YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ ARAMAK: ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA HAN TÜMERTEKİN’İN B2 ve SM EVLERİNE BİR BAKIŞ… Hilal AYCI YÜKSEK LİSANS TEZİ MİMARLIK GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KASIM 2008 ANKARA Hilal Aycı tarafından hazırlanan “YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ ARAMAK: ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNE BİR BAKIŞ…” adlı tezin Yüksek Lisans Tezi olarak uygun olduğunu onaylarım. Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu Tez Danışmanı, Mimarlık Anabilim Dalı ……………………………….. Bu çalışma, jürimiz tarafından oy birliği ile Mimarlık Anabilim Dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. Prof. Dr. Nur ÇAĞLAR Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ……………………………….. Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ……………………………….. Doç. Dr. Zeynep Uludağ Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ……………………………….. Doç. Dr. Mualla Erkılıç Bayar Mimarlık Anabilim Dalı, ODTÜ ……………………………….. Doç. Dr. Tansel Korkmaz Bilgin Mimarlık Anabilim Dalı, Bilgi Üniversitesi ……………………………….. Tarih: 12 /11 /2008 Bu tez ile G.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Yönetim Kurulu Yüksek Lisans derecesini onamıştır. Prof. Dr. Nail Ünsal Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ………………………………. TEZ BİLDİRİMİ Tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada bana ait olmayan her türlü ifade ve bilginin kaynağına eksiksiz atıf yapıldığını bildiririm. Hilal AYCI iv YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ ARAMAK: ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA HAN TÜMERTEKİN’İN B2 ve SM EVLERİNE BİR BAKIŞ… (Yüksek Lisans Tezi) Hilal AYCI GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KASIM 2008 ÖZET Bu tez ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını tartışarak, öne çıkan kavramlar aracılığıyla, Han Tümertekin’in Büyükhüsun Köyü ’nde (Çanakkale/Türkiye) tasarladığı B2 ve SM Evlerini incelemeyi amaçlar. Özünde dünyanın aynılaşmasına karşı politik bir tepki olarak ortaya çıkan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, moderni red etmeden, onun potansiyelini kabul eden, ama global koşulların dayattığı üretim ve tüketim pratiklerine başkaldırı potansiyeli olan bir mimarlık önermektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Frampton, Lefaivre-Tzonis gibi teorisyenler tarafından ortaya konmuş, çok katmanlı bir tutum olarak tanımlanabilir. Tezde, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in analitik incelemesi, 1980’lerde Alexander Tzonis-Liane Lefaivre ve Kenneth Frampton tarafından atılan temel üzerine, yaklaşımın geçirdiği dönüşümü ve aldığı eleştirileri de kapsayarak tartışmayı günümüze kadar getirmeyi amaçlar. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in evrensel-yerel arasında durduğu arakesitte bu çalışma için; deneyimsellik, yer-bağlam, tektonik-şiirsel ve yabancılaştırma/yadırgatma gibi direnç noktaları öne çıkmaktadır. Öne çıkan bu direnç noktaları aracılığıyla, Han Tümertekin’in verneküler mimarlığın ağırlıkta olduğu küçük bir yerleşim olan, Büyükhüsun Köyü’nde tasarladığı B2 ve SM Evleri okunmuştur. Bu okuma ile, B2 ve SM v Ev’lerinin, yer ve bağlama duyarlı, mimarlığın yalnızca görsel algıya değil, aynı zamanda insanın diğer duyularına da hitap eden, strüktürün şiirsel sergilenmesi olarak da ifade edilebilecek tektonik ifadeyi kullanan, alışıldık olanı alışılmadık bir şekilde yorumlayarak şaşırtan ve aynı zamanda yeni olanı arayarak estetik algıları açmayı sağlayan, bir anlamda yabancılaştırma/yadırgatma yöntemini kullanan yapılar olduğu görülmüştür. B2 ve SM Ev’leri, yerin verilerinden yola çıkarak, temelinde insanda var olan ortak gerçeklik–hafıza vb. gibi duyular aracılığıyla, yerel’i evrensel bir noktaya taşımış yapılardır. Bilim Kodu : 802.1.100 Anahtar Kelimeler : Eleştirel Bölgeselcilik, deneyimsellik, yer, bağlam, tektonik,şiirsel, yabancılaştırma/yadırgatma, Han Tümertekin. Sayfa Adedi : 98 Tez Yöneticisi : Yrd. Doç. Dr. Esin BOYACIOĞLU vi SEEKING THE UNIVERSAL WITHIN THE LOCAL: A READING OF HAN TUMERTEKIN’S B2 and SM HOUSES THROUGH THE PROMİNENT CONCEPTS OF ‘CRITICAL REGIONALISM’ (M. Sc. Thesis) Hilal AYCI GAZİ UNIVERSİTY INSTITUTE OF SCIENCE AND TECHNOLOGY November 2008 ABSTRACT This thesis will first examine ‘Critical Regionalism’ and then continue with the analysis of Han Tümertekin’s B2 and SM houses using the prominent concepts of ‘Critical Regionalism’. ‘Critical Regionalism’ can be described as a layered approach; first proposed by theorists such as Lefaivre-Tzonis and Frampton, it propogates an architecture that has the potential to oppose the modes of global consumption patterns, without rejecting the modern movement. Thus, the analytical reading of ‘Critical Regionalism’ aims to trace its process to-date, encompassing the basis outlined by Alexander Tzonis-Liane Lefaivre and Kenneth Frampton in the 1980s, the changes it has undergone as well as the criticism it provokes. Taking into account the rather ambiguous position of ‘Critical Regionalism’ in regards to the universal and the local, several key points such as place-context, tactile, tectonic-poetic and defamiliarization, stand out within this study. Han Tümertekin’s B2 and SM Houses, located within the vernacular context of Büyükhüsun village (North-west Turkey), where the main building texture is vernacular in nature, are read through these key points. The reading will focus on the following properties; sensitivity to place and context, care for both the visual perception and the tactile, a tectonic expression through the poetic articulation of the construction, hints of a defamiliarization process vii with the usage of conventional elements in an unconvenient manner. In conclusion, it can be said that these two houses posses the values of the universal through the usage of the local. Science Code Key Words Page Number Adviser : 802.1.100 : Critical Regionalism, tactile, place-context, tectonic-poetic defamiliarization/estrangement, Han Tümertekin. : 98 : Asst. Prof. Dr. Esin BOYACIOĞLU viii TEŞEKKÜR Çalışmalarım boyunca verdiği destek ve değerli yardımları için danışman hocam sayın Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu’na, benden yardımlarını esirgemeyen değerli jüri üyelerim sayın Prof Dr.Nur ÇAĞLAR’a, sayın Doç Dr.Zeynep ULUDAĞ’a, sayın Doç Dr Mualla ERKILIÇ BAYAR’a ve sayın Doç Dr Tansel KORKMAZ BİLGİN’e çok teşekkür ederim. Ayrıca değerli katkılarından dolayı hocam sayın Yard. Doç Dr. Pınar DİNÇ’e ve zaman ayırarak fikirlerini benimle paylaşan sayın Y. Mim. Han TÜMERTEKİN’e teşekkürü bir borç bilirim. Çalışmalarım boyunca benden her türlü desteklerini esirgemeyen arkadaşlarım ve meslektaşlarım, Derya Güleç, Betül Koç, Gül İşlek, Meral Yılmaz’a da çok teşekkür ediyorum. Çalışmalarımda fikirleri ve yaptığı öneriler, meslek hayatımda yerinde yaptığım gözlem ve tespitler konusunda bana yardımcı olan eşime ve her zaman olduğu gibi bu süreçte de yanımda olan aileme çok teşekkür ediyorum. ix İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET iv ABSTRACT vi TEŞEKKÜR viii İÇİNDEKİLER RESİMLERİN LİSTESİ ix xiii 1 1. GİRİŞ 2. ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ YAKLAŞIMININ TANIMI VE TARİHSEL 4 GELİŞİMİ 2.1. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Nedir? 4 2.2. Günümüzde ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Tartışmaları 21 2.3. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e Eleştirel Bakışlar 27 2.4. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Yaklaşımında Öne Çıkan Kavramlar 34 2.4.1. 'Direnç Noktaları' 34 2.4.2. 'Avangart Nokta' 47 3. HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNİN ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA OKUNMASI 50 3.1. B2 Evi 51 3.2. SM Evi 59 3.3. ‘Direnç Noktaları’ ve B2 - SM Ev’leri 63 3.3.1. Deneyimsellik ve B2 - SM Ev’leri 63 3.3.2. Yer-Bağlam ve B2 - SM Ev’leri 69 x Sayfa 3.3.3. Tektonik-Şiirsel ve B2 - SM Ev’leri 3.4. ‘Avangart Nokta’ ve B2 - SM Ev’leri 3.4.1. Yabancılaştırma/Yadırgatma ve B2 - SM Ev’leri 78 82 82 4. SONUÇ 86 KAYNAKLAR 91 ÖZGEÇMİŞ 98 xi RESİMLERİN LİSTESİ Resim Sayfa Resim 2.1. Menil Koleksiyon 11 Resim 2. 2. Portland Binası 13 Resim 2. 3. Country Evi 13 Resim 2. 4. Saynatsalo Belediye Binası 16 Resim 2. 5. Pampulha Dans Holü 25 Resim 2. 6. Hebrew Union Koleji 25 Resim 2.7. Hiroshige Ando Müzesi 26 Resim 2. 8. Ysios Şarap Evi 26 Resim 2.9. Hegenelland 27 Resim 2.10. Yokohama Liman Terminali 27 Resim 2.11. Tivoli Evi 31 Resim 2.12. At Çiftliği 39 Resim 2. 13. Riva Vitale Evi 40 Resim 2. 14. Roma Merida Müzesi 49 Resim 3.1. Büyükhüsun Köyü Silüeti 51 Resim 3.2. B2 Evi Vaziyet Planı 52 Resim 3.3. B2 Evi Görünüş 52 Resim 3.4. B2 Evi Zemin Kat Plan Şeması 53 Resim 3.5. B2 Evi 1. Kat Plan Şeması 53 Resim 3.6. B2 Evi Kesiti 53 xii Resim Sayfa Resim 3.7. B2 Evi Üçgen Bahçe 54 Resim 3.8. B2 Evi İç Mekan 54 Resim 3.9. B2 Evi Eskiz Çalışması 55 Resim 3.10. B2 Evi Eskiz Çalışması 56 Resim 3.11. B2 Evi Merdiven 57 Resim 3.12. B2 Evi İç Mekan 57 Resim 3.13. B2 Evi İnşaat Aşaması 58 Resim 3.14. B2 Evi Islak Hacim 59 Resim 3.15. SM Evi 60 Resim 3.16. SM Evi Plan Şeması 61 Resim 3.17. SM Evi Eskiz Çalışması 62 Resim 3.18. SM Evi Avlu Odası 63 Resim 3.19. SM Evi Taş Duvar Dokusu 66 Resim 3.20. B2 Evi Üst Kat Balkonu 67 Resim 3.21. B2 Evi’nin sınırdaki konumu 67 Resim 3.22. Büyükhüsun Köyü Sokağı 68 Resim 3.23. SM Evi Sokağı 68 Resim 3.24. SM Evi Sokağı 69 Resim 3.25. B2 Evi Manzaraya Bakış 71 Resim 3.26. SM Evi Manzaraya Bakış 74 Resim 3.27. SM Evi Görünüş 76 Resim 3.28. B2 Evi 77 xiii Resim Sayfa Resim 3.29. Villa Örneği 77 Resim 3.30. B2 Evi yan bahçe ve iç mekan tesisat ızgarası 82 Resim 3.31. B2 Evi yan bahçe 82 Resim 3.32. B2 Evi Köyden Yaklaşım 84 Resim 3.33. SM Evi çatı yüzündeki taş duvar 85 1 1. GİRİŞ Bu çalışmanın amacı, tüm dünyanın birbirine benzemesine karşı direnç noktaları ortaya koyan, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ (Critical Regionalism) yaklaşımını inceleyerek, ortaya koyduğu direnç noktaları arasından, öne çıkan kavramlar aracılığıyla Han Tümertekin’in Büyükhüsun Köy’ünde tasarladığı B2 ve SM Ev’lerini okumak olarak belirlenmiştir. Çalışmanın çerçevesini oluşturan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının ortaya çıkışı, temelinde II. Dünya Savaşı sonrası dünyanın yeniden yapılanması ile kentlerin çehresinin değişmesine dayanır. Bu hızlı değişim, Uluslararası Üslubun yaygınlaşması ile birlikte tüketim nesnelerinin aynılaşmasını da beraberinde getirmiştir. Kentlerin bu denli aynılaşmasından kaynaklanan rahatsızlık ortamını değiştirme/eleştirme arayışlarından biri de ‘Eleştirel Bölgeselcilik’tir. Günümüzde de insanlar, benzer ofis blokları, evler ve benzer tipolojilerle tasarlanan alışveriş mekanlarında tüm zamanlarını geçirmektedirler. Bu durumda mimarlık ise, benzeşen bu programlar için cepheler üreten bir disiplin haline getirilerek, dekorasyona indirgenmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, 1980’lerde söylemleştirdiği kavramsal çerçevesi ile bu türden tek-tipleşmelere karşı direnç noktaları ortaya koymuştur. Tez kapsamında tarihsel süreç içerisinde ele alınan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının açtığı tartışmaların etkisi kuşkusuz Türkiye’de de görülmektedir. Bu etkinin boyutları, etkileşim alanı ve ürünlerinin olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu tez kapsamında problem alanı olarak sadece Han Tümertekin’in iki konut yapısı ile sınırlı kalınmış olup genel bir dönem, etki alanı ve genel bir bakış gibi bir araştırma, herhangi bir tarihsel perspektif ya da tarihselcilik amaçlanmamaktadır. Tersine ele alınan bu kavramların oluşturduğu çerçeve aracılığıyla bu iki yapıyı noktasal olarak derinlemesine değerlendirme amacı ile yola çıkılmıştır. B2 ve SM Ev’lerinin seçilme nedeni, çağdaşları arasından, malzeme seçimi, yer-bağlam ile kurduğu ilişki açısından sergilediği farklı duruşdan kaynaklanmıştır. Bu okuma söz konusu iki yapı 2 üzerinden yapılmış, Tümertekin’in genel mimari anlayışı ve diğer ürünleri kapsam dışı bırakılmıştır. 2000’li yıllarda bu iki bina üzerinden, günümüzde de canlılığını koruyan evrensel-yerel arasındaki ilişkinin incelenmesi, Türkiye’deki bir kesiti ele alarak genel çerçeveye ilişkin ipuçları taşıması nedeniyle önemlidir. Bu tez, ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını tarihsel süreçte analitik olarak inceleme üzerine kurgulanmış ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ üzerine geliştirilen düşünceler tartışma ortamına alınmış, sonrasında bu tartışma ortamından süzülen kavramlar, B2 ve SM Ev’lerini okumak amacı ile yeniden yorumlanmıştır. İkinci etapta ise, bu kavramlar aracılığıyla B2 ve SM Ev’leri incelenmiştir. Bu kurgu çerçevesinde ikinci bölümde ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in analitik incelemesi yapılmıştır. 1940’larda Lewis Mumford ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e temel teşkil eden, ‘bölgeselcilik’ (‘regionalism’) yaklaşımını ortaya koymuş, bu gelişmeden kırk yıl sonra 1980 yılında Antony Alofsin, Mumford’un tartıştığı bölgeselciliği ‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ (‘Constructive Regionalism’) başlığı ile çağrıştırarak gündeme taşımış aynı zamanda, Alexander Tzonis ve Liane Lefaivre’nin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i ortaya koymalarına temel teşkil etmiştir. Bu gelişmelerden sonra teorisyen mimar Kenneth Frampton, temel amacını evrenselyerel arasında arabuluculuk etmek olarak tanımladığı, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e manifesto niteliğinde ilkeler koyarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu ilkeler topluluğundan birincisini 1983 yılında ‘Six Points for an Architecture of Resistance’ başlığında altı madde ile açıklayan Frampton, 1987 yılında söz konusu ilkelerini aynı çerçevede dönüştürerek ‘Ten Points of an Architecture of Regionalism: A Provisional Polemic’ başlığı ile on noktaya taşımıştır. Bu ilkeler ile Frampton özetle, dünyanın tek tipleşmesine karşı, Frankfurt Okulu’ndan alıntıladığı eleştirel düşünce ve Heidegger’in fenomenolojik açılımlarından faydalanarak, direnç noktaları ortaya koymuştur. Frampton’un manifesto niteliğinde ortaya koyduğu bu 3 direnç noktaları, içerisinden; deneyimsellik (tactile1), yer-bağlam (place-context), tektonik (tectonic) ve şiirsel (poetic) kavramları B2 ve SM Ev’lerini okumak için öne çıkmaktadır. Bu kavramlar tezde, Frampton’un da tanımladığı gibi, ‘Direnç noktaları’ olarak adlandırılmıştır. Bu direnç noktalarının dışında, özellikle Tzonis ve Lefaivre’nin tartıştığı yabancılaştırma/yadırgatma (defamiliarization/estrangement) kavramı, yapı-yer ilişkisine farklı bir yaklaşım olarak, güncel mimarlık tartışmalarına önemli bir girdi sağlaması açısından seçilmiştir. Tez kapsamında, bu kavram var olandan yola çıkarak ‘yeni’ arayışları barındırması ile ‘Avangart Nokta’ olarak adlandırılmıştır. İkinci bölümde öncelikle, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışması günümüze taşınmış ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e günümüze yakın isimler tarafından getirilen eleştiriler yer almıştır. Bu eleştiriler özetle günümüzde mimarlıkta ‘yer’ tartışmasının gerekliliğini sorgulamaktadırlar. Sonrasında ise, tezin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmalarından çıkarsadığı ‘Direnç Noktaları’ ve ‘Avangart Nokta’ olarak iki başlık altında topladığı kavramlar aracılığıyla, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in çizdiği çerçeve referans alınarak, tezin çalışma alanında yeniden yorumlanmıştır. Üçüncü bölümde ise tartışılan bu kavramsal çerçeveye uygun örnekler olduğu düşünülen, B2 ve SM Ev’leri ele alınarak, daha önce sözü edilen kavramlar ışığında tartışılmış, yeniden yorumlanmıştır. Sonuç bölümünde, ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in analitik inceleme süreci ve sonuçları değerlendirilmiş, B2 ve SM Ev’lerinin, okumasına ilişkin tartışmalar da sonuca taşınırken, bu tezin, diğer çalışmalar için yol açtığı olası açılımlar tartışılmıştır. 1 Frampton’un İngilizce ‘tactile’olarak işaret ettiği kavramın Türkçe karşılığı tez çerçevesinde ‘deneyimsellik’ olarak isimlendirilmiştir. Konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Bölüm 2.4.1. 4 2. ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ YAKLAŞIMININ TANIMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ 2.1. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Nedir? ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, temelinde dünyada mimari kültür üretiminin yaygın bir biçimde tekdüzeleşmesine bir tepkidir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in bu tepkisini, yaklaşımı yaygınlaştıran Kenneth Frampton Paul Ricoeur’un, “dünyanın her yerinde insanların, aynı kötü filmleri izleyip, benzer türden makineleri ve ifade biçimini kullanması sonucu, modern uygarlığın her alanı aynılaştırma şokunu her kültürün içselleştiremediği” sözleri ile vurgular. Ricoeur’un, “aynı anda hem modern olup hem de köklerimize nasıl döneriz ve durağan bir kültürü canlandırıp, nasıl evrensel kültürün bir parçası olabiliriz?” soruları ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in problem alanının Ricoeur tarafından dile getirilişidir [Ricoeur, akt1: Frampton, 1992]. Ricoeur’un problematize ettiği bu çelişkiye, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, modernistlerin soyunduğu gibi dünyayı kurtarma amacı edinmeden, kendi pratiği içerisinden geliştirdiği bir eleştirel pozisyon ile daha iyi bir dünya arayışı içine girerek cevap arar. Modern mimarlık ve dekonstrüktivizme alternatif olarak 20. YY’da bölgeselciliği tartışan bir durum olarak da nitelenebilen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, [Tzonis&Lefaivre, akt: Nesbitt, 1996] ismini, mimar Alexander Tzonis ve tarihçi Liane Lefaivre’den, 1980’lerde alır. Mimarlık kuramcısı Kenneth Frampton ise aynı yıllarda Tzonis ve Lefaivre’i izleyerek ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ etrafında gelişen tartışmayı zenginleştirir ve yaygınlaştırır [Nesbitt, 1996]. 1 akt: Tez içerisinde ‘Aktaran’ anlamında kullanılmışır. 5 Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in durumunun tartışmalı olduğunu, sürekli tek ekonomiye giden bir dünyada nasıl bölgeselci olunabilir sorusunu kendilerine ve ortama sorarak özeleştiride bulunurlar [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. Tzonis ve Lefaivre söylemlerini, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ olarak adlandırmalarına gerekçe olarak, 1980’lerde çok popüler olan modern-post modern kıyaslamasının dışında kalarak, o günler için daha zorunlu bir konu olduğunu düşündükleri tarihle de ilişki kuran ‘Bölgeselcilik’ kavramından yola çıktıklarını belirtirler. ‘Bölgeselcilik’i daha önceki ‘duygusal’, ‘zararlı’ ve ‘irrasyonel’ kullanımından ayırt etmek için başına Kant’ın tartıştığı bir kavram olan ‘Eleştirel’i getirdiklerini de eklerler. Tzonis ve Lefaivre, ilk olarak ‘Bölgeselcilik’ yerine, ‘Gerçekçilik’1i kullanmayı denediklerini, belirli bir yere ait olanın aranması için daha uygun bir kavram gibi gözükse de, daha çok bilinen ve yaygın olan ‘Bölgeselcilik’ in baskısına direnemeyip, etimolojik açıdan daha uygun olabilecek olan ‘Eleştirel Gerçekçilik’ ifadesinden vazgeçerek ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i kullandıklarını belirtirler [Tzonis, 2003]. Frampton, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir stil ile sonuçlanmadığını aksine belirli genel görünümlere yönlendiren bir kategori olduğunu belirtir [Frampton, 1983]. Frampton’a paralel olarak Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgesel’ci bir binanın teşhisi için, fiziksel kıstasları içeren bir kontrol listesi oluşturmaya çalışmadıklarını, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in şiirselliğinin, De Stijl’de olduğu gibi tasarım kuralları içermediğini sözlerine ekler [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. Yukarıda bahsedildiği gibi ‘Bölgeselcilik’ in şövenist olma ve bezeme kullanımına karşı yapılan suçlamalarına bir cevap olarak Tzonis ve Lefaivre, Immanuel Kant’dan ve Frankfurt Okulu’nun kendini sorgulama geleneklerinden kaynaklanan bir eleştiri geliştirmişlerdir. Kate Nesbitt, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te ‘Eleştirel’ ile kastedilenin, 1 İngilizce ‘re-gion-alism’den yola çıkarak aradaki –gion- hecesini kaldırıp, bunu eleştirel felsefe ile uyumlu olabilecek ‘realisme’ dönüştürmeyi düşünmüşlerdir. 6 bir yapının sadece kendisini yansıtır ya da kendisine referans alır duruma geldiği zaman, diğer bir söyleyişle açık söylemlerin yanı sıra imalı/üst söylemleri de ihtiva edebileceğini belirtir1 [Nesbitt, 1996]. Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde değerlendirilebilecek bir binanın iki açıdan eleştirel olduğunu belirtir. Bunlardan birincisi, tasarımların ait olduğu bölgeselci geleneğin meşru olup olmadığı konusunda soru soruyor olmaları, ikincisi ise daha detaylı ele alınacak olan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’dır. ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ bölgeye ait olanı, yorumlayarak yeniden kullanmak olarak tanımlanırken, ‘Eleştirel’ olmanın koşullarından birini oluşturur [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e etimolojik olarak kaynak oluşturmasının dışında, düşünsel olarak da kaynak sağlayan ‘Bölgeselcilik’ kavramını tartışmanın, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i incelemek için önemli olduğu düşünülmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ‘Çağdaş Bölgeselcilik’ [Tzonis, 2003] olarak da tanımlandığı düşünüldüğünde, ‘Bölgeselcilik’ kavramı, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için düşünsel bir başlangıç oluşturması açısından önem kazanmaktadır. İlk olarak ‘Bölgeselcilik’ kelimesinin kökünü oluşturan ‘Bölge’nin anlamına bakılacak olursa, politik kontrol ve yargılama yetkisinin olduğu görülür. Bir alanın en çok öne çıkan özelliği ile de adlandırılabilen bölgelerin oluşumunda, kültürel (iklim, topografya, farklı yaşam tarzları, gelir-gider durumu, dil kullanımı) ve doğal (bir akarsuyun, oluşturduğu alan) faktörlerin yanında, topraktaki ölçülebilen farklılaşmalar, hayvan türlerindeki değişimler, konstrüksiyonla ilgili (farklı malzeme ve mimari dil kullanımı) parametreler de etkilidir [Canizaro, 2007]. 1 “Critical, in this specialized usage, means to challenge both the world as it exists and underlying world views. In architecture, Tzonis and Lefaivre say this is accomplished when a building is, "selfreflective, self referantial, when it contains, in addition to explicit statements, iplicit metastatements.” 7 ‘Bölge’ kelimesinden türeyen ‘Bölgesel’ ve ‘Bölgeselcilik’ kavramları arasındaki farkı Adolf Loos’un şu sözleri ile anlamak mümkündür, “Köylü çatıyı inşa eder. İnşa ettiği çatının güzel ya da çirkin oluşuna dikkat etmez. Babasından, büyük babasından gördüğü şekilde inşa eder” [Loos, akt: Frampton, 1987]. Loos’un bu sözlerinden bölgesel olanı, köylünün kendiliğinden yaptığı davranış olarak ‘Bölgeselcilik’i ise bilinçli tercihlerden oluşan, tasarımcının gerçekleştirdiği bir durum olarak tanımlamak mümkündür [Frampton, 1987]. Lewis Mumford 1940’lardaki ‘Bölgeselcilik’ tartışması ile, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in düşünsel temellerini atmıştır. Mumford, ‘Bölgeselcilik’ kavramının doğduğu gün olarak 1854 yılında Felibrigestes’lilerin dillerini ve bağımsız kültürel hayatlarını restore etmek amacıyla toplandıkları günü verir [Mumford, akt: Erkılıç, 1998]. Mumford’un bu düşüncesinde ‘Bölgeselcilik’ in politik yönünün öne çıktığı görülmektedir. ‘Bölgeselcilik’in Mumford’un 1854 olarak belirlediği ilk ortaya çıkış tarihinden itibaren, farklı bakış açıları ile ele alınmasının, tartışmayı zenginleştireceği düşünülmektedir. Bu düşünce üzerine ilk olarak ‘Bölgeselcilik’ in, modernite ile ilişkisine bakılacak olursa, Mumford’un “modern hareket özünde bölgeseldir” ifadesi [Mumford, akt: Tzonis ve Lefaivre, 2003] gündeme gelir. Mumford bu sözleri ile, modern ve bölgeselin iç içe geçtiği farklı bir ilişki türünden söz etmektedir. Süha Özkan ise, modernizme ilk eleştirel tepki olarak ‘Bölgeselcilik’ i gösterir ve daha sonraları birçok bölgeselci mimar tarafından reddedilen durumun modern mimarlık değil, uluslararasılaşmak olduğunu belirtir [Özkan, 1985]. Özkan’ın uluslararasılaşmak olarak tanımladığı durum ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in karşı durduğu bir-örnekleşme, olarak da yorumlanabilir. Alan Colquhoun ise, 1920’leri modernin zaferi olarak değil, ileride oluşacak gelişmeler için bir basamak olarak değerlendirir ve bu tutumlardan biri olan ‘Bölgeselcilik’ in modern döneme sızışını, Sigfried Gideon’un 1940 yılında ilk baskısı gerçekleşen, ‘Space, Time and Architecture’ kitabına 1968 yılında Alvar Aaalto’nun yapılarının eklemesini gösterir [Colquhoun, 8 2007]. Bu tartışmalardan değerlendirilen ‘uluslar hareketle, arasılaşmak’, ‘Modern Mimarlık’ın beraberinde sonucu tektipleşmeyi olarak getirmiştir. Tektipleşmeye karşı bir çözüm olarak ise ‘Bölgeselcilik’ 1940’lardan sonra (II. Dünya Savaşı) tekrar gündeme gelmiştir. Bir başka bakış açısı ile William Curtis, ‘Bölgeselcilik’ ve ‘Kimlik’ kavramlarını birbiri ile eşdeğer tutar ve bu iki kavramın insanın yeryüzü kabuğunda gerçekleştirdiği değişiklikleri anlatmak amacıyla kullanıldıklarını iddia eder. Bu kavramları sıra dışı bir olgu değil kültürel bir olgu olarak tanımlar. Curtis ayrıca modernizmin ve geleneğin yanlış yorumlandığını ve aslında modernizmin gelenekten kaynaklandığını belirterek, en iyi geleneklerin tekrar düşünülmesi gerektiğini ve bunun geçmişe ait fosilleşmiş biçimlerin tekrar kullanılması olarak yorumlanmaması gerektiğini de ekler. ‘Bölgeselcilik’ i, geçmişin biçimsel ve sosyal strüktürlerini araştırıp günün sosyal koşullarına göre dönüştürmek olarak tarifler [Curtis, 1985]. Mumford’un ve Curtis’in açıklamaları ‘Bölgeselcilik’-‘Modernite’-‘Kimlik’ gibi kavramların zıtlıklar ile değil, birbiri içerisine geçen ve tarihsel süreç içerisindeki neden-sonuç ilişkileri içerisinde daha doğru yorumlanabileceklerine işaret etmektedir. ‘Bölgeselcilik’ in, heterojen bir karakteri olduğunu iddia eden Canizaro ise, bu durumu post modern dönemin çoğulcu yapısı ile ilişkilendirir ve bu heterojenliğin her bölgenin farklı yerel ve tarihi özelliği oluşuna bağlar. Canizaro ayrıca, ‘Bölgeselcilik’i her yerel ve tarihi duruma karşı farklılık gösteren, kendisini globalyerel, modern-geleneksel gibi bir takım gerilimler arasında var eden bir durum olarak tarif eder [Canizaro, 2007]. ‘Bölgeselcilik’ in heterojen karakterine vurgu yapan bir diğer isim Merill Jensenn, bölgenin doğasının, o bölgede yaşayan insanların, isteklerine, amaçlarına ve standartlarına göre değişken olduğunu belirtir [Jensen, akt: Canizaro, 2007]. Buradan hareketle, ‘Bölgeselcilik’ heterojen bir karaktere sahip, bulunduğu her bağlama göre farklılaşarak, biricik ve tasarlandığı yere özgün sonuçlar çıkarmak olarak yorumlanabilir. 9 Charles Correa ise ‘Bölgeselcilik’ tartışmasını kendi mimarlık anlayışı üzerinden açıklar. Mimarlığındaki ‘Bölgeselcilik’i bulunduğu yerin iklimine duyarlı olmaya bağlar ve bunu “Biçim iklimi izler” sözleri ile sloganlaştırır [Correa, akt: Özkan, 1985]. Correa’nın açıklamaları, günümüzde de gündemde olan ‘Ekolojik Mimarlığa’ işaret eder. Correa, bölgeselciliğin oluşumunda iklimi baş aktör olarak görmüş ve bu görüşünü modern mimarlık’tan alıntıladığı popüler bir deyişle yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in temellerini attığı kabul edilen Mumford’un özellikle 1940 yılında kaleme aldığı ‘The South in Architecture’ makalesi, öncelikle Gideon tarafından bütün bir modern harekete saldırı olarak kabul edilmiştir. Uluslararası Modern Mimarlık’ın temsilcisi olarak kabul edilen Modern Sanatlar Müzesi (MoMA), Mumford’un makalesine tepki olarak “Modern Mimarlığa Ne Oluyor?” başlığıyla 1948’ yılında toplanmıştır. Mumford’un düşüncelerini “anlaşılamayan, soyut bir ifade” olarak tanımlamışlardır. Aynı amaçla 1965’te tekrar toplanan MoMA, Mumford’un bölgeselciliğini aynı şekilde eleştirmişlerdir. Mumford’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel olarak kabul edilen ‘Bölgeselcilik’ ile ilgili görüşleri, ‘Modern Mimarlık’ ın yeri, bağlamı göz ardı ederek, kentlerin çehresini değiştiren yönlerine karşı ciddi eleştiriler içermektedir [Alofsin, 1980 (rev: 2007)]. Mumford’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel olarak kabul edilen, ‘Bölgeselcilik’ i ise şu şekilde açıklanabilir. Mumford, dönemin ana probleminin, aynı anda hem evrensel hem bölgeselin, kosmopolit ve yerelin, mekanik ve insana ait olanın dengede tutulması ve evrensel kuralları sindirdikten sonra, bütün bunları insanın isteklerine, doğaya, iklime, bitki örtüsüne ve topoğrafyaya bağdaştırmak olarak tanımlamıştır [Mumford, akt: Alofsin, 2007]. Kendi ‘Bölgeselcilik’ yaklaşımını beş ana başlıkta özetleyen Mumford, bölge kavramını bu kadar sistematik biçimde ele 10 alan, ilk kişidir1 [Lefaivre, 2003]. Mumford’un tarif ettiği evrensel-bölgesel arasındaki denge problemi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ana probleminin ilk dile getirilişidir. Mumford, Amerikalı mimar Henry Hobson Richardson’un mimarlığını öne çıkararak, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in düşünsel temellerine ilişkin ipuçları verir. Mumford, Richardson’un mimarlığını dört özelliği ile öne çıkarmaktadır. İlk olarak Richardson, yapılarında yerel malzeme kullanır. İkinci olarak ise, geleneksel beyaz kulübeyi, geniş pencereli kulübeye dönüştürür ki bu Amerikan geleneğini sarsan bir durum ve aynı zamanda modern bir müdahaledir. Üçüncü olarak Richardson yerel renkleri kullanır. Son olarak ise, bilindik elemanları, bilinmedik yöntemlerle kullanır [Alofsin, 1980 (rev: 2007)]. Özellikle Richardson’un bilindik elemanları alışılmadık bir biçimde kullanması, ileride üzerinde durulacak olan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in öne çıkan kavramlarından ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ nın ilk denemeleri olarak değerlendirilebilir. Richardson’un başlattığı, geleneksel veya alışıldık olanı alışılmışın dışında kullanma yöntemi olan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramının daha sonra Amerika’da, Buffington, Sullivan, Root, Frank Lloyd Wright, John Galen Howard ve Bernard Maybeck gibi takipçileri olmuş, bütün bu mimarlar Richardson’un yolundan giderek geleneği aynı zamanda dönüştürerek kullanmış, diğer yandan da evrensel mimarlığın biçimsel ifadesini araştırmışlardır. Mumford ayrıca, bu mimarların, modern ama aynı zamanda uluslararası mimarlığa eleştirel gözle bakan mimarlar olduklarını belirtmektedir [Canizaro, 2007]. Frampton, Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i bir stil olarak değil, yaklaşım olarak tanımlamışlardır. Richard Ingersoll da Tzonis-Lefaivre ve Frampton’a paralel olarak, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir üslup ile sonuçlanmayışını, söylemin Le 1 1. Mumford tarihselciliği reddeder. 2. Ona göre bölgesel olan, ‘genius loci’ de saklıdır. 3. Teknoloji ile ilişki kurar. 4. Kültürlerin kaynaşarak melezleşmesini destekler. 5. Bölgesel ile evrensel olanın kaynaşması gerektiğine inanır. 11 Corbusier’in beş ilkesi kadar veya Venturi’nin ‘ördek ve işlenmiş hangar’ örneklerinde olduğu gibi ikonlara ya da reçetelere indirgenemeyerek, görselleştirilmesinin zorluğu ile açıklar. Ingersoll ayrıca stil ile sonuçlanmayan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i anlamanın en iyi yolunun bina okumaktan geçtiğini belirtmektedir. Örnek olarak ise Renzo Piano ve Richard Fitzgerald’ın Hounston’da 1987 yılında tasarladıkları Menil Koleksiyon (Resim 2.1) yapısını göstererek, bu binayı bölgedeki kültüre, iklime ve şehirciliğe şiirsel bir tepki olarak değerlendirmektedir [Ingersoll, 1989]. Resim 2.1. Menil Koleksiyon, Renzo Piano ve Richard Fitzgerald, 1982-86, Houston [greatbuildings, 2008]. Frampton, Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i her ne kadar stil olarak değil, yaklaşım olarak değerlendirseler de, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i bir takım sınıflamalar içerisinde ele almışlardır. İlk olarak Frampton, 1980’leri kastederek, bu dönemde tasarlanan herhangi bir binanın, o dönem için tarif edeceği dört kategoriden birinde yer alacağını ileri sürer. Bu kategoriler: Produktivizm, Rasyonalizm, Strüktüralizm ve Popülizm’dir. Frampton, bu kategorilere bir de ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in eklenebileceğini, bu mimarlığın, ‘yer’ler oluşturarak, belli bir ‘yer’in toplumu ile mimarlığı arasında yakın ilişki kurmaya çalıştığını savunur 1[Frampton, 1987]. Frampton’un bu sınıflamasından sonra 1992 yılında, içerisinde‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in de bulunduğu bir başka sınıflamayı Tzonis ve Lefaivre yapar. 1 Almanca baskıdan çev: Esin Boyacıoğlu, 2007. 12 Onlara göre 1968’den bu yana Avrupa’daki mimari eğilimleri özetleyen sekiz grup vardır ve bu gruplar şu şekilde sıralanabilir; Popülizm, Le rappel a I’ordre (call to order), Neo-Rigorizm, Skin Rigorizm, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, ‘The call to disorder’ ve Realizm. Bu sınıflamanın ardından Tzonis ve Lefaivre 1968’den bu yana dünyada birçok alanda olduğu gibi mimarlıkta da çeşitlilik ve bireyselliğin öne çıktığını eklerler [Tzonis ve Lefaivre, 1996]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i, Tzonis ve Lefaivre’den alarak yaygınlaştıran Frampton, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i açıklamak için, manifesto niteliğinde ilkeler koyar. Bu ilkeler, değinileceği üzere, biçimsel reçeteler içermemektedir. Frampton, bu ilkelerin ilkini 1983 yılında ‘Mimari Direniş için Altı Nokta’ (Towards a Critical Regionalism: Six Points For an Architecture of Resistance)1başlığı altında toplamıştır. Frampton 1987 yılında, 1983 yılında ortaya koyduğu bu altı ilkeden yola çıkarak ‘Bölgeselci Mimarlık için On Nokta: Geçici Bir Polemik’ başlığı altında ilkelerini geliştirmiştir. Frampton’un 1983 yılında ortaya koyduğu altı nokta ve 1987 yılında ortaya koyduğu on noktada bir takım kavramlar tekrar ederken, diğer kavramlar eklenmiş veya eksiltilmiştir. 1983 yılında ortaya konan altı ilkeden ilki ‘Kültür ve Uygarlık’ da Frampton, birtakım binaların teknolojinin doğrudan etkisi ile oluştuğu için anlamlı biçimlerin oluşturulamadığından bahseder ve 1980’lerde yapıların oluşumunu iki kategori ile özetler. Bunlardan birincisi, ‘High Tech’ yapılardır. Bu gruba örnek olarak ise Richard Rogers’in bazı yapılarını gösterir. İkinci kategori ise ‘telafi edici cephe’ (compensatory facade) mimarlığıdır. Frampton bu kategori için ise örnek olarak Robert Venturi ve Micheal Graves’in yapılarını gösterir (Resim 2.2-Resim 2.3). 1 “Mimari Direniş İçin Altı Nokta” olarak adlandırdığı ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in oluşumu için koşullar şu şekildedir [Frampton, 1983]. 1. Kültür ve Uygarlık 2. Avan-Gard’ın Yükselişi ve Düşüşü 3. Eleştirel Bölgeselcilik ve Dünya Kültürü 4. Yerin Formunun Direnişi 5. Doğaya Karşıt Kültür: Topoğrafya, Bağlam, İklim, Işık ve Tektonik Biçim 6. Görsel Olana Karşı Dokunsal Olan 13 Teknolojinin doğrudan etkisi ile oluşan yapıların, fayda sağlamak amacıyla üretilmesi sonucu, kültür birikiminin tehlikeye düştüğünü de ekler [Frampton, 1983]. Resim 2. 2. Portland Binası, Micheal Graves, 1980, Portlan [greatbuildings. 2008]. Resim 2. 3: Country Evi, Robert Venturi, 1978-83, Kuzey Delaware [Lupher ve ark, 2006]. Altı ilkenin ikincisi olan ‘Avangard’ın Yükselişi ve Düşüşü’de ise Frampton, Avangard’ 1ın zaman içerisinde farklı görevler üstlendiğinden bahseder. Toplumun 1 Avangard (Fransızca: avant-garde, İng: vanguarde) “Lafzen bir ordunun öncü birliğini tanımlayan, fakat yirminci yüzyılın başından itibaren, mecazi olarak sanat teorisi ve politika felsefesinde, seçkinlerin politik veya kültürel önderliğine işaret eden Fransezca bir terim” [Cevizci, 2005]. 14 ve mimarlığın modernizasyonunun ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanan Avangard’ın etkisinin 1980’lerde azaldığını, sosyal değişime olan etkisinin minimalize edildiğini de vurgular. Frampton, Avangard’ın, mimarlığın geleceğin biçimlerini oluşturmak için olumlu etkisinin olduğunu söylerken buna örnek olarak Neoklasizm’i gösterir. Frampton ilk kez burada ‘Dünya Kültürü’ ifadesini kullanır. Bu ifade, dünyanın teknoloji sayesinde daha hızlı etkileşimi ile melez, ortak bir kültürün oluşumuna işaret etmesi olarak yorumlanabilir. Bütün bu değişimler neticesinde Avangard’ın sosyal değişimlere olan etkisi azalmış ve Charles Jencks’in de belirttiği gibi Postmodern dönemde sanat, saf tekniğe ve saf görselliğe doğru ilerlemiştir [Frampton, 1983]. Üçüncü ilke olan ‘Eleştirel Bölgeselcilik ve Dünya Kültürü’ nde Frampton’un kullandığı dünya kültürü tanımı, melez bir uygarlık ve geleneksel kültüre işaret eder ve mimarlığın günümüzde eleştirel olma durumunu ancak arrie-garde1 pozisyonu ile mümkün olacağını vurgular [Frampton, 1983]. Diğer bir ilke olan ‘Yer’in Formunun Direnişi’ nde evrensel teknolojinin yersizliğe neden olmasını, Heidegger’in varlığın ancak sınırları belirlenmiş alanlarda olabileceği savından yola çıkarak, her şeyin aynılaşarak yersizleşmesine karşı, insanların paylaşımları ile oluşan ortak belleğin, yere ait özelliklerinin farkında olarak, yersizliğe ilişkin çözüm önerisinde bulunur. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi insanların kendilerini yere ait kılmaları için mekâna katkıları da büyük önem taşır. Frampton, teknoloji ürünü televizyonun bağımlısı olan insanların ortak bir kültür oluşturma yetisinden yoksun olduklarını belirtir [Frampton, 1983]. “Avangardın davası, sanatı ve hayatı buluşturmaktır.” [Burger, 2003]. Arrie Fransızcada, gecikmiş, geri kalmış, çağına uymayan anlamına gelmektedir [Ağakay, 1962]. Garde ise yine Fransızcada koruma saklama anlamına gelir. Avangart (Fransızca: avant-garde, avangard), Fransızca bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir [Saraç, 1976]. Avangard’ın bu tanımından yola çıkarak arrie-garde dönemindeki yeniliklerin gerisinde olan veya varolan değerleri kullanan bir kavram olarak da kabul tanımlanabilir. 1 15 Frampton’un beşinci ilkesi, ‘Doğaya Karşıt Kültür: Topografya, Bağlam, İklim, Işık ve Tektonik Form’ dur. Modern Avangart’ın tersine ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ doğa ile daha doğrudan bir ilişki kurar. Modernin, rasyonel ve ekonomik bir kullanım amacıyla yeri düzleştiren, ‘tabula rasa’ lar oluşturmasına karşın, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımında yalnızca binanın zemine nasıl yerleşeceğini değil aynı zamanda da arsanın tarihi, verneküler ve jeolojik formunun zeminle nasıl ilişkileneceği, katman katman belirlendiğinde, arsa kendine ait özelliği ile buluşacaktır. Yer’in verilerinin bu şekilde araştırılmasını ise Frampton, Mario Botta’nın yerin tarımsal, jeolojik tarihini bilmek anlamına gelen ve bu gerçeklerin farkında olunması sonucu duygusal davranmaya engel olan ‘Yeri inşa etme’ (‘Building the Site’) kavramı ile açıklar [Frampton,1983]. Altı ilkeden son ilke olan ‘Görsel Olana Karşı Dokunsal Olan’ da ise Frampton, mimarlığın algısının yalnızca görsel olana değil aynı zamanda, malzeme, ısı gibi görmenin dışındaki diğer duyu organlarına da hitap etmesi gerektiğini belirtmektedir. Deneyimsellik her insanda ortak olan görmenin dışındaki, ışığın yoğunluğu, aydınlık-karanlık, sıcaklık-soğukluk, malzemenin kokusu gibi diğer duyulara da vurgu yapar. Frampton’un söylemlerinden deneyimsellik ilkesinde malzeme kullanımının büyük önem taşıdığı sonucuna ulaşılabilir. Frampton, deneyimselliğin en iyi tecrübe edileceği bina olarak Alvar Aalto’nun Saynatsalo Binasını verir (Resim 2. 4). Frampton’un bu konuda vurguladığı bir diğer nokta ise mimarlıkta görsel algının bir aracı olarak kullanılan perspektifin, etimolojik kökeninde var olan idealize edilmiş bakışın, diğer algıları geri plana atmasıdır. Frampton, bu mimarlığın perspektifler aracılığıyla aktarılmasını, Heidegger’in ‘yakınlığın kaybı’ (‘loss of nearness’) olarak tanımladığı duruma neden olduğunu belirtir [Frampton, 1983]. 16 Resim 2. 4. Saynatsalo Belediye Binası, Alvar Aa1to, 1948-52, Finlandiya [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. Daha önce kısaca değinildiği gibi, Frampton, 1983 yılında, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için ortaya koyduğu ilkeleri, 1987 yılında çeşitlendirir. ‘Bölgeselci Mimarlık için On Nokta: Geçici Bir Polemik’ başlıklı ilkeler Frampton’un bu konu ile ilgili en kapsamlı fikirlerini içerir. Frampton bu söyleminde, Bölgeselci Mimarlık için on nokta 1 önermektedir. Frampton on ilkede ortaya koyduğu, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i hem yüzeysel kalmakla eleştirdiği postmodern mimarlığa hem de modern teknolojinin homojenleştiren etkilerine karşı bir cevap olarak tanımlar. Frampton, bölgeleri, evrenselleşmeye karşı direnen alanlar olarak nitelendirerek tek bir kriter olamamakla beraber, iyi mimarlığın aynı zamanda yerel mimarlık olduğunu da ekler [Frampton, akt: Canizaro, 2007]. Frampton’un bu sözlerinden, aslında ortaya koyduğu ilkeler ile, 1 Bölgeselci Mimarlık İçin On Nokta: 1. Eleştirel Bölgeselcilik ve Vernaküler Form 2. Modern Hareket 3. Masal ve Bölgenin Gerçekliği 4. Bilgi ve Deneyim 5. Mekan/Yer 6. Tipoloji/Topoğrafya 7. Arkitektonik/ Sinografik 8. Yapay/Doğal 9. Görsel/Dokunsal 10. Post-modernizm ve Bölgeselcilik: Özet 17 iyi ve doğru mimarlık için genellemeler yaptığı söylenebilir. Ayrıca Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile ilgili 1983 ve ardından 1987 yıllarındaki söylemlerindeki ortak noktanın, her ikisinde de dünyanın tek-tipleşemesine karşı, direnç göstermek olduğu görülmektedir. 