1 TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE KONAKLAMA MERKEZLERİ HAN VE KERVANSARAYLARIN GÜNÜMÜZDE İPEK YOLU TURİZM PROJESİNE DÖNÜŞÜMÜ GİRİŞ Anadolu ve Mezopotamya toprakları, tarih boyunca, günümüz turizminin temel taşlarından olan konaklama işletmeciliğinin ilk geliştiği ve en güzel örneklerinin verildiği yerler olmuştur. Araştırma konumuz olan İpek Yolu’nun 16. yüzyılda önemini yitirmesiyle birlikte bir gerileme yaşanmışsa da bu gerileme iletişim ve ulaşım imkânlarının hızla genişlemesi ile 1990’lardan itibaren “İpek Yolu Turizm Projesi” kapsamında, tarihi ipek yolu olarak adlandırılan güzergâhtaki turizm faaliyetleri, yerini yeniden gelişmeye bırakmıştır. Avrupa ve İngiltere’de konaklama hizmetleri görevini yürüten bu konaklama tesislerinde kalan kişi yada gurupların bugünkü turist tanımına cevap verecek nitelikte oldukları tartışılsa da, “turizm tarihi” içinde yer alan bu grupları ve münferit ziyaretçilerin nerelere ve hangi amaçla seyahat ettikleri konusuna kısaca değinirsek karşımıza çıkan fotoğraf şu özellikleri taşır: Turizm olayının başlangıcı; yazıyı, parayı ve tekerleği ilk bulan ve kullanan Sümerlere, yani M.Ö 4000 yıllarına kadar geriye götürülebilir. Fenikelilerin de büyük bir olasılıkla bugünkü anlamda ilk gezginler olduğu söylenebilir. Çoğunlukla ticaret amacıyla yola çıkan bu denizci insanlar çok ve çeşitli yerler dolaşmışlardır. İlk çağların en ilginç seyahatlerinden biri de Güneydoğu Asya’dan yola çıkan Polenezyalıların 10-15 metrelik küçük sandallarla 2000 milin üzerinde yol kat ederek Tahiti ve Hawaii adalarına ulaşmalarıdır. M.Ö. 3000 yıllarında piramitler ve tapınaklar nedeniyle Mısır’da gezginlerin ilgisini en yoğun bir biçimde çeken ülke idi. Eski Mısır’da ve Babil Krallığı’nda gezginler için yolların güvenlik altına alındığı, konaklama ve dinlenme amacıyla evlerin ve bahçelerin inşa edildiği bilinmektedir. Öte yandan, Nuh peygamberin dünyadaki ilk büyük seyahat organizatörü olduğu söylenebilir. Eski Yunan’da M.Ö. 700 yıllarında Olimpiyat Oyunlarının başlaması, dünya turizm tarihi içerisinde önemli bir olay olarak kabul edilir ve bugünkü sportif turizmin başlangıcı sayılır. İsa’nın doğumu çağlarında Japonya ve Çin’de seyahatlerin büyük bir zevk amacıyla ilk seyahatlerin Romalılar tarafından gerçekleştirildiği kabul edilir (Barutçugil,1989: 39-40). Ortaçağ’da da birtakım maceracı insanların seyahatleri görülmektedir. Ortaçağ’ın bilinen en ünlü gezgini olan Marco Polo, İran ve Afganistan’dan geçerek Pamir Yaylası’nı ve oradan da Gobi Çölü’nü aşarak, Kubilay Han’ın konuğu olarak Çin’de 20 yıl yaşamıştır. İlk çağlardan bugüne kadar gerçekleştirilen seyahat faaliyetleri kültürel, dinsel, ekonomik ve askeri amaçlarla gerçekleştirildiği için, turizm çerçevesi içerisine yerleştirmemek gereklidir. Çünkü turizmin bir çok bilimle yakından ilişkisi olmasına rağmen, günümüzde artık ekonomik bir olgu olduğu ortaya konmuştur. Kalkınmada önemli bir yere sahip olan ve her geçen gün dünya ekonomisinden daha büyük pay alarak büyüyen turizm endüstrisinin önemli bileşenlerinden birisi konaklama işletmeleridir. Konaklama işletmelerinin tarihsel geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanır. Oteller ‘han’lardan aldıkları bayrağı daha da yukarılara ulaştırmış, klasikleşmiş konaklama işletmeleridir. 2 Günümüzde, her işletmede olduğu gibi konaklama işletmelerinin kuruluş amacının kar olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla, konaklama işletmesi ticari bir işletmedir. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada konaklama hizmetti sunmuş olan “han ve kervansaray” olgusu günümüzün bu kar amacı gütmüş bir ticari işletmeler olmadığını; bu kurumların kavramı vermiş olduğu hizmetleri Kervansarayların fonksiyonları arasında; “askeri, iktisadi, güvenlik, sosyal dayanışma, din eğitimi; misafirhane, istihbarat, mimari, şehirleşme ....” sayılabilir. Bizim yapmış olduğumuz bu çalışmada konaklama hizmetti sunmuş olan “han ve kervansaray” olgusu ele alacağız. Yukarıdaki fonksiyonlarıyla Türklerin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu ve Maveraünnehir coğrafyasında bir "kervansaraylar medeniyeti" kurdukları söylenebilir. Han ve kervansaraylar, beldeler arası yolculuklar ve ticarî taşımacılığın hayvanların güçlerinden istifade edilerek yapıldığı dönemlerde ihtiyaca binaen ortaya çıkmış ve de büyük bir boşluğu doldurmuş olan sosyal hizmet binalarıdır. Yol boylarında ve şehir merkezlerinde yer alan bu tesisler o beldenin, ticarî hareketliliğini, devrinin mimarî özelliğini ve sosyal hayatını yansıtmak açısından önemlidirler. Zira bir beldede mevcut olan han ve kervansarayların sayısı o yerin nüfus oranı, iktisadî durumu ve halkın geçim seviyesini yansıtan en büyük kaynaklardır. Farsça kökenli olan “kârban; yolcunun konduğu ve gecelediği yer, kârbansaray; tüccarın oturduğu ve iş gördüğü yer” (Kadri, 1928: 591) anlamına gelirken, Farsça kökenli “kârbasaray” Türkçeye Kervansaray olarak geçmiştir. Daha çok şehirler arasındaki uzak mesafeler ve ıssız yerlerde yapılmış olan konaklama yerlerine kervansaray, meskûn yerlere yakın ve şehir içindeki aynı vazifeyi yapan binalara da han denilmektedir.” (Çetin, 1981:180.) Bir memleketten diğerine ticaret eşyası nakleden kafilelere kervan, gerek bu gibi ticaret kafileleri, gerekse bunlara iltihak eden ve yahut kendi başına seyahat eden yolcular ve posta tatarları, her günkü seyahatin akşamında hayvanlarını dinlendirmek, yemleyip sulamak ve ertesi günkü yola hazırlanmak üzere, menzillerde geceyi geçirmek mecburiyetindeydiler. Kervansaray inşa geleneği, Orta Asya’da doğmuş, İran’da gelişmiş ve Anadolu Selçukluları zamanında nihai şeklini alarak zirveye ulaşmıştır. (Kazıcı, 1999: 306.) Osmanlı devrinde ise, Anadolu siyasi birliği tamamlanmış, iç güvenlik daha düzenli bir hale getirilmiş, deniz yolları eskiye göre daha kullanılır olmuş, yeni ulaşım yolları bulunmuş, eski yolların bir kısmı giderek önemini yitirmiş dolayısıyla Osmanlı hanları Selçuklu hanlarına göre daha az sayıda yapılmış ve yapılanlar da daha çok şehirlerde toplanmıştır. Osmanlılar devrinde hanlar, kıtalar arası ticaret hizmetinden çok, imparatorluk ticaretine yarayacak (İlter, 1969: 9) şekilde düşünülmüştür. Tarihsel süreçte; konaklama hizmeti sunan kurumların varlığına ulaşılabilindiğine göre? Bu hizmeti alan seyyahlar( seyahat eden kişiler) de olmalıdır? Seyyahlık belki de insanlığın en eski eylemlerinden biri. Hiç abartmadan ilk seyyahların Adem ve Havva olduğunu bile söyleyebiliriz! Onların “yasak meyva”yı yedikten sonra Cennet’ten yeryüzüne gönderilmesi de galiba ilk seyahati oluşturmakta! İlkel toplumların yeni av alanları bulmak için bölgelerinin dışına çıkması da ilk seyahatları oluşturmakta. Ancak, yeni yöreleri/ülkeleri yönetim, tarih, coğrafya gibi yönleriyle tanımak için planlı bir şekilde yapılan seyahatler ise çok daha sonraki yıllarda ortaya çıkmıştır. W. Löschburg’un “Seyahatin Kültür Tarihi” isimli kitabında; Eski Yunan’dan bu yana seyahatin tarihi ana hatlarıyla anlatılmış. İnsanlık tarihinin birikimini aktaran ilk seyyahlar arasında M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan Halikarnaslı Herodot’u zikreder (Löschburg, 1998:10-15). Orta Çağ’da doğu ile batıyı birleştiren dünya ticareti iki yolla yapılmaktaydı. Bunlardan birincisi Baharat Yolu, diğeri İpek Yolu idi. Çin’den başlayarak bütün Asya’yı geçip Anadolu ve Akdeniz 3 aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yolu olan “İpek Yolu” adı ilk kez 1877 yılında Alman coğrafyacı Ferdinand von Richthofen tarafından kullanılmıştır (Günel, 2010:133). Dünya ticaretinin büyük bir kısmını üzerinde taşıyan İpek Yolu’nun geçtiği ülkeler döneminin en zengin ülkeleri idi. Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü durumunda olan Anadolu, coğrafi ve jeopolitik konumunun doğal bir sonucu olarak, tarihin ilk döneminden itibaren uluslararası ulaşımda önemli bir rol üstlenmiş, önemli ticaret yollarının geçtiği bir merkez konumunda olmuştur. Birçok kültür ve uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, Anadolu Selçuklularından önce zaman içinde gelişen tarihin en eski ticari yollarına sahipti. Bunlardan Hitit, Asur ticaret kolonilerinin yolları, Pers Kral Yolu, Roma Yolu ve Bizans yol ağı olarak bilinen askeri ve ticaret yolu (Tuncer, 2007:4-14) daha sonra İpek Yolu adını almıştır. Selçuklular devrinde Anadolu’da kurulan bu yol güzergâhları, Osmanlılar zamanında değişti ve sınırlarının genişlemesi netîcesi, Anadolu’da ticâret ileri derecede önemini kaybetti. Bunun üzerine, bu yollar da nisbeten ıssızlaştı. Meselâ Osmanlı Devleti’ne başşehir olan İstanbul’u Suriye ve Irak’a bağlayan yol, Konya-Adana istikâmetini tâkib ettiği için, Antalya’dan Sivas’a veya Elbistan’dan Kayseri ve Sivas’a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tâli yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine, Osmanlılar da kervansaray yapımına devam ettiler. Hac farizasını îfâ etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere, İstanbul’u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlayan yol üzerinde kervansaraylar kurdular. Osmanlı kervansarayları her yerde mahallî şartlara uygun ve aynı zamanda çok sanatlı inşa edilmiş mükemmel mimari eserler oldu. Bu çalışma Bakanlığın "turizmi çeşitlendirme" konusunda "Tarihi İpek Yolu " kapsamıyla hayata geçirmek istediği projeyi, geçmişten günümüze tarihsel bağ kurarak bütünleştirmeyi amaçlamaktadır. Turizm Olgusu İçinde Turist ve Konaklama İşletmeleri Kavramları İkinci Dünya Savaşının sonrasında önceleri on milyonlarca, günümüzde ise milyonlarca insan günlük hayatlarını devam ettirdikleri yerlerden geçici süreler için başka yerlere seyahat etmektedir. Söz konusu yer değiştirme sürecinde bireyler ulaştırma olanaklarından ve gidilen bölgelerdeki konaklama, yeme-içme ve eğlence olanaklarından yararlanmaktadırlar. Uzmanlar tarafından turizm olayının 20. yüzyıla özgü bir olay olarak ileri sürülmesine karşılık, gerçekte yer değiştirme işlevi insanlık tarihi kadar eskidir. Turizm, tarihsel bir geçmişe sahip, işletmecilik ve sosyal boyutları bakımından belirli bir birikimi olan, milyonlarca değişim olayının yer aldığı ve milyonlarca insanın kendilerini sürekli bir parçası olarak hissettikleri sosyo-ekonomik bir olay ya da faaliyet olarak kabul edilmektedir. Günümüzde, iş hayatında haftalık çalışma süresinin 35-40 saate kadar düşürülmesi, artan eğitim ve refah seviyesi, dinlenme bilinci, gelişen teknolojinin getirdiği kolaylıklar turizm faaliyetlerine katılan kişi sayısını artırmaktadır. Daha fazla boş zamana ve ekonomik olanağa sahip olan birey daha fazla tatile çıkma, eğlenme ve dinleme faaliyetlerine katılma yönünde istek göstermektedir. 4 İnsanoğlu yüzyıllardan beri kendi fiziksel gücünün yanı sıra değişik araçlardan yararlanarak göçleri, savaşları ve ziyaretlerini seyahatlerle gerçekleştirmiş, geçmişte yani ilkel taşıma araçlarının kullanıldığı dönemlerde seyahatleri sırasında kervansaraylar, hanlar yaparak dinlenme mekanları yaratmış ve günümüz otel işletmeciliğini başlamasına yardımcı olmuştur. Etimolojik olarakTurizm sözcüğü, Latince “tornus” kelimesinden türetilmiştir. “Tour” sözcüğü de bu kelimeden üretilmiş olup, Yunanca’da bir daireyi anlatan araç anlamına gelmektedir. Fransızca’da bu kelimenin anlamı dönmektir. Milletler arası Webster sözlüğüne göre “tur” ; “ilk başlanılan yere dönülen; iş, zevk, eğitim için gezilen ve bu geziler sırasında çeşitli yerlerin ziyaret edilmesinden ve planlı bir seyahat programından meydana gelmiş yolculuk” anlamına gelmektedir (Dinçer, 1993:5). Ancak günümüzde ulaşım ve iletişim alanında yaşanan gelişmelere bağlı olarak turizm kavramı; kişilerin asıl yaşadığı yerin dışında başka bir yere çalışmak ve sürekli yerleşmek dışında çok farklı amaçlarla yaptıkları seyahatler olarak tanımlanmaktadır. Turizm önemli bir kitlesel harekettir ve sonuçları itibariyle, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel getirileri olan, ancak iyi yönetilmese bazı maliyetleri olan bir sektördür. Bunun yanında, turizmin insana özgü ve sosyal bir olay olma özelliği de bulunmaktadır. Turizm olayının Tanımlanmasında gerekli bir diğer unsur, “konaklama”dır. W. Hunziker ve K. Krapf, yer değiştirme davranışında bulunması gereken temel özellikler ve konaklama unsurunu gibi bu iki temel özelliği göz önünde tutarak, turizm olgusunu şöyle tanımlamışlardır; sürekli kalışa dönüşmemek ve gelir sağlayıcı hiçbir uğraşıda bulunmamak koşulu ile yabancıların geçici süre kalışlarından doğan olay ve ilişkilerin tümü olarak tanımlamaktadır. Dünya Turizm Örgütü (WTO) Turizmi; “para kazanma amacı olmaksızın kişilerin