tekrarlayan gebelik kayıplarında trombofililer

advertisement
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
III. KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
TEKRARLAYAN GEBELİK KAYIPLARINDA
TROMBOFİLİLER
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DR. GAZİ YILDIZ
İSTANBUL-2009
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
III. KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
TEKRARLAYAN GEBELİK KAYIPLARINDA
TROMBOFİLİLER
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DR. GAZİ YILDIZ
DANIŞMAN
OP.DR. NİLGÜN TANDOĞAN
İSTANBUL-2009
TEŞEKKÜR
Asistanlığım süresince bilgi ve deneyimleri ile yetişmemi sağlayan başta
değerli hocam Doç. Dr. Necdet Süer’e ve değerli hocam Doç. Dr. Neşe Yücel’e,
Rotasyonlarımda bilgi ve deneyimlerini esirgemeyen Doç. Dr. Rafet
Yiğitbaşı, Doç. Dr. Melek Çelik, Doç. Dr. Reşit Tokuç ve Dr. Güler Utku’ya,
Hastanemiz Başhekimi Sayın Prof. Dr. Hamit Okur’a hastanemizde rahat
çalışma ortamı sağladığı için,
Eğitimim süresince bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım başta kendi
kliniğim uzmanları Op. Dr. Nilgün Tandoğan, Op. Dr. Gülten Güran, Op. Dr.
Cemalettin Özarpacı, Op. Dr. Sadık Şahin ve tüm uzmanlarıma,
Genetik incelemelerimi yapan sayın Uzman Biolog Hatice Eroğlu’na,
istatistiksel verilerimi inceleyen istatistik uzmanı Emire Bor’ a,
Özel anılarımı paylaştığım, hayat boyu sevgiyle hatırlayacağım tüm doktor
arkadaşlarıma, her zaman saygı ve sevgi duyduğum ebe, hemşire ve hizmetli
personelimize,
Varlıklarını hiçbir şeye değişmeyeceğim, her şart ve koşulda yanımda olan
canım annem, babam ve kardeşlerime,
Beni dünyanın en şanslı insanı yapan her şeyim canım eşime,
EN İÇTEN TEŞEKKÜRLERİMİ SUNARIM.
Gazi Yıldız
İstanbul 2009
i
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR..................................................................................................................i
İÇİNDEKİLER.............................................................................................................ii
KISALTMALAR........................................................................................................iii
TABLO LİSTESİ........................................................................................................iv
ŞEKİL LİSTESİ............................................................................................................v
ÖZET...........................................................................................................................vi
SUMMARY ..............................................................................................................vii
GİRİŞ VE AMAÇ.........................................................................................................1
1. GENEL BİLGİLER..................................................................................................3
1.1. GENETİK NEDENLER....................................................................................5
1.2. ENDOKRİN NEDENLER.................................................................................6
1.3. ANATOMİK NEDENLER................................................................................7
1.4. ENFEKSİYON NEDENLER............................................................................9
1.5. İMMÜNOLOJİK NEDENLER.......................................................................10
1.6. ÇEVRESEL NEDENLER...............................................................................11
1.7. TROMBOFİLİK NEDENLER........................................................................11
1.7.1. Edinsel trombofililer.................................................................................14
1.7.2. Kalıtımsal trombofililer............................................................................18
1.7.2.1. Faktör V Leiden Mutasyonu..............................................................18
1.7.2.2. Protrombin G20210A Mutasyonu.....................................................19
1.7.2.3. MTHFR mutasyonu ve hiperhomosistinemi......................................19
1.7.2.4. Antitrombin III eksikliği....................................................................21
1.7.2.5. Protein C ve Protein S eksikliği.........................................................21
2. GEREÇ VE YÖNTEM...........................................................................................24
3. BULGULAR...........................................................................................................27
4. TARTIŞMA............................................................................................................36
SONUÇLAR...............................................................................................................44
KAYNAKLAR...........................................................................................................45
ii
KISALTMALAR
ACA: Antikardiolipin antikor
AntiB2 GPI: Antibeta2 Glikoprotein I
APC: Aktive protein c
aPL: Antifosfolipid
APS: Antifosfolipid sendrom
AT III: Antitrombin III
hcG: human koryonik gonadotropin
CI: Confidens indeks (güvenlik aralığı)
C4b-BP: Kompleman 4b bağlayıcı protein
EDTA: Etilendiamintetraasetikasit
FDP: Fibrin yıkın ürünleri
F V Leiden: Faktör V Leiden
GPL: Fosfolipide yönelik Ig G
HLA: Human lökosit antijen
HPV: Human Papilloma Virüs
IVIG: İntravenöz immunglobulin
LA: Lupus antikoagulan
LMWH: Düşük molekül ağırlıklı heparin
MPL: Fosfolipide yönelik Ig M
MTHFR: Metilentetrahidrofolat redüktaz
OR: Odd ratio (göreceli orantı)
PCR: Polimeraz zincir reaksiyonu
TFPI: Doku faktör plazminojen inhibitörü
tPA: Doku plazminojen aktivatörü
TSH: Tiroid stimülan hormon
VTE: Venöz tromboemboli
iii
TABLO LİSTESİ
Tablo 1: Genç kadınlarda erken gebelik kayıp riskleri.................................................4
Tablo 2: Spontan düşük hızının maternal ve paternal yaşla olan ilişkisi......................5
Tablo 3: Grupların yaşlara göre değerlendirilmesi.....................................................27
Tablo 5: Kontrol grubunda gen mutasyonlarının dağılımı.........................................29
Tablo 6: Gruplara göre F V Leiden gen mutasyonunun değerlendirilmesi................31
Tablo 7: Gruplara göre Protrombin gen mutasyonunun değerlendirilmesi................32
Tablo 8: Gruplara göre MTHFR gen mutasyonunun değerlendirilmesi....................33
Tablo 9: Gruplara göre multiple gen mutasyonuun değerlendirilmesi.......................35
iv
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1: Koagülasyonun ekstrensek ve intrensek yolları............................................12
Şekil 2: Hazırlanan striplerin değerlendirilmesi.........................................................25
Şekil 3: Çalışma grubunda F V Leiden gen mutasyonu dağılımı...............................28
Şekil 4: Çalışma grubunda MTHFR gen mutasyonu dağılımı...................................29
Şekil 5: Kontrol grubunda F V Leiden gen mutasyonu dağılımı................................30
Şekil 6: Kontrol grubunda MTHFR gen mutasyonu dağılımı...................................30
Şekil 7: Kontrol grubunda Protrombin gen mutasyonu dağılımı................................31
Şekil 8: Grupların F V Leiden gen mutasyonu dağılımı ............................................32
Şekil 9: Grupların Protrombin gen mutasyonu dağılımı ............................................33
Şekil 10: Grupların MTHFR gen mutasyonu dağılımı ..............................................34
Şekil 11: Grupların gen mutasyonlarına göre dağılımı..............................................34
Şekil 12: Grupların multiple gen mutasyonu dağılımı ..............................................35
v
ÖZET
Amaç: Faktör V Leiden (G1691A), protrombin G20210A ve MTHFR C677T gen
mutasyonlarına bağlı gelişen trombofilinin tekrarlayan gebelik kaybındaki rolünün,
bu mutasyonların prevalansı ile araştırılarak ortaya konulması amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya 2006-2008 yılları arasında SB. Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvuran 104 olgu
dahil edildi. Çalışma grubu olarak 20. gebelik haftası öncesinde en az üç düşüğü olan
57 olgu ile kontrol grubu olarak en az bir canlı doğumu olan, düşüğü veya gebelik
komplikasyonu olmayan 47 olgu dahil edildi. Periferik kanda maternal Faktor V
Leiden (G1691A), protrombin G20210A ve MTHFR C677T gen
mutasyonları
incelendi.
Bulgular: Faktör V Leiden (G1691A), protrombin G20210A ve MTHFR C677T gen
mutasyonları açısından tekrarlayan gebelik kaybı olan çalışma grubu ile kontrol
grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gösterilememiştir (p>0.05). Ayrıca
multiple gen mutasyonu görülme oranları da gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Sonuçlar: Tekrarlayan gebelik kaybı öyküsü olan hastalarda rutin Faktör V Leiden
(G1691A), protombin G20210A ve MTHFR C677T gen mutasyonları taraması
önerilmemektedir.Ancak tromboemboli öyküsü gibi ilave risk faktörleri olan hastalar
trombofili taraması açısından değerlendirilebilirler.
Anahtar kelimeler: Tekrarlayan gebelik kaybı, trombofili
vi
SUMMARY
Purpose: To determine the prevalence and role of thrombophilia due to Factör V
Leiden (G1691A), prothrombin G20210A and MTHFR C677T gene mutations in
recurrent pregnancy loss.
Materials and Method: 104 cases admitted to the 3. Obstetrics and Gynecology
Outpatient Clinic of Goztepe Training and Research Hospital between 2006 and
2008 were included into the study. The study group consisted of 57 cases with a
history of 3 miscarriages before the 20th gestational week and the control group
consisted of 47 cases with at least one prior live birth without any history of
miscarriage or pregnancy complications. The maternal blood was evaluated for
Factor V Leiden (G1691A), prothrombin G20210A and MTHFR C677T gene
mutations.
Findings: A statistically significant difference in the Factor V Leiden (G1691A),
prothrombin G20210A and MTHFR C677T gene mutations between the study and
control groups could not be detected (p>0.05). Furthermore, no statistically
significant difference was found between the groups in the prevalence of multiple
gene mutations (p>0.05).
Conclusions: The routine screening of Factör V Leiden (G1691A), prothombin
G20210A and MTHFR C677T gene mutations in patients with a history of recurrent
pregnancy loss is not recommended. However, patients with a history of
thromboembolic disease may benefit from screening for thrombophilia.
Key words: Recurrent pregnancy loss, thrombophilia
vii
GİRİŞ VE AMAÇ
İnsan gebeliği aslında zorlu bir yolculuktur ve bu gebeliklerin çoğu
kaybedilir. Oluşan gebeliklerin yaklaşık %50-70’i birinci trimesteri tamamlamadan
düşük ile sonuçlanır (1). Gebelik kayıplarının önemli bir kısmı (yaklaşık %40) kişi
gebe olduğunun farkında olmadan ve ancak beta hcG ölçümleri ile ortaya konabilen,
klinik anlamda adet gecikmesi olmadan veya bir iki gün gecikme sonrası oluşan
kayıplardır (2).
Tekrarlayan gebelik kaybı, 20. gebelik haftasından önce 3 veya daha fazla
sayıda gebelik kaybı olarak tanımlanmaktadır. Canlı doğumu olmayan olgulara
primer, olanlara ise sekonder tekrarlayan gebelik kaybı denir.
Fertil populasyonda tekrarlayan gebelik kaybı sıklığı, kayıp sayısı 3 veya
daha üzeri olarak alındığında %1-2; 2 veya üzeri olarak alındığında ise %5
oranlarında bildirilmektedir (3).
Mevcut tanı metodlarımız ile tekrarlayan gebelik kayıplarının ancak
yaklaşık yarısında neden belirlenebilmektedir (4).
Trombofili, konjenital veya edinsel nedenler ile koagulasyon sistemindeki
dengenin pıhtılaşma lehine bozulmasına yol açan ve kişideki tromboz riskini artıran
bozukluklar olarak tanımlanmaktadır (5). Kalıtsal trombofililer isminden de
anlaşılacağı üzere gen mutasyonları sonucu oluşan, anne ve babadan fetusa geçen
kalıtsal hastalıklardır. Pıhtılaşma sisteminde veya damar içindeki kanın normal
akışkanlığını sağlayan dengede rol alan pekçok faktörü ilgilendiren gen
mutasyonları, sistemi tromboz lehine bozarak trombofiliye yol açabilir.
1
SB. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum
Kliniğinde 2006–2008 yılları arasında yapılan bu çalışmada tekrarlayan gebelik
kayıpları ile maternal trombofili arasındaki ilişki Faktor V G1691A (Leiden),
protrombin G20210A gen ve MTHFR C677T gen mutasyonları incelenerek
değerlendirilmiştir.
2
1. GENEL BİLGİLER
Spontan abortus veya gebelik kaybı, gebeliğin 20. haftasından önce veya
fetal ağırlığın 500 gramın altında istemsiz sonlanması olarak tanımlanır. 12. gebelik
haftasına kadar olan abortuslar erken abortus, 12–20. gebelik haftaları arasında olan
abortuslar ise geç abortus olarak adlandırılmaktadır (6) .
Abortus nedeniyle olan vajinal kanamalar birinci ve ikinci trimesterde olan
kanamalar arasında ilk sırayı almaktadır. Abortus gebeliğin en sık görülen
komplikasyonudur (7) .
20. haftadan önce uterin kaynaklı vajinal kanama olmasına rağmen servikal
açıklık yok ise düşük tehditi (abortus imminens), servikal açıklık mevcut ve giderek
artıyorsa kaçınılmaz düşükten (abortus incipiens) bahsedilir. 20.gebelik haftasından
önce fetüs ölmüş, 4 hafta veya daha uzun süre kavitede kalmış ise missed abortus
adını alır. Enfekte bir abortus sonucu enfeksiyonun maternal dolaşıma yayılmasına
septik abortus denir (6).
Tekrarlayan gebelik kaybı arka arkaya üç veya daha fazla spontan gebelik
kaybı olarak tanımlanır. 1930 ve 1940’larda popüler teori spontan gebelik kaybı
riskinin her kayıptan sonra progresif olarak arttığı yönündedir. Malpas ve daha sonra
Eastman’ın varsayımlarına göre yapılan hesaplamalarda ard arda üç gebelik kaybının
bir sonraki gebelik kayıp riskini %73-84 oranında arttırdığını göstermiştir (8). Yıllar
sonra deneysel gözlemlere dayalı klinik çalışmalar üç gebelik kaybı sonrası kayıp
riskinin beklenenden az olduğunu (%33-45) ve daha önceki canlı doğum sayısıyla
değiştiğini göstermiştir (9). (Tablo:1)
3
Tablo 1: Genç kadınlarda erken gebelik kayıp riskleri
Önceki düşük sayısı
Sonraki gebelikte
En az bir canlı doğumu olan 0
düşük risk yüzdesi
%12
kadınlar
1
%24
2
%26
3
%32
4
%26
6
%53
2 veya daha fazla
%40-45
Canlı doğumu olmayan
kadınlar
Tüm erken gebelik kayıplarının çoğunluğu kromozom anomalileri sonucu
oluşur ve rastlantısal olaylardır. Düzenli tekrar eden gebelik kayıpları tek başına
tesadüf sonucu oluşabilir, fakat etkilenen çiftlerin en azından bir kısmında hazırlayıcı
faktör vardır. Araştırılan tüm faktörlerin içerisinde tekrarlayan gebelik kayıp
nedenlerinden kesin olarak kabul edilenler genetik, anatomik ve immunolojik
faktörlerdir.
