Din ve Ahlak 1.lik - kbm

advertisement
İSLAM
DÜNYASINDA
TEMELLERE
DİNDARLIK
AHLÂKÎ
DAYANMAYAN
PROBLEMİ
ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
DİN – AHLÂK
Öğrenci: Zahide Elif ATASEVEN1
Danışman: Neriman ÇATMA2
Okul: Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi
Özet
Din ve ahlâk ilk bakışta farklı amaçlara hizmet ediyor gibi gözükse de ikisi aynı temelin
taşlarıdır. Bu temel taşları, uyum içerisinde hareket edip insanlarla olan ilişkilerimizi
düzenlemezse içinde bulunduğumuz ahlâklılık ya da dindarlık meziyetinde bir bozukluk
olduğu düşünülür. Asrımızda ahlâkî zeminler üzerine kurulmayan dindarlığın olumsuz
yansımaları görülmektedir. Zaman zaman dindar insanların ahlâksızca davranışlar
sergilediğini görmekteyiz. Burada ifade edilmesi gereken husus, gerçek bir dindar olmak
için önce ahlâklı ve erdemli davranışlara sahip bir insan olmak gerekliliğidir. İyi ve ahlâklı
bir insan olmadan iyi bir dindar olmak mümkün değildir. Bu makale, öncelikle dinîn ve
ahlâkın insan hayatındaki yeri ve önemini açıklayarak ahlâkî temellere dayanan bir
Müslümanlık modeli çizecektir ve gerçek dindarlığın ahlâk temelleri üzerinde olabileceğini
ortaya koyacaktır. Ardından İslam dünyasının içine düştüğü siyasi, sosyal, kültürel ve
ekonomik sıkıntıların temelinde, ahlâkî temele dayanmayan dindarlık probleminden yola
çıkarak çözüm yollarını işaret etmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Din, Ahlâk, Dindarlık, Seküler Ahlak(Etik), Müslümanlık, Din
Eğitimi.
1
elifataseven3@gmail.com
nerimancatma1@hotmail.com
2
1
Giriş
Din, içerisinde inanç, ibadet ve ahlâk kurallarının yer aldığı ilahi
kaynaklı bir sistemdir. Bu sistem, onu kabul eden birey ve
toplumları derinden etkileyerek onların hayatına yön verir,
bireyin davranışlarında ve ilişkilerinde belirleyici olur.
İslâm ahlâkçılarının ortak tanımına göre ahlâk; “Nefiste
yerleşmiş olan öyle bir melekedir ki bu meleke sayesinde
davranışlarımız kolaylıkla ve uzun uzun düşünmeden ortaya
çıkar.” (Kınalızade, 91) Bu tanıma göre ahlâk, insanda uzun
süreli uygulama sonucunda alışkanlık haline gelmiş olan
alışkanlık haline geldiği için de zorlanmadan davranışa
dönüştürebileceğimiz huylar bütünüdür.
Din-ahlâk ilişkisi mevzuunda din daha önemli gibi durmaktadır
oysa dinîn üzerine kurulacağı sağlam ahlâkî bir zeminin önemi
daha büyüktür.
Günlük hayatta bazen dindar birinin, görüntüsü ile hiç
uyuşmayan davranışlarına ya da din ile ilişkisi olmayan ve bunu
kendisi de ifade eden birinin ahlâken çok olumlu davranışlarına
şahit oluruz. Burada ahlâkî açıdan büyük bir çelişki vardır: Biri
dindar ama ahlâkî zafiyetleri var, diğeri ise dinî kaygıları yok,
ama ahlâkî duyarlılığa sahip. (Uysal, 2005; 43) Bu çalışma
zikredilen
bu
çelişkiden
hareketle
ahlâkın
dini
doğru
yaşamadaki yerini teorik ele alacak sonra dindarlığın sağlam
dinî temeller üzerine oturmasında gereken ahlâkî temelli eğitimi
değerlendirecektir. Konuya din-ahlâk ilişkisini ve bağlarını
anlatmak ile başlamayı uygun gördük.
