1. DÜNYA SAVAŞI 1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı'nda V. Mehmet Reşat yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri denilen Almanya (Wilhelm II) ve Avusturya-Macaristan'ın (Franz Joseph) yanında yer alarak, İtilaf Devletlerine; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya'ya karşı savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ, Sırbistan, Romanya, daha sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı. 28 Temmuz 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı'na, o dönemde siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri yönden bunalım içindeki Osmanlı Devleti, Almanların ekonomik ve askeri yardım vaatleri ve İttihat ve Terakki Partisi önderleri Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa'nın şahsi kararları sonucunda katıldı. 2 Ağustos 1914'te önce gizli bir Osmanlı İmparatorluğu-Almanya ittifak anlaşması imzalandı. Aynı gün seferberlik ilan edildi. Akdeniz'de İngilizlerin baskısından kaçan Goben ve Breslaw (Yavuz ve Midilli) adlı Alman savaş gemilerinin, 27 Ekim 1914'te Karadeniz'e açılıp Sivastopol ve Odesa'yı bombalaması üzerine, Rus Ordusu 2 Kasım 1914'te doğudan taarruza geçti. İngiliz ve Fransız savaş gemileri 3 Kasım 1914'te Çanakkale Tabyalarını topa tutmaya başladı. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu fiilen savaşa girdi. 5 Kasım'da, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 11 Kasımda bütün Müslümanların Halifenin yanında düşmana karşı savaşa çağrılması anlamına gelen "Cihad-ı Ekber" halka duyuruldu. 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti 2.900.000 askeri silah altına aldı. Dört yıl süren savaş boyunca 253.000'i Çanakkale Cephesi'nde olmak üzere, toplam 400.000 şehit verildi. 1.050.000 asker de yaralandı veya esir düştü. Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı'nda 9 ayrı cephede mücadele verdi. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1. Dünya Savaşına ilişkin görüşleri Türkiye Umumi harbe girmeye mecburdu ve mevcut dünya dengesine göre bu giriş şeklide olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, hulasa bir sürü teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur. Türkiye harbe girerdi ve böyle girerdi. 1922 ÇANAKKALE CEPHESİ I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin en başarılı olduğu cephe Çanakkale Cephesidir. Dünya tarihinin en kanlı savaşı bu cephede cereyan etmiştir. İngiltI. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin en başarılı olduğu cephe Çanakkale Cephesidir. Dünya tarihinin en kanlı savaşı bu cephede cereyan etmiştir. İngiltere ve Fransa, müttefikleri Rusya'yla birleşerek savaşın seyrini lehlerine çevirmek istiyordu. Rus ekonomisi savaşın yükünü kaldıramaz hale gelmişti. İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak, Rus Ordusuna gerekli askeri yardımı ve malzemeyi en hızlı bir şekilde ulaştırmak, Kafkasya Cephesinde bunalan Rusya'yı rahatlatmak ve Türk Ordusunun geri çekilmesini sağlamak için Çanakkale Boğazına harekat düzenlediler. İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı'ndan geçişlerine 18 Mart 1915'te başarıyla karşı konuldu. İtilaf Devletleri donanması ağır kayıplar verince, Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarıp kara muhaberelerini başlattılar. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği birlik Conkbayırı'nda durdurdu. Bu başarı üzerine, Mustafa Kemal albaylığa yükseltildi. General Harrington komutasındaki İngiliz birlikleri 6-7 Ağustos 1915'te tekrar taarruz etti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal, 9-10 Ağustos 1915'te 1. Anafartalar Zaferi'ni kazandı Bu zaferi, 17 Ağustosta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta 2. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşı'na katılan Türk Ordusu'ndan, çoğu öğrenim çağında 253.000 subay, er ve erbaş şehit oldu. Çanakkale'nin geçilemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransızlar da, arkalarında Türkler kadar kayıp bıraktılar. 19/20 Aralık 1915'te Anafartalar ve Arıburnu'ndan, 8-9 Ocak 1916'da Seddülbahir'den kesin olarak çekildiler. MUSTAFA KEMAL Anlatıyor : "10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzere idi. 8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım. Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin evvela ben ileri gideyim. Size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız dedim. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allah Allah sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu. Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım elimi göğsüme götürdüm kan akmıyordu. Olayı Yb. Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece yani 10 Ağustos günü beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşaya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı. Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular." MEHMETÇİĞİN ÇANAKKALE SAVAŞI'NI KAZINDIRAN YÜKSEK RUH (Kendisi Anlatıyor) "Bombasırtı Olayı ( 14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur." DOĞU CEPHESİ 2 Kasım 1914'te Rus kuvvetlerinin Kars'a doğru taarruzuyla cephede savaşlar başladı. 6/9 Kasım 1914'te Ruslarla Köprüköy savaşı yapıldı. Ruslar yenilince biraz geri çekildiler. 22 Aralık 1914'te Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın çetin kış şartlarını rağmen Sarıkamış civarında Ruslara karşı yaptığı harekatta 3. Ordu'ya mensup askerlerden çoğu donarak şehit oldu. 60.000 şehit verildi. 1915 yılı baharında Ermenilerle birleşerek güçlenen Rus birliklerinin taarruzu başarılı oldu. Ruslar, Van ve Malazgirt'i aldılar 22 Temmuzda başlayan karşı taarruzla Van ve Malazgirt 25/26 Temmuz 1915'te kurtarıldı. 1916 yılında Grandük Nikolas, Rus kuvvetlerinin başkomutanı olunca, Ruslar Kafkasya'daki kuvvetlerini artırarak taarruza geçtiler. 16 Şubat 1916'da Erzurum düştü. Trabzon'a da bir kolorduyla ilerlediler. 3. Ordu, Kemah-Refahiye-Tirebolu hattına çekildi. Mart 1916'da Bitlis, Muş, Van, Hakkari de Ruslar tarafından işgal edildi. Hükümet, Çanakkale Bölgesinde bulunan 2. Ordu'yu Kazım Karabekir komutanlığında doğu cephesine kaydırdı. 10 Mart 1916'da atama emrini alan Mustafa Kemal, Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun komutanı olarak, 15 Mart 1916'da Doğu Cephesinde göreve başladı. 7/8 ağustos 1916'da Muş ve Bitlis Ruslardan kurtarıldı. Yıl sonuna kadar Ruslarla savaşa devam edildi. 1917 yılında Rusya'da iç karışıklıklar başladı. Ekim 1917'de Bolşevikler devrimle yönetime el koydu. Yıl boyunca Rus birlikleri işgal ettikleri topraklardan çekildiler. 18 Aralık 1917'de Ruslarla Erzincan Mütarekesi yapıldı. Mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu Anadolu'yu tamamen terk etti. 1917 kışı, hem Türkler hem de Ruslar için güç şartlarda geçti. Soğuk ve hastalıklar sebebiyle iki tarafta ağır kayıplar verdi. Daha sonra 3 Mart 1918'de Brest Litovsk anlaşamsı yapılarak Kars, Ardahan ve Batum'un Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılması saptandı. Rus birliklerinin geri çekilmesi üzerine, savaş sırasında kurulmuş bulunan Ermeni taburları Türk halkına saldırdı. 3. Ordu Ermeni çeteleriyle savaşmak zorunda kaldı. Ermeni kuvvetleri bozguna uğratılarak Nisan 1918 sonuna kadar, Kars, Ardahan, Batum kurtarıldı ve Gümrü'ye girildi. GALİÇYA CEPHESİ 1914 yılında savaş başlayınca Ruslar Galiçya'yı işgal ettiler. 1915 yılında Almanlarca takviye edilen müttefik güçler, Rusları mağlup ederek tekrar Galiçya'yı ele geçirdiler. 