50
198
4036
33
1776
Kılıç( Süvari)
Uçak
Kamyon
Oto ve Ambulans
Türk taarruz planının esası, düşmana, geride yeni bir cephe
kurmasına imkan vermeyecek bir biçimde bit tek darbede yenmek ve
düşman silahlı kuvvetlerini imha etmek idi. Binbir güçlükle sağlanmış
bulunan cephanenin uzun bir savaşa yetmesi mümkün değildi. Taarruz
öncesinde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti
cepheye gizlice gitti, Anadolu’nun dışarısı ile bağlantısı kesildi. 26
Ağustos 1922’de Türk topçusunun Afyon’un güneyindeki Yunan
mevzilerine açtığı topçu atışı ile başlayan taarruz kısa zamanda sonuç
verdi. I. Ordu birlikleri, geçilemez dedikleri Yunan savunma hatlarını
bir günde yararak, Afyon Dumlupınar’daki Yunan kuvvetlerini
kuşatarak imha etmeye başladı.
30 Ağustos 1922’de sarılan düşmanın imhası ve temizlenmesi
için ileri harekata başlandı. Düşman, sarılıp, imha edilerek
kovalanmaya başlandı. Yunan Başkomutanı da savaşa katıldığı için bu
muharebelere “Başkomutanlık Meydan Savaşı” adı da verilmiştir.
Yunan ordu komutanı Trikopis, esir edildi. Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa, 1 Eylül 1922’de, I.ve II. Ordu Birliklerine; “Ordular! İlk
hedefiniz Akdenizdir, İleri!” emrini vererek bütün Anadolu’nun
Yunan Birliklerinden temizlenmesine başlandı. Bu emirle birlikte
İzmir istikametine ilerleyen birliklerimiz 1 Eylülde Uşak’ı, 2 Eylülde
Eskişehir’i, 3 Eylülde Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i, 6
193
Eylülde Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylülde Aydını, 8 Eylülde Manisa’yı
kurtardı.Yunanlıların çekildikleri her yerde taptıkları tahribat göz
önünde bulundurularak 7 Eylülde I. Ordunun süratle İzmir’e yürüyüp,
şehrin yakılmasına engel olunması istendi.
Taarruzun gizlilikle yürütülmesi, hafta sonu başlatılmış olması
Ankara Hükümetinin herhangi bir dış müdahaleyi önlemek için
başarıları önemsiz gibi göstermesi, Yunanistan’ında Türk taarruzunu
gizlemeye çalışması İngiltere’nin gerçek durumu öğrenmesi
gecikmişti.
Türk tarafına İngiltere’den ateşkes teklifi geldi. Mustafa
Kemal “Ateşkesin Anadolu için değil Trakya için geçerli
olduğunu,Trakya’nın 15 gün içinde boşaltılmasını ve Türk görevlilere
teslim edilmesini, Yunanlıların ellerindeki Türk esirlerini 15 gün
içinde İzmir,Bandırma ve İzmit Limanlarında Türk tarafına teslim
etmesini, Yunan Hükümetinin, Yunan ordusunun üçbuçuk yıldan beri
Anadolu’da yaptığı tahribatı telafi etmeyi taahhüt etmesi halinde
ateşkesin mümkün olacağını” bildirdi.
194
Diplomatik temaslar devam ederken Türk ordusu, 9 Eylül
1922’de İzmir’e girdi. Böylece de Misak’ı Milli’nin askeri hedeflerine
Trakya Bölgesi hariç önemli ölçüde ulaşıldı. Zafer bütün ülkede
sevinç ve heyecanla kutlandı. İzmir’i kurtaran Türk kuvvetleri
Marmara’ya doğru ileri yürüyüşe geçerek Çanakkale ve İstanbul
istikametine doğru harekete geçti. 15 günde 150 bin kişilik bir düşman
ordusunu imha eden, 15 günde 500- 600 kilometre yol alan bir ordu
karşısında İngiltere, karşı koyarak Boğazları ve İstanbul korumak
istediyse de müttefikleri ve hükümetinden yeterli desteği alamadığı
için, meseleyi diplomasi ile çözmeye karar vermişti.
Ayrıca Çanakkale’deki İtalyan ve Fransız kuvvetleri de 19
Eylülde mevzilerini terk edince, dominyonlarından askeri bir
desteğinde verilmediğini gören İngiltere, Türklerle bir savaşı göze
alamadı, artık barış görüşmelerinin başlaması kaçınılmaz
görünüyordu. Bundan önce Ateşkes sağlanarak savaşa son
verilmeliydi. İtilaf Devletlerinin verdiği notaya Mustafa Kemal Paşa,
29 Eylül 1922’de verdiği cevapta Trakya’nın Meriç nehrine kadar
Türklere verilmesi ön şartıyla Mudanya’da 3 Ekimde toplanacak
konferansa katılmayı kabul edeceğini bildirdi.
3- MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI VE
SONUÇLARI
Mudanya Ateşkes Görüşmeleri 3 Ekim 1922’de başladı.Türk
Hükümetini İsmet Paşa başkanlığındaki bir heyet, Müttefik ülkeleri ise
İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri komutanları temsil etmekteydi. Bunlar;
İngiltere adına General Harrington, Fransa adına General Charpy ve
yardımcıları, İtalya adına da General Monbelli idi. Yunanistan’dan
konferansın açılışına ilk günlerde temsilci katılmamış, daha sonra
Limanda bekleyen bir gemide kalmayı, imza için beklemeyi uygun
görmüşlerdi. İşin ilginç yanı, Mudanya’da yenilmiş Yunan ordularının
temsilcisi yoktu. Avukatlığını İngiltere yapacaktı. Görülüyor ki
Türkiye Ateşkes masasına Birinci Dünya savaşının galipleri ile
oturacaklardı. Yalnız bu kez müttefiklerin karşısında yenilmiş bir
Osmanlı İmparatorluğunun, ezik delegeleri yoktu. İtilaf Devletlerinin
desteğindeki Yunan ordusunu on beş gün içinde yok etmiş, İtilaf
Devletlerini dehşete düşürmüş, muzaffer Türk ordularının temsilcisi
vardı. Türkiye, ateşkes masasına Misak-ı Milli’ye dayanan
bağımsızlık tezini ve inancını getiriyordu. Bazı konularda gerginleşen
toplantılar sonunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması
195
imzalandı.Türk tarafı önemli ölçüde isteklerini kabul ettirdi. Mudanya
Ateşkes Antlaşmasının ilgili maddeleri özetle şu şekildedir;
- 14 - 15 Ekim gecesi ateşkes hükümleri yürürlüğe girecek, Türk
ve Yunan Silahlı kuvvetleri arsında çatışma son bulacaktır.
- Trakya’daki Yunan Kuvvetleri, Meriç Nehri üzerinde Türk
Bulgar sınırının kesiştiği notadan, Ege Denizine döküldüğü
noktaya kadarki alanda bu nehrin batısına çekilecektir.
- Barış yapılıncaya kadar karışıklılıkların önlenmesi için
bölgedeki önemli noktalar İtilaf Devletlerince kontrol altında
tutulacaktır.
- Yunanlıların Doğu Trakya’yı boşaltma işlemleri, mütareke
yürürlüğe girdikten 15 gün içinde tamamlanacaktır.
- Jandarma dahil olmak üzere Yunan mülki memurları en kısa
sürede Trakya’yı boşaltacaktır. Onlardan boşalan yerleri teslim
alan Müttefik Devletlerinin temsilcileri en geç 30 gün içinde bu
bölgeleri T.B.M.M. Hükümeti memurlarına bırakacaktır.
- T.B.M.M. Hükümeti devraldığı bölgelerde asayişi temin
edebilmek için, subayları da dahil 8000 kişilik bir Jandarma
kuvveti bulunduracak,bunun dışında Milli Hükümet
Trakya’ya barış imzalanıncaya kadar asker geçirmeyecektir.
- Müttefik askerler bulundukları yerlerde barış yapılıncaya
kadar kalacaklardır.
- T.B.M.M. Hükümeti Orduları, İstanbul ve İzmit bölgesinde
sınırları belirtilen hatları Barış Konferansı başlayınca ve
görüşmeler devam ettiği müddetçe geçmeyeceklerdir.
196
Mudanya Ateşkes Antlaşmasını diplomasi, askeri ve siyasi
açıdan şu şekilde değerlendirebiliriz;
* Mudanya Ateşkes Antlaşması, Türk İstiklal Harbinin
silahlı mücadele yönünün Türkün zaferi ile sonuçlandığının
dünya tarafından kabul edildiğinin, Osmanlı imparatorluğunun
siyasal yaşamdan çekilmesi ile yeni bir Türk Devletinin
uluslararası alanda kabul edilmesinin önünü açan yazılı bir belge
özelliği taşır.
* Türk tarafının kararlı ve inatçı tutumunun mücadele
dönüşmesinin sonucunu alındığı, sert politikasını sonuç verdiği bir
metindir.
* O ana kadar Yeni Türk Devletini dolaylı olarak tanıyan
İngiltere’nin antlaşma masasına oturması ile Türkiye’yi resmen
tanımıştır. Bu, Türk Dış politikasında önemli bir diplomatik
zaferdir.
* Bu Ateşkes ile Türkiye savaş yapmaksızın Trakya ve
Edirne’yi alıyordu. Mustafa Kemal İstiklâl Savaşında çok akıllı
bir politika izleyerek, İngiltere’yi yalnız bırakmıştı. Şimdi masada
da yalnız bırakıyordu.
Yalnız başına kalan İngiltere, Türkiye’ye savaş açmak
sorumluluğunu üstlenemedi. Üstelik Yunan ordusunu bütün silah ve
malzemesi de Türk ordusunu eline geçmiş bulunuyordu. Venizelosun
“Büyük Yunanistan” hülyası ile Lloyd George’un Türkiye’ye yeni bir
savaş açmak için, müttefiklerini Türkiye’ye karşı kullanmak politikası
yıkıldı.
Ayrıca bu siyasal gelişmeler, Lloyd George başkanlığındaki
İngiliz Koalisyon Hükümetinin de sonunu getiren bir süreci
başlatmıştır. Lloyd George Hükümeti, 16 Ekimde istifa etmiş, bu
İngiliz siyasetçisi artık İngiliz politikasında bir daha yer almamıştır.
Onun politika alanından silinmesi de Ortadoğu’daki barışın kurulması
ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan konferansa katılamadığı için
hazırlanan anlaşma metnini kabul etmek zorunda kalmış, üç gün sonra
imza etmişlerdir. Mütareke ve yenilginin Yunanistan’daki sonucu son
derece kötü olmuş, Anadolu Macerasından sorumlu olan altı devlet
adamı idam edilmiştir.
Bütün bunlara rağmen Mudanya Ateşkes Antlaşması geçici bir
düzenlemedir. Sadece Barış yapışıncaya kadar silahların bırakılmasını
197
buyuruyordu. Barış sağlanmazsa savaş yeniden başlayabilirdi. Ayrıca
yurdun can damarı olan Boğazlar ile en önemli kenti İstanbul, henüz
Anlaşma Devletlerinin denetimindedir. Gene Doğu Trakya’daki askeri
varlığımız son derece sınırlı idi. Buraların kesin egemenliğimiz altına
girmesi için , gene barışın sağlanması gerekir.
Mudanya Ateşkes Antlaşmasının çok önemli bir anlaşma
olmasına rağmen eğer barış sağlanmazsa önemi kalmayacaktı. Şimdi
sıra kesin bir barışın sağlanmasına gelmişti. Türk kuvvetlerinin
başında T.B.M.M. görevlisi olarak atanan Refet Paşa 15 Kasım
1922’de Edirne’ye girerek mütareke hükümlerini yerine getirmeye
başladı.
ÖZET
Milli Mücadelenin silahlı mücadele döneminin belirleyici
cephesi olan Batı cephesindeki son muharebeler olan Sakarya
Meydan Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Savaşı Türk
ordusunun zaferi ile sonuçlanmıştır. Sakarya Savaşından itibaren
Meclisin onayı ile Başkomutan seçilen Mustafa Kemal Paşa bu iki
muharebeyi yönetmiş ve üstün askeri strateji ile Yunan ve diğer
işgal kuvvetlerinin ülkeden çıkarılmasını sağlamıştır.
Mudanya Ateşkes Antlaşması ile savaş durumuna son
verilmiştir. Mudanya Ateşkes Antlaşmasını imzalayan İtilaf
Devletleri, Misak-ı Milli sınırlarının büyük bir kısmını Türk
Devletine vermek zorunda kalmış, Osmanlı Devletinin siyasi
varlığının bittiğini artık kabul etmek zorunda kalmışlar, Türk
Zaferini resmi bir belgeyle kabul etmişlerdir.
İtilaf Devletlerinin bütün siyasi ve askeri olarak liderliğini
üstlenen İngiltere’nin Ortadoğu’daki planları başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Ancak Mudanya Ateşkes Anlaşmasının mutlaka
bütün tarafların kabul ettiği bir Barış Antlaşması ile
tamamlanması gerekiyordu.
198
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Sakarya Medyan Savaşı ve sonuçları değerlendirildiğinde
seçeneklerden hangisi doğru değildir?
a) Bu savaş Türk kuvvetleri için savunma savaşıdır ve
başkomutanlığını Mustafa Kemal Paşa üstlenmiştir.
b) Savaş sonrasında Yunan ordusunun taarruz gücü kırılmış, Yunan
ordusu Afyon hattına çekilerek Sakarya’daki işgal ettiği yerleri
bırakmıştır.
c) Savaş sonrasında İtilaf Devletlerinden İtalya ve Fransa,
Yunanistan’a yardım ederek Türk ordusunun askeri hareketini
önlemeye çalışmıştır.
d) Yeni Türk Devletinin kazandığı bu zafer dış politikada bir çok
devletin Türkiye’ye desteğinin artmasına yol açmıştır.
e) Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya T.B.M.M. tarafından Gazilik
ünvanı ve Mareşallik rütbesi verilmiştir.
2- Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız.
Sakarya Savaşından önce ordunun ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla ……………………………….. çıkarılarak halktan
yardım istenmiş ve Türk halkı her türlü fedakarlığı göstererek
ordusuna istenenden daha fazlasını karşılık beklemeden vermiştir.
3a)
b)
c)
d)
e)
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının
sonuçları arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz ?
Savaşın bitiminden sonra Londra’da bir konferans yapılmış ve
T.B.M.M.. Hükümeti Londra’daki konferansa davet edilmiştir.
İtilaf Devletleri Türk zaferi karşısında ateşkes istemek zorunda
kalmıştır.
Yunan Ordusu savaşta tam bir bozguna uğramış, Anadolu ve
Trakya’daki işgal ettiği toprakları boşaltmak zorunda kalmıştır.
Savaşın sonunda yapılan Mudanya Ateşkes antlaşması ile savaş
durumuna son verilmiştir.
Misak-ı Milli’nin askeri hedeflerine Türk devleti önemli ölçüde
ulaşmıştır.
199
4a)
b)
c)
d)
e)
Mudanya Ateşkes Antlaşmasının maddeleri arasında
seçeneklerden hangisi yoktur?
Yunan Kuvvetleri antlaşma yürürlüğe girdikten 15 gün içinde
Doğu Trakya’yı boşaltacaklardır.
14 – 15 Ekim 1922 tarihinden itibaren Türk ve Yunan Kuvvetleri
arasındaki silahlı çatışmaya son verilecektir.
Barış yapılıncaya kadar karışıklıkların önlenmesi için bölgedeki
önemli noktalar İtilaf Devletlerince kontrol altında tutulacaktır.
Türk ordusunun mevcudunun üçte ikisini üç ay içinde terhis
edecektir.
Trakya’daki Yunan işgalinden boşaltılan yerler Müttefik
Devletlerin temsilcileri en geç 30 gün içinde T.B.M.M.
Hükümeti Memurlarına bırakacaktır.
5- Mudanya Ateşkes Antlaşmasının içeriği ve sonuçları
değerlendirildiğinde seçeneklerden hangisi bulunmaz ?
a) Antlaşma Türk Devletinin askeri hedeflerine önemli ölçüde
ulaştığını İtilaf Devletlerinin kabul etmesi anlamına gelir
b) Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Trakya silahlı çatışma olmadan
ele geçirilmiştir.
c) Antlaşma ile İngiltere, Yeni Türk Devletinin siyasi varlığını en
üst seviyede tanıdığını diplomatik olarak kabul etmiştir.
d) Yakınçağ Türk Tarihinde Türk dış politikasındaki askeri başarıyı
siyasi bir belgeyle destekleyen önemli bir belge niteliği taşınası
açısından örnek teşkil eder.
e) Yunanistan bu antlaşmayla Ege adalarından bir kısmını vermeyi
taahhüt etmiştir.
200
XII. ÜNİTE
YENİ TÜRK DEVLETİNİN TANINMASI
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
*
*
*
*
*
*
Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra İtilaf Devletleri Yeni
Türk Devletine karşı nasıl bir siyasi politika izlemişlerdir?
Osmanlı Saltanatının kaldırılmasının gerekçeleri nelerdir?
Lozan Barış Konferansında Türk tarafı hangi tezi
savunmuştur?Konferansta İtilaf Devletleri ve diğer ülkelerin
talep ve amaçları nelerdir?
Lozan Barış Antlaşmasının içerikleri nelerdir? Antlaşmanın
maddeleri ile Türk tarafı istediği sonuçları hangi oranda
kabul alabilmiştir?
Lozan barış Antlaşmasının Türk tarihi açısından sonuçları ve
önemi nedir?
Lozan Barış Antlaşmasının günümüze kadar gelen sonuçları
neler olmuştur?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitemizde Yeni Türk Devletinin bütün dünya tarafından
kabul edildiği anlaşma olan Lozan Barış Antlaşması ve gelişmeleri
incelenecektir. Lozan Barış Antlaşması için yapılan hazırlıklar,
Osmanlı Saltanatını kaldırılması, Yeni Türk Devletine karşı
Lozan Konferansında özellikle İngiltere ve müttefiklerinin
diplomasi manevraları kavranılacak ve Türk zaferini
görmezlikten gelerek Sevr Barışında nasıl ısrar ettikleri
vurgulanacaktır. Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın Türk tezine
karşı olan politik baskılarına dikkat ediniz.
