XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI Ünite 1 16. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebi Hayat Osmanlı Devleti 16. yüzyıla Fatih’,n şehzadesi II. Bayezid’in yönetiminde girmiştir. Uzun Hasan’ın şahsında simgeleşen Akkaoyunlu tehdidi yerini Erdebil Tekkesi şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’e bırakmıştır. Timurluların üzerinde parlayan yıldız bu yüzyılda daha uzak ülkelere kaymış, Hindistan’da Babür Şah’ın temsil ettiği Türk-Hint İmparatorluğu kurulmuştur. Türkçe, bu geniş coğrafyada edebi dil olarak kullanılmış ve en parlak dönemini yaşamıştır. Osmanlı Padişahları ve Şiirleri 16. Yüzyılın padişahları II. Bayezid (1481-1512) Yavuz Sultan Selim (1512-1520) Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) II. Selim (1566-1574) III. Murat (1574-1595) III. Mehmet (1595-1603) Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri belli bir mesafeden izler. Bu yüzyılda Osmanlı devleti siyasi olarak büyürken bilim ve sanatta geri kalmaması gerektiğinin bilincine vakıftı. Devletin bilim ve sanata verdiği destek devlet yapısı güçlendikçe artmaya devam etmiştir. Osmanlı sultanları ve şehzadeleri himaye ettikleri bazı sanat dallarında yetenekleri doğrultusunda eserler vermişlerdir. II. Bayezid (Adlî) Yavuz Selim (Selimî) Sultan Süleyman (Muhibbî) II. Selim (Selimî) III. Murat (Muradî) Şehzadelerden; Cem Korkut (Harimî) Mustafa (Muhlisî) Bayezid (Şahî) tanınmış şairlerdir. II. Bayezid (Adlî) Tahta geçişinin ilk yıllarında iç ve dış siyaset büyük ölçüde İshak Paşa ve Gedik Ahmet Paşa’nın istekleri doğrultusunda biçimlendi. Kardeşi Cem’in taht mücadelesini 1481’de kaybedip Mısır’a kaçışından Rodos şövalyelerinin elinde ölümüne kadar (1495) saltanatında temkinli hareket eden II. Bayezid, bu tarihten sonra donanmasını hazırlayarak Venedik seferine çıkar (1499-1502). Bu sırada doğuda Safevî tehdidi baş gösterir. Şah İsmail 1502 ve 1507’de iki defa Osmanlı topraklarına girer. 1511 yılında Şahkulu önderliğinde Teke yöresinde bir ayaklanma çıkarır. Safevî tehdidi büyüyerek Bursa’ya kadar varlığını hissettirir. Şehzade Selim, duruma daha fazla seyirci kalamaz ve yeniçerilerin desteğini arkasına alarak 24 Nisan 1512 yılında babasını tahttan indirir. 1 II. Bayezid şehzadeliğinde bulunduğu Amasya’nın kültürel ortamından iyi şekilde istifade eder. Onun zamanında Amasya çevresindeki şairlerin başında Taci Bey’in oğlu Cafer Çelebi (öl. 1515) ile Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516) gelir. Müeyyezade Hatemî mahlasıyla şiirler söylediği halde bilgin / âlim olarak tanınır. Torunu Âşık Çelebi (Meşairü’ş-Şu’ara’nın müellifi, öl. 1571) başta olmak üzere, şair Kemal Paşazade, Hafızı Acem, Necati Bey (öl. 1509) ve Zatî (öl. 1546) gibi birçok bilgin ve sanatkârın yetişmesine ön ayak olmuştur. II. Bayezid ile Hüseyin Baykara’nın mektuplaştıkları bilinir. Herat, Hüseyin Baykara döneminde (1469-1506) şiir, musiki, hat, nakış gibi sanatlarda çok ileri mesafeler kat etmiştir. Hüseyin Baykara’nın Ali Şir Nevayî (1441-15010) ve Molla Cami (1414-1492) ile kurduğu ilişki Osmanlı şairleri tarafında yönetici sanatkâr ilişkisinin örneği olarak alınmış ve takdim edilmiştir. Adlî mahlasıyla söylediği şiirler Adlî Divanı adıyla Yavuz Bayram tarafından yayımlanmıştır (Amasya, 2009). Yavuz Sultan Selim (Selimî) Kısa süren saltanatına önemli zaferler sığdırmıştır. Dönemin şairleri onun seferlerini destansı dille işleyen Selimnameler yazmışlardır. Sanatkâr ve bilginleri himaye etmiştir. Tacizade Cafer Çelebi, Müeyyezade Abdurrahman Çelebi, Zembilli Ali Efendi ve İbni Kemal, Yavuz’un dönemindeki kültür ve bilim ortamının renkli simalarıdır. Farsça şiirle söyleyen Selim’in mücadele ettiği Safevî lideri İsmail ve Memlük lideri Kansu Gavrî’nin Türkçe şiirler söylemiş olmaları ilginçtir. Şiirleri Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1946). “Neyi ki şîve mi ki cevr mi ki nâz mı ki” dizesini yinelediği şiirleri vardır. Bu dize Ahmet Muhip Dıranas ve Melih Cevdet Anday’ı etkilemiş ve bu şairler aynı dize ile biten şiirler yazmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbî) Siyasi alanda Osmanlı Devleti’ni dünyanın süper gücü haline getiren Sultan Süleyman kültür, sanat ve bilimde de ülkesine aynı başarıları kazandırmıştır. Onun döneminde açılan Süleymaniye medreseleri bilimin gelişmesi için gerekli koşulları sağlamıştır. Yazdığı şiirler ve koruyup gözettiği şairler ile Osmanlı şiirini zirveye taşımıştır. Sultan Süleyman’ın sanatkârları himaye eden tutumu Sadrazam İbrahim Paşa ve Defterdar İskender Çelebi başta olmak üzere Kınalızade Ali, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi, Kazasker Kadri Efendi, Şeyhülislam Kemal Paşazade, Şeyhülislam Ebusuud Efendi ve Katibî mahlasıyla şiir söyleyen Seydi Ali Reis gibi devrin bürokrat ve devlet adamları tarafından da benimsenmiştir. Muhibbî, Osmanlı edebiyatında Zatî ve Edirneli Nazmî’den sonra en çok gazel yazan şairidir. Muhibbî Divanı, Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır (Ankara, 1987). Şehzade Mustafa (1515-1553) Muhlisî ya da Mustafa mahlasıyla şiirler söylemiştir. Maiyetinde çok sayıda şair barındıran Şehzade Mustafa ardından en çok mersiye yazılan kişidir. 2 Divan şiirinde şairlerin kendi psikolojik sıkıntılarını dile getirmeleri hoş karşılanmamıştır. Kişisel problemlerin dile getirildiği şiirlere hasb-i hal tarzı şiir adı verilmiştir. Bu tarz şiirler Cem Sultan ve Şehzade Bayezid’in eserlerinde karşımıza çıkar. II. Selim (Selim / Selimî) Onun dönemindeki Kıbrıs’ın fethi(1571) Osmanlıların son büyük askeri başarısıdır. “Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden” Örneklenen beyti çok ünlüdür. III. Murat (Muradî) Döneminde doğuda İranlılarla batıda da Habsburglarla savaşlar yapıldı. Şehzadesi Mehmet için yaptırdığı oldukça gösterişli sünnet düğünü Gelibolulu Ali’nin Cami’u’lBuhur Der-Mecâlis-i Sûr adlı 2725 beyitlik eserine konu olur. III. Murat Osmanlı sultanlarının en bilginlerinden biri kabul edilir. Şeyhülislam Mehmed Sadeddin Efendi, Bekai Efendi, Şeyh Şüca Efendi, Tiryaki Hasan Paşa gibi isimler tarafından yetiştirilmiştir. Muhibbî’den sonra en çok gazel söylemiş sultandır. Muradî Divanı’nda 1567 gazel vardır. Farsça söylediği 39 gazel Futuhat-ı Ramazan adlı eserdedir. Saatçilik, nakkaşlık ve meddah hikâyelerine merakı vardı. III. Mehmet Ekonomik sıkıntılar yaşayan Osmanlı Devleti onun döneminde Celali isyanlarıyla sarsılmıştır. Durumdan yararlanan Safevi lideri Şah Abbas, Osmanlı birliklerinin Anadolu’ya çekilmesini sağlamıştır. Parıltılı dönem sona ermektedir. Edebi Muhitler ve Hamiler Geniş kitlelerin okuma-yazma imkânlarına erişmediği dönemlerde sanatçılar, iktidar ve seçkin sınıfın himayesine muhtaç idi. Osmanlı devleti öncesinde Türk ve İslam devletlerinde de hamilik sistemi vardı. Fatih’in İstanbul’u bilim ve sanat merkezi haline getirme çabası sonraki dönemlerde de kabul görmüş ve bu yönde uygulamalar gelenek haline gelmiştir. Yavuz Sultan Selim çıkığı seferlerde himaye ettiği şairleri yanına alarak sefer tarihini nazmettirirdi. Onun döneminde yazılan çok sayıda Selimname’nin sebeplerinden biri de budur. Yavuz, ayrıca ülke dışındaki şair ve İslam dünyasındaki önemli isimleri Osmanlı topraklarına davet etmiştir. Selimnameler Yavuz Sultan Selim’in saltanatını konu edinen manzum veya mensur eserlerdir. Bu eserler, devrin sosyal, siyasi ve kültürel olaylarını anlatmalarının yanında üsluplarından dolayı edebi değer de ifade ederler. Selimnameler daha sonra ortaya çıkacak olan Süleymannameler’le birlikte devletin en güçlü olduğu dönemleri anlattıkları için baştan sona zaferlerle doludurlar. 16. yüzyılda Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere yirmi kadar Selimname yazılmıştır. 3 İshak Çelebi (öl. 1573) Keşfi (öl. 1525) İdris-i Bitlisi (öl. 1521) Kemal Paşazade (öl. 1534) Celalzade Mustafa Çelebi (öl. 1567) Şükri, Sücudi, Şiri, Edayi ve Hoca Sadettin belli başlı Selimname yazarlarıdır. Sultan Süleyman döneminde yüzlerce şair ve bilgin padişahın himayesinde yaşamıştır. Başlıcaları; Gazali mahlaslı Deli Birader, Hayali Bey, Fethullah Arif Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Baki, Fevri, Nakkaş Balizade Rahmi, Edayi, Sürurui, Gubari, Lamii Çelebi, Edirneli Nazmi, Ubeydi ve Dai’dir. Sultan Süleyman döneminde yazılan Süleymannameler’in kaynağı Selimnameler’dir. Muhteva bakımından benzerlik gösterirler. Elli civarında Süleymanname vardır. Ferdi (öl. 1525), Şemsi Ahmet (öl. 1580), Nevi (öl. 1599), Hadidi (öl. 1559) ve Gubari (öl. 1566) önemli Süleymanname yazarlarıdır. Sultanlar dışında devlet erkânından isimlerde şair ve bilginleri himaye etme yarışı içine girmişlerdir. Sultan Selim döneminin kazaskerlerinden Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516), Taczade Cefer Çelebi (öl. 1515), Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Remzi mahlasıyla şiirler yazan Pir Mehmed Paşa (öl. 1532), İbrahim Paşa (öl. 1536), Rüstem Paşa (öl. 1561), Şeyhülislam Kemal Paşazade, Kazasker Kadri Çelebi, Defterdar İskender Çelebi (öl. 1535) nişancı Celalzade Mustafa Çelebi (öl. 1567) Katibi mahlasıyla şiirleri olan Seydi Ali Reis (öl. 1563) konaklarında toplantılar düzenleyen, musiki ustalarını çevrelerinde toplayan devlet adamlarıdırlar. Sultanlar, şehzadeler ve devlet adamları dışında Osmanlı ordusuna bağlı Mihaloğlulları, Turhanlılar, Yahyalılar, Malkoçoğulları gibi akıncı aileleri de şair ve bilginleri himaye ederlerdi. Akıncı aileleri sınıra yakın bölgelere yerleşmiş oldukları için kendilerine merkezler belirlerlerdi. Evrenesoğulları Vardar Yenicesi’ni, Mihaloğulları Plevne’yi, Turhanlılar da Mora’yı merkez edinmişlerdi. Bu akıncı merkezleri de zaman içinde kültür merkezi hüviyeti kazanmıştır. Divan Şairleri Osmanlı şiiri 16. yüzyıla kadarki gelişme devrini bu yüzyılda ortaya çıkan büyük şairler ile birlikte tamamlamış ve ileri örneklerini vermiştir. Bu dönemde Osmanlı şiiri simgeci ve kavramsal bir derinlik kazanır. Üslup açısından Şeyhi ve Ahmet Paşa tarafından temeli atılmış olan klasik üslup yüzyıla damgasını vurmuştur. Baki (öl. 1600), Fuzuli (öl. 1556) ve Hayali (öl. 1557) dönemin en büyük şairleridir. Üç dilde yazdığı şiirleri sebebiyle Osmanlı coğrafyasının tamamında tanınan Fuzuli bütün yüzyıllar içinde en çok okunan divan şairidir. II. Bayezid devrinde İstanbul’a gelmiş olan Zati, 30-40 yıl boyunca şairlerin hocası, yol göstericisi olarak kabul görmüştür. Hayali Bey, Sultan Süleyman’ın en gözde şairlerindedir. Yeniceli Usuli (öl. 1538) Osmanlı şiirindeki Rumeli duyuş tarzının gelişmesine katkı sağlamıştır. Yeniceli bir diğer önemli isim ünlü Mevlevi şeyhi Yusuf-ı Sineçak’ın kardeşi Hayreti’dir (öl. 1535). 4 Yeniceli ve dahası Rumeli kökenli şairler şiirlerine yerel unsurları da dahil etmişlerdir. Rumeli’de yetişip İstanbul’a gelen Hayali ise Baki yetişene kadar Osmanlı şiirinin en büyük ustası kabul edilmiştir. Kaside ve gazel ustası Baki, neşesi, coşkunluğu ve rindliğiyle Nedim’i hazırlayan şairdir. 16. yüzyılın kaside ve gazeldeki başlıca şairleri: Sultan Selim’in Trabzon’dayken musahibi ve hocası olan Halimi (öl. 1517), Ahi Benli Hasan (öl. 1517), Nacak Fazıl diye anılan Nihani (öl. 1519), Bihişti Sinan Çelebi (öl. 1520), Tali’i Mehmed Çelebi (öl. 1516), Hayali Abdülvehhab Çelebi (öl. 1523), Revani (Şiirleri şarap, meyhane ve rintlik üzerinedir, öl. 1523), Figani (Sultan Süleyman’ın şehzadesi Mustafa ve Sadrazam İbrahim Paşa için söylediği kasideleriyle tanınmıştır, öl. 1532), Kemalpaşazade Şemsettin Ahmed (öl. 1534), Hayreti (öl. 1534), İshak Çelebi (üç dilde şiirler söylemiştir, öl. 1536), Nihali Cafer Çelebi (öl. 1542). Edirneli Nazmi (öl. 1554) Türk edebiyat tarihinin en çok gazel yazmış olan şairidir. 7777 gazeli vardır. Bursalı Rahmi (öl. 1567), Celili (Divan, Gül-i Sad-berg adlı eserleri vardır, öl. 1569), Fevri (öl. 1570?), Yahya Bey (Hamsesi vardır, 34 kaside ve 515 gazelden oluşan büyük bir de Divan’ı vardır, öl. 1582), Nevi (Baki ve Hayali’den sonra yüzyılın en büyük üçüncü şairi sayılır, öl. 1599), Galibolulu Mustafa Ali (şairliğinin yanında iyi de bir tarihçidir, en fazla Türkçe şiir söylemiş dördüncü şairdir(diğerleri Edirneli Nazmi, Muhibbi ve Zati), öl. 1600), Bağdatlı Ruhi (Terkib-i bendi ile tanınır, öl. 1606). Kültür ve eğitim seviyesi yüksek çevrelerin dışında da önemli şairler yetişmiştir. Ümmi çevrelerden gelen bu şairlerin pek çoğu ümmiliği mahlas olarak kullanmışlardır. Ümmi Sinan (öl. 1551?), Cemili, Rayi, Talibi, Siyabi, Enveri (öl. 1547), Meşrebi (öl. 1554?), Bidari (öl. 1560?) ve Valihi bu çevrelerin önemli isimleridir. 1436 yılında Ömer b. Mezid tarafından toplanmış ilk nazire mecmuası Mecmuatü’n-Nezair sonra edebiyatımızda tanınmış nazire mecmuaları 16. yüzyıl tarihlidir. Eğirdirli Hacı Kemal, Cami’ün-Nezair (1512), 266 şair ve 3170 şiire yer verir. Edirneli Nazmi, Mecma’ü’n-Nezair (1523), 243 şair ve 3356 nazireye yer verir. Pervane b. Abdullah, Mecmu’a-i Nezair (1560), 525 şairin 7360 naziresine yer verir. Budinli Hisali, Metaliü’n Nezair (1652). Nazire mecmuaları biyografi tarihinin de ilk örnekleridir. Yazıdan çok sözün dolaşımda olduğu gelenekte nazirecilik oldukça önemlidir. Osmanlı şiirinin yerelleşmesine katkı yapmıştır. Divan tertip eden şairlerin hece ölçüsünde de şiirler söylemeleri bir diğer yerelleşme emaresidir. Meali, Usuli, Zaifi, Âşık Çelebi, Fevri ve Muradi (III. Murat) hece ölçüsü kullanmış şairlerdir. Ünite 2 Azeri ve Çağatay Sahası Türk Edebiyatı 5 Doğu Türkçesi 15. yüzyıldan itibaren Ali Şir Nevai’nin eserleriyle ilerleme kaydeder. Çağatay Edebiyatı, Ali Şir Nevai ve onun etkisi altında yazılan eserlerle şekillenmeye başlar. Çağatay edebiyatını besleyen ikinci kaynak, Kuzey Hindistan’da varlık sürmüş olan Babürlerdir. Azeri Sahası Türk Edebiyatı 15. yüzyılda Karakoyunlular (1351-1469) ve Akkoyunlular (1350-1514) egemenliğinde kalmış olan Azeri sahası çeşitli inançların bir arada yaşandığı bir coğrafyadır. Bu bölge 16. yüzyıldan itibaren Safevilerin egemenliğine girmiştir. Azeri sahasının en büyük şairi Fuzuli 16. yüzyılda yaşamıştır. Hatayi, aynı yüzyılda yaşamış bir diğer önemli şairdir. Şah Abbas döneminden itibaren Erdebil Tekkesi, tasavvufi şiiri terk ederek Şiiliğin Safevi yorumunu (gulat) yaymak üzere şiirler söylemeye başlamıştır (bu nedenle şiir dili olarak Farsça değil Türkçe tercih edilmiştir). Sünni sanatkârlara hayat hakkı tanımayan Erdebil Tekkesi, Sünni şairlerin başka coğrafyalara yönelmesine sebep oldu, bu durumdan Osmanlı Sarayı ziyadesiyle kazanç sağladı. Şah İsmail (Hatayi) 23 Eylül 1486’da Erdebil’de doğdu. Babası Safevi Şeyhi Haydar; Annesi, Uzun Hasan’ın kızı Alemşah’dır. 1502 yılında Tebriz’i ele geçirerek şah unvanını alır. Düşüncelerini yaymak için topraklarını genişletmek isteyen Şah İsmail’in ilerlemesi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’yle sona erer (1514). Şah İsmail, 23 Mayıs 1524’de ölür. Nesimi, Habibi ve Ali Şir Nevai’nin etkisinde kalan Şah İsmail, Türkçenin en güzel gazellerini yazmıştır. Şair padişahların hemen hepsinde görülen mısra ve beyit tekrarı, aynı redif etrafında oluşan benzetmelerin yinelenmesi, Hatayi’nin eserlerinde de karşımıza çıkar. Gazelleri dışında önemli bir başka eseri de Dehname adlı mesnevisidir. Hatayi Divanı: Bilinen en eski nüshası 1535 tarihli Mahmud Nişapuri tarafından istinsah edilmiş yazmadır. Şair tezkireleri ve cönklerde Şah İsmail’e ait olmadığı halde Hatayi mahlasıyla yazılmış şiirlerin yer bulması nedeniyle başka şairlerin şiirlerinin divana sızmış olma durumu vardır (İbrahim Arslanoğlu, Mirza Resul İsmailzade, Ekber N. Necef ve Babek Cavanşir Hatayi’nin şiirlerinin yayımlamışlardır). Dehname: Fars ve Çağatay edebiyatında örnekleri bilinen dehnamelerin (on mektup) Azeri sahasındaki ilk örneğidir. Hecez bahrinin mef’’ulü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Bazı mısralarda bu veznin mef’ûlün fâ’ilün fe’ûlün şekline dönüşerek sekt-i melih yapıldığı görülür. Aşk konulu yaklaşık 1500 beyitten mürekkep eser 1506 yılında tamamlanmıştır. Nasihatname: Dini görüşlerinin yer aldığı küçük bir mesnevidir. 184 beyitten mürekkeptir. İbrahim Gülşeni Diyarbakır doğumlu olduğu tahmin edilen İbrahim, henüz iki yaşındayken babası vefat eder. Amcasının himayesinde eğitimini sürdürür. Tebriz’de tanıştığı Kazasker Molla Hasan’ın yardımıyla medrese eğitimi görür. Dede Ömer Ruşeni, Tebriz’e geldikten sonra İbrahim’i irşat eder. Dede Ömer, ölümünden önce İbrahim’i halifesi ilan eder. İbrahim, bu yolla İbrahim Gülşeni olmuştur. Akkoyunluların otoritesi zayıfladıktan sonra Diyarbakır’a giden Gülşeni, Safevilerin bölgeyi tehdit etmesi üzerine önce Maraş’a sonra da Kudüs’e gider. Kudüs’te erbain çıkardıktan sonra Kahire’ye gider. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı aldıktan sonra Gülşeni’ye ilgi 6 göstermiş ve dergâhını kurması için zatına arazi tahsis etmiştir. 1534’te Mısır’da vefat etmiştir. İlk şiirlerini Heybeti mahlasıyla söylemiş daha sonra Gülşeni mahlasıyla şiirlerine devam etmiştir. Arapça şiirlerinde Halili mahlasını kullanmıştır. Gazellerinin makta beytinde kendi mahlasıyla birlikte Ruşeni’yi anmıştır. Türkçe konusunda hassasiyet gösteren Gülşeni, soyunu Oğuz Kağan’a dayandırmaktaydı. Halvetiliği benimseyip Mevlevilik yorumunu ekleyerek sufi gelenekte yeni bir kol oluşturan Gülşeni, şiirleri kadar mistik tecrübeleriyle de kültür hayatımız açısından çok önemli bir şahsiyettir. Eserleri Üç dilde eserler vermiştir. Türk edebiyatı açısından en önemli eseri Türkçe şiirlerini içeren divanıdır. Pendname, Razname, Kıdemname ve Çobanname diğer Türkçe eserleridir. Mevlana ve Hafız-ı Şirazi etkisinde söylediği gazellerini Farsça divanında bir araya getirmiştir. Rubailerini Kenzü’l-cevahir adlı bir kitapta toplamıştır. Farsça eserlerinin en önemlisi Manevi’dir. Manevi: Mesnevi’ye nazire olarak yazıldığı söylenen eser 40 bin beyittir. Çağatay Sahası Türk Edebiyatı En görkemli dönemini Hüseyin Baykara zamanında (1469-1506) Herat çevresinde yaşar. 16. yüzyılda Çağatay edebiyatı, Şeybaniler ve Babürler tarafından temsil edilir. Babür Şah Zahirüddin Babür Şah, 14 Mart 1483’te Fergana’da doğdu. Timur’un torunlarından Ömer Mirza’nın oğludur. Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai’den sonraki en büyük ismidir. Babürname dünyaca ünlü bir eserdir. Türkçenin farklı coğrafyalarda konuşulmasına katkıları olan Babür Şah, güzel sanatlara düşkün bir devlet adamıydı. Hat sanatında hatt-ı Babüri diye bilinen bir tarzı icat etmiştir. Babürname: Babür’ün en ünlü eseri Vekayi adıyla bilinen hatıratıdır. Babür Divanı Aruz Risalesi: Aruz veznini ve nazım biçimlerini Farsça ve Türkçe örnekler vererek açıkladığı eseridir. Mübeyyen: Hanefi fıkhıyla ilgili konuları mesnevi biçiminde fe’ilâtün mefâ’îlün fe’ilün ölçüsüyle anlattığı bu eserini çocukları Hümayun ve Kâmran’a öğüt amacıyla yazmıştır. Risale-i Validiyye: Ubeydullah Ahrar’ın sufi ahlakıyla ilgili eserinin mesnevi biçimindeki uyarlamasıdır. Ünite 3 Türk Edebiyatının İki Zirve Şairi Fuzuli (1483-1556) Hayatı boyunca Bağdat ve Kerbela çevresinde yaşayan Fuzuli’nin, İstanbul’dan uzak kalması ve Şii mezhebine bağlı olması nedeniyle şair tezkirelerinde adına pek rastlanmaz. Türkmenlerin Bayat boyuna mensup olduğu tahmin edilen Fuzuli’nin doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Asıl adı Mehmet’tir. Babasının ismi ise Süleyman’dır. Âlim kişiliğinden ötürü Mevlana Fuzuli diye bahsi geçer. İlk kasidesini Akkoyunlu Elvend Bey’e sunmuştur. Ali bin Muhsin’e de kasideler sunduğu bilinir. 1508 yılında Bağdat Şah İsmail’in eline 7 geçince Beng ü Bade adlı mesnevisini ona takdim eder. Bağdat valisi İbrahim Han Musullulu’ya da kaside ve terci-bent sunmuştur. 1534’te Kanuni Bağdat’a geldiğinde Kanuni ve yakınındaki devlet adamlarına şiirler takdim ederek onların yakınlığını kazanmaya çalıştı. Necef’teki Hz. Ali Türbesinde türbedarlık yaptığını sandığımız Fuzuli, ölümüne dek bu çevrede yaşamış olmalıdır (bu varsayıma göre). Türkçe ve Farsça divanlarının dibacelerinde şiir hakkındaki görüşlerini ortaya koymuştur. Şiirlerinde okuyucuyla bütünleşen ve okurları etkisi altına alan yalın, içten bir söyleyiş vardır. Şiirleri, duyguları en ince ayrıntılarına kadar ifade eder. Sözcüklerin çağrışım gücüne inanır. Çok anlamlı kelimeleri sıklıkla kullanır. Gazellerinde sadelik ve halk zevkleri, kasidelerinde ise düşünce ve belagat öne çıkar. Coşkusunu gazellerinde, bilgin tavrını ise kasidelerinde ortaya koyar. Kullandığı dil ağırlıkla Azeri Türkçesinin özelliklerini yansıtır. Osmanlı Türkçesi ve Çağatay Türkçesinden de uzak durmadığı için geniş coğrafyalarda şiirleri okunmuştur. Fuzuli’nin şiiri Türkçenin aruza uyum sürecindeki önemli aşamalardan biridir. Şiirlerinde imale ve zihaf gibi aruz arızaları yok denecek kadar azdır. Şiirlerinde asla gözden düşmeyecek evrensel temaları işlemiştir. “Aşk imiş her ne var âlemde” dizesiyle aşkın bir durum değil varlık sebebi olduğunu ifade eder. Fuzuli’yi Etkileyen Şairler ve Fuzuli’nin Etkileri Fars şairlerden Hafız, Molla Cami, Nizami ve Selman-ı Saveci’nin şiirlerinden ilham almıştır. Türkçe şairlerden ise aynı lehçenin temsilcisi Habibi’nin tesiri altında kalmıştır. En fazla ilgi duyduğu ve birçok şiirine nazire yazdığı isim Ali Şir Nevai’dir. Necati ve Nevayi’nin bazı şiirleri için de nazire söylemiştir. Fuzuli’den etkilenmemek mümkün olamadığı gibi onun şiirleri için nazire söylememiş divan şairi yok gibidir. Hemen her cönkte şiirlerine rastlanması halk arasında da çok sevildiğinin göstergesidir. Şiirlerinin yanı sıra kelam ilmiyle ilgili Matla’u’l-itikad fi marifeti’l-mebve ve’l-me’ad adlı bir eseri vardır. Divanı mensur bir mukaddime ile başlar. Divandaki kasidelerden en meşhuru “su” redifli naattır. Divanda 3 yüz kadar gazel yer alır. Molla Cami’ye ait olan kırk hadis şerhini Türkçeye uyarladığı bir eseri daha vardır. Türkçe gazelleri, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve Hadikatü’s-Süeda adlı makteli halk arasında meşhurdur. Baki (1526/27 – 1600) Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir. İstanbul’da doğdu. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmet Efendi’ydi. Genç yaşta söylediği şiirleri, Beyazıt Camii avlusundaki dükkâna giderek Zati’ye gösterir. Duyduğu şiirin karşısındaki gence ait olamayacak kadar güçlü olmasından dolayı, Zati, Baki’ye tazmin yapmaması için uyarılarda bulunur. Daha sonra şiirlerin Baki’ye ait olduğundan emin olunca takdirlerini sunar. İlerleyen yıllarda saray çevrelerinin beğenisini kazanan Baki, Kanuni’nin gözde şairleri arasında başı çekmiştir. Kanuni’nin ölümünden sonra Murat Paşa Medresesi müderrisliğinden azledilen Baki’nin hayatı iniş-çıkışlı bir döneme girdi. 1570’li yıllarda Sokullu’nun dikkatini çekmeyi başaran Baki, Padişah için yazdığı nazireler ve kasidelerden sonra 1573’te Sahn müderrisliğine tayin edildi. III. Murat döneminde Süleymaniye müderrisi oldu. 1576’da 8 Selimiye müderrisliğine, 1579’da da Mekke kadılığına atandı. 1584 ve 1586 yıllarında iki dönem İstanbul kadısı olarak görev yaptı. Aynı yıl Anadolu kazaskeri oldu. Rumeli kazaskerliği ve nihayetinde Şeyhülislamlık makamlarında gözü olan Baki 1592’de Rumeli kazaskeri oldu. Üç ay sonra da emekli edildi. 2 yıl emeklilikten sonra III. Mehmet’in tahta çıkmasıyla kulis çalışmalarına başlayan Baki Sultan’ın ilgisini çekti ve yeniden Rumeli kazaskerliğine atandı. 6/7 ay sonra görevinden azledildi (başkaları da kulis yapmaktaydı). 1598’de aynı makamı üçüncü kez ele geçirdi. Şeyhülislamlık hedefi için ise ömrü vefa etmedi. 7 Nisan 1600’de vefat etti. Baki, Osmanlı şiirinde klasik söyleyişin en büyük üstadı kabul edilir. Şiirlerinde mana ve aruz uyumu en üst seviyededir. Fuzuli’nin aksine Baki’de coşkulu ilhamlar yoktur. Baki şekil mükemmeliyetine önem verir. Şiirini ince hayallerle, nüktelerle süsler. Tevriye ve harf oyunlarıyla zenginleştirdiği dizelerinde saklanmış olan ikincil manaları yakalamak kolay değildir. Şiirlerinde tabiat ve İstanbul’da çizgilere sıkça rastlanır. “Âvâzeyi bu âlemde Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş” Eserleri Divanını kırk yaşlarındayken, Kanuni’nin isteğiyle tertip etmiştir. 1994 yılında hazırlanan Baki Divanı’nda 27 kaside, 9 musammat ve 548 gazel vardır. Divanında dini içerikli naat, münacaat gibi şiirler bulunmaz. Fezâilü’l-Cihad: Muhyittin Ahmet b. İbrahim’e ait, kısa ado Meşari’u’l-Eşvak olan ve cihadın faziletlerinden söz eden eserin tercümesidir. Fezail-i Mekke: Sokullu’nun emriyle Arapça’dan tercüme ettiği bu eseri III. Murat’a sunmuştur. Mealimü’l-Yakin fi Sireti Seyyidi’l-Mürselin: Şehabettin Ahmet b. Hatib el-Kastallani’nin Mevahibü’l-Ledüniyye adlı siyerinin tercümesidir. Ünite 4 Klasik Dönem Divan Şairleri Zati (1471-1546) Balıkesir de doğdu. Çizmecilik mesleğiyle hayata atıldı. Remil merakı ve sözün sırlarının keşfi peşinde İstanbul’a gitti. Hadım Ali Paşa’nın himayesine girdi. Şiirleri beğenildi ve İstanbul’da yaşamaya devam etti. Zati’nin Bayezid Cami yakınındaki remilci dükkânı şairlerin uğrak yeri olur. Genç şairlerin de kendilerini gösterdikleri, sınadıkları bir mekân haline gelir Zati’nin remilci dükkânı. Necati’nin şiirlerinde öne çıkan yerlileşme arzusunu devam ettirir. Başta Bakî olmak üzere devrin pek çok şairine kılavuzluk etmiştir. 1825 gazeli vardır. Gazelleri dışında Edirne Şehrengiz’i türünün ilk örneği durumundadır. Şem ü Pervane adlı mesnevisi aynı konuyu işleyen diğer eserlere kıyasla daha çok rağbet görmüştür. Şairin bir de Letaif’i vardır. Hayali (1497/99-1556/57) Asıl ismi Mehmet, lakabı ise Bekâr Memi’dir. Vardar Yenicesi’nde doğdu. Kısa zamanda Kanuni’nin yakın çevresine dahil olmuştur. Hayali’yi destekleyen İbrahim Paşa ve İskender 9 Çelebi’lerin vefatlarından sonra onu çekemeyenler saraydan uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Son dönemlerini Edirne’de geçirdi. Rumeli şairlerinin eserlerinde görülen dünyaya karşı mesafeli duruş, samimi eda, yerlilik arzusu ve tasavvufi heyecan, şiirlerinde göze çarpar. Gazelleriyle çağdaşlarını ve ileri dönem şairlerini etkilemiştir. Bilinen tek eseri Hayali Divanı, Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmıştır (1945). Nevi (1533/4-1599) Asıl ismi Yahya’dır. III. Murat tarafından şehzade hocası olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III. Murat dönemlerinde olağanüstü ilgi görmüştür. Vefat ettiğinde geride otuzdan fazla eser bırakmıştır. Kasideleri arasında Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü vesilesiyle yazdığı Suriyye meşhurdur. Hocalığını yaptığı şehzadelerin öldürülmeleri üzerine söylediği mersiyeleri de ünlüdür. Berceste mısraları ve gazelleriyle ünlüdür. Biyografi yazarı oğlu Atayî, babasının otuzdan fazla eser yazdığını belirtir. Çeşitli bilimlerden söz eden ansiklopedik Netayicü’l-Fünün çok ilgi görmüştür. En önemli eseri Nevi Divanı’dır. Emrî (Öl. 1575) Asıl ismi Emrullah’tır. Edirne’de doğdu. Hayatı boyunca devrin ileri gelenlerinden uzak durmuştur. Kimse için övgü şiiri yazmamıştır. Esrar tutkunu olduğu kaynaklarda kayıtlıdır. Muamma şairi olarak tanınır. Muamma konusunda o kadar ileridir ki muammalarının çözümünü içeren eserler neşredilmiştir. Emri Divanı ve muammaları M. Yekta Saraç tarafından yayımlanmıştır (2002). Ünite 5 Klasik Dönem Divan Şairleri II Lamiî Çelebi (1472-1534) Farsçadan, özellikle Abdurrahman Cami’den yaptığı çevirilerle divan şiirinde farklı arayışları temsil eden kilit isimlerden biridir. Bursa’da doğdu. Asıl adı Mahmut’tur. Dedesi Nakkaş Ali, Bursa’daki Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’nin nakışlarını icra etmiştir. II. Bayezid döneminde adını duyurmaya başlayan Lamiî Çelebi, asıl ününe Yavuz Sultan Selim döneminde ulaşmıştır. 1509’da kaleme aldığı Hüsn ü Dil adlı eserini Yavuz’a sunduktan sonra kendisine 30 akçelik aylık bağlanmıştır. Saygın bir kişiliktir. Âşık Çelebi onun için “şi’r ü inşâyı şîr ü şeker gibi cem’ etti” diyerek onun hem nazımda hem de nesirdeki başarısına dikkat çekmiştir. Çağdaşı Gelibolulu Ali’de onun nesirdeki üstünlüğünü, Şerefü’l-İnsan ve Şevahidü’n-Nübüvve adlı eserleri överek belirtmiştir. Divanı dışında on altı manzum eseri vardır. İki hamse oluşturabilecek kadar çok eser yazmıştır. Mesnevilerinde kendisinden önce hiçbir şairin ele almadığı birçok konuyu işlemiştir. Lamiî Çelebi’nin eserlerinde tasavvuf önemli yer tutar. Bursa’da Emir Ahmed Buhari’ye bağlanıp Nakşibendi tarikatına girmiştir. Kendisi gibi Nakşi olan Abdurrahman Cami ile tanışıp onun eserlerini tercüme ederek Cami-i Rum lakabını almıştır. - Üretken (velud) bir şair ve yazardır. İki hamse sahibidir. 10 - Nesirde üstattır. Mükemmel ve mürettep divan sahibidir. Âlim şairlerdendir. Abdurrahman Camiî’den yaptığı tercümelerle Cami-i Rum diye anılır. Eserleri Fars şiirinde örnekleri olduğu halde Türk edebiyatında daha önce ele alınmamış Vamık u Azra, Vis ü Ramin gibi mesneviler ilk defa Lamiî Çelebi tarafından yazılmıştır. Abdurrahman Cami’nin siyeri Şevahidü’n-Nübüvve, evliya tezkiresi Nefahâtü’l-Üns ve felsefi-alegorik aşk mesnevisi Salaman u Absal’ını Türkçeye çevirmiştir. Şehrengiz-i Bursa ve Hayretname’sini de içine alan Lamiî Divanı, divan şiirinin dayandığı sanat anlayışını anlatan dibace ile başlar ve beş defterden oluşur (1989’da Burmaoğlu, divanı yayınlamıştır). Lamiî Çelebi’nin şiirleri ve sanatı hakkında malumat için Sadettin Eğri’nin Bir Bursa Efsanesi – Lamiî Çelebi adlı kitabı önerilir. Gelibolulu Mustafa Ali (1541-1600) Şair, tarihçi ve devlet adamı olarak tanınır. İlk zamanlarda Çeşmî mahlasını kullanmıştır. 19 yaşındayken Kütahya’da şehzade Selim’in (II. Selim) divan kâtipliğine getirildi. Ardından Gelibolulu Lala Mustafa Paşa’nın yanında önce Halep’te ardından da Şam’da divan kâtipliği yaptı. Mustafa Paşa’nın azledilmesinden sonra Manisa’da Şehzade Murat’ın yanına sığındı (III. Murat). 1569’da İstanbul’a döndü. Heft Meclis adlı eserini Sokullu’ya sundu. 1570’te Bosna’ya divan kâtibi olarak atandı. III. Murat tahta çıkınca İstanbul’a gelerek bazı kasidelerle birlikte Zübdetü’t-Tevarih adlı eserini sultana sundu. Beklediğini alamayınca Bosna’ya döndü. 1578’de yeniden Lala Mustafa Paşa’nın maiyetine katıldı. Halep’te tımar defterdarlığına getirildi. Nüshatü’s-Selatin’i yazdı. Nusretname ve Camiu’l-Buhur Der-Mecalis-i Sur adlı eserlerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a gitti. Yine umduğunu bulamadı. 1585’te Erzurum hazine defterdarı olarak görev yaptı. Daha sonra da Bağdat’ta mal defterdarlığına atandı. 1589’da Sivas defterdarlığına tayin edildi. Riyazü’sSalikin adlı eserini yazıp padişaha sunmak üzere İstanbul’a döndü. 1592’de yeniçeri ocağı kâtipliğine atandı. Yaptırdığı evin inşasında acemi oğlanları çalıştırdığı için işinden oldu. 1593’te Gelibolu’ya döndü. III. Mehmet tahta çıkınca yazdığı cülusiyeyle övgü kazandı. Mısır defterdarı olmak istediyse de Sivas defterdarlığı ile Amasya sancak beyliği ve Rum defterdarlığını alabildi. Amasya’da dört yıl kaldıktan sonra Kayseri’ye mirliva olarak atandı. 1599’da Cidde sancakbeyliğine atandı. Gelibolulu Mustafa Ali dört divan tertip etmiş, hamse oluşturacak kadar mesnevi yazmış (Mihr ü Mah, Riyazü’s-Salikin, Tuhfetü’l-Uşşak, Camiü’l-Buhur DerMecalis-i Sur, Mihr ü Vefa) bir şairdir. Divanlarında çeşitli nazım şekillerini kullanmıştır. Ali Divanı’nda bahr-ı tavil örnekleri de vardır. Divanlarında bulunan 1549 gazeliyle en çok gazel yazan şairler arasında yer almıştır. Çağdaşı pek çok şaire nazireler söylemiştir. Şiirlerinde Hafız-ı Şirazi ve Molla Cami’nden etkiler görülür. Şiirlerinde aruzun imkânlarını denedi. Osmanlı coğrafyasından yer adları ve yerel ifadelere şiirlerinde yer verir. Eserleri Manzum ve mensur olmak üzere elliden fazla eser vermiştir. Tarih ve biyografi (Künhü’lAhbar, Nusretname, Menakıb-ı Hünerveran), münşeat (Menşeü’l-İnşa ve Münşeat), menkıbe (Mirkatü’l-Cihad), siyasetname (Nasihatü’s-Selatin), tercüme ve çeşitli konularda risaleleri ve divanları (4 divanı vardır) vardır. İlk divanı gençliğinde yazdığı şiirleri içerir. Hayatının diğer dönemlerinde yazdığı şiirlerini Varidatü’l-Enika ve Layihatü’l-Hakika adlı eserlerinde tasnif etmiştir. Gazellerinden seçtiği yüz matla beytini Gül-i Sad-berg’i adı altında 11 toplamış, Varidatü’l-Enika ve Layihatü’l-Hakika adlı eserlerinden yaptığı seçmeleri bir mukaddimeyle birlikte Sadef-i Sad-güher adı altında toplamıştır. Bağdatlı Ruhi (1534/35-1605/6) Asıl adı Osman, mahlası ise Ruhi’dir. Doğumu, Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine rastlar. Babası, seferden hemen sonra Bağdat’a yerleşen Rumeli kökenli bir ailedendir. Kaynaklardan seyahat etmeyi sevdiğini öğreniyoruz. Ömrünün son yıllarında Şam’da Azmizade Haleti ile birlikte 2 yıl çalışmıştır. Ruhi, çok sayıda gazel yazmıştır (divanında 1115 gazel vardır). Rintçe bir edayla yazılmış gazelleri liriktir. Sosyal olaylara duyarlıdır. Fuzuli’nin Şikâyetname olarak bilinen mektubunda dile getirdiği aksaklıkları gazel formunda dile getirmiştir. Terkib-bendi meşhurdur. Çok sayıda şair bu şiire nazire söylemiştir. Dönemin zihniyetini anlamak için Sabri Ülgener bu şiir üzerinde çalışmalar yapmıştır. Ruhi’nin şiirleri sade ve yabancı sözcüklerden uzaktır. Söz sanatlarına da fazla yüz vermez. Bilinen tek eseri Türkçe divanıdır (Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır, Bursa 2001). Ünite 6 16. Yüzyıl Mesnevileri 16. yüzyılda yazılan çok sayıdaki mesnevide dikkat çeken konular aşk, tasavvuf ve tarihtir. Ahmed-i Rıdvan, Taşlıcalı Yahya, Lamiî, Gelibolulu Ali, Şemseddin-i Sivasi ve Celili bu yüzyılın hamse sahibi şairleridir. Ahmed-i Rıdvan eserlerini II. Bayezid adına tertip etmiştir. Divanın yanı sıra, İskendername, Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü Şirin, Rıdvaniyye ve Mahzenü’l-Esrar’dan oluşan Hamsesi ve Şehzade Ahmet adına yazılmış Heft Peyker adında bir mesnevisi daha vardır. Taşlıcalı Yahya; Gencine-i Raz, Şah u Geda, Usulname yahut Kitab-ı Usul, Yusuf u Züleyha, Gülşen-i Envar’dan müteşekkil hamsesi vardır. Bursalı Lamiî; ondan fazla mesnevisi vardır. Salaman u Absal, Ferhad u Şirin, Şem ü Pervane, Vamık u Azra, Vis ü Ramin, Hüsn ü Dil, Edhem ü Hüma, Gûy u Çevgân, Mevlit, Maktel-i Hüseyin mesnevilerinden bazılarıdır. Gelibolulu Mustafa Ali; Mihr ü Mah, Tuhfetü’l-Uşşak, Rüyazü’s-Salikin, Mihr ü Vefa, Cemiü’l-Buhur adında mesnevileri vardır. Şemsettin-i Sivasi; Mesnevilerinin tamamı dini ve tasavvufi konulardadır. Mesnevileri; Mevlit, Süleymanname, İbretnüma, Miratü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvak. Bursalı Celili; Hüsrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Hecrname, Mehekname, Gül-i Sad Berg. Aşk ve Macera Mesnevileri Yusuf u Züleyha 12 Mesnevi tarzında en çok işlenen konudur. Olay örgüsünü Yusuf ile Züleyha’nın rüyaları, Yusuf’un kervanla Züleyha’nın düğün alayıyla Mısır’a gidişi, Yusuf’un köleliği, zindandan kurtulup Züleyha’yla kavuşmasıdır. 16. yüzyılda bu konuyu Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari, Şerifi ve Taşlıcalı Yahya işlemiştir. Kemal Paşazade’nin 7777 beyitten müteşekkil mesnevisi bu konuda yazılan mesnevilerin en ünlülerindendir. Leyla vü Mecnun İlk kez Genceli Nizami tarafından mesnevi biçiminde Farsça olarak işlenen bu konunun kökeni bir Arap halk hikâyesine dayanmaktadır. 16. yüzyılda Sinan Behişti, Kadimi, Celili, Sevdayi, Larendeli Hamdi, Celalzade Salih ve Halife tarafından işlenmiştir. Ahmed-i Rıdvan’ın mesnevisi ise eksiktir. Azeri sahasında bu konuyu Fuzuli ve Hakiri işlemiştir. En meşhuru Fuzuli’nin 3098 beyitlik mesnevisidir. Hüsrev ü Şirin / Ferhad u Şirin Sasani hükümdarı Hüsrev ve onun Şirin’le olan ilişkisi Şehname’de anlatılır. Bu konuyu aşk mesnevisi olarak işleyen ilk kişi Nizami’dir. Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şirin’i 6308 beyittir. Fars edebiyatında 14. yüzyılda Arifi’den itibaren, Türk edebiyatında da Ali Şir Nevai’den sonra hikâyenin kurgusu değişmeye başlar; yardımcı karakter olan Ferhat, asıl karaktere dönüşür. 16. yüzyıl divan şairlerinden Harimi, Lamiî ve Şani, Ferhat’ı asıl kahraman olarak işlemişlerdir. Şem ü Pervane Kelebeğin mum ışığı karşısındaki dansının hikâyesi kitap olarak ilk defa Fars şiirinde Ehli-i Şirazi tarafından işlenmiştir. Osmanlı şairlerinden Lamiî Çelebi, Muidi ve Zati Şem ü Pervane yazmışlardır. Zati’nin 3937 beyitlik mesnevisi çok ilgi görmüştür. Zati’nin eserindeki hikâyenin konusu Rum padişahı Jale’nin oğlu Pervane’nin Çin hükümdarı Fağfur’un kızı Şem’e olan aşkıdır. Gül ü Bülbül En çok beğenilen Gül ü Bülbül mesnevisi Kara Fazlî’ya aittir. İznikli Bekayi’de aynı konuyu işleyen bir mesnevi yazmıştır. Kara Fazlî’nın alegorik eseri ilk bakışta beşeri bir aşkı anlatmaktadır. Eserin ilerleyen bölümlerinde sembolik anlatım tasavvufi kimliğe bürünerek eserin değerini arttırır. Rum ülkesinin padişahı Bahar Şah’ın oğlu Gül, yansımasını görünce kendi güzelliğine vurulur. Nesim’den daha güzeli var mı diye araştırmasını ister. Bülbül ise aşk derdinden viran düşmüş bir başka şehzadedir. Gül’den haber aldıkça aşkı derinleşir. İnlemeleri Gül’e kadar ulaşır. Ancak Gül, naz edip Bülbül’ü başından savar. Varisi olduğu Gülşen şehri saldırıya uğrayan Gül, dağlara sığınır. Gül’ün babası Bülbül’ü hapsettirir. Gülşen şehri kurtarıldıktan sonra Bülbül serbest bırakılır. Ancak bundan sonra Gül ile Bülbül birlikte eğlenebilirler. Hikâyede gülşen, vücudu; bahar şah, aklı; gül, ruhu; bülbül, gönlü; nesim, nefesi; lale, sevgiliyi; cuy, sevgilinin tecelli ettiği yeri; jale, şevki; sünbül, kıskançlığı; har ise kibri temsil etmektedir. Vamık u Azra Bursalı Lamiî, 5981 beyitlik mesnevisini Fars şair Unsuri’nin aynı adı taşıyan mesnevisinden esinlenerek yazmıştır. Manisalı Cami’de Vamık u Azra yazmıştır. 