1917 yılı Temmuzunda Ruslar Galiçya'da tekrar taarruza geçtiler. Başlangıçta hızla ilerleyen Rus birlikleri, on gün sonra duraklayarak geri çekildiler. I. Dünya Savaşı'nda Macaristan'ın kuzeydoğusuna düşen Galiçya (Lehistan) bölgesinde bir Osmanlı Kolordusu Alman, Macar ve Avusturya kuvvetleriyle birlikte Ruslara karşı savaştı. ROMANYA CEPHESİ Romanya, 17 Ağustos 1916'da bir anlaşma imzalayarak İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girdi. 28 Ağustos'da Avusturya'ya saldırdı. Bunun üzerine İttifak Devletleri de Romanya'ya savaş açtı. Almanya Başkomutanlık Karargahı'nda yapılan toplantıdan sonra, 23 Tümenlik bir kuvvetle İttifak Devletleri Romanya'ya taarruz etti. Bu kuvvet içinde, Türklerin 6. Kolurdu'ya mensup 15. , 25. ve 26. Tümenleri bulunuyordu. İttifak kuvvetleri, 1917 Ocak ayının ilk haftasına kadar bütün Romanya'yı ele geçerdi. Türk tümenleri bu harekatta büyük başarı gösterdi. 6. Kolordu'nun 26.Tümen'i 1917 yılı ortalarında Filistin'e kaydırıldı. Rus İhtilali'ne kadar Romanya'da kalan 6. Kolordu, 42.000 kişilik mevcudundan 19.100 şehit verdi. YEMEN - HİCAZ (ARABİSTAN) CEPHESİ Halk arasında Yemen cephesi adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Devleti 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistandaki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Şerif'i Hüseyin, bağımsızlığını ilan etti. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. 1917 Şubatı'nda Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı'na atanmak üzere, Şam'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istedi. Manevi sebeplerden dolayı bu istek uygulanmadı. Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu, Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu. SİNA - FİLİSTİN CEPHESİ İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na tamamen egemen oldular. Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te 14.000 deveyle iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekat (1.Kanal Savaşı) başarılı olamadı. 4 Şubat 1915'te BirüssebaGazze'ye geri dönüldü. 1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekatı yapılırken, Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devletine karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa, Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında İngilizler, Gazze'ye saldırdı. 1. ve 2. Gazze Savaşları yapıldı. İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar. Takviyelerini artırmaya başlayan İngilizlerin Filistin Cephesinde toplanmaları üzerine, Cemal Paşa'nın uyarısıyla Yıldırım Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek Filistin ve Suriye'de kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl 7. Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Falkenhayn ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazarak 6 Ekim 1917'de komutanlıktan istifa etti. Savaş hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar. Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de Kudüs düştü. General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile 18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt-Amman taarruzları başarıyla durduruldu. Yığınaklarını artıran ve mevcudu 460.000'e yükselen İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti. IRAK CEPHESİ Bu cephe, İngilizlerin petrol sahalarını ele geçirmek amacıyla, 15 Ekim 1914'te Bahreyn'i ve 23 Kasım 1914'te Basra'yı işgali üzerine açıldı. Yerli askerlerle karışık Osmanlı kuvvetleri işgale karşı koyamadı. İngilizler, İran'da Ahvaz'ı da ele geçerdiler. 