Lozan Barış Antlaşması ve şartlarının çok iyi
değerlendirilmesi ve bu tarihi gelişmelerin çok iyi kavranılması
Cumhuriyet Tarihi ve Türk İnkılâbının kavranması açısından
önem taşımaktadır.
201
XII. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER






202
Lozan Barış Antlaşması
Saltanatın
Kaldırılması
ve
Osmanlı
Hükümdarının Ülkeyi
Terk Etmesi
Lozan Konferansının Toplanması
ve Antlaşmanın İmzalanması
Lozan Barış Antlaşmasının Önemi
ve Sonuçları
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
1 - LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
1a– Saltanatın Kaldırılması ve Osmanlı Hükümdarının
Ülkeyi Terk Etmesi
Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra Türkiye barışa giden
yolda yürüyüşün ilk adımlarını attı. Ekim ayı geldiğinde askerin
köyüne ve tarlasına dönmesi gerekiyordu. Genelkurmay Başkanlığı
durumu Başkomutan ve Cephe Komutanına bildirdi. Ordunun
mevcudunun 140.000’e indirilmesi uygun görülerek, 16 Ekim 1922’de
Bakanlar Kurulu erlerin bir kısmının terhis edilmesini, bir kısmının da
süresiz izinli sayılması kararı aldı. 1912’de başlayan seferberlik
1922’de son buldu. On yıl savaşta olan Türk halkı, barışı, ülkenin iç
ve dış politikasında temel ilkesi yapan bir yönetimle savaşlar
dönemini kapatıyordu. Bundan sonra Türkiye’nin çağdaş uygarlık
seviyesine çıkma savaşı ise yeni başlıyordu. İstiklâl Savaşında milli
bağımsızlık elde edilmişti. Ulusal egemenlik T.B.M.M.’inde
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ile somutlaşmıştır.
Ancak işgalcilerle işbirliği yapan Padişah ve İstanbul Hükümeti hâlâ
varlığını kağıt üzerinde de olsa sürdürüyordu.
Ayrıca mecliste yeni anlayışı ve devlet biçimini kendi düşünce
çerçevesinden görenler, zamanla Mustafa Kemal ve onun
hedeflerinden kopmaya başlamışlar, mecliste muhalif kanatlar kurarak
“Hilafet ve Saltanatın geleceğini” korumak için siyasi manevralar
yapmaları gelecekteki inkılâp ve gelişmeleri siyasi açıdan engelleyici
boyutlara ulaştırabilirdi. Mustafa Kemal Paşa Padişahlık ve Hilafet
sorununu bağımsızlık kazanılana kadar geri plana atmayı yeğlemişti.
Kendisinin en büyük destekçileri bile padişaha saygı duydukları için
gerçekten bir sorunla karşı karşıyaydı.
Sorunun çözümü İngiltere’nin önerisi ile gerçekleşebildi.
İngiltere 27 Ekim 1922’de Lozan Barış Konferansına hem İstanbul,
hemde Ankara Hükümetini beraber çağırdı. Nihayet bu ikili çağrı, bir
siyasal taktik olmasına rağmen parçalanacak bir otoriteye yol açmasını
engellemek için Mustafa Kemal, Saltanatın siyasal iktidarına birden ve
kesin olarak son vermeye karar verdi. Zor olmasına rağmen saltanat ve
hilafet bir birbirinden ayrılacak ve birincisi kaldırılacaktı. Bundan
böyle sultan diye bir şey kalmayacak, bir Osmanlı şehzadesi siyasi
yetkileri olmaksızın, dini yetkilerle sadece halifelik makamında
oturacaktı. Meclis komisyon toplantısında takındığı sert tavır teokrasi
ve saltanat taraflarının Mustafa Kemalin kararlılığını muhalefetin daha
iyi anlamasını sağladı;
203
“ …Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit
Efendi seçildi. Dinişleri Komisyonu üyesi olan Hoca Efendileri
herkesçe bilinen uydurma sözlere dayanarak halifeliğin
padişahlıktan ayrılmayacağını söylediler. Değersizliğini belirterek
bu savları çürütmek için özgür düşünceli kimselerde ortaya çıkar
görünmedi. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde
tartışmaları dinliyorduk. Bu biçim görüşmelerin , istenilen sonuca
ulaşmasını beklemek boşunaydı.Bunu anladık. Sonunda Karma
Komisyon Başkanından söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım.
Yüksek sesle şunları söyledim;
« Efendiler, dedim, egemenlik hiç kimse, hiç kimseye bilim
gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle,
erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunu
egemenliğini el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıldan beri
sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter
diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış
bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan, ulusa egemenliği
204
bırakacak mıyız sorunu değildir. Sorun, gerçekleşmiş bir olayı yasa
ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun
yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal
bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre
saptanacaktır; ama, belki birtakım kafalar kesilecektir. İşin bilimsel
yönüne gelince, Hoca Efendilerin üzülmelerine ve kaygılanmalarına
hiç yer yoktur. Bu konuda bilimsel açıklamada bulunayım. …»”
1 Kasım 1922’de hazırlanan kanun taslağı T.B.M.M. genel
kurulunda oy çokluğuyla kanun edildi. Böylece altı asırdan fazla
devam eden Osmanlı Saltanatı meclisin bu kararı ile sona ermiş
oluyordu. Saltanatın kaldırılmasından sonra 5 Kasım 1922’de son
sadrazam Tevfik Paşa kabinesi istifa etmiş, son Osmanlı Padişahı
Vahdettin ise 17 Kasım 1922’de İstanbul’da İngilizlerin Malaya
zırhlısına binerek yurdu terk etmiştir. Vahdettin önce Malta’ya,
sonrada yaşamının sonuna kadar kalacağı San Remo’ya gitti. Bundan
sonra 18 Kasım 1922’de T.B.M.M. onu halifelikten attı, onun yerine
Osmanlı soyundan olan Abdülmecit Efendi halife tayin edildi. Bu
durum, kendisine T.B.M.M. Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşanın
imzası ile tebliğ edildi.
Artık Lozan Barış Antlaşmasına gidilmesi için hiçbir engel
kalmamış, Osmanlı Devleti tamamen ortadan kalkmış, İtilaf
Devletlerinin bu siyasi taktiğine karşı, zaten doğal olarak bütün
gücünü, otoritesini bitirmiş, her şartlarda Türk ulusunun temsilcisi
olma hakkını kaybetmiş bir kurum ortadan kaldırılarak, gelecekteki
Türk Siyasal İnkılâp hareketlerinin bir aşaması gerçekleştirilecektir.
1b– Lozan Konferansının Toplanması ve Antlaşmanın
İmzalanması
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başladı. Türk Hükümeti
aslında Barış Konferansını İzmir’de toplanmasını çok istemiş, fakat
İzmir önerisi Müttefikler tarafından kabul edilmemiştir. T.B.M.M.
Hükümeti o dönemin olanaklarıyla haberleşmenin çok zor olacağını
ileri sürmüştür. O zamanın koşullarında bu gerekçe doğruydu. Ayrıca
İzmir’de toplantıların daha yakından takip edilmesi olanağı vardı.
Fakat tarafsız bir devlet olan ve savaşa girmemiş bir devlet olan
İsviçre uygun görülmüştür. Türkiye için kendi içindeki diğer bir
sorunda, konferansta Türkiye’yi kimin temsil edeceği soru idi.
T.B.M.M. deneyimli diplomatlara sahip olan İstanbul’dan da delege
seçemezdi, çünkü Milli Davayı anlamaları mümkün olamazdı. İlk akla
gelen başbakanlık görevinde bulunan Rauf Beydi.
205
Ancak Rauf Bey Mondros’u imzalayan diplomat olarak olumlu
bir sicile sahip değildi. Adları geçen diğer kişiler Fethi Bey, Kazım
Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Yusuf Kemal Beydi. Atatürk, İsmet
İnönü’nün Mudanya’daki başarılı diplomasisini takip etmiş, onun
gitmesini istemişti. Rauf Beyde özellikle konferansa gitmek istemesi
sorunun diğer bir boyutunu oluşturuyordu. İsmet Paşa dışişleri
bakanlığın getirildi. 2 Kasım 1922’de yapılan oylama sonucunda İsmet
Bey Lozan’a gönderilecek heyetin başkanlığına getirildi. Yardımcıları
olarak ta Rıza Nur ve Hasan Bey atandı. İsmet İnönü’nün Lozan Barış
Konferansındaki siyasi ve diplomatik başarıları gelecekteki politik
yaşamında önünü açan önemli bir referans olacaktır.
Konferansa, Türkiye, İngiltere, İtalya, Japonya temsilcileri ve
A.B.D.’nin Roma Büyükelçisi de katılmış, Romanya, Bulgaristan,
Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Sovyetler Birliği
temsilcileri de kendilerini ilgilendiren konularda toplantılara
katılmışlardır. Bu devletlerin içinde özellikle Yunanistan, İngiltere,
Fransa ve İtalya ile çok ciddi sorunlarımız vardı. Türklerin hak ve
menfaatleri göz ardı ediliyor, Türk zaferleri görmezlikten geliniyordu.
Aslında Lozanda ki sorunlar, üç dört yıllık bir gelişmeleri değil,
yüzyıllara dayanan bir hesaplar görülüyordu. Bu denli eski, bu denli
karışık hesapların içinden çıkmak elbette kolay ve basit değildi. Bu
açıdan Türk temsilcilerini çok zor bir görev bekliyordu.
Lozan’da görüşülen konular başlıca iki ana kümede
toplanabilir; Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar ve Türkiye ile
diğer devletler arasındaki sorunlar.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar ;
Anadolu boşaltılmıştı ve artık burada bir sınır yoktu. Sadece
Doğu Trakya’daki sınırların çizilmesi hususu vardı. Bundan başka Ege
Adalarının durumu, Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’daki
Türklerin değiş tokuşu ile Yunanistan’ın Anadolu’da ve Trakya’da
askeri yıkımları, yaptıkları tahribat ve can kayıplarının ödenmesi diğer
sorunu oluşturuyordu.
Konferansa katılan diğer devletlerle olan sorunlar;
Avrupalıların Osmanlı İmparatorluğu ile yüzyıllarca süren
ilişkilerinde ve bu ilişkilerin özellikle kapitülasyonlardan doğan
ekonomik, maddi ve yargı alanlarında kendi çıkarlarına ve Türklerin
zararına tuttukları yollara ve uyguladıklara yöntemlere son vermenin
zamanı gelmişti. Batılılar ise yeni Türk devleti ile bu konularda tam
206
bir anlaşmaya gitmeyi düşünmüyorlardı. Eğer bu konularda bazı
ödünler vermek zorunda kalırlarsa, hiç olmazsa ileride Türk
Devletinin güçsüzleştiği sıralarda ortaya çıkacak yeni durumlara
uyabilecek ve geniş ayrıcalıklarla sonuçlanacak hükümlere ağırlık
vermeyi düşünüyorlardı. Bundan başka Osmanlı Devletinin yeni Türk
Devletine bıraktığı borçlar ve yabancı kuruluşlara Zaralı koşullarda
verdiği ayrıcalılar gibi çok karışık sorumların yeni esaslara göre
çözülmesi gerekecekti.
20 Kasım 1922’den 4 Şubat 1923’e kadar devam eden
görüşmelerden özellikle İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un
Türk Heyetine devamlı sorun çıkarması ve görüşmelerdeki konulara
Sevr Antlaşması mantığıyla baktığı için sonuç alınamadı. Her
tartışılan konu üzerinde ciddi anlaşmazlıklar çıktı. İngiltere, Musul’u
vermek istemiyor, İtalya ve Fransa onu destekliyordu, bu meselenin
Türkiye ile İngiltere arasında daha sonra dokuz ay içinde görüşmeler
yapılmasına karar verildi. Eğer taraflar bu sorunu çözemezlerse,
Milletler Cemiyetinin hakemliğine müracaat edilecekti.
Müttefik Devletler Kapitülasyonların aynen devam etmesini ve
Osmanlı Borçlarının tamamının yeni Türk Devletine ödetilmesinde
ısrar ediyorlardı. Bu konudaki Türk tezi ise kapitülasyonların
tamamen kaldırılması ve borçların ancak Türkiye’ye düşen kısmının
kabullenilmesi şeklindeydi. Konferanstaki bu gelişmeler gösteriyordu
ki müttefikler Misak-ı Milliyi tanımayı düşünmüyorlar, Türklere masa
başında yenerek,Sevr projesini yumuşatarak Milli Hükümete kabul
ettirmeye çalışıyorlardı. Görüşmelerin kesilmesi üzerine Türk
Delegeleri ülkeye döndüler, ancak anlaşılan konuların imza edilerek
barış yapılmasını, anlaşılamayan konularında komisyon kurularak
yeniden görüşülmesini içeren mektup yazılarak Müttefiklere bildirildi.
Türk Hükümetinin olumlu girişimi de dikkate alınmayınca
ilişkiler gerginleşti. Fevzi Paşa her ihtimale karşı orduların askeri
harekata hazırlanmasını bildirdi. Başkomutanda alınan bu önlemleri
yerinde buldu. Boğazları kapatmak ve Musul üzerine yürümesi için
gerekli önlemler alındı. Mustafa Kemal yeni bir savaş istemiyordu.
Fakat Türkiye’nin kanla kazandığı haklarını da bırakmamakta kararlı
idi.
207
Batılı devletlerin diğer bir korkusu da konferansta takınılan
Türkiye karşıtlığının, Türkiye’yi Sovyetler Birliğine yaklaştırması,
Türkiye’nin siyasi, ideolojik ve ekonomik model olarak Sovyetlere
yaklaşması ihtimali idi. Türkiye’de 17 Şubat 1923’te başlayan İzmir
İktisat Kongresinde alınan kararların “Karma Ekonomi Politikasının
Uygulanacağı” nı belirtmesi, Türkiye’nin, Amerikan Şirketi ile 9
Nisan 1923’te “Şarkî Anadolu Demiryolları Anlaşmasını”
imzalaması Batılıları bu kaygılarını giderdi.
Bu sırada Batılı Devletlerdeki kamuoyunda da yeni bir savaşa
karşıtlık son seviyeye gelmiş, yeni bir savaşı Müttefik Devletleri de
istememekteydiler. Yapılan karşılıklı diplomasiden sonra 23 Nisan
1923’te görüşmelere yeniden başlandı. Yoğun geçen müzakerelerden
sonra 17 Temmuza kadar temel hususlara büyük ölçüde son şekilleri
verildi. Temmuz ayının son haftasının başında da anlaşma metninin
son şekli hazırlandı. Türk diplomatları, özellikle kapitülasyonları
kaldırtmış, borçları da önemli ölçüde indirterek önemli bir başarı
kazanmışlardı. Yunanistan’da Savaş tazminatı olarak Karaağacı
verince 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. 143
madde, üç ayrı metin ve ayrıca bir çok ikili sözleşme ve
208
protokollerden oluşan Lozan Barış Antlaşmasının belli temel
hükümleri özetle şöyledir;
1- Sınırlar ;
Batıda Bulgaristan’la
olan
sınır;
İstanbul,
Neuilly(Nöyi) ve Sevr Antlaşmaları ile belirlenen Karadeniz
kıyısındaki Rezve Deresi ağzından başlayıp, Yunanistan
sınırlarının Meriç üzerindeki kesiştiği yere kadarki sınır olarak
belirlendi.
Batıda Yunanistan’la olan sınır; Mudanya
Mütarekesinde belirlendiği şekliyle Meriç sınır olarak kabul
edilip, bu nehrin sol kıyısı Türkiye’ye bırakılmıştır, Karaağaç
savaş tazminatı olarak Türkiye’ye bırakılmıştır. Çanakkale
Boğazının güvenliği ile yakından ilgili olan İmroz, Bozcaada ve
Tavşan Adası Türkiye’ye bırakılırken, diğer Kuzey Ege Adaları
Yunanistan’a bırakılmıştır.Ancak bu adalarda Yunanistan askeri
amaçlı olarak kullanmayacak, deniz üssü,askeri istihkam
yapmayacaktır.
Güneyde Türkiye – Suriye Sınırı; Fransa ile Türkiye
arasında 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnamesi (Antlaşması)
ile belirlenen şekliyle kabul edilmiş, aynı statü onaylanmıştır.
Buna göre sınır,
İskenderun Körfezi üzerinde
Payas’ın
güneyinde tespit edilen bir noktadan başlayarak Marsuus
mevkiini Suriye’de Kilis’i Türkiye’de kalacaktır. Daha doğuda
Nusaybin, Cizre Türkiye’de kalacak, Süleyman Şah’ın Caber
Kalesindeki mezarı Türkiye’nin malı olacak, burada Türk
muhafızları ve bayrağı olacaktır.
Güneyde Türkiye - Irak Sınırı; Türkiye ile Irak
arasındaki sınır, Antlaşmanın imzalanmasından sonra dokuz ay
içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla
saptanacaktır. Öngörülen süre içinde iki hükümet arasında bir
anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyetine
götürülecektir.
Sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk ve
İngiliz Hükümetleri, kesin geleceği(kaderi) bu karara bağlı olan
toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak
nitelikte hiçbir askeri ya da başka bir harekette bulunmamayı
karşılıklı olarak yükümlenirler.
209
Aynı konuyla bağlantılı olarak ilgili maddelerde Türkiye;
Mısır, Irak, Sudan ve Kıbrıs Adasındaki hakimiyet haklarından
vazgeçmiştir.
2- Boğazların Statüsü
Boğazların her iki kıyısında 15 kilometrelik bir alan
askersiz bölge olacak. Bir savaş tehlikesi ya da Türkiye’nin
herhangi bir savaşa girmesi halinde silahlandırılabilecek,
Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir savaşta Karadeniz’e geçecek
gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirilecek.
Boğazların korunması anlaşmayı imzalayan devletler tarafından
garanti altında olacaktır. Boğazlar, Milletler Cemiyetinin
denetiminde bir
komisyon tarafından idare edilecek, bu
komisyon, boğazlardan geçecek savaş gemileriyle ilgili olarak her
yıl Milletler Cemiyetine bilgi verecektir. Barış zamanında
boğazlardan her türlü aracın geçişi serbest olacaktır. Boğazları
denetleyen uluslararası komisyonun başkanlığını Türk temsilcisi
yapacaktır.