13 Çin hükümdarı Taymus, Turan hükümdarının kızıyla evlenir ve Vamık doğar. Azra, Gazne hükümdarının kızıdır. Vamık, Azra’yı bulabilmek için yollara düşer. Çok çeşitli badireler atlatan âşıklar nihayet vuslata erer. Salaman u Absal Lamiî’nin 1903 beyitten oluşan bu eseri esasen Molla Cami’nin eserinin bir tercümesidir. Ancak çeşitli didaktik eklemelerle salt bir çeviri olmanın ötesindedir. Yunan hükümdarının çocuğu olmamaktadır. Sihir yoluyla bir çocuğu olur. Annesi olmayan Salaman’a sütanne olarak Absal seçilir. Salaman büyüdükçe Absal ona âşık olur. Âşıkların hali hükümdarı rahatsız edince ikisi birlikte kaçarlar. Yolları sihirle engellenince geri dönmeye karar verirler. Karşılarına çıkan engelleri Hz. Hızır’ın yardımıyla aşarlar. Baba, birlikteliklerine engel olunca birlikte ateşe atlamak isterler. Absal ölür, Salaman ise babasının yardımıyla kurtulur. Kahrolan Salaman, hükümdarın danışmanının eğitimine girer. Danışman Salaman’ı ebedi güzelliğim âşığı haline getirir. Hükümdar tacını Salaman’a bırakır. Şah u Geda İlk defa Fars edebiyatında Hilali tarafından mesnevi tarzında işlenmiştir. Bursalı Rahmi ve Taşlıcalı Yahya Şah u Geda adında mesnevi yazmıştır. Hikâye Şah’ın güzelliğine hayran olan Geda’nın feryatlarıyla başlar. Şah, kendisini görebilmesi için Geda’ya izin verir. Rakip, Geda’yı çocuklara taşlatır. Geda, mağaraya saklanır. Başına konan güvercinle Şah’a durumu haber eder. Çeşitli sıkıntılardan sonra Şah tahta Geda’da Şah’a kavuşur. 16. yüzyıl şairlerinden Taşlıcalı Yahya hikâyenin kurgusunda değişiklikler yapar. Aşkını dile döken Geda, Şah tarafından kınanır. Geda, inzivaya çekilir. Ahıyla Şah hastalanır, duasıyla iyileşir. Şah, Geda’nın aşkıyla kendini harap etmesine kabullenemez. Yahya’nın mesnevisi dünyevi aşkı küçümseyen, bunun yerine ilahi aşkı öven içeriğiyle diğerlerinden ayrılır. Mesnevi türü içerisinde yerli konulara yer vermesi bakımından Şah u Geda önemlidir. Yahya’nın mesnevisinde olaylar İstanbul’da geçmektedir. Mesnevi içerisinde yer yer şehrin tasvirleri bulunabilir. Cemşid ü Hurşid Hikâye Çin hükümdarı Fağfur’un oğlu Cemşid ile Rum hükümdarı Kayser’in kızı Hurşid arasındaki aşk üzerine kuruludur. 16. yüzyılda Abdi’nin yazdığı Cemşid ü Hurşid mesnevisi 5940 beyittir. Hubbi Ayşe’nin yazdığı mesnevi ise bulunamamıştır. Cemşid, rüyasında gördüğü güzeli arar. Ressam Mihrab’ın tuvalinde âşığının suretini görür ve anlar ki Rum hükümdarının kızı Hurşid’dir aşkı. Ordusuyla birlikte yola koyulur. Türlü badirelerden sonra Hurşid’e ulaşır. Annesi Efser, Hurşid’i hapseder. Kayser, Cemşid’i vezir tayin eder. Mihrab, Efser’i ikna eder ve âşıklar görüşmeye başlar. Hurşid’i isteyip de alamayan Şadi, Rum ülkesine savaş açar. Kumandan Cemşid, harbi kazanır. Âşıklar evlenip Çin’e giderler. Cemşid, hükümdar olur. Varka ve Gülşah Hikâye ilk olarak Gazneliler devrinde Ayyuki adlı bir şair tarafından kaleme alınmıştır. 16. yüzyılda Yusuf-ı Meddah tarafından mesnevisi yazıldıysa da yaygınlaşmamıştır. Aynı yüzyılda Defteremini Mustafa Çelebi’de Varka ve Gülşah mesnevisi yazmıştır. Hümam ve Hilal kardeştir. Hümam’ın oğlu Varka, Hilal’in kızı ise Gülşah’tır. Kuzenler birlikte büyür ve birbirlerine âşık olurlar. Evlenmelerine karar verilir. Rebi İbni Adnan, âşık olduğu Gülşah’ı kaçırır. Kabileler arasında çıkan çatışmada Varka esir düşer, babası ölür. Savaşlar devam eder, Varka Gülşah’ı kurtarıp yeniden düğün hazırlıklarına girişir. Gülşah’ın annesinin istediği ağırlık vuslata engel olur. Varka, varlık bulmak üzere Yemen’e dayısının yanına gider. Geride kalan Gülşah, Şam padişahı Melik Muhsin ile evlendirilir. Memleketine 14 dönen Varka’ya Gülşah’ın öldüğü söylenir. Gerçeği öğrenip Şam yollarına düşer. Yolda yaralı düşer. Şam’a ulaşınca saraya misafir olur. Sarayın hanımı konumundaki Gülşah’la görüşmeyi doğru bulmaz ve oradan ayrılır. Yolda ölür. Varka’nın öldüğünü öğrenen Gülşah intihar eder. Zaman sonra Hz. Muhammed Şam’da Melik Muhsin’e konuk olur ve nedenini öğrenir. Melik Muhsin, âşıkların yeniden dirilmesi için dua ister. Hikâye âşıkların tekrar hayat bulmasıyla son bulur. Burada tanıtılanlar dışında mesnevi geleneği içinde kayda değer diğer başlıklar: Niğdeli Muhibbi ve Abdi’nin Gül ü Nev-rûz, Lamiî’nin Vis ü Râmin, Haşimi’nin Mihr ü Vefa, Gelibolulu Mustafa, Çorlulu Zarifi ve Kıyasi’nin Mihr ü Mah ve Ahi’nin Hüsn ü Dil adlı eserleri 16. yüzyılın çift kahramanlı aşk ve macera hikâyeleridir. Ünite 7 16. Yüzyıl Mesnevileri II Dini ve Tasavvufi Mesneviler İslami konular çeşitli edebi eserlere konu olmuştur. Lamiî Çelebi, Behişti ve Şemsettin Sivasi mevlit yazmıştır. Dini ve tasavvufi konuları ele alan şair ve yazarlar Genceli Nizami’nin yolunu izlerler. Nizami’nin Mahzenü’l Esrar’ı pek çok şair tarafından örnek alınmıştır. Eserlerde anlatım sade; olay örgüsü basittir. Zira amaç öğüt vermek, okuyucunun anlatılandan dersler çıkarmasını sağlamaktır. Lamiî Çelebi’nin Gûy u Çevgân adlı mesnevisi hem aşk hem de tasavvufi konulara yer verir. Gûy u Çevgân, Fars şair Arifi’nin aynı adlı eserine alegorik tarzda yazılmış bir naziredir. Eserede gûy, sevgili; çevgân ise âşığı temsil eder. 1893 beyitlik eser mef’ûlü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Mahzenü’l Esrar’a Anadolu sahasında yazılan ilk nazire Ahmed-i Rıdvan’ın Mahzenü’l Esrar’ıdır. Rıdvan’ın Rıdvaniyye’si de dini ve ahlaki öğütler içerir. Yahya Bey’in Gülşen-i Envar, Gencine-i Raz ve Kitab-ı Usul benzer eserlerdendir. Dini ve mistik konularda en çok dikkat çeken eser Azeri İbrahim Çelebi’nin 3140 beyitlik Nakş-ı Hayal adlı mesnevisidir. Cinani’nin Riyazü’l-Cinan’ı Nakş-ı Hayal tesiriyle yazılmıştır. Yirmi ravzaya ayrılan eserin her bir bölümünde ağırlıkla ahlaki konulara verilir. Cinani’nin Cilau’l-Kulub adlı eseri yirmi ıkda ayrılır. Dini içerikli bir eserdir. Bursalı Rahmi’nin Gül-i Sad-Berg’i Nizami’nin Mahzenü’l Esrar’ına bir naziredir. Eser, 1550 beyittir. Attar’ın Esrarname ve İlahiname adlı eserlerine yazılan Türkçe nazireler de dini-ahlaki içerikli mesnevilerdir. Güvahi ve Edirneli Nazmi öğütler veren Pendname’ler yazmışlardır. Güvahi’nin Pendname’si 2133 beyittir. Şemsettin-i Sivasi’nin bütün eserleri dini ve tasavvufi konulardadır. Süleymanname’de Süleyman Peygamber kıssasını ele alır. Eser yaklaşık 1460 beyittir. İbretnüma adlı eseri Attar’ın İlahiname’sinin manzum bir özeti gibidir. Baharu’s-Sufiyye olarak da bilinen Gülşenabad adlı eseri 557 beyitten oluşan mesnevi mefâ’ilün mefâ’ilün fe’ûlün kalıbında yazılmıştır. Evrenin yaratılışı ve seyr-i süluk hakkında bilgiler içeren didaktik bir eserdir. 15 1584’te yazdığı, yaklaşık 2300 beyitlik Heşt-Behişt ayet ve hadisler ışığında adil hükümdarlar, bilginler, cömert zenginler ve tevekkül sahibi fakirler anlatılır. Mir’atü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvâk adlı eseri iyi ve kötü ahlak hakkındadır. Menakıb-ı Azam adlı eseri İmamı Azam’ın hayat hikâyesini ele alır. Tarihi ve Destani Mesneviler Osmanlı padişahlarının yapıp ettikleri de mesnevilere konu olur. Fatih döneminden itibaren görülmeyen başlanan şahname niteliğindeki bu eserler saray tarihçiliğinin ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. II. Bayezid zamanında tarihi nitelikli eserler artmış, Yavuz Sultan Selim zamanında ise padişahı merkeze alan mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Yavuz döneminin şairlerinden Üsküplü İshak Çelebi, Sücudi, Keşfi, Sühayli, Muhyi ve Edayi; dönemin bilginlerinden Hoca Sadettin ve Akkoyunlu sarayında münşilik ve lalalık hizmetlerinde bulunup daha sonra Osmanlı bürokratı olarak çalışmış olan İdris-i Bitlis ve hemşerisi Şükrü Selimname yazmışlardır. Şükri-i Bitlisi’nin Fütuhat-ı Selimiye veya Fütuhat-ı Selim Han mesnevisi I. Selim’in 1490-1520 yılları arasındaki hayatını anlatmaktadır. Hadidi’nin Süleymanname olarak da bilinen Tevarih-i Al-i Osman (y. 1523) adlı eseri Süleyman Şah’tan başlayarak 1522 yılına kadar cereyan eden olayları anlatır. Tatavlalı Mahremi Şehname’sinin birinci bölümünde II. Bayezid’in seferlerini, ikinci bölümünde Yavuz’un İran ve Mısır seferlerini, son bölümde de Sultan Süleyman’ın Rodos ve Belgrat seferlerine kadar geçen olayları anlatır. Niğde kadısı Haki, Sultan Süleyman’ın Erivan ve Nahcivan seferlerini anlatan bir Süleymanname yazar. Eyyubi’de Menakıb-ı Sultan Süleyman adlı eserinde Belgrat, Rodos ve Budin seferleri hakkında bilgi verir. Fevri, Ahlak-ı Süleyman adlı mesnevisinde Muhibbi’nin şiirlerini şerh ederek onun dünya görüşü ve kişiliği hakkında bilgi verir. Osmanlı fetihlerinin gazilik fikri üzerine kurgulanmış arka planı dini ve mitolojik motiflerle bezenerek gazavatname ve fetihnameler yazılır. İran’ın mitolojik tarihi güncelleştirilerek Osmanlı sultan ve devlet adamlarına uyarlanır. Priştineli Bahari’nin Sultan Süleyman’ın Macaristan seferini anlattığı Fetihname-i Engerus adlı mesnevisi, Fütuhi Hüseyin Çelebi’nin aynı konuyu ele aldığı Enisü’l-Guzat, Asafi’nin Şecaatname adlı eserleri gazavatname türünün başlıca örnekleridir. Yerli ve Realist Mesneviler 16. yüzyılda gündelik hayat çeşitli biçimlerde sanat eserlerine konu olur. Surnameler: III. Murat’ın şehzadesi Mehmet için 1582 yılında yapılan sünnet düğünü Gelibolulu Ali’nin Cami’u’l-Buhur der-Mecalis-i Sur adlı 2775 beyitlik eserinde anlatılır. Bu mesnevide 16 ayrı aruz kalıbı kullanılmıştır. Şehrengizler: Fars edebiyatındaki şehrâşûb adlı eserlerin Türk edebiyatındaki karşılığıdır. Tahmis biçiminde yazılan Cami’nin Manisa Şehrengizi ile muhammes biçiminde yazılmış Ravzi’nin Edincik Şehrengizi gibi istisnalar olduğu halde şehrengizler genellikle mesnevi biçiminde yazılırlardı. Mesihi ve Zati’nin Edirne şehrengizleri bu türün ilk örnekleridir. Manisalı Cami ve Derzizade Ulvi’nin Manisa şehrengizleri, Lemiî Çelebi’nin Bursa Şehrengizi, Vizeli Behişti’nin Bursa ya da Vize için yazdığı şehrengiz, Bursalı Rahmi’nin Yenişehir 16 Şehrengiz’i, Gelibolulu Ali’nin Gelibolu Şehrengiz’i bu türün 16. yüzyıldaki örnekleridir. İshak Çelebi, Âşık Çelebi, Halili ve Mani de bu yüzyılda şehrengiz yazmıştır. Çoğunlukla şairler doğup büyüdükleri yerler için şehrengizler yazmışlardır. Lamiî’nin Bursa şehrengizi edebiyat tarihi kadar tarih, sosyoloji, etnoloji gibi diğer bilim dallarıyla uğraşanlar için de geniş bilgiler verir. Hasbihaller ve Sergüzeştler: Mesnevi tarzına en uygun konulardır. Ebkâr-ı Efkâr Molla Maşizade Fikri Derviş’in yazdığı eser 1504 beyittir. Şairin Edirne ve İstanbul’da yaşadığı bir aşk hikâyesini konu edinir. Bir divan şairinin yaşadığı aşkı eserinde işlemiş olması bakımından orijinal bir eserdir. Sergüzeştname/Halname-i Sevadi Şirvanlı Sevadi’nin 3118 beyitlik eseri kendi hayat hikâyesini konu edinir. Sergüzeştname-i Zaifi Zaifi’nin 1543’te yazdığı eser kendi hayat hikâyesini konu edinir. Hasbihal Safi, hasbihal’ini 1586’de yazdı. 830 beyittir. Mesnevide toplumun çeşitli kesimlerinden insanlar hakkında bilgilere yer verilir. Nalan u Handan Muyi’nin mesnevisi 2759 beyittir. Eserdeki Nalan, şairin kendisini temsil eder. Eserdeki olay örgüsü bir rüya motifiyle başlar. Asıl hikâye bundan sonra başlar. Hecrname/Hazanname Bursalı Celili’nin eseri 483 beyittir. Kahramanı Celili olan bir aşk hikâyesini işler. Mehekname Celili’nin 87 beyitlik eseri altın, gümüş ve mihank arasında geçen aşkı anlatır. Şair bu eserde değerinin bilinmediğini sembollerle anlatmaya çalışmıştır. Sakînameler ve İşaretnameler Eğlence meclisine ait terminolojiyle yazılan sakînamelerin ilk örneği Edirneli Revani tarafından İşaretname adıyla verilmiştir. 694 beyitlik eser, başarısıyla kendisinden sonraki sanatçıları etkilemiştir. Hayreti’nin de 102 beyitlik sakînamesi vardır. Fuzuli de Sakiname / Heft Cam adıyla bilinen 327 bayitlik tasavvufi nitelikte bir mesnevi yazmıştır. Fevri’nin 55 beyit, Taşlıcalı Yahya’nın da 48 beyitlik sakînameleri vardır. Ünite 8 16. Yüzyılda Nesir 15. yüzyılda Sinan Paşa’nın Tazarruname adlı eserinden sonra estetik nesrin örnekleri artmaya başlar. 17 Fahir İz, eski Türk edebiyatında nesri dil özelliklerini dikkate alarak sade nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere üç kategoriye ayırır. Fahir İz’in tasnifi Recaizeda Mahmut Ekrem’in hem dil hem de üslup özelliklerini dikkate alarak yaptığı nesr-i sade, nesr-i müzeyyen ve üslub-i âlî biçimindeki tasnifle büyük ölçüde örtüşür. Tahir Olgun eski nesri nesr-i Mürsel ve nesr-i müseca şeklinde sınıflandırır. Mensur eserlerin sınıflandırılmasında metnin söz varlığı dikkate alınır. Metnin söz varlığı ile üslubu örtüşmeyebilir (aynı metnin içinde farklı düzeylerde dil kullanımına rastlamak mümkündür). Bu ayrıntılar Osmanlı nesrini folklorik/şifahi üslup, ilmi üslup, bedii/estetik üslup ve resmi üslup başlıkları altında incelemeyi gerektirir. Şifahi / Folklorik Üslup Konuşma diline dayanan üslup düzeyidir. Daha çok dini, tasavvufi ve dinidestani konulu eserlerde görülür. Kısa cümleler kullanılır. Devrik cümle kullanımı yaygındır. Birgili Mehmet Efendi’nin Vasiyetname’si, Sofyalı Bali’nin Etvar-ı Seba’sı, Karamanlı Abdüllatif b. Durmuş’un Âdab-ı Menazil’i ve birçok letayifname ve menakıbnameler bu tarza örnek eserlerdir. İlmi Üslup Edebi incelikle yazılmış yine bilgi vermeyi amaçlayan eserlerdir. Çeşitli söz sanatlarına yer verilir. Bu nedenle dil ve üslup ağırlaşır. 16. yüzyıldan itibaren tarih, tezkire ve ilmi eserlerin çoğu bu tarzda yazılmıştır. Eserlerin giriş bölümlerinde sanatlı anlatım tercih edilir. Konunun işlendiği bölümlerde ise anlatım daha sadedir (Gelibolulu Sururi’nin Bahrü’l-Maarif adlı şiir hakkında bilgi içeren kitabından örnekler verilmiş). Bedii / Estetik Üslup Bilimsel eserlerin yazımında karşımıza çıkan estetik kaygı taşıyan üslup, eserin sanat değerini yükseltmek düşüncesine paralel olarak ilerler. Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle başlayan dil ve üslup uygulamaları Veysi ve Nergisi ile doruğa çıkar. Bu eserlerin estetik değeri içeriklerinin önüne geçmiştir (biçim, içeriğin önüne geçerse edebiyat / okuyucu ilişkisi bozulur). Bu eserlerde Arapça ve Farsçanın imkânlarını sonuna kadar kullanan müellifler dolaylı anlatımı ön plana çıkaran, peş peşe gelen paralel cümlelerle süslü ve secili anlatımı tercih ederek kolay anlaşılamayan eserler vücuda getirdiler. Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi gibi tezkire yazarları ve Hoca Sadettin gibi tarihçilerin eserlerinde çokça örneğine rastlarız. Söz sanatlarına başvurmadan da esteti değer üretmek mümkündür; bunun en güzel örneği Fuzuli’nin Nişancı Celalzade’ye yazdığı mektuptur. Resmi Üslup Devlet yazışmaları, kararlar, emirler, hukuk metinleri gibi belgelerde gördüğümüz üsluptur. Bu üslup, resmi, sade, inandırıcı ve mantıklı olmalıdır. Bu metinlerde arkaik ve mahalli sözlere ve argoya yer verilmez. Şeyhülislam Ebusuud’un fetvaları örnek olarak incelenebilir. Mensur Türler Tarihler Yahşi Fakih, günümüze ulaşmayan ilk Osmanlı tarih metninin müellifidir. 15. yüzyılda hızlı biçimde gelişmeye devam eden Osmanlı tarih yazıcılığı (Âşık Paşazade, Neşri, Oruç Bey) 16. yüzyılda Kemal Paşazade ile birlikte farklı bir boyuta ulaşmış ve Tevarih-i Al-i Osman yazmak gelenek haline gelmiştir. Bu yüzyıldan sonra tarih yazıcılığı üslup ve 18 sanat gösterisine dönüşür. Dönemin büyük tarihçileri; Kemal Paşazade, Hoca Sadettin, Lütfi Paşa, Gelibolulu ali ve Selanikli Mustafa’dır. Kemal Paşazade 1468’de Tokat’ta doğdu. Fatih devrinin önde gelen devlet adamlarından Kemal Paşa’nın torunu olması nedeniyle Kemal Paşazade veya İbn Kemal olarak anılır. Şeyhülislamlığa kadar yükseldi. Çok sayıda eserler neşretti. Tevarih-i Al-i Osman en meşhur eseridir. Eserde Osmanlı devletinde, kuruluşundan itibaren 1533 yılına kadar meydana gelen olaylar defter adını verdiği 10 bölüm içinde ele alınır. Eser, ilk büyük Osmanlı tarihi olarak kabul edilir. Sultan Süleyman devri sadrazamlarından Lütfi Paşa, devşirme olarak saraya girmiştir. Tevarih-i Al-i Osman’dan başka vezirler için el kitabı mahiyetinde Asafname adlı bir eseri daha vardır. Celalzade Mustafa Çelebi 1494’te Tosya’da doğdu. Meslek hayatını nişancılıkla noktalamıştır. Fuzuli’nin ünlü mektubu Şikâyetname’nin muhatabıdır. Tabakatü’l- Memalik fi Derecati’l-Mesalik adlı tarihinde Sultan Süleyman devrinin olaylarını anlatır. Eser, Osmanlı toplumsal yapısı hakkında da bilgiler vermektedir. Çelebi’nin bir de Selimname’si vardır. Her iki eser de ağdalı üslupla yazılmıştır. Küçük Nişancı Mehmet Paşa bin Ramazan Çelebi, Sultan Süleyman’ın teşvikiyle Nişancı Tarihi olarak bilinen Siyer-i Enbiya-yı İzam ve Ahval-i Hulefa-yı Kiram ve Menakıb-i Selatini Al-i Osman adlı eserini kaleme almıştır. Eserde biyografilere de yer verilmiştir. Hoca Sadettin Osmanlı tarihçiliğinin zirve eserlerinden sayılan Tacü’tTevarih’i bu yüzyılda neşretmiştir. Yavuz Selim’in nedimi Hasan Can’ın oğludur. Padişah hocası ve şeyhülislam tayin edildi. III. Murat ve III. Mehmet devirlerinin en etkili devlet adamıydı. Haçova savaşında III. Mehmet’in savaş alanından geri çekilmesini engelleyerek zafer kazanılmasına ön ayak oldu. Eser, İsmet Parmaksızoğlu tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (Ankara 1979). Gelibolulu Ali’nin eseri Künhü’l-Ahbar adını taşır. Yazarın rükn adını verdiği dört bölümden oluşur. Eserin ilk üç rüknü Osmanlı öncesi olayları, son rüknü ise Osmanlı devrindeki olayları ele alır. Selanikli Mustafa Efendi’nin Selaniki Tarihi adlı eseri 1563-1600 tarihleri arasındaki olayları ele alır. Biyografiler Biyografiler önceleri/erken dönemde umumi tarihlerin içerisinde karşımıza çıkar. Müstakil ilk biyografi kitabı Lamiî’nin Nefahatü’l-Üns’ün tercüme ve zeylini ihtiva eden Fütuhu’l-Mücahidin li Tervihi Kulubü’l-Müşahidin adlı eserdir. Eserde 650 kadar evliyanın biyografisi yer alır. Bunların 48’i Anadolu evliyasıdır. Bilgin biyografileri de bu yüzyılda karşımıza çıkar; türün ilk örneği Taşköprizade İsamettin Ahmet’in Arapça olarak kaleme aldığı Şakayıku’nNu’maniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye (kısa adı Şakayık) adlı eserdir. Mecdi Mehmet tarafından Hadayıku’ş-Şakayık adıyla Türkçeleştirilmiştir. 