Küreselleşme ve devletin değişen rolü Küreselleşme ve devletin

advertisement
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Meral Fırat1
Özet
Bu çalışmada küreselleşme ile beraber devletin rolündeki değişim ve makro ekonomik politikalar
incelenmiştir. Devletin makro ekonomik konularda üstlenmesi gereken yeni sorumluluklar bu çerçevesinde
ele alınmıştır. Harcama politikası, yeni vergi tasarısı, birincil fazla, dış ticaret konuları bu bağlamda
incelenmiştir. Son olarak küreselleşme ile beraber gelir dağılımında meydana gelen değişim araştırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Devletin Değişen Rolü, Kamu Harcaması, Birincil Fazla, Dış Ticaret
Globalizasyon and chancing role of Govergment
Abstract
In this paper; Together with globalization, changing role of the goverment and macro ekonomic policy are
examined. Goverment new responsility abaut economic policy to take up. Expenditure policy, new tax policy,
primary surplus, foering trade policy 'connecting with this are examined. At the last one together with
glabalization changing income distribution are examined.
Key words: Globalization, Changing Goverment Role, Expenditure Policy, Primary Surplus, Foreing Trade.
Giriş
Keynezyen devirde, sanayi ekonomilerinde devletin ekonomideki rolü konusunda büyük ölçüde bir görüş
birliği sağlanmıştı. Makro ekonomik açıdan, devlet, tam istihdamı korumak için öncelikle maliye politikası
araçlarından faydalanarak, toplam talebi kontrol etmek sorumluluğunu üstlenmişti. Ödemeler dengesi, döviz
kurunun yükselmesi ve hem sermaye hem de cari işlemler üzerindeki kontroller nedeniyle, makro ekonomik
politika üzerinde engel teşkil etmekteydi. Sermaye kontrolleri dünya çapında adil bir şekilde uygulanıyordu.
Mikro ekonomik ve sektörel ya da endüstriyel açıdan, bir kamu sorumluluğu olarak görülen temel altyapı
hizmetlerinin tedariki, devletin en önemli görevleri arasında yer almakta idi. Çünkü; bu sorumluluk, hem
zorunluluktan hem de devletin doğal bir tekel oluşturma özelliğinden kaynaklanıyordu.
Sözünü ettiğimiz bu sorumluluklar, sadece devlet harcamalarında ve vergilerde önemli bir rol oynamakla
kalmayıp aynı zamanda ekonomik faaliyetlerde ağırlıklı olarak önemli bir rol üstlenen "büyük devlet"i
zorunlu kılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde, devletlerin görev alanları daha geniştir. Bu görevler, doğrudan
yatırım sorumluluğu ve üretim kararlarının koordinasyonunu içermektedir. Çünkü; piyasanın, çok önemli
1 İstanbul Aydın Üniversitesi Öğr. Görevlisi
E-mail :meralfrt@hotmail.com Tel: 0532 204 91 69 ve 0212 430 11 23
1
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
alanlarda yatırımları ve üretimi tek başına belirleyemeyecek kadar zayıf ya da kararsız bir yapıya sahip olduğu
düşünülmüştür.
Bu konudaki görüş birliği, 70'li yıllarda zayıflamaya, bozulmaya başlamıştır. Bu dönemde, iki kez petrol
fiyatlarında yaşanan şoklar, OECD ülkelerinde enflasyonun sürekli olarak artış göstermesi, işsizlikenflasyon-hasılat ve maliyet dengesinin istikrarına olan güveni sarsmıştır. OECD ülkelerinde, gittikçe
kötüleşen verimlilik ve artan işsizliğe beklenildiği gibi geleneksel talep yönetimi ve devlet müdahalesiyle
karşılık verilmemiştir.
Bu deneyimlerden ders alınmış ve devlet hakkındaki beklentiler daha tutarlı hale gelmiştir. Keynezyen
politikanın bir dereceye kadar başarısının bir sonucu olarak (1930'larda talep çöküşünü önlemede), dikkatler
enflasyonun kontrolüne çevrilmiş ve işsizlik yapısal bir fenomen olarak algılanmaya başlamıştır. Devletin
neleri tedarik etmesi gerektiğini içeren talimatlardaki azalış, piyasaların potansiyel faaliyet alanlarının,
olanaklarının ve güçlerinin değer kazanmasına yol açmıştır. Artık ekonomiler dış ticarete ve sermaye
hareketlerine açık bir hale gelmiştir.
Büyük teknolojik gelişmeler yaşanmış ve ekonomik faaliyetler ve bilgi daha hareketli hale gelmiştir.
Bu çalışmanın amacı, Keynezyen düşüncelerin geniş ölçüde uygulandığı 50 yıldan beri yaşanan deneyimlerin
ışığında, makro ekonomik politikayı ve devletin rolünü, dünya ekonomisinin değişen yapısını ve ekonomik
düşüncelerin gelişimini değerlendirmektir.