3- Kapitülasyonlar
Lozan Barış Antlaşmasının 28. maddesi gereğince, hukuki,
maddi, ekonomik ve idari alanlardaki yüzlerce yıl süren bütün
kapitülasyonlar tüm sonuçları ile kaldırılmış, Türkiye’deki
yabancı ticari kurumlarda belli bir geçiş döneminden sonra Türk
Kanunlarına kayıtsız şartsız uymaları esası getirilmiştir.
4- Savaş Tazminatları
Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla Türklerden istenen savaş
tazminattan Batılı Devletler vazgeçmişler, Yunanistan ise,
Kurtuluş Savaşı dolayısıyla verdiği can ve mal kaybını tazmin
etmeyi kabul etmiş, Yunanistan ekonomik gücü olmaması
dolayısıyla Karaağaç ve çevresini Türkiye’ye vermiştir.
5- Osmanlı Borçları
1854 yılından itibaren Osmanlı Devletinin Avrupa
Devletlerinden aldığı borçlar Lozan görüşmelerinin önemli bir
gerginlik noktası olmuştu.
210
Türkiye Osmanlı Devletinin parçalanması ile kopan
parçalarını borçlarını kabul etmedi. Sadece Türkiye’ye ayrılan
kısmına düşen ve taksitlendirilerek ödenmesini kabul etti.
Ödemelere ilişkin esaslar alacaklı ülkelerle yapılacak ikili
anlaşmalarla belirlenmesi kabul edildi.
Taksitlendirilmesine
rağmen
Osmanlı
Borçları
Cumhuriyet ekonomisine ve dış politikasına daha sonra önemli
bir yük olmuştur. Ayrıca borçların ödenmesi aşamasında, her
türlü yabancı devlet veya kurumunun denetim ve gözetimine son
verilmiştir. Osmanlı Dönemindeki Düyun-u Umumiye( Genel
Borçlar İdaresi) kaldırılarak ekonomide bağımsızlık politikasını
ilk önemli uygulaması gerçekleştirilmiştir.
6- Azınlıkların Durumu
Türkiye sınırları içindeki tüm azınlıklar Türk vatandaşı
olarak kabul edildi. Yunanistan’daki Türklerle, Türkiye’deki
Rumların karşılıklı olarak değiştirilmesi Türkiye ile Yunanistan
arasında “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin
Sözleşme ve Protokol” başlığı altında 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme
imzalanarak kabul edildi. Ayrıca Antlaşmanın 37’den 45.
maddeye kadar Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkların hak
ve ödevlerinden faydalanma ilkeleri, devletin güvencesinde
oldukları, her türlü mali ve sosyal imkanlardan faydalanmaları
yer almış, ancak bu azınlıklar Türk uyruğu taşıdıkları belirtilerek
müdahil ( müdahale eden) unsurlar devre dışı bırakılmıştır.
7- İstanbul ve Boğazların Boşaltılması
İstanbul ve Boğazların boşaltılması da Türkiye için ayrı bir
öneme sahipti. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Antlaşma ile
bağlantılı olan “ İngiliz, Fransız ve İtalyan Kuvvetlerinin İşgal
Etmiş Bulundukları Türk Topraklarını Boşaltmasına İlişkin
Protokol ve Bildiri”si ile İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetleri,
Lozan Antlaşması ile öteki senetlerin, Türkiye Büyük Millet
Meclisince onaylanmasından sonraki altı hafta içinde çekilecekti.
211
2- LOZAN BARIŞ
SONUÇLARI
ANTLAŞMASININ ÖNEMİ
ve
İlgili maddelerle Türk tarafı, önemli ölçüde isteklerini elde
etmiş olarak geri dönüyorlardı. Antlaşmanın parlamentolarda
oylanmasına gelmişti. Lozan Barış Antlaşması, yeni oluşturulan
T.B.M.M. tarafından 23 Ağustos 1923’te yapılan görüşmeler
sonrasında bazı konulardaki eleştirilere rağmen 14’e karşı 227 oyla
kabul etmiştir. Lozan Antlaşması böylece Türk İstiklâl Savaşı ile
kazanılan zaferi belgeliyor ve yasallaştırıyordu. Milli sınırlar kesin
olarak çizilmişti. Yeni Türkiye’de artık yabancıların hakları ve
ayrıcalıkları yoktu. Son dönem Osmanlı tarihinde bu kadar karmaşık
konularda başarılı olunarak çıkan başka bir antlaşmayı görmek
mümkün değildir. Mustafa Kemal Atatürk Lozan Antlaşmasını
değerlendirirken özellikle bunu vurgulamıştır :
“ Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk
milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı
Tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz, bununla gerçekten iftihar
edebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın
yüksek kıymetini takdir etmesi lazım gelen, bunu mazideki yapılmış
antlaşmalarla mukayese etmesi gerekir. ..”
Lozan Antlaşması ile yeni Türk Devletini dünya resmen
tanımış oldu. Kapitülasyonların kaldırılması, yabancı ve
azınlıklara tanınan ayrıcalıların iptal edilmesi ile Türkiye
üzerindeki geçmiş dönemlerde görülen siyasi, askeri, ekonomik ve
sosyal baskılar kalkmış oldu.
Lozan antlaşması ile Türkiye bazı sorunları Misak-ı Milli
Esaslarına göre çözememişti, bundan dolayı bazı eleştiriler o dönemde
özellikle Mustafa Kemal ve grubuna muhalefet edenlerce gündeme
getirilmişti. Ama kazanımlar son derece üst seviyededir ;
- Osmanlı Devletinin bıraktığı sorunları hemen hepsi
çözülmüştür.Anadolu’da yaşayan ve bağımsızlığımız için zaman
zaman sorun çıkaran Rumların ülke dışına çıkartılması
sağlanmıştır.
212
- Ermeni iddiaların da tarihe gömüldüğünü uluslararası
diplomasi tarafından kabul edilmiştir.
- Bütün bu başarılar da hemen hemen hiçbir devletin yardımı
olmadan gerçekleştirilmiştir.
- Lozan Antlaşması ile Akdeniz’in doğusunda önemli ölçüde
barış ve güven ortamı sağlanmıştır. Batı Dünyası, Türkiye yi
kaybetmeyerek çağdaş, laik, demokratik ve modern bir ülkenin
bölgede oluşmasına, dolayısıyla çağdaş değerlerin bölgeye
yerleşmesine bu antlaşmayı imzalamakla sağlamıştır. Bu
açıdan Lozan Antlaşması, sadece Türkiye açısından değil
Balkanlar Orta Avrupa, Batı Avrupa açısından da bir kazanç
olmuştur.
- Lozan Barış Antlaşması devletlerin eşitliği prensibine göre
yapılmış, karşılıklı uzlaşma ve anlaşma yoluyla zorlama olmadan
imzalanmıştır. Türkiye, savunma hak ve çıkarlarına da
elde
etmiştir.
- Lozan Barış Antlaşmasının diğer bir özelliği de; I. Dünya
Savaşı sonrasında imzalanan bir çok ikili ve çokuluslu
antlaşmalar geçerliğini ve hukuki yaptırım gücünü kaybetmişken,
Lozan Antlaşması günümüzde de hukuki ve siyasi geçerliliğini
devam ettiren ender antlaşmalardan biridir. Bu antlaşmanın
hukuki ve siyasi yaptırımlarını devam etmesi dünyanın çok hassas
bir bölgesini de güvenlik altına almıştır.
- Lozan Barış Antlaşmasının başarı ile sonuçlanması Mustafa
Kemal’e yeni bir devlet kurma ve inkılâpları gerçekleştirmesinde
gerekli saygınlık ve yetkiyi vermiştir.
Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olarak Lozan Barış
Antlaşmasında çözemediği temel bazı sorunlar şunlardır;
213
- Yunanistan’la Nüfus Değişimi sorunu çözülememiş, sorun
Lozan Antlaşma metinleri içinde yer alan ilgili sözleşmeyle daha
sonra iki devlet arasında yapılacak ikili görüşmelere bırakılmıştır.
- Ege Adalarından Gökçeada ve Bozcaada hariç bir çok
ada alınamadı.
- Irak sınırı ve Musul ve çevresi ülke sınırlarına dahil
edilememiş, sorunun çözümü Türkiye ile İngiltere arsında ikili
olarak görüşülmek üzere daha sonraya ertelenmiştir.
- Hatay sınırlarımızın dışında kalmış, bu bölgenin statüsü
Türkiye ile Fransa arasında imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli
Ankara Antlaşması ile belirlenen esaslar dahilinde kabul
edilmiştir.
- Osmanlı Borçları tasfiye edilemedi, bir kısmı üstlenilmek
zorunda kaldı, alacaklı devletlerle daha sonra ödeme esasları ve
taksitlendirmede sorunlar yaşandı.
- Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik konumunu güçlendiren
Türk Boğazları, tam olarak denetim altına alınamadı, ne kadar
askeri ve idari açıdan Boğazlar üzerinde en fazla etkinliğe sahip
olduğumuz kabul edildiyse de boğazların askeri ve idari açıdan
ortak yönetilmesi esası Türkiye için yeterli olmamıştır.
Lozan Barış Antlaşmasında bu sorunlar çözülememesine
rağmen daha sonra Atatürk Dönemi ve diğer Cumhuriyet
Hükümetlerinin yoğun çalışmaları sonrasında önemli oranda ve
Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak çözülmüştür. Birçoğu Atatürk
Döneminde çözülen bu sorunların sonrasında Türkiye’nin Batı ülkeleri
ile ilişkilerinin önemli oranda düzelmiştir. Lozan Barış
Antlaşmasından sonra Türkiye’nin iç ve dış politikasında yeni bir
dönem başlamıştır.
214
Anlaşmanın uygulanmaya başlaması ile 2 Ekim 1923 tarihine
İngilizler İstanbul’u boşaltmaya başladılar. 6 Ekim 1923’te Türk
Ordusu İstanbul’a girerek ilk ve son yabancı işgaline son verdi. Ancak
İstanbulun işgalden kurtulması ile yeniden başkent olması talepleri
yükselince yeni Türk Devletinin yöneticileri Milli Mücadelenin
başkentini, yani Ankara’yı 13 Ekim 1923’te çıkartılan kanunla başkent
ilan ettiler.yaptılar. Bu girişim yeni devletin siyasal yapısının çok
farklı ve köklü olacağının da önemli bir işareti, siyasal inkılâpların
habercisi idi. Yeni kurulan Türk Devletini ve onun yeni liderini artık
dünya tanıyor, Batı ülkelerinin gazete ve dergilerinde Mustafa Kemal
baş sayfalarda yer alıyordu. Bu yeni bir dönemin başlangıcı idi.
215
ÖZET
Lozan Barış Antlaşması ile Yeni Türk Devleti uluslararası
alanda resmen tanınmış, Osmanlı Devletini artık ortadan kalktığı
ve aynı coğrafyada yeni bir Türk Devleti kurulduğu kabul
edilmiştir. Lozan Barış Antlaşmasında Türk tarafına çıkarılan
güçlüklere rağmen Türk tezi önemli oranda kabul edilmiştir.
Türk Dış politikasında son yüzyılın önemli bir siyasi zaferi
olan bu antlaşma aynı zamanda Türk Tarihinde yeni bir dönemin
başlangıcı oluyor, Yeni Türk Devleti ulusal egemenlik anlayışı ile
Cumhuriyet sistemine de geçerek Ortadoğu’da ve Balkanlarda
yeni siyasal demokratik ve çağdaş normlarda bir yapılanmanın da
başlangıcını oluşturuyordu.
Lozan Barış Antlaşmasında Türk Devletinin taleplerinin
göz önüne alınması gelecekte Batı dünyasının çağdaş ölçülerinde
ve bölgeye örnek olacak bir sistemin doğmasına sebep olmuş ve bu
Çağdaş Dünya için büyük bir kazanç teşkil etmiştir.
Lozan Barış Antlaşmasında Türkiye’nin çıkarlarına uygun
olarak çözülemeyen sorunlar özellikle Atatürk Döneminde Türk
Dış politikanın yoğun çalışmaları sonunda önemli ölçüde
çözülerek bu eksiklikler giderilmiştir.
216
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Lozan Barış
Konferansına katılan devletlerin içinde
seçeneklerden hangisi bulunmaz?
a) Almanya
b) İtalya
c) Sovyetler Birliği
d) Yunanistan
e) Japonya
2- Lozan Barış Konferansında Türkiye’nin taleplerine en çok
direnç gösteren devlet aşıdakilerden hangisidir?
a) İtalya
b) Amerika Birleşik Devletleri
c) Sovyetler Birliği
d) Japonya
e) İngiltere
3- “Lozan Barış Konferansında Türk heyeti, özel olarak birçok
sorunları ve sorunlarla bağlantılı olarak bire bir çok devletle
bu sorunları müzakere etmiştir.”
Görüşülen konular ve konuyla ilgili muhatap olunan devletler
aşağıdaki verilen seçeneklerin hangisinde yanlış olarak
verilmiştir?
a) Musul’un Durumu ve Irak Sınırı ------------------------- İngiltere
b) Savaş Tazminatı Meselesi
------------------------- Fransa
c) Türkiye’deki Rumlar Meselesi
------------------------ Yunanistan
d) Hatay ve Suriye Sınırı
----------------------- Fransa
e) Batı Trakya’daki Türklerin Durumu ------------------- Yunanistan
217
4- Lozan Barış Antlaşmasının kabul edilen maddeleri ve sonuçları
değerlendirildiğinde aşağıdaki seçeneklerden hangisini doğru
olarak kabul edemeyiz?
a) Lozan Antlaşması ile Türk Devletini varlığı uluslararası alanda
kabul edilmiştir.
b) Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin gelecekteki ekonomik ve siyasi
yapılanmasında olumsuzluklara yol açacak olan Kapitülasyonlar
kaldırılmıştır.
c) Lozan Barış Antlaşmasına göre İtilaf Devletlerinin İstanbul’da ve
Boğazlarda asker bulundurması kabul edilmiştir.
d) Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması ile Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti siyasal alanda inkılâp hareketlerini
hızlandırmıştır.
e) Lozan Barış Antlaşması hükümleri günümüze kadar hükümlerini
devam ettiren ender anlaşmalardan biridir.
5- Lozan Barış Konferansında Türk Heyetini Başkanlığını
yürüten devlet adamı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Rauf Orbay
b) Kazım Karabekir
c) Fethi Okyar
d) İsmet İnönü
e) Celal Bayar
218
XIII. ÜNİTE
YENİ TÜRK DEVLETİNİN SİYASAL
YAPISININ OLUŞMASI
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Cumhuriyet Döneminin başlarında Atatürk’ün inkılâpçılık
anlayışı ve uygulama biçimi nasıl olmuştur?
* Atatürk Döneminde başlatılan inkılâp hareketlerinin temel
amaçları nelerdir?
* Atatürk Döneminde inkılâpların önündeki engel olacak
sorunlar nelerdir?
* Siyasal alanda yapılan inkılâplar nelerdir? Bu inkılâpların
hedefleri ve sonuçları neler olmuştur?
* Cumhuriyetin ilanın sonuçları nelerdir? Atatürkçülüğün
Cumhuriyetçilik ilkesini değerlendiriniz.
* Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin kaldırılmasının Türk
inkılâbı açısından sonuçları ve önemi nelerdir?
* Atatürk Döneminde Siyasal Partilerin kuruluşları nasıl
olmuştur? Kurulan siyasal partilerin programları ve
uygulamaları nasıl olmuştur?
* Atatürk Döneminde çok partili yaşama geçiş denemeleri ve bu
siyasal yapının oluşamamasının sebepleri nelerdir?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede Cumhuriyet Döneminde başlayan inkılâp
hareketleri ve inkılâpların gerekliliği, inkılâplara engel olan
sorunlar, inkılâpların hedefleri ve Atatürk’ün inkılâpçı
özelliklerinin Türk İnkılâplarına etkisi incelenecektir.
Siyasal İnkılapların başlaması ve siyasal inkılâplarla
yönetimin temellerini sağlamlaştırma amacı taşındığına, özellikle
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ve kadrosunun ülkenin
yönetim biçimi ve siyasal yapının temel ilkeleri konusunda ne
kadar hassasiyetlerini muhalefetin de sistematik olarak siyasal
inkılâplara muhalefetini hızlandırdığına dikkat ediniz .
219
XIII. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 Türk İnkılâp Hareketleri, İnkılâpların




Gerekliliği ve Amaçları
Siyasal Alanda Yapılan İnkılâplar
Osmanlı Saltanatının Kaldırılması
Cumhuriyetin İlanı
Siyasal Partilerin Kurulması ve Çok
Partili Yaşama Geçme Girişimleri
Halifeliğin Kaldırılması
Anayasa Değişiklikleri
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları




220
1- TÜRK İNKILÂP HAREKETLERİ, İNKILÂPLARIN
GEREKLİLİĞİ VE AMAÇLARI
Lozan Barış Antlaşmasıyla yeni Türk Devleti siyasi sınırları
ve hukuki konumuyla tanınmıştır. Türkiye, Lozan Antlaşmasıyla
çözemediği bazı sorunları Atatürk Döneminde barış ve diplomasi
yoluyla çözmeyi cumhuriyetin dış politikasının temeli olarak görmüş
ve diplomasiyi bu alanda kullanmıştır. Milli Mücadele döneminde
olduğu gibi Cumhuriyet Döneminde de Atatürk ülkenin lideri olmaya
devam etmiştir. Reform ve inkılâplar onun öncülüğü ve desteğinde
gerçekleşmiş, rejimin sembolü olarak algılanmıştır. Atatürk’ün ve
cumhuriyetin hedefleri birbirine paralel olarak yürümüştür.Çağdaş,
modern ve laik bir devlet ve toplum, uluslararası alanda etkin ve güçlü
bir Türkiye hedefine rağmen, yeni cumhuriyet önemli sorunlarla karşı
karşıya olan bir ülke vardır.
221
Atatürk inkılâplarını yaparken ortamı değerlendiren, zamanı
geldiğinde uygulayan, yaptığı uygulamaların sonuçlarını alıncaya
kadar takip eden bir liderdir. Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi ve milletiyle çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmalı, onu
geçmelidir.” Bu ulaşılamayacak bir hedef değildir. Bu hedefe
yöneticilerin, siyasal, sosyal, idari, ekonomik ve kültürel yapının
hazırlanması ve topluma benimsetilmesi gerekmektedir. Bu hedeflere
ulaşmak cumhuriyetin kuruluşu sonrasında son derece zordur. Önem
sırasına göre halledilmesi gereken sorunları söyle sıralayabiliriz:
* Türk Ulusu savaş yorgunudur, ekonomik kaynaklar ve insan
gücü ülkenin hedeflerine göre yeterli değildir.