19 Şair Tezkireleri Şairlerin hayat hikâyelerine yer veren şuara tezkireleri de ilk defa bu yüzyılda görülmeye başlanır. Sahi Bey’in Heşt-Behişt adlı eseriyle başlayan gelenek 20. yüzyılın ortalarına dek devam eder. Münşeat Mecmuaları Yazışma kurallarını belirleyen eserlerdir. İlk örnekleri 15. yüzyılda karşımıza çıkar. Bu türün çok değerli bir örneği 16. yüzyılda Feridun Bey tarafından tertip edilmiştir. 1574 yılında Münşeatü’s-Selatin adlı fermanlar, fetihnameler ve mektuplardan müteşekkil eserini III. Murat’a sundu. Bu tür metinlerde saygınlık uyandıracak ifade ve unvanlara özellikle yer verilir. Etkileme amaçlı anlatım Tacizade Cafer Çelebi ile başlamış, Celalzade ve Feridun Bey ile klasik kimliğine ulaşmıştır. Gelibolulu Ali (Menşeü’l-İnşa)ve Lamiî Çelebi de münşeat türünde eser vermiştir. İlmi Eserler Gelibolulu Mustafa Sururi / Edebiyat ilmiyle ilgili vezin, kafiye ve şiir sanatları hakkında bilgi veren Bahrü’l-Ma’arif adlı eserin sahibidir. Edebi içerikli bir diğer eser, Muidi’nin Miftahu’t-Teşbih’tir. Kınalızade Ali Efendi / Çelebi / Dini ilimler / Ahlak-ı Nasıri adlı eserden faydalanarak Ahlak-ı Alayi adlı bir eser neşretmiştir. Eser, yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Ali Çelebi’nin bir diğeri eseri Münşeat ve İnşa-yı Atik’tir. Muallim-i Sani diye anılan Ebusuud Efendi, İrşadül-Aklı’s-Selim ila Mezaya’l-Kur’ani’lAzim adlı tefsiri ile meşhurdur. Piri Reis ve Seydi Ali Reis coğrafya alanında eserler neşretmiştir. Nevi de Netayicü’l-Fünun adlı eseriyle bilginler arasında sayılmaktadır. Tasavvufi Eserler Birgili Mehmet Efendi – Vasiyetname Karamanlı Abdüllatif – Adab-ı Menazil Lamiî Çelebi – Menakıb-ı Veysel Karani Şevki – Menakıb-ı Emri Sultan Şerh ve Çeviriler Hafız Divanı, Mesnevi, Füsus, Bostan, Gülistan, Kelile ve Dimne tercümelerinden olan Filibeli Alaattin Ali Çelebi’nin Hümayunname adlı eseri en çok okunan eserlerdir. Mustafa Şemi, tercümeleriyle tanınır. Gelibolulu Sururi, Sudi Efendi ve Celalzede Salih Çelebi çeviri yapmış kimselerdir. Kitap Bitti Gönderen sozriko zaman: 21:21 Hiç yorum yok: Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş Etiketler: 16. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Türkoloji Halk Hikâyeleri HALK HİKÂYELERİ 20 Ünite 1 Hikâye kelimesi ilk defa 9. yüzyılda al-Cahiz tarafından kullanılmıştır. Hikâye anlatma ve dinleme geleneği Türklerde ilk dönem törenlerde karşımıza çıkar. Bilhassa sığır ve şölen/şeylan törenlerinde… Anlatıcıların ilk örnekleri ozanlar ve kopuzcular olmalıdır. Doğu Anadolu Bölgesi’nde serküşte, Çukurova’da bozlak adı verilen hikâyeli türkülerin halk hikâyeleri arasında sayılabilir. Bunlara şiirsiz kara hikâyeler ve koçakların maceralarını konu alan metinleri de dahil etmek gerekir. Kol: Hikâye, destan gibi metinlerdeki farklı bölümlere verilen ad (=bab). Otto Spies adlı Alman Türkolog, halk hikâyesini “bir sevgiliyi elde etme yolundaki maceraları anlatan masal” olarak tanımlamış. Halk Hikâyelerinin Özellikleri Şekil Özellikleri Halk hikâyeleri nazım ve nesir karışımı anlatmalık türlerdir. Bu yönleriyle masal, efsane ve fıkradan ayrılırlar. Halk hikâyelerinin değişmeyen kısımları manzum olanlardır. Manzum parçalar çoğunlukla hece ölçüsüyle söylenirler. Usta anlatıcılar 7,8 ve 11 heceli şiirlere ağırlık verirler. Mensur kısımlarda ise konuya sadık kalınmak suretiyle değişiklikler yapılabilmektedir. Metnin aslında olmayan ancak anlatıcının dahil ettiği ek hikâyelere rastlanabilir. Bu ek hikâyelere karavelli denir. Halk hikâyesi anlatma geleneği Doğu Anadolu’ya özgüdür diğer bölgelerde daha az görülür. Bu bölgede anlatılan hikâyeler duvaggapma, peşrov, Selçuk gibi adlarla anılan bir bölümle başlar. Bu bölüm şiirle başlayacaksa en az üç şiir okunması gerekir. Peşrev: Halk hikâyesi anlatmaya başlamadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen addır. Halk hikâyelerinde şiirler daha çok hikâyenin kahramanları tarafından söylenirler. Sersuhane: Peşrev, döşeme ve Selçuk gibi, halk hikâyesinde hikâyeye başlamadan önce söylenen manzum anlatılardan biridir. Bu ek bölümlerin, hikâyenin aslında olması şart değildir. Karavelli gibi anlatıcının eklediği parçalardırlar. Hikâyelerdeki güzel ve çirkin tasvirlerinin dili oldukça ağırdır. Bu metinler seci ve aliterasyonlarla süslenmişlerdir. İçerik Özellikleri Konuları genellikle aşk ve kahramanlıktır. Çoğu hikâyenin tarihi olaylarla yakın ilgisi vardır. Gerçek olayların yanında olağanüstülüklere de yer verilir. Kahramanlar genellikle ailenin tek çocuğudur. Dünyaya gelişleri olağanüstüdür. Padişah ve vezirin çocuğu olmaz. Olağanüstü şekilde çocuk sahibi olurlar. Kahramanların âşık olma biçimleri: Bade içme yoluyla âşık olma: kahraman rüyasında gördüğü pirin elinden bade içer. Pir dolusu bade, rüyada içilen badenin kahramana şiir söyleme yeteneği vermesine verilen addır. Kahramanların kardeş olmadıklarını öğrendikten sonra birbirlerine âşık olmaları İlk görüşte aşk Resim görerek aşk 21 Hikâyeleri anlatan özel anlatıcılar vardır. Halk hikâyesi anlatan kişilere hekâtçı, meddah, âşık gibi isimler verilir. Zorda kaldığında kahramanın yardımına koşan Hazreti Hızır figürüne rastlanır. Kahramanın atı da kahraman kadar olağanüstülük gösterebilir. Kahramanlar insanlardan başka diğer canlılar ile de konuşabilirler. Hikâyelerin başlangıç yeri genellikle Hayber, Herat ve İsfahan’dır. Masal kaynaklı hikâyelerde ise Kaf Dağı, Yemen ve Hindistan tercih edilir (mekân olarak). Genellikle mutlu sonla biterler. Halk Hikâyelerinin Kaynakları Halk hikâyelerinin kökenleri hakkındaki ilk görüş Fuad Köprülü’ye aittir. -Eski Türk geleneğinden gelen konular: Dede Korkut, Köroğlu -İslam geleneğinden gelen dini konular: Mevlid, Menkıb-i Seyyid Battal Gazi, Hazreti Ali Cenkleri, Hazreti Hamza’nın Kahramanlıkları, Ebu Müslim Horasani Kıssaları… -İran geleneğinden gelen konular: Kelile ve Dimne, Sehname… Pertev Naili Boratav’ın tasnifi: -Yaşanmış olaylar: Boratav bu başlık altında serküşte, kaside ve bozlak denilen küçük hikâyeleri değerlendirir. -Âşık hayatları etrafında oluşan hikâyeler: Âşık Garip, 17. yüzyılda yaşamıştır (Garip ile Senem), Âşık Tahir, 17. yüzyılda yaşamıştır (onun hayatı etrafında Tahir ile Zühre hikâyesi oluşmuştur), Cihan, 16. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır (Cihan ve Abdullah), Ercişli Emrah, 17. yüzyılda yaşamıştır (Ercişli Emrah ile Selvi Han), Kerem Dede, 17. yüzyılda yaşamıştır (Kerem ile Aslı), Kurbani, 16. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır (Gurbani ve Peri), Tufarganlı Âşık Abbas (Tufarganlı Aşıg ve Gülgez Peri)… Köroğlu menkıbeleri ve bu tipteki diğer menkıbeler: Köroğlu, Bolu civarında yaşamış bir kahramandır. Klasik manzum hikâyeler: Konularını manzum mesnevilerden alırlar. Şükrü Elçin’in tasnifi Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-İslam kaynaklı hikâyeler, İran-Hind kaynaklı hikâyeler. Ali Berat Alptekin’in tasnifi Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-Fars- Hint kaynaklı hikâyeler, Masal-efsane kaynaklı hikâyeler, Âşıkların hayatından kaynaklanan hikâyeler. 1- 23456- Halk Hikâyelerinin Bölümleri Manzum ve mensur olmak üzere iki temel kısımdan oluşurlar. Manzum Kısımlar: Fasıl: Halk hikâyesine başlamadan saz eşliğinde söylenen şiirlere verilen addır. Divan (Divanî): Halk şiirinin aruzlu türlerindendir. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ölçüsüyle söylenir. En az üş dörtlükten oluşur. İlk dörtük (aaxa), diğer dörtlükler (bbba, ccca, ççça) şeklinde kafiyelenir. Aruzu bilmeyen anlatıcılar 4+4+4+3, 8+7 duraklı nazım şeklini kullanırlar. Tecnis: Kafiyeleri cinaslı kelimelerden bu şiirler türkü olarak okunurlar. Kafiye yapısı koşmadaki gibidir. Örneklemesi en zor türlerden biridir. Tekerleme: Gülünç bir konuyu dinleyicileri heyecanlandırmak için türkü biçimde söylendiği bölümdür. Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. Koşma: Hece ölçüsünün 8 ve 11’li ölçüleriyle söylenir. En az üç dörtlükten oluşur. Destan: En az beş dörtlükten oluşur. Genellikle kahramanlık konuları işlenir. Muamma: Anlatıcının mecliste bulunanlara sorduğu bir sorudan oluşur. Tapşırma: Şiire son vermek için mahlas söylemektir. Özellikle âşık karşılaşmalarında kullanılır. 22 Mensur Kısımlar Halk hikâyelerinin mensur kısımları döşeme adı verilen bir tekerlemeyle başlar. Döşemeye Azerbaycan bölgesinde ustadname, Kars ve civarında sersuhane adı verilir. Döşeme uzunca bir dua ile devam eder. Hikâye anlatılırken dinleyicilerin ilgisini dikkate alan anlatıcı kimi bölümleri kısaltıp kimi bölümleri uzatarak hikâye anlatmaya devam eder. Hikâye âşık ve maşukun kavuşturulmasından sonra güzelleme ile sona erer. Hikâyenin sonunda okunan güzellemeye Doğu Anadolu Bölgesi’nde toy adı verilir. a) b) c) a) b) c) Halk Hikâyelerinin Sınıflandırılması Konuyla ilgili ilk çalışma Macar Türkolog Ignac Kunos’a aittir. Kunos, halk hikâyelerimizi üç başlık altında tasnif eder: Kahramanlık romanları Saz şairlerinin romanları Saz şairlerinin kahrmanlık romanları Fransız araştırmacı Edmond Saussey, köken konusuna dikkat ederek farklı bir tasnif yapmıştır. Menşe destanları İslami destanlar Saz şairleri etrafında teşekkül eden destanlar. Kahramanlık Hikâyeleri A) Köroğlu kolları İlk kol, Kasab-ı Cömert veya Ayvaz Kolu, Kösenin Kolu, Koca Bey Kolu, Mamaç Bezirgân veya Tekelti Kolu, Demircioğlu veya Telli Nigâr Erzurum Kolu, Kiziroğlu Mustafa Bey Kolu, Bağdat Turna Teli Kolu, Hasan Paşa Silistre Kolu, Hasan Bey-Dağıstan Kolu, Kaytaz Kolu, Kirizoğlu Mustafa Bey Kırım Kolu, Kenan Kolu, Kayseri Kolu, Köroğlu’nun Oğlu Haydar Bey Kolu, Son Kol. B) Diğer kahramanlık hikâyeleri a) Köroğlu dairesine bağlı olanlar / Celali Bey ve Mehmet Bey, Kirmanşah b) Diğer Hikâyeler / Eşref Bey, Salman Bey, Latif Şah, Cihan ve Abdullah, Arslan Bey, Mustafa Bey, Ahmet Han, Şah İsmail, Bey Böyrek, Haydar Bey, Hurşit Bey, Yaralı Mahmut. A) B) a) b) Aşk Hikâyeleri Kahramanları hayali olanlar / Mirza-yı Mahmut, Ülfetin, Derdiyok ile Zülfü Siyah, Elif ile Mahmut. Âşık şairlerin romanlaşmış hayatları Yaşadıkları rivayet olunan âşıklar / Ercişli Emrah ile Selvi Han, Âşık Garip, Tufarganlı Abbas, Âşık Kerem, Kurbani, Tahir Mirza. Yaşadıkları muhakkak olanlar / Âşık Ali İzzet, Sümmani, Gökçeli Ali Esker, Hasta Hasan, Dikmetaşlı Dede Kasım, Kara Gelin (Posoflu Fakiri’nin Maceraları), Karacaoğlan, Vüdat-ı Hasta Bu Kategorilere Girmeyen Hikâyeler A) Aşk Maceraları / Ali Şir Hikâyesi, Gündelişoğlu, Hasan ile Mihrican, Erzurumlu Hoca Fenayi’nin Oğlu Mahzuni, Yahudi Kızı, Namuslu Kız, Kamber’in Beyşehir’deki Macerası, Âşık Ömer’in Şair Olması, Abdullah Çavuş, Furkani B) Mehur Kaçaklara ve kabadayılara ait hikâyeler / Deli Yusuf Bey, Kerem Bey, Kazar, Mihrali Bey, Kaçak Nebi 23 A) a) b) c) B) a) b) c) Konuyla ilgili bir diğer önemli tasnif Ali Duymaz’a aittir. Konuları bakımından halk hikâyeleri Aşk hikâyeleri Kahramanlık hikâyeleri Aşk ve kahramanlık hikâyeleri Coğrafi yayılışları bakımından halk hikâyeleri Anadolu’da bilinen halk hikâyeleri Türk dünyasının bir bölümünde bilinen halk hikâyeleri Türk dünyasının geneline bilinen halk hikâyeleri Ünite 2 Halk Hikâyesi İnceleme Yöntemleri ve Hikâye Araştırmacıları Yöntemler: Tarihi – Coğrafi Fin Yöntemi Metinlerin varyantlarının incelenmesi suretiyle ilk metne yani ur-forma ulaşmaya çalışılır. Julius Krohn ve oğlu Kaarle Krohn tarafından geliştirilmiştir. 1966 yılından sonra ülkemizde çokça kullanılmış bir yöntemdir. Bu incelemede nelere dikkat edilir? 1) Epizotlara göre: Hikâyenin ana motifleri eler alınır. aa. Kahramanın ailesi: Genellikle erkek kahramanın ailesinden söz edilir. Baba genellikle padişah veya beydir ve çocuğu yoktur. Bu nedenle yakın arkadaşı vezirinin yanına alarak gurbete çıkar. ab. Kahramanın durumu: Kahramanların nasıl doğdukları anlatılır. Gurbete çıkan baba, yolda çeşme başında(akarsu, mezar vb.) mola verir. Namazını kıldıktan sonra yemek yer. Bu sırada Hz. Hızır (Pir, kırklar, üçler, yediler, aksakallı dede vs.) yanlarına gelir. Onlara elma, nar veya muska verir. Elmayı ikiye bölerek yarısını eşine vermesini söyler ve ortadan kaybolur. Kahramanlık hikâyelerinde elmanın kabukları ahırdaki kısrağa verilir. Zamanı gelince çocuk dünyaya gelir. ac. Kahramana ad verilmesi: Elmayı veren, kendisi gelinceye kadar çocuğa ad verilmemesini tembihler. Çocuk adı konmadan büyür, adı yok veya adsız diye anılır. Sonunda derviş gelir ve çocuğun ismini verir. aç. Kahramanın eğitimi ad. Kahramanın âşık olması: Hz. Hızır kahramanlara rüyalarında bade içirirler. Badenin birincisi Allah, ikincisi derviş, üçüncüsü de sevgili içindir. ae. Sevgiliyle karşılaşma: Badeyi içen uzun süre baygın kalır. Hekimler çağrılır ancak derman bulunmaz. Güngörmüş bir kadın hastanın derdini anlar. Kahramanın yanına bir saz bırakır. Sazın sesini işiten kahraman uyanır ve türkü söylemeye başlar. Uzun süren bir gurbet yolculuğundan sonra sevgililer genellikle gül bahçesinde karşılaşırlar. af. Kahramanın gurbete çıkması: Kahraman ailesinin yanına döner ve yaşadıklarını anlatır. Kız tarafı dünür olunca ağırlığınca altın ister, işler zorlaşır. Kahraman gurbete çıkar. ag. Sevgilinin başkasıyla evlendirilmek istenmesi: Kızın babası kızını başka birine vermek ister. Damat adayı maddi açıdan iyi durumdadır. Kız, sevdiğini görebilmek için süre ister. Bu süre yedi yıl veya kırk gün olabilir. Süre dolmadan evvel kahraman düğün evine gelir. Mekândaki âşıklarla atışır, hepsini alt eder. Gelin ve damat adayıyla karşılaşır. Gelin, damada sevgilisini anlatır / tanıtır. Böylece ikinci defa kavuşmuş olurlar. ağ. Kahramanın yurduna dönüşü 24 ah. Sonuç: Baba ocağına dönen kahraman kırk gün kırk gece düğün yapar. Muradına erer ve ömrünü orada yaşar. Tahir ile Zühre ve Kerem ile Aslı gibi bazı hikâyelerin sonunda âşıklar kavuşamadan ölürler. Mezarları yan yana yapılır. Her yıl mezarları üzerinde kırmızı ve beyaz olmak üzere birer gül biter. Güller birbirlerine eğilirken aralarında biten bir karaçalı kavuşmalarına engel olur. 2) Motiflerine göre inceleme: Bu çalışma, Stith Thomson’un masallar için geliştirdiği motif kataloğuna göre yapılmaktadır. Thomson masal motiflerini a) Mitolojik motifler, b) Hayvanlar, c) Yasak (tabu)… gibi 22 farklı başlık oluşturur. Bu yöntem ilk defa Erzurum ve Çevresinden Derlenen Halk Hikâyeleri Üzerinde Araştırmalar (Karadağ, 1984) adlı tezde uygulanmıştır. 1- Padişahın çocuğu yoktur, vezirin yanına alarak gurbete çıkar. 2- Yolda Hz. Hızır’la karşılaşılır. Hızır’ın mucizeleri. Gurbet, Evlat sahibi olma… 3- Zaman gelince iki bebek doğar. Birlikte okula giderler. 4- Çocuklar büyür. Kahraman, kızla karşılaşır. Bazı hikâyelerde kız çok kuvvetlidir. Deve esir olan kıza yardım edilir. Yardımcı figür olarak kahramanın atı. 5- Padişah, kızın babasına dünür olur. Sevgililer bazı hikâyelerde beşik kermesi olabilir. Bazı hikâyelerde sevgililer birbirlerini rüyada tanırlar. 6- Bir cadı kadın hikâyedeki birine kötülükler yapar (kızın babası, kızın annesi, kız veya kızın kardeşleri). Sevgililerin arası açılır. 7- Kızın düğünden önce süre istemesi. Bu süreyi dokunacak olan halı belirleyebilir veya kırk gün beklenecektir. Son gün sevgili gelir, hasret biter. 8- Kızını kahraman vermek istemeyen baba başka yere taşınır. Kız bu arada bir ocak taşına mektuplar bırakarak kahramanla haberleşir. 9- Kahraman, sevgilisinin bulunduğu memlekete gelir/gider. Kılık değiştirerek sevgilisinin odasına ulaşır. 10- Kahramana yardım eden yaşlı kadın. 11- Kahraman yakalanır. Saraya götürülür. Öldürülmesi için cellatlara teslim edilir. Kahraman kıyamayan cellatlar, kuş kanıyla lekelenmiş gömleğini padişaha götürürler. 12- Kurtulduktan sonra sevgilisinin yanına geri dönen kahraman yakalanıp hapsedilir. 13- Kahramanlar yollarda olağanüstü güçlerle savaşırlar (devler, kırk haramiler). Bu sayede servet kazanırlar. 14- Kız ve oğlan memleketlerine dönerler. Kahraman, hasta olan babasına yardım eder. Saltanat kahraman kalır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Yapısalcı Halk Bilimi Yöntemleri Lord Raglan’ın Gelenksel Kahraman Kalıbı 1- Kahramanın annesi soylu bir kadındır. 2- Babası kraldır. 3- Baba, çoğunlukla annenin yakın akrabasıdır. 4- Kahramanın rahme düşmesi uygunsuz bir ilişki sonucudur. 5- Kahraman aynı zamanda bir tanrının oğlu kabul edilir. 6- Uygunsuz bir bebek olduğu için doğumdan sonra genellikle öldürülmek istenir. 7- Gizlice gizli bir yere gönderilir. 8- Çocuğu bir aile evlat edinir. 9- Kahraman, kendi geçmişi hakkında pek bir şey bilmez. 10- Yetişkin olduğunda ileride kralı olacağı topraklara gider. 25 111213141516171819202122- Kral, dev ya da yırtıcı bir hayvana karşı zafer kazanır. Kralın kızıyla evlenir. Kral olur. Sakin bir hayat sürer. Yeni yasalar koyar. Yasaları nedeniyle tanrıların ve halkın gözünden düşer. Tahtı kaybeder. Ölümle karşılaşır. Çoğunlukla bir tepede ölür. Çocukları (varsa tabii) tahtın uzağında kalır. Bedeni gömülmez (zaten bulunamaz). Kahramanın gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal yer vardır. Bu yöntem Özkul Çobanoğlu tarafından Oğuz Kağan ve Er Töştük destanlarına uygulanmıştır. M. Öcal Oğuz, Dede Korkut, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve Basat’ın Tepe Göz’ü Öldürdüğü Boya adlı metinlerde bu yöntemi denemiştir. İsmet Çetin bu yöntemi Türk destanlarına uyguladıktan sonra destan kahramanlarının özelliklerini yedi başlık altında toplamıştır. Vladimir Propp’un Yapısalcılık Yöntemi Rus masal araştırmacısı Propp (1895-1970) masallarda değişen değerlerin kişi adları ve kişilerin nitelikleri olduğunu, değişmeyen yönlerin ise kişilerin eylemleri ile işlevleri olduğunu saptamıştır. Rus peri masallarının olay akışına uygun olarak tüm masallar için uygulanabilecek bir kalıp oluşturdu. Buna göre masalda kişiler en fazla 31 işleve sahiptir ve bu işlevler 7 kişi tarafından üstlenilir (saldırgan, bağışçı, yardımcı, prenses, gönderen, kahraman, düzmece kahraman). Bu yöntem Türkiye’de Umay Günay tarafından Elazığ’dan derlediği 70 masala uygulanmıştır. İlhan Başgöz âşık hikâyelerini bu yöntemle incelemiştir. Rüya görme ve bade içerek âşık olma motifi âşık hikâyelerinin ana hatlarıyla sıkı ilişki içindedir. Halk hikâyesindeki kişi sayısı Propp’un belirlediği kişiler ve görevlerle uyumludur ancak işlevler farklıdır. Buna göre bir âşık hikâyesinde üç ana bölüm ve altı aksiyon bulunur: 1- Ailenin parçalanması (aksiyonlar: kriz ve değişim (yetişkin – âşık sanatçıya dönüşme)) 2- Yeni bir aile kurmak için mücadele (aksiyonlar: arama, engeller, çözülüş) 3- Yeni ailenin kurulması (aksiyonlar: Birleşme) Claude Levi-Strauss’un Yapısalcı Yöntemi Akrabalığın Temel Yapıları adlı çalışmasında ensest ilişki üzerinde durur. O, mitlerin yapısal kompozisyonunu araştırmaktan çok mitlerde tanımlanan dünyanın yapısal çözümlemesini yapmaya çalışmıştır. Türkiye’de bu yöntem Ümran Kırman tarafından Dede Korkut hikâyelerinde uygulanmıştır. Seyfi Karabaş bu yöntemle Dede Korkut hikâyelerinde renklerin kullanımı ile kişilerin duygu, düşünce ve davranışları arasındaki paralellikleri saptamıştır. Karşıt yansımalı bir yapıya sahip olan Dede Korkut hikâyelerinde merkez anlatım birimi denilen hikâyenin orta bölümü öncesinde ve sonrasındaki olay sayısı eşittir. Olayların içeriği de benzerdir. Merkez anlatım birimindeki karmaşa en üst düzeydedir. Bu birimin sonrasındaki olaylar karmaşanın çözülmesi yolundadır. Karabaş’ın Dede Korkut hikâyelerindeki renkleri kullanımıyla ilgili üçlü kalıbı şöyledir: Düz renkler: İnsanın ideal olarak benimsediği şeyleri dile getirir. Karışık renkler: İdealde eksikliği, törpülenmiş öğeleri, kusurları, yıpranmayı ifade eder. Renksiz: Bir şeyin sınaması sırasında renk kullanılmaz. 