cocuk sağlığı hakkında genel bilgiler

advertisement
ÇOCUK SAĞLIĞI
HAKKINDA
GENEL
BİLGİLER
MİMARSİNANA.S.M.
DOĞUM ÖNCESİ BEBEK GELİŞİMİ
Bu sayfalar Prof. Dr. Kazım ARISAN'ın DOĞUM
BİLGİSİ adlı kitabı ve Westside Crisis Pregnancy
Center Adlı Web sayfaları ana kaynak olmak üzere
yüzlerce web sayfası taranarak ve profosyonel mesleki
bilgilerimiz eklenerek oluşturulmuştur.
1.TRİMESTR (İLK ÜÇ AY)
Not:Aşağıdaki takvim kadının son adet kanamasının
ilk günü başlangıç kabul edilerek izlenmelidir.
2.Hafta:Fertilizasyon:Sperm ve
yumurta hücreleri fallop tüpü
içinde yeni bir insan oluşturmak
için buluşurlar.Sağdaki resim
ilişkiden henüz 30 saat sonra
döllenmiş yumurtayı
göstermektedir.
4.Hafta:Artık uterusa yerleşmiş
olan embriyo salgıladığı
hormonlarla annenin adet
kanamasını durdurur.
2.Ay:Gebeliğin 45.gününde(6 hafta) embriyon dış
görünüşü ile ortaya çıkmış, göbek kordono ile
plasentaya bağlanmış, amnios kesesi ve amnios suyu
tam oluşmuştur.Embriyon 2,5 cm.lik boya ulaşmıştır.
7 haftalık fetus
6 haftalık fetus
6 haftalık fetus
3.Ay:Baş, vücut boyunun yarısı kadar büyüktür.Ağız,
burun ve kulaklar belirir, gözler yanlarda oluşmuştur, el
ve ayaklar daha belirgin, tırnaklanma başlamıştır. Dış
genital organlarda cinsiyet farklılıkları ortaya
çıkmıştır. Anüs açılmıştır. Amniyon sıvısı içinde spontan
hareketler yapabilir.
8 haftalık fetus
10 haftalık fetusta ayakların boyutu
Mimarsinan asm
2.TRİMESTR (İKİNCİ ÜÇ AY)
4.Ay:Bu ay sonunda fetus 10-17 cm. uzunluğunda ve 100
gr. kadar ağırlıktadır. Deri saydam ve düz kırmızı
renklidir. Kafa büyük, yüz küçüktür. Çene ve alında
tüyler belirmiştir. Genital organlarda cinsiyet
belirlenebilir.
14 haftalık fetus
5.Ay:Vücut gelişmesi hızlanır. Başla vücut arasındaki
oran değişmeye başlar. Deri kırmızıdır ve matlaşmaya
başlar.Saçlarda belirmeye başlar.
5 Aylık fetus
6.Ay:Deri buruşuktur ve matlaşmaya başlar.Bütün
vücut tüylerle örtülüdür.Deri altında yağ birikmeye
başlar. Baş büyüklüğünü korur.
3.TRİMESTR (3. ÜÇ AY)
7.Ay:35-38 cm. uzunluğu ve 1000 gr. kadar vücut
ağırlığına ulaşmıştır. Deri kırmızıdır.Tırnaklar
parmak ucu hizasını hafif geçmiştir. Kız çocuklarda
clitoris labialar arasında hafif taşkındır. Erkek
çocuklarda testisler henüz torbalara inmemiştir.
8.Ay:Deri biraz soluk, hala kırmızı ve
buruşuktur.Tüyler kol bacak ve sırtta vardır.Isı
kontrol,solunum ve sindirim sistemleri dış şartlara
uyabilecek olgunluğa yaklaşmıştır.
9.Ay:Yaklaşık 46 cm. boy ve 2500 gr. ağırlığa
ulaşmıştır.Deri altı yağ dokusu tamamlanmaya
başladığından vücut hatları daha düzgün ve
dolgundur.Yüzde kırışıklıklar kaybolmuştur.Yaşama
şansları daha fazladır.
10.Ay:...Ve Mutlu Son
Tam gelişmiştir.Dış çevre şartlarına uyum yeteneği
kazanmıştır.Ortalama 50 cm. boyunda ve 3000 gr.
ağrlığındadır. Deri açık pembe renkli ve
gergindir.Saçlar uzamıştır. Kulak ve burun
kıkırdakları teşekkül etmiştir. Kızlarda labia
majorlar birbirleri ile temas halindedir. Erkeklerde
testisler torbalara inmiştir.
http://www.populermedikal.com
ÇOCUĞUN
NORMAL
GELİŞİMİ VE
GELİŞİMİN
AŞAMALARI
MOTOR GELİŞİM
İlk üç ay içinde
Gözleri ile hareket eden şekilleri takip edebilir
kucağa alındığında kafasını dik tutabilir , yüz üstü
yatarken kafasını bir miktar yukarı kaldırabilir ve
yanlara çevirmeye çalışır, kollarını hareket
ettirebilir,ellerini yumruk haline getirebilir.
Üç altı ay arasında
Nesne ve oyuncakları yakalamaya çalışır onlara
uzanmaya çalışır , eline aldığı nesneleri ağzına
götürmeye çalışır, hoşuna giden nesnelere uzanmaya
çalışır. Kafasını yüz üstü yatarken tam dik
kaldırabilir. Kafasını tutabilir.
Altı oniki ay arası
Oturabilir , emekleyabilir , tutunarak ayağa
kalkabilir , 12. ayın sonuna doğru ayakta çok kısa
süreli durabilir ,ayakta tutulduğunda ayaklarını
hareket ettirir, ufak eşyaları ve oyuncakları iterek
yuvarlayabilir , elleri arasında oyuncak geçişi
yapabilir, sırt üstü yatarken düz dönebilir, işaret
parmağı ile nesneleri gösterebilir.
Oniki onsekiz ay arası
Yürür , elinden tutulduğunda merdiven tırmanır
,ayakta iken çömelebilir,ayağı ile topa vurabilir,yere
doğru eğilir , destekle zıplayabilir, kaşığı rahatlıkla
tutabilir.
Onsekiz yimidört ay arası
Kapıyı açabilir , kendi başına merdivenden inip
çıkabilir , bir elini daha çok kullanmaya başlar ,
oyuncakları ile oynarken el becerilerini rahatlıkla
kullanabilir (2-3 küpten kule yapabilir ).
İki üç yaş arası
Düşmeden koşabilir , bazı çizgileri taklit eder
merdivenden rahatlıkla kendi başına inip çıkabilir ,
oyuncakları ile oynarken el becerilerini rahatlıkla
kullanabilir ,düğmesini açabilir,üç tekerlekli
bisikleti sürebilir ,tek ayak üstünde kısa bir süre
durabilir , bir bardak suyu taşıyabilir ,yürürken
engelleri adım atarak rahatlıkla geçer , rahatlıkla
çömelip kalkabilir , geri geri yürüyebilir ,
Üç dört yaş arası
Tek ayağı üzerinde uzun süre durabilir ,
ayakkabısını giyer , kendini doyurabilir , düz çizgi
çizebilir , tek başına dolaşmaya çalışır , çift ayakla
40 cm sıçrayabilir , öne takla atabilir , yardımsız
kaydıraktan kayabilir , çömelip kalkma hareketini
rahatlıkla yapabilir , oyuncakları ile oynarken el
becerilerini rahatlıkla kullanabilir , 40-50 cm den
aşağı atlayabilir , tek ayakla sıçrayabilir , dans
etme müzik ile beraber tempo tutma , zıplayan topu
eli ile tutma , kağıttaki şekilleri boyar , 3-4 renk
eşleştirebilir , aynı kartları eşleştirebilir , bazı
harfleri eşleştirebilir , artı eksi yapabilir ,
Dört altı yaş arası
Makasla kağıtları kesebilir , bakarak 1 den 8-9
a kadar sayı yazabilir , öğretilirse adını yazabilir
sek sek oynayabilir , üçgen ve kare yi kopyalar ,
kendi giyinir kendi soyunur , ayakkabısını bağlar ,
yüzünü yıkar , dişini fırçalar , altı yaşında iki
tekerlekli bisiklete binebilir , el becerileri gözle
görülür bir şekilde gelişir,
İlk üç ay içinde
Sese karşı tepki verir , agulama şeklinde sesler
çıkarabilir , tanıdık kişi ve eşyaları görünce ellerini
sallar gözü ile takip eder , kendi kendine
gülümseyebilir ,müzik ve konuşmaya karşı tepki verir
kendi kendine oynarken bazı heceleri tekrarlar
dudakları ile p , b, m gibi harfleri çıkarmaya
çalışır.
Üç altı ay arasında
Çevresinde konuşan kişileri arar , ağlarken
konuşulunca rahatlar , agulama şeklinde iletişim
kurar , yüksek sesle güler , kendine göre ağlama
dışında heceler kullanır,
Altı oniki ay arası
Annenin sesini taklit etmeye çalışır , cee oyunu
oynar , bazı eşyaları ses çıkartmak için kullanır ,
ma ma -da da gibi sesleri rahatlıkla çıkarır , 12
aya doğru baba mama der , oyuncakları ve kişileri
ile anlamsız dahi olsa konuşmaya çalışır ,
Oniki onsekiz ay arası
Hızla yeni kelimeleri öğrenmeye devam eder , her
gün gördüğü cisimleri adlandırmaya ve onları rahat
tanımaya başlar , insanlar ile ilişki kurarken anlamlı
kelimeleri çoğunlukla kullanmaya başlar , ailenin
öğrettiği kelimeleri kendi kendine tekrarlar
,onsekizinci aya doğru iki komutu üst üste anlayıp
yerine getirir, (bardağı al mutfağa götür gibi )
Onsekiz yimidört ay arası
İki kelimelik cümleler yapmaya başlar ,
tanıdıklarının ismini bilir , isteklerini rahatlıkla ifade
edebilir , ikiden fazla komutu anlar ve yerine getirir
yirmidördüncü aya doğru üç kelimelik cümleleride
konuşur
İki üç yaş arası
Tanıdığı yetişkinler ile rahatlıkla sohbet eder ,
reddetme ifadesi kullanabilir , cümle yapısı erişkin
cümle yapısına benzemeye başlar , vücudunun
parçalarını raharlıkla yapar , bütün komutları yerine
getirebilir , kelime hazinesi hızla artar,
Üç dört yaş arası
Konuşma ve cümle kurması erişkine iyice
benzemeye başlar , kendine ait yaş , soyad gibi
özellikleri bilir , ezberlediği şarkı sözleri vb.
rahatlıkla söyler , erişkinler ile rahat sohbet
edebilir,
Dört altı yaş arası
Grup halinde olan konuşmalara katılır , hikaye ve
masal anlatır , sayı sayar , kelime hazinesi iyice
artmıştır , sıfatları rahat kullanmaya başlar , cümle
yapısı ve şekli erişkinle hemen hemen benzer ,
isteklerini ayrıntıları ile anlatabilir,
İlk üç ay içinde
Anneyi tanıyarak tepki verir , konuşulunca dinler
kucağa alınınca susar , nesneleri takip eder ,
gülümser
Üç altı ay arasında
Anne babasına sarılarak kucaklar , nesneleri ve
yiyecekleri ağzına götürür,kendiliğinden gülümser ,
elini uza
Altı oniki ay arası
Oyuncakları ile 10-15 dk oynar , ce oyunu oynar
, karşılıklı oyun oynar , yabancıları tanır ,
tanıdıklarına ses çıkartır , anneden ayrı kalınca
endişelenir , baba mama gibi kelimeler ile iletişime
geçmeye çalışır,
Oniki onsekiz ay arası
Kendi kendine bardakla su içebilir , kaşıkla
yemek yiyebilir , oyuncaklar ile etkileşimi artar ,
giyimine yardım eder , müzik ile beraber tempo
tutabilir , istemediği şeyleri belli eder , ayakkabı
çorabını çıkarabilir
Onsekiz yimidört ay arası
Tuvaletini söyleyebilir , istendiğinde ufak
komutları yerine getirerek erişkinler ile etkileşime
girer , taklide dayalı oyunlar oynar ( bir kutuyu
araba gibi sürmek gibi ) ,diğer çocuklara ilgisi artar
, diğer çocuklar ile oyuncakları ile beraber oynar ,
oyuncaklarını diğer çocuklardan kıskanır , rahat su
içer , yemek yer,
İki üç yaş arası
Evcilik oynar , ev işlerine yardım eder , çatal
kullanır , giyimini kendi başına yapabilir , tuvaletini
haber verir , bazı arkadaşlarına daha fazla ilgi
gösterir
Üç dört yaş arası
Diğer çocuklar ile etkileşim ve iletişimi iyice
artmıştır , yetişkinlerin söylediklerinin büyük
çoğunluğunu anlar , oyunlarındaki kurallara uymaya
çalışır , kıyafetlerinin tamamını çıkarabilir , gece
tuvalet kontrolünü sağlayabilir , el yüz yıkama diş
fırçalama işlemini yapar
Dört altı yaş arası
Sosyal hayata adapte olmaya çalışır ,
arkadaşları ile uyumu artar , TV da bazı
programları takip eder , kendine has özellikler
belirir , etrafla etkileşimi iyice artar , kendisi
masal anlatabilir
Çocuk yetiştirmek en büyük sanattır . Çocukların genel davranış
özelliklerini anlamak , onların ruh dünyalarına inmek gerçekten her
anne babanın yapabildiği bir şey değildir . Bazı anne babalar
çocukların sadece fiziksel bakımlarına yönelik beslenme , barınma ,
sağlık problemlerini gözetip onların olaylar karşısındaki düşündükleri
şeyler , tepkileri , yorumları , üzüntüleri , sevinçleri hesaba
katmazlar . Kişisel görüşme ile haberleştiğimiz Amerikalı bir sağlık
mensubu şunu söylüyor '' acil sağlık müdahaleleri yaparken olaylardan
çocukların etkilendiğini , bazı psikolojik problemlerin oluştuğunu
görüyorum , anne babalara veya bakım veren kişilere çocukların
sıkıntılarını bahsettiğimde , onlar çocuk ne olacak ki diyorlar ,ben
buna dayanamıyorum ,onlarında ruh dünyası var '' şeklinde
yakınıyordu.
Hatta günümüzde bırakın ruhsal sorunları , 2000 yılına girdiğimiz
bu günlerde, dünyada milyonlarca çocuk kötü bakımdan , basit sağlık
sorunlarından , kazalarda , salgın hastalıklarda , anne baba ihmaline
bağlı nedenler ile hayatını kaybediyor.
Herbir çocuğu ayrı bir dünya olarak kabul edip , onların ruhsal
sorunlarına inebilmek , ancak eğitim ve anne baba bilinçlendirilmesi ile
olacaktır .
Ayrıca çocukların yaşadıkları ortamların , çevre imkanlarının , devletin
sağlayacağı imkanların çeşitliliği ve kalitesi bu sorunların oluşması ve
sürecinde etkili olabilmektedir .
Çocuk eğitiminde çocuğun gerektiği şekilde yetiştirilmesi ve onun
topluma hazırlanması büyük oranda , anne babanın hayatın ilk
gününden itibaren çocuk ile etkileşimi , konuşmaları , eğitim açısından
vermeye çalıştıkları , ev içerisindeki tutumları ,etkili olmaktadır .
Anne babaların çocuklarının normal bir şekilde sosyal ,
kişilik ve mental motor gelişimin olması ve sağlıklı bir psikolojik
yapıya sahip olmaları için yapmaları gerekenler :
Dengeli eğitim ve yönlendirme
Anne babanın kendi aralarındaki söz ve davranış birliği
Çocuğa karşı aşırı hoşgörü veya aşırı disiplin uygulamalarından
kaçınmaları
Olaylar ve ilerleyen süreç içerisinde davranış olarak tutarlı
olmaları ve farklı farklı tepki vermemeleri
Çocuğa tepkilerinin yersiz ve abartılı olmaması
Güzel ve faydalı şeylerde çocuğun davranışlarının onaylanması
Hatalı durumlarda uygun bir şekilde cezalandırılmaları
Yapılan yanlışları sadece kızarak değil nedenini mantık
çerçevesinde açıklamaları
Onlara değer vermeleri
Kişilik yapılarına saygılı olmaları
Onlara söz hakkı tanımaları
Sevildiklerini hissettirmeleri
Onlara güven duygusunu aşılamaları
Sosyal ve psikolojik gelişimini yakından takip etmeleri
Gösterilen davranış problemlerine karşı duyarlı olmaları
Kendi psikolojik çatışmalarını çocuklara yansıtmamaları
ile daha sağlıklı çocuk yetiştirme mümkün olacaktır.
ÇOCUĞUNUZUN
YAŞINA UYGUN
BOY VE KİLO
ÖLÇÜLERİ
NOT:Boy ve kilo ölçülerinde Prof .Dr. Olcay Neyzi , pediatri
1993 , 1.cilt ten faydalanılmıştır. (nobel kitabevi 2.baskı)
KIZ ÇOCUKLARDA NORMAL
BOY GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki
değerler normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğum
3 .ay
6.ay
9.ay
12.ay
15.ay
18.ay
2.yaş
2.5 yaş
3.yaş
3.5 yaş
4.yaş
4.5 yaş
5.yaş
5.5yaş
6 yaş
6.5 yaş
47-53 cm arası
54-64 cm arası
58-70 cm arası
61-75 cm arası
64-80 cm arası
68-84 cm arası
71-88 cm arası
76-95 cm arası
81-100 cm arası
85-104 cm arası
89-108 cm arası
92-112 cm arası
94-115 cm arası
97-118 cm arası
100-121 cm arası
103-125 cm arası
105-128 cm arası
7.yaş 108-131 cm arası
7.5 yaş 112-134 cm arası
8.yaş 115-137 cm arası
8.5 yaş 117-140 cm arası
9.yaş 120-143 cm arası
9.5 yaş 123-146 cm arası
10.yaş 125-149 cm arası
10.5yaş 129-153 cm arası
11.yaş 133-157 cm arası
11.5yaş 137-161 cm arası
12.yaş 140-165 cm arası
12.5 yaş 143-167 cm arası
13.yaş 144-169 cm arası
13.5 yaş 146-170 cm arası
14.yaş 147-170 cm arası
14.5 yaş 148-170 cm arası
15.yaş 148-171 cm arası
15.5 yaş 148-171 cm arası
16.yaş 148-171 cm arası
16.5yaş 148-171 cm arası
17.yaş 148-171 cm arası
KIZ ÇOCUKLARDA NORMAL
KİLO GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler
normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 2.6-4.3 kg arası
3 .ay
6.ay
9.ay
12.ay
15.ay
18.ay
2.yaş
2.5 yaş
3.yaş
3.5 yaş
4.yaş
4.5 yaş
5.yaş
5.5yaş
6 yaş
4-7 kg arası
5.4-9.2 kg arası
6.4-10.8 kg arası
7.1-12.1 kg arası
7.7-13 kg arası
8.3-13.7 kg arası
9.2-15.1 kg arası
9.9-16.3 kg arası
10.6-17.5 kg arası
11.2-19 kg arası
11.6-20.6 kg arası
12-22 kg arası
12.6-23.8 kg arası
13.2-25.2 kg arası
13.7-26.6 kg arası
6.5 yaş 14.4-28.3 kg arası
7.yaş 15.3-30 kg arası
7.5 yaş 16.2-31.8 kg arası
8.yaş 17.3-34 kg arası
8.5 yaş 18.6-36.5 kg arası
9.yaş 20-39 kg arası
9.5 yaş 21.6-42 kg arası
10.yaş 23-45 kg arası
10.5yaş 24.8-49 kg arası
11.yaş 26.5-53 kg arası
11.5yaş 28-56.6 kg arası
12.yaş 30-59 kg arası
12.5yaş 32-61 kg arası
13.yaş 34-63.3 kg arası
13.5 yaş 36.5-65 kg arası
14.yaş 38-66.3 kg arası
14.5 yaş 39-67 kg arası
15.yaş 40-68 kg arası
15.5 yaş 41-69 kg arası
16.yaş 41-70 kg arası
16.5yaş 42-70 kg arası
17.yaş 43-71 kg arası
ERKEK ÇOCUKLARDA NORMAL
BOY GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler
normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 46-54 cm arası
3 .ay
55-66 cm arası
6.ay
60-72 cm arası
9.ay
64-77 cm arası
12.ay 68-82 cm arası
15.ay 71-86 cm arası
18.ay 75-89 cm arası
2.yaş 77-92 cm arası
2.5 yaş 83-100 cm arası
3.yaş 86-105 cm arası
3.5 yaş 89-109 cm arası
4.yaş 92-114 cm arası
4.5 yaş 95-118 cm arası
5.yaş 98-121 cm arası
5.5yaş 101-125 cm arası
6 yaş 104-127 cm arası
6.5 yaş 106-130 cm arası
7.yaş 109-133 cm arası
7.5 yaş 112-136 cm arası
8.yaş 115-139 cm arası
8.5 yaş 117-142 cm arası
9.yaş 120-145 cm arası
9.5 yaş 122-148 cm arası
10.yaş 125-151 cm arası
10.5yaş 127-155 cm arası
11.yaş 130-158 cm arası
11.5yaş 132-161 cm arası
12.yaş 135-165 cm arası
12.5 yaş 137-168 cm arası
13.yaş 140-171 cm arası
13.5 yaş 143-175 cm arası
14.yaş 146-178 cm arası
14.5 yaş 149-181 cm arası
15.yaş 152-182 cm arası
15.5 yaş 155-184 cm arası
16.yaş 158-185 cm arası
16.5yaş 160-185 cm arası
17.yaş 162-185 cm arası
KIZ ÇOCUKLARDA NORMAL
KİLO GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler
normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 2.6-4.6 kg arası
3 .ay
4.1-7.5 kg arası
6.ay
5.6-9.7 kg arası
9.ay
6.5-11.3 kg arası
12.ay 7.4-12.5 kg arası
15.ay 8.1-13.5 kg arası
18.ay 8.7-14.3 kg arası
2.yaş 9.1-15 kg arası
2.5 yaş 10.3-17 kg arası
3.yaş 11.1-18 kg arası
3.5 yaş 11.7-19.3 kg arası
4.yaş 12.3-21.1 kg arası
4.5 yaş 12.7-22.6 kg arası
5.yaş 13.4-24 kg arası
5.5yaş 14.1-25.5 kg arası
6 yaş 14.8-26.8 kg arası
6.5 yaş 15.6-28.4 kg arası
7.yaş 16.4-30.1 kg arası
7.5 yaş 17.3-31.9 kg arası
8.yaş 18.1-33.8 kg arası
8.5 yaş 19-36.1 kg arası
9.yaş 19.9-38.6 kg arası
9.5 yaş 21-41.8 kg arası
10.yaş 22-45.7 kg arası
10.5yaş 22.9-49.4 kg arası
11.yaş 24.1-52.8 kg arası
11.5yaş 25.4-56.6 kg arası
12.yaş 26.7-60.1 kg arası
12.5yaş 28.3-64 kg arası
13.yaş 30-67.5 kg arası
13.5 yaş 32-70.4 kg arası
14.yaş 34.2-72.8 kg arası
14.5 yaş 36.8-7.5 kg arası
15.yaş 39.5-77.6 kg arası
15.5 yaş 42.1-79.5 kg arası
16.yaş 44.9-80.8 kg arası
16.5yaş 47.4-82 kg arası
17.yaş 48.4-82.7 kg arası
YENİDOĞAN BEBEĞİNİZ VE SİZ
Doğumdan sonra kucağınıza verilen bebek, artık bir
erişkin olmaya programlanmış bir prototiptir, yani
GÖZBEBEĞİNİZDİR. O ne ana karnındaki anne
kanından beslenen fetüs, ne de sizlerin bir
küçültülmüş modeli; kendine özgü organları, kendine
özgü dolaşımı, kendine özgü kanı ile özel bir canlıdır,
SİZİN BEBEĞİNİZDİR. Anne ve babasından aldığı
türü ile ilgili bir sürü bilgiyle donanmış bebek,
kucağınızda biriktirmeye hazırdır. Her sözü, her
duyguyu , her davranışı, her sesi, her rengi, her
antijeni, her dost ve her düşmanı biriktirip zaman
içinde 'KENDİSİ' olarak karşınıza çıkmaya
programlanmış elmas parçanız sizin yardımınızla
pırlanta olmaya adım adım giderken ışıltısını elbette en
yakınlarında olanlardan, sizden alacaktır.

Bebeğinizin, önündeki bu gelişim çağı, bu
çocukluk, içinde karşılaşabileceği türlü sorunlar
olabilir. Sorunlar, önce tanınmalı, sonra sağaltım yoluna
biran evvel gidilmelidir. O halde belki yardımı
dokunacak akla ilk gelen birkaç nokta:

Bebeğinizi kucağınıza alın. Ne hoş kokuyor. Onu
inceleyin; gözleri, kulakları, saçları, başı, göğsü, kolları,
bacakları, poposu nasıl, sizinkine benziyor mu? Emiyor
mu, ilk kakasını ne zaman yaptı, nasıldı? Bu basit
gözlemler ile bile binlerce sorun oluşturabilecek
durumun tanınması mümkün olacak, doğumsal anomaliler
dediğimiz bir takım hastalıklar için ipuçları
yakalanabilecektir.
Doğumdan hemen sonra doktorunuzun zaten dikkat
ettiği bu özelliklere bir kez de siz bakın.

Bebeğinizi anne sütü ile ve doğru olarak besleyin,
bebeğiniz için bundan iyi bir öğün düşünülemez.

Bebeğinizin büyümesini monitörize edin, yani onu
ölçtürün, tarttırın, bu ölçümleri kaydedin ve
kayıtlarınızı doktorunuzla diğer çocuklardan elde
edilmiş kayıtlar ile karşılaştırın.

Hiçbir sorun olmasa bile rutin doktor ve diş
hekimi ziyaretlerinize devam edin. Bu hem doktorun
sizi tanıması hem de sizin gözünüzden kaçabilecek
durumların erken tespiti için değerlidir.

Çocuğunuz büyürken; ateşi, kusmaları,cilt
döküntüleri, nedenini bilmediğiniz ağlamaları olduğunda
doktorunuza başvurmaktan çekinmeyiniz.

Çocuğunuza ilaç vermeyiniz, sadece ateşe
soğukla yanıt verebilirsiniz; bu da doktora gidinceye
kadardır.

Çocuğunuzu iyi gözleyin; çişini, kakasının
rengini, en son ne zaman tuvalete gittiğini, kusarak
neler çıkardığını, terinin nasıl koktuğunu, nasıl
ağladığını doktorunuz bilmek isteyecektir.

Çocuk karnım ağrıyor dediğinde üşütmüş veya
numara yapıyor olsa bile bunu size doktorunuz
söylemelidir.

Çocuğunuz çok narin yapılı ve çok değerlidir.
Kendinde meydana gelen değişikleri de çok iyi
algılamayabilir. Düşmeler, çarpmalar, çoğu kez
profesyonellerce değerlendirilmelidir.

Çocuğunuzu evdeki zehirleyebilicilerden koruyun.
Size asla yedirilemeyecek bir şeyin tadı onun için çok
çekici gelebilir. Evde 'hayatın tadını' öğrenmeye
çalışan bir çocuk varken; tüm temizlik malzemelerini,
ilaçları, bitkileri, küçük parçalı her türlü eşyayı ve
dokunarak öğrenen bebeğinizden ateş ve elektriği
ondan uzak ve kapalı tutun.

Çocuğunuzun kasıklarında, göbeğinde fark
edebileceğiniz şişlikler, karın içinde yerleşmesi
gereken yapıların, bağırsakların dışarı çıktığı 'fıtıklar'
olabilir. Bunlar sandığınızdan sıktır. Her durumda
doktor yardımı ile değerlendirilmelidir.