* Halkta zaferin verdiği gurur ve kıvanç olmasına rağmen
geçmişten gelen gelenekçi yapı ve kültürel birikim inkılâp
hareketlerine direnç gösterecek seviyededir.
* Halkın eğitim seviyesi yeterli değil, okuma yazma oranı az,
eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapılması için yeterli bina,
araç
gereç
ve
öğretim
elemanı
sayısı
bulunmamaktadır. (Okuma yazma oranı % 10’un altıdadır.)
* T.B.M.M.’nin içinde farklı siyasi gruplar bulunmaktadır.
Savaşın getirdiği milli birlik savaş sonrasında kaybolmaya
başlamış, farklı düşünce eğilimler
yeni reformlar ve
değişimleri engelleyebilecek, muhalefet edebilecek oluşum
içindedir.
* Türkiye Büyük Millet Meclisinin iç yapısı çalışmaları
yavaşlatacak niteliktedir. Meclis Hükümeti şeklinde çalışma
biçimi çıkarılacak kanun ve icra işlemlerini engellemekte,
inkılâplar gibi köklü değişimlere engel olabilecek bir altyapı
içermektedir.
* Atatürk’ün Mili Mücadele sırasında beraber çalıştığı bazı dava
arkadaşları ve devlet adamlarının cumhuriyetin geleceğine
yönelik farklı bakış açıları ve beklentileri olması,
anlaşmazlıklara yol açmış, meclis içinde ve dışında
muhalefeti hızlandırıcı etki yapmıştır.
* Kanun, yasa ve yönetmelikler ülkenin ihtiyaçlarını
karşılamaktan uzak ve atılımların hukuki altyapısını
oluşturmada yetersizdir.
222
*
Batılı Devletler Türkiye’ye karşı geleneksel muhalefet
politikasını sürdürmektedir. Özellikle İngiltere tüm
uluslararası konularda Türkiye’nin aleyhine diplomasi
uygulamayı ve Batılı ülkeleri etkilemeyi 1930’ların
ortasına kadar sürdürerek Türkiye’ye sorun çıkartmış.Bu
uygulamalar
Türkiye’de
Batıya
güvensizliği
arttırmıştır. Bu güvensizlikten dolayı S.S.C.B. ile dış
politikada
işbirliğine
ulusal
bağımsızlığından
taviz
vermeme prensibi içinde yönelmiştir. 1930 sonrasında
Avrupa’nın savaş politikalarına yönelmesi Almanya, İtalya ve
S.S.C.B.’nin yayılmacı ve militarist politikaları Türkiye’nin
gelişmesinde engelleyici faktörler olarak karşısında
durmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Atatürk’ün öncülüğünde
inkılâplar başlar. Halk desteği artarak devam edecek, belli reformlar,
geleneksel muhalefeti harekete geçirse de toplumsal yapı inkılâpların
gerekliliğine inanacaktır. Türkiye geçmişteki gibi geri kalmış ve zayıf
bir ülke olmamalı ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalamalıdır,
bunun için inkılâplar yapılmalı sorunlara köklü çözümler
getirilmelidir. Ülkenin siyasi, sosyal ve toplumsal yapısı milli,
demokratik, çağdaş ve laik ölçülere getirilmelidir. Türk Milletine yeni
bir görüntü ve kimlik kazandırmak düşüncesi olan Mustafa Kemal
Atatürk, sadece askeri zaferlerle yetinmeyerek, eski kurum ve
anlayışlardan kurtulmanın gerekliliğine, diğer ifadeyle inkılâpların
mutlak şart olduğuna inanmış, bu düşüncelerini meclis, siyasi ve idari
yapı kanalıyla milli iradeye mâl etmeye çalışmıştır. Ancak, bu sırada
kendi başına hareket etmeyerek, yakın çevresi ile hükümetler ve
T.B.M.M.’nin de inkılâpların gerçekleştirilmesinde söz sahibi
olmalarını arzu ediyordu.
Toplumun siyasal yönetim anlayışını ve düşünce seviyesini
değişime yöneltmeyi amaçlayan, yönetim şeklini ulusal egemenlik
anlayışa göre düzenlemeye yönelik ve kalıcı bir siyasal altyapıyı
oluşturmaya, devletin yapısını ve kurumlarının işlevlerini buna göre
düzenleyerek süreklilik kazandırmayı hedefleyen Yeni Türk Devleti
ve yöneticileri özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında köklü inkılâplar
yapmışlardır.Bu inkılâplar, cumhuriyetin sistem olarak oturmasını ve
muhalefet edebilecek gelenekçi yapının tasfiye edilmesini sağlamıştır.
223
Aynı zamanda Türk inkılâbının yeni bir aşamasının da
başlangıcıdır. İhtilalle yıkılan, sarsılan ve bozulan eski düzenin yerine
yenisini koyma, topluma yeni bir yön verme hareketinin de
başlangıcını oluşturur. Atatürkçülüğün İnkılâpçılık ilkesinin bir
uygulanmasıdır. Çağa ayak uyduramayan, toplumun yapısının
gelişimine engel olan gelenekçi yapının tasfiye edilmesidir.
Atatürk’ün inkılâp anlayışı, bu açıdan bazı gelişmekte olan
inkılâp hareketlerinde olduğu gibi gelenekler desteklenerek yeni bir
model yaratmak değil, tersine tamamen köktenci bir değişim
modelidir. Atatürk’ün İnkılâp modeli bütün inkılap modellerinde
görüldüğü gibi belli bir amaca yönelmiştir. Modelin birinci amacı
çağdaşlaşmak, ikinci amacı da kalkınmak, böylece “çağdaş uygarlık”
düzeyine çıkmaktır. Gerçekte çağdaşlaşmak kalkınmayı içeren bir
kavramdır. Cumhuriyetin hedefleri ve Atatürkçülüğün hedefleri bu iki
ana amaca yönelik olarak inkılapları gerçekleştirecektir. Bunun, bütün
topluma ve sisteme mal edilmesi bu açıdan önem kazanmış, Atatürk
uygulamalarında hep bunu sağlamaya çalışmıştır. Toplumun ve siyasi,
sosyal ve idari yapının benimsemediği ve kavrayamadığı toplumsal
hareketlerin başarı şansının az olduğu tarihsel bir gerçektir.
Türk İnkılâp Hareketleri de bir çok alanda aynı veya farklı
zamanlarda gerçekleşmiş, ama genel olarak birbirine paralel ve ortak
amaçlara yönelik olarak uygulanmış, inkılâpların gerçekleştirilmesi
“ulusal iradeyi” temsil eden T.B.M.M.nin onayı ve desteğiyle
olmuştur. Bu da Türk İnkılâbını yasal ve kamuya ait olmasını
sağlamıştır. Özelikle Atatürk Dönemi olarak ta kabul edilen
Cumhuriyet Döneminde yapılan inkılâpları; siyasi, hukuk, eğitim ve
kültür, sosyal, ekonomi ve sağlık alanlarında olmak üzere beş alanda
toplanarak incelenebilir.
2 – SİYASAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR
2.1 - Osmanlı Saltanatının Kaldırılması(1 Kasım 1922)
Ulusal egemenlik esasına dayanan yeni Türk Devletinin
bütünlüğüne ve işleyişine uymayan ve Milli Mücadele Döneminde
ulusal davanın karşısında olan Osmanlı Saltanatı Lozan Konferansına
katılmadan önce siyasi bir soruna yol açınca T.B.M.M. tarafından
kaldırıldı. Saltanatın kaldırılması ile siyasal yapının önündeki önemli
bir sorun aşılarak ulusal egemenlik anlayışı pekiştirildi. Osmanlı
padişahı Vahdettin ve ailesi İngiliz Donanmasına ait olan “Malaya”
zırhlısına binerek ülke dışına çıktılar.
224
Mecliste özellikle gelenekçi kanadın padişaha karşı
gösterdikleri iltifat ve ilgi 1921 Anayasasında belirlenmiş, hakimiyetin
millete ait olduğu hükmüne ve ulusal egemenlik anlayışına uygun
değildi. Daha önceki konuda belirtildiği gibi Mustafa Kemal saltanatın
işlevini ve anlamını yitirdiğini ifade etmiş, saltanata yandaş olan
milletvekillerine de son derece sert tepki göstermişti. Ulusal hiçbir
davaya sahip çıkmayan, ülkenin en zor günlerinde görev ve
sorumluluğunu yerine getirmediği gibi ülkenin geleceği için ölüm
kalım savaşına girenlere karşı uygulamalardan çekinmeyen, kendi
geleceklerini istilacıların yanında ve amaçlarına göre çalışmakta
arayan bir siyasi yapının zaten filen sona erdiği kesindi. Sonuçta bu,
böyle çökmüş olan bir kurumun, kanunen ve hukuken ortadan
kaldırılmasından başka bir şey değildi.
2.2 - Cumhuriyetin İlanı ( 29 Ekim 1923 )
23 Nisan 1920’de yönetimi fiilen eline alan Türk ulusu
T.B.M.M. vasıtası ile geleceğine sahip çıkacak ve bütün yönetim
işlevini bu kurum ile yerine getirmekteydi. 1921 Anayasasında da bu
fiili durum hukuki şekli ile belirtilmişti. Askeri ve siyasi hedeflerini
önemli ölçüde gerçekleştiren siyasi rejimin bu fiili duruma uygun
225
devlet şeklini bularak kesinleştirmesi gerekiyordu. Ayrıca Milli
Mücadele döneminin mecburiyetlerinden ileri gelen “Meclis
Hükümeti Sistemi” artık işlemiyordu. Daha önceki konuda belirtildiği
gibi Lozan Antlaşmasından sonra Milli Mücadelenin merkezi olan
Ankara 13 Ekim 1923’de anayasaya konan ek bir madde ile Başkent
oldu.
İstanbul’da yönetim sistemi oluşturmayı isteyen ve geçmişe ait
yönetim modellerini savunanlar muhalefete başladılar. Bu tartışma
ortamı içinde Atatürk Cumhuriyetin ilanına ilişkin anayasa değişiklik
önergesi için daha önce kendi düşünce ve görüşlerini meclisteki
yürütmeye yansıtması için kurdurttuğu Halk Fırkasından(Partisinden)
kendisine yetki aldı. 27 Ekim 1923’te Ali Fethi Bey başkanlığındaki
Meclis Hükümeti istifa etmiş, böylece bir kabine bunalımı çıkmıştı.
Bu bunalım Mustafa Kemal’e beklediği fırsatı da vermiş oldu.
Hazırlanan Yasa değişikliği tasarısı şöyledir;
- Türkiye Devletinin hükümet biçimi Cumhuriyettir.
- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.
Meclis, hükümetin yönetim kollarını bakanlar aracılığıyla
yapar.
- Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca ve kendi üyeleri arasında bir seçim dönemi için
seçilir.Başkanlık görevi, yeni Cumhurbaşkanının seçilmesine
değin sürer. Eski cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir.
- Türkiye Cumhurbaşkanı Devletin Başkanıdır. Bu kimliği ile,
gerekli gördükçe Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık
eder.
-
226
Cumhurbaşkanı, başbakanı Meclis üyeleri arasından seçer.
Diğer Bakanları da başbakan, yine Meclis üyeleri arasından
seçer; sonra hepsini Cumhurbaşkanı Meclisin onayına sunar.
Meclis toplantı halinde değilse, onaylama Meclisin
toplantısına bırakılır.”
Bu tasarı, kanun teklifi olarak 29 Ekim 1923 tarihli meclis
oturumunda 158 oyla kabul edildi. Böylece “Türkiye Devletinin
Hükümet Şeklinin Cumhuriyet” olduğu kesinleşerek devlet yönetim
biçimi, devlet adı, başkanlık sorunu ve hükümetin iktidar olarak
yürütme konusundaki tıkanmalar giderilmiş oldu. Daha sonra
T.B.M.M., Ankara Milletvekili olarak Gazi Mustafa Kemal Paşayı
oylamaya katılan 158 kişinin tamamının verdiği kabul oyuyla Türkiye
Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı ilk olarak seçti.
Cumhuriyetin ilanı ve Mustafa Kemal Paşanın Cumhurbaşkanı
olmasından sonra başbakan olarak İsmet Paşa atanmış, ilk meclis
başkanlığına da Fethi Bey seçilmiştir. Cumhuriyetin ilanı siyasal
alanda, ulusal egemenlik anlayışının devlet yönetimine yerleşmesini,
yeni devlet biçiminin oluşturulması ve devletin adının konulmasını
sağlayan inkılâp hareketidir. Aynı zamanda T.B.M.M.’de meclis
hükümetinden Kabine Sistemine dayalı hükümet modeline geçilmiş,
bununla da yürütmenin (hükümetin icraatının) hızlanması
sağlanmıştır.Bürokrasideki tıkanmada giderilerek devlet başkanlığı
sorunu çözülmüş, batı tarzında hükümet yapısına önemli oranda
ulaşılmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte devletin adının
konulması, diplomatik aşamada yaşanan sorunları da çözmüştür.
2.3- Siyasal Partilerin Kurulması ve Çok Partili Yaşama
Geçme Girişimleri
Siyasi parti; demokrasiyle yönetilen ülkelerde halkın desteğini
sağlamak suretiyle iktidar olmaya ve sürdürmeye çalışan, sürekli ve
istikrarlı bir örgüte sahip siyasi topluluktur. Bundan dolayı siyasi
partiler modern siyasi sistemlerin en önemli unsurlarından birisi olup,
demokrasiyi de oluşturan güçtür. Halk egemenliğine dayanan ve
demokratik yönetimlerin hakim olduğu cumhuriyetlerde, devleti ve
ülkeyi halk adına hükümetler belli bir sürede yönetirler. Hükümetleri
de halkın oylarıyla parlamentoya giren siyasi partiler kurar veya
muhalefet görevini yerine getirirler. Cumhuriyetin kurulması bu süreci
başlatmış ve kabine sisteminin uygulanması da yine siyasal partilerin
kurduğu iktidarlar veya muhalefetle gerçekleşmiştir.
İlk siyasi parti olarak 9 Eylül 1923’de Halk Fırkası(Halk
Partisi) kurulmuş ve bu parti Atatürk’ün fikir ve hedeflerini
yürütmeye yansıtmış, cumhuriyetin önemli inkılaplarını T.B.M.M.’de
gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi adını alan bu siyasi
partinin üyeleri aynı zamanda reformcu ve Kemalist özellikler
taşımaktadır. Mecliste I. grup adı da verilen Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin üyeleri, Mustafa Kemalin fikir ve
227
düşüncelerini benimseyen ve genel olarak mecliste çoğunluğu
oluşturan grup olmasına rağmen siyasal anlamda ciddi kararlarda tam
bir birliktelik sağlanamıyordu.
Başkomutanlık Kanunu, Saltanatın kaldırılması gibi olaylar
gösteriyordu ki, siyasi parti disiplini sağlanmadıkça, hukukî devrim
yapılması çok zor idi. Ayrıca zaferden sonra bu cemiyetin içindede
ayrılıklar çıkmaya başladı.Atatürk muhtelif konuşmalarında da yeni
bir partinin kurulacağını belirtmiştir. Yeni oluşturulan mecliste 17
Ağustos 1923 tarihinde 133 milletvekilinin katılımıyla yapılan
toplantıda “Halk Fırkasının” kurulması için hazırlıklar başlatıldı.
Ağustos ayında yapılan toplantılar ve bu arada Lozan’ında Mecliste
onaylanması ile iç siyasetin yoğunluğu üzerine 9 Eylül 1923’de
İzmir’in kurtuluş gününün yıldönümünde Başkan olarak Mustafa
Kemal ve Genel sekreter olarak Recep Peker’in imzalarının
bulunduğu bir dilekçe ile İçişleri Bakanlığına başvurarak Halk
Fırkasının kurulduğunu bildirdi.
Halk Partisinin kurulması ile Mustafa Kemal Atatürk, Mecliste
disiplinli bir siyasi kadroya sahip olarak devrim konusunda güç
kazanmış oluyordu. Atatürk, bu partiyi tanıtırken geçmişteki kurulan
ve ülkenin mukadderatını elinde bulunduran diğer siyasi partilerden
ayrı olduğu u ifade ederek,“.. Halkın müşterek çıkarlarını koruyan bir
parti,…ve.. Bir ihtilâl komitesi değil, bir inkılâp komitesi olduğunu
…” söylemiştir.
Fakat meclis ve ülkede gelenekçi ve reformları farklı algılayan
gruplar siyasallaşma talebinde bulunmuşlar ve mecliste temsil edilmek
için yeni bir parti kurmuşlardır. Atatürk’ün yakın arkadaşları
tarafından kurulan bu parti Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adını
almış ve ilk muhalefet partisi olma özelliğini taşımıştır. 17 Kasım
1925’de kurulan bu parti 1924 anayasa değişikliğinin verdiği imkanla
kısa zamanda örgütlenmesini genişletmiş, özgürlükçü, liberal
ekonomi,ve dine hürmet gibi söylemlerle toplumsal destek sağlamaya
çalışmıştır.
1925 yılında cumhuriyeti tehdit eden Şeyh Sait Ayaklanması
sonrasında kanuni soruşturmaya uğrayan parti İstiklâl mahkemelerinin
uyarısı üzerine Takriri Sükun Kanuna dayanılarak 5 Haziran 1925’de
kapatıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması aynı
zamanda siyasi tarihimizde çok partili siyasal yaşama geçiş olarak
değerlendirilir. Diğer çok partili yaşama geçiş denemesi de 1930’da
olmuştur. 1929 tarihinde Dünya Ekonomik Krizi Türk ekonomisini de
etkilenmiş, halkın sıkıntı ve taleplerini yansıtacak bir siyasi parti
228
kurulması gereği ortaya çıkınca Atatürk’ün teşvikiyle Serbest
Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur( 12 Ağustos 1930).
Bu parti liberal ekonomi ve daha fazla özgürlük söylemlerini
kullanmış, bir müddet sonra cumhuriyete muhalefetin odaklandığı
yerler olmaya başlayınca parti kurucusu olan Fethi Bey partiyi 18
Aralık 1930’da feshetmiştir. 1946 yılına kadar mecliste tek partili
yönetim devam etmiştir.