Alloimmunopatoloji,
kalıtsal
trombofililer,
endokrinopatiler,
enfeksiyonlar ve çevresel faktörlerle tekrarlayan gebelik kayıpları arasındaki ilişki
ise halen araştırılmaktadır. Ayrıntılı bir değerlendirmeden sonra etkilenen çiftlerin
yarısından fazlasında tekrarlayan gebelik kayıplarının nedeni açıklanamamıştır.
Obstetrik hikayesinden bağımsız olarak spontan kayıp riski yaşla birlikte
artmaktadır. (Tablo:2)
4
Tablo 2: Spontan düşük hızının maternal ve paternal yaşla olan ilişkisi
Maternal yaş
<20
Düşük hızı(%)
12.2
Paternal yaş
<20
Düşük hızı(%)
12.0
20-24
14.3
20-24
11.8
25-29
13.7
25-29
15.7
30-34
15.5
30-34
13.1
35-39
18.7
35-39
15.8
40-44
25.5
40-44
19.5
1.1. GENETİK NEDENLER
Kromozom anomalisi olan gebeliklerin çoğu (%90) kaybedilirken,
olmayanların çoğu ise yoluna devam eder. Bu açıdan düşükler bir anlamda da tabii
bir seleksiyonu gösterir.
İlk trimester gebelik kayıplarının %50’sinde, ikinci trimester kayıplarının
%30’unda ve ölü doğumların %3’ünde kromozomal anomali tespit edilmiştir
(10,11).
Tekrarlayan gebelik kaybı olanlarda düşük materyalinde kromozom
anomalisi
sıklığı
yaklaşık
%50-60
dolayındadır
(12).
Dolayısıyla
düşük
materyalindeki kromozom anomalisi sıklığı açısından bakıldığında tekrarlayan
gebelik kaybı ile spontan düşükler arasında anlamlı bir fark bulunmamaktadır (13).
Bu bilgiye karşılık tekrarlayan aneuploid düşüklerin bulunduğunu ve aneuploid
düşük yapan birinin diğer düşüğünün de aneuploid olma olasılığının yüksek
olduğunu ve tekrarlayan aneuploidinin bir tekrarlayan gebelik kaybı nedeni olduğunu
düşünen araştırmacılar da mevcuttur (14).
Düşüklerde tespit edilen kromozomal anomalilerinin %90’ından fazlası
sayısaldır (anöploidi, poliploidi), geri kalanlar yapısal anomaliler (translokasyon,
inversiyon) ve mosaizmdir.
En sık görülen anomali otozomal trizomilerdir (kromozom 13, 16, 21 veya
22). Trizomi insidansı yaşla birlikte artar. Trizomi 16 tüm trizomilerin %30’unu
oluşturur ve en sık rastlanılandır. Daha sonra monozomi X (45XO) ve poliploidiler
5
gelmektedir. Turner Sendromu sitogenetik olarak anormal olan abortusların
%20-25’ini oluşturur.
Diğer genetik anomaliler arasında anormal fertilizasyona bağlı olanlardan
tetraploidi ve triploidi gibi anomaliler sayılabilir, ancak bunlar yaşamla
bağdaşmazlar.
Genlere ait bazı mutasyonların da tekrarlayan gebelik kaybına neden
olabilecek bozukluklara yol açabileceği açıktır. Tekrarlayan gebelik kaybıyla ilgisi
kanıtlanan tek gen bozukluklarının en iyi örneği yüksek geçişli otozomal dominant
bir hastalık olan myotonik distrofidir (15). Fetüsü etkileyen ve düşüğe yol açan diğer
otozomal dominant bozukluklar thanatoforik displazi ve tip II osteogenesis
imperfecta gibi ölümcül iskelet displazileridir.
Tekrarlayan gebelik kaybı olan çiftlerin %2-5’inde ebeveynlerin birinde
yapısal dengeli kromozom anomalisi saptanır. Normal populasyonda ise bu oran
%0.2’dir. Ebeveynlerde saptanan kromozom anomalileri çoğunlukla translokasyon
ve inversiyondur ve daha yüksek oranda da maternal kaynaklıdır (16).
Paternal kromozom anomalisi saptanan çiftlerin canlı çocuk sahibi olma
olasılıkları genel anlamda %50-70 dolayındadır (3). Ancak bu oran mevcut
kromozom bozukluklarının tipi ile yakından ilişkilidir ve bu konuda deneyimli bir
gentisyen tarafından danışma verilmelidir.
1.2. ENDOKRİN NEDENLER
Gebelik kayıp riskini arttıran endokrin faktörler; tiroid hastalıkları, diabetes
mellitus, polikistik over sendromu (PCOS) ve luteal faz defektidir.
Tedavi edilmemiş gizli veya subklinik hipotiroidizmde gebelik kayıp riski
artmaktadır. Gebelik kayıp insidansı, normal tiroid fonksiyonları olan tedavi edilmiş
hipotiroidik kadınlarda çok düşük iken, tedavi edilmemiş subklinik hastalığı olan ve
yetersiz tiroid hormon replasmanı yapılan aşikar hastalarda TSH düzeyiyle birlikte
belirgin şekilde yüksektir (17). Bu gözlemler subklinik hipotiroidizmin benign olarak
kabul edilmemesi gerektiğini ve tekrarlayan gebelik kaybı olan kadınlarda TSH
taramasını da içeren erken incelemenin gerekliliğini belirtmektedir.
6
Diabetes mellitusu olan kadınlar metabolik kontrolleri iyi olduğu sürece
normal kadınlardan daha fazla abortus yaşamazlar. Ancak diabetes mellitusu olan ve
ilk trimesterde yüksek glukoz ile HbA1C düzeyleri olan kadınlarda hem fetal kayıp
hem de fetal anomali oranı belirgin olarak artmıştır. Glukoz kontrolü yetersiz olan
insülin kullanan diabetes mellituslu kadınlarda normal topluma göre 2 ya da 3 kat
artmış spontan abortus oranı mevcuttur (18,19). Herhangi bir zamanda bakılan
glukoz düzeyi normalin üstünde olmadıkça asemptomatik kadınların diabetes
mellitusun taramasına gerek yoktur. Tekrarlayan gebelik kaybı olup hemoglobin
A1C konsantrasyonu yüksek olan diabetes mellituslu kadınlara, düzeyler normale
dönene kadar gebe kalmamaları önerilmelidir.
Polikistik over sendromu sıklığı tekrarlayan gebelik olgularında genel
populasyona kıyasla daha yüksek oranda saptanmıştır. PCOS olgularında gözlenen
LH hipersekresyonu ve hiperandrojenemi ile tekrarlayan gebelik kaybı arasında ilişki
düşünülmekle birlikte son yıllardaki çalışmalar böyle bir ilişkinin bulunmadığı
yönündedir (20).
Luteal faz defekti ile tekrarlayan gebelik kaybı arasındaki ilişki
kanıtlanabilmiş değildir ve luteal fazda endometrium biyopsisi ve progesteron
ölçümü önerilmemektedir .
Hiperprolaktinemi ile tekrarlayan gebelik kaybı arasında anlamlı ilişki
olduğunu gösteren yeterli kanıt yoktur (21).
1.3. ANATOMİK NEDENLER
Gebelik kaybı riskini arttıran anatomik uterin anomaliler; konjenital
malformasyonlar,
uterin
leiomyomlar,
intrauterin
adezyonlar,
endometrial
poliplerdir.
Tekrarlayan gebelik kaybı olan olgularda uterus anatomisini değerlendirmek
amacıyla rutin HSG önerilmemekte ancak pelvik USG önerilmektedir (22).
Genel populasyonda müllerian anomali oranı %5 dolayındadır (16).
Tekrarlayan gebelik kaybı olan olgularda bildirilen uterus anomalisi oranları ise
%1.8 ile %37.6 arasında değişmektedir. Uterus anomalisi prevalansı geç düşükleri
olanlarda erken düşükleri olanlara kıyasla daha yüksektir (23).
7
En sık rastlanan uterin anomaliler septat, bikornuat ve didelfis uteruslardır.
Unikornuat uterus en nadir rastlanılan anomalidir.
Reproduktif dönemde kayba en fazla neden olan anomali bikornuat uterus
iken (%47), en düşük kayıp oranı unikornuat uterusta (%17) görülmektedir. En sık
anormal doğumlar unikornuat ve didelfis uterusa sahip kadınlarda izlenmektedir.
Uterin septumu bulunan kadınlardaki reproduktif kayıp %26 oranındadır.
Konjenital uterin malformasyonlarda gebelik kayıplarının patogenezi net
değildir fakat genellikle azalmış intrauterin volüm ve vasküler yetersizlikle ilgili
olduğu bulunmuştur (24).
Unikornuat uterusta gebeliklerin yaklaşık yarısı kayıpla sonuçlanmaktadır
(25). Cerrahi prosedürlerin hiçbirisi unikornuat uterusu genişletememektedir.
Servikal serklaj sonrası başarılı gebelik bildiren birçok rapor olmakla birlikte
unikornuat uteruslarda serklajın etkinliği net değildir.
Didelfis uterus müller kanallarının tam olarak birleşmemesi sonucu oluşur.
Ayrı serviks ve hemiuterus mevcuttur. Bunlarda reproduktif sonuçlar birleşmiş iki
kornu arası kollateral kan dolaşımı daha iyi olduğundan unikornuat uterustan daha
iyidir. Bununla birlikte uterin didelfisli kadınların gebeliklerin yaklaşık %40’ı
spontan kayıpla sonuçlanmaktadır (25). Genel olarak didelfis uterusta tek cerrahi
endikasyon varolan longitidünal vajinal septumun (%75 sıklıkta) rezeksiyonudur
(26).
Bikornuat uterus, fundus seviyesinde müller kanallarının yetersiz birleşmesi
sonucu oluşur. Birleşik alt segmenti olan iki ayrı uterin kavite ve tek serviks vardır.
Bikornuat uterusu olan kadınlardan elde edilen verilerde erken gebelik kayıp oranı
%30, tüm gebeliklerde fetal kayıp oranı %40 bulunmuştur (25). Birleşik alt uterin
kavite boyutu arttıkça preterm doğum riski azalmaktadır (27). Her ne kadar
birleştirme prosedürlerinin faydaları sistematik olarak araştırılmamışsa da cerrahi
genellikle gereksizdir ve sebebi açıklanamamış tekrarlayan gebelik kaybı, viabilite
öncesi doğum öyküsü olanlarda düşünülmelidir (25).
Uterus septus, normal olarak birleşmesi gereken iki hemiuterusu ayıran orta
hat septumun yetersiz rezorbsiyonu sonucu oluşur. Uterin septum, en sık görülen
uterin septum anomalisidir ve tekrarlayan gebelik kaybı olan kadınlarda (%3.5 sıklık)
ve genel populasyonda tüm major malformasyonların %80-90’ını oluşturur. Bu
8
anomali aynı zamanda kötü gebelik sonuçlarıyla ilişkili olan en sık anomalidir (26).
Birçok çalışmadan elde edilen veriler, uterin septumu olan kadınlarda gebelik kayıp
oranının %65 olduğunu göstermektedir (25). Her ne kadar septum her zaman kötü
gebelik sonuçlarıyla ilişkili değil ise de tekrarlayan gebelik kaybı olan kadınlarda
saptandığı zaman cerrahi onarım gerekmektedir.
Arkuat uterus genellikle normalin varyantı olarak kabul edilmektedir ve
1cm’in altında rezidüel septumun gebelik sonuçlarına olumsuz etkisi olmamaktadır
(28).
Uterin myomların tekrarlayan gebelik kaybı nedeni olduğunu gösteren
kesinleşmiş
kanıtlar
yoktur.
Myomların
tekrarlayan
gebelik
kayıplarındaki
mekanizmaların tümü bölgesel kan akımındaki yetersizliğine bağlanmıştır. Genel
olarak submukoz myomlar tek ve küçük boyutta ise histeroskopik myomektominin
faydaları riskinden çoktur (29).
İntrauterin adezyonlardaki tekrarlayan gebelik kayıplarının mekanizması
azalmış fonksiyonel uterin hacim ve endometrial fibrozis ile plasental yetersizliğe
neden olabilecek inflamasyondur (30). Bu hastalardaki gebelik sonuçları genellikle
kötüdür (%40-80 spontan gebelik kaybı, %25 preterm doğum) ve adezyolizis sonrası
düzelme olmaktadır (%50-90 term doğum, %7-23 gebelik kaybı). Prognoz genellikle
hastalık derecesiyle ilgilidir.
Servikal yetmezlik , serviksin fonksiyonel veya yapısal bozukluğuna bağlı
olarak gebeliği miada kadar taşıyamaması anlamına gelir. Servikal yetmezlik tanısı
konan olgularda 12-14 gebelik haftaları arasında proflaktik serklaj uygulaması
önerilen tedavi metodudur ancak etkinliği tartışmalıdır (31).
1.4. ENFEKSİYON NEDENLER
Bakteri, virüs ve parazitler düşüklere neden olabilir, ancak tekrarlayan
düşüklere yol açmaları beklenmemektedir. Enfeksiyöz bir ajanın tekrarlayan gebelik
kayıplarına yol açabilmesi için genital kanalda sürekli bulunması ve kadında da
semptomlara yol açmaması gerekir. Toksoplazma, rubella, sitomegalovirus, herpes
ve listeria bu kriterlere uymamaktadır ve tekrarlayan gebelik kayıplarında rutin
TORCH taraması önerilmemektedir (32).
9
Vaginal florada bulunabilecek klamidya, mikoplasma, HPV gibi enfeksiyöz
ajanlar ile tekrarlayan gebelik kayıpları arasında ilişki olabileceği öne sürülmüş
ancak kanıta dayalı tıp açısında böyle bir ilişki ortaya konamamıştır (32). Bakteriyal
vaginosis ile tekrarlayan gebelik kaybı ve erken doğum arasındaki ilişkiyi araştıran
cochrane derlemesi ve üç ayrı randomize kontrollü çalışma rutin bakteriyal vaginosis
tarama ve tedavisinin tekrarlayan gebelik kaybı ve erken doğumu önlemek açısından
anlamlı bir yararı olmadığını ortaya koymuştur. Erken doğum öyküsü olan olgularda
bakteriyal vaginosis tedavisinin erken doğumun tekrarını önlemede yararlı
olabileceği gösterilmiştir (33).