DİN-AHLÂK İLİŞKİSİ
İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır. En tabii ihtiyaçlarını
gidermek, hayat şartlarını güzelleştirmek için iş birliği
2
yapmaları kaçınılmazdır. Bunun için de toplumu meydana
getiren fertlerin birbirine inanması, güvenmesi şarttır. Şu halde
insanlar arasında sosyal ilişkilerin başlamasından önce, bu
ilişkileri düzenleyen kurallara ihtiyaç vardır. Bütün toplumlarda
bulunduğu halde varlığı gözle görülmeyen bu kurallar ahlâk
ilkeleridir.(Kandemir, 2015;30)
Ahlâkın vazgeçilmez oluşu malumdur. Burada asıl üzerinde
durulması gereken konu ahlâkın toplumlar ve bireylere ne
ölçüde kendini kabul ettirebildiği, din ile bir işbirliği yapmadan
yaptırım gücünün olup olmadığıdır. Bu bağlamda Mehmet
Kaplan şöyle diyor: “ Ferdi tek başına bırakan laik ahlâk, onu
yalnızlık, tereddüt, korku hatta ferdî hayatta ihtiras ve menfaati
ön planda geldiği için ahlâksızlığa sevk eder.” (Kaplan, 1969;
136)
Pedagoji bilgini F.W. Förster aynı konuda şöyle demekte:
“Terbiye etmek, insanı içgüdülerinden kurtarıp üstün değerlere
yükseltmektir. Bunun en mükemmel yolu da imandır. Gönül
rızasıyla içten benimseyerek gerçekleştirilen en sağlam itaat ve
disiplinin imana dayanması gerekir. Bugün dünyanın her
tarafında kanun ve kurallara titizlikle bağlılığın azalması,
terbiyenin maneviyattan gıdasını almaması yüzündendir.”
(Balaban, 1950; 136)
İşte burada bahsedilen maneviyatın aslı din ile pişmiş ahlâkî bir
sitemdir. Çünkü din ve ahlâk kavramları, birbiriyle oldukça
ilişkili, adeta birbirinin tamamlayıcısı olan iki kavramdır. Din
açısından baktığımızda, dinler insanların birbiriyle Allah ve
toplum ile hatta insanın ilişkiye girdiği nesneler ve canlılar
dünyasıyla olan ilişkilerini düzenler. Bundan dolayı, dinlerin her
biri, büyük ölçüde birer ahlâk sistemine sahip olma özelliği taşır.
Dinler, insanın ilişkilerini doğru biçimde düzenlemek, insanı
3
daha iyi insan yapmak için gelmiştir. Nitekim vahye dayalı
dinlerin ana gayesi, ahlâklı bir toplum meydana getirmektir.
(Güngör, 1995; 19-117)
Peygamberlerin gönderilişi de hep toplum ve bireylerin inanç ve
ahlâk sistemlerinin bozulduğu dönemlere denk gelmiştir. Bu
geliş
şekli,
peygamberlerin
ahlâkî
misyonlarının
açık
göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. (Muvatta,
Hüsnü’l-Hulk, 1) Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Muhammed (s.a.v.)
adeta bir ahlâk abidesi olarak gösterilmiştir. (Kalem 68/4; Ahzab
33/21)
Dinî emir ve yasakların hikmeti incelendiğinde, insanın şerefini
koruma, onu kötülüklerden uzak tutup ahlâkını olgunlaştırma
gibi bir hedefin güdüldüğünü görmek zor değildir. Nitekim
ibadetlerin amacı imanı beslerken ahlâkı yüceltmektir.
Bu bağlamda dinî ve ahlâkî emir ve yasakları birbirinden kesin
çizgilerle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak şu farka dikkat
etmek gerekir ki ahlâk bize, örneğin adam öldürmenin kötü
olduğunu öğretir. Din ise hem böyle bir fiilin kötülüğünden hem
de hayatın kutsallığından bahseder. Böylece inanan kişinin
yaşamında, adam öldürmenin kötü olduğuna inanma ile hayatın
kutsal olduğuna inanma bütünleşir. Başka bir deyişle dindar,
karşılaştığı herhangi bir olayı, bir de Tanrının varlığı ve
kendisinin de ona inanması açısından yorumlar ve böylece
yaşamında kötüye, günahı; iyiye, sevabı eklemiş olur. (Aydın,
1987; 247-248)
Nurettin Topçu da dini ahlâktan veya ahlâkı dinden ayırmanın
insanın iç dünyasını kendisinden ayırmakla eşdeğer olduğu
görüşündedir. Çünkü ona göre “Ahlâk, dinî olgunluktan başka
bir şey değildir. Hayvanî hayattan insanî hayata yöneliştir. Her
4
ikisi de içte derinleşme yoluyla sonsuzluğa yönelme ve bunda
ruhun selametini arama idealidir.” Ayrıca Topçu, ahlâk
prensiplerinin
dinin
vahyolunan
esaslarından
çıkarılması
gerektiğini ifade eder. (Topçu, 1983; 82)
Dinin en önemli gayelerinden birisi emniyetin korunmasıdır.