Atatürk’ün laiklik modeline karşı gelişen bu siyasal partilerin
programlarında, inkılâplara karşı direk çıkılmasa da inkılâpların
evrimsel süreçte gerçekleşmesini savunarak engelleyici unsur
olmuşlar, bu açıdan çıkan cumhuriyet karşıtı hareketlerde bu partilerin
üyelerini görülmesi tesadüfi bir durum değildir.
2.4 - Halifeliğinin Kaldırılması ( 3 Mart 1924 )
Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması arasındaki dört
aylık süre içindeki gelişmeler halifeliğin kaldırılmasını zorunlu ve
gerekli olduğu kanısını güçlendirmiş, geçen bazı olay ve davranışlar
Mustafa Kemal ve onun grubuna hilafetin kaldırılması konusunda ki
düşüncelerini uygulama fırsatı vermiştir. Bu dönemde saltanatçı,
hilafetçi kişiler, Meclis içinde, Meclis dışında İstanbul’daki Halife
229
Abdulmecid’i yeniden güçlendirmek, onun ulusun, devletin gerçek
başkanı olduğunu kafalara yerleştirmek, Cumhurbaşkanını yanında
ikinci ve daha etkin bir kişilik yaratmak, gelişmeler sonucu gelecekte
yeni bir girişimde bulunmak için olanca çabayı göstermişlerdir.
Halifelik makamını gelecekleri için kullanma isteğindekilerin,
halifeliğin tarihsel, dinsel, siyasi işlevlerinin ne olduğunu tam
kavrayamadıkları gibi, Türk kökenli halifelerin hiçbir zaman başka
Müslüman unsurlar tarafından halife olarak kabul edilmediği, halifelik
makamının tamamen içi boşalmış bir makam olduğunun farkında
değiller veya bu kurumu siyasi geleceklerine araç yapmak
niyetindeydiler.
İslâm devlet anlayışına göre halife; Hz. Muhammed’in
vefatından sonra ümmet idaresinin başına geçen kimse, kelime anlamı
olarak ta birine yerine geçen kimse, resmi dairelerde kalem başının
ikincisi, kalfa, ikinci usta anlamları taşır. İslâm Siyasi tarihindeki bu
konu ile ilgili gelişme, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ilk dört
halife, seçimle iş başına gelerek İslâm toplumunu yönetmişler ve
toplum içinde halifelik genel kabul görmüştür. Hz. Ali Döneminde
siyasal gelişmeler ve iç kargaşa yüzünden halifeliğin kabul edilmesi
konusunda toplumsal mutabakat bozuldu. Suriye’ye çekilen Emevi
ailesi, coğrafi olarak kopma eğilimi göstererek siyasal çözülmenin
zeminini oluşturdular.
Emevi hükümdarı Muaviye, siyasi ve askeri olarak Suriye’ye
hakim olduktan sonra kendini halife ilan etti, ayrıca oğlu Yezid’i
kendinden sonraki halife olarak ilan ederek, bu fiili durumu
yasallaştırdı. Bu dönemden itibaren Halifelik tamamen siyasal
bölünmenin ve İslâm toplumlarının aralarındaki hakimiyet ve siyasi
otorite sağlamanın bir aracı haline geldi. Halifeliğin dünyevi bir
otorite olarak görülmesini sağladı. Saltanat haline gelerek tamamen
orta çağın tipik bir idari yapılanması şekline dönüştü. Abbasilere
geçen halifelik, yine saltanat anlayışından ileri gidemedi. İslâm’da
siyasal bölünmeyle beraber, mezhepler, cemaatler şeklinde de
bölünmeler olduğu için Şii ve Haricîler, hiçbir zaman Sünnilerin
halifesi olduğu anlayışıyla Emevi ve Abbasi Halifelerini tanımadılar.
X. Yüzyıldan itibaren Mısır’da kurulan Şii Fatîmi Devletinin
hükümdarları da kendini halife ilan ettiler. Yine aynı zaman dilimi
içinde Endülüs’te kurulan Endülüs Emevi Devletinin hükümdarları da
halifelik ünvanlarını kullanınca Müslümanlar üç halifeye biat (kabul
ve tasdik) edeceklerdir.
İslâm coğrafyasının değişik yerlerinde zaman zaman
hükümdarlar güç simgesi olarak “Halifelik” ünvanını kullanmışlardır.
230
Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim Döneminde 1517’de
Mısırı alınca, buradaki halife ünvanını kullanan bazı Abbasi kökenli
kişilerden bu unvanı alarak kullanmaya başladılar. Fakat Halifelik
ünvanını siyasi ve askeri güçlerinin üst seviyesindeyken siyasal bir
güç olarak kullanma gereği duymadılar. Genellikle dini konulardaki
görüş ve fetvaları “Şeyhülislâm” dan alarak yetindiler. Osmanlı
gerilemesini başladığı ve büyük güç olma özelliğini kaybettiği
18.yüzyıl sonlarından itibaren bu makamı Hıristiyan siyasi güçlerine
bir karşılık verme şeklinde siyasi bir güç olarak kullanmaya başladılar.
Bazı Osmanlı Devlet adamları da bu makama haddinden fazla anlam
yükleyerek bir kurtarıcı şeklinde algılayıp medet ummaya
başlamışlardır.
Özellikle II. Abdülhamit Döneminde
uygulanan “Pan
İslâmizm” politikası ile Halifelik daha sistemli ve amaçlı olarak
kullanılmaya devam etti. Fakat Fransız ihtilali sonrasında gelişen
milliyetçilik hareketleri Müslüman olan toplumları daha çok etkilemiş,
devlet politikası olarak Osmanlı Devleti II. Meşrutiyet dönemine
kadar bu tür akımlara bütünlüğü bozduğu için ilgi göstermemişlerdir.
Müslümanlar üzerinde Osmanlı Padişahları Halifelik sıfatını
kullanarak etkili olmak istemişlerdir. Halifeliği, Rus ve İngiliz işgaline
karşı değişik zamanlarda Müslüman halkların desteğini almak için
kullanmışlardır. Ancak başarılı olamadıkları siyasi gelişmelerde
görülmüştür. Özellikle Müslüman toplulukların önemli grubunu
oluşturan Araplar, milliyetçilik hareketinin etkisi ile Osmanlı
Halifesine yardım etmemişler, ayrıca hiçbir dönemde de halifeliğin bir
Türk hükümdarında olmasını kabul edememişlerdir.
Osmanlı Saltanatının I Kasım 1922’de kaldırılmasından sonra
Halife olarak seçilen Abdülmecit Efendi, kanun çerçevesi içinde
kalması gerekirken, kendine biçilen bu statüyü özellikle iç ve dış
unsurların etkisi ile beğenmemeye ve sınırları zorlamaya başladı.
Halife, yeniden törenler düzenlemeye, devlet adamlarını, kabul edip
demeçler vermeye, bazı Müslüman ülkelerin kendisine iltifat etmeleri
sonucunda, sanki dünya Müslümanlarının lideri imiş gibi uluslararası
ilişkilerde gerginlik yaratacak açıklamalar yapmaya başladı. Kendisine
verilen ödeneğin de arttırılmasını isteyince Mustafa Kemal’in
beklediği zaman gelmişti.
Ayrıca bu cesurca çıkışlarla, yeni rejimin hedef ve gücünün
küçümsendiği de görülmektedir. İstiklâl Harbini kazanan, dünyaya
kafa tutan, Lozan Barış Antlaşmasını imzalatan inkılâpçı bir kadronun
bu tür gelenekçi çıkışlara tahammül edemeyeceği kestirilememişti.
231
Artık Osmanlı Döneminde olduğu gibi gelenekçilerin gücünün
azaldığı, reformcu kanadın ne kadar güçlendiğinin farkına
varılamamıştı. 3 Mart 1924’de T.B.M.M.de kabul edilen “ Hilafetin
Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Dışına Çıkarılmasıyla
İlgili” kanun teklifi kabul edilerek Halifelik kaldırıldı. Aynı gün kabul
edilen Şer’iye, Evkaf ve Erkanı Harbiye Vekaletinin Kaldırılması ve
Tevhid-i Tedrisat Kanunları da kabul edilmiştir.
Böylece de laikleşme aşmasında bir çok alanda inkılâpların
aynı günde yapılması, son derece köklü reformlar olarak
Cumhuriyet Tarihine geçmiştir. Yüzyıldır süren reformcu ve
gelenekçi mücadelesinde reformcular büyük bir zafer
kazanmıştır. Bütün bu inkılâplar Atatürk’ün Laikleşme ilkesinin
son derece etkili uygulamalarıdır. Artık Osmanlı Ailesi hiçbir
şekilde Türk Milletinin yaşamında olmayacak, milletin kaderi ile
oynayamayacaktı. Yine dış ilişkilerde yaşanacak olan önemli
gerginliklere engel olabilecek gelişmelerde önlenmiş oldu. Türkiye
Cumhuriyeti, Lozan Barışında İmparatorluk anlayışı ve
politikasından vazgeçtiğini diplomasi kanalıyla ilan etmişti.
Halifelik makamının dış ülkelerdeki Müslüman unsurlarla olan
bağlantı ve müdahalesi özellikle İngiltere ile olan ilişkilerde
gerginlik yaratabilecek boyuta gidebilirdi. Çünkü Halife,
Türkiye’nin vatandaşı ve devletin bir memuru idi.
Bundan sonra Mustafa Kemal’in bir çok eski arkadaşı, ona
karşı muhalefeti hızlandırdılar. Bu muhalefet, daha sonra 20 Nisan
1924’de yapılan Anayasa değişikliklerin verdiği demokratik açılımları
da kullanıp “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını” kurarak meclise
yansıdı. Ayrıca Şeyh Sait Ayaklanması ve Atatürk’e Suikast Girişimi
bu muhalefetin değişik yansımaları olarak görülmüştür. Halifeliğin
kaldırılması, hem hukuki yapının hem de devletin yapısının ve
işleyişinin laikleşmesinde önemli bir engelin ortadan kaldırılmasını
sağlamış, aynı zamanda gelenekçi gruplar ve rejim muhaliflerinin
siyasal ve toplumsal muhalefetini hızlandırmıştır.
232
2.5 - Anayasa Değişiklikleri
Cumhuriyetin ilanından sonra şartlar değişmiş, Türk İnkılâbı
aksiyon aşamasından yeniden düzenleme, reformlar dönemine
girmişti. Yeni Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardı. 1921 de
çıkartılan anayasa olağanüstü bir dönemin eseri idi, bir ihtilal
anayasası özelliği taşıyordu. Artık bu dönem sona erdiği için
ihtiyaçlara cevap veren yeni bir anayasanın gerekliliği ortaya çıktı.
Ayrıca Saltanat ve Hilafetin kaldırılması imparatorluk döneminin
özelliklerini de yansıtan 1921 Anayasasının bu hükümlerinin de
değişmesi gerekiyordu.
20 Nisan 1924’de 491 numaralı yasa ile çıkarılan yeni
anayasa, altı bölüm, 105 maddeden oluşmuştur. Genel olarak bu
anayasanın temel özelliği gücün ulusal iradeye ait olduğunun
belirtilmesi, yasama, yürütme ve yargıya ait esasların ayrıntılı olarak
açıklanmasıdır. Ayrıca anayasada birçok yeni haklar ve özgürlükler
yeterli olmasa da verilerek, devletin demokratikleşmesi sürecini
hızlandırıcı hükümler bulunmaktadır.
1924 tarihli Anayasanın bazı maddeleri, 1924 yılından itibaren
gelişen inkılâp ve yenilikle hareketlerine paralel olarak
değiştirilmiştir. Anayasanın laikleştirilmesi ve çağdaşlaştırılması
olarak ta bilinen bu eklemeler yapılmıştır. 10 Nisan 1928’de yapılan
1924 tarihli anayasanın belli maddelerini değiştirilmesi ile; “Türkiye
Devletinin dini, İslâm dinidir.” maddesi değiştirilmiş, ayrıca mecliste
yapılan yeminlerde kullanılan dinsel ifadeler değiştirilmiştir.
Bu değişikliklerle Cumhuriyet Anayasası, çağdaş toplumların
anayasaları gibi tamamen laik bir içeriğe kavuşmuştur. Laiklik ilkesi
Atatürkçülüğün, Kemalizm’in diğer ilkeleri ile beraber 5 Şubat
1937’de Anayasanın ikinci maddesinde ter almış ve temel ilkeler
olarak daha sonraki kanunlar bu ilkelere uyumlu hale getirilmiştir;
“ Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve
inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçe’dir. Başkenti Ankara Şehridir.” 1961
ve 1982 Anayasalarının temel ilkelerinde de aynı şekilde maddeler
halinde Cumhuriyetin ve Devletin temel esasları olarak yer almıştır
.
233
ÖZET
Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması ile Türkiye yeni
bir döneme girmiş, ülkede barış ortamı ve istikrara sağlanmıştır.
Bu dönemde; başta siyasal yapının, devlet ve toplum hayatının
düzenlenmesi ve Milli Mücadele döneminin temel anlayışı olan
“Ulusal Egemenlik” ilkesinin devletin yönetimine tamamen hakim
olması gerekiyordu. Bundan dolayı daha önce oluşmuş olan
siyasal yapının adı konarak 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan
edildi ve ülkenin, devletin yönetilmesi için “meclis hükümeti
sisteminden” modern ülkelerde görülen “Kabine sistemine geçildi.
Egemenliğin millete ait olduğu ve bu siyasal yapının pekiştirilmesi
gerektiği için “Ulusal Egemenliğin” önündeki kurum ve
oluşumlara kaldırıldı. Bunlar Osmanlı yönetimin temsil eden
saltanat ve dinsel bir kurum haline gelerek dinin siyasal yapıya
müdahale etmesine imkan veren halifelik kurumları idi. Bazı
gelenekçi ve çıkarlarına uygun yerlere gelmediklerine inanan
gruplar, bu kurumların içeriklerine gereğinden fazla anlam
yükleyerek siyasal yapı içinde bu kurumların devamını uygun
görerek siyasi gelecek peşinde koşmaları, bu kurumlarının
kaldırılmasının ulusal egemenlik açısından önemini tarihsel
süreçte bize gösterir.
Ulusal egemenliği meclise ve yürütmeye yansıtan kurumlar
olan ve demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan siyasal partiler,
Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber siyasal yaşamda yerini
almıştır. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partiler
ülkenin iç gelişmeleri ve cumhuriyete aykırı faaliyetler içinde
bulunan bazı oluşumları barındırdıkları gerekçesi ile kapanarak
hükümet oluşturamamışlar, muhalefette kalmışlar ve daha sonra
kapanarak Cumhuriyet Döneminde çok partili yaşama geçme
denemeleri olarak siyasal tarihimizde yerlerini almışlardır.
Bütün bu gelişmeler ülkenin yasal kurumları olan meclis,
hükümet, mahkemeler ve bürokratik kurumların işleyişi ile
gerçekleşmiştir. Cumhuriyet rejimlerinin temel kuralları ve
işleyişini düzenleyen anayasa, Yeni Türk Devletinde de 21 Ocak
1921’de Milli Mücadele Döneminde yapılmış ve Cumhuriyet
Döneminde yeni yapılanma ve şartlara uygun olarak ihtiyaçlar
sebebiyle düzenlemeler yapılmıştır. Anayasanın bazı maddeleri
1924’ten itibaren değiştirilmiş ve yeni maddeler eklenmiştir.
Cumhuriyetin temel ilkeleri,
5 Şubat 1937’de Anayasanın
değişmez maddeleri olarak eklenmiştir.
234
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Atatürk’ün İnkılâpçılık anlayışı ve uygulamaları göz önüne
alındığında seçeneklerden hangisi doğru olarak kabul
edemeyiz?
a) Atatürk’ün inkılâpları yapmaktaki
temel amacı, Türkiye
Cumhuriyetini ülkesi ve milletiyle çağdaş medeniyet seviyesinin
üstüne çıkartma idealidir.
b) Ülkenin gelişmesine engel olan kurum ve yapılanmalar ortadan
kaldırılmalıdır.
c) İnkılâp hareketleri, yasal olmalı ve ulusal egemenlik anlayışına
bağlı olarak meclis ve hükümetler tarafından yapılmalıdır.
d) İnkılâpların zamanlaması iyi yapılmalı ve sonuçları alınıncaya
kadar takip edilmelidir.
e) Geleneksel ve eski siyasal yapının yaşamasına belli şartlar içinde
izin verilebilir.
2- Cumhuriyetin ilk yıllarında inkılâp hareketlerine engel
olabilecek sorunlar arasında seçeneklerden hangisini
göremeyiz?
a) Türk ulusunun askeri bir geleneğe sahip olması
b) Halkın eğitim ve öğretim seviyesinin düşük olması
c) T.B.M.M. içinde gelenekçi kurumların devamını isteyen grupların
ve kişilerin olması
d) Batı Dünyasının Lozan Antlaşmasından sonra da geleneksel olarak
Türkiye karşıtı politikalarını sürdürmeleri
e) Türk ulusunun savaştan çıkmış olması ve kaynakların yetersizliği
3- Cumhuriyetin ilan edilmesinin sonuçları arasında bulunmayan
seçenek aşağıdakilerden hangisidir?
a) Devletin adı belirlenmiş ve diplomatik olarak kolaylık
sağlanmıştır.
b) T.B.M.M.’nin çalışması ve karar alma süreci hızlanmıştır.
c) Milli Egemenlik anlayışı ve uygulaması en üst seviyede devlet
yapısına yerleşmiştir.
235
d) Dış Politikada Musul sorunu ve Irak sınırı meselesinin çözümü
kolaylaşmıştır.
e) “Meclis Hükümeti” sisteminden “Kabine Sistemi(Bakanlar
Kurulu)”ne geçilmiş ve hükümetlerin çalışmasında büyük
kolaylık sağlanmıştır.
Aşağıdaki gelişmelerden hangisi devlet ve hukuk sisteminin
laikleşmesi sürecini diğerlerine göre daha da hızlandırmıştır?
Saltanatın Kaldırılması
Siyasal Partilerin Kurulması
Halifeliğin Kaldırılması
Yeni Türk Harflerinin Kabul Edilmesi
Ceza ve Ticaret Kanunlarının Çıkarılması
4a)
b)
c)
d)
e)
Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun olan sözcükleri
ve tarihleri yazınız.