Dünyada yaşanan ekonomik değişimler
Küreselleşme
Küreselleşme, özellikle 1980 sonraları ve 1990 başlarından itibaren dünyada yaygın olarak kullanılmaya
başlanan bir kavramdır. Küreselleşme aslında çok boyutlu bir gelişmedir; şöyle ki ekonomik olduğu kadar
sosyal, siyasal, kültürel, vs. yönleri de bulunmaktadır. Ekonomik anlamda küreselleşmenin üç boyutu dikkat
çekicidir: Ticari küreselleşme veya küresel ticaret, diğerlerinden daha eski bir gelişmedir. Bu gelişme, 1947'
de kurulan GAAT çerçevesinde gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılarak uluslararası ticaretin evrensel
boyutlarda serbestleştirilmesi çalışmaları ile başlamıştır. Bugün GATT'ın yerine Dünya Ticaret Örgütü- DTÖ
(World Trade Organization-WTO) geçmiş bulunmaktadır. Mali küreselleşme, ülkelerin kısa ve uzun vadeli
sermaye akımlarıyla ilgili olarak uygulamakta oldukları engel ve kısıtlamaları kaldırıp yurt içi piyasaların
dünya piyasaları ile bütünleştirmelerinin bir sonucudur. Bu gelişmeler dolayısıyla sermayenin uluslararası
alanda dolaşımında büyük artışlar olmuş ve dünya tek bir mal piyasası durumuna dönüşmüştür. Mali
küreselleşme olayı 1980 sonrası döneme aittir ve küreselleşme kavramı da özellikle mali liberalleşme ile
birlikte yaygınlık kazanmıştır. Ekonomik küreselleşmenin üçüncü boyutu üretimin küreselleşmesidir ki, buda
sınır ötesi üretimin yaygınlaşmasını ifade eder. Başka bir deyişle, günümüzde dünya üretiminin çok önemli
bir payı çok uluslu işletmeler tarafından ana ülke sınırları dışında gerçekleştirilmektedir. Aslında bu
anlamdaki küreselleşmede çok yeni olmayıp İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme kadar inmektedir.2
Yeni ekonomik düzen, 1970'li yılların sonu ve 1980'li yılların başında ABD'de "muhafazakarların" piyasa
ekonomisini kamu müdahalelerinden arındırma eylemiyle başladı. Reaganomics, Başkan Reagan dönemini
tanımlayan ve daha serbestleştirilmiş bir dünya ekonomisi yaratmak amacına dönük politikalar demetini
oluşturan bu yeni ekonominin ilk adı oldu. Batı Avrupa'ya, İngiltere'de Başbakan Demir Margaret Thatcer'in
politikaları yoluyla girdi. Aynı dönemde bir dizi G.O.Ü'in borç ödeyemez duruma düşmesi, bunların
Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama,12.bs, İstanbul, Güzem Yayınlan,
No:14,1998,s.189-190 Merkez: ABD, İngiltere gibi gelişmiş 2
ülkeler.
2
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
uluslararası kredi kuruluşları (IMF ve Dünya Bankası) aracılığıyla Merkez'in hedeflediği politikalara
sokulmasını sağladı. Serbestleşme rüzgarı, 1980'li yılların ortasında Gorbaçov S.S.C.B'de iktidara geldiğinde,
Doğu Bloku'na geçti; 1980'li yılların sonunda bu dalga daha da hızlandı. Blok parçalanmakla kalmadı, bir
yandan kominist rejimler yerini demokrasi -serbest piyasa ekonomisi hedeflerine ve yaygın krize bırakırken,
bir yandan S.S.C.B. dağıldı. Bu ülkelerin politik ve ekonomik düzenlerinin altüst olduğu 1990'lı yıllarda
koşulsuz serbest piyasa ekonomisi yanlısı ABD'li danışmanlar, aynı düzeni bunlara hiç olmazsa ismen kabul
ettirmede etken oldu. Birkaçı ağır dış borçlu bu ülkelerin Merkez'in kredi kurumlarından borçlanabilmekten
başka çareleri de yoktu zaten. Böylece on yıl gibi kısa bir sürede, serbestleşme-küreselleşme-akımı dünyanın
küçümsenmeyecek kadar geniş bir alanına yayılmış bulunuyordu. Bunların dışında kalan ülkelerin bir kısmı
ise sürüden ayrılmama, dışlanma tehlikesine düşmeme gibi endişelerle aynı yolu izledi.3
Devletin değişen rolü
1950'lerden bu yana, kamu maliyesi iktisatçıları devletin normatif ve pozitif rolleri arasında ayrım yapılması
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Devletin normatif rolü; refahı maksimize etmek için ne yapması gerektiğini,
pozitif rolü ise; devletin aktif olarak fiilen yaptıklarını ifade eder. Devletin bu rolleri arsında farlılıklar vardır.