Ahlâk da bunu hedef edinmiştir. Her ikisi insan ruhunu
temizlemek, yükseltmek için çalışır. Dinin bizden istediği hem
bu dünyada hem de ahirette mutlu olmak için bütün sefalet ve
haksızlıklarımızın kaynağı olan aşağı istekler, hırslar ve
iştihalardan kendimizi muhafaza etmektir. Son ilahi din
İslâmiyet, insanın kendini kötülüklerden koruyarak nefsini
geliştirip olgunlaştırmasını ve yüceltmesini ulvî bir gaye olarak
göstermiştir. (Al-i İmran/ 14; 13 Ra’d/ 19-24; 23 Mü’minun/ 110; 87 A’la/ 14-15;91 Şems/ 9-10)
Ahlâkın dindeki gerçek yerini Kur’an’ın nüzul sırasında
bulabiliriz. Kur’an, kız olduğu için yavrusunu canlı toprağa
gömecek kadar ahlâkî değerlerini kaybetmiş bir nesli terbiye
etti. Allah Resulü onlara bir tek şey diyordu:
“Ya ibadallah! Kulû la ilahe illallah, tuflihu: Ey Allah’ın kulları!
Allah’tan başka tanrı yok deyiniz, kurtulunuz.”
Bu çağrı yapılırken, şimdi bildiğimiz ibadetlerden namaz
dışında, oruç, hac, zekât da dâhil hiçbiri ortada yoktu. Yine
şimdi bildiğimiz yasaklardan hemen hiçbiri henüz yasak
kılınmamıştı. O insanlar bu sözü söylemekle bundan sonra bu
listeye Allah tarafından eklenecek her emir ve yasağa riayet
edeceklerine
dair
sözü
peşinen
vermiş
olduklarını
da
biliyorlardı. (İslamoğlu, 2012; 32-33)
Velhasıl din ile ahlâk, hem doğuşları, hem de çevirdikleri gaye
bakımından birbirleriyle bağıntılıdır. Her dinin ortaya koyduğu
5
ibadetler, bedenin ruh üzerine etkisini sağlamak suretiyle ruhun
kuvvetini arttırmak için yapılır. (Topçu, 2014; 35)
AHLÂKÎ YATKINLIK
İnsan toplu halde yaşamak ve diğer insanlarla iyi ilişkiler
kurmak zorundadır. Ahlâk, insan hayatının belli evrelerini değil
zaman ve mekân kaydı olmaksızın bütün hayatını kucaklar. Bir
ömür boyu uyması gereken kuralları ve yapması gereken
görevleri ortaya koyar. Onun Allah ile aile fertleri ve diğer
insanlar ile ilişkilerini düzenler.(Köksal, 2015; 27)
Ahlâkın insan yaradılışındaki önemini Erol Güngör şöyle
belirtiyor: “İnsanda ahlâkın varlığı bir çeşit tabiat kanunudur.
Suyun bulunduğu yerde nasıl hayat varsa, insanların bulunduğu
yerde de ahlâk vardır. İnsanlara düşen ise, bu ahlâkı geliştirip
mükemmelleştirmek, onu en iyi bir hale sokmaktır.” (Güngör,
1995; 20)
Fârâbî de Tahsil isimli eserinde ahlâkî erdemin insanda tabii
olduğunu ve irade ile teşekkül ettiğini ifade eder. Ona göre
insandaki bu doğal erdem, aslanın yiğitliği, tilkinin kurnazlığı,
kurdun hileciliği, saksağanın hırsızlığı türünden bir özelliktir.
İnsanın doğuştan meyledeceği öyle bir eğilimi vardır ki, bu
sayede herhangi bir erdemi elde etmesi, ona onun zıddını
yapmaktan daha kolay gelir (Fârâbî, 1974: 36-37)
AHLÂKÎ TEMELLİ DİNDARLIK
“Sen yüzünü Hanîf olarak dine; Allah insanları hangi fıtrat üzere
yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte
dosdoğru din budur fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm
30/30). İnanma konusunda ayette açıkça ifade edilen bu
temellendirme ahlâk konusunda da geçerlidir. Dindarlığı “dinin,
bireyin inanç, duygu, düşünce, davranış ve ilişkilerindeki
6
etkinliği” olarak tanımlarsak, dindarlığın kişinin ahlâkına da bir
şekilde yansıdığını kesin ifade ediyoruz, demektir. Ama burada
bizim vurgulamak istediğimiz, dinin ve dindarlığın ahlâk
üzerindeki
etkinliği
değil,
bireyde
dindarlığın
zeminini
oluşturacak olan tabii ahlâkî alt yapıdır. (Buharî, Cenâiz 79, 80,
93, Sünnet 17, Kader 3; Müslim, Kader 22, 23, 24, 25) Bu
ahlâkî alt yapıda “…Herkes ‘şâkile’sine uygun olarak davranışta
bulunur.” (İsrâ 17/84) mealindeki ayeti de hatırlamak yerinde
olacaktır. Şâkile; huy, seciye, karakter ve tabiat anlamlarına
geldiğine göre (Yazır, 2000; c.V, 3196) herkes kendi karakteri
ve tabiatı (doğal yapısı) doğrultusunda hareket eder, demektir.