bir yılı aşmamak koşuluyla belli bir dönem için boş zamanlarını değerlendirmek, eğlenmek, dinlenmek, kültürel ya da sağlık gibi nedenlerden dolayı yaşadıkları yerlerin dışına seyahatleri” olarak tanımlanmıştır. Avustralyalı ekonomist Herman Von Schullar, XX.yüzyılın başlarında 1910 yılında turizmin sadece ekonomik yönü üzerinde durmuş ve turizmi “ başka bir ülke , şehir veya bölgeden yabancıları gelmesi ve geçici süre kalmaları ile ortaya çıkan hareketin ekonomik yönünü ilgilendiren faaliyetlerin tümü” olarak nitelendirmiştir (Küçükaltan, 1999:4). XX.yüzyılın sonlarında WTO kurucularından olan Arthur Haulot’a göre ise “ günümüzün sosyal yaşam şekillerinden biridir” şeklindeki bir anlayış içinde tanımlamıştır. Bu iki tanınm yaklaşık yüz yıllık bir süreç içinde turizmin ekonomik boyutu kadar, sosyal boyutunu da ön plana çıkarmaktadır (Lanquar,1991:9.). Yapılan tanımlar çerçevesinde, yapılan seyahatlerin turizm boyutu taşıyabilmesi için; - Kişinin sürekli ikamet ettiği yerin dışına seyahat etmesi, - Kişinin seyahatinin ticari ve politik bir amaç taşımaması, - Seyahat edilen yerde 24 saat kalınması, yani en az bir gece konaklanmanın gerçekleşmesi, - Seyahat edilen yerdeki turizm işletmeleri tarafından üretilen mal ve hizmetlerin talep edilmesi ve tüketilmesi, - Seyahatin zevk, spor, sağlık, dinlenme, kültürel amaçlar taşıması gerekmektedir. İnsanların sürekli olarak yaşadıkları yerler dışında yaptıkları seyahatlerde ihtiyaç duydukları geçici konaklama ihtiyacı, konaklama işletmelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Konaklama işletmeleri Turizm Yatırım ve İşletmeleri Nitelikleri Yönetmeliği’nde şöyle tanımlanmaktadır: “Asıl fonksiyonları geceleme ihtiyacını karşılamak olan, bunun yanında 5 yeme-içme, eğlence ihtiyaçları içinde yardımcı ve tamamlayıcı birimleri bünyelerinde bulundurulan tesislerdir” (Azaltun ve Kaya, 2010: 1,2). Konaklama işletmeleri; insanların geçici süreyle bulundukları yerlerde konaklama, yeme-içme, temizlik gibi doğal ihtiyaçlarının yanında kısmen eğlence ve diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayan işletmelerdir. Turizmi içine alan bilimsel bir tanımla; birinci derecedeki turizm işletmeleri arasında ilk sırayı alan, turistik mal ve hizmetlerin üretimini sağlayan, varlıkları turizm olayına bağlı olarak ortaya çıkan ve şekillenip çeşitlenen işletmelere, konaklama işletmeleri denir (Komisyon, Genel Turizm, MEB, 2006: 3). Bu tanımdan hareketle, konaklama işletmelerini daha iyi anlayabilmek için şu tespitler yapılabilir: Konaklama işletmesi öncelikle seyahat eden insanların geceleme ihtiyacını giderir, turizm olgusunda gecelemenin vazgeçilmez olması nedeniyle konaklama işletmesi turizm işletmeleri arasında en önde gelenidir. Konaklama işletmesi, insanların fizyolojik ihtiyaçları olan geçici geceleme ve yeme-içme dışında eğlence, spor gibi sosyal ihtiyaçlarını da giderdiği işletmelerdir. İlk çağlarda ve özellikle ortaçağda Anadolu’da seyahat eden insanların, barınma ve diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayan hanlar ve kervansaraylar, ilkçağların dini nitelikli turizm anlayışına cevap veren kurumlardır. Geleneksel konaklama işletmelerinin tarihsel gelişimi bakımından eski çağlarda; seyahat eden insanların konaklama gereksinimleri karşılayan hanlar özellikle ortaçağ döneminde ücretli konaklama düşüncesiyle gelişen İngiliz hanları Avrupa otelciliğinin öncüsü durumuna gelmiş ve 1760 yılında otel terimi kullanılmaya başlanmıştır. Halbuki, tamamlayıcı konaklama işletmeleri grubuna soktuğumuz motel, pansiyon ve diğer işletmeler 1890’larda demiryolu taşımacılığının ve buhar gücü ile çalışan gemilerin devreye girmesi ve 1920’li yıllarda otomobil çağının başlaması ile gelişen turizm olayı ve yarattığı gereksinimlerin karşılanması ile ortaya çıkan işletmeler olmuştur (Aktaş, 2002: 23). Anadolu’daki hanların ve kervansarayların gelişiminde geleneksel Avrupa ve İngiltere’deki bu gelişimin dışında fonksiyonel olarak daha farklı zenginlikleri bünyesinde barındırdığı gibi verilen hizmetlerde “ücret” tahsili konusunda elimizde bir bilgi yoktur. Çünkü bu hanlar ve kervansaraylar vakfiye olarak düzenlenmiş bu mekanların hizmetlerindeki maliyet vakfiyenin gelirlerinden karşılanmaktaydı. Dünya’da Turizmin Tarihsel Gelişimi İçinde Konaklama Hizmeti Sunan Kurumlar Olarak Han, Kervansaraylardan Günümüz Konaklama Tesislerine Uzanan Yolculuk Konaklama endüstrisinin mazisi birkaç bin yıl önceye kadar gider. Çünkü, insanlar tarihin her devrinde değişik amaçlarla seyahat ettiklerine ve seyahatleri boyunca konaklama ihtiyacı duyduklarına göre, bir ihtiyaca cevap verebilecek basit veya gelişmiş bir konaklama tesisi aramışlardır. Bununla beraber, en basit şekilde konaklama endüstrisi ancak, paranın kullanılmaya başlamasından sonra doğmuştur denilebilir. İnsanların bulundukları yerin dışındaki seyahatlerinin yayılma alanı genişledikçe geçici konaklama yeri bulmak ihtiyacı doğmuştur, böylece ilk hanlar teşekkül etmeye başlamıştır (Olalı ve Korzay, 1989: 7-8). 6 İnsanlar tarihin her devrinde değişik amaçlarla seyahat etmişler ve bu seyahatleri sırasında konaklayacak tesislere ihtiyaç duymuşlardır. Mezopotamya’da ve Anadolu’da otel işletmelerinin tarihi yüzlerce yıl öncesine dayanır. Hammurabi kanunlarında ticari konaklama tesislerine ilişkin düzenlemeler bulunduğunu belirten O’Gorman’a göre otelcilik faaliyetleri, en geç M.Ö 1800 yılında Mezopotamya’da başlamıştır (O’Gorman, 2009: 777-790). Yabancılara içki, kadın ve kalacak yer verilen bu otellerde ikram edilen içkiler arasında hurma şarabı ve bira bulunmaktaydı ve bunları sulandırarak hileli şekilde satmak ağır şekilde cezalandırılıyordu (Driver ve Miles,1952:64-75.) Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu kitabeler üzerinde yaptıkları incelemede, söz konusu kanunlarda sulandırarak içki satanlar için boğularak ölüm cezasının, otele gelen suçluları rapor etmeyen otel sahiplerine ise ölüm cezasının verileceğinin ifade edildiğini tespit etmişlerdir (Butler ve Russell, 2010: 4-5). İlk çağlarda şekillenen hanlar, insanların seyahat etme ihtiyaçlarından doğmuştur. Bu konuda en eski bilgilere Eski Yunan, Eski Roma yazılı belgelerinde ve İncil’de rastlanabilir. Han, taverna ve daha sonra otel olarak isimlendirilen konaklama işletmeleri ticaret, seyahat ve endüstrinin gelişimine paralel olarak gelişme göstermiştir. Bu hanların fonksiyonel özellikleri incelendiğinde; yolcuların ve hayvanlarının yeme-içme ve barınma gereksinimlerini karşıladığını görmekteyiz.. Günümüz otellerinin öncüsü olan bu hanlar, sahibinin ailesiyle oturduğu kendi evi durumundaydı. Misafirler, dinlemek ve temel yiyecek gereksinimlerini karşılamak için buralarda konaklıyor ve hiç tanımadıkları diğer yolcularla (seyyah) aynı odayı paylaşıyorlardı (Aktaş, 2002:27). Roma imparatorluğu döneminde yaklaşık M.Ö. 200- M.S 500) öğrenciler, sanatçılar ve tüccarlar için taverna ve hanlar yapıldığı bunların bazılarında yolcuların konaklayacağı odaların bulunduğu ve ahırların olmadığı, bazılarında ise tam tersine sadece ahırların bulunduğu görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde ise, seyahat edenlere konaklama, yiyecek-içecek imkanlarının sağladığı ve Romalı rahiplerinin yönelttiği “ Roma Hospice” ler gelişmiştir (Şener, 2010:6). Ortaçağ döneminde İngiltere’de seyahatlerin artmasıyla İngiliz hancılığı gelişme gösterdi ve Avrupa hanlarının aksine aristokratlar yerine sıradan seyyahlara hizmet verebilecek halde geldiler (Aktaş, 2002: 27). Bu dönemde, Hıristiyanların yolcuları ağırlamalarını düzenleyen bazı yazılar çıkarılmıştır. Bunların en çarpıcısı, yolcunun aynı yerde 3 günden fazla kalmaması şartıyla ücretsiz yemek yemelerini gösterebiliriz. Ancak, ağırlama olayı bu şekilde 1282 yılına kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere ve Fransa’nın ileri gelenleri toplanarak bunun bir ticaret haline getirilmesine karar vermişlerdir. Daha sonrada hanlara lisans vererek, şarap satılmasına izin verilmiştir. Lisanslarını ise içinde bulundukları toprağın sahibi Lord veya Şövalyeler veriyordu. Avrupa’da ki bu gelişmeler, 1700 yıllarının sonlarına doğru otel işletmelerinin başlangıcı olarak görülmektedir. 1750 ve 1790 yılları arasında İngiltere’de ticaretin ve seyahatin itici gücü olan sanayi devriminin başlamasıyla ev ekonomisi devrinden çıkılarak büyük ölçekli imalat ekonomisine geçilmiştir. Böylece ticaretle birlikte hancılık ve özellikle de Avrupa’da ilk otel terimi kullanılmıştır. “Hotel de Henry N” 1788’de Nontes’de o zaman için çok yüksek olan bir maliyetle (17.500 sterlin) inşa edilen, 60 yataklı Avrupa’nın en iyi otelidir. (Şener, 2010:7) Tarih içinde pek çok olayda yaşandığı gibi, olaylar ile sonuçları arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Turizm olayı da Endüstri Devrimi ile yaşanmaya başlayan gelişmelerle çok yakın bir ilişki içindedir. Tarihte bilinen ilk paket turun 1841 yılında Thomas Cook tarafından gerçekleştirilmiştir. 1865’te yine aynı kişi tarafından ilk tur organizatörlüğü ortaya çıkçıkmış; 7 izleyen yıllarda Amerika’da “American Express Company” (1848) ve 1896 yılında “Wagons Lift” isimli firmalar turizme dönük olarak çalışmalarına başlamıştır. Sonuç olarak, Endüstri Devrimi, çağdaş turizmin doğması ve gelişmesi için gerekli altyapıyı hazırlamış ve zaman içerisinde turizm hareketlerini hızlandıran önemli bir etken olmuştur. Anadolu’da Tespit Edilmiş Olan Seyyahların Yol Güzergâhları Anadolu topraklarında ise bu seyahatlerin seyir rotaları “Tarihi vesikalara göre elimizde tam bir tarifi bulunan en eski milletlerarası yol Anadolu’nun garbında (batı) başlayıp, Efes’te sahile inen ve bir kola ayrıldıktan sonra Anadolu’nun tam ortasından geçerek Antitoros ve Toros dağlarını aşar. Bu yol doğuya doğru Kudüs’ü, Mezopotamya’yı geçip, Dicle’nin öte taraflarındaki yamaçları takip ederek cenubi (güney) garbiye (batı) kıvrılır ve Babil’den 225 mil mesafedeki Şuşa’da nihayet bulur. M.Ö. 71 tarihinde Persler Anadolu’yu istila ettikleri zaman bu yolun üzerinde muayyen mesafelerde konaklar vücuda getirmek suretiyle bu yolu imparatorluğun posta yolu yaptılar. Grekler de bu yola Kral Yolu derlerdi. Daha o zamanlarda bile kervanların bu yolu yüzlerce, hatta binlerce seneden beri kullanmış olduklarını kabul etmemiz doğru olur. Çok eski zamanlarda bu yol belki de şiddetli iklim değişiklikleri dolayısıyla yiyecek bulmak için bir yerden diğer bir diyara göçen insan ve hayvanların arkalarında bıraktıkları izlerden meydana gelmişti. Bir kaç tabiî kola ayrılan bu yol, zamanla muhim bir ticaret, münakale ve harp vasıtası olmuştur.” (“Kral Yolu”, Geçit Review Dergisi, sayı: 8-9 Eylül-Ekim, 1945, s.64-65) Kral Yolu’ndan ilk defa bahseden Herodot’tur. M.Ö.1200 senesinden sonra Etiler (Hititler) Anadolu’da hâkimiyeti ele aldılar ve Ankara’dan takriben 100 mil mesafede bulunan ve bugün Boğazköy adını taşıyan yerde kâin Hattuşaş şehrinde hükûmet merkezlerini kurdular. Bu devirde Hattuşaş’dan garba doğru uzanan Kızılırmak’ı geçtikten sonra Sart’a gidiyor ve diğer bir yol da Hattuşaş’ın 100 mil cenubi garbisinde ve Kayseri’den bir kaç mil mesafe ötede Kaneş (Karahöyük)’e ulaşıyordu. Bu yol Kral Yolu’nun garb (batı)kısmını teşkil eder. Bu güzergahın doğu kısmı Orta Asya, Hindistan ve Çin’e kadar giderdi. Romalılar zamanında bu yol üzerinde M.Ö. III. yüzyılda İskender ve onun komutanları, I. yüzyıldan itibaren ise bu ticaret yolu üzerinde Romalılar İpek İthalatı yaparlardı. XI. yüzyıla kadar Bizans ve daha sonra ise Türkler bu ticaret yolları üzerinde önce Selçuklular, sonra Osmanlılar döneminde bu ticaret yollarına hakim oldular. Bu ticareti canlı olduğu 16.yy. ilk çeyreğine kadar hanlar ve kervansaraylar gerek yapım olarak gerekse verdiği hizmetler açısından en üst düzeyde faaliyetlerini sürdürmüştü. Karl Müller’in Kervansaraylar hakkında yazmış olduğu eserdeki görüşlerine göre; “Hanlar veya kervansaraylar şark memleketlerinin ticari ve münakalat kültürleri kadar eski müesseselerdir. Herodot dahi Sart-Şuşa ana yolları üzerinde mola yerleri ve sığınaklardan bahseder. Bunlar takriben 30-40 kilometre mesafede tertiplenmişlerdir. Onun aktardığına göre bu müesseseler, bazı mevkilerde şakilerin baskılarına karşı kuvvetli bir şekilde tahkim edilmiş ve muhafız kuvvetleri ile de takviye olunmuşlardı. Yine bunlar posta işinin düzenini temin için birer üs vazifesini de görüyorlardı. Herodot, Suriye’deki yollar üzerinde de Keyhüsrev tarafından tesis edilen aynı şekillerde binalara rastlamıştır. Romalılar devrinde ve Roma hâkimiyeti altındaki bölgelerde yollar boyunca 75 km mesafede tertiplenmiş “Mansiones Veredariorum” adı verilen tesisler vardı. Seyyahlar buralarda ikamet ederler, posta hizmetinin değiştirme hayvanları da buralarda hazır bulundururlardı. 