Mevcut bilgiler tekrarlayan gebelik kayıplarının incelenmesinde rutin
serolojik klamidya testlerini, servikal kültürleri ve endometriyal biyopsiyi
önermemektedir. Bununla birlikte infertil kadınlarda olduğu gibi klinik servisit,
kronik veya tekrarlayan bakteriyal vaginosis veya pelvik enfeksiyon düşündüren
diğer semptomları mevcut tekrarlayan gebelik kayıpları olanlarda ileri inceleme ve
tedavi gerekli olmaktadır. Yapılan kontrolsüz çalışmalardan bazıları genital
mikoplasma ve tekrarlayan gebelik kaybı olan kadınlarda ampirik antibiyotik
tedavisinin kayıp riskini azalttığını belirtmiştir (32).
1.5. İMMÜNOLOJİK NEDENLER
Normal bir gebelik için, embriyodaki paternal kaynaklı antijenlere karşı
maternal immunolojik tanıma ve yanıt gereklidir. Bu yanıttaki anormallikler
tekrarlayan gebelik kayıplarına yol açabilir.
Paternal antijenlere karşı oluşan aşırı veya dengesiz maternal immün cevap
ve sitokin üretiminin tekrarlayan gebelik kaybına neden olabileceği kabul
edilmektedir (34). Tekrarlayan gebelik kaybı olan gebelerin periferik dolaşımları ve
endometriumlarındaki naturel killer hücre miktar ve aktivitelerinde farklılıklar
olduğu gösterilmiştir (1). Maternal immun sistem paternal human lökosit antijeni
yabancı olarak algılayıp ona karşı oluşturduğu alloantikorlar fetusu kaplayarak
reddini önleyebilir. Koruyucu nitelikteki bu alloantikorların yetersizliği tekrarlayan
gebelik kaybına yol açabilir. Tekrarlayan gebelik kaybı olan eşlerde HLA benzerliği
ve buna bağlı olarak da alloantikorların yetersizliliği gösterilmiştir (35).
10
Gebelik immunolojisi ile ilgili bugün de tam olarak bilemediğimiz
mekanizmalar gebeliğin reddi ve dolayısıyla da tekrarlayan kayıplara yol açabilir.
Eşler arasındaki HLA uyumsuzluğu, maternal lökositotoksik ve maternal blokan
antikor yetersizliği ile tekrarlayan gebelik kaybı arasındaki ilişki konusunda yeterli
kanıt yoktur (32).
1.6. ÇEVRESEL NEDENLER
Sigara, alkol ve aşırı kahve tüketimi gebelik kaybına hazırlayıcı çevresel
faktörler olarak bilinmektedir.
Sigaranın yan etkilerinin doza bağımlı olarak gebelik kaybı riskini arttırdığı
tespit edilmiştir (36). Mekanizma tam olarak bilinmemekle birlikte nikotin,
karbondioksit ve siyanid gibi komponentlerinin vazokonstrüktif ve antimetabolik
etkileriyle plasental yetersizliğe yol açtığı şeklinde değerlendirilmektedir.
Alkol, doza bağımlı yan etkileri olduğu bilinen bir teratojendir. Günde 2
kadehin üzerinde alkol tüketimi spontan gebelik kayıp riskini ikiye katlamaktadır
(37). Alkole bağlı yan etkiler sigara tüketimiyle artabilmektedir.
Anestezik gazlar, perklor etilen ve diğer organik çözücüler ve ağır metallere
(civa , kurşun) maruz kalmak gebelik kaybı nedeni olarak bildirilmiştir (38).
Egzersiz programları riski artırmadığı gibi yatak istirahati de tekrarlayan
gebelik kayıp riskini azaltmamaktadır.
1.7. TROMBOFİLİK NEDENLER
Hemostatik sistem gebeliğin üç aşamasında (ovulasyon, implantasyon ve
plasentasyon ) önemli rol oynar.
Hemostaz kan kaybının önlenmesi anlamına gelir. Bir damar zedelendiğinde
ya da yırtıldığında birbirini izleyen bir seri mekanizma ile hemostaz sağlanır. Bu
mekanizmalar; damar spazmı, trombosit tıkaç oluşumu, kanın koagülasyonu sonucu
kan pıhtısının oluşumu ve fibröz dokunun pıhtı içine doğru büyümesiyle damardaki
deliğin kalıcı olarak kapatılmasıdır.
11
Koagülasyon ekstrensek ve intrensek yollar ile gerçekleşir. Ekstrensek yol,
kan damarı yırtılıp doku hasar gördüğünde hızlı bir şekilde aktive olur. İntrensek yol
ise damarın iç duvarı zarar gördüğünde ya da düzensizleştiğinde aktive olur. (Şekil 1)
Şekil 1: Koagülasyonun ekstrensek ve intrensek yolları
Fibrinin yıkımı da fibrinin oluşumu kadar hemostaz için önemlidir.
Hemostaz sağlandıktan sonra fibrinoliz yani fibrinin plazmin tarafından yıkılması
gerekir. Böylece aşırı fibrin oluşumu önlenir. Plazmin, plazminojen aktivatörleri
tarafından plazminojenden oluşturulmaktadır. Bir pıhtı oluşturulduğunda çok
miktarda plazminojen de diğer plazma proteinleri ile birlikte pıhtının içinde tutulur,
fakat aktive olana kadar plazmine dönüşmez. Yaralanan dokular ve damar endoteli
çok yavaş olarak tPA (doku plazminojen aktivatörü) adı verilen güçlü bir aktivatör
12
salgılarlar ve bu madde pıhtı kanamayı durdurduktan bir gün ya da daha sonra
plazminojeni plazmine çevirir ve pıhtıyı ortadan kaldırır (39).
Plazmin fibrin iplikçiklerinin yanı sıra fibrinojen, F V, F VIII, protrombin, F
XII gibi maddeleri de sindiren bir proteolitik enzim görevi yapar. Az miktarlarda
plazmin kanda sürekli olarak yapılır ve pıhtılaşma sisteminin aktivasyonunu ciddi
olarak engelleyebilir. Fakat kanda bulunan diğer bir faktör alfa 2 antiplazmin,
plazmini bağlayarak inhibe eder. Bu nedenle plazminin etkili olabilmesi için plazmin
oluşum hızının kritik bir düzeyi aşması gerekmektedir (39). Aynı zamanda
koagulasyon inhibitörleri de aşırı trombin oluşumunun ve trombozun önlenmesinde
önemli role sahiptirler.
Normal damar sisteminde pıhtılaşmayı önleyen en önemli faktörler
şunlardır:
1. Endotelin düzgünlüğü (İntrensek yol aktivasyonunu engeller.)
2. Glikokaliks tabakası (Pıhtılaşma faktörlerini ve trombositlerin endotele
yapışmasını engeller.)
3. Trombomodulin (Hem trombini bağlayarak onu ortamdan uzaklaştırır
hem de protein C yolunu aktivasyonunu sağlar.)
4. Fibrin iplikçikleri (Trombinin çoğunu içine hapsederek ortamdan
uzaklaştırır.)
5. Antitrombin III (Trombini bağlayarak fibrinojen üzerine etki etmesini
engeller.)
6. Heparin (Antitrombin III ile birleştiğinde antitrombin III’ün trombini
uzaklaştırma yeteneğini 10 kat arttırır. Ayrıca heparin-antitrombin III kompleksi F
XIIa, XIa ve Xa’yı da ortamdan uzaklaştırır.)
7. Alfa 2 makroglobulin (Pek çok pıhtılaşma faktörünü bağlayarak
proteolitik etkilerini önler.)
Gebelikte hematolojik sistemde de bir takım değişiklikler meydana
gelmektedir. Bunların başında plazma volümü artışı gelir. Volüm artışı en fazla 1. ve
2. trimesterde olmak üzere 24. haftada en yüksek düzeye ulaşır (40). Gebelikte artan
plazma volümüne ek olarak değişen hemostatik mekanizmalar trombus oluşmasına
yatkınlık oluşturmaktadır. Bu fizyolojik değişiklikler fetoplasental dolaşımın
13
sürdürülebilmesi için zorunlu olmakla beraber, kadınları gebelik ve puerperium
sırasında tromboz açısından gebe olmayan kadınlara göre yaklaşık 4-10 kat daha
riskli bir hale getirmektedir (41).
Normal gebeliklerin yaklaşık %6-10’unda özellikle 3. trimester sonuna
doğru herhangi bir obstetrik komplikasyona yol açmayan hafif bir trombositopeni
görülmektedir (42) .
Gebeliğin
koagulasyon
faktörleri
üzerindeki
etkisi
gebeliğin
2.
trimesterinden itibaren belirgin hale gelmektedir. Fibrinojen, Faktör VII, VIII, IX, X,
XII, yüksek molekül ağırlıklı kininojen ve prekallikrein gebelik sırasında artış
gösterir (43). Faktör VIII koagulan aktivitesi ve von Willebrand faktörü de gebelik
boyunca progresif olarak artar. Gebeliğin 20. haftasında fibrinojen düzeyleri
normalin iki katına ulaşır ve gebeliğin sonuna kadar da bu şekilde seyreder. Gebelik
sırasında Faktör XI ve XIII düzeyi ise %70’lere varan bir azalma göstermektedir.
Faktör II ve V’in düzeyleri ile ilgili çelişkili raporlar olmakla birlikte esasen önemli
bir değişiklik göstermedikleri söylenebilir (44).
Gebelik sırasında hafif artış gösteren fibrin yıkım ürünleri (FDP) ise fibrin
oluşumundaki artışı yansıtmaktadır. Gebelikte arttığı düşünülen fibrinopeptit A
düzeyleri de yine fibrin oluşumunun arttığını göstermektedir.
Bütün bu değişikliklere bağlı olarak sağlıklı bir gebelikte geçici bir
hiperkoagülabilite dönemi gelişmektedir.
Trombofili edinsel ya da kalıtsal olabilen tromboza eğilimin arttığı bir grup
pıhtılaşma bozukluklarını içermektedir.
Trombofilik nedenler iki kısma ayrılır:
1. Edinsel trombofililer
2. Kalıtsal trombofililer
1.7.1. Edinsel trombofililer
En sık görülen edinsel trombofili antifosfolipid antikor sendromudur.
Antifosfolipid antikor sendrom (APS) sistemik otoimmün bir hastalıktır (45).
Sendromun klinik ve laboratuar kısımları bulunmaktadır.
14
Klinik bulguların bir grubu (arterial, venöz, kapiller) tromboz oluşumu ile
ilgili sorunlardır. Tromboz vücudun herhangi bir damarını ilgilendiriyor olabilir ve
buna bağlı olarak da farklı klinik tablolar ortaya çıkabilir. Diğer bir grubu ise kötü
obstetrik sonuçlar ile ilgilidir ve ön planda plasenta yetmezliği ve tekrarlayan gebelik
kayıpları vardır. Laboratuar bulgular ise antifosfolipid (apl) antikorların serum ve
plazmada en az 12 hafta ara ile 2 ayrı ölçümde de pozitif tespit edilmesidir.
APS için 1999 yılında Sapporo sınıflaması ortaya konulmuş ve daha sonra
2004 yılında güncelleştirilmiştir (46). Tanı için en az bir klinik ve bir laboratuar
bulgunun bir arada bulunması gerekir.
Klinik kriterler:
1. vasküler tromboz: herhangi bir organda arterial, venöz, kapiller tromboz
2. gebelik morbiditesi:
a. 10. gebelik haftası üzerinde nedeni bilinmeyen morfolojik olarak
normal görünümlü gebelik kaybı (1 veya daha fazla)
b. 10. gebelik haftasından önce nedeni belirlenemeyen 3 ve daha
fazla düşük öyküsü
c. 34. gebelik haftası öncesinde ağır preeklampsi, eklampsi veya
plasenta yetmezliği nedeniyle doğurtulmak zorunda kalınan
gebelik (1 veya daha fazla)
Laboratuar kriterler:
1. Antikardiolipin IgG veya IgM antikorlarının en az 12 hafta arayla yapılan
iki ayrı ölçümde de pozitif saptanması
2. Lupus antikuagulanın en az 12 hafta arayla yapılan iki ayrı ölçümde de
pozitif saptanması
3. Anti-B2 GPI (B2 glikoprotein I ) IgG veya IgM antikorlarının en az 12
hafta arayla yapılan iki ayrı ölçümde de pozitif saptanması
Antifosfolipid antikorlar, kelime anlamı ile fosfolipidler ile etkileşime giren
antikorlar anlamına gelir. APS sendromunda kullanılan klinik anlamında ise negatif
yüklü fosfolipidler ile ilişkiye giren otoantikorlar anlamına gelir. Bu otoantikorlar
aslında plazmada mevcut protein yapısındaki kofaktörlere bağlanmaktadır ve eğer bu
15
kofaktörler fosfolipidlere bağlı ise otoantikorlar dolaylı olarak fosfolipidlere etki
etmektedir. Fosfolipid otoantikorlarının hedefindeki antijenik kofaktörler; B2glikoprotein, protrombin, protein C, protein S, annexin V, kininogenler, faktör XII ve
doku plasminojen aktivatörüdür (47).
Antifosfolipid antikorları tespite yönelik testlerden ancak iki tanesinin
(lupus antikoagulan ve antikardiyolipin antikor) laboratuar anlamında standartları
belirlenmiş, klinik sonuçlar ile ilişkisi ortaya konulmuş ve rutin klinik kullanımda
değer kazanmıştır. Fosfatidilserin, fosfatidilethanolamin gibi fosfolipidlere karşı
oluşan antikorları tespite yönelik testler daha henüz rutin klinik kullanım için yeterli
standartizasyona sahip değildir (48).
Lupus antikoagulan (LA) tanısı fosfolipid bağımlı pıhtılaşma testlerine
dayanmaktadır.
Fosfolipid
bağımlı
pıhtılaşma
testlerinde,
pıhtılaşma
mekanizmasında yer alan enzim ve kofaktörler lupus antikoagulanları ile etkileşime
girerler ve pıhtılaşma süreleri uzar. LA testi pozitif çıkarsa bu olgu ilave testler ile
doğrulanmalıdır (49).