Çocuğunuzun pipisi, hayaları (testisleri ) ile ilgili
en ufak bir şüpheniz olduğunda doktora başvurmaktan
çekinmeyin.( Sık karşılaşılan birkaç durumla ilgili
ayrıntılı bilgi aşağıda verilecektir.) Sünnet cerrahi bir
müdahaledir. Mutlaka ehil kişilerce yapılması
gereklidir.
MİMARSİNAN A.S.M.
ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU
Sudden Infant Death Syndrome (SIDS)
Hiçbir sağlık sorunu olmayan bir bebeğin beklenmedik
bir şekilde ve nedeni otopsi ile de açıklanamayan
ölümüdür.İki hafta ila 12 ay arası çocuklarda; sıklıkla
2.-4. aylarda görülür. 6. aydan sonra görülme sıklığı
azalır. Tüm dünyada görülür ve ölüm nedenleri arasında
kazalardan sonra ikinci sırayı alır. (Türkiye'de
maalesef bu konuda yeterli çalışma yapılmadığı için
görülme sıklığı bilinmemektedir.) Amerika'da her yıl
yaklaşık 6000 bebek SIDS nedeniyle ölmektedir. Ölüm
genellikle uykuda olmaktadır.Genellikle kış aylarında
görülür.Erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık
görülür.
Risk Faktörleri
*Düşük sosyoekonomik düzeyli ailelerin çocuklarında
*Prematüre bebeklerde
*Düşük doğum kilolu bebeklerde
*Alkol ve ilaç bağımlısı annelerin bebeklerinde
*Sigara kullanan annelerin bebeklerinde
*Doğum öncesi bakımı yetersiz olan annelerin
bebeklerinde
*20 yaş altı hamileliklerde
risk yükselmektedir.
Alınacak Önlemler:
Bebeğinizi sırtüstü yatırın:
Bu sayfaları hazırlamak için yaptığımız internet
taramasında SIDS ile ilgili yüzlerce sayfa bulmak bizi
oldukça şaşırttı. Amerika'da 1994 yılında ani bebek
ölümlerini azaltmak amacıyla ulusal bir kampanya
başlatıldığını gördük. Yüzlerce sponsor firmanın ve
birçok bilimsel kuruluşun katıldığı bu kampanyada
bebeklerin sırtüstü yatırılması önerilmekte.Bu
kampanyayla 3 yılda ölüm oranının % 38 azaldığı
görülmüş.
Uykuda
bebeğinizin
başını örtmeyin
Bebeğinizi
sırtüstü yatırın
Çarşaf
kıvrımları sıkıca
kapalı olmalıdır
Bebeğinizi sert
zeminde yatırın
Çarşafı gergin
ve temiz olsun
Yatağına şilte
oyuncak vs.
koymayınız
Bebeğinizi
karyolanın alt
ucuna yatırın
Resim:www.sidsaustralia.org
druzman@mynet.com
Doğum öncesi bakımınızı iyi yapın:Hamilelik
esnasında rutin doktor kontrollerinizi aksatmayın,
beslenmenize dikkat edin
Bebeğinizin yatak odasını uygun ısıda
tutun:Bebeğinizin ısı regülasyon sistemi henüz tam
anlamıyla gelişmediği için yatak odasını ne çok sıcak,
nede çok soğuk tutmayın.(18-22 derece)
Bebeğinizin doktor kontrollerini
aksatmayın:Bebeğinizin hem rutin doktor
kontrollerini aksatmayın, hemde olağan dışı
belirrtiler gördüğünüzde mutlaka doktora danışın.
Bebeğinizin bulunduğu ortamda sigara
içmeyin:Bebeğinizin bulunduğu odayı sıksık
havalandırın.
Bebeğinizi mümkün olduğunca anne sütüyle
besleyin:Bebeğinizi ilk 4 ay sadece anne sütüyle
besleyin.
BÜYÜME VE
GELİŞMENİN
İZLENMESİNİN
ÖNEMİ
Çocuğun Büyüme ve Gelişmesinin İzlenmesi Neden
Önemlidir ?
Çocukların sağlığının korunması ve geliştirilmesi
daha bebekler dünyaya gelmeden önceki dönemden
başlayarak, yani annenin beslenmesi, gebelikte gerekli
bakımın alınıp alınmadığı, bebeklerin yeterli anne sütü
ile beslenip beslenmedikleri, ek gıdalara zamanında ve
uygun şekilde başlanıp başlanmadığı, aşıların
zamanında ve tam yapılıp yapılmadığı, çevre koşulları
gibi pek çok faktörün etkisi ile belirlenmektedir.
Doğumdan itibaren yeterli ve dengeli beslenen
çocuklar sağlıklı olarak büyür ve gelişirler. İyi
beslenen çocuklar daha az hasta olurlar ve
hastalıklardan daha çabuk iyileşirler.
Beslenme bozuklukları ve yetersizlikleri tek başına
büyüme ve gelişme geriliklerine, enfeksiyonlarla
birlikte hastalıkların ağır ve ölümcül seyretmesine
neden oldukları için bebek ve çocuk sağlığını olumsuz
etkileyen nedenlerin ilk sıralarında yer almaktadır.
Bu noktada bebek ve çocukların sağlık personeli
tarafından düzenli olarak izlenmesi ve beslenme,
büyüme, gelişme durumlarının değerlendirilmesi büyük
önem taşımaktadır. Düzenli yapılacak izlemlerle bebek
ve çocuklarda gelişen çeşitli hastalıklar ve sakatlıklar
erken dönemde tespit edilerek uygun bakım ve
tedavileri sağlanabilecektir.
Bebek ve çocuklar Sağlık Personeli Tarafından Hangi
Sıklıkla İzlenmelidir ?
Bebek ve çocukların izlem aralıkları yaşlarına göre şu
şekilde olmalıdır.
Yaş Grupları İzlem Aralıkları
İlk 48 saat 1 defa
15 nci günde 1 defa
41 nci günde 1 defa
2-12 ayda 2,3,4,6,9,12 nci aylarda
1-3 yaşta
6 ay ara ile
4-6 yaşta
1 yıl ara ile
Her yaş gurubunda çocuğun büyüme ve gelişme hızı,
beslenmesi, bakımı farklılıklar gösterir.
İzlemler sırasında çocuğun boyu ve kilosu ölçülür,
gelişme durumu değerlendirilir ve aşı takvimine uygun
olarak aşıları yapılır.
Çocuğun Yaşına Uygun Normal Gelişimi Nasıldır ?
Yeni Doğan Bebek
Sırt üstü yattığında dizlerini karnına çeker, kollarını
kıvırır. Yüz üstü konduğu zaman kafasını kendiliğinden
yana çevirebilir. Emme,arama, yakalama refleksi vardır.
Bir Aylık Bebek
Yüzükoyun yatırılınca kafasını havaya kaldırabilir,
ellerinden tutup oturtulur duruma getirilirse kafası
geriye düşer, henüz kafasını tutamaz.
Üç Aylık Bebek
Yüzükoyun yatırılınca kolları ile destek alarak kafasını
kaldırır, sağa sola çevirir. Ellerinden tutulup oturur
duruma getirilirse başını dik tutar, gülümser ve ses
çıkarır. Arka bıngıldak kapanır.
Dört Aylık Bebek
Sırt üstü yatarken ellerine verilen çıngırağı tutar ve
sallar. Ellerinden tutulup oturur duruma getirilirse
başını rahat tutar, başını sağa sola çevirir. Konuşulunca
bir takım seslerle karşılık verir ve güler.
Beş Aylık Bebek
Yattığı yerde yuvarlanıp ters düşebilir. Yakınına konan
eşyaları kendiliğinden alabilir. Yere düşen oyuncakları
gözleri ile izler.
Altı Aylık Bebek
Destekle oturabilir. Yabancıları tanıdıklarından
ayırabilir, sırt üstü yatarken başına konan örtüyü
çekerek oynar. Alt çenedeki iki kesici diş çıkar.
Yedi Aylık Bebek
Bir süre desteksiz oturabilir, oyuncağı bir elinden
öteki eline geçirebilir. Adıyla çağrılınca dönüp bakar,
herşeyi ağzına götürür.
Sekiz Aylık Bebek
Kollarından tutulunca doğrulup oturur. Sırt üstü
yatarken karnı üzerine dönebilir. Eşyaları atarak
oynar. Düşen oyuncağı yerde arar, " Baba, Mama" vb.
kelimeleri söyleyebilir. Üst çenede ortadaki iki kesici
diş çıkar.
Dokuz Aylık Bebek
Destekle ayakta durabilir ve yürüme hareketleri yapar.
Arka arka emekler, yerden boncuk, düğme vs. şeyleri
alabilir.
On Aylık Bebek
Yatarken kendi kendine kalkıp oturabilir, yardımsız
ayağa kalkar. İşittiği sözleri tekrarlar. El çırpar,
hoşçakal anlamında el sallar.
On bir Aylık Bebek
Elinden tutulunca yürüyebilir. Ayakta iken yerdeki bir
oyuncağı eğilip alabilir. 1-2 kelime söyleyebilir.
On üç Aylık Bebek
Elinden tutulunca yürür. Söylenenlerin bazılarını anlar,
2-3 kelime söyleyebilir. Top ile oynar, 6-8 dişi vardır.
On Beş Aylık Bebek
Yardımsız yürür, yardımla merdiven çıkar, 4-5 kelime
söyler. Gösterilen bir şeyi alıp getirir.
On sekiz Aylık Çocuk
Koşabilir, zıplar, 8-10 kelime söyleyebilir. Ön bıngıldak
kapanır, 12 dişi vardır.
Yirmi Bir Aylık Çocuk
Geri geri yürüyebilir. eğilip yerden bir şey alabilir,
elinden tutulunca merdiven çıkar, iki kelimeli cümle
kurabilir.
Yirmi Dört Aylık Çocuk
Merdiven iner, çıkar. Organlarını tanır, tuvalet
ihtiyacını bildirir, eşyalara tırmanır, üç kelimeli cümle
kurabilir, 16 dişi vardır.
Üç Yaşındaki Çocuk
Kalemi tutar, 3-4 kelimeli cümle kurar, şarkı söyler,
soru sorar, kendi giyinip soyunabilir.
Dört Yaşındaki Çocuk
Bir kaç sayı sayabilir, renk tanıyabilir. Grup oyunlarına
katılır, para sayar, masal anlatır, tuvaletini kendi yapar.
Beş yaşındaki Çocuk
Yaşını bilir, resim çizer. Renkleri tanır, ayakkabılarını
bağlar.
EMZİRME
EĞİTİMİ
GEBELİK
DÖNEMİNDE
YAPILACAKLAR
Emzirmeye hazırlık gebelik döneminde başlar
Bu yazıda ise bir adım daha ileri gidip doğacak
bebeğinizi (bebeklerinizi) başarılı bir şekilde
emzirebilmek için gebelik döneminde
yapabileceklerinizden bahsedeceğiz.
Bebeğinizi emzirmeye karar
verdiğinize göre öncelikle
göğüslerinizi yakından tanımalısınız.
Şimdi aynanın karşısına geçin
ve herzamankinden farklı olarak
bu kez karnınızı değil göğüslerinizi
yakından inceleyin. Göğüslerin şekli
ve büyüklüğüyle emzirmenin başarısı
arasında hiçbir ilişki bulunmadığı
gerçeğini gözönünde bulundurarak göğüslerinize
aynada yakından bakın.
Göğüslerinizin gebelik öncesi döneme göre büyümüş ve
daha hassaslaşmış olmaları normaldir ve hormonal
değişikliklere bağlıdır.
Toplardamarlar irileşerek daha belirgin hale
gelmişlerdir. Memucunuzda yeralan Montgomery salgı
bezleri de büyümüştür. Gebeliğin ikinci yarısından
itibaren üretilmeye başlanmış ilk süt olan kolostrumun
aktığını ya da memeuçlarında kuruyarak bir tabaka
meydana getirdiğini gözleyebilirsiniz. Bunlar tamamen
normal değişikliklerdir.
Bazı anne adaylarına emzirmeye hazırlık yapmak
amacıyla memeuçlarını sıkmaları ve kolostrumu
boşaltmaları öğütlenir. Bazı anne adayları da bunu süt
üretimlerinin başlayıp başlamadığını merak ettikleri
için yaparlar.
Öncelikle memeucundan kendiliğinden veya sıkmakla
kolostrum gelmemesinin süt üretiminin olmadığı
anlamını taşımadığını bilin.
Memeuçlarının belli aralıklarla sıkılması muhtemelen
kolostrum yapımını artıracaktır, ancak memeucunun
bu şekilde uyarılmasının güçlü bir oksitosin
salgılayıcısı olduğunu ve oksitosin adı verilen
hormonun da uterus kasılmaları yarattığını
unutmamalı ve bunu uygulamaktan kaçınmalısınız.
Büyüklerinizden veya arkadaşlarınızdan
duymuşsunuzdur: Emzirme sonucunda bazı annelerde
memeuçlarında ağrılı çatlaklar oluşabilmekte ve bu
durum emzirmeyi hoş olmayan bir deneyime
dönüştürebilmektedir. Şimdilik şu bilgiyi aklınızda
tutun:
İleride memeuçlarınızda çatlak gibi problemleri
engellemek için gebelik döneminde yapmanız gereken
birşey yoktur. Zira bu çatlakların en önemli nedeni
bebeğinize emzirme esnasında yanlış pozisyon
vermenizdir. Bu konudan sonraki yazılarımızda
bahsedeceğiz.
Memeuçlarınızı incelemeye başladıysanız
aşağıdaki resimlere bakın:
memeucu (areola): Göğüslerin her birinde ortadaki
koyu renkli yuvarlak yapı.
memebaşı: Bu yapının ortasında yeralan silindir
şeklinde sütün esas boşaldığı yapı.
Birinci resim normal
yapıda memebaşını,
ikinci resim ise yassı
ya da içe dönmüş
memebaşını
göstermektedir.
Eğer memebaşınızın
yapısından tam olarak emin
olamadıysanız:
yandaki şekilde görüldüğü gibi
memeucunuza baş ve işaret
parmaklarınızı altlı üstlü
yerleştirin ve memeucunuzu çok
hafifçe sıkın.
Bu hareket bebeğinizin emmesi esnasındaki etkiye
benzer bir etki yaratacaktır. Bu esnada memebaşınız
dışarıya çıkıyor olmalıdır. Eğer memebaşı
yassılaşıyorsa veya içeri doğru giriyorsa
memebaşınızın yapısı yassı ya da içedönmüş
şekildedir.
YASI YA DA İÇE DÖNMÜŞ MEMEBAŞLARI
NE TÜR SORUNLAR DOĞURUR VE
YAPILABİLECEK BİRŞEY VAR MI?
Memebaşlarının yapısı kişisel özelliklere ve hormonal
özelliklere göre değişen ve sizin kontrol
edemeyeceğiniz bir özelliktir. Bu yapıdaki memebaşları
ilk emzirmeler esnasında bebeğiniz memebaşını tam
olarak alamayacağından emzirme problemleri
yaratabilir. (Bu problemlerin mutlaka oluşması
gerekmez, zira bebeğiniz memeucunuzu tam olarak
kavradığında emme esnasında oluşan negatif basınç
yassı memebaşlarının dışarı çıkmasını sağlayabilir.)
Gebeliğinizin son haftalarında şekilde görüldüğü gibi
eczanede bulacağınız memeucu başlıklarını hergün
bir saat, sonra giderek artan süreler takabilirsiniz .
Eğer kasılmalarınız olacağı endişesini taşıyorsanız
bunları gebelik döneminde değil, bebeğiniz doğduktan
sonra da takabilirsiniz. Bu plastik aletler memeucu
etrafında negatif basınç yaratarak memeuçlarınızı
dışarı çıkarırlar. Bunlar takılıyken memebaşınız
nemleneceğinden işlem sonrası oluşan nemi almayı ihmal
etmeyin. Gerekirse bunların delikli olan ve havalanmayı
sağlayanlarını tercih edebilirsiniz.
Yassı memeuçları sorununu çözmek için yapabileceğiniz
başka şeyler de vardır. Ancak aşağıda anlatılan
manevralarda memeucu uyarısı sözkonusu olduğundan
bu manevralar oksitosin salgısına ve uterus
kasılmalarına neden olabilirler. Bu yüzden bunların
bebeğin miadında kabul edildiği 38. haftadan önce
yapılmasını tavsiye etmiyoruz.
Aşağıdaki manevraları dikkatlice, memeucunu
hafifçe uyararak yapmalı ve işlem esnasında
kasılmalarınız olursa işleme son vermelisiniz. Bu
manevraların doğum eylemini başlatacak şiddette
bir uyaran oluşturması beklenmemekle beraber
böyle bir endişe taşıyorsanız bunları bebeğiniz
doğduktan sonraya da erteleyebilirsiniz.
1-Germe egzersizleri
Gebeliğin son haftalarında uygulayacağınız bu
egzersizde memeucu dokusunu el ve işaret
parmağıyla kavrayın. Yanlardan içe doğru hafif bir
ağrı duyana kadar ittirerek memebaşınızı dışarı
çıkarmaya çalışın, birkaç saniye tutun bırakın.
Memeucunuzu parmaklarınızın arasında yuvarlamayı
da deneyebilirsiniz. Bu işlemi günde birkaç kez
com
uygulayabilirsiniz.
2-Hoffman tekniği
Her iki elinizin başparmağını aşağıdaki şekillerde
gördüğünüz gibi memeucunuzun 3 ve 9 hizasına
yerleştirin. Cilt ve memeucunu parmaklarınızı
birbirinden uzaklaştıracak şekilde gerin. Daha sonra
aynı işlemi 6 ve 12 hizasında yapın. Bu işlemi de günde
birkaç kez uygulayabilirsiniz.
NASIL
EMZİRECEKSİNİZ?
Fotoğraflar: Jeb Wallace-Brodeur
Nihayet bebeğiniz kucağınızda ve size bakıyor. Neden
size bakıyor? Çünkü aç. Sütünüz onun en önemli besin
kaynağı ve sağlıklı gelişimi için ihtiyaç duyduğu
maddelerin tümüne sahip.
Belki çevrenizden emzirmenin ağrılı olabileceğine
dair bazı şeyler işittiniz. Aslında usulüne uygun
emzirdiğinizde emzirmek kesinlikle ağrılı değildir.
Aksine, bebeğinizle aranızdaki bağların kurulması için
en önemli köprüdür.
Aşağıdaki resimlere bakarak doğru bir şekilde
emzirmenin yollarını (eğer henüz gebeyseniz
şimdiden) öğrenin.
Bebeğinizin dudak kenarına
memebaşınızı yaklaştırarak
bebeğinizin emme refleksinin
devreye girmesini sağlayın...
Bebeğinizin ağzını iyice
açmasını ve daha sonra
memebaşınızı iyice almasını
bekleyin...
Bebeğinizin sütünüzü en
etkili şekilde emebilmesi için
memebaşınızın tümünü
ağıziçine almış olması
önemlidir...
İşte bebeğiniz
memebaşınızı tümüyle
kavradı ve karnını
doyurmaya başladı bile...
Bebeğiniz emmeye devam ettiği
sürece elinizle başını alttan
desteklemeye devam edin...
Bebeğinizin açlığı giderildi ve
mutlu bir şekilde size bakıyor.
Tecrübenizi artırdıkça onu ne
zaman emzirmeniz gerektiğini
öğreneceksiniz.
MEME
MASAJI
SÜT AKIŞINI KOLAYLAŞTIRMANIN YOLLARI
(MEME MASAJI)
Emzirmeden veya sütünüzü pompayla çekmeden hemen
önce ve/veya emzirme esnasında uygulanan meme
masajı üretilen sütün kanallara aktarılmasını
kolaylaştırır. Bu da bebeğinizin sütünüzden daha iyi
faydalanmasını sağladığı gibi, süt kanallarının
tıkanarak memelerinizin aşırı dolgunlaşmasını etkili
bir şekilde önler.
Bebeğinizi emzirmeye başladığınızda, bebeğiniz
memeyi alır almaz, sütün kanallarınızdan geçerek
bebeğinize ulaşması ne kadar uzun sürerse,
bebeğinizin huzursuz olma olasılığı da o kadar artar.
İşte meme masajı bu süreyi kısaltır.
Emzirmeden önce yapılan meme masajı
Sütyeninizi çıkarttıktan
sonra avuçiçlerinizle
memenizi alttan ve üstten
kavrayın Ellerinizi memenin
göğüs kafesinize tutunduğu
En uç noktadan (meme tabanı) başlayarak
memebaşına doğru yavaş yavaş baskı uygulayarak
ilerletin. Avuçiçleri yine alttan ve üstten memeyi
kavramış durumdayken, memenizi hafifçe alta üste
birkaç kez hareket ettirin.
Parmakuçlarınızı kullanarak dairesel hareketlerle
memenizin çeşitli bölgelerini meme tabanından
memebaşına doğru masaj yaparak "tarayın".
Emzirme esnasında yapılan meme masajı
Emzirme esnasında memeye basınç
uygulanması süt akımını
kolaylaştırır, tıkanmaya eğilim
gösteren kanalların tıkanmasını
önler, tıkanmış kanalların açılmasına
yardımcı olur. Özellikle uyuklamaya
eğilimli, emmesi "zayıf" bebekler
için bu teknik faydalıdır.
Bebeğiniz memeyi uygun bir şekilde aldıktan sonra
bebeğinizin emmeye ara verdiği zamanları iyi gözlemleyin.
Bebeğiniz emmesine ara verdiğinde parmakuçlarınızı
kullanarak, memenizin üst dış kadranında (kadran=dörtte
birlik kısım) (koltukaltıyla komşu olan kısım) yeralan
bölgeye masaj yapın.
Bu esnada sütünüzün kanallardan bebeğinizin ağıziçine
dolmasıyla bebeğin tekrar emmeye başladığını
farkedebilirsiniz. Bebeğiniz emip, yeniden ara
verdiğinde bu kez de memenin diğer bir kadranına
(örnek üst iç) aynı işlemi uygulayın.
Böylece her ara vermede memenin tüm
kadranlarında yeralan süt kanallarına masaj yapmış
olacaksınız
Bu masajı uygularken ellerinizi memebaşınıza fazla
yaklaştırmamalısınız, zira bu bebeğinizin memenizi
etkili bir şekilde almasına engel olabilir.
EMZİRMEDE
ANNEDE
ORTAYA ÇIKAN
PROBLEMLER
Memelerin aşırı dolgunlaşması
Süt üretiminin aktif olarak devam ettiği dönemlerde
(lohusalık dönemi ve emzirmenin devam ettirilmesi)
memeler sütle dolar. Bu süt boşaltılmadığında
memelerde dolgunlaşma giderek artar. Bu
dolgunlaşmaya süt kanallarından bir ya da birkaçının
tıkanması da eklendiğinde bu dolgunlaşma annede
çeşitli sorunlara neden olur. Böyle bir durumda
memeler elle dokunulduğunda içlerinde kanalın tıkalı
olduğu bölgenin hemen arkasında yeralan sert ve ağrılı
bir bölge farkedilebilir. İleri durumlarda memeler
tümüyle dolgunlaşarak irileşmiş ve sürekli ağrı verir bir
hal alabilirler.
Özellikle gece boyunca bebeği uyuyan anneler
sabahları, ya da gündüz boyunca emzirmeye zamanı
olmayan anneler akşamları
bu durumla karşılaşabilirler. Uygun bir esnekliğe
sahip olmayan, yani memeleri "sıkan" sütyenler de
kanalların sıkışarak tıkanmasına neden olabilir.
Böyle bir durumla karşılaşırsanız neler yapmalısınız?

Bebeğinizi sık sık emzirin

Ağrıyan, dolgun bölgeye ılık bir bez yerleştirin,
ya da belli aralıklarla ılık bir duş alın.

Sütün daha iyi akması için emzirmeden önce ve
emzirirken yapın.

Emzirirken bebeğinizi her seferinde farklı bir
açıda tutun, böylece tüm kanallar eşit şekilde faaliyet
göstersin.
Mastit (meme dokusu enfeksiyonu)
Annesütü bebeği besleyen çok kıymetli besin maddeleri
içerir. Ancak aynı maddeler bakterilerin üremesi için de
çok uygun bir besiyeridir. Bu nedenle kanallarda
biriken süt herhangi bir nedenle boşaltılmazsa, belli
bir süre sonra burada bakteriler çoğalmaya başlar.
Belli bir aşamaya kadar vücudun bağışıklık sistemi
üreyen bu bakterileri vücutta herhangi bir hastalığa
yolaçmadan uzaklaştırabilir. Ancak belirtildiği gibi süt
bakterilerin üremesi için mükemmel bir ortam
olduğundan, belli bir süre sonunda bakteriler hızlı bir
şekilde çoğalarak meme dokusunda enfeksiyona
yolaçabilirler.
Uzun süreden beri devam eden memelerde dolgunluğa
ateş ve "kırgınlık" gibi belirtiler eklendiğinde böyle
bir enfeksiyon sözkonusu olabilir.
Mastit ("meme dokusu iltihabı") adı verilen bu durumda
ortaya çıkan ateş ve diğer belirtiler bakterilerin
salgıladığı toksik maddelerin kana geçmesi sonucu
oluşurlar.
Meme dolgunluğu, mastit olmaksızın da ateş
yapabilir. Halk arasında "süt ateşi" olarak bilinen bu
durumda ateş dışında başka bir belirti yoktur, ateş
memelerin etkili bir şekilde emzirilmesi sonunda kısa
sürede düşer.
Ancak ateş emzirme sonrasında düşmüyorsa,
kırgınlık, genel bir hastalık hali, halsizlik gibi
belirtiler varsa en muhtemel durum mastittir. Bu
durumda doktora başvurmalısınız. Doktor yaptığı
değerlendirme sonucunda mastit tanısını
kesinleştirirse, muhtemelen antibiyotik tedavisi
verecektir.
Doktorun vereceği antibiyotik, bebeğinize sütünüzle
geçtiğinde onda normaldışı bir durum yaratma riski
olmayan bir antibiyotik olacaktır. Bu nedenle
antibiyotik almaya devam ettiğiniz süre içerisinde
emzirmeyi sürdürmelisiniz. Emzirmeyi sürdürmeniz
tedavinin bir parçasıdır, zira süt kanallarda kaldıkça
enfeksiyonu hazırlayan zemin devam edecektir.
Memelerdeki enfeksiyonda rol alan bakteriler
bebeğinizin normal ağız içi florasında normal olarak
bulunan bakteriler olduğundan bebeğinize zarar
vermezler.
Memelerdeki enfeksiyon ender durumlarda daha da
ilerleyerek memeiçi dokuda abse gelişmesine neden
olabilir.
Bu durumda memede özellikle absenin geliştiği
bölgede ağrı, bölgenin cildinde kızarıklık, ateş ve
diğer belirtiler daha da şiddetlidir. Böyle bir
durumda doktor size antibiyotik yanında ufak bir
cerrahi işlemler absenin boşaltılmasını önerecektir.
Memedeki absenin ciltte en belirgin olarak
göründüğü yere yapılan ufak bir bistüri kesisiyle
absenin içindeki pü (ya da irin) boşalacak, ateş ve
ağrı olmak üzere diğer belirtiler kısa zamanda
düzelecektir. Absenin tedavisi bu şekilde olur, başka
türlü olmaz.
Meme başı çatlakları
İlk emzirmeye başladığınız dönemde az miktarda
acı hissetmeyi doğal karşılamalısınız. Bebeğinizi
doğru emzirdiğiniz sürece memebaşı çatlakları,
veziküller (içi sıvı dolu "baloncuklar") ve
memebaşında kanama gibi durumların olmaması
gerekir. Bu sorunlarla karşılaşıyorsanız
muhtemelen bebeğinizi yanlış emziriyorsunuz.

Her emzirmede pozisyon değiştirin. Bu,
bebeğin dişetlerinin memeucuna verdiği basıncın
her seferinde memeucunun ayrı bir bölgesine
olmasına yaredım edecektir.

Daha sık ama daha kısa sürelerle emzirin.
Zira emzirme arasındaki dönem uzadıkça bebeğiniz
daha çok acıkmış olacağından daha sert ve iştahlı
bir şekilde emecek
bu da memeuçlarına daha fazla zarar verecektir.

Her emzirme sonrasında sütünüzü memeuçlarına
sürerek kurumasını bekleyin. İyileşmesinde oldukça
etkili olacaktır.

Memeuçlarının bakımında asla alkol ve sabun gibi
tahriş edici maddeler kullanmayın.

Eğer ağrınız çok şiddetliyse doktorunuzun
önerdiği ağrı kesicileri kullanabilirisniz. Ancak bunun
için bu ilaçları ağrının başlamasını beklemek yerine ağrı
ortaya çıkmadan, yani takriben emzirmeden yarım saat
önce kullanmalısınız.

Memeuçlarınız çatlamışsa ve/veya kanıyorsa
doktorunuzun önerdiği lanolin içerikli pomaddan az
miktarda sürün.
Bu maddenin en büyük etkisi memebaşının kurumasını
yavaşlatmaktır. Saf lanolin kullanıyorsanız, bebeği
emzirirken ilacı silmek zorunda değilsiniz
(prospektüsünü mutlaka okuyun).

Tüm önlemlere rağmen emziremiyorsanız
suçluluk duymayın tek değilsiniz.
Mantar enfeksiyonu
Bu enfeksiyon, sıklıkla bebeğinizin ağzında ortaya
çıkar. Dilinin üzerinde dişetlerinde ve yanaklarının iç
kısmında beyaz lekeler tarzındadır. Bu enfeksiyonu
bazen de bebeğinizin altını değiştirirken soyulan ve
kırmızı renkli döküntüler şeklinde farkedebilirsiniz.
Bebeğinizde mantar enfeksiyonu sıklıkla sizin
memelerinize de bulaşır ve kızarıklık ve ağrıya neden
olur. Başlangıçta problemsiz seyreden bir emzirme
döneminden haftalar ve aylar sonra ortaya çıkan
emzirmede ağrı sorununun en muhtemel nedeni
mantar enfeksiyonlarıdır.

Bebeğinizin ağzına giren herşeyi en az 10
dakika kaynatın (memeleriniz hariç :-))

Tedavide nistatin içerikli losyon ya da
pomadlar kullanın. Bu ilaçları hem bebeğinizin ağzına
hem de meme uçlarına uygulanmalıdır.

Nistatin tedavisi en az 10 gün uygulanmalıdır.
Memelere her emzirmeden sonra ince bir tabaka
sürülür.