1987 yıllarını kastederek, sürekli bir değişim çemberi içerisine girmiş olayların, geçmişle gelecek arasındaki ilişkiyi kopardığını iddia eden Frampton, buna karşı, Aldo Van Eyck’ın “insanda değişmeyen durumun ne olduğunun araştırılması” sözlerini referans gösterir [Frampton, 1987]. Frampton, buna ek olarak “moderni tekrarlamadan mimarlığımızı nasıl bir zemin üzerine oturtabiliriz?” sorusunu ortaya atar ve cevap olarak, kendi tanımı ile ‘spekülatif bir manifesto’ olarak on noktasını açıklar. On noktayı özetlediği bu makale temelinde posmodern mimarlığın ürünü olarak tanımladığı yüzeysel ve teknolojinin etkisi ile oluşmuş aynılaşan mimarlığa karşı bir tepkidir [Frampton, 1987]. Frampton’un 1983 yılındaki altı ilkeyi geliştirerek ortaya koyduğu on ilke, kısaca ele alındığında, birinci ilke olan, ‘Eleştirel Bölgeselcilik ve Verneküler Form’ da, özet olarak Frampton’un vurguladığı durum, ‘Bölgeselcilik’in geçmişteki formların aynen tekrar edilmesi olarak tanımlanan verneküler ile aynı durumu ifade etmek için kullanılmamasıdır. Bu durumu ise, daha önce de bahsedilen Loos’un köylünün çatıyı inşa ederken babasından gördüğü şekliyle, sorgulamadan inşa ettiği, tasarımcının ise, verneküler olana daha eleştirel yaklaştığını belirten Frampton, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bilinçli tercihlerden oluşan bir hareket olduğunu vurgular. Frampton’a göre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ iyileştirici, bilinçli ve eleştirel bir çalışmadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir stil- üslup olmaktan çok bu durumları da aşan bir kavram olduğunu belirtir [Frampton, 1987]. İkinci ilke olan ‘Modern Hareket’ te Frampton, modern’i tekrarlamadan önemli bir kültür olarak kabul ettiği mirasından faydalanmaktan bahseder. Bu mirasta önemli bulduğu isimlerin başında ise Frank Lloyd Wright gelir [Frampton, 1987]. Buradan 18 hareketle ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in özünde modern bir hareket olduğu görülmektedir. Bir diğer ilke olan ‘Efsane ve Bölgenin Gerçekliği’ inde bölgenin tarifinin yeniden yapılması gerekliliğine işaret eden Frampton, doğru bölge tarifinin iklim ve yerellik verileri ile olacağını vurgular. İlk olarak söylemin önemini vurgulayan Frampton, yerel kültürlerden oluşan bir takım okulların (bu okulları ekolleşmiş gelenekler olarak da yorumlamak mümkündür) oluşturulması gerekliliğinden bahseder. Bu okulların, günümüzde aslında demode ve çoğu yerde yanlış ve genelde kaçınılmaz olarak kullanılan evrensel yöntemlere karşın, direnç noktaları oluşturacağını belirtir. Frampton bu okulları ‘efsane’ olarak isimlendirir ve bilinçli kültürlerin efsane gibi olması gerektiğini eklemiştir. Yer’in gerçeklerinden yola çıkılarak oluşan bu efsanelerden yalnızca yanılsama değil, aynı zamanda, eleştirel ve yaratıcı güç olarak yararlanılabileceğinden bahseder. Frampton, metinlerin yazıldığı dönem olan 87’lerde öne çıkan ‘okul’ örneğine ise Mario Botta önderliğinde oluşan ‘Tiçino Mimarlığını’ gösterir [Frampton, 1987]. ‘Bilgi ve Deneyim’ ilkesinde ise Frampton, bilgi ve deneyim arasındaki farkı ortaya koyar. Mimarlıkta teknolojinin aşırı derecede gelişmesi sonucu, eleştirel pratiğe negatif etkisi olduğunu belirtir. Teknoloji aracılığıyla, gerçek olmayanın gerçekmiş gibi sunulması sonucu, insanların mimarlığı deneyimlemek yerine, imajların gösterdiği kadarıyla algıladıklarını belirtir ve mimarlığın algılanmasında deneyimleme metodunun önemini tekrar vurgular [Frampton, 1987]. Beşinci ilke olan ‘Mekân/Yer’de Frampton, 1983 yılındaki altı ilkesinde de vurguladığı üzere, sınırları belli olmayan mekâna karşı, bölgeler ile sınırları belirleyip, tanımlı yer’ler oluşturmayı önerir. Bu önerisini Heidegger’in bir şeyin varlığından bahsedebilmek için sınırlarının çizilebilmesi gerekliliğine bağlar. Fakat her şeyin aynılaştığı bir dünyada yer’lerden bahsetmek giderek zorlaşmaktadır [Frampton, 1987]. 19 ‘Tipoloji/Topografya’ ilkesinde Frampton, bu iki kavramı birbiri ile karşılaştırmalı olarak açıklar. Tipolojiyi, mimari programdaki bir çeşitlilik olarak yorumlayan ve hem kültüre hem de uygarlığa ait bir kavram olarak da tanımlayan Frampton, tipolojinin herhangi düz bir arsaya uyabileceğinden bahseder. Buradan hareketle Frampton’ un ‘tipoloji’nin evrensel yanını vurgularken, ‘topoğrafya’yı ise tamamıyla yere özgü bir karakter olarak açıklamaktadır. Frampton bununla beraber konuya açıklık getirmek amacıyla, Aydınlanma dönemine ait olan bina tiplerine örnek olarak, ‘Ecole Polytechnique’ ve ‘Ecole des Beaux Arts’ a ait binaların evrensel tipler olarak, bu binaların birçok programa uyabilen, gridler üzerine otururken, ‘Arts and Crafts’ ın ürettiği biçimleri gerçek ve efsanevi tarihine uyum sağlayarak ve topografya ile ilişkilenerek tasarlandıklarını belirtir [Frampton, 1987]. Bu açıklamalarından Frampton’un topografyanın verilerinin farkında olmayı yerin verilerinin farkında olmak ile ilişkilendirerek bu araçlar vasıtası ile biricik tasarımlar oluşturmayı öne çıkardığı görülmektedir. ‘Arkitektonik/ Sinografik’ ilkesinde, Frampton ‘konstrüksiyon’ kelimesinin temelini, çerçeve ve birleşmeye dayandırır ve ardından Yunanca tekton’dan kaynaklanan ‘Arkitektonik’ ile ‘Architect’ i ilişkilendirir. Bu açıklamalardan, Frampton’un arkitektonik ile yalnızca binayı ayakta tutan tekniği değil aynı zamanda strüktürel başarının efsanevi gerçeğini de ortaya koyduğu söylenebilir. Diğer taraftan ‘Sinografik’, ‘Scenograpy’ den gelir ki bu kelime Latin kökenine bağlı olarak manzara/seyretme anlamına gelen scena’dan kaynak alır. Arkitektonik/ Sinografik’in her zaman faklı anlamlar taşıdığına da dikkati çeken Frampton, birisi yerle ilişkilenen yerel binalara ait bir kavram iken diğerinin Rönesans dönemine ait görsel anlamlar yüklü bir kavram olduğu sonucu çıkarır [Frampton, 1987]. Özetle bu ilkede Frampton’un işaret ettiği temel nokta binaların yalnızca imgelere indirgenmesine karşın, yapı yapmanın da önemini vurgulamasıdır. 20 ‘Yapay/Doğal’ ilkesinde ise Frampton, mimarlığın doğa ile ilişkisini sorgular ve doğanın yalnızca, topoğrafya ve arsa olarak yorumlanmasına karşın, iklim, ışık gibi faktörlerin de dikkate alınmasını öne çıkarır. Ayrıca, mimarlığın bütüncül olarak, hem doğayı dikkate alarak hem de zamanın etkisi ile oluşması gerektiğini belirtir [Frampton, 1987]. ‘Görsel/Dokunsal’ da ise Frampton daha önce altı ilke açıkladığı gibi, mimarlığın diğer sanat dallarından farklı olarak yalnızca görsel bir durum olmayıp, algı ile ilişkilendiğini belirtir. Hava hareketi, akustik, çevredeki ısı ve koku gibi değişiklikler mekânın ve mimarlığın algılanmasında etkilidirler [Frampton, 1987]. Frampton bu ilkede özetle mimarlığın yalnızca görsel duyulara hitap etmeyip, aynı zamanda koku, ses, ısı gibi diğer algılarla da okunabilen bir özelliğe sahip olduğunu vurgulamaktadır. Bu ilkede Frampton’un özellikle malzeme gibi mimarlığın algısını zenginleştirecek hususlara dikkat çektiği sonucu görülmektedir. İlkelerden sonuncusu olan ‘Post-modernizm ve Bölgeselcilik: Özet’ de ise, Frampton, Postmodernistlerin Modern Hareket’in sona erdiğini iddia ettiklerini ve iki gruba ayrıldıklarını belirtir. Frampton’a göre birinci gruptakiler, geleneklere geri dönmeyi öneren, Avangart’ın söyleminin gözden düştüğüne inanan, ‘NeoHistorisistler’ dir. İkinci grupta olan ‘Neo-Avangardist’ ler ise, global ütopyaları kabul etmezken, Modernleşmenin, teknik ağırlıklı olmasına rağmen geleceğin ‘yaratıcı’ formları oluşturmasını desteklerler. Bu iki grup arasında Frampton, ikinci grubu daha gerçekçi bulur ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in konumunun bu ikisi arasında bir yer olduğunu belirtir [Frampton, 1987]. Frampton’un sırayla altı ve on nokta olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için koşul olarak ortaya koyduğu ilkelerinde: yer, tektonik biçim, görsel-dokunsal ve topoğrafya kavramlarını ortak olarak tartıştığı görülür. Frampton’un 1983 yılında ilk olarak ortaya koyduğu altı noktada yeryüzünün aynılaşmasına karşı, tepkisel bir söylem 21 geliştirirken, on noktada bu söylemini daha evrensel bir düzleme taşıdığı görülmüştür. 2.2. Günümüzde Eleştirel Bölgeselcilik Tartışmaları 1980’lerde Tzonis-Lefaivre ve Frampton tarafından başlatılan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, günümüzde başka isimler tarafından da tartışılmaktadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in günümüzde de tartışılıyor olması, günümüzde de canlılığını koruduğu şeklinde yorumlanmaktadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını günümüze taşıyan isimlerden biri olan Timothy J.R. Cassidy, Frampton’a paralel bir görüş olarak, postmodernizme bir alternatif olarak gördüğü ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in Modern ve Postmodern mimarlığın eksik yönlerine cevap aramak üzere ortaya çıktığını belirtir. Bu eksikliklerden biri olarak kabul edilen mimari biçimlerin aynılaşmasına karşı direnç göstermek için ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in gelenekler ile evrensel uygarlık arasında diyalektik bir ilişki kurduğunu ifade eder. Cassidy, bölgesel- kültürel grupların yerel ve yabancı etkilerden oluşan melez ifadeler oluşturması gerektiğini vurgular. Cassidy ayrıca, daha önce açıklanan, geçmişle nostaljik bir biçimsel ilişki kurmamak üzere ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in yabancılaştırma ve soyutlama yöntemini kullandığını yineler. Cassidy’nin ek olarak vurgu yaptığı durum ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in geçmişe nostaljik dönüşler yapmamak için kaçınılmaz olarak ayrıca bağlam ile ilişkilenmesidir [Cassidy, 2000]. Cassidy’nin bu sözlerinden, Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde 1980’lerde gündeme getirdiği bağlam, yabancılaştırma ve melez kavramlarını günümüzde de tartıştığı görülmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmasını günümüzde doktora çalışmasının konusu yapan Barbara Allen ise, “İyi mimarlığın %90’ı kültürel pratiklerden, %10’u ise stilden oluşur” sözleri ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e göndermelerde bulunur. Burada anlatılmak istenenin insanların nasıl göründüklerinden çok ne yaptıklarına ilişkin bir 22 yaklaşım olduğunu belirten Allen, bu sözlerin bölgeselcilik anlayışını çok iyi açıkladığını vurgular [Allen, 2007]. Allen’in bu sözleri yukarıda bahsedilen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının bir stil ile sonuçlanmadığı ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ci binalar için bir takım genellemeler yapılmasının güç olacağı düşüncesi ile süreklilik içerisindedir. Allen de Cassidy’ de olduğu gibi melezlik tartışmasını gündeme getirir ve Amerika’da yerlerin ve insanların daha çok melez kimliklerle oluştuğunu ve bunun insanlar üzerindeki etkisinin çeşitliliğinden kaynaklandığını belirtir ve bölgeselci mimarlığın, insanların uzamsal pratikleri ve normatif davranışlarının ölçüsüyle oluşturulduğunu ekler. Bundan dolayı herhangi bir bölgeselci mimarlığın araştırmasının, aynı zamanda oradaki yerin ve insanların araştırması olduğunu belirtir. Allen’e göre bölge, sosyal olarak strüktüre edilmiş bir fikirdir ve Allen bölgelerin birçok kültürün bir araya gelip oluşturdukları melez oluşumlar olarak da tarif edilebileceğini belirtir. Allen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i günümüzde tartışarak, alternatif olarak ‘Performative Regionalism’ i önermiştir. Allen’ın ‘Performative Regionalism’ inin %10 unu yapılı çevre, %90 ı ise insanların davranışları ile ilişkilenir [Allen, 2007]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i günümüzde tartışan bir diğer isim olan, Steven A. Moore, 1980 ve 1990’larda gözde olan eleştirel ve ileriye giden bölgeselciliği, geriye giden nostaljik tutumlara karşı panzehir olarak görür ve özellikle bu düşüncenin temellerini atan atan, Tzonis-Lefaivre ve ardından Frampton’un 1990’larda ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ten uzak durduklarını ve başka konulara ilgi duydukları için onların yerine başka isimlerin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i tartıştıklarını ekler. Moore, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i iki ana başlık olan, yer ve teknoloji aracılığıyla inceler [Moore, 2007]. Moore, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in, hem teknolojik verileri hem de yer’e ilişkin verileri desteklemesini diğer yanda modern bir eğilim olan eleştirelin karşı koyucu karakterini kullanmasının bir karışıklığa yol açtığını söylemektedir. Bu karışıklığa, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in aynı zamanda Martin Heidegger’in, Moore’nin 23 post modern olarak nitelediği, yaklaşımlarını kabul etmesi ile felsefi bir karışıklığa da yol açtığını ekler ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in Bruno Latour’un ‘nonmodern’ olarak tarif ettiği kabullerle incelenmesinin daha doğru olduğunu iddia eder. Moore, Latour’la aynı görüşü paylaştığını yani, söylemlerde modern olunduğunu, fakat pratikte olunamadığını belirtir. Moore, ‘nonmodern’ diyaloğun mimarlıkta estetik ve pratiklerden çok politika üzerine kurulduğunu belirtir ve Frampton’un ‘Eleştriel Bölgeselcilik’ için belli noktalar önermesine benzer bir yaklaşımla öne sürdüğü ‘Nonmodern Bölgeselcilik’ için sekiz nokta önerir1 [Moore, 2007]. Moore sekiz noktasında özetle yere, yerel işlere, ekolojiye (Frampton’un iklim olarak işaret ettiği durum), teknolojiyle arasına koyduğu mesafe ve gündelik yaşama, kollektif bellek’e yaptığı vurgu ile Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için ortaya koyduğu ilkeler ile paralellik gösterir. Günümüzde yapılan bu tartışmalara bakılacak olursa genel olarak, 1980’lerde Frampton tarafından da üzeri örtülü olarak tartışılan melez kavramının gününüzde de öne çıktığı görülmektedir. Bir diğer öne çıkan nokta, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i tartışan isimlerin, kendi ‘Bölgeselcilik’ yaklaşımlarını başka sıfatlarla betimlemiş olmalarıdır. (Allen; Regenererative Regionalism, Moore; Nonmodern Regionalism vb. gibi). Tzonis ve Lefaivre 2003 yılında çıkardıkları ‘Bugünün Mimarlığını Tanıtmak: Eleştirel Bölgeselcilik ve Kimlik’in Tasarımı’ (‘Introducing an Architecture of Present. Critical Regionalism and the Design of Identity’) 1980’lerden 2003’e dek 1 1. Farklı biçimde yaşayacak sosyal oluşumlar strüktüre edilmeli. 2. Bu sosyal oluşumlar yerin tektonik tarihine katılmalı. 3. Entegre edilmiş kültürel ve ekolojik yöntemler kullanılmalı. 4. Yerel işler ve ekolojik değerler tercih edilerek merkezi güçlere karşı durmalı. 5. Teknolojinin dayattığı estetetik politikalardan değil, günlük yaşamın gerektirdiği strüktürden yola çıkmalı. 6. Teknolojilerin bir araya getirerek oluşturduğu mimarlık, eleştirel pratiklerin normalleşmesini sağlamalı. 7. ‘Regenerative’ mimarlık, insana ait ortak noktaları birleştirerek yer’lerin oluşumunu desteklemeli. 8. Eleştirel ve tarihsel olarak öğretici yer’lerin oluşması için hayata dair pratikleri öne çıkaran bir mimarlık tercih edilmelidir. 24 bir takım yapılar üzerinden ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i tartışmışlardır. Daha önce de belirtildiği gibi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Le Corbusier’in ‘beş ilkesinde’ olduğu gibi biçime ilişkin genellemelerde bulunmaz. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bu özelliğine paralel olarak Tzonis, 1980’lerden günümüze örnekledikleri bu yapıların ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in tarihini oluşturmak için verilmediğini belirtir. Tzonis ayrıca bu binaların birçok özellikleri ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in öne çıkardığı, bazı sorunlara cevap aradıklarını belirtir. Bu binalara bakılırken özellikle ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in teorik çerçevesini oluştururken ortaya koydukları ilkelerin tamamının göz önünde bulundurulmaması gerektiğini de ekler [Tzonis, 2003]. Buradan hareketle ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in mimarlıkta bir takım ‘im’lerde olduğu gibi, binaları biçimsel olarak bir gruba dâhil etmek gibi bir amaç taşımadığının bu kitapta tekrar vurgulandığı görülmektedir. Tzonis, ‘Bölgeselcilik’ ile ilgili gerçekleştirdikleri bütün araştırmalar sonucunda ‘çağdaş bölgeselcilik’ olarak nitelendirdikleri ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in gün geçtikçe öneminin arttığını ve globalleşmenin etkisi kontrol altına alınmadığında, özellikle ekonomik ve ekolojik alanlarda insanoğlunun felakete sürükleneceğini belirterek bu noktada ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in önemini tekrar vurgular [Tzonis, 2003]. Tzonis ve Lefaivre, Frampton’un da örnek verdiği gibi Alvar Aalto’nun Saynatsalo Belediye Binasını (Res 2.4) teknoloji ve arsa ile farklı türden bir ilişki kuran önemli bir örnek olarak değerlendirir. Bunun dışında Tzonis ve Lefaivre, Oscar Niemeyer’in ‘Pampulha Dance Hall’ projesinde, (Resim 2.5) Le Corbusier’in gönüllü takipçisi olduğuna ilişkin izlere rastlansa da, bölgesel girdilerin farkında olarak tasarımını gerçekleştirdiğini belirtmektedir [Tzonis, 2003]. 25 Resim 2. 5. Pampulha Dans Holü, Oscar Niemeyer, 1942, Brezilya [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. Tzonis ve Lefaivre Bölgeselcilik’in işaret ettiği duyarlılıklardan bir kısmına önem veren diğer yapıları ise belli gruplara ayırarak örneklendirir. İlk olarak tasarımın, bulunduğu çevreyle uyumlu bir şekilde biçimleniyor olmasının, aynı zamanda bulunduğu alanın tarihsel bağlamı ile de uyumlu tasarlanmasına örnek olarak Moshe Safdie’nin ‘Hebrew Union College’ (Resim 2.6) binasını örnek olarak gösterir [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. Resim 2. 6. Hebrew Union Koleji, 1976-88, İsrail [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. 26 Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in öne çıkardığı bir diğer kavram olan malzeme kullanımının öne çıkarılmasına örnek olarak Kengo Kuma’nın 2000’lerde tamamlanan ‘Hiroshige Ando Museum’unu gösterirler (Resim 2.7). Resim 2.7. Hiroshige Ando Müzesi, 1998-2000, Japonya [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. İnşa edilmiş çevreye ve doğal arsaya uyumun mutlaka geleneksel yöntemlerle değil, geleneksel olmayan yöntemlerle de yapılabileceğini vurgulayan Tzonis ve Lefaivre, buna örnek olarak ise Santiago Calatarava’nın 2001 yılında tamamalanan ‘Ysios Winery’ (Resim 2.8) yapısını örnek olarak gösterir.İnsanın yeryüzü ile ilişkisini sağlamak için teknolojik olanakların da kullanılması Tzonis ve Lefaivre tarafından öne çıkarılan bir diğer kavramdır. Buna örnek olarak MVRDV’nin Hagenelland yapısı ile Foa’nın Yokohama Terminalini gösterir (Resim 2.9-Resim 2.10) . Resim 2. 8: Ysios Şarap Evi, 1998-2001, İspanya [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. 27 Resim 2.9. Hegenelland, 1997-2001, Hollanda [Tzonis ve Lefaivre, 2003]. Resim 2.10. Yokohama Liman Terminali, 1995-2002, Japonya [Tzonis ve Lefaivre,2003]. Bu bakış ile ele alındığında, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in çizdiği kavramsal çerçeve, günümüzdeki yapıları yorumlamak için açılımlar sağlamaktadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in vurguladığı, yer, bağlam, teknoloji ile kurulacak ilişkinin dengesi, malzeme kullanımı gibi kavramlar günümüzde de canlılığını koruyan ve yapılarda sorgulanması gereken özellikler olarak değerlendirilmektedir. 2.3. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e Eleştirel Bakışlar Daha önce de belirtildiği gibi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, mimarlıkta aynı anda hem evrensele hem de yere ait verilere dikkati çeken bir düşünce biçimine sahiptir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in aynı anda iki zıt kutup olarak da tanımlanabilen yer ve teknolojiye eşit mesafede durma çabası, ortaya çıktığı günden itibaren ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in eleştiri almasına neden olmuştur. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ortaya 28 çıktığı 1980’lerden günümüze aldığı eleştiriler, yaklaşımın analitik incelenmesinde önem kazanmaktadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e ilk eleştiri niteliğindeki görüş, düşüncenin temellerini atanlardan biri olan Antony Alofsin tarafından gelmiştir. Alofsin’in ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in zayıf yönlerini de ortaya koyan bu tavrı özeleştiri olarak da yorumlanabilir. Alofsin, Mumford’un metinlerine dayandırarak ele aldığı, ‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ (Constructive Regionalism)’ in kendi içerisinde bir takım çelişkileri barındırdığını belirtir. Bunlardan ilki, evrensel değerlerin bir taraftan yapılara taşınırken, diğer taraftan evrensel stilin reddedilmesidir. Benzer biçimde, Alofsin bir başka özeleştiri olarak, geleneksel teknoloji, el işçiliği övülürken aynı zamanda çağdaş teknoloji, makine kullanımının da destekleniyor olmasını çelişki olarak ortaya koyar. Alofsin’in ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in zayıflayan bir diğer noktası olarak ortaya koyduğu durum ise, bu tür bir bölgeselcilik anlayışında tasarımcının veya inşa edenin bireysel karakteri tasarımda okunabilirken, bireysel övgülerin tasarımda kabul edilmemesidir. Alofsin’in son olarak eleştirdiği durum ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, yerel detayları öne çıkarırken, kültürel hazcılığı reddetmesidir [Alofsin, 1980 (rev:2007)]. Alofsin’in ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel olarak kabul edilen ‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ i açıklarken, değindiği, evrensel değerlerin yapılara taşındığı halde, bu tarz bir bölgeselcilikte evrensel stilin reddedilmesi, diyalektik ve eleştirel bir bakışı çağrıştırır. Fakat ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in söylemi hatırlanacak olursa, evrensel değerler olarak tanımlananın, teknolojik olanakların ,yalnızca araç olarak kullanması olduğu görülmüştür. Burada reddedilen durum, teknolojinin, yapının biçimsel diline tamamiyle hakim olup, bir stil ortaya çıkarmasıdır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i eleştiren diğer önemli isim olan Alan Colquhoun, bölgeselcilikle ilgili yazdığı iki makalesinde de bölgeselciliğe iki sert eleştiri ve uyarı getirmiştir. Bölgeselciliğin kendi içerisinde zıtlıkları, çelişkileri, yanlış yere 29 yerleştirilmiş zanları bulunduğunu belirten Colquhoun, 2005 yılında bu iki makalede ne anlattığını özetlenmesi istendiğinde, şunları belirtmiştir: “Benim bölgeselcilikle ilgili iki makalem, 1980’lerde Amerika’da Kenneth Frampton ve Alexander Tzonis tarafından oluşturulan, geriye giden bir ütopyaya düşmeden organik bir toplum öneren düşüncenin, yanlış olduğunu kanıtlamak üzere yazılmıştır. İki makalede de iki farklı fakat birbiri ile ilgili tarihsel analizle bunun imkansız bir proje olduğunu kanıtlamaya çalıştım, bugün ‘insani’ değerlerin ayakta kalabilmesi için, geç kapitalizmin önerdiği yeni biçimlerin araştırılması gerektiğini iddia ediyorum. Şu an durduğum noktadan baktığımda o zaman tartıştığım bir çok sorunun şu an önemini yitirdiğini görüyorum. Şu an içinde bulunduğumuz dijital gelişmeler sayesinde, yeni teknolojik ve kültürel problemlerle yalnızca gelişen dünyada değil, tüm dünyada karşı karşıyayız” [Colquhoun, akt: Canizaro, 2007]. Bu saptamasında Colquhoun özetle, dijital gelişmelerin yaygınlaşmasından dolayı, gündemin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmalarının başladığı noktadan çok daha ileriye taşındığını ve tüm dünyada yaygınlaştığını vurgular. Colquhoun eleştirilerine, bölgeselci mimarların, dünyada fark edilmeyen kalıcı anlamlar üzerine daha disiplinli ve özenli bir kuram geliştirmeleri gerektiğini ekler ve çözüm olarak, bölgeselci mimarların daha çok gerçekçi olup “orijinal, az bulunan ve bağlama duyarlı mimari düşünceler” geliştirmelerini önerir [Colquhoun, akt: Canizaro, 2007]. Colquhoun’un ifadelerinden hareketle, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in içerisinde barındırdığı zıtlıkları sosyal olarak faydalı sonuçlara dönüştürmesi gerektiği çıkmaktadır. Canizaro’nun dile getirişi ile, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in dünyanın değişen şartlarına kendisini adapte edebilmesi için, her farklı kültürel duruma göre farklılaşması gerekmektedir [Canizaro, 2007]. Colquhoun’un eleştirisine dönülecek olursa, yerel malzeme kullanımı, bağlama duyarlılık, ölçek vb. kavramların gerçek bölgeselci mimarlığın benimsediği kavramlar olduğunu vurguladığı görülmektedir. Ona göre, ‘bölgeselcilik’, kompleks kültürel bir durum oluşturarak kültürün anlamını bozmuştur. Colquhoun, özellikle bu 30 durumun bölgeselciliğin, yeni ve sofistike bir yorumu olarak tanımladığı ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ te olduğunu belirtir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde eski bir kavram olan ‘Bölgeselcilik’ in, nostaljik içeriğinin önüne geçmek için ‘Eleştirel’ ile birleştirdiklerini belirten Colquhoun, Tzonis ve Lefaivre’nin burada ‘Eleştirel’ i iki anlamda kullandıklarını ileri sürmüştür: Birinci anlam, insan ilişkilerinin yabancı ekonomi ve güçler karşısında organize edilmesine karşı direnç göstermek ve evrensel, rasyonalize uygarlığın akınına karşın, yerel kültürü destekleyen bir tutum içerisinde olmaktır. Fakat Colquhoun, bu güne kadar bölgeselciliğin zaten bütün bu söylenenleri sağladığını belirtir ‘eleştirel’ düşüncenin bu açıdan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e hiçbir şey katmadığını da eleştirisine ekler. ‘Eleştirel’in ikinci anlamı ise, salt biçimsel alıntıların ve bölgesel elemanları bağlamlarından kopararak kullanıp onları yabancılaştırmaktır. Colquhoun, bu iki anlamın birbiri ile hiçbir ilişkisinin olmadığını vurgular ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile kastedilenin, iki farklı düşünceye sahip olduğunu belirtir. Problemin bununla sınırlı kalmadığını, daha derin olduğunu da vurgulayan Colquhoun ikinci anlamın birinciyi tamamiyle reddettiğini öne sürer. Eskiden, var olan bölge kavramının artık var olmadığını, bu bölgelere ait bir takım parçaların kullanılmasının ise, kitsch ile sonuçlanacağı inancını taşımaktadır [Colquhoun, 2007]. Colquhoun yukarıda da bahsedilen bu duruma çözüm olarak, bölgeselciliğin, kendi içerisinde barındırdığı paradokslar nedeniyle artık, bölgeselcilik kelimesini kullanmayıp yerine yeni bir tanım bulmayı önerir. Bu noktada ise artık, iklimsel, topoğrafik özellikleri olan bölgelerin yok olduğunu kastetmediğini, günümüzde birçok ilginç çağdaş tasarımın yerel malzemeye, tipolojiye ve morfolojiye uyum sağladığını fakat bu şekilde tasarım yapan mimarların, belli bir bölgeye referans vermediğini, buna rağmen orijinal, basit ve bağlama duyarlı bir mimarlık oluşturduklarını belirtir. Bu duruma örnek olarak, Herzog & de Meuron’ların İtalya’da tasarladıkları ‘Tivole Ev’ini verir (Resim 2. 11). Bu evde, yereli temsil eden taş duvar ile, rasyonel’i temsil eden beton taşıyıcılar vardır. Colquhoun bu binayı bir sentez olarak okumanın imkansız olduğunu, aksine binanın sonsuz bir metin olarak 31 okunması gerektiğini belirtir. Buradaki durumun ‘bölgeselcilik’ olarak adlandırılamayacağını da sözlerine ekler. Bunun yerine buradaki durumun, birçok mimari kod üzerine oturtulmuş, küp, çerçeve, doğal malzemenin organikliği gibi güç algılanan yorumlar olduğunu söylemiştir. Bu binaya bakarken zihnin hiçbiri doğrulanmayan, birçok hipotez arasında gidip geldiğini belirtir [Colquhoun, 2007]. Colquhoun’un burada kod olarak öne çıkardığı doğal malzeme ve bağlam kavramları, aslında ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te de tartışılan kavramlardır. Resim 2.11. Tivoli Evi, Herzog & de Meuron, İtalya [The Pritzker Architecture Prize Book, 2001]. Colquhoun’a göre endüstrileşme ve geleneksel kültürlerin arasındaki ilişki, birbiri ile sigortalanmış bir ilişki değildir. Le Corbusier’in tarifi ile bu birbiri içerisinde melezleşmiş bir ilişki türüdür. Ayrıca Colquhoun, yerel alışkanlıkların tamamiyle ortadan kalkamayacağını, ekonomik gereksinimlerin oluşturduğu kültürlerin yerini, görsel tercihlerin oluşturduğu bir kültür anlayışına bıraktığını belirtmektedir [Colquhoun, 2007]. Doğrudan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e olmasa da, yaklaşımın en güçlü yanı olan ‘kültür’ ve ‘yer’ kavramlarını Uğur Tanyeli, Farsi kökenli Hintli kuramcı Bhabha’dan alıntıladığı düşüncelerle eleştirmiştir. Tanyeli 80’lerin sonlarında, mimarlıkta, sanatta ve gündelik yaşamda amacın, yabancı olanın ayıklanıp, özde 32 mevcut olanın açıklanması iken şimdilerde, bunun zor olduğunu belirtmektedir. Bu durumu Bhabha “artık, kültür karşılaştırmalarının ‘ben’ ile ‘öteki’ nin birbirine karışması şeklinde cereyan etmediğini söyler ve Bhabha’ya göre artık biri “sömüren” diğeri “sömürülen” değildir. Bunun tam tersine birlikte yeni pratikler üreten bir karşılaşma oluşur ve bu karşılaşma, kültürde, karmaşıklık ve çelişki üretir [Tanyeli, 2007]. Bhabha ayrıca, kültürün sürekli olarak uluslararasılaştığını belirtir. Bu sürekli melezlenmeler sonucunda, farklı toplumlarda farklı farklı melezlenmeler ortaya koyduğu için, sonuç hiçbir zaman farklı toplumda aynı nitelik kazanmaz. Bhabha’nın bu düşüncesini Tanyeli, dünyanın hiçbir yerinin tamamiyle homojen bir nitelik kazanmayacağı olarak yorumlar [Tanyeli, 2007]. Tanyeli’nin bu açıklamaları, Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in temellerini açıklarken sıkça başvurduğu, Ricoeur’un 1961 yılındaki, dünyanın gitgide aynılaştığı uyarısına karşı bir cevaptır. Tanyeli, Bhabha’ya dayandırdığı bu okumasında, Ricoeur’un altını çizdiği böyle bir aynılaşma ihtimalinin olmadığını iddia etmektedir. Bhabha’nın bu kültür okumasını Tanyeli, mimarlığa uyarlayarak ‘yer’ den bahsetmenin günümüzde zorlaştığı şeklinde yorumlar ve bu düşüncelerini şu şekilde ifadeleştirir. “Mimari pratiği gerçekleştiren özneler daha düşünmeye ve eylemeye başlamadan önce bile orada, ‘yer’ de zorunlu olarak hazır olduğuna inanılan bir mimarlık tahayyül etmek giderek savunulabilir olmaktan çıkıyor” [Tanyeli, 2007]. Bu aşamada şunu belirtmek gerekli olmaktadır, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in işaret ettiği yere duyarlı mimarlık da hazır reçeteleri içermez, aksine özellikle vurgu yapılan yer ve bağlam aracılığıyla sürekli dönüşen bir kimliği vardır. Doğrudan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e olmasa da, onun öne çıkardığı ‘yer, bağlam vb. gibi’ kavramları günümüzde, eleştirel bir gözle ele alan Tanyeli de bu düşüncelerinde aslında yalnız değildir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in de sürekli yere, bağlama vb. gibi faktörlere bağlı olarak değişen karakterini vurgulamak yanlış olmayacaktır. Bir diğer ifade ile 33 ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ teki yer, bağlam gibi kavramlar daha çok biçime ilişkin değil, tasarımın yöntemine ilişkin önermelerdir. Tanyeli ayrıca bu karşı duruşunu şu sözleri ile açıklar: “fiziksel çevre-bina, yermimarlık ürünü ilişkisinin zarf- mazruf ilişkisi olmadığını kavrayacaktır. Tasarım bir ifade etme mekanından başka bir şey olmadığı içindir ki, hem yer’i tanımlarken, hem de onu dikkate alarak biçim ve yapı üretirken, müphemlik ve çelişki üretmek zorundadır. Yere ‘cuk oturan’ bir mimari yoktur ve olamaz”. Tanyeli, bütün bu açıklamalarının ardından artık mimarlıkta bağlamdan ve kimlikten bahsetmenin zorlaştığını belirtir [Tanyeli, 2007]. Tanyeli’nin bu ifadeleri ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in öne çıkardığı kavramlara karşı bir duruş sergiler. Tanyeli, günümüzdeki teknolojik etkileşmelerin etkisinin kaçınılmaz olduğunu ve bu gerçeğe direnmenin boşuna bir çaba olduğunu ima etmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in 1980’lerden günümüze analitik incelemesine bakıldığında özetle, 1980’lerde Tzonis ve Lefaivre tarafından oluşturulan, daha sonraları Frampton tarafından yaygınlaştırılan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, zaman içerisinde kendi içerisinde de dönüşüme uğradığı görülmektedir. Özellikle Frampton 1987’de ortaya koyduğu on noktadan sonra, söylemlerini başka yönlere kaydırmış ve yaygınlaşmasını sağladığı bu düşünce biçimine yeni bir katkı yapmamıştır. Her ne kadar 1980’lerde ortaya konsa da, mimarlıkta yerel ile evrensel arasında farklı bir ilişkilenme biçimi öneren ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ özellikle, Heidegger’in yere ilişkin fenomenolojik açılımları ile günümüzde de önem taşımaktadır. Colquhoun ve Tanyeli’nin eleştirel gözle baktıkları ve tartıştıkları, yer, bağlam, gibi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in anahtar kavramlarının günümüz yapılarını bu tez bağlamında yorumlamak için uygun kavramlar olduğu düşüncesi bu tezde temel alınmıştır. 34 2.4. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Yaklaşımında Öne Çıkan Kavramlar ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in işaret ettiği gibi yerel ile evrensel arasında farklı bir ilişki öneren yapıları okumak için ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te öne çıkan kavramları saptamanın önemli olduğu düşünülmektedir. Aşağıda incelenecek olan bu kavramlar tez kapsamında, Frampton’un 1983 ve 1987 yıllarında sırası ile altı ve on nokta olarak çizdiği kavramsal çerçeve içerisinden alıntıladığı ‘deneyimsellik’, ‘yerbağlam’, ‘tektonik-şiirsel’ kavramları ‘Direnç Noktaları’ olarak, özellikle Tzonis ve Lefaivre tarafından tartışılan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramı ise, ‘Avangart Nokta’ olarak adlandırılmıştır. 2.4.1. ‘Direnç Noktaları’ Deneyimsellik “Dokunmak, görme ile akrabadır. Dokunmak, duyuların temelidir.” [Pallasmaa, 2005]. Tez içerisinde karşılığı ‘deneyimsellik’ olarak adlandırılan kavram orijinal dilinde Frampton’un isimlendirmesi ile ‘tactile’dır. İngilizce ‘touch’ anlamına gelen ‘dokunmak’tan alınmıştır [Webster’s Dictionary, 2000]. Bu sebepten dolayı Türkçe ‘dokunsal’ olarak da isimlendirilebilecek olan bu kavram tez içerisinde tecrübedeneyle kazanılan bilgilerin tümü [Cevizci, 2005]. anlamına gelen, ‘deneyimsel’ olarak ifadelendirilmektedir. Bu ifadelendirmenin asıl nedeni Frampton’un ‘tactile’ kavramına getirdiği açılımdır. Frampton’un işaret ettiği durum, mimarlığın yalnızca görme duyusu ile değil, aynı zamanda koku, ses, dokunma, işitme vb. gibi diğer duyu organları ile de tecrübe edilmesidir. Frampton’un bu açıklamaları, ‘tactile’ kavramının direk ilişkilendiği dokunmayı da kapsar. Fakat, ‘dokunsallık’ın tek başına bu kavramı karşılamakta zayıf kalacağı inancından dolayı, tez içerisinde daha kapsamlı bir tanım olan ‘deneyimsel’ kullanılmaktadır. ‘Deneyimsellik’ kavramının 35 kelime kökü olan ‘Deney’ i Ahmet Cevizci, “araştırmacının olguların kendi akışları içerisinde ortaya çıkışlarını beklemeksizin, onları belli koşullar altında yapay olarak üretmek” olarak tanımlamıştır. ‘Deneyim’ ise yine Cevizci’nin tanımına göre; “ne salt öznel ne de salt nesnel bir durumdur, aksine dışsal olarak duyular, içsel olarak ise duygu yoluyla elde edilecek malumat”tır [Cevizci, 2005]. Frampton’un tanımına dönülecek olursa, yalnızca görsel mimari algı yerine, diğer duyuların da katıldığı bir mimari algı türünü tanımlamak için deneyimselin, Cevizci’nin açıklamaları üzerine de daha uygun bir kavram olduğu bir kez daha görülmektedir. ‘Deneyimsellik’ Frampton’un, 1983 yılında açıkladığı ‘Altı Nokta’da ve 1987 yılında altı noktayı geliştirerek ortaya koyduğu ‘On Nokta’ nın her ikisinde de yer almıştır. Frampton her ikisinde de özellikle dokunma duyusunu vurgulamıştır. Buradan hareketle, mimarlıkta malzeme seçiminin önemli olduğu sonucu çıkmaktadır. Deneyimselliğe bir başka örnek olarak Frampton, Luis Barragan’ın, çocuklukta edindiği deneyimlerinin mimari pratiğine olan etkisini gösterir. Bu deneyimselliği, Frampton efsanevi ve köklere dayanan bir hafıza olarak niteler. Barragan’ın duyarlı ve yeryüzüne bağlı bir mimarlık ürettiğini de ekleyen Frampton, Barragan’ın renk ve su gibi elemanları tasarımında sık kullanıyor olmasını Meksika’da geçirdiği çocukluk günlerine ait zihinsel birikim ile gerekçelendirir [Frampton, 1992]. (Resim 2. 12) İnsanların zihinlerinde yer alan, geçmişe ait bu tür mimari pratiklerine etki eden deneyimleri deneyimsel hafıza olarak da adlandırmak mümkündür. Frampton, ‘deneyimsellik’e önem veren, bir diğer örnek olarak ise Tadao Ando’nun yapılarını gösterir. Frampton, Ando’nun deneyimsellikle olan ilişkisini ilk anda göze çarpan geometrik düzenin önüne geçmek olarak tanımlar. Ando ise deneyimsellikle olan ilişkisini, “ışığın ve malzemenin görevinin inşasından sonra bitmediği, zaman içerisinde duyulara hitap edeceğini belirterek, mimarlıkta detayın kimlik oluşturmak için en önemli eleman olduğunu vurgular [Ando, akt: Frampton, 1992]. 36 ‘Deneyimsellik’ mimarlığın algılanmasında, yalnızca görme duyusunun değil, diğer algıların da öne çıkmasıdır. Bu noktada öne çıkan insan algısını farklı açılardan ele almak ‘deneyimsellik’ kavramını tanımlamak için önemli görünmektedir. İnsanın algısının parçalarını Gibson beş kategoride özetler.1 Bütüncül bir algının gerçekleşmesi için bu algı parçalarının birlikte çalışması gerektiğini de sözlerine ekler [Gibson, akt: Pallasmaa, 2005]. Pallasmaa ise Gibson’a paralel olarak algı’nın parçalara ayrılamayacağını belirtir [Pallasma, 2005]. Teknolojinin gelişimi ile mimarlığın yalnızca görsel duyular aracılığıyla algısını destekleyen sistemlere karşıt bir başka görüş olarak Pallasmaa, göz’ün diğer duyularla ve bedenle birlikte çalıştığını ileri sürer [Pallasmaa, 2005]. Algılama araçları (kulak, burun, deri vb.) her insanda ortaktır, fakat her insanda değişiklik gösterebilecek ve algıyı etkileyen hafıza, hayal vb. gibi soyut kavramlardan dolayı her insanın algısı farklılık gösterebilir. Bu farklılığı oluşturan hafızayı Pallasmaa, insan bedeninin, yalnızca fiziksel ve zihinsel bir mevcudiyet olmadığı, hafıza ve hayaller, geçmiş ve gelecek tarafından zenginleştirildiği şeklinde açıklar [Pallasmaa, 2005]. Edward S. Casely ise, insanların hafızalarının, beden hafızası olmadan çalışamayacağını belirtir [Casely, akt: Pallasmaa, 2005]. Her insanın algısının farklılaşmasına değinen bir başka isim, Merleau Ponty ise, algının bir paradoks olduğunu, çünkü her insanda farklılık gösterdiğini belirtir [Ponty, akt: Pallasmaa, 2005]. Mimarlığın fiziksel ve zihinsel strüktürleri birleştirdiğini ifade eden Pallasmaa ayrıca mimari deneyimin insan bedeni ile dünya arasında kişisel bir deneyim yaşanmasını sağladığını belirtir. Buna örnek olarak, bir şehri ancak vücut ile tecrübe etmeyi 1 1. Görsel Sistemler 2. İşitsel Sistemler 3. Tatma ve koku sistemleri 4. Temel yönlendirici sistemler 5. Dokunsal Sistemler 37 gösterir. Kollar, kentteki arkad’ın uzunluğunu ve meydanın genişliğini ölçer. Bu şekilde insan kendisini şehirde deneyimlemektedir [Pallasmaa, 2005]. MerleauPonty’nin felsefesi ise, insan bedenini deneyimin merkezine oturtur ve mekan içerisindeki insan bedenini organizmadaki kalbe benzetir. Ponty, ayrıca mimarlık sorunsalını “mimarlığın insan bedenine nasıl dokunduğunu görünür kılmak” olarak tanımlar [Ponty, akt: Pallasmaa, 2005]. Yukarıda da değinildiği üzere, ‘dokunma’ deneyimsellik kavramının en öne çıkan anahtar kelimesidir. Buna kanıt olarak, Hegel’in, mekânsal derinliği olan tek duyunun, dokunma olduğu düşüncesi de verilebilir [Hegel, akt: Pallasmaa, 2005]. Modernist tasarımla başlayan, daha çok görsellik üzerine oturmuş, tek yönlü bir tasarım yerine, ‘deneyimsellik’, insan bedeninin bütünüyle katıldığı, diğer algı araçları olan, hafıza, hayalleri de katarak mimarlığın algılanması için daha derin tümel algılamalar ile sonuçlanacağı üzerine gerekçelendirilmektedir [Pallasmaa, 2005]. Deneyimselliği ayrıca, mimarlığın anlaşılması için bir metod olarak tanımlayan Pallasmaa, “derinin de renkleri ayırt edebildiğini”, diğer bir ifade ile derinin de görebildiğini iddia eder. Her şeyi görme ve görülme potansiyeline göre değerlendirildiği günümüzde görme duyusunun baskınlığının, günümüzde yabancılaşma ile sonuçlandığını da ekleyerek bu durumu eleştirmektedir [Pallasmaa, 2005]. Söz konusu edilen yabancılaşmanın, özellikle görselliği ön plana alan tasarımlar sonucu oluştuğu söylenebilir. Bu tasarımlar, bilgisayar olanaklarını kullanarak, insanın algıladığından, farklı bir dünyayı yansıtmaktadırlar. Diğer bir ifade ile, dünya idealize edilerek gösterilmekte ve bu görüntüler, insanın duyuları ile algıladığı görüntülerden farklı olduğu için yabancılaşmaya neden olmaktadır. Dokunma duyusu ile görme duyusunu kıyaslayan Pallasmaa, “gözün mesafe ve ayrışma aracı buna karşın dokunmanın yakınlığın ve özel olmanın aracı olduğunu belirtir” [Pallasmaa, 2005]. 38 Pallasmaa’nın yukarıda vurguladığı gibi bir tür yabancılaşmanın, özellikle görselliği ön plana alan tasarımlar sonucu oluştuğu görülmektedir. Bu tasarımlar, insanın bakışının yansımaları değildir. ‘Deneyimsellik’ ise, mimarlıkta unutulan görme dışındaki, dokunma, koklama vb. gibi duyuların da tasarıma katılmasını önermektedir. Yer-Bağlam Frampton ‘Yer’ i ‘Altı Nokta’ da ‘Yerin Formunun Direnişi’ başlığı ile ilkelerden biri olarak ortaya koymuştur. Hatırlanacağı gibi ‘Mekan/Yer’ diyalektiği ise Frampton’un 1987 yılında ortaya koyduğu ‘On nokta’ sından biridir. Bu başlıktan da anlaşılacağı üzere Frampton, ‘yer’i ‘mekan’ ile birlikte ele almış ve bunun için Heidegger’in fenomenolojik açılımlarından faydalanmıştır. Frampton ‘yer’i, mimarlığın bilinçli bir şekilde sınırlanması olarak tanımlar. Binanın tek başına hiçbir yer ile ilişkisi olmayan bir ürün olmasındansa, mimarın fiziksel sınırlarının farkında olması anlamına gelen ‘yer’in formu’ nun farkında olması gerektiğini, ‘yer’le kurulacak ilişkiyi ise iklim ve ışık ile kurulacak olan ilişkiye bağlayarak açıklar [Frampton, 1983]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te Frampton’un ‘yer’i açıklarken kullandığı bir diğer metod, bu kavramı mimarlar ve mimari pratikleri üzerinden ele almaktır. Örneğin, Frampton Alvar Aalto’nun binalarının, topoğrafyanın spesifik biçimine ve yerel dokuya göre konumlandığını ve Aalto’nun yerel malzeme, yerel ışık ve yerel işçilik’e duyarlı bir mimari pratiği olduğunu vurgular [Frampton, 1983]. Frampton’un mimari pratiğini ‘yer’le ilişkilendirdiği bir diğer isim Luis Barragan’dır. Barragan’ın ‘yer yaratma’ (‘place creation’) kavramının topoğrafya ile uyumlu olmak anlamına geldiğini ekleyen Frampton, Barragan’ın (Resim 2.12) 39 evlerinin, duyulara hitap eden ve yeryüzünü (earthbound) analiz eden bir yaklaşımı olduğunu belirtir [Frampton, 1983]. Resim 2.12. At Çiftliği, Luis Barragan, 1966-68, Los-Clubes [designmuseum, 2008]. Frampton’un mimari pratiğini yer ile ilişkilendirdiği bir başka isim ise Mario Botta’dır (Resim 2. 13). Frampton, Botta’nın mimarlığında belirli bir ‘yer’e ilişkin konulara konsantrasyon sağlayıp aynı zamanda teknolojiden de faydalandığını belirtir. Botta’ya ait bir kavram olan ‘yeri inşa etme’ (‘building the site’), ‘yer’e ait gerçeklere duyarlı olma ve tasarımı bu gerçeklere göre inşa etmek olarak açıklanmıştır [Frampton, 1992]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in yer’e ilişkin düşüncelerinin dışında, diğer ‘yer’ tartışmalarına bakılacak olursa, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te olduğu gibi Kim Dovey de ‘yer’ ve ‘mekan’ ın diyalektik bir ilişkisi olduğunu belirtir [Dovey, 1999]. Mekanı ve yeri birlikte ele alan bir diğer isim olan Merlau Ponty ise, mekanın ve yerin insan bedeni ile dünya arasındaki ilişki ile tanımlanacağını belirtir [Ponty, 2006]. Yukarıda ele alınan, ‘mekan-yer’ arasındaki diyalektik ilişkiyi kavramak için öncelikle, mekan kavramının tanımına bakılacak olursa, Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun, “ ‘mekan’ ‘modern zamanlar’ a özgü içi boş kavramsal kalıp, soyut bir kategori/kavramdır.” tanımı ile karşılaşılmaktadır. Yer’i ise yine Nalbantoğlu 40 “yalın anlamıyla bir cismin kapladığı mekan parçası” olarak tarifler [Metu, 2008]. Tek başına yapılmış bu tanımlar bile ‘yer-mekan’ ın birbirinden kesin çizgilerle ayrılmadığını göstermektedir. Resim 2. 