İnsanî/ahlâkî dediğimiz erdemler, eğer İslâmî/dinî erdemlerle
tamamlanmıyorsa eksik kalmakta, İslâmî/dinî erdemler de
tabanında insanî/ahlâkî erdemleri barındırmıyorsa zemini boş
olduğundan adeta askıda kalmaktadır. Öyleyse yukarıdan
itibaren yapmaya çalıştığımız felsefî temellendirmelere de
dayanarak
açıklıkla
söyleyebiliriz
ki:
İyi
Müslüman
olmanın/dindarlığın yolu öncelikle iyi insan olmaktan geçer. İyi
insan
olmadan
insanlığın
gerektirdiği
ahlâkî
değerler
kuşanılmadan iyi Müslüman/dindar olmak mümkün değildir.
Eğer biri “dindar” olduğunu iddia ediyor ama ortalama bir
insanın bile sahip olması gereken ahlâkî değerlere sahip
olmadığı görülüyorsa ya da ortalama bir insanın bile yapmaması
gereken yanlışları yapıyorsa, onun öncelikle insanlığında, ahlâkî
yapısında bir problem var demektir. Böyle bir ahlâkî/insanî
zemin eksikliği olan bazı kişilerin, bu eksikliklerini gizlemek
amacıyla,
kimi
zaman
dinî
pratiklerini
övünerek
öne
çıkardıklarına tanık oluruz. Oysa bu bir avunma ve insanî
ilişkilerdeki zâfiyetini “örtme, gizleme” psikolojisidir. İnsanlarla
ilişkilerimizdeki ahlâkî eksikliği, tamamen Allah ile aramızda
olan (ve üstelik ahlâken olgunlaşmamıza da vesile olması
7
gereken)
ibadetler
ile
övünerek
kapatmaya
çalışmak,
avunmaktan ya da kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Din bağlamındaki ilişkilerimizi şemada şöyle ifade edebiliriz:
*Uysal, E. (2005). “Dindarlığın Ahlâkî Temeli Üzerine Bazı Düşünceler”, Uludağ
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 1, 2005, s.41-59
Şemada da görüldüğü gibi Allah ile bağı güçlü olan kişinin,
insanlarla tabiat ve eşya ile de ilişkileri iyi olur. Allah ile bağı
güçlü görünüyor ama yaratılmışlarla ilişkilerinde problemlerinin
olduğu müşahede ediliyorsa, o zaman Allah ile ilişkisinin
mahiyeti ciddi bir sorgulamayı gerektirir. Yaratıcıyla güçlü gibi
görünen bağın, söz konusu birey için gerçek olmadığı ortadadır.
Çünkü üst ilişkinin alt ilişkilere yansımalarının “iyi” olmadığı
söz konusudur. Bu noktada Allah’ın, huzuruna kul hakkı ile
gelinmemesini istediğini hatırlamak gerekir. (Buhârî, Mezâlim
10; Müslim, Birr 60; Tirmizî, Kıyâme 2) Zikredilen hadislerden
de insanın başkalarıyla olan ilişkilerinde dinin işaret ettiği
ahlakın çok önemli olduğu sonucu çıkartılmalıdır. Bu bir ölçüde,
insanlarla, tabiatla vb. olan ilişkilerimizdeki mükemmelliğin,
8
ibadetlerimizdeki mükemmellikten daha fazla önemsendiğinin
ifadesi olarak yorumlanabilir. Tabi böyle bir yorum, ibadetleri
ve ibadetlerdeki ciddiyeti önemsememeyi içermez.
"İnsanî/ahlâkî – İslâmî/dinî erdem" ayırımına geri dönersek, bu
ayrımın bilincinde olmayanlar için, “insanlık”taki ahlâkî
problem pekâlâ “Müslümanlık”ta ya da “dindarlık”taki problem
gibi görülebilir. Ama bu doğru bir teşhis değildir. Kanaatimizce
doğru teşhis şöyle ifade edilebilir: O bireyde “dinî” diye tasvir
edilen erdemlerin/değerlerin zemini boştur. Ve adeta havada
duran
bu
değerler
hiç
umulmadık
bir
anda
yere
düşüvermektedir. Biz de onların düşüş nedenini anlamakta haklı olarak- sıkıntı çekeriz.
Müslüman bir insanda görülen eksiklikler, yanlışlıklar elbette ki
inandığı dinden kaynaklı değildir. Ondaki eksiklik kendisinden
kaynaklıdır. Bu eksiklik onun ahlâkî yapısı ile ilgilidir. Yetişme
şekli yukarıda bahsettiğimiz “şakile”sinin şekillenmesiyle
alakalıdır.
Bu bağlamda, din eğitiminde bireylere dinî
değerlerin öğretilip kazandırılmasından önce, onlara “karakter”
eğitimi, “ahlâk” eğitimi vermenin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü
verilen dini değerler şakilesi düzeltilmeyen, davranış zikzakları
çizen, daha ileri boyutunu söylersek; “bozuk” bir karakter
üzerinde
etkilidir,
zemin
sağlam
değildir,
dini
değerler(ibadetler) dolayısıyla düşme eğiliminde, iğreti bir
vaziyette duracaktır. Sağlam bir karakter üzerinde ise uyumlu ve
mükemmel bir görüntü verecektir.
Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisine vahiy gelmeden önce de
“özünde, sözünde ve işinde, her yönüyle güvenilir insan”
anlamında “el-emîn” olarak bilinmesi, onun sağlam karakterinin
ve peygamberlik öncesi ahlâkî olgunluğunun ifadesidir. Din ve
dinin getirdiği değerler, bu sağlam karakter ve yüksek ahlâkî
zemin üzerine bina edilmiştir. (Şeriati, Ali, 1995; 35-36)
9
İSLAM DÜNYASINDA AHLÂKIN İKİ YÜZÜ
Ahlâkın
ve
dinin
açıklamalarımızdan
hayatımızdaki
sonra
etkileri
günümüz
konusundaki
İslam
dünyasına
baktığımızda ahlâkî yapı iki yanlış şekil üzere bulunmaktadır:
Birinci şekil, Müslüman âlemi, Batının seküler ahlâkı ya da daha
doğrusu ‘etik’ kavramı ile karşı karşıya kaldı ve ahlâk olarak
İslâm’a dayanan ahlâkı bırakıp bu seküler ahlâkı benimsedi.
İkinci
şekil
ise
Müslümanlar
Kur’an’ı
yorumlarken
peygamberimizin hayatını ve sünnetini arka plana atarak gerçek
İslâm ahlâkını kaybettiler, dinde ifrat tefrite düştüler.
SEKÜLER AHLÂK SİSTEMİ: ETİK
İlk olarak seküler ahlâk sistemini ele alacak olursak seküler
ahlak kavramını tanımlamamız gerekir. Seküler ahlâk, dinî olan
tüm değer ve ilkeleri bireysel ve toplumsal yaşamın dışına iten,
sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul ederek, ahiretle ilişkiyi
koparma temeline dayalı, insan merkezci düşünme ve yaşama
biçimini ifade eder. (Aydın, 2011; 9)
Bu bağlamda kendi dinimizin ve kültürümüzün gerçek ürünü
olan İslâm ahlâkından uzaklaşıp bahsettiğimiz seküler ahlâka ya
da günlük hayatta etik kavramına sarılıyor olmamız, İslam
dünyasında ahlâkın yozlaşmasına sebep olmaktadır. Çünkü
yukarıda bahsettiğimiz dini temele dayanmayan bir seküler
ahlâk sisteminin hayatın her köşesini kapsayıp ferdî ve içtimaî
boyutta bir onarıcı olması beklenemez. Bunun en açık örneğini
günümüz Batı toplumunda görmekteyiz. Mesela Batı bugün
İslam’ın büyük bir günah olarak kabul ettiği eşcinselliği insan
hakları etiği kapsamında normal bir hak olarak görüyor. Hukukî
ve sosyal hayatında bu sapkın yaşayışa yer açıyor, onu kabul
ediyor. Müslüman ülkelerde de bunun bugün insani bir hak
olarak dile getirilmeye başlanması Müslümanları, Batının ortaya
10
koyduğu bu etik anlayışı kabul etmeye zorluyor. 2015 senesi
Ramazan
ayında
Türkiye’nin
en
başarılı
devlet
üniversitelerinden birinin organizasyonuyla yüz kişilik büyük
bir LGBT korosunun İstanbul’a gelip konser vermesi bu
zorlayışın bir işaretidir.
Bu örnekte görüldüğü üzere dinin olmadığı bir ahlâkî anlayış
toplumları büyük bir ahlâkî sapmaya götürecektir. Bu durumda
Müslüman toplum, inandığı gibi yaşamayı terk edip, yaşadığı
gibi inanmaya başlayacaktır. İşte bu nokta da seküler ahlâkın en
temel ilkesi olan dünyevileşme sürecinin gerçekleştiği görülür.
Konuyu daha basit, daha ferdi bir misalle açıklayalım: Bugünün
modern dünyasında “Etik”in ahlâk yerine kullanıldığını ifade
etmiştik. “Çalışan bir memur mesleki etiğe bağlı kalmalıdır.” Bu
ifade bu memuru ahlâkî davranmaya sevk edecek bir güce sahip
midir? Memuru çıkar amaçlı hareket etmekten alıkoyacak güç
bu cümle olabilir mi? Oysa bu söz dine dayalı bir bakış açısıyla
şöyle söylense “Çalışan bir memur ’Bizi aldatan bizden
değildir.’ düsturunca çalışmalıdır.” (Müslim, Îmân 164, Fiten
16) Şüphesiz ki artık memurun kalbinin köşesine bir vicdan
polisi nöbete oturtulmuş olur.
KUR’AN’A AYKIRI AHLÂK
İkinci cephe olan, İslâm’ı iyi anlayıp yaşamına aktaramamış,
yanlış anlamış ve tabii olarak İslâm Ahlâkı ile donanamamış
Müslüman modeli çıkıyor. Bu kesinlikle yukarıdaki sekülerlik
meselesinden çok daha can alıcı ve yıpratıcı bir etkidir. Hz.
Muhammed (s.a.v.) veda hutbesinde son kez Müslümanlara
seslendiğinde “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı
bağlandığınız sürece, asla doğru yoldan sapmayacaksınız.
Bunlar, Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Malik,
“Muvatta”, Kader kitabı, 3) buyurmuştur. Hz. Muhammed’in bu
sözü Müslümanlara bir vasiyetti. Müslümanlar zamanın
11
meselelerine
çözüm
yararlanamamışlardır.
bulmada
Kur’an’da
bu
vasiyetten
bir
insan
gereğince
haksız
yere
öldürülemez ahlâkî ilkesi çok kat’i bir şekilde ifade edilir.
Resûlullah bu emirden hareketle gazaya giderken sahabelerine
elinde silah olmayan kişiye, savaşma gücü olmayan ihtiyar,
kadın ve çocuklara dokunmayınız demişti, hatta sözlerini ekili
tarlalara, evlere, hayvanlara zarar vermeyiniz, diye devam
ettirmişti. Kur’an’ın ve Peygamberimizin emri bu kadar açıkken
İslam için cihad ettiğini söyleyen bir Müslüman elinde silahı
olmayan insanları hunharca öldürüyorsa bu insanda ahlâka
dayalı bir din yoktur.
Bugün Ortadoğu’da, Suriye’de Irak’da Afganistan’da Afrika’da
İslam adına bu şekilde cihad yapan insanların Kur’an ahlâkını ve
dolayısıyla peygamber ahlâkını arka plana atarak, reddederek bir
dindarlık ortaya koymaları İslam dünyasına onulmaz yaralar
açmaktadır. Ramazan ayında dahi hız kesmeyerek mezhep
kavgaları sebebiyle her gün onlarca Müslümanın öldürülmesi
ciddi bir ahlâkî zafiyettir. Çünkü Hz. Muhammed’in “Ben güzel
ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” (Muvatta, Husnü'l Halk,
8; Müsned, 2/381) düsturu bu davranışlarla asla yan yana
konamaz.
İslam dünyasının ahlâkî temele dayanmayan daha birçok ferdi
ve sosyal problemleri vardır. Mesela ferdi bir ahlâkî problemden
bahsetmek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Çevresinde, aile
hayatında,
ibadetleriyle,
şekli
özellikleriyle
ve
de
konuşmalarıyla dindar olduğu görülen bir Müslüman ticaret
adamının, iş ilişkilerinde gayri meşru yoları kullanması “yalan
söylemek, aldatmak, haksız kazanç sağlama gibi” tuhaftır. Bu
insanın ticaretinde tuttuğu yanlış yol onda dini duygularını
besleyen ahlâkî bir erdemin olmadığını gösterir. Ondaki ahlâkî
eksiklik dindar görüntüsüyle zıt bir özellik arz etmektedir.
12
Müslüman kişinin bu durumu elbette ki Müslüman toplumu
fesada
uğratacaktır.
Dindar
insana
güven
duygusunun
zedelenmesine sebep olacaktır.
Bu gün ahlâkî terbiyeye dayanmayan bu iki cepheden etkilenmiş
İslâm toplumları elbette ki büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Son derece sınırlı verdiğimiz bu iki misalden hareketle ortaya şu
problem sorusu çıkıyor: “İslam dünyası ahlâkî değerlerden
yoksun bir dindarlık probleminden nasıl kurtulabilir?”
Bu sorunun basit, açık, tek bir cevabı vardır: Sağlam bir Kur’an
ve Peygamber ahlâkı modelli ahlakî eğitimle nesil yetiştirmek.
Ne yazık ki çoğu zaman günümüzde din eğitimi sadece teorik
bilgilerden ve somut bir eğitimden ibaret kalıyor. Başta
bahsettiğimiz gibi İslâm önce gönüllerde inşa olmuş sonra teorik
ve pratik uygulamaları tamamlanmış bir dindir. Nasıl İslâm
doğarken kalplere doğdu ve ahlâkları düzeltmekle işe başladı ise
bu gün de her doğan çocuğu yeni bir din mensubu olarak
görmek ve onu ilk olarak İslâm ahlâkı ile tanıştırmak gerekir.
İşte Müslümanlar olarak yüz yüze kaldığımız ahlâk probleminin
altında da bu yatmaktadır. Zaten ahlâk evresini aşamayan bir
Müslüman, başta din kardeşi olmak üzere bütün yaratılmışlara
saygı duyması gerektiğini bilmez. Bu cehaletin sonucudur ki
günümüzde DAEŞ, Boko-Haram, Taliban gibi Kur’an’a aykırı
örgütler doğmaktadır. Bundan başka gerek ferdi gerek aile içi
gerekse toplumsal olarak yukarıda verilen örneklerde görüldüğü
üzere büyük çatışmalar yaşamaktayız.
Bu iki cephenin de çözümü Kur’an’ın özüne dönmektir. Yani
Batının ‘Etik’ inden kurtulmanın yolu da İslâm ahlâkında,
İslâm’ı tam manâsı ile öğrenememiş toplumun sorunlarına
çözüm de yine İslâm ahlâkındadır. Peki bu İslâm ahlâkına dönüş
nasıl olmalıdır? Sorusunu tekrarlarsak. Cahilliğin ve yanlış bir
13
dindarlığın çözümü şüphesiz doğru bir“tâlim” iledir, yani
eğitimledir. İslâm ahlâkı üzerine düsturlarını kuran bir toplum
olma yolunda ilk adım dinî eğitimdir ve dini eğitimde ahlâkî
ilkeler yukarıdaki bütün açıklamalarımızdan hareketle ilk
basamaktır. Bu açıklamalarda görüldüğü gibi ahlâk ve dinin
birbirine olan hizmetleri ikisinin bir arada anlam kazandığı
gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
SONUÇ
Çalışmanın bu kısmından itibaren bu sorunun cevabını İslam
ülkelerinin en önemli ülkesi olan Türkiye üzerinden vermek
istiyorum.
Ülkemizde pek çok insan yukarıda iki cepheden anlatmaya
çalıştığımız ahlâkî eksiklik içerisinde bir İslâmî hayat yaşıyor.
Hayatının pek çok yönü İslam’a uzak veya İslâmî kaidelere
aykırı özellik gösteriyor fakat kendisini dindar zannediyor.
Burada aslında ahlâkî bir kişilikten uzak olduğunu söylemek
doğru olur. Ahlâktan bu kadar uzak kalışının birçok sebebi
vardır. En başta ahlâkın kaynağı olan sağlam bir din eğitiminin
zayıf veya geri planda kalmasıdır. Bu bağlamda İmam-Hatip
Liseleri’nin önemini vurgulamak gerekir. İmam-Hatip Liseleri,
saf ve sağlam Kur’an, Hadis ve Fıkıh temeline oturtulmuş
liselerdir. Bu okullarda okuyan öğrenciler Kur’an’dan ve
Hadislerden hareketle dünya hayatını ahlâk eksenli bir hayat
olarak yaşamayı öğrenirler. Bu öğrenme, kavrayış, beşinci
sınıftan on ikinci sınıfa kadar yavaş yavaş fakat sağlam bir
nüfuz etme şeklindedir. İmam-Hatip Lisesinden mezun olan bir
insan
Peygamberin
tamamlamakla
görevlendiği
ahlâk
düsturlarını kendisine yol edinir. Ahlâkî temellere dayanacak bir
dindarlığın oluşmasında İmam-Hatip Lisesi eğitimi kesinlikle
14
sağlam bir zemindir. Ancak memleketin her bir ferdi önemlidir
ve her genç İmam-Hatip Lisesinde okumamaktadır, ahlâka
dayalı bir din eğitimi niçin sadece İmam Hatip Liselerine
hapsolsun? Kuran, Sünnet ve Fıkıh eğitimi her Müslüman
gencin hakkı değil midir? Bütün okullara bu eğitimin iyi bir
planlama
içerisinde
verilmesi
Müslüman
bir
Türkiye
toplumunun selameti açısından önemlidir.