8 Bunlar ilk zamanlarda resmi devlet binaları hâlinde olup bilhassa Roma İmparatorluğu idarecilerinin emniyetli bir tarzda dolaşmalarını sağlarlar ve bununla beraber Julia kanunlarına göre buralardan ücret alınmazdı. Diğer seyyahlara da para mukabilinde buralarda yer gösterilirdi. Kervansaraylar yalnız Akdeniz bölgeleri ile Avrupa’nın doğu memleketlerinde değil, Moğol bölgelerinde de vardı ki bunları da Çin’den almışlardır. C. D’ohsson, Moğollar Tarihi cilt I, s.6’da Cengiz Han’ın, Çinlileri örnek alarak ana yollar üzerinde posta istasyonları kurdurduğundan ve bu surette memurların, postaların ve elçilerin seyahatlerinin kolaylaştırdığından bahsedilmektedir. Çin’de bu gibi yerlere hâlâ Tchan denilmektedir. Türkler Anadolu’yu ele geçirince bu hususta yeni bir şey meydana getirmek ihtiyacı karşısında kalmamışlardır, yalnız daha evvelki düşünceleri devam ettirmişlerdir. Türkler emniyetli barınakların mevcudiyetine ve bunlar sayesinde güvenilir ticari itibarlarının sağlanmasının büyük önemini kavramak hususunda dirayet göstermişler ve yalnız mevcutları muhafaza ile yetinmeyerek, her tarafta yeni yeni müesseseler vücüda getirmişlerdir. Bilhassa en muhteşem kervansaraylar Selçuklular tarafından vücuda getirilmiştir ki bunlar içinde en güzeli I. Keykubad’ın (1219-1236) inşa ettirdiğidir. Bu sultan ilim ve fenne çok âlâka gösterdiğinden, Moğollardan kaçan İranlı âlimleri ve sanatkârları himayesine almıştır. Bütün nüfuzunu kullanan bir hükümdar olarak şâkîlerin harekatına son vermek maksadı ile yurt içinde muhkem mevkiler yaptırmıştır ki buralarda kıtalar bulundurur ve yolcular da iskân ettirilirdi. Bu suretle ticaretin gelişim sağlandığı gibi limanlarla irtibat sayesinde ticaret daha bir canlık kazanarak, hükûmet merkezi olan Konya’daki muhtelif hanlardan ve memleket içindeki diğer hanlardan başka meşhur Sultan Han’da onun zamanında inşa edilmiştir. Anadolu Selçukluları, Anadolu’yu yurt edinmesi sonrasında devletin gelişmesi ve kalkınması amacıyla ülkenin dört bir yanında imar faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu faaliyetler doğrultusunda, ekonomik alanda ticareti canlandırmak ve devamlılığını sağlamak için ticaret yolları üzerinde kervansaraylar inşa ettirmişlerdir. Anadolu Selçuklularının, ekonomi alanındaki bu anlayışı, diğer ülkelerle olan ticari ilişkileri yanında siyasal ve kültürel ilişkilerinin de gelişmesine yol açmıştır. Anadolu’da bu gelişmeleri kısaca özetlersek, sonuç olarak ; Anadolu’da çok erken dönemlerde başlayan otelcilik faaliyetleri Antik Yunan’da, Roma’da, Bizans’ta devam ederek onlardan Selçuklu ve Osmanlılara geçmiştir. Orta Asya’dan getirdikleri “Moyanlık” kültürü (Göksel, 1985: 50) ile İran ve Anadolu’nun binlerce yıllık konaklama kültürlerini harmanlayan Selçuklular, konaklama işletmeciliğinin en güzel örneklerini vermişler, Anadolu’yu baştanbaşa kervansaray ve hanlarla donatmışlardır. Böylece Orta Asya’da doğan kervansaray inşa ve işletme geleneği, İran’da gelişmiş ve Anadolu Selçukluları zamanında nihai şeklini alarak zirveye ulaşmıştır (Kazıcı, 1999: 306). Romalı ve Bizanslılardan kalan köprü, yol ve konaklama tesislerini daha da geliştiren Selçuklular, Anadolu coğrafyasının Türk-İslâm kolonizasyon sürecini hızlandırmak, fetih ve savaşlarla geçen dönemde harap olan kırsal ve kentsel yerleşmeleri yeniden iskâna açmak ve fetihler döneminde duran milletlerarası transit ticaret yollarını yeniden faaliyete geçirebilmek için bir yandan sistemli bir yerleşim politikası izlemişler diğer yandan da ticaret yolları üzerinde hanlar ve kervansaraylar inşa etmişlerdir (Koca, 1996:465 -484), (Köymen, 1986:614-620), (Cahen 2001: 132–143). Anadolu ve Avrupa dışındaki gelişmelerde Amerika’da ise ilk hanlar XI. ve XIII. yüzyıllar arasında, İngiltere’dekine benzer şekilde inşa edildi. Amerika’da ilk otel 1794 yılında New York’ta “City Hotel” olarak inşa edildi. Bu otel aslında 73 odası ile hanların kapasite olarak büyütülmesinden ibaretti. Gerçek anlamda günümüz otelciliğinin başlangıcını temsil eden ve 9 1829 yılında Boston’ da inşa edilen “Tremont House” oteli olmuştur. Bu otelde, tek ve iki kişilik oda, kilitlenen kapılar, odalarda su tasları ve sürahiler, sabun, yolcuların eşyalarını taşıyan personel ve oda-resepsiyon arasında haberleşme gibi özellikler bulunuyordu. Ancak, bu otelde devamlı akan su, ısıtma ve özel banyo gibi olanaklar yoktu ve yirminci yılında demode olarak modernleştirme amacıyla kapatıldı. Amerika’nın ekonomik yapısındaki süratli değişiklik karşısında Elsworth M. Statler otel endüstrisini dikkatli bir biçimde inceleyerek o zamana kadar işitilmemiş yenilikleri bulunduran oteli 1908 yılında Buffalo şehrinde “Buffalo Statler” otelini hizmete soktu. Statler, otelcilik sektörüne otel zinciri kavramını sokan kişi olma özelliğini de taşımaktadır. İkinci dünya savaşı yıllarında otelcilik sektörünü en verimli yıllarını yaşadı ve özellikle 1900 ve 1960 yılları arasında çeşitli gereksinimlere cevap veren ticari otel, ikametgah otel, lüks otel ve tatil otel gibi türleri ortaya çıktı (Aktaş, 2002:28). Ülkemizde ise, modern anlamda ilk otel olan 'Pera Palas Oteli 120' odalı ve 200 yataklıdır. “Pera Palas Otel”nin 1872 yılında İstanbul’da işletmeye açılmasının ardında Orient Express’in İstanbul’a kadar süren seferlerine başlaması İstanbul’da otel ihtiyacını doğmuş olmasından kaynaklanmıştır. Birçok ünlü Türk ve yabancı misafiri ağırlayan klasik bir mimari yapıya sahiptir. Bu otel 1974’ten bu yana İstanbul Otelcilik ve Turizm Ticaret A.Ş tarafından işletilmektedir. Pera Palas Oteli ile 1914 yılında yapılan Tokatlayan Oteli Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun o dönem içinde en lüks otelleri olarak görülmektedir (Şener, 2010:10). Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemlerde ağır ağır gelişmeye başlayan yerli ticaret burjuvazisinin konaklama gereksiniminin karşılanması amacıyla İstanbul’da Park Oteli’nin 1931 yılında hizmete girdiği görülmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’de Hilton Oteli’nin de 1955 yılında kurulmasının ardından da yurtdışı ilişkilerinin yoğunlaşması dolayısıyla ülkeye gelen yabancıların konaklama gereksinimlerinin karşılanması amacı yatmaktadır. Hilton’un zincirine Türkiye’de bir otel katılmasının Türk otelciliği açısından önemli sonuçları olmuştur. Öncelikle belirtilmelidir ki Hilton, daha sonra başka otel işletmelerinde yöneticilik yapacak, nitelikli personel yetiştiren bir okul olmuştur. 1980’li yıllara kadar geçen sürede bir takım münferit otel yatırımlarının gerçekleştiği görülse de, Türkiye’de otelciliğin gerçek anlamda gelişmeye başladığı dönem, 1983 yılı sonrasına rastlamaktadır. Günümüzde, sadece modern ve Günümüzde, sadece modern ve büyük otel işletmeleri değil, konaklama işletmelerinin diğer türleri de çok gelişmiş olup, yüksek standartlarda hizmet sunmaktadır. Hatta, bu işletmeler turizm sektörünün dışında faaliyet gösteren işletmelerle müşterek çabalar içerisinde bulunmak suretiyle daha da güçlenerek Pazar paylarını arttırma yoluna gitmektedirler (Şener, 2010:8). TÜRKLERDE ORTA ASYADAN ANADOLUYA UZANAN SÜREÇTE KONAKLAMA (RİBATLAR- HANLAR- KERVANSARAYLAR) Türklerde en eski ulaşabildiğimiz belgeler “han ve kervansarayları” konaklama hizmeti veren kurumlar olarak ortaya koyar. “Türk Tarihi ve Kültürü” konusunda önemli eserler arasında yer alan Orhun Kitabelerinde Orhun Kitabeleri’nde (6.yy) “Moyanlık” denilen konaklama yerlerinden bahsedilmektedir. Moyanlık aslında Türklerin “hayır ve yardım yurdu" olarak kurdukları bir konaklama, geceleme tesisleridir (Göksel, 1985: 50). Moyanlık ile bugünkü “Otel” olarak adlandırılan konaklama işletmelerinin kaynaklar açısından ulaşabildiğimiz en eski konaklama kurumunu oluşturur. Anadolu Coğrafyasında Selçuklular döneminde ticaret yolları 10 üzerinde bu kez bu işlevi yerine getiren kurumlar hanlar ve kervansaraylar olarak karşımıza çıkar. Araştırmacılara göre Garb (batı) İslam dünyasında son cihad sahası olan Endülüs'de, hudud boylarında Ribatlar tesis edilmiş olduğu tahmin edilebilir. İlk kervansaray 1019 – 1020 yıllarında Rıbat-ı Mahi adıyla Gazneli Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’nun Kervansaray ananesinin (geleneğinin) ise; yakın şarkta (doğu)inkişafı Selçukluların ve ondan doğan Türk Devletlerinin eseridir. Fakat bu husustaki faaliyetlerin en çok inkişaf ettiği saha Selçuk Türkiye'sidir… şeklinde görüşleri vardır. "Karatay Kervansarayı Selçuk orduların doğu ve balı hareketlerinde konakladığı bir yer olduğu gibi Memluklar Sultanı Baybars'da Anadolu'ya gelirken ordusu ile burada misafir olmuştur. Moğol kumandam Baycu'nun Eyyuphisar civannda bulunan Kılıçarslan ribatın'da (yanında) kışladığı Kongurta)"ın aynı havalideki Pervane Ribatı etrafında karargah kurduğu hakkındaki kayıtlar kervansarayların ordunun emniyeti ve ihtiyaçlarını sağlaması bakımından gördükleri hizmetle ilgilidir. Kervansarayların bu klasik konaklama anlayışı dışında askeri amaçlarla da, seferler sırasında konaklama faaliyetleri gördüğünü Özellikle sınır boylarına yakın kervansaraylar savaş zamanlarında eski sınır bölgelerinde kurulmuş olan ribatların vazifesini üstendiğini tarihsel belgelerle ortaya koyar. (Turan, 1964:491.) Türk-İslam dünyası kervansarayları askeri bakımından haiz oldukları ehemmiyetin dışında, çok önemli bir ticari işleve de sahiptirler. O da; zengin ticari emtia nakleden kervanlara hudut civarların da düşman saldırıları, göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamaktır. Bundan dolayıdır ki, bu kervansaraylar müstahkem surlarla çevrilmiş ve bu surlar üzerinde kule ve burçlar inşa edilmiş, kapılan demirden yapılmış ve bu suretle her türlü tehlikelere karşı koyabilecek bir müdafaa tertibatıyla teçhiz edilmişlerdir. Özünü yardımlaşma ve insanlık duygusundan alan, vakıf sistemi sayesinde günümüze kadar oluşan kervansaraylar, yollar üzerinde kurulan ve kamu yararına çalışan ticaret yapılarıdır. Kervansaraylar genellikle yaya yürüyüşü ile 8-10 saatlik (35–40 kilometrelik) uzaklıklarda kurulurlardı. Selçuklular döneminde; II.Kılıçaslan, Gıyaseddin, Keyhusrev, İzzeddin Keykavus ve Alaeddin Keykubad gibi bu devrin büyük ve geniş görüşlü sultanları, bu umumi şartların İktisadi ve ticari faaliyetleri artırmak için çeşitli vasıtalara, bir çok koruyucu ve teşvik edici tedbirlere başvurduklarını görüyoruz. Onlar fetihlerini, ticaret yollarını emniyet altında bulundurmak, iktisadi gayeleri ilk plana almak suretiyle yapmış ve ona göre ayarlamışlardır. Sultanlara ait ilk kervansaray, Aksaray civarında “Sultan Hanı” olarak inşa ettirmiştir (plan:1) Bu hadise bu sultanın Aksaray şehrini kurarak burada büyük binalar, saraylar, medreseler inşa ettirmesi oraya Azerbaycan ve Orta Asya’dan Müslüman halkı, gaziler, alimler, tüccarlar getirterek yerleştirmesiyle alakalıdır". Bundan sonra ayni sebepler dolayısıyla kervansaray inşası süratle ilerler ve bu dönemin diğer önemli yapısı olarak XIII. Asrın ikinci yansına kadar devam eder. (Turan, 1964;476-477.) ve (Merçil, 1985;175-181.) Yapılan son araştırmalara göre XI. yüzyıldan sonra Anadolu Selçuklu Dönemi ve Beylikler döneminde, Anadolu’da iki yüz yetmiş civarında kervansaray yapıldığı ortaya çıkmıştır. Yolların Anadolu’da bu kadar yayılmasının nedeni, yolların güvenliği, merkezi otoritenin kuvvetliliği ve zamanın sultanlarını da misafir edebilecek hizmeti veren kervansaraylarının bulunmasıydı (Günel, 2010:140.) 11 PLAN:1- SULTAN HAN Bugün İpek Yolu Projesinde değerlendirilen Sultan Han planı incelendiğinde; kulelerle desteklenen kalın duvarlar, yapıya bir kale görünümü vermektedir. Hanın giriş kapısından iki yönden revakla çevrili bir avluya girilir Sağdaki revaklı bölüm arabalar ve hayvanlar içindir. Sol tarafta ise odalar ve bir hamam vardır. Giriş kapısının iki yanında bekçi ve yönetici odaları görülmektedir. Yapının Güney kısmında ise yolcuların konakladığı ve eşyalarının konulduğu büyük bir salon vardır. Salona sivri kemerli bir kapıdan girilir. Sütunlarla üç bölüme ayrılan salonun üzerinde aydınlatma fenerli bir kubbe vardır. Sultan Hanın avlusunun ortasında kemerlerle yükseltilmiş bir köşk mescit bulunmaktadır. (Resim:1) Resim:1: Köşk Mescit Restorasyon sonrası dekoratif taş işlemeler 12 RESİM:2 SULTAN HAN (AKSARAY) RESTORE EDİLMİŞ HALİ Selçuklu döneminin diğer önemli yapısı ise; Antalya yakınlarındaki Evdir Han’dır. (plan2) Plan:2- Evdir Hanı İpek Yolu Projesi kapsamında yer alan diğer yapı Evindir Han; Antalya - Isparta yolu üzerinde I. İzzeddin Keykâvus tarafından yaptırılmıştır. Plan olarak incelendiğinde Yazlık olarak yapılmış bir kervansaray olduğunu, sivri kemerli taç kapısını görebiliriz.. Planda görüldüğü gibi kapıdan hole, oradan da avluya geçilir. Avlunun etrafında sivri kemerli revaklar vardır. Revakların arkasında çeşitli gereksinimleri karşılayacak odalar bulunur. 