20 Aralık 1914'te, Basra'yı geri almak amacıyla cephe komutanlığına atanan, Yzb. Süleyman Bey askeri aşiretlerden ve gönüllülerden yararlanarak topladığı kuvvetle, 12 Nisan 1915'te taarruz etti. Şuaybiye Savaşında başarılı olamadı ve Kutülamare'ye çekildi. İntihar etti. İngilizler burayı da ele geçirip Bağdat'ı almak için, General Townshend komutasında saldırdılar. Türk Kuvvetleri, İngilizleri Selmanpak'ta durdurdu. Kanlı çarpışmalardan sonra İngilizler, 26 Kasım 1915'te çekildiler. Kutülamare'de 8 aralık 1915'te kuşatılan İngiliz birlikleri, beş ay süren bir direnişten sonra 28 Nisan 1916'da teslim oldu. General Townshend dahil 13.399 esir alındı. 1916 yılı başında bir kısım İngiliz birlikleri General Townshend'in yardımına geldiyse de İran'da Hamedan'a kadar sürüldüler. İngiliz birlikleri 1917 yılı başında bekledikleri güce ulaştılar. Taarruza geçtiler. 11 Mart 1917'de General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri Bağdat girerken Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri Bağdat'ı boşalttı. Türk kuvvetlerinin Bağdat'ı geri alma teşebbüsü başarılı olamadı. Samerra'yı da ele geçiren İngiliz Ordusu, Musul'a doğru ilerlemeye başladı. Bağdat'ı geri almak için 6. Ordu'yla Halep'te kurulan 7. Ordu birleştirilerek General Falkenhayn komutasında Yıldırım Ordular Grubu kuruldu. Halep'te hazırlıklar sürerken, İngilizler Tikrit'e kadar ilerlediler. 1918 yılında aldıkları takviyelerle iyice güçlenen İngiliz birlikleri, petrol yataklarının bulunduğu Musul'a giremediler. Ancak, ne yazık ki, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından üç gün sonra 3 Kasım 1918'de, mütarekeye aykırı şekilde burayı işgal ettiler. SURİYE CEPHESİ Bu cephede faaliyet 1917 yılında başladı. Halep'te 1917 yılında Bağdat'ı geri almak amacıyla 7. Ordu kuruldu. Ordunun ihtiyaçları için Almanlardan yardım sağlandı. 6. ve 7. Ordu'dan oluşan Yıldırım Ordular Grubu kurularak, komutanlığına Alman General Falkenhayn getirildi. 1918 yılında Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na General Liman von Sanders atandı. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa idi. 460.000 kişilik İngiliz kuvvetlerinin 19 Eylül 1918'de başlattıkları taarruz Filistin'de durdurulamadı. İngilizler Suriye'ye ilerlediler ve Şam düştü. Yıldırım Ordular Komutanı, Halep'te savunma düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa'ya bırakıp, Adana'ya gitti. Mustafa Kemal bir yandan İngilizlerle, diğer yandan Arap silahlı çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Halep'in kuzeyinde bir savunma hattı kurup İngilizler'i durdurmayı başardı. 31 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nden bir gün sonra Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na atandı. MAKEDONYA CEPHESİ Sırbistan'ın İttifak Devletlerince işgali tehlikesi belirince, bir Fransız tümeni Çanakkale'den getirilerek, 5 Ekim 1915'te Selanik'te karaya çıkarıldı. Bir İngiliz tümeniyle bir Fransız tugayı da daha sonra bu birliğe katıldı. Böylece Makedonya cephesi açılmış oldu. 20. Türk Kolordusu ile birtakım Alman ve Bulgar birlikleri İngiliz ve Fransızların karşısında yer aldı. 1916 yılında İngiliz, Fransız ve Sırp askerlerinin sayıları 250.000'e ulaşınca 10. Türk Kolordusu da 17 Kasım 1916'da cepheye geldi. 10 Aralık 1916'da Yb.Şükrü Naili Gökberk komutasındaki 50.Tümen Drama civarında düşmanla savaştı. Cephedeki küçük taarruzların yanında en önemli olay, 11 Aralık 1916'da, Manastır'ın İtilaf Devletleri'nin eline geçmesidir. 1917 yılı küçük muharebelerle geçti Türk Kuvvetleri Kavala-Serez hattında savaştı. 27 Haziran 1917'de Yunanistan İtilaf Devletleri safında savaşa girdi. 29 Mayıs 1918'de İngiliz, Fransız, Yunan ve Sırp kuvvetleri büyük bir taarruz başlattı. Bulgar ordusu yenildi. 29 Eylül'de Bulgaristan, Selanik Ateşkes Antlaşmasını imzalayıp, savaştan çekildi. Topraklarından İtilaf Devletleri'ne ait askeri birliklerin geçmesine de izin verdi. İtilaf Devletleri üç koldan Balkanlar'da ilerlemeye başladı. Bu kollardan biri İstanbul'u hedef almıştı. 