Antikardiyolipin antikorlar (ACA IgG ve ACA IgM) ELISA yöntemi ile
belirlenir. IgG ve IgM için sırasıyla GPL (fosfolipide yönelik IgG) ve MPL
(fosfolipide yönelik IgM) üniteleri cinsinden bildirilir. Normal bireylerin
serumlarında da düşük düzeylerde ACA bulunabileceğinden APS tanısı için orta
(20-80 GPL, 20-50 MPL) ve yüksek düzeyde (>80 GPL, >50 MPL) pozitiflik
gerekmektedir (50).
Anti-B2-GPI antikor testi APS tanısı için güncel Sapporo sınıflaması içine
konulmuş olmakla birlikte standartizasyonu ve klinik ile ilişkileri açısından
tartışmalar devam etmektedir (51).
APL antikor testleri açısından aşağıdaki noktalar belirtilebilir (45):
•
LA pozitifliği ACA pozitifliğinden daha belirleyicidir.
•
Yüksek
ACA
titrelerinin
belirleyiciliği
düşük
belirleyiciliğinden daha fazladır.
•
IgG ACA, IgM ACA’dan daha belirleyicidir.
•
Birden fazla testin pozitif olması belirleyiciliği artırır.
16
titrelerin
Fosfolipidlere karşı oluşan otoantikorlar dışında, genellikle enfeksiyonlara
bağlı olarak ortaya çıkan ve dolaşımda geçici bir süre için bulunan antikorlar da
vardır. Bu enfeksiyon bağımlı antikorlar farklı antijenik bölgelere bağlanırlar ve
APS’ye neden olmazlar. Otoantikorlar ile enfeksiyona bağlı antikorları ayırt etmenin
yolu, testi 8-12 hafta sonra tekrarlayarak antikorların sürekliliğini göstermektir.
LA ve ACA normal gebeliklerin yaklaşık sırasıyla %0.2 ve %2’sinde
saptanır (52). Buna karşılık antifosfolipid antikorlar ile olumsuz obstetrik sonuçlar
arasındaki ilişki ise çok belirgindir. Antifosfolipid antikorlara sahip gebelerin
yaklaşık %15-20’inde obstetrik komplikasyonlar gözlenir. Olumsuz obstetrik öyküsü
bulunan , başka bir deyişle APS olan gebelerin yaklaşık %50-70’inde bir sonraki
gebeliklerinde de olumsuz obstetrik sonuçlar gözlenir (47).
Tekrarlayan gebelik kaybı olan olguların %7-25’inde APS ana etyolojik
etken olarak bildirilmiştir (48). Antifosfolipid antikor bulunan gebeliklerdeki fetal
kayıpların %50’si ikinci ve üçüncü trimesterde gerçekleşen geç fetal kayıplardır ve
bu dönemde gerçekleşen fetal ölümlerin %30’unda aPL antikorlar pozitifdir. APS
olgularının %15’inde preeklempsi,
%35’inde ağır intrauterin gelişme geriliği
bildirilmiştir (47).
APS’ye bağlı gebelik komplikasyonlarının odak noktasında plasenta yer
alır. Antifosfolipid antikorların plasentada oluşturduğu hasara yönelik iki temel
mekanizma üzerinde durulmaktadır. Birincisi aPL antikora bağlı oluşan trombozların
neden olduğu hasarlar, diğeri ve son yıllarda daha yoğun olarak üzerinde durulan
aPL antikorların doğrudan trofoblast ve endotel hücreleri üzerine olumsuz etkileri
sonucu oluşan plasenta hasarlarıdır (53).
APS’de canlı doğum oranlarını artırmak ve gebelik komplikasyonlarını
azaltmak amacıyla
aspirin, kortikosteroidler, fraksiyone heparin veya LMWH,
plasma değişimi ve IVIG infüzyonu uygulamaları tek başına veya kombine olarak
kullanılmaktadırlar. Fakat düşük doz aspirin (80 mg/gün) ve LMWH’nin
(enoksaparin 1mg/kg/gün, dalteparin 5000 IU/gün, nadroparin 3800 IU/gün) birlikte
kullanımı aPL pozitif gebelerde obstetrik koplikasyonları önlemede günümüz için
önerilen standart tedavi protokolüdür (47). Postpartum dönemde tromboz öyküsü
olanlar 6 hafta tromboz öyküsü olmayanlar ise 5 gün LMWH ile tedaviye devam
etmelidir. Bu tedavinin emzirme açısından herhangi bir olumsuz yan etkisi yoktur.
17
Lohusalar ayrıca ileride gelişebilecek obstetrik dışı olası komplikasyonlar açısından
uyarılmalıdır.
1.7.2. Kalıtımsal trombofililer
Birçok genetik mutasyon kalıtımsal olarak tromboza eğilimi artırmaktadır.
Bunlar arasında Faktör V Leiden mutasyonu, protrombin gen mutasyonu, MTHFR
gen mutasyonu, AT III eksikliği, protein C eksikliği ve protein S eksikliği en sık
görülen kalıtımsal bozukluklardır.
1.7.2.1. Faktör V Leiden Mutasyonu
Faktör V plazma yarı ömrü 12 saat (bazılarına göre 36 saat) olan büyük bir
glikoproteindir. Faktör V geni ise kromozom 1q21-q25’te olup 70 kb uzunluğunda
ve 25 ekzon içermektedir. Faktör V’in asidik bölgeleri yüksek oranda aspartat ve
glutamin rezidüleri içermekte olup trombinle etkileşimi sağlamaktan sorumludurlar
(54).
Faktör V Leiden mutasyonu, faktör V molekülünde 506. pozisyonundaki
glutaminin yerine arginin değişikliğine neden olan gen mutasyonudur.
Normal
pıhtılaşmada aktive protein C (APC), faktör Va ve faktör VIIIa’yı spesifik bölgelerde
ayrılma ile inaktive eder. Mutant faktör V normaline göre on kat daha yavaş inaktive
olmakta, dolaşımda daha uzun süre kalmaktadır. Faktör V mutasyonunun varlığında
bu faktörün ayrılması inhibe olur, böylece trombin üretimi ve pıhtı oluşumu artar.
Bu mutasyon gebe olmayan bireylerde APC direncinin yaklaşık %95’inden
sorumludur ve bilinen en sık kalıtsal tromboza eğilim durumudur (55)
Kalıtımı otozomal dominant olup, genel insidans toplumda heterozigotlar
için %3.6-8, homozigotlar için %0.02-0.1 arasında değişmektedir.
Tromboembolik hastaların %20-40’ında Faktör V Leiden heterozigot
mutasyonu mevcuttur. Emboli atağı geçirmeyen birçok kadında da heterozigot
mutasyon bulunabilir. Faktör V Leiden mutasyonu nedeniyle varolan trombotik
predispozisyonun takip eden gebeliklerde uteroplasental yatakta tromboza neden
olabileceği hipotezi birçok yazar tarafından test edilmiş ve kanıtlanmıştır (56) .
Faktör V Leiden mutasyonu tanısı genetik testler veya fonksiyonel
koagulasyon testleri (APC rezistans ölçümü) ile saptanabilir. APC reziztansı
saptanan olguların %37’sinde Faktör V Leiden dışında başka bir sorun saptanır.
18
(APS, LA gibi). Bu nedenle APC rezistansı saptanan olgular genetik testlerle
doğrulanmalıdır. APC rezistansı negatif çıkan olgularda genetik teste gerek yoktur.
Genetik testlerin yanlış pozitif ya da yanlış negatif sonuç verme ihtimali de
mevcuttur.
1.7.2.2. Protrombin G20210A Mutasyonu
Protrombin,
k vitamini bağımlı ve karaciğerde sentezlenen bir
glikoproteindir. 1996’da Poort ve ark’ı protrombin geninin 3’-untranslated
bölgesindeki G20210A polimorfizmini tanımlamışlar ve bunun plazmada artmış PT
düzeyleri ve tromboza eğilimle birlikte olduğunu belirtmişlerdir (57).
Protrombin geni 11. kromozomun sentromere yakın kısmında, 21 kb
uzunluğunda, 14 ekzon ve 13 introndan oluşmaktadır.
Protrombin FXa/Va kompleksi tarafından 271. ve 320. pozisyonlardan
kesilir. Böylece katalitik domain olan trombin ve plazma protrombin aktivasyonunun
bir belirteci olan protrombin fragman 1.2 oluşur (58).
Tek bir baz çiftinin yer değiştirmesiyle meydana gelen mutasyon
protrombin seviyelerini artırmaktadır. Dolayısıyla tromboemboli için risk artar.
Heterozigot mutasyon beyaz popülasyonda % 2-3 olarak görülür.
Gebelikteki tromboembolilerin % 17’sinden sorumludur.
Protrombin gen mutasyonu tanısı genetik olarak konur. Her ne kadar
dolaşımdaki F II seviyesi artmış olsa da klinik pratikte F II seviyesi veya aktivitesini
taramak yararlı değildir. Çünkü normal populasyonda da miktarı çok değişkendir.
1.7.2.3. MTHFR mutasyonu ve hiperhomosistinemi
MTHFR geni 1. kromozom kısa kolunun 363. bölgesinde yer alır. Genin
toplam büyüklüğü 1980 baz çifti, tahmini molekül ağırlığı 74,6 kDa’dur. Enzim,
5,10- metilentetrahidrofolat’ı 5-metiltetrahidrofolat’a dönüştürmede görevlidir.
MTHFR enzim etkinliğinin düşük olduğu iki ayrı genetik polimorfizm saptanmıştır.
Homozigot bireylerde etkinlik normalin % 35’ine geriler. Aynı düzeyde olmasa da
heterozigot
bireylerde
de
enzim
etkinliği
yükselmektedir (59).
19
azalmakta,
homosistein
düzeyi
MTHFR C677T mutasyonunun toplumda görülme sıklığı %12 olarak
bildirilmektedir (60). Türkiye’de yapılan çalışmalarda sağlıklı bireylerde homozigot
mutant oranı %5, heterozigot mutasyon oranı ise %35 olarak bildirilmiştir (61).
Polimorfizmin nedeni ya sistationin B sentetazda otozomal dominant defekt
(popülasyonun %0,3–1,4’ü) ya da daha sık olarak C667T metilentetrahidrofolat
mutasyonu için otozomal resesif homozigositedir (beyazların %6–12’sidir) (62).
Azalmış MTHFR aktivitesi ve takip eden hiperhomosistinemi sadece folat
eksikliğinde belirgin hale gelebilir ya da B6, B12 vitaminlerinin eksikliğinde
alevlenebilir. Yeterli folat desteği mutasyonun fenotipik ekspresyonunu önleyebilir
(63).
Homosistein, metionin metabolizması sırasında oluşan bir aminoasittir.
Transsülfürasyon yolu sırasında katabolize olur ya da remetilasyon yolu ile
metionine geri çevrilir. Her iki yoldaki defektler homosistein artışına neden olur.
Homosistein ateroskleroz ve VTE için bağımsız bir risk faktörüdür.
Homosistein endotelde ve vasküler düz kas hücrelerinde ters etkileri
modifiye ederek, endotel ile koagülasyon sistemleri arası etkileşimde rol oynar.
Serbest radikaller oluşturarak hızla otooksidasyona uğrar. Artmış oksidatif stres
preeklampsiye predispozisyon oluşturabilir. Doku faktörü ekspresyonundaki artış,
protein C aktivitesindeki azalma, plazminojen aktivatörlerindeki düşüş koagülasyon
eğiliminde artışa sebep olur (64). Tanı için açlık plazma homosistein düzeyi önerilir.
Ancak tokluk sırasında kan homosistein seviyesindeki artış %10’dan az olduğundan
pratikte her ikisi de kullanılabilir.
Hiperhomosistinemi açlık homosisteinindeki artışa göre 3 gruba ayrılır .
1) Şiddetli (> 100 μmol/ lt)
2) Orta (25 –100 μmol/lt)
3) Hafif (16-24 μmol/lt)
Homosistein kan düzeyleri gebelikte genellikle %30-50 azalır (65).
Tekrarlayan gebelik kaybı ile hiperhomosistinemi arasındaki ilişkiye dair
çelişkili raporlar bulunmaktadır. Günümüzde homosistein düzeylerinin tetkikini
destekleyecek yeterli kanıt bulunmamaktadır .
20
1.7.2.4. Antitrombin III eksikliği
Antitrombin III (AT III) serin proteaz inhibitör ailesinin bir üyesi olup
karaciğerde sentezlenir, plazmada 150 mikrogram/ml bulunur ve en etkili
antikoagulandır (66).
Antitrombin trombinle birlikte serin proteaz yapısındaki kuagulasyon
faktörleri IXa, Xa, XIa ve XIIa’ya bağlanarak tekrar kullanılmalarını engeller.
AT III geni kromozom 1q23-25’te olup, 13.4 kb uzunluğunda, 7 ekzon ve 6
introndan oluşmaktadır (66).
AT III yetmezliği otozomal dominant olarak kalıtılır ve kalıtsal trombofilik
durumların en trombojenik olanıdır. Homozigot formu yaşamla bağdaşmaz. Hayat
boyu en az %50 tromboz riski vardır. Heterozigot mutasyonun prevalansı düşüktür,
1/2000-1/5000
arasındadır.
VTE
öyküsü
olan
vakaların
sadece
%1’inde
görülmektedir (54).
AT III aktivitesi gebelikte değişmez. AT III seviyeleri karaciğer sentez
bozuklukları, nefrotik sendrom, akut kanama ve heparin tedavisi durumunda azalır.
Warfarin AT III seviyelerini artırır. Bu durumlarda AT III ölçümleri yanlış sonuç
verir (5).
Genel olarak AT III’deki mutasyonlar iki tip defekte yol açmaktadır. Tip 1
defekt daha sık görülüp hem antijen düzeyleri hem de plazma aktivitesinde paralel
bir düşme ile seyretmektedir. Bu tip defekte sebep olan pek çok delesyon, çerçeve
kayması (frameshift) mutasyonu ve anlamsız (nonsense) mutasyon bulunmaktadır.
Tip 2 defektte antijen seviyeleri normal veya normale yakın olup, fonksiyonel
bölgelerdeki mutasyonlar nedeniyle plazma aktivitesinde azalma söz konusudur (66).
Tekrarlayan gebelik kaybı ile ilişkisini gösteren yeterince veri bulunamadığı
için bu hastaların değerlendirilmesinde AT III bakılması önerilmemektedir.