13 RESİM-3: EVİNDİR HAN BUGÜNKÜ HALİ (GİRİŞ KAPISI) II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında hükümdarın zayıf bir şahsiyet olmasına rağmen ticari zaruretler ve iktisadi gelişmeler dolayısıyla, babası Keykubad, zamanındaki gibi kervansaray yapma geleneği bütün hızıyla devam etmiştir. Anadolu'da bu büyük kervansayların hepsinin XIII. yüzyıla ait olması bu devrin iktisadi ve ticari vaziyetinin ne kadar ehemmiyet arz ettiğini ortaya koyması açısından önemlidir. (Kafesoğlu, 1966:401-403.) ve (Turan, 1964, 475-476.) Kervansaraylar sadece askeri ve ticari fonksiyona sahip kurumlar değillerdir. Onların çok güçlü bir sosyal dayanışma, yardımlaşma ve toplumsal bütünleşme (entegrasyon) fonksiyonları vardır. Nitekim "Büyük yollar üzerinde genellikle Selçuklu sultanları ve devlet adamları adına yapılan bu muazzam kervansaraylar vakıf statüsünde yapılanmıştır. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nispetinde de zengin vakıflara maliktiler. Bu suretle bu kervansaraylara inen tüccar ve sair her türlü yolcu, zengin olsun fakir olsun, orada her türlü ihtiyacını meccanen (hiçbir ücret ödemeden /parasız olarak bedava) görebilirdi. Sonuç olarak; Batı’da han, Doğu’da kervansaray olarak doğan konaklama tesisleri arasında işletme gayesi bakımından önemli bir fark vardır. Batı’da hanlar, ticari bir amaçla açılıyor, işletiliyor, Doğu’da ise kervansaraylar ticari amaçla açılmadığı için konaklama dahil, misafirlerin her türlü ihtiyacı ücretsiz karşılanıyordu. (Olalı ve Korzay, 1989:8-9). Kervansarayların hedef aldığı diğer gaye de, yolcuların kondukları veya geceledikleri yerlerde, her türlü ihtiyaçlarını temin etmek idi. Gerçekten bu maksatla kervansaraylarda vücuda getirilen tesisler dikkate şayandır. İçlerinde yatakhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarı, ticari eşyayı koyacak depoları, yolcuların hayvanlarım koyacak ahırları, samanlıkları, yolcuların namaz kılmaları için mescitleri, misafirlerin yıkanması için hamamları, şadırvanları, hastaneleri ve hatta kayıtlardan çıkarabildiğimize göre, eczaneleri, yolcuların ayakkabılarını tamir ve fakir yolculara yenisini yapmak için ayakkabıcıları, hayvanları nallamak için nalbantlara varıncaya kadar her ihtiyaca karşılayacak teşkilat ve tesisleri ve bütün bunları, bunlara dar gelir ve masrafları idare edecek divan (büro) ve memurları vardı" (Öztuna, 1977:146.) Bu durum da göstermektedir ki; kervansaraylar son derece köklü bir hizmet geleneği olan kurumlardır. Kervansaraylara bir diğer açıdan yaklaşan Fuad Köprülü'ye göre aslında; "Büyük yollar üzerinde, bozkır veya dağ mıntıkalarındaki tehlikeli yerlerde yolcuları ve kervanları 14 barındıran ve koruyan ribatlar ise, sonradan "kervansaray, han, menzil" gibi isimlerle adlanan hayır ve emniyet müesseselerinden başka bir şey değildi. Buradan da anlaşıyor ki; kervansaraylar ve benzeri kurumlar sayesinde Türk-İslam toplumunun fakir-zengin, erkek kadın bütün fertlerinin barınma, beslenme masrafları dahil bütün masraflar kervansaraylarca karşılanmaktaydı. Günümüz tabiriyle han ve kervansaraylarda kalanların ayrıca malları da, sigorta kapsamı altına alınmış bulunmaktadır. Konaklayan kişilerin hiçbir ücret ödemeden hizmet alması nasıl sağladığını; han ve kervan sarayların kuruluşu vakfiye sistemine bağlı olmasıdır. Bu sisteme göre bu kurumların ayakta kalarak hizmet vermesini sağlayan; evler, dükkânlar, fırınlar, hanlar, hamamlar, bağ-bahçe ve tarlalar, araziler, çiftlikler ve köyler gibi akarlara (gelir kaynakları ve mülkler) sahiptirler. Kervansarayların en karakteristik fonksiyonlarından biri de misafirhane olarak hizmet sunmalarıydı. Aslında bu fonksiyonu kervansaraylar zaviye, kanekah, imaretı han ve ribat adlarıyla karşımıza çıkan kurumlar yardımıyla yerine getiriyordu. Misafirhane işlevleri konu edilince ilk akla gelen kervansaraylar Türkistan'dakiler olurdu. Türkistan'da çok köklü ve güçlü bir kervansaray geleneği ve kültürü oluşmuştu. Bilinen tarihi seyir içinde, "İslam hudutlan daha ileri ülkelere gittikleri zaman tabiatıyla bu ribatlar askeri mahiyetini kaybederek vakıfları ve eski teşkilatıyla yolculara mahsus bir kervansaray halini aldı. "Semerkand ve Merv çevresinde, Maveraünnehir'in çeşitli yerlerinde VIII-IX. yüzyıllarda askeri amaçlı ribatların yapımı sürmüş, fakat IX.yüzyılın sonlarına doğru Müslümanlığın yayılmasıyla sınır boyunca yapılan ribatların işlevi değişerek hankaha ve özellikle ticaret yolu üzerinde olanlar kervansaraya dönüşmüştür. Ribatların nitelik değiştirmesiyle Mısır, Suriye ve Filistin'de ribat kelimesi "dervişlere mahsus zaviye hankah yolcuları, kimsesizleri, hacıları barındıran misafirhane" anlamında kullanılmış, Maveraunnehir ve İran'da ise XI. yüzyıldan itibaren kervansarayla aynı manayı ifade etmeye başlamıştır." (Akalın, 2002; 299.) Görülüyor ki, bütün hayır işlerinde olduğu gibi, askeri gayeler dışında, yolcuların meccanen yemek ve yatmaları için kervansaray (ribat) inşası geleneği İslam aleminde en fazla Türkistan'da inkişaf etmiş idi. Selçuklular birçok ananelerle birlikte bu kervansaray geleneğini de Türkistan'dan getirmişler ve İslam aleminde, her sahada olduğu gibi bu hususta da takip ettikleri devletçilik zihniyetiyle, imparatorluklarının her tarafına yaymayı devletin menfaati icabı saymışlardı. Selçuklu veziri Nizam’ül-mülk, kervansaray inşa edilmesini, kanal açmak, köprü kurmak, köyleri imar, şehir ve kaleler inşa etmek, talebeler için medrese vücuda getirmek gibi işlerle birlikte, Selçuk padişahlarının vazifeleri arasında sayar." (Nizamü'I-Mülk, “çev.Köymen” 1999, s.5-10.) Bu anlayışın hemen aynı Osmanlı'ya da tevarüs ettiği söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğunun şayanı dikkat bir maharetle tatbik ettiği devletçilik, Selçuklularla başlayan bir hareketin gelişmesinden başka bir şey değildir. Osmanlı İmparatorluğu 16.yüzyılın başlarına kadar İpek ve Baharat yollarının geçtiği bir coğrafi alanda yer alan Anadolu’nun bu konumu gereği, özünde ticari amaçlı seyahatleri kolaylaştırmak için kurulan kervansarayların işlevleri, farklı alanlara -özellikle dini amaçlı yapılan haç ziyaretlerinde yolculuk yapan hacılara hizmetlerini 19. yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür. Osmanlı’nın sahip olduğu ipek ve baharat yolu Avrupa’da ortaya çıkan keşifler(XVI..yy) çağında, yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devam ettiler. İstanbul’u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlayan yol üzerinde hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular. Kervansaraylarda yatakhane ve yemekhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, ahırlar, samanlıklar, mescitler, kütüphaneler, hamamlar, şadırvanlar, hastane ve eczaneler, yatak ve yemek takımları, ayakkabılarının tamiri ve 15 fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilât ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan ve memurları bulunmaktaydı. Misafirleri kabul etmek için İbd Batüta'nın Anadolu'daki Ahiler hakkında dediği gibi, birbirleri ile münazaa bile ettiklerini, başka İslam Ülkelerinde zenginlerin çoğu malını zevklerine mezmum işlere sarfettiği halde, buradaki servet sahiplerinin mallarını hayır ve cihad uğrunda harcadıklarını, yolları imar ve tenha yollarda ribatlar vücuda getirdiklerini, Bunlarda ekserisinde yolcuların meccanen (ücretsiz) yiyip yattıklarını, hayvanlarını yemlediklerini söyler. Hatta o, Semerkant mıntıkasında bulunan bir menzile çok defa yüz, iki yüz yolcu hayvanlarıyla birlikte konup meccanen yiyip yattıklarını, sahibinin bundan üzülmek değil memnun olduğunu, burasının yüz yıldan fazla kapısının kapanmadığını hayretle zikreder". (Sönmez, 2007; 309.) ve Turan, 1964;489.) Osmanlı Kervansarayları hakkında XV. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı topraklarına gelen Fransız elçisi Bertranden de la Brocgulere, kervansaray sistemi karşısında şaşırmış ve hayranlık duymuştur. Kim olursa olsun bedava misafir eden, kendisini ve hayvanlarını üç gün müddetle yedirip-içiren, yatıran, bütün ticâret mallarını emniyet ve devlet himâyesi altına alan kervansaray sistemi, Fransız elçisini hayretler içinde bırakmıştı. Fakirlerin nasıl iyi muamele ile kabûl edildiği, daha fazla ikrâm olunamadığı için özür dilendiği, yollar üzerine serpiştirilmiş bu müesseseler, onun görmediği yepyeni bir şeydi. Zira Avrupa’da asiller, fakirleri aşağı görür ve kötü muamele ederlerdi. Osmanlı Devleti’nde devlet otoritesinin güçlü olması sebebiyle hiç kimsenin kervansaraya tecâvüzü mümkün değildi. Yine bir Fransız sefiri olan Ricaut da, on yedinci asırdaki Türk han ve kervansarayları hakkında; “Osmanlı Türkleri bu çeşit yapılarda fevkalâde ihtişam göstermişler, devletlerin eyâletlerini böyle hanlarla doldurmuşlardır” demektedir. Osmanlı dönemi kervansarayları hakkında en kapsamlı bilgiler Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde genişçe şekilde yer alır. bilgilere dayanır. Evliya Çelebi gittiği yerlerde bazen şehrin eşrafına misafir olmuş bazen de hanlarda kalmıştır. O, kalsa da kalmasa da yolcuların konakladığı seyahatin önemli bir parçası olarak kervansaraylardan bahsetmiştir. Onun kervansarayı, bedava yatak, bedava yiyecek ve içeceklerin yanı sıra bir seyyah için gecenin şerrinden, güneşin hararetinden sığınılan, yorgunluk atılan, diğer yolcularla tanış olup sohbetler edilen bulunmaz bir sosyal mekân; hamamı, ahırı, haremliği, mescidi ve hatta mezarlığı ile yola ve yolcuya ait bir küçük kent gibidir. Evliya Çelebi, Kudüs’te Ermeni kilisesini anlatırken kilisedeki misafirhane ve kervansaryadan da bahseder. Yolcuların üç konakladığı bu kervansarayda misafirlere yapılan izzet ve ikramdan övgüyle söz eder ve “matbah-ı Keykâvus”dan daha bol nimete sahip olduğunu söyler. Müslüman veya gayri Müslim olduğuna bakılmaksızın kervansaraya gelenlere cömert sofralar kurulduğunu belirten yazar kuş sütü bile istesen hemen getirdiklerini ifade ederek misafirlere verilen hizmeti anlatmaya çalışır (Evliya Çelebi, 2005: 248-249). Kervansarayların işlevsel özellikleri hakkında Evliya Çelebi; Vardar (Balkanlarda) Yenicesi’ndeki kervansarayla ilgili ise daha geniş bir izah yapmıştır. Şehirde Evranos Bey’in yaptırdığı bir adet kervansaray olduğunu söyleyen Evliya, burada gündüz gece beşer altışar yüz atlının konakladığını ve kervansarayın vakfından her ocak başına birer bakır sini ile yemek sunulduğunu, ayrıca adam başına birer ekmek, birer mum, birer şamdan ve her at başına birer 16 yem torbası verildiğini yazmıştır. Ona göre yolcular kimseye minnet etmeden kervansarayda kalmakta, yiyip içmekte ve vakıf sahibine dua ederek yollarına devam etmekteydiler. (Evliya Çelebi, 2003a: 77.) Evliya Çelebi, Bükreş’te Müslüman yolcu ve misafirler için bey tarafından yaptırılmış özel bir kervansaraydan bahsetmektedir. Şehrin hemen dışında yapılmış olan bu kervansarayın elli odası ve bir mescidinin bulunduğunu belirten yazar, geniş ve müreffeh bir bahçeye sahip olduğunu söylediği kervansaraydaki tüm hizmetlerin de gayri Müslimler tarafından ifa edildiğini ifade eder. (Evliya Çelebi, 2003: 183.) Belgrat’taki altı kervansaraydan en büyüğü olan iki katlı ve yüz altmış odası bulunan Sokullu Mehmet Paşa kervansarayını anlatırken önemli bir bilgi sunar. Diğer kervansaraylarda olup olmadığı hakkında bilgi vermese de bu kervansarayda ailece kalınabilen haremlik kısmının bulunduğunu söyler. (Evliya Çelebi, 2002: 197) XVII. asırda İstanbul’da 12, Üsküdar’da 11 kervansaray olduğunu Evliyâ Çelebi kaydetmektedir. Kervansaraylara büyük ehemmiyet veren Osmanlı sultanları, bunların düzenli işletilmesi için, hüküm ve yasak nameler ihtiva eden Kervansaray kanunnameleri yayınlamışlardır. Sonuç olarak değerlendirdiğimizde; Ortaçağ’da Türk kavimlerinde de turizm hareketlerinin yaygınlık kazanmaya başladığı görülmektedir. Özellikle, Anadolu Selçuklu Devleti, seyahat edenlerin hizmetine dönük olmak üzere kervansarayları inşa ederek, çağdaş turizm tesislerinin ilk örneklerini hizmete sunmuştur. Develerle yapılan seyahatlerde her gün batımının olduğu yerde inşa edilen kervansaraylar, seyahat halindeki insanların konaklama ve yiyecek-içecek gereksinimlerini karşılayacak şekilde yapılanmışlardı. Daha sonraları aynı kervansaraylar Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Osmanlılar egemenlikleri altına aldıkları geniş topraklar üzerinde seyahat edenlerin kullanımına başta yollar ve