1.DÜNYA SAVAŞI SONRASI ANTLAŞMALAR MONDROS MÜTAREKESİ 30 Ekim 1918 tarihinde, Limni adasının Mondros Limanı'nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermiştir. 1. Dünya Savaşını bitiren bu Antlaşma aslında çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti'nin yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletlerine Osmanlı İmparatorluğunun herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi. Mustafa Kemal'in o zaman ifade ettikleri üzere; Osmanlı Hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için onlara muaveneti(yardımı) de vaad eylemiştir. Bu Mütareke olduğu gibi tatbik edildiği takdirde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz olacağı şüphesizdir. Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını beklemeden, Türk Topraklarının taksimine giriştiler. Ateşkes Antlaşmasının 7. maddesi gereğince, bütün bir memleketin işgali için İtilaf Devletlerine imkan veriyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın başlıca hükümleri şunlardır: 1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır. 2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir. 3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir. 4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır. 5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir. 6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır. 7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır. 8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır. 9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır. 10-Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır. 11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler. 12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir. 13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir. 14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.) 15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır. 16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır. 17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır. 18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır. 19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir. 20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir. 21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir. 22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerinin nezdinde kalacaktır. 23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir. 24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır. 25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir. PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 Ocak 1919) 1. Dünya Savaşı sonunda barış antlaşmalarını hazırlamak amacıyla, İtilaf Devletleri arasında yapıldı. Konferansın kararlarına hakim olan beş devlet vardı: ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya. Konferansa esas itibariyle İngiltere ve Fransa hakim oldu. Konferansa katılan ABD Başkanı Wilson'un amacı, Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını sağlamaktı. İngiltere ve Fransa ise barışı düşünmekten çok, barış düzeninde kendi çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirecek yolu arama çabası içindeydiler. Fransa'nın amacı Almanya'yı bir daha savaş yapamayacak duruma getirmekti. İngiltere'ye gelince, esas amacı, Alman tehlikesini ortadan kaldırmak ve Avrupa'nın dengesini bozucu faktörleri yok etmekti. Toprak ve sömürge taleplerinden vazgeçmek istemeyen Fransa ve İngiltere, savaş öncesi benimsedikleri Wilson'un İlkelerini dikkate almadılar. SAN REMO KONFERANSI I. Dünya Savaşından sonra, 19 Nisan 1920'de İtalya'nın San Remo kasabasında Osmanlı topraklarının durumunu belirlemek için bir konferans toplandı. 