1.7.2.5. Protein C ve Protein S eksikliği
Protein C geni kromozom 2q14-21’de bulunmakta olup, 11 kb uzunluğunda,
9 ekzon ve 8 introndan oluşmaktadır. Protein S geni kromozom 3p11.1-11.2’de
bulunmakta olup, 80 kb uzunluğunda, 15 ekzon ve 14 introndan oluşmaktadır (54).
Protein C, k vitaminine bağımlı 62 kD molekül ağırlıklı bir glikoproteindir.
Karaciğerde sentezlenir ve yarıömrü 6-8 saattir. Trombinin endotelyal bir reseptör
21
olan trombomoduline bağlanması, protein C aktivasyon hızını yaklaşık 20000 kat
artırır (67).
Protein C koagulasyon faktörleri Va ve VIIIa’yı inhibe eder.
Aktive olmuş protein C’nin temel kofaktörü, 69 kD molekül ağırlıklı k
vitaminine bağımlı bir glikoprotein olan protein S’tir. Temel olarak karaciğer
tarafından daha az miktarlarda endotel ve megakaryositler tarafından sentezlenir ve
yarı ömrü 42 saattir. Protein S dolaşımda %40 serbest, %60 proteine bağlı olarak
bulunur. Komplement 4b bağlayıcı protein (C4b-BP), protein S için temel bağlayıcı
protein görevini görür. Sadece serbest protein S aktive olmuş protein C ile kompleks
oluşturduğu için C4b-BP seviyesini artıran durumlar (gebelik, enfeksiyon, cerrahi
stres) protein S aktivitesini azaltır (68).
Protein C sistemi genetik bozuklukları otozomal dominant olarak geçer.
Protein C eksikliği birçok mutasyon ile beraber olabildiği halde iki temel fenotip
gözlenmektedir. Tip I eksiklikte hem immünreaktif hem de fonksiyonel olarak aktif
protein C seviyesi düşmekteyken, Tip II eksiklikte immunreaktif seviyeler
normalken aktivite büyük oranda düşmüştür. Protein C eksikliğindeki trombotik risk
eksiklik tipine göre değişmemektedir (68).
Protein C eksikliği görülme sıklığı sağlıklı kişilerde 1/200 ile 1/36000 gibi
değişik oranlarda bildirilmiştir (69).
Protein S eksiklikleri üç temel fenotip olarak gözlenir. Tip I eksiklikte total
ve serbest seviyeler düşüktür. Tip II eksiklikte serbest protein S seviyesi normaldir,
fakat aktive olmuş protein C kofaktör aktivitesi azalmıştır. Tip III eksiklikte ise total
protein S seviyesi normalken serbest protein S seviyesi düşüktür (68).
Protein S eksikliği görülme sıklığı sağlıklı kişilerde 1/33000 olarak
bildirilmiştir (60).
Gebelikte
birçok
koagulasyon
faktörlerinin
seviyeleri
değişse
de
fonksiyonel ve antijenik protein C seviyelerinde değişme olmaz. İlk iki trimesterde
total protein S seviyesi değişmezken serbest protein S anlamlı olarak düşmektedir
(70). Bu yüzden gebe bir kadında trombofili araştırılırken protein S seviyesinin
değişimi bilinmeli ve anormal sonuçlar gebelik sonrasında tekrarlanmalıdır (71).
22
Protein C eksikliği tanısında protein C fonksiyonel aktivitesine bakılmalıdır.
Çünkü sadece antijen seviyesi bakıldığında tip II protein C eksikliği tanınamaz.
Protein S eksikliği tanısı plasmadaki serbest ya da bağlı protein S bakılarak
konabilir. Fakat yaş, cinsiyet, ırk, gebelik gibi birçok nedene bağlı olarak gün içinde
bile seviyeleri değişkendir. Sadece antijen seviyeleri bakıldığında tip II tanısı
atlanabilir. Sadece aktivite bakıldığında bazı kantitatif protein S eksiklikleri
tanınamaz. Aktivite ölçümleri de yanlış negatif sonuç verebilir. Bu yüzden tanıda
fonksiyonel (protein S aktivitesi) ve immunolojik (serbest ve total protein S antijeni)
laboratuar testlerinin beraber kullanımı uygun olacaktır.
K vitamini antagonist kullanımı, yüksek FVII ve LA seviyeleri
durumlarında yanlışlıkla protein S ve protein C aktivitesi düşük sonuç verebilir. K
vitamini antagonisti kullanan hastalarda ölçüm 2-3 hafta sonra doğru olarak
yapılabilir (60,68).
Kalıtımsal trombofilili kadınlarda kötü obstetrik sonuçların (tekrarlayan
gebelik kayıpları, fetal ölüm, fetal gelişim kısıtlılığı, dekolman plasenta) tekrarlama
riskini ortaya koyan az sayıda çalışma mevcut olmasına karşın, bildirilen oranlar
(%66-83) oldukça yüksektir (72). Bu nedenle kalıtsal trombofili ve kötü obstetrik
öyküsü olan gebelere trombofilinin tipine göre düşük doz aspirin, LMWH, folik asit,
vit B6 ile profilaksi öneren araştırmacılar mevcuttur. Düşük doz aspirin ve/veya
LMWH profilaksisi uygulayan ve gebelik sonuçlarını daha önceki gebeliklerinin
sonuçları ile kıyaslayan, randomize olmayan az sayıda çalışma profilaksisinin yararlı
olabileceğini göstermektedir (41).
Günümüzde kalıtımsal trombofilide kötü obstetrik öyküsü olan gebelerde
tromboz profilaksisi uygulanımı kanıta dayalı tıp açısından ortaya konabilmiş
değildir ve kişisel tercihlere dayanmaktadır.
23
2. GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmamıza 2006-2008 yılları arasında kliniğimize başvuran 104 olgu
dahil edildi. Çalışma grubu olarak 20. gebelik haftası öncesinde en az üç abortusu
olan 57 olgu ile kontrol grubu olarak en az bir canlı doğumu olan, abortusu veya
gebelik komplikasyonu olmayan 47 olgu dahil edildi.
Hastaların yaşı, eşlerinin yaşı, abortus sayıları, abortus haftaları, akraba
evliliği, sistemik hastalık (diabetes mellitus, tiroid hastalığı, kronik karaciğer, böbrek
ve kalp hastalığı ), venöz tromboz öyküsü belirlendi. Antikardiolipin antikor Ig G ve
Ig M, lupus antikoagulanına antifosfolipid antikor sendromunu ekarte etmek
amacıyla bakıldı. İki olguda antikardiolipin antikor Ig G tespit edilerek çalışma
dışında bırakıldı. Bir olguda diabetes mellitus, bir olguda hipotiroidi, bir olguda da
ikinci derece akraba evliliği tespit edilerek çalışma dışında bırakıldı. Periferik kanda
maternal Faktor V Leiden (G1691A) mutasyonu, protrombin G20210A mutasyonu,
MTHFR C677T mutasyonu incelendi.
Çalışma grubunu oluşturan olgulardan K3 Etilendiamintetraasetikasitle
(EDTA) kaplı tüp içerisine (Vacuette, Avusturya) 2 cc kan örneği alındı. Alınan
örnek SB. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Genetik Laboratuarı’na
gönderildi. Burada alınan örneğe Genomik DNA From Blood (Macherey-nagel,
Almanya) kiti kullanılarak sırasıyla aşağıdaki prosedür uygulandı ve DNA izole
edildi:
Kan örneklerinin lizise uğratılması
DNA bağlanma koşullarının ayarlanması
24
DNA bağlanması
Silika membranın iki aşamalı yıkanması
Silika membranın kurutulması
Saflaştırılmış DNA’nın elüe edilmesi
İzole edilen DNA -20°C’de saklandı. 0.2 mililitrelik PCR tüpünde (Greiner
bio-one, Almanya) amplifikasyon miks, taq dilution buffer (vienna lab, Avusturya)
ve taq DNA polimeraz enzimi (fermentas, Kanada) kullanılarak mastermiks
hazırlandı. Mastermiks PCR tüplerine eşit şekilde dağıtıldıktan sonra alınan
örneklerin DNA’ları eklenerek thermal cycler (applied biosystems, ABD)’da
çoğaltıldı. Son aşamada strip assay kiti içinden çıkan stripler profiBlot cihazında
(tecan, İsviçre) hibridizasyona bırakıldı. Boyanan stripler gösterildiği gibi
değerlendirildi. (şekil 2)
Şekil 2: Hazırlanan striplerin değerlendirilmesi
Bu çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler
için NCSS 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı.
Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (ortalama,
standart sapma, frekans) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında, normal
dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında student t test
25
kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise ki-kare testi ve Fisher’s exact
ki-kare test kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05
düzeyinde değerlendirildi.
26
3. BULGULAR
Çalışma 2006-2008 tarihleri arasında SB. Göztepe Eğitim ve Araştırma
Hastanesi 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde 57 çalışma ve 47 kontrol
grubu olmak üzere toplam 104 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların tümü 35 yaş
altında olup ortalama yaş 26,89±7,32’dir.
Tablo 3: Grupların yaşlara göre değerlendirilmesi
Yaş
Ort±SD
p
Çalışma grubu
26,12±7,86
Kontrol grubu
27,80±6,36
(Student t test kullanılmıştır.)
0,665
Çalışma ve kontrol grubunun yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Çalışma grubu olgularının yaş
ortalaması 30.12±7.32, kontrol grubu olgularının yaş ortalaması ise 27.80±6.36’dır.
27
Tablo 4: Çalışma grubunda gen mutasyonlarının dağılımı
Negatif
Heterozigot
Homozigot
TOPLAM
F V Leiden
n (%)
MTHFR
n (%)
Protrombin
n (%)
50 (%87,7)
6 (%10,5)
1 (%1,8)
57
34 (%59,6)
21 (%36,9)
2 (%3,5)
57
57 (%100)
57
Çalışma grubundaki olguların %87.7’sinde F V Leiden gen mutasyonu
negatif
iken,
%10.5’inde
heterozigot
ve
%1.8’inde
homozigot
mutasyon
görülmektedir.
FV Leiden
Heterozigot
10,5%
Homozigot
1,8%
Negatif
87,7%
Şekil 3: Çalışma grubunda F V Leiden gen mutasyonu dağılımı
Çalışma grubundaki olguların %59.6’ında MTHFR gen mutasyonu negatif
iken, %36.9’unda heterozigot ve %3.5’inde homozigot mutasyon görülmektedir.
28
MTHFR
Homozigot
3,5%
Heterozigot
36,8%
Negatif
59,6%
Şekil 4: Çalışma grubunda MTHFR gen mutasyonu dağılımı
Çalışma grubundaki olguların tamamında protrombin gen mutasyonu
negatiftir.
Çalışma grubunda 1 olguda hem homozigot F V Leiden gen mutasyonu,
hem de heterozigot MTHFR gen mutasyonu görülmektedir. Üç olguda ise
heterozigot F V Leiden gen mutasyonu ve heterozigot MTHFR gen mutasyon
birlikteliği görülmektedir.
Tablo 5: Kontrol grubunda gen mutasyonlarının dağılımı
Negatif
Heterozigot
Homozigot
TOPLAM
F V Leiden
n
MTHFR
n
Protrombin
n
43 (%91,5)
4 (%8,5)
47
26 (%55,3)
20 (%42,6)
1 (%2,1)
47
46 (%97,9)
1 (%2,1)
47
Kontrol grubundaki olguların %91.5’inde F V Leiden gen mutasyonu
negatif iken, %8.5’inde heterozigot mutasyon görülmektedir.
29
FV Leiden
Heterozigot
8,5%
Negatif
91,5%
Şekil 5: Kontrol grubunda F V Leiden gen mutasyonu dağılımı
Kontrol grubundaki olguların %55.3’ünde MTHFR gen mutasyonu negatif
iken, %42.6’sında heterozigot ve %2.1’inde homozigot mutasyon görülmektedir.
MTHFR
Homozigot
2,1%
Heterozigot
42,6%
Negatif
55,3%
Şekil 6: Kontrol grubunda MTHFR gen mutasyonu dağılımı
Çalışma grubundaki olguların %97.9’unda protrombin gen mutasyonu
negatif iken, %2.1’inde heterozigot mutasyon görülmektedir.
Kontrol grubunda 1 olguda hem heterozigot F V Leiden gen mutasyonu hem
de heterozigot MTHFR gen mutasyonu görülmektedir.
30
Protrombin
Heterozigot
2,1%
Negatif
97,9%
Şekil 7: Kontrol grubunda Protrombin gen mutasyonu dağılımı
Tablo 6: Gruplara göre F V Leiden gen mutasyonunun değerlendirilmesi
Çalışma
Kontrol
n (%)
n (%)
Pozitif
7 (%12,3)
4 (%8,5)
Negatif
50 (%87,7)
43 (%91,5)
F V Leiden
p
ODDS
%95 CI
0,534
1,505
0,412-5,491
(Ki-kare test kullanılmıştır.)
F V Leiden gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda F V Leiden
gen mutasyonu görülme oranı %12.3, kontrol grubunda ise %8.5’tir. F V Leiden gen
mutasyonu çalışma grubunda riski 1.505 kat arttırmakla beraber %95 CI değerlerinin
0.412-5.491 aralığında olup bu aralığın 1’i ihtiva etmesi bulunan riskin çok önemli
olmadığı yolunda bize bilgi vermektedir.
31
FV Leiden
oran (%)
100
90
80
70
60
Pozitif
50
Negatif
40
30
20
10
0
Çalışma
Kontrol
Şekil 8: Grupların F V Leiden gen mutasyonu dağılımı
Tablo 7: Gruplara göre Protrombin gen mutasyonunun değerlendirilmesi
Çalışma
Kontrol
n (%)
n (%)
Pozitif
0 (%0,0)
1 (%2,1)
Negatif
57(%100,0)
46 (%97,9)
Protrombin
p
ODDS
%95 CI
0,452
-
-
(Fisher’s Exact test kullanılmıştır.)
Protrombin gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda hiçbir olguda
protrombin
gen mutasyonu
görülmediğinden, bu parametreye
hesaplanamamıştır.
32
ilişkin risk
Protrombin
oran (%)
100
90
80
70
60
Pozitif
50
Negatif
40
30
20
10
0
Çalışma
Kontrol
Şekil 9: Grupların Protrombin gen mutasyonu dağılımı
Tablo 8: Gruplara göre MTHFR gen mutasyonunun değerlendirilmesi
Çalışma
Kontrol
n (%)
n (%)
Pozitif
23 (%40,4)
21 (%44,7)
Negatif
34 (%59,6)
26 (%55,3)
MTHFR
p
ODDS
%95 CI
0,656
0,838
0,383-1,830
(Ki-kare test kullanılmıştır.)