26 Joseph Campel’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde halk anlatılarının yapılarının aynı olmasını tartışmıştır. 1 Yola çıkış. A) Maceraya çağrı, B) Çağrının reddi, C) Doğaüstü yardım, D) İlk eşiğin aşılması, E) Balinanın Karnı. 2 Erginleme. A) Sınavlar yolu, B) Tanrıçayla karşılaşma, C) Baştan çıkarıcı olarak kadın, D) Babanın gönlünü alma, E) Tanrılaştırma, F) En son ödül. 3 Dönüş. A) Dönüşü reddetme, B) Büyülü kaçış, C)Dışarıdan gelen kurtuluş, D) Dönüş eşiğinin aşılması, E) Yaşama özgürlüğü. Gremias’ın Göstergebilim Yöntemi Bu yöntem Filiz Kırbaşoğlu tarafından Köroğlu Destanı’nın Özbek Varyantları Üzerine Bir Çalışma adlı eserde uygulanmıştır. Gremias’a göre evrenin bizde bir biçim, anlam kazanabilmesi için onda bir takım farklılıklar algılamamız lazımdır. Bir metni çözümlemenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri derin düzey çözümlemesidir. Bunu da göstergebilimsel dörtgen sağlar. Karşıtlık (yaşam-ölüm; erkek-dişi) Çelişiklik (yaşama-yaşamama; yitirme-yitirmeme) İçerme ya da bütünleyicilik (olasılık-belirsizlik; av-savaş) İdeolojik Halk Bilimi Kuramı İlk halkbilim çalışmalarının yapıldığı Finlandiya ve İrlanda’da bir süre etkili olan bu kuram Hitler Almanya’sı ve Bolşevik devrimi sonrası Rusya’da ve diğer pek çok ülkede desteklenmiştir. Bağlam Merkezli Halk Bilimi Kuramları Performans Teori Bu teoride halkbilimsel unsurun yaratım sürecine odaklanılır. Metnin oluşmasında anlatıcı kadar, dinleyici kitlesi, anlatının gerçekleştiği mekân ve sosyal çevrenin de önemi vardır. Sapma: Anlatının ana yapısında olmayan dış yapısal özelliğe denir. Sözlü Kompozisyon Teorisi Milman Parry ve Albert Lord tarafından biçimlendirilen kuram Boşnak âşıkların müzik eşliğinde anlattıkları Homeros eserlerinin incelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Kuram, âşıkların yetişme evrelerini belirlemiş ve usta âşık olmada eğpik şiirin veznine uygun doğaçlama yapma becerisinin kazanılması gerektiğini ileri sürmüştür. Kuramın iki temel terimi vardır. Bir düşünceyi ifade etmek için hep aynı vezin koşullarında düzenli olarak kullanılan kelime gurubunu ifade eden formula/kalıp ve formula ile de birleştirilerek bir konunun âşık tarafından hep aynı kelimelerle ifade edilmesi anlamına gelen tema. Halk Hikâyeleri Üzerinde Yapılan Çalışmalar 15. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu sahasında ozanlık geleneği yerini âşıklığa, hikâye anlatıcısı kıssahan da yerini meddaha bırakmıştır. Halk hikâyelerinin ilk şekilleri yaşamış ve ya yaşadığı rivayet edilen âşıkların hayat hikâyeleri etrafında şekillenerek, 16. yüzyılın sonlarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde ortaya çıkmaya başlamıştır. Âşık Garip (17. yüzyıl): Âşık Garip (Garip ile Senem) Âşık Tahir (17. yüzyıl): Tahir ile Zühre Cahan (16. yüzyıl): Cahan (Cihan) ve Abdullah Ercişli Emrah (17. yüzyıl): Ercişli Emrah ile Selvi Han Kerem Dede (17. yüzyıl): Kerem ile Aslı 27 Kurbani (16. yüzyıl): Gurbani ve Peri Tufarganlı Âşık Abbas (16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başları): Tufargannı Aşıg Abbas ve Gülrez Peri 19. yüzyıl gerçekçi halk hikâyelerinin oluştuğu dönemdir (Hançerli Hanım, Cevri Çelebi, Kanlı Bektaş, Sansar Mustafa, Letaifname). Yazılı Kaynaklar Cönkler, mecmualar ve basma eserlerdir. a) Yazma Metinler: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Hurşit ile Mahımihri, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Tahir ile Zühre. b) Basılı Eserler: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Elif ile Mahmut, Ferhat ile Şirin, Han Mahmut, Hurşit ile Mahımihri, Karam ile Aslı, Köroğlu, Kurbani, Melikşah ile Güllühan, Razınihan ile Mahıfiruze, Tahir ile Zühre. Sözlü Kaynaklar Cumhuriyetin ilanında sonra başlanan derleme gezileri sonucunda ortaya çıkan arşivlerdir. Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Ahmet Edip Uysal, Muhan Bali, Fikret Türkmen, Saim Sakaoğlu arşivleri önemlidir. Halk Hikâyeleri Üzerine Yapılan Bilimsel Çalışmalar Pertev Naili Boratav ve Halk Hikâyeleri 1931 yılında lisans tezi olarak hazırladığı Köroğlu Destanı adlı çalışmasında Paris, Özbek, İstanbul, Tobol, Urfa, Azeri gibi çeşitli varyantlarını inceler. İzahlı Halk Şiiri Antolojisi adlı eserinde Kirmanşah, Emrah ile Selvi, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Âşık Garip, Şah İsmail ve Beyböyrek hikâyeleri yer almaktadır. Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği adlı eserinde halk hikâyelerinin destan, masal, âşık şiiri, roman gibi türlerle olan ilişkisini ele alır. İlhan Başgöz ve Halk Hikâyeleri Yazdığı çok sayıda makale Folklor Yazıları adlı eserde yer almaktadır. Muhan Bali ve Halk Hikâyeleri Ercişli Emrah ile Selvihan Hikâyesi adlı tezinde adı geçen hikâyenin kaynağı, motifleri ve üzerinde yapılan çalışmaları ele alır. Fikret Türkmen ve Halk Hikâyeleri Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde anılan hikâyenin kaynağını varyantlarını, epizotlarını ve şiirlerini değerlendirmiştir. Bir diğer monografisi de Tahir ile Zühre Hikâyesi’dir. Mete Taşlıova ve Nail Tan’la birlikte hazırladıkları Âşık Şeref Taşlıova’dan Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde çok sayıda halk hikâyesine yer verilmiştir. Mustafa Cemiloğlu ile birlikte hazırladığı Âşık Şevki Halıcı’dan Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde 15 halk hikâyesi yer almaktadır. Ensar Aslan ve Halk Hikâyeleri Çıldırlı Âşık Şenlik, Hayatı-Şiirleri-Hikâyeleri adlı tezinde Latif Şah, Salman Bey ile Turnatel Hanım ve Sevdakâr Şah hikâyelerine de yer vermiştir. Yaralı Mahmut Hikâyesi Üzerine Bir İnceleme adlı eserinde eserin epizotları, şiirleri tahlil edilmiştir. Ali Duymaz ve Halk Hikâyeleri Kerem ile Aslı Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde eserin on dört varyantı, epizotları, şiirleri ve motifleri incelenmiştir. Nevruz Bey Hikâyesi adlı eserinde de benzer metotlar öne çıkar. Saim Sakaoğlu ile birlikte hazırladığı Hurşit ile Mahımihri Hikâyesi, yazarın diğer eseridir. Ali Berat Alptekin ve Halk Hikâyeleri Kirmanşah Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı eserinde adı geçen hikâyenin Binbir Gece Masalları’ndan kaynaklandığını anlattıktan sonra eserin epizotları, şiirleri, formelleri, motifleri ele alınır. Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı adlı eserinde halk hikâyesinin tanımı ve özellikleri üzerinde durur. 70 hikâyenin özeti, hikâyelerin motif yapıları ve geniş bir bibliyografya eserde yer alır. Halk Hikâyeleri Üzerinde Yapılan Diğer Önemli Çalışmalar 28 Radloff ve öğrencilerinin oluşturduğu Proben adlı eserin sekizinci cildi Osmanlı Türklerinin metinlerini ele alır. Otto Spies’in Türkische Volkbücher / Türk Halk Kitapları adlı eserde halk hikâyelerinin kaynakları, şekil ve muhteva özelliklerine yer verilmiştir. Hans August Fischer’in Schah Ismajil und Gülizar / Şah İsmail Hikâyesi’ni konu alan monografisi hikâyenin tenkitli metni ve Almanca çevirisini içerir. Wolfram Eberhard Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden derlediği hikâyeleri Minstrel Tales From Southeastern Turkey adıyla yayımlamıştır. Edith Fischdick Elif ile Mahmut hikâyesi üzerine bir monografi yayımlamıştır (1958). Ünite 3 Halk Hikâyelerinin Anlatıldığı Bölgeler ve Halk Hikâyesi Anlatıcıları Sözlü anlatımlar Türkiye’nin daha çok doğu bölgelerinde anlatıcı ve dinleyici bulabilmiştir (bunda uzun kış geceleri etkili olmuştur). Erzurumlu Âşıklar Erzurum’da meddahlar ve âşıklardır hikâye anlatıcıları. Mehmet Kaplan’ın bir süre bölgede bulunması hikâyelerin tespitinde literatüre çok katkı yapmıştır. Âşık Sümmani 1861’de Narman ilçesinde doğdu. Badeli âşıklarımızdandır. Bade içtikten sonra rüyasında gördüğü Gülperi’yi bulabilmek için gezip dolaşmıştır. Şubat 1915’te vefat etmiştir. Âşık Mıktat Köroğlu hikâyelerini yazdıran âşık olarak bilinir. İshak Kemali 1914’te Çat’ta doğdu. İyi bir hikâye anlatıcısı olarak bilinir. Anlattığı bazı hikâyeler Fikret Türkmen tarafından derlenmiştir. Behçet Mahir Resmiyette 1919 doğumlu görünmektedir. Mehmet Kaplan tarafından keşfedilerek üniversiteye alınmıştır. Ahmet Edip Uysal’ın da yardımıyla hikâyeleri yurtdışına kadar ulaşmıştır. 1988’de vefat etmiştir. Anlattığı hikâyeler; Âşık Garip, Davudoğlu Süleyman, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Eba Müslim Horasani, Ebu Ali Sina, Emrah ile Selvi, Erzurumlu Mahiri Baba, Eşref Bey, Ferhat ile Şirin, Firdevs Şah, Firuz Şah, Hamzai Sahip-gıran, Hatem-i Tai, İmam Ali’nin Gan Galesi Cengi, Kerem ile Aslı, Kirmanşah, Köroğlu (on dört kolunu bilmektedir), Latif Şah, Leyla ile Mecnun, Nebi Han, Nemrut Han, Seyfülmülük, Sümmani, Sürmeli Bey, Şah İsmail, Şah Oğlu Şah Abbas ile Deli Murat, Tahir ile Zühre, Temimdari, Timurlenk, Yaralı Mahmut, Yusuf ile Züleyha, Zaloğlu Rüstem. Mevlüt İhsani Şafak (Âşık Mevlüt İhsani) Şenkaya ilçesinde doğdu. Halk hikâyesi tasnif edebilmesinin yanında âşık makamlarını da iyi bilmektedir. Nusret Yazıcı (Âşık Toruni) 1945 yılında Narman ilçesinde doğdu. Âşık Sümmani’nin torunudur. Çok sayıda âşık yetiştirmiştir. 2003’de vefat etti. Hüseyin Yazıcı (Sümmanoğlu) 1937’de Narman ilçesinde doğdu. Âşık Sümmani’nin torunudur. Yaşar Yılmaz (Âşık Yaşar Reyhani) 1934’te Hasankale’de doğdu. Yurtdışını gezip görme imkânı olmuştur. Uzun hikâyeler dışında türkülü hikâyeler de anlatmıştır. 2005’te vefat etti. Ardahanlı Âşıklar Çıldırlı Âşık Şenlik 1850 doğumludur. 1913’te vefat etmiştir. Türk edebiyatına yüzlerce şiirin yanı sıra üç hikâye kazandırmıştır. Şiirleri arasında koşma, destan ve sicillemeleri yeniliklerle doludur. Eserleri hakkında Ensar Aslan’ın tez çalışması vardır. Sabit Ataman (Âşık Müdami) 1918’de Posof’ta doğdu. Hikâyeleri Boratav tarafından derlenmiştir. 1968’de vefat etmiştir. Karslı Âşıklar Timur’un Kars’ı işgali üzerine söylenen destan bölgede yetiştiğini varsaydığımız Baykan (Bıkan)’a aittir. Hikâyenin yanında masal anlatma geleneği de bu bölgede yaygındır. Gülistan Çobanlar (Âşık Gülistan) 1900’de Arpaçay’da doğmuştur. Murat Çobanoğlu ve İbrahim Demir’in ustasıdır. 29 İslam Erdener 1921 doğumludur. Anlattığı hikâyeleri Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’dan öğrenmiştir. Âşık Şenlik’e ait üç hikâyeyi (Latif Şah, Salman Bey ve Turnetel Hanım, Sevdakâr) Ensar Aslan’a anlatarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Şeref Taşlıova (Âşık Taşlıova) 1938’de Çıldır’da doğdu. Halk hikâyeleri ve folklor hakkında çok sayıda makalesi vardır. Çok sayıda çırak yetiştiren Taşlıova, âşık edebiyatını 150 kadar âşık makamını ve halk hikâyesini en iyi bilen âşıklarımızdandır. İsmail Cengiz (İsmail Azeri) 1928’de Tebriz’de doğdu. Azeri mahlasıyla şiirler söylemiştir. Dursun Cevlani 1900’de Sarıkamış’ta doğdu. Âşık İkrami’nin yanında çıraklık yapmıştır. Muhittin Cuya (Âşık Mihmani) 1935 doğumludur. “Ozan-baksı geleneğinin İslami şekle girmiş tek temsilcisidir. Hem müzisyen, hem dansçı, hem din adamı, hem şair, hem de aktördür” (Bekir Sami Özsoy böyle demiş). Murat Çobanoğlu (Âşık Çobanoğlu) 1940’ta doğdu. Badeli şairlerimizdendir. Ustası, babası olan Gülistan Çobanlar’dır. Sadi Değer (Hasreti) 1927’de Susuz’da doğdu. Âşıklık makamları ve halk hikâyesi konusunda çok bilgilidir. Üzeyir Aziz Göktekin (Âşık Pünhani) 1917’de Sarıkamış’ta doğdu. Laçin Kurt (Âşık Laçin Aladağlı) 1918’de Kağızman’da doğdu. Ustası Karslı Cemal Hoca’dır. Vanlı Âşıklar Van ilinin halk hikâyesine ilgisi Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesinden kaynaklıdır. Ahmet Poyrazoğlu 1951’de Erciş’te doğdu. Ercişli Emrah onun manevi ustasıdır. Gaziantep ve Baraklar Ağırlıkla Gaziantep ilinin Nizip ilçesinde yaşayan Barakların göçleri, göç ettikleri yerlerde komşularıyla olan ilişkileri zamanla kısa hikâyeli türkülere konu olmuştur. Baraklı Âşık Mahgül (Mehmet Kılıçoğlu) 1919’da Nizip’te doğdu. Hikâye dağarcığını Barakların Orta Asya’dan Horasan’a, oradan da Anadolu’ya göçlerinin teşkil ettiğini söyler. Hikâyelerinin konusunu Barakların Horasan’dan göçü, Yozgat ve civarına yerleşme ve Osmanlı ile ilk temas, Mehmet Bey’in sürgün edilmesi, Rışvan Bey’in misafir edilme olayı, Abuseyf’in ölümü, Feriz Bey’in Acem’e dönmesi, Abbas Paşa’nın Culab’ı dağıtması başlıkları altında sıralar. Çukurova ve Bozlaklar Yörede anlatılan kısa hikâyeli türkülere bozlak denir. Bozlaklar “Ahey, eyy” ünlemiyle başlarsa Karacaoğlan’a, “Aydost”la başlarsa Dadaloğlu’na, “Heyhey”le başlarsa Köroğlu’na aittir. Ahmetce (Ahmet Cihan) Ceyhan’da yaşamıştır (tahmini 1898-1977). Yöredeki bozlakçıların ustası kabul edilir. Ünite 4 Kahramanlık Hikâyeleri Köroğlu Hikâyesi Köroğlu destanının halk ağzından ilk derlemeleri 19. yüzyılda başlar. İ. Şopen, Azerbaycanlı bir âşıktan derlediği destanın konusunu Rusçaya tercüme edip yayımlar. Aynı dönemde Polonya asıllı Rus araştırmacı A. Chodzko, on üç hikâyelik önemli bir Köroğlu destanı derlemesini yayınlar. Destanın ilk Türkçe yayını Kazan’da yapıldı: Mir Babaoğlu Hasan Molla’nın hazırladığı eserin adı, Hikâyat-ı Köroğlu Sultan ve Hikâyat-ı Gayvazhan. Köroğlu’nun Soyu 30 Kimi araştırmacılara göre Teke boyuna mensup bir Türkmen’dir (Boratav – Chodzko). Türkmenistan Türkleri onun Daşoğuz ilinin Göroğlu köyünden olduğunu ileri sürerler. Mersin ilinin Bozyazı ilçesinin Tekeli beldesinde yaşayanlar da Köroğlu’yla aynı boydan olduklarını iddia ederler. Babası: Doğu varyantlarında babası Ravşan (Kazakistan), Revşenbek (Türkmenistan), Ravşanbek (Özbekistan), Hazreti Ali (Doğu Türkistan) adlarla bilinmektedir. Batı varyantlarında ise Uruşan (Rövşen, Ruşen), Baba; Yusuf, Deli Yusuf veya Ali’dir. Ürüşan Baba veya Deli Yusuf pek çok destanda Köroğlu’nun ortaya çıkışı hikâyesinde görülmektedir. Annesi: Doğu varyantlarında Akanay (Kazakistan) Bibi Hilal (Türkmenistan), Hilalay (Özbekistan), Zulper Ayım (Doğu Türkistan) adlarıyla bilinmektedir. Batı varyantlarında anne hakkında bilgi yoktur. Köroğlu’nun adı: Esas adı Ruşen Ali (Tobol rivayeti), Ali veya Irışvan Ali (Maraş rivayeti), Ali (Maraş ağzı), Ruşen (Güney Azerbaycan), Rövşen (Kuzey Azerbaycan), Ruşen Ali (Korkmaz), Uruşen Ali (Hekimoğlu-Öztürkmen), Ali Ruşen/Ruşen Ali (Kaftancıoğlu), Hürüşan (Türkmen-Cemiloğlu)’dır. Evliliği: Doğu varyantlarında çok eşli, batı varyantlarında tek eşlidir. Çocukları: Çocuk meselesi de doğu ve batı varyantlarında farklılık gösterir. Ivaz Han, Özbek anlatımlarında Köroğlu’nun oğlu olarak geçer. İstanbul rivayetinde Nigar ile evliliğinden bir çocuğu olduğu söylenir (Hasan Bey). Anlatıların büyük kısmında aldığı ah nedeniyle zürriyetsiz olduğu söylenir. Memleketi: Bolu Dörtdivan, Erzincan Kemah, Van Muradiye, Kars Sarıkamış, Tokat ve Bingöl illeri Köroğlu’na ev sahipliği iddiasında olmuşturlar. Türkiye dışında da çok sayıda yer vardır. İşi: Çok seyahat eden, macera peşinde koşan Köroğlu zaman zaman âşık kılığında, zaman zaman tüccar, çoban kılığında karşımıza çıkar. Şahsiyeti: Chodzko, Köroğlu için Türkmenlerin Teke boyundan olduğunu ve Erzurum yöresinde eşkıyalık yaptığını söyler. Boratav da bu görüşe katılmaktadır. Evliya Çelebi, Celali ayaklanmalarından söz ederken Köroğlu’nun ismini zikreder. Pek çok araştırmacı onun Celali olduğu görüşündedir. Ziya Gökalp, onun Gazneli Mahmut, Ayvaz’ında nedimi (kankası) ayaz olduğunu iddia eder. Zeki Velidi Togan ve Faruk Kadri Timurtaş, Köroğlu’nun kökenini eskilere taşır: Onun Sasaniler döneminde sınır muhafızlığı yaptığını iddia ederler. Kırzıoğlu, destandaki askeri düzeni dikkate alarak onun 5. yüzyılda yaşamış bir Oğuz kahramanı olduğu iddiasındadır. Edip Uysal’a o sadece mitolojik bir kahramandır. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın komutasında sefere katılan ordu şairi Köroğlu ile destan kahramanı Köroğlu aynı kişi değildir. Hikâyenin Özellikleri Hikâyelerdeki bazı olaylar 16-17. yüzyıllardaki Osmanlı-İran savaşlarının izlerini taşımaktadır. Boratav ve Paşa Efendiyev, destana bu yönden yaklaşırlar. Fikret Türkmen ise hikâyelerin temelini Dede Korkut hikâyelerinde olduğu gibi Oğuz destanlarında arar. 31 Konusu: Genel olarak kahramanlık hikâyeleridir. Çıktığı seferlerde çeşitli hilelerle galip gelen Köroğlu saf bir kahraman olarak düşünülmemelidir. Behçet Mahir, “Köroğlu harpleri ya bir dilber haberinden, ya bir yiğit haberinden çıkar” demiştir. Köroğlu Hikâyesinin Kol Sayısı: Coğrafya değiştikçe kol sayısı da değişmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’da 14-24, Özbekistan’da 47, Türkmenistan’da 14, Kazakistan’da 65, Tacikistan’da 50. Köroğlu anlatma geleneği Doğu Anadolu dışında Kahramanmaraş ve Osmaniye’de devam etmektedir. Anlatıcılar arasında Erzurumlu Nalbant İshak (İshak Kemali), Gez Mahalleli Mugdat, Meddah Behçet Mahir başı çeker. Âşık Mevlüt İhsani, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Şevki Halıcı Köroğlu hikâyeleri anlatan âşıklardan bazılarıdır. Kahramanmaraş bölgesindeki anlatıcılar; Hamza Küçükkürtül, Ökkeş Bilal (Fırıldak Ökkeş), Hancı Ökkeş, Nuh Osman (Suboşaltan). Hikâyelerde Köroğlu’nun keleşleri başları sıkışınca ondan yardım isterler. Karşısındaki güç ile baş edemeyeceğini düşünen Köroğlu sık sık kılık değiştirir. Köroğlu fakiri incitmez, bezirgânların mallarını dağıtır, zenginden alıp fakire verir, çiftçilere liderlik eder. Köroğlu’nun Zuhuru Kolu: Doğu varyantlarında gebe kadın ölüp mezara gömüldükten sonra bebek mezarda doğar (gor= mezar / Goroğlu). Keçi veya kısrak tarafından emzirilir. Batı varyantlarında mitolojik motifler yoktur. Batı varyantlarında babasının gözüne mil çekilir (kör / Köroğlu). Boratav, Metin Ekici, Mustafa Arslan, Zekeriya Karadavut konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır. Hikâyenin özeti: Ruşen Ali, Bolu Beyi’nin yanında seyistir. Beyin isteği üzerine at aramaya çıkar. Erzincan’ın Tercan ilçesine gider. Orada iki çelimsiz kulunu satın alır. Bu kulunlar sudan çıkan aygır ve kısrağın birleşmesinden doğdukları için çok değerlidirler. Bey bu kulunları beğenmez. Ruşen Ali’nin gözlerine mil çektirip yanından savar. Ruşen Ali, on yaşındaki oğlu Ali’den kulunlara bakması için yardım alır. Işık geçirmeyecek bir ahır yapmasını ister. Yemlerini verdiğinde atların yanından uzaklaşmasını tembihler. Bey’in konağından her gün yemek alan Ali’nin yolunu kesen eşkıyalar, Ali’nin yemeğini elinden alırlar. Aynı yol üzerinde kavga eden köpekleri seyreden Ali, tek başına bütün köpekleri alt eden köpekten ilham alarak karşısına çıkan eşkıyaların hepsinin hakkından gelir. Nam-ı duyulur; Ali olur Köroğlu… Zaman geçer. Tarlayı balçığa çeviren Ruşen Ali, Ali’den atları tarlaya sürmesini ister. Önce doru olanı çamura sürer. Atın ayaklarında çamurlar iz eder (demek ki ahıra ışık girmiş, at ışık görmüş). Sonra Kırat’ı çamura sürer. Ayaklarında çamur izi görünmez (demek ki ışık görmemiştir ve uçma özelliğini yitirmemiştir). Baba Ruşen der ki; “Oğlum, Kırat senin altında iken seni kimse tutamaz, artık durma, eğer benim helal evladım isen Bolu Beyi’nden intikamımı al”. Oğlu’nu Murat nehrinin kaynağına yollar. Şafak vakti kaynakta görünecek olan üç köpüğü kendisine getirmesini ister. Ali gidip üç köpüğü bulur ve onları içer. Eli boş geri dönünce babası kadere rıza gösterir. Bu üç köpük Köroğlu’na kahramanlık, ölümsüzlük ve şairlik gücü vermiştir. Bu olaylardan sonra Kemah’a gidip kale yaptıran Köroğlu, gelip geçenden haraç (baç / paç) almaya başlar. Çok geçmeden Sultan Murat durumdan haberdar olur. Bolu Beyi Kolu: Bu hikâye daha çok batı varyantlarında görülür. Hatice İçel, konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır 32 Özet: Sultan Murat, Köroğlu’na bir fermanla bezirgânlardan kırkta bir bac alma hakkı verir. Bu durumdan kurtulmak isteyen bezirgânlar yedide bir bac ödedikleri yalanını uydururlar. Sultan Murat, Köroğlu’nun saraya getirilmesini emreder. Derviş kılığında Gürcüstan’a giden Köroğlu, sarraf dükkânı önünde oyun oynayan Afganistan Şahının torunu Esebali’yi kaçırır. Esebali yedi yaşında olmasına karşın altın üzerine işlenmiş yazı ve turayı parmaklarıyla silebilecek kadar kuvvetlidir. Esebali, Nigâr Hanım’ı anne, Köroğlu’nu ise baba bilerek büyür. Bolu Beyi’nin hizmetindeki Keloğlan, Sultan’ın fermanını duyunca zindan da yatan Bolu Beyi’ne durumu bildirir. Sultana mektup yazan Bolu Beyi, Köroğlu’nu yakalarsa cezasının affedileceği ve Dönek Sultan’la evlenebileceği vaadini alır. Bolu Beyi, emrine verilen 80 bin piyade ve 80 bin süvari ile yola koyulur. Sultan Murat, uzun süren kış nedeniyle halkın terk ettiği Erzurum’a gider. Karaz köyünde bir dervişe rastlar. Zengin olan bu kişi keşiştir. Yakın bir köyde de bir derviş yaşamaktadır. Biri zenginliğiyle, diğeri de iman kuvvetiyle hayatta kalabilmektedir. Derviş’in evine misafir olan Sultan’a 12 dakika içinde salatalık, yanındaki atlara da taze yönce ikram eden dervişe sorulunca, bütün bunları Bağdat’tan getirdiğini söyler. Sultan’ın yaz gelmeyecek mi sorusuna derviş dua ile yanıt verince, kış gider baharlar açar. Köyün ismi de umudum köyü olur. Koçaklarının ısrarıyla ağır kış şartlarında bac almak üzere derviş kılığında İstanbul yoluna düşer. Yolda karşılaştığı askerler ona Köroğlu’nu bulmaya çalıştıklarını söylerler. Bolu Beyi’nin çadırına giden Köroğlu, kendisinin de Köroğlu’nun düşmanı olduğunu söyler. Bununla da kalmayıp bin altın karşılığında Bolu Beyi ve askerlerini Çamlıbel’e götürebileceğini söyler. Askerlerden biri Köroğlu’nu tanır ve Bey’e haber verir. Köroğlu, ordu içindeki komutanları, Sultan tarafından Bolu Beyi’ni yakalamakla görevlendirildiği yalanına inandırır. Askerlerden önce Çamlıbel’e ulaşarak koçaklarını haberdar eder. Demircioğlu’na Bolu Beyi’ni yakalama emrini verir. Demircioğlu, Bolu Beyi’ni yakalayıp Çamlıbel’e getirir. Köse Kenan, acınacak haldeki Bolu Beyi’nin affedilmesini ister. Yanında Köroğlu olmadan İstanbul’a dönerse cezasının devam edeceğini söyleyen Bolu Beyi’ne elleri ve kolları bağlı olarak kendisini yanında götürebileceğini söyleyen Köroğlu, bu şekilde Bolu Beyi’nin yanında yola koyulur. Bolu Beyi, yolculuk boyunca Köroğlu’na işkence eder. Köroğlu’nu yolda karşılarına çıkan taşkın bir dereye atarlar. Dereden kurtulan Köroğlu bir sigara yakar. Sigaranın dumanını gören askerler Köroğlu’nun ölmediği haberini Bolu Beyi’ne iletirler. Bey, paşalardan yardım ister ancak paşalar oralı olmaz. Bolu Beyi de tek başına yakalar Köroğlu’nu. Elini ayağını bağlayıp Sultan’ın huzuruna çıkarır. Köroğlu’nun öldürülüp başının denize atılması emri verilir. Köroğlu’nun hile ile yakalandığını anlayan Dönek Hanım Bolu Beyi’ne, Köroğlu’nu kendisinin öldürmek istediğini belirten bir mektup yazar. Köroğlu’nu haremine alır. Oraya bakasını sokmaz. Bir süre sonra da Köroğlu’nun öldüğünü söyler. Sultan’a haberi veren Bolu Beyi özgürlüğüne kavuşur. Dönek Sultan’la altı ay sonra yapılacak olan düğün için hazırlıklara başlar. Esebali Köroğlu’nu bulmak üzere yola çıkar. İstanbul yerine Halep’e gider. Yolda kırk haramilere yakalanır. Esebali, durumu harami başına anlatır. Harami başı, daha evvel çokça iyiliğini gördüğü Köroğlu’na yardım etmeye karar verir. Esebali pullu kıratı alarak İstanbul’a gider. Bolu Beyi’nin kahvesinde Bey’i taşlayan türküler söyler. Dönek Sultan Esebali’yi konağına davet eder. Bu ikisi birbirlerini sevmeye başlar. İkisini da yanına alıp kaçan Köroğlu daha sonra Bolu Beyi için geri döner. Bey’i öldürür. Dönek Sultan’ın babası Köroğlu’nu yakalaması için kardeşi Kiziroğlu’ndan yardım ister. Kiziroğlu Köroğlu’nu bulur ancak samimiyetini anlayınca onunla dost olur. Çamlıbel’de Esebali ile Dönek Sultan’ın düğünleri yapılır. 33 Köroğlu’nun Son Kolu: Köroğlu’nun mezarı yoktur (ölümsüzlük motifine uygun olarak). Ölümsüz olduğuna inanıldığı için Doğu Anadolu âşıkları her faslın başında ve sonunda onu anarlar. Özet: Frenk Bezirgân’ın oğlu Köroğlu tarafından kaçırılır. İntikam planı yapan Frenk, tabancayı icat eder (başka yolla Köroğlu’nu alt edemeyeceğini bilmektedir) ve bunu Ayvaz’a hediye etmek ister. Ayvaz genç ve silahlara düşkün biridir. Silah onun elinde olursa koçaklar arasında fitne çıkma ihtimali kuvvetlenirdi. Frenk, tabancayı Ayvaz’a verip geri döner. Demircioğlu Ayvaz’ın elindeki silah yüzünden ölür. Duruma kızan Ahmet Bezirgân da Ayvaz’ı öldürür. Dağıstanlı Hasan da Ahmet Bezirgân’ı öldürür. Üzüntü içindeki Köroğlu hazineyi 22’ye böler. 1 hisseyi kendine ayırıp kalan hazineyi taburlarına paylaştırır. Ailesini yanına alarak Şam’a gider. Çamlıbel dağılınca Frenk, intikamını almış olur. Köroğlu da Kırklar dağında inzivaya çekilir. Köroğlu’nun evlilik vaat ettiği Benli Böne üzülüp intihar eder. Kırklar dağına defnedilir. Köroğlu ile oğlu, Döne’nin mezarını ziyarete giderler. Oğul önde yürürken ailenin kalan fertlerini yanına alıp Dağıstan yolunu tutması ve Köroğlu’yla atını bir daha aramamasını söyleyen bir ses işitir. Döner bakar; Köroğlu yok! Köroğlu bir daha görünmez. Sadece sazının sesi Kırklar dağında duyulur. Diğer Kahramanlık Hikâyeleri Kirmanşah Hikâyesi Sadece Türkiye ve Azerbaycan sahasında bilinmektedir. Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında tez hazırlamıştır. Şimşek, Çolak ve Duymaz’ın da konuyla ilgili çalışmaları vardır. kaynağı Binbir Gece Masalları’dır. Özet: Tiflis hükümdarı Hurşut Şah’ın çocuğu olmamaktadır. Şah, veziriyle birlikte su kenarına gider. Yanlarına derviş gelir. Çocuğu olması için tavsiyelerde bulunup kaybolur. Şah, söz dinler ve zaman gelince çocuğu olur. Güçlü kuvvetli doğan çocuk dört yaşına geldiğinde bütün Tiflis ondan korkar olmuştur. Çocuğa ad konulması istendiğinde derviş ortaya çıkar ve çocuğun ismini verir (Kirmanşah). Kirmanşah, Yemen sultanının kızının güzelliği ve kuvvetini işitir. Kirmanşah, Sultanı yenince ikisi birlikte Tiflis’e dönerler. Rüyasında dervişten üç bade alır. Birincisi Allah; ikincisi üçler, yediler kırklar; üçüncüsü ise Herat hükümdarı Selim Şah’ın kızı Mahperi Han aşkınadır. Derviş aynı gece Mahperi Han’a da bade verir (kader, bu şekilde ağlarını örüyor). Aşkından deliye dönen Kirmanşah, Tiflis’ten ayrılır. Yolda çeşitli hayvanlarla karşılaşır; ejderha, aslan/kaplan… Daha sonra on dört bin atlısı olan Koca Arap’la karşılaşır. Kirmanşah’ın yanındaki Yemen Şahının kızı, Koca Arap’ın kahramanı Mecal Vermez’i yener. Koca Arap’ı da Kirmanşah alt eder. Haraç kesme adetini terk eden Koca Arap, buna karşılık Kirmanşah’ın kendisine oğul olmasını ister. Kirmanşah, başından geçenleri Koca Arap’a anlatır. Koca Arap, atını (Karakaytaz) Kirmanşah’a verip onu Herat’a yolcu eder. Kaf Dağı’ndan çıkıp gelen Ağ Dev, Mahperi’yi kaçırır. Herat yas içindedir. Şah, Kirmanşah’a olanları anlatır. Kirmanşah, yanına arkadaşlarını alıp yola çıkar. Bir tepede pirle karşılaşırlar. Pirin tembihi üzerine Kirmanşah’ın arkadaşları Herat’a geri dönerler. Yola yalnız devam eden Kirmanşah, Davudoğlu Süleyman’ın bahçesine ulaşır. Bahçedeki bir levha onu Kaf Dağı’nda karşılaşacakları hakkında uyarır. Yola devam eder. Billur-i ezeme geldiğinde buranın yarısının ateş yarısının da kar olduğunu görür. Bu yeri geçip devin kalesine ulaşır. Kalede kapı yoktur. Rüyasında Hızır’ı gören Mahperi, sevdiceğinin geldiği haberini alır. Yanındaki kemendi kaleden aşağıya sarkıtır. Kirmanşah kaleye girer. Devin yerini öğrenip, başucundaki kılıçla devi öldürür. Kirmanşah, kalede esir olan amcaoğullarını da kurtarır. Kementle kaleden inerlerken arkalarında kalan Kirmanşah’ın yaralanmasına sebep olurlar. Şiraz’a doğru 34 giderlerken Mahperi guruptan ayrılır. Babalarının tahtına varis olan iki oğul, Kirmanşah’ı devin yediği yalanını uydururlar. Yaralı olan Kirmanşah, Karakaytaz’ın sırtında yola düşer. Mahperi’yi bulur. Yola birlikte devam ederler. Annesi Zöhre Banu’ya ait bir çimenlikte istirahat ederler. Rüyasında oğlunun geldiğini gören Zöhre Banu, bahçeyi gezmeye çıkar. Süt aramak üzere Kirmanşah’ın yanından ayrılan Mahperi, geri döndüğünde Kirmanşah’ı bıraktığı yerde bulamaz. Bu nedenle kendini ırmağa atar. Kızın kemeri bir dala takılır. O ağacın altında saklı hazineyi gören daldan kurtulur ve bir değirmenin bendine kadar sürüklenir. Değirmenci kızı bulup evlat edinir. Birlikte hazineye de sahip çıkarlar. Kirmanşah babasının askerleriyle birlikte Mahperi’yi arar. Sahipsiz kalan Karakaytaz, Koca Arap’a geri döner. Kirmanşah’ı aramaya çıkan Koca Arap, Şiraz’a ulaştığında Ahmet Şah’ın oğullarının yalanlarını anlayıp onları öldürür. Kirmanşah ve Koca Arap, Mahperi’nin yaptırdığı bir hayratın başında rastlaşırlar. Değirmenci de iki âşığı evlendirir. Düğün-dernek mutlu son… Şah İsmail Hikâyesi Balkanlardan Türkmenistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda anlatması vardır. Masal kaynaklıdır. Sevgi konulu halk hikâyelerinin tamamında var olan elma yiyerek çocuk sahibi olmak burada da vardır (üremenin evrensel sembolü elma). Alp tipi kahramanın yapıp ettikleri destansı motifleri çağrıştırır. Şah İsmail çok eşlidir. Bir diğer önemli husus; oğulun getirdiği kızlara babanın âşık olmasıdır. Faruk Çolak’ın konuyla ilgili doktora tezi vardır. Özet: Çocuğu olmayan Kandehar Padişahı vezirini yanına alıp yola çıkar. Karşılarına çıkan derviş bir elmayı ikiye bölerek eşleriyle yemeleri için bunlara verir. Elmanın kabuklarını da ahırdaki kısrağa vermelerini salık verir. Söz dinlerler ve vakit gelince hem çocukları olur hem de kulunları. Çocuk 15’ine gelince derviş gelir ve çocuğa Şah İsmail ismini verir. Ahırdaki kuluna da Kamer Tay adını vererek kaybolur. Şah İsmail ava çıkar. Çeşme başında uyur ve kırkların elinden bade içer. Gezisi sırasında Türkmen Beyi’nin kızı Gülizar’a âşık olur. Evlenirler. Gülizar’ın annesi olanlara razı olmadığı için kızını alıp Hindistan’a gider. Gülizar ardında bıraktığı mektupla yerini bildirir. Şah İsmail, sevdiğinin ardından yola koyulur. Yolda karşısına çıkan bir kaleyi yıkıp içerisinde Gülperi’yi bulur. Gülperi’nin kardeşlerini kurtarmak üzere devlerle savaşır. Devleri yener, kardeşleri kurtarır. Gülperi’ye evlilik sözü vererek yola devam eder. Arapüzengi’nin kalesini bulur. İnsan başından yapılmış bu kalenin tamamlanması için son bir kelleye ihtiyaç vardır. Arapüzengi bu niyetle Şah İsmail’la dövüşür ve mağlup olur. Şah İsmail, Arapüzengi’ye de evlilik sözü vererek yola birlikte devam ederler. Hint Padişahı’nın oğluyla evlendirilmiş olan ve gerdekten önce kırk gün süre isteyen Gülizar’ı Arapüzengi’yle birlikte kaçırırlar. Dönüş yolunda Gülperi de onlara katılır. Oğlunu gelinlerinden kıskanan anne, kocasından Şah İsmail’i öldürüp gelinleri almasını ister. Padişah hile ile oğlunu yakalatıp idamını ister. Gözlerine mil çekilen Şah İsmail dağa terk edilir. Durumdan haberi olmayan Arapüzengi, Şah İsmail’in eve dönmemesinden evhamla kayınbabasının saraya gelmesi için gönderdiği 99 kadının başını keser. Güvercinlerin yardımıyla Şah İsmail yeniden görmeye başlar. Orduya katılarak Arapüzengi’ye karşı savaşa katılır. İkili birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. Arapüzengi Şah İsmail’i tanır. Güç birliği ile babayı alt ederler. Şah İsmail tahta çıkar. Üç hatunla kırk gün kırk gece düğün yapılır. Yaralı Mahmut Hikâyesi Hikâye, masallarda karşımıza çıkan, geceleyin etrafı aydınlatan çamçırak(Şamşırak, Şimşirik: Aydın kimselerin dilinde Şeb-Çerağ olarak bilinen geceleyin parıldayan yakut taşının halk dilindeki karşılığıdır) taşlarının Bağdat’tan alınıp İstanbul’a getirilmesi etrafında şekillenir. 35 Sadece Türkiye’de bilinmektedir. Zeynelâbidin Makas’ın yüksek lisans, Ensar Aslan’ın da konuyla ilgili doçentlik tezi vardır. Özet: Ali Bezirgân adlı tüccarın Ahmet ve Mahmut adında iki oğlu vardır. Mahmut akıl sahibi, ailesine bağlı iken Ahmet bunun tersidir. Baba ölünce, Ahmet mirası tüketir. Mahmut, annesini yanına alıp çobanlık yapmaya başlar. Muhteşem bir saray yaptıran Osmanlı Padişahı, şamşırak taşlarıyla bu saray daha güzel görünür dedikleri için bu taşları bulmak ister. Taşları getirene dünyalığını vaat eder. Mahmut bu işe talip olur. Taşlar Gence padişahındadır. Emrine verilen orduyla yola çıkar. Ordular cenk eder. Dökülen kan dursun diye Mahmut’un karşısına bir pehlivan çıkarılır. Pehlivan güreşi kaybedince yüzündeki peçeyi kaldırır. Pehlivan meğerse kızmış! Mahmut o anda âşık olur ve bayılıp düşer. Kızın adı Mehbub’dur. Kendisini yenenle evleneceğini vaat etmiştir. Şamşırak taşları da koynundadır. Mehbub’la birlikte İstanbul yoluna girer. Mehbub’la daha evvel nişanlanmış olan Kara Vezir, Gence padişahına korku salmaktadır. İstanbul’a giden bir cadı yaptığı sihirle kızı Mahmut’tan ayırır. Terk eden eşini takip eden Mahmut Kahraman dağlarında Mehbub’la karşı karşıya gelir. Mehbub, sihrin etkisiyle Mahmut’u yaralayıp Gence’ye ulaşır. Büyünün tesiri geçince cadıyı öldürür ancak Kara Vezir’le evlenmekten kurtulamaz. Yaralı Mahmut’u bir Bezirgân bulup iyileştirir (Mahmut’u tedavi eden Gülşen, Mehbub’un arkadaşıdır). Mehbub’la Kara Vezir’in düğün hazırlıkları sürerken Mahmut gelip gerdek odasına saklanır. Kara Vezir’i öldürüp Mehbub’u yanına alarak İstanbul’a doğru yola koyulur. Mehbub, çeyizi olmadığı için önce çeyiz düzmek üzere para kazanmaları gerektiğini söyler. Haramiliğe başlarlar. Kuvvet komutanı olan Ahmet, çifti yakalar ve Padişahın huzuruna çıkarır. Padişah çifti cezalandırmaz, evlendirir. Ünite 5 Sevda Konulu Halk Hikâyeleri Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi Türkiye dışında; Azerbaycan, Türkmenistan ve Balkanlarda da bilinmektedir. Muhan Bali (1973) tarafından hikâye hakkında tez çalışması yapılmıştır. Saim Sakaoğlu ve Ali Saracoğlu Ercişli Emrah’ın âşıklık ve hikâyeciliği hakkında çalışma yapmıştır. Saim Sakaoğlu ile Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında bibliyografya çalışması yapmıştır. Özet: Tahtı İsfahan’da olan Şahoğlu Şah Abbas’ın kırk âşığı vardır. Âşıklar Gence’ye Kara Vezir’e misafir olurlar ve atışmak için rakip isterler. Rakip çıkmayınca Âşık Ahmet saraya çağrılır. Âşıklarla aşık atamayan Âşık Ahmet, ailesiyle birlikte Erciş’e zorunlu olarak göç eder. Miroğlu Ahmet Bey’in evindeki âşık fasıllarına katılır. Oğlu Emrah’ta yaşı 14’e gelince babasıyla birlikte fasıla gider. Sazı eline alır ve bütün tellerini kırar. Babasından dayak yer. Emrah, köyün dışındaki çeşmeye gidip elini yüzünü yıkar. Abdest alır, namaz kılar ve dua edip âşıklık ister. Duası kabul olur: Rüyasında Pir Emrah’a yeşil fincanda bade içirir. Birincisi Allah’ın aşkına, diğeri üçler, beşler, yediler, kırklar aşkına, sonuncusu da Miroğlu Ahmet Bey’in kızı Selvi Han aşkına. Pir, Emrah’a Selvi Han’ın yüzünü de gösterir. Emrah, ağzından köpükler saçılarak bayılır. Emrah’ı bulanlar onu uyandıramazlar. Babası durumu anlar ve sazının tellerine vurarak Emrah’ı uyandırır. Başından geçenleri manzum olarak anlatmaya başlayan Emrah babasıyla atışmak ister. Babasına sorular sorar, baba cevap veremez. Babası, Emrah’ın üstünlüğünü kabul eder. Bunu üzerine Miroğlu Ahmet Bey, Emrah’ı evlat edinir. Selvi Han’ın yıldızı sevdaya akar ve hastalanır. Selvi Han’ın sırdaşı Nazlı, iki âşığı buluşturur. 