Nistatin'i bebeğinize uygularken özel
aplikatörlerle tüm ağız içine sürün.
Unutmayın: Bebek bu ilacı yuttuğunda etki etmez.
Prospektüsü mutlaka okuyun
EMZİRMENİN
ANNEYE
FAYDALARI
1.Memeler emzirme görevini yerine getirmek için
yaratılmışlardır!
Doğada gereksiz yere yaratılmış hiçbir şey yoktur.
Memeler de, memeli türlerinin yavrularını beslemeleri
için yaratılmışlardır.
2.Emzirme anne ile bebek arasındaki bağı güçlendirir.
Emzirme annede oksitosin adı verilen hormonun
salgılanmasını sağlar. Oksitosin, uterus kasılmaları ve
süt salgısının sağlanması dışında, annelik içgüdüsel
davranışlarını yönlendirmeyle de ilgili bulunmuştur.
Uvnas-Moberg, Eriksson: Breastfeeding: physiological, endocrine
and behavioral adaptations caused by oxytocin and local
neurogenic activity in the nipple and mammary gland.: Acta
Paediatrica, 1996 May, 85(5):525-30
3.Emziren annelerin kendilerine güvenleri ve annelikten
aldıkları haz daha fazladır.
Her geçen gün ve her geçen ay giderek gelişen ve
büyüyen bir bebeği görmek ve bunun kendi verdiği süt
sayesinde olduğunu bilmenin verdiği haz bir anne için
benzersiz bir duygu olsa gerek...
4.Anne sütü hemen kullanıma hazırdır.
Başka birşey söylemeye gerek yok...
5.Emzirme annenin uterusunun eski haline dönmesini
hızlandırır.
Uterus gebelik esnasında kitlesel olarak yaklaşık 20
kat büyür. Emzirme esnasında salgılanan oksitosin
hormonunun yardımıyla uterus gebelik öncesi
büyüklüğüne (her ne kadar doğurmuş bir kadında
uterus hiçbir zaman orijinal büyüklüğüne geri dönmese
de) daha kolay ulaşır. Emzirmeyen kadınlarda uterus
emziren kadınlara göre orijinal boyutlarına daha zor
geri döner.
6.Emziren annelerin doğum sonrası kanama riski önemli
ölçüde azalır.
Emzirme esnasında salgılanan oksitosin hormonu
uterusun etkili bir şekilde kasılmasını sağlar. Kasılmalar
doğum sonrasında uterus içinde açıkta kalan kan
damarlarının uçlarının büzülmesini sağlar. Böylece
kasılmalar ne kadar etkili olursa doğum sonrası kanama
da o ölçüde azalır.
Doğum sonrası emzirmeyen annelerde kanamayı
azaltmak için sentetik oksitosin veya uterusu kasılmaya
sevkeden diğer bazı ilaçları kullanmak gerekebilir.
7.Emziren anneler doğum sonrası daha kolay kilo
verirler.
Emzirme eylemi annenin günlük enerji gereksinimini
yaklaşık 500 kalori artırır.
Dewey KG, Heinig MJ, Nommwen LA. Maternal weight-loss
patterns during prolonged lactation.
Am J Clin Nutr 1993;58:162-166
Bebeklerini tümüyle ya da kısmen emzirmeyle besleyen
annelerin doğum sonrası birinci ayda kalça çevresi
ölçümleri emzirmeyen annelere göre belirgin şekilde
daha düşük bulunmuştur.
Kramer, F., "Breastfeeding reduces maternal lower body fat." J.
Am Diet Assoc 1993; 93(4):429-33
8.Emzirme doğal bir gebelikten korunma yöntemidir.
Eğer bebeğinize ek gıda vermiyorsanız ve adet
görmüyorsanız emzirmenin gebelikten koruyucu özelliği
doğum sonrası ilk dört ayda oldukça yüksektir. Ancak
ilk dört aydan sonra adet görmeseniz ve bebeğinizi
emzirmeye devam etseniz bile mutlaka bir koruma
yöntemi kullanmalısınız. Özellikle gece emzirme
alışkanlığı olan kadınlarda doğum sonrası ilk adet
gecikebilir.
9.Anne sütü bedavadır, mamalar pahalıdır.
10.Mama kullanımı ülke bütçesine de ciddi bir yük
getirmektedir.
11.Emzirmek biberonla beslemekten daha kolaydır.
İlk başta biraz zorlanılmasına karşın, yeterli bilgi ve
emzirmenin zamanla getirdiği tecrübe sayesinde
emzirmenin aslında çok kolay bir işlem olduğunu
anlayacaksınız. Yapmanız gereken tek şey minik
bebeğinizi kucağınıza almak, göğsünüzü açmak ve
emzirmeye başlamak. Biberon, mama ve diğer
ekipmanlarla uğraşmayacaksınız. Isıtma, karıştırma,
dondurma vs. yok.
12.Emzirmek anne için doğal bir sakinleştiricidir.
Gerçekten de emzirmek, hem sakinleştirici hem de
uykuya dalmayı kolaylaştırıcı etkiler yaratır. Annelerin
bebeklerini emzirirlerken uykuya dalarak bebeklerini
düşürmemeye dikkat etmeleri önemlidir. Yatarken
emzirmek bazı anneler için faydalı olabilir.
13.Emziren anneler hem zamandan hem de çocuk
doktoru parasından anlamlı bir şekilde tasarruf
ederler.
14.Emzirmek doğa dostudur.
Plastik kutular, teneke kutular, tek kullanımlık
biberonlar, plastik meme uçları, silikon. Bunlar geri
dönüşümsüz maddelerdir.
15.Emziren annelerin ve eşlerinin uykuya ayıracak daha
çok zamanları vardır.
Biberon hazırlama ve ısıtma işlemi yok...Mama ile
beslemeye bağlı ortaya çıkan sorunlar yok...
16.Emziren annenin biberon, kutu, şişe, sterilizasyon
için gerekli ekipman, ölçek vs. satınalma ve bunlarla
uğraşma derdi yoktur.
17.Emziren annenin hangi markanın daha iyi olduğuyla
uğraşma derdi yoktur.
Anne sütü hiçbir zaman birebir taklit edilemez. Bu
yüzden emzirmeyen anneler hangi mamanın bebekleri
için daha iyi olduğu konusunda oraya buraya
koşuştururlarken, emzirmeyi seçen anneler
bebeklerinin en iyi "mamayla" beslendiklerinden
emindirler.
18. Emziren annenin "temiz su" bulma endişesi yoktur.
Kaynağı belli olmayan sularda kurşun ve aluminyum gibi
bebeğinizin sağlığına olumsuz etki edecek maddeler
bulunabilir. Bu maddeler kullandığınız suda çok düşük
miktarlarda bulunsalar da mamaya karıştırmadan önce
sterilizasyon için suyu kaynatma işlemine tabi
tuttuğunuzda konsantre hale gelebilirler.
19. Emziren annelerde demir eksikliği anemisi ortaya
çıkma riski azalır.
Emziren annelerde doğum sonrası kanama miktarı daha
az olduğundan ve emzirmeye devam ettikleri sürece
adet görme olasılıkları daha düşük olduğundan bu
anneler, doğumda kaybettikleri demir depolarını daha
kısa zamanda tekrar oluştururlar.
20. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF annelere
emzirmelerini önermektedir.
"Anne sütü bebeklerin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi
için en iyi besindir. Hem anne hem de bebeğin fiziksel
ve ruhsal gelişimi açısından vazgeçilmezdir. Anne
sütünün enfeksiyonlara karşı koruyucu özelliği oldukça
güçlüdür ve emzirme anne için doğal bir doğum kontrol
yöntemidir"
21. Emziren annelerin meme kanserine yakalanma riski
nispeten daha düşüktür.
Newcomb PA, Storer BE, Longnecker MP, et al. Lactation and a reduced
risk of premenopausal breast cancer.
22. Emzirme diabetik (şeker hastası) annenin günlük
insülin ihtiyacını azaltır.
Davies, H.A., "Insulin Requirements of Diabetic Women who Breast
Feed." British Medical Journal, 1989
23. Emziren annelerde endometriozis hastalığının
ilerleme hızı daha düşüktür.
24. Emzirmek annenin ileride yumurtalık kanserine
yakalanma riskini azaltır.
Rosenblatt KA, Thomas DB, "WHO Collaborative Study of Neoplasia and
Steroid Contraceptives". Int J Epidemiol. 1993;22:192-197
25. Emzirmek annenin ileride endometrium (rahim iç
tabakası) kanserine yakalanma riskini azaltır.
Petterson B, et al. "Menstruation span- a time limited risk factor for
endometrial carcinoma". Acta Obstst Gyneocol Scand 1986;65:247-55
26. Emzirme anneyi ileride ortaya çıkacak
osteoporozdan (kemik erimesi) korur.
Blaauw, R. et al. "Risk factors for development of osteoporosis in a South
African population." SAMJ 1994; 84:328-32
Dr. Alan Lucas, MRC Childhood Nutrition Research Center of London,
found that 8-year-olds who were fed formula rather than breast fed as
infants, had less developed bone mineralization than those fed breast
milk.
Melton LJ, Bryant SC, Wahner HW, et al. "Influence of breastfeeding
and other reproductive factors on bone mass later in life." Osteoporos
Int. 1993;22:684-691
ÇOCUKLUK
ÇAĞINDA
BESLENME
0 - 4 AYLIK BEBEĞİN BESLENMESİ:
.
Anne sütü mükemmel besin içeriği ile kolay hazmedilir,
etkili bir biçimde kullanılır. Bebeğinizi hastalıklardan
korur, mamalarla beslenmeden daha ucuza mal olur.
Bunun ötesinde emzirmek suretiyle, anne bebek bağının
kurulması kolaylaşır, yeni bir gebeliğin gecikmesi ve
annenin sağlıklı kalması mümkün olur.
Doğumdan sonraki ilk 4 ayda yalnızca anne sütüyle
beslenen bebekler ishal ve zatürree gibi bulaşıcı
hastalıklara, alerjik rahatsızlıklara daha az
yakalanırlar, daha sağlıklı büyürler. Bu nedenle;
İlk 4 ay bebeğinizi tek başına anne sütüyle
besleyiniz. Bu aylarda anne sütüyle birlikte verilen
ek besinler bebeğin anne sütünden yeterince
yararlanmasını engeller.
Bebeğinizin yalnızca anne sütüyle beslendiği bu
dönemde, su kaybına yol açan hastalık halleri dışında
ilave su gereksinimi yoktur! Eğer ishal gibi mutlaka su
verilmesi gereken bir durum söz konusuysa kaynatılmış
su veriniz.
İlk günlerde gelen anne sütü çok besleyicidir.
Bebeğinizi istedikçe ve sık sık emzirerek bu sütten
yararlanmasını sağlayınız. Anne sütünün artmasını
sağlamak için sık emzirme birinci koşuldur. Bebeğinizin
emmediği durumlarda, göğsünüzde süt birikimi söz
konusu olduğunda tırle adı verilen pompalarla boşaltma
işlemi yapabilirsiniz. Bu pompalar hemen her eczaneden
kolaylıkla temin edilebilmektedir.
Tüm annelerin sütü yararlıdır. Başlangıçta oldukça koyu
olan sütünüz zamanla sulu bir hal alır; bu, anne sütünün
genel özelliğidir ve tamamen doğal bir durumdur. Benim
sütüm bebeğime yaramıyor gibi sözlerin hiçbir anlamı
yoktur. Çünkü her annenin sütü kendi bebeği için
özeldir.
Bebeğiniz her beslenmeden sonra az miktarda kaka
yapabilir, bu durum bazen yanlışlıkla ishal olarak
değerlendirilir. Oysaki altın sarısı renkte, kötü
kokmayan, sulu, günde 7 - 8 kereye kadar olabilen bu
dışkı tamamen normaldir. Yine aynı özellikleri taşıyan
ama 3 günde bir bol miktarda yapılan kaka da normal
kabul edilir. Ancak dışkı çok sert ise nedeni
araştırılmalıdır.
Göğüs uçlarında meydana gelen çatlaklar genel kanının
aksine, temizlikteki yetersizlikten değil, uygun
emzirme pozisyonunun ve tekniğinin sağlanamamasından
ileri gelir. Bebek, memenin sadece ucunu değil renkli
kısmın önemli bir bölümünü bir ağız dolusu almalı, çene
ucu meme cildine temas eder vaziyette ve alt dudak
dışa kıvrılmış olmalıdır. Bu şekilde bebeğin yanaklarında
şişlik oluşur ve yutkunarak annesinin sütünü aldığı
kolayca fark edilir. Eğer çatlak meydana gelmişse
doğru pozisyonda ve uygun emzirme tekniğiyle sorun
kısa sürede halledilir. Beslenme sonrası bir miktar anne
sütünün çatlak bölgelere sürülerek kurutulmasının
yararlı olduğu düşünülmektedir.
Emziren anneler her zaman bol ve pamukludan
yapılma sutyen giymelidirler.
Anne sütünün yetmediği inancıyla doktora danışmadan
yeni bir gıdaya başlanmamalıdır. Düzenli kilo alan,
günde ortalama 6 kez beslenebilen, bezini günde 6 defa
ıslatan bir bebek anne sütünü yeterince alıyor
demektir. Kaka sayısı beslenmenin
değerlendirilmesinde güvenilir bir işaret değildir.
Anne sütünün yeterliliği en iyi çocuğun gereken tartıyı
almasıyla anlaşılır. Bu nedenle bebeğinizi düzenli
aralıklarla sağlık kontrollerine getiriniz.
Çalışan anneler sütlerini sağdıktan sonra, kaynatılarak
steril edilmiş şişelerde oda sıcaklığında 8 saat,
buzdolabında 24 saat ve buzlukta dondurarak 6 ay
saklayabilirler. Bu amaçla saklanan anne sütü hiçbir
zaman kaynatılmamalıdır.Bebeklere ilk yaşın sonuna
kadar kaynatılmamış su verilmemesi tavsiye edilir.
Bebeklerini emziren annelerin iyi beslenmesi anne
bebek sağlığı açısından çok önemlidir. Bu nedenle
annelerin; günde 2 litre (10 su bardağı) kadar sulu
gıdalar (su, süt, az şekerli limonata, komposto
çorbalar, vb.) almaları önerilir.
Günlük beslenmede en az 2 su bardağı süt veya
yoğurt, 1 köfte kadar et ve bir adet yumurta, 3
ince dilim ekmek veya 3 porsiyon unlu yiyecek 2
adet meyve bulunmalıdır. Anne sütü verirken sigara
içmemeli, çay ve kahve gibi besleyici değeri olmayan
içecekleri tüketmemelidir.
4 - 9 AYLIK BEBEK BESLENMESİ
Yalnız anne sütüyle beslenen bebeklerde ek gıdalara
dördüncü aydan sonra başlanır. 4-6 ay arasında anne
sütüyle yeterli büyüme gelişme sağlanıyorsa sadece
anne sütüyle beslemeye devam edilir, bu durumda ek
gıdalara altıncı aydan sonra başlanır.
Bu dönemde çocuğunuza verdiğiniz ek gıdalar anne
sütünün tamamlayıcısıdır.
Ek Gıdalar:
Çocuğun ayına uygun büyüme ve gelişme sürecini
destekleyen, değişik tatlarla tanışmak suretiyle
sonraki aylarda kolay yeme alışkanlığı kazandıran,
besleyici değeri yüksek ama allerji yapma niteliği az
olan besinlerdir.
Meyve suyu veya meyve püresi, sebze çorbası veya
sebze püresi, muhallebi, yoğurt, peynir, reçel, bisküvi,
ekmek, yumurta bebek beslenmesinde önde gelen ek
gıdalardır.
Ek gıdaları kaşık ya da bardakla veriniz.
Yeni deneyeceğiniz yiyecekleri çocuk açken alışık
olduğu yiyeceklerden önce veriniz. Miktarı daima azdan
başlayarak arttırınız.
Yeni gıdaların allerji yapıp yapmadığına dikkat ediniz.
Bu nedenle aynı gün içinde birden fazla yeni besin
denemeyiniz. Şüpheli bir gıdayı kestiğinizde belirtilerin
geçip geçmediğini kontrol ediniz. Bir iki gün sonra
yeniden deneyiniz.
Bebeğinizin hoşlanmadığı önemli yiyecekleri zaman
zaman yeniden deneyiniz.
Meyve Suyu:
Elma ve şeftali gibi meyvelerin suları taze olarak 1-2
tatlı kaşığı miktarından başlanarak verilir ve yavaş
yavaş arttırılır. Portakal ve mandalina suyunun daha
ileri aylarda verilmesi uygun olur.
Meyveler iyice yıkanır, kabukları soyulur ve cam
rendede rendelenir. Temiz bir tel süzgeç veya
tülbentle süzülerek suyu elde edilir. Meyve suyuna
başlandıktan bir iki hafta sonra püre halinde verilebilir.
Meyve sularına şeker eklenmemelidir!
Sebze Çorbası:
Meyve suyuna başlandıktan iki hafta kadar sonra öğle
öğününde verilmek üzere patates, havuç, pirinç ve taze
sebzelerden günlük olarak hazırlanır.
Bir iki tatlı kaşığından başlanarak yavaş yavaş arttırılır.
Dört haftalık bir süre içinde tam sebze püresine
geçilir.
1. Hafta (sebze çorbası): 3-4 su bardağı su, 2 orta boy
havuç, 1 orta boy patates 45 dakika kapaklı kapta
pişirilir. Tel süzgeçle hiç ezmeden suyu bir başka kaba
alınır. Bir çay kaşığı irmik ilavesiyle tekrar 5-10 dakika
pişirilir. Sıvı miktarı 200 gram olacak şekilde ayarlanır.
2. Hafta (basit sebze püresi): Aynı şekilde pişirilir.
Havuç ve patatesler tel süzgeçten tamamen ezilerek
püre olarak geçirilir. Bu pürenin içine yine irmik
katılarak mamanın hazırlanması tamamlanır.
3. Hafta (karışık sebze püresi): Havuç ve patatesin
yanına 1 çay kaşığı pirinç ve her gün bir yenisi ilave
edilmek üzere mevsimlik sebzeler eklenir
. Örneğin ilk gün 3-4 yaprak maydanoz, ertesi gün
maydanoz ve bir kaç yaprak ıspanak, sonraki gün
ilaveten dörtte bir enginar, daha sonra dörtte bir
domates gibi .. Tel süzgeçten ya da blenderden
geçirilerek elde edilen püreye yine bir çay kaşığı irmik
eklenerek 5 dakika daha pişirilir.
4. Hafta (tam sebze püresi): Ayrıntılarıyla anlattığım
şekilde hazırlanan püreye 1 çay kaşığı zeytin yağı veya
pastörize tereyağı katılır.
Altıncı aydan itibaren sebze çorbası ya da püresine 1
yemek kaşığı kıyma (3 kez çekilmiş yağsız sinirsiz dana)
eklenmelidir.
. Muhallebi:
Sebze püresinden 1-2 hafta kadar sonra genellikle 5.
aydan itibaren akşam (gece değil) öğünü olarak verilir. 1
su bardağı süt, bir tatlı kaşığı pirinç unu, 1 tatlı kaşığı
toz şekerle yapılır. Soğuk sütün bir kısmıyla pirinç unu
iyice ezilir, kalan süt eklenir karıştırılarak pişirilir.
Ateşten indirmeye yakın şeker eklenir. İlk günlerde
süt sulandırılabilir.
Muhallebi, kutu mamalarla da hazırlanabilir. Özellikle
inek sütü proteinlerine duyarlı olan bebeklerde bu
durum tercih edilir. Bir su bardağı su 1 tatlı kaşığı
pirinç unu karıştırılarak pişirilir. Ateşten indirildikten
sonra içine 5-6 ölçek hazır mama toz halinde katılır.
Topaklanma durumunda tel süzgeçten geçirilir.
. Son yıllarda süt çocukluğu döneminde inek sütünün hiç
kullanılmaması yönünde olan görüşler giderek ağırlık
kazanmaktadır.
Yoğurt:
Süt kaynatılır, elin dayanabileceği sıcaklığa kadar
soğutulur. 1 litre süt içine bir çorba kaşığı yoğurt 1-2
kaşık sütle sulandırılarak eklenir, yavaşça karıştırılır.
Hareket ettirmeksizin sıcaklığını koruyabilecek şekilde
3-4 saat bekletilir. Bir kase kadar ikindi öğünü olarak
verilir.
Kahvaltı:
Çocuk altı ya da yedi ayını bitirdikten, sebze püresi,
muhallebi, yoğurt gibi gıdalara iyice alıştıktan sonra
kahvaltılara başlanır.
Süt, beyaz peynir, reçel, pekmez, ekmek veya bebe
bisküvisi başlıca malzemelerdir. Tuzu alınmış bir parça
beyaz peynir ve reçel sütle ezilir. Karışıma ekmek içi
katılır. Bu amaçla 3-4 bebe bisküvisi kullanılabilir.
Kahvaltıya önce 1-2 tatlı kaşığı olarak başlanır, miktarı
giderek arttırılır. Bal allerji yapma olasılığı nedeniyle
bir yaşından önce tercih edilmez. İstenirse 1 çay kaşığı
yağ eklenebilir. Bir süre sonra peynir, reçel, yağ ve
ekmek sütten ayrı olarak verilebilir.
Yumurta:
Katı olarak pişirilmiş yumurtanın sarısı 1 çay kaşığı
miktarından başlanıp giderek arttırılmak suretiyle
kahvaltıya ilave olarak verilir. Bir haftanın sonunda
bebeğiniz bir tam yumurta sarısı yiyebilir.
İyice alışmış olan çocuklara yumurta kayısı kıvamında
verilebilir. Yumurtanın beyazının bir yaşında önce
verilmesi genellikle tercih edilmez.
Tahıllı Çorbalar:
Mercimek, yoğurtlu yayla, acısız tarhana çorbası gibi
gıdalar, taze sebze çorbalarına alıştırılmış olan
bebeklere 7. aydan sonra değişik tatları öğretmek
amacıyla verilebilir.
Köfte:
Sebze çorbasıyla birlikte, yağsız sinirsiz üç kez
çekilmiş dana kıymasından baharatsız olarak
hazırlanmış 1-2 köfte 6. Aydan itibaren verilebilir.
Balık ve Tavuk:
Bebeğiniz yedi sekiz aylık olduğunda kıymaya alternatif
olarak püre halinde öğle öğününde tavuk ve kılçıksız
balık eti verebilirsiniz.
Karaciğer:
Kuzu ciğeri tercih edilir. Az tuzlu suda haşlanır, zarı
çıkarılır, rendelenerek balık ve tavuk etleriyle
dönüşümlü olarak sebze çorbalarıyla birlikte verilir.
Çay:
Çayın besleyici hiç bir değeri yoktur. Aksine diğer
gıdaların besleyici değerini düşürür, barsaklardan
demir emilimini bozarak kansızlığa yol açabilir. Bu
bakımdan süt çocuğu beslenmesinde yeri yoktur.
6-8 AYLIK BEBEKTE BESLENME ŞEMASI:
_____________________________________
1. Öğün (saat 06.00-07.00)
Kahvaltı + Anne Sütü
Ara Öğün (saat 09.00-09.30)
Meyve Suyu
2. Öğün (saat 11.30-12.30)
Et + Sebze Maması + Anne Sütü
Ara Öğün (saat 15.30-16.00)
Yoğurt + Meyve Püresi + Ekmek
3. Öğün (saat 18.30-19.30)
Sütlü Muhallebi + Anne Sütü
Gece Öğünü
Anne Sütü (1-2 kez)
_____________________________________
Anne sütü verilmeyen bebeklerde bunun yerine uygun
şekilde hazırlanmış hazır mama verilebilir. Ancak
unutulmamalıdır ki hiç bir mama anne sütünün tam
olarak yerini tutamaz. Bu nedenle bebeğinizi kendi
sütünüzle beslemek için olabildiğince gayret gösteriniz.
Et olarak 1 köfte, 5 tatlı kaşığı karaciğer veya tavuk
ezmesi dönüşümlü olarak verilebilir. Sütlü muhallebi
yerine mamalardan hazırlanmış muhallebiler ya da hazır
unlu sütlü mamalar verilebilir. Sebze maması ve
muhallebi öğünleri önceleri az miktarda başlanır, daha
sonra 200-250 gram (bir kase dolusu) olarak hazırlanır.
9-12 AY ARASI BEBEĞİN BESLENMESİ:
Çocuğunuz için bu dönemde özel yiyecekler
hazırlamanıza gerek yoktur. Yetişkinler için pişirilen
tüm ev yemekleri az yağlı püreler halinde bebeğe
verilebilir.
Örnek Mönü:
Sabah: Kahvaltı
1 Bardak şekersiz süt
1 Yumurta sarısı
1 Tatlı kaşığı reçel ya da pekmez
1 Çay kaşığı yağ
1 İnce dilim ekmek veya 3-4 adet bisküvi
Ara: Meyve püresi
Öğle: Kıymalı sebze püreleri
Dolma içleri, sebzeli köfteler
Kuru baklagil püreleri
Bir dilim ekmek içi (sebzelerle)
Akşam: Muhallebi (veya öğle öğünün aynısı)
Sebze olarak bakla ve patlıcan bebek beslenmesinde
tercih edilmez. Bir yaşına basan bebekler aile
sofrasına oturtulur, kendi kendine yemesi için teşvik
edilir. Diğer sütlü besinlerin yanı sıra günde bir bardak
süt içmesine özen gösterilir.
1-5 YAŞ ÇOCUK BESLENMESİ:
Dokuz aydan sonra çocuğun temel gıdası olmaktan çıkan
anne sütü 2 yaşına dek anne için uygun olan bir
zamanda kesilebilir.
Bir yaşından sonra 13-14 aylık olan çocuğa, çatal kaşık
kullanma alıştırmaları yapılabilir. Ailenin diğer
fertleriyle birlikte sofrada oturan çocuğun ayrı tabağı
olmalı, neyi ne kadar tükettiğine dikkat edilmelidir.
Bu dönemde de çocuklar günde dört öğün beslenmeli,
temel besin gruplarından (süt ve sütlü gıdalar .. etler,
yumurta ve baklagiller .. sebze ve meyveler .. unlu ve
nişastalı besinler) yeterli ve dengeli tüketmelidirler.
Ülkemizde en sık yapılan hatalardan biri çocuğu
yemek suyuyla beslemektir. Hiç bir besleyici değeri
olmayan bu beslenme biçimi uygulanmamalıdır.
Her gün yarım litre süt çocuklara verilmelidir. Süt her
şekilde verilebilir. Sütün içerdiği kalsiyum çocukların
gelişimi için çok önemlidir. 25 gram peynirde de 200
gram sütteki kadar kalsiyum vardır.
Her gün et ve baklagillerden bir ikisi beslenme
listesinde bulunmalıdır. Her gün bir yumurta
yedirilmelidir. Düzenli et verilen çocuklara gün aşırı
olabilir.
Günde bir ya da iki kez sebze verilmelidir.
Günde bir iki kez meyve yenmelidir. Fazladan bir öğün
meyve vermek sebzenin yerini tutabilir. Meyve suları
da meyvenin yerine geçebilir.
. Günde bir iki kez nişastalı besinler ve üç dilim ekmek
beslenme listesinde bulunmalıdır.
Çocuklara olabildiğince erken dönemde kendi
kendilerine çatal kaşık kullanarak yemeleri
öğretilmelidir.
Her çeşit şekerleme, pasta, kek, dondurma sık sık
verilmemesi gereken yiyeceklerdir. Öğünler arasında
çocuğa şekerleme vermek iştahı azaltarak yetersiz
beslenmeye yol açtığı gibi diş çürüklerinin de önde
gelen nedenidir.
Çay ve kahve verilmesi içerdikleri uyarıcı maddeler
nedeniyle sinirliliğe yol açtığından bu içecekleri
çocuklara hiç tattırmamak en iyisidir.
Bu dönemde çocuklar ağız ve diş sağlığı konusunda
eğitilmelidirler. 1,5 - 2 yaşına gelen çocuğun bir diş
fırçası olmalı, macunsuz olarak fırçalama eğitimi
verilmelidir. Üç yaştan itibaren diş macunu kullanmaya
başlanabilir.
Sevgili Anne ve Baba,
Hazırlamış olduğum bu kısa ve özlü beslenme
kılavuzunun, bebeğinizin yeterli ve dengeli beslenmesi
için gösterdiğiniz çabada size yol göstererek yararlı
olacağını umut ediyorum. Bebek beslenmesi ile ilgili
kapsamlı ve kaliteli çok sayıda kaynak eseri
kitapçılarda bulabilir, merak ettiğiniz ayrıntıları
doktorunuzla konuşarak bilgilerinizi pekiştirebilirsiniz.
Sağlıklı ve başarılı nesiller yetiştirmeniz dileğiyle ..
.
ÇOCUKLUK
DÖNEMLERİNE
GÖRE
BESLENME.
BÜYÜME VE GELİŞME.
GİRİŞ
Büyüme, hücre sayısı ve büyüklüğünün artışıyla vücut hacmi ve kitlesinin
artışıdır. Gelişme ise hücre ve dokuların yapı ve içeriğinin değişimiyle
bedensel olgunlaşmayı ifade eder.
Çocukluk çağı, erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesi ile başlar ve
ergenliğin tamamlanmasına kadar devam eder. Çoğunlukla bu iki kavram
bir arada değerlendirilir. Çocukluk dönemini diğer dönemlerden ayıran en
önemli özellik, gebeliğin başlangıcından ergenliğin tamamlanmasına kadar
devam eden bir büyüme ve gelişme süreci oluşudur. Büyüme ve gelişme bu
evrede zaman zaman daha hızlı seyreder. Doğadaki diğer canlıların yaşam
süreçleriyle karşılaştırıldığında çocukluk çağı insanda çok daha uzundur.
Çocuklar sürekli büyüyen ve gelişen organizmalar olmaları sebebiyle,
sağlık durumlarını bozan her türlü etken, büyüme ve gelişme süreçlerini
yavaşlatabilir, hatta durdurabilir. 0 - 1 yaş ya da süt çocukluğu dönemi
olarak ifade edilen devrede, büyüme hızının belirgin olarak yüksek oluşu
nedeniyle, maruz kalınan etkenler büyüme ve gelişme sürecinde daha ağır
ve kalıcı değişiklikler yaratır.
Normal büyümenin tarifi oldukça güçtür. Ancak kabaca, hastalık belirtisi
göstermeyen, yaşına uygun bedensel büyüme ve olgunlaşma, ruh ve zeka
gelişimi sergileyen bir çocukta büyüme ve gelişmenin normal olduğunu
söyleyebiliriz. Yaşa uygunluk, toplumda daha önce sağlıklı çocuklarda
yapılmış geniş çaplı araştırmalarla ortaya konmuş olan normal büyüme
eğrilerine göre değerlendirilir. Büyüme ve gelişme durumunun yaşa göre
normal, geri ya da ileri olduğunun belirlenmesi, çocuklarda klinik
muayenenin en önemli bölümünü oluşturur.
ÇOCUKLUK DÖNEMLERİ
Çocuklar büyüme süreci içinde değişik dönemlerden geçerler. Her birinde
farklı sorunların görülebildiği bu dönemler, doğum öncesi ve doğum
sonrası olmak üzere önce iki gruba ayrılır, daha sonra kendi içinde alt
gruplar halinde tasnif edilir (Tablo 1). DİĞER SAYFADA
Tablo I
I... Doğum Öncesi ( Anne karnında geçirilen ) Dönem
A) Embriyonal Dönem ( 0 - 10 hafta )
B) Fetal Dönem ( 10 haftalıktan doğuma kadar )
II.. Doğum Sonrası Dönem
A) Yenidoğan Dönemi ( 0 - 4 hafta )
B) Süt Çocukluğu Dönemi ( 1 ay - 12 ay )
C) Oyun Çocukluğu Dönemi ( 1 - 3 yaş )
D) Okul Öncesi Dönemi ( 4 - 5 yaş )
E) Okul Çocukluğu Dönemi ( kızlarda 6-10 yaş, erkeklerde 6-12 yaş )
F) Ergenlik Dönemi ( kızlarda 10-18 yaş, erkelerde 12-20 yaş )
Sevgili anne ve babalar, Tablo 1'de gördüğünüz, gebeliğin başlangıcından
ergenliğin sonuna kadar olan evrelere, ilgili bölümlerde ayrıntılı olarak
değinilecektir. Kendine özgü karakteristikleri nedeniyle her dönemde
fizyolojik ve patolojik bulguların sınırları birbirinden farklı olduğundan,
dönemlerin her biri kendi özellikleri çerçevesinde değerlendirilecektir.
İntrauterin Dönem
Günümüzde yaşamın döllenmeyle başladığı kabul edilmektedir. İntrauterin
dönem dediğimiz gebelik süresi, bebeğin doğumdan sonraki yaşam
standardını belirleyen en önemli evredir.
Büyüme ve gelişme, en hızlı seyrini anne karnındaki dönemde gösterir.
Özellikle gebeliğin ikinci yarısında boy ve tartı artışı daha da belirgindir.
10. haftada bütün organ taslakları tamamlanmıştır. 'de, gebelik haftasına
göre bebeklerin büyüme eğrilerinde görüldüğü gibi anne karnındaki 12
haftalık bir bebeğin ağırlığı 18 gram, boyu 6,5 cm kadardır. 16. haftada
ağırlık 135 gram, boy 16 cm olur. Bundan sonra sırasıyla haftalara göre
tartı / boy değerleri: 20. haftada 340 gr / 25 cm, 24. haftada 570 gr /
33 cm, 28. haftada 900-1000 gr / 37 cm, 32. haftada 1600 gr / 40,5 cm,
36. haftada 2500 gr / 46 cm, 40. haftada 3400 gr / 51 cm kadardır.
Sevgili anne ve babalar, çocuğunuzun büyüme ve gelişmesinin çeşitli
faktörlerden etkilenebileceğini unutmamalısınız. Bebeğinizin büyüme ve
gelişmesinde yavaşlama saptandığında daha sık ve yakın takibe girmeniz
gerekmektedir. Günümüzde bebeğin gebelik evresi bir muamma olmaktan
çıkmıştır. Yeni metodlarla bebeğinizin durumu belirlenebilmektedir.
İntrauterin dönemin başlangıcı olan embriyonal dönemde (0-10 hafta)
bebek, dış etkilere karşı son derece hassastır. Çoğu doğumsal
anormallikler bu dönemde maruz kalınan etkenler sonucu meydana
gelmektedir. Bu nedenle gebeliğin ilk haftalarında, diğer dönemlerden
çok daha dikkatli olunmalıdır.
Fetal dönem 11. haftada başlar ve doğuma kadar devam eder. Bu
dönemde doku ve organların olgunlaşma süreci ile hızlı büyüme
gerçekleşmektedir. Fetal büyümenin değerlendirilmesinde rahim
büyüklüğü, ultrason, son adet tarihi ve bebeğe ait ölçümler gibi
parametreler kullanılmaktadır.
Fetal dönemde, özellikle gebeliğin ikinci yarısında bebeğin büyüme ve
gelişmesi belirgin olarak hızlanmaktadır. Aşağıdaki tabloda sunulduğu gibi
*bebeğe, *anneye, *plasentaya ve *çevreye bağlı nedenler bebeğin
gelişimini çok çeşitli yönlerden etkileyebilirler. Bu faktörlerin önemli bir
bölümü, girişimde bulunulduğunda bebeğin gelişimini iyi yönde
etkileyebilecek özelliklerdir.
Sevgili anneler, hayatınızın en önemli evresi olan gebelik döneminde
sağlığınıza özen gösteriniz. Yeterli ve dengeli besleniniz. Düzenli
olarak gebelik kontrollerinizi yaptırınız ve zararlı çevresel
faktörlerden kaçınınız.
Böylece bebeğiniz kendi genetik potansiyeli doğrultusunda en uygun
şekilde büyüme ve gelişme gösterecektir.
Tablo II
Fetal Büyümeyi Etkileyen Faktörler
I. Bebeğe Ait Nedenler:
* Irk
* Cinsiyet
* Genetik
* Kromozom anomalileri
* Fetal infeksiyonlar
* Doğumsal anomaliler
* Çoğul gebelik (ikiz, üçüz, vb.)
II. Anneye Ait Nedenler:
A) İnfeksiyonlar
B) İnfeksiyon Dışı Nedenler
* Boy
* Yaş ( <18, >35 )
* Azalmış besin alımı
* Gebelikte yetersiz tartı alımı
* Doğum öncesi düşük kilo
* Yetersiz bakım
* İlaç bağımlılığı, sigara ve alkol
* Kronik hastalık (kalp, böbrek, şeker hast., astım..)
* Yüksek tansiyon
* Sık doğumlar
. III. Plasentaya Ait Nedenler
Plasenta, anneyle bebek arasında oksijen ve besin alışverişini sağlayan,
"eş" olarak da adlandırılan bölümdür.
* İnfeksiyon
* Plasenta tartısı
* Plasentada iletim bozukluğu
* Plasenta tümörleri
* Plasentanın kısmen ayrılması
* İkizden ikize kan geçişi
IV. Çevresel Nedenler
* Çevre Hijyeni
* Radyasyon
* Yüksek irtifa
Sevgili anne ve babalar, gördüğünüz gibi bebeğin anne karnında
büyümesini etkileyen birçok faktör mevcuttur (Tablo II: I-IV.
Maddeler). Bunlardan herhangi biri bebeğinizin büyümesini
yavaşlatabilir. Hamilelik esnasında hekim denetiminde yapılacak
düzenli takiplerle, büyümeyi etkileyen faktörler geç kalınmadan
kontrol altına alındığında, anne karnındaki dönemde büyüme normal
olacak, sağlıklı bir bebek dünyaya gelecektir.
Yenidoğan Dönemi: Doğumdan sonraki ilk
4 hafta yenidoğan
dönemidir. Dünyaya yeni gelmiş olan bebek, dış ortama hızla uyum
sağlamak durumundadır. Anne karnındaki ideal dönem artık sona ermiştir.
Kendi vücut ısısını kendisi düzenlemek, solunum, kan dolaşımı ve sindirim
faaliyetleri gibi işlevlerini kendisi yerine getirmek zorundadır. Bu
devrede uygun oda sıcaklığının sağlanması ve anne sütüyle beslenme son
derece önemlidir. Her annenin sütü kendi bebeği için özeldir. Erken
doğum yapan annenin sütü hızlı büyüyen ve yaşıtlarını yakalamaya çalışan
prematüre bebeğin beslenmesi için yeterli miktarda protein, yağ ve kalori
içermektedir.
Sevgili anneler, bebeğinizin en iyi şekilde beslenmesini, büyüme ve
gelişmesini sağlayan anne sütünü ondan esirgemeyiniz. Bebeğinizi
doğar doğmaz ilk yarım saat içinde mutlaka emziriniz!..
Anne sütü ilk 4-6 ay sağlıklı büyüme ve gelişme süreci için tek başına
yeterlidir!..
Sevgili anne ve babalr, yenidoğan bebeğinizin diğer dönemlerden farklı
olarak hastalık belirtisi olmayan bazı fizyolojik özellikleri vardır ki bu
özel durumları bilmenizin son derece yaralı olacağı kanısındayım.
Sağlıklı bir yenidoğanın cilt rengi gül kurusu pembesidir. Doğumu izleyen
ilk saatlerde daha koyu olabilir, ancak birkaç saat içinde normale döner.
Koyu kırmızı renk devam ediyorsa kan hücrelerinin fazlalığı söz konusu
olabilir. Solukluk ise kansızlığı düşündürür. Her iki durumda da gerekli kan
tahlilleri yapılarak nedene yönelik tedavi ugulanmalıdır.
Normal yenidoğanlarda göz kapaklarında el, kol ve bacaklarda hafif ödem
saptanabilir. Doğumu izleyen birkaç gün içinde kendiliğinden düzelir.
Ciltte küçük damar genişlemeleri görülebilir, çok belirginse doktorunuza
danışınız. Kalça ve sırtta kurşuni mavi renkte doğum lekesi olabilir,
herhangi bir hastalığa delalet etmez, 1 yaşına kadar kaybolur. Prematüre
bebeklerde ciltte bol miktarda tüy bulunabilir, kısa sürede
dökülür.Yenidoğanların yaklaşık %40'ında yüzde inci beyazı renkte, toplu
iğne başı büyüklüğünde kabarıklıklar görülebilir, tedavi gerektirmez.
Bazen anneden geçen hormonların etkisiyle bebeğin yüz ve boynunda
sivilceler oluşabilir, kız çocuklarda vaginal akıntı olabilir, tedavi etmeye
gerek yoktur, kendiliğinden geçer. Yine aynı nedenle yenidoğan bebeğin
memeleri şiş olabilir. Kesinlikle sıkılmamalı, düzelme zamana
bırakılmalıdır.
Süt Çocukluğu, Oyun Çocukluğu ve Okul Öncesi Dönemi
Süt çocukluğu dönemi 1 - 12 ay, oyun çocukluğu 1 - 3 yaş, okul öncesi
çocukluk dönemi 4 - 6 yaş arasındaki evredir. Bu evreler birbirleriyle olan
yakın ilişkileri nedeniyle bir arada ele alınmışlardır. Süt çocukluğu dönemi,
yenidoğan döneminden sonra insan yaşamındaki en önemli evrelerden
biridir. Bebeğin doğum sonrasında en hızlı büyüdüğü dönemdir. Bir yaşın
sonunda çocuk, doğum ağırlığının 3 misline, boyu 1.5 misline ulaşır.
Tablo III
Yaş (aylar)................Tartı *(gr/ay).........................Boy* (cm/3 ay)
0 - 3 Ay.....................600 - 1000..................................8
4 - 6 Ay.....................600 - 800...................................8
7 - 9 Ay.....................400 - 600...................................4
10 - 12 Ay..................400 - 600..................................4
* 0 - 12 ay çocukların üçer aylık dönemlerde tartı artışı aylık, boy artışı
3 aylık artış olarak belirtilmiştir.
Süt çocuğunda önceleri en hızlı büyüyen bölüm baştır. 6. aydan sonra
göğüs çevresi genişler, 9. aydan sonra kol ve bacakların büyümesi öne
geçer. Beyin, sinir ve kasların gelişimi baştan ayağa doğru olan bir rota
izler. Bu nedenle çocuk önce başını tutar, sonra oturur, daha sonra