MTHFR gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda MTHFR gen
mutasyonu görülme oranı %40.4 iken kontrol grubunda bu oran %44.7’dir. MTHFR
gen mutasyonu görülme oranı çalışma grubunda riski kontrol grubuna göre 0.838 kat
arttırmakla beraber %95 CI değerlerinin 0.383-1.830 aralığında olup bu aralığın 1’i
ihtiva etmesi bulunan riskin çok önemli olmadığı yolunda bize bilgi vermektedir.
33
MTHFR
oran (%)
60
50
40
Pozitif
Negatif
30
20
10
0
Çalışma
Kontrol
Şekil 10: Grupların MTHFR gen mutasyonu dağılımı
oran (%)
100
90
80
70
60
50
Pozitif
Negatif
40
30
20
10
0
Çalışma
Kontrol
FV Leiden
Çalışma
Kontrol
Protrombin
Şekil 11: Grupların gen mutasyonlarına göre dağılımı
34
Çalışma
Kontrol
MTHFR
Tablo 9: Gruplara göre multiple gen mutasyonuun değerlendirilmesi
Multiple gen
Çalışma
Kontrol
n (%)
n (%)
Var
4 (%7,0)
1 (%2,1)
Yok
53 (%93,0)
46 (%97,9)
mutasyonu
p
ODDS
%95 CI
0,375
3,472
0,375-32,17
(Fisher’s Exact test kullanılmıştır.)
Multiple gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda multiple gen
mutasyonu görülme oranı %7,0 iken kontrol grubunda bu oran %2,1’dir. Multiple
gen mutasyonu görülmesi riski 3,472 kat arttırmakla beraber %95 CI değerlerinin
0.375-32,17 aralığında olup bu aralığın 1’i ihtiva etmesi bulunan riskin çok önemli
olmadığı yolunda bize bilgi vermektedir.
Multiple Gen Mutasyonu
oran (%)
100
90
80
70
60
Var
50
Yok
40
30
20
10
0
Çalışma
Kontrol
Şekil 12: Grupların multiple gen mutasyonu dağılımı
35
4. TARTIŞMA
Abortus nedeniyle olan vajinal kanamalar ilk iki
kanamalar
arasında
ilk
sırayı
almakta
olup
gebeliğin
trimesterde olan
en
sık
görülen
komplikasyonudur (7) .
Obstetrik hikayesinden bağımsız olarak spontan gebelik kaybı riski yaşla
birlikte artmaktadır. Bu çalışmada çalışma ve kontrol grupları 35 yaş altında alınmış
olup iki grup arasında yaş bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır (p>0.05).
Düşük olasılığı gebelik ilerledikçe azalır. Gebelik kesesinin saptanıp
embriyonun görülmediği durumda %11.5, kese içerisinde 5 mm embriyo ve kalp
atımları gözlendiğinde %5 ve 11. gebelik haftasına ulaşıldığında ise %3’ün altında
düşük riski bulunur (73).
Araştırılan
tüm
faktörlerin
içerisinde
tekrarlayan
gebelik
kaybı
nedenlerinden kesin olarak kabul edilenler genetik, anatomik ve immunolojik
faktörlerdir.
Alloimmunopatoloji,
kalıtsal
trombofililer,
endokrinopatiler,
enfeksiyonlar ve çevresel faktörler gibi nedenler halen araştırılmaktadır. Ayrıntılı bir
değerlendirmeden sonra etkilenen çiftlerin yarısından fazlasında tekrarlayan gebelik
kayıplarının nedeni açıklanamamaktadır.
Trombofili edinsel ya da kalıtımsal olabilen tromboza eğilimin arttığı bir
grup pıhtılaşma bozukluklarını içermektedir. Birçok genetik mutasyon tromboza
eğilimi artırmaktadır. Bunlar arasında Faktör V Leiden mutasyonu, protrombin gen
mutasyonu, MTHFR gen mutasyonu en sık görülen kalıtımsal bozukluklardır.
36
Kalıtımsal trombofililere bağlı fetal kayıplar, plasenta damarlarındaki artmış
tromboz, infaktlar ve uteroplasental yetmezlik sonucu oluşabilir. Fetusta mevcut
trombofili de plasentanın fetal kısmında trombozlara yol açarak fetal kayıp
etyolojisinde rol alabilir (74). Kalıtımsal trombofililer, tromboz dışında implantasyon
ve trofoblast farklılaşmasında sorunlara yol açarak da kayıplara neden olabilir.
Bu çalışmada, F V Leiden mutasyonu görülme oranları gruplara göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda F
V Leiden gen mutasyonu görülme oranı %12.3, kontrol grubunda ise %8.5’tir (OR
1.505 (0.412-5.491)).
Hashimato K. ve ark (1999) 3 ve daha fazla 1.trimester düşük öyküsü olan
52 Japon asıllı bayan hasta ve düşük öyküsü olmayan 55 sağlıklı kadından oluşan
kontrol grubunda F V Leiden mutasyonunu araştırmış ve hiçbir olguda F V Leiden
mutasyonu tespit edilmemiştir (75).
Yusoff N. ve ark (2002) 3 ve daha fazla 1. ve 2. trimester tekrarlayan
gebelik kaybı olan 46 Malezya kökenli hasta ve kontrol grubu olarak herhangi
obstetrik komplikasyonu olmayan 46 sağlıklı bayanda F V Leiden mutasyon
prevalansını araştırmış ve sonucunda ne hasta grubunda ne de kontrol grubunda F V
Leiden mutasyonu saptanmamıştır (76).
Donna S. ve ark (1997) 3 ve daha fazla tekrarlayan gebelik kaybı olan 40
hasta ve 25 kontrol grubu ile yaptıkları bir çalışmada, hiçbir hastanın F V Leiden
mutasyonu açısından taşıyıcı olmadığını belirtmişlerdir (77).
Kutteh ve ark (1998) 28 primer düşüğü 22 sekonder düşüğü olan 50 hastalık
vaka grubunu yine 50 hastadan oluşan kontrol grubu ile F V Leiden taşıyıcılığı
açısından karşılaştırdıklarında, iki grup arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark
olmadığını görmüşlerdir (p>0.05) (78).
Rai ve ark (2001) yaptıkları çalışmada F V Leiden mutasyonunu çalışma ve
kontrol gruplarında benzer oranda (% 3,3) bulmuşlar ve istatistiksel olarak anlamlı
fark olmadığını belirtmişlerdir (p>0.05) (79).
Grandone ve ark (1997) tekrarlayan erken gebelik kaybı olan grupla kontrol
grubu arasında F V leiden gen mutasyonu sıklığı açısından istatistiksel olarak anlamlı
fark tespit etmemişlerdir (p>0.05) (80) .
37
Balasch ve ark (1997) 2 ve daha fazla düşüğü olan 55 hasta ve 50 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, heterozigot F V Leiden mutasyonu açısından iki
grup arasında
istatiktiksel fark olmadığını belirtmişlerdir (OR 0.91(0.06-14.90))
(81).
Raziel ve ark (2001) 2 ve daha fazla düşüğü olan
36 hasta ve 40 kontrol
grubu arasında yaptığı çalışmada, çalışma grubunda F V Leiden mutasyon oranını
kontrol grubuna göre daha yüksek oranda saptamış (OR 3.42(0.14-86.71)) olmakla
beraber iki grup arasında istatistiksel fark olmadığını belirtmişlerdir (82).
Bu çalışmada, protrombin mutasyonu görülme oranları gruplara göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubundaki
hiçbir olguda protrombin gen mutasyonu görülmediğinden bu parametreye ilişkin
risk hesaplanamamıştır.
Pickering ve ark (2001) 3 ve daha fazla düşüğü olan
91 hasta ve 66
kontrol grubu arasında yaptığı çalışmada, iki grup arasında heterozigot protrombin
mutasyonunu benzer oranlarda saptamışlardır (OR 0.93(0.16-5.26)) (83).
Aksoy M. ve ark (2004) tekrarlayan düşük öyküsü olan 41 hasta ve 50
kontrol grubunda F V Leiden ve protrombin G20210A mutasyonlarını araştırmışlar,
çalışma grubunda hiçbir hasta protrombin G20210A mutasyonu açısından taşıyıcı
değilken kontrol grubunda 2 hastada (% 4) bu mutasyon taşıyıcılığı saptanmış olup
bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Çalışma grubunda 10 hasta F V
Leiden mutasyonu açısından taşıyıcı iken (%22,4), kontrol grubunda 5 hastada (%5)
bu mutasyon taşıyıcılığı saptanmış olup bu fark istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır (p=0.06) (84).
Bu çalışmada, MTHFR gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda
MTHFR gen mutasyonu görülme oranı %40.4 iken kontrol grubunda bu oran
%44.7’dir (OR 0.838 (0.383-1.830)).
Unfried ve ark (2002) 2 ve daha fazla düşüğü olan 133 hasta ve 74 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, çalışma grubunda 46/133 (%35) kontrol
grubunda 16/74 (%22) homozigot MTHFR mutasyonu saptamış ve iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulmamışlardır (p>0.05) (85).
38
Wang ve ark (2004) 2 ve daha fazla düşüğü olan 57 hasta ve 50 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, çalışma grubunda 30/57 (%57.7) kontrol
grubunda 36/50 (%72) homozigot MTHFR mutasyonu saptamış ve iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulmamışlardır.(p>0.05) (86).
Lissak ve ark (1999) 2 ve daha fazla düşüğü olan 41 hasta ve 18 kontrol
grubu arasında yaptığı çalışmada, homozigot MTHFR mutasyonu açısından iki grup
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
fark
olmadığını
belirtmişlerdir
(OR
0.38(0.08-1.72)) (87).
Holmes ve ark (1999) 2 ve daha fazla düşüğü olan 173 hasta ve 67 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, çalışma grubunda 43/173 (%25) kontrol
grubunda 22/67 (%31) MTHFR mutasyonu saptamış ve iki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark olmadığını belirtmişlerdir (p>0.05) (88).
Makino ve ark (2003) 2 ve daha fazla düşüğü olan 85 hasta ve 76 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, iki grup arasında homozigot MTHFR
mutasyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark gösterememişlerdir (p>0.05)
(89).
Dilley A. ve ark (2002) 3 ve daha fazla tekrarlayan gebelik kaybı olan 60
hasta ve 92 kontrol grubu arasında yaptıkları çalışmada, F V Leiden, protrombin
G20210A ve MTHFR C677T mutasyonu açısından gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark gösterememişlerdir (p>0.05) (90).
Jivraj ve ark (2006) 3 ve daha fazla düşüğü olan 357 hasta ve 68 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, hasta ve kontrol grubu arasında F V Leiden
(%2), protrombin gen (%2) ve MTHFR C677T (%31) mutasyonunu benzer oranlarda
bulmuşlardır (91).
Carp ve ark (2002) 3 ve daha fazla erken gebelik kaybı olan 108 hastadan
oluşan çalışma grubu ile 82 kontrol grubu olgularında, F V Leiden mutasyon
prevalansını çalışma grubunda %3.7, kontrol grubunda %6.1 saptamış olup
istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığını göstermişlerdir (p>0.05). Protrombin
G20210A gen mutasyonu çalışma grubunda %4.6, kontrol grubunda %6.1
bulunmuştur. Çalışma grubunda mutasyon prevalansları kontrol grubuna göre düşük
bulunmuş olup, istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). MTHFR C677T gen
39
mutasyonu çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla yüksek saptanmış ancak
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05) (52).
Pauer ve ark (2003) 2 ve daha fazla tekrarlayan düşüğü olan 101 hastadan
oluşan çalışma grubu ile 122 vakadan oluşan kontrol grubunu kalıtsal trombofili
açısından araştırmışlardır. Gen mutasyon oranlarını F V Leiden için çalışma
grubunda %10 (11/101), kontrol grubunda %7 (9/122) tespit etmişlerdir. Gruplar
arasında gen mutasyonu oranları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmamıştır. Protrombin gen mutasyonunu, çalışma grubunda %1 (2/101), kontrol
grubunda %2 (3/122) tespit etmişlerdir. MTHFR homozigot gen mutasyonunu
çalışma grubunda %14, kontrol grubunda %12 tespit etmiş olup iki gen mutasyonu
açısından da istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (92).
Pıhusch ve ark (2001) 2 ve daha fazla tekrarlayan düşüğü olan 102 hasta ve
128 sağlıklı bayandan oluşan kontrol grubunda F V Leiden, MTHFR C677T ve
protrombin G20210A mutasyonlarını analiz ederek prevalanslarını karşılaştırmışlar.
MTHFR ve F V Leiden prevalansında farklılıklar olmadığı gösterilmiştir.
Heterozigot
protrombin
G20210A
mutasyonunda
ise
kontrol
grubu
ile
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur ( P=0.027) (93).
Bu çalışmada olduğu gibi literatürde tekrarlayan gebelik kaybı ile F V
leiden, protrombin ve MTHFR
gen mutasyonu arasında ilişki olmadığından
bahseden çalışmalar olduğu gibi trombofililer ile tekrarlayan gebelik kaybı arasında
anlamlı ilişki olduğunu iddia eden yayınlar da mevcuttur.
Finan ve ark (2002) tekrarlayan gebelik kaybı olan 110 hastadan oluşan
çalışma grubunda F V Leiden gen mutasyonunu 45 olguda (%40.91) saptamışlardır.
Bunlardan 7’si homozigot (%6), 38’i heterozigot (% 34) olarak tespit edilmiştir.
Kontrol grubunda ise F V Leiden heterozigot gen mutasyonunu %16.42 olarak
bulmuşlar, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğunu bildirmişlerdir
(p<0.05) (94).
Brenner ve ark (1999) 2 ve daha fazla düşüğü olan 76 hasta ve 106 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, çalışma grubunda F V Leiden mutasyonunu
%49, kontrol grubunda %22 olarak bildirmişlerdir. Homozigot MTHFR C667T
mutasyonu hasta grubunda 14/76 (%18), kontrol grubunda 10/106 (%10) saptanmış
olup oranlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005) (41).
40
Kumar ve ark (2003) 2 ve daha fazla düşüğü olan 24 hasta ve 24 kontrol
gubu arasında yaptıkları çaılşmada, hasta gubunda 5/24 (%13.4) kontrol grubunda
1/24 (%4.2) oranında homozigot MTHFR mutasyonu saptamış ve istatistiksel olarak
anlamlı fark bulmuşlardır (p<0.001) (95).