36 Şahoğlu Şah Abbas, Van kalesini almak üzere sefere çıkar. Kaleyi kuşatır ama alamaz. Bulunduğu yere bağ diktirir ve adını da Şahlar Bağı koyar. Kuşatmayı kaldırıp Erciş’e doğru yola koyulur. İki asker Miroğlu Ahmet Bey’in bahçesine girip Selvi Han ve Nazlı’yı kaçırırlar. Bunun üzerine Emrah gurbete çıkar. Şahoğlu Şah Abbas, talan ve kız kaçırma olaylarına sinirlenip sorumlularını cezalandırır. Sahat Çukuru’nun yöneticisi Yakup Han’ın yönetimini beğenen Şah Abbas, onu yanına alıp İsfahan’a döner. Abbas, İsfahan’a dönünce Selvi Han’la evlenmek ister. Selvi Han bir bağ dikilmesini ve bağlar üzüm verince düğün yapılmasını şart koşar (7 yıldır bu süre). Emrah, İsfahan yolundayken düğün haberini öğrenir. Yakup Han, Emrah’ı kendi âşığı yaparak fasıllara sokar. Şah Abbas’ın huzuruna çıkar. Selvi Han’ın amcasının kızı olduğunu söyler. Emrah’ın sözlerini Selvi Han doğrular. Hak âşığı olup olmadığını sınamak isteyen vezirler, Emrah’ın verilecek zehri içmesini isterler. Selvi Han’ın elinden içmek kaydıyla kabul eder. Pir yetişip işleri halleder. Şah Abbas Selvi Han ve Emrah’ı ağırlıklarınca altınla Erciş’e yola koyar. Yakup Han’da yanlarındadır. Erciş’e vardıklarında Selvi Han’ın kardeşleri âşıkların evliliğine karşı çıkar. Kardeşleri, Selvi Han’ı alıp Gence’ye kaçarlar. Kardeşleri Selvi Han’ı Kara Vezir’in oğluyla evlendirmek isterler. Selvi Han, çeyizindeki halıyı kendisinin dokuması şartıyla kabul eder (7 yıldır bu süre).Emrah, önce Erzurum sonra da Halep yollarında babasıyla birlikte Selvi Han’ı ararken Pir, Selâtin Peri adlı kıza bade sunar: badelerin üçüncüsü Emrah aşkına verilmiştir. Ertesi gecenin rüyasında tembihlenen işleri tutan Selâtin Peri, viran yerde Veran Bağları’nın dikimine başlar. Emrah ile babasının yolu bahçeye varır. Selâtin Peri, Emrah’a elini tutmasını söyler, söyleneni yapan Emrah’ın aklı başından gider. Kendine geldikten sonra Selâtin Peri’den izim alıp Gence yoluna düşerler. Selvi Han’ın konağında bir araya gelirler. Kara Vezir, derhal cellatlarına haber verir. Yakalanan Emrah başından geçenleri anlatır. Anlattıklarının teyidi için İsfahan’a elçi yollanır. Kara Vezir sahte bir fermanla Emrah’ın infazını emreder. Vezirler Gence sokaklarında her gün bir saat gezdirilen Emrah’ın dokuzuncu günde infaz edileceğini söylerler. Emrah’ın babası İsfahan’da Şah Abbas’ı bulur. Yakup Han, Emrah’ın asılması için götürüldüğü Kanlı Dere’ye gider. Cellatlarını birbirine düşüren Emrah son anda kurtulur. Emrah’ı yanına alan Yakup Han, Kara Vezir’in sarayına gider. Yalanları ortaya çıkan Kara Vezir öldürülür. Hep birlikte İsfahan’a dönerler. Düğümler burada çözülür, Selâtin Peri de İsfahan’a getirilir. Emrah önce Selvi Han’la bir hafta sonra da Selâtin Peri’yle evlenir. Şahoğlu Şah Abbas: Adaleti temsil eder. Kara Vezir: Muhterem kötü eleman Karaca Oğlan İle İsmikan Sultan Hikâyenin bir tek anlatması vardır o da Radloff’un Proben’inin VI. cildindedir. Hikâye hakkında Ali Berat Alptekin, Saim Sakaoğlu, Esma Şimşek gibi isimlerin çalışmaları vardır. Hikâye, ihtiyar bir kadının bedduasıyla başlar (Üç Turunçların temel motifi). Karaca Oğlan’ın şiir söylemeye başlaması rüya motifine bağlıdır. İlim, irfan sahibi bilge kişiliğiyle Karaca Oğlan, Anadolu erenlerini temsil eder mahiyettedir. Özet: Smayıl, nefesi hak yolunda olan biridir. Çeşme başında yaşlı kadının bardağını kırar ve beddua alır. Smayıl’a rüyasında İsmikân Sultan gösterilir. Kendinden geçen Smayıl şiir söylemeye başlar ve namı olur Karaca Oğlan. Gurbete çıkar. Yolda karşısına çıkan peri kızlarına türküler söyler. Murat Paşa’nın kahvesinin bulunduğu şehre varır. Kahveye çırak olan Karaca Oğlan, bilmeden İsmikân Sultan’ın evine suya gider. Yolda iki kişinin kavgasını çözer onları barıştırır. Murat Paşa, şiirler söyleyen bilge çırağı için meclis tertip eder. Karaca Oğlan burada İsmikân Sultan redifli bir şiir söyler. Dinleyiciler arasındaki kızın babası bu duruma bozulur. Murat Paşa’nın hatırına kızını vermeye razı olur. 37 Karaca Oğlan Belgratlı, İsmikân Sultan ise Tunalıdır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Yedi gün izin alıp ayrılan ancak zamanında dönmeyen Karaca Oğlan’ın öldürülmesi istenir. Murat Paşa’dan af dileyen Karaca Oğlan bağışlanır. İsmikân Sultan’ın yanına gittiğinde onu bir Arap’la görür ve böylece sevgilisini terk eder. İsmikân Sultan’ın babasının gemisinde çalışan Prikaşçik, hediyelerle birlikte İsmikân Sultan’ın yanına gelir. Karaca Oğlan’ın gidişine üzülen İsmikân Sultan hastalanıp yataklara düşer. Vücudu şişer. Karaca Oğlan için yeniden ölüm fermanı çıkaran Murat Paşa duruma dayanamaz ve kızını, şehrin dışına terk eder. Prikaşçik, Karaca Oğlan’ı bulur ve Murat Paşa’nın yanına doğru yola koyulurlar. Yolda İsmikân Sultan’ı gören Karaca Oğlan, sevgilisini affeder. Sevgilisini kaplıcalara götürüp iyileştirir. İkisi evlenip muratlarına ererler. Prikaşçik ise onlara hizmetçi olur. Kerem İle Aslı Hikâyesi Bütün Türk cumhuriyetleri ve topluluklarında bilinmektedir. Hikâyenin doğuş yeri olarak Doğu Anadolu ve Azerbaycan gösterilir. Manzum kısımları nesir kısımlarına daha fazladır. Şükrü Elçin ve Ali Duymaz, hikâye hakkına çalışmışlardır. Hikâye din farklılığı üzerine kurulmuştur. Hikâyenin başında Aslı’nın adı Meryem, Kerem ‘in ise Muhammet’tir. Özet: Âdil Şah, İsfahan’ın Şahı, Keşiş ise hazinedarıdır. Sıkıntıları, çocuklarının olmamasıdır. Yollara düşerler. İhtiyar bir adam dertlerini anlar ve onlara eşleriyle birlikte yemeleri için elma verir. Elma yenir, zamanı gelince çocuklar dünyaya gelir. Şah’ın oğlu Ahmet Mirza, Hazinedarın kızı da Kara Sultan adını alır. Beşik kertmesidirler. Aralarındaki din farkını dert edinen Hazinedar, işini terk edip, ailesiyle birlikte İsfahan’dan ayrılır, Zenge’ye göç eder. Ahmet Mirza uyuyakalır ve üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Rüyasında Kara Sultan’ı görür. Yollara düşer. Zenge’ye vardığında Keşişe misafir olur. Durumu anlayan Keşiş, Kara Sultan’ın öldüğü yalanını uydurur. Yas içindeki Ahmet Mirza, ava çıkar. Şahininin peşinden bir bahçede Kara Sultan’ı bulur. Diz dize türküler söylerler. Türkülerdeki “Kerem” ile “Aslı” isimlerini mahlas edinirler. Ahmet Mirza hastalanır. Derdinin dermanı “Aslı”dır. Keşişe haber gönderilir. Durumu anlayan Keşiş, ailesini alıp kaçar. İyice dertlenen Kerem, arkadaşı Sofu’yu yanına alıp gurbete çıkar. Van yolunda Kırk haramilere yakalanır. Hak âşığı olduğu anlaşılınca serbest kalır. Türlü badirelerden sonra avcının tuzağındaki ceylanla söyleşir. Başı sıkışınca Hz. Hızır’ın yardımına mazhar olur. Erzurum’da Alık Paşa’nın kahvesinde türküler söyler. Yolu Kayseri’ye varınca diş çektirmek bahanesiyle Aslı’nın evine gider. Aslı’nın dizinde bütün dişlerini çektirir. Uzun zaman önce Aslı’dan aldığı mendille ağzındaki kanı silerken Aslı onu tanır. Evden çıkarken ayağı kapıya sıkışan Kerem, Aslı’ya olan aşkının üçte birinin kıza verilmesini niyaz eder. Dua kabul olur. Sevgililer gece vakti kaçmaya karar verirler. Gece vakti Kerem ve Sofu yakalanır. İdamına karar verilir. Kırk kızın arasından Aslı’yı tanıyan Kerem, hak âşığı olduğunu ispat eder ve idamdan kurtulur. Keşişten düğün hazırlıklarına başlaması istenir. Göçünü hazırlayan Keşiş yola çıkar. Peşinden gidildiyse de yakalanamaz. Kerem ve Sofu onları aramaya koyulur. Halep’te Külhanbeyi’nin yardımıyla Aslı’yı bulurlar. Kerem yine yakalanıp hapse atılır (genç kızla görünmesi suç sayıldı). Aslı bir başkasıyla evlendirilir. Halep Paşa’sı nikâh kıyılırken Aslı’yı alır ve Kerem’le evlendirmek ister. Keşiş, kızının gelinliğini dikmek şartıyla razı gelir bu işe. Gerdekte, sihirle dokunan elbisenin düğmelerini açmaya çalışan Kerem sihre karşı koyamaz. Bir “ah” çeker ve ağzından çıkan alevle tutuşur. Aslı da bu ateşi söndürmeye çalışırken ateşe kapılır. İkisi de yanıp kül olur. Keşiş ve karısı öldürülür. Sofu da, ismi Esma olan bir kızla evlenir. Âşık Garip Hikâyesi 38 Balkanlardan Doğu Türkistan’a uzanan coğrafyada bilinmektedir. Azerbaycan çıkışlı olduğu görüşüne itibar edilmektedir. Fikret Türkmen’in doktora tezi bu hikâye ile ilgilidir. Dede Korkut Hikâyelerinden Kampüre’nin Oğlu Bamsı Beyrek hikâyesi ile arasında benzerlikler vardır (görmeyen gözün tedavisi, ağlamaktan dolayı gözleri kör olan anne, tedavide kanın mendille göze sürülmesi ile Haz. Hızır’ın atının ayağından alınan toprağın göze sürülmesi). Özet: Tebrizli Hoca Maksud’un oğlu Resul ve kızı Güllü Han, büyüme çağındayken babaları ölür. Resul, arkadaşlarıyla içkili meclislere girer. Miras tükenir. Çalışması gerekir ancak bir baltaya sap olamaz. Berat gecesindeki bir sohbette Kelaoğlan, aşağılamak maksadıyla Resul’den saz çalmasını ister. Namazını kılıp dua eden Resul, rüyasında üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Hem âşıklığı öğrenir hem de Tiflisli Hoca Sinan’ın kızı Şah Senem’e sevdalanır. Annesi ve kız kardeşiyle birlikte Tiflis’e doğru yola çıkar. Tiflis’te Canım Hoca, aileye kucak açar. Resul’e Tiflis’te Garip adını yakıştırırlar. Âşık fasıllarında namı yürüyen Resul’den Hoca Sinan, yanında çalışmasını ister. Senem’in arzusuyla Garip, kızı babasından ister. Baba, başlık olarak kırk kese altın karşılığında razı olur. Sazını evin duvarına asan Garip, yollara düşer. Garip önce Erzurum’da itibar edinir. Senem, yazdığı mektubu Garip’e ulaştırsın diye Şah Veled’e verir. Senem’i seven Şah Veled, Kelaoğlan ile kafa kafaya verir. Garip’in daha önce Kelaoğlan’a verdiği gömleği kana bulayıp, Garip’in annesine götürürler. Oğlunun öldüğünü sana anne gece gün ağlar ve kör olur. Şah Veled, Senem’e dünür gönderir. Garip’in öldüğüne inanmayan Senem, Kelaoğlan’dan doğruyu söylemesini ister. Kelaoğlan oyunundan dönmez. Senem beddua eder. Çok geçmeden Keloğlan ölür. Garip’in annesi, kız kardeşi ve Senem, işin aslını öğrenebilmek için bir bezirgândan yardım isterler. Bezirgân, elinde Garip’in bade içtiği tas ile yollara düşer, nihayet Garip’i bulur. Olanları öğrenen Garip, Tiflis’e dönmek üzere yola koyulur. Yolda sıkıntılar yaşar ancak Hz. Hızır ona yardım eder. Evine vardığında kız kardeşi ancak duvardaki sazın telleri kopunca Garip’i tanır. Hz. Hızır’dan aldığı toprak ile annesinin gözlerini iyileştirir. Şah Senem’le Şah Veled’in düğünlerinin otur dokuzuncu günü gelmiştir. Garip, düğün evine gider. Sevdiğini alır. Kız kardeşi Güllü Han’ı Şah Veled’e verir. Hep birlikte düğün yaparlar. Tahir İle Zühre Hikâyesi Türkçenin konuşulduğu hemen her yerde bilinmektedir. Çeşitli dillere çevrilmiş, opera ve filmlere de konu olmuştur. Fikret Türkmen’in doçentlik tezi bu hikâye hakkındadır (bu çalışmada hikâyenin 24 varyantı, epizotları, motifleri ele alınmıştır). Hikâye, öncelikle çocuksuzluk motifi üzerine kurulmuştur. Tahir’in ırmağa atılması önemli bir detaydır. Tayyizaman, tayyimekân ve cadı, dikkat çekici motifleridir. Özet: Çocuğu olmayan padişah ve aynı dertten mustarip lalası kıyafet değiştirerek yolculuğa çıkarlar. Karşılarına çıkan derviş onlara elma verir. 9 ay kadar sonra padişahın bir kızı, lalanın ise oğlu olur. Tahir ile Zühre, birlikte büyürler, okula giderler. Zühre’nin su kenarında (bazı varyantlarda su üzerinde)bahçesi ve sarayı vardır. Sarayın bahçesinde birbirlerine türküler söylerler. Padişahın Arap Köle’si Tahir ile Zühre’nin birbirlerine âşık olduğu haberini herkese yarar. Babası kızı Tahir’e vermeye razıysa da anne razı olmaz ve büyücüden yardım ister. Büyü işe yarar ve Zühre, Tahir’den soğur. Zühre, bir köşk yaptırıp dadısıyla birlikte köşke taşınır. Dadı, Zühre’ye annesinin yaptıklarını anlatır. Yeniden Tahir’le görüşmeye başlar. Padişah, durumu öğrenince sevdalıları yakalar. Tahir, Mardin’e sürgün edilir. Aradan 7 yıl geçer. Kervancı (Keloğlan), Zühre’nin Tahir için söylediği türküyü işitir ve bu türküyle ilgili haberleri Mardin’deki Tahir’e ulaştırır. Zühre’nin darda olduğu düşüncesiyle daralan Tahir dua eder. Hz. Hızır gelir ve Tahir bir anda kendini Zühre’nin yanında bulur. Ne var ki Zühre Tahir’i tanıyamaz. Tahir’i dilenci sanan Zühre, ona sadaka vermek ister. Tahir ailesine 39 kavuşur ve yeniden Zühre ile görüşmeye başlar. Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Padişah askerlerini Tahir’in üstüne salar. Birçok askeri öldüren Tahir işin sonunun gelmeyeceğini anlar ve teslim olur. Teslim olan Tahir, bir sandığa kapatılarak nehre atılır. Göl Padişahının kızına mektup yazan Zühre, sevgilisinin kurtarılmasını ister. Kız Tahir’i görüp âşık olur ancak karşılık bulamaz. Tahir yine Hz. Hızır’ın yardımıyla Zühre’ye kavuşur. Ne var ki Zühre bir başkasına verilmiştir. Tahir’i düğün evinde gören Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Tahir yine yakalanır ve bu defa canını alması için Allah’a yalvarır. Tahir oracıkta ölür. Zühre’de dua edip ölüverir. Arap Köle intihar eder. Âşıklar defnedilir. Tahir’in mezarından kırmızı, Zühre’ninkinden beyaz gül biter. Arap Köle’nin mezarından da karaçalı çıkar. Güller birbirine kavuşacakken karaçalı aralarına girer. Arzu İle Kamber Hikâyesi Türkiye dışında Musul, Kerkük ve Balkanlarda bilinmektedir. Doğuş yeri olarak Kerkük gösterilir. Hikâyenin manzum kısımları mani şeklindedir. Esma Şimşek’in yüksek lisans tezi bu hikâye ile ilgilidir. Göçebe hayatından izler taşıması bakımından önemli bir hikâyedir. Hikâyenin kurgusunda dua çok önemli bir yere sahiptir. Özet: Çoban Ahmet’in erkek çocuğu olmaz. Koyunlarını otlatırken ırmağın üzerinde sandık bulur. Sandıkta bir çocuk bulur. Adını Kamber koyar. Kamber, Ahmet’in kızı Arzu ile birlikte büyük. Birbirlerini kardeş sanırlar. Kamber okuldan eve dönerken rastladığı yaşlı bir kadından Arzu’yla kardeş olmadıklarını öğrenir. Arzu ile Kamber birbirlerini sevmeye başlarlar. Sevdalıları gören kocakarı, aralarını bozmak için şölen tertip eder. Arzu’nun annesinin sütü ile yemek yapılıp Kamber’e yedirilecektir. Arzu’nun kardeşi olanları duyar, Arzu’ya haber eder, Arzu’da Kamber’i uyarır. Kamber şehirde bir ağanın yanında çalışmaya başlar. Ağanın oğlu bir yol Arzu’yu görür ve âşık olur. Babasını Arzu’ya dünür gönderir. Babası Arzu’yu oğlana verir. Kamber olanları duyunca dayısı Araz Bey’in yanına gider. Dayısı Kamber’e kırk atlı verir Arzu’yu kaçırması için. Kendi atı olan Düldül’ü de Kamber’e vermiştir. Atlıları gören kocakarı mezarlığa gider ve ağlamaya başlar. Ne olduğunu soran Kamber’e Arzu’nun öldüğünü söyler. Bayılıp düşen Kamber kendine geldikten sonra dağa çıkar. Bir zaman sonra mezarlığa gider ama Arzu’ya ait mezarı bulamaz. Oradaki çiftçiden Arzu’nun ölmediğini, ağanın oğluyla düğününün yapıldığını öğrenir. Düğün evinde Kamber’i tanımazlıktan gelirler. Kamber beddua eder. Düğünden sonra gelini götürmek için at ararlar. Arzu’nun bindiği bütün atların beli kırılır. Sadece Kamber’in atı sağlam kalır. At, Kamber’den başkasını yanına yaklaştırmaz. Kamber atı tutar ve Arzu ata biner. Yolda Arzu atı mahmuzlayınca at Kamber’in ayaklarına basar. Kamber’in çizmeleri kanla dolar. Kanı silsin diye Arzu Kamber’e mendil uzatır. Kamber Arzu’yu öper ve oradan uzaklaşır. Arzu, ağanın evine gelin gider ama Kamber’in bedduası sonucu damat ölür. Şehirde yas ilan edilir. Diyar diyar gezen Kamber Arzu’nun dizinin dibinde ölmek ister ve şehre döner. Arzu’nun yanına varır. Çok yorgun olduğunu söyleyerek kızın dizine yaslanır. Sabaha kadar bekleyen Arzu, Kamber’in öldüğünü nihayet anlar. Kamber’in ölümüne dayanamayan Arzu ölmek ister ve dileği kabul olur. Kızın babasıyla beraber, Arzu’yu aramaya çıkan kocakarı, bir gül ağacının dibinde bulur âşıkları. Olan biteni kızın babasına anlatır. Sinirlenen baba, kocakarıyı öldürür. Âşıklar defnedilir. İkisinin mezarı üzerinde birer gül biter ancak aralarına giren karaçalı kavuşmalarını engeller. Hurşit İle Mahımihri Hikâyesi Türkiye ve Balkanlar dışında Türk devletlerinde bilinmemektedir. Saim Sakaoğlu ve Ali Duymaz’ın hikâye ile ilgili yayımlanmış kitapları vardır. Göçebe hayatı üzerine alegorik bir hikâyedir. 40 Özet: Hurşit, Padişahın oğludur. Evlilik çağına geldiğinde kendisine denk bir kız bulanamayacağını düşünür. Hurşit kibirlidir bu konuda. Mahımihri ise Uçma’an şehrinin beyinin kızıdır. Bey, kızına layık erkek olmadığını düşünmektedir. Hurşit, rüyasında Murat Tepesi’ndedir. Orada kırklarla karşılaşır. Kırklar ona Mahımihri’nin suretini gösterir ve bade içirir. Hurşit bayılır. Kırklar Hurşit’e bu rüyadan kimseye söz etmemesini tembihleyerek kaybolurlar. Hurşit, derdini kimseye açamaz. Öte yandan Mahımihri’nin aşkından divane olur. Hıde kenarındaki sarayında turnalara sevgilisinin yerini sorar. Aylar geçer, Hurşit dertlidir. Şehrin içinden yedi sarhoş padişaha gelip Hurşit’in derdine çare bulabileceklerini söylerler. Meclis kurulur, sazını eline alan Hurşit içini döker. Anlattıklarını dinleyenler onun aya âşık olduğunu sanırlar. Kırkların vaat ettiği süre dolunca Hurşit, gösterilen yere gider. Geylani Yaylası’nda kurulu çadırları görür. Av yakalamak için şahinini salar. Obanın erkekleri Kara Han ile savaşmaya gider. Obada sadece kadınlar vardır. Şahini arayan Hurşit, Mahımihri’yi görür, düşer bayılır. Hoca çağrılır, çadır kurulur. Mahımihri, Hurşit’e sarılır ve baygın olan ayılır. Sazını eline alıp derdini söyler. Sevdalılar sözleşip ayrılırlar. Padişah kızın evine dünür gider. Kızın kardeşleri kırk gün süre isterler. Otuz gün sonra yedi kardeş, Mahımihri’yi alarak uzaklara gider. Bunu haber alan Hurşit deliye döner. O da gurbete çıkar. Bir çeşme başına ocak taşının altında sevdasının mektubunu bulur. Mektupta, sevgilisinin Yüzbaşı Han ile evlendirileceğini öğrenir. Yola düşen Hurşit Uçma’an şehrinde yaşlı bir kadına misafir olur. Yaşlı kadın Hurşit’i Hasbahçeye götürür. Hurşit burada beyin kızı Boz Kula’yı görür. Derdini anlatır. Burada bulunan Hasret Hatun Hurşit’e yardım eder. Kara Han’ın üç oğlundan, Hurşit’e yardım etmelerini ister. Kara Han, Hurşit’i hazinedarının yanına yardımcı olarak yerleştirir. Kara Han’ın huzurunda derdini anlatır. Kahvede meclis kurulur. Hurşit, sazı elinde söylemeye devam eder. Kadehçibaşı, şerbetlere rakı katar ve herkes sarhoş olur. Hasret Hatun, Mahımihri’yi Hurşit’in yanına getirir. Sevdalılar kaçarlar. Yolda düşmanlarını alt ederler ama kırk haramilere yakalanmaktan kurtulamazlar. Bir Arap, Hurşit’i öldürmekle görevlendirilir. Arap, Hurşit’in babasının adamıdır. Arap, Hurşit’e yardım eder, ikisi birlikte kırk haramileri öldürürler. Yurtlarına dönüp evlenirler. Ünite 6 Dede Korkut Meddah ve İstanbul Hikâyeleri Dede Korkut Hikâyeleri İki yazmasından biri Almanya’da Dresden’de diğeri Vatikan’dadır. Dresden yazması 1815 yılında H.O. Fleischer tarafından bulundu. Yazmayı bilim dünyasına H.F. von Diez tanıtmıştır. Vatikan nüshası 1950 yılında Ettore Rossi tarafından bilim dünyasına tanıtıldı. Birinci hikâye, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve on ikinci hikâye İç Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi, Oğuzların kendi aralarındaki mücadeleleri konu edinir. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye ile Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Hikâyesi ise Oğuzların olağanüstü güçlerle mücadelelerini konu edinir. Salur Kazan’un Evinin Yağmalanması, Kam Püre Oğlu Beyrek, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düşmesi, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek, Begil Oğlu Emren, Uşun Koca Oğlu Segrek, Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Kurtarması ise Oğuzların komşuları ile olan mücadelelerini anlatır. Bekir Çobanzade, 1936 yılındaki bir makalesinde 13. hikâyenin Leningrad şehrinde şarkiyat enstitüsündeki yazmalar arasında olduğundan söz etmişse de bu bilgi doğrulanamamıştır. Kazakistan kaynaklarına göre Dede Korkut, Kızılordalıdır ve mezarı Sirderya Irmağı kenarındadır. Doğumu 36 ayda gerçekleşmiştir. O doğunca mevsim değişmiş. Ölünce de 41 olağanüstülükler olmuş. Rivayete göre 295 yıl yaşamıştır. Öleceğini anlayınca dört bir yana at sürmüş ve sonunda Sirderya Irmağı kenarında seccadesini serip ibadet etmiş. Bir yılan onu sokmuş. Irmağın dalgaları onu mezarının olduğu yere bırakmıştır. Adam Olerarius, 1638 yılında Demirkapı Derbenti’ndeki mezarları araştırmış. Mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğunu söylemiştir. Barthold bu bilgiyi doğrulayamamıştır. Bayburt ili de Dede Korkut’a ev sahipliği yapmak istemiştir (Bamsı Beyrek ve Tepegöz’e de sahip çıkmaktadır). Dede Korkut hikâyeleri, 9 ve 11. yüzyıllarda oluşmuştur. 15. yüzyıl sonlarında yazıya geçirilmişlerdir. Hikâyeler, hanlar hanı Bayındır Han veya Salur Kazan’ın verdiği ziyafetle başlar. Oğuz Beyleri izin alıp ava giderler. Bu sırada yurtları düşman saldırısına uğrar. Mallarını kaybederler. Bir bir avdan dönen Oğuz Beyleri düşmanları yenerek yurtlarını kurtarırlar. Hikâyenin coğrafyası Hazar Denizi’nin iki yakasıdır. Kazılık Dağı ve Ala Dağ, Hazar Denizi’nin doğusundaki yerlerdendir. Dede Korkut, Oğuzların akıl hocasıdır. Çocuklara ad koyar, bekârları evlendirir. Aynı zamanda kopuzu icat eden kişidir, ozanların piridir. Hanlar Hanı Bayındır Han ne üst mevkidedir. Salur Kazan, ondan sonra gelir. Her beyin bir divanı vardır. Çocuklara avlanıp, kuş kuşladıktan ve baş kestikten sonra beylik verilir. Bunları yapamayan çocuklara ad verilmez. Hikâyelerde beylerin yanında 300, çocukların yanında ise 40 yiğit vardır. Hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır. Hikâyelerde Oğuzlar Müslümandır ancak din kuvvetli bir unsur olarak öne çıkmaz. Sefere çıkmazdan iki rekât namaz kılarlar. Düşmana saldırırlarken salavat getirirler. Düşman kalelerindeki kiliseleri camiye çevirirler. Keşişleri öldürüp ezan okuturlar. Hikâyelerde dört büyük melek, Hz. Musa ve Hz. Muhammed, üç halife (Hz. Ömer hariç diğerleri) ve Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinden söz edilir. İslamiyet’in yasakladığı içkiyi içerler. At eti yerler. Deli Dumrul Allah tanımaz ve onunla savaşmak ister. Hikâyelerde aile çok kuvvetlidir. Bamsı Beyrek dışında bütün Oğuz beyleri tek eşlidir. Kadınlara karşı saygılıdırlar. Alp tipi evlilik vardır. Beşik kertmesi evlilikler de vardır. Hikâyelerde ikiyüzlülük yoktur. Erkekler ve kadınlar merttir. Hikâyelerdeki tek yalancı Yalancıoğlu Yaltacuk ise konu gereği hikâyede geçmektedir(Bamsı Beyrek). Anne hakkı çok değerli tutulur. Erkek çocuk tercih edilir. Hayat tarzı göçebeliktir. Tek varlıları sürüleridir. Kopuz hemen her Oğuz beyinin yanından eksik etmediği müzik aletidir. Bunun yanında savaşlara gidilirken davul çalınır. Tabiat çok etkindir, canlıdır, heybetlidir; dağlar geçit vermez. Hemen her hikâyede ava çıkılır. Önemli kararların pek çoğu da av alanında alınır. Kilisli Muallim Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin, Saim Sakaoğlu, Osman Fikri Sertkaya, Semih Tezcan, Dursun Yıldırım, Keriman Üstünova, Güllü Yoloğlu, Ali Duymaz vs. hikâyelerle ilgili bilimsel çalışmalar yapmışlardır. Tarihi Kaynaklarda Dede Korkut Hikâyeleri Câmiü’t-tavrih: İlhanlı veziri Reşidüddin’in bir heyetle birlikte yazdığı eserin Târih-i Oğuz u Türkân u hikâyet-i cihangir-i u adlı bölümünde dört Oğuz hükümdarının çağdaşı olarak Korkut Ata’dan söz edilir. Dürerü’t-ticân: Mısırlı tarihçi Ebû Bekr b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, bir Oğuzname ve Tepegöz hikâyesinden söz eder. Selçukname: Yazıcıoğlu tarafından yazılan eserde 65 satırlık bir Oğuzname bulunmaktadır. Hazihi er-risâleti min kelimâti Oğuznâme el-meşhur bi-Atalar sözi: 15. yüzyılda Emir Süleyman döneminde yazılmış eserde bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir. Târih-i âl-i Selçuk: Yazıcıoğlu Ali tarafından 15. yüzyılda II. Murat adına yazılan eserde Dede Korkut Hikâyelerinin girişindeki cümlelere benzer sözler yer almaktadır. 42 Câm-i Cemâyin: Tebrizli Hasan b. Mahmud Bayatî’nin eserinde Dede Korkut’un adı geçmektedir. Nesâimü’l-mahabbe: Ali Şir Nevâî’nin Camî’nin Nefahatü’l-üns’den çevirme ve tamlama yoluyla yazdığı eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir. Tevârih-i cedîd-i mir’at-i cihan: Bayburtlu Osman’ın eserinde hikâyelerdeki bazı kahramanlardan söz edilmektedir. Şerefnâme: Şeref Han’ın 1597’de tamamladığı eserin girişinde Dede Korkut hikâyelerinde bahsi geçen Bügdüz Emen’in elçi olarak Hz. Peygamber’e gönderilmesi anlatılır. Edirneli Ruhi: Hikâyelerde söz edilen Kayı Boyu ile ilgili cümlelerin benzerlerini Ruhi’nin eserinde de görmekteyiz. Aynı bilgileri Müneccimbaşı’da eserinde tekrarlamaktadır. Şecere-i Terâkkime: Ebulgazi Bahadır Han’ın 1659-1660 yıllarında tamamladığı eserde Dede Korkut ve bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir. Târih-i Dost Sultan: Eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir. Seyahatnâme: Evliya Çelebi’nin eserinde Dede Korkut’un Demirkapı Derbendi ve Ahlat’ta olduğu söylenen mezarları hakkında bilgiler vermektedir. Tuhfetü’s-sürûr: Hafız Derviş Ali Çengî’nin eserinde kopuz ve bazı kahramanlardan söz edilmektedir. Leyla – Mecnun: Kul Ata’nın mesnevisinde Dede Korkut özellikleriyle birlikte anlatılır. Adam Olearius: Fransız oryantalisti bu zat 1638 yılında Demirkapı Derbendi’nden geçerken mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğundan söz etmiştir. Yaşayan Dede Korkut Hikâyeleri Hazar Denizi’nin iki yakasında Bamsı Beyrek, Tepegöz ve Deli Dumrul hikâyeleri sözlü Bamsı Beyrek hikâyesi coğrafyamızda “bey arı”, “ak kavak kızı”, “bey börek”, babörek”, “bolbörek”, “bayram bey” gibi değişik adlar altında masal veya hikâye şeklinde anlatılmaya devam etmektedir. Aynı kaynaklarda anlatılmaya devam etmektedir. hikâye Hazar Denizi’nin doğusunda “alpamış”, “alpamışka”, “alıpmanaş” gibi adlar altında destani özellikler göstererek anlatılmaktadır. Âşık Garip hikâyesi ise Bamsı Beyrek hikâyesiyle benzerlikler gösterir. Dede Korkut hikâyelerinden Kan Turalı ile Şah İsmail hikâyesi arasında da benzerlikler vardır: Kan Turalı, vahşi hayvanları güreşle yenerek Selcan Hatun’la evlenmeye hak kazanmıştır. İkisi birlikte yola çıkarlar. Kan Turalı’nın uykusu gelir ve Selcan Hatun’un dizinde yedi gün uyur. Geriden gelen Trabzon tekürünün askerleriyle Selcan Hatun bir başına savaşır. Şah İsmail hikâyesinde de Şah İsmail, Hindistan dönüşü yorgun düşer ve uyur. Geriden gelen Hint askerleriyle Arapüzengi savaşır. Tepegöz’ün dünya genelinde yüzlerce varyantı vardır. Konuyla ilgili olarak Metin Ekici’nin ayrıntılı bir çalışması vardır. Dede Korkut Hikâyeleri ve Halk Hikâyeleri Muharrem Ergin, Dede Korkut hikâyelerinin, Oğuzların yakın doğuya gelmeden önce Sirderya kıyılarında yaşarlarken, komşuları Peçenek ve Kıpçaklarla olan mücadelelerini konu ettiğini söyler. Boratav, destandan romana geçişte eşik olarak Dede Korkut hikâyelerini gösterir. Destan anlatan ozanların yerini 15. yüzyıldan itibaren âşıkların alması bu görüşü doğrulamaktadır. 43 Dede Korkut hikâyeleri ile halk hikâyeleri arasındaki benzerlikler: a)Her ikisi de nazım ve nesir karışımıdır (Dede Korkut hikâyelerinde boy sözcüğü hikâye anlamında kullanılmıştır). b) Aralarında konu ve motif bakımından benzerlikler vardır: a) Kırk ince belli kız / Dede Korkut hikâyelerinde beylerin yanında 40 yiğit, hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır. Âşık hikâyelerinden Cihan ve Abdullah’ta ve Kirmanşah hikâyesinde Mahperi’nin yanında, Sevdakâr Şah ile Gülenaz Sultan hikâyesinde Sevdakâr’ın yanında, Âşık İmdat Kapağan’ın anlattığı Salman Bey ile Turnatel Hanım hikâyesinde Turnatel’in yanında 40 kız bulunmaktadır. b) Kül tepeçük olmaz, gülyegü oğul olmaz / Dede Korkut hikâyelerinin girişindeki bu söz Âşık Şevki Halıcı’nın iki hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. c) At ayağı külüg ozan dili çevik olur / Bu kalıp ifade hikâyeye akıcılık kattığı gibi uzun bir sürede gerçekleşmiş olayların kısa bir hikâyede anlatılmasına da işaret etmektedir. Bu kalıp ifadenin benzerleri Âşık Şevki Halıcı, Âşık Laçin Aladağlı, Âşık Halik Sarıçay, Âşık İlyas Kaya, Âşık İslam Erdener ve Âşık Şeref Taşlıova’nın hikâyelerinde de vardır. ç) Av avladılar kuş kuşladırlar / Bu kalıp ifade, Ardahan, Kars ve Iğdır çevresindeki halk hikâyelerinde karşımıza çıkar. d) Açların doyurulması çıplakların giydirilmesi / Orhun Anıtlarında da karşımıza çıkan bu ifade sosyal devletin tanımı mahiyetindedir. Dede Korkut hikâyelerinde yılda bir kez düzenlenen toyda, açlar doyurulur, çıplaklar giydirilir. Âşık Şevki Halıcı’nın anlattığı Kerem ile Aslı’da doğum üzerine verilen ziyafette benzer etkinlikler gerçekleşir. Âşık İlyas Kaya’nın anlattığı Latif Şah hikâyesinde de aynı motif vardır. e) Deliler / Dede Korkut hikâyelerinde kahramanlık sıfatı olarak kullanılan deli tabiriyle üç kişi anlatılmaktadır: Deli Dündar, Deli Karçar veDeli Dumrul. Doğu Anadolu’da anlatılan hikâyelerde de benzer nitelikte Deli Becan karşımıza çıkar. Köroğlu’nun keleşlerinden Koca Arap ile Deli Karçar, Deli Dündar, Kanturalı ve Boğaç Han tiplerinde de benzerlikler vardır. f) Yas adetleri / Dede Korkut hikâyelerindeki ak çıkarıp karalar giyme, kavuğu yere çalarak ağlama şekilleri halk hikâyelerinde de vardır. g) Antlar / Kız ve erkek kahramanların uyumadan önce aralarına kılıç koymaları Dede Korkut hikâyelerinde sıkça karşımıza çıkar. Şah İsmail, Kirmanşah ve Yaralı Mahmut gibi hikâyelerde de benzer motifler vardır. h) İnsan başından kale yapma / Kan Turalı hikâyesinde Trabzon’da yaşayan Selcen Hatun’un insan başından yaptığı kale, Kirmanşah hikâyesinde de karşımıza çıkar. ı) Çocuksuzluk / Direse han oğlu Boğaç Han hikâyesinde Hanlar Hanı Bayındır Han’ın düzenlediği toyda, oğlu kızı olanlar ak çadıra, kızı olanlar kırmızı çadıra, çocuksuz olanlar kara çadıra oturtulur. Çocuksuzluk motifi Bamsı Beyrek hikâyesinde de karşımıza çıkar. Sevgi temalı halk hikâyelerinin hemen hepsinde de çocuksuzluk motifi vardır. Meddah Hikâyeleri Bir dönem şairliği, hekimliği, büyü işlerini bir arada yürüten ozan, baksı, kam ve şamanlar daha sonra kendi aralarında iş bölümü yaparak şiir söyleme ve kopuz çalmayı ozanlara; büyü ve hekimliği kam, baksı ve şamanlara bırakmışlardır. Ozanlar kopuz çalıp şiir söyledikleri gibi hikâye ve destan da anlatırlardı. 15 yüzyıldan sonra görülmeye başlanan meddah hikâyeleriyle halk hikâyeleri arasındaki farklılıklar: Meddah hikâyelerinin konusu gerçek olaylardır (diğerleri hayali ve fantastik olaylardır). Meddah hikâyelerini anlatanlar profesyonel sanatçılar gibidir (diğerleri ozanlar ve kopuzculardan başka, meddah ve hekâtçı dediğimiz kişiler tarafından anlatılır). Anlatımda süsleme yoktur (diğerlerinde süsleme amacıyla abartılı tasvirler yapılır). Meddah hikâyelerinin kahraman kadroları geniştir (diğerlerinde hikâye bir/iki kahraman etrafında kurgulanır). Meddah hikâyelerinde şehir kültürü ağırlığı belli eder (diğerlerinde halk kültürü öğeleri göze çarpar). Meddah hikâyelerinde mitolojik öğeler yok denecek kadar azdır (diğerlerinde mitolojik öğeler çok 44 fazladır). Meddah anlatıcıları mendil ve sopayı aksesuar olarak kullanır (diğerleri sazıyla hikâye anlatır). Meddah hikâyeleri şiirsizdir (diğerleri şiir bakımından zengindir). Meddah hikâyeleri büyük şehirlerde daha çok cami yakınlarındaki kahvelerde anlatılırdı. Evliya Çelebi’nin esrinde meddah geleneğinin 17. yüzyılda İstanbul, Bursa, Erzurum ve Malatya’da yaygın olduğunu biliyoruz. Bizim meddah dediğimiz kimselere Araplar “kıssas” Acemler “kıssadan” derlerdi (Köprülü). Meddahlar halkı eğlendirmekle kalmaz aynı zamanda eğitirlerdi de. Padişahın sıkıntılı zamanlarında saraya çağırılan meddahlar duruma uygun hikâyeler anlatarak padişahı rahatlatırlardı bu bakımdan bugünün psikologları gibi bir işleve sahip oldukları da söylenebilir. İlk meddah I. Bayezid’in sarayında bulunan Kör Hasan’dır. Son meddah ise 1973’te vefat eden İsmail Dümbüllü’dür. Günümüzde bu işi yapanlar; Cem Yılmaz, Ata Demirer, Ferhan Şensoy gibi isimlerdir. Fütüvvet teşkilatını, yapısını, usul, adap, erkân ve ilkelerini kapsayan nizamname niteliğindeki fütüvvet-nâme’de meddahların özellikleri: a) Üstün yetenek ve söz ustalıklarıyla Hz. Peygamber ve ehli beyti öven onlarla ilgili sözleri, hikâyeleri manzum olarak söyleyenler. b) Büyüklerin şiirlerini ve manzum eserleri okuyanlar ve halka yararlı olanlar. Bunlara râvî denilir ve meddah sayılırlar. c) Meddahlık yanında halka yararlı başka işler yapanlar (sakalık gibi). d) Çeşitli şiirleri bilenler. Bunlar bildikleri şiirleri kapı önlerinde okuyarak para dilenirler. Bu guruptakiler meddah görünümünde olsalar da meddah sayılmazlar. Kitabî Mensur Realist İstanbul Halk Hikâyeleri Tayyarezade, Cevri Çelebi, Sansar Mustafa, Hançerli Hanım, Tıflî ile İki Biraderlerin Hikâyesi adlarıyla bilinen bu hikâyeler IV. Murat döneminde oluşmuştur. Masal ve halk hikâyelerindeki olağanüstülüklerin yerini bu metinlerde tesadüfler alır. Daha çok masala benzerler (bütün hikâyelerin sonunda kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir). Realist İstanbul hikâyeleri başlığı altındaki eserlerde kahramanlar gerçek hayattan kişilerdir (Sultan IV. Murat bu kahramanlardan biridir). Anlatım tarzları birbirlerine benzer. Hikâyelerde kısa da olsa manzum parçalar bulunur. Aruz veznindeki bu şiirlerin sanat değeri yüksektir. Köprülü, Özdemir Nutku, Boratav, Şükrü Elçin, Saim Sakaoğlu, Pakize Aytaç gibi isimler konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardır. Tayyarezade Hikâyesi IV. Murat döneminin zengin defterdarı Hüseyin Efendi yalnızlık çekmektedir. Derviş Mahmut’un bulduğu Tayyarezade’yi evlat edinir. Bayram iznine giden Tayyarezade’ye yanlışlıkla uşak için hazırlanan bohça verilince buna alınır ve geri dönmemeye yemin eder. Tayyarezade’yi aramaya çıkan Hüseyin Efendi’de kayıplara karışır. Bir hafta sonra onun mühürlü kâğıdını getiren biri bin altın alıp gider. Olay tekrarlanınca Tayyarezade’den şüphelenilir. Karısı ve cariyeleri onu dövmek için hareketlenir ancak Hüseyin Efendi’yi gittikleri yerde bulamazlar. Tayyarezade’nin içine de kurt düşer. Para istemeye gelen adam takip edilir ve Hüseyin Efendi’nin Sultanahmet’te Fazıl Paşa Sarayı’nda batakhaneye düştüğü anlaşılır. Paşa’nın kızı Gevherli Hanım dul kaldıktan sonra sarayı batakhaneye çevirmiştir. Buraya düşen zengin adamlar soyulduktan sonra öldürülmektedir. Tayyarezade ve ona yetişen cariyeler, birlikte içeriye girerler.Tayyarezade’ye aşık olan cariye Sahba Kalfa, aslı işlerinin zengin adamları peşlerine takıp saraya getirmek olduğunu anlatır. Tayyarezade, Hüseyin Efendi’den alınan yüzükleri yapan dervişi bulmak üzere izin alıp dışarıya çıkar. Derviş kıyafeti içerisinde, yanında Tıflî’yla dolaşan IV. Murat’a rastlar, durumu anlatır, birlikte 45 saraya dönerler. Padişahı kurban sanıp özel odaya almak isterler. Sultan sinirlenir ve Gevherli Hanım’ı öldürür. Esirler kurtulur. Hüseyin Efendi yeniden defterdar olur. Tayyarezade, Sahba Kalfa ile nişanlanır. Kendisine Gevherli’nin mallarının yanında 20 cariye bağışlanır. Bunun yanında sultana da musahip olur. Sansar Mustafa IV. Murat, musahibi Tıflî Efendi’den Tophane’de seyir günü olduğunu öğrenir. Mevlevi kılığında, Derviş Hasan ve Derviş Hüseyin adlarıyla seyre çıkarlar. Berber dükkânında gördükleri birini merak ederler. Adı Ahmet olan delikanlı ertesi gün işe gitmez. Babasının söylediğine göre lakabı “sansar” olan Mustafa onu kaçırmış ve Panayot’un meyhanesinin üstünde bir odaya kapatmıştır. Sultan emir verir, pek çok insan Ahmet’i aramaya çıkar. Ahmet, Dolmabahçe’deki bir evde Mustafa’nın bulduğu bir kadınla birliktedir. Kadın, Ahmet’ten hoşlandığı için yerlerini ihbar etmez ancak Mustafa yine de tedbiri elden bırakmaz ve kadını öldürüp denize atar. Dürbünle denizi seyreden Sultan tesadüfen olaya tanık olur. Mustafa ve Ahmet yakalanır. Bir gece Cumapazarı’nda uyumaktayken öldürdüğü iki arnavut’un elbiselerini giyip Mısır’a gitmek üzere Ahmet’le birlikte kalyona binerler. İskenderiye’de Kahveciliğe başlarlar. 5/6 yıl sonra, memleketini özleyen Ahmet İstanbul’a döner. Sansar yakalanır ve huzura çıkarılır. Her şeyi anlatan Sansar, Ahmet’in kardeşiyle evlendirilir. Ahmet’e de haremden bir kız verilir. Cevri Çelebi Cevri Çelebi, Yusuf Çavuş’un konağının penceresinde gördüğü Abdî’ye âşık olur. Yusuf öldükten sonra Abdî’ye yaklaşmaya çalışır. Bin altın karşılığında Abdî’nin tasvirini yaptırır. Tasvirin arkasında da güzel bir kız resmi vardır. Abdî’de bu kızın resmine vurulur. Kızın bulunması şartıyla Cevrî’yle dosluğa devam edeceğini söyler. Düşkünlükleri ikisini de hasta eder. Üzülen anneler kızı aramaya başlarlar. Hoca Mahmut’un kızı Rukiye’dir aranan. Anneler bir bahane kızın evine misafir olurlar. Abdî’nin tasvirini kıza gösterirler. Kız resme vurulur. Çengi kılığına giren Abdî Rukiye’yi alıp Hoca Mahmut’un yalısına gider. Cevri Çelebi’de yalıya çağrılır. Cevrî, bütün olup bitenleri IV. Murat’a anlatır. Abdî ile Rukiye evlendirilir. Cevrî’ye de saraydan bir kız verilir. Rukiye’nin babası da bezirgânbaşı olur. Tıfî ile İki Biraderler Hasan ve Hüseyin adlı iki arkadaş, babalarından kalan serveti tükettikten sonra evlenmeye karar verirler. Kayıkçılığa başlarlar. Hasa, Rumeli Hisarı’na müşteri götürürken Bebek’teki bir yalıdan gürültüler duyar. Dönüşte yalıya yaklaşan Hasan’ın kayığına bir kız atlayıverir. Nişanlısı Kazazoğlu’nun gönül eğlencelerinden usanan bu kız Musa Çelebi’nin kızıdır. Kızı ertesi gün baba evine götürmek üzere evine götürür. Kızı aşüfte sanan Hüseyin, kıza sarkıntılık eder. Hasan’da arkadaşını öldürüp cesedi denize atar. Kızı da babasına teslim eder. Müşteri beklerken uyuyakalan Hasan’ın kayığına IV. Murat ve Tıflî gelip binerler. Hasan anlatır başından geçenleri. Sultan, Hasan’a ev alı ve kızla evlendirir. Kızın eski nişanlısı ve halası (nişanlısı ile kızın halası aynı saftaydılar) sürgün edilirler. Hançerli Hanım Bedastanî Halil Efendi, IV. Murat döneminin sayılı zenginlerindendir. Ticareti bırakır, zamanını İbrahim Bey ile dostluk ederek geçirir. Ölümünden sonra oğlu Süleyman’ın etrafındaki serseriler bütün serveti tüketirler. İbrahim Bey onu bir dükkâna yerleştirir. Zengin bir kadın Süleyman’a âşık olur. Süleyman’da kadının cariyesi Kamer’e âşık olur. Süleyman’ı işten çıkaran Hançerli Hürmüz, annesine de bir konak alır. Kamer’in Süleyman’a yakınlığı sezip nice işkenceden sonra kızı ormana attırır. Süleyman, kızı kurtarır. Hançerli, onu da cezalandırmak ister. Ada gezisine çıkarlar. IV. Murat ve Tıflî’de Bekri Mustafa’nın kayığı ile 46 ada yakınlarındadırlar. Süleyman’ı hançerleyip denize atan kadını görürler. Tıflî delikanlıyı denizden çıkarıp tedavisiyle ilgilenir. İyileştikten sonra da önce Mısır’a, sonra da Trabzon ve İran’a gönderir (kadının intikamından korunsun diye). Hançeli’nin işleri Sultan’a anlatılır, Hançerli cezalandırılırken Süleyman’ın ricasıyla affedilir. Hançerli, Kamer’i azat eder. Bütün malını sevdalılara vakfeder. Sevdalılar evlenir. Delikanlı saraya nedim olur. Kitap Bitti (gerisi ek metinler) 47