Bütün İslam dünyası böyle bir eğitim modeliyle karşılaşmalıdır.
Seküler dünyanın etik anlayışından, Kur’an ve sünnetten uzak
Müslümanlıktan ancak bu eğitim modeliyle kurtulabilir.
Buradan hareketle başından beri anlatmaya çalıştığımız, insan
doğasındaki ahlâkî yatkınlık ve bu yatkınlıkla birlikte gelişen bir
din/inanma duygusu insanın duygu, düşünce ve hayat tarzında
büyük bir yere sahiptir. Dindarlık dediğimiz olguyu da ahlâk ve
din olguları birlikte inşa etmektedir. Din ya da ahlâkın
bozukluğu o kişiyi hakikî bir dindar olmaktan alıkoyar. Dinin
ahlâkî bir amaç üzere hizmet ettiği gerçektir ama çoğu kez
dindar vasfındaki bir bireyin ahlâksız ve hatta din ile alakası
olmayan birine bile yakışmayan davranışlar içinde olduğuna
tanık oluruz. İşte bu yüzden dinî değerler ve ibadetler, tabanında
ahlâkî bir zemine ihtiyaç duyar. Bu zemin olmadığı takdirde bir
taraftan dinî erdemleri içselleştirmemiş olmasına rağmen dindar
diye adlandırdığımız kişi bazen büyük ahlâkî/insanî zararlar
verebilir. Bir taraftan da dindardaki ahlâkî eksiklikler sebebiyle
başkaları dini eksik olarak algılayabilir yani Müslüman’ın
dindarlığındaki ahlâkî eksiklikler sebebiyle din suçlanabilir, bu
gün Batının İslâm’ı terörizmle eşleştirmesi gibi. Böyle
zafiyetlere ve yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına ilk
adımda ahlâkî temellere dayanan ve ahlâkî temeller üzerine
kurulan bir din eğitimi tercih edilmeli ve dindar bireyin
davranışları ahlâkî ve dinî bir bakışla sorgulanmalıdır. Bu ahlâk
15
temelli dinî eğitimin şekli bütün bir nesil için İmam Hatip eğitim
şekli
olmalıdır.
Kur’an
ve
Hz.
Muhammed’in
ahlâkı
çerçevesinde bir nesil yetiştirmek olmalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar
Aydın, İbrahim Hakkı. (2011) “Seküler Ahlâk Bağlamında DinAhlâk İlişkisi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
sayı: 35, yıl: 2011
Aydın, Mehmet. Din Felsefesi, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi
Yayınları, 1987.
Balaban, M. Rahmi. İlim Ahlâk İman, Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, 1950.
Güngör, Erol. Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul,
Ötüken Yayıncılık, 1995.
Fârâbî. Tahsîlu’s-Saâde, Haydarabad 1345. Türkçe çevirisi:
Mutluluğu Kazanma, Çev. Hüseyin Atay (Fârâbî’nin Üç Eseri
İçinde), Ankara, 1974.
İslamoğlu, Mustafa. Ahlâk Yazıları, İstanbul, Düşün Yayıncılık,
2012.
Kandemir, Mehmet Yaşar. Özlenen Gencin Örnek Ahlâkı,
İstanbul, Tahlil Yayınları, 2015.
Kınalızâde, Ali Efendi. Ahlâk, İstanbul, Tercüman 1001 Temel
Eser.
16
Köksal, M. Asım. İman İbadet Sohbetler, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, 2015.
Kur’an Yolu Meali. Ankara, D.İ.B. Yayınları, 2014
Şeriati, Ali, Muhammed’i Tanıyalım, Fecr Yayınevi, Ankara
1995.
Topçu, Nurettin. Sosyoloji, İstanbul, İnkılâp ve Aka Kitabevi,
1983.
Topçu, Nurettin. Ahlâk, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2014.
Uysal, Enver. (2005) “Dindarlığın Ahlâkî Temeli Üzerine Bazı
Düşünceler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 14, Sayı: 1, 2005 s. 41-59
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dinî Kur’an Dili, İstanbul, Emir
Yayınları, 2000.
17
Download