köprüler olmak üzere pek çok olanak sunmuşlardır. Bu dönemde yaşamış olan Evliya Çelebi, o yıllarda çağdaş turizmin ilk örneklerini vermiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, döneminin toplumlarının kültürleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Öte yandan, Türk kavimlerinin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra, Müslüman Türklerin hac görevlerini yerine getirebilmeleri için gerek Anadolu Selçuklularının gerekse Osmanlıların birtakım düzenlemeler getirdikleri bilinmektedir. KERVANSARAYLAR VE HANLARIN PLANSAL ÖZELLİKLERİ Şehirlerarasında yolların kavşak noktalarında kurulan kervansaraylar, çoğunlukla iki katlı ve revaklı bir avluya sahiptir. Kervansaraylarda, şehir hanlarından farklı olarak hamam, çarşı, ahır gibi mekânlar bulunmaktadır. Anadolu Türk mimarisinde önemli birer sanat ve mimarlık anıtı olan bu yapılar; plan, form ve süsleme açısından Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçukluların yaptıkları ribatların daha gelişmiş biçimidir. Bu dönemde hanlar, ıssız yollar üzerinde kuruldukları için yolcuların can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla kaleyi andıran bir görünümde inşa edilmişlerdir. Kervansaraylarda, hayvanlara ayrılan küçük bir avlu ile servis bölümleri, yolcuların konaklama bölümünden ayrı olarak tasarlanmıştır. Konaklama mekânlarında her yolcu için yatma alanı bulunmaktadır. Servis bölümünde ise, iç taraftan bir cephesini konaklama mekânlarının kapsadığı, diğer üç cephenin ahır, hamam gibi servis kısımları ile çevrelendiği dikdörtgen avlulu mekân bulunur. Giriş tektir 17 ve kapalı kısım esas giriş aksındadır. Anadolu Selçuklu sultanları ve onların vezirleri tarafından yaptırılan kervansaraylar; anıtsallıkları, planları ve süsleme düzenleri açısından dikkat çekicid Kervansarayların mimarisi, bölgelerin coğrafi ve güvenlik koşullarına göre dikdörtgen, kare veya “U” şeklinde yapılmıştır. Her kervansarayda büyük su sarnıçları (su deposu), şadırvan (fıskiye), mescit, hamam, revir, bakkal dükkânları, aşhane, kiler, depolar, ahırlar gibi mekânlar nalbant, demirci, arabacı, ayakkabı tamircileri ve zanaatkârların işyerleri bulunurdu. Kervansaraylarda insanlar konaklar, hayvanlar barınır ve araçlar onarılırdı. Ayrıca, at ve araba değiştirilmesi de mümkündü. Kervansaraylar ister ticari, ister askeri, ister dini, ister bu amaçların hepsine birden hizmet veriyor olsunlar, hepsinin temel görevi geceleyenlerin emniyetini ve gecelemek için gerekli koşulları sağlamaktadır. Korunma-savunma boyutu yukarıda incelenen koşullarla, barınma boyutu ise bu inceleme çerçevesinde “barınak" olarak tanımlanan, hayvan-yolcu-yük üçlüsünün ihtiyaçlarına cevap veren mekân veya mekân dizileri ile karşılanmaktadır. Barınak her kervansarayda muhakkak bulunan asgarî müşterektir. Bu güne kadar yapılmış olan yayınlarda "ahır", "hol", "kapalı kısım", "kışlık kısım" olarak tanımlanan barınak kısmının vazgeçilmez olduğu, birçok kervansarayda yalnız bu kısmın bulunmasından, servisleri avlu etrafında toplanan birçok kervansarayda ise barınak kısmının ilk aşamada, servis kısmının ikinci aşamada inşa edilmesinden de anlaşılmaktadır. (Özergin, 1965:144.) Barınağın asgari koşulları hayvanların çözülmesi, yüklerin indirilmesi, hayvanların beslenmesi ve bağlanması işlevselliği yanında yolcuların yatmasıdır. Örneğin Karatay Han gibi teşkilatlı bir kervansarayda yolculara yiyecek verildiği bilinmekle birlikte yine de bu kervansarayda mutfak olabilecek mekanlar bulunmamaktadır. Bu nedenle daha mütevazi hanlarda ve servis kısımlan olmayanlarda yolcuların yataklarının yanı sıra, kendilerinin ve hayvanlarının yiyeceklerini yanlarında taşıdıkları varsayılabilir ( Yavuz, 1992:261). Kervansaraylarda asgari müşterek olan savunma ve barınma işlevlerine cevap veren mekân ve mimari öğelerin sadelik ve yalınlıktan ayrıntılıya giden esnek bir çerçevede, rasyonel bir çeşitlilik içinde, ihtiyaçlara cevap verece biçimde tasarlandığını göstermektedir. Kervansaraylar, iki temel fonksiyonu yerine getirmek amacıyla inşa edilmişlerdir. Bunlar: I. Kıymetli ticari mal taşıyan kervanları sınır yakınlarındaki düşmanlardan, yağmacılardan, göçebe ve eşkıya baskınlarından korumak, II. Yolcuların her türlü ihtiyacını temin etmektir. Bugün bir kısmı harap, bir kısmı oldukça iyi durumda bulunan kervansarayların sayısı yüzü aşmaktadır. Çok eski devirlerde yapılmış olan kervansaraylardan bir kısmı bugün otel olarak kullanılmaktadır. Örneğin; Kuşadası’ndaki Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı,(resim:4.) Edirne’deki “Rüstem Paşa Kervansarayı” (resim:5.) bu gün turizmin hizmetinde olan tarihsel yapılardır. 18 Resim:4- Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı (Kuşadası) Bu yapı 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır ( resim:4). Kalın ve yüksek duvarların çevrelediği dikdörtgen avlunun etrafında iki katlı, revaklı kapalı mekan vardır. Moloz taş ve devşirme taş malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Küçük bir iç kale görünümünde olan kervansarayda, geniş avlu etrafında sıralanmış odalar vardır. Çeşitli dönemlerde restorasyon görmüş ve sağlam durumdadır. Kuzeybatı ve güneydoğudaki köşelerde arkadan üst kata çıkan iki merdiveni bulunmaktadır. Kervansarayın girişi kuzeyde olup, mermer kapı boşluğu kemerle örülmüştür. Kuzeybatı köşesinde dışa çıkıntılı biçimde ele alınan bölümler iki katta da mazgallı olarak düzenlenmiştir. Bunlardan temizlik birimi olduğu düşünülen batı yönündeki bölüm ince uzun dikdörtgen planlı olup her iki katta koridora bağlanmakta, ayrıca alt katta da küçük bir kapı ile dışa açılmaktadır. Kuzeydeki birim ise köşe odalarına açılan birer mekândır. Avlunun ortasında vaktiyle bir şadırvanın bulunduğunu, bunun üstünde de fevkanî bir mescidin olduğunu Evliya Çelebi bildirmektedir (Güreşsever,1974:214-217). 1964 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyon çalışmalarından sonra yapı turistik otel olarak kullanılmaya başlanmıştır. 19 Resim:5 RÜSTEM PAŞA KERVANSARAYI (EDİRNE) Rüstem Paşa Kervansarayı, kent merkezinde Eski Cami'nin hemen arkasındadır. Kanuni Sultan Süleyman'ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından,1561'de Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Avlulu bir handır. Dikdörtgen avlunun çevresinde iki kat halinde 102 oda yer alır. Katların avluya bakan yüzleri revaklıdır. Uzun kenarında karşılıklı olarak yukarı çıkan merdivenleri vardır. Üst kat pencere ve kapı kemerlerindeki tuğla ve süsleme ilginçtir. Sivri kemerli pencerelerin sonradan dört köşe hale getirilmesi, doldurulması ya da yeni pencere açılması yapının görünümünü bozmuştur. Ön cephelerde 21 adet dükkân bulunur. Bu dükkânlar Kervansaray'a gelir getirmek amacıyla yapılmıştır. Kervansaray ortasındaki alanda yine bir zamanlar Mimar Sinan tarafından yapılan Şadırvan ve Mescit bulunmaktaydı. 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Edirne'yi işgal eden Ruslar bu mescidi yıkmışlardır. Yakın geçmişte Edirne ve çevresinde üretilen ipekböceği kozaları burada pazarlanmaktaydı. 1972 yılında Otel haline getirilmiştir. Bu restorasyonda gösterilen başarı nedeniyle de Ağa Han Mimarlık Ödülü kazanılmıştır. Osmanlı dönemi şehir hanlarının genel özellikleri; Osmanlı şehir hanlarında, kervansaraylara göre daha gelişmiş bir plan şeması vardır. Han artık iki katlı olmuş, zemin katlar depo, ahır, tamirhane gibi servis kısımlarına ayrılmış, üst kat tamamen yolcuların konaklaması için kullanılmıştır. Her iki katın önünde avluyu çevreleyen revaklı bir galeri dolaşır. Avlu geleneksel kare veya dikdörtgendir. Özellikle XVIII. yüzyılda kervansarayları finanse eden vakıfların ekonomik yönden zayıflamaları nedeniyle kervansaray yapımı azalmıştır. Bunun sonucu olarak sosyal nitelikli kervansaray yapımının XIX. yüzyılda Tanzimat’tan sonra terk edilmesiyle gelir sağlama amacına yönelik şehir hanlarının yapımına başlanmıştır. Hanlar, kervansarayların bulunmadığı yol boyu 20 yerleşim birimlerinde kurulan tek konaklama tesisleridir. Hanlarla kervansarayları birbirinden ayıran en önemli iki özellik şunlardır. a) Hanlar özel teşebbüse ait ticari konaklama tesisleridir. Kervansaraylar ise vakıflarca işletilen hayır kuruluşlarıdır. b) Kervansaraylarda yatma odaları kapalı değildir. Mahremiyeti yoktur. Buna karşılık hanlarda aileler için özel odalar bulunmaktadır. PLAN:3- BÜYÜK VALİDE HAN (İSTANBUL) İKİ KATLI BİR PLAN ÜZERİNE İNŞA EDİLMİŞ OLUP TOPLAM 210 ODALI BİR YAPIDIR.( 1. KATTA:153 2.KATTA: 57 ODA MEVCUTTUR) Sonuç olarak; Bu kurumlar Osmanlılar döneminde Anadolu Selçuklular ve Osmanlılarca en mükemmel düzeye ulaşmıştır (Anadolu Selçuklular dönemin de 13. yy’ın ilk yarısında, Anadolu’nun kervan yollarında yapılmış olan kervansaraylar, çok önemli bir mimari özelliği yansıtmaktadır. Bugün bir kısmı harap, bir kısmı oldukça sağlam durumda bulunan kervansarayların sayısı yüzü aşmaktadır. Yolların uğrak ve kavşak noktalarında kurulan kervansaraylar, seyahat eden insanların hayvanlarıyla birlikte konaklayabileceği, gerektiğinde hayvanlarının değiştirilebileceği, saldırılara ve olumsuz doğa şartlarına karşı mukavemetli, çoğunlukla su ve ormana yakın yerlerdir. Kervansaraylarda insanlar konaklar, hayvanlar barınır ve araçları onarılırdı (Şener,2010:9). XIII. yüzyılda Anadolu kervan yolları, önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlarken, başkent Konya’da düğümleniyor, böylece başkentin her yöne ilişkisini sağlıyordu. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’yu ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev (XI. yy.), Marco Polo (1271-95), William of Rubruck, (1255), İbn Bibi (1280), Rahip Odoric (1318), Francesco Balducci Pegolotti (1330- 40), Hamd Allah Al-Mustavfi (1340), Ruy Gonzales de Clavijo (1404) gibi yabancı gezginlerden Anadolu’nun İpek Yolu güzergâhını öğrenmekteyiz. Özellikle Marco polo, İbni Batuta, Pegolotti, Clavijo gibi Orta Çağ’ın ünlü gezginleri eserlerinde İpek Yolu’nu daha detaylı tanıtmışlardır. Gittikleri yol güzergahları, konakladıkları han kervansaraylar hakkında 21 bilgilerimizi ve bugünkü ipek yolu rota araştırmacıları için bu gezginlerin “seyahat notları” kaynak teşkil etmiştir. Bugün turizm içinde “gurme turizmi” gittikçe önem kazanırken geçmişte, bu konuda bizlere Anadolu’da yemek kültürünün izleri hakkında bilgi aktaran İbn Battûta’dır. “1302’de Tanca’dan yola çıkan İbn Battûta pek çok yöreyi dolaştıktan sonra Lazkiye üzerinden Anadolu’ya ayak basar. XIV. yüzyılın bu büyük gezgininin ilk izlenimleri oldukça etkileyicidir. Şöyle der; “Elverişli bir rüzgarla on günlük bir seyahatten sonra Anadolu’nun ilk şehri olan Alâyâ[Alanya]’ya ulaştık. Yolculuğumuz sona erince gemi sahibibizden “navl” almadı. İkramdan saydı bu yolculuğu… Rum diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi! Allah Teâlâ güzellikleri öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış! Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar.” Ve ekler “en leziz yemekler de burada pişer” (İbn. Battûta; “Çev: Aykut”, 2000:400.). İbn Battûta’nın verdiği bilgilere göre Alanya civarında haftada bir gün bütün haftanın ihtiyacına karşılayacak kadar ekmek pişirilmektedir (İbn. Batuta, 2000:400). Seyahatnamesinde özet olarak; Anadolu’da yenen yemeklerden bahsederken “tirit”in adını anıyor, halkın “yufka” ya da “bazlama” türü bir çeşit ekmeği ürettiğini, misafirler için koyun kesildiğini anlatıyor, Anadolu’daki yemeklerin iyi olduğu bildiriyor ve kendisinin iyi beslendiğini, karnının doyduğunu da kaydediyor! Anadolu’da başta ahilik kurumunun ve diğer eşrafın misafirperverliği hakkında çok geniş bilgiler vermektedir. Bu tür seyahatlerin “özne”sini oluşturan olgulardan birisi de “beslenme” (yeme- içme)” hakkında, İbn Battûta’nın, Anadolu’da dolaştığı dönemde yemekler ve ikram konusunda verdiği bilgiler, “Gurme Turizmi” konusunda araştırmacılara önemli kaynak teşkil etmektedir. Bugün Anadolu İnsanın “misafirperverliği, konuklarına ikram anlaşışının” bekli de Anadolu’da geçmişte yaşamış olan bu insanların, günümüz insanlarına genetik bir zenginlik ! olarak geçmiş olduğunu düşünebiliriz. Batuta’nın seyahati sırasında “neler yediğini, gezdiği yörelerdeki beslenme kültürü ile ilgili olarak verdiği bilgileri” daha detaylı çalışma ile Anadolu’nun gurme turizmi için envanter teşkil edeceğini düşünmekteyiz. . TURİZM AÇISINDAN İPEK YOLU PROJESİ -Tarihi İpek Yolu Hakkında Genel Bilgiler İpek Yolu, Orta Çağ’da, Çin’in Xian (Şian) kentinden başlayıp, bir kolu Özbekistan’ın Kaşgâr kentine, oradan Doğu Türkistan, Moğolistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan’ı geçip Hazar Denizi’ne; diğer kolu Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden Anadolu’ya ulaşıyordu. Anadolu’ya girmeden bir kol Suriye’nin Lazkiye Limanı’na ulaşır, diğer bir büyük kolu ise Anadolu topraklarına girerdi (Acun, 2007:14). İpek dokumacılığı insanlığın en önemli buluşlarından birisidir. Çin ipeğin ilk vatanı olarak kabul edilir. Çin imparatoru Huang –ti’nin baş cariyesi Lei –tsu ipeğin dokuma metotlarını keşfetmiş ve doğunun bütün kumaşlarından üstün bir dokuma elde ettiği anlaşılmıştır. İpek dokumacılığı Çin’e büyük bir zenginlik kazandırmıştır. Hem ürün, hem de teknoloji bakımından önemli bir ilerlemedir. Bu yüzden ipek böceği yetiştirme ve ipek dokuma teknikleri çok gizli tutulmuştur. Dışarıya çıkaranlara ölüm cezası verilmiş, ancak bunu göze alanlar çıkarabilmiştir. Bu kaliteli ve 22 görkemli dokuma Çinelilere hem üstünlük, hem de zenginlik sağlamıştır. Yalnız bu ürünlerin o günün şartlarında bilinmeyen ülkelere ulaştırılması ve oralarda satılması önemli problemdir. İşte ipek yolunun önemi burada ortaya çıkmaktadır. O zamanlarda Roma da en görkemli dönemlerini yaşamaktadır. Hatta lüks ve sefahat had safhaya ulaşmıştır. İpek Romalıların doymak bilmez lüks düşkünlüklerine cevap verecek en güzel ürünlerden birisidir. (Bekin,1981:15) Dolayısıyla doğudan gelecek her türlü lüks eşyanın batıda iştahlı alıcıları vardır ki, bu da ticaret yollarının gelişmesini etkilemiştir. Çinlilerin İpek, Hintlilerin baharat üretimi tarihteki en önemli ticaret yollarının doğmasına sebep olmuştur. O dönemin güçlü ülkeleri Mısırlılar ve Romalılar milattan yüzyıllar önce doğudan ipek ve baharat gibi değerli ürünler satın almaları, bu malların ulaştırılmasında kervanların belli güzergâhları kullanmaları, yolların gelişmesine ve bu yollarda yeni kültürlerin gelişmesinde önemli katkı sağlamıştır. Bu ana yol güzergahı birçok fonksiyonu birlikte yerine getirmiştir. Sonradan İpek Yolu adı verilen bu tarihi yol ticaret yolu olmanın ötesinde binlerce yıldır bölgede yaşayan kültürler arasında köprü rolü oynamıştır. Bu yol sayesinde farklı toplumlar ve kültürler birbirini tanıma fırsatı bulmuş, birçok yeni kültür unsuru yaratılmış, birçok geleneksel kültür unsuru taşınmıştır. Bu yol güzergahı insanlığın gelişimine katkı sağlayan din, felsefe, bilim ve teknoloji gibi insanlığı geliştiren birikimlerin paylaşılmasına büyük katkı sağlamıştır. Yukarı’daki satırlarda Anadolu topraklarından geçen “İpek Yolu” yolu hakkında bilgiler sunan seyyahların dışında genel olarak İpek Yolu’nun varlı M.Ö. X. yüzyıldan itibaren çeşitli Çinli Budist rahip ve askerler tarafından bilinmektedir. Batıdan Çin’e gelen ve bu yolu kullanan, Dominiken papaz ve Moğolistan’ın Papalık elçisi Longjumeau’lu Andrew (1245-1247, 12491251), Ascelinus ve San Quentin Simon (1245- 1248), Papa İnnocent IV’ün Moğol elçisi Fransizken Papaz John Plano Carpini (1245 1247), Fransizken misyoner William of Rubruck, (1253-1255), Ermeni Kral Hayton I (1254-1255), Marco Polo’nun amcaları Niccolò Polo (12601269) ve Maffeo Polo (1271-1295), ünlü gezgin Marco Polo (1271-1295), Fas-Tanca’lı gezgin İbn Battuta (1325-1354), Papalık elçisi Fransizken rahip John Marignolli (1339-1353), Floransalı tüccar Francesco Balducci Pegolotti (1340), İspanya Kralı III. Henry’nin Timur elçisi Ruy Gonzales de Clavijo (1403-1406), Fransız tüccar Jean Baptiste Tavernier (1629-1675)3 gibi batılı gezgin, tüccar ve çeşitli ülkelerin elçileri bu yoldan uzak doğuya gidip gelmişler, yazdıkları eserlerinde yolculuklarını anlatmışlardır. Bunlar gibi daha bilmediğimiz tüccarlar, hacılar, misyonerler üç bin yıldan beri bu yolu kullanarak Çin ve Hindistan gibi uzak doğu ülkelerinin İran ve Akdeniz ülkeleriyle olan ticari ve kültürel bağlarını kurmuşlardır (Günel, 2000:134). Anadolu, Çin' den başlayıp, Orta Asya'yı kat ederek Avrupa' ya uzanan tarihi İpek yolu' nun en önemli kavşak noktalarından birini oluşturmuştur... İpek endüstrisi, eski çağlardan beri birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuş; Uzak Doğudan gelen ipek ve baharat, Bat dünyası için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek, ayrıca, Doğu kültürünün Batı tarafından tanınmasını da sağlamıştır. Doğunun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yolların oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Xi’an kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler; burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizine; diğeri ile de Karakurum Dağlarını aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya giderlerdi. 23 Tarihi ipek yolunun rotaları konusunda bilim adamlarının farklı tespitleri vardır. Döneme veya şartlara göre kullanılan rotalar sürekli değişmiş ve aynı güzergahta bir yollar ağı kurulmuştur.Bu yüzden tek bir ipek yolu rotasından bahsetmek mümkün değildir. Ancak genel özellikleri üzerinden konuşulabilir. Bu bakımdan da ipek yolunun, Çin’den başlayarak Orta Asya ve Güney Asya üzerinden Avrupa’ya uzanan yollar bütünü olduğu söylenebilir. Bu yollar farklı güzergâhlardan bir ağ gibi uzanır. 4000 kilometrelik bölümü Çin topraklarında olmak üzere yaklaşık 7000 kilometrelik uzunluğa sahiptir. (Diyarbekirli, 2008:12) Eski Çağlarda ticaret kervanları, Çin'in eski başkentlerinden Xian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum Dağları'nı aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa'ya giderlerdi. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan yol şebekelerinden yararlanılmıştır. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette, daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları, zaman içinde ''İpek Yolu'' olarak adlandırılmıştır. İpek Yolu, Anadolu’ya üç koldan; Güney’de Cizre - Hasankeyf, ortada Doğubayazıt - Erzurum, Erzincan, Sivas, kuzeyde de Kars - Trabzon yoluyla giriyordu. Anadolu Selçukluları döneminde kuzeyden giden kol Erzurum, Erzincan, Tokat, Amasya, Sinop ve Kastamonu yönünden Karadeniz’de limanlara; güneyden giden kol ise Bitlis, Malatya, Kayseri, Kırşehir, Konya, Isparta, Antalya üzerinden Akdeniz limanlarına ulaşmaktaydı. Güney kolun en uç noktası ise bugün Denizli vilayeti sınırları içerisinde bulunan Akhan’dı. Akhan’dan çıkan kervanlar 20 -30 kilometre sonra Menderes Nehri’ne, buradan da Ege limanlarına ulaşıyordu. İpek Yolu, Anadolu Selçuklu döneminde doğu-batı, kuzey-güney yönünde Anadolu’yu hiçbir ülkede olmadığı kadarıyla bir ağ gibi dolaşır, doğuda Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya’da düğüm oluşturan bu yollar kuzeyde Sinop, güneyde Antalya’ya kadar uzanırdı (Günel, 2000:135). Marco Polo, İbni Batuta, Pegolotti, Clavijo gibi Orta Çağ’ın ünlü gezginleri eserlerinde İpek Yolu’nu tanıtmışlardır. İpek Yolu Projesi'nin, 1994 yılında Dünya Turizm Örgütü (DTÖ) tarafından kabul edildiği ifade edilerek, 1994 yılında Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te, 1996 yılında Çin'in Xian kentinde, 1997 yılında ise İran'ın başkenti Tahran'da ve Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te Dünya Turizm Örgütü (DTÖ)'nün düzenlediği, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) ile İpek Yolu'nun geçtiği ülkelerin temsilcilerinin katıldığı uluslararası toplantılarda, projenin ilgili tüm çevrelerce dikkate alınması mesajı verildiği, dünya mirasının önemli halkasını oluşturan eserlerin korunmasında uluslararası işbirliğinin gereğinin vurgulandığı ve bu güzergah üzerindeki turizm aktivitelerinin çeşitlendirilmesinin önerildiği kaydedildi. İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihi ve kültürel zenginlik sunmaktadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak 24 yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların, yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır. Bugün dünya tarihini anlamanın, kültür tarihini öğrenmenin, medeniyetleri analiz etmenin yolu ipek yolundan geçer. Son yıllarda Asya’daki ekonomik değerlerin dünyaya sunulması açısından da ipek yolu dünyanın cazibe merkezindedir. İpek yolundan dünyada herkes kendisine bir pay çıkarabilir. Bu payın adaleti bakımından Türkler hak ettiklerini alabilmek için konuya duyarsız kalmamalıdırlar. İpek Yolu Projesinin Hayata Geçirilişi ve Turizm Açısından Önemi Dünya Turizm Örgütü'nün (DTÖ), 17-24 Ekim 1997 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan 12. Genel Kurulu kapsamında gerçekleştirilen İpek Yolu Toplantısı'nda, projenin gelişimine yönelik konuların tartışıldığı, ayrıca DTO'nün bastırdığı, güzergahtaki tüm ülkelere ait tanıtıcı bilgilerin yer aldığı İpek Yolu Broşürü'nün dağıtıldığı belirtildi. 1994 yılında İzmir-Kayseri arasında bakanlıkça düzenlenen İpek Yolu tanıtım etkinliğinin, 1998'de İstanbul-Kayseri-NevşehirÜrgüp-Aksaray-Konya-Antalya güzergahında gerçekleştirildiği vurgulanarak, DTÖ'nün Kazakistan ve Gürcistan'da düzenlemiş olduğu uluslararası İpek Yolu toplantılarında, turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilmesi, gençlik turizmine önem verilmesi, kervansarayların turizm amaçlı kullanımı, yöre mimarisine uygun "Kültür Evleri"nin kurulması konuları üzerinde durulduğu bildirildi. Açıklamada ayrıca, Kültür Bakanlığı tarafından bu yıl Denizli Doğubeyazıt güzergahında bulunan 34 Selçuklu kervansarayının dünya miras listesine dahil edilmesi için UNESCO'ya müracaatta bulunulduğu da kaydedildi Çeşitli uygarlıkların beşiği olan Anadolu'da, Selçuklular ve Osmanlılar döneminden günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmiş değişik türde ve çok sayıdaki mimari eserler arasında en ilginç olanları, hiç şüphesiz han ve kervansaraylardır. Coğrafi konumu nedeniyle, eski çağlardan beri doğu ile batı arasında bir köprü işlevi gören Anadolu, İpek Yolunu en önemli kavşak noktalarından biri olmuştur. Orta Çağ’da, İpek Yolları Çin’den başlayıp Orta Asya’da birden fazla güzergahı izleyerek ve Anadolu’yu geçerek Trakya üzerinden Avrupa’ya uzanmıştır. Ayrıca, Ege kıyılarında Efes ve Milet, Karadeniz’de Trabzon ve Sinop, Akdeniz’de Alanya ve Antalya gibi önemli limanları kullanarak deniz yolu ile de Avrupa’ya ulaşmıştır. Anadolu’da binlerce yıl boyunca uygarlıklar arasındaki ilişkileri sağlayan bağlantılar olan bu yolları ticaret kervanları ve ordular kullanmıştır. Anadolu’daki bu yollar, geçtiği bölgenin coğrafi koşullarının olanakları nispetinde doğal güzergâhları ve geçitleri izlemiştir (Ökse, 2005:19). Anadolu’da İpek Yolu Güzergahları; Kuzeyde : Trabzon, Gümüşhane, Erzurum, Sivas, Tokat, Amasya, Kastamonu, Adapazarı, İzmit, İstanbul, Edirne, Güneyde : Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş, Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya, Isparta, Denizli, Antalya merkezlerini izlemektedir. 25 Ayrıca, Erzurum, Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik, Bursa, İznik, İzmit, İstanbul güzergahının da kullanıldığı bilinmektedir. Bu klasik ipek yolu güzergahı hakkında son yıllarda yapılmış olan kapsamlı çalışmalar ışığında ortaya çıkarılmış olan güzergah; M. Kemal Özergin’in hazırladığı doktora tezinde, yeniden belirlenmiştir. Bu çalışma içinde ortaya konmuş olan ipek yolu, Çin’den başlayıp İran’a oradan Anadolu’ya geçen İpek Yolu güzergâhları ve merkezler şunlardır: l ) a. Tebriz - Bargiri - Erciş - Malazgirt - Hınıs -Erzurum - Tercan Erzincan - Sivas – Şarkışla - Kayseri - Aksaray - Konya - Adana - Ayas. b. Tebriz - Nahcivan - Iğdır - Pasinler - Erzurum - Tercan - Erzincan - Sivas -Şarkışla - Kayseri - Aksaray - Konya - Adana - Ayas. 2) Tebriz - Erzurum - Sivas - Kayseri - Aksaray - Konya - Antalya Alanya. 3) a. Tebriz - Erzurum - Bayburt - Gümüşhane – Trabzon. b. Tebriz - Erzurum - Erzincan - Trabzon. 4) Tebriz - Erzincan - Zara - Sivas -Tokat - Amasya - Samsun - Sinop. 5) Tebriz - Sivas - Yozgat - Yerköy - Kırşehir veya Yahşihan üzerinden - Ankara - İstanbul. Bağdat’tan Malatya ve Sivas’a bağlanıp sonra güneye, kuzeye ve batıya uzanan ana yol güzergâhları ve merkezler şunlardır: 6) a. Bağdat - Musul - Mardin - Amid - Ergani - Gölcük - Harput – İzoli - Malatya - Ankara. b. Bağdat - Harput - Pertek - Çemişkezek - Eğin -Divriği - Zara veya Buzbel dağlarını aşarak - Sivas. 7) Sinop - Kastamonu - Çankırı - Ankara - Konya - Beyşehir – Seydişehir - Antalya – Alanya. 8) Samsun - Havza - Merzifon - Amasya - Aksaray - Konya – Ayas -Amasya – Aksaray arasında güzergâhlar: a. Amasya - Sivas - Kayseri - Aksaray. b. Amasya - Zile - Kırşehir - Aksaray. 9) Trabzon ve Samsun’dan - Sivas - Konya - Beyşehir veya Gelendost’dan – Burdur Denizli Alaşehir - Foça - İzmir - Efes. 10) a. Trabzon - Sivas - Malatya - Bağdat. b. Trabzon - Sivas - Malatya - Antep - Halep. 11) a. Sinop - Vezirköprü - Amasya veya b. Sinop - Vezirköprü - Samsun - Amasya - Sivas - Malatya – Bağdat veya Halep. 