Devletin geçmişte izlemiş olduğu politikalar çoğunlukla bugünkü davranışlarını etkilemeye devam
etmektedir. Dolayısıyla, çoğu ülkede, devletin pozitif rolünü normatif rolüne yakınlaştıracak reformlara
ihtiyaç vardır. İktisatçıların ve siyaset bilimcilerin devletin ekonomideki rolünü değerlendirirken çoğunlukla
ele aldıkları kriter, vergi gelirinin ya da devlet harcamalarının GSYİH'ye oranıdır. Bu kritere göre,
sanayileşmiş ülkelerde devletin ekonomideki rolü gelişmekte olan ülkelere nazaran daha geniştir. (ortalama
iki katıdır.) Örneğin; böyle bir oran İsveç'te Çin'e nazaran yaklaşık beş kat daha fazladır. Ancak bu konuda
bilgi sahibi olan araştırmacılar, çoğunlukla gerçeğin farklı olduğunu ileri sürmekteler. Onlara göre; son 10
yılda gelişmekte olan ülkelerin kamu sektörleri, düzenleyici politikalar yoluyla sanayileşmiş ülkelerin
hükümetlerinden daha fazla rol üstlenmiş durumdadır. (genel olarak yatırımların, kredilerin, dövizlerin ve
ekonomik kaynakların dağılımı konularında) 20. yüzyılda ise, devletin ekonomideki rolünün genişlediği
görülmüştür. Böyle bir genişleme, özellikle GSYİH'nin bir yüzdesi olarak kamu harcamalarındaki büyüme
verilerinden anlaşılmaktadır. Yeni sanayileşen ülkelerde bu oran, ortalama olarak 1913 yılında %12'den 1995
yılında %45'e kadar yükselmiştir. Hem siyasi hem de ideolojik faktörler bu büyümeye katkı sağlamıştır.4
Neoliberal iktisatçılar, devletin rolünü mülkiyet haklarının ve tam rekabet koşullarının sağlanmasıyla sınırlı
tutmayı tercih ederler. Bu iktisatçılar, devlet erkini elinde tutanların ellerindeki gücü kötüye kullanmanın
çekiciliğine kapılacakları ve devlet müdahalelerinin olumlu sonuçlar doğurmayacağı şeklinde yoğun bir
kötümserliğe sahiplerdir. Neoliberal algılayışa göre devlet erkini elinde tutanlar, toplumun çıkarları ile
çatıştığı durumda bile kendi çıkarları peşinde koşmaya devam ederler. Önerilen çözüm, devletin ekonominin
işleyişini piyasaya bırakması, kaynak dağılımını etkilemeyecek şekilde iktisadi karar sürecinin dışına
çıkmasıdır. Burada gerçeklerle uyuşmayan iki temel varsayım yapılmaktadır: 1)Rant oluşmasına neden olmak
ve rant peşinde koşmak "kötü"dür ve ortadan kaldırılmalıdır; ve 2) Piyasa mekanizması rant oluşumuna izin
vermez. Rant oluşumuna olanak tanıyan devlettir ve devlet ekonomik karar sürecinin dışına çıkarılırsa rant
problemi çözülmüş olur.5
Gülten Gazgan, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye'nin Yeri, 2. Baskı, İstanbul , Altın Kitapları
Yayınevi,1995,s.45-46
3
4
Vito Tanzi , "The Chancing Role of the State in the Economy: A Hıstorical Perspective" IMF Working Paper/
No:97/114, 1997,www.ımf.org
Mustafa Erdoğdu, Sürdürülebilir Kalkınma ve Kriz Riski: Türkiye İçin Politika Önerileri, İstanbul, 2004,
3
s.12
5
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Ancak, reform sürecinin devamlılığı için, siyasal süreçlerden olabildiğince soyutlanmış bir devletin tahayyül
edildiğini söylemek mümkündür. Çarpıcı bir biçimde ifade etmek gerekirse, 'iyi yönetişim'in yolu 'özerk
devlet'ten geçmektedir. Çünkü kaynak dağıtım süreçlerine siyasal müdahalelerin yarattığı 'çıkar
koalisyonlarının' olumsuz etkilerinin sona erdirilmesi, salt etkin kaynak kullanımı açısından değil, aynı
zamanda reform sürecinin devamlılığı için de gerekli görülmektedir. Neoliberal anlayışa göre, piyasanın
devletten özerkleşmesi hedeflenir ve siyasetin ekonomiden elini çekmesi gerektiği vurgulan ırken, kapitalist
düzenin yeniden yapılandırılması açısından gerekli görülen reformlar için karar alıcıların toplumdan
özerkleşmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği örneğinde görüldüğü ve
katılım süreçlerine ilişkin kriterlere de yansıdığı gibi, üye ya da aday devletler belli karar alma yetkilerini
ulus-üstü düzeye aktardıkları ölçüde, 'düzenleyici devlet' yeni boyutlar kazanmaktadır. Öte yandan,
reformların yaşama geçirilmesi için toplumsal destek oluşturmanın önemli olduğuna inanılmakta, reform
sürecini destekleyecek bir 'kazananlar' koalisyonu oluşturmak için devletin kaynak dağıtım süreçlerine
müdahale etmeye devam etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Böylece, Latin Amerika'dan, Avrupa Birliği üyelerine
uzanan bir dizi ülkede, rekabetçi yapıların oluşturulması gerekçesiyle ve kamu hizmetlerinin giderek
özelleştirilmesi ve metalaştırılmasına yönelik olarak yapılan müdahaleler bir gerçeği gözler önüne
sermektedir: Kapitalist düzende, devlet ve ekonominin kendi kurumsal kurallar ı ve önceliklerine bağlı olarak
işleyen 'özerk yapılar' olarak savunulması mümkün değildir. 6Harcamaların finansmanı
Piyasa ekonomisine müdahale gereğinin artması sonucu, kamu harcamalarının mümkün olan en düşük
düzeyde tutulması, bütçe denkliği ve vergilerin tarafsızlığı ilkeleri günümüzde geçerliliğini büyük ölçüde
yitirmiştir.