Mtiraoui ve ark (2006) 3 ve daha fazla düşüğü olan 200 hasta ve 200
kontrol grubu arasında yaptıkları çalışmada, homozigot MTHFR mutasyonunu hasta
grubunda 61/200 (%30) kontrol grubunda 14/200 (%7) olarak, heterozigot MTHFR
mutasyonunu hasta grubunda 27/200 (%13.5) kontrol grubunda 8/200 (%4) olarak
saptamış ve sonuç olarak MTHFR C677T mutasyonunun hasta grubunda istatistiksel
olarak anlamlı derecede yüksek olduğunu saptamışlardır (p<0.001) (96).
Goodman ve ark (2006) 2 ve daha fazla düşüğü olan toplam 550 hasta
üzerinde yaptıkları çalışma sonucunda, çalışma grubunda 1956 hastadan oluşan
kontrol grubuna göre homozigot MTHFR C667T mutasyonunun anlamlı (p<0.0001)
olarak yüksek olduğunu saptamışlardır (97).
Ramzi ve ark (2002) 2 ve daha fazla düşüğü olan 110 hasta ve 67 kontrol
grubu arasında yaptığı çalışmada, çalışma grubunda homozigot ve heterozigot F V
Leiden mutasyonunu 45/110 (%41) kontrol grubunda 11/67 (%16), hasta grubunda
homozigot ve heterozigot protrombin G20210A mutasyonunu 15/110 (%13.64)
kontrol grubunda 2/67 (%2.99) olarak saptamış ve her iki mutasyon açısından
gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulmuşlardır (p<0.001) (98).
Coutu ve ark (2005) 3 ve daha fazla düşüğü olan 88 hasta ve 88 kontrol
grubu arasında yaptıkları çalışmada, homozigot F V Leiden mutasyonunu hasta
grubunda 3/88 (%3.4) kontrol grubunda 0/88 (%0) saptamışlardır (OR 7.2(0.3-142)).
MTHFR C677T mutasyonunu hasta grubunda 59/88 (%67) kontrol grubunda 35/88
(%40) olarak saptamışlardır (OR 3.1(1.7-5.7)). Bu iki mutasyon için gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark gösterilmiştir (p<0.05). Homozigot G20210A
protrombin gen mutasyonunu hasta grubunda 1/88 (%1.1) kontrol grubunda 1/88
(%1.1) saptamış (OR 1.0(0.06-16.2)) ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulmamışlardır (p>0.05) (99).
Nelen ve ark (1997) 2 ve daha fazla düşüğü olan 185 hasta ve 113 kontrol
grubu arasında yaptığı çalışmada, iki grup arasında homozigot MTHFR mutasyonu
açısından anlamlı fark bulunduğunu saptamışlardır (OR 3.32(1.33-8.26)) (100).
41
Kupferminc ve ark (2000) 2 ve daha fazla düşüğü olan
27 hasta ve 156
kontrol grubu arasında yaptığı çalışmada, heterozigot protrombin mutasyonunun
çalışma grubunda daha sık gözlemlendiğini saptamışlardır (OR 5.25(1.31-21)) (101).
Santoro ve ark (2005) tekrarlayan gebelik kaybı ile protrombin gen
mutasyonu ilişkisini ortaya koydukları çalışmalarında, 99 olgudan oluşan çalışma
grubunda % 8.1, kontrol grubunda ise % 2.6’lık mutasyon oranları bulunmuş olup
fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0.13) (102).
Reznikoff M. ve ark (2001) tekrarlayan 1. trimester gebelik kaybı olan 260
hasta ve 240 kontrol grubunda F V Leiden ve protrombin G20210A mutasyonları
prevalansını incelemişlerdir. F V Leiden mutasyonu hasta grubunda 27/260
(%10.38), kontrol grubunda 11/240 (%4.6) olarak bulunmuştur (OR 2.4(1–5)).
Protrombin G20210A mutasyonu ise hasta grubunda 20/240 (%7.69), kontrol
grubunda 7/240 (%2.9) olarak bulunmuş (OR 2.7(1–7)) olup iki gen mutasyonu
açısından da iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğunu
belirtmişlerdir (p<0.05) 1(103).
Sarig ve ark (2002) çalışmalarında, F V Leiden gen mutasyon prevalansını
çalışma grubunda %25, kontrol grubunda %7.6 olarak bildirmişler, farkın istatistiksel
olarak anlamlı olduğunu belirtmişlerdir (p<0.05) (104).
Ridker ve ark (1998) tekrarlayan gebelik kaybı olgularında F V Leiden gen
mutasyon prevalansını %8, kontrol grubunda % 3.7 olarak bulmuşlardır. İki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunduğunu belirtmişlerdir (p<0.05) (105).
Rey ve ark’nın (2003) literatürde bulunan 1975-2002 yılları arasında
yapılmış 31 çalışmayı içeren meta-analizlerinde; F V Leiden mutasyonu erken (OR
2.01 (1.13-3.58)) ve geç (OR 7.83 (2.83-21.67)) tekrarlayan gebelik kayıpları ile
ilişkili bulunmuştur. Protrombin G20210A gen mutasyonu (OR 2.56(1.04-6.29))
tekrarlayan erken gebelik kayıpları ile ilişkili bulunmuştur. MTHFR gen mutasyonu
(OR 0.98(0.55-1.72)) ile tekrarlayan erken gebelik kayıpları arasında belirgin bir
ilişki bulunmamıştır. Meta-analiz sonucunda, tekrarlayan erken gebelik kayıpları
olan hastaların değerlendirilmesinde F V Leiden ve protrombin gen mutasyonu
araştırılması önerilmektedir (106).
Robertson ve ark’nın (2005) 1991-2002 yılları arasında yapılan 25 çalışmayı
içeren sistematik derlemesinde trombofili ve erken gebelik kayıpları arasındaki ilişki
42
değerlendirilmiş, homozigot F V Leiden mutasyonu (OR 2.71(1.32-5.58)),
heterozigot F V Leiden mutasyonu (OR 1.68(1.09-2.58)), heterozigot protrombin gen
mutasyonu (OR 2.49(1.24-5.00)) ile tekrarlayan gebelik kaybı arasında istatistiksel
olarak anlamlı ilişki saptamışlardır. Geç (>20 hafta) gebelik kaybı ile F V Leiden
arasındaki ilişkiyi (OR 4.12(1.93-8.81)) tekrarlayan erken gebelik kaybı ile F V
Leiden mutasyonu arasındaki ( OR 1.91(1.01-3.61) ilişkiden daha kuvvetli
bulmuşlardır. Homozigot F V Leiden mutasyonu ve hiperhomosistinemi erken
gebelik kayıplarında diğer trombofililere göre daha riskli olarak değerlendirilmiştir
(107).
Bu çalışmada multiple gen mutasyonu görülme oranları gruplara göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Çalışma grubunda
multiple gen mutasyonu görülme oranı %7.0 iken kontrol grubunda bu oran %2.1’dir
(OR 3.472 (0.375-32.17)).
Coulam ve ark (2006) tekrarlayan gebelik kaybı ile multiple trombofilik gen
mutasyonu arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarında, çalışma grubu ile kontrol
grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğunu belirtmişlerdir (p<0.05)
(108).
Sarig ve ark (2002) yaptıkları
çalışmada,
multiple trombofilik gen
mutasyonu oranını tekrarlayan gebelik kaybı olgularında %21, kontrol grubunda 5.5
olarak bulmuşlar, farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu belirtmişlerdir (p<0.05)
(104).
43
SONUÇLAR
Bu çalışmanın sonucunda Faktör V Leiden, protrombin ve MTHFR gen
mutasyonları açısından tekrarlayan gebelik kaybı olan çalışma grubu ile kontrol
grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gösterilememiştir (p>0.05). Ayrıca
multiple gen mutasyonu görülme oranları da gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Herediter trombofili insidansı nadir olduğu için trombofili taraması rutin
incelemede önerilmemektedir. Ancak erken yaşta nedeni bilinmeyen tromboz
hikayesi, gebelik, puerperium veya oral kontraseptif kullanımı nedeniyle tromboz
oluşan hastalarda trombofilinin ilk incelemede yapılması gerektiğini savunanlar da
bulunmaktadır.
Tekrarlayan gebelik kayıpları aileler için yıpratıcı bir durumdur. Aileye
ilgiyle
yaklaşılmalı
ve
gerekliyse
profesyonel
psikolojik
destek
almaları
sağlanmalıdır. Hastaların yarısında belirgin neden bulunamayacağı ancak bu gruptaki
hastalarda tedavi edilmeden bile başarılı gebelik oranlarının olduğu hatırlatılmalıdır.
Günümüzde kalıtsal trombofilide kötü obstetrik öyküsü olan gebelerde
tromboz profilaksisi uygulanımı kanıta dayalı tıp açısından ortaya konabilmiş
değildir ve kişisel tercihlere dayanmaktadır.
Gelecekte tekrarlayıcı gebelik kaybının etiyolojik nedenlerinin daha net
saptanması, tedavisinde fikir birliği oluşabilmesi ve standart tedavi protokollerinin
önerilebilmesi için randomize, kontrollü ve geniş hasta populasyonlarının dahil
olduğu yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
44
KAYNAKLAR
1) Jauniaux E, Burton G. Pathophysiology of Histological Changes in Early
Pregnancy Loss. Placenta 2005;26:114-123.
2) Zinaman M, Clegg E, Brown C, et al. Estimates of human fertility and pregnancy
loss. Fertil Steril 1996;65:503-509.
3) Stephenson M ve Kutteh W. EvaIuation and Management of Recurrent Early
Pregnancy Loss. Clin Obstet Gynecol 2007;50:132-145.
4) Li T, Tuckerman E, Laird S, et al. Endocrinological and endometrial factors in
recurrent miscarriage. BJOG 2000;107:1471-1479.
5) Stella C ve Sibai B. Thrombophilia and Adverse Matemal-Perinatal Outcome.
Clin Obstet Gynecol 2006;49:850-860.
6) Beksaç S, Demir N, Koç A, Yüksel A. Erken gebelik problemleri ve düşükler. Ed.
Beksaç S. Obstetrik, Maternal – Fetal Tıp ve Perinatoloji. 1. Baskı, Nobel tıp
kitapevi, Ankara 2001, s.1076-1085.
7) Atasü T, Şahmay Ş. Abortus. Ed. Atasü T. Jinekoloji. 2. Baskı, Nobel tıp kitapevi,
İstanbul 2001, s.533-545.
8) Malpas P. A study of abortion sequence. J Obstet Gynecol Br Emp 1938;45:932.
9) Warburton D, Fraser F. Spontaneous abortion risks in man: data from reproductive
histories collected in a medical genetics unit. Am J Hum Genet 1964; 16:1.
45
10)
Hassold T, Chiu D. Maternal age-specific rates of numerical chromosome
abnormalities with special reference to trisomy. Hum Genet 1985;70:11.
11) Warburton D, Kline J, Stein Z, Strobino B. Cytogenetic abnormalities in
spontaneous abortions of recognized conceptions. In: Porter IH ed. Perinatal
Genetics: Diagnosis and Treatment. Academic Pres, New York 1986, pp.133.
12) Dawood F, Farquharson R, Quenby S. Recurrent miscarriage. Curr Obstet
Gynaecol 2004;14:247-253.
13) Exalto N, Christiansen O, Farquharson F, Jauniaux E. Early pregnancy failure: a
review. Eur Clinics Obstet Gynaecol 2007;2:171-179.
14) Simpson J. Causes of Fetal Wastage. Clin Obstet Gynecol 2007;50:10-30.
15) Byrne J and Ward K. Genetic factors in recurrent abortions. Clin Obstet Gynecol
1994;37:693-704.
16) Porter T ve Scott J. Evidence-based care of recurrent miscarriage. Best Prac Res
Clin Obstet Gynaecol 2005;19:85-101.
17) Abalovich M, Gutierrez S, Alcaraz G, et al. Overt and subclinic hypothyroidism
complicating pregnancy. Thyroid 2002;12:63.
18) Coulam C and Stern J. Endocrine factors associated with recurrent spontaneous
abortion. Clin Obstet Gynecol 1994;37:730-744.
19) Miodovnik M, Skillman C, Holroyde J. Elevated maternal glycohemoglobin in
early pregnancy and spontaneous abortion among insulin-dependent diabetic women.
Am J Obstet Gynecol 1985;153:439-442.
20) Okon M, Laird S, Tuckerman E, Li T. Serum androgen levels in women who
have recurrent miscarriages and their correlation with markers of endometrial
function. Fertil Steril 1998;69:682-690.
46
21) Daya S. Evidence-based management of recurrent miscarriage: optimal
diagnostic protocal. International Congress Series 2004;1266:318-327.
22) Royal College of Obstetricians and Gynaecologists. The management of
recurrent miscarriage. RCOG Guideline 1998;17.
23) Acien P ve Acien M. Evidence-based management of recurrent miscarriage.
Surgical management. International Congress Series 2004;1266:335-334.
24) Leible S, Munoz H, Walton R, et al. Uterin arter blood flow velocity wave forms
in pregnant women with mullerian duct anomaly. A biologic model for
uteroplacental insufficiency. Am J Obstet Gynecol 1998;178:1048.
25) Propst A, Hill J. Anatomic factors associated with recurrent pregnancy loss.
Semin Reprod Med 2000;18:341.
26) Homer H, Li T, Cooke I. The septate uterus. A review of management and
reproductive outcome. Fertil Steril 2000;73:1.
27) Heinonen PKI, Saarikoski S, Pystynen P. Reproductive performance of women
with uterine anomalies. An evaluation of 182 cases. Acta Obstet Gynecol Scand
1982;61:157.
28) Fedele L, Bianchi S, Marchini M, et al. Residual uterine septum of less than 1 cm
after hysteroscopic metroplasty does not impair reproductive outcome. Hum Reprod
1996;11:727.
29) Goldenberg M, Sivan E, Sharabi Z, et al. Outcome of hysteroscopic resection of
submucous myomas for infertility. Fertil Steril 1995;64:714.
30) Patton P, Novy MJ. Reproductive potential of the anomalous uterus. Semin
Reprod Endocrinol 1988;6:217.
31) Drakeley AJ, Roberts D, Afirevic Z. Cervical stitch (cerclage) for preventing
pregnancy loss in women. The Cochrane Library 2003;4.
47
32) Royal College of Obstetricians and Gyneacologists. The investigation and
treatment of couples with recurrent miscarriage. RCOG Guideline 2003;17.
33) Brocklehurst P, Hannah M, McDonald H. Interventions for treating bacterial
vaginosis in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2000;262.
34) Laird S, Tukerman EM, Cork B, et al. A review of immune cells and molecules
in women with recurrent miscarriage. Hum Reprod Update 2003;9:163-174.
35) Pandey M, Rani R, Agrawal S. An update in recurrent spontaneous abortion.
Arch Gynecol Obstet 2005;272: 95-108.
36) Armstrong B, McDonald A, Sloan M. Cigarette, alcohol, and coffee consumption
and spontaneous abortion. Am J Public Health 1992;82:85.
37) Harlap S, Shiono PH. Alcohol, smoking, and incidence of spontaneous abortions
in the first and second trimester. Lancet 1980;173.
38) Gardella J, Hill J. Environmental toxins associated with recurrent pregnancy loss.
Semin Reprod Med 2000;18:407.
39) Guyton AC, Hall JE. Abortus. Ed. Çavuşoğlu HN. Tıbbi Fizyoloji. 9. baskı,
Nobel tıp kitabevi, İstanbul 1996, s.463-469.
40) Kişnişçi, Gökşin, Durukan ve ark. Rekürren abortus. Ed. Kişnişçi. Temel Kadın
Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. 1.Baskı, Güneş kitabevi, Ankara 1996, s.1312-1318.
41) Brenner B. Clinical management of thrombophilia-related placental vascular
complications. Blood 2004;103:4003-4009.
42) Letsky E, Swiet M. Maternal hemostasis coagulation problems of pregnancy. In:
Loscalzo J, Schafer AI eds. Thrombosis and Hemorrhagie. Blackwell Scientific
Publications, 1994, pp. 965-998.
48
43) Hellgren M. Hemostasis during pregnancy and puerperium. Haemostasis
1996;26:224-247.
44) Matsuura T, Kobayashi T, Asahina T, Kanayama N, Terao T. Is factor XII
deficiency
related
to
recurrent
miscarriage?
Semin
Thromb
Hemost
2001;27:115-120.
45) Robertson B ve Greaves M. Antiphospholipid syndrome: An evolving story.
Blood Reviews 2006;20:201-212.
46) Miyakis S, Loekshin MD, Atsumi T, et al. International consensus statement on
an update of the classification criteria for definite antiphospholipid syndrome. J
Thromb Haemost 2006;4:295-306.
47) Galli M ve Barbui T. Antiphospholipid antibodies and pregnancy. Best Prac Res
Clin Haematol 2003;16:211-225.
48) Vinatier D, Dufour P, Cosson M, Houpeau JL. Antiphospholipid syndrome and
reccurrent miscariages. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2001;96:37-50.
49) Pierangeli S, Chen P, Gonzalez EB. Antiphospholipid antibodies and the
antiphospholipid syndrome: an update on treatment and pathogenic mechanisms.
Curr Opin Hematol 2006;13:366-375.
50) McNeil H, Chesterman CN, Kirilis SA. Immunology and dinical importance of
antiphospholipid antibodies. Adv Immunol 1991;49:193-197.
51) Urbanus R, Derksen R, Groot PG. Current insight into diagnostics and
pathophysiology of the antiphospolipid syndrome. Blood Rev 2008;22:93-105.
52) Carp HJA. Antiphospholipid syndrome in pregnancy. Curr Opin Obstet Gynecol
2004;16:129-135.
49
53) D'IppoIito S, Di Simone N, Di Nicuolo F, Castellani R, Caruso A.
Antiphospholipid Antibodies: Effects on Trophoblast and Endothelial Cells. Am J
Reprod Immunol 2007;58:150-158.
54) Griffin JH. Control of coagulation reactions. In: Beutler E, Lichtman MA Eds.
Williams Hematology, 6th ed. McGraw-Hill, 2000:1435-1449.
55) Zöller B, Svensson P, He X et al. Identification of the same factor V gene
mutation in 47 out of 50 thrombosis-prone families with inherited resistance to
activated protein. Can J Clin Invest 1994;94:2521-2524.
56) Foka ZJ, Lambropoulos AF. Factor V leiden and prothrombin G20210A
mutations, but not methylenetetrahydrofolate reductase C677T are associated with
recurrent miscarriages. Hum Reprod 2000;15:458-462.
57) Poort SR, Rosendaal FR, Reitsma PH, Bertina RM. A common genetic variation
in the 3’-untranslated region of the prothrombin gene is associated with elevated
plasma prothrombin levels and an increase in venous thrombosis. Blood 1996;
88:3698-3703.
58) Goodnight SH, Griffin JH. Hereditary thrombophilia. In: Beutler E, Lichtman
MA eds. Williams Hematology 2000:1697-1714.
59) Frosst P, Blom HJ, Milos R, et al. A candidate genetic risk factor for vascular
disease: A common mutation in methylenetetrahydrofolate reductase. Nat Genet
1995;10:111-113.
60) Briet E, Broekmans AW, Engesser L. Hereditary protein S deficiency. In:
Bertina RM ed. protein C and related proteins. Edinburgh, UK, Chuchill Livingstone,
1988;203.
61) Güleç S, Aras O, Akar E ve ark. MTHFR gene polymorphism and risk of
premature myocardial infarction. Clinical Cardiology 2001;24:281-284.
50
62) Ray JG, Laskin CA. Folic acid and homocysteine metabolic defects and the risk
of placental abruption, pre-eclampsia and spontaneous pregnancy loss. Placenta
1999;20:519-529.
63) Ueland P, Refsum H, Stabler S, et al. Total homocysteine in plasma or serum:
Methods and clinical applications. Clin Chem 1993;39:1764-1779.
64) Welch G, Loscalzo J. Homocysteine and atherothrombosis. N Engl J Med
1998;338:1042-1051.
65) Lockwood C. Inherited thrombophilias in pregnant patients: Detection and
treatment paradigm. Obstet Gynecol 2002;1999:333-341.
66) Lockshin MD. Pregnancy loss and antiphospholipid antibodies. Lupus
1998;2:86-89.
67) Dahlback B. The protein C antikoagulant system: Inherited defects as basis for
venous Thrombosis. Thromb Res 1995;77:1.
68) Charles JL. Heritable coagulopathies in pregnancy. Obstet Gynecol Surv
1999;54:754-765.
69) Griffin J, Evatt B, Zimmerman T, Kleis A, Widerman C. Deficiency of protein C
in congenital thrombotic disease. J Clin Invest 1981;68:1370.
70) Faught W, Garner PJ, Jones G, Ivey B. Changes in protein C protein S levels in
normal pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1995;72:147-150.
71) Comp P, Thurnau GR, Welsh J, Esmon CT. Functional and immunologic protein
S levels are decreased during pregnancy. Blood 1986;68:881-885.
72) Infante C, Rivard GE, Yotov WV. Absence of association of thrombophilia
polymorphisms with intrauterine growth restriction. N Engl J Med 2002;347:19-25.
51
73) Goldstein SR. Embryonic death in early pregnancy: a new look at the first
trimester. Obstet Gynecol 1994;84:294-297.
74) Dizon DS, Meline L, Nelson LM, Varner M, Ward K. Fetal carriers of the factor
V Leiden mutation are prone to miscarriage and placental infarction. Am J Obstet
Gynecol 1997;177:402-405.
75) Hashimoto K, Shizusawa Y, Shimoya K, et al. The factor V Leiden mutation in
Japanese
couples
with
recurrent
spontaneous
abortion.
Hum
Reprod
1999;14:1872-1874.
76) Yusoff N, Abdullah W, Gazali S, et al. The absence of faktör V Leiden mutation
in Malays with recurrent spontaneous abortions. Aust NZJ Obstet Gynaecol
2002;42:164–166.
77) Donna S, Dizon T, Sanja K, Ware B, Kenneth W. The factor V Leiden
mutationis not a common cause of recurrent miscarriage. J reprod Immunol
1997;34:217–223.
78) Kutteh W, Pork WM, Deitcher SR. Hypercoagulable state mutation analysis in
white patients with early first trimester recurrent pregnancy loss. Fertil Steril
1998;71:1048-1053.
79) Rai R, Shlebak A, Cohen H, et al. Factor V Leiden and acquired activated protein
C resistance among 1000 women with recurrent miscarriage. Hum Reprod
2001;16:961-965.
80) Grandone E. Margaglione D, Colaizzo M, et al. Factor V Leiden is associated
with repeated
and
recurrent unexplained
fetal losses. Thromb
Haemost
1997;77:822-824.
81) Balasch J, Reverter JC, Fábregues F, et al. First-trimester repeated abortion is not
associated with activated protein C resistance. Hum Reprod 1997;12:1094-1097.
52
82) Raziel A, Kornberg Y, Friedler S, et al. Hypercoagulable thrombophilic defects
and hyperhomocysteinemia in patients with recurrent pregnancy loss. Am J Reprod
Immunol 2001;45:65-71.
83) Pickering W, Marriott K, Regan L. G20210A prothrombin gene mutation:
prevalence in a recurrent miscarriage population. Clin Appl Thromb Hemost
2001;7:25-28.
84) Aksoy M, Tek İ, Karabulut H, Berker B, Söylemez F. Habituel abortuslarda
Faktör V Leiden ve Faktör II G20210A mutasyonu. Turkish Journal of Haematology
2004;21.
85) Unfried G, Griesmacher A, Weismüller W. The C677T polymorphism of the
MTHFR gene and idiopathic recurrent miscarriage. Obstetrics and Gynecology
2002;99:614-619.
86) Wang X, Lin QD, Ma Z, Zhao AM. C677T and A1298C mutation of the
methylenetetrahydrofolate reductase gene in unexplained recurrent spontaneous
abortion . Zhonghua Fu Chan Ke Za Zhi 2004;39:238-241.
87) Lissak A, Sharon A, Fruchter O, et al. Polymorphism for mutation of cytosine to
thymine at location 677 in the methylenetetrahydrofolate reductase gene is associated
with recurrent early fetal loss. Am J Obstet Gynecol 1999;181:126-130.
88) Holmes ZR, Regan L, Chilcott I, Cohen H. The C677T MTHFR gene mutation is
not predictive of risk for recurrent fetal loss. Br J Haematol 1999;105:98-101.
89) Makino A, Nakanishi T, Sugiura M. No association of C677T MTHFR and an
endothelial NO synthase polymorphism with recurrent pregnancy loss. Am J Repro
Immu 2004;52:60-66.
90) Dilley A, Bentino C, Hooper WC, et al. Mutations in the faktor V, Protrombin
and MTHFR genes are not risk factors for recurrent fetal loss. J Maternal Fetal
Neonatal Med 2002;11:176-182.
53
91) Jivraj S, Rai R, Underwood J, Regan L. Genetic thrombophilic mutations among
couples with recurrent miscarriage. Hum Reprod 2006;21:1161-1165.
92) Pauer HU, Voigt-Tschirschwitz T, Hinney B, et al. Analyzes of three common
thrombophilic gene mutations in German women with recurrent abortions. Acta
Obstet Gynecol Scand 2003;82:942-947.
93) Pihusch R, Buchholz T, Lohse P, et al. Thrombophilic gene mutations and
recurrent spontaneous abortion. Am J Reprod Immunol 2001;46:124-131.
94) Finan RR, Tamim H, Ameen G, Sharida HE, Rashid M. Prevalence of factor V
G1691A (factor V-Leiden) and prothrombin G20210A gene mutations in arecurrent
miscarriage population. Am J Hemotol 2002;71:300-305.
95) Kumar KS, Govindaiah V, Naushad SE, Devi RR, Jyothy A. Plasma
homocysteine levels correlated to interactions between folate status and methylene
tetrahydrofolate reductase gene mutation in women with unexplained recurrent
pregnancy loss. J Obstet Gynaecol 2003;23:55-58.
96) Mtiraoui N, Borgi L, Gris JC, Almawi WY, Mahjoub T. Factor V Leiden,
prothrombin
G20210A and antibodies
against phospholipids in recurrent
spontaneous abortion. J Thromb Haemost 2004;2:148 2-1484.
97) Goodman CS, Coulam CB, Jeyendran RS, Acosta VA, Roussev R. Which
thrombophilic gene mutations are risk factors for recurrent pregnancy loss? Am J
Reprod Immunol 2006;56:230-236.
98) Ramzi R, Tamim H, Ameen G. Prevalence of Factor V Leiden and Prothrombin
G20210A gene mutations in a recurrent miscarriage population. Am J Hemotol
2002;71:300-305.
99) Couto E, Barini R, Zaccaria R. Association of ACA and C677T in MTHFR
mutation in women with recurrent spontaneeous abortions: a new path to
thrombophilia? Sao Paulo Med J 2005;123:15-20.
54
100) Nelen WL, Steegers EA, Eskes TK, Blom HJ. Genetic risk factor for
unexplained recurrent early pregnancy loss. Lancet 1997;350:861.
101) ) Kupferminc MJ, Peri H, Zwang E, et al. High prevalence of the prothrombin
gene mutation in women with intrauterine growth retardation, abruptio placentae and
second trimester loss. Acta Obstet Gynecol Scand 2000;79:963-967.
102) Santoro R, Iannaccaro P, Sottilotta G. Prothrombotic gene mutations in women
with
recurrent
abortions
and
intrauterine
fetal
death.
Minerva
Ginecol
2005;57:447-450.
103) Reznikoff MF, Cayol V, Carbonne B, et al. Factor V Leiden and G20210A
prothrombin mutations are risk factors for very early recurrent miscarriage. BJOG
2001;108:1251-1254.
104) Sarig G, Younis JS, Hoffman R, et al. Thrombophilia is common in women
with idiopathic pregnancy loss and is associated with late pregnancy wastage. Fertil
Steril 2002;77:342-347.
105) Ridker PM, Miletich JP, Buring jE, et al. Factor V Leiden mutation as a risk
factor for recurrent pregnancy. Am Intem Med 1998;128:1000-1003.
106) Rey E, Kalın SR, David M, Shrier I. Thrombophilic disorders and fetal loss: a
metaanalysis. Lancet 2003;361: 901-908.
107) Robertson L, Wu O, Langhome P, et al. Thrombophilia in pregnancy: a
systematic review. Br J Haematol 2005;132:171-196.
108) Coulam C, Jeyendran RS, Fishel LA, Roussev R. Multiple thrombophilic gene
mutations rather than specific gene mutations are risk factors for recurrent
miscarriage . Am J Reprod Immunol 2006;55:360-368.
55
Download