5-
Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına …………………..
tarihinde ………… ilkesi konulmuş, bu gelişmeyle de çağdaş
toplumların anayasalarındaki temel özellikler tamamen Türk
Anayasasına yerleştirilmiştir.
Aşağıdaki siyasal partilerden hangisi Cumhuriyet Tarihinde
yasal olarak bilinen ilk muhalefet partisi olarak kabul edilir?
Demokrat Parti
Terakkiperver ( İlerici ) Cumhuriyet Partisi
Serbest Cumhuriyet Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi
Millet Partisi
6a)
b)
c)
d)
e)
236
7 - Cumhuriyet Döneminde partileşme, çok partili sisteme geçiş
faaliyetleri ve sonuçları değerlendirilirse seçeneklerden
hangisini doğru olarak kabul edemeyiz?
a) Cumhuriyet Döneminde kurulan ilk siyasal parti Terakkiperver
(İlerici) Cumhuriyet Partisidir.
b) Siyasal partilerden bazıları cumhuriyet karşıtı faaliyetlerinden
dolayı kapatılmıştır.
c) Geleneksel eski sistemleri savunan grup ve kişiler kurulan siyasal
partileri bu amaçlarına ulaşmada araç olarak kullanmak
istemişlerdir.
d) Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında kapatılan siyasi parti
Terakkiperver(İlerici) Cumhuriyet Partisidir.
e) Atatürk ve siyasi yönetim kadrosu çok partili yaşama geçişi
cumhuriyetin ve demokrasinin bir gereği olarak görmüşlerdir.
237
XIV. ÜNİTE
CUMHURİYETE KARŞI HAREKETLER
ÜNİTENİN İŞLENİŞİ
* Cumhuriyetin ilk yıllarında ciddi bir muhalefet olmasının
sebepleri nelerdir? Tartışınız.
* İnkılâp hareketlerinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde
muhalefet hareketlerinin üst seviyede olması hangi açıdan
değerlendirilebilir? Tartışınız.
* Cumhuriyete karşı oluşan kitlesel hareketler Cumhuriyet
Döneminde nasıl oluşmuştur? Sonuçlarını değerlendiriniz.
* Cumhuriyete karşı oluşan hareketlere karşı devlet ve siyasi
kurumlar ne gibi önlem almışlardır? Alınan ve önlemlerin
sonuçları neler olmuştur?
ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR
Ünitede Cumhuriyet Döneminde
muhalefet hareketi,
muhalefetin özellikleri ve kullandığı metotların kavranılması
sağlamaktır. Muhalefetin hangi biçimde ve amaçla faaliyetlerini
yoğunlaştırdığı ve muhalefet hareketinin hangi boyutlara
gidebileceğine dikkat edilmesi gerekmektedir.
Cumhuriyetin kurum ve sisteminin, kendine karşı yapılan
muhalefet karşısında aldığı tedbirler ve çözüm yollarının neler
olduğu kavratılmasına çalışılacaktır. Muhalefetin kitlesel
eylemlerinden siyasi yapının nasıl zarar gördüğünü ve
sonuçlarının ülkenin geleceğini nasıl etkilediğine dikkat ediniz.
238
XIV. ÜNİTE
İÇİNDEKİLER
 Cumhuriyete Karşı Yapılan Hareketler






ve Gelişmeler
Şeyh Sait İsyanı
Atatürk’e Suikast Girişimi
Menemen Olayı
Cumhuriyete Karşı Yapılan Hareketlerin
Sonuçları
Özet
Ünite Değerlendirme Soruları
239
1- CUMHURİYETE KARŞI YAPILAN HAREKETLER
ve GELİŞMELER
Cumhuriyetin fikir, siyasi ve inkılâplarla yerleşmesiyle beraber
muhalefet hızlandı, gelenekçi anlayış, düşünsel seviyelerin farklılığı
ve kişisel çıkarları zarar gören gruplar ve kişiler, ilk önce siyasal
söylemlerle eski kurumların devamını talep etmeye başladılar.
Cumhuriyetin başlangıç döneminde, ulusal kurtuluş savaşı boyunca
yurdu, ulusu işgalden, tutsaklıktan kurtarmak, bağımsızlığa
kavuşturmak için birlikte çalışan komutanlar, ulus temsilcileri
arasında saltanatın, hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve milli
mücadelenin sadece yurdu düşmandan temizlemek için girişilmiş bir
savaş olmadığından ilk devrimci atılımların uygulanmaya
konmasından sonra düşünce ayrılıkları baş göstermiş, yollar,
yöntemler ayrılmıştır.
Ayrılıkların gerçek nedeni ulusal eylemin bir inkılâpçı eyleme
dönüşmesi, Mustafa Kemal ve onunla birlikte olanlar, ulusu, Türk
toplumunu çağdaşlaştırma yönünde değiştirmek istemeleri, sürekli bir
devrimi başlatmalarıdır. Bu gerçek nedenin yanında kişisel çıkarlara
dayalı bakış, İttihatçılıktan gelen eski birikimler, başa geçme tutku ve
özlemi de bazı kişilerin davranışlarında, karşı devrim eylemlerinde yer
alışlarında etkili olmuştur; fakat asıl neden inanç ayrılıklarıdır.
Saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, halifeliğin
kaldırılması, anayasa değişiklikleri ve diğer inkılâplar hızlanarak
devam edince tepkiler artmaya başladı. Tepkiler siyasal örgütlenme,
basın-yayın ve ayaklanma şeklinde kendini gösterdi. Bunların içinde,
Şeyh Sait Ayaklanması, İzmir’de Atatürk’e Suikast Girişimi,
Menemen olayları kitlesel karşı hareketlerdir. Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ise
cumhuriyetin içeriğinden ziyade Cumhuriyet Halk Partisinin politik
anlayışına karşı muhalefet özelliği göstermişler, fakat rejim
muhaliflerinin odaklanması ve eylemlerini bu yapının içerisinde
yapmaları üzerine karşı hareketleri bilerek veya bilmeyerek
yüreklendirici konuma gelmiştir.
1.1- Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925)
Doğu Anadolu bölgesinin geleneksel yapısı ve rejim aleyhtarı
dinsel kimlikli grupların faaliyetleri bu ayaklanmayı hazırlamış, daha
sonra etnik kökenli bir karakter kazanma yoluna giderek İngiltere’nin
desteğiyle gelişmiş olan ve cumhuriyeti tehdit edecek seviyede bir
240
ayaklanma olmuştur. Şeyh Sait, bölgesel bir tarikat lideri olarak
ayaklanmayı başlatmış, dinsel söylemlerle desteklenen ayaklanma
hükümet tarafından ilk aşamada ciddi tedbir alınmayınca
genişlemiştir. Ayaklanma öncesinde çok ciddi hazırlıklar yapıldığı
Cumhuriyet öncesi örgütlenen ve düzenli olarak çalışan Kürtçülük
hareketine mensup örgütlerin olduğu araştırmalarda tespit edilmiştir.
Bu örgütler bölge halkı üzerinde genel olarak ayaklanma çıkaracak
güçleri olmadığı için dini şeyhler ve tarikat mensuplarını bu örgütlerin
içine çekmeye çalıştılar. Şeyh Sait de bu örgütlere ilgi göstermiş,
örgütler, 1924’te ilk kongrelerini yaparak, 1925 yılında bir ayaklanma
hareketine başlamaya karar vermişler, bu ayaklanmaya destek için
yabancı ülkelerden yardım talep etmişlerdir.
Sevr Barışında kurulması istenen Kürt Devletinin
kurulamayışı, İngiltere’nin bölgeye olan ilgisini devem ettiriyordu.
Bölge üzerinde İngiltere’nin çıkar politikası devam ettiğinden,
bölgedeki aşiretler üzerinde etkili olması için İngiliz ajanları değişik
zamanlarda ayaklanmaları desteklemişlerdir. Şeyh Sait ayaklanması
sırasında ve sonrasında sonuçlarından en iyi yararlanan yine İngiltere
olacaktır. İngilizlerin Türkiye’deki büyükelçilikleri Londra ile yoğun
bir şekilde ayaklanma boyunca haberleşmişler, ayrıca askeri harekatı
en iyi şekilde takip etmişler, sık sık konu ile ilgili Türk makamlarına
bilgi almak için başvuruda bulunmuşlardır.
Ayaklanmanın başlangıcı, Piran’da 13 Şubat 1925 tarihinde,
mahalli Jandarmanın, aranmakta olan Şeyh’in iki adamının
tutuklanmaya kalkışması, Jandarma ve Şeyh taraftarlarının çatışması
ve bu çatışmada Jandarma erlerinin şehit edilmesi ile başladı. Şeyh
Sait, 14 Şubat 1925’de kendi imzası ile dağıttığı beyannamelerle
isyanı başlatmış, çevre ilçe ve illerde daha önce örgütlenen aşiret ve
Nakşibendi grupları ayaklanmayı genişletmişlerdir. Ayaklanma
liderlerinin tamamının Nakşibendi Şeyhlerinden oluşması önemlidir.
Hükümet, 23 Şubat 1925 tarihinde bölgede sıkıyönetim ilan
etti, Fethi Bey’in başbakanlığındaki hükümet, yeterli önlemleri
almaması ve olayın ciddiyetini kavramaması gerekçesi ile 2 Mart
1925’de
istifa ederek, yerine 3 Mart 1925’te
İsmet Paşa
Başbakanlığa getirildi. Devletin isyana daha etkin müdahale etmesi
için 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu Çıkarıldı. Biri isyan
bölgesinde( Diyarbakır) diğeri Ankara’da olmak üzere iki İstiklâl
Mahkemesi kuruldu. Askeri birliklerin bölgeye sevki ve askeri
operasyonlar sonunda geniş bölgeye yayılan isyan, 15 Nisan 1925
tarihinde Şeyh Sait ve adamları yakalanması ile önemli ölçüde
241
bastırıldı. Ayaklanmanın bazı grupları da 1925 yazında ordu
tarafından operasyonlarla yakalanarak tesirsiz hale getirildi.
Şeyh Sait ve isyana katılan elebaşları Diyarbakır İstiklâl
Mahkemesinin idam kararı ile cezalandırıldılar. Ayaklanmaya
katıldığı gerekçesi ile bölgedeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının
üyeleri de soruşturma geçirince, Fırkanın tüm şubeleri kapatılmış,
daha sonra Ankara İstiklâl Mahkemesinin önerisi ile bu parti
kapatılarak siyasi varlığına son verilmiştir.
Bu ayaklanma hem iç yapıyı etkileyerek yöneticileri
cumhuriyetin geleceği ile ilgili ciddi atılımlar yapması gereğini
ispat etmiş, hem de dış politikada Irak sorununun İngiltere ile
çözülme aşamasında Türkiye’nin gücünü zayıflatmıştır.
Türkiye’de çok partili yaşamın gelişmesine engel olmuş, aynı
zamanda da inkılâp hareketlerinin hızlanmasına da sebep olan
unsurlardan birisi olmuştur.
2 – Atatürk’e Suikast Girişimi(16 Haziran 1926)
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte eski siyasal gruplar kendilerine
belli makam ve unvan beklentisi içine girmişler fakat beklentileri
çıkmayınca muhalefet hareketini hızlandırdılar. Özellikle eski ittihat
ve terakki üyeleri milli mücadele döneminde desteklerinin karşılığını
bulamadılar. Atatürk’ün muhalefeti nedeniyle kadrolaşma hareketini
gerçekleştiremeyen bir grup eski ittihatçı, Atatürk’ün ölümü ile bu
amaçlarına ulaşabilecekleri savıyla suikast planı hazırladılar.
Plana göre İzmir’de gezi sırasında Atatürk öldürülecek ve
suikastçılar daha sonra Ege Adalarına kaçacaklardı. 16 Haziran
1926’da yapılması planlanan bu suikast girişimi, suikastçıları deniz
yolu ile kaçıracak olan Giritli Şevkinin durumu İzmir Valisine
bildirmesi ile gerçekleşemedi, ayrıca İzmir’e Atatürk’ü getirecek
trenin geç kalması da suikastı engelleyen diğer bir unsur olmuştur.
242
Suikastçılar derhal tutuklanmış, gerekli soruşturmadan sonra
cezalandırılmışlardır. Atatürk’e karşı olan bu girişim ülkede büyük bir
tepki uyandırmış, halk, her yerde olayı protesto ederek ve kınayarak
Atatürk’e ve onun şahsında Cumhuriyete olan bağlılığını göstermiştir.
Atatürk bu olay karşısında şu anlamlı ifadeyi kullanmıştır;
“ Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat
Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar kalacaktır. Türk Milleti
emniyet ve saadetini içine alan prensiplerle medeniyet yolunda
tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”
1.3- Menemen Olayı (23 Aralık 1930 )
İzmir’in Menemen ilçesinde 23 Aralık 1930’da Nakşibendi
Tarikatına mensup Derviş Mehmet ve bir grup tarikat mensubu
camide halkı kışkırtarak devletin ve rejimin aleyhine “ Ey
Müslümanlar ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi,
sancağı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim.”
Sloganlarla ortalığı karıştırdılar. Daha sonra Hükümet konağına
yandaşları ile yürüyüp ellerindeki bayrağı dikmişler, olaya müdahale
için gelen Kubilay Asteğmen emrindeki müfreze ihtiyatsız davranınca,
Kubilay’ı şehit edecekler ve halktan bazıları da bu olaylara
243
karışmıştır. Daha sonra ilçeye gelen askeri birlikler derhal olay
müdahale etmişler. Ayaklanma çıkaranlar yakalanarak cezalandırdılar.
Araştırma sonunda olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı,
organize bir şebekenin faaliyeti olduğu, amacının Cumhuriyeti yıkmak
üzere irticaî ve siyasi bir hareket olduğu anlaşılınca Hükümet,
Menemen ilçesi, ile Manisa ve Balıkesir ilçelerinde bir ay süreyle
sıkıyönetim ilan etmiştir. Olay her tarafta şiddetle kınanmış, Atatürk
Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Paşaya bir taziye telgrafı göndermiş,
Cumhuriyete karşı suikast tertipleyen kişileri lanetlemiş ve Kubilay’ı
görevini yapan bir şehit olarak takdirle anmıştır;
“ …Büyük Ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin
mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay’ın temiz kanı ile
Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.”
244
2CUMHURİYETE
SONUÇLARI
KARŞI
HAREKETLERİN
1923 - 1938 arası Atatürk Döneminin genel olarak; idari,
siyasal, ekonomik ve hukuksal açıdan reformların uygulandığı,
cumhuriyet rejiminin kurumlaştığını, inkılapların devlet, toplum
ve siyasal hayatı ulusal egemenlik, çağdaşlaşma, laiklik ve
kalkınma hedefine doğru götürmeye yönelik olduğu görülür.
Siyasal inkılâplar sistemin yerleşerek oturmasını sağlamakla
birlikte sosyal, ekonomik, hukuksal ve eğitim-kültür alanındaki
inkılâplarla
desteklenmiştir.
1921
ve
1924
anayasa
değişiklikleriyle bu inkılâpların yasal altyapısı oluşturulmuştur.
1924 ten itibaren gelişen Cumhuriyete karşı hareket ve
eylemlerin örgütlü olması, sürekli yenilenme eğiliminde olması,
inkılâpların hızlanmasını sağlamıştır. Aslında siyasal ve sosyolojik
olarak her çağda yenileşme hareketlerine karşıtlık, geleneği
savunarak olmuş, karşı devrim hareketlerine her inkılâp
hareketinde rastlanmıştır.
Türk inkılâbını geleneksel yapı karşısında kuvvetlenmesini
sağlayan ve geleneksel kurumları tasfiye eden bu Cumhuriyet
karşıtı hareketler karşısında Cumhuriyetin yöneticilerinin taviz
vermeden karşılık vermeleri Cumhuriyetin kökleşmesini
sağlamıştır. Çünkü bu olaylar gerici güçlerin hala güçlü bir
şekilde siperde olduğunu ve yenileşme hareketlerinin gelişmesine
ciddi bir direnç gösterebileceğini ispat etmiştir.
245
ÖZET
İnkılâp hareketlerinin temel özelliklerinden biri olan
inkılâbın içerik ve yapılışına muhalefet, Türk İnkılâbında da
görülmüş, özellikle Cumhuriyet rejiminin sistem ve fikir olarak
yerleşmesi ile beraber ülkede muhalefet hareketleri artmaya
başlamıştır. Atatürk’ün liderliğine karşı olanlar, geleneksel
yapının devam etmesinde çıkarları bulunanlar, fikir ve düşünce
olarak yeni yapılanmayı kabul etmek istemeyenler, etnik ve dinsel
ayrımcılığı çıkarları doğrultusunda kullananlar, bireysel olarak
hak ettiği yerlere gelemedikleri inancında olanlar muhalefet
hareketinin baş aktörleri olmuşlardır.
İnkılâpların ve Atatürk’ün fikir ve düşüncelerine karşı
olan bu muhalefet, ilk önce söylemlerle daha sonra siyasal
örgütlenmelerle veya kitlesel eylemlerle kendini göstermiş, iç ve
dış politikada ülkeye ve topluma büyük zararlar vermiştir. Devlet
ve hükümetler gerekli her türlü tedbir almışlar ve esas olarak ta
inkılâpların ve sistemin topluma mal edilmesinin gereğine
inanarak gerekli olan ve gerçekçi uygulamalarla bu hareketleri en
aza indirmişlerdir.
Bu hareketlerden alınacak en önemli tarihsel mesajda;
hangi yönetim anlayışı ve uygulama biçimi olursa olsun yapılan
muhalefetin olmasının doğal olduğu, ancak yöneticilerin ve
sorumlu kurumların muhalefet yaparken yapıcı, topluma ve
ülkeye zarar değil onların çıkarlarına uygun hareket etme
sorumluluğunu taşımalarının gerekliliğidir.
246
ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI
1- Cumhuriyet Döneminde görülen muhalefet hareketleri ve
sonuçları değerlendirildiğinde verilen seçeneklerden hangisini
doğru olarak kabul edemeyiz ?
a) Muhalefet ve muhalefet uygulamaları, siyasi amaçlara ve kişisel
çıkarlara göre yapılmış, ülke ve toplumsal çıkarlar ikinci planda
düşünülmüştür.
b) Muhalefet hareketleri sonunda çok partili siyasal sisteme geçiş
sağlanmıştır.
c) Kurulan siyasi partilerden bazıları bu hareketler nedeniyle
kapatılmıştır.
d) Şeyh Sait Ayaklanması ve Menemen Olayı kitlesel olarak
Cumhuriyet rejiminin değiştirilmesine yönelik bölücü ve irticai
ayaklanmadır.
e) Bu muhalefet hareketleri, Cumhuriyetin yöneticilerine rejimin
korunmasının ve inkılâpların devamlılığının şart olduğu
gerçeğini göstermiştir.