Bügünki maliye politikası yaklaşımında, kamu harcamalarının mümkün olan en düşük düzeyde tutulması
ilkesi geçerli değildir. Kamu kesimince kullanılan parasal ve reel kaynakların sınırını, kamu kesimine
yüklenen görevler belirler. Piyasada oluşan kaynak dağılımının düzeltilmesi, gelir bölüşümündeki aşırı
farkların giderilmesi, mevcut kaynakların tam kullanımının ve birikimli bir gelişme ve büyüme hızının
sağlanması için uygulanan maliye politikaları, kamu harcamalarının milli gelire oranının bütün ülkelerde
yükselmesine sebep olmuştur. Toplum açısından önemli olan bütçe denkliği değil, tam istihdamın ve fiyat
istikrarının sağlanması ve milli gelir artışıdır. Eğer bu amaçlarla çelişmiyorsa bütçe açık veya fazla verebilir.
Vergiler hiçbir zaman tarafsız olmamıştır. Vergiler gelir bölüşümünü, buna bağlı olarak talebin bileşimini ve
kaynak dağılımını muhakkak değiştirir. Bu etkileri, kabul edilen iktisat politikasını amaçlarına uygun olarak
yönlendirmek gerekir.7
Orta vadenin üzerinde, büyük hacimli harcamalar vergiler yoluyla finanse edilmelidir. Borçlanma
alternatifleri ve senyorajın güçlü sınırlamaları vardır. Reel faiz oranlarının büyüme oranlarında daha yüksek
olduğu bir dünyada, borçlanma sınırlanmıştır. Devletin kısa vadede borcun GSYIH'ya oranındaki artışları
önlemek için birincil fazlaya sahip olması gerekir. Enflasyonist bir ortamda, insanlar paradan kaçtıkları için
senyorajın enflasyon vergisiyle yakından bir ilişkisi vardır. Özelleştirme, sınırlı gelirleri yalnızca kısa
dönemde artırabilir.Yine de, devlet mülkiyetindeki girişimlerdeki kayıplar nedeniyle bütçe gelirleri üzerinde
oluşan ağır masrafları durdurur. Kuramsal bir vergi yapısı ve gelir düzeyini ele alalım. GSYIH'nin %50'si
vergileme potansiyelinin bir üst limiti olarak görülebilirken, bir sanayi ülkesi için gelir oranları arzu edilebilir
düzeyde değildir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, düşük seviyeler beklenmesi gerekirken, önemli ölçüde gelir
seviyelerine rastlanabilir. Şimdi harcamaların finansmanı için uygun vergi tapısı tasarımını inceleyelim:8
Bir Vergi Yapısı Tasarımı
Bağımsız Sosyal Bilimciler, "IMF Gözetiminde On Uzun Yıl" B.S.B. 2006 Yılı Raporu, Ankara, 2008,s.5
Sevim Görgün, Maliye Politikası Ders Notları, İstanbul, 1994,s.50
8
Nicholes Stern, "Macroekonomic Policy and The Role of the State in a Changing World", EBRD, Working Paper,
4
Report No:19, June 1996
6
7
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Vergi
Tanımı
KDV veya satış vergileri
%20 oranında,
Sigara, alkol ve petrol ürünlerinden %50 oranında,
alınan tüketim vergileri
Kişisel gelir vergisi ve sosyal %32 oranında,
güvenlik katkıları
Kurumlar Vergisi
%35 oranında,
Toplam
Gelir
GSYIH'nin %12'si
GSYIH'nin %5'i
GSYIH'nin %26'sı
GSYIH'nin %7'si
GSYIH'nin %50'si
Kaynak Nicholes Stern, "Macroekonomic Policy and The Role of the State in a Changing World", EBRD,
Working Paper, Report No:19, June 1996
Gelişmekte olan ülkeler için, göreceli olarak daha önemli hale gelen dolaylı vergilerle birlikte, vergileme
modelleri de farlılık arz etmektedir. Ayrıca, genellikle ithalat vergileri gelire büyük ölçüde katkı sağlar.
Dolaylı vergiler ve ticari vergilerden elde edilen gelirlerin, doğrudan vergilerden elde edilen gelirlere oranı,
ortalama olarak 2:1 olacaktır. Doğrudan vergiler arasında, kurumlar vergisi, genellikle kişisel gelir
vergilerinden ve sosyal güvenlik katkılarından daha önemlidir. Sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki
vergi modelleri ile gelişmekte olan ülkeler arasında uygulanan modeller oldukça farklıdır.
Kamu harcamaları ekonomide fiyatlar genel seviyesinde hızlı ve sürekli bir artış olarak ifade edilen
enflasyona neden olmaktadır. Kamu kesimi tarafından yapılan harcamalarda meydana gelen artışlar
ekonomide toplam talebi artırarak enflasyon üzerinde bir etki oluşturabilmektedir. Ayrıca kamu
harcamalarının finansman yöntemi de enflasyon üzerinde etki yaratabilir. Monetarist görüşe göre enflasyon
parasal bir olgudur. Buna göre eğer kamu harcamaları yeni para yaratılması yoluyla finanse edilirse
enflasyonist baskılar oluşmaktadır. Kamu harcamalarının borçlanma ile finansmanı durumunda da kamu
harcamalarında artış enflasyonu artırıcı bir etki yaratabilir. 9
Makro ekonomik istikrar
Makro ekonomik istikrar maliye ve para politikaları yoluyla sağlanacaktır.
Sürdürülebilir Açıklar: Mali açıkların hangi seviyede olması gerektiğini, makul seviyesini gösteren bir teori
yoktur. Uzun dönemde mesele, devletin borç ödeme gücü ve gelecekteki vergi yükleri ya da borç faizlerinin
ödenmesi için harcamalarda yapılacak kesintiler olacaktır. Uzun dönemde ödeme gücü sınırı, borcun
GSYIH'ye oranının kontrol edilmesi şeklinde ifade edilir.
Birincil fazla, reel faiz oranı ve büyüme oranı arasındaki farkı aştığı takdirde borcun GSYIH'ye oranı
düşecektir. Şöyleki:10
Birincil fazla > (reel faiz oranı-büyüme oranı) borç
GSYIH
Eğer borcun GSYIH'ye oranı artışına engel olmak istiyorsak, birincil fazlanın ödenebilir borç faizlerini
karşılaması gerekir. Borçlanma arttıkça ve reel faiz oranı büyüme oranını daha fazla aştıkça, birincil fazla
daha büyük olacaktır. Örneğin; reel faiz oranı %5, büyüme oranı %3 ve borcun GSYIH'ye oranı 0,5 ise; o
zaman birincil fazlanın, borcun GSYIH'ye oranını dengelemesi, istikrarı sağlaması için GSYIH'nin %1'i
olması gerekir.
Mehmet Şahin, Çiğdem Özenç, "Kamu Harcamaları ile Makro Ekonomik Değişkenler Arasındaki Nedensellik
İlişkileri",Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Yönetim Bilimleri Dergisi, Çanakkale,Cilt:5, Sayı: 2, 2007,s.199
10
Nicholes Stern, "Macroekonomic Policy and The Role of the State in a Changing World", EBRD, Working Paper,
5
Report No:19, June 1996
9
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Bu basit hesaplamalar, borcun GSYIH'ye oranının dengelenmesinde, istikrarın sağlanmasında, reel faiz
oranlarındaki uluslararası artışın önemini ortaya koymaktadır. Örneğin; 1950, 1960 ve 1970'li yıllarda
gelişmekte olan dört ülkenin reel faiz oranı ve büyüme oranı arasındaki fark ortalama %-2 iken, sonradan bu
oran %+3 olmuştur. Bir devlet için, tutarlı/ılımlı bir borçlanma oranının GSYIH'nin %50'sidir. Bu %5'lik
artış, birincil fazlanın artırılması gerektiğinin ya da borcun GSYIH'ye oranının artışını önlemek için açığın
%2,5 oranında azaltılması gerektiğini gösterir. Dolayısıyla, uzun dönemde, borcun GSYIH'ye oranının daha
fazla artmasını önlemek için birincil fazla gerekli olacaktır.
Devletin bütçe açıklarını borçlanma ile finanse ettiği varsayımı altında büyük kamu borçları varlığının maliye
politikası açısından bazı sonuçlar doğuracağı açıktır. Doğaldır ki, büyük kamu borçlarının maliye politikası
üzerindeki önemli bir etkisi borç servisi gereğinin doğrudan bir sonucu olmaktadır. Devlet faiz ve anapara
ödemelerini yapmak zorundadır. Böylece devlet gelirinin ve faiz dışı kamu harcamalarının değişmeden
kaldığı bir durumda, kamu borçlarındaki bir artışa bağlı olarak faiz ödemelerindeki bir artışın bütçe açığını
artıracağı doğaldır. Bu durumda bütçe açıklarını kapatmak için yeni mali kaynaklar bulmak gerekli
olmaktadır. Bu kaynaklar, daha fazla borçlanma uygun olmadığı zaman, ya faiz dışı kamu harcamalarını
kısmak ya da vergileri artırmaktır. Bu ise, büyük kamu borçlarının maliye politikası üzerinde meydana
getirdiği önemli bir sınırlamadır. Çünkü bu sınırlama ekonominin potansiyel büyümesi açısından önemli
olmaktadır. 11
Kamu harcamaları yönetimi, toplumun sosyal ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak hazırlanan bütçeye
yansır. İyi bir kamu harcamaları yönetimi başlıça üç sonuca erişmeyi hızlandırır:12*Mali disiplin *Tahsis
etkinliği *Operasyonel/fonksiyonel etkinlik
*Mali Disiplin: Kamu harcamalarının, toplam gelirlerle (yurtiçi gelirler + sürdürülebilir bir borç seviyesi)
sistematik bir şekilde birbirine yakın seviyelerde olmasıdır
^Tahsis Etkinliği: Bütçe tahsislerinin, hükümetin stratejik öncelikleriyle uyumunu, stratejik önceliklere göre
kaynakların dağıtımı ve kullanımını ifade eder.* ^Fonksiyonel Etkinlik: Kamu hizmetlerinin makul bir kalite
ve maliyette tedarikini, programların gerçekleştirilmesinde, hizmetlerin sağlanmasında etkinlik ve
verimliliğini ifade eder.
Ülkeler sözünü ettiğimiz bu problemlerin önüne geçebilmek için, ağır bütçe sınırlamalarını etkili bir şekilde
empoze eden kurumsal düzenlemeler getirmişlerdir ve orta vadeli harcama sistemine geçmişlerdir.
Orta vadeli harcama sistemi esas olarak, karar alıcıların orta vadedeki harcama limitlerini öngörmelerine
yardımcı olan ve bu limitlerin orta vadedeki harcama politikaları ve maliyetleri ile ilişkilendirilmesine
olanak tanıyan kamu harcama politikalarını geliştirmeye yönelik bir süreçtir Bu sürecin;13
• Makro disiplinin sağlanması,
• Stratejik önceliklere göre kamu kaynaklarının dağıtılması,
• Dağıtılan kaynakların uygulamada etkin ve verimli kullanılması
şeklinde üç temel amacı vardır.
Ayrıca orta vadeli harcama sistemi ile fark edilebilir bir takım kolaylıklara ulaşmak mümkündür.
Beyhan Ataç, Maliye Politikası : Gelişim Amaçları ve Uygulama Sonuçları, Eskişehir (Anadolu
Üniversitesi),1997, s.194
12
Maathew Andrews and J. Edgardo Camposi, "The Management of Public Expenditures and ıts İmplications for Service
Delivery", World Bank Working Papers Report, No:26958, 2003, www.worlbank.org
* Tahsis Etkinliği (Allocative Efficiency): Öyle bir ekonomik sonuç ki, bu durumda kaynaklarla ilgili yapılacak hiçbir
yeniden düzenleme veya değiştirme, bir bireyin fayda veya tatminini düşürmeden diğerinin fayda veya refahını
yükseltmeye olanak vermez.
13
Binhan Elif Yılmaz ve Nazan Susam, "Türkiye'de Yeniden Mali Yapılanma Sürecinde Orta Vadeli Harcama Sistemine
Geçişin Bütçe Büyüklükleri Üzerindeki Etkileri: Türkiye Üzerine Bir Tahmin Modeli", Türkiye'de Yeniden Mali
Yapılanma, 20. Türkiye Maliye Sempozyumu, 23-25 Mayıs6 2005, s.120-121
11
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
• Makroekonomik dengeyi, özellikle mali disiplini iyileştirme; makroekonomik dengenin ve mali
disiplinin sağlanması amacına, mevcut kaynakların doğru tahmin edilmesi ile daha kolay
ulaşılabilir,
• Sektörler arası ve sektör içi kaynak dağılımında, kaynakların en gerekli amaçların
gerçekleştirilmesine tahsisi ve tüm harcamaların etkinliğine göre kaynak ayırmak
mümkündür,
• İlgili kuruluşlar için öngörülebilirlikte artış sağlar,
• Kamu parasının daha etkin kullanılmasını sağlar,
• Karar verme sürecinde meşruluğun artması ile politikacıların kamu harcamalarına ilişkin
sonuçlarla ilgili hesap verebilirliğinde artış sağlar,
• Daha güvenilir bir bütçeleme sürecine götürür,
• Orta vadeli harcama sistemi aynı zamanda katı bütçe sınırlamaları ve politika
programlarına dayalı olarak, bakanların bütçelerinin yönetiminde daha esnek
olabilmelerini sağlayan, kamu harcamalarının daha etkin ve verimli yapılmasına çaba
gösteren bir sistemdir.
Ayrıca orta vadeli bir harcama sistemi; yatırım programı, borç kapasitesi, harcama politika ve
önceliklerinin değişmesi gibi orta vadeli konular ile yıllık bütçe arasındaki ilişkiyi geliştirir.
Harcama politikalarının uygulamaları sonucunda ortaya çıkan maliyetler konusunda siyasi karar
alıcılara gerekli bilgileri de sağlar.
Bu harcama sistemi, orta vadeli olarak adlandırılmakta (MTEF-orta vadeli harcama sistemi) çünkü bu
sistemin kapsadığı dönem öngörülen bütçe yılı ve onu takip eden iki (veya daha çok) yıldır. Kaynak kullanımı
sürecine makro çerçevede getirilen en önemli katkı, ekonomideki var olan kaynak yapısına göre kamusal
kararların alınması ve önceliklere göre bunların harcama alanlarına dağıtılmasıdır. Yani, eğer bir ekonomide
kamuya ayrılacak olan kaynaklar mevcut ve öngörülen programları, çıktıları karşılayacak düzeyde değilse,
yapılacak olan daha az öncelikli programlar veya çıktılar bütçe kapsamından çıkarılacak ve bu işlem bu
şekilde denge sağlanıncaya kadar devam edecektir. Kamusal karar sürecinde önemli olan burada kamusal
karar sürecinde ağırlıklı olarak belirleyici olan ihtiyaçlar değil kaynak yapısı olmaktadır. Belirli bir limit
dahilinde kaynakların hükümetin belirlemiş olduğu ihtiyaçlara göre dağıtılmasının gerçekleştirilmesi
öngörülmektedir. Eğer gelirle gider arasında ciddi bir fark varsa gelir yapısını geliştirecek ve gelirleri
artıracak politikaların uygulanma gereği de ön plana çıkmaktadır. Netice itibariyle MTEF üç yıllık bir makro
mali programın üç yıllık sektör stratejik planları ile bütünleştirilmesi işlemini sağlamaya çalışan bir süreç
olmaktadır. 14
Toplam Kaynaklar, Kamu Harcama Talepleri ve MTEF
14
Andrews and Camposi,a.g.e,www.worldbank.org.
7
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Bu sürecin iki önemli sonuç doğuracağı beklenmektedir. Birincisi, kuruluşların bütçe tekliflerinin katı bir
bütçe sınırlamasına tabi olması, ikincisi ise kaynaklar üzerinde gelecek olan baskıyı azaltarak daha anlamlı
bir bütçe hazırlanma olasılığının yükseltilmesi.15
Dış ticaret politikası ve açıklık
Uluslararası ticaret ve ticaret politikalarının ekonomik büyümeye etkileri konusunda çok sayıda çalışma
yapılmıştır. Bu konudaki pek çok tarihsel çalışma, I. Dünya Savaşından önceki dönemde tarifelerin büyüme
üzerinde pozitif bir etkisi olduğunu ileri sürmüştür!! Dünya Savaşından sonraki dönemde de genel olarak
serbest ticareti ve ticaret hacminin büyümeyi olumlu etkilediği ileri sürülmüştür.
Ticaret hacimlerinin yanı sıra, ticaret politikasının ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini araştıran
çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmalarda dış ticaretin liberalleşmesi ile ilgili olan, yaygın bir şekilde
kullanılan göstergelere yer verilmiştir. Bir ülkede şu koşullardan biri gerçekleştiğinde o ülke uluslararası
ticarete kapalı sayılmıştır:16
(i)
Ortalama tarifeler %40' ı aştığında
(ii)
Tarife
dışı engeller ithalatın %40'ından fazlasını karşıladığında
(iii)
Ülke sosyalist bir ekonomik sisteme sahipse
(iv)
Döviz
kurundaki kara borsa primleri %20'yi aştığında
(v)
İhracatın büyük bir kısmı bir devlet tekeli tarafından kontrol edildiğinde.
Bu çalışmada, 1970-89 dönemi için böyle bir açıklık göstergesiyle ekonomik büyüme arasında pozitif
korelasyon bulunmuştur. Bu ilişki oldukça güçlüdür. Dış ticaretin liberalleşmesi, büyümeyi ortalama %2
kadar artırır.
15
Andrews and Camposi, a.g.e,www.worldbank.org
Guide Taballini, "The Role of the State in Economic Development", NBER, Working Paper, Report
8
No:265,2004
16
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Gelir dağılımı
II. Dünya Savaşı sonrası dünyada sürekli küresel eşitsizlik olmuştur ve 1970'lerin ortasından itibaren
artmıştır. İktisat tarihçisi Angus Maddison 1820'de kişi başına gelir kriterine göre en zengin ülkelerin
yoksullardan üç kat daha zengin olduğunu, 1950'de bu oranın 1:15 olup, 1973'de 1: 13'e indiğini, 1998'de 1:
18'e çıktığını belirtmiştir. 19. yüzyılda nispeten azalan ulaşım maliyetleri, yeni dünyaya kitlesel göçler ve
yeni dünyaya sermaye transferleri ile tanımlanan globalleşme, ülke içi gelir dağılımı üzerinde etkili olmuştur.
Ancak küreselleşme ve gelir eşitsizliği ilişkisi ilgili ülkenin özelliklerine, faktör yoğunluğuna, ne kadar
küreselleştiğine bağlı olarak değişmektedir. 1820-1950 arası, gelir eşitsizliğinin sürekli arttığı bir dönemdir.
Uygulanan kalkınma politikalarında refah devleti hedeflenen 1950'li ve 1970'li yıllarda azalan eşitsizlik 1960
ve 1980'lerdeki politika değişiklikleri ile tekrar artış trendine girmiştir.17
Küreselleşme sürecinde küresel sitemden yararlanan gelişmiş ülkeler ve sistemin dışında bırakılan gelişmekte
olan ülkeler arasındaki uçurum gittikçe genişlemektedir. Dünyanın en zengin % 20'lik nüfusu, üretimin %
85'ine sahip iken, geriye kalan % 80'lik nüfusun yoksulluğu artmaktadır. Örneğin, dünyada günde bir dolar
veya altında bir gelirle yaşanan ve mutlak yoksul sayılan insan sayısı 1987'de 1.2 milyar kişi iken, 2000'li
yıllarda 1.5 milyar kişiye yükselmiştir. Bu sayının 2015 yılında iki milyara yaklaşması beklenmektedir. Buna
karşın, aynı dönemde zengin ülkelerin ulusal gelirleri ile birlikte kişi başına düşen gelirleri de artmıştır.
Gelişmiş ülkelerde kişi başına gelir 1970'li yıllarda ve 1980'li yılların başlarında 10.000 dolar dolayında iken,
1990 sonlarında bu rakam 24.000 dolar dolayına yükselmiştir. Yine, Birleşmiş Milletlerce 1999 yılında
yayımlanan gelişme raporunda; küreselleşmenin fakir ve zengin ülkeler arasındaki uçurumu daha da
büyüttüğü ve dünya ekonomik ve küresel pazarlarında Amerikan egemenliğinin daha da artmasına yol açtığı
belirtilmektedir. Bu raporda, en zengin ülkede yaşayan bir kişi ile en fakir ülkede yaşayan bir kişi arasında
1985'te 76 kat olan ortalama gelir farkının, 1997 yılında yaklaşık üç kat artarak 228 kata çıktığı
vurgulanmaktadır. Küreselleşme süreci, küreselleşmeden yararlanan ülkelerin kendi iç dinamiklerinde de
eşitsizliği artırmakta olup, bu süreç sürekli olarak sermaye lehine gelişen bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır.
19751995 döneminde Amerikanın zenginliğinin % 60 artmasına karşın bu artıştan nüfusun sadece % 1'lik bir
kısmının yararlanmış olması bunun en güzel örneğini oluşturmaktadır.18
Sonuç
Bu çalışmada küreselleşme ile beraber devletin rolünde meydana gelen değişim ve buna bağlı olarak makro
ekonomik politikalardaki değişim izlenmiştir. Günümüzde özellikle gelişmekte olan ülkelerde uygulanan faiz
dışı fazlanın tutturulabilmesi için devletin nasıl bir ekonomik politika izlemesi gerektiği üzerinde durulmuş
harcamaların finansmanında daha çok gelişmiş ülkelerde uygulanan vergi yapısı tasarısının gelişmekte olan
ülkeler için bir model olarak kabul edilmesi gereği üzerinde durulmuştur.
Değişen Dünyada Devletin bütçe sınırlamalarını sağlamak ve kamu harcamalarının makro ekonomik
politikalarla uyumu için orta vadeli harcama sisteminin önemi anlatılmıştır. Dış ticaretle ekonomik büyüme
arasındaki ilişki açıklanmaya çalışılmış ve dışa açık ülkelerin ekonomik büyüme oranlarının daha fazla
olduğu belirtilmiştir. Küreselleşme ile beraber gelir dağılımında ortaya çıkan uçurum açıklanmıştır.
Ayşe Çelikel Danışoğlu, " Küreselleşmenin Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Üzerindeki Etkisi", İstanbul Ticaret
Üniversitesi Dergisi, Sayı:5,2004 www.iticu.edu.tr
18
Ömer Özpınar ve Ergün Şimşek, "Küreselleşmenin Getirdiği Sorunlar ve Bu Sorunlara Öneriler" Uludağ
9
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:xvıı,Sayı:2,
2003,s.2
17
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
Kaynaklar
Ataç, B.(1997), Maliye Politikası: Gelişim Amaçları ve Uygulama Sonuçları,s.194
Andrew, M and Camposi, J E. (2003), "The Management of Public Expenditures and ıts Implications for
Service Delivery", Worldbank Working Paper Report, No:26958,
Bağımsız Sosyal Bilimciler. (2008), "IMF Gözetiminde On Uzun Yıl", Bağımsız Sosyal Bilimciler 2006 Yılı
Raporu, Ankara, s.5
Danışoğlu Çelikel, A.(2004), "Küreselleşmenin Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Üzerindeki Etkisi", İstanbul
Ticaret Üniversitesi Dergisi, Sayı:5,215-239,www.iticu.edu.tr
Erdoğdu, M.(2004), Sürdürülebilir Kalkınma ve Kriz Riski: Türkiye İçin Politika Önerileri,
İstanbul, s.12
Görgün, S.(1994), Maliye Politikası Ders Notları, İstanbul, s.50
Gazgan, G.(1995) Yeni Ekonomik Düzende Türkiye'nin Yeri, 2 baskı, İstanbul, Altın Kitapları Yayınevi,s.4546
Özpınar, Ö. ve Şimşek, E. (2003) "Küreselleşmenin Getirdiği Sorunlar ve Bu Sorunlara Öneriler", Uludağ
Üniversitesi İktisadi idari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:xvıı, Sayı:2,s.1- 11,,uludağ.edu.tr
Seyidoğlu, H.(1998)l, Uluslararası İktisat, Teori, Politika ve Uygulama, 12. bs, İstanbul Güzem Yayınları,
No:14,s.189-190
Stern, N (1996), "Macroeconomic Policy and the Role of the State in a Changing World", EBRD, Working
Paper, Report No:19
Şahin, M.ve Özenç Ç.(2007), "Kamu Harcamaları ile Makro Ekonomik Değişkenler Arası Nedensellik
İlişkileri, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Yönetim Bilimleri Dergisi,
Çanakkale,Cilt:5, Sayı.2, s.178-200
Taballini, G.(2004), "The Role of the State in Economic Development", NBER, Working Paper, Report No:
265, 2004
Tanzi, V.(1997), " The Changing Role of the State in Economy: A Historical Perspective", IMF Working
Paper/ No.97/114,
Yılmaz, B.E ve Susam N.(2005), "Türkiye'de Yeniden Mali Yapılanma Sürecinde Orta Vadeli Harcama
Sistemine Geçişin Bütçe Büyüklükleri Üzerindeki Etkisi: Türkiye Üzerine Bir Tahmin Modeli" Türkiye'de
Yeniden Mali Yapılanma, 20. Türkiye Maliye Sempozyumu, s.114-147
10
Küreselleşme ve devletin değişen rolü
11
Download