yürüyebilir. Çocuğun istemli hareketler yapma, anlama, etrafla ilgilenme,
istediklerini belirtme yetenekleri gelişir.
Sevgili anne ve babalar, çocuğunuzu tabloda sunduğumuz rakamsal
değerlerle kıyaslamayınız. Ancak büyüme-gelişme eğrisinde kendisine ait
yerini bularak takibini yapabilirsiniz. Eğride normalden sapma (özellikle
düşüş) gördüğünüzde doktorunuzla temasa geçerek altta yatan bir sorun
olup olmadığının araştırılmasını sağlayınız. (Beslenmeyle ilgili sorunlar,
infeksiyon hastalıkları vb..).
Vücut Ağırlığı
Ortalama doğum ağırlığı 3000-3500 gram kadardır. İkinci ve üçüncü
çocukların doğum kilosu birinciden, erkeklerinki kızlardan fazladır.
Zamanında doğan bebekler normal olarak ağırlıklarının % 5-10'unu, erken
doğanlar tartılarının % 10-15'ini ilk bir iki hafta içinde kaybederler. Buna
fizyolojik kayıp adı verilir.
Çocuklar ilk 6 ay içinde ayda 600-1000 gram, sonraki 6 ay içinde ayda
400-600 gram ağırlık kazanırlar. Bir bebek 5. ayda doğum ağırlığının 2
katına, bir yaşın sonunda 3 katına, üç yaş sonunda 4 katına çıkar. 7. yaşın
sonunda 7 katına ulaşır. 2 yaşından büyük çocuklarda normal vücut
ağırlığını kabaca hesaplamak için Yaş X 2 + 8 formülü kullanılabilir.
Bulunan rakam ortalama değerdir.
Sevgili anne ve babalar, her çocuk kendi büyüme eğrisinde izlenmeli,
ne kendi kardeşleriyle, ne de diğer ailelerin çocuklarıyla
karşılaştırılmalıdır.
Boy Uzunluğu
Doğumda boy uzunluğu 48 ile 52 santimetre arasında değişmekle birlikte
ortalama 50 cm kadardır. Sonraki 3 ay içinde 8 cm, ikinci 3 ay içinde
8 cm, üçüncü 3 ayda 4 cm, dördüncü 3 ayda yine 4 cm boy uzaması
olur. Çocuklar ilk yaş sonunda doğum boylarının yarım katı olan 75
santimetreye, dört yaşında iki katına, 13 yaşında 3 katına erişirler. İki
yaşından büyüklerde yaklaşık boy uzunluğunu bulmada Yaş X 5 + 80
formülü kullanılabilir. Elde edilen rakam ortalama boy uzunluğudur.
Normal değerler ise çok geniş bir yelpazeye dağılır.
Sevgili anne ve babalar, ağırlıkta olduğu gibi her çocuğun boy gelişimi
yine kendi eğrisi üzerinde izlenmeli, başka çocuklarla hatta kendi
kardeşleriyle bile kıyaslanmamalıdır.
Baş Çevresi
Baş çevresi doğumda ortalama 35 cm kadardır. 3. ayda 40,5 cm, 6. ayda
43 cm, 1 yaşın sonunda 46 cm olur. Yenidoğanda baş ve göğüs çevreleri
eşittir. Birinci yaştan sonra göğüs çevresi baş çevresinden büyük olur.
Süt çocuklarında baş çevresinin her ay ölçülmesi çok önemlidir. Baş
çevresi eğrileri üzerinde değerlendirilen normalden sapmalar derhal ele
alınmalı, nedenleri ciddiyetle araştırılmalıdır. Bu sayede örneğin kısaca
beyin içinde su birikmesi olarak tarif edebileceğimiz "hidrosefali"nin
erkenden tanınması ve hasar meydana gelmeden tedavi edilmesi mümkün
olabilir. Benzer şekilde mikrosefali ( küçük kafa ) de tespit edildiğinde
gecikmeden nedenleri araştırılmalı, sebebe yönelik tedavi yapılmalıdır.
Diş Gelişimi
Diş gelişimi çocuklarda büyüme ve gelişme süreciyle doğrudan ilişkili bir
parametre olmamakla birlikte çocuğunuzun beslenmesi yönünden önem
arzettiğinden diş gelişimine de kısaca değineceğim.
İlk diş çıkarma zamanı daha çok ırsi eğilimlere bağlıdır. İlk diş ortalama
4 - 9. aylar arasında çıkar. Ancak 15 aya kadar gecikmesi de normal kabul
edilir. Diş çıkarma sırasında hafif ateş, ishal, huzursuzluk görülebilir.
Yerel içme suyunda flor yeterli değilse, diş çürüklerinden korunmak için
kalıcı dişler çıkana dek günde 0,25 mg florun ağızdan verilmesi uygun olur.
Sevgili ebeveynler, sağlıklı bir diş gelişimi için çocuğunuza diş fırçalama
alışkanlığını mutlaka kazandırmalı, çocuk diş hekimlerince düzenli takibini
sağlamalısınız.
Kemik Gelişimi
Kafada 6 adet bıngıldak bulunur. Bunların önde yeralan büyüğü ve
arkadaki küçük olan elle kolayca farkedilir. Ön bıngıldak dışındakiler bir
kaç ay içinde kapanırlar. Öndekinin kapanması ise 3 ile 18 aylar arasında
gerçekleşir. Kapanmadaki gecikmeler doğumsal tiroid bezi yetersizliği, D
vitamini eksikliği gibi hastalıkları öncelikle akla getirir. Araştırma
sonuçlarına göre nedene yönelik tedavi yapılır.
Kemiklerin gelişimi esnasında baş büyüklüğünün vücuda oranı, kulaç
mesafeleri gibi bedensel oranlarda önemli değişiklikler olur. Çocuklarda
oturma yüksekliği gelişmeyi değerlendirmede çok yaralı bir
göstergededir.
Boy uzunluğundan oturma yüksekliğinin çıkarılmasıyla bacak mesafesi elde
edilir. Heriki değer için de normali yansıtan eğriler mevcuttur. Grafikler
üzerinde yapılan değerlendirmeler, büyüme bozukluklarının erken tanısını
olanaklı kılar. Kemik gelişimiyle igili bir sorun olduğunda bu konuda
yetişmiş uzman bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Okul Çocukluğu Dönemi
6 yaşından cinsel olgunlaşma belirtilerinin başladığı ergenlik dönemine
kadar çocuğun gelişmesindeki başlıca özellikler, gittikçe anne babaya olan
yakın ilginin azalması; öğrenme, yarışma, ödev, sorumluluk ve başarma
duygularının yerleşmesidir.
İlkokula yeni başlayan çocuklarda kısa veya uzun süreli uyum sorunları
çok yaygındır. Sınıfa annesiyle birlikte girmek, sınıfta durmamak,
sıraya oturmamak, altını ıslatmak, altını kirletmek, ağlamak, derste
gezinmek, birşeyler yemek gibi belirtilerle kendini gösteren uyum
güçlükleri birkaç gün ya da birkaç haftayı bulabilir. Bazı çocuklarda okul
fobisi görülebilir. Bu aşırı okul korkusu aslında okuldan korkma değil,
anneye aşırı bağımlı olan çocuğun, okula gitmekle annesinden ayrılması
sırasında ortaya çıkan anneden ayrılma korkusudur.
Okula uyum sorunlarının çözümü için okula yeni başlayan çocukta okuma
yazma öğrenmekten önce evdeki olumlu ilişkinin okulda da sürdürülmesi,
bir tür anne baba modeli olan öğretmenin çocuğa duygusal doyumu
sağlayacak şekilde davranması ve bizzat kendi davranışlarıyla da çocuk
için iyi bir örnek oluşturması gereklidir.
Sevgili anne ve babalar, aynı yaştaki çocukların tartı ve boy değerleri
tıpatıp aynı olamayacağı gibi, aynı nörolojik ve ruhsal gelişim özelliklerini
sergilemezler. Bu nedenle yaşa uygun beceriler değerlendirilirken, her bir
çocuğun istenen tüm hareketleri yapması beklenmez. Ancak normalden
sapmalar varsa, doktorunuza başvurarak nörolojik ve psikolojik
durumunun değerlendirilmesini sağlamanız çok yararlı olur.
Ergenlik Dönemi
Ergenlik, çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecidir. Bu süreç iç salgı
bezlerinden salgılanan hormonlar tarafından başlatılır ve sürdürülür.
Testis ve yumurtalık gibi cinsiyet organlarının ve cinse özgü dış görünüm
özelliklerinin gelişmesi, büyüme ve kemik olgunlaşmasında belirgin
hızlanma, vücut oranlarında ve bedensel yapıda değişiklik, ergenlik
sürecinin özelliklerini oluşturur.
Vücutta ergenliğe yol açan hormonal değişikliklerin başlamasından sonra
dış görünümdeki ilk değişiklikler kız çocuklarında 10 (8-13), erkeklerde
12 (9,5-15) yaşında ortaya çıkar. Değişikliklerin tamamlanması genellikle
3-5 yıl sürer. Ergenlik döneminin sonunda -kızlarda otalama 16, erkek
çocuklarda 18 yaşında- bireyin büyüme ve gelişmesi büyük ölçüde
tamamlanmıştır.
Adolesans, kimi zaman ergenlikle eş anlamda kullanılmakla birlikte aslında,
hayatın bu devresinde vücutta oluşan biyolojik değişikliklere eşlik eden
ruhsal gelişme ve psikososyal değişiklikleri de kapsayan bir terimdir.
Ergenlikte Büyüme ve Gelişme
Boy Büyümesi
İlk 4 yaştan sonra büyüme hızı erkek ve kız çocuklarında benzer şekilde
yılda 5-7 cm gibi oldukça durağan bir gidiş gösterir. Ergenlik belirtilerinin
başlamasıyla beraber cinsiyet hormonlarının vücut kitlesini arttırıcı
etkisiyle boy uzamasında belirgin bir hızlanma görülür.
Kız çocuklarında ergenlik erkeklere kıyasla 2 yıl daha erken başlar. Bu
nedenle büyüme hızlanması da kızlarda daha erken olur. 10-12 yaşlar
arasında kız çocukları erkeklerden daha iri olurlar.
Ergenlikte büyümenin en hızlı olduğu "büyüme hızı doruğu" kızlarda
ortalama yılda 9 cm, erkeklerde ortalama yılda 10,5 cm'dir. Ergenlik
sürecinin daha geç başlaması erkek çocuklara büyümede aşağı yukarı 2 yıl
kadar bir süre kazandırır. Kalıtım faktörlerinin etkisine bağlı olarak
ergenliğe erişme yaşı çok değişken olduğundan büyüme hızı doruğunun
görüldüğü yaş da bir çocuktan diğerine farklılık gösterir. Bu nedenle aynı
yaştaki iki çocuğun ergenlik belirtilerinin başlayıp başlamamış olmasına
göre boy ve vücut yapılarında büyük farklılıklar olması doğaldır.
Boy uzaması ergenliğin son evrelerinde giderek yavaşlar, kızlarda 16-18,
erkeklerde 18-20 yaşlarında hemen hemen durur. Ancak 30 yaşa dek
omurga büyümesinin bir miktar daha devam etmesi sebebiyle 3-4
milimetrelik bir artış gözlenebilir.
Kilo Artışı
Okul öncesi döneminden ergenliğin başlangıcına kadar olan evrede, boy
büyümesine koşut olarak yıllık tartı artışı, 2-3 kilogram arasındadır.
Ergenlikte vücut ağırlığı kızlarda yaklaşık 16 kg, erkeklerde 20 kg artar.
Erkek çocuklarda kas gelişmesi ve iskelet kitlesinin artması vücut
ağırlığının artmasında önemli pay alırken, kızlarda tartı artışı büyük
ölçüde yağ depolanması sonucudur.
Kemik Büyümesi ve Olgunlaşması
İlk önce el ve ayakların büyümesi hızlanır. Bunu ön kol ve bacaklar, daha
sonra üst kol ve uylukların uzaması izler. Ardından enine büyüme hızlanır.
Kalçalar, göğüs ve omuzlar genişler. Kızlarda kalçaların, erkeklerde
omuzların genişlemesi belirgindir.
Yüz kemikleri hızla büyür, yüz görünümü değişir. Çene uzar ve kalınlaşır,
burun büyür, profil değişir.
Ergenlik öncesi kemik olgunlaşması kızlarda 2 yıl daha ileridir. Bu nedenle
kız çocuklarda epifizler daha erken kapanır. Boy artışı erkeklerde 17-18
yaşlarına kadar sürerken, kızlarda büyüme 15-16 yaşlarında durur.
Ergenlik Dönemiyle İlgili Sorunlar
Vücuttaki yapısal değişikliklere ve çevreye uyum gerektiren bu dönem son
derece duyarlı olunması gereken bir devredir. Çocukluktan çıkıp
erişkinliğe ilk adımını atan insanın bedeninde ve biyolojik işlevlerinde
meydana gelen değişikliklere alışması ve kabullenmesi, ayrıca fiziksel
değişiklikleri nedeniyle çevresindekilerin kendisine karşı davranışlarına
alışması gerekmektedir. Yine bu dönem okulda kendisinden beklenen
sorumlulukların arttığı, içgüdülerini kontrol ederek davranışlarında ölçülü
olmasının beklendiği bir dönemdir. Geleceği için meslek seçimi ve yaşam
biçimi gibi konularda karar vermesi gerekmektedir.
Sevgili ebeveynler, çocuğunuzun hem bedensel hem de ruhsal değişimlerin
yarattığı karmaşanın içinde boğuştuğu erişkinliğe geçiş sürecinde, anne ve
babasının mutlak desteğine gereksinimi vardır. Ona bir erişkin gibi
yaklaşmanız, sevgi ve ilginizi hissettirmeniz, sorunlarını anlamaya
çalışmanız kuşkusuz çok yararlı olacaktır..
....
ADIM ADIM
SÜTTEN
KESME
ÖĞÜNLER / BESLENME BİÇİMİ
1-2.haftada (5 aylık)
Öğle öğünlerinde tatması için sütünün yada mamasının yarısını verdikten
sonra, bir çay kaşığı pirinç unu maması, sebze yada meyve püresi yedirin.
Alışması için aynı tür püreyi üç gün üst üste verin.
Biberonla besliyorsanız ara sıra bebeğinize kaynatılıp ılıtılmış su verin.
Sabah erken: biberon/meme Kahvaltıda: biberon/meme
Öğle: biberon/meme, katı besin
İkindi :biberon/meme
Gece : biberon/meme
3-4. haftada (5.5 aylık)
Katı besini kahvaltı sırasında, beslenmenin ortasında tattırın. Pirinçunu
maması verebilirsiniz. Öğle öğününde de katı besin miktarını 3-4 kaşığa
çıkarın.
Kaynatılıp ılıtılmış su yada sulandırılmış meyve suyu verebilirsiniz.
İstemezse üstelemeyin.
Sabah erken: biberon/meme Kahvaltıda : biberon/meme (2 kez
Katı besin (az,arad))
Öğle :biberon/meme
Katı besin (arttırın)
İkindi :biberon/meme Gece: biberon/meme
5-6. haftada (6 aylık)
İkindi öğününde de katı besine başlayın. Bunuda diğerleri gibi öğün
ortasında yapın, yani önce biraz meme verin, arada biraz katı besin, sonra
yine meme yada biberon. Başladıktan birkaç gün sonra öğle öğününde
sebze püresinin ardından meyve püreside verin.(her birinden 2-3 çay
kaşığı)
Henüz erkende olsa fincan yada bardak ile
tanıştırabilirsiniz. Şimdilik bu onun için yalnızca bir oyuncaktır.
Sabah erken:(artık kaldırın).
Kahvaltıda: biberon/meme (2 kez)
Katı besin(arada)
Öğlen: biberon/meme
Katı besin(2 çeşit)
İkindi: biberon/meme
Katı besin
Gece: biberon/meme
7-8. haftada (6.5 aylık)
Öğle öğününde önce katı besin ile en son biberon yada meme ile besleyin.
Bu aşamada ikindi de iki çeşit katı besin alabilir. İkindi de de katı besini
ilk verin ve artık 5-6 tatlı kaşığı katı besini yiyebilir.
Artık bebeğinize fincandan içmeyi öğretebilirsiniz. Ancak o içerken yalnız
bırakmayın.
Kahvaltı:Biberon/meme (2 kez) Katı besin (arada)
Öğle:katı besin
Biberon/meme
İkindi:biberon/meme
katı besin
Gece:biberon/meme
. 9-10.
haftada (7 aylık)
Öğle öğünlerinde katı besinden sonra fincandan süt içirmeyi deneyin.
Meme ve biberon olmadan geçen birkaç günden sonra ikindi öğününede
katı besin ile başlayın.
Her öğünde fincanla mama, aralarda ise su ve sulandırılmış meyve suyu
verin.
Kahvaltı:biberon/meme
Katı besin
Öğle:katı besin (2 çeşit)
Fincanda mama/süt
İkindi:katı besin (2 çeşit) Biberon/meme
Gece: biberon/meme
.
.
.
11-12. haftada (7.5 aylık)
Artık ikindide de biberon ile yada memeden vereceğiniz mama veya sütü
fincandan içirmeye çalışın. Bu aşamada kahvaltıdaki katı besin ardından
ikinci kere süt almak istemeyebilir.
Yukarıdaki gibi
Kahvaltı: biberon/meme (1 kez)
Katı besin
Öğle:katı besin(2 çeşit) Fincanla mama/süt
İkindi:katı besin(2 çeşit) Fincanla mama/süt
Gece:biberon/meme
.
13. haftadan
sonra (8 aylık ve sonrası)
Kahvaltıda da biberon/meme yerine fincanda içeceği bir şeyler
verin. Artık bebeğiniz üç öğündede katı besin almakta, ayrıca hazır mama
içmektedir. Dokuz aylık olduğunda inek sütüde verebilirsiniz.
Yukarıdaki gibi
Kahvaltı:katı besin
Fincanla mama/süt
Öğle:katı besin(2 çeşit) Fincanla mama/süt
İkindi:katı besin(2 çeşit) Fincanla mama/süt
Gece:biberon/meme
.
BİBERONLA
BESLEME
BİBERONLA BESLEME.
Bebeğinizi anne sütü yerine biberonla beslemeyi tercih edrseniz bunun
dezavantajlarının yanında avantajlarıda vardır.Besleme işlemini bir
başkasıda yapabilir,bebeğinizin ne kadar süt aldığınıda görebilirsiniz.
Biberonla beslemenin en büyük dezavantajı bebeğinizde mide
rahatsızlıkları ve ishale yol açacak bakterilere karşı daha dikkatli olmanız
gerekecektir.Bunun için kullanacağınız tüm gereçleri sterilize
etmelisiniz.Mama hazırlarken de hazırlama şekline harfiyen uymalısınız.
Biberon memesinin deliklerini de sık sık kontrol etmelisiniz.Delik çok
küçük olursa bebeğiniz boşa çaba harcar va yorulur.
Biberon ile beslenen bebekler daha sonra anne memesini almakta
zorlanabilirler. Kauçuk meme, uzun olup bebek çekmek zorunda kalmaz.
Biberondan sonra anne memesine geçilen bebekler meme başını lastik
meme gibiymişcesine emmeye çalışırlar. Meme başını çekmeyi
öğrenemezler.
·
Bebek sadece meme başının ucunu emecek olursa:
·
Anne ağrı hisseder ve meme başı derisi zedelenebilir.
·
Bebek, laktiferöz sinüslara basınç yapamayacağı için süt akımı
yetersiz olur.
·
Meme başına, oksitosin ve prolaktin reflekslerinin yeterli
çalışması yönünden yeterli uyaran olamaz.
·
Bebek sinirlenir ve emmeyi rededer. Bu durumda anne sütün
yetmediğini düşünür. Bu durum meme başı şaşkınlığı olarak isimlendirilir.
Anne ve bebek eğitilmelidir.
Emme Sorunları: Biberondan emmeyi öğrenen bebek, anne memesini
reddeder. Meme başı şaşkınlığı adı verilen bir tablo ortaya çıkar. Anne
sütü ile beslenmenin yetersiz ve başarısız oluşu çoğunlukla birkaç kez bile
olsa denenen biberondur.
Biberon Çürüğü : Normal koşullarda süt sıvı bir besin maddesi
olduğundan ağızda çok kalmaz ve çürük oluşumuna neden olmaz. Ancak
halkımız arasında çocuğun şekerli süt ile doldurulmuş biberonla
beslenmesi ve bala veya reçele batırılmış yalancı emziğin uyumadan önce
emdirilmesi yaygın bir alışkanlıktır. Ayrıca bazı anneler bebeklerini 2
sene gibi uzun bir süre anne sütü ile beslemektedirler. İşte bu şekilde
beslenen çocuklarda 2-6 yaş arasında özellikle üst ön dişlerde yaygın
kahverengi çürükler görülmektedir. Hatta çok ileri vakalarda dişlerin
tamamı çürümektedir. Bu olay biberon çürüğü olarak adlandırılır. Etken
devam ederse süt azılar da etkilenir..
KATI
BESİNLERE
GEÇİŞ
KATI BESİNLERE GEÇİŞ.
Erken başlanılırsa ishal ve alerjik hastalıklar artabilir. Annenin
sütü azalabilir. Zayıflık ve aşırı beslenme gibi sonuçlar olabilir. Geç
başlanılırsa büyüme geriliği,bağışıklıkta azalma ,ishal,vitamin eksikliği
görülebilir. Bebeğinizi katı besinlerle tanıştırmak için en uygun zaman 3
ile 6 ay arasıdır. Bu dönemde günlük öğün sayısını artırmanız gerekir.
Yeni besinlere başlarken çok çeşitler sunmamaya dikkat etmelisiniz.
Bebeğe vereceğiniz en uygun yiyecekler tabiiki sizin hazırladığınız taze
yiyeceklerdir. Yemeklerin kuru olmamasına kolay yutulabilmesine,ılık
olmasına dikkat etmelisiniz. Püre yaptığınız yiyecekleri biraz kaynatılmış
su ya da anne sütü ile yumuşatabilirsiniz.Yiyeceklerin bebeğe dokunup
dokunmadığını çok iyi takip etmelisiniz. Çünkü bebek alışık olmadığından
bu aylarda kabızlık ya da ishal daha çok olabilir. Ayrıca tuz ve baharat
kullanmamalısınız.
ÖNEMLİ BİLGİLER
Anne sütü ya da adapte sütler 6 ay için yeterlidir.
Yalnızca süte dayalı beslenme 5-6. aya kadar önerilebilir.
4.-5. aydan önce sebze verilmez.
5.-6. aydan önce et verilmez.
. 4. VE 6. AYLAR :Yumuşak,topaksız ve yarı sıvı püreler verebilirsiniz.
Yiyecekleri özenle hazırlamalısınız. Kaynamış su anne sütü,ya da hazır
mamayla karıştırdığınız pirinç ununu verebilirsiniz. Soyulup haşlanmış
havuçları püre haline getirerek verebilirsiniz. Patates püresini de havuç
gibi hazırlayıp verebilirsiniz. Elma ya da armut püresi de verebilirsiniz.
6. VE 8. AYLAR:Besinleri ince ince kıymalı ya da rendelemelisiniz. Artık
eline çubuk biçiminde çiğ sebzeler verebilirsiniz. Meyve ve sebze verirken
sap ve çekirdeklerini ayıklamalı ,püre ya da rende yapmalısınız. Bu aylarda
bebeğinize kıyılmış tavuk ,beyaz balık eti ,haşlanmış yumurta,yoğurt,muz
ve peynir gibi yiyecekleri verebilirsiniz.
8. VE 9. AYLAR:Bu aylarda yemek taneleri biraz daha büyük olabilir.
Kendi kendine yemeyi öğrenebilir. Kızarmış ekmek ,kırmızı et
,çorba,makarna,pirinç, şeftali,kayısı gibi yiyecekleri verebilirsiniz.
10. VE 12. AYLAR:Bu aylarda bebeğiniz evde yediğiniz hemen herşeyi
yiyebilir. Soyulmuş domates,iyi pişmiş lahana ,ton
balığı,çilek,portakal,ananas,piliç gibi yeni lezzetlerle tanışabilir.
Ek Gıdalara Geçerken Nelere Dikkat Etmeli ?
Çocuğun ayına uygun büyüme ve gelişme sürecini destekleyen, değişik
tatlarla tanışmak suretiyle sonraki aylarda kolay yeme alışkanlığı
kazandıran, besleyici değeri yüksek ama allerji yapma niteliği az olan
besinlerdir. Meyve suyu veya meyve püresi, sebze çorbası veya sebze
püresi, muhallebi, yoğurt, peynir, reçel, bisküvi, ekmek, yumurta bebek
beslenmesinde önde gelen ek gıdalardır.
Ek gıdaları kaşık ya da bardakla veriniz.
Yeni deneyeceğiniz yiyecekleri çocuk açken alışık olduğu yiyeceklerden
önce veriniz. Miktarı daima azdan başlayarak arttırınız.
Yeni gıdaların allerji yapıp yapmadığına dikkat ediniz. Bu nedenle aynı gün
içinde birden fazla yeni besin denemeyiniz. Şüpheli bir gıdayı kestiğinizde
belirtilerin geçip geçmediğini kontrol ediniz. Bir iki gün sonra yeniden
deneyiniz.
Bebeğinizin hoşlanmadığı önemli yiyecekleri zaman zaman yeniden
deneyiniz.
BEBEK YEMEYİ REDDEDERSE
Katı yiyeceklere başlandığında genellikle bebekler şu bilinen kuralı izler;
şüphedeyse, yediklerini kusar. Katı yiyeceklere yeni başlayanlar doğal
olarak yeni tadlara, niteliklere ve katı beslenmenin metoduna değişken bir
tavır sergilerler
Bir hafta isterler, diğer bir hafta istemezler. Böyle bir durumda size
aşağıdaki önerileri sunuyoruz :
Kaşık olarak parmak ucunuzu kullanın
Bebekler kaşığa nazaran parmakları daha hoş karşılarlar. Bir parça pirinci
ya da muz püresini parmaklarınıza koyun ve bunu oradan emmesine izin
verin. Bu şekilde rahat yemeyi öğrendikten sonra, bir miktar yiyeceği
dilinin ucuna yerleştirin böylece zamanla dilinin ucundaki yiyeceği geriye
doğru boğazına atarak yutmayı öğrenebilir. Bazen dilinin tam ortasına
yiyeceği yerleştirmek bu prosedürü öğrenmesini teşvik etmeye yardımcı
olur.
Plastik kaşık deneyin
Metal kaşıklar soğuk hissi verir ve bebeğinizin öğünlerinde başka bir
şeyin dikkatini çekmesini istemiyorsanız bu soğuk metal kaşıkları
kulanmayın.
Yemesi için zorlamayın
Bebeğinizi beslemenizdeki amaç, ona yeni tadlar, nitelikli gıdalar ve yeme
metodlarını tanıtmaktır. Bu süreçte, bebeğiniz sık sık iki ileri bir geri
şeklinde gelişme gösterecektir. Zaman zaman bebeğinizin katı yiyecekleri
reddetmesi beklenen birşeydir. Bu olduğu zaman, bırakın ve başka bir gün
deneyin. Bebeğiniz hazır olduğunda yiyecektir..
İlk yaş içinde ortalama beslenme sayısı
DOĞUM - 1 HAFTALIK 6 - 10
1 HAFTALIK - 1 AY
6 - 8
1 AY - 3 AY
5 - 6
3 AY - 7 AY
4 - 5
7 AY - 9 AY
3 - 4
9 AY - 12 AY
3
Süt çocuklarının bir öğünde aldıkları yaklaşık besin miktarı
YAŞ
1 ÖĞÜNDE ALINAN MİKTAR
1 - 2 HAFTA
60 - 90 ml.
3 HAFTA - 2 AY
120 - 150 ml.
2 AY - 3 AY
150 - 180 ml.
3 AY - 4 AY
180 - 210 ml.
5 AY - 12 AY
210 - 240 ml.
PREMATÜRE
BEBEĞİN
BAKIMI
Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Münevver Türkmen, Neonatolog
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları AD, Aydın
PREMATÜRE BEBEĞİN BAKIMI
Prematüre bebek, zamansız gelen misafir !
İnsan yavrularının , büyümesi ve organlarının dış ortama uyum sağlayacak
şekilde gelişmesi için belli bir süreyi anne karnında geçirme zorunluluğu
vardır. Bu süreden önce, yani 37. haftasını tamamlamadan önce doğan
bebeklere prematüre bebek denir. Prematüre bebeklerin yaşayabilme
şansları bilim ve teknolojideki ilerlemelerle artmıştır.
Anne adayının prematüre bir bebek doğurma riski varsa, doğumun
yenidoğan yoğun bakımı verebilecek bir merkezde gerçekleşmesi bebeğin
yaşama ve yaşamını sağlıklı devam ettirme şansını artıracaktır. Hasta
bebeklerin , prematüre bebeklerin yoğun bakımının ve tedavisinin
yapıldığı ünitelere yenidoğan yoğun bakım ünitesi denir.
Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde neler vardır ?
Küvözler (inkübatörler) bu ünitelerin temel unsurlarıdır. Burada bebekler
tıpkı anne karnında olduğu gibi ısıtılır, nemli bir ortamda tutulur,
enfeksiyonlardan korunur. Yine bu ünitelerde bulunan ventilatörler,
solunumu yetersiz olan bebeklerin solunumuna yardım eden, gelişmiş
teknoloji ürünleridirler. Böylece akciğerleri olgunlaşmadan doğan
bebekler yaşam şansı kazanırlar.
Küvözlere yerleştirilen minik bebeklerin solunum, kalp atışları ve vücut
ısıları gibi hayati fonksiyonlarını takip etmek için bebeklerin vücutlarının
çeşitli yerlerine problar bağlanır. Bu bağlantılar sayesinde bebekler daha
güvenli bir şekilde izlenebilecek, sık sık dokunularak rahatsız edilmeleri
önlenecektir.
Annelerin, babaların bebeklerine dokunmaları bebekler ve
ebeveynler açısından son derece önemlidir. Böylece bebek ile anne ve
baba arasında duygusal bir bağ oluşacak, bebeğin yaşam şansı daha da
artacak. Yoğun bakım personeli annelerin uygun şekilde giyinip üniteye
girmeleri için cesaretlendirmeli, hatta bebeklerinin bakımına
katılabilmelidir. Bu katılım annenin stresini azaltacak, bebeğine
bağlanacak, evdeki bakımı daha da kolaylaşacaktır.
Neonatolog ne demektir ?
Yenidoğan bebeklerin bakımı ve tedavisi ile ilgilenen uzman
doktorlara neonatolog denmektedir. Yine bu ünitelerde çalışan
hemşireler de konularıyla ilgili özel eğitim almışlardır.
Yenidoğan ünitelerinde prematüre bebeği yatan ebeveynler ve yakınları
öncelikle bebeğim yaşayacak mı ? endişesini taşırlar ve stres
altındadırlar. Özellikle anne ve babaların stresleri ile baş edebilmeleri
için oluşmuş sosyal destek grupları onlara yardımcı olmaktadırlar..
. Prematüre doğan bebeklerde en sık rastlanan sorunlar nelerdir ?
Erken doğan bebeklerin akciğerlerinde sürfaktan denen bir maddenin
yeteri kadar yapılamamasına bağlı olarak, doğumundan sonraki saatlerde
inleme, solunum sıkıntısı gelişebilir. Bu hastalığa respiratuar distres
sendromu denir. Bu bebekler, eksik olan maddenin solunum yolu ile
verilmesiyle tedavi edilebilebilmektedirler.
Erken doğan bebeklerin beyinlerindeki solunum merkezinin yeteri kadar
olgunlaşmamasına bağlı olarak solunumları zaman zaman duraksayabilir. Bu
20 saniyeyi aşan solunum duraksamasına apne denir. Bebek büyüdükçe
kendilinden düzelir ancak bebek yoğun bakım ünitesinde izlenirken çok sık
apne gelişirse önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç etkili olmazsa solunum
makinesine bağlamak gerekebilir.
Prematüre bebeklerin sindirim sistemi yeteri kadar olgunlaşmadan
doğdukları için beslenmeye başlandıktan kısa süre sonra nekrotizan
entrokolit denen barsak hastalığı gelişebilir. Bu hastalık besin intoleransı,
safralı kusma veya safralı mide içeriği, karnında şişme şeklinde başlar,
bebeğin hayatını tehlikeye sokabilir. Bu durumda hemen beslenme
kesilerek bebek damar yoluyla beslenmeye başlanır. Bu aşamada tespit
edilen bebeklerin çoğu iyileşir. Bazen de cerrahi girişim gerekebilir,
hayatın daha sonraki döneminde başka barsak sorunları da ortaya
çıkabilir.
. Sarılık yenidoğanların çoğunda görülen fizyolojik bir durumdur.
Bebeklerin kırmızı kan hücrelerinin bir kısmının parçalanmasına
bağlıdır. Bu sarılık bazen fizyolojik sınırları aşabilir, fototerapi (ışın
tedavisi), kan değişimi gerekebilir.
Prematüre retinopatisi prematüre doğan bebeklerin göz damarlarında
gelişen, körlüğe yol açabilen bir sorundur. Yenidoğan yoğun bakım
ünitelerinde izlenen çok erken doğan bebekler prematüre retinopatisi
açısından yakından izlenirler.
Anne karnındaki bebeklerin akciğerleri işlevsizdir. Bunun için sağ kalpten
akciğerlere gönderilen kan duktus arteriozus denen bir bağlantı ile ana
atar damara geçer. Bu kanalın doğumdan sonra hemen kapanması
gerekir. Çok küçük prematürlerde bu kapanma gerçekleşmeyebilir. Bu
durum bebeğin kalbini yorduğu için ilaçla kapatılmaya çalışılır. Kapanma
gerçekleşmezse cerrahi girişimle kapatılır.
Prematüre bebek ne zaman beslenir ?
Prematüre bebekler bir takım sorunları nedeniyle ağız yoluyla veya sonda
ile bir süre beslenemeyebilirler. Bu süre boyunca anne sütü salgısının
devam etmesi için süt sağma pompalarından faydalanılabilir. Sağılan süt
daha sonra verilmek üzere dondurularak saklanabilir. Sağılan anne sütü
daha sonra bebeğin durumuna göre ağızdan veya burundan yerleştirilen
bir sonda aracılığı ile bebeğe verilebilir.
Prematüre bebek ne ile beslenmeli ?
Prematüre bebekler için en uygun besin kendi annelerinin sütüdür.
Prematüre doğum yapan annelerin sütleri zamanında doğum yapan
annelerin sütlerine göre daha fazla protein içerir. Bebeklerin büyüme ve
gelişmeleri yakından takip edilerek yeteri kadar beslenip beslenmediği
anlaşılabilir. Bu bebeklerin kemik gelişimlerinin normal olması için D
vitamini , kansızlık gelişmesini önlemek için de demir almaları
gerekmektedir. D vitaminini yeteri kadar almazlarsa prematüre
bebeklerde kolayca raşitizm gelişebilir.
Bebek ne zaman evde bakılabilecek duruma gelir ?
Kuvözde izlenirken belli ağırlığa ulaşan, annesini emen veya biberonla
beslenen bebekler bir süre kuvöz dışında izlenmeye başlanırlar. Vücut
ısısını dış ortamda koruyabilen, solunumları düzenli olan, oksijen
tedavisine ihtiyaç göstermeyen bu bebeklerin yavaş yavaş eve gitme
zamanı geliyor demektir.
Prematüre bebeklerin aşıları ne zaman başlanır ?
Prematüre doğan bebekler tıpkı zamanında doğan bebekler gibi iki aylık
olunca aşılarına başlanmalı ve düzenli olarak yapılmalıdır.
Prematüre doğan bebek akranlarının boy ve kilosuna ne zaman ulaşır ?
Birçok erken doğan bebek iki ya da üç yaşında boy ve kilo olarak
yaşıtlarını yakalarlar. Bazıları ise daha yavaş büyür ve küçük yapılı
erişkinler olarak kalırlar.
Prematüre bebeğin evde bakımında nelere dikkat edilmeli ?
Bu bebekler yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin hareketli, sesli, ışıklı
ortamına alışkın olduklarından bir süre evlerini yadırgayabilir, huzursuz
olabilirler. Ama kısa sürede evlerine alışırlar.
Kaldıkları oda sıcak olmalıdır. Giysileri de yaşadıkları ortama uygun
olmalıdır.
Bu bebekler enfeksiyonlara çok yatkındırlar. Onun için odasına fazla
ziyaretçi kabulü uygun değildir. Özellikle kış aylarında kalabalık, hele
hele sigara içilen ortamlardan uzak tutulmalıdır. Çok kolaylıkla üst veya
alt solunum yolu enfeksiyonu gelişebilir.
Bebeklerde ateş, beslenme azlığı, aktivitesinde azalma, çok sık dışkılama
gibi normalden farklı bir durum gözlendiğinde hemen doktorunun aranması
bilgi verilmesi uygun olur.
Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Münevver Türkmen, Neonatolog
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları AD, Aydın
.
.
AŞILAR,
BAĞIŞIKLIK
SİSTEMİ VE AŞIYLA
KORUNULABİLEN
HASTALIKLAR.
TARİHÇE
Tarihte aşı konusunda ilk uygulamanın M.Ö. 590 yılında Çin'de Sung
Hanedanı döneminde çiçek hastalığından korunmak için ciltteki iltihaplı
maddenin sağlıklı kişilerin burnunun içine verilmesi olduğu bilinmektedir.
Sistemli aşılama ise ilk kez yine çiçek hastalığına karşı olmak üzere 1796
yılında Edward Jenner tarafından başlatılmıştır. Bağışıklık biliminde o
günden bu güne çok büyük ilerlemeler olmuştur. Aşılama ile ilgili ayrıntılı
bilgiler Jenner'den 100 yıl kadar sonra, Pasteur tarafìndan elde
edilmiştir. Bu büyük bilim adamı, infeksiyon hastalıklarının kaynağının
mikroplar olduğunu keşfetmiştir. Ayrıca mikropların zayıflatılmış, hastalık
yapamayacak hale getirilmiş biçimde insanlara verilmesiyle, bireyin
bulaşıcı hastalıklardan korunabileceğini kanıtlamıştır.
Pasteur, 1885 yılında daha önce köpeklerde etkinliğini kanıtladığı kuduz
aşısını, bir köpek tarafìndan ısırılmış olan Joseph Meister adlı kişiye
uygulamıştır. Bu uygulama insan bağışıklamasındaki en önemli atılımdır.
1892 yılında Laffnike adlı araştırıcı kolera aşısını, 1896 yılında Wright
tifo aşısını geliştirmiştir.
Bu gün BCG adıyla bildiğimiz tüberküloz (verem) aşısı Calmette ve Guerin
tarafìndan 1921 yılında geliştirilmiştir. Ramon ve Glenny 1923'te difteri
aşısını, aynı yıl Madsen boğmaca aşısını ve 1927 yılında Ramon ve Zoeller
tetanoz aşısını üretmişlerdir. Bundan sonra kullanıma sunulan çeşitli aşılar
birbirini izlemiştir.
1932 yılında Sellard ve Laigret sarı humma aşısını, 1937 senesinde Salk
ilk influenza aşısını ve 1949 yılında Smorodintsev canlı kabakulak aşısını
geliştirmiştir. Salk 1954 yılında ölü çocuk felci aşısını, Sabin 1957'de
canlı zayıflatılmış ağızdan uygulanan çocuk felci aşısını geliştirmiştir.
Kızamık aşısı 1960 yılında önce Edmonston ve daha sonra Schwartz
tarafından oluşturulmuştur. 1962'de kızamıkçık aşısı Weller, Neva ve
Parkmann adlı araştırıcılar tarafından geliştirilmiştir.
Ölü kabakulak aşısını 1966 yılında Weibel, Buynach, Hillemann ve daha
sonra Takashashi üretmeyi başarmışlardır. İnsan hücrelerinde üretilen
ilk kuduz aşısı 1967 yılında Victor tarafından gerçekleştirilmiştir.
Takashashi 1973 senesinde su çiçeği, Maupas ve Hillemann 1976'da ilk
kez hepatit B (sarılık) aşısını uygulamışlardır.
1968 yılında meningokok C menenjiti aşısı, 1971 senesinde meningokok A
menejiti aşısı geliştirilmiştir. 1978 yılında pnömokok infeksiyonlarına
karşı kullanılmak üzere pnömokok aşısı üretilmiştir. Bu gün genel olarak
menenjit aşısı olarak bilinen Hemofilus influenza tip B aşısı 1980 yılında
geliştirilmiştir.
Sonraki senelerde bir arada kullanılan çeşitli aşılar geliştirilerek
kullanıma sunulmuştur. Aşı geliştirme çalışmaları halen aktif olarak devam
etmektedir.
Aşılama çalışmalarında güdülen başlıca amaç, insanların aşı ile önlenebilir
hastalıklardan ölümlerini engellemek, yarınımızı emanet edeceğimiz
kuşakların daha sağlıklı yetişmesini sağlamaktır.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE AŞILAR
Vücuda giren yabancı maddelerin etkisizleştirilmesi, dışarıya atılması ya
da yok edilmesi için vücudun geliştirdiği bütün doğal düzenleri bağışıklık
olarak tanımlamak olasıdır. Doğumla birlikte anne karnındaki steril
çevreden ayrılan bebek, dış ortamda çok sayıda mikroorganizma ve
yabancı madde ile karşı karşıya kalır. Bağışıklık sisteminin görevi,
öncelikle bu maddeleri vücuda girdikleri yerde tutmak, yayılmalarını
engellemek ya da geciktirmektir.
İnsan vücudunda bağışıklık sistemi (immun sistem), çeşitli organlar ve
değişik hücrelerin rol aldığı düzenlerle yabancı maddeleri ve mikropları
yok edebilmektedir. Sistemi oluşturan organlar şunlardır:

Timus

Kemik İliği

Dalak

Lenf Düğümleri
Bağışıklık sisteminin askerleri olarak düşünebileceğimiz çeşitli hücreler,
olgunlaşma süreçlerinin değişik aşamalarında bu organlarda bulunur ve kan
yoluyla vücuda dağılarak nerede ihtiyaç varsa orada görevlerini yerine
getirirler.
T ve B lenfositleri, makrofajlar, polimorflar ve trombositler gibi farklı
gruplar halindeki bu hücreler, insan bedeninde yabancı maddelere ve
mikroplara karşı durmaksızın sürdürülen savunmanın en önemli
unsurlarıdırlar.
Timus göğüs boşluğu içinde yeralan iki parçadan oluşan bir organdır.
Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük
olan bu organ zamanla küçülür. Kemik iliği ise kemiklerin ortasında bulunan
yağlı ve gözeli bir dokudur. Kırmızı kan hücreleri de dahil olmak üzere
bütün kan hücreleri burada yapılır. Daha önce sözünü ettiğimiz T
lenfositleri buradan timusa giderek olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde
üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar.
Dalak, sol böğrümüzün arka bölümünde yeralır. Kırmızı kan hücreleri ve
immun sistemin beyaz kan hücreleri için depo olarak görev yapar, aynı
zamanda kandaki yabancı maddelerin büyük bir kısmını süzer.
Lenf düğümleri vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunur. Boyun,
koltuk altı, kasıklarda olduğu gibi yüzeyde bulunan bezeler kolaylıklla
farkedilebilir. Ancak göğüs ve karın boşluğunda da çok sayıda lenf düğümü
mevcuttur. Bunların başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı
bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da
geciktirmektir.
Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu
hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya
çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da
gözle farkedilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir.
Bağışıklık sisteminde yer alan hücreler, mikrorganizmalarla olan
savaşlarını farklı silahlarla yaparlar. Bir grup hücre (makrofajlar,
polimorflar ve bazı T lenfositleri) doğrudan mikropları yok edebilecek
donanımlara sahiptirler. Bir başka grup hücre ise (B lenfositleri) kan
dolaşımına antikor denilen sıvısal maddeler salgılayarak kendilerinin
bulunmadığı ortamlarda dahi tanıdıkları mikropların ölmelerini sağlarlar.
İşte bu hücresel ve sıvısal bağışıklık tepkileri birarada görev yaparak,
yabancı madde ve mikrop bombardımanı altında yaşayan insanoğlunun,
dünyadaki varlığını sürdürmesini sağlamaktadırlar.
Bir mikrop türü çeşitli bariyerleri aşarak vücuda yayıldığı zaman hastalık
meydana gelir. Belli bir süre içinde destek tedavileriyle ya da
kendiliğinden hastalık atlatılır, o mikroba karşı bir bağışıklık sağlanır. Bir
kez daha aynı mikroorganizma ile karşılaştığında vücut ve immun sistem
bu mikrobu tanıdığı için artık hazırlıklıdır, hastalık oluşmadan onu yok
eder. Biz bu durumu fark etmeyiz. Bağışıklık ömür boyu kalıcı olabilir,
bazan da bir süre içinde etkinliğini kaybeder.
Sistem aynı mikropla karşılaştığında ne yapması gerektiğini hatırlayamaz,
yeniden hastalık oluşabilir.
Bağışıklık sistemi her zaman başarılı değildir. Kimi zaman hastalığa yenilir,
en etkili antibiyotikler dahi etkisiz kalabilir ve nihayet ölüm meydana
gelebilir. Bu nedenle bağışıklık sistemleri erişkinlere göre daha zayıf olan
çocukların öldürücü ve sakat bırakıcı hastalılara karşı bağışıklıklarının
daha bu tip hastalılarla hiç karşılaşmadan sağlanmış olması gerekir. Bu
amaçla mikropların zayıflatılmış, hastalık yapamayacak hale getirilmiş
şekillerinin vücuda verilmesiyle, bağışıklık sisteminin uyarılmasını
sağlamak üzere aşı dediğimiz sıvılar geliştirilmiştir.
Aşılar, içerdikleri zayıf ya da ölü mikroorganizmalarla immun sistemi
uyararak, hücresel ve veya sıvısal bağışıklık yanıtını oluşturmaktadırlar.
Böylece hastalık oluşmadan o hastalığa karşı direnç meydana gelmektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki hiçbir aşı temsil ettiği mikrooganizmanın kendisi
kadar etkili bir cevap oluşturamaz. Bu nedenle kalıcı ya da uzun süreli bir
immun direnç için aşıların belli aralıklarla tekrarı gerekmektedir.
İdeal bir aşı, hastalık belirtisine yol açmadan, en az hastalığı geçirmekle
edinilecek kadar bağışıklık sağlayan aşıdır. Her aşı en iyi bağışıklık yanıtı
sağlacak sıvılarla ve kendisi için en uygun olan vücut bölgesine uygulanır.
Kimi aşılar ağızdan (çocuk felci), kimileri adale içine (karma vb..) verilir.
Bazı aşılarla tek sefer uygulama yeterliyken, bazılarının uygun aralıklarla
yinelenmesi gerekmektedir. Ancak usulüne uygun şemalar dahilinde ve tam
olarak yapılan aşılama programlarıyla başarılı bir korunma sağlanabilir.
Aşılarla sağlanan "aktif edinsel" bağışıklığın yanısıra, antikor denilen
sıvısal maddelerin çocuklara hazır olarak dışardan sunulması, kısa süren
bir koruma sağlamasına karşın hastalıklardan korunmada önemli bir yer
tutar. Bu antikorlar, anneden çocuğuna rahim içindeyken kan yoluyla
geçebildiği gibi anne sütüyle de aktarılabilmektedir. Buna "pasif doğal"
bağışıklık adı verilir. Süt verme süresince ve doğum sonrasında 4-6 ay
süreyle süt çocuğunu bir çok hastalığa karşı korur. Bir de "pasif edinsel"
bağışıklık mevcuttur. Yine bir süre için etkili olan bu immun yanıt,
piyasada satılan çeşitli "gamma globulinler" ile sağlanır. Gamma globulin
preparatları insanlardan, hayvanlardan ya da genetik teknolojilerle elde
edilen tekli veya çoklu antikor karışımlarıdır. Yeri geldikçe her bir öge
ayrıntılarıyla ele alınacaktır..
AŞILAMADA ANA HEDEFLER

1 yaşındaki çocukların en azından %90'ının aşılanması.

Yenidoğan tetanozunun ortadan kaldırılması.

KIZAMIK vakalarının %90 oranında ve bu hastalığa bağlı
ölümlerin %95 oranında azaltılması.

Çocuk Felcinin yeryüzünden silinmesi.

Çocukların 6 hastalığa karşı aşılarının 1 yaşlarını doldurmadan
tamamlanması.

Her anne babanın çocuklarını hangi hastalıklara karşı NEREDE,
NE ZAMAN, KAÇ KEZ aşılatması gerektiğini bilmesidir.
AŞILAMA (BAĞIŞIKLAMA) çalışmaları, halk sağlığı alanında
gerçekleştirilen en büyük atılımdır. Söz konusu çalışmaların toplumda
başarılı olabilmesi için bağışıklamanın çocuk ve toplum sağlığı yönünden
taşıdığı önem geniş kitlelere anlatılmalı ve ailelerde çocuklarını
AŞILATMA İSTEĞİ uyandırılmalıdır. Toplumda AŞI BİLİNCİ'nin
yaygınlık kazanmasıyla aileler çocuklarının aşılarını ZAMANINDA ve TAM
OLARAK yaptırmalıdırlar.
AŞILAMADA TEMEL İLKELER

Anne sütünün, bebeğinizin ilk aşısı olduğunu unutmayınız.

Sağlık kuruluşuna herhangi bir nedenle getirilen her çocuğun aşı
kartı incelenmeli, önemli bir rahatsızlığı olmayan her çocuğa mutlaka aşı
yapılmalıdır.

Hafif ateş, soğuk algınlığı, nezle gibi rahatsızlıklarda çocukların
aşılanması tehlikeli değildir. Hafif gripal infeksiyon belirtileri olduğu için
anne babalar çocuklarını aşıya götürmemekte, bazan da böylesi bir
durumda hekimler gereksiz yere aşıyı ertelemektedirler. BU YANLIŞ
BİR UYGULAMADIR!

Bazı aşılar tek bir seferde, bazıları ise aralıklarla uygulandığında
bağışıklık sağlar. Bu nedenle aşılamaya zamanında başlanmalı, takvime
uygun olarak aşılama sürdürülmelidir.

Birden fazla aşı bir arada yapılabilir. Ancak aksi belirtilmedikçe
aynı iğnede karıştırılmaz ve herbirinin farklı bacak ya da kola yapılması
önerilir.

Anne ve babaların bilmesi gereken en önemli nokta şudur: Bir
çocuğun tam aşılı olması için İLK YAŞ İÇİNDE EN AZ BEŞ KEZ AŞIYA
GÖTÜRÜLMELİDİR.

Aşı yapıldıktan sonra çocuk ağlayabilir, huzursuz olabilir, ateş ya
da döküntüsü olabilir. Ateş varsa düşürmek için çocuğu soyunuz, ılık su
banyosu yaptırınız veya eklem yerlerine ıslak bezler koyunuz. Ateş
düşürücü şurup, bol içecek ve sıvı gıdalar veriniz. Belirtiler üç günden
uzun sürerse ya da başka yakınmalar varsa doktorunuza danışınız.

Gebelik süresince veya aşıdan sonraki üç ay içinde gebe kalma
olasılığı olanlara kızamıkçık gibi canlı aşılar YAPILMAMALIDIR.

Ağır ilerleyici sinir sistemi hastalığı olanlara, havale geçirenlere,
kan ve lenf kanseri gibi kötü huylu hastalığı olanlara aşı yapılması
gerektiğinde mutlaka doktorunuza danışınız.
AŞILAMA PROGRAMLARI
Aşılama yoluyla hastalıklara karşı kalıcı ya da uzun süreli bir korunma
sağlayabilmek için aşıların bir program dahilinde belli aralıklarla
tekrarlanması gerekir. Aşı programları oluşturulurken çocukların
bağışıklık sistemlerinin infeksiyonlara karşı yanıt verebilme yetenekleri,
mevsimler, hastalıkların yayılma yolları ve toplumların sosyoekonomik
koşulları gibi bir çok faktör göz önünde bulundurulur. Bu nedenle rutin
olarak uygulanan aşılama programları ülkeler arasında bazı farklılıklar
gösterir.
Gelişmiş ülkelerde yenidoğan tetanozu tümüyle, verem ise büyük oranda
kaybolmuş hastalıklar olduğundan gebelere tetanoz, yenidoğanlara BCG
aşısı uygulanması, bu ülkelerin aşı programlarında yer almaz. İsveç ve
Avusturya gibi bazı ülkelerde canlı çocuk felci aşısı yerine rutin olarak ölü
çocuk felci aşısı kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde
çocukların hemen hemen tamamı kızamığa karşı aşılıdır ve bu ülkede
kızamık hastalığı, toplumdan neredeyse tamamen silinmiş durumdadır.
Gelişmekte olan ülkelerde ise dünyaya gelen çocukların binde beşi çocuk
felci sonucu sakat kalmakta; yüzde biri yenidoğan tetanozu, yüzde ikisi
boğmaca ve yüzde üçü kızamık nedeniyle ölmektedir. Verem hastalığı da
dahil edildiğinde sayılan hastalıklar nedeniyle tüm dünyada her yıl 5
milyon çocuk hayatını kaybetmekte, bir o kadarı da sakat kalmaktadır.
Çocukluk çağı hastalıklarını aşılamayla önlemek için "aşıyla önlenebilir
hastalıklar"ın herbirinin çeşitli özellikleri ve ölüme yolaçma sıklığının çok
iyi bilinmesi gereklidir. Bunun yanında toplumsal ve ekonomik gelişmeler,
eğitim durumu, göçler ve bölgesel yapı göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer
çocuklar gereken biçimde korunabilecekse, aşıların sırası, zamanı ve
birlikte yapılacak aşılar belirlenmelidir. Çocukların olabildiğince erken
yaştan itibaren, eldeki en etkili ve en basit olanaklarla nasıl
korunabileceğinin saptanması başlıca amacımız olmalıdır.
Etkili bir bağışıklık için, temel aşıların doğru ve eksiksiz yapılması esastır.
Verilecek aşı miktarları, enjeksiyon sayıları ve aralarındaki süreler, ilk ve
daha sonraki tekrarlar gerektiği şekilde uygulanmalıdır. Enjeksiyonlar
arasındaki ideal süre 1 ay olmakla birlikte çeşitli nedenlerle daha erken ya
da geç yapılan uygulamalarda programa yeniden başlanmasına ya da
enjeksiyonun tekrarlanmasına gerek yoktur.
. Rutin Aşı Takvimi
Yaş
Aşı
Doğum Hepatit B
1 ay
Hepatit B
2 ay
BCG
2 ay
DTP + TOPV
3 ay
DTP (*) + TOPV
4 ay
DTP (*) + TOPV
6 ay
Hepatit B
9 ay
Kızamık
16 ay
DTP (*) + TOPV
4-6 yaş DTP (*) + TOPV
14-16 yaş
dT (**)
.
Hepatit B: B tipi sarılık aşısı.
BCG: Verem aşısı.
DTP: "Difteri Boğmaca Tetanoz" karma aşısı.
TOPV: Ağızdan "Çocuk felci" aşısı.
dT: Eriştin tip difteri aşısı içeren "difteri Tetanoz" aşısı.
(*) İlk karma aşıyla havale ve bilinç kaybı gözlenenlere DT (Difteri
Tetanoz" aşısı uygulanır.
(**) Erişkin tip difteri Tetanoz aşısı bulunamazsa yalnızca Tetanoz aşısı
yapılır. 10 yılda bir tekrarlanır.
Ana Çocuk Sağlığı Merkezi ve Sağlık Ocaklarında rutin olarak
uygulanmayan diğer aşılar:
"Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak" MMR (15. ay ve 5 yaş), "Hepatit A"
(0.1.6. ay), "Hemofilus influenza tip b" Hib (DTP+TOPV ile beraber) ve
"Su çiçeği" aşılarının (15. ay MMR ile beraber) olanaklar elveriyorsa rutin
olarak uygulanması sağlanmalıdır.
.
Aşı Kampanyaları
Sağlık ve sosyo ekonomik düzeyin yetersiz olduğu gelişmekte olan
ülkelerde, rutin aşı uygulamalarıyla bağışıklama çoğu kez yeterli
olmamaktadır. Hemen hemen bütün infeksiyon hastalıklarının her yerde
ve yaygın olarak bulunması, teknik olanaksızlıklar vb nedenlerle hedef
kitlenin istenilen oranda aşılanamaması söz konusudur. Bu durumda
olabildiğince fazla sayıda çocuğun aşılanabilmesi için kampanyalara ihtiyaç
duyulmaktadır.
Kampanyalar, bir hastalığı tümüyle ortadan kaldırmak amacıyla da
yapılabilmektedir. Ağızdan çocuk felci aşısının son dört yıl içinde çok
sayıda ülkede aynı tarihlerde kampanyalar halinde uygulanması, yok etme
çabalarına iyi bir örnektir. Bu yaygın kampanyada amaç çocuk felcini, tıpkı
çiçek hastalığında olduğu gibi tamamen yeryüzünden silmektir.
RUTİN OLARAK UYGULANAN AŞILAR
1983 yılında UNICEF (Dünya Çocukları Yardım Fonu) tarafından başlatılan
"Çocuk Yaşatma Devrimi"nin ilkelerinden biri de tüm çocukları aşı ile
korunulması mümkün, öldürücü ve sakat bırakıcı altı hastalık olan
tüberküloz (verem), difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamıktan
korumaktır. Ülkemizde bu aşıların uygulanmasına öncelik verilmektedir.
T.C. Sağlık Bakanlığı 1998 yılı itibariyle hepatit b aşısını da rutin aşı
takvimi içine almıştır.
. Aileler
çocuklarını bir yaşını doldurmadan önce b tipi sarılık,
tüberküloz, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamığa karşı
aşılatmış olmalıdırlar..
Aşılar, çocukları bir çok tehlikeli hastalıktan korur. Aşılanmamış
çocuklarda beslenme bozukluğu, sakatlık ve ölümler aşılı olanlardan daha
sık görülür.
Rutin Olarak Uygulanan Aşılar .
BCG (Verem)
Difteri-Boğmaca-Tetanoz
Çocuk Felci (ağızdan, canlı)
Kızamık
Hepatit B (B tipi sarılık)
Güncel Aşılar
Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak (MMR)
Hemofilus influenza Tip B (Hib)
Hepatit A (A tipi sarılık)
Asellüler Boğmaca
Çocuk Felci (adale içine, ölü)
Su Çiçeği
Grip (influenza)
Diğer
Geliştirilmekte Olan Aşılar
Parazit Aşıları
AIDS'e karşı aşı
Kanser Aşıları
Diğer
.
Verem Aşısı (BCG)
Verem (tüberküloz) insanlığın en eski hastalıklarından birisidir.
Tüberkülozla ilgili bilinen en eski tıbbi kayıt, milattan bin yıl kadar
öncesinde yaşamış Çinli bilim adamı Huang Ti Nei-Ching'e aittir.
Arkeolojik araştırmalada bulunan, binlerce yıl öncesine ait insan
iskeletlerinde, tüberküloza bağlı değişiklikler tespit edilmiştir. Bu
saptamanın ilk örneği 1908 yılında Smith ve Ruffer tarafından Mısır'da
ortaya çıkarılan 3000 yıllık mumyada tespit edilen omurga
tüberkülozudur. Verem hastalığına neden olan mikrobu ilk kez tanımlayan
araştırıcı Dr. Robert Koch'tur. Bin sekiz yüzlü senelerin ikinci yarısında
yaşamış olan ünlü bilim adamının balgamdan elde ettiği ve tüberkülin adını
verdiği süzüntü, günümüzde halen verem hastalığının teşhisinde "PPD"
deri testi olarak kullanılmaktadır.
Aradan geçen yıllar içinde hastalığın tanı yöntemleri ve tedavisi
konusunda çok büyük ilerlemeler olmasına rağmen tüberküloz, bugün
gelmiş olduğumuz noktada hala bir halk sağlığı sorunu olarak önemini
korumaktadır. Hatta son yıllarda verem vakalarında belirgin bir artış
meydana gelmiştir.
Tüberküloz, özellikle akciğeri tutan, ancak vücudun hemen her organına
yerleşebilen, sinsi seyirli bir infeksiyon hastalığıdır. Hastalığa neden olan
etken Mikobakterium adlı mikroptur. Sıklıkla solunum yoluyla bulaşır.
Çocuklarda %90 oranında akciğerlere yerleşir. Ayrıca ağız içi,
bademcikler, barsaklar ve deriye yerleşmesi de söz konusu olabilir.
Hastalık bulaştıktan 6 hafta kadar sonra ilk belirtiler görülmeye başlar.
38º C civarında ateş, halsizlik, iştahsızlık, hafif öksürük, bazan eklem
ağrısı görülür. Kuşkusuz bu belirtiler sadece verem hastalığında görülmez.
Çekilen akciğer röntgeninde şişmiş lenf bezelerinin tespiti öncelikle
verem hastalığını düşündürür.
Tedavi edilmeyen akciğer veremi ilerler; akciğer zarını, iç organları,
kemikleri ve nihayet beyin zarlarını tutarak menenjit sonucu ölüme
yolaçabilir. Tüberküloz hastalığının tanısı zor, tedavisi uzun süreli, pahalı
ve zahmetlidir.
Tüberküloz menejitte geç tanı konulan çocuklarda tedaviye rağmen ölüm
ya da ağır sakatlıklar kaçınılmaz olabilmektedir. Yine her hastalıkta
olduğu gibi verem hastalığından korunma da hastalığın tedavisinden çok
daha kolaydır.
Verem aşısı (BCG), tüberküloz mikroplarına karşı yüksek derecede
koruma gücüne sahip bir aşıdır. Bebek 1 veya 2 aylık olduğunda sol
omuzdan deri içine yapılır. Uygulandıktan sonra oluşan beyazlık yarım saat
içinde kaybolur. Birkaç hafta içinde yara oluşur, sekizinci haftada
kabuklanır.
Doğumdan sonraki 3 ay içinde herhangi bir araştırmaya gerek olmaksızın
BCG aşısı yapılabilir. Ancak üç aydan büyük çocuklara PPD testi yapılıp
negatif bulunduğu taktirde aşı uygulanır. Test pozitif bulunursa bebek,
ileri araştırma, kesin tanı ve tedavi için takibe alınır. Sağlıklı bireylere
uygulanan aşının koruma süresi yaklaşık 5 yıl olduğundan ilkokul 1. sınıfta
verem aşısı tekrarlanmalıdır.
Karma Aşı
(Difteri-Boğmaca-Tetanoz) (DPT)
Difteri, boğmaca (pertusis) ve tetanoz aşılarından oluşan bir karma
aşıdır. Rutin aşı takvimindeki sırasına uygun olarak yapılır. Bu bölümde her
biri ayrı ayrı ele alınacaktır.
Difteri, bir kaç günlük kukuçka devresi sonrasında belirti veren, ani
seyirli, Korinebakteriyum adlı mikrop tarafından meydana getirilen
bulaşıcı bir hastalıktır. Milattan iki yüzyıl kadar önceki kayıtlarda
difteriye ait bilgiler yer almaktadır. Tipik olarak boğazda solunum
yollarını tıkayabilecek boyutlarda gri beyaz renkli, plakalar halinde bir
zar tabakasının oluşumu söz konusudur. Öksürük, nefes darlığı ve ateş
eşlik eden belirtilerdir.
Difteri aşısı 1923 yılında Ramon tarafından geliştirilmiştir. Çocukları
aşılama programları 1926 yılından beri uygulanmakta olduğu halde difteri,
1950'li yılların başına kadar ölüm nedeni olarak önemini korumuştur. II.
Dünya savaşından sonra yoğun aşı uygulamaları sayesinde bu hastalık artık
geçmişte olduğu gibi sık görülmemektedir.
Süt çocuklarına karma aşı içinde bir iki ay arayla üç kez uygulanır. Son
enjeksiyondan 1 yıl ve 5 yıl sonra tekrar dozları yapılır. Altı yaşından
sonra karma aşıdaki difteri miktarı azaltılarak erişkin dozu (dT)
uygulanır. 10 yılda bir tekrarlanır.
Boğmaca, halen çok bulaşıcı, üç dört yılda bir salgınlar yapan, ölümcül
olabilen bir çocukluk çağı hastalığıdır. Solunum yoluyla bulaşır ve süt
çocuklarında ağır seyreder. Anneden bebeğine doğumdan önce koruyucu
antikorların geçmemesi bu hastalık için özel bir sorun oluşturur. Bu
durumda erken aşılama boğmaca için büyük önem arzeder.
Hastalık, "Bordatella pertusis" adı verilen mikrop tarafından meydana
getirilir. Kuluçka devresi 10-14 gün kadardır. Başlangıcı belli belirsiz
kırıklık ve hafif öksürük şeklindedir. Bir iki hafta içinde gelişen, kriz
halindeki öksürük nöbetleri çok tipiktir. Gün içinde 30 kez ve herbirinde
10-15 öksürük gözlenebilir. Antibiyotik tedavilerine rağmen şikayetler
haftalarca sürebilir. Küçük çocuklarda ölüme yol açabileceği için özellikle
dikkatli olunması gerekmektedir.
Boğmaca aşısı, karma aşı içinde takvime uygun zamanlarda uygulanır. Dört
yaşından sonra aşıya bağlı yan etkiler daha fazla görüldüğü için karma
aşıdan çıkarılır. Aşının asellüler formu uygulandığında sinir sistemiyle ilgili
istenmeyen etkiler daha az görülmektedir.
. Asellüler boğmaca aşısına ve hangi durumlarda boğmaca aşısının takvim
dışında bırakılması gerektiğine güncel aşılar başlığı altında ayrıntılı olarak
değinilecektir.
Tetanoz, tüm dünyada görülebilmekle birlikte, sıklığı başarılı aşı
uygulamalarının gerçekleştirilebilmesi ölçüsünde faklılık gösterir. Az
gelişmiş ülkelerde en sık ölüme yol açan 10 hastalıktan birisidir. Her yıl
dünyada 1 milyon kişinin tetanozdan öldüğü tahmin edilmektedir.
Kirli yaralardan vücuda giren Klostiridyum tetani adlı mikrobun neden
olduğu hastalığın kuluçka devresi 3 ile 30 gün arasında değişebilmektedir.
Yüz adalelerinde kasılmalar ilk belirtidir. Zamanla tüm vücutta kasılmalar
meydana gelmektedir. Evde doğum, yenidoğan tetanozu için oldukça
önemli bir risk faktörüdür. Sağlıksız koşullarda doğum yapan anne ve
bebeği tetanoza yakalanabilir. Anneler bu hastalığa karşı aşılanmamışlarsa
doğan her 100 bebekten birinin ölümü kaçınılmazdır. 1993 yılında
ülkemizde, hamile kadınların ancak %21'i tetanoza karşı aşılanabilmiştir.
Gebeliğin ilk aylarından itibaren birer ay arayla aşı olarak hem kendinizi,
hem de bebeğinizi tetanoza karşı koruyabilirsiniz. İlk gebeliğinde iki doz
aşı yaptıran annenin ikinci gebeliğinde bir doz aşı yaptırması yeterlidir.
Bebek ise ilk yılında üç kez karma aşı ile aşılanmalı , bir yıl ve beş yıl
sonra aşı tekrarlanmalıdır
Çocuk Felci Aşısı ( TOPV)
Çocuk felci, "poliovirus" adı verilen mikroorganizmanın neden olduğu
önemli bir hastalıktır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir toplum
sağlığı sorunudur. Basit bir gripal infeksiyon gibi ilk belirtilerini veren
hastalık, bir hafta içinde ortaya çıkan, bacaklardan başlayıp yukarı doğru
ilerleyen felç tablosuyla dramatik bir hal alır. Kaslardaki güçsüzlük,
solunum adalelerini de içine alırsa, destek sağlanmadığı taktirde ölüme
neden olabilir. Felç gelişen olgularda ölüm sıklığı % 5 -10, sakat kalma
oranıysa %40 kadardır. Hastalığın herhangi bir tedavisi olmadığı için
aşıyla korunma çok çok önemlidir.
İlk çocuk felci salgını 1887 yılında Stockholm'de tanımlanmıştır. 1950'li
yıllara dek denenen çeşitli aşılama yöntemleri başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. 1954 yılında Salk ölü çocuk felci aşısını (IPV), 1957'de
Sabin canlı-zayıflatılmış-ağızdan uygulanan çocuk felci aşısını (TOPV)
geliştirmiştir. Bu gün hala bu iki araştırıcının aşıları yaygın olarak
kullanılmaktadır.
Canlı polio (çocuk felci) aşısının kullanımı kolaydır. Ağızdan iki damla
verilerek uygulanır. Uygulama sonrasında emzirmenin bir zararı olmamakla
birlikte, aşının çıkarılması olasılığına karşı bebek yakından izlenmelidir.
Kusulursa aşı tekrarlanmalıdır. Ölü aşı ise iğneyle adale içine verildiği için
uygulanması daha zordur. Ancak yan etki sıklığı çok daha azdır.
Ağızdan verilen çocuk felci aşısının (oral polio) toplumsal bağışıklığın
sağlanmasında özel bir rolü vardır. Zayıflatılmış aşı virusu dışkıyla atıldığı
için özellikle kampanyalar aracılığıyla tüm ülkeye yayılır, virusla temas
eden aşılanmamış çocuklar da dolaylı olarak bağışıklık kazanırlar.
Ülkemizde canlı aşı, kullanım kolaylığı yanında bu nedenle de tercih
edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise ölü aşı ön planda yer almaktadır.
Kızamık
Kızamık, yalnızca insanlarda görülen, salgınlar yapan önemli bir hastalıktır.
Dünyada her yıl 1,5 milyon çocuğun kızamıktan öldüğü tahmin
edilmektedir. Hastalık, solunum yoluyla yayılır, son derece bulaşıcıdır.
Hasta çocuklar kızamık virusunu, döküntülerin ortaya çıkmasından 4 gün
öncesiyle 5 gün sonrası arasında çevrelerine yayarlar. Kuluçka devresi 10
-12 gün kadardır.
Kızamık, 2 - 5 yılda bir 3 - 4 ay süren salgınlara yol açar. İlk belirtiler
halsizlik, huzursuzluk ve ateştir. Daha sonra gözlerde kızarıklık, öksürük,
burun akıntısı ve nadiren eklem ağrıları ortaya çıkar. Üç dört gün içinde
ciltte kırmızı renkli döküntüler belirir. Alından başlayan döküntüler 3
günde ayaklara ulaşır. Ateş beş gün içinde düşer. Devam etmesi ciddi bir
sorun olduğunun habercisidir.
Kızamık, orta kulak iltihabına yol açabilir. Bu problem, gelişmekte olan
ülkelerde sağırlığın en sık görülen nedenidir. Zatürre ve beyin iltihabı gibi
ciddi hastalıklar görülebilir. Bu durumda kızamığın ölüme neden olma
sıklığı en yüksek düzeye ulaşır.
Doğumdan sonraki ilk aylarda bebek, anneden geçmiş olan antikorların
etkisiyle bu hastalığa karşı korunur. Ancak daha sonra korunma yetersiz
kalır. 9 ayını dolduran her bebeğe en kısa zamanda kızamık aşısı
yaptırılmalıdır. İyi bir bağışıklık sağlamak için aşının bebek 15 aylık
olduğunda tekrarı uygun olur. Bu devrede kızamık-kızamıkçık-kabakulak
aşısı önerilir.
Hepatit B Aşısı
Viral hepatitler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir toplum
sağlığı sorunudur. Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla sarılık
(hepatit) yaptığı bilinen beş virus tanımlanmıştır. Bunlar Hepatit A, B, C,
D ve E viruslarıdır. Halihazırda yalnızca A ve B hepatiti için aşılar
mevcuttur. Başka bir çok virusun daha sarılığa yol açabileceği hatırda
tutulmalıdır (Hepatit F,G, EBV, CMV, vb). Hepatit A ve E hafif seyirlidir,
genel olarak kronikleşmediği bilinir. B, C ve D ise müzminleşebilir, hayatı
tehdit edebilir. Hepatit A virus çocukluk çağındaki hepatitlerin (sarılık)
başlıca nedenidir. Hepatit B infeksiyonu çocuk olguların üçte birini
oluştururken, Hepatit C hemen hemen %20 oranında saptanır. Hepatit D
çok nadir olarak ve Hepatit B hepatitiyle birlikte görülür.
Hepatit B virus, A hepatitinden farklı olarak daha çok yakın temas, cinsel
ilişki, kan yolu ve anneden bebeğine anne karnındayken geçiş biçiminde
bulaşır. Hastalığın belirtileri hepatit A'ya benzer. Ancak müzminleşme
görülebilir. Hastalığı geçirenlerin tam olarak iyileşememesi durumunda
ömür boyu taşıyıcılık, kronik aktif hepatit adı verilen müzmin karaciğer
iltihabı ve ilerde siroz ve kanser ortaya çıkabilir.
Genel olarak kronikleşme olasılığı %10 kadardır. Ancak çocuklarda,
özellikle anne karnındayken alınan infeksiyon durumlarında müzminleşme
ve hızlı gelişen karaciğer yetersizliği daha sık olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Hastalığın başlıca kaynağı kendisinde hiçbir belirti olmayan sessiz hepatit
B taşıyıcılarıdır. Eşler birbirlerine ve istemeden çocuklarına bu hastalığı
bulaştırabilmektedirler. Hepatitin AIDS'ten çok daha kolay bulaştığı
hatırda tutulmalı, ülkemizde hemen hemen her 10 kişiden birinin bu
hastalığın taşıyıcısı olduğu bilinmeli, hastalık meydana geldiğinde
tedavisinin mümkün olmadığı göz önüne alınarak Hepatit B aşısının rutin
aşı takvimine dahil edilmesi olanaklar elverdiği ölçüde sağlanmalıdır.
Ülkemizde ücretsiz olarak ancak bir yaş altındaki çocuklara hepatit b
aşısı uygulanabilmektedir.
Hepatit B Aşısı, çocuk doğar doğmaz başlanmak koşuluyla 0. 1. 6. aylarda
uygulanır. Beş senede bir tekrarlanır. Ailesinde hepatit taşıyıcısı olan
bebekler 0. 1. 2. ve 12. Aylarda aşılanmalıdır. Eğer anne taşıyıcıysa
bebeğine, aşıya ilaveten 0. ve 3. aylarda hepatit B'ye özgü gamma globulin
(Hepatit B Hiperimmun Globulin) yapılması önerilmektedir.
Poliklinik koşullarında herhangi bir risk faktörü ve temas öyküsü olmayan
çocuklara rutin aşı öncesi kan testi yaptırmaya gerek yoktur. Testin
yarar/maliyet oranı düşüktür. Aşılar tamamlandıktan sonra yalnızca risk
grubunda olan çocuklarda yeterli bağışıklığın oluşup oluşmadığını saptamak
üzere kan testi yapılabilir. Bütün çocukların rutin olarak testten
geçirilmesi gerekmez.
Hepatit B ile temastan hemen ve bir ay sonra yapılan immun globulin %75
oranında koruyuculuk sağlar. Cinsel temastan sonra ise iki hafta içinde
immun globulin yapılmalıdır. Hepatit B ülkemiz için ciddi bir sorundur.
Bulaşma yollarının bilinmesi, aşı ile korunma ve temas sonrası immun
globulin yapılması gibi önlemlerle hastalığın kontrol altına alınması
mümkündür. Bedelinin sosyal güvenlik kurumlarınca karşılanıyor olması,
hepatit B aşısının kullanımını yaygınlaştırmıştır.
GÜNCEL AŞILAR
Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak Aşısı
(MMR)
Kızamıkçık infeksiyonu bütün dünyada yaygın olarak görülmektedir. Çeşitli
ülkelerde yapılan çalışmalarda doğurganlık çağındaki kadınların ortalama
%20'sinin kızamıkçık geçirmemiş olduğu gösterilmiştir. Kızamıkçık
genellikle solunum yoluyla bulaşır. Annenin gebeliğinin ilk üç ayında
kızamıkçık geçirmesi durumunda bebeğin etkilenme olasılığı çok yüksektir.
Kızamıkçık hastalığı yüz yıllardır varolmasına rağmen, gebelikte
geçirildiğinde çocukta katarakt, doğumsal kalp anomalileri vb anomalilere
yolaçabileceğine ilk kez 1941 yılında Dr. Gregg tarafından dikkat
çekilmiştir. 1960'lı yılların başlarında geliştirilen aşıyla hastalığa karşı
korunmada ilk başarılı adım atılmıştır.
Hastalık çoğunlukla deri döküntüleriyle başlar. Bazan halsizlik, baş ağrısı
ve hafif ateş gözlenebilir. Döküntüler üç gün içinde kaybolur. Ensede,
kulak ardında ve boyunda lenf bezelerinin şişmesi oldukça tipik bir
bulgudur.
Hamilelikte annenin geçirdiği kızamıkçık infeksiyonunun bebeği belirgin
biçimde etkilemesi nedeniyle hastalığın önlenmesi çok önemlidir. Birçok
gebe kadında, infeksiyon sonucu düşük meydana gelirken, yaşayan önemli
sayıda bebekte doğumsal anormallikler meydana gelir. Göz ve kalp
anomalileri, küçük kafa ve zeka geriliği ortaya çıkabilir.
Kızamıkçığa karşı aşılamada asıl amaç, hamile kadınların anormal çocuk
doğurmalarına yol açan bu hastalığın önlenmesidir. Doğurganlık çağına
gelmeden genç kızların aşılanarak kızamıkçığa karşı bağışıklanmaları
gerekmektedir. Tüm çocukların 15 aylık ve 5 yaşında iki kez MMR aşısıyla
aşılanmasıyla bu sorun çözümlenmiştir. Eğer bir kadın kızamıkçık
geçirmemişse ve gebe kalmayı düşünüyorsa hamile kalmadan en erken üç
ay önce aşılanmalıdır.
Kabakulak, ilk kez milattan 5 yüzyıl önce modern tıbbın babası
Hipokrat tarafından tanımlanmıştır. İkinci dünya savaşında askerler
arasında salgınlar yaparak dikkat çekmiştir. 1960'lı yıllarda yaygın olarak
uygulanmaya başlanan MMR aşısıyla sıklığı belirgin olarak azalmıştır.
Ancak ülkemizde hala her yıl çok sayıda vaka tespit edilmektedir. Özel
kurum ve kuruluşlar tarafından rutine konmuş olan MMR aşısı uygulaması
giderek yaygınlaşmaktadır.
Hastalık 16-18 günlük kuluçka devresinden sonra tükrük bezlerinin
şişmesiyle kendini belli eder. Çocuklarda selim seyreden bir hastalık
olmakla birlikte %10 oranında menejite yol açar. Ancak menejit tablosu
nadiren hayatı tehdit eder. Yetişkin erkeklerde %20-30 olasılıkla
testislerde şişme ve iltihap meydana gelebilir. Heriki testis
etkilendiğinde kısırlığa yol açabilir.
9 aylıkken kızamık aşısı uygulanmış olan bebeklere 15 aylık olduklarında
kızamık-kızamıkçık-kabakulak (MMR) aşısı yapılması tavsiye edilir. Eğer
çocuğa kızamık aşsı yapılamamışsa 12 aylıktan itibaren MMR uygulanabilir.
Kızamık-kızamıkçık kabakulak aşısının 5 yaşında tekrarlanması
gerekmektedir.
Hemofilus influenza Tip B Aşısı (Hib)
Beş yaşından küçük çocuklarda ciddi mikrobik hastalıkların en sık
nedenlerinden birisi olan "Hemofilus influenza tip b" özellikle süt
çocuklarında menenjite neden olmaktadır. Bu özelliği nedeniyle hastalığa
karşı geliştirilmiş olan Hib aşısı ülkemizde "menejit aşısı" olarak
tanınmaktadır. Oysa bu mikrop menejit dışında kanda mikrop üremesi,
zatürre, kalp zarı iltihabı ve eklem iltihabı gibi ciddi seyreden başka
hastalıklara da yol açmaktadır. "Hemofilus influenza tip b" menenjiti
geçiren çocuklarda sağırlık ve zeka geriliği gibi ağır kalıcı değişiklikler
meydana gelebilmektedir. Bu ağır sekeller nedeniyle hastalığın
önlenmesine yönelik yoğun araştırmalar sonunda 1980 yılında bu gün
kullnadığımız Hib aşısı geliştirilmiş ve kullanıma girmiştir.
Çocuklarda değişik yaş gruplarında bağışıklık sisteminin aşılara verdiği
yanıtlar farklılık gösterdiğinden, 0 - 6 ay arasında Hib uygulanmaya
başlanan çocuklara 1-2 ay arayla 3 kez aşı yapılması, son dozdan 1 yıl
kadar sonra injeksiyonun tekrarı gerekmekteyken; 6 - 12 ay arasında
Hib'le aşılanmaya başlanan olgularda 3 yerine 2 doz verilmesi, yine son
dozdan 1 yıl sonra tekrarlanması yeterli olmaktadır.
Bir yaşından büyüklere ise tek doz Hib yapılır. Aşının koruyuculuğu,
şemaya uygun biçimde verildiğinde 5 yıl kadar devam etmektedir. Beş yaş
üzerindeki çocukların aşılanmasına gerek yoktur. Ancak aşağıda sıralanan
durumlarda büyük çocuklara da uygulanması önerilmektedir:






Orak Hücre Hastalığı olanlar,
Dalağı ameliyatla çıkarılmış olanlar,
Doğumsal bağışıklık yetmezliği olanlar,
Kanser ve ilaç tedavisi nedeniyle bağışıklık yetmezliği gelişenler,
AIDS'liler,
Kemik iliği nakli yapılanlar...
Hepatit A Aşısı
Gelişmiş ülkelerde erişkinlerin ancak üçte birinde görülen A tipi hepatitin
gelişmekte olan ülkelerde 5 yaş üzerinde sıklığı %100'dür. Hastalık küçük
çocuklarda genellikle hafif seyreder. Dışkı - ağız yoluyla insandan insana
bulaşır. Hamilelikte geçirilen A hepatiti B hepatitinin aksine çocukta
herhangi bir soruna yol açmaz.
Çocukların toplu olarak bulundukları kreş, bakımevi gibi ortamlarda
hastalık kolaylıkla yayılabilmektedir. Gıda ve su kaynaklı salgınlar ortaya
çıkabilmekte, kabuklu deniz ürünleriyle bulaşma meydana gelebilmektedir.
Hastalığın başlangıcı genellikle anidir; ateş, huzursuzluk, bulantı, kusma
ve karında rahatsızlık başlıca yakınmalardır. İshal görülebilir. İdrar rengi
koyulaşıp, cilt ve göz akları sararabilir. Belirtilerin süresi genellikle 1
aydan kısadır. Genellikle tam bir iyileşme olur. Hepatit A ile infekte
hastalar 1 hafta süreyle bulaştırıcıdırlar. Daha fazla karantinaya gegek
yoktur. Fakat hastaların dışkıları ve dışkıyla bulaşık maddeleri ile ilgili
önlemler alınmalı, eller iyice yıkanmalıdır. Hepatit A'nın nadiren çok ağır
ve hızlı bir seyir göstererek ölüme yol açabileceği unutulmamalıdır.
Hastalıkla temastan önce ya da temastan sonra iki hafta içinde "gamma
globulin" uygulanabilir. 2 haftadan sonra yapılmasının hiç bir yararı
yoktur. Okul, kreş, bakımevi gibi ortamlarda salgın meydana geldiğinde
tüm çocuklara ve çalışanlara gamma globulin yapılmalıdır. Bezlenen
bebeklerin anne ve babalarının da uygulanmaya dahil edimeleri gerekir.
Son yıllarda yapılan çeşitli çalışmalarda benzeri durumlarda aşıyla
korunmanın, gamma globulinle korunmaya eşdeğer ölçüde güvenilir olduğu
ortaya konmuştur.
Hepatit A aşısı 1 yaşından büyük çocuklara 1 ay arayla iki kez ve ilk
dozdan 6 ay sonra tekrar olacak şekilde yapılmalıdır. Piyasada çocuk ve
erişkinler için iki farklı formu mevcuttur. Aşının kouyuculuğunun 20 yıl
olabileceği tahmin edilmektedir.
Asellüler Boğmaca Aşısı
Boğmaca yılda ortalama 40 milyon kişiyi etkilemekte ve her yıl bütün
dünyada yaklaşık 340 bin ölüme yol açmaktadır. Aşılama, boğmacanın
önlenmesinde etkili bir yöntemdir. Yıllardır kullanılan tam hücreli aşının
koruyuculuğu oldukça yüksektir (Karma aşı içinde yer alır: DTP). Ancak
bazı çocuklarda ortaya çıkan yan etkiler sonucu aşının takvim dışı
bırakılması, bu çocukların boğmacaya karşı korunmasız kalmalarına neden
olmuştur. Tam hücreli boğmaca aşısının en kaygı duyulan yan etkisi,
yüksek ateş ve havale geçirme şeklinde ortaya çıkan komplikasyonlardır.
Yüksek ateş (40.5º C), inatçı durdurulamayan ağlamalar, ve konvülzyonlar
boğmacanın takvim dışı bırakılmasını gerektirmektedir. Bu yan etkinin
sıklıkla ortaya çıkışı aşı şemalarına uyumu zaman zaman
güçleştirmektedir. Hücresiz formda daha az yan etki ortaya çıktığı ifade
edilmektedir. DTaP şeklinde karma aşı olarak yapılmakta, bazı gelişmiş
ülkelerde rutin olarak uygulanmaktadır. İlerleyici merkezi sinir sistemi
hastalığı olanlara tam hücreli aşı yapılmamalıdır.
Çocuk Felci Aşısı
(Adale içine uygulanan ölü formu)
(IPV)
1954 yılında Salk adlı araştırıcı tarafından geliştirilmiştir. Amerika,
Kanada ve Finlandiya'da yaygın olarak kullanılmış, etkin ve güvenilir olduğu
anlaşılmıştır. Ağızdan verilen canlı polio aşısıyla milyonda bir olasılıkla felç
meydana gelebilmektedir. Bu yan etki ilk dozlarda daha sıktır. Bu nedenle
İsrail gibi bazı ülkelerde ilk dozlar ölü aşıyla, tekrar dozlar canlı aşıyla
yapılmaktadır.
Bağışıklık yetmezliği olan çocuklara ya da ailesinde bağışıklık yetmezlikli
birey olan sağlam çocuklara ölü aşı uygulanması gerekmektedir. Aksi
taktirde canlı aşı virusu, çocuğu ya da ailedeki diğer üyeleri tehdit
etmektedir. Piyasada ölü poliovirus içeren karma aşılar mevcuttur
(DTP+IPV).
Su Çiçeği Aşısı
Su çiçeği, en sık 5 - 10 yaşları arasında görülen, son derece bulaşıcı bir
çocukluk çağı hastalığıdır. Doğrudan temas ve hava yoluyla bulaşır.
Kuluçka süresi genellikle 14 - 16 gündür. Döküntüler ortaya çıkmadan 2
gün öncesiyle tamamen kabuklandığı 7 gün sonrası arasında bulaştırıcılık
söz konusudur. Ateş, halsizlik, iştahsızlık yakınmalarını takiben ciltte
önce kırmızı döküntüler belirir, daha sonra içinde sıvı biriken lezyonlar
patlayarak kabuklanır. Kaşıntı her zaman vardır.
Hamileyken su çiçeği geçiren kadınların bebeklerinde düşük doğum
ağırlığı, beyinde gelişim kusuru, havale, zeka geriliği, katarakt, küçük
kafa, kafa içinde kireç birikimleri ve ciltte nedbeler ortaya çıkabilir.
Su çiçeği geçirmekte olan çocuklarda döküntülerin mikrop kapması sık
rastlanan bir sorundur. Antimikrobiyal tedavi gerekir. Nadiren zatürre,
ciddi kanamalar, kalp ve zarlarında iltihaplanma, testis iltihabı, hepatit,
ülserli gastrit, nefrit ve artrit meydana gelebilir. Beyin iltihabı, yürüme
bozukluğu, titremeler şeklinde sinir sistemi bulguları olabilir. Bağışıklık
yetersizliği olanlarda hastalık iç organlara yayılabilir. Su çiçeği özellikle
kan kanseri olan çocuklarda önemli bir ölüm nedenidir.
Tedavide ateş düşürücü kullanımı, ılık-soğuk banyo ve temizlik önde gelir.
Karaciğeri etkileyebileceğinden su çiçeğinde aspirin kullanılmaması
tavsiye edilir. Hastalığa karşı korunmada canlı, zayıflatılmış, etkili ve
güvenilir bir aşı mevcuttur. Amerikan Pediatri Akademisi tarafından 15
aylık çocuklara kızamık kızamıkçık kabakulak aşısıyla aynı anda rutin
olarak uygulanması önerilmektedir. Su çiçeğiyle temas sonrasında
korunma için özgün gamma globulin olan "Zoster Immun Globulin"
kullanılablir. Özellikle doğumdan 5 gün öncesiyle 2 gün sonrası arasında su
çiçeği geçiren annelerin bebeklerine, su çiçeği geçirmemiş annelerin
prematüre bebeklerine uygulanması tavsiye edilmektedir.
Su çiçeği geçirmiş, tüm yaraları kabuklanmış çocukların okula
gönderilmelerinde herhangi bir sakınca yoktur.
Grip Aşısı (İfluenza)
İnfluenza, kış aylarında adale ağrıları, ateş, öksürük gibi belirtilerle
seyreden bir infeksiyon hastalığıdır. Basit virutik hastalıklardan farklı
olarak ciddi salgınlar yapabilmektedir. 1889 yılından günümüze kadar 5
defa tüm dünyayı saran salgınlar olmuş, 1918 ve 1919 salgınlarında 25
milyondan fazla insanın ölümüne yol açmıştır.
Hastalığın tedavisi yoktur. Ancak aşıyla korunulması mümkündür. Gripe
neden olan İnfluenza virusu sürekli yapısını değiştirmektedir. Bu nedenle
influenza aşısı yapılırken o yıl için hazırlanmış olan aşılar
kullanılmalıdır. Aşının hangi yıla ait olduğu kutusunda belirtilmektedir.
Her yıl sonbaharda 9 yaşından küçüklere 1 ay arayla iki doz, büyüklere
tek doz yapılmalıdır. Aşı miktarları yaş gruplarına göre ayarlanmalıdır.
İnfluenza Aşısı Kimlere Yapılmalıdır?:
1) İnfluenzaya yakalandığında yaşamı tehlikeye girebilen yüksek riskli
gruplar:
* 65 yaş üzerinde olanlar,
* Kronik akciğer-kalp ve damar hastalığı olan çocuk ve erişkinler, Bronşial
astım, Kronik tıkayıcı akciğer hastalığı
* AIDS'liler,
* Bakımevinde bulunanlar, sürekli tıbbi bakıma muhtaç olanlar,
* Metabolizma hastalıkları (Şeker hastalığı)
* Kronik böbrek hastalığı,
* Orak hücre anemisi ve diğer hemoglobin bozuklukları,
* Bağışıklık sistemi baskılanmış olanlar,
* Uzun süreli aspirin tedavisi almakta olan hastalar,
2) Yüksek riskli kişilere infeksiyonu bulaştırma ihtimali olanlar:
* Doktor, hemşire ve diğer sağlık personeli,
* Bakımevinde çalışanlar
* Yüksek riskli hastayla teması olan aile bireyleri ve diğer kişiler.
Pnömokok Aşısı
Pnömokok adı verilen mikroplar, çocukluk çağında, alt ve üst solunum yolu
infeksiyonları, zatürre, orta kulak iltihabı ve menejit gibi hastalıklara
neden olan önemli etkenlerden birisidir. Antibiyotiklerin sık kullanımı
nedeniyle sıklığı azalmış olmakla birlikte, hala çok sayıda süt çocuğu ve
yaşlı kimsenin ölümüne neden olmaktadır.
Pnömokoklara karşı ilk aşı 1978 yılında geliştirilmiştir. Çeşitli kronik
hastalıklar, müzmin solunum yolu ve kalp rahatsızlıkları, kanser ve şeker
hastalığı olanlarda, dalağı ameliyatla alınmış kimselerde pnömokok
infeksiyonu kolaylaşır. Hernekadar pnömokoklar sıradan antibiyotiklerle
tedavi edilebilmekteyseler de sayılan risk faktörlerine sahip bireylerde
infeksiyon ağır seyredebilmektedir. Son yıllarda antibiyotiklere dirençli
pnömokok infeksiyonları artmakta, aşıyla korunma önem kazanmaktadır.
Meningokok Aşısı
"Neisseria meningitis" adı verilen mikroorganizmanın yol açtığı
menenjitler oldukça ağır seyretmektedir. Mevsimlerle ilişkili olarak
salgınlar yapmaktadır. Aynı aile içinde kardeşler arasında ard arda
belirtiler vermeye başlaması ve yüksek ölüm sıklığı meningokok menejiti
için tipiktir.
Gripal infeksiyon benzeri tabloyu takiben ortaya çıkan ense sertliği,
ciltte çok sayıda küçük kırmızı mor renkte kanama odakları biçiminde
döküntüler hastalığın başlıca belirtileridir. Ağır bir hastalık tablosudur,
derhal hastaneye yatırılarak yoğun ilaç ve destek tedavileri yanında yakın
takip gerektirir.
Hasta bireyle temas eden kimselere "rifampisin" adlı ilaç iki gün süreyle
verilmekle geçici olarak korunma sağlanır. Çocukların toplu olarak
bulundukları okul gibi ortamlarda ortaya çıkan salgınlarda aşıyla korunma
önerilebilir.
GELİŞTİRİLMEKTE OLAN AŞILAR
Parazit Aşıları
Hayvanların parazitlere karşı aşılanmalarıyla elde edilen başarılı sonuçlar,
insanlarda da anti parazit aşıların kullanımı konusunda cesaret
uyandırmıştır. Araştırmalardan elde edilen ilk sonuçlar oldukça
sevindiricidir.
Sistosoma, tatlı su sivrisinekleriyle bulaştırılan, tedavisi için herhangi bir
ilaç olmadığı için aşıyla korunmanın önemli olduğu aşikar olan bir
parazittir. Hayvan deneylerinde yüz güldürücü sonuçlar alınmıştır. Ancak
insanlarda kullanılabilecek bir aşı henüz geliştirilememiştir. Bu konuda
çalışmalar devam etmektedir.
Tripanosoma, uyku hastalığına neden olan parazittir. Amerika ve Afrika
kıtasında görülen hastalığın farklı iki tipi için ayrı aşı geliştirilmesi
çabaları halen sürmektedir.
Sıtma, plazmodyum adı verilen parazitin yolaçtığı ciddi bir hastalıktır.
Ülkemizde özellikle Çukurova Bölgesinde halen sıkça görülmektedir.
Sivrisineklerle insandan insana bulaştırılır,
hastalığın kontrol altına alınması için tüm dünyada sürdürülen gayretler
henüz istenilen ölçüde başarılı değildir. Her yıl Afrika'da 1 milyon çocuk
sıtma nedeniyle ölmektedir. Bu hastalığa karşı doğal bağışıklık yavaş
geliştiği için sıtma atakları yıllarca devam eder. Sağ kalanlarda 10 yıl gibi
bir süre içinde hastalık gerileyebilir.
Moreno ve Patarroyo 1989 yılında, sıtmaya karşı geliştirdikleri sentetik
aşılarını bilim dünyasına duyurmuşlardır. Gönüllü insanlarda yapılan
araştırmalar, aşının etkili olduğunu göstermiştir. Ancak geniş çaplı saha
uygulamaları yapmadan kesin bir güven oluşması olası değildir.
Şark çıbanı olarak bildiğimiz "Leismaniasis" hastalığına karşı aşı
geliştirme çabaları olumlu sonuçlar vermiştir.
AIDS'e Karşı Aşılar
AIDS (Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu), HIV (İnsan Bağışıklık
Yetmezliği Virusu) infeksiyonuyla meydana gelen ciddi bir hastalık
tablosudur. Virus vücuda girdikten sonra yıllarca sessiz kalıp herhangi bir
anda çoğalmaya başlamaktadır.
HIV virusunu vücudunda taşıyanlar kan testleriyle "seropozitif" olarak
tanımlanırlar. AIDS ise zaman içinde meydana gelen bağışıklık yetersizliği
sonucu gelişen fırsatçı infeksiyonları da içeren ciddi hastalık tablosudur.
Hastalığın henüz başarılı bir tedavisi yoktur. Uygulamaların çoğu ömrü
uzatmaya yöneliktir.
HIV için aşı geliştirme çabalarında karşılaşılan başlıca güçlük, virusun
genetik yapısında sürekli meydana gelen değişikliklerdir. Tıpkı influenza
aşısında olduğu gibi aşının sürekli güncellenmesi gerekmektedir.
Araştırmalardan elde edilen ilk sonuçlar yüz güldürücü değildir. Ancak
Salk ve arkadaşlarıinaktif (ölü) aşı geliştirerek, korunmadan ziyade tedavi
amacıyla kullanmayı denemişlerdir. HIV seropozitif kişilerde kullanılan
aşıyla elde edilen sonuçlar cesaret vericidir.
AIDS'e karşı aşı geliştirilmesinde karşılaşılan ikinci engel ise virusun
vücuduna girdikleri insanın hücreleri içinde saklanarak kendisini başarılı
bir şekilde maskelemesidir. Tüm olumsuzluklara rağmen aşı geliştirme
çabaları ümit vericidir. Yakın bir gelecekte hastalığa karşı korunmanın
mümkün olacağına inanılmaktadır.
Kanser Aşıları
Virusların neden olduğu bir çok kanser türü bulunmaktadır. Örneğin rahim
ağzı kanseriyle "Human papilloma virus" (HPV) arasında yakın bir ilişki
olduğu bilinmektedir. Lenf dokusu kanserlerinden Burkitt lenfoması ve
genizden köken alan "nazofarinks kanseri" "Ebstein Barr Virus" (EBV) ile
ilişkili bulunmuştur. Her iki virus türü için de aşı geliştirilmiş olup, klinik
çalışmalar devem etmektedir.
BCG (verem aşısı), tüberkülozdan korunma haricinde, kanser tedavisinde
de kullanılmaktadır. Mesane kanserinde idrar kesesi içine verilen BCG
aşısı bağışıklık sistemini uyararak tümörün büyümesini engellemektedir.
Araştırmalara yüklü ödenekler ayıran büyük aşı firmaları, özellikle kanser
ve AIDS aşılarının geliştirilmeleri için büyük gayret sarfetmektedirler.
Henüz erken olmakla birlikte ilk sonuçlar ümitlenmek için cesaret
vericidir.
Diğer Aşılar
Son olarak, geliştirilmekte olan diğer bazı aşıların adlarını vermekte
yarar görüyorum. Bunların bir çoğunun kısa süre içinde piyasada yer
almasının sürpriz olmayacağını düşünüyorum:
Bazı barsak bakterileri (E. coli,..), Hepatit C, Herpes, rotaviruslar,
cüzzam, Brusella ve zührevi hastalıklara karşı aşı oluşturma gayretleri
halen sürmektedir.
AŞILARIN BİRLİKTE UYGULANMASI
Bir kez uygulanmakla tam bağışıklık sağlaması, aşılanan her bireyde ömür
boyu bağışıklık bırakması ideal bir aşının özellikleridir. Zayıflatılmış bazı
canlı virus aşıları dışında bu ideale ulaşmak henüz mümkün olmamıştır.
Kalıcı ya da uzun süreli bağışıklık için aşıların bir arada ve belli aralıklarla
tekrarlar halinde uygulanması gerekmektedir.
Aşılama programı, aynı anda bir çok aşının beraber yapılarak, olabildiğince
çok sayıda hastalığa karşı direnç gelişimini sağlamalıdır.
Bir arada kullanılan aşılar, iki yolla ugulanmaktadır. Birincisi birden fazla
aşının üretim aşamasında aynı enjektör içinde karıştırılarak kullanıma
sunulması, ikincisi ise birden fazla aşının farklı enjektörlerde değişik
vücut bölgelerine uygulanmasıdır Aksi belirtilmedikçe aşılar, uygulayan
kişi tarafından aynı enjektöre çekilerek karıştırılmamalıdır. Bu durumun
bir istisnası karma aşı ile Hib aşısının aynı enjektör içinde
verilebilmesidir.
Birlikte kullanıma sunulan aşılar, söz konusu aşılara özgü yan etkileri
şiddetlendirmezler. Kombine aşıların en iyi bilineni "karma aşı"dır.
(Difteri-Boğmaca-Tetanoz.
Aşağıda bazı kombine aşı grupları
sunulmuştur. Her biri son derece
güvenilir ve etkili aşılardır.
Kombine Aşılar
Difteri + Boğmaca + Tetanoz
DTP
Difteri + Tetanoz
DT
Erişkin tip Difteri + Tetanoz
dT
Kızamık + Kızamıkçık + Kabakulak MMR
Difteri + Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci
DTP + IPV
Difteri + Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci + H. influenza tip b DTP + IPV+ Hib
Difteri + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci
DT + IPV
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz
DTPa
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci
DTPa + IPV
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + H. influenza tip b
DTPa + Hib
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci + Hib
DTPa+IPV+Hib
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Hepatit B
DTPa + HBV
Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Hepatit B + Hib
DTPa+HBV+Hib
.
ÖZEL DURUMLARDA
AŞILAMA
· Böbrek Hastalıkları
· Kalp Hastalıkları
· Şeker Hastalığı
· Allerjik Hastalıklar
· Gebelik
· Bağışıklık Yetersizliği
· İlaç Tedavisi
· Sinir Sistemi Hastalıkları
· Kan Hastalıkları
· Kanser
· Prematürelik
Böbrek Hastalıkları
Aşılama sırasında gelişen, "proteinüri" adı verilen, idrarda protein atılımı
durumu çoğu kez hekim ve ailede kaygı uyandırır. Böbrek hastalığı olan ya
da böbrek hastalığına eğilimi olan çocuklarda proteinürinin ortaya çıkışı
sıklıkla aşılamaya ara verilmesine yol açmakta, çocuklar bir çok ciddi
hastalığa karşı savunmasız kalmaktadırlar. Fransa gibi bazı ülkelerde
kronik böbrek hastalığında aşı uygulanması yasalarla engellenmiştir. Fakat
çeşitli araştırıcılar tarafından, aşı takvimlerinde verilen dozlarda
ayarlamalar yapılmak suretiyle uygulanan şemalarla güvenilir bir
bağışıklamanın sağlanabileceği ileri sürülmüştür.
Böbrek hastalığı olan kimselerde, yapılan çeşitli çalışmalarla, BCG, ağızdan
çocuk felci aşısı, karma aşı, kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşılarının
güvenle kullanılabileceği kanıtlanmıştır. Yalnızca tifo aşısının yapılması
önerilmemektedir. Aşılar olabildiğince hastalığın iyilik dönemlerinde
uygulanmalı, bir dozun tamamı uygulanmadan önce azaltılmış dozlar
uygulanıp, idrarda protein atılımı ölçülerek durum değerlendirmesi
yapılmalıdır.
Kalp Hastalıkları
Durumu stabil (durağan) olan çocuklarda aşılama tehlikesiz bir girişimdir.
Romatizmal kalp hastalığı olanlarda, aktif dönemde aşı yapılmamalıdır.
Kalp hastalığı olan çocuklarda influenza ve kızamık aşıları özellikle ve ilk
fırsatta yapılmalıdır.
Şeker Hastalığı ( Diabet )
Diabetli çocukların infeksiyonlara direnci çok daha düşüktür. Bu nedenle
genel kanının aksine, şeker hastalığı olan çocuklarda aşılama
programlarına çok daha fazla önem verilmelidir.
Hastalık kontrol altındaysa, çocuğun genel durumu iyiyse, idrarda şeker
atılımı en alt düzeylerde ve idrar çıkışı normalse diabtli çocuklarda aşı
uygulamalarının herhangi bir sakıncası yoktur. Dikkat edimesi gereken tek
konu, tifo ve paratifo aşılarının yarasız ve tehlikeli olduğu için uygulama
dışında bırakılması gerektiğidir.
Allerjik Hastalar
Günümüzde yaygın olarak kullanılan aşıların daha saf olarak hazırlanmaları
nedeniyle, allerjik bireylerde aşılama sonrasında allerjik reaksiyonlar ve
yan etkiler son derece azalmıştır.
Aşılar, mikrobun üretildiği ortama ait bazı maddeleri de içerirler. Bazı
aşılarda yumuta proteinleri (influenza, kabakulak, kızamık) eser miktarda
bulunur. Yumurta allerjisi olanlarda ürtikere yol açabilir. Kimi aşılar ise az
miktarda antibiyotik içerir. Kanamisin, neomisin gibi antibiyotiklere
allerjisi olanlarda döküntüler meydana gelebilir. Ancak bu gibi reasiyonlar
nadiren yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşır.
Allerjik kimselere tifo ve paratifo aşısı yapılmamalıdır. Allerjik çocuklar,
hastalıklarının aktif döneminde aşılanmamalıdır. Aşının allerjik kişi için
tehlike yaratabileceği bilinen herhangi bir antibiyotik içermediğinden
emin olunmalıdır. Şüpheli durumlarda seyreltilmiş aşıyla test yapılabilir.
Gebelik
Hamile Kadınlarda Zarasız Olan Aşılar:
Tetanoz
İnfluenza ( grip )
Çocuk Felci ( ölü IPV )
Kolera
Hepatit B
Yalnızca Gerekli Durumlarda Yapılması Gereken Aşılar:
BCG
Boğmaca
Difteri
Kızamık
Meningokok
Pnömokok
Kuduz
Kabakulak
Hamile Kadınlara Yapılmaması Gereken Aşılar:
Çocuk Felci ( canlı TOPV )
Kızamıkçık
Bağışıklık Yetersizliği
Doğumsal ya da sonrada edinilen bağışıklık yetmezliği durumlarında canlı
aşılar kesinlikle kullanılmamalıdır. BCG, kızamık, su çiçeği gibi canlı aşılar
takvim dışı bırakılmalıdır. İnaktif (ölü) aşılar ise aşının etkin ve güvenilir
olduğu kanıtlanmışsa kullanılmalıdır.
İlaç Tedavisi Alan Hastalar
Kortizon ve kanser ilaçları kullanılan çocuklarda canlı aşı kullanımı
sakıncalıdır. Bu tip ilaçlar bağışıklık sistemini baskıladıkları için BCG,
kızamık ve su çiçeği aşısı uygulamalarından kaçınılmalıdır. Lösemili
çocuklar tedavi nedeniyle bağışıklık sistemi baskılanmasının tipik bir
örneğidirler. Bu çocuklarda aşılamanın, tedavi başlanmadan üç ay önce
bitmiş olması gerekmektedir. 3 - 12 ay içinde ilaç tedavisi almayacak
olanlara kızamık aşısı yapılabilir. İnaktif (ölü) aşılar lösemili çocuklarda
güvenle kullanılabilmektedir.
Sinir Sistemi Hastalıkları
İlerleyici beyin ve sinir hastalığı olanlarda aşılama yapılmaz. Geçmişinde
havale öyküsü olan bebeklerde aşılar dikkatle uygulanır. Boğmaca aşısıyla
ilgili ciddi sorunlar ortaya çıkmışsa takvimden çıkarılır. Asellüler boğmaca
aşısı (DTPa) ile nörolojik yan etki olasılığı düşüktür.
Saralı çocuklarda, havale geçirmeye eğilimli bebeklerde ateş düşürücü ve
gerekirse havale önlyici "diazem" koruması altında aşı yapılabilir.
Doğumda beyin zedelenmesi nedeniyle arazları olan çocuklarda aşı
uygulamaları 1 yaşına dek ertelenmelidir.
Kan Hastalıkları
Kan dinmezliği (hemofili) hastalarında kanamaya eğilim nedeniyle aşılar,
hemen altında kemik bulunan, kanama olduğu taktirde kolay baskı
uygulanabilecek bir bölgeye yapılmalıdır.
Akdeniz anemisi (talasemi) olan çocuklarda olduğu gibi kan nakli gereken
durumlarda, canlı aşı yapılacaksa, kan verilmesinden en az 6 hafta sonra
aşı uygulanmalıdır.
Kanser
Canlı aşılar kanserli hastalarda sakıncalıdır. Ölü
(inaktif) aşıların kullanımı herhangi bir sorun oluşturmaz. Aşıların,
hastalığın tedavi uygulanmayan iyilik dönemlerinde yapılması uygun olur.
BCG (verem) aşısı canlı aşı olmakla birlikte kanserli hastalarda ciddi bir
yan etkiye yol açmaz. Eğer kanserli hasta kuduz bir hayvan tarafından
ısırılmışsa, aşı mutlaka yapılmalıdır.
Kanser tedavisi tamamlanarak iyileşmiş hastalarda aşılar güvenle
verilebilir. Ancak enjeksiyonun radyoterapi ya da ameliyat olunmuş
bölgenin dışında bir tarafa uygulanması yerinde olur.
Prematürelik Yapılan çeşitli araştırmalarla prematüre
bebeklerin 2 aydan itibaren aşılanmasının herhangi bir sorun yaratmadığı
kanıtlanmıştır. Ancak hastanede yatmakta olan prematürelere, diğer
bebeklere bulaşma riski nedeniyle canlı oral çocuk felci aşısı
yapılmamalıdır. Vücut ağırlığıyla aşılara bağlı yan etkiler arasında
doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte Fransa'da BCG aşısının 3 kilogramın
altındaki çocuklara uygulanmaması yasal bir zorunluluktur. Ülkemizde bu
konuda klinikler arasında farklı uygulamalar mevcuttur.
.
AŞILARIN YAN ETKİLERİ
1) Yerel Yan Etkiler
Sık görülür. Aşı yerinde hassasiyet ve ağrı bir iki gün içinde kaybolur.
Bazan aşı uygulanan bölgede bir sertlik oluşabilir, haftalarca devam
edebilir. Abseleşme olmadıkça tedavi gerektirmez.
2) Genel Yan Etkiler
Ani tansiyon düşmesi, gırtlakta gelişen ödem, şiddetli allerji hayatı tehdit
edebilir. Bazı çocuklarda baş ağrısı, mide barsak sistemi rahatsızlıkları
görülebilir, bir iki gün içinde kendiliğinden geçer. Aşı sonrasında % 10-20
olasılıkla ortaya çıkan ateş, ateş düşürücülerle bir iki günde kaybolur.
Kızamık ve kızamıkçık aşılarının ateşi geç olarak 5-12 gün içinde ortaya
çıkmaktadır. Tedavi yaklaşımı aynıdır.
3) Deri Reaksiyonları
Aşı yerinde, bazan da aşı yeri dışında döküntüler görülebilir. Kızamık aşısı
olanların % 2-5'inde, kızamıkçık aşısı yapılan çocukların % 5-10 kadarında
6-12. günler arasında cilt döküntüleri ortaya çıkabilmektedir.
4) Böbrekle İlgili Sorunlar
Böbrek hastalığı olan çocuklarda aşılama sonrasında idrarda protein çıkışı
artmaktadır.
5) Sinir Sistemiyle İlgili Sorunlar
a) Havale:
Boğmaca aşısına bağlı havale sıklığı 6-18 aylık çocuklarda binde bir
civarındadır. Meydana geldiğinde herhangi bir iz bırakmaz. Ancak
asellüler boğmaca aşısıyla bu tip sorunların sıklığı çok düşük seviyelere
indirilmiştir.
b) Şok:
Boğmaca aşısından sonra 6-10 saat içinde cilt renginde solma, bazan
morarma ve huzursuzluk birdenbire başlayabilir. Bir kaç dakikada
kendiliğinden iyileşir. Allerjik çocuklarda daha sık görülmekle birlikte
genel olasılık on binde bir kadardır.
c) Uzun Süren Ağlama:
3-6 aylık çocuklarda aşıdan 6-10 saat sonra ortaya çıkan ve nadir görülen
bir durumdur.
d) Beyinde Fonksiyon Bozukluğu
Boğmaca aşısına bağlı olarak milyonda bir olasılıkla meydana gelir. Daha
önce de sözünü ettiğimiz asellüler boğmaca aşısı iyi bir alternatif olabilir.
e) Ölüm:
Çok nadiren boğmaca aşısı sonrasında, bilinmeyen nedenlerle meydana
gelebilmektedir.
6) Felç
Canlı çocuk felci aşısısından sonra üç milyonda bir olasılıkla felç ortaya
çıkabilmektedir. Bu ciddi sorun özellikle bağışıklık sistemiyle ilgili
problemleri olan bebeklerde meydana çıkabilmektedir. İnaktif (ölü) çocuk
felci aşısı uygulanan bireylerde bu gibi yan etkiler görülmemektedir.
7) Beyin İltihabı
Kızamık aşısı sonrasında binde bir, kuduz aşısını takiben 16-32 binde bir
sıklıkla beyin iltihabı meydana gelebilmektedir. Son yıllarda üretilmiş olan
kuduz aşılarında bu problem tümüyle ortadan kaldırılmıştır. kızamıkçık ve
çocuk felci aşısından sonra nörolojik yan etki nadirdir.
8) Eklem Problemleri
Kızamıkçık aşısı eklem reaksiyonlarına neden olan tek aşıdır. Sıklığı
çocuklarda % 1, erişkinlerde % 5-10 kadardır. Tedavisiz kendiliğinden
iyileşir.
9) Lenf Bezesi Şişmesi
Kotuk altında lenf bezesi şişmesi, BCG (verem) aşısı sonrasında % 6-12
sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle BCG yapılan her 20
çocuktan bir ikisinde bu reaksiyon görülmektedir. BCG aşısına bağlı lenf
bezesi şişmesi genellikle kendiliğinden düzelir, ilaç tedavisi gerekmez.
Abseleşme olursa ayrıca müdehale gerekebilir.
10) Kemiklerle İlgili Sorunlar
BCG aşısı yapılan çocuklarda kemik iltihabı gelişme sıklığı milyonda bir
civarındadır. Aşı yerine yakın bölgedeki kemikte görülür. Özel tedavi
yaklaşımlarını gerektirir.
AŞILAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR
1) Ateşli, ağır hastalıklarda aşılama ertelenmelidir. (Böylece hastalığa ait
bir belirtinin, aşıya bağlanması önlenmiş olur).
2) Beslenme bozukluğu, orta-hafif ateş, solunum yolu infeksiyonları
aşılamaya engel oluşturmaz.
3) Şok, 40.5 derecenin üzerinde ateş, aşıdan sonra 48 saat içinde ortaya
çıkan havale ve diğer sinir sistemi belirtileri varlığı durumlarında kombine
difteri-boğmaca-tetanoz aşısına ara verilmelidir. Bundan sonra boğmaca,
takvimden çıkarılarak difteri-tetanoz ikilisi (DT) kullanılmaya
başlanmalıdır.
4) İshal sırasında canlı çocuk felci aşısı yapılmışsa, ishal düzeldikten
sonra tekrarlanması uygun olur.
5) Bağışıklık eksikliği olan ya da kortizon, kanser ilaçları, ışın tedavileri
gibi nedenlerle bağışıklığı baskılanmış çocuklarda canlı aşılar kesinlikle
yapılmamalıdır.
6) Kızamık kızamıkçık kabakulak aşıları, yakın zamanlarda gamma globulin
yapılmış olan kimselerde en az altı hafta süreyle ertelenmelidir..
AŞIYA
KARŞI
REAKSİYON.
Çeşitli aşı maddeleri ve aşı çeşitlerine (iğne veya ağızdan alınan aşılar)
karşı her çocuğun reaksiyonu farklıdır. Hafif bir reaksiyon çoğu zaman
zararsızdır. Bazı durumlarda aşının tuttuğuna işarettir, çünkü beden virüs
veya bakterilere karşı başarılı bir şekilde savaşmaktadır. Aşının başarılı
olabilmesi ve herhangi bir komplikasyonu engellemek için, çocuğun, aşı
yapılırken sağlıklı olması gerekir. Hafif enfeksiyonların üzerinden iki,
daha ağır hastalıkların üzerinden en az altı hafta geçmiş olmalıdır. Aşı
zamanında, çocuğun gittiği ana okulunda herhangi bir hastalık varsa, aşı
tarihi ertelenmelidir. Çünkü çocuğa hastalık bulaşmış olabilir. Alerjisi
veya kronik bir hastalığı olan çocuklarda önce hekime danışılmalıdır.
İğneyle yapılan aşılarda (aşının türüne bağlı değil), iğne yapılan yerde
şişme ve kızarma olur. Bu zararsızdır ve kızarma olur. Bu zararsızdır ve
çocuğun canı yanmaz. Genel olarak aşılardan sonraki reaksiyonlar şöyledir:
Boğmaca aşısında 6 – 72 saat sonra ateş ve bulantı olur. Ender olarak
huzursuzluk ve kasılma nöbeti olabilir.
Tetanoz: En sık görülen reaksiyon, aşı yapılan bölgede şişmedir. Ender
olarak ateş görülebilir.
Dizanteri: Hafif ateş.
Çocuk felci: Hafif ateş, ishal, baş ağrısı, yorgunluk.
. Tüberküloz:
Aşı yapılan yerde (sol kalçanın dış kısmı) altı hafta sonra
morluk, bezelye büyüklüğünde bir beze oluşur. İyileştiğinde yara izi kalır.
Kasıkta küçük bir lenf boğumu da oluşur.
Kızamık, kabakulak, kızamıkçık: Hafif ateş, kızamıktaki gibi deri
döküntüsü, kabakulaktaki gibi tükürük bezi şişmesi görülür. Aşı yeri
ellenmemeli, hekime danışılmadan yıkanmamalıdır. Eğer aşıya karşı
reaksiyon iki gün içerisinde geçmezse çocuk hekime götürülmelidir.
Boğmaca aşısından sonra kasılma nöbeti olursa hemen doktora
gidilmelidir. Kasılma nöbeti bir defaya mahsus olabilir. Önlem olarak
karma aşı yerine sadece dizanteri ve tetanoz aşısı yapılır. Dizanteri,
menenjit, boğmaca, tetanoz, çocuk felci aşılarından üç gün sonra
reaksiyonlar ortaya çıkabilir. Kızamık aşısında reaksiyonlar on gün sonra
bile ortaya çıkabilir. Normalde bir veya iki gün sonra bu reaksiyonlar
ortadan kalkar.
.
BULAŞICI
ÇOCUK
HASTALIKLARI
Çocuk Felci
Çocuk felci hastalığının nedeni,polio virüsü denilen bir mikroptur. Çevre
koşularının kötü olduğu yerlerde suların,besinlerin mikroplu dışkı ile
kirlenmesi ve kalabalık ortamlarda havaya yayılan mikropların solunmasıyla
