PowerPoint Sunusu

advertisement
TMMOB KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI
BİYOTEKNOLOJİ SEKTÖR
ARAŞTIRMASI
Erdinç İkizoğlu, Gizem Ayna
Ege
Üniversitesi
Mühendislik
Fakültesi
Biyomühendislik Bölümü, Bornova-İZMİR
e-mail: ikizoglu@eng.ege.edu.tr
TMMOB Sanayi Kongresi 2003
19-20 Aralık 2003
Biyoteknoloji, biyolojik sistem, organizma
veya proseslerin malzeme ve hizmet
endüstrilerinde uygulanmasıdır. Biyoteknoloji
teriminin yeni olmasına karşın, Babil’de bira
yapımında biyoteknolojinin kullanımı, MÖ
6000 yıllarına ve eski Mısır’da, MÖ 3000
yıllarına dayanmaktadır. Ekmek yapımı bir
diğer eski biyoteknolojik uygulamadır.
Biyoteknolojik yöntemlerle peynir, şarap,
yoğurt ve sirke yapımı yüz yıllardır
sürmektedir. 1897’de mayadan enzimlerin
izolasyonu ile, enzim teknolojilerinin temeli
atılmıştır.
20. yüzyılda biyoteknolojinin kullanımı I. Dünya Savaşı sırasında
İngiliz ve Almanların patlayıcı madde elde etmek için aseton ve
butanol fermentasyonundan yararlanmalarına kadar gider.
II. Dünya Savaşı sırasında biyoteknoloji, yaralıların tedavisinde
kullanılan penisilin ve benzeri antibiyotiklerin büyük ölçekte
üretiminin başlaması ile önem kazanmıştır. 1950 li yıllarda
hayvan ve bitki hücrelerinden ekstraksiyonla çeşitli kimyasalların,
aşı, serum, vitaminler ve hormonların da üretimi başlamıştır.
1953 yılında Watson ve Crick tarafından DNA molekülünün
yapısının belirlenmesi, biyoteknolojide önemli bir dönüm
noktası olmuş ve moleküler biyoloji alanında yapılan
çalışmalarla 1973 yılında ilk gen transferi gerçekleştirilmiştir.
1976 yılında ABD Genentech firması rekombinant DNA tekniği
ile insan pankreas hücresinden bakteri (E. Coli) hücresine gen
transferini gerçekleştirip insan insülini üretimi konusunda
çalışmalar başlatmış ve 1980 li yılların başında Humulin ticari
ismi ile piyasaya çıkarmışlardır.
Son yirmi yıldır genetik çalışmalarının da hızlanmasıyla tıbbi
biyoteknoloji, hayvan ve bitki biyoteknolojileri ile çevre
biyoteknolojisi alanında çok hızlı gelişmeler olmaktadır.
Biyoteknoloji Gelişimi
Modern
Biyoteknoloji
Hayvanlarda genetik müh.
Bitkilerde genetik müh.
Mikroorganizma genetik müh.
Rekombinant DNA teknolojisi
Monoklonal antikor üretimi
Hayvanlarda embriyo transferi
Bitki doku kültürü
Biyolojik azot fiksasyonu
Fermentasyon
Klasik
Biyoteknoloji
Araştırma maliyeti
Dolly (1997)
Biyoteknoloji km-taşları
Geniş ölçekli GMO (1996)
1866-2001
Arabidopsis
genome (2001)
FlavrSavr (1994)
HUGO (1990)
İlk transgenik domuz (1986)
İlk transgenik bitki (1982)
İlk transgenik hayvan (1981)
İlk gen klonlama (1973)
DNA ikili sarmalı
Mendel’in
kuralları
İlk hibrit mısır (1908)
1866
1891
1916
1940
1965
1990
2001

Bilişim teknolojisi ile birlikte, 21 . yüzyılda insanlığın
refahında en önemli katkıyı sağlaması beklenen
teknolojilerin başında biyoteknoloji gelmektedir.
Türkiye Biyoteknoloji Sektörünün Yapısal Analizi:
Türkiye’de biyoteknoloji (BT) pazarı 1999 yılı itibariyle
960 milyon dolardır ve 2010 yılında yaklaşık 4,5 ila 8,5 milyar
dolara ulaşma potansiyeli taşımaktadır.
Tıp ve Sağlık Biyoteknolojisi, Endüstriyel Biyoteknoloji,
Tarım, Hayvancılık ve Gıda Biyoteknolojisi ile Çevre ve
Enerji Biyoteknolojisi
alanları aşağıda ayrıntılı olarak
değerlendirilmektedir:
Tıp ve Sağlık Biyoteknolojisi:
Tıp ve sağlık pazarının en önemli sektörü olan ilaç
sektörünün 2000 yılında toplam cirosunun 4 milyar $ olduğu,
bunun yaklaşık 200 milyon $’lık kısmını ithal edilen BT
ürünler olduğu tahmin edilmektedir. İlaç sektöründe üretim
yapan firma sayısı oldukça fazladır. Esas olarak lisans üretimi
ya da jenerik üretim yapmaktadırlar
İlaç firmaları arasında biyoteknoloji kullanan firma sayısı
oldukça azdır. İlaç aktif madde üretiminde biyoteknoloji
kullanılarak yapılan üretimler içinde en çok gelişen
antibiyotik üretimi olmuştur.
1970 yılında 9 yerli ilaç firması ortaklığı ile İzmit’te kurulan
ANSA da fermentasyonla antibiyotik aktif maddeleri üretimine
başlanmıştır. İlk üretilen antibiyotikler, hammadde olarak
nişastanın kullanıldığı tetrasiklin ve oksitetrasiklin
türevleridir.Tesiste 1981 yılında gentamisin sülfat üretimine
başlanmıştır.1982 yılında Eczacıbaşı firması da İstanbul/Ayazağa
tesislerinde gentamisin üretimine başlamıştır.Ancak Uzakdoğu
kökenli gentamisinle rekabet edilemeyince iki tesis de üretimi
1990 yılında durdurmak zorunda kalmıştır.
İzmit’teki antibiyotik tesisinde 1988’de başlanan
linkomisin üretimine de 1992 yılında son verilmiştir.Bu
tesiste 1994 ‘ten buyana dünyada dört üreticiden biri
olarak potasyum klavulanat üretmektedir. 1994.’de SİFAR
adlı bir firma Çerkezköy’de modern bir fermentasyon
tesisi kurmuştur.Rifampisin üretimine başlamayı planlayan
tesis üretime başlayamamış, tesis Eczacıbaşı’na
satılmıştır.Eczacıbaşı bu tesiste yeni bir antibiyotik
üretimine başlamak üzeredir.
Veteriner Aşıları Üretimi konusunda Ankara’da Şap
Enstitüsü modern aşı üretim imkanlarına sahiptir. FAO
ile AET hibe desteklerini kullanarak 1986 yılından beri
modern üretim tesislerinde Ülkemizin şap aşısı
ihtiyacını tamamen karşıladığı gibi pek çok ülkeye de
ihraç etmektedir. Ayrıca, kuruluş bünyesinde dünyada
az sayıda olan bir “Hayvan Hücre Kültür Kolleksiyonu”
birimi de bulunmaktadır.
Şap Enstitüsü dışında diğer “Veterinerlik
Araştırma Enstitüleri” adındaki sekiz Ar-Ge
merkezinden yedisi aşı üretimi ile görevlidir ve yerli
ihtiyaca yönelik olarak çalışmaktadırlar. Aşı
üretiminde 1989 yılında çıkarılan kararname ile özel
firmalara izin verilmesiyle beraber Adıyaman, Urfa ve
Sivas’ta özel sektör aşı üreticileri de üretime
başlamıştır. Aşı pazarının 1999 yılında ki
büyüklüğünün yaklaşık 50 milyon $ olduğu
belirtilmektedir.
Beşeri Aşıların Üretimine baktığımızda, Refik
Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünde 1950 li yıllarda başlayan
Boğmaca, Difteri, Tetanoz, BCG, Tifo aşıları üretimi
birinci jenerasyonla 1980 li yıllara kadar yapılmış ve
Türkiye ihtiyacının tamamı karşılanmıştır. Son 20 yıldır aşı
üretimindeki yeni teknolojilere yapılacak yatırım yerine
ithalat tercih edilmiştir. Yalnız tetanoz aşısı üretiminde
1996 yılında Eski üretim binası GMP kurallarına uygun
hale getirilerek, fermentör üretimi teknolojisine geçilmiş,
iki adet 300 litrelik fermentör sistemi satın alınarak tetanoz
toksini üretiminin yüksek verimde gerçekleştirilmesi
sağlanmıştır. Böylece Türkiye’de ilk kez fermentör
teknolojisi ile insan aşısı üretimi gerçekleştirilmiştir..
1995 yılında başlanan yeni aşı üretim
tesisleri kurulması ile ilgili proje gerekli ve
yeterli bilgi birikimi ile insan gücü olmasına
karşın beklemededir.
İlaç sektöründeki sorunlara rağmen sağlık alanında hızla
açılan yeni özel hastaneler ve tıp fakültelerinin kurulması sağlık
alanında kullanılan ürünler için olan pazarı, özellikle tanı kitleri
pazarını büyütmektedir. Tanı kitlerinin ve aletlerinin çoğu ithal
edilmektedir.
Tanı kitleri pazarının büyüklüğünün 1999
yılı için yaklaşık 400 milyon USD olduğu, bununda 100 milyon
USD
kısmının BT’ye dayalı tanı pazarının oluşturduğu
söylenmektedir.
Tanı kitleri üretiminde 10 kadar firma faaliyet
göstermektedir. Bu firmalar, bilginin ve AR-GE nin yatırım
sermayesinden çok daha önemli olduğunu ispatlayan yeni
nesil biyoteknoloji firmalarıdır. Bu tür örnek firmalardan
birisi INOVA A.Ş. dir.
INOVA Biyoteknoloji A.Ş.
10.Mart.1999 tarihinde VakıfRisk Sermayesi Yatırım
Ortaklığı
A.Ş.'nin
iştiraki
ile
İzmir’
de
kurulmuştur.
Şirket bünyesinde; ikisi doktora, biri
yüksek lisans ve dördü lisans derecesine sahip olan yedi
yönetici personel görev yapmaktadır.
INOVA Biyoteknoloji A.Ş.'nin Üretim ve Kalite Kontrol
Laboratuvarlarında, tamamı TSE Kalite Uygunluk belgesine
sahip; gebelik tanı testleri ile, hepatit B, hepatit C ve AIDS
gibi viral hastalıkların vücut dışı tıbbi amaçlı tanısına
yönelik
immünokromatografik
testlerin
üretimi
yapılmaktadır.
Türkiye’de kurulmuş olan bir diğer biyoteknoloji
firması da Diomed firmasıdır.DİOMED Tıbbi Gereçler
Sanayi Ticaret ve Pazarlama Anonim Şirketi, 1994 yılında
cerrahide, anestezide ve mikrobiyolojide kullanılan test ve
tanı malzemelerini üretmek ve geliştirmek amacıyla
kurulmuştur. Kuruluş aşamasında
Üniversite öğretim
üyeleriyle yoğun bir işbirliği yapılmıştır. Bugün toplam 44
çalışanı (1 doktoralı ve 5 Üniversite mezunu) bulunan
Diomed, cirosunun yaklaşık %60 ını Ar-Ge ye
ayırmaktadır. Ar-Ge bütçesi 1999 yılı için 200 000
dolarken, 2000 yılı için 450 000 dolara ulaşmıştır. İki
patenti ve beş patent başvurusu olan Diomed, Belçika’ya
teknoloji transferi gerçekleştirmekte ve yabancı şirketlerle
yatırım ve ortaklık ilişkilerinde bulunmaktadır.
Ülkemizde ilk kez genetik analizlerde kullanılmak üzere
DNA-RNA saflaştırma kitleri üreten METİS Biyoteknoloji
Ltd. Şti 1998 de Ankara’da kurulmuştur. KOSGEB-Ankara
Üniversitesi TEKMER – TİDEB – TTGV destekli AR-GE
projeleri geliştirmişlerdir. Ankara Üniversitesi TEKMER de
kurulan Biogentek Biyoteknoloji Ltd. Şti ile Bioanalyse Tıbbi
Malzemeler Ltd. Şti de sağlık biyoteknolojisi konusunda
faaliyet gösteren iki yeni BT firmasıdır.

Biomar A.Ş., TÜBİTAK Marmara Araştırma
Merkezi'nde yerleşik bir şirkettir. 1993 yılında,
Biyoteknoloji ve Genetik Bilimi sahasında gerekli
teknolojik gelişimi sağlayarak, bu gelişimin sonucu olan
ürünlerin ticari hayata geçirilmesi amacıyla, değişik
sektörlerde uzmanlaşmış 7 kurucu ortak tarafından bir
teknopark şirketi olarak kurulmuştur
İlaç ve sağlık sektörüne ait bir diğer alt grup
biyomateryallerdir. Biyomateryaller, polimerler (plastik, fiber,
elastomer), metal alaşımlar, özel seramikler, karbon ve bu
materyallerden oluşan kompozit sistemlerdir. Kullanım alanları:
yapay organlar, sert ve yumuşak doku protezleri ve teşhis ve
tedavi amaçlı cihazlardır
Ülkemizde ortopedik protez ve malzemelerini üreten
Hipokrat Tıbbi Malzemeler şirketi, 1998 de TÜBİTAKTÜSİAD-TTGV tarafından verilen teknoloji başarı
ödülünü. almıştır. Şirketin temeli, 1943 yılında Türkiye’de
Travmatoloji ve Ortopedi ana bilim dalının kurucusu olan
merhum Ord. Prof. Dr. Akif Şakir Şakar’ın teşvik ve
bilimsel katkıları ile Süreyya Nejat Evren tarafından
atılmıştır.. Bugün konusunda deneyimli ve uzman 160
kişilik bir kadrosu ve konvansiyonel tezgahların yanı sıra
CNC tezgahlar yardımı ile üretim kapasitesini ve ürün
çeşitliliğini arttırarak Türk tıbbına hizmet vermeye devam
etmektedir.
İlaç sektöründe biyoteknoloji uygulamaları çok sınırlı da
olsa bir uygulama potansiyeli taşımaktadır.
Bu arada unutulmaması gereken nokta ilaç üretimi, yasal
düzenlemeler ve üretim uygulamalarındaki zorluklar nedeniyle
uzun dönemli bir yatırımdır. Dolayısıyla biyoteknolojinin ilaç
sektörüne uygulamaları da uzun dönemli olacaktır. Bu alanda
faaliyet göstermek isteyen ve Ar-Ge yapacak olan firmalara
gelişmiş ülkelerde olduğu gibi teşvik sağlamak gerekecektir.
Sağlık sektöründe kısa vadede büyük gelir getirebilecek
alt sektör, tanı kitlerini içeren tanı piyasasıdır. Bu piyasada
başta insan hastalıkları gelmekle birlikte hayvancılığın
yaygın olduğu ülkemizde hayvan hastalıklarının ve
testlerinin yapıldığı tanı test ve kitlerini de düşünmek
gerekmektedir Sadece yerli değil ihraç edilmesi mümkün
olan bu ürünlere yatırım yapmak Türkiye için karlı
olabilecektir
Aşı üretimi de ilaç üretimiyle karşılaştırıldığında çok
daha kolay ve kısa dönemde gelir sağlayan, teknolojik
olarak Türkiye’nin kolaylıkla adapte edebileceği bir alanı
oluşturmaktadır. Uzun bir süredir aşı üretimi yapılmasının
getirdiği tecrübe ve bilgi birikimiyle Türkiye transfer
edilecek yeni aşı ürünlerini üretebilme potansiyeline
sahiptir. Böylece ithalata giden kaynaklardan tasarruf
yapılabilir. Türkiye’de aşı üretimi sadece ithalatı azaltmak
açısından değil aynı zamanda ihracat potansiyeli taşıdığı
için de önemlidir.
Endüstriyel Biyoteknoloji:
Bu sektör grubunda biyoteknolojik süreçlerle
üretimi yapılan etil alkol, sitrik asit ve enzim
üretimlerini yapan kuruluşlar incelenebilir. Türk Şeker
Fabrikaları A.Ş. ye ait üç(yalnız Eskişehir tesisi
çalışmaktadır), özel sektöre ait Amasya’da bir ve
TEKEL’ e ait
Alaşehir’de bir etil alkol tesisi
bulunmaktadır.
Adapazarı’nda yaklaşık 30 yıldır melastan asetik
asit ve etil alkol üretimi yapan Asit Sanayi ve Ticaret
A.Ş. adlı firma da üretimini durdurmuştur.
1969 yılında İzmit Köseköy beldesinde Türk Ticaret Bankası
tarafından Fürsan adı altında melastan sitrik asit üreten bir
fabrika kuruldu. Yapımı 5 yıl süren dev tesis, 1974 yılından
itibaren limon tuzu üretmeye başladı. Kendi alanında Türkiye’de
ve Ortadoğu’da tek olan tesis, yılda 6 bin ton üretim ile Türkiye’
nin ihtiyacının yüzde 40’ını karşılıyordu. Ancak 1999 yılının
Mart ayında kötü yönetim, ekonomik zorluklar, Çin ile yaşanan
rekabetten dolayı daha fazla dayanamayan Fürsan, 144 işçinin
işine son vererek sahibi olan Türk Ticaret Bankası tarafından
kapatıldı.
Türkiye’de endüstriyel enzimlerin kullanımını teknik destek
eşliğinde,
amaca
özel
formülasyonlar
uygulayarak
yaygınlaştırmak amacıyla 1977 yılında ORBA BİOKİMYA A.Ş.
kurulmuştur. İlk pilot tesis 1979 yılında işletmeye alınmış ve
ekmek sanayiinde ilk fungal α-amilaz kullanımı 1980 yılında
ORBAMİL EL ile başlamıştır. Kuruluş orta ölçekli bir işletme
olup hiçbir know- how almadan tümüyle AR-GE çalışmaları ile
tasarlanmış ve faaliyete geçirilmiştir.
İlerleyen yıllarda AR-GE çalışmaları; yeni enzimlerin
katı fermentasyon yöntemleri ile üretimi, üretici
mikroorganizmaların klasik mutasyon ve gen mühendisliği
teknikleri
kullanılarak
geliştirilmeleri
konularında
yapılmıştır. Kuruluşta son zamanlarda deri ve deterjan
sektörü için alkalen proteaz üretimini kapsayan TTGV
destekli bir araştırma projesi yapılmış ve üretimine
başlanmıştır.
Türkiye’de enzim pazarı 1999 yılında yaklaşık 32 milyon
dolar olarak gerçekleşmiştir. Endüstriyel biyoteknoloji
konusunda araştırma kuruluşlarının kapasitesi oldukça zayıf
olduğu için bu alanda firmalara daha fazla görev düşmektedir.
Türkiye bu alanda varolabilmek için aşağıdaki stratejileri
izleyebilir.
•Çokuluslu şirketlerin girmediği özgün ürün alanları
saptanarak bu alanlarda teknolojiler geliştirerek özel bir
pazar oluşturulabilir.
•Endüstriyel biyoteknoloji alanında bir sektörün oluşması
isteniyorsa rekabetin yoğun olması nedeniyle teknolojik
yatırıma girişen firmaların belirli süre boyunca
desteklenmesi gerekecektir.
Türkiye Biyoteknoloji sektöründe en büyük yatırım ekmek
mayası üretiminde PAK Holding tarafından yapılan PAKMAYA
yatırımıdır. Türkiye de toplam ekmek mayası üretim kapasitesi
yıllık 400.000 ton civarıdır. Tüketimi ise onda biri kadardır.
Toplam üretimin yarısından fazlası PAKMAYA nın üç tesisinde
üretilmektedir. 1973’te İzmit - Köseköy’de ilk fabrikasının
devreye girmesiyle maya üretimine başlayan Pak Gıda, 1986’da
İzmir- Kemalpaşa, 1990’da ise Düzce - Cumayeri tesislerini
devreye alarak gelişmesini sürdürmüştür.
Son yıllarda yurt dışı yatırımlara yönelen Pakmaya,
Romanya’nın Paşcani şehrinde 4. maya fabrikasını
kurmuştur. Bu tesis Romanya'nın maya ihtiyacının büyük
bir bölümünü karşılamakta ve civar ülkelere de ihracat
yapmaktadır. PAKMAYA toplam üretim kapasitesi
itibariyle Dünyanın ikinci büyük ekmek mayası üretim
firması olmuştur.
AR-GE çalışmalarına büyük önem veren PAKMAYA
1988 yılında PAK Biyoteknoloji Merkezini İzmit fabrikasında
kurmuştur.İki araştırma laboratuvarı, bir pilot tesis ve bir çevre
teknolojisi laboratuvarı içeren merkezde,2 doçent, 2 doktoralı
ve 5 yüksek lisanslı araştırmacılardan oluşan uzman bir kadro
çalışmaktadır. Kimya, bilgisayar, makine, elektrik, elektronik
ve çevre mühendisliği, mikrobiyoloji, biyokimya ve moleküler
biyoloji gibi farklı disiplinlerden gelen bu araştırmacılar, ortak
projeler üretmekte, ekip çalışmasının yarattığı sinerji ile ürün
ve proses geliştirme ve yeni ürün elde etme konusunda
çalışmalarını sürdürmektedirler.
Bugün ülkemizde, Pakmayanın üretim tesisleri dışında ikisi
Fransız (Amasya ve Adana’da LeSaffre ile ortaklaşa kurulmuş
SAFMAYA A.Ş. ve ÖZMAYA A.Ş.), birisi Avustralya
(Bandırma’da Mauri Maya A.Ş.) ortaklığı ile kurulmuş üç maya
üretim tesisine ek olarak birde İstanbul’da kurulmuş Türkiye
kökenli maya üretim tesisi vardır. Maya fabrikalarının
hammaddesi olan melasta yeni şeker politikasından dolayı
sıkıntı yaşanmaktadır.
Modern fermentasyon teknolojisi ile sirke üretimi
yapan FERSAN A.Ş. Yaklaşık 15.000 ton/yıl kapasitesiyle
İzmir’de faaliyet göstermektedir. Ayrıca kamu ve özel
sektörde büyük hacimlerde ve modern teknoloji ile üretim
yapan bira ve şarap tesisleri mevcuttur
Tarım Biyoteknolojisi
Tarım sektörü birçok açıdan Türkiye için oldukça önemli bir
sektördür. Her şeyden önce tarımda çalışan işgücü hala çalışan
nüfusun %42’sini oluşturmaktadır ve net ihracatçı olan ender
sektörlerimizden biridir. Tarımın GSMH içindeki payı 1960’da
%40 dolaylarından 1999 yılında %16’ya düşmüştür (yaklaşık 30
milyar $). Bununla birlikte ihracat içindeki önemli payını hala
korumaktadır.
Her ne kadar tarım ve ormancılık ürünleri (2.4 milyar
$, 1999 verisi) toplam ihracatın yaklaşık %10’unu
oluşturmakla birlikte, sanayi ürünleri ihracatı olarak
sınıflandırılan işlenmiş tarım ürünleri (örneğin pamuktan
üretilen tekstil ürünleri ve gıda maddeleri) olarak
bakıldığında bu pay %50 dolaylarına ulaşır.
Örneğin imalat sektörünün katma değer ve ihracatının
yaklaşık %15’i tarım ürünlerinin işlendiği gıda
sektöründen gelmektedir. Gıda sektörü ülke ekonomisine
yaklaşık 5.5 milyar $’lık (1999 yılı verisi) bir katkıda
bulunmaktadır.
Modern biyoteknoloji yöntemleriyle tarımda elde edilen
transgenik ürünlerin, klasik ıslah yöntemleri ile çözülemeyen,
ekonomik ve insani önemi olan bazı sorunları çözdüğü veya
çözeceği iddia edilmektedir. Bunlar;
·
Tarımsal ilaç kullanımında azalma,
·
Verimlilikte artış,
·
Raf ömründe artış,
·
Besin değerinin artırılması,
·
Uygun olmayan iklim ve toprak koşullarında bile ürün
alabilme,
·
Sanayiye yönelik ürün üretebilme (örneğin, sentetik
plastik üretebilen bitkiler),
·
Dünya’daki açlığı azaltma,
iddialarıdır.
Avrupa Birliği’nin yaptığı “GDO’ların Tarım ve Gıda Sektörü
Üzerindeki Ekonomik Etkileri” isimli bir araştırmaya göre;
GDO’lar iddia edildiği gibi tarımda verimlilik ve üretim artışı
sağlamamaktadır. Araştırmada Bt mısır ve GDO’lu soya
verimliliğinde geleneksel ürünlere oranla yıllara göre (1997-1999)
%3-9 arasında artış ve azalışlar olmuştur. Bunun, hava durumu,
ilaç kullanımı gibi çok çeşitli sebepleri olabileceği ifade
edilmektedir. Anılan çalışmada çiftçilere verimlilik açısından ciddi
bir katkı sağlamayan bu ürünlerin ekim alanlarının özellikle
ABD’de niçin hızla genişlediğinin yanıtı araştırılmakta ve
nedenler şöyle sıralanmaktadır:
1.
Teknolojinin vaadettikleri: Teknolojiyi kontrol edenler
çiftçilere ileride tüm geleneksel tarım ürünlerinin yerini
transgenik ürünlere bırakacağını vaadetmektedirler. Bu
vaat, teknolojinin tohum tekelleşmesi ve ürün patentlerine
uygun gelişmesi de dikkate alındığında üreticileri
cezbetmektedir. Ayrıca, teknoloji olumsuz iklim ve toprak
koşullarında üretim vaat etmektedir.
2. Tohum şirketlerinin tekelleşmenin boyutunu tohum
kontrolü ve ürün patenti ile sınırlamayıp spesifik GDO’lar için
spesifik kimyasal ilaçlar üretmeleri ve alıcıyı bu ürünlerden
almak zorunda bırakmaları da önemli bir etken sayılabilir.
Nitekim 10 büyük tarımsal kimya firmasının 6’sı (Novartis,
Monsanto, Du Pont, Zeneca, AgrEvo ve Rhone Poulenc) aynı
zamanda ana tarımsal biyoteknoloji firmaları arasında yer
almaktadır.
3. Büyük biyoteknoloji firmaları pazarlama stratejisi olarak
dünyanın en büyük tahıl ve gıda toptancılarıyla işbirliğine
gitmekte (Monsanto/Cargill) ve bu yolla tarladan sofraya
dağıtım zincirini kontrol etmeyi hedeflemektedirler.
ABD yönetimi GDO’ların gerek araştırılması-geliştirilmesi,
gerek üretilmesi ve pazarlanması için ciddi teşvik ve
kolaylıklar sağlamaktadır.
Uygulanan patent hakları, çiftçiye tohum alıkoyma (seed
saving) imkanı vermeyen sözleşme ve terminator gen
teknolojisi(2) uygulamaları yoluyla dünya çiftçilerinin bütünüyle
tohum üreticisi birkaç ulus ötesi şirkete bağımlı kılınması
sözkonusudur. Geçen 10 yıl boyunca GDO’lu bitkilere ilişkin
olarak alınan her dört patentden üçü beş firmaya –Dow, Dupont,
Syngenta, Aventis ve Monsanto—aittir. Dünya’da ekilen GDO’lu
tohumun % 90’ı tek bir firmanın, Monsanto’nun tohumudur. Bu
tohum güvenliğini oldukça azaltan bir durumdur.
Böylece, insanlık tarihinde belki de ilk kez –GDO’lu
tarımsal ürün ve üretim boyutunun genişlemesi halindeküresel gıda arzının kontrolü tohum tekelleri ve ürün
patentleri yoluyla sınırlı sayıda üreticinin (firmanın) eline
geçebilecektir.
Ülkemizin tarımsal dış ticareti açısından olaya baktığımızda
kısaca, en büyük ihraç pazarımız olan AB’ın transgenik ürünler
konusunda en sıkı iç ve ithalat düzenlemelerine sahip olduğu,
diğer bir ifadeyle pazara girişin zor olduğu, Avrupalı tüketicilerin
bu tür ürünleri tercih etmediği dolayısıyla modern
biyoteknolojinin tarım alanında kullanılmasının kısa ve orta
vadede tarımsal ihracatımız üzerinde olumlu bir etkisi
olamayacağı gibi, geleneksel ve organik ürünlerimize bulaşma
olasılığı nedeniyle, bu tür ürünlerimizin ihracatını da sıkıntıya
sokabilecek, hatta durmasına yol açabilecektir.
Bu durum özellikle tarımsal ürün ihracatımız içinde
giderek önem kazanmaya başlayan organik tarım ürünleri
ihracatımız üzerinde daha büyük bir tehdit
oluşturabilecektir. Dünyadaki tüm organik tarım
standartları GDO’ları yasaklamıştır. Dünyada yaşanan
deneyimlerden üretim olmasa da bulaşma riskinin olduğu
bilinmektedir. Çünkü genetik kirlenme veya yayılma
genetik teknolojisinin tahmin edilemeyen sonuçlarından
birisidir.
CARTAGENA BİYOGÜVENLİK PROTOKOLÜ (CBP)
Protokol insan sağlığına ilişkin riskleri de dikkate alarak
biyoçeşitliliğin sürdürülebilir kullanımı ve korunmasına etkisi
olabilecek tüm GDO’ların sınıraşan hareket, transit, ele alınış
ve kullanımını kapsamaktadır. Ancak, insan kullanımına
yönelik GDO’lu eczacılık ürünleri eğer başka bir uluslararası
sözleşme veya düzenlemede yer alıyor ise Protokol kapsamı
dışında tutulmuştur. Protokol ile esas itibariyle GDO’ların
uluslararası ticaretine bir düzenleme getirilmektedir. Bu
itibarla Protokolün “Biyo-Ticaret Protokolü” olarak
isimlendirildiği de görülmektedir.
Şubat 2003 tarihi itibariyle 45 ülkenin onayından geçen
Protokolün bu yıl içinde yürürlüğe girmesi beklenmektedir.
Ülkemizde tarım ve gıda biyoteknolojileri açısından son
günlerin en büyük tartışması nişasta bazlı sıvı şeker
üreticileri ile şeker pancarı üreticileri arasında
yaşanmaktadır. Türk Şeker Fabrikaları A.Ş. ve
kooperatiflere ait 30 şeker fabrikası, üretim maliyetlerinin
yüksek olmasından ithal şeker ve nişasta bazlı şekerle
rekabet edememektedir.
Biyoteknolojinin kısmen uygulanabileceği diğer
alanlar, Sınai Gelişmenin Desteklenmesi ile ilgili
kuruluşlar, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. , TEKEL,
Tarım ve Köyiş leri Bakanlığına bağlı gıda alanında
çalışan enstitü ve il kontrol laboratuvarları ve gıda
alanında çalışan diğer kuruluşlardır. Bu alanlarda
çalışan toplam 65 kuruluş vardır ve bu kuruluşlarda
toplam 1223 araştırmacı ve 242 doktoralı araştırmacı
çalışmaktadır.
İstanbul, Adana, Bursa ve Çorlu’da mevcut CARGILL,
AMYLUM, SUNAR ve UNCULAR firmalarına ait nişasta
tesislerinde
biyoteknolojik
süreçlerin
kullanıldığı
enzimatik yöntemlerle Glikoz ve Fruktoz şurupları
üretilmektedir. Uygun fiyatları nedeniyle meşrubat ve tatlı
yiyecek üreticileri tarafından tercih edilmektedir. Pazar
paylarını arttırmak isteyen Nişasta üreticileri şeker pancarı
ve şekeri üretimini kısıtlama çabaları göstermektedirler.
.
Çevre ve Enerji Biyoteknolojisi
Bu noktada dikkati çekmek gerekir ki BT’nin geniş olanaklar
sağladığı sektörlerden biri olan enerji alanında Türkiye için
yakın dönemde büyük bir gelişme beklenmeyebilir. Bunun
sebebi, enerji sektöründe BT uygulamalarının (örneğin bio-kütle
uygulaması) Türkiye’de çok sınırlı olması ve bu yönde yatırım
planlarının da az sayıda olmasıdır. Çevre sektöründe BT
uygulamaları yapan küçük ölçekli birçok firma mevcuttur fakat
varolan uygulamalar genelde firmaların kendi geliştirdikleri
teknolojilerden ziyade ithal edilen sistemlerin kurulmasından
meydana gelmektedir. Sektörde bulunan firmaların hemen
hiçbirinin Ar-Ge yapmadığını söylenmektedir.
Çevre sektörünün Türkiye’deki tahmini piyasa değeri
2000 yılı itibariyle 150-200 milyon dolardır, bu pazarın
biyolojik arıtma ve biyogaz üretimine ait kısmı ise tahmini
olarak 100 milyon dolardır.
Anaerobik biyoteknolojinin Türkiye’deki ilk endüstriyel
uygulamaları 1980 lerde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün
en çok uygulamanın maya, süt, bira, şarap gibi gıda
endüstrisinde olduğu gözlenmektedir. Gıda dışındaki
uygulamalar, çöp sızıntı suyu ve arıtma çamuru arıtılması,
kimya,kağıt ve tekstil şeklinde sıralanabilir. Elde edilen
biyogaz sıcak su kazanlarında veya elektrik üretiminde
kullanılmaktadır.
Bursa’da bir firma TİDEB – TTGV destekli bir proje ile
kolza yağından Biyodizel üretimini gerçekleştirmiş ve bu
yıl içinde 85000 ton/yıl kapasiteli bir tesis kurmuştur.
Biyomühendislik lisans eğitimine ilk kez Ege Üniversitesi
Mühendislik Fakültesinde 2000 yılında başlanmıştır. Sabancı
Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri fakültesine bağlı
Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik Bölümünde de biyoloji
boyutu ağırlıklı lisans eğitimi yürütülmektedir.Bu yıl Koç
Üniversitesi yeni kurulan Kimya ve Biyoloji Mühendisliği
Bölümünde Biyomühendislik lisans eğitimine başlayacaktır.
Ülkemizin ilk BİYOMÜHENDİS leri de 2004 yılında
biyoteknoloji sektöründe görev alacaklardır.
DİNLEDİĞİNİZ
İÇİN TEŞEKKÜRLER...
Download