12) Halep - Gaziantep - Göynük - Elbistan - Kayseri - Hacıbektaş Kırşehir - Lalahan – Ankara - Afyon - Kütahya - İstanbul. 26 13) Antalya - Burdur veya Denizli üzerinden Dinar - Afyon - İstanbul. 14) Ayas - Konya - Lâdik - Ilgın - Akşehir - Çay - Afyon - Kütahya –İstanbul. (Özergin, 1965:20) Kültürel mirasımızın en önemli unsurlarından olan bu yapıların, doğanın ve diğer çevresel etkenlerin tahribatına karşı korunması, bir koruma - kullanma dengesi içinde yaşatılarak tarihi İpek Yolunun canlandırılması amacıyla, turizm olgusu kapsamında değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda, öncelikle tur güzergahı üzerinde olan han ve kervansaraylara turizm amaçlı hizmetleri sunabilecek "Mola Noktası" fonksiyonu verilmesi çalışmaları başlatılmıştır. İlk etapta, ana tur güzergahı ile çakışan İpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen Han ve Kervansaraylara ilişkin ön etütler, Bakanlık ile Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği çerçevesinde yapılmış ve 11 adet kervansaray belirlenmiştir. Bunlar; 1- Sultan Hanı (Aksaray -13. yy.) 2- Saruhan (Nevşehir / Ürgüp -13. yy.) 3- Şarapsa Han (Alanya -13. yy.) 4- Akhan (Denizli / Merkez -13. yy.) 5- Ağzıkara Han (Aksaray -13. yy.) 6- Alara Han (Antalya / Alanya -13. yy.) 7- Çardak Hanı (Denizli / Çardak -13. yy.) 8- Susuz Han (Burdur / Bucak -13. yy.) 9- İncir Han (Burdur / Bucak -13. yy.) 10-Alay Han (Aksaray -13. yy.) 11-Silâhtar Mustafa Paşa Hanı (Malatya / Battal Gazi -16. yy.) 27 RESİM:6- SİLAHTAR MUSTAFA PAŞA HANI (MALATYA) İpek yolu Projesi kapsamındaki bu hanın iki kitabesi vardır. Birincisi Alacakapı Camiinde saklanan Cevri mahlasını kullanan Divan-ı Hümayun kâtiplerinden İbrahim Çelebi’ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu kitabe Hanın giriş kapısı için yazılmış olduğu belirtilmiştir. İkinci kitabe ise kapalı alan kapısı üzerinde halen de mevcut olan kitabedir ki Şeyhülislam Yahya Efendi tarafından yazılmıştır. Hanın inşaatına 1636 senesi martında başlanmış ve 1637 yılı sonunda bitiğine dair bilgiler mevcuttur. Hanın cephesinde yontma taştan yapılmış kemer kapının iki yanında altışar kargir kemer dükkân bulunmaktadır. Hanın giriş kapısı demirdendir, bunun iç taraflarında her iki yanda birer oda vardır. Bu giriş kısmını (kapının ) üst tarafında, duvar içindeki kargir merdivenle çıkılan bir mescit bulunmaktadır. Bu mescit halen bulunmamakla beraber, yakın zamana kadar mevcudiyetini muhafaza etmiş olmalıdır ki, halk arasında “altı yol,üstü cami” şeklinde hafızalarda yer etmiştir.Mescidden bir diğer merdivenle hanın zemin katına inilmektedir. Hanın avluya bakankapının her iki tarafında altışar oda vardır. Bunlardan en baştaki bir ocak ve altı dolap yerini, diğerleri birer ocağı vardır.Her odanın birer demir penceresi vardır. Eskiden Hanın avlusunda büyük bir su havuzu bulunmakta idi. Han restore edilip ziyarete açılmıştır. 28 İpek Yolu Projesi kapsamında restore programına alınan diğer bir han ise; Susuz Han adı ile anılan kervansaraydır. Selçuklu döneminde Akdeniz Ticaret yolu üzerinde inşa edilmiştir (resim:7). RESİM:7 SUSUZ HAN (BURDUR) Anadolu Selçuklu devri XIII.yy. kervansaraylarındandır. Bucak İlçesi Susuz Köyündendir. Susuzhan kareye yakın dikdörtgen bir plana sahiptir. Beş neflidir. Orta nef yüksekçedir. Ortasında bir kubbe vardır. Hanın göze batan önemli yeri batı tarafındaki cephede tak şeklinde giriş kapısıdır (Resim:7). Kapı katının yan söve kanatları çeşitli geometrik desenlerle boş yer bırakılmaksızın bezenmiştir. Mukarnaslı giriş nişinin üzerinde geometrik oyma süslü iki kabartma rozet motifi vardır. Bu nişin iki yanında yalancı sütunlar üzerinde yükselen ve kemer şeridinde yılan tasvirleri bulunan iki küçük niş daha vardır. Bunların alınlığında ise iki ejder başı vardır. Hanın beden duvarları dıştın payelerle desteklenmiştir. Tonoz örtü sistemi kesme taşlardan sivri kemerler üzerine yani tonoz kaburgaları üzerine oturtulmuştur. Hanın içinin ışıklandırılması dıştın içeriye genişleyen dikdörtgen pencerelerle sağlanmıştır. Mülkiyeti vakıflara aittir. Antalya-Burdur yolu üzerinde Evdir Han, Kırk göz Han’dan sonra Susuz Han üçüncü, İncir Han da dördüncü konaklama yeridir. Susuz Han ile ilgili en eski bilgileri, 1890-1892’de Pamfilya ve Pisidya antik bölgesindeki araştırma gezisi sonuçlarını iki cilt halinde yayınlayan K.G. Lanckoronski vermiştir. Lanckoronski eserinde, Antalya’dan Ağlasun güzergâhındaki yolculuğu sırasında Selçuklu yapısı üç han adından söz eder. Bunlar; Evdir Han, Susuz Han ve İncir Han’dır. Susuz Han’da konakladıklarından bahseder (Lanckoronski,1890:187-188). 1890’da V. Cuınet, 1895’de F. Sarre, 1940’da F. Erten ve R. Riefstahl gibi yöreyi gezen araştırmacılarda hanla ilgili bilgiler verir. Bu bilgilerin hiç biri hanı tam olarak tanıtmaz. Han’ın tam olarak incelenmesi ve tanıtılması, 1953’den aralıklarla 1960 yıllarına kadar Anadolu’yu dolaşan, Türkiye’de yer alan kervansaraylar üzerine araştırma ve incelemeler yaparak bunu bir yayın haline getiren Kurt Erdmann adlı araştırmacı olmuştur (Erdmann,1961:1-13). Bu dönemden sonraki çalışmalar, ikinci el kaynak niteliğinde, yapı üzerindeki sanat tarihi ve mimari yönden ele alan çalışmalar olmuştur. 29 Yapının en son kullanımıyla ilgili bilgiler mevcut değildir. Ancak, yapı ile aynı dönemde inşa edilen ve aynı bölgede yer alan İncir Han ve Kırkgöz Han ile ilgili bilgilerin mevcudiyeti, Susuz Han ile ilgili bilgilerin de zamanla ortaya çıkmasını sağlayacaktır (Ünal,1993:404). Plan:4 BURDUR SUSUZ HAN İpek Yolu Projesi kapsamında restore edilerek turizm amaçlı hayata geçirilen bir diğer eser, Nevşehir'in Avanos ilçesinin 5km. güney doğusunda Ürgüp'ün ise 6km. kuzeyinde, Damsa vadisinde yer alan Saruhan Kervansarayıdır. Yapı, Doğu-Batı bağlantısındaki AksarayKayseri güzergâhındadır. II. İzzettin Keykavus zamanında 1249 yılında yaptırılan Saruhan 2000 m²'lik bir alanı kaplamaktadır. Saruhan'da yapı malzemesi olarak sarı, kırmızımsı pembe ve açık kahverengi, oldukça düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Gerek anıtsal portalin, gerekse iç portalin kapı kemerlerinde iki renkli taşlar kullanılmış, böylece dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Üst kısımları kısmen yıkılmış olan dış portalde diğer sultan hanlarında olduğu gibi daha çok geometrik süslemeler tercih edilmiştir. Kubbeli köşk mescidi ise diğer kervansarayların aksine anıtsal portalin üzerine yapılmıştır. Avluya bakan mescit kapası mukarnaslı tromplarla süslüdür. Geniş avlunun solunda çeşmeli bir revak, sağında ise konaklama ve hamama ait mekanlar yer alır. Revaklarda kullanılan bazı taşların üzerindeki küçük çizgiler taş ustalarının özel işaretleridir. Hayvanların ve seyislerin konakladığı holü Aksaray Sultan Hanı ve Ağzıkarahan holünün benzeridir. Pandantifler üzerine oturan aydınlık kubbesi oldukça sadedir. 30 Üst kısımları yer yer yıkılan Han, 1991 yılında restorasyonu tamamlanarak orjinal haline getirilmiştir (resim:8) . Sultan Hanların en son örneklerinden olan Saruhan'dan sonra Selçuklu sultanları han yaptırmamışlardır. Resim:8 Saruhan Kervansarayı Restorasyon sonrası hali Bu tarihi yapıların ''Restore et - İşlet - Devret'' modeli çerçevesinde yatırımcılara tahsisi için çalışmalar sürdürülmektedir. Kervansarayların restore edilmesinden sonra, kısıtlı konaklama imkanı tanıyan, daha çok günübirlik kullanıma yönelik işlev verilerek turizme kazandırılması ile, hem dünyada eşi olmayan ve zaman içerisinde yavaş yavaş yok olmaya mahkum bu eserlerin kullanılarak korunmalar sağlanmış olacak, hem de geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, ülke ekonomisine katkıda bulunmaları temin edilecektir. Bu kervansarayların turizm amaçlı kullanılabilmelerine olanak sağlayacak bir işbirliği protokolü, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Bakanlığımız arasında 22.02.1993 tarihinde imzalanmıştır. Söz konusu protokole göre, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edilen eski eser nitelikli han ve kervansaraylar, adı geçen Genel Müdürlük tarafından 2886 sayılı Devlet İhale Kanununa göre ve Bakanlığımız işbirliği ile ihale edilerek ''Restore et - İşlet - Devret'' modeli çerçevesinde turizme kazandırılacaktır. Protokol esasları gereği, yatırım projeleri Kültür Bakanlığınca onaylanacak ve Bakanlığımızdan Turizm Yatırım Belgesi alacaklardır. Turizm sektörü, diğer yatırım sektörleri arasında öncelikli bir konumdadır. Eski eserlerin restorasyonu suretiyle yapılacak turizm yatırımları, Hazine Müsteşarlığınca belirlenen ''Öncelikli 31 Tür Turizm Yatırımları'' arasında yer almaktadır. Bu kapsama giren yatırımlar, her yıl yayınlanan teşvik kararnameleri çerçevesinde ayrıcalıklı teşviklerden yararlanabilmektedir. Bu eserlerin kullanımı için, Bakanlığımızdan Turizm Yatırım Belgesi alınması halinde ve adı geçen Müsteşarlık tarafından Teşvik Belgesi ile desteklendiğinde, tüm teşvik tedbirlerinden yararlanabilmektedirler. Restorasyonun bitiminden sonra, işletme aşamasına gelindiğinde, Bakanlığımızdan Turizm İşletme Belgesi alınması gerekmektedir. Protokolün imzalanmasını takiben Eylül 1994'te bir ihale yapılarak, Nevşehir'deki Sarı Han turizm amaçlı kullanılmak üzere kiraya verilmiştir. Haziran 1998’de 7 kervansaray (Denizli-Ak Han ve Çardak Han, Burdur-Susuz Han ve İncir Han, Antalya-Alara Han, Aksaray-Alay Han, Malatya-Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı) için açılan ihalede de Antalya’daki Alara Han, günübirlik tesis olarak restore edilmek ve kullanılmak üzere, bir yatırımcıya tahsis edilmiştir. İki han 2001 yılında Turizm İşletme Belgesi alarak hizmete açılmışlardır. Protokolde yer alan diğer kervansarayların turizm amaçlı değerlendirilmelerini sağlamak üzere zaman içerisinde yeniden ihaleleri planlanmıştır. SONUÇ: Anadolu’da ticaretin eski önemini kaybetmesi sonucu Selçuklular zamanındaki kervan yolları da zamanla ıssızlaştı. Önceleri Beylikler Dönemi’nde bu yollar üzerinde daha küçük hanlar yapıldı. Sonra bu hanlar da terk edildi. Yapmış olduğumuz bu çalışmada Osmanlı Döneminde Ticaret yollarının değişmesi üzerine eski canlılığını kaybeden Anadolu üzerindeki hanlar ve kervansaraylar, Osmanlı döneminde dinsel amaçlı “hac yolu” hizmetlerini sunmuş olsa da; bu hizmet yılın bir döneminde; hac farizası yılın belli ayında (Kurban Bayramı arifesi ve bayram sırasında ) yapıldığı için Selçuklu döneminde ve Osmanlı da, 16 yüzyılın başlarına kadar devam eden ticaret yollarının önemi ile yılın on iki ayına yayılan bir hanlar ve kervansarayların işlevsellinde yoğunluk kalmamıştı. Dün “Ulu Yol” olarak adlandırılan İpek Yolu başka yollara kayınca bu yollar üzerinde bulunan muhteşem kervansaraylar da kendi haline terk edilip, kullanılmaz oldu. Bugün ıssız dağ başlarında, koyaklarda temel kalıntılarını gördüğümüz kervansaray kalıntıları bile o günün heybetiyle vakur bir şekilde yıkık viran kalmıştır. Bugünün yolları da artık bu yolların yakınlarından geçmez olmuş, insanlar da uğramaz olmuştur. Binlerce kilometre uzaklıktan aylarca süren yolculuk sonucunda kapısına gelen kervanlar da gelmez olmuştur. Onları ayakta tutan vakıfların da akarları gelmez olunca ayakta kalmaları iyice imkânsızlaşmıştır. Bu büyüklükte kervansarayları onarmak, tekrar eski günlerine döndürmekte artık çok zordu. Onun için yüzyıllarca kullanılmayan bu kervansaraylar zamana yenik düştü. 1980’li yıllarda “İpek Yolu Projesi” kapsamında İpek Yolu yeniden canlandırılmak istenmiş, bunun için öncelikle kullanılabilecek durumda, kent merkezlerine yakın ve merkezlerin içinde bulunan kervansaraylar onarılmış ve işlev verilmiştir. Bu proje ile, Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan tarihi ticaret yolu İpek Yolu'nun yeniden canlandırılması için, "Restore et-İşlet-Devret" modeli uygulamaları çerçevesinde, dünya mirasının önemli halkasını oluşturan eserlerin korunmasını ve turizm aktivitelerinin çeşitlendirilmesini amaçlanmıştır. 32 "İpek Yolu Üzerinde Bulunan Kervansarayların (Hanların) Turizme Kazandırılması" projesi kapsamında, kültürel mirasın en önemli unsurlarından ve çoğu tabiata ve çevre şartlarına yenik düşmüş olan kervansarayların korunması ve bir koruma-kullanma dengesi içerisinde yaşatılarak tarihi "İpek Yolu"nun canlandırılmasını ivedili olarak sağlanacaktır. İpek Yolu'nun bugün de olağanüstü tarihi ve kültürel zenginlik sunduğu unutmadan, "Bu yol, Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldır bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini sürmeye yardımcı olacak bir turizm olgusudur. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolu'nun hem ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması için öncelikle; tur güzergahları ile çakışan İpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen kervansaraylara dair ön etüdlerin yapılarak, ilk etapta turizm amaçlı değerlendirmek üzere bu rotadaki kervansaraylar belirlenerek hayata geçirilecek büyük bir kültürel turizm projesi kapsamında bir harekettir. Bu proje Çin Hükümeti tarafında büyük bir destek görmektedir. Çin’inTarihi İpek Yolu’nun başlangıç noktası, Xi’an kenti. İpek Yolu ticaretinin gözdesi olarak Tang Hanedanlığı Döneminde bu kent Çin Hükümdarlığına başkentlik yapmıştır. Tarihsel kökleri sebebiyle bugün Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki, Shanxi Eyaleti’nin Başkenti Xi’an’da Tang Hanedanlığı Kültür Endüstrisi Yatırım Şirketi Başkanı Lu Jianzhong ve beraberinde bir heyet 29 Mart 2011 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile iletişime geçerek¸ 2011 yılında iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 40. yıldönümü nedeniyle çeşitli kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilmesinin temellerini atmışlardır. Bunun bir sonucu olarak “2012 Türkiye’de Çin Yılı”, “2013 Çin’de Türkiye Yılı” ilan edilerek, bu yıllar arasında yapılan faaliyetler kültür – turizm ilişkileri üzerine yoğunlaşarak Türkiye turizm pazarında Çinli turist sayılarında yükseliş aşamasına geçilmiştir. Bugün gelinen noktada; “Tarihi İpek Yolu Pazar” kalıntıları üzerinde, İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması amacıyla hazırlanan bu proje Çin Hükümeti tarafından da desteklenmektedir. Bu projenin diğer paydaşları olarak; Bu proje çerçevesinde İpek Yolu üzerindeki 12 ülkeye ait (Japonya, Kore, İran, Türkiye, İtalya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan vb.) stantlar oluşturulacaktır. Bu stantlarda, ülkelerin mimari özelliklerini yansıtan binalar inşa edilerek, geleneksel el sanatları ürünlerinin, özgün kültürel değerleri yansıtan eserlerin, turistik eşyaların pazarlanmasına imkan verilecektir. Türkiye için ayrılan alanda inşa edilecek yapı, burada pazarlanabilecek eserler, Türk Kültürü’nün tanıtımı için yapılacak çalışmalar hakkında yerinde incelemelerde bulunulması da mümkün olabilecektir. Söz konusu projenin ülkemizin kültür ve turizm açısından tanıtımına büyük fayda sağlayacağı düşünülmekte, “Türkiye” adının yaşatılacağı bina ile ilgili proje hazırlanması aşamasından itibaren Bakanlığımızca görevlendirilecek uzmanların da çalışmalara katılmasında yarar görülmüştür. İpek yolu hem tarih, hem de kültür bakımından dünyanın en zengin mirasıdır. Bu mirasın gelişmesinde birçok medeniyet ve millet katkı sağlamıştır. Bu yol dünyaya kültürleri ve medeniyetleri açan ve büyük bir etkileşim meydana getiren bir yoldur. Dünyanın en önemli mücadeleleri ve gelişmeleri bu yoldan mülhem meydana gelmiştir. Bilim ve felsefe alanında İbni Sina’nın ve Farabi’nin batı dünyasını etkilemesini somut örnek olarak verebiliriz. İbni Sina tıp alanında hekimlerin öncüsü, Farabi düşünce tarihinde Aristo’dan sonra muallimi-sanidir. Yaşadıkları yer bugünkü Özbekistan’dır ve dışa açılmaları ipek yolunun işlevselliği sayesindedir. 33 Orta Asya bölgesi, uzun yıllar kapalı bir sistemin egemenliği altında kalmıştır. Dünya için bu bölgedeki insanlar ve kültürler adeta bir sır durumundadır. Türkler için işin vahameti daha büyüktür. Bu bölgedeki farklı boylardan olsa da birbiriyle soy ve kültür akrabalığı olan topluluklarla bağlar tamamen kopmuştur. Küreselleşmenin açmış olduğu kapılarla Türk toplulukları birbirinden haberdar olabilmiş ve birbiriyle yeni iletişime geçebilmiştir. O yüzden bölgede yoğun bir nüfus ağırlığına sahip olan Türk Dünyası için bu dönemin imkanları iyi değerlendirilmelidir. Bunun için ipek yolu bağlamında hazırlanacak çok yönlü projeler geliştirilmelidir. Mevcut projelere mutlaka iştirak edilmeli, özellikle turizm gibi bir olgu toplumları kaynaştıran ve toplumlar hakkında ön yargıları ortadan kaldırılmasında en etkili unsurların başında gelmektedir. İpek yolu projesini hayata geçmesi ile Türkiye ile diğer Türk Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları arasına yeni setler engellenmelidir. Orta Asya kadim uygarlıkların beşiğidir. Geçmişte; Çin, Hint, İran, Arap ve Türk kavimlerinin muazzam birikimleri burada toplanmıştı. Batı buradan bu (teknoloji, bilim, felsefe ve dini-mistik öğretiler) birikimlere sahip olmak için tarihte, Büyük İskender’in meşhur seferinden, Marco Polo’nun seyahatine kadar pek çok ilginç girişim yapılmıştır. Bugün de; İpek yolu bir kültür ve turizm yolu olarak, bölgedeki zengin kültür mirasının ve yaşayan insanların dünyayla etkileşime geçmesine uygun bir zemin oluşturacaktır. Selçuklu Türklerinin doğuya ulaşmasında en önemli rehber bu yol güzergâhları olmuştur. Cengiz Han’ın seferinde kullandığı da tarihi ipek yoludur. Burada milletler ve imparatorluklar karşılaşmış, yükselmişler ve çökmüşlerdir. Dinler, felsefeler doğmuş ve buradan dünyanın değişik yerlerine yayılmışlardır. Büyük İpek Yolu tarihin en büyük tanığıdır. Türkiye’de ipek yolu projesi dendiğinde ilk karşımıza çıkan Selçuklu kervansarayları ve hanlarının restore edilerek turizme ipek yolu adıyla kazandırılması çalışması çıkmaktadır.“Anadolu İpek Yolu Hanları Turizm Projesi” adı verilen bu çalışma, Anadolu’nun değişik yol güzergâhlarında Selçuklu ve Osmanlı zamanında yaptırılmış ve kullanılmış kervansarayları aslına uygun restore edip turizmin hizmetine sunmayı hedeflemektedir. Günümüzde, Bunların bir kısmı restore edilerek turizm amaçlı olarak hizmete sunulmuştur. İpek yolu bağlamında atılan önemli adımlardan birisi Demir İpek Yolu projesi olmuştur. Türkiye Demir İpek Yolu projesiyle ipek yolunun yeniden canlandırılmasına önemli katkı sağlayacaktır. İpek yolunda kara taşımacılığının yanı sıra demiryolu taşımacılığının önemi ön plana çıktı ve bu konuda bazı adımlar atıldı. 2005 yılında Pekin’den çıkan ve Brüksel’e 20 günde varan İpek Yolu kervanı, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bu tarihi yolun önemini tekrar açığa çıkarmıştır (UND.RAPOR-1 2008) . Geçtiğimiz yüzyıllarda bölgedeki istikrarsızlıklar ve geri kalmışlık nedeniyle derin bir uykuya dalan İpek Yolu, artık 21. yüzyılın dinamik, global ve teknoloji odaklı ticaretinde yeniden yükselen bir yıldız olarak eski cazibesine kavuşacaktır. Türkiye de geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi bu yolun Avrupa ile Asya bağlantı noktasında bir cazibe merkezi olma konumunu sağlamlaştırmak durumundadır. 34 KAYNAKÇA: Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, T.T.K Belleten, Cilt:X, sayı:39. 1964. Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1985. İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular. İslam Ansiklopedisi, Cilt:X, MEB. Basımevi, İstanbul,1966. Yılmaz Öztuna, Osmanlı İmparatorluğu, Türk Ansiklopedisi. (26. ciltten ayrı basım) MEB. Basımevi, Ank.1977. Burhan Göksel, “Turizmin Tarihi ve Türkler”, Turizm Yıllığı, Ankara: T.C. Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985. Şebnem Akalın, “Kervansaray”, Diyanet Vakfı, İ.A. .Cilt.25., Ankara, 2002. Nizamü'l-Mülk, Siyasetname, (Çev.M.A.Köymen), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1999. Sönmez, Selami Sönmez, “Ortaçağ Türk ve İslam Dünyasında Kervansarayların( HanlarRibatlar) Fonksiyonları”, KKEFD/JOFKEF, Sayı:16, 2007. Nejat Diyarbekirli, “Sunuş: İpek Yolu Üzerine”, Dünden Bugüne İpek Yolu (Ed. Taşağıl ve diğerleri), Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008. UND.RAPOR- 1 2008, “Tarihi İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılması ve Uluslararası Lojistik”, www.und.org.tr/lojistik/TURKIYE_IPEKYOLU_US.doc Oliver Wild“TheSilkRoad”,U.T.20.09.2010,http://www.mostang.com/mw/iss04/silk.html Hakkı Acun (Ed.), Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ankara, 2007. Gökçe Günel, “Anadolu Selçuklu Dönemi’nde Anadolu’da İpek Yolu - Kervansaraylar – Köprüler”, Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi, (ISSN 1300-2864) Ankara, sayı:29, 2010. Winfried Löschburg; Seyahatın Kültür Tarihi, (Çeviren, Jasmin Traub) Ankara-1998. Dost yay., Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî; İbn Battûta Seyahatnâmesi, cilt:I, (çeviriinceleme-notlar: A. Sait Aykut), YKY yayını, İstanbul-2000. Tuba Ökse, “Kızılırmak ve Fırat Havzalarını Birbirine Bağlayan Eski Kervan Yolları”, Bilig, Yaz / 2005, Sayı 34, s. 19. 35 Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kervan Yolları, Ankara, 2007. M. Kemal Özergin, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 20, İstanbul, 1965 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, MEB. Yayını, Cilt: 2, Ankara, 1972. M. Azaltun , E.Kaya, Konaklama İşletmelerinde Muhasebe Uygulamaları, Detay Yayıncılık, 3. Baskı, Ankara, 2010 A. Aktaş, Turizm İşletmeciliği ve Yönetimi, Azim Matbaa Fatih Ofset San. Tic. Ltd. Şti, 2. Baskı, Antalya, 2002. A. Aktaş,” Otelciliğin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’deki Otelcilik”, Turizm Dünyası, Mart1991. H. Olalı, M. Korzay, Otel İşletmeciliği, Yön Ajans, İşletme Fakültesi Yayın No: 214, İstanbul,1989. B. Şener, Modern Otel İşletmelerinde Yönetim ve Organizasyon, Detay Yayıncılık, 5. Baskı, Ankara, 2010. S. İ.Barutçugil, Turizm İşletmeciliği, Beta Basım A.ş, 3. Baskı, İstanbul,1989 Mithat. Zeki Dinçer, Turizm Ekonomisi ve Türkiye Ekonomisinde Turizm; Filiz Kitapevi, İstanbul, 1993. Derman Küçükaltan,‘Bir Alternatif Turizm Türü Olarak Kırsal Turizm ve Türkiye’de Kırsal Turizm İşletmeciliği’(Basılmamış Doçentlik Takdim Tezi), 1999. Robert Lanquar, (Çev. Gülser Öztunalı Kayır), Turizm-Seyahat Sosyolojisi; İletişim Yayıncılık Cep Üniversitesi, Sayı: 49; İstanbul, 1991. “Kral Yolu”, Geçit Review Dergisi, sayı: 8-9 Eylül-Ekim, 1945, s.64-65. M. Baron C. D'ohsson, Moğol Tarihi, (Çevirenler: Ekrem Kalan ve Qiyas Şükürov), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006 Kevin D. O’Gorman,"Origins of the Commercial Hospitality Industry: From The Fanciful to Factual", International Journal of Contemporary Hospitality Management, 21 (7), 2009. Goldfrey R. Driver, ve John C. Miles, Code of Hammurabi in English and Akkadian: The Babylonian Laws, Oxford: Clarendon Press, 1952. BUTLER, Richard Butler, (Eds.) Russell, Roslyn Russell, Giants of Tourism. Cambridge: CABI, 2010. 36 Ziya Kazıcı, (1999). İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul: Kayıhan Yayınevi, 1999. Salim Koca, (1996). “Türkiye Selçuklularında Ekonomik Politika”, Erdem Dergisi, Sayı:8, 1996. M. Altan Köymen, (1986). “Türkiye Selçukluları Devleti’nin Ekonomik Politikası”, Belleten Dergisi, Sayı:198, 1986. Claude Chan, The Formation of Turkey; The Seljukid Sultanate of Rum: Eleventh to Fourteenth Century, London: Pearson Education Limited Press, 2001. Ayşıl Tükel Yavuz, . "Anadolu Selçuklu Kervansaraylarında Mekan-İşlev İlişkisi İçinde Savunma ve Barınma." Vakıf Haftası Dergisi, Ankara, 1992, Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügatı, II, İstanbul,1928. Osman Çetin, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul 1981. İsmet İlter, Tarihi Türk Hanları, KGM matbaası, Ankara 1969. Evliya Çelebi. (2005). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 306, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa 462, Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Beşir Ağa 452 Numaralı Yazmaların Mukayeseli Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: S. A. Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff) 9. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005. Evliya Çelebi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: S. A. Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff), 8. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003a. Evliya Çelebi. (2003). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: Y. Dağlı, S. A. Kahraman, R. Dankoff), 7. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003. Evliya Çelebi (2002), Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Revan 1457 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: Y. Dağlı, S. A. Kahraman) 6. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002. Karl Grafen Lanckoronski, Staedte Pamphiliens und Pisidiens II., Prag-Wien ,1890-1892. Kurt Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts, Teil 1, Berlin 1961 ve Kurt Erdmann-Hanna Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts, Teil I1-III, Berlin 1976. Rahmi Hüseyin Ünal, “Burdur-Bucak İncir Han’ında, Temel Araştırmaları ve Temizlik Çalışmaları (Eylül 1992)”, X.Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1993. Gönül Güreşsever, Anadolu’da Osmanlı Devri Kervansaraylarının Gelişmesi (İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü) Doktora Tezi, 1974.