bulaşır. Hastalığa yakalanan çocuklarda hafif ateş,baş ağrısı,kas
ağrıları,bulantı -kusma gibi her hastalıkta görülebilecek ortak bulgular
mevcuttur. Bazı çocuklarda hastalık bu bulgularla sınırlı kalırken ,
bazılarında ise ,kalıcı felçler meydana gelmektedir. Felçler çok tipik
olarak yumuşaktır. Yani kaslar sert ve kasılmış durumda değildir. Felçler
genel olarak, çocuğun kendini ayağa kaldırmasında ve yürümesinde güçlük
şeklinde ilk bulgularını verir. Çoğu hastada felç olan bacak ya da kolda
duyu kaybı yoktur. İğne batırıldığında bunu hissederler. Bir yaşından
büyük yaş grubundaki hassas çocuklar ve yetişkinler mikrobu
kaptıklarında felç gelişmesi açısından daha büyük risk altındadırlar. Felç
gelişen hastalarda ölüm oranı %2 ile % 20 arasında değişmekte ancak
,beyindeki solunum merkezinin etkilenmesiyle bu oran % 40'a kadar
çıkabilmektedir.
Çocuk felci hastalığının çiçek hastalığında olduğu gibi ülkemizde ve tüm
dünyada kökünün kazınması için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bazı
ülkeler bunu başarmıştır ama ne yazık ki Türkiye'nin de aralarında
bulunduğu birçok ülke için çocuk felci büyük bir sorun olmaya devam
etmektedir. Tedavisi bulunmayan ,kalıcı sakatlıklar ve ölümlere neden olan
bu hastalığın kökünün kazınması , ancak aşılanma ile mümkündür. Hem bu
açıdan hem de virüsün çevremizde yaygın olarak bulunması nedeniyle
çocuk felci aşılamasının önemi oldukça artmaktadır.
Çocuk felci aşıları
Günümüzde çocuk felci hastalığına karşı kullanılan iki farklı aşı vardır.
İnaktive çocuk felci aşısı (enjeksiyon şeklinde uygulanır ) ve oral çocuk
felci aşısı (ağızdan damla şeklinde verilir. ) inaktive çocuk felci aşısı ölü
aşıdır. Son derece güvenli ve etkin olması en önemli özelliğidir. Yaşamın
ikinci ayından başlayarak 1- 2 ay arayla toplam 3 doz enjeksiyon şeklinde
uygulanır. Bebek 18 aylık olduğunda bir hatırlatma dozu daha yapılmalıdır.
Pasteur Merieux Connaught tarafından geliştirilen beşli aşı içerisinde
difteri,tetanos,boğmaca ve hib aşıları birlikte bulunmaktadır. Başta
sanayileşmiş ülkeler olmak üzere bir çok ülkede yaygın olarak
kullanılmaktadır. Çocuk felcine karşı bireysel korunmanın sağlanmasında
vazgeçilmez bir aşıdır.
Oral çocuk felci aşısı ağızdan damla şeklinde verilerek uygulanmaktadır.
Oldukça etkin bir aşı olmakla birlikte aşının verilmesi sırasında çocuğun
kusması ya da tükürmesi gibi durumlardan olumsuz etkilenebilmektedir.
Aşı uygulanması esnasında ishali olan bebeklere bir ay sonra bir doz aşının
daha uygulanması tavsiye edilmektedir. Çocuk felcine karşı toplumsal
korunmanın sağlanmasında önemi vardır.
İnaktive ve oral çocuk felci aşılarının birlikte kullanımı Yapılan
çalışmalar,bu hastalığa karşı en iyi korunmanın inaktive ve oral çocuk felci
aşılarının ardışık kullanılması ile sağlanabileceğini göstermektedir. Ardışık
kullanım önce inaktive ,ardından oral olmak üzere çocuğa farklı
zamanlarda her iki aşının da verilmesi prensibine dayanır. Birçok ülkede
tercih edilen bu uygulama ;aşılamaya 2,4,6 ya da 2,3,4. Aylarda beşli aşı
ile başlanan çocuklara 18. Aydaki hatırlatıcı dozun ağızdan oral aşı
şeklinde verilmesi ile gerçekleştirilmektedir. İnaktive ve oral çocuk felci
aşılarını ardışık kullanmanın sağladığı en büyük avantaj ,inaktive aşı ile
önce bireysel korunmanın sağlanması,daha sonra oral aşı ile toplumsal
korunmanın sağlanmasıdır. Böylece çocuk felci hastalığına karşı hem
bireyde hem de toplumda çok güçlü ve kalıcı bir bağışıklama sağlanması
mümkün olur. Çocuk felci aşılarının her iki çeşidi de
,difteri,tetanos,boğmaca ve diğer çocukluk aşıları ile birlikte ve aynı gün
uygulanabilir.
Aşı uygulanmasından sonra annelerin bebeklerini emzirmesinde herhangi
bir sakınca yoktur. Aşıdan hemen sonra dahi bebeğe mama,süt ve diğer
besinler verilebilir,herhangi bir süre kısıtlaması yoktur.
Difteri, Boğmaca, Tetanoz
Çocukluk döneminin ağır ve ciddi hastalıklarından olan difteri,boğmaca ve
tetanos hastalıkları yapılan geniş aşılama çalışmaları ile önemli derecede
ortadan kaldırılmış olmakla birlikte maalesef tüm çabalara rağmen bu
hastalıkların kökü kazınamamıştır. Bu üç hastalık artık ender olarak
görülse de hastalığın ciddiyeti, olumsuz sonuçları ve ölümlere yol açması
bu hastalıklara karşı aşılamanın önemini açıklamaktadır.
Difteri
Difteri,salya ve tükürük gibi salyalarla temas edilmesi veya bu mikropla
kirlenmiş maddelerin (oyuncak vb. ) ağıza götürülmesiyle ve solunum
yoluyla bulaşmaktadır. Difteri mikrobu çok güçlü bir zehir salgılayarak
burunda ve boğazda solunumu engelleyici bir enfeksiyona, kalp
yetmezliğine, sinir sisteminde hasarlara neden olabilir. Hastalanan her on
kişiden birisi maalesef her türlü tedaviye rağmen hayatını
kaybetmektedir.
Boğmaca
Boğmaca tüm yaşlarda ve hatta erişkinlerde bile ortaya çıkabilen,nefes
almayı engelleyecek biçimde öksürük nöbetlerine neden olan bir
hastalıktır. Bu öksürük nöbetleri 6-12 hafta arasında sürmekte ve bu
nöbetlerin ardından birçok çocukta kilo kayıplarına bile neden olabilen
kusmalar görülmektedir. Ayrıca, boğmaca 1 yaş altındaki çocuklarda daha
sık olmak üzere zatürreeye,beyin ve göz içi kanamalarına ve ölümlere
neden olabilmektedir.
Tetanoz
Tetanos mikrobu, genellikle toprakta yaşayan, vücuda çok küçük yara ve
kesiklerden dahi girebilen bir mikroptur. Mikrop salgıladığı "tetanos
zehri" ile omuriliğe ve sinir sistemine zarar vermekte ve gelişmiş tüm
tedavi olanaklarına rağmen hala 10 hastadan 6'sının ölümüne yol
açmaktadır. Oksijensiz ortamda yaşayan bu mikrop paslı çivi, bıçak gibi
maddelerin yanı sıra cam kesiği, hayvan pisliği ve açık yaraların toprakla
temas etmesi ve sonucunda insanlara bulaşmaktadır.
Tetanoz hastalığı en sık yaşamın birinci ayının bitiminden önce görülmekte
ve "yeni doğan tetanosu" adını almaktadır. Yeni doğan bebekler, tetanos
mikrobuyla ya sağlıksız şartlardaki doğum esnasında yada doğum sonrası
göbek bağının steril olmayan koşullarda yapılması nedeniyle
karşılaşmaktadır. Doğum sonrasında göbek kordonunun mikropla temas
etmiş bıçak, jilet ve hatta cam ile kesilmesi sonucunda bebeğe
bulaşmakta ve kana karışan mikroplar yoluyla hastalık ortaya çıkmaktadır.
Bu bebeklerin hemen hepsi her türlü tedaviye rağmen daha yaşamın ilk
günlerinde ölmektedirler.
Tetanoz hastalığının bebeklerdeki en önemli üç belirtisi; emme güçlüğü
kasılmalar ve teskin edilemeyen ağlamadır. Bebekleri yeni doğan tetanosundan
korumak için, anne adaylarının gebeliklerinin 3. Ayından itibaren mutlaka
tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı olmaları gerekmektedir.
Tetanos aşısı hem anneyi hem de bebeği koruyacağı gibi ne anne nede doğacak
bebeğine karşı zararlı bir etkisi olmaz. İster hastanede, ister farklı bir
ortam ve koşulda doğum yapılacak olsun tüm anne adaylarının aşılanması
gereklidir. Bu uygulama devletimizin sağlık politikasıdır.
Difteri,boğmaca ve tetanoz aşısı (3'lü karma aşı) Karma aşılar,çocukları
difteri,boğmaca ve tetanoz hastalıklarına karşı korumak için uygulanmaktadır.
Yeni doğan bir bebek ,yaşamını ikinci ayından itibaren 1-2 ay arayla 3 kez
aşılanmalı ve ardından 18. Ayda bir hatırlatma dozu yapılmalıdır. İlkokul 1.
Sınıfında ise boğmaca çıkarılarak,sadece difteri-tetanos karma aşısı
yapılmalıdır. (bu dönemde ayrıca verem,çocuk felci ve kızamık-kızamıkçıkkabakulak aşıları uygulanmalıdır. ) gelişen bilim ve teknoloji,çok sayıda
hastalığa karşı tek enjeksiyon ile koruma sağlamaya yönelik yeni aşıları
geliştirme çabasındadır. Günümüzde difteri,boğmaca ve tetanos aşılarına
çocuk felci ve hib menenjit aşısı eklenerek oluşturulan beşli aşı pasteur
merieux connaught tarafından geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Dünyanın
ilk beşli aşısı olan bu aşı ilerdeki bölümlerimizde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Aşı kola ya da bacağın ön kısmına adale içi yolla ya da cilt altına
uygulanmaktadır.
Kabakulak
Kabakulak,damlacık enfeksiyonu ile insandan insana bulaşmakta ve
ateş,baş ağrısı,kulak ağrısı şeklinde belirtiler veren ve kulak memesi
hizasında yanaklarda tek veya çift taraflı şişliğe neden olan tükürük
bezlerinin iltihabıdır. Hastalık yapan kabakulak virüsü,vücuda girdikten
sonra kan yoluyla yayılmakta ve ayrıca pankreasın iltihaplanmasına ,beyin
ve omuriliği saran zarların iltihaplanmasına (menenjit) ,erkek ve
kadınlarda yumurtalıkları iltihaplanmalarına da neden olabilmekte ve
sağırlık,kısırlık gibi kalıcı hasarlara yol açabilmektedir.
Kabakulak Aşısı
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin
ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve
kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır.
Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu
bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk
aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu
antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan
itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir.
Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık
aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma
aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren
uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa
kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay
olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde
,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri
döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2
günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir
iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık.
Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini
geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir. Aşı yapılacak kişinin örneğin
önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını
engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.
Kızamık
Çok bulaşıcı bir akut virüs enfeksiyonudur; özel bir tedavisi yoktur,
rahatsızlık veren belirtileri gidermeye yönelik ilaçlar kullanılır.
Nedenleri
Kızamığın etkeni olan virüs, hastaların burun ve yutak salgılarıyla çıkan
damlacıklarda bulunur; ağız ya da burundan üst solunum yollanna ya da
dolaylı olarak konjunktiva mukozasına girer. Vücuda girdiği yerde
üreyerek düşük miktarda bütün vücuda yayılır ve lenf dokusu
hücrelerinde üremeyi sürdürür.Daha sonra ikinci kez, çok daha uzun süreli
ve kitlesel olarak kana yayılır; bu döneme ilişkin ilk belirtiler virüsün
bulaşmasmdan yaklaşık 9-10 gün sonra ortaya çıkar. Hastalık bu aşamadan
sonra, 14-15'inci güne değin çok bulaşıcıdır. Virüsün vücuda girmesinden
yaklaşık 14 gün sonra döküntülerin başlamasıyla virüsün üremesi azalır; 16.
günden sonra genellikle kanda virüse rastlanmaz. Yalnız idrarda bulunan
virüs bu ortamda varlığım günlerce sürdürür. Döküntüler kanda hastalığa
özgü antikorların belirmesi ve hastanın iyi-leşmeye başlamasıyla aynı
dönemde görülür; kızarıklıkların pul pul dökülmeye başlamasıyla bulaşıcılık
dönemi bütünüyle sona erer.
Bulaşma
Kızamığın derideki belirtileri yaygın döküntülerdir. Kızamık tüm dünyada
yaygın olarak rastlanan döküntülü bir hastalıktır. Etkeni, çok küçük ve
vücudun dışındaki kimyasal ve fiziksel etkenlere karşı çok az direnci olan
bir virüstür. Hastadan sağlıklı kişilere üst solunum yolları yoluyla ve
özellikle konuşurken ve öksürürken çıkan tükürük damlacıkları aracılığıyla
kolayca bulaşır. Bulaşmanın bu kadar kolay oluşu nedeniyle kızamık
genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında küçük salgınlar halinde görülür.
Kızamık salgınında hastalığa önce çocuklar yakalanır; erişkinlerin büyük
bir bölümü ile üç aylıktan küçük bebekler salgını, hastalığa yakalanmadan
atlatabilir. îlk bakışta tuhaf görünen bu olay kolayca açıklanabilir. Vücut
ilk kez virüsle karşılaştığında hastalığa yakalanır ve virüse özgü antikor
üretmeye başlar. Kandaki bu antikorlar virüsle yeniden karşılaştığında,
virüsü etkisizleştirir; böylece hastalığa karşı direnç geliştirilmis olur.
Sütçocukları anne karnındaki yaşamlannda bu antikorları annelerin-den
aldıklanndan, erişkinlerin büyük bir bölümü de çocukluk çağında hastalığa
tutulduklarından salgından etkilenmezler. Hastalığın ileri derecede
bulaşıcı olması nedeniyle 2-4 yılda bir kızamık salgınları ortaya çıkar.
Bir toplulukta salgın görüldüğünde, bağışıklığı olmayan bütün bireyler
hastalanır ve bağışıklık kazanır; bu nedenle, hastalığa yakalanacak yeni
bireylerin ortaya çıkması için belli bir süre geçmesi gerekir.
Hastalığın Belirtileri
Kızamıkta sıklıkla belirgin olarak birbirinden ayrılabilen dört dönem
gözlenir: Kuluçka dönemi, döküntü öncesi dönem (prodrom dönemi),
döküntülü dönem ve iyileşme dönemi. Bulaşma kuluçka döneminde anında
başlar, virüs 8-12 gün boyunca vücutta belirti vermeden ürer. Normal
olarak 10. günde döküntü öncesi dönem başlar, ateş hızla yükselir ve
ağızda yanağın içinde, azıdişleri hizasında kırmızı bir alanla çevrili küçük
beyaz lekeler belirir; bu lekeler ilk tanımlayan hekimin adıyla anılır (Koplik
lekeleri). 2-3 günden fazla sürmeyen bu dönemde çocuk isteksiz, yorgun
ve uykuludur; iştahı azalmıştır, aksırır, hırıltılı, inatçı ve kuru bir
öksürüğü vardır; sulanan ve kızaran gözleri güçlü ışıktan rahatsız
olduğundan ışıklı ortamlar dan uzak durur. Bu aşamada kızamığa henüz
tam konmamış olsa da son derece bulaşıcıdır ve çocuğun enfeksiyonu aile
bireylerine yayma olasılığı yüksektir. Ateşin geçici olarak azalmasıyla
döküntülü dönem başlar. Döküntüler başlangıçta düz, sınırları belirgin
pembe renkli küçük lekeler biçimindedir; daha sonra hafifçe kabanr,
büyür, sayılan artar ve giderek koyulaşıp kırmızılaşır.
Döküntüler çıkarken ateş yemden yükselir ve çocuğun genel durumu
kötüleşir. Sürekli yatmak ister ve çok yorgundur, gözleri kolayca sulanır,
aksırıklar yerini gerçek bir soğuk algınlığına bırakır, öksürük hala hıntılı
ve çok rahatsız edicidir, özellikle küçük çocuklarda ishal görülür.
Döküntülerin ortaya çıkmasından üç ya da dört gün sonra, ateş hızla
düşer; kırıklık hali, öksürük ve soğuk algınlığı kaybolur, çocuk rahatlamış
görünür. Döküntüler de ilk ortaya çıktığı bölgelerden başlayarak hızla
solar. Kızarıklıkların pullanarak dökülme döneminin ardından çocuğun
tümüyle iyileştiği söylenebilir. Döküntüler hiçbir iz bırakmadan hızla
kaybolur; özellikle yüz ve boyun çevresindeki deri pul pul dökülür. Ne var
ki, hastalığın bu son evresi her zaman fark edilmez, özellikle hastalığın
hafif geçtiği olgularda hiç görülmez.
Görülebilecek Komplikasyonlar
Tüm olguların yaklaşık yüzde 6'sında komplikasyonlar görülür; iki yasma
kadar ve erişkinlerde bu oran daha yüksek olabilir. En sık rastlananlar
solunum sistemi komplikasyonlandır; döküntülerin ortaya çıkmasından
önceki dönemde ve dö-küntülü dönemde başlayan ve olguların büyük bir
bölümünde kızamık virüsünün doğrudan etken olduğu bronş-akciğer
iltihapları (bronkopnömoni) ile genellikle bakteri kökenli enfeksiyonlara
bağlı olarak iyileşme döneminde görülen-bronş-akciğer iltihaplan ayırt
edilmelidir.
îlki özellikle küçük çocuklarda çok ağır geçer ve virüs kökenli olduğundan
antibiyotik tedavisiyle tedavi edilmez. Geç dönemde görülen bakteri
kökenli bronş-akciğer iltihaplarında, ateş, irinli ve balgamlı öksürük ile
solunum güçlüğü görülür. Bu tablo, antibiyotiklerle tedavi edilebildiğinden
pek tehlikeli sayılmaz. Bir başka solunum sistemi komplikasyonu da üç
yaşından küçük çocuklarda görülen ve solunum güçlüğüne neden olan
gırtlak iltihabıdır (laren-Jit). Geçmişte çok sık görülen irinli kulak iltihabı
(otit) antibiyotik tedavisinin uygulanmasından sonra giderek azalmıştır;
virüs kökenli iltihabın yerleştiği ortakulak mukozasında bakterilerin
üremesiyle oluşur. Kızamık komplikasyonlanndan en tehlikeli olanı son
yıllarda daha sık görünen beyin iltihabıdır (ensefalit). Bin olgudan birinde
görülen beyin iltihabı sıklıkla 2-9 yaş arasında ortaya çıkar. iyileşme
döneminde ateşin yeniden yükselmesiyle başlar, havale nöbetleri ve koma
görülür. Ender rastlanan bazı olgularda çok erken dönemde, döküntüler
ortaya çıkmadan önce de başlayabilir. Klinik belirtiler genellikle çok
değişken ve ağırdır. Çocuğun 1-2 gün içinde ölmesine yol açan biçimleri de
vardır.
Tanı
Döküntü ortaya çıkmadan önce kızamık tanışı koymak, hastalığın bulaşıcı
olup olmadığı da bilinmiyorsa, çok güçtür, îlk belirtiler (ateş, soğuk
algınlığı, öksürük vb) kesinlikle hastalığa özgü değildir ve grip gibi üst
solunum yolları enfeksiyonlannda da görülür. Erken dönemde görülen
Koplik lekeleri tanı açısından büyük önem taşır. Kızamığa özgü döküntüler
gerek özellikleri, gerek ortaya çıkış biçimi (kulakların arkasından başlayıp
yüze ve vücuda yayılması) açısından tanıyı kolaylaştırır. Gene de
döküntünün yukarıda betimlenenden farklı olabileceği de unutulmamalıdır;
lekeler kimi zaman çok küçük ve soluk, kimi zaman da büyüktür ve içi sıvı
dolu küçük keseciklerle kaplıdır. Kimi zaman döküntülerin altındaki kılcal
damarlar çatlar ve kanamaya benzer bir görünüm ortaya çıkarsa da çok
önemli değildir. Döküntülerin görünümü hastalığın gidişini hiçbir zaman
etkilemez. Koplik lekeleri başka hiçbir hastalıkta görülmediğinden,
kızamağın erken dönemde, özellikle bulaşıcılığın en yüksek olduğu
dönemde tanınmasını sağlar.
Tedavi
Kızamık virüsünü yok eden özel bir ilaç olmadığından belirtileri
hafifletmeye yönelik tedavi uygulanır. Kon-junktivit için gözler ılık borik
asitle yıkanır ve gözkapaklan özenle temizlenir. Soğuk algınlığı sırasında
günde birkaç kez burna damar büzücü damla damlatılırsa çocuk daha
kolay soluk alıp verebilir, îshal başlasa da özel bir tedavi gerekmez,
çocuğa bir iki gün sıvı besinler verilir. Yalnızca solunum sistemi
belirtilerinin ağır olduğu az sa-yıdaki olguda, antibiyotik tedavisi gerekir.
Hasta evinde uygun koşullar sağ-landığında rahatlıkla tedavi edilebilir ve
komplikasyonlardan korunur. Beslenme ve ortam özellikle önemlidir. Küçük
hasta en az on gün yalnız kalacağından, özellikle nezleli ve dökün-tülü
dönemlerde odasmın rahat ve konforlu olması, iyi havalanması, ama hava
akımının olmaması, oda sıcaklı-ğının 20°C kadar olması ve odanın aşırı
aydınlatılmamış olması gerekir. Bu arada hastanın yalıtılmasının da
(karantinaya alınmasınm) tartışmalı olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü
hastalığın en bulaşıcı olduğu aşama, henüz tanı konulamayan döküntü öncesi dönemdir.
Hastalık sırasında sıvı ya da yarı sıvı, kolay sindirilen, sebze çorbası,
sütte ezilmiş bisküvi, taze meyve suyu (özellikle şekerli limonata ve
portakal suyu) gibi besinler verilmelidir. Özellikle iştahın az, ateşin
yüksek olduğu döküntülü evrede çocuk yemek için zorlanmamalıdır.
Korunma
Günümüzde en etkili korunma yöntemi kızamık virüsüne özgü insan gamma
globülinidir.
Salgınlarda ve çocuğun sağlığının başka hastalıklar nedeniyle kötü olduğu
dönemlerde korunmaya önem verilmelidir. Gammagiobülin, bulaşmadan
önce uygulandığında, kızamığı etkili bir biçimde önler; geç uygulandığında
etkisizdir, yalnızca belirtileri hafifletir. Kızamık çocuklarda erişkinlere
göre daha ağır geçtiğinden en iyi önlem gammagiobülin kullanılarak
hastalığın hafif geçmesinİ sağlamaktır. tki ya da üç yaşından küçük
çocuklar dışındaki bireylerde bulaşmayı önlemektense koruyucu
önlemlereağırlık vermek önerilir. Hastalığı geçiren çocuğun vücudunda
kızamık virüsüne özgü antikorlar üretildiğinden yaşam boyu bağışıklık
kazanılır. Kızamık aşısı da korunma sağlayabilir; bu amaçla tavuğun
embriyon hücrele-rinden elde edilen ve etkinliği azaltılmış bir kızamık
virüsü türü kullanılır. Aşı, tek dozda derialtına şırınga edilir. Bebeklere
dokuz aydan başlayarak kızamık aşısı yapılabilir. Bu durumda yüzde 95
koruma sağlanır. Bir yaşında yapılan aşılarda ise, koruma oranı yüzde
99'dur. Salgın durumlannda altı aylık bebekler de aşılanabilir. Ama aşının
sonradan yinelenmesi gerekir. Aşıdan sonra çocuk çok hafif bir
enfeksiyon geçirebilir, ve kalıcı bağışıklık kazanır
Kızamıkçık
Kızamıkçık,damlacık enfeksiyonu yoluyla insandan insana bulaşan ve
ateş,boğaz ağrısı ve vücutta bir kaç gün süren deri döküntülerine neden
olabilen bir hastalıktır. Hastalık yuva,kreş ve okul gibi kalabalık
ortamlarda çok kısa sürede bulaşabilmekte ve çocuklarda genellikle hafif
geçirilmektedir. Hastalık ergenlik çağında ve erişkinlerde daha ağır
seyretmektedir. Birçok genç erişkinde ve büyükte kızamıkçık enfeksiyonu
sırasında büyük eklemlerde ağrı ve kızarıklıkla seyreden eklem iltihapları
görülür. Eklem sorunları kısa sürede geçer ancak nadiren kronikleştiği de
olur.
Kızamıkçığın en önemli ve ciddi tablosu hamile bayanların kızamıkçığa
yakalanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hamileliğin erken
dönemlerinde kızamıkçığa yakalanılırsa bebekte körlük,sağırlık,beyin
gelişimi bozuklukları ve zeka geriliği ,kalp bozuklukları,hatta düşükler ve
ölü doğumlar görülebilir. Bu nedenle tüm kadınların hamile kalmadan önce
bir kan testi ile kızamıkçık geçirip geçirmediğinin tespit edilmesi
gerekmektedir. Eğer hastalık daha önce geçirilmediyse tüm bayanların
kızamıkçık aşısı ile aşılanmaları ve 3 ay süreyle hamile kalmamaları tavsiye
edilmektedir. Aşılanan kişilerin %98'i bu hastalığa karşı yaşam boyu
korunmaktadırlar.
. Kızamıkçık Aşısı
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin
ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve
kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır.
Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu
bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk
aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu
antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan
itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir. Bu nedenle tüm bebeklerin 9.
Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir.
Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık
aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda
kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının
yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma
aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı
hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek
kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor
tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir .
Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi
birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir.
Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü
karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere
uygulanmaması gerekir.
Kızıl
Tanım Kızıl, çocuğun bütün derisinde özgün bir kırmızımsı-pembe
döküntü oluşturan, oldukça yaygın bir çocukluk hastalığıdır. Boğaz ağrısına
da yol açan streptokok bakterilerinden yol açtığı kızıl, kolayca tedavi
edilen bir hastalıktır.
Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri Kızıla yol açan bakteri, aynı
zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan
streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok
türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları
sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla
bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla,
ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene
girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.
Belirtiler
En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle
başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve
beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü
bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm
verir.
Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe
kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici
görünümü olan “çilek dil” görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü
ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça,
kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce,
altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir
hafta ya da on gün sonra iyileşir.
Tedavi
Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın
hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve
çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle
penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi
yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış
süngerle silinmesi gerekir.
Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine
uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları
içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden
yoktur.
Komplikasyonlar/Riskler
Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan
kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların
çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek
ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı
ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi
hastalıklardır.
Kaynak :
Medicare
Suçiçeği
Su çiçeği döküntü ile karakterize,ciltte kalıcı sorunlar yaratan ve izler
bırakan bulaşıcı viral bir hastalıktır.
Su çiçeği genellikle hafif seyirli bir hastalık olmakla birlikte hem
erişkinler hem de çocuklarda aşağıdaki komplikasyonlara yol açabilir :
Ciltte bozukluk ve izlere yol açan süperenfeksiyonlar ( Özellikle yüzde
oluştuğunda rahatsız edici olan kalıcı bozukluk ve izler).
Hastanede tedavi gerektiren zatürre, ensefalit.
Bazı vakalarda ölümler.
Su Çiçeği nasıl bulaşır?
İnsandan insana soluma, öksürme ve hapşırma yoluyla. Su çiçeği
döküntüleri çok bulaşıcı olduğu için hastayla doğrudan temas yoluyla.
Çocukların kreş, okul, vb. toplu bulundukları ortamlarda bulaşma çok
hızlıdır.
Su çiçeği ne zaman bulaşır?
Döküntülerin ortaya çıkışından 2 gün önce ve 4-5 gün sonrasına kadar
hastalık bulaşıcı durumdadır. Döküntülerin görülmesinden 2 gün öncesine
kadarkarakteristik klinik belirtiler görülmediğinden su çiçeğinin bulaşması
kolay ve sinsi bir süreç izler.
Su çiçeğinin belirtileri nelerdir?
Su çiçeği belirtileri, hasta ile temastan 14 ile 16 gün sonra ortaya
çıkmaya başlar. Döküntüden 1-2 gün önce baş ağrısı, ateş, karın ağrısıve
halsizlik görülür. Kızarıklıklar kafa derisi, yüz ve gövdenin üst
kısımlarından başlayıp daha sonra kol ve bacaklara yayılır.
Su çiçeğine karşı korunmanın yolu nedir?
Su çiçeği’ nden korunmanın yolu su çiçeği aşısı olmaktır.Aşılama, çocuk ya
da erişkinlerin bu hastalığa karşı korunmasında son derece etkin ve
güvenilir bir yoldur. Su çiçeği aşısı hakkında bilinmesi gerekenler:
Su çiçeği aşısı, etkin bir bağışıklık ve aşılanmış kişilere uzun süreli koruma
sağlamaktadır. Güvenilir ve iyi tolere edildiği kanıtlanmış olan bu aşı 12
aylıktan başlamak üzere her yaştaki insana uygulanabilir.
. Aşılanmanın
avantajları nelerdir?
Hastalığın geçirilmesi engellenerek: Yara izleri, süperenfeksiyon gibi cilt
bozuklukları yanında hayati tehlike yaratabilen diğer komplikasyon
risklerini ortadan kaldırmak, Karantina, okula devamsızlık ve işgücü
kayıplarını önlemek, Su çiçeği geçirmemiş çocukları, doğurganlık çağındaki
kadınları ya da çocuk sahibi anne ve babaları korumak.
Verem (Tüberkuloz)
Tüberküloz ya da halk arasında verem (ince hastalık) olarak bilinen ve her
yaşta görülen bu hastalığın ,ağır ve ciddi sonuçları olabilmektedir.
Damlacık enfeksiyonu şeklinde solunum yoluyla giren mikrop,akciğerlere
yerleşmekte ve oradan da beyin zarına ,kemik iliğine ve lenf bezlerine
yayılabilmektedir. Bu durum özellikle çocuklarda ölüme kadar gidebilen
çok ağır tablolar oluşturmaktadır. Tedavisinin çok uzun süreli olması ve
bir çok ilacın bir arada kullanılmasının gerekliliği ise hastalığın bir başka
yönüdür. Verem hastalığı ,iyileşme sonrasında bile yaşam boyu süren
solunum sistemi bozuklukları,zeka geriliği ve sakatlıklar gibi çok önemli
kalıcı hasarlara neden olabilmektedir.
Verem aşısı ( bcg )
Verem aşısı ( bcg ) doğumdan sonra 3. Ay içerisinde tek doz şeklinde
uygulanmalıdır. Daha sonra ,ilkokul 1. Ve 5. Sınıflar ile lise 3. Sınıflarda
bcg aşısı hatırlatma ( rapel ) dozu yapılmalıdır. Aşı omuz bölgesinden cilt
içine özel bir iğne ile uygulanmaktadır. Aşı yerinde 2-4 hafta sonra hafif
bir yara oluşmakta ve bu yara kendiliğinden iyileşmektedir. Bu durum
genellikle tedavi gerektirmemektedir,ancak bir hekimin tavsiyesinin
alınmasında fayda vardır..
ÇOCUKLUK
ÇAĞINDA
ALLERJİ
Allerji nedir?
Allerji, çoğu bireyin temas ettiğinde sorun yaşamadığı bir maddeye
karşı vücudun anormal duyarlılık göstermesi olarak tanımlanabilir. Allerji
çoğu zaman aile bireyleri arasında multifaktoriyel genetik bir geçiş
göstermektedir. Anne ya da babadan birinin allerjik vücut yapısına sahip
olması durumunda çocukta allerji gelişme riski % 25 iken, hem annenin
hem babanın allerjik olması durumunda bu oran % 50'ye çıkmaktadır. Hem
anne, hem babada aynı allerjik hastalığın bulunması durumunda ise
çocukta aynı hastalık görülme riski % 70 olarak bildirilmektedir.
Allerji nelere karşı gelişir?
Çevremizde var olan her tür maddeye karşı allerjik reaksiyon
gelişebilir. Allerjenler gıdalarla alınanlar, hava yolu ile alınanlar, vücuda
dışarıdan enjekte edilenler ve deri yolu ile alınanlar şeklinde