13. Riva Vitale Evi, Mario Botta, 1972-73, Ticino-İsviçre [botta,2008]. Bu kısa tanımlamaların ardından Frampton’un ‘yer’ kavramını, özellikle Heidegger’in düşünsel çerçevesi ile ele alışından ötürü, Heidegger’in ‘yer’ ile ilgili düşüncelerine bakmak önemlidir. Heidegger, mimarın fantazisi bile olsa, inşa edilsin edilmesin, mimarın tasarladığı binayı ister istemez çevresi içinde düşünmesi gerektiğini ifade eder [Heidegger, 1971]. Buradan yola çıkarak çevre olarak kastedilenin, topoğrafya, iklim, manzara vb. veriler olduğu sonucuna ulaşılabilir. Aristoteles ve Heidegger’in ‘yer’ ve ‘mekan’ ile ilgili söylemlerinden edindiği çıkarımlarını Nalbantoğlu, sanat çalışmasının ‘yer’i yaratırken aynı zamanda da mekanı yarattığı şeklinde açıklar ve bu noktada Heidegger’in köprü örneğini, konuya açıklık getirmek üzere kullanır. Köprü daha önce var olan bir yere konumlanmamakta, o yeri yaratmaktadır [Heidgger, akt: Metu, 2008]. “İnsan, dili şekillendirdiğini zanneder, fakat dil insanı biçimlendirir.” [Heidegger, 1971] görüşüne sahip olan Heidegger; ilk olarak Almancası ‘bauen’, İngilizce karşılığı ‘building’, yani inşa etmek olan kelimenin temelini, Almanca ‘bin’e, var olmaya dayandırır. Buradan hareketle insanın yeryüzünü mesken tutabilmesi için, 41 inşa etme eylemini gerçekleştirmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Heidegger, 1950’leri kastederek, o günlerde gerçek anlamda mesken tutmanın gerçekleşmediğini belirtir. Bu soruna çözüm olarak ise, insanın yeryüzünü mesken tutabilmesini, kendisini güvende hissetmesine bağlar. Fakat buradaki güven duygusu, insanın yalnızca fiziksel olarak tehlikelerden korunması anlamında değildir. İnsan, ruhsal olarak da kendisini güvende hissetmek ister [Heidegger, 1971]. İleride daha detaylı olarak ele alınacak olan şair Hölderlin’in şiir ve yeryüzünü mesken tutmayı ilişkilendirmesi bu noktada önem kazanır. Hölderlin’e göre, insan kendisini cennete karşı ölçülendirir. Bu ölçü yalnızca yeryüzünün ölçülmesi değildir. Cennet insanın yeryüzünü mesken tutmasında, ölçü olarak aldığı, kendisini güvende hissettiği ‘yer’dir. Bu noktada Hölderlin, cennetin, mesken tutmak için oluşturduğu ölçüsünün, onu şiirsel kılan şey olduğunu belirtir [Hölderlin, akt: Heidegger, 1971]. Buradan hareketle, Hölderlin’in sözlerinden, ölümlü olan insanın, bu dünyada kendisini ait hissedeceği yeri, sonsuza kadar yaşayabileceği yer olarak tahayyül ettiği cennete göre ölçülendirmesi, onun için geçici olan yeryüzünde kendisini ait hissedeceği mekanlar, oluşturma dürtüsünden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu düşünce, cennet nasıl bir ‘yer’dir ki insan kendisini cennete gerçekten ait hisseder? Sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu sorunun cevabı aslında, mimarlık insanın yer-yüzünü mesken tutabilmesi, kendisini ait hissedebileceği mekanları oluşturabilmesi için neler yapabilir? sorusunu da gündeme getirmektedir. Heidegger’in, 1950’lerde tartıştığı yer-yüzünü mesken tutma kavramı, 2000’lere taşındığında, bu sorunun hala önem taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Günümüzde de global-lokal arasındaki gerginliğin etkisi ile, insanların yaşadıkları mekanların, gerçekten yer-yüzünü mesken tuttukları mekanlar olduğunu söylemek güçtür. Heidegger’in yer-yüzünü mesken tutma ile ilgili açılımlarının ardından tekrar, yer ve bağlam tartışmalarına dönülecek olursa, bir diğer isim olan Giddens’in, globalleşme ve modernizasyon sonucu olarak ‘yer’in deneyiminin değiştiğini, global-lokal geriliminin her ‘yer’de kendisini gösterdiği sözlerinin, Heidegger’in 1950’lerde işaret ettiği problemi tekrar gündeme taşıdığı görülür. Fakat Giddens bu durumu yer’in yok 42 olması olarak değil, kimliğin yok olması olarak yorumlar [Giddens, akt: Dovey, 1999]. Yukarıda bahsedilen değişim sonucu yer’in deneyimlenmesinin de değiştiği şeklinde yorumlanmaktadır. Bu değişim, bir takım yeni yer algılarını da yaratırken, aynı zamanda ‘yer’ in önemini de ortaya çıkarır. David Harvey bu değişimlere karşı direnenlerin, ‘yer’ organize etme konusunda daha başarılı olduklarını vurgular [Harvey, akt: Dovey, 1998]. Hatta ‘yer’ oluşturmayı temelinde geleceği keşif ve strüktüre etmek olarak yorumlayan Dovey’in [Dovey, 1999] ‘yer’ oluşturmanın önemini vurguladığı görülmektedir. Bu noktada Heidegger’in ‘yer oluşturmakla ilgili köprü örneği, Dovey’in vurguladığı geleceği keşif ve strüktüre etme ile örtüşür. Köprü inşa edildikten sonra konumlanışı ile yer tarif eder ve gelecekte etrafındaki olası gelişimlere işaret eder. Köprü ile tarif edilen ‘yer’, gelecekteki olası yerleşimlere olanak sağlayarak geleceği strüktüre etmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ‘bağlam’ tanımına bakılacak olursa ilk olarak, ‘bağlam’ın; iklim, ışık, insan algısı, işveren vb. gibi tasarıma girdi sağlayacak bütün veriler olarak tanımlandığı görülmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ te, Frampton tarafından yer ve bağlam kavramları birlikte ele alınmamamıştır. Fakat tez kapsamında bu iki kavram birlikte ele alınacaktır. Bunun nedeni yukarıda da görüldüğü gibi, yer ve bağlam’ın birbiri içerisine geçmiş kavramlar olduğu düşüncesidir. Bu iki kavram, birbirini tamamlayan parça bütün ilişkisinde olmalarının yanı sıra beraber anlam kazanmaktadırlar. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bağlam anlayışını bir başka açıdan ele alan Cassidy, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te, Tzonis ve Lefaivre’nin tanımladığı bağlam’ın bölgenin verileri ile ilişki kuran bir bağlam anlayışı olmadığını belirtir [Cassidy, 2007]. Tzonis ve Lefaivre ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ te yapının biçimini, bağlamdan aldığını belirtir. Tzonis ve Lefaivre’nin ilk bakışta Cassidy ile çelişkili gibi görünen açıklamaları, aslında ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bağlam tanımında, bölgenin verileri 43 ile direkt ilişki kurmaktansa, öncelikle oradaki bağlamı okuyup, onu dönüştürerek aşan bir tavır olarak yorumlanmaktadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in yaygınlaşmasını sağlayan Frampton ise, bağlamsal çerçeveye daha geniş bir açıdan bakarak, dünya çapındaki bağlamsal deneyimlerden faydalanmak olarak açıklamış olup, dünyadaki bağlamsal çerçeve olarak, teknolojik gelişmelerin de dikkate alınması gerektiğine dikkati çekmiştir [Frampton, akt: Cassidy, 2007]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in ‘yer’e ve ‘bağlam’a getirdiği açılımlardan, yer’in fiziksel sınırlarının farkında olup, aynı zamanda da teknolojinin olanaklarından faydalanmaya işaret ettiği görülmektedir. Tektonik- Şiirsel Daha önce de değinildiği üzere tektonik, Frampton’un ifadesi ile ‘Arkitektonik’ ile ilişkilenmektedir. Yunanca tekton’dan kaynak alan ‘Arkitektonik’, ‘Architect’ kelimesine de dayanmaktadır. Türkçe’ye ‘mimar’ olarak çevrilen ‘architect’, [Frampton, 1987] mimar’ın tektonik ifade gücüne sahip olduğuna işaret etmektedir. Frampton ayrıca arkitektoniği yalnızca binayı ayakta tutan strüktür ile değil aynı zamanda bu strüktürün ortaya çıkardığı efsanevi gerçeklik olarak da tanımlar. Frampton’un bütün bu açıklamalarını ‘Architect’ ile ilişkilendiriyor olması Frampton, 1987]. Frampton’un mimarın, tektonik ifade gücüne işaret ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. Frampton ayrıca, tektoniği mimarlığın yalnızca görsel bir durum olmasının ötesinde, özerkliğinin, yerçekimine karşı şiirsel dirençte yattığını vurgulamaktadır [Frampton, 1987]. Başka bir ifade ile ‘tektonik’ kabuğun şiirsel inşası olarak tanımlanabilir. ‘Architect’ ile ‘Tektonik’ kelimelerini birbiri ile ilişkilendiren Frampton’un, Heidegger’in, ‘dilin insanı biçimlendirme’ 44 düşüncesinden yola çıkarak, ‘Architect’ kelimesinin mimara, kabuğu şiirsel inşa etme yetisi kazandırdığı şeklinde yorumlanabilir. Heidegger’ in yaptığı gibi, Frampton da dilin insanları biçimlendirdiği düşüncesi ile, ‘mimar’ adlandırmasının ona ilk olarak, strüktüre ilişkin şiirsel ifade yetisini verdiği görülmektedir. Bu aşamada, Frampton’un sıkça vurguladığı gibi mimarlıkta şiirselliği tartışmak önem kazanır. Heidegger şairlerin gerçeklerle uğraşmayan, hayal ürünü dünyaları ortaya koyan kişiler olduklarını belirtir [Heidegger, 1971] ve Hölderlin isimli şairin, bir şiirinden alıntıladığı ‘Poetically man dwells’ (İnsanlar şiirsel bir biçimde konutlaşırlar) mısrası üzerine, insanın şiirsel olarak mesken tutuşuna işaret eder. Yunancada yapmak eylemi, ‘poiesis’ kelimesine karşılık gelir. Heidegger, İngilizce poet-poetic (şiir- şiirsel)’ in Yunanca poiesis den kaynaklandığını belirtir [Heidegger, 1971]. Şiir, düz anlamları aşar ve çağrışımlar uyandırır. Heidegger’in vurgusu ile yeryüzünde, herhangi bir şeyi ortaya çıkarma eylemi ancak şiirsel bir biçimde gerçekleşir. Heidegger’e göre şiir, yaşama karakter veren şeydir. Diğer bir ifade ile yaşamı yaşam kılan şeydir. Şiir, insanın gerçekten yeryüzünü mesken tutmasını sağlar. Heidegger, şiirsel ifadeye ulaşmayı, bir çeşit inşa etme eylemi olarak yorumlar ve insanların mesken tutmanın ve şiirin doğasını dilden öğrendiklerini belirtir [Heidegger, 1971]. Hölderlin’in “İnsanlar şiirsel bir biçimde yeryüzünü mesken tutarlar.” ifadesini, Heidegger, ölümlü olan insanın yeryüzünde mesken tutuşu olarak açıklar. ‘Şiirsel’ bir mesken tutuş insanı bu dünyadan uzaklaştırır. Şiirin kendi doğasına bakıldığında, gerçeklerle ilişkisi olmadığı söylenebilir. Yeyüzünde şiirsel bir mesken tutma, gerçeklerin üstünde durmaz. Hölderlin, şiirin bu çelişkili yanını, şiirsel ifadenin yeryüzünde ve aslında yeryüzündeki gerçeklerden kaynak alarak oluşması gerçeği ile, şiirsel ifadenin bir fantezi olma kuşkusunu gidermeye çalışmaktadır. Heidegger 45 burada bahsedilenin, şiirin gerçeklerden uzak olmadığı, aksine şiirin insanı yeryüzüne yakınlaştırdığı, yeryüzüne ait kıldığı olduğunu söylemektedir. Heidegger ayrıca, şairlerin şiirsel olarak mesken tutma fırsatlarının olduğunu, fakat eğlence endüstrisi tarafından tehdit altına alınan, 1950’li yılları kastederek, bu koşullarda insanoğlunun nasıl yeryüzünü mesken tutabileceği sorusunu gündeme getirir [Heidegger, 1971]. Bu soruya cevap olarak ise Heidegger, yeryüzünü mesken tutmanın, ev sahibi olmak anlamına gelmediğini belirtir. İnşa etmenin başka bir biçimi olan, şiirin doğasının anlaşıldığında, yeryüzünü mesken tumanın da gerçekleşeceğini ekler. Bunun için şiirin bilgisinin dilden alınması gerektiğini belirtir [Heidegger, 1971]. Yer kavramını tartışırken bahsedildiği gibi, şiirin bilgisi olarak Hölderlin, cenneti göstermektedir [Hölderlin, akt: Heidegger, 1971]. Heidegger, Hölderlin’in bu sözlerine şiirin doğasının Tanrısallık ve gökyüzü olduğunu da ekleyerek gökyüzünün insana sınır çizerek onun kendisini güvende hissetmesini sağladığını ifade etmektedir. Buradan hareketle, yeryüzünü mesken tutmak için bir koşul olarak, sınırların çizilmesi gösterilmiştir. Heidegger, ayrıca insanın yeryüzünü mesken tutmasının yeryüzüne kimlik kazandırdığını da sözlerine ekler [Heidegger, 1971]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in tanımladığı şiirsellik, tasarım kuralları içermez. Bunun yerine biçimi, bağlamdan kaynaklanır ve şiirsellik ‘belirli bir yere ait olan ve sınırları belirli olan ‘yerler’ ve bağlı olduğu alana ait ortak temsillerden kaynaklanmaktadır [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. Frampton, mimarlığın özünün Yunalılarda ve Heidegger’ in düşüncesinde olduğu gibi strüktürün şiirsel ifadesinde olduğunu belirtmektedir. Heidegger’in ve Yunanlıların bu açılımını tektonik olarak isimlendirir [Frampton, akt: Nesbitt, 1996]. Alvaro Siza, Arkitektonik ifadenin amacının derinlere inmek olduğunu, böylelikle pasif bir gerçekleştirme olmaktan çok, gerçekleri reddetmeden ve gerçeklerin her 46 görünüşünü tek tek analiz ederek oluştuğunu da sözlerine ekler. Bu sebeple tektonik, sabit bir imajla sonuçlanmaz ve lineer bir gelişme göstermez, sürekli dönüşen bir kimliği vardır. Dolayısıyla görsel ve grafiksel olmaktan çok tektonik ve deneyseldir [Siza, Frampton, 1992]. Bahsedildiği üzere ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, mimarlığın görsel bir durum olmasından çok tektonik bir durum olmasını destekler. Bu amaçla ışığı, hacmin ve tektonik ifadenin ortaya çıkmasını sağlayan bir unsur olarak yorumlar [Frampton, 1992]. Frampton, tektonik ile ilgili söylemlerini 1980’lerde ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde ortaya koyarken, 1990’larda ‘The Case for Tectonic’ başlıklı makalesi ile bu çerçeve dışında tek başına ele alır. Ayrıca 1995 yılındaki ‘Studies in Tectonic Culture’ başlıklı kitabında Frampton, tektoniği yeryüzünün aynılaşmasına karşı direnç gösteren bir yöntem olarak gösterir. Özetle Frampton, 1990’larda inşa etmenin görsel bir olay olmasından çok strüktürel bir aktivite olduğunu yineler. Bir stil olmayan Tektoniği, Robert Venturi ve Scott Brown’un yaygın ‘süslenmiş hangar’ ına karşı direnç oluşturabilecek bir güç olarak tanımlar [Frampton, akt: Nesbitt, 1996]. Sonuç olarak, ‘kapitalizmin etkisi ile dünyanın tek-tipleşmesine karşı direnç oluşturmak amacıyla, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in öne çıkardığı bir kavram olan yer’i iki açıdan değerlendirmek mümkündür. İlk olarak yer’in fiziksel koşulları, yapının o yere ait kılınmasını sağlayacak koşulları sağlar. Bu fiziksel koşulları; yerel malzeme, ışık, iklim, manzara, topoğrafya, yerel doku ve yerel işçilik olarak açmak mümkündür. Yer’in sınırını oluşturan ikinci koşul ise algısal kodlardır. Bu algısal kodlar, mimarın yer’i algılarken kendi zihninde oluşturduğu kodlardır. Bir diğer algıya ilişkin koşul ise, insanın yer-yüzünü mesken tutmasında, diğer bir ifade ile kendisini yeryüzüne ait hissetmesinin sağlanmasıdır. Bu unsurların cevabını ise, Heidegger’in şiire ilişkin açılımlarından almak mümkündür. Buna göre, insan ancak şiirsel bir biçimde inşa ettiğinde, gerçekten mesken tutmuş sayılır. İnsan şiiri ve 47 şiirsel mekanları oluştururken, Hölderlin’in öne sürdüğü gibi, kendisini cennete göre ölçülendirir. İnsanın şiirsel mekanlar üretmesinde bir diğer ölçü ise gökyüzüdür. Gökyüzü, insana kubbemsi bir sınır çizerek kendisini güvende hissettirir. 2.4.4. ‘Avangart Nokta’ Yabancılaştırma/yadırgatma ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e ismini veren ve temellendiren Tzonis ve Lefaivre’nin yaklaşımın açılımını yaparlarken önemle üzerinde durdukları bir diğer kavram ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ dır. Tzonis ve Lefaivre yabancılaştırmayı/yadırgatmayı, Rus Edebiyat teorisyeni, Victor Shklovsky’e dayandırarak açıklarlar. İlk kez edebiyat alanında kullanılan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ yı Shklovsky 1965 yılındaki Tolstoy’un metinlerinde, cümlelerin diziliş sırasını değiştirerek ‘bilinci delmek’ veya Rusça ‘ostraniye’ yani ‘alışık olunmayanı yapmak’ ile açıklamaktadır. İnsanların gündelik hayatta ezbere aldıkları cümlelerin diziliş sırasını değiştirerek, onları alışık olmadıkları bir sıraya koydukları zaman, yukarıda bahsedilen hafızaya alınmış bilgiler delinmiş, yerinden oynatılmış olur [Tzonis & Lefaivre, 1986]. Bunun şiirdeki karşılığını antik dönemde Aristotle, ‘bir deyişi normal söyleminden saptırarak farklılaştırmak’ olarak yorumlar [Aristotle, akt: Tzonis ve Lefaivre, 1986]. İlk olarak Edebiyatta ortaya konulan bu yöntem, daha sonraları mimarlık alanında da denenmiştir. Tzonis ve Lefaivre klasik mimarlığın oranlar ile ilgili eserlerinin, bu durumu örneklediğini belirtir [Tzonis&Lefaivre, 1986]. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ metodunun ilk olarak gündeme gelişi Tzonis ve Lefaivre’nin Yunan Mimarlık Tarihini tartıştıkları ‘The Grid and the Pathway’ başlıklı makalelerinde görülmektedir. Tzonis ve Lefaivre, bu makalelerinde projelendirilmiş ütopyalardan çok, doğrudan deneyime dayanan bir mimarlığın oluşturacağı iyileştirmeyi, ‘popüler mimarlıkta’ kullanılan tanıdık 48 elemanların, alışılmışın dışında kullanılması olarak tanımlar. Canizaro ise bu tanımın Bölgeselcilik’ ‘Eleştirel in gelecekteki bir stratejisi olan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’nın habercisi olduğunu belirtir [Canizaro, 2007]. Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i açıklarken, geleneğe eleştirel bakışı gerektiren, modern yaklaşım tekniği olan, bina ve gözlemci arasında iletişim kurmayı sağlayan yabancılaştırma/yadırgatma yöntemini, bölgesel elemanları farklı bir biçimde kullanmak olarak da vurgular [Tzonis ve Lefaivre, akt: Nesbitt, 1996]. Nesbitt ise Tzonis ve Lefaivre’nin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde ortaya koydukları ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ yöntemini, ayrıştırmak (decomposing), kimlik kazandırmak (identifying) ve tekrar bir araya getirmek (recomposing) olarak formüle etmiştir. Nesbitt bu şekilde mimarların yalnızca kendilerine ait bölgelerde tasarım yapma gibi sınırlamalarının ortadan kalktığını belirtir [Nesbitt, 1996]. Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in şiirselliğinin, ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ yöntemini kullanarak gerçekleştiğini belirtirler. Bu şiirsel etki için referans olarak daha önce de bahsedilen Rus Edebiyatından, Shklovsky’nin Edebiyatta kullandığı yöntemin mimarlıktaki uygulaması olarak tanımlarlar [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. Şiirsellik, İngilizcesi ‘poetics’, Yunan bir kelime olan poein’den gelir ve bu kelime değinildiği üzere yalnızca edebiyat alanında değil, her türlü entelektüel ve elle yapılan üretimde de ‘ortaya çıkarmak’ anlamında kullanılmaktadır. Şiir ve söz söyleme insanlığın oluşturduğu kültürün, aynı zamanda klasik müzik, klasik edebiyat ve klasik mimarlığın temelidir. Tzonis ve Lefaivre, mimarlıkta yeni düzenlerin ve yeni kompozisyonların kullanımının şiirsel bir dünya oluşturacağından bahsetmektedir [Tzonis ve Lefaivre, 1986]. Tzonis & Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde değerlendirilebilecek, yabancılaştırma örneği olarak, Rafael Moneo’nun Merida’daki Roma Müzesini örnek olarak gösterir (Resim 2. 14). Bölgesel eleman olarak kullanılan Roma dönemindeki 49 şekli ile tuğladan oluşturulmuş kemer, o döneme ait etkiyi vurgular. Farklı olan, kasıtlı olarak kalıntılar üzerinde oluşturulan grid sistemin, mevcut sistemin zıddı yönünde ortaya konmasıdır. Tzonis-Lefaivre, bunun yalnızca eski düzenle yeni düzeni birbirinden ayırmak için değil, aynı zamanda kentsel yaşamın ve toplumun sürekliliğini kanıtlamak için yapıldığını belirtir [Tzonis ve Lefaivre, 1992]. Resim 2. 14. Roma Merida Müzesi, Rafael Moneo, 1985, İspanya [Stern, 1988]. ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, aslında var olana eleştirel bir tavır geliştirir. Var olan, alışıldığı biçimiyle kullanılmaz. Yabancılaştırma/yadırgatma, Frampton’un dünyanın aynılaşmasına karşı tavrının dışında, yer’in de kendisini tekrar etmesine karşıdır. Bir diğer ifade ile yabancılaştırma/yadırgatma, ‘yer’de var olandan yola çıkıp, tanınmayan, bilinmeyeni arayarak ‘yeni’ye ulaşma çabasıdır. Bu durum ise, ilerlemeci bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Diğer bir ifade ile yabancılaştırmanın avangart bir tutum olduğu söylenebilir. Buradaki avangart duruş, Frampton’un belirttiği gibi, başlangıç noktasını arrie-garde’den alır, fakat ona yorum getirerek onu aşan bir tavır geliştirir. 50 3. HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNİN ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA OKUNMASI Birinci bölümde, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde Frampton’un özetle mimarlığın özüne inerek, duyarlı mimarlık oluşturmak için kendisine çizdiği çerçevede yer alan kavramları ele alınmıştır. Frampton, çizdiği bu çerçevede dünyanın aynılaşmasına/bir-örnekleşmesine karşı, Heidegger’in dikkati çektiği yeryüzü ile insanoğlunun kurduğu ilişkide, her ‘yer’ in kendisine ait farklı problemleri ile biricik olduğu düşüncesi öne çıkmaktadır. Heidegger, ölümlü olan insanın yeryüzünü mesken tutabilmesini, öncelikli olarak kendisini güvende hissetmesine bağlar. Bu güven duygusu, özünde insanın kendisini belli bir yere ait hissetmesi ile ilişkilidir. Bu sebeple, Frampton, teknolojinin kendisini hızlı bir biçimde tekrar edebilme özelliğinden dolayı, insanın yeryüzünü mesken tutmasını sağlayacak olan biriciklik ve ait olma hissinin kaybolduğuna işaret eder. Daha önce de belirtildiği üzere, Frampton insanda değişmeyeni aramak ile, aslında herkeste ortak olan duyulara hitap ederek mimarlığı evrensel bir noktaya taşımaktan bahsetmektedir. Han Tümertekin1’in tasarladığı B2 ve SM Ev’leri, Assos’a (Çanakkale) yedi kilometre mesafede 450 nüfusu olan bir köyde yer almaktadır. Karşısında Ege Denizi ve Midilli adası olan bu köy çok etkileyici bir manzaraya sahiptir [Tümertekin, 2001] (Resim 3.1). 1 Han Tümertekin: 1958 İstanbul doğumlu mimar, 1976-82 yılları arasında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Lisans eğitimi almıştır. 1986-88 yıllarında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Y.Lisans eğitimi almış ve “Tarihsel Koruma ve Yakın Yıllarda İstanbul’daki Uygulama Örnekleri” başlıklı tezini yazmıştır. 1986 yılından bu yana, Mimarlar Tasarım ve Danışmanlık Ltd. adıyla kurulan, Mimarlık Ofisi’nde serbest mimar olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Mimar, 2004 yılında, B2 Evi ile Ağa Han Ödülünü, 2000 yılında Çatalhöyük Müzesi ile Ulusal Mimarlık Ödülünü, 1998 yılında ise ATK Lojmanları ile Ulusal Mimarlık Ödülünü almıştır. Tümertekin ayrıca, 2006 yılında Harvard Üniversitesi’nde stüdyo yöneticiliği, 2000- yılından bugüne Bilgi Üniversitesi Master programında stüdyo yürütücülüğü yapmış ve buradaki proje yürütücülüğü devam etmektedir. Ayrıca, yurt içi ve yurt dışında uygulanmış bir çok projeleri vardır. Mimar, şu günlerde Çin’de yeni oluşturulacak olan bir mahallenin tasarımını yapacak en iyi yüz mimar arasına girmiş ve bu mahalle için bir konut tasarlamıştır. (detaylı bilgi için. bkz.www.mimarlar.com). 51 Resim 3.1. Büyükhüsun Köyü Silüeti, 2007, Çanakkale-Türkiye [Arredemento Mimarlık, 2007]. B2 ve SM Ev’leri, malzeme, yer vb. gibi bölgeye ait özellikler ile farklı bir biçimde ilişki kurmaktadır. B2 Evi’nin, 2004 yılında bölgesel mimarlık ve kültürler konusunda dünyaca önemli bir ödül olan Aga Han Ödülü’nü almış olması da, bu ev’lerin Frampton’un çizdiği bu çerçeve için doğru örnekler olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. 3.1. B2 Evi Han Tümertekin’in B2 Evi1 (Büyükhüsun, Çanakkale, 2000-2001) (Resim 3.3) kuzeyden güneye yedi metre uzunluğunda, üçgen şeklinde teraslamalar yapılarak arsaya yerleştirilmiştir (Resim 3.2). Yamaçta yer alan B2 Evi’nde kullanılan teraslama yöntemi köydeki diğer evlerde de kullanılmaktadır. Aralarında, 1.3 metre yükseklik farkı bulunan arsa, bu teraslamalar ile iki platoya bölünmüştür. Bu iki platodan, önde olan dikdörtgen biçimindeki bahçede ev yer alırken, yüksekte ve arkada yer alan üçgen platoda bahçe bulunmaktadır (Resim 3.7) 1 B2 Ev’i ismini, kullanıcısı İstanbullu bir sanayicinin soyadının kodlamasından alır. Tümertekin’in Selman ve Süha Bilal’e tasarladığı ikinci ev olduğu için B2 olarak adlandırılmıştır [Tümertekin, 2001]. 52 Resim 3.2. B2 Evi Vaziyet Planı [Arkitera, 2008]. Resim 3.3. B2 Evi Görünüş [Aycı, 2007]. Evin sahipleri, inşaat maliyetlerini kontrol altında tutabilmek ve de bakım gereksinimini azaltmak amacı ile evin ölçeğinde kısıtlamalar getirmişlerdir. Bu sebeple program oldukça basittir. Zemin kat, açık mutfak ve tuvalet ile basit bir oturma odası olarak tasarlanmıştır. Üst katta iki yatak odası ve ıslak hacimler yer almaktadır (Resim 3.4-Resim 3.5). Bu iki kat arasındaki bağlantı, dışarıdan, ahşap ve çelikten yapılmış merdiven aracılığıyla sağlanmaktadır [Arkitera, 2008]. 53 Resim 3.4. B2 Evi Zemin Kat Plan Şeması [Arkitera,2008]. Resim 3.5. B2 Evi 1. Kat Plan Şeması [Arkitera,2008]. Resim 3.6. B2 Evi Kesiti [Arkitera, 2008]. 54 Resim 3.7. B2 Evi Üçgen Bahçe [Aycı, 2007]. B2 Ev’i, 2004 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülünü almıştır. Tümertekin tasarladığı B2 Evi’ni “hiçbir şekilde geçmişe ve geleneksele teslim olmayan, bugünü bünyesinde barındıran ama içerisinde bulunduğu çevre ile de ciddi bir alışveriş içerisinde bulunan bir yapı” olarak tanımlar [Tümertekin, 2001]. İşverenin o köye gitme nedeni, yoğun iş hayatından bir tür inzivaya çekilmek, kentte gerçekleştirdiği müzik dinlemek, kitap okumak gibi bütün eylemleri, burada da devam ettirmektir. İşveren, köyde köylülerin yaşadıkları gibi bir yaşam sürdürmeyecektir, tersine kendi kentli [Tümertekin, 2001]. Resim 3.8. B2 Evi İç Mekan [Aycı, 2007]. alışkanlıklarını devam ettirecektir 55 Yapı bir tür taş prizmadan oluşur, köyün genel dokusu da bu tür taş prizmalardan oluşmaktadır. Arazi seçimini de Tümertekin’le beraber yapan işveren, arsanın geometrisinin çok da elverişli bir geometriye sahip olmamasına karşın, arsanın köyün topografyasındaki konumunun çok elverişli oluşundan dolayı bu arsayı seçtiklerini belirtir. Arsa, köyün eteklerinde yer alır, köyün içerisinde değildir. Tümertekin, arsanın bu konumunun işverenin oraya gitme nedeniyle tam olarak örtüştüğünü vurgular [Tümertekin, 2001]. Bu şekilde işveren, arsayı seçerken orada ne şekilde var olmak istediğinin de kararını vermiştir. Resim 3,9. B2 Evi Eskiz Çalışması [Tümertekin, 2001]. Tümertekin, tasarımlarında yöntem olarak, tasarıma ilişkin ana problemi tespit edip, bu problemin çözümü üzerine tasarım sürecini oluşturduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Tümertekin’in, “Asla çözümlerden değil, ama hep sorunlardan yola çıkarım.” ifadesi de onun sorunlardan yola çıkma ile ilgili tasarım felsefesini destekler. Tümertekin, B2 Evi’nin tasarımında temel soruyu, “köyde, aynı zamanda da büyük oranda köyün olanakları kullanılarak, kentlinin evi nasıl yapılır?” üzerine kurmuştur. Bir diğer problem alanını Tümertekin ‘yer’ ile ilişkisi üzerine kurgular ve, “ne oranda yerelleşip ne oranda onun gerisinde kalacağız” sorusunu gündeme getirir. Bu soruların ışığında, orada sürdürülecek yaşantının basitliğine de uyum sağlayan bir 56 prizmanın ortaya çıktığını sözlerine ekler [Tümertekin, 2001]. Görüldüğü üzere, tasarım problemi, mimara başlangıç noktasını oluşturmuştur. Tümertekin’in bir diğer önemli veri olarak ortaya koyduğu durum, bu prizmayı konumlandırırken, manzaraya büyük öncelik vermektir. Bunun için manzarayla ev arasına bahçe alınmamış, evin manzaraya açılan yüzeyi, arsanın manzara yönünde sınırına dayanmıştır [Tümertekin, 2001] (Res. 3.10). Resim 3. 10. B2 Evi Eskiz Çalışması [Tümertekin, 2001]. Yapının manzaraya açılan yüzeyindeki boşluk, şeffaf bir biçimde güneydoğuya açılır. Bu veri aynı zamanda yapıyı güneş ışınlarından korumak için önlem almayı gündeme getirmiştir. Bunun için yapının güneydoğu cephesinde hareketli bir panjur sistemi yer almaktadır. Bu panjur sistemini Tümertekin, ayrıca kısa süreli kullanılmak üzere tasarlanan yapıyı koruyan elemanlar olarak da tanımlar [Tümertekin, 2001]. B2 Evi’nin içerisindeki yaşantı çok basittir, öyle ki alt katı üst kata bağlayan merdiven dışarıya alınmıştır (Resim 3.11). Kullanıcı alt kattaki yaşama mekânından üst kata çıkarken, dış mekândaki merdiveni kullanmaktadır. Bir başka deyişle evin 57 içerisindeki düşey sirkülasyon, dış mekâna alınmıştır. Tümertekin işverenin de cesur tavrı ile iç mekân ile dış mekân arasındaki gerilimi zorlamıştır [Tümertekin, 2001]. Resim 3.11. B2 Evi Merdiven [Aycı, 2007]. Yamaçta yer alan köyden daha alçak bir konumda bulunan B2 Evi’ne, köyden yaklaşılırken çatı algılanmaktadır. Bu sebeple çatının tasarımı da önem kazanmıştır. Tümertekin duvar yüzeyindeki taş malzemeyi, çatı düzlemine de taşımış, alışıldık biçimde teras çatı üzerine serilen çakıl yerine, malzeme olarak taş kullanmıştır. Böylece, evin çatı düzlemi beşinci cephesi olarak tasarlanmıştır [Tümertekin, 2001]. Resim 3.12. B2 Evi İç Mekân [Aycı, 2007]. 58 Tümertekin’in B2 Evi’ni tasarlarken ortaya koyduğu bir diğer problem, merdivenin dışarı alınması sonucu iç mekânın iyice boşalması durumunu zorlayıp, taşıyıcıları köşeye çekerek tek seferde dokuz metrelik açıklığı geçmektir. Bunun sonucunda taşıyıcılar köşeye çekilmiş ve iyice büyümüştür. Yaşama mekânını olabildiğince büyütmek amacı ile arkadaki taşıyıcı kalın bant ıslak hacimleri de içine almıştır. Bu iki betonarme taşıyıcı arasındaki yerel malzeme olan taşın örülme işi, yerel ustalara bırakılmıştır. Tümertekin, bu iki kalın baçtın arasını taşla doldurulmasını bir başka şekilde de gerekçelendirir. Yapım aşamasında, bürodan şantiyeye beş saatte ulaşılmaktadır. Yani şantiye ziyaretleri çok sık gerçekleşemeyecektir. Tümertekin, problemli alanlar olan taşıyıcıları bu iki kalın bant içerisine alarak, şantiye ziyaretlerinde bu sıkıntılı alanların kontrolü ile büyük oranla şantiyeyi kontrol yüklerini hafifleteceklerini belirtmiştir [Tümertekin, 2001]. Resim 3.13. B2 Evi İnşaat Aşaması [Tümertekin, 2001]. Bahsedildiği üzere, Tümertekin’in B2 Evi’ni tasarlarken önemli bir veri olarak altını çizdiği konu, buradaki yaşantının çok basit oluşudur. İç mekânda, mümkün olduğunca yalın, karmaşa içermeyen bir mekân arayışı vardır. Kolonlar olabildiğince yanlara çekilerek iki bant arasına alınarak iç mekânda sakin bir boşluk yaratılmıştır1. B2 Evi’ne girildiğinde bu yapı kaç metrekare diye sordurtmaz. Bilindik terminoloji 1 İşveren, İstanbul’da tekstil işiyle uğraşan kişilerdir ve dileseler B2 Evi’ni bu günlerde bir çok kişinin talep ettiği popüler villalar gibi yaptırabileceklerdir Fakat işveren, kent içerisindeki kargaşadan kurtulmaya çalıştıklarını, basit bir yaşantı istediklerini belirtirler. 59 ile ifade edildiğinde B2 Ev’i iki oda bir salon, 650 metrekare arsa üzerine oturan, boyutları dıştan dışa altı metreye on metre olan 150 metrekarelik bir evdir. Fakat tasarım amacı ile birebir örtüşür biçimde, yapı bütün bilindik kodları ve alışkanlıkları sorgular. Resim 3.14. B2 Evi Islak Hacimler [Aycı, 2007]. Bu tez, B2 Evi’nin çağdaşlarından farklılaştığı düşünülen duruşunu sorgulamak ve okumak üzere yapılmıştır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımından alıntıladığı kavramlar aracılığıyla bu evi okuma çabası, B2 Evi’nin, bilindik kodlardan uzak bu yönünü anlamaya yöneliktir. 3.2. SM Evi SM Evi de 1( Büyükhüsun, Çanakkale, 2004-2005) B2 Evi’nin bulunduğu Ayvacık’ın Büyükhüsun Köyünde yer alan bir hafta sonu evidir. Dört kişilik kentli bir ailenin kalabalık çevresi ile birlikte kullanmayı planladığı ev, köyün sınırında, toğoğrafya ile örtüştüğü noktada yer alır. Arsa, köyün sınırını oluşturan hacimli bir taş duvara 1 SM Evi de B2 Evi’nde olduğu gibi ismini kullanıcısının baş harflerinden almaktadır. Evin sahipleri, Sedef ve Murat Öztürk, SM Evi’ni yaptırmaya, B2 Evi’nin sahibi Selman Bilal’in B2 Evi’nde ziyaret ettiklerinde karar verdiklerini belirtirler [Sedef ve Murat Öztürk, akt: Louie, 2007]. 60 sırtını dayar ve dikdörtgen bir plan şemasına sahiptir. Bu dikdörtgenin uzun kenarında 160 cm’de bir tekrarlanan çelik strüktür lineer bir biçimde uzanır. Tasarımda dikdörtgenin uzun yönünde iç ile dış arasında kurgulanan duvarlar çoğu kez şeffaf ve açılabilen özellikleri ile fiziksel olarak geçirgen bir mekânı tanımlarlar. Bu geçirgenlik güney yönünde manzaraya bütünüyle şeffaf, cam yüzeyler ile, kuzey yönünde ise evin konumu ve taş istinat duvarı ile arasında yaratılan sokağa açılan yüzeyler ile sağlanır [Arredemento Mimarlık, 2007]. Resim 3.15. SM Evi [Arredemento Mimarlık, 2007]. SM Evi’nin 52 metre uzunluğundaki kuzey sınırını, köy yolu biçimlendirmektedir. Yapının çevreden ve yoldan öncelikli olarak çatısı algılanmakta, arsanın kuzeyinde yolu tutan duvar ise arsanın köy ile sınırını çizmektedir. Yapının ana taşıyıcılarını, dikdötgenin kısa yönünde, kuzey-güney yönünde kurgulanmış betonarme perde duvarlar oluşturur. Bu duvarlar aynı zamanda programa ilişkin organizasyon da yaparak iç mekânın düzenini kurgular. Yapının kabuğunu ise, 160 cm’de bir tekrarlanan çelik konstrüksiyon biçimlendirmektedir ve bu konstrüksiyonun arasını masif taş duvarlar doldurur. Yapının kuzey sınırını oluşturan bu taş duvar zeminden başlayarak yapının çatısına doğru kıvrılır ve çatıda da devam ederek evin üstünü örterek sonlanır [Arkitera, 2008]. 61 Resim 3.16. SM Evi Plan Şeması [Arkitera, 2008]. SM Evi’nin dikdörtgen plan şeması ve yüksek tavanı işverenin talebinden yola çıkarak oluşmuştur. İşveren, fabrika yapılarını çok sevdiklerini, bu sebeple bir tanesinin ölçüsünü alarak, Tümertekin’den bu ölçülerde bir ev istediklerini belirtir. İşveren, ayrıca, komşu evlerin manzarasını kapatmamak adına yapının talep edilen yüksekliğinin Tümertekin tarafından kesitte çalışıldığını ve bu durumun göz ardı edilmediğini de sözlerine ekler [Arkitera, 2008]. SM Evi’ne köyden bakıldığında 40 metrelik bir taş yüzey görülmektedir (Res. 3.27). Bu taş malzeme köyde görmeye alışık olunan bir malzemedir. SM Evi’nde de, B2 Evi’nde olduğu gibi tasarımın nirengi noktasını sınırda olma durumu oluşturur [Korkmaz, 2007]. Her iki yapı da, köy ile boşluğa açılan vadinin sınırında konumlanmaktadır. 62 Resim 3.17. SM Evi Eskiz Çalışması [Arkitera, 2008]. B2 Evi’nin aksine SM Evi’nde kalabalık arkadaş gruplarının ağırlanması ve dört kişilik bir aileyi barındıracak bir kullanım öngörülmüştür. İşveren, B2 Evi’ndeki öne çıkan yalnızlık, dinginlik düşüncesinin aksine burada hareketli bir yaşamanın süreceğinin ipuçlarını verir. Yazın, şezlongları terasa çıkarıp terasta uyuduklarını ifade eden kullanıcılar kapıları dahi kilitlemediklerini de sözlerine ekler [Arkitera, 2008]. SM Evi’nin misafir bölümü ile evsahiplerinin yaşadığı bölümü birbirinden ayıran yarı-açık bölüm ‘Avlu Odası’ olarak adlandırılmıştır. Avlu odasının çatısında ızgara sistemin arasını dolduran taş malzeme zeminde ışık gölge etkisi oluşturur. ‘Avlu Odası’nın evin herkes tarafından en çok sevilen ve vakit geçirilmesi tercih edilen mekânı olduğu kullanıcılar tarafından belirtilir. Sıcaklığın on dereceye düştüğü kış sabahlarında dahi bu mekânın kullanıcı tarafından rahatça kullanılır [Arkitera, 2008] (Resim 3.18). 63 Resim 3.18. SM Evi Avlu Odası [Arkitera, 2008]. 3.3. ‘Direnç Noktaları’ ve B2 - SM Ev’leri 3.3.1. ‘Deneyimsellik’ ve B2 - SM Ev’leri “Mimarlığımda, fiziksel ve duyusal bütün verileri tasarıma katarım” 1. İkinci bölümde de tartışılan ‘deneyimsellik’ kavramı, hatırlanacağı üzere, temelinde mimarlığın yalnızca görsel parametreler ile oluşturulan bir pratik olmadığına işaret etmektedir. Teknolojinin etkisi ile oluşan bugünün mimarlık ortamının da etkisi ile mimari mekânların sunumunda kullanılan perspektif ve üç boyutlu imajlar insanın daha çok görsel algısına ilişkin sunumlardır. İnsanın mekânı algılarken farklı duyuları da kullandığını vurgulayan kavram ‘deneyimsellik’ başlığı altında tartışılmıştır (Daha detaylı bilgi için bkz. Bölüm 2.4). ‘Deneyimsellik’e Tümertekin’in B2 ve SM Ev’leri özelinde bakıldığında, iki açıdan değerlendirilebilir. İlk olarak ‘deneyimsellik’ ile vurgulanan, mimarlık ürününün görsel bir sonuca yönelik bir ürün olmadığı üzerinedir. Her iki ev de, Tümertekin’in söylemlerinden de anlaşılacağı üzere, yalnızca biçimsel endişelerle oluşturulmamıştır. Tümertekin’in bu iki ev özelinde, deneyimsellik ile ilişkilendiği 1 Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır. 64 bir diğer nokta tasarımlarını gerçekleştirdiği yer ile kurmaya çalıştığı iletişimdir. Tümertekin, yeri teşhis ederken tüm duyuları ile mekânı algılamaya çalışır ve gündelik yaşamdaki deneyimlerini tasarımına bir girdi olarak dâhil etme çabası içine girer. Tümertekin’in Büyükhüsun Köyü’nü dolaşırken edindiği deneyimler her iki tasarımının gerçekleşmesine etki etmiştir. Tümertekin, tasarım problemini tespitini, tasarımlarını gerçekleştireceği alana giderek ve o alanda “elimde ne var” saptaması yaparak gerçekleştirdiğini belirtir. Bu durum onun tasarım yapacağı alanı denetimlemesine ilişkin verdiği önemi göstermektedir. En büyük hayalini “bina yapmadan mimarlık yapmak” olarak niteleyen Tümertekin’in bu sözleri de özünde ‘deneyimsellik’e vurgu yapmaktadır. Tümertekin bu durumu açıklamak için örnek olarak, sahildeki bir düğünde, gündüz kumsala dikilen dört direğin, gece aydınlatılması ile oluşturulan mekânda insanların alanın dışına taşmadan eğlenmelerini vermiştir [Arkitera, 2007]. Burada herhangi bir inşa eylemi olmadan, ışık etkisi ile insanlar yönlendirilmiş ve insanlar ışıkla tanımlanan alanın bir santim bile dışına çıkmadan mekânı kullanmışlardır. Bu örnek, tamamıyla ışığın, aydınlık bir mekân yaratarak insan algısını etkilemesi gerçeğini aktarır. Tümertekin’in “Tasarıma ilişkin bütün cevaplar gerçek hayatta gizlidir”1 sözleri de özünde gündelik deneyimlere ve insan algısına ait gerçekliklerin öne çıkması olarak değerlendirilmektedir. B2 Evi’nin hem basit, hem de karmaşık duygular yaratan içten bir ev olduğunu belirten Tümertekin [Tümertekin, aka: Milliyet, 2008] in bu ifadesi ile de onun mekânı denetimleyenin, algısına yönelik beklentisi görülmektedir. Bahsedildiği üzere, 2004 yılında Aga Han Mimarlık Ödülü alan B2 Evi’nin jüri raporunda yer alan ödül alma gerekçesi ile ilgili, “yapısında kusursuzluk ve mutluluk barındırır” [Jüri Raporu, akt: Arkitera, 2008] ifadesi de, jürinin, B2 Evi’nin insan algısına 1 yönelik hassasiyetini gözler önüne seren Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır. bir durum olarak 65 değerlendirilmektedir. Aynı jürinin, “B2 Ev’i kendini fark ettirmiyor, hissettiriyor” [Milliyet, 2008] tanımlaması da B2 Evi’nin, duyulara hitap ettiğinin başka bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir. B2 Evi’nin iç mekânının deneyimini Korkmaz şu sözler ile açıklar. “Öğleden sonra güneş bu filtrelerin arasından süzülerek doluyor evin içine, vadi manzarası silik bir anı gibi kalıyor, her şey bulutsu bir ifadeye bürünüyor, mekân bambaşka okunuyor. Yerel, doğal- taş, hasır malzemelerin oluşturduğu dokuların konturları, işlenmiş malzemelerle- beton, alüminyum belirginleştirilmiş. İç mekânda bunlar artık beton taşıyıcı, hasır panjur ve cam yüzeyler olarak değil, mekânın içinde yüzen, yer değiştiren farklı dokulu düzlemler olarak okunuyor. Mekânın tek süsü bunlar, başka süse gerek kalmıyor…” [Korkmaz, 2001]. Bu sözler de B2 Evi’nin yalnızca, görsel endişelerle değil, insan algısına ilişkin gerçeklikleri dikkate alarak tasarlanmasına işaret eden düşüncelerdir ve evin farklı zaman dilimlerinde insan üzerinde farklı duyumsamalar oluşturduğunu aktarmaktadır (Resim 3.20). Hatırlanacağı üzere ikinci bölümde Frampton, Ando’nun mimarlığı üzerinden örneklediği, ışığın ve malzemenin yapı üzerindeki etkisinin inşasından sonra bitmediğini, asıl görevinin inşasından sonra da devam ettiğini belirtir. B2 Evi’nde de özellikle yapının kısa süreli kullanımından dolayı, manzaraya açılan şeffaf yüzeyi kullanılmadığı zamanlarda korumak amacıyla tasarlanan, bir yandan da güneşi engellemek amacıyla tercih edilen hasır panjurlar, iç mekânda kapatıldığında tıpkı doğal bir perde gibi manzarayı örter ve iç mekâna ışığın etkileyici bir biçimde girmesini sağlar ve bu durum iç mekânı deneyimleyenin duyularına hitap eden etkili bir mekân oluşturur. Benzer biçimde SM Evi’nin avlu odası adı verilen, üst örtüde çelik hasır arasını dolduran taşların arasından süzülen güneş ışınları B2 Evi’ndekine benzer biçimde zeminde oluşturduğu ışık-gölge oyunları ile mekânı deneyimleyen insanı etkiler (Resim 3.18-Resim 3.20). Bu şekilde, mekânlar günün değişik zamanlarında, farklı mevsimlerde farklı algılanmış olur. 66 Tümertekin, B2 Evi’ne her gidişinde, köyün yamacından eve doğru yaklaşırken her seferinde bir anlık duraksadığını belirtir. Tasarladığı bina tasarımcısına bile her seferinde, aynı deneyimi yaşatır. Buradan hareketle Frampton’un da vurguladığı, yapının görevinin inşasından sonra bitmediği aksine, deneyimlenme sürecinin, tasarımcısı için bile devam ettiği görülmektedir. Hatırlanacacağı üzere, Frampton’un işaret ettiği bir diğer husus olan, mimarlığın ‘deneyimselliği’ için malzeme seçiminin önemi, B2 Evi’nde ve SM Ev’lerinin her ikisinde de kullanılan taş malzeme, ikinci bölümde de vurgulandığı üzere, dokunulunarak algılamaya yönelik bir çabadır. Bu taş dokunun, ileride daha detaylı olarak ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramı ile de inceleneceği üzere, köydeki mevcut taş dokudan farklılaşarak insanın tüm duyularına hitap eden bir yanı olduğu düşünülmektedir. Resim 3.19. SM Evi Taş Duvar Dokusu [Arredemento Mimarlık, 2007]. 67 Resim 3.20. B2 Evi Üst Kat Balkonu [Aycı, 2007]. B2 Evi manzaraya olabildiğince açılmak amacı ile arsanın manzaraya bakan kısmına dayanır. Manzarayla arasına hiçbir şey koymamak için, bahçe yana alınmıştır. Yapının sınırı bu noktada, boşluğa dayanır. Mütevazi ölçeği ile bir kulübe gibi algılanma tehlikesi varken, bir ev olmaktan çok sınırda duran mükemmel bir prizma olarak anıtsallaşmaktadır. Korkmaz da B2 Evi’nin anıtsallığını, Tümertekin’in yer’in yalnızca ihtiyaçlarını değil arzusunun farkında olarak sonuçlandığını belirterek, duvarları ve çatısı ile artık bir ev olarak değil, sonsuzluğa uzanan ve köydeki diğer evlerden kendisine oluşturduğu mükemmel zemin ile farklılaşan mükemmel bir prizma olarak değerlendirir [Korkmaz, 2001]. Resim 3.21. B2 Evi’nin sınırdaki konumu [Arkitera, 2008]. 68 Tümertekin, Büyükhüsun Köy’ünün sokaklarında gezinirken (Resim 3.22) edindiği deneyimlerini, SM Evi’ne de yansıtmıştır. SM Evi’nin köye sırtını dönerek oluşturduğu kıvrılan taş duvarı ile teraslamalar sonucu oluşan köye sınır oluşturan taş duvar arasındaki mekân adeta köyün sokaklarından biri gibi davranır. Kullanıcı, evin arkasındaki bu sokağı çok sık kullanmaktadır. Burada yemek yeme eylemi de dahil, çok zaman geçirmektedir.1 Yapının inşasından sonra kullanıcısı tarafından deneyimlemesi ile aslında mimarın başlangıçtaki yaşantıya ilişkin öngörülerinin doğru sonuçlandığının bir göstergesidir. Resim 3.22. Büyükhüsun Köyü Sokağı [Aycı, 2007]. Resim 3.23. SM Evi Sokağı [Aycı, 2007]. 1 Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır. 69 Resim 3.24. SM Evi Sokağı [Aycı, 2007]. 3.3.2. Yer- Bağlam ve B2 - SM Ev’leri “Bir tasarımda, iki türlü çıkış noktası olabilir, yerin verilerinden hareket ederek başlangıç noktası oluşturulabilir, ya da yok ederek…”1. Hatırlanacağı üzere, Frampton ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile ‘yer’ kavramını tartışırken yer’in mimarlığın bilinçli bir şekilde sınırlaması olarak tanımlamıştı. Buradan hareketle B2 ve SM Ev’lerine bakılacak olursa, Tümertekin’in bu evlerin yerel bir çevrede yer almasından dolayı, burada bulunan hazır koşulların işini kolaylaştırdığını ifade etmesi2 aslında yer’le ilişkilendiğinin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Tümertekin, bu iki evde başlangıç noktası olarak aslında kendisine ‘yer’de mevcut olanı almıştır. Hatırlanacağı üzere, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, yeryüzünün aynılaşmasına karşı direnç oluşturmak için ortaya koyduğu ‘yer’ kavramı, mimarın yerin fiziksel ve algısal sınırlarının farkında olması olarak tanımlanmıştır. 1 Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır. 70 Tümertekin’in tasarımlarını gerçekleştirirken, ortaya koyduğu “Elimde ne var tespiti” de yerin fiziksel sınırlarını belirleme amaçlı bir çaba olarak yorumlanmaktadır.1 Örneğin işveren B2 Evi’nin arsasını Tümertekin ile beraber seçmiştir. Sonuç olarak B2 Evi’nde Tümertekin’in “Elimde ne var tespiti” sonucunda elinde, geometrisi çok da elverişli olmayan bir arsa, köyün yerel dokusunda mevcut olan taş, yerel işçiler, boşluğa açılan bir manzara ve eğimli bir topografya bulunmaktadır. B2 Ev’inde, yerel malzeme olan taş, iki kalın betonarme taşıyıcı bant arasında kullanılmıştır. Betonarmenin yanında yerel bir malzeme olan taşın kullanımı fiziksel sınırların farkında olma ve onları da kullanma çabası olarak değerlendirilmektedir. Mimar, başka bir malzeme kullanabilecekken, orada var olan taşı kullanmıştır. Bu salt ekonomik bir karar değil, belirtildiği gibi mimarın bu yolla bağlam ile de ilişkilenmesini de sağlamaktadır. B2 Ev’inde ‘yer’in tasarıma olan diğer bir etkisi ise manzaradır. Başka türlü ifade etmek gerekirse manzara, ‘yer’in bir başka fiziksel sınırını oluşturmaktadır. Arsanın konumu itibariyle, ev yamaca yerleşmiş ve boşluğa bakmaktadır (Resim3.25). Bu noktada mimar, yapıyı arsanın sınırına yaklaştırır, neredeyse sınır ile arasında mesafe yoktur. Arsanın sınırını, yapı oluşturur. Manzaraya açılabilmek adına, manzara ile ev arasına bahçe bile alınmamıştır, bahçe yana alınmıştır. Manzaraya olabildiğince açılabilmek için kullanılan sürekli cam yüzeyler, kanatlar ile parçalanmamış, kayar sistemler aracılığıyla açılmıştır. B2 Evi’nin manzarayla ilişkilenmek amacıyla, aldığı bu tasarım kararlarının etkisi, yer’in tasarımcıya sunduğu manzaranın koşullarını iyi okumaktan kaynak alır. Yapının, yukarıda bahsedilen manzaraya açılan şeffaf yüzeyi, güney cephesidir ve güneş almaktadır. Yapının güneş aldığı zamanlarda, güneşe karşı kontrol amacıyla, 1 Han Tümertekin’in 2007 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirdiği KAEM Konut Semineri’nden alınmıştır. 71 metal çerçeve arasını dolduran hasır panjur, yapıyı güneşten korumak amacı ile tasarlanmıştır. Güneşe ilişkin bu öngörü de yer’in sınırlarının farkında olmak olarak yorumlanmaktadır. Resim 3.25. B2 Evi Manzaraya bakış [Arkitera, 2008]. B2’nin doğayla kurduğu ilişki de bağlamından kaynaklanmaktadır. Bir kentlinin gidip kırda/köyde ev alması demek, onun orada köylü gibi yaşayacağı anlamını taşımaz. B2 Evi’nin bağlamsal çerçevesini kullanıcının kentteki yaşantısını kısmen burada devam ettirecek olması oluşturur. Ev doğayla karışmaya onunla hemhal olmaya çalışmaz. [Korkmaz, 2001]. Tümertekin, evin kullanıcısının burada köylü bir yaşantı sürdürmemesi üzerine kurguladığı bağlamsal çerçeve ile tasarımını gerçekleştirmiştir. Tümertekin, B2 Evi ile ilişkili olarak, bu evin on santimetre dahi yerinden oynatılamayacağını belirtir. Bununla ilgili günlerce çalıştığını da ekleyerek evi on santimetre geriye kaydırdığınızda, evin arkasında bulunan, üst kat ile alt katı buluşturan merdivenin altındaki alanın daralacağını ekler.1 Bu durum, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e eleştirel bakış bölümünde tartışılan Uğur Tanyeli’nin “günümüzde ‘yer’e cuk diye oturan yapı yoktur” eleştirisine bir cevap niteliği taşımaktadır. B2 Evi 1 Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır. 72 bulunduğu arsayla, manzarayla, iç mekân ve dış mekân organizasyonu ile bulunduğu ‘yer’ ile sıkı ilişkiler kurmaktadır. B2 Evi’nin yer ile olan ilişkisine bir başka yaklaşım Gülsüm Baydar Nalbantoğlu tarafından yapılmaktadır. Nalbantoğlu, mimarlıkta yer kavramının farklı biçimlerde tanımlamanın mümkün olduğunu belirtir. İlk akla gelen, çevrede yer alan ağaç, bitki ya da diğer yapıları yok saymama, topoğrafyaya uyum gösterme gibi özelliklerin her özenli projede görülebileceğini belirtir. Bir diğer durumum ise tasarım problemindeki sorunları yer bağlamında tanımlamanın ‘yer’ i sorunsallaştırmak olduğunu söyleyen Nalbantoğlu, B2 Evi’nin yer ile ikinci türden bir ilişki kurduğunu belirtir [Nalbantoğlu, 2000]. B2 Evi’nin yer ile ilişkisini tartışan Korkmaz ise, Tümertekin’in B2 Evi’nde, ‘ev’ ile ‘yer’ arasındaki ilişkinin her ikisini de dönüştürerek, tanıdık olanı mükemmelleştirip, daha önce farkına varılmamış olanı öne çıkardığını belirtir [Korkmaz, 2001]. Korkmaz’ın bu sözleri, Tümertekin’in yalnızca ‘yer’den bir takım veriler toplamadığını, ayrıca ‘yer’in sahip olduğu fakat daha önce fark edilmeyeni öne çıkararak, yere katkı sağlamayı amaçladığı şeklinde yorumlanmaktadır. Korkmaz ayrıca, B2 Evi’nin yer ile olan ilişkisini, yer’in ihtiyaçlarına değil, arzusuna cevap vermek olarak tanımlar. “Ev boşluğun gücüne anıtsallıkla cevap verir. Bu noktada yer’in arzusu sınırda kurulan anıtsallıktır. Taşın döndüğü duvarları ve çatısıyla bu artık bir ev değil, yeşil bir zemin üzerine oturan mükemmel bir prizmadır” [Korkmaz, 2001]. İkinci bölümde bahsedildiği gibi, ‘yer’in fiziksel sınırlarının dışında, yerin algısal sınırlarının da farkında olmak da ‘yer’ e karşı duyarlı bir mimarlık için gerekli koşullardan biridir. Algısal sınırları, ikinci bölümün sonunda kavramları tartışırken belirtildiği gibi, Heidegger’in yeryüzüne yer-leşme açılımları ile açıklamak mümkündür. B2 ve SM Ev’leri Heidegger’in işaret ettiği gibi, algısal sınırlarını neredeyse gökyüzüne kadar dayandırmışlardır. Bu durum, iç mekânı deneyimleyenin 73 yine Heidegger’in işaret ettiği gibi kendisini yer-yüzüne ait hissetmesine yönelik bir çaba olarak değerlendirilmektedir. B2 ve SM Evleri yan ve arka yüzeyinde olabildiğince sağırlaşarak, manzaraya olabildiğince açılmıştır. Bu iki evde de, Tümertekin’in tanımladığı iç mekânın sınırları pencerenin bittiği yer değildir. Fiziksel olan cam burada iç mekânı dış etkilerden korurken, algısal olarak sınır, manzaranın boşluğuna, gökyüzü ile denizin buluştuğu çizgiye dek uzanmaktadır. Korkmaz bu mekânın etkisini, “Olağan ve gündelik olan her şey burada sıradanlaşır” şeklinde ifade etmiştir [Korkmaz, 1999]. Tümertekin’in bağlam ile ilişkisine bakılacak olunursa, bilindik bir şekilde, arsaya, iklime vb. gibi faktörlere uymanın dışında, Tümertekin’in bağlama da eleştirel yaklaştığı görülür. Tümertekin, yerel bağlamı da eleştirel bakışı ile dönüştürmektedir. Korkmaz Tümertekin’in bağlam ile ilişkisini B2 Evi üzerinden şu sözler ile açıklar, “tasarımın bağlamı hiçbir girdi ıskalanmayacak şekilde tanımlandıktan sonra yapı metaforik bir ilişkiyle kurulur. Bağlam, artık tasarımı açıklamaya yetmez, tasarım onu aşar; bağlam tesadüfidir, tasarım mükemmelliğe ulaşmayı çabalar veya onun sözleriyle “tasarımcı var olandan daha iyisinin/doğrusunun/güzelinin mümkün olduğunun farkındadır. Bunu yapabilmenin enerjisini ve yükünü taşır.” Tasarım ve bağlam iki ayrı ama bağlı dünya olarak yan yana dururlar. Bu ilişki Heidegger’in köprü örneğini akla getirir: Köprü iki yakayı hem bir araya getirir hem de sonsuza kadar birbirinden ayırır” [Korkmaz, 1999]. Korkmaz’ın bu sözleri de Tümertekin’in bağlamla doğrudan değil, diyalektik bir ilişkisi olduğunu kanıtlar. 74 Resim 3.26. SM Evi manzaraya bakış [Arredemento Mimarlık, 2007]. Olayları ve anı o anki durumları ile değerlendirdiğini belirten Tümertekin’in bu sözleri bağlamla kurduğu ilişkiyi açıklamaktadır. Buna ek olarak Tümertekin’in, “Her tasarım değil, her yeni tasarım kendi sıfır noktasını arar”, ifadesi de her tasarımın kendi bağlamı ile var olduğuna işaret ederek Tümertekin’in eleştirel yaklaşımına ilişkin ipuçları verir [Tümertekin, 1999]. B2 Evi köyde hazır bulunan yerel dokuya ait prizmaları dikkate alarak tasarlamıştır. Tümertekin günümüzdeki görsel kalabalığa rağmen, B2 Ev’inin biçimlenişinde ‘yer’de mevcut olan bağlamdan yola çıkmıştır. B2 Evi’nde sürdürülecek yaşantının basitliğine paralel olarak bir prizmanın oluştuğunu belirten Tümertekin’in, “hem bizim içini rahat kullanabilmemiz açısından, hem de oradaki morfolojiye uyum açısından prizma iş görüyor” [Tümertekin, 2001] sözleri de prizma kullanımının bağlamsal yanını açıklamaktadır. B2 Evi’nde, iki kalın betonarme taşıyıcı bantta, ıslak hacimlerin çözülmesinde, aslında bağlamsal bir gerekçe yatmaktadır. Tümertekin, İstanbul’dan şantiye ziyaretlerini çok sık yapamayacakları için, problemli olan bu alanların kontrolünü, şantiyeye gittiklerinde bir seferde yapmaya çalıştıklarını belirtir. Görüldüğü gibi mekânların, oluşumunda şantiyeyi kontrol etme durumunun oluşturduğu bağlamsal çerçeve etkili olmuştur. Bu kalın betonarme bantın kullanımı salt ekonomik veya 75 estetik bir karar değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu yolla taşıyıcı ile bağlamın ilişkisi kurulmuştur. B2 Evi’nin bağlamsal çerçevesini oluşturan en önemli unsurlardan bir diğeri ise kullanıcısıdır. “Köylü yaşantısı sürmeyen, yılın belli günlerinde orada vakit geçirecek bir şehirlinin köylüymüş gibi bir mekân kurgulamaya kalkışması üstelik konforundan da vazgeçmemesi durumunda ortaya bir garabet çıkıyor. B2 de böyle bir dürüstlük çok okunaklıdır. ‘Köylü’ bir ev değil ama ‘köy’ de bir evdir.” [Tümertekin, 2001] diyen Tümertekin’in tasarım problemini kullanıcının bağlamsal çerçevesinden yola çıkarak elde ettiği görülür. Değinildiği üzere arazi seçimini de Tümertekin’le yapan evin sahipleri’nin arsa’nın seçiminde de benzer bağlamsal noktadan çıktıkları söylenebilir. Arsanın köy içerisindeki konumlanışı ev sahibinin oraya gitme nedeni ile tam olarak örtüşmektedir. Arsa, köyün ne tam içerisinde ne de dışındadır. Bu ikisi arasında bir noktada yer almaktadır. B2 Evi’nde alt kat ile üst katı birbirine bağlayan merdivenin dışarıda olmasının yine bağlamsal bir yanı vardır. Kullanıcının “şehirden kalkıp böyle bir yere gidiyorsam, bir kış akşamı üzerime montumu alıp, hafif ıslanarak üst kata çıkabilirim” kararı ile merdiven dışarı alınmıştır [Tümertekin, 2001] (Resim 3.11). Daha önce de değinildiği üzere Tümertekin mevcut bağlamı dikkate alır fakat yalnızca onu kullanmaz, aynı zamanda ona yeni bir şeyler katar. B2 Ev’inde ev ile yer arasında kurulan ilişki her ikisini de dönüştürür. B2 yeniyi aramaktan çok, tanıdık olanı mükemmelleştirip, daha önce farkına varılmamış potansiyellerini ortaya çıkarır [Korkmaz, 2001]. 76 Tümertekin’in, Büyükhüsun Köyü’nde tasarladığı ikinci ev olan SM Ev’inde, çelik strüktürün düzeninin, arsada var olan ağaç referans alınarak kurgulandığını belirtir 1 (Resim 3.27). Mevcut olan bir ağacın strüktürün oluşumuna etki etmesi Tümertekin’in yer’le kurduğu ilişkiyi bir kez daha ortaya koymaktadır. SM Evi’nin de biçimi başka bir bağlamsal ilişki ile oluşur. Evin sahipleri zeytinyağı fabrikalarının ambara benzer tasarımlarını beğenirler, hatta eski fabrikaları çok sevdikleri için bir tanesinin rölövesini alıp Tümertekin’e verirler. Bu sebeple ev dikdörtgendir ve zihinlerde mevcut olan iç mekân yüksekliğine oranla SM Evi’nin iç mekânı yüksektir [Arkitera, 2008]. Burada vurgulanabilecek bir diğer nokta, Tümertekin’in tasarımlarında, işveren ile fikir alışverişini tasarımlarında girdi olarak kullanarak, tasarımın bağlamsal yönünün önemli bir parçası haline getirmesidir. Resim 3.27. SM Evi Görünüş [Arkitera, 2008]. SM Evi’nin yer ile kurduğu bir başka ilişkilenme biçimi, yapının taş yüzeyinin çatıdan başlayarak köye doğru kıvrılıp topografya ile ev arasında fiziksel ve görsel dengeyi kurmasıdır. Yapı yamacı içerisine alarak üzerini örter. B2 ve SM Ev’lerinin yer ve bağlam ile kurdukları ilişki onları diğer yapılardan ayırmaktadır. Heidegger’in işaret ettiği gibi yer-yüzünü mesken tutmak, insanın yalnızca fiziksel koşullardan korunması değildir. İnsanın gerçekten yer-leşebilmesi için kendisini güvende ve yer-yüzüne ait hissetmesi gerekmektedir. Bu açılardan, B2 ve SM Evleri, kendilerini görsel önceliklerle tasarlanmış evlerden ayırt ederek, 1 Han Tümertekin’in 2007 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirdiği KAEM Konut Semineri’nden alınmıştır. 77 Heidegger’in işaret ettiği yer-leşmeye yönelik çaba sarf etmektedirler (Resim 3.28Resim 3.29). Resim 3.28. B2 Evi [Arkitera, 2008]. Resim 3.29. Villa Örneği [alanya-holidays, 2008]. B2 ve SM Ev’leri, bulundukları yer’e ait verileri başlangıç noktası olarak kullanmaktadırlar. Fakat aynı zamanda, bu başlangıç noktasını aşan bir yanları vardır. Bu evler, yer aldıkları yoğun yerel doku içerisinde öncelikle bulunduğu alanın koşullarını anlamaya çalışarak bu koşulları bir adım öteye taşımaya çalışmışlardır. B2 ve SM Ev’lerinde kapitalizmin etkisi ile dayatılan bir takım biçimsel sonuçlar yerine, öncelikle kendi alanına ait güçlü, bağlamsal çerçeve anlaşılmıştır. Fakat bütün bu yere ait verilerin dikkate alınmasının dışında, o yerdeki tutumu aşan da bir tavır da vardır. 78 3.3.3. Tektonik-Şiirsel ve B2 - SM Ev’leri “Gündelik olan ve göz önünde olanı kullanarak oluşan şiirsellik… Fransız foto röportaj geleneğindeki fotoğrafçılar beni ortaokul yıllarımdan beri bu nedenle çok etkilemiştir. Gözümüzün önünde olan bir şeyi, dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkartır. Güzel bir ‘resim’ gördüğünde o anı, ışığı ve çizdiği kompozisyonu durdurduğunda müthiş bir şiirsellik kazandırır. Belki bahsettiğim duygusallık bu. Elimizin altında her şeyin olduğunu düşünüyorum. Çizimleri uzakta, başka bir yerde aramanın anlamı yok. Hepsi burada gözümüzün önünde ve elimizin altında. Bütün mesele bizim gerçekleri toparlayıp burada kullanıma sokmamız [Arkitera, 2007]. İkinci bölümde tartışıldığı üzere ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde Frampton tektoniği, strüktürün şiirsel ifadesi olarak tanımlamıştır. Yapı bileşenlerinin şiirsel biçimde bir araya getirilmesi kabuğun şiirsel inşasıdır. Frampton aynı zamanda malzeme, işçilik ve yerçekimi arasında şiirsel bir ilişki olmasını ve bu ilişkinin gereksiz kaplama malzemeleri ile gizlenmemesi gerektiğini belirtir [Frampton, 1983]. Mimarın tektonik ifade gücünü Frampton, efsanevi bir güç olarak nitelemiştir [Frampton, 1983]. Yapı elemanlarının, strüktürün, kolonun, kirişin, döşemenin, duvarın mükemmel bir biçimde bir araya getirilip bir koruyucu kabuğun oluşturulması insanın içinde yaşamak istediği ideal mekânın karşılığıdır. Frampton’un işaret ettiği mekân ve yapı tanımı da budur. Bu noktada, Gotik mimarlık, elde ettiği strüktür ve bu strüktürün gökyüzüne yüksekliğin uyandırdığı saygı duygusu ile yüce bir yaratıcının varlığına işaret eder. Gotik mimarlık, strüktürün üzerini kaplamaz, strüktür sergilenen bir elemandır. Çünkü tek görevi binayı ayakta tutmak değil, aynı zamanda yapının şiirsel etkisini sağlamaktır. Diğer bir ifade ile strüktür salt bir taşıyıcı olmanın ötesine geçip şiirsel bir ifadeye kavuşur, kabuğun kendisi olur. 79 Bu aşamada, Frampton’un sıkça vurguladığı mimarlıkta şiirsel ifade kavramını hatırlamak gerekir. Heidegger şairlerin gerçeklerle uğraşmayan, hayal ürünü dünyaları ortaya koyan kişiler olduklarını belirtir [Heidegger, 1971]. İkinci bölümde tartışıldığı üzere, Heidegger’in Hölderlin’den alıntıladığı ‘Poetically man dwells’ (İnsanlar şiirsel bir biçimde barınırlar) mısrası üzerinden, insanın yeryüzünü şiirsel olarak mesken tutuşuna işaret eder. Bahsedildiği gibi, Yunancada yapmak/oluşturmak eylemi poiesis kelimesine karşılık gelir. Heidegger, İngilizce poet-poetic (şiir- şiirsel) in Yunanca poiesis den kaynaklandığını, bu durum ise yeryüzünde yapma eyleminin ancak şiirsel bir biçimde gerçekleştirildiğinde başarılı olabildiği şeklinde yorumlanmaktadır [Heidegger, 1971]. Diğer taraftan Heidegger’in bir başka vurgusu ise, ölümlü olan insanların yer-yüzünü mesken tutmalarına ilişkindir. Heidegger’e göre insanın yer-yüzünü mesken tutuşu yalnızca fiziksel olarak ev sahibi olması ile ilgili değildir. Buradan hareketle, yalnızca fiziksel koşulların sağlandığı bir mekân insanın yeryüzünü mesken tutmasına ve kendisini yer-yüzüne ait hissetmesini sağlayan unsur değildir. Değinildiği üzere, Heidegger’e göre insan’ın yeryüzünü mesken tutmasını sağlayan en önemli unsur kendini güvende hissetmesidir [Heidegger, 1971]. Tekrar şiire dönülecek olursa, şiir de bilindik gündelik ifadeleri, efsanevi bir şekilde söyleyerek insanın yalnızca iletişimini sağlama amaçlı değil aynı zamanda duygularını harekete geçirme amacı taşımaktadır. Buradan mimarlığa dönülecek olursa, mimarlığın insanı fiziksel olarak koruması, onun görevinin gündelik bir ifade diliyle yapmak olarak tariflenebilir. Fakat Heidegger’in işaret ettiği insanın gerçekten yeryüzünü mesken tutabilmesi için ‘poiesis’ yani, yer-leşebilmesi için ayrıca şiirle/sanatla de ilişkilenmesi gerekir. Mimarlık şiirle/sanatla nasıl ilişkilenir? İnsan şiirsel olarak nasıl yer-yüzünü mesken tutar? Heidegger’in felsefe gözlüğüyle ortaya koyduğu bütün bu düşünceler, bir mimarın gözlüğünden bakıldığında ne gösterir? Bütün bu soruların cevabına aslında Frampton’un tektonik kavramı ile vermeye çalıştığı görülmektedir. Frampton, strüktürün şiirsel ifadesi olarak tanımladığı 80 tektoniği, mimarlığın kendi araçları aracılığıyla duyulara hitap ederek şiirsel dili yakalaması gerektiğini öne sürer. Tektonik, strüktürün kaplanmasına karşıdır. Buradan hareketle, mimarlığın şiirsel ifadesi insanın yer-yüzünü mesken tutmasını sağladığı sonucu çıkmaktadır. Tümertekin’in B2 ve SM Ev’lerinin, her ikisinde de strüktürün herhangi başka bir malzeme ile kaplanmadığı görülür. B2 Evi’nde iki yana çekilmiş betonarme perde taşıyıcı sıvanmamıştır. Bu iki betonarme perdenin arasını dolduran taş duvarlarda ise yöredeki geleneksel taş duvarlardan farklı olarak, derzler arasındaki derinlik arttırılmıştır. Bütün bu arayışlar, aslında mimarlığı kendi araçları ile şiirsel olarak ifade etmeye yönelik bir çabadır. SM Evi’nde de benzer biçimde çelik strüktürler arası bölgede var olan taş malzeme ile örülmüştür. Strüktürün ve malzemenin birbiri ile ilişkisi gözler önüne serilmiştir. Tasarım aşamasında her karar bu amaca yönelik olarak verilmiştir. Sonuç olarak, malzemenin, strüktürün bir araya gelişlerinde ve detaylar üzerinde incelikle durulmuş, gereken her durumda, durumun gerektirdiğine göre mevcut prototip çözümlerden kaçınılmış ve şiirsellik sağlanmıştır. B2 Evi’nin içerisinden, Ege Denizi’ne açılan boşluğa bakıldığında geniş pencerelerin boşluğu çerçevelediği görülür. Daha önce de değinildiği üzere bahçe yan tarafa alınarak, ev ile boşluk arasına hiçbir şeyin alınmaması sağlanmıştır. Boşluk içerisindeki insanı yutacak gibidir [Korkmaz, 1999] (Resim 3.25). Manzaraya köydeki diğer evler gibi daha küçük pencerelerden bakmak bir alternatifken, Tümertekin bunu yapmamış, strüktüre boşluğu çerçeveleyen bir etki sağlamıştır. Şiirle, gündelik ifade dilinin farklılığında olduğu gibi, ikisi de aynı şeyi söyler fakat farklı biçimlerde söyler. Tıpkı şiirin insana hissettirdiği gibi, B2 Evi’de insana boşluktaki sınırı vurgulayarak Heidegger’in altını çizdiği şiirsel olarak insanın mesken tutma çabası görülür. Tümertekin’in B2 Evi’nde taş işçiliği ve sıvanmamış perde beton ilişkisi Frampton’un tarif ettiği, tektonik şiirsellik içerisindedir. Tümertekin’in 81 tasarımlarında öne çıkardığı ‘yalınlık’ kavramını bu aşamada hatırlamak faydalı olacaktır. Bu anlamda dürüstlük, neye ihtiyaç varsa yalnızca onu kullanmayı ve sergilemeyi gerektirir. Tümertekin’in B2 ve SM Evleri’nin her ikisinde de hiçbir malzeme başka bir şeymiş gibi görünmez. Bütün detaylar okunur. B2 Evi’nde, duvardan başlayıp, çatıda da devam eden taş yüzey ile betonarme arasındaki ilişkinin Frampton’un işaret ettiği anlamda tektonik bir ifade gücü vardır. Başka türlü de bir araya gelebilecek olan bu iki eleman, tıpkı şiirdeki kelimelerin dizilişleri sonucu oluşan bütünün etkisi gibi, deneyimleyen üzerinde şiirsel bir etki uyandırır, kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlar. Daha önce de bahdesildiği gibi B2 Evi’nde manzaraya açılan yüzde kullanılan, metal çerçeve arasındaki hasır panjur yarı geçirgen yapısı ile iç mekânda insanın duyularına ve duygularına hitap eder (Resim 3.21). İhsan Bilgin, B2 Evi’nde ilkel bir malzeme olan taşın duvardan tavan düzlemine döndürülerek sürekli bir çerçeve oluşturulup bu çerçevenin önünün ve arkasının serbest bir biçimde bırakılması ve dik arazinin tam sınırına oturuşu ile B2 Evi’ni “minimal bir anıt” olarak tarifler. Bilgin ayrıca, ‘minimal anıt’ olarak tanımladığı bu konutun gücünü konumlanışı itibariyle boşluğa yaptığı vurgudan aldığını belirtir [Bilgin, 2005]. Bilgin, burada yapının küçük ölçeği ile kulübe etkisi verme tehlikesine karşın, konumlanışı ile anıtsal bir etkiye dönüştüğünü vurgulayarak B2 Evinin bilindik kalıplardan çıkarak şiirsel bir etki yarattığını ima etmektedir. B2 Evi’nde taş duvarın zeminle buluştuğu noktada görülen ızgaranın içerisinden elektrik tesisatı geçmektedir (Resim 3.30). Tümertekin, bu ızgaranın yalnızca tesisat için değil aynı zamanda süpürgelik yapma gereksinimini de ortadan kaldıran bir detay olarak çözümlendiğini vurgulamıştır [Tümertekin, 2001]. Buradan hareketle, yapının en ufak detayında bile, kabuğun şiirsel inşasının diğer bir ifade ile ‘tektonik’in göz önünde bulundurulduğu görülmektedir. 82 Resim 3.30. B2 Evi yan bahçe ve iç mekân tesisat ızgarası [Arkitera, 2008]. Resim 3.31. B2 Evi yan bahçe [Aycı,2007]. 3.4. ‘Avangart Nokta’ ve B2 - SM Ev’leri 3.4.1. Yabancılaştırma/yadırgatma ve B2 - SM Ev’leri “Mimaride icattan değil keşiften yanayım. “Ne olabilir” dense “Ne var” la daha çok ilgileniyorum. Var olan malzemeden yola çıkarak ama o malzemeyi farklı bir kullanımla yeniden var etmek ya da her zaman olduğu gibi, ama çok yeni birlikteliklerle kullanmak…” [Tümertekin, 2001]. 83 İkinci bölümde ele alınan yabancılaştırma/yadırgatma kavramları hatırlanacağı üzere, Tzonis ve Lefaivre tarafından ‘popüler mimarlıkta’ kullanılan elemanların alışılmışın dışında kullanılması olarak tanımlanmıştı. Vurgulandığı üzere yabancılaştırma/yadırgatma yöntemi; ayrıştırmak, kimlik kazandırmak ve tekrar bir araya getirmek olarak formüle edilmiştir. B2 Evi’ndeki taş kullanımı aslında o köydeki doğal taş kullanımından farklı değildir. Tümertekin bu durumu şu sözleri ile açıklar, “Yerel taşı kullandım; yerel taş ustalarıyla çalıştım. Yerel bir malzemeyi alıp çok farklı bir yapı tekniğiyle uygulamaktansa, geleneksel yapım tekniğini yönlendirmek bana daha doğru geliyor. Onlar taş duvarı yapıp derz dolgularını taşıracak kadar fazla dolduruyorlardı ve böylece derz dolgu malzemesi taş yüzeyine sıvışıp taş duvarın dokusunu ciddi şekilde algı açısından zedeliyordu. Biz sadece çok taşırmayıp, harcı hafif sıyırmalarını istedik. Böylece daha rafine bir görünüm elde ettik. Demek istediğim bu B2 Evi’nde bütün malzeme ve işlerin özetini yapan bir lafı var kalfanın. “30 yıldır yaptığımız şeyleri 30 yıldır yaptığımız gibi yaptık; ama bambaşka bir şey çıktı.” Var olana ne oranda yeni bir algı ya da yeni bir duygu ekleyebilirim diye düşünürüm [Tümertekin, 2001]. Tümertekin’in bu sözleri, Tzonis ve Lefaivre’nin yabancılaştırma/yadırgatma kavramına yakın bir biçimde yeni arayışı içerisinde olduğunu göstermektedir. Korkmaz’ın ifadesi ile B2 Evi “hem tanıdık hem de yabancı olan: ‘gibi görünme’ ye çalışmadan tanıdık, farklılaşmaya özenmeden yabancı… B2’yi ’hem tanıdık‘ hem yabancı kılan, onu köye bağlayan hem de bağlamıyla arasına mesafe koyan en temel strateji soyutlama. Zihinsel bir soyutlama. Zihinsel soyutlama görünenin arkasındaki görünmeyen düzene nüfuz etmekle mümkün olur. Düzen tekrar edilir, görüntü farklıdır. B2 köydeki evlerin prizmatik yapısını tekrar ediyor, ancak diğerleri gibi bağlamına adapte olmaya çalışmıyor” [Korkmaz, 2001]. Prizma, köyden herhangi bir prizma gibi değil, kendisine özel, oradaki özel duruşu ile var olan bir prizma olarak algılanmaktadır. 84 B2 Evi’nde, genel olarak taşıyıcı bir eleman olan taş, burada strüktürün arasını doldurmak amacıyla kullanılmıştır [Korkmaz, 2001]. Aynı durum SM Evi’nde de söz konusudur. Taşıyıcı bir eleman olarak zihinlere kodlanmış olan taş burada taşınan elemana dönüşmüştür [Tanyeli, 2007]. Aynı köyde yer alan bu iki evde yerel bir malzeme olan taşın kullanımında ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ olarak nitelenebilecek bir yöntem kullanmaktadırlar. Öncelikle zihinlerde taşıyıcı olarak yer eden taşın zihinlerdeki yeri sarsılırken, hafızalardaki ikinci yer etme biçimi olan kaplama elemanı kimliği de sarsılmaktadır. Taş burada ne taşıyıcıdır ne de kaplama elemanıdır. Zihinlerdeki bu kalıp düşüncelerin sarsılmasına yol açan bu kullanım, algıyı açmakta, insanı alışılageldik düşünme biçiminden uzaklaştırıp, uyarıcı etkisi yapmaktadır. Benzer biçimde Nalbantoğlu da B2 Evi’nin yabancılık olgusunu yaşattığını ve düşündürttüğünü dile getirir [Nalbantoğlu, 2000]. Resim 3.32. B2 Evi Köyden Yaklaşım [Aycı, 2007]. SM Evi’nin köy ile sınırını oluşturan duvarı, aslında köyde görmeye alışık olunan bir duvardır. Fakat yakınana gittiğinizde, dokusu farklıdır ve diğerlerinden farklı olarak taş kıvrılıp çatıya dönüşür [Korkmaz, 2007]. Genelde düşey olarak kullanılan bir malzeme olan taş her iki evde de yaratıcı bir biçimde yatayda kullanmıştır. Taşın bu 85 biçimde kullanımı, bulunduğu alandan farklı bir kullanım biçimi olarak deneyimleyeni, yabancılatır ve yadırgatır. Büyükhüsun Köy’ünün oluşturduğu dokuya bakıldığında, evlerin çatılarının genelde kiremit ile kaplandığı görülmektedir. B2 ve SM Ev’lerinde Tümertekin, düşey bir eleman olan taşı, çatıda da devam ettirerek, mevcut olana yabancı bir tutum sergilemiştir (Resim 3.10-Resim 3.33). B2 ve SM Evleri, köyün dokusuna ilk bakışta anlaşılmayacak bir biçimde farklılaşarak, bulundukları alana yabancılaşmaktadır. Böylelikle hem oraya ait, ‘yer’den kaynaklanan, hem de orayı aşan bir tutumları vardır. Resim 3.33. SM Evi çatı yüzündeki taş duvar [Arkitera, 2008]. 86 4. SONUÇ Dünyada mimarlık alanında gitgide birbirine benzeyen mekânlar ve biçimler üretilmesi, mimarlık kuramcıları tarafından önemli bir sorunsal olarak değerlendirilmektedir. Lewis Mumford bu konuyu bir sorun olarak ortaya koyan kuramcılardan biridir. II. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte, hızlı yapılaşma gereksiniminin 1940’lardaki bu tektipleşemede kuşkusuz etkisi mevcuttur. Fakat o günlerde, kurtarıcı olarak görünen teknolojik gelişmeler, gün geçtikçe hâkimiyet alanını arttırarak neredeyse tüm dünyaya yayılmış, bir çözüm olmaktan çıkıp tekrarlanan bir durum olmaya başlamıştır. Lewis Mummford’un 1940’lardaki tartışmalarından ilham alarak bu sorunu 1980’lere taşıyan ve tartışan ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımıdır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, mimarlıktaki bahsedilen bu tek-tipleşmeye karşı eleştirel bir tavır geliştirerek tepki göstermiştir. Bu eleştiriyi ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in yaygınlaşmasını sağlayan Frampton, Frankfurt Okulu’ndan alıntıladığı yöntemlere dayandırmıştır. Başka bir ifade ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ bu gidişata ancak eleştirel bir tavır ile karşı durulabileceğini söylemektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ bu söz konusu gidişe karşı temelinde, ‘yer’i dikkate alırken, aynı zamanda yeni, çağdaş teknolojinin de olanaklarını kullanmayı öngörmüştür. Yer’e ait özelliklerin eleştirel olarak ele alınması için Frampton bir takım kavramlar ortaya koymuş ve biçimsel reçetelere dönüştürmeden açıklamaya çalıştığı bu kavramları ‘Direnç Noktaları’ olarak adlandırmıştır. Bu kavramları 1983 ve 1987 yıllarında belirli başlıklar altında toplayarak açıklamıştır. Frampton, bu kavramları özellikle Heidegger’den alıntıladığı referanslara dayandırmış, Heidegger’in ‘yeryüzünü mesken tutmak’ / ‘yer-leşmek’ olarak isimlendirdiği bu kavramların, Frampton’un yeryüzününün tek-tipleşmesine karşı, faydalandığı önemli açılımlar olduğu görülmüştür. 1980’lerden günümüze de yansımaları görülen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ortak olarak tartıştığı, yer, bağlam, yabancılaştırma/yadırgatma kavramlarının günümüzde 87 de tartışıldığı, canlılığını koruduğu görülmüştür. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in ortaya çıktığı günden itibaren aldığı eleştiriler de tartışılan bu kavramları zenginleştirmesi açısından önemli bulunmuştur. Bu eleştiriler, özetle günümüzde ‘yer’ tartışmasının gerekliliğini sorgulayarak, mimarlığın ancak farklı arayışlarla ‘yeni’ olana ulaşabileceğini vurgulamışlardır. Mimarlığın, günün koşullarını iyi anlaması gerekliliği üzerinde duran bu eleştiriler, ayrıca mimarlığın tasarım yapan, bu tasarımları ile hizmet veren bir alan olmaktan öteye bir amacı olmaması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu tezin kendi çerçevesinde, mimarlığın hem içerik hem de biçimsel olarak tekzipleşmeye karşı direnç gösterebileceği düşüncesi hâkim olmuştur. Bu direnç ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının ortaya koyduğu kavramlar çerçevesinde değerlendirmiş, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, evrensel-yerel arasında kurguladığı farklı türden bir ilişkilenme biçimi önerisi, çalışmanın odak noktasını oluşturmuştur. Tez ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde tartışılan bu kavramların, Han Tümertekin’in B2 ve SM Ev’lerini okumak için uygun parametreler oluşturacağı düşüncesi üzerine kurgulanmıştır. Söz konusu iki evde var olduğu düşünülen evrensel ve yerel arasındaki bu farklı ilişkilenme biçimi, Frampton’un çizdiği çerçeve içerisinden seçilen ve tez çerçevesinde ‘Direnç Noktaları’ olarak adlandırılan; deneyimsellik, yer-bağlam, tektonik-şiirsel kavramları ve ona eklenebilen Tzonis ve Lefaivre’nin tartıştığı ve yine tez çerçevesinde ‘Avangart Nokta’ olarak adlandırılan, yabancılaştırma/yadırgatma kavramları üzerinden anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu süreç sonucunda aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Her iki ev de deneyimsellik kavramının hem tasarım boyutunda, hem de uygulama ve kullanma boyutunda refede edildiği gözlenmiş ve denetimlenmiştir. Her iki konutta da ışığın içeri alınması özel bir biçimde gerçekleştirilmiş, bu özelliği ile algıyı bir tek görsel olarak değil farklı duyular yolu ile etkilediği saptanmıştır. Işığın 88 algısı, B2 Evi’nde hasır, SM Evi’nde ise taş dolgu tavan düzlemi arasından süzülerek içeriye alınmış, ışığın mekân içerisine katkısı tartışılmaz olmuştur. Güneşin hareketi, farklı mevsimlerin yarattığı farklı ışık etkisi ile aydınlatma, burada yalnızca iç mekâna ışığın direkt olarak alınması için değil, iç mekânda farklı deneyimler yaşanmasını sağlamıştır. Tümertekin Büyükhüsun Köyü’nün ölçeğini, ağırlıklı kullanılan taş malzemesini tasarımlarına yansıtmıştır. Köyün sokaklarında, duvarlarda kullanılan taşı, bu malzemenin zemindeki sürekliliğini, ayrıca köy sokağının ölçeğini SM Evi’ne de taşımıştır. Başka bir ifade ile, mimarın özgün mekânı deneyimlenmesi de tasarıma girdi sağlamıştır. Yine SM Evi’nde yapının cephesini oluşturan taş duvar ile araziye istinat oluşturan taş duvar arasındaki mekân da, köyün sokaklarının ölçeğini çağrıştırmaktadır. Burada sokak kavramı tartışılmış ve özel bir mekâna dönüştürülmüştür. Her iki evde de kullanılan taş, beton, hasır, çelik ve ahşap malzemeler, Frampton’un işaret ettiği biçimde dönüştürülerek kullanılmıştır. Bu kullanım ise mekânın deneyimlenmesine zenginlik katmaktadır. B2 ve SM Ev’lerinde Frampton’un işaret ettiği, yerel malzeme, yerel işçilik, iklim, ışık, topografyaya uyum, manzara gibi faktörler dikkate alınmıştır. Her iki evin topografyaya uyumu, yine yerel bir yöntem olan teraslama ile sağlanmış, evler kendilerine oluşturulan mükemmel, düz platformlar üzerine oturtulmuşlardır. Frampton’un ‘yer’ ile Heidegger’in işaret ettiği ilişki açısından B2 ve SM Ev’lerine bakıldığında, her iki ev de köye sırtını dönerek, fiziksel olarak sınırlarını net bir biçimde çizmişler, oralı olmadıklarını belirtmişlerdir. Fakat manzaraya açıldıkları ön kısımda ise, geniş şeffaf yüzeyler aracılığıyla, manzaraya olabildiğince açılarak, algısal sınırları zorlamışlardır. Bu anlamda bakıldığında iç mekânın sınırını, gökyüzü ve denizin buluştuğu nokta oluşturmaktadır. Algısal ve fiziksel sınırların gerilimi ile oynayan bu iki evin, bu tavırları, tam da Heidegger’in işaret ettiği yer-yüzüne yerleşme çabası olarak değerlendirilmiştir. Büyükhüsun Köy’ünün siluetine bakıldığında, B2 ve SM Ev’leri, mevcut doku içerisinde kaybolurlar. Fakat yakınına gelindiğinde, farklı taş kullanımı ile köy’deki 89 mevcut dokudan farklılaştıkları görülür. Bu yaklaşım onların köye farklı bir tavırla eklemlenmelerini sağlamakta diğer bir ifade ile kendilerine özgün bir tavır ile köyde var olmalarını sağlamaktadır. B2 ve SM Ev’lerinde strüktür, yere ve bağlama ait gerçekliklerin tek tek analiz edilmesi sonucu oluşmuştur. Bu sebeple taşıyıcı sergilenmiş, herhangi bir kaplama elemanına ihtiyaç duyulmamıştır. Diğer bir ifade ile kabuk, şiirsel bir biçimde inşa edilerek koruyucu bir kabuğa dönüşmüştür. Her iki evde de şiirde kelimelerin ustaca dizilişi gibi, mimari elemanların yan yana gelişleri ile şiirsel bir etki elde edilmiştir. Tıpkı şiirin düz anlamları aşan, çağrışımlar uyandırması gibi, bu evler de var olanı, gizli duranı gün ışığına çıkararak, şiirsel bir ifade yakalamışlardır. B2 ve SM Ev’lerinde kullanılan taş malzeme, köyün siluetine bakıldığında var olan doku içerisinde kaybolur. Daha önce de belirtildiği gibi köye yaklaşıldığında bu malzemenin geleneksel dokudan farklılaştığı görülmektedir. Taşın inşası esnasında, derzler arasındaki malzemenin az kullanılması ile taşa derinlik kazandırılmış bu da farklılık olarak kendisini okutmuştur. Var olanı sorgulayıp ona yeni bir şeyler katan, onun farklı potansiyellerini ortaya çıkaran bir tutum sergilemektedir. B2 Evi’nde beton taşıyıcılar arasını, SM Evi’nde ise, çelik strüktürün arasını dolduran, asıl görevi, taşımak olan taş duvar burada, taşınan elemana dönüşmüştür. Ayrıca B2 Evi’nde, geleneksel kullanımında düşey bir eleman olarak zihinlerde yer etmiş olan taş malzeme, çatıda da devam ettirilerek zihinlerdeki ezberi bozmuştur. Aynı şekilde SM Evi’nde de, geleneksel olarak kırma çatıda kullanılan kiremidin yerini, bu kez de malzeme olarak taş almıştır. Bütün bu öne çıkan özellikleri ile bu evler, köy’de var olandan yola çıkıp, onda gizli olan başka özelliklerin peşine düşerek aynı zamanda ‘yeni’ arayışına girmişlerdir. Bu kullanımları ile bu evler, bulundukları yer’e ‘yabancılaşırken’ aynı zamanda gündelik olanı, ezbere alınan bilgiyi bozarak farklı sözler söyleyebilmiş, evrensel mimarlığın ürünü olabilmişlerdir. 90 B2 ve SM Ev’lerinin deneyimsellik, yer-bağlam, tektonik-şiirsel ve yabancılaştırma/yadırgatma kavramları aracılığıyla okunmaları ile, ‘yer’e ait var olanı tespit edip, yerel bağlamın analizini yaparak, görme dışındaki duyulara da hitap eden bir tasarım anlayışı geliştirmiş yapılar olduğu görülmüştür. Ayrıca bu evler, yapının biçimsel estetiğini, mimarlığın kendi strüktürel araçlarını kullanarak şiirsel bir etkiye taşımışlardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, yerel olanı kendilerine başlangıç noktası alan bu evler, her insanda ortak olan duyuları da dikkate alan tavırları ile yereli, bölgeyi ve kültürleri aşarak tamamıyla evrensel bir noktaya taşımışlardır. Bu iki ev, ‘yer’ in farklı potansiyellerini öne çıkararak, evrenseli arama çabaları ile, hem bulunduğu yere, ama aynı zamanda da günümüz mimarlık pratiğine önemli bir katkı sağlamaktadırlar. Önemli bir sorun olarak ortaya konan, mimarlıkta tek-tipleşme, Heidegger’in tanımı ile ‘yer-yüzünü mesken tutamama’ tehlikesine karşılık, mimarlığın kendi araçları ile geliştireceği açılımlar önemlidir. Özellikle kent içerisinde hızla birbirini tekrar eden, benzer tüketim nesneleri ve oluşturdukları benzer yaşamlar, bu tehlikeyi arttırmaktadır. Bu açıdan, mimarlıkta bu tür arayışlarının değeri büyüktür. ‘Yer’ ile nostaljik bir ilişki kurma biçimini reddeden bu yaklaşım, yerel ile kendisine özgü, eleştirel bir ilişki kurmayı başarmıştır. ‘Yer’in farklı potansiyellerini ortaya çıkararak hem bulunduğu yer’i, ama aynı zamanda çağın koşullarını da göz önüne alan bu tavır, yer’den kaynak alan evrensel bir tutum olarak da, bu günün mimarlık anlayışları arasında özel bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda bu çalışmanın yaptığı açılımlardan yola çıkarak günümüz mimarlığı içinde özel duruşlar sergileyen başka yapılar benzer çalışmaların araştırma nesneleri olabilirler. Ayrıca, tek-tipleşmenin önemli bir sorun olduğu kentsel alanda veya farklı başka türlü bağlamlara ait yapılar farklı kavramsal çerçevelerde incelenebilir. 91 KAYNAKLAR Ağakay, M.A., “Fransızca-Türkçe Sözlük”, Türk Dil Kurumu Basımevi, Ankara, 43 (1962). Allen, B., “Constructive Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 369-373 (2007). Alofsin, B., L., “On Performative Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 421-426 (2007). Aycı, H., Arşivinden (2007). Bilgin, İ., “Houses in Solitude”, Architecture in Turkey Around 2000: Issues In Discourse and Practice, ed: Tansel Korkaz Bilgin, Mimarlar Odası, Ankara, 133-135 (2005). Canizaro, V.B., “Introduction”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 17-33 (2007). Cevizci, A., “Paradigma Felsefe Sözlüğü”, Paradigma, İstanbul, 173-175, 453-456 (2005). Burger, P., “Arka Kapak Sayfası”, Avangard Kuramı, Çev. Özbek, E., İletişim, (2003). Cassidy, T.C., “Introduction to “Becoming Regional over Time: Toward a Reflexive Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 411-419 (2007). 92 Curtis, W. “Regionalism in Architecture”, Regionalism in Architecture: Exploring Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert Powell, Singapore, 7377 (1985). Cevizci, A., “Felsefe Sözlüğü”, Pradigma, İstanbul, 173-174, 453-456 (2005). Colquhoun, A., “The Concept of Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 147-155 (2007). Colquhoun, A., “Critique of Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 141-145 (2007). Curtis, W. “Regionalism in Architecture”, Regionalism in Architecture: Exploring Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert Powell, Singapore, 7377 (1985). Dovey, K., “Local/Global”, Framing Places: Mediating Power in Built Form, Routhledge, New York, 47-50 (1999). Erkılıç M., "Legitimizing of the Regionalist Idea in Architecture through Mumford's Early Writings", ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, 18(1-2): 5-23 (1998). Frampton, K., “Towards a Critical Regionalism: Six Points for an Architecture of Resistance.” The Anti-Aesthetic: Essays on Postmodern Culture, Ed. Hal Foster. Post Townsend, Washington, 16-30 (1983). Frampton, K., “Postskriptum 1983: moderne Architektur und kritischer Regionalismus”, Die Architektur der Moderne, Deutsche Verlags-Anstalt, Stuttgart, 250 (1987). 93 Frampton, K. “Prospects for a Critical Regionalism”, Modern Architecture: A Critical History, Thames and Hudson, New York, 314-327 (1992). Frampton, K., “Ten Points on an Architecture Regionalism: A Provisional Polemic”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 374-385 (1987). Heidegger, M., “Building, Dwelling, Thinking”, Poetry, Language, Thought, Haerper&Row Publishers, New York, 145-161 (1971). Heidegger, M., “Poetically Man Dwells”, Poetry, Language, Thought, Haerper&Row Publishers, New York, 217-228 (1971). Ingersoll, R., “Critical Regionalism in Houston: A Case for the Menil Collection”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 387-392 (1989). İnternet: Milliyet, “Kendime bir ev yapmaya vaktim yok”, http://www.milliyet.com.tr/2004/12/07/pazar/paz01.html (2008). İnternet: Merriam-Webster Online Sözlük, http://www.merriam-webster.com/dictionary/tactile (2008). İnternet: Great Buildings Collection “Search the Collection, Renzo Piano’, http://www.greatbuildings.com/cgi-bin/gbc architect&architect=Renzo+Piano, (2008). İnternet: Design Museum, “Luis Barragan”, http://www.designmuseum.org/design/luis-barragan (2008). İnternet: Mario Botta Architetto, “Private Space”, http://www.botta.ch/Page/Pr%201971_16_RivaSanVitale_en.php (2008). 94 İnternet: Arkiv, “Mimarlar, Han Tümertekin, Projeler”, http://arkiv.arkitera.com/p789-b2-evi.html (2008). İnternet: Arkiv, “Mimarlar, Han Tümertekin, Projeler”, http://arkiv.arkitera.com/p6346-sm-evi.html (2008). İnternet: Turkish Holiday-Rentals Choices, “Villa Alison”, http://www.alanya-holidays.com/VillaAlison.htm (2008). İnternet: Arkitera, “Ege'de Esintiye Taş ve Çelikten Teslimiyet”, http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=14112 (2008). İnternet: Arkitera, “İhsan Bilgin ile Söyleşi”, http://www.arkitera.com/v1/diyalog/hantumertekin/soylesi.htm (2007). İnternet: Metu, “Nedir Bu Mekan Dedikleri?” http://www.metu.edu.tr/~hun/home.html. Korkmaz, T., Temmuz-Ağustos, XXI Dergisi, 878, 74-79 (2001). Korkmaz, T., “Zorunlu /az / sessiz olanın gücü”, Arredemento Mimarlık Dergisi, Aralık: 53, (1999). Korkmaz, T., Aralık, “Duvar-ev”, Arredemento Mimarlık Dergisi, 42-46 (2007). Korkmaz, T., Şubat, “Both Strange and Familiar”, Domus Dergisi, 878, 30-37 (2005). Lefaivre, L., “Critical Regionalism: Architecture and Identity in a Globalized World”, Prestel Press, New York, 35-39 (2003). Moore, S. A., “Technology, Place and Nonmodern Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 433-442 (2007). 95 Lupfer, G., Paul, J., Sigel, P., “Architectural Theory: From Renaissance to the Present”, Taschen, Köln, 541 (2006). Nalbatoğlu, G.B., “Yorumların Arayışı /Arayışların Yorumu”, Mimarlıkta Yeni Arayışlar/ ‘Genç Türk Mimarları’, Tepe Mimarlık Kültürü Merkezi, Ankara, 114 (2000). Nesbitt, K., “Introduction to Why Critical Regionalism Today”, Theorizing A New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 483 (1996). Nesbitt, K. “Introduction to Rappel a I’ordre, The Case fort he Tectonic”, Theorizing A New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 516-530 (1996). Nesbitt, K. “Introduction to “Prospects for a Critical Regionalsim” ”, Theorizing A New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 468-469 (1996). Özkan, S., “Introduction: Regionalism within Modernism”, Regionalism in Architecture: Exploring Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert Powell, Singapore, 9-16 (1985). Pallasmaa, J, “Introduction: Touching The World”, The Eyes of The Skin, Wiley Academy, Britain, 4, 11, 41, 48 (2005). Ponty, M., M., “Algının Önceliği ve Onun Felsefi Sonuçları”, Algının Önceliği, Kabalcı Yayınevi, çev: Yusuf Yıldırım, İstanbul, 47-50 (2006). Saraç, T., “Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 99 (1976). Stern, R., A., M., Modern Classicism, Rizzoli, New York, 141 (1988). 96 The Pritzker Architecture Prize Book, “2001, Jacques Herzog& Pierre de Meuron”, The Hyatt Foundation, California, 29 (2001). “SM Evi”, Arredemento Mimarlık Dergisi, Mart: 38, 39, 46 (2007). Tanyeli, U., Aralık, Arredemento Mimarlık, 46-54 (2007). The New International Webster’s Dictionary & Thesaurus, Encyclopedic Edition, Trident Press, Canada, 982 (2000). Tümertekin, H., Yıldız Buluşması 2001, Ed. Sena Adalı, Birsen Yayınevi, İstanbul, 120-122 (2001). Tümertekin, H., Sözen, H., Önder, A., Şengün, H., “Anytime Konferans Bildirileri”, Der: Cynthia C. Davidson, Mimarlar Derneği 1927, Ankara, 53-55 (1999). Tümertekin, H., Odtü Mimarlık Fakültesi, ‘Etkileşimler’ Programı Kapsamında Han Tümertekin Sunuşu Aktan Acar Arşivinden (2001). Tzonis, A., Lefaivre, L., “Critical Classicism: The Tragic Function”, Classical Architecture: The Poetics of Order, MIT Press, London, 273-287 (1986). Tzonis, A., Lefaivre, L., “Why Critical Regionalism Today?”, Theorizing A New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 484-501 (1990). Tzonis, A., Lefaivre, L., “Introduction: Between Utopia and Reality: Eight Tendencies in Architecture since 1968 in Europe”, Architecture in Europe: Memory and Invention since 1968, Princeton Architectural Press, New York, 18-19 (1996). Tzonis, A., “Introducing an Architecture of Present. Critical Regionalism and the Design of Identity”, Critical Regionalism: Architecture and Identity in a Globalized World, Prestel, Munich, 10-21 (2003). 97 Tzonis, A., Lefaivre, L., “Critical Regionalism: Architecture and Identity in a Globalized World”, Prestel, Munich, 67, 59, 79, 111, 122, 125, 133 (2003). 98 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Soyadı, adı Uyruğu Doğum tarihi ve yeri Medeni hali Telefon Faks e-mail : AYCI, Hilal : T.C. : 14.02.1983, Ankara : Evli : 0 (312) 582 36 13 : 0 (312) 231 01 83 : hilalayaz@gazi.edu.tr Eğitim Derece Lisans Lise Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi Gazi Üniversitesi/ Mimarlık Bölümü Ankara Atatürk Anadolu Lisesi 2005 2001 İş Deneyimi Yıl Yer Görev 2005- Devam ediyor 2005 (Eylül-Aralık) 2005 (Haziran-Temmuz) Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi Mimor Mimarlık Bürosu Araştırma Görevlisi Öğrenci Asistan Mimar Yabancı Dil İngilizce Yarışmalar TBMM Yapı Kompleksi Mimari Proje Yarışması SOS AKM Fikir Projesi Yarışması Ağustos. 2006 (3. Ödül) Kasım. 2007