2 - Aşağıda verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız.
Cumhuriyet Döneminde meclis içinde muhalefet faaliyetlerini
siyasi parti olarak ilk kez …………………………… başlatmıştır.
3a)
b)
c)
d)
e)
Şeyh Sait Ayaklanmasının gelişim ve sonuçları için
aşağıdakilerden hangisi söylenemez ?
Ayaklanmanın sonunda Halifelik makamı kaldırılmıştır.
Ayaklanmanın başlaması ile ayaklanma bölgesinde sıkıyönetim
ilan edilmiştir.
Ayaklanmanın en önemli sonuçlarından birisi, Musul ve Irak Sınırı
meselesinde Türkiye’nin sorunu çözme etkinliğinin azaltmasıdır.
Ayaklanma, Türkiye’deki çok partili sisteme geçiş süreci
zarar görmüştür.
Ayaklanma sonunda mevcut ortam değerlendirilerek inkılâp
hareketlerine hız verilmiştir.
247
4- Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız.
Şeyh Sait ayaklanmasının çıkması ile hükümet
……………………………… Kanununu çıkararak ilk hukuki
tedbirini almış ve bu kanuna göre gerekli
uygulamalara
başlamıştır.
5a)
b)
c)
d)
e)
Atatürk’e suikast
seçilmiştir ?
Ankara
Bursa
İzmir
Diyarbakır
İstanbul
girişimi
için
Türkiye’nin
hangi
ili
6 - Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yazınız.
Menemen’de çıkan ayaklanmayı bastırmak isteyen askeri
birliğin komutanı ………………… Asteğmen şehit edilmiş,
daha sonra ilçeye gelen askeri birlikler ayaklanmayı
bastırarak sorumluları yakalamışlardır.
248
AİT 101 ÜNİTE SORULARININ CEVAPLARI
I. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ a
------ e
------ .. ihtilal.. , .. ihtilal ..
------ c
------ b
II. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ c
------ b
------ c
------ d
------ a
III. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ a
------ d
------ e
------ b
------ .. Türkçülük ( Milliyetçilik) ..
IV. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ a
------ b
------ d
------ d
------ c
249
6. ------ a
7. ------ .. Wilson İlkeleri ( Wilson Prensipleri ) ..
8. ------ e
V. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ d
------ a
------ e
------ .. Ermenistan ..
------ c
VI. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
------ b
------ c
------ a
------ d
5. ------ d
VII. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
250
------ a
------ d
------ b
------ e
------ c
------ e
------ .. Ankara ..
1.
2.
3.
4.
5.
VIII. ÜNİTE
------ c
------ a
------ d
------ e
------ a
IX. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ d
------ a
------ e
------ c
------ .. Ermenistan ..
X. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
1.
2.
3.
4.
5.
----- a
-----.. Ermenistan ( Ermeni) . , . Gürcistan ( Gürcü) ..
------ c
------ c
------ d
------ .. Milli Egemenlik( Ulus Egemenliği ) .. , ..
Kuvvetler Birliği (Güçler Birliği )
------ e
------ b
XI. ÜNİTE
------ c
------ .. Tekalif-i Milliye (Ulusal Yükümlülükler
Emirleri ) ..
------ a
------ d
------ e
251
XII. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
------ a
------ e
------ b
------ c
------ d
XIII. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
------ e
------ a
------ d
------ c
------ .. 5 Şubat 1937 .. , .. Laiklik ..
------ b
------ a
XIV. ÜNİTE
1.
2.
3.
4.
5.
6.
252
------ b
------ .. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ..
------ a
------ .. Takrir-i Sükun ( Huzuru Sağlama) ..
------ c
------ .. Kubilay ..
KAYNAKLAR
ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, Nutuk ( Söylev), Örgün Yayınları,
İstanbul, 1980
Atatürkün Cumhuriyetin İlanından Sonraki Hedefleri Bildiriler ),
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999
Atatürkçülük, Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983
Atatürkçü Düşünce, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara,
1992
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ( 1919 -1938 ) I. Cilt, T.T.K.
Yayınları, Ankara, 1961
Atatürkün Söylev ve Demeçleri( 1906 – 1938 ) II. Cilt, T.T.K.
Yayınları, Ankara, 1959
Atatürkün Söylev ve Demeçleri ( 1918 – 1937 ), III. Cilt, T.T.K.
Yayınları, Ankara, 1964
Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, IV. Cilt, A.Ü.Y.
Ankara, 1964
AKBIYIK, Yaşar, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999
AKÇURA, Yusuf, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri ( XVIII. Ve
XIX.asırlarda), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988
AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Ankara
Üniversitesi Yayınları Ankara, 1971
AKGÜN, Seçil, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Raporu,
İstanbul, 1981
253
AKKUTAY, Ülker, Enderun Mektebi, Ankara, 1984
AKŞİN, Sina, Jön Türkler, İstanbul, 1980
AKŞİN, Abdulahat, Atatürk’ün
Diplomasisi, 2 Cilt, İstanbul,1966
AKYÜZ, Yahya,
Ankara, 1988
,
Dış
Politika
İlkeleri
ve
Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu,
Türk
Eğitim
Tarihi(Başlangıçtan
1985’e),
Ankara, 1985
ALBAYRAK, Mustafa, Milli Mücadele Dönemi’nde Batı Anadolu
Kongreleri (17 Mart 1919 – 2 Ağustos 1920), A.A.M.Y. Ankara,
1998
APAK, Rahmi, İstiklâl Harbinde Garp Cephesi Nasıl Kuruldu ?,
Ankara , 1990
ARIBURNU, Kemal, Atatürk’ten Anılar, Ankara, 1976
ARIKOĞLU, Damar, Hatıralarım, İstanbul,1961
ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1789 – 1914),
T.T.K.Yay. Ankara, 1999
, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914 – 1980 ), İş
Bankası Yay. Ankara, 1988
, Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri,
Ankara, 1991
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1980
254
, Atatürkün Hatıraları (1914 – 1919), Ankara,
1965
AYAS,
Nevzad,
Türkiye
Cumhuriyeti
( Kuruluşlar,Tarihçiler ), Ankara, 1948
Milli
Eğitimi
AYBARS, Ergün, İstiklâl Mahkemeleri, 1920 – 1922, Ankara 1975
, İstiklâl Mahkemeleri, 1923 – 1927, Ankara 1982
, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, D.E.Ü. Yayınları,
Ankara, 1995
AYDEMİR, Şevket Süreyya,
İstanbul, 1963
Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt I,
,
Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt II,
İstanbul, 1964
, Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt III,
İstanbul, 1965
,
İkinci Adam, Cilt I,II, İstanbul 1967
AYDOĞAN, Metin, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye
(20. Yüzyılın Sorgulanması), I. Cilt, Otopsi Yayınları, İst., 2000
, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye ( 20.
Yüzyılın Sorgulanması), II. Cilt, Otopsi Yayınları, İstanbul, 1999
BAYDAR, Mustafa, Atatürk Diyor ki, İstanbul 1957
BAŞGİL, Ali Fuat, Din ve Lâiklik, İstanbul, 1962
255
BAŞGÖZ, İlhan, Howard, E. Willson, Türkiye Cumhuriyetinde
Eğitim ve Öğretim, Ankara, 1962
BAYKAL, Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, T.T.K. Yay.,
Ankara, 1974
BAYKARA, Tuncer, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1980
BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk Devletinin Dış Siyasası,
Yayınları, Ankara, 1973
T.T.K.
, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt. I. Ankara, 1963
, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Ankara, 1983
, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Kısım 4,
Ankara, 1964
,Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt III, Kısım 2,
Ankara. 1955
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978
, Türk İktisat Tarihi, Cilt I, İstanbul 1969
, Türk İktisat Tarihi, Cilt II, İstanbul 1970
BIYIKLIOĞLU, Tevfik, Atatürk Anadolu’da(1919 – 1922),
Ankara, 1959
BİLGE, Suat, Milletlerarası Politika, Ankara, 1960
BİLSEL, Cemil, Lozan, II Cilt, İstanbul, 1933
, Türk Boğazları, İstanbul, 1948
256
BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi,
İstanbul, 1995
BORATAV, Korkut, 1923– 1939 Yıllarının İktisat Politikası
Açısından Değerlendirilmesi, Atatürk Döneminin Ekonomik ve
Toplumsal Sorunları, İstanbul, 1977
BURÇAK, Refik Salim, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş ( 1945 –
1950 ), İstanbul, 1979
, Türk – Rus – İngiliz Münasebetleri,
İstanbul, 1946
Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, UNESCO Milli Komisyonu
Yayınları, Ankara, 1987
ÇAVDAR, Tevfik, Talat Paşa, Bir Örgüt Ustasının Yaşam
Öyküsü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1984
ÇAY, M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan kültür
Vakfı Yay. Ankara, 1996
ÇAYCI, Abdurrahman, Türk - Ermeni İlişkilerinde Gerçekler,
Ankara, 2000
CEBESOY, Ali Fuat, Moskova Hatıraları, İstanbul, 1955
, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967
, Siyasi Hatıralar, İstanbul, 1957
ÇEÇEN, Anıl, Atatürk ve Cumhuriyet, T.İ. B. Yayınları, Ankara,
1981
ÇELİK, Kemal, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918- 1922 ),
T.T.K. Yayınları, Ankara, 1999
257
CEMAL, Behçet, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955
Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, UNESCO
Yayınları, Ankara, 1987
Milli Komitesi
DAVER, Bülent, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Ankara, 1955
DANIŞMAN, Zuhuri, Koçi Bey Risalesi, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1985
DELMAS, Claude, Avrupa Uygarlık Tarihi, Varlık Yayınları,
İstanbul, 1973
DEVELİOĞLU, Ferit, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat,
Ankara, 1986
DEWEY, John, Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, M.E.B.
Yayınları, Ankara, 1962
DİNÇ, Sait, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Nobel Kitapevi,
Adana, 2004
, Cumhuriyet Döneminde Yapılan Milli Eğitim Şûraları
ve Alınan Kararların Uygulamaları(1923 – 1960), Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1999
DURU, Nami Kazım, Kemalist Rejimde Öğretim ve Eğitim,
İstanbul, 1938
Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, 1989
ENER, Kasım, Çukurova’nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, Berksoy
Matbaası, İstanbul, 1963
, Çukurova,Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996
258
ERGİN, Osman, Türk Maarif Tarihi, Cilt I, İstanbul, 1977
, Türk Maarif Tarihi, Cilt II, İstanbul, 1977
, Türk Maarif Tarihi, Cilt III, İstanbul, 1977
, Türk Maarif Tarihi, Cilt IV, İstanbul, 1977
, Türk Maarif Tarihi, Cilt V, İstanbul, 1977
ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri,
Ankara, 1953
ERKİN, Feridun Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar
Meselesi, Ankara, 1968
EROĞLU, Hamza, Atatürk ve Cumhuriyet, A.A.M.Y. Ankara, 1989
, Atatürk ve Devletçilik, Ankara, 1981
, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1981
ESMER, Ahmet Şükrü, Türk Diplomasisi ve Yeni Türkiye, İstanbul,
1959
, Siyasi Tarih (1919 – 1938 ), Ankara, 1953
FEYZİOĞLU, Turhan, Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1984
, Türk İnkılâbının Temel Taşı Lâiklik,
İstanbul, 1981
G.A.T.S.E.B. Yayınları, Balkan Harbi, Birinci Çatalca Muharebesi,
Ankara, 1983
259
G.K.B.H.D.B. Yayınları, Çanakkale Cephesi, Ankara, 1968
, Türk İstiklâl Harbi, İdari Faaliyetler,
Ankara, 1975
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, Cilt II,
I. Kısım ( 15 Mayıs 4 Eylül 1919 ), Ankara, 1963
, Türk İstiklâl Harbi,Batı Cephesi, Cilt II,
2 nci Kısım( 4 Eylül 1919 - Kasım 1920), Ankara , 1965
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 3’ncü
Kısım, Birinci, İkinci, Aslıhanlar ve Dumlupınar Muharebeleri ( 9
Kasım 1920 – 15 Nisan 1921 ), Ankara, 1966
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 4üncü
Kısım, Kütahya – Eskişehir Muharebeleri(15 Mayıs – 25 Temmuz
1921 ), Ankara, 1974
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 5 inci Kısım 1
nci Kitap, Sakarya Meydan Muharebesinden önceki Olaylar( 25
Temmuz – 22 Ağustos 1921 ), Ankara, 1972
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 5 inci Kısım,
2 nci Kitap, Sakarya Meydan Muharebesi ( 23 Ağustos – 13 Eylül
1921 ), Ankara, 1973
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım
1. Kitap, Büyük Taarruza Hazırlık ve Büyük Taarruz ( 10 Ekim
1921 – 31 Temmuz 1922 ), Ankara, 1967
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım 2
nci Kitap, Büyük Taarruz ( 1 – 31 Ağustos 1922 ), Ankara, 1968
, Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, 6 ncı Kısım
3ncü Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekâtı (31 Ağustos – 18
Eylül 1922 ), Ankara, 1969
260
, Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım
4 ncü Kitap, İstiklâl Harbinin Son Safhası ( 18 Eylül 1922 – 1
Kasım 1923 ), Ankara, 1969
, Türk İstiklâl Harbi, Çanakkale Cephesi,
Ankara 1968
, Türk İstiklâl Harbi, Doğu Cephesi, Cilt III,
Ankara, 1965
, Türk İstiklâl Harbi, Güney Cephesi, Cilt IV,
Ankara, 1966
GİRİTLİ, İsmet, Atatürkçülük İdeolojisi, Ankara, 1988
, Türk Politikasında 50. Yıl ( 1919 – 1969 ), İstanbul,
1969
GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1976
GÖKBİLGİN, Milli Mücadele Başlarken, Ankara, 1959
GOLOĞLU, Mahmut, Demokrasiye Geçiş ( 1946 – 1950 ), İstanbul,
1982
GÖNLÜBOL, Mehmet, SAR Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası, I.
Cilt, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Ankara, 1982
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, KİLİ, Suna, Türk Anayasa Metinleri,
Ankara, 1982
GÜNER, Zekâi, Milli Mücadele Başlarken Türk Kamuoyu (Basın,
Siyasi Partiler, Cemiyetler), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1999
GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, Ankara, 1983
261
HALAÇOĞLU, Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara, 2001
HATİPOĞLU, M. Murat., Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında
Türk – Yunan İlişkilerinin 101 Yılı ( 1821 – 1922 ), T.K.A.E. Yay.
Ankara, 1988
HATİPOĞLU, Süleyman, Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve
Pozantı Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989
HAYDAROĞLU, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğunda
Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
HİTTİ, Philip K., Siyasi Ve Kültürel İslâm Tarihi,II. Cilt, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 1980
, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, III. Cilt, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 1981
, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, IV. Cilt, Boğaziçi
Yayınları., İstanbul 1981
İLHAN, Suat, Harp Yönetimi ve Atatürk, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 1987
, Jeopolitik Duyarlılık, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1989
İNAN, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir İzmit Konuşmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982
İNAN, Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, T.İ.B.
Yayınları, Ankara, 1981
, İzmir İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1982
262
İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, II Cilt, Ankara, 1987
JAESCHKE, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi,
Mondros’tan Mudanya’ya Kadar (30 Ekim 1918 - 11 Ekim 1922 ),
Çev. Gülayşe Koçak, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989
, Türkiye Kronoloji ( 1938 – 1945 ) , T.T.K.
Yayınları, Ankara, 1990
KALAFAT, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait İsyanı,
Karakteri, Dönemin İç ve Dış Olayları, Ankara, 1992
KANTARCIOĞLU, Selçuk, Türkiye
Programlarında Kültür, Ankara, 1998
Cumhuriyeti
Hükümet
KANSU, N. Atıf, Türkiye’de Maarif Tarihi, İstanbul, 1932
KAPTAN, Eyüp, Lozan Konferansında Azınlık Sorunu, Harp
Akademisi Yayınları, İstanbul, 2002
KARABEKİR, Kazım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1988
KARACAN, Ali Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa , İstanbul,
1971
KARAMUK, Ziya, Cumhuriyetimizin 50. Yılında Milli Eğitimimiz,
İstanbul, 1973
KARAL, Enver Ziya, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara, 1969
, Osmanlı Tarihi, Cilt V, Ankara 1970
, Osmanlı Tarihi, Cilt VI, Ankara 1983
, Osmanlı Tarihi, Cilt VII, Ankara 1983
263
, Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, Ankara 1983
, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara 1971
KAYABALI, İsmail ve ARSLANOĞLU, Cemender, İran’ın
Anadolu’ya Uzanan Gölgesi, 1453 – 1989(Ana Çizgiler ve
Gerçeklerin Kısa Tarihi), Set Ofset Yayınları, Ankara, 1990
KIRZIOĞLU, Fahrettin, Milli Mücadelede Kars, İstanbul, 1960
KİLİ, Suna, Atatürk Devrimi,
Bankası Yay. Ankara, 1998
Bir Çağdaşlaşma Modeli, İş
, Türk Devrim Tarihi, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1995
KİNGROS, Lord, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul,
1966
KOCABAŞ, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk – Yunan
Mücadelesi, Vatan Yayınları, İstanbul, 1988
KOCATÜRK, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 1999
KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi
( 1918 – 1938 ), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1983
KOÇER, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve
Gelişimi ( 1773 – 1923), İstanbul, 1974
KODAMAN, Bayram, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, İstanbul,
1990
KURAN, Ahmet Bedevî, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler,
İstanbul, 1945
264
KURNAZ, Şefika, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, Milli
Eğitim Bakanlığı, Düşünce Eserleri Dizisi, İstanbul, 1997
LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, T.T.K. Yayınları,
Ankara, 2000
M.E.B., Atatürkçülük 1, Atatürkün Görüş ve Direktifleri, İstanbul,
2001
M.E.B., Atatürkçülük 2,
Makaleler, İstanbul,2001
M.E.B., Atatürkçülük 3,
2001
Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin
Atatürkçü Düşünce Sistemi, İstanbul,
M.E.B., Atatürkün Milli Eğitimle İlgili Buyrukları, Ankara, 1970
M.E.B. Hükümet Programlarında Eğitim, Ankara, 1990
M.E.B. Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul , 1983
MERAY, Seha, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar - Belgeler,
Cilt VII, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001
MUMCU, Ahmet, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I, A.Ö.F.
Yayınları, Eskişehir,1996
, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, A.Ö.F.
Yayınları, Eskişehir, 1997
, Atatürk’ün Kültür Anlayışında Din ve Vicdan
Özgürlüğünün Yeri, Ankara, 1991
MUMCU, Uğur, Kürt – İslâm Ayaklanması, İstanbul, 1991
, Kürt Dosyası, İstanbul, 1993
265
MÜDERRİSOĞLU, Alptekin, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları,
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1990
ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2002
OZANKAYA, Özer, Atatürk ve Lâiklik, Ankara, 1981
ÖKÇÜN, Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi, 1923 İzmir, Haberler,
Yorumlar, Ankara, 1968
ÖZALP, Kazım, Milli Mücadele , Ankara, 1988
ÖZÇELİK, İsmail, Milli Mücadelede Güney Cephesi, Urfa, K.B.Y.
Ankara, 1992
ÖZEK, Çetin, Türkiye’de Lâiklik, İstanbul, 1962
PARMAKSIZOĞLU, İsmet,
Ermeni Komitelerinin
Hareketleri ve Besledikleri Emeller, Ankara, 1981
İhtilâl
POLATOĞLU, İlknur Haydar, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
SAKAOĞLU, Necdet, Osmanlı Eğitim Tarihi, İstanbul, 1991
,
Cumhuriyet
Dönemi
Eğitim
Tarihi,
İstanbul,1992
SELEK, Sabahattin, Milli Mücadele, İstanbul, 1982
SEVİNÇ, Necdet, Ajan Okulları, İstanbul, 1975
SHAW, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II.
Cilt, İstanbul, 1983
266
SONYEL, Salahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt II,
Ankara, 1973
SORGUÇ, Bahir, 1920’den 1981’e Kadar Milli Eğitim Bakanlığı,
İstanbul, 1982
SOYSAL, İsmail, Anayasaya Giriş, Ankara, 1968
, Fransız İhtilâli ve Türk – Fransız Diplomasi
Münasebetleri ( 1789 – 1802), T.T.K. Yayınları, Ankara, 1987
, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları ( 1920 – 1945 ),
Cilt I, Ankara, 1989
, Türkiye’nin Dış Münasebetleri ile İlgili Başlıca
Siyasi Anlaşmaları, Ankara, 1965
SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Van, 1990
ŞİMŞİR, Bilal, Malta Sürgünleri, Ankara, 1985
, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu
(1924 – 1938 ), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991
TANÖR, Bülent, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri ( 1789 –
1980 ) , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002
TANSEL, Fevziye Abdullah, İstiklâl Harbinde Mücahit
Kadınlarımız, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1991
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I.Cilt,
M.E.B. Yay.,İstanbul, 1991
, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, II. Cilt,
M.E.B.Yay. Ank., 1978
267
, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, III. Cilt,
M.E.B. Yay. Ank.,1978
, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, IV. Cilt,
M.E.B. Yay. Ank.,1978
TEZEL, S. Yahya, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi ( 1923 –
1950 ), Yurt Yayınları,.Ankara, 1982
TOZLU, Necdet, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar,
Ankara, 1991
TURAN, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Cilt II,
İstanbul, 1969
TURHAN, Mümtaz, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, İstanbul, 1965
TUNAYA, Tarık Zafer, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve
Atatürkçülük, Arba Yayınları, İstanbul, 1994
, Türkiye’de Siyasi Partiler(1859 – 1952 ),
İstanbul, 1952
, Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci
Meşrutiyet Dönemi, Cilt I, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1984
, Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke
Dönemi, Cilt II, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986
, Türkiye’de Siyasal Partiler, İttihat Ve
Terakki(Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi ), Cilt III,
Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989
TURAN, Refik, SAFRAN,( Komisyon ), Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
Tarihi, Ankara, 2000
268
TURAN, Şerafettin, Atatürkün Düşünce Yapısını Etkileyen
Olaylar, Düşünceler, Kitaplar, Ankara, 1982
TÜRKGELDİ, Ali Fuat, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin
Tarihi, Ankara, 1948
TÜZÜN, Nejat, Atatürk İnkılâplarında Lâiklik, Ankara, 1987
URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1950
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı,
Ankara, 1988
ÜÇOK, Coşkun, Siyasal Tarih, Ankara, 1967
ÜLGEN, Hilmi Ziya, Lâiklik, 50 Yıl, Ankara, 1973
ÜNAT, Faik Reşit, Türkiye’de Eğitim Sisteminin Gelişmesine
Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964
VAHAPOĞLU, M. Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve
Yabancı Okulları (Yönetimleri Açısından ), T.K.A.E. Yayınları,
Ankara, 1990
YAVUZ, Ünsal, ATATÜRK, İmparatorluktan Milli Devlete,
T.T.K.Yay. Ankara, 1990
YEŞİL, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş,
1989
Ankara,
, Türkiye Cumhuriyetinde İlk Teşkilatlı Muhalefet
Hareketi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ankara, 2002
YILMAZ, Mustafa, SARINAY, Yusuf, DAĞISTAN, Adil, vd.,
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ankara,
1998
269
Y.Ö.K. (Komisyon) , Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I / 1 ,
Ankara, 1989
Y.Ö.K.(Komisyon) ,
Ankara, 1989
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 1 / 2 ,
Y.Ö.K. ( Komisyon) , Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Ankara,
1986
270
ATATÜRK KRONOLOJİSİ
1881
Mustafa Kemal’in doğumu.
1886
Mustafa Kemal’in ilk öğretimine başlaması.
1888
Babası Ali Rıza Efendi'nin ölümü.
1893
Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdi ve Mustafa
adını aldı.
1895
Selanik Askeri Rüştiyesini bitirdi. Manastır
Askeri İdadisi’ne girdi.
13/Mart/1899
İstanbul Harp Okulu Piyade sınıfına girdi.
1902
Harp Akademisine girdi ve burada gazete
çıkardı.
11/Ocak/1905
Harp Akademisini yüzbaşı olarak bitirdi, Şam’a
5. Ordunun 30.Süvari Alayı'nda staj yapmak
için atandı.
Ekim 1906
Şam’da "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni "
kurdu. Şam’da topçu stajını yaptı ve Kolağası
oldu.
23/Temmuz/1908
Meşrutiyet’in ilan edilmesi için çalışmalar.
31/Mart/1909
31 Mart ihtilaliyle Hareket Ordusu Kurmay
Subayı olarak çalıştı.
13/Eylül/1911
Mustafa Kemal,
naklen atandı.
İstanbul’a
Genelkurmay'a
271
27/Kasım/1911
Mustafa Kemal, Binbaşılığa yükseldi.
09/Ocak/1912
Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta
Saldırısını durdurdu.
27/Ekim/1913
Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliğe atandı.
01/Mart/1914
Mustafa Kemal, Yarbaylığa yükseldi.
02/Şubat/1915
Mustafa Kemal, Tekir dağı'nda 19. Tümeni
kurdu.
25Şubat/1915
Mustafa Kemal’in Maydos’a gidişi.
25/ Nisan 1915
Mustafa Kemal, Arıburnu'nda itilaf Devletleri’ne
karşı koydu .
01/Haziran/1915
Mustafa Kemal’in Albaylığa yükselişi.
09/Ağustos/1915
Mustafa
Kemal,
Anafartalar
Komutanlığına atandı.
10/Ağustos/1915
Mustafa Kemal, Anafartalar'dan düşmanı geri
attı.
01/Nisan/1915
Mustafa Kemal, Tuğgeneralliğe yükselişi.
06/Ağustos/1916
Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş’u düşmanın
elinden kurtardı.
20/Eylül/1917
Mustafa Kemal, memleketin ve
durumunu açıklayan raporu yazdı.
Ekim 1917
Mustafa Kemal, İstanbul’a döndü.
272
Tobruk
Gurubu
ordunun
26/Ekim/1918
Mustafa Kemal, Halep'in kuzeyinde bugünkü
sınırlarımız üzerinde
düşman saldırısını
durdurdu.
30/Ekim/1918
Mondros Mütarekesi'nin imzası.
31/Ekim/1918
Mustafa Kemal, Yıldırım
Komutanlığı'na atanması.
13/Kasım/1918
Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın
kaldırılması ve Mustafa Kemal’in İstanbul’a
dönüşü.
30/Nisan/1919
Mustafa Kemal’in Erzurum’da bulunan 9. Ordu
Müfettişliği'ne atanması.
15/Mayıs/1919
İzmir’e Yunanlıların asker çıkarması.
16/Mayıs/1919
Mustafa
Kemal,
İstanbul’dan ayrıldı.
19/Mayıs/1919
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı.
15/Haziran/1919
Mustafa Kemal, 3. Ordu Müfettişi unvanını
aldı.
21/Haziran/1919
Mustafa Kemal, Ulusal
Kongresi’ne çağırdı.
8-9/Temmuz/1919
Mustafa Kemal, Askerlikten çekildi..
Saat: (20.50)
23/Temmuz/1919
Mustafa Kemal’in başkanlığında Erzurum
Kongresi'nin toplanması ve bir Temsil Kurulu
seçerek dağılması.
Orduları
Bandırma
Grup
vapuruyla
Güçleri
Sivas
273
4/Eylül/1919
Mustafa Kemal’in başkanlığı altında Sivas
Kongresi'nin toplanması ve 11 Eylül’de sona
ermesi.
11/Eylül/1919
Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı
Hukuk
Cemiyeti
Heyet Temsiliyesi
başkanlığına seçildi.
22/Ekim/1919
Amasya Protokolü’nün imzalanması.
7/Kasım/1919
Mustafa Kemal, Erzurum’dan Milletvekili
seçildi.
27/Aralık/1919
Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye ile birlikte
Ankara’ya geldi.
16/Mart/1920
İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından ele
geçirilmesi, Mustafa Kemal’in protestosu,
Ankara’ da yeni bir Millet Meclisi toplama
girişimi.
18/Mart/1920
İstanbul’da Meclis-i Mebusan'ın son toplantısı.
19/Mart/1920
Mustafa Kemal tarafından Ankara’da üstün
yetkiyi taşıyan bir Millet Meclisi toplanması
hakkında duyuruda bulunması.
23/Nisan/1920
Mustafa Kemal, Ankara’da Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ni açtı.
24/Nisan/1920
Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Başkanı
seçildi.
5/Mayıs/1920
Mustafa Kemal’in Başkanlığında ilk Hükümetin
toplanması.
274
11/Mayıs/1920
Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti tarafından
ölüm cezasına çarptırıldı.
24/Mayıs/1920
Mustafa Kemal’in cezası Padişah tarafından
onaylandı.
10/Ağustos/1920
Osmanlı İmparatorluğu delegeleriyle İtilaf
Devletleri arasında Sevr Antlaşması'nın
imzalanması.
9-10/Ocak/1921
I. İnönü Savaşı
20/Ocak/1921
İlk Teşkilat-ı Esasiye (Anaysa) Kanunu'nun
esas maddelerinin kabulü.
30 Mart/1 Nisan 1921
II. İnönü Savaşı
10/Mayıs/1921
Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet
Meclisi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Grubu'nun kurulması ve Mustafa
Kemal’in grup Başkanlığı'na seçilmesi.
5/Ağustos/1921
Mustafa Kemal’e Başkumandanlık görevinin
verilmesi.
22/Ağustos/1921
Mustafa Kemal’in yönetiminde
Meydan Savaşı’nın başlaması.
13/Eylül/1921
Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması.
19/Eylül/1921
Mustafa
Kemal'e
Mareşallik
rütbesinin
verilmesi ve Mustafa Kemal'in Gazi unvanını
alması.
26/Ağustos/1922
Gazi Mustafa Kemal'in Kocatepe'den Büyük
Taarruzu yönetmesi.
Sakarya
275
30/Ağustos/1922
Gazi
Mustafa
Kemal'in
Dumlupınar
Başkumandanlık Meydan Savaşı'nı kazanması.
01/Eylül/1922
Gazi Mustafa Kemal'in : "Ordular! İlk hedefiniz
Akdeniz'dir, ileri!" emrini vermesi.
9/Eylül/1922
Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesi.
10/Eylül/1922
Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'e gelişi.
11/Ekim/1922
Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması.
01/Kasım/1922
Gazi Mustafa Kemal'in
Saltanatlığın kaldırılması.
önerisi
17/Kasım/1922
Vahdettin'in bir İngiliz
İstanbul'dan kaçması.
Harp
29/Ocak/1923
Gazi Mustafa Kemal'in Latife Hanım ile
evlenmesi.
24/Temmuz/1923
Lozan Antlaşması'nın imzalanması.
9/Ağustos/1923
Gazi Mustafa Kemal'in Halk Fırkası'nı kurması.
11/Ağustos/1923
Gazi Mustafa Kemal'in 2. Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na seçilmesi.
29/Ekim/1923
Cumhuriyet'in ilan edilmesi.
üzerine
gemisiyle
29/Ekim/1923
Gazi Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı
olması.
01/Mart/1924
Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde
Halifeliğin
kaldırılması
ve
öğretimin
birleştirilmesi hakkında açış nutkunu söylemesi.
276
03/Mart/1924
Hilafetin Kaldırılması, öğrenimin birleştirilmesi,
Şer'iye ve Evkaf Vekaletiyle, Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Vekaletinin kaldırılması hakkındaki
yasaların Büyük Millet Meclisi’nce kabul
edilmesi.
20/Nisan/1924
Türkiye
Cumhuriyeti
Teşkilatı
Esasiye(Anayasa) Kanunu'nun kabul edilmesi.
17/Şubat/1924
Aşarın kaldırılması.
24/Ağustos/1925
Gazi Mustafa Kemal'in ilk defa Kastamonu'da
şapka giymesi.
25/Kasım/1925
Şapka Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde
kabul edilmesi.
30/Kasım/1925
Tekkelerin kapatılması hakkındaki kanunun
kabulü.
26/Aralık/1925
Uluslararası takvim ve saatin kabulü.
17/Şubat/1926
Türk Medeni Kanunu'nun kabulü.
01/Temmuz/1927
Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı sıfatı
ile ilk kez İstanbul'a gelmesi.
15-20/Ekim/1927
Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Partisi
2.Kurultayı'nda tarihi Büyük Nutku söylemesi.
01/Kasım/1927
Gazi
Mustafa
Kemal'in
Cumhurbaşkanlığına seçilmesi.
09/Ağustos/1928
Gazi Mustafa Kemal'in Sarayburnu'nda Türk
Alfabesi hakkında nutkunu söylemesi.
2.
kez
277
03/Kasım/1928
Türk Harfleri Kanunu'nun
Meclisi'nde kabul edilmesi.
15/Nisan/1931
Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih
Kurumu'nun kurulması.
04/Mayıs/1931
Gazi
Mustafa
Kemal'in
Cumhurbaşkanlığına seçilmesi.
12/Temmuz/1932
Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil
Kurumu'nun kurulması.
29/Ekim/1933
Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in 10.Yıl
dönümünde tarihi nutkunu söylemesi.
24/Kasım/1934
Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi
tarafından ATATÜRK soyadının verilmesi
01/Mart/1935
Atatürk'ün
seçilmesi.
01/Mayıs/1937
Atatürkün çiftliklerini Hazineye ve taşınamaz
mallarını da Ankara Belediyesine bağışlaması
31/Mart/1938
Atatürk'ün
hastalığı
hakkında
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin ilk
resmi duyurusu.
15/Eylül/1938
Atatürk'ün vasiyetnamesini yazması.
16/Ekim/1938
Atatürk'ün hastalık durumu hakkında günlük
resmi duyuruların yayına başlanması.
10 KASIM 1938
Atatürk’ün Vefatı ... (Perşembe, saat: 09.05)
11/Kasım/1938
İstanbul Şehir Meclisi'nin olağanüstü toplantı
yapması. Saraydaki Cumhurbaşkanlığı forsunu
278
4.
kez
Büyük
Millet
3.
kez
Cumhurbaşkanlığına
indirerek yerine yarıya kadar indirilmiş Türk
Bayrağı'nın çekilmesi.
12/Kasım/1938
Atatürk'ün ölümü dolayısıyla, Yüksek Öğretim
Gençliği'nin Üniversite Konferans Salonu'nda
toplanması.
13/Kasım/1938
Gençliğin Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde
toplanarak Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i
koruyacaklarına ant içmeleri.
14/Kasım/1938
Büyük Millet Meclisi çok hazin bir toplantı
yaptı.
15/Kasım/1938
Hükümet Atatürk'ün Ankara'da ebedi istirahat
yerine konulacağı 21 Kasım 1938 tarihini ulusal
yas günü olarak duyurdu.
16/Kasım/1938
İstanbullular Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı
Muayede Salonu'ndaki katafalkı önünde
sabahın ilk saatlerinden gecenin son saatlerine
kadar saygı ve üzüntü içinde son görevlerini
yaptılar.
19/Kasım/1938
Büyük bir törenle, Atatürk'ün Dolmabahçe’den
alınan cenazesi, önce Sarayburnu'na, oradan
Zafer torpidosuyla Yavuz zırhlısına götürüldü.
Yavuz zırhlısıyla İzmit'e kadar götürülen tabut,
oradan Ankara'ya yolcu edildi.
20/Kasım/1938
Atatürk'ün naşının Ankara'ya ulaşması ve
Ankara'da Büyük Millet Meclisi önündeki
katafalka konuldu. Ankaralılar da son
görevlerini saygıyla yaptılar.
21/Kasım/1938
Atatürk'ün
cenazesinin
Etnografya
Müzesi'ndeki geçici Kabre konulması.
279
25/Kasım/1938
Atatürk'ün vasiyetnamesinin açılması.
26/Aralık/1938
Atatürk'ün "Ebedi Şef" sanıyla anılmasının
kabulü.
04/Kasım/1953
Atatürk'ün Geçici Kabri açılması.
10/Kasım/1954
Atatürk’ün cenazesinin Anıtkabire nakledilmesi
280
Download