26 Nisana kadar süren görüşmeler sonunda, Lübnan ve Suriye, Fransızların; Irak, Filistin ve Musul, İngilizlerin korumasına giriyordu. Doğu Anadolu'da, bağımsız Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu. SEVR ANTLAŞMASI Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Kanferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verilmişti. Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu. Sultan Vahidettin'in başkanlığında toplanan Şüra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek Antlaşma'nın onanmasına karar vermiştir. Tevfik Paşa'nın, Türk topraklarını parçalayan, milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damat Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920'de imzaladılar. Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk Milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu. Rumeli sınırımız aşağıda yukarı İstanbul vilayetinin sınır olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve havalisi) Yunanlıları verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiyetine de giremeyecekti. Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devletini İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi. Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması, Anadolu'daki milli mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur. Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat'ta bulunanların vatan hiyanetiyle itham olunarak vatansız sayılmaları kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan etti. Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu. O DÖNEM TÜRKİYE JÖN TÜRKLER Avrupa'da Meşrutiyet ve Cumhuriyet idarelerinin kurulduğu, bu uğurda hükümdarlarla halkın mücadele ettiği devrede, Osmanlı Padişahları memleketi hala istibdatla idare ediyorlardı. Osmanlıda da, Padişah Abdülaziz'in mutlakiyet idaresini yıkıp yerine meşrutiyet idaresini kurmak isteyenler vardı. Osmanlı İmpartorluğu çöküyordu. İmparatorluğun Balkan kesiminde bulunan milletler, istiklalleri uğruna sık sık ayaklanıyorlardı. Memleketin kurtuluşunu meşruti idarede gören bazı gençler, birleşerek Avrupalıların "Jön Türkler" veya "Genç Osmanlılar" dedikleri, Yeni Osmanlılar Cemiyetini 1866'da kurdular. Başlıca üyeleri Mehmed Bey, Reşat Bey, Nuri Bey, Ayetullah Bey, Namık Kemal, Refik Bey, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Agah Efendi'dir. Bu cemiyetin kurulduğu ortaya çıkınca Mehmed Bey, Nuri Bey ve Reşat Bey Avrupa'ya kaçtılar. Daha sonra, Prens Sabahattin'in daveti üzerine Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal de Avrupaya gittiler ve orada gazete, broşür çıkartarak Osmanlı İdaresi'nin kötü yönetimi hakkında yayına başladılar. Jön Türkler bir süre sonra yurda döndüler ve birer göreve tayin edildiler. Bu gençler rejimi yıkamamışlarsa da, Osmanlı İmparatorluğunda, Hürriyet ve Meşrutiyet fikirlerinin kökleşmesinde büyük rol oynadılar. II. Abdülhamid'in kurduğu askeri nitelikteki okullardan mezun olan ve Jön Türk akımından etkilenen genç subayların çoğunluğu da II. Abdulhamid yönetimine karşıydılar. Gittikleri yerlerde dernekler kuruyor, mücadelelerini gizlice yürütüyorlardı. Bu mücadeleyi yürüten gençler, tüm gizli dernekleri Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleştirdiler. İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan bu cemiyet, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına kadar yönetimde söz sahibi oldu II. ABDÜLHAMİD V. Murad'ın yerine tahta geçen, II. Abdülhamid yurttaşların yönetime katılmalarını sağlayacak bir anayasa kabul ve ilan edeceğine söz vermişti. Nitekim tahta çıkar çıkmaz I. Meşrutiyeti ilan etti ve bir anayasa hazırlattı. Bu İlk Anayasa (Kanun-i Esasi) 23 Aralık 1876'da ilan edildi. Anayasa ilan edildikten kısa bir süre sonra 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı başladı. Osmanlı orduları bu savaşta ağır bir yenilgiye uğradı. Mebuslar Meclisinde hükümet ağır eleştiriler aldı. Bu hezimetin sorumluları arandı. Bu tartışmalara kızan II. Abdülhamid Meclisi Mebusan'ı tatil etti.Böylece 30 yıl sürecek bir istibdat dönemi başlamış oldu. Bu 30 yıllık dönemde, Doğu Rumeli, Mısır, Girit gibi yerlerin yitirilmesini önleyemedi. Dış borçları ödemeye çalışan II. Abdülhamid alacaklı devletlerin "Düyun-i Umumiye" adı altında uluslarası bir örgüt kurarak devlet gelirlerine el atmalarını engelleyemedi. Bu arada İstanbul'un ve diğer illerin imar işleriyle ilgilendi, ayrıca batı esaslarına göre eğitim yapan pek çok okul kurdu. II. Abdülhamid'in açtığı okullarda yetişen yeni kuşak, ülkenin içerisinde bulunduğu durumu hoş karşılamıyor, istibdat yönetimi altında hiçbir gelişme sağlanamayacağını savunuyorlardı. Yeni düşünceleri paylaşan diğer aydınlarla buluşup gizli dernekler kuruyor ve mücadelesini yeraltında yürütmeye çalışıyorlardı. Bu aydınlara da Jön Türkler (Genç Türkler) deniyordu. Giderek bütün gizli dernekleri çatısı altında toplayan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti kuruldu. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin asker üyeleri, 1908 yılının Temmuz ayında Saraya başkaldırdılar. Padişahın bu hareketi bastırma girişimleri sonuç vermedi. Sonunda II.Abdülhamid Meşrutiyeti yeniden ilan etti. Seçimler yapıldı ve parlamento oluşturuldu. Ancak Meclis-i Mebusan'ın yetkilerinin sınırlı olması bir bunalıma yol açtı. Ordudaki okullu subaylarla alaylı subaylar arasında bir gerginlik doğdu. 31 Mart Ayaklanması bu gerginliğin bir sonucuydu. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin merkezi olan Selanik'ten gelen Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırdı. II. Abdülhamid tahttan indirildi, Selanik'e gönderildi. Balkan Savaşı çıkınca, II. Abdülhamid İstanbul'a getirildi. 1918 yılında Beylerbeyi Sarayında öldü. Sultan Mahmud Türbesine gömüldü. İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ Osmanlı İmparatorluğunu 1876-1909 yılları arasında II Abdülhamid yönetmiştir. 1839 Tanzimat Fermanının açtığı dönemde, temel hak ve özgürlüklere kavuşmak demokratik bir yönetime sahip olmak yolunda, sayısı çok az olan aydınlar arasında bir özlem belirmişti. II Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz tarihimizin İlk Anayasasını ve I. Meşrutiyeti ilan etti. Bir süre sonra, kendi yetkilerine hiçbir sınırlama getirmemesine rağmen, anayasayı uygulamadı. Bu ona karşı bir direnmenin doğmasına yol açtı. II Abdülhamid, istibdatçı yönetimine rağmen, Türk eğitimine hizmet etmiş çeşitli okullar açmıştır. Ama bu okullarda yetişenlerin çoğu istibdat yönetimine karşı direnmişlerdir. Sonunda II. Abdülhamid 1908'de Anayasaya göre meclisi tekrar toplayacağını ilan etti ve II. Meşrutiyet dönemi başladı. Bir süre sonra çıkan, 31 Mart Ayaklanması sonunda duruma el koyan ordu, bu ayaklanmayı çıkarttığı gerekçesi ile II.Abdülhamid'i tahttan indirdi. II. Abdülhamid'i tekrar meşrutiyeti ilan etmeye zorlayan ve onu 31 Mart olayından sonra tahttan indiren güç, genç asker ve sivil aydınlardan oluşan, başlangıçta gizli, sonra açık çalışan "İttihat ve Terakki Cemiyeti (Birlik ve İlerleme Derneği)"dir. Bu dernek II. Meşrutiyetten sonra siyasal bir parti durumunu aldı. Seçimleri kazandı. Ama memleketi gereği gibi yönetemedi. Parti ilk önce hükümeti kuramadı. Perde arkasından ülkeyi yönetmeye kalkıştı. Böylece doğan otorite boşluğu savaşlara neden oldu. Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa'nın yönetimindeki İttihat ve Terakki Partisi bu savaşlardan sonra yönetime doğrudan doğruya el koydu. Ama iş işten geçmiş, Trablusgarp tümden ve Balkan Yarımadasında elde kalan son yerler yitirilmişti. İttihat ve Terakki yönetimi, ilk kez milliyetçi bir görüşe sahip yönetim kurmaya çalıştı ise de, deneyimsizliği nedeniyle bunda başarı sağlayamadı. Sonunda en büyük siyasal hatasını işleyerek devleti I. Dünya Savaşı'na soktu. II. MEŞRUTİYET Dönemin en güçlü devleti İngiltere, Osmanlı devletinin parçalanmasını onaylıyordu. Alman gizli servisleri bu haberi genç subaylara ulaştırdılar. II. Abdulhamid'in siyasetini yersiz bulan ve ancak yeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin asker üyeleri, 1908 yılının Temmuz ayı içinde saraya başkaldırdılar. Padişahın bu hareketi bastırma girişimleri işe yaramadı. Sonunda, II. Abdülhamid kapalı bulunan parlamentoyu yeniden toplama kararı aldı. Mebus seçimlerinin yeniden yapılması kararlaştırıldı. Seçimler yapıldı ve Parlamento 17 Aralık 1908'de açıldı. 31 Mart Olayı üzerine II.Abdülhamit tahttan indirildi. Anayasada önemli değişiklikler yapılarak parlamenter sisteme yönelindi. Hükümet meclise karşı sorumlu kılındı 31 MART OLAYI (31 Mart 1909) II. Meşrutiyetin ilanı 33 senelik diktatörlük ile memleketi idare eden II. Abdülhamid'in işine gelmedi. Abdülhamit, Selanik'ten İstanbul'a gönderilen Avcı taburları, Ordudan atılan alaylı subaylar arasında geniş bir propaganda yaptırdı. Askerlere ve subaylara gizliden gizliye para dağıtarak onları kışkırttı; bundan cesaret alan Avcı taburları Taşkışla'da, subaylarını hapis ederek ayaklandılar. Adliye Nazırı Nâzım Paşa, Hüseyin Cahit Bey'e benzetilerek, Lazkiye Mebusu Arslan Bey ile birlikte ayaklananlar tarafından öldürüldü. 11 gün devam eden ayaklanma Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından bastırıldı HAREKAT ORDUSU II. Meşrutiyetin ilanından bir sene sonra 31 Mart Olayı olarak bilinen ayaklanmayı bastırmak için, İttihatçılar Selanik'ten Mahmut Şevket Paşa Komutasında bir kuvvet gönderdiler. Bu ordunun Kurmay Başkanı Mustafa Kemal'di. Hareket Ordusu olarak bilinen bu kuvvetler İstanbul'a dört koldan girdi. II. Abdülhamid'in kışkırtmalarıyla ayaklanan Avcı Taburları'nın bulunduğu kışlalara kısa bir çarpışmadan sonra hakim olan Hareket Ordusu Yıldız Sarayını kuşattı. II.Abdülhamid'i tahttan indirerek Selanik'e sürdü. V. MEHMED REŞAD ( 1909 - 1918) Abdülmecid'in, Gülcemal Kadınefendi'den 1844 yılında doğan oğludur. Babasının ölümünden sonra kardeşleri Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdulhamid devirlerinde çok sakin bir hayat sürdü. II. Abdulhamid tahta çıkınca veliaht oldu. Sessiz sedasız, yumuşak, merhametli ve kibar bir adamdı, mevlevi idi. II. Abdülhamid'in 1909'da tahttan indirilmesi üzerine ittihatçılar tarafından padişah ilan edildi. Devri savaşlarla geçti, uysal bir padişah olduğu için pek devlet işlerine karışmadı. İdareyi ittihatçılara bıraktı. Her dediklerini yerine getirdi. Devrinde Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşları oldu. Bütün bu savaşlar aleyhimize neticelendi. 1. Dünya Savaşının son yılında hastalandı. Kısa bir müddet yattıktan sonra 1918 yılında öldü. Eyüp'te iskele civarına yaptırılan türbesine gömüldü. VI. MEHMED VAHİDETTİN (1918-1926) Son Osmanlı Padişahı Vahidettin, ağabeyi V. Mehmed Reşad'ın ölümü üzerine, 1918 yılında padişah oldu. İttifak Devletlerinin, galip devletlerden barış istemeleri üzerine çok ağır şartlar taşıyan Mondros Mütarekesini imzaladı. Mondros Mütarekesinden sonra işgaller başladı. Anadolu'da işgallere karşı direnişe geçen milli birliklere karşı Hilafet Ordusu ve Kuvay-ı İnzibatiye birliklerini oluşturdu. Sevr Antlaşmasını imzalayan Vahidettin, Milli birliklerin Yunanlılara üstünlük sağlamaları üzerine, İngiliz orduları başkomutanı General Harrington'a başvurarak İngiltere'ye sığınmak istedi. 17 Kasım 1922 gecesi Malaya isimli İngiliz zırhlısıyla Malta'ya, oradan da Mekke'ye gitti. İtalya'da Cenova'ya yerleşti. San Remo'da öldü. Şam'da Sultan Selim Camiinin avlusuna gömüldü. --- SON ---