sınıflandırılabilir. İlk 3 yaşta ağızdan alınan maddelere karşı (en sık inek
sütü, soya ve yumurta) allerji gelişimi ön planda iken, 3 yaştan sonra hava
ile alınan allerjenlerle reaksiyonlar ön plana geçer. Hava ile alınan
allerjenler içinde, , küf mantarları, hayvan epitel ve tüyleri, yabani ot,
çimen ve ağaç polenleri sayılabilir.
Allerjik hastalıklar nelerdir?
Allerjik reaksiyonlar çocuklarda çeşitli hastalık tipleri ile karşımıza
çıkmaktadır. , , , (kurdeşen), ve genel hastalık tiplerini oluşturur.
Astım nedir?
Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu
olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen
geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı
bir hastalıktır.
Neden olur?
Çocukluk çağında % 90 oranında allerjik kökenli olduğu bilinmektedir.
Yıl boyu maruz kalınan ev içi allerjenlerin bronşlarda yarattığı allerjik
iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları,
kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik
uyaranlarla temas sonucu astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur.
Bunun yanında spesifik olarak allerjinin söz konusu olduğu ev dışı
allerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı tablo
gözlenmektedir.
Nasıl seyreder?
Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği
saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu
enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz
tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun
az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş
yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım
belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir.
Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir
kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak
çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik
döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde
tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler.
Nasıl teşhis edilir?
Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve
/ veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi şiddetle astımı
düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle
devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi
ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir.
Akciğer fonksiyonları nasıl değerlendirilir?
Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı gerekse
tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır.
Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme
sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve
tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme
değerlendirilmektedir.
Allerji nasıl belirlenir?
Astıma neden olması olası allerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin
saptanmasında allerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta
delme metodu ile uygulanan deri testinde ciltteki kızarma ve kabarmanın
şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye allerjisi olduğu
saptanmaktadır.
Allerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı, 3 yaş altı çocuklar,
yaygın allerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç
kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma
sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E
düzeyi saptanması yöntemiyle allerjen tespiti yapılabilir.
Astım nasıl tedavi edilir?
Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak
tedavi alleji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler
doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve
bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür.
Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü
hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey
ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip
rahatlatıcılar ve allerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını
azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir.
Son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş,
kortizonlu ilaçlara özgü yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok çok az
olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirilmiştir. Allerjinin
bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan
bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir.....
ALLERJİK NEZLE
"Allerjik Nezle" nedir?
Allerjik nezle (allerjik rinit) çevresel bazı faktörlere allerji gelişimi
sonucu, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, burunda kaşıntı, hapşırma ve göz
yaşarması gibi belirtilerin haftanın çoğu gününde görülüyor olması halidir.
"Allerjik Nezle"nin kaç tipi vardır?
Allerjik rinitin iki tipi vardır. Biri mevsimsel allerjik nezle, diğeri ise
yıl boyu süren (perennial) allerjik nezledir. Mevsimsel olan tipi sadece
bireyin duyarlı olduğu madde ile karşılaştığı belli bir dönem boyunca burun
akıntısı, burun kaşıntısı, hapşırık belirtileri ağırlıklı olarak görülür. Halk
arasında saman nezlesi olarak da tanımlanır. Yıl boyu süren tipte ise birey
sorumlu allerjen ile devamlı temas halindedir. Burun tıkanıklığı ana
belirtidir. Bununla beraber hapşırma, burun akıntısı ve burun kaşıntısı gibi
belirtiler de ısı değişikliklerine bağlı olarak veya kimyasal bazı maddeler
ile temas sonrası gibi fiziksel uyaranlarla ortaya çıkabilir.
"Allerjik Nezle"ye bağlı olarak görülebilecek hastalıklar nelerdir?
Çocuklarda yıl boyu süren allerjik nezleye bağlı olarak gelişen burun
tıkanıklığının sonucu olarak tekrarlayan sinüzit ve orta kulakta sıvı
birikmesi sık görülen durumlardır. Sinüzit, viral bir üst solunum yolu
enfeksiyonunun, yani soğuk algınlığı veya nezlenin normalde geçmesi
gereken 1 hafta - 10 günden uzun sürmesi, özellikle sabah kalkıldığında
artış gösteren balgamlı öksürükler, sarı burun akıntısı, burun tıkanıklığı
belirtilerinin görülmesi ile tanınır. Orta kulakta sıvı birikmesi ise ateş ve
kulak ağrısı ile gelebileceği gibi sadece belli belirsiz bir duyma kaybı ile
de kendini gösterebilir. Sözü edilen birinci durumda orta kulakta iltihaplı
bir sıvı birikimi söz konusu iken, ikinci durumda ise iltihapsız bir sıvı
birikimi vardır. Her iki durumda da duyma kaybının kalıcı olmaması için
mutlak olarak altta yatan allerjinin tedavi edilmesi gerekmektedir.
"Allerjik Nezle" nasıl tanınır?
Allerjik nezlede tanı hastanın hikayesi ve destekleyici laboratuar
testleri ile konur. Burun tıkanıklığı, akıntısı, kaşıntısı, hapşırık ve göz
yaşarması belirtilerinin haftanın çoğu gününde görülmesi halinin varlığı;
bununla beraber allerji deri testinde duyarlılığın olduğu bir maddenin
saptanması ve sümüğün incelenmesinde allerjik hücrelerin tespiti tanı
koydurmaktadır.
"Allerjik Nezle"nin tedavisi nasıldır?
Allerjik nezlede birinci basamak tedavi allerjinin saptandığı maddeden
bireyin uzak tutulmasıdır. İkinci basamakta ise ilaç tedavisi gelir. Bu
tedavi ağızdan allerji şurup / hapları ile veya burun spreyleri ile
sağlanabilir. Tedavi her hasta için farklılık göstermektedir. Çevre
önlemleri ve ilaç tedavisinden yeterli yanıt alınamayan vakalarda dilaltı
damla şeklinde aşı tedavisi uygulanabilir..
ALLERJİK EGZAMA
"Allerjik Egzama" nedir?
Allerjik egzema özellikle hayatın ilk yıllarında en yoğun olarak görülen
cilt kuruluğu, döküntü ve kaşıntı ile seyreden bir cilt hastalığıdır. Tipik
olarak yanaklar, boyun altı, dirsek içleri ve diz arkası gibi bölgeler en çok
etkilenen alanlardır. Altı yaşına doğru şiddeti git gide azalır.
"Allerjik Egzama"ya ne sebep olur?
Allerjik egzemada en önde gelen sebep gıdalara karşı gelişen allerjidir.
Gıdalar içinde de en sıklıkla inek sütü ve yumurta bu durumdan sorumlu
bulunmaktadır. Ancak hava yolu ile alınan ev tozu gibi allerjenlerin de
sorumlu olabildiği gösterilmiştir.
"Allerjik Egzama"da şikayetleri artıran etkenler nelerdir?
Allerji geliştirilmiş olan madde ile gerek sindirim sistemi yolu ile
gerekse hava yolu ile gerçekleşen temas döküntü ve kaşıntıyı
artırmaktadır. Bunun dışında terleme, şiddetli sürtünme gibi fiziksel
uyaranlar da şikayetlerin artmasına sebep olabilmektedir.
"Allerjik Egzama" nasıl tedavi edilir?
Özellikle allerji geliştirilmiş olan madde ile temasın azaltılması
şikayetlerde azalmaya neden olacaktır. Ayrıca sık banyo yaptırma ve
nemlendiriciler uygulama yolu ile cildi nemli tutma bu yönde etkili
olmaktadır. Koruyucu önlemlerin yetersiz kaldığı durumlarda ağızdan
allerji ilaçları ve kortizonlu kremlerle kısa süreli ve kontrollü bir tedavi
gerekebilmektedir.
.
ÜRTİKER
Ürtiker nedir?
Ürtiker halk arasında "kurdeşen" olarak bilinen ciltte
döküntü kaşıntı ile seyreden bir hastalıktır. Genellikle tüm vücutta yaygın
olarak görülebilen, ciltten hafifçe kabarık, sınırları belli, birkaç
milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebilen büyüklükte
döküntüler şeklindedir. Basmakla solma özelliği vardır.
Ürtikere ne sebep olur? Çocukluk çağında ürtikerin en sık nedeni
enfeksiyonlardır. İkinci sırada gıda allerjileri gelir. Sindirim sisteminde
parazitlerin varlığı ve ilaç allerjileri de nedenler arasında yer almaktadır.
Ancak kronikleşmenin söz konusu olmadığı durumlarda nedene yönelik
araştırma yapmaya gerek yoktur.
Ürtiker nasıl tedavi edilir? Tedavi sorumlu etkenin ortadan
kaldırılması ile başlamalıdır. Bununla beraber ağızdan allerji ilaçları
(antihistaminik) ile tedavi söz konusudur. Tedaviye yetersiz yanıtın söz
konusu olduğu durumlarda kortizonlu ilaçlarla ağızdan tedavi uygulanabilir.
.
ANJİYO ÖDEM
"Anjiyo Ödem" nedir?
Anjiyo ödem ürtiker şeklindeki döküntü ile birlikte veya döküntüsüz
olarak görülebilen ciltte yaygın ödem gelişmesi ile seyreden bir allerjik
reaksiyondur. Ödem en sık göz kapakları, ağız çevresi, el ve ayaklarda
görülmektedir. Ciltte şişmeye ses tellerini tutan ödemin de eşlik ettiği
daha ağır olgular da görülebilmektedir. Ses tellerinin tutulması halinde
ses kısıklığı ve nefes almada güçlük söz konusu olabilmektedir.
"Anjiyo Ödem"e neler sebep olur?
Enfeksiyonlar, gıda allerjileri, ilaç allerjileri, böcek sokmaları bu
reaksiyondan sorumlu tutulmaktadır.
"Anjiyo Ödem" nasıl tedavi edilir?
Tedavide sorumlu etkenin uzaklaştırılması, allerji ilaçları
(antihistaminikler) ve kortizonlu ilaçlar yer almaktadır.
.
ANAFİLAKSİ
Anafilaksi nedir?
Anafilaksi tüm vücutta yaygın olarak görülen
döküntü, ödem, nefes darlığı, tansiyon düşmesine bağlı
bilinç kaybı, kalp ve solunum sistemi fonksiyonlarında
yetersizlik sonucu ölümle seyredebilen çok ağır bir
allerjik reaksiyondur.
Doç. Dr. Yonca Nuhoğlu
Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Allerji Uzmanı
.
SÜNNET
Sünnetin faydaları şunlardır:
* Sünnet derisi iltihabî hastalıkları sünnetten sonra görülmez.
* Sünnet derisi darlığı sünnetten sonra görülmez.
* Sünnet derisinin uzun ve dar olması nedeni ile derinin geriye kaçarak
penis başını boğması sünnetten sonra görülmez.
* Sünnet derisi altında taş teşekkülü sünnetten sonra görülmez.
* Sünnet derisi altında idrar toplanması ve sonucta iltihaba dönüşüp
böbreklere zarar vermesi durumu sünnetten sonra görülmez.
* Sünnet derisinde sık sık yara oluşması sünnetten sonra görülmez.
* Sünnetsiz olanlarda penis kanserleri görülebilir. Sünnetten sonra
görülmez.
* Sünnetsiz erkeklerin eşlerinde rahim ağzı kanserlerine daha sık
raslanır.
* Sünnetsizlerde cinsel yolla bulaşan hastalıklar hastalıklar daha sık
görülür.
Sünnette olabilecek olumsuzluklar :
* Hatalı sünnetler peniste kalıcı hasarlara ve cinsel fonksiyon
bozukluklarına neden olurlar.
* Uygun olmayan sterilizasyon şartlarında hepatit ( sarılık ) ve birçok
mikrobik hastalık bulaşabilir. Bu hastalıklar ölümle dahi sonuçlanabilecek
ciddi hastalıklardır. Ülkemizde Hepatit B sıklığı yaklaşık % 10 dur. Çok iyi
sterilize edilmemiş cerrahi aletlerle yapılacak sünnette çocuğun hepatit
B, hepatit C ile hastalık kapma olasılığı % 10 dur. Bu nedenle cerrahi
aletlerin çok iyi sterilize edildiği, güvenilir bir kişiye sünnet yaptırılması
gerekir.
* Sünnetlilerde penis başı hassasiyeti olmayanlara göre daha azdır.
* Sünnet derisinin gereğinden çok alınması penisin ileri yaşlarda büyümesi
ve normal gelişimine olumsuz etki edebilir.
SÜNNET KAÇ YAŞINDA YAPILMALIDIR ? VE SÜNNET PSİKOLOJİSİ
Klasik görüş sünnetin erken yaşlarda yapılmasıdır. Yahudiler erkek
çocuğun doğumundan itibaren 20 gün içerisinde dini tören ile
yapmaktadırlar.
Sünnetin 20 gün içerisinde yapılmasının faydaları şunlardır:
20 günlük çocukta ağrı duyusu tam gelişmediği için sünnet uyuşturulmadan
yapılabilinir.
Pipide damarlanma çok olmadığı için sünnet sırasında kanama pek olmaz.
Çocuklarda yara iyileşmesi çabuk olduğu için sünnet yarası çabuk iyileşir.
Sünnet derisi darlıklarında acil sünnet gerektirecek durum önlenmiş olur
Yeni doğanda kişilik gelişmediği için sünnet sonrası psikolojik olumsuz etki
önlenmiş olur
Çocuğun 1-6 yaş arası özellikle 4-5 yaş arası psikososyal gelişme
devreleridir. Bu yaşlarda çocukta pipisini kaybetme korkusu vardır.
Anneye de bağlılık son derece kuvvetlidir. Bu yaşta yapılacak bir sünnet
psikolojik olumsuz etkilere neden olur. Bu nedenle çocukların bu yaşlarda
da sünnet edilmemeleri önerilmektedir. Zira bu yaşlarda sünnet olan
çocuklar sosyolojik açıdan töre ve törenlerden ayrı kaldığı için ileriki
yaşlarda bir eziklik içerisine girebilir. 7 yaşından sonra bu psiko-sosyal
devre bir durgunluğa girer ve ergenlik çağına kadar devam eder. Bu
yaşlarda yapılacak sünnet, çocuğun psiko-sosyal açıdan gelişmesini
sağlıyacaktır. Toplumun bir üyesi olduğunu fark edecek. Neden sünnet
olduğunu anlıyacaktır.
Bu nedenlerle sünnetin ya ilk 20 günde veya 7 yaşından sonra yapılması en
uygundur.
. SÜNNETİ
KİMLER YAPMALI ?
Sağlıklı bir sünneti uzman doktorun yapması gerekmektedir. Böylece bir
çok sünnet hatasının önüne geçmiş olunur.
Sünnetin bir uzman doktorun yapmasındaki faydalar şunlardır:
Çocukta kan durmaması gibi bir hastalık varsa (Hemofili) bu hastalıktaki
yan etkiler verilecek ilaçlar ile önlenir.
Uzman doktor tarafından yapılmışsa hatalı sünnet olasılığı azalır.
Cerrahi aletler çok iyi sterilize edildiği için çocuğun hepatit B, hepatit C
kapma olasılığı azalır.
Sünnet derisinin gereği kadar alındığı için penisin ileri yaşlarda büyümesi
ve gelişimi normal olur.
Sünnet ağrı giderici ilaçlar altında yapıldığı için çocuk ağrı duymaz.
Sünnet yarası dikildiği için yara iyileşmesi daha çabuk olur.
Köy sünnetçilerinin yapacağı sünnette çocuk ağrı duyacağı için çok
huzursuz ve hırçın olur ve zaptedilmesi daha zordur. Bu nedenle çocuğun
pisikolojisi bozulur.
SÜNNET NASIL YAPILMALI ?
Yıllar boyunca sünnet çeşitli şekillerde yapılmıştır. İlk zamanlarda sünnet
derisi iki ip ile kıstırlımış ve arada kalan deri kısmı kesilerek
uygulanmıştır. Daha sonra ip yerine çeşitli ağaç ve metal kıskaçlar
kullanılmıştır. Yahudiler ortası yarık madeni bir levha (Barzel) kullanırken
Osmanlı devrinde her doktorun kendi ismi ile anılan kıskaçları kullanmayı
tercih etmişlerdir.
Sünnetin yapılış şekli:
Genel hijenik şartlar hazırlanır. Çocuk mutlaka yatırlır. Genel anestezi (
Narkoz) veya bölgesel uyuşturma (iğne ile) yapıldıktan sonra penis başına
5-6 mm uzaklığında sünnet derisine bir pens veya kıskaç konulur.
Burada pens ağzı içerisine veya kıskacın içerisine penisin baş kısmının
girmemesine dikkat edilir. Sonra penisin hemen altından bir bistüri
(neşter) ile kesilir. Kanayan damar ağızları bulunup tek tek bağlanır. Kesik
olan derinin iki ucu dikiş ile dikilir. En son kesik yaranın üzeri merhem
sürülmüş bir bez ile sarılır. Pansuman gerekmez. Dikişlerde kendiliğinden
eriyen cinsten olduğu için dikiş almaya da gerek yoktur. Bir haftaya kadar
dikişler kendiliğinden kopar ve düşer. Çocuk hemen ayağa kalkabilir. 2-3
saat sonra uyuşturucu iğnenin tesiri geçeceğinden ağrı kesici şurup veya
fitil verilebilir.
Koter Usulü: Burada kesmek için neşter yerine koter kullanılır. Koter,
elektirik akımının düşük derecelerinde ısıya bağlı olarak cildi kesen bir
alettir. Burada kanama olmaz, olsa bile koter ile bu damarlarda yakılır. He
ne kadar kolay ve kansız bir sünnet gibi gözüksede daha sonra ortaya
çıkan yan etkiler çok fazladır. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı yasaklamıştır.
En büyük yan etkisi yara iyileştikten sonra nedbe dokusu denilen sünnet
derisinin aşırı büyümesi ve bu bölgenin hissiz olmasıdır. Damarlar
yakılırken sinirlerde harap olacağı için çocuğun ileri yaşlarde erken
boşalma ve sertleşme problemleridir.
. Lazerle Sünnet: Koter yerine kesici olarak lazer kullanılmaktadır.
Günümüzde yan etkisi tam olarak bilinmediğinden kullanılması
tartışmalıdır.
SÜNNET HATALARI:
Sünneti ehli olmayanlar yapınca sünnet hatalarının ortaya çıkması
kaçınılmazdır. Acele ile yapılan hijene dikkat edilmeyen sünnetlerde yan
etkiler ve hatalar çoktur.
* Sünnet derisinin az kesilmesi: Çok sık görülür. Mahsuru yoktur.
gerekirse 2 ci bir işlem ile fazlalık kesilir.
* Penis başının kesilmesi: Dikkatsizlik sonrası oluşur. Tamiri çok güçtür.
Tam kesiklerde protezden başka çare yoktur.
* Penis başı altındaki derinin fazla kesilmesi ile buradaki dış idrar
yolununda beraber kesilmesi. Çocuk idrarını penis başı alt yüzünden
yapmaya başlar.
* Kanama : Sık görülür. Tedavide sünnet yarası açılır kanayan damarlar
tutulur.
* Penis kangreni: Sık olmamakla beraber penisin sıkı bağlanması sonucu
oluşur.
. * İdrar dış deliği penisin alt kısmında olduğu durumlarda (Hypospadias =
Yarım Sünnetli Doğma) sünnet yapmamalıdır. Çünkü bu çocuklara bir
ameliyat gerekmektedir. Bu amaliyat ile idrar dış deliği penisin uç kısmına
alınır. İşte ameliyat esnasında sünnet derisi kullanılacağı için bu çocuklar
sünnet edilmezler. Bunu bilmeyen sünnetçi yanlışlıkla sünnet ederse
çocuğun amaliyat başarı şansını kaybettirir.
* Temizliğe ve hijene dikkat edilmezse iltihaplanma meydana geliri.
Cerahat toplar bu da çocukta ateşin yükselmesine sebeb olur. Titreme,
bulantı ve kusmalar meydana gelir. Ayrıca hepatit B, hepatit C gibi
hastalıklar bulaşabilir.
* Penis Başı Aşırı duyarlığı: Sünnetten sonra 3 ay kadar sünnet başında
aşırı duyarlılık oluşabilirse de bu zaman içerisinde kaybolur.
* Sünnet sonrası sıkı bandaja bağlı olarak idrar yapamama durumu
olabilir.
Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı
TIP DİLİNDE :
HİPOSPADYAS ,
HALK DİLİNDE
PEYGAMBER
SÜNNETİ VEYA
YARIM SÜNNET.
. Hipospadyas nedir ?
Erkek çocuklarda cinsel organlarının ucunda olması gereken dış idrar
deliğinin, pipilerinin alt taraflarında biryere açılması şeklindeki
anormalliğin adı tıp dilinde
“ Hipospadyas “ ‘tır. Böyle çocuklar adeta yarım sünnet olmuş gibi
doğarlar, dikkatle bakıldığında idrarlarını bacaklarına doğru ve pipilerinin
altından yaptıkları farkedilir.
En uçta deliğe benzer bir görünüm olsa bile burası kördür ve idrar
buradan gelmez.
Oldukça sık rastlanan bir doğumsal anormalliktir ve Hipospadyaslı
babaların çocuklarında görülme riski fazladır. Böyle çocuklarda bazen ilk
dikkati çeken şey alta, torbalara doğru pipinin eğri olması olabilir. Bu
eğrilik özellikle çocuğun pipisinin sertleştiği zamanlarda belirginleşir.
Peygamber sünnetli yada yarım sünnetli çocuklar
Hipospadyaslı çocuklar için halk arasında bu deyimler kullanılır.
Böyle çocuklarda sünnet derisi çoğunlukla sadece pipinin sırt tarafında ve
adeta bir horoz ibiği gibi oluşmuştur. Pipinin alt yüzünde sünnet derisi
olmaz.
Alt yüzde olan ise, normalde en uçta olması gereken dış idrar deliğidir.
Bazen bu delik olması gerekenden çok daha dar olur. O zaman bu çocuklar
hem makara ipliği gibi ince işerler, hem de çişlerinin bitmesi uzun zaman
alır. Hipospadyaslı büyük çocuklarda canlarını çok sıkan bir durum da
çişlerini aşağı ve ayaklarına doğru yapmalarıdır.
Nasıl farkedilir ?
Dikkatli anne ve babalar veya götürülen çocuk hekimi sünnet derisinin
yarım oluşundan şüphelenirler. Bazen de idrarın uçtan fışkırmadığı
farkedilir.
Bu delik çoğu zaman pipinin alt yüzünde ve uca yakın olsa da bazı
hastalarda
pipinin de gerisinde, torbaların arasında veya makatın önünde bile olabilir.
Hatalı delik pipinin baş kısmına ne kadar uzaksa anormallik de o kadar ağır
demektir.
Bazı anne ve babalar ise en önce eğriliği farkederler.
Çocuk sahibi olabilirler mi ?
Yanlış tedaviler uygulanmazsa olabilirler. Özellikle eğriliğin tam
düzeltilmesi hem çocuk sahibi olma yönünden hem de cinsel münasebette
sorun olmaması yönünden çok önemlidir. Zamanımızda modern cerrahi
prensipler kullanılarak, uygun yöntemler de seçilerek bu hastalar tam
şifaya kavuşturulabilmektedir. Zamanından geç tedaviye başlanan ve ehil
eller müdahele etmediği için defalarca ameliyat edilmesine rağmen bir
türlü tam düzelmeyen çocuklarda bütün hayatlarını etkileyen ruhi
sorunlar da ortaya çıkabilmektedir.
İdeal tedavi yaşı nedir ?
İdeal ameliyat yaşı 6 aylık ile 1,5 yaş arasıdır. Bu yaştaki çocuklarda hem
ameliyat, hem ameliyat sonrası bakım büyüklere oranla çok daha kolaydır.
Ayrıca bu yaşlarda ameliyat edilerek şifaya
kavuşmuş olan hastalar ileride başlarından böyle bir olay geçtiğini de
hatırlamazlar. Bu da önemli bir avantajdır. Bu yaşları kaçırmış olan
çocuklarda ise daha fazla bekletmeden bir an önce ameliyat yapılmalıdır.
Üst yaş sınırı yoktur.
Hipospadyas ameliyatının hedefleri
Cerrahi tedavideki ana hedefler 4 tanedir:
Eğriliği tamamen düzeltilmiş, özellikle sertleşme olduğunda tam düz bir
penis,
Pipinin tam ucundan karşıya doğru fışkırtarak işeyebilme,
Dış görünüm olarak sünnetli bir çocuk görünümünü elde etme,
Böyle bir anormalliğin olduğunun farkına varmadan küçük yaşta tedavi.
Asla sünnet yapılmamalı !
Bu çocukların ameliyatlarında yarım sünnet derisi çok işe yarar.
Öncesinde bu çocuklar asla sünnet ettirilmemelidirler. Ameliyatın
bitiminde zaten sünnet de olmuş olurlar.
Ameliyatı çok mu zor ?
Ameliyat ehil müesseselerde hayati risk taşımasa da son derece hassas
ve ince bir iştir. Büyüteçli gözlüklerle, özel iplikler kullanılarak bu işte
uzmanlaşmış çocuk cerrahisi veya çocuk ürolojisi uzmanlarınca
yapılmalıdır En önemli ölçü, bu ameliyatı yapacak cerrahın sadece
çocukları ameliyat eden ve bu işte deneyimli bir hekim olmasıdır.
. Tecrübeli ellerde genellikle tek ameliyatla netice almak ve düzgün
görünümlü penisler elde etmek mümkündür. Çok nadir olarak ikinci
ameliyat gerekir. Ameliyat esnasında, eğrilik varsa düzeltildikten sonra
çoğunlukla sünnet derisi kullanılarak idrar borusu uca kadar uzatılır.
Çocuk böylece sünnet de olmuş olur.
Ameliyatın kendisi gibi, ameliyat sonrası bakım da birçok incelikle
doludur. Çocuklara uygun modern yöntemlerle ameliyat sonrası da
ameliyat kadar rahat ve başarılı geçebilir.
Ameliyat sonrası dönemin özellikleri
Hastaların bir bölümü ameliyat günü, bir bölümü de 1-2 gün sonra eve
yollanırlar.Operasyon sonrasında penis çevresinde özel bir pansuman olur.
Yeni oluşturulan idrar yolunun içine konan ve pipinin ucundan çıkan bir
plastik tüp idrar boşaltma işine yarar. Daha ağır hipospadyas
ameliyatlarından sonra, karın alt bölümünden direk idrar torbasına giren
ve yine idrar boşaltmaya yarayan ikinci bir tüp de konulabilir. Bunlar yeni
oluşturulan idrar kanalının güvenliği için gereklidir ve operasyondan 7 - 14
gün sonra çıkarılırlar.
Bu süre içinde tüplerin tıkanmaması önemlidir ve hastanın ağızdan bol sıvı
almasına dikkat edilir.Ameliyat sonrasında antibiotik, ağrı kesici ve idrar
torbasının kramplarını önleyici ilaçlar kullanılır. Aspirin kesinlikle
verilmemelidir. Sonda alındıktan sonra ilaçlar kesilir ve banyoya izin
verilir. Bu dönemde ve sonrasında yaklaşık 1 ay tehlikeli spor ve
hareketlerden kaçınılır. Ancak günlük hareketler kısıtlanmaz.Pipideki ince
dikşlerin hepsi kendilğinden eriyen cinstendir ve alınmalarına gerek olmaz.
İlk dönemlerde çatallı işemeler olabilir. Zamanla düzelir. Bazen belli
aralıklarla yeni yapılan deliğin genişletilmesi gerekebilir.Nadiren gerekli
olan ikinci ameliyatlar için en az 6 ay sürenin geçmesi
gereklidir.Hipospadyas ameliyatlarından sonra bakımı en kolay hasta
grubu bezli bebeklerdir. Bu yaştakiler ameliyat sonrasını en rahat
geçirenlerdir.
HİPOSPADYAS AMELİYATINI BAŞARILI BİR ŞEKİLDE GEÇİRMİŞ
OLAN ÇOCUKLAR TAMAMEN NORMALE DÖNERLER. İDRAR YAPMA VE
İLERİDEKİ CİNSEL FONKSİYONLAR BAKIMINDAN NORMAL
ERKEKLERDEN HİÇBİR FARKLARI KALMAZ.
..
Prof.Dr.Yunus Söylet
Çocuk Cerrahisi Uzmanı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi..
HİPOSPADİAS
.
.
HİPOSPADİAS
Hipospadias, idrar deliğinin
penis ucu yerine ön yüzünde
daha önceki bir noktada
bulunmasıyla karakterize
doğuştan olan yapısal
bozukluktur. Üçyüz canlı
erkek doğumdan birinde
görülür. İdrar deliği penis
ucundan uzaklaştıkça
bozukluğun ağırlık derecesi
artar, buna karşılık görülme
olasılığı azalır. En sık
görülen şekli penis ucuna
yakın tipte (glanüler) olanı,
en az görüleni ise perineal
tipte olanıdır.
.Hipospadias görülen hastaların çoğunluğunda "chordee" denilen mevcut
idrar deliği ile penis ucu arasında uzanan bant bulunur. Bu bant ereksiyon
sırasında penisin öne doğru kıvrılmasına neden olur. Bu oluşum ameliyat
sırasında çıkarılır. Tüm hastaların ayrıca mevcut olabilecek diğer organ
anomalileri yönünden sistemik olarak araştırılması ve intravenöz
pyelogram yapılması gerekir. Hipospadias ile birlikte inmemiş testis,
böbrek anormallikleri, fıtıklar ve diğer doğuştan anomaliler bulunabilir.
Hipospadiaslı hastada penis yapısında da farklılık mevcuttur. Uretra ve
korpus spongiosum oluşmamıştır. Chordee denilen bant glansı öne doğru
kıvırarak şeklinde bozulma yaratır. Daha çok spatül şeklinde ve daha yassı
görünümdedir. Sünnet derisi ön tarafta eksiktir.
Tedavi:
Ameliyat için penisin yeterli büyüklüğe ulaşması beklenir. Bu süre cerrah
tarafından belirlenir. Ancak cerrahın bu konuda tecrübeli olması önerilir.
Çünkü hatalı ameliyatların düzeltilmesi ilk ameliyattan çok daha zordur.
Öncelikle hipospadias bulunan çocukların sünnet ettirilmemesi tavsiye
edilir. Sünnet derisi ameliyat sırasında yeni idrar kanalının
oluşturulmasında ya da penis ön tarafının kapatılmasında kullanılacak
yedek deri kaynağını oluşturacaktır. Genellikle ameliyatın çocuk okula
başlamadan önce yapılması tercih edilir. Ameliyat için bir çok teknik
mevcut olup cerrahın tercihine bağlı olacaktır.
Üstteki resimlerde penil tipte hipospadias tedavisinde uyguladığımız
metod şematize edilmiştir. İdrar deliğinin etrafından aşağı doğru
uzanan deri adası diseke edildikten sonra delik içeride kalacak şekilde
deri sadece üstte açıklığı olan bir tüp haline getirilir. Glans üzerinde
sapı yukarıda olan dil şeklinde bir kısım kaldırılır. Üstteki deri parçası
ile alttaki tüp arasında glans penis kenarında bir köprü bırakılır. Yeni
oluşturulan tüp bu köprünün altından geçirilir. Bu tüp üst ucu, glans
penis üzerinde kaldırılan dil şeklindeki kısıma ağızlaştırılır.
.
Üstte distal penil tipte hipospadias, ameliyat planı ve tübün
oluşturulması ve ameliyat sonu görülmektedir.
Ameliyat sonunda onarılan idrar tübünün korunması ve doku içine
idrar sızmasını önlemek amacıyla içinde idrar sondası birkaç gün
süreyle bırakılır. Ameliyat sonrasında glans üzerinde bir miktar şişlik
ve ödem oluşabilir. Komplikasyon olarak en sık oluşan, değişen
oranlarda görülen fistüllerdir. Fistül, ameliyat bölgesinde idrar
tübünün herhangi bir noktasında oluşan deliktir. İdrar yapılırken
penisin hem ucundan hem de fistülden idrar çıkar. Bu durumda uygun
bir zaman, örneğin 6 ay geçtikten sonra fistülün kapatılması için
tekrar ameliyat gerekecektir. Bu süre ameliyat bölgesindeki
dokuların yumuşaması için gereklidir. Diğer bir komplikasyon ise idrar
tübünün en uç noktasında darlık (stenoz) oluşmasıdır. Bizim
uyguladığımız modifiye yöntemde glans ucunda hazırlanan dil
şeklindeki deri parçası bu darlığı yüksek oranda önlemektedir.
Ameliyat sonrası devrede istemdışı olabilecek ereksiyonlar sorun
yaratmakta, dikişlerin açılabilmesine neden olmaktadır. Erkesiyonun daha
az oluşabildiği 1.5-2 yaşlarında ameliyat uygulanması bu nedenle daha çok
tercih edilmektedir. Ameliyat edilen çocuğun yaşı daha büyükse diazepam
verilerek sedasyon sağlanmaya çalışılır.
Prof. Dr. Kutlu Sevin
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
http://kutlusevin.8m.com
ÇOCUK
HASTALIKLARI
Çocuklarda Solunum Yolu ve
Hastalıklarından Korunma
Solunum Sistemi Nedir ?
Solunum sistemi; burun, ağız, bademcikler, boğaz, ses telleri, geniz, soluk
borusu , akciğer içi hava yolları ve akciğer gibi organlardan oluşur.
Solunum Sisteminin Görevi Nedir ?
Solunum sisteminin en büyük görevi yaşamımız için gerekli olan oksijen
alışverişini sağlamaktır. Bir insan nefes almadan en fazla 3-4 dakika
yaşayabilir. Solunum sisteminin bir diğer rolü süzgeç görevi yapmaktır.
Havadaki tozlar solunum yollarındaki ince tüyler aracılığı ile tutulur.
Solunum Yolu Enfeksiyonları Nedir ?
Ağız, burun, boğaz ve bademciklerin iltihaplanmasına üst solunum yolu
enfeksiyonları denir. Hastalık yapan mikropların soluk borusu ve
akciğerlerle, akciğer içi hava yollarını iltihaplandırmasına alt solunum yