Türkiye`de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi

advertisement
A. OKTAYER
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve
Enflasyon İlişkisi
Asuman OKTAYER*
Özet
Geleneksel yaklaşıma göre enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir
olgudur. Bununla birlikte yapılan araştırmaların çok bir kısmı, fiyat istikrarının
sağlanmasında para politikasının tek başına yeterli olmadığını ve uygun maliye
politikaları ile bir arada yürütülmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Geleneksel
yaklaşımın tersine fiyat düzeyinin mali teorisi (FTPL), maliye politikalarının,
özellikle de bütçe açıklarının, enflasyonun belirleyicileri olduğunu iddia etmektedir.
Bu çalışmada Türkiye’de 1987-2009 döneminde bütçe açıkları, para arzı artışı ve
enflasyon arasındaki ilişki, eşbütünleşme teknikleri kullanılarak araştırılmaktadır.
Elde edilen bulgular Türkiye’de olası bir FTPL yaklaşımını uzun dönemde destekler
nitelikte olabilir.
Anahtar Kelimeler: Bütçe Açıkları, Para Arzı Artışı, Enflasyon, FTPL, Türkiye
Budget Deficits, Monetary Growth and Inflation Relationship in Turkey
Abstract
According to conventional approach, inflation is purely and entirely a monetary
phenomenon. The great majority of researches, however, assert that monetary
policy is not sufficient for price stability by itself and need to be supported by
compatible fiscal policies. Contrary to the traditional approach, fiscal theory of
price levels claims that fiscal policy especially budget deficits are the determinants
of inflation. This paper investigates the long-run relationships between budget
deficits, monetary growth and inflation in Turkey for the period 1987-2009 by using
cointegration techniques. The findings of the evidence may indicate a possible fiscal
theory of price levels in Turkey in the long run.
Key Words: Budget Deficits, Monetary Growth, Inflation, FTPL, Turkey
JEL Classification Codes: E31, E42, E63
*
Öğr.Gör.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, aoktayer@yildiz.edu.tr
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
431
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
Giriş
Bütçe açıkları, para arzı artışı ve fiyat düzeyi ilişkisi, özellikle yüksek enflasyon
oranlarının deneyimlendiği gelişmekte olan ülkelere ilişkin en önemli inceleme
konularından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fiyat düzeyinin belirlenmesinde geleneksel makro ekonomik teorilere
bakıldığında, para politikalarının tersine, maliye politikalarına önem verilmediği
görülmektedir. Bunun bir nedeni, temeli miktar teorisine dayanan bu modellerin,
enflasyonun sadece parasal bir olgu olduğunu kabul etmeleridir. Diğer yandan
geleneksel modellerde Ricardocu Denklik Teoremi bağlamında, bireylerin rasyonel
beklentilere sahip olduğu varsayılır ve bu varsayımın bir sonucu maliye politikasının
toplam talep ve dolayısıyla fiyatlar üzerinde herhangi bir etkisi olmayacağıdır.
Ricardocu denklik teoremi, kamu harcamalarının finansmanında borçlanmanın,
vergilemeden farksız sonuçlar doğuracağını ileri sürer. Bu görüşün temelinde
rasyonel birey varsayımı vardır. Rasyonel birey, devlet bütçesinde meydana gelen
bugünkü değişikliklerin gelecekteki sonuçlarını doğru biçimde algılayacak, devletin
bugün borçlanması durumunda, bütçe açıklarının gelecek dönemde vergi artışları ile
finanse edileceğini görecektir. Parasal görüşteki rasyonel birey varsayımı nedeniyle
servet etkisi ortaya çıkmayacağından, maliye politikalarının tercih edilmesi
durumunda ekonomide talep artışı gerçekleşmeyecektir (Barro, 1974).
Fiyat istikrarının sağlanmasına ilişkin literatürde, bütçe açıkları ve fiyat düzeyi
arasındaki ilişkiyi açıklayan çeşitli teoriler mevcuttur. Sözü edilen teorilerden biri
olan standart parasalcı yaklaşım bütçe açıklarının, parasallaşma, bir diğer ifadeyle
senyoraj geliri elde etme yoluyla finanse edilmesinin, fiyatlar genel düzeyinde
artışa/enflasyona neden olacağını ileri sürer. Bu doğrultuda bütçe açıkları yalnızca
parasallaştığı ölçüde enflasyonisttir. Merkez bankasının göreli para arzını arttırması
durumunda fiyat artışları meydana gelecektir. Friedman (1968)’a göre para politikası
reel çıktı düzeyini, işsizliği ve kıymetli kağıtların reel getirilerini sürekli olarak
etkileyemez, ancak bununla birlikte, merkez bankası, özellikle uzun dönemde
enflasyon haddi üzerinde hemen hemen tam kontrole sahiptir.
Fiyat artışları yaşanmasının en önemli sebebi olarak görülen para politikası
uygulamaları, özellikle 1980’li yıllardan itibaren sorgulanmaya ve bu çerçevede
Sargent ve Wallace’in 1981 yılında yayınladıkları makale tartışılmaya başlanmıştır.
Sargent ve Wallace (1981), para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin fiyat
istikrarı açısından taşıdığı önemi ortaya koydukları çalışmalarında, standart parasalcı
görüşün ileri sürdüğü savın yanıltıcı olabileceğini belirtmektedir. Çünkü standart
parasalcı
görüş,
hükümetlerin
dönemler
arası
bütçeleri
tarafından
sınırlandırılacakları gerçeğini göz ardı etmektedir. Sıkı para politikası, sürdürülemez
borç finansman sürecine ve böylece uzun dönemde daha yüksek enflasyona neden
olabilir. Bu çerçevede enflasyon, mali güdümlü parasal bir olgudur. Para arzındaki
artış, bütçe kısıtını yerine getirmek için dışsal olarak verilen bütçe açığını finanse
etme ihtiyacı tarafından içsel olarak belirlenir.
Sargent ve Wallace (1981), parasal bir ekonomide bazı koşullarda merkez
bankasının enflasyon üzerindeki kontrolünün çok sınırlı olduğunu ileri sürerler.
Israrcı bütçe açıkları söz konusu olduğunda, bu açıkların iç borçlanma yoluyla
finansmanı uzun dönemde parasal finansmandan daha enflasyonist sonuçlar
yaratabilecektir. Bugün uygulanan sıkı para politikası, cari dönemde enflasyonu
düşürebilecek ancak gelecekte daha yüksek enflasyon oranlarına yol açabilecektir.
432
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
Zira, sürekli bütçe açıklarının devam ettiği bir ekonomide para politikası bu
açıkların baskısı altındadır. Borçlanma tıkandığında veya tıkanma ihtimali
olduğunda para politikası çöker ve hem parasal genişleme hem de enflasyon patlama
noktasına gelir. Çünkü bütçe açıkları borçlanmak veya para basmak suretiyle finanse
edilecektir.
Enflasyonun nedenlerini araştıran teorilerden bir diğeri, Woodford (1994, 1995,
1996), Sims (1994, 1998), Canzoneri vd. (2001) tarafından ortaya atılan “Fiyat
Düzeyinin Mali Teorisi” (The Fiscal Theory of the Price Level Determination,
FTPL) yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın temelinde, kamu sektörünün bugünkü değer
bütçe kısıtını denge koşulu olarak alması yatmakta, ısrarcı bütçe açıkları ve
finansman yöntemleri, zamanlar arası bütçe kısıtı yardımıyla incelenmektedir. Bu
kısıt denge koşulu olarak alındığı durumda, hükümet tarafından basılan borçlanma
senetlerinin reel değeri, cari ve gelecekteki birincil fazlanın beklenen bugünkü
değerine eşit olmalıdır. Bu eşitlik maliye politikası tarafından sağlanmazsa, fiyat
düzeyi bunu yapacaktır. Diğer bir ifadeyle fiyat düzeyi, cari kamu
yükümlülüklerinin reel değerini, cari ve gelecekteki fazlaların bugünkü değerine
eşitleyecektir.
Ekonomilerin Ricardocu yaklaşıma sahip olmasının oldukça az görülen bir
durum olduğunu ifade eden Woodford (1995), çoğu ülke ekonomisinde genellikle
Ricardocu olmayan yaklaşımın geçerli olduğunu iddia eder. Maliye politikası
Ricardocu olmadığında, birincil fazla, bugünkü değer bütçe kısıtını sağlayacak
şekilde uyarlanmaz. Fiyat düzeyi bugünkü değer bütçe kısıtı tarafından belirlenir. Bu
durumda mali gelişmeler, denge fiyat düzeyini yükseltecektir, çünkü servet etkisi
kanalıyla bireyler tüketimlerini arttırmışlardır. Fiyatlar, arz ile talep arasındaki denge
yeniden sağlanıncaya kadar artacaktır.
Woodford (1996), kamu bütçesindeki değişimlerin, makro ekonomik
istikrarsızlığın en önemli kaynağı olabileceğini ve ayrıca merkez bankasının, kamu
borcunu dikkate almadan para politikası uygulaması durumunda istikrarsızlığı
önleyemeyeceğini ileri sürmektedir. Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik
yaklaşımında, birincil açığın enflasyona yol açma nedeni, merkez bankasının,
sonunda bu açığı monetize etmeye zorlanması olarak ifade edilmektedir. FTPL ile
ortaya konulan analizde ise birincil açığın enflasyonist etkisi, merkez bankasının bu
açığı monetize etmesinden değil, maliye politikasının servet etkisi kanalı ile özel
kesimin harcamalarını etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla fiyatlar genel
seviyesinde istikrarın sağlanabilmesi için merkez bankasının bağımsız olması da
yeterli değildir. Etkin bir ekonomi politikası uygulaması için yapılması gereken,
para ve maliye politikalarının birbiriyle uyumlu bir biçimde yürütülmesidir.
Bu çalışmada, literatürde sıkça tartışılan yukarıdaki görüşler doğrultusunda, ilk
olarak, 1980 sonrası dönemde Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ele alınacaktır.
Yine bu dönemde Türkiye’de fiyatlar genel düzeyinde istikrar sağlamaya yönelik
uygulanan para ve maliye politikalarına yer verilecektir. Ardından, Türkiye’de 19872009 döneminde fiyat seviyesinin, bütçe açığı ve para arzı ile ilişkisi ekonometrik
yöntemler kullanılarak test edilecektir.
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
433
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
1. 1980’den Günümüze Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler
1980 sonrası dönem, Türkiye ekonomisinde önemli bir yön değişikliğinin
gerçekleştiği dönemdir. Bu tarihten itibaren liberalleşme ve dışa açıklık, iktisadi
alanda yeni strateji anlayışının temelini oluşturmuştur. Türkiye’de 1980’lerden
itibaren egemen olan dışa açılma ve liberalleşme çabaları gerek ülke ekonomisinin
kendi yapısal dinamiklerinin gerekse dünya ekonomisinde meydana gelen
gelişmelerin bileşiminin sonucudur. Bu dönemde, Türk lirasının aşırı değerlenmesi,
dış ticaret politikalarındaki korumacı yapı, iç piyasada gerekli önlemleri almadan,
ithalat yapabilmek için benimsenen kısa vadeli dış borçlanma stratejileri ve petrol
krizinin etkisiyle, ödemeler dengesi alanında ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Yığılan
kısa vadeli borçlar 1977 yılı sonunda ödenemez duruma geldiğinde, 1978 yılında
ekonomik krizle karşı karşıya kalınmış ve neticede IMF önerileri ile çözüm arayışına
gidilmiştir (Kazgan, 2005:173). Alınan önlemlerin yetersiz kalması, ekonomik
anlamda yeni bir dönemi başlatan 24 Ocak kararlarının temelini oluşturmuştur.
24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe konulan ekonomik istikrar programı ile
ithalatın serbestleştirilmesi, Türk lirasının devalüe edilmesi, esnek döviz kuru
rejiminin benimsenmesi, yabancı sermaye ve ihracatın teşvik edilmesi, fiyat
kontrollerinin kaldırılması, KİT ürünlerine zam yapılması ve ekonomide sıkı maliye
politikası uygulaması öngörülmüştür.
Programın ilk üç yılına ilişkin uygulama sonuçları kısa vadeli hedeflerin büyük
ölçüde gerçekleştirildiğini göstermektedir. Özellikle, 1980-1983 döneminde büyüme
oranında başarı elde edilememekle birlikte, uluslararası piyasalardan sağlanan
krediler sayesinde acil dış finansman sorunları aşılmış, döviz darboğazlarından
çıkılmış, ödemeler bilançosu açıkları küçültülmüş ve enflasyon gerileme sürecine
girmiştir (Şahin, 2006:199-200).
Bu dönemde maliye politikaları alanındaki gelişmelere baktığımızda, mali alanda
da kayda değer bir disiplin sağlandığı görülmektedir. Taban fiyatları ve destekleme
alımlarının kapsamı daraltılmış, kamu harcamaları kısılmış, bütçe dengesi ve parasal
göstergeler hassasiyetle takip edilmiştir. Özellikle enflasyon baskısının kırılmasında
mali alanda alınan bu tedbirlerin payı oldukça büyüktür.
Ancak 1980 kararları ile birlikte uygulamaya başlanan ve enflasyonist direnci
kırmada büyük rol oynayan daraltıcı maliye politikalarının, 1983 yılından sonra
giderek terk edildiği görülmektedir. IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının 1986
yılında sona ermesi iktidara daha gevşek politikalar uygulama olanağı sağlamıştır.
1980’li yılların ortalarından itibaren sıkı maliye politikalarından vazgeçilmesi ve
özellikle kamu yatırımlarının artırılması, enflasyon üzerinde olumsuz etkilere neden
olmuştur.
Bu dönemde, serbest piyasa ekonomisinin bir gereği olarak kaynak dağılımında
piyasa fiyatı belirleyici olmuştur. Dolayısıyla, ihracata dayalı büyüme stratejisine
bağlı olarak, mal ve hizmet ihracatını artırabilmek için, TL’nin değerinin düşük
tutularak ihracat fiyatı desteklenmeye çalışılmıştır (Yeldan, 2003:48-49). Bu çabalar
neticesinde, 1983-1987 döneminde yıllık ortalama büyüme hızı %6,5 düzeyinde
gerçekleşmiş ancak bu performansa bağlı olarak enflasyon oranı da artma eğilimine
girmiştir. Gerek büyüme hızındaki artışa paralel olarak gerekse sıkı maliye
politikalarından vazgeçilmesi neticesinde, 1980 yılında %115,6 düzeyinde olan
enflasyon oranı, 1982 yılında %21,9 gibi bir seviyeye düşüş gösterse de 1988 yılında
yeniden %73,7 seviyesine yükselmiştir.
434
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
1989-1994 dönemi, Türkiye ekonomisinde finansal liberalizasyonun ivme
kazandığı dönemdir. 1988 sonlarında bozulan makroekonomik dinamikler, 1989
yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ile yeniden canlandırılmaya
çalışılmıştır (Yeldan, 2003:60). Ancak gerekli altyapı sağlanmadan gerçekleştirilen
bu serbestleştirme hareketleri, ekonomiyi spekülatif para hareketlerine açık hale
getirmiştir. Bu dönemde spekülatif sermaye girişi ile yerli para aşırı değerlenmiş,
faiz oranları yükselmiş ve artan ithalata bağlı olarak iç talep yükselmiştir (Yentürk,
2005:62-65). Uyarılan kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye akımları, bir yandan
ekonominin dış açıklarını finanse ederken, diğer yandan da tüketim ve ithalat
hacmini genişletmiştir. Bir diğer ifade ile, Türk lirasının aşırı değerlenmesi sonucu
oluşan cari işlemler açıkları, yüksek faiz nedeniyle gelen kısa vadeli sermaye
girişleri ile finanse edilmiştir (Kazgan, 2006:149). 1990 yılında Körfez krizinin
ortaya çıkması ve 1991 yılındaki erken seçimler para politikasında gevşemeye yol
açmıştır. Yine bu dönemde destekleme alımlarında ürün yelpazesinin genişletilmesi
ve kamu kesimi işçi ücretlerinde yapılan artışlar ekonomik dengelerin kötüleşmesine
büyük katkı sağlamıştır. Türkiye 1993 yılına kadar döviz kuru ile faiz arasında
dengeye dayalı politikaları başarıyla uygulamış ve bunun sonucunda uluslararası
para piyasalarından sağlanan kaynaklarla bütçe açıklarını finanse edebilmiştir.
Ancak 1989 yılından itibaren uygulanan, yüksek faiz ve aşırı değerli kur ortamında,
kısa vadeli sermaye girişine dayanan finansman politikası 1993 yılında sınıra
dayanmış, döviz kurunda ve mali piyasalarda ortaya çıkan belirsizlik ekonomiyi yeni
bir krizin eşiğine getirmiştir.
Türkiye ekonomisi, 1994 yılına gelindiğinde tarihindeki en büyük cari açık ve
kamu açığı ile karşı karşıya kalmıştır (Ülgen, 2005:84). Bu dönemde ortaya çıkan
yüksek cari açık iktisadi birimlerde devalüasyon beklentisini artırmış bu durum
ekonomide döviz talebini daha da yükseltmiştir. Dönemin en önemli özelliği, bir
yandan döviz kurunun artmasını önlemek diğer yandan ise kamu açığını gidermek
amacıyla yoğun bir biçimde iç borçlanmaya gidilmesi olmuştur. Devlet, döviz
talebini kısmak ve kısa vadeli devlet borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994’te
%400’lere varan faizle borç kağıtlarını piyasaya sürmüştür (Kepenek ve Yentürk,
2001:484-485).
1994 yılında makroekonomik dengelerde ortaya çıkan bozulma 5 Nisan kararları
ile aşılmaya çalışılmıştır. Söz konusu kararlar çerçevesinde alınan tedbirlerle,
enflasyonu düşürerek ekonominin hızla istikrara kavuşturulması ve istikrarı sürekli
kılacak yapısal reformların gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Getirilen önlemler
neticesinde 1994 ve 1995 yıllarında bazı olumlu gelişmeler sağlanmıştır. Bu
dönemde, devalüasyon nedeniyle ihracatın ithalatı karşılama oranında düzelme
yaşanmış, cari harcamaların düşürülmesi nedeniyle kamu açıklarında azalma
gerçekleşmiş ve yine kısa vadeli sermaye girişi de düşüş eğilimine girmiştir
(Yentürk, 2005:67). Ancak 1994 yılında yürürlüğe konulan istikrar programının
kalıcı bir başarısı olamamış ve ulusal ekonomi, 1998 Asya ve Rusya krizlerinden de
olumsuz etkilenerek yeni bir daralma sürecine girmiştir (Yeldan, 2003:159). 1998
yılı sonrasında yurt içi talepteki daralma, Rusya kaynaklı ihracat talebinin azalması,
artan güvensizlik ortamı nedeniyle sıcak paranın girişinin düşmesi ve siyasal
belirsizlikler ülkeyi yeni bir kriz ortamına sokmuştur. 1994 yılı sonrasında yapay
tedbirlerle bastırılan makroekonomik dengesizlikler yeniden belirmiş ve 1999 yılı
sonunda, yaşanan dışsal şokların ve 1990’lar boyunca sürdürülen politikaların
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
435
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
etkisiyle ülke ekonomisinde “topyekun reform” ihtiyacı kaçınılmaz olmuştur
(Yentürk, 2005:68, Yeldan, 2003:160).
Aralık 1999 tarihinde, IMF ile stand-by anlaşması düzenlenerek yeni bir çıkış
yolu oluşturulmaya çalışılmıştır. Üç yıllık zaman süresini kapsayan “Enflasyonu
Düşürme Programı” ile ekonomide enflasyonla mücadele hedefi ön plana
çıkarılmıştır. Bu çerçevede enflasyonu düşürme odaklı maliye politikasının yanı sıra,
para ve kur politikasına ilişkin tedbirler de öngörülmüş, yapısal reformların önemi
vurgulanmıştır. Döviz kuru çıpasına dayalı enflasyonu düşürme programında,
enflasyon oranının 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve 2002 yılı
sonunda %7’ye indirilmesi hedeflenmiş, bunun yanı sıra reel faiz oranlarının makul
düzeylere çekilmesi, ekonomik büyüme potansiyelinin artırılması, ülke
kaynaklarının daha etkin ve daha adil dağılımının sağlanması temel amaçlar olarak
ifade edilmiştir. Program 2000 yılı Kasım ayına kadar başarı ile uygulanmıştır. Bu
dönemde iç talep artmış, üretim canlanmış, kamu maliyesi alanında hükümetin
program hedeflerine ciddiyetle uyması ve mali disiplini sağlaması sonucunda kamu
sektörünün faiz dışı fazla hedefi aşılmıştır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:44-45). Tüm
bu olumlu gelişmelerin yanı sıra Program nihai hedeflerine ulaşamamıştır. 2000
yılında TÜFE %67’den %38’e düşmekle beraber, yine de hedefin üzerinde
gerçekleşmiştir. Neticede, hedef enflasyona göre ayarlanan döviz kuru oranı TL’yi
aşırı değerli hale getirmiş, bunun sonucunda ihracat olumsuz etkilenmiştir. Cari
işlemler açığındaki hızlı yükseliş devalüasyon beklentilerini de beraberinde
getirmiştir. Makro ekonomik alandaki bu dengesizliklere ilaveten, bankacılık
sektöründe yaşanan olumsuz gelişmeler, finansal kesime, kamuya ve programa
duyulan güveni zayıflatmış ve neticede tüm bu gelişmeler ülke ekonomisini Kasım
2000 ve Şubat 2001’de yaşanacak olan iki yeni krizin eşiğine sürüklemiştir.
2000’lerin başında yaşanan iki büyük krizin ardından, 2002 yılında “Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı” olarak adlandırılan yeni bir program ile para, kur ve
maliye politikaları yeni bir çerçeveye oturtulmuştur. Bankacılık sektörüne yönelik
olarak gerçekleştirilecek ciddi bir yeniden yapılandırma, kontrollü kur yerine serbest
kur rejimi, başlangıçta “örtük” ancak 2006 yılından itibaren “açık” enflasyon
hedeflemesi uygulaması, disiplinli maliye politikası ve zamana yayılı olarak
gerçekleştirilecek yapısal reformlar programın temel taşlarını oluşturmuştur. 2008
yılında dünya ekonomisinde baş gösteren daralmaya kadarki süreçte ekonomik
gelişmelere bakıldığında, programın büyük ölçüde başarılı olduğu görülmektedir.
2004 yılında enflasyon oranı yıllar sonra ilk defa %10’un altına gerileyerek tek
haneli seviyeye inmiştir. Enflasyondaki düşüş, programın ilk üç yılındaki kadar
yüksek olmasa da, 2004 yılı sonrasında da devam etmiştir. Para politikasının
ihtiyatlı duruşu, kamu gelirleri ve harcamalar bakımından sağlanan bütçe
disiplininin sürmesi ve gerçekleşen enflasyonun hedefle uyumlu olması sonucunda,
enflasyon bekleyişleri olumlu seyrini devam ettirmiştir (TCMB, 2006).
Görüldüğü gibi 1980 yılında başlatılan serbestleşme ve dışa açılma hareketinin
ardından ulusal ekonomi gerek kendi dinamiklerinden kaynaklanan gerekse yurt dışı
odaklı nedenlerle kriz dalgaları yaşamış ve uygulanan çeşitli istikrar programları ile
çıkış yolları aranmıştır. Makro ekonomik ve yapısal nitelikli sorunlar, spekülatif
sermaye girişleri ve liberalleşmenin yarattığı sorunlar, bankacılık ve finans kesimine
ilişkin sorunlar, sabit kura dayalı istikrar programlarının getirdiği ve dışsal etkenlerle
de artan riskler, çok defa hedeflenen ancak kararlılıkla uygulanamayan yapısal
436
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
reformlar ve politik istikrarsızlıklar söz konusu krizlerin temelini teşkil etmiştir
(Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:51-55). Ancak, 1980 sonrası dönemde özellikle, artan
bütçe açıkları ve yüksek düzeyde seyreden kronik enflasyon, makro ekonomik
dengesizliğin iki temel unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
2. 1980 Sonrası Dönemde Dünyada ve Türkiye’de Para ve Maliye Politikası
Uygulamaları
1980’lerin başlarında dünyada ve Türkiye’de yaygın olan kanı, kamu açıklarının,
parasal genişleme yolu ile finanse edilmesi durumunda enflasyonun hızla
yükseleceği, borçlanma ile finansmanın ise enflasyon üzerinde olumsuz bir etki
yaratmayacağı şeklinde idi. Söz konusu anlayış Friedman’ın “enflasyon her zaman
ve her yerde parasal bir olgudur” önermesinin bir uzantısı idi. 1970’lerin ikinci
yarısından itibaren Batı dünyasında enflasyonla mücadelede para programları yoğun
bir biçimde uygulanırken, 1980’lerin başlarında, parasal genişleme ile enflasyon
arasındaki ilişkinin vurgulandığı kadar güçlü olmadığı görüşü yaygınlık kazanmaya
başlamıştır. Kanada Merkez Bankası, para artışı-enflasyon ilişkisinin zayıflığını ileri
sürerek, para hedeflemesini 1982 yılında bırakan ilk banka olarak karşımıza
çıkmakta, bunu 1986 yılında İngiltere Merkez Bankası, daha sonra da Yeni Zelanda
izlemektedir (Uygur, 2001:9).
1980’li yıllarda para ve maliye politikaları açısından Türkiye’nin durumuna
bakıldığında, enflasyonun parasal bir olgu olduğu önermesinin dönem boyunca
geçerliliğini koruduğu görülmektedir. Para politikaları açısından konuya
baktığımızda, 1986 yılında getirilen düzenlemeler, para politikaları açısından bir
dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. 1986 yılında getirilen yeni sistemle,
toplam para ve kredi arzının, toplam rezervlerin kontrolü yoluyla
yönlendirilebileceği bir para politikası uygulamasına geçilmiştir. Söz konusu yeni
para politikası rejiminin uygulanabilmesi, kamu açıkları finansmanının doğrudan
Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmasının engellenmesini gerektirmiş, bu
doğrultuda finansman ihtiyacının sağlanabilmesi için kurumsal alanda bir dizi
düzenlemeye gidilmiştir. Bu çerçevede, ihaleli bono ve tahvil satışına başlanmış,
munzam karşılık ve disponibilite uygulamalarında değişiklik yapılmış, Merkez
Bankası bünyesinde bankalararası para piyasaları kurulmuş ve açık piyasa işlemleri
uygulaması başlatılmıştır (Kesriyeli, 1997:31-32).
1986 yılında para politikasında yapılan düzenlemelerin yanı sıra, maliye
politikası açısından da yeni bir döneme girildiği görülmektedir. Bu dönemde,
ekonomideki açık finansmanının Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmasına
ilişkin olarak getirilen kısıtlama neticesinde, giderek yükselen mali açıklar, özellikle
iç borçlanma yolu ile karşılanmaya çalışılmıştır.
Mali açıkların finansman yöntemi olarak özellikle 1990 sonrası dönemde yoğun
bir biçimde başvurulan iç borçlanma, başlangıçta monetizasyon dışında mucizevi ve
enflasyon yaratmayacak bir alet gibi görünse de, ekonomik ve politik
belirsizliklerden dolayı giderek kısa vadeli ve daha yüksek faizli borçlanmaya yol
açmış ve bu da bütçe açıklarını besleyerek enflasyonist sürece büyük katkı
sağlamıştır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:51).
1990’lı yıllarda, fiyat istikrarının sağlanmasında para ve maliye politikalarının
etkinliği tartışmalarına FTPL yaklaşımının damgasını vurduğu görülmektedir. Bu
yaklaşım çerçevesinde; i- bazı varsayımlar altında, uzun dönem fiyat düzeyini ve
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
437
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
enflasyonu belirleyen ana unsurun para miktarı değil mali açıklar ve bu açıkların
getirdiği kamu borç stoku olduğu, ii- bu durumda enflasyonu kontrol etmek için para
politikasının ve Merkez Bankası bağımsızlığının yeterli olmadığı, hatta bazı
koşullarda bu durumun sorunları dahi artırabileceği, iii- enflasyonun kontrol
edilmesinde özellikle faiz politikasının önemli olduğu, ancak mali dengenin bu
bakımdan bir ön koşul niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. 1990’lardaki bu
tartışmalar çerçevesinde, birçok Batı ülkesinde uygulamada olan döviz kuru
hedeflemesi terk edilerek enflasyon hedeflemesine geçilmiştir (Uygur, 2001:11-12).
Batı ülkelerinde mali açıklara ve borçlanmaya yönelik sınırlamalar 1990’lı
yıllarda artarken, bu dönem, Türkiye’de kamu açıklarının ve borçlanmanın süratle
yükseldiği yıllar olmuştur. Mali açıkların finansmanında iç ve dış borçlanmanın
sınıra varması neticesinde 1994 krizi kendini göstermiş ancak bu şartlarda bile
parasal genişlemenin krizin oluşumunda etken olduğu görüşlerine yer verilmiştir.
1994 yılı sonrasında Hazinenin Merkez Bankası kaynaklarına başvurması ciddi bir
biçimde sınırlandırılarak Merkez Bankasının bağımsızlığı ön plana çıkarılmıştır.
Merkez Bankası Kanunu’nda yapılan düzenleme ile Hazineye kullandırılan %15
düzeyindeki kısa vadeli avans kullanım oranı 1996’da %10, 1997’de %6 ve 1998’de
%3 düzeyine çekilmiştir. Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans yoluyla
borçlanma sınırının aşağıya çekilmesi, açıkların finansmanında iç borçlanma
miktarını artırıcı bir etki yaratmıştır.
2001 yılı, makro ekonomik istikrarsızlıklarla mücadelede para ve maliye
politikaları uygulamaları bakımından adeta bir dönüm noktası niteliğindedir. Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde getirilip bu dönemde uygulamaya konulan
ve kararlılıkla uygulanan hedeflerden biri faiz dışı bütçe fazlası hedefidir. Kısmi bir
mali kural niteliğinde değerlendirilebilecek olan söz konusu hedef, kamu mali
disiplininin sağlanmasının en önemli ayaklarından birini teşkil etmiştir. Aynı
dönemde getirilen bir diğer düzenleme de Merkez Bankası Kanunu’na ilişkin olarak
gerçekleştirilmiştir. Merkez Bankasına politika araçlarını seçme ve uygulama
konusunda bağımsızlık tanınarak para politikaları açısından yeni bir açılım
sağlanmıştır. Söz konusu dönemde para ve maliye politikalarında eş-anlı olarak
gerçekleştirilen bu düzenlemeler, bu iki politika arasındaki koordinasyona ilişkin
2001 yılına kadar görülmemiş bir iradeyi ortaya koymaktadır.
2001 yılı sonrasında yaşanan bu gelişmelerin ardından, Türkiye ekonomisinde,
fiyat istikrarının sağlanması bakımından para ve maliye politikalarının etkinliği
konusunda yeni bir kilometre taşı daha katedilmiştir. 2010 yılı Haziran ayında kabul
edilen “Mali Kural Kanun Tasarısı” ile kurala bağlı maliye politikası uygulaması
gündeme gelmiştir. Kurala bağlı maliye politikası, kamu kesiminin gelir, gider,
borçlanma ve finansal yükümlülük altına girme ve benzeri konularında orta ve uzun
dönemde izleyeceği politikaların esneklik limitlerinin belirli kurallara bağlanması
olarak tanımlanmaktadır.
Mali kural uygulaması ile “ekonomide güven ve istikrarın güçlendirilmesi, mali
disiplin anlayışının kalıcı hale getirilmesi, ekonomi politikalarına uzun vadeli
perspektif getirilerek, mevduat ve kredi vadelerinin uzamasının sağlanması,
kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun
vadede ve daha düşük maliyetle kaynaklara ulaşmasının sağlanması"
amaçlanmaktadır.
438
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
İki bileşenden oluşan mali kuralın birinci bileşeni büyüme hızı, ikinci bileşeni ise
bütçe açıklarına ilişkin oranlar olarak şekillendirilmiştir. Öngörülen mali kural
çerçevesinde, Gayrisafi Milli Hasılanın %1’i oranında bütçe açığına izin verilirken,
eşik büyüme oranı %5 olarak belirlenmiştir.
Kamu maliyesi politikalarına uzun vadeli öngörülebilirlik getiren ve uzun vadeli
kamu mali disiplinin sağlanması bakımından son derece önemli olan mali kural
uygulamasının, para politikaları ile birlikte, Türkiye’nin makro ekonomik dengeler
bakımından kalıcı istikrara kavuşmasında büyük rol oynaması beklenmektedir.
3. Bütçe Açıkları ve Fiyat Artışları İlişkisinin Eşbütünleşme Analizi ile
Sınanması
Çalışmamızın bu kısmında Türkiye’de bütçe açıkları ile fiyat artışları arasında
herhangi bir ilişki olup olmadığı ekonometrik yöntemler kullanılarak araştırılacaktır.
Bütçe açıkları ile fiyat artışları arasındaki ilişkinin ele alındığı ampirik literatür,
gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkeye ilişkin çok sayıda çalışmayı içermektedir.
Bu çalışmalarda çeşitli ekonometrik yöntemler, değişkenler ve gözlem dönemlerine
ilişkin veri setleri kullanılarak, belirtilen iki olgu arasında farklı sonuçlar elde
edilmiştir. Türkiye’ye ilişkin olarak da bu konuda yapılmış çalışmalar
bulunmaktadır. Aşağıda büyük ölçüde Türkiye örneğini ele alan çalışmalar kısaca
özetlenmektedir.
Çetintaş (2005) yaptığı çalışmada 1985-2003 dönemini ele almış ve iki ve çok
değişkenli modeller kullanarak Türkiye’de enflasyon ve bütçe açıkları arasındaki
ilişkiyi incelemiştir. Çetintaş (2005)’ın kullandığı her iki modelin bulgusu da, bütçe
açıkları ile enflasyon arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisinin olduğuna işaret
etmektedir. Türkiye’de enflasyonu azaltabilmek için mutlaka bütçe açıklarının
azaltılması gerekmektedir.
Neyaptı (2003) panel veri yöntemi kullanarak 54 adet gelişmiş ve az gelişmiş
ülkeyi incelediği çalışmasında 1970-1989 dönemini ele almıştır. Söz konusu
çalışmanın temel hipotezi bütçe açıklarının, özellikle, merkez bankasının bağımsız
olmadığı ve finansal piyasaların yeterince gelişmemiş olduğu ekonomilerde
enflasyonist etkiler yaratacağı yönündedir.
Koru ve Özmen (2003) en geniş (M2Y) ve en dar (dolaşımdaki para) para
tanımlarının yer aldığı iki model ele almışlardır. Uyguladıkları ampirik metotlar
sonucunda elde ettikleri bulgu, Türkiye’de enflasyonun temelinde bütçe açıklarının
yattığı yönündedir. Bu açıkların finanse edilme şeklinin değişerek monetizasyonun
kaldırılmış olması, bütçe açıkları ile enflasyon ilişkisinin varlığını ortadan
kaldırmamaktadır.
Telatar (2002) 1985-1997 dönemini ele alarak Türkiye’de birincil fazla ve
toplam kamu yükümlülükleri verilerinden yola çıkarak, bütçe açıklarının
finansmanında para ve maliye otoritesi davranışları açısından, hangi rejimin geçerli
olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Çalışmanın sonunda Telatar (2002),
incelenen dönemde maliye politikası baskın rejimin geçerli olduğunu, dolayısıyla
fiyat seviyesinin, maliye otoritesinin davranışları doğrultusunda belirlendiği
görüşünü ortaya koymaktadır.
Akçay vd. (2001) Türkiye’de kamu açıklarını ve bu bağlamda borçların
sürdürülebilirliğini tartıştıkları çalışmalarında 1970-2000 dönemini ele almışlardır.
Çalışmalarının sonunda Akçay vd. (2001) konsolide bütçe açığının enflasyon
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
439
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
üzerinde kalıcı bir etkisi olmamakla birlikte, kamu kesimi borçlanma gereğinin
enflasyon ile eşbütünleşik olduğu ve enflasyon üzerinde kalıcı etkiler yarattığı
sonuçlarına ulaşmaktadır.
3.1. Yöntem
Çalışmamızın bu kısmında Türkiye’de fiyat artışının/enflasyonun bütçe açıkları
ve para arzı ile arasındaki ilişki ekonometrik yöntemler kullanılarak analiz
edilecektir. Değişkenlerimizin tamamının durağan nitelikte olmaması nedeniyle
ampirik sınama, Johansen eşbütünleşme yöntemi kullanılarak gerçekleştirilecektir.
3.1.1. Birim Kök Testi
Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı arasında uzun dönemli bir ilişki
olup olmadığını ortaya koyabilmek için çalışmamızda eşbütünleşme yöntemi
kullanılacaktır. Ancak bu yöntemin kullanılabilmesi için ilk olarak, kullanılacak olan
serilerin durağan olup olmadıkları kontrol edilmelidir. Çalışmamızda serilerin
durağanlığının sınanması, Genişletilmiş Dickey ve Fuller (ADF) testi kullanılarak
yapılacaktır.
Bir serinin durağan olması, ele alınan dönem içerisinde, serinin sabit ortalama ve
varyansa sahip olması anlamına gelmektedir.
p
∆Yt = µ + β Yt −1 − ∑ α t ∆Yt − j + ε t
(1)
j =1
Y, durağan olup olmadığı sınanan değişkeni,
Yukarıdaki denklemde
ε , hata terimini temsil etmektedir.
Yt değişkeninin ortalama etrafında durağan olduğu alternatif
hipotezine ( H1 : β < 0) karşın, birim kökünün olduğu temel hipotezi ( H 0 : β = 0)
test edilmektedir. Hesaplanan değer kritik değerden büyük ise, β ’nın sıfıra eşit
olduğu birim kök temel hipotezi reddedilemez ve Y değişkeninin durağan olmadığı
ifade edilir. Temel hipotezin kabul edilmediği durumda değişkenin durağan olduğu
söylenir (Enders, 2004:225).
3.1.2. Eşbütünleşme Testi
Durağan olmayan zaman serilerinde stokastik trendi kaldırmanın klasik yöntemi,
değişkenlerin farkını almaktır. Ancak çoğu ekonometrik değişkenin seviyeleri değil,
fakat doğrusal kombinasyonları durağan, bir diğer deyişle eşbütünleşiktir.
Bu çalışmada Johansen (1991) ve Johansen ve Juselius (1990) tarafından ortaya
konulan maksimum olabilirliğe sahip çok değişkenli eşbütünleşme yöntemi
kullanılmıştır. Bu yöntemin dayandığı vektör otoregresif (VAR) modellerde bir
değişken kendisinin ve modelde yer alan diğer değişkenlerin gecikmeli değerleri ile
ifade edilmektedir. VAR, bütün değişkenlerin bağımlı kabul edildiği, eşanlı bir
denklem sistemidir (Gujarati, 1999: 752):
p boyutlu bir vektör otoregresif model,
p
X t = µ + ∑ Φ j X t− j + ε t
(2)
j =1
şeklindedir. Yukarıdaki eşitlikte X t , mx1 boyutunda I(1) değişkenler vektörü,
mx1 boyutunda sabit terimler vektörü, Φ j (j=1,…,p) , mxm boyutunda bir
parametreler matrisi ve ε t , bağımsız ve eşit olasılıkla dağıldığı varsayılan, sıfır
ortalamalı ve eşanlı bağlantılı (comtemporaneously correlated), mx1 boyutunda bir
beyaz gürültü vektörüdür.
µ,
440
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
(2) no’lu model, vektör hata düzeltme modeli şeklinde aşağıdaki gibi yazılabilir:
p −1
∆X t = µ + ΠX t −1 + ∑ Π j ∆X t − j + ε t
(3)
j =1
(3) no’lu eşitlikte Π j matrisleri sistemin kısa vadeli etkilerini yakalar. Π
katsayı matrisi ise modelin uzun dönemli denge ilişkisi hakkında bilgi içerir. Π
matrisinin rankına ilişkin ortaya çıkabilecek üç sonuçtan söz edilebilir (Enders,
2004: 360):
1. rankΠ = 0. Bu durumda Π matrisinin determinantı sıfıra eşittir ve değişkenler
arasında eşbütünleşme yoktur. Bir diğer ifadeyle değişkenlerin hiçbiri diğer
değişkenlerin doğrusal kombinasyonu olarak ifade edilemez. Bunun anlamı, bu
seriler arasında uzun dönemli bir ilişki bulunmamasıdır.
2. 0 < rankΠ < m. Bu durumda eşbütünleşik vektörün(lerin), yani değişkenler
arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığından söz edilir. Rank bire eşit ise bir tane
eşbütünleşme ilişkisi, eğer birden büyükse çoklu eşbütünleşme ilişkisi vardır.
3. rankΠ = m. Tam rank durumunun söz konusu olduğu bu durumda rank,
değişken sayısına (m) eşittir ve otoregresif vektör durağandır. Böyle bir durumda
sahte regresyon sorunu bulunmaz ve değişkenlerin kendileri kullanılarak model
çözülebilir.
Johansen (1991) çalışmasında rankΠ = r < m iken Π ’nin rankının, değişkenler,
X t , arasında kaç eşbütünleşme ilişkisi, r, belirttiğini göstermiştir. Bu durumda
Π = αβ ′ denklemi ele alınmaktadır. α
ve β ′ , mxr boyutunda matrislerdir. β ′ matrisinin satırları (r), X t sisteminin r
eşbütünleşmenin varlığını belirlemek için
adet durağan eşbütünleşik vektörü olduğu şeklinde yorumlanabilir. Johansen ve
Juselius (1990)’a göre α , istikrarlı uzun dönemli denge durumuna uyarlanma hızı
olarak yorumlanabilir.
Eşbütünleşen vektörün rankını belirleyebilmek için Johansen (1991), artık
vektöründen elde edilen iki olabilirlik oranı test istatistiği önermiştir. Bu test
istatistikleri trace istatistiği ve en büyük özdeğer istatistiğidir. Trace istatistiği, “en
fazla r adet eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki Ho hipotezine karşı, “en fazla m
adet eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki alternatif hipotezi test etmektedir. Trace
istatistiği aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır (Enders, 2004:352):
QTRACE = −T
Burada
m
∑ ln(1 − λ )
i = r +1
λi , X t −1
düzelttikten sonra
i
(4)
doğrusal kombinasyonunun, kısa dönem dinamiklerini
∆X t sisteminin durağan kısmıyla olan ilişkisinin gücünü ölçer.
En büyük özdeğer test istatistiği, “en fazla r adet eşbütünleşen vektör vardır”
şeklindeki Ho hipotezini, “en fazla r+1 eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki
alternatif hipoteze karşı sınamak için kullanılmaktadır. En büyük özdeğer test
istatistiği şu şekilde tanımlanır (Enders, 2004: 353):
QÖZDEĞER = −T ln(1 − λ r +1 )
(5)
Her iki test de r=0 şeklindeki sıfır hipoteziyle başlar. Eğer bu hipotez
reddedilemezse, değişkenler arasında eşbütünleşme olmadığı sonucuna ulaşılır.
Temel hipotez reddedilirse eşbütünleşen kaç vektör olduğunu belirlemek üzere
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
441
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
alternatif hipotezler sıralanmaya devam eder. Hesaplanan test istatistikleri kritik
değerden büyük ise hipotezler reddedilerek daha fazla sayıda eşbütünleşme vektörü
olup olmadığı araştırılır (Enders, 2004:353,354).
3.2. Veri
Çalışmamızda yukarıdaki metodoloji çerçevesinde, 1987-2009 dönemine ilişkin
üçer aylık veriler kullanılarak, Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı
arasındaki ilişki incelenmeye çalışılmıştır. Belirtilen değişkenler arasındaki ilişkiyi
incelemek üzere iki model kurulmuştur. Birinci modelde kullanılan değişkenler;
TEFE (toptan eşya fiyat endeksinin logaritması), M1 (M1para arzının logaritması)
ve BAC (bütçe açığının gayri safi yurt içi hasılaya oranı) şeklindedir. İkinci modelde
kullanılan değişkenler ise TEFE (toptan eşya fiyat endeksinin logaritması), M2Y
(M2Y para arzının logaritması) ve BAC (bütçe açığının gayri safi yurt içi hasılaya
oranı) şeklindedir. Verilerin tamamı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının
elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) elde edilmiştir.
3.3.Uygulama
3.2.1. Birim Kök Test Sonuçları
Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı arasındaki ilişkiyi incelemede ilk
olarak her iki modelde kullanılan değişkenlere ilişkin verilerin durağan olup
olmadıklarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu amaçla ilgili verilere Genişletilmiş
Dickey-Fuller Testi uygulanmıştır.
Tablo 1’den izlenebileceği üzere, çalışmamızda ele alınan değişkenlerin
seviyelerinde durağan olmadıkları görülmektedir. Bir başka deyişle tüm değişkenler
birim köke sahiptirler. Öte yandan Tablo 2’den görüldüğü gibi birinci dereceden
farkları alındığında, değişkenlerin durağan hale geldiği gözlenmektedir. Bu durumda
değişkenlerin I(1), bir diğer ifadeyle birinci dereceden durağan oldukları
anlaşılmaktadır.
Tablo 1: Birim Kök Test Sonuçları (Seviye)
Değişkenler
TEFE
M1
M2Y
BAC
Genişletilmiş Dickey Fuller Testi (ADF)
Seviye
Seviye
Seviye
Sabit Terim
Sabit Terim ve Trend
Sabitsiz ve Trendsiz
-2.571
-0.927
-0.188
(2)
(2)
(7)
-2.440
2.095
-0.318
(8)
(2)
(8)
-2.385
-1.941
-0.935
(10)
(10)
(10)
-1.521
-1.418
-0.821
(4)
(4)
(4)
Kritik değerler
1%
-3.506
-4.065
-2.593
5%
-2.894
-3.461
-1.945
Tabloda yer alan parantez içindeki değerler, Akaike Bilgi Kriterine göre hesaplanan gecikme
değerleridir.
442
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
Tablo 2: Birim Kök Test Sonuçları (Birinci Fark)
Genişletilmiş Dickey Fuller Testi (ADF)
Değişkenler
Birinci Fark
Sabit Terim
Birinci Fark
Sabit Terim ve Trend
Birinci Fark
Sabitsiz ve Trendsiz
-2.993
(1)
-3.001
(5)
-2.911
(6)
-8.650
(3)
-4.250
(1)
-3.788
(5)
-4.478
(0)
-8.681
(3)
-0.991
(6)
-2.00
(7)
-2.931
(6)
-8.700
(3)
1%
-3.505
-4.064
-2.596
%5
-2.898
-3.469
-1.945
TEFE
M1
M2Y
BAC
Kritik değerler
Tabloda yer alan parantez içindeki değerler, Akaike Bilgi Kriterine göre hesaplanan gecikme
değerleridir.
Bir sonraki aşama, I(1) olduğu belirlenen değişkenler arasında olası bir
eşbütünleşim ilişkisinin sınanmasıdır.
3.2.2. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları
Değişkenlerin birinci dereceden durağan oldukları ortaya konduktan sonra
yapılması gereken, incelenen modellerde değişkenler arasında herhangi bir
eşbütünleşim ilişkisinin var olup olmadığını test etmektir. Söz konusu sınama önce
birinci model için, ardından ise ikinci model için yapılacaktır. Her iki modelde
bağımlı değişken, TEFE (toptan eşya fiyatlarının logaritması) değişkenidir. Yine her
iki modelde mevsimsel etkiyi göstermek için DUM1, DUM2 ve DUM3 merkezi
mevsimsel kukla değişkenleri kullanılmıştır.
M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında eşbütünleşim ilişkisinin var olup
olmadığı test edilirken kullanılması gereken gecikme uzunluğu, son tahmin hata
kriterine ve Akaike, Schwarz ve Hannan-Quinn bilgi kriterlerine göre “yedi”dir. Bu
gecikme uzunluğuna göre yapılan trace testine ve en büyük özdeğer testine ait
sonuçlar Tablo 3’ten izlenebilmektedir. Tablo 3’ten görüldüğü üzere trace ve en
büyük özdeğer test istatistiklerine dayanarak yapılan eşbütünleşim analizi
sonuçlarına göre, M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında bir eşbütünleşim ilişkisi
olmadığını ileri süren Ho hipotezi reddedilmelidir. Bir diğer deyişle M1, BAC ve
TEFE değişkenleri arasında uzun dönemli bir ilişki mevcuttur.
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
443
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
Tablo 3: M1- BAC- TEFE Değişkenlerine İlişkin Johansen Eşbütünleşme
Test Sonuçları (1987.1-2009.4)
M1- BAC-TEFE
Temel Hipotez
Alternatif Hipotez
İstatistik
%5 Kritik Değeri
38.845
29.797
Trace Testi
r=0
r
1
r 1
r=2
11.778
15.494
r=0
r=1
27.067
21.131
r 1
r=2
6.666
14.264
En Büyük
Özdeğer Testi
%10 kritik değeri Trace Testi için 27.066, En Büyük Özdeğer Testi için ise 18.892’dir.
M2Y, BAC ve TEFE değişkenleri arasında eşbütünleşim ilişkisinin var olup
olmadığı test edilirken kullanılması gereken gecikme uzunluğunun Akaike ve
Hannan-Quinn bilgi kriterleri “sekiz” olması gerektiğine işaret etmektedir. Bu
gecikme uzunluğuna göre yapılan trace testine ve en büyük özdeğer testine ait
sonuçlar Tablo 4’ten izlenebilmektedir. Tablo 4’ten görüldüğü üzere trace ve en
büyük özdeğer test istatistiklerine dayanarak yapılan eşbütünleşim analizi sonuçları
M2Y, BAC ve TEFE değişkenleri arasında, sınanan ilk modelde olduğu gibi bir
eşbütünleşim ilişkisi olmadığını ileri süren Ho hipotezinin reddedilmesi gerektiğini
belirtmektedir. Diğer bir ifadeyle durağan olmayan M2Y, BAC ve TEFE
değişkenleri, uzun dönemde birlikte hareket etmektedir.
Tablo 4: M2Y-BAC-TEFE Değişkenlerine İlişkin Johansen Eşbütünleşme
Test Sonuçları (1987.1-2009.4)
M2Y – BAC TEFE
Temel Hipotez
Alternatif Hipotez
İstatistik
%5 Kritik Değeri
49.515
29.797
Trace Testi
r=0
r
1
r 1
r=2
15.399
15.494
r=0
r=1
34.116
21.131
r 1
r=2
9.340
14.264
En Büyük
Özdeğer Testi
%10 kritik değeri Trace Testi için 27.066, En Büyük Özdeğer Testi için ise 18.892’dir.
Johansen eşbütünleşme testi incelediğimiz her iki model için de anlamlı sonuçlar
vermiştir. Buna göre ilk modelimizde kullandığımız M1, BAC ve TEFE değişkenleri
arasında bulunan uzun dönemli ilişki, ikinci modelimizde yer alan M2Y, BAC ve
444
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
TEFE değişkenleri için de geçerlidir. Bu doğrultuda her iki modelin de uzun dönem
denge noktasına sahip olduğu söylenebilir. Elde edilen bu sonuçlar uzun dönemde
Türkiye ekonomisinin, fiyat düzeyinin mali teorisini destekler nitelikte olabileceğini
ifade edebilir. Bu ise uzun dönemde bütçe açıklarının enflasyon üzerinde doğrudan
etkili olabileceğinin bir ifadesidir.
Sonuç
Fiyatlar genel seviyesindeki değişikliğin kabul edilebilir bir oranda süreklilik
kazanması şeklinde ifade edilen fiyat istikrarı, günümüz ekonomilerinin çoğunun
temel ekonomik hedeflerinden biridir. Söz konusu istikrarı sağlamada, para ve
maliye politikaları, devletlerin ellerinde bulundurdukları iki temel politika aracıdır.
Literatürde, geçmişten günümüze, bu politika araçlarının etkinliğine ilişkin çeşitli
tartışmalar ve farklı görüşler süregelmiştir. Parasalcı yaklaşım çerçevesinde, para
arzındaki artışın fiyatlar genel düzeyi üzerinde doğrudan etkili olduğu ve bağımsız
bir merkez bankasının fiyat istikrarını sağlamada en önemli unsur olduğu ifade
edilirken, maliyeci yaklaşım olarak da adlandırılan FTPL yaklaşımı çerçevesinde,
maliye politikalarının fiyatlar genel düzeyi üzerindeki belirleyici rolü üzerinde
durulmuştur. Bu yaklaşım çerçevesinde makro anlamda fiyat düzeyini belirleyen
temel unsurun para miktarı olmadığı, kamunun borç stoku ile bütçe dengesini
ilişkilendiren bütçe kısıtının bu alanda önemli rol oynadığı ifade edilmiştir.
1980 yılına kadarki dönemde gerek dünyada gerekse ülkemizde parasalcı
yaklaşımın ağır bastığı görülmektedir. Parasal genişlemeyi önlemeye yönelik para
programları, Batı ülkelerinin çoğunda ve Türkiye’de benimsenen hakim strateji
olmuştur. Ancak 1980’lerin başlarında parasal genişleme ile enflasyon arasındaki
ilişkinin ifade edildiği kadar güçlü olmadığı görüşü yaygınlık kazanmaya
başlamıştır. Bu inanış çerçevesinde Kanada, İngiltere ve Yeni Zelanda başta olmak
üzere Batı ülkeleri para hedeflemesini terketmeye başlamışlardır. Türkiye’de ise,
enflasyonla mücadelede, 2001 yılına kadar para politikası ağırlıklı tedbirler ön
planda tutulmuş, istikrar programlarına eklenen mali tedbirler gereken ciddiyetle
uygulama alanı bulamamıştır. 2001 dönemi sonrasında ise bu alanda önemli bir
dönüşüm yaşanmış ve istikrar programı hedefleri arasında yer alan mali disiplin
kararlılıkla uygulanmıştır. Para ve maliye politikalarının etkileşimi sonucunda
enflasyon oranı yıllar sonra ilk defa 2004 yılında tek haneli rakamlara
indirilebilmiştir. 2001 yılından bu yana gerek fiyatlar genel seviyesi gerekse diğer
makro ekonomik göstergelerdeki düzelme, para ve maliye politikaları
koordinasyonunun önemini, bir diğer ifade ile FTPL yaklaşımının geçerliliğini
ortaya koymaktadır. Nitekim çalışmamızda Türkiye’de 1987-2009 dönemine ilişkin
bütçe açığı, parasal genişleme ve enflasyon ilişkisine dair yaptığımız ampirik
sınama, uzun dönemde Türkiye ekonomisinin, fiyat düzeyinin mali teorisini
destekler nitelikte olabileceğini ifade etmektedir. Bu ise uzun dönemde bütçe
açıklarının enflasyon üzerinde doğrudan etkili olabileceğinin bir ifadesidir.
Türkiye ekonomisinde son dönemde gündeme gelen “mali kural” uygulaması,
para ve maliye politikaları koordinasyonu alanında yeni bir aşama olarak
değerlendirilmektedir. Kurallara dayalı maliye politikasının, para politikası ile
birlikte, ekonomik istikrarı sağlamada önemli bir rol oynaması ve bu yolla
ekonomide uzun vadeli istikrarın güvence altına alınması beklenmektedir. Ancak
mali kuralın başarı şartı, belirlenen hedeflere uyulup uyulmadığının bağımsız
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
445
Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi
otoritelerce denetlenmesine ve bu denetim neticesinde kuraldan aykırılık saptanırsa
bunun yaptırıma tabi olmasına bağlıdır.
Kaynakça
Akçay, O. C. vd. (2001), “Budget Deficit, Inflation and Debt Sustainability:
Evidence From Turkey (1970-2000)”, Bogaziçi University Institute of Social
Sciences Working Paper, 90-112.
Barro, R. J. (1974), “Are Government Bonds Net Wealth?” Journal of Political
Economy, 82 (6),1095–1117.
Canzoneri, M., Cumby, R. ve Diba, B. (2001), “Is the Price Level Determined by the
Needs of Fiscal Solvency?" American Economic Review, Vol.91 (5, Dec),12211238.
Çetintas, H. (2005), “Türkiye’de Bütçe Açıkları Enflasyonun Nedeni midir?”, İktisat
İşletme ve Finans Dergisi, S. 229, 115-127.
Enders, W. (2004), Applied Econometric Time Series, Canada: John Wiley and Sons
Inc.
Engle, R. F. ve Granger, C. W. J. (1987), “Cointegration and Error-Correction:
Representation, Estimation and Testing”, Econometrica, 55, 251-76.
Friedman, M. (1968), “The Role of Monetary Policy”, The American Economic
Review, 58, 1-17.
Gujarati, D. N. (1999), Temel Ekonometri, çev. Ümit Şenesen, Gülay G. Şenesen. 3.
bs. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Johansen, S. (1991), “Estimation and Hypothesis Testing of Cointegration Vectors
in Gaussian Vector Autoregressive Models”, Econometrica, 59, 1551-1580.
Johansen, S. ve Juselius, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and
Inference on Cointegration-With Applications to the Demand for Money”,
Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 52, 169-210.
Kazgan, G. (2005), Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001): Ekonomi Politika
Açısından Bir İrdeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Kazgan, G. (2006), Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Kepenek, Y. ve Nurhan, Y. (2001), Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Kesriyeli, M. (1997), 1980’li Yıllardan Günümüze Para Politikası Gelişmeleri, T.C.
Merkez Bankası Araştırma Genel Müdürlüğü, Yayın No: 97/4, Ankara.
Koru, A. T. ve Özmen, E. (2003), “Budget Deficits, Money Growth and Inflation:
The Turkish Evidence”, Applied Economics, Vol. 35, No. 5, 591-596.
Neyaptı, B. (2003), “Budget Deficits and Inflation: The Roles of Central Bank
Independence and Financial Market Development”, Contemporary Economic
Policy, Vol. 21, No. 4, 458-475.
Sargent, T. ve Wallace, N. (1981), “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”,
Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review, Fall, 1-17.
Sims, C. A. (1994), “A Simple Model for the Study of the Determination of the
Price Level and the Interaction of Monetary and Fiscal Policy," Economic
Theory, 4, 63, 381-399.
Sims, C. A. (1998), “Econometric Implications of the Government Budget
Constraint," Journal of Econometrics, 83, 9-19.
Şahin, H. (2006), Türkiye Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, Bursa.
446
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
A. OKTAYER
Telatar, E. (2002), “Para ve Maliye Politikası Dominant Rejimlerde Fiyat
Belirlenemezlik Problemi ve Merkez Bankası Bagımsızlıgı”, Ekonomik Yaklaşım
Dergisi, C. 10, S. 35, 5–20.
TCMB (2006), Finansal İstikrar Raporu, Ankara, Haziran 2006.
Uygur, E. (2001), “Enflasyon, Para ve Mali Baskı: İktisat Politikasında Geri
Kalmışlık”, İktisat, İşletme ve Finans, Yıl: 16, Sayı. 189, Aralık 2001.
Ülgen, G. (2005), Türkiye’de Piyasa Ekonomisine Geçiş ve Sürdürülebilirliği, Derin
Yayınları, İstanbul.
Woodford, M. (1994), “Monetary Policy and Price-Level Determinacy in a Cash-inAdvance Economy," Economic Theory 4, 345-380.
Woodford, M. (1995), Price-level Determinacy Without Control of a Monetary
Aggregate, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 43, 1-46.
Woodford, M. (1996), Control of the Public Debt: A Requirement for Price
Stability? NBER Working Paper No. 5684, July.
Woodford, M. (2001), “Fiscal Requirements for Price Stability”, Journal of Money,
Credit, and Banking, 33(3), August.
Yeldan, E. (2003), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları,
İstanbul.
Yentürk, N. (2005), Körlerin Yürüyüşü: Türkiye Ekonomisi ve 1990 Sonrası Krizler,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Yay, Turan, Yay, G. ve Yılmaz, E. (2001), Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler
ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 2001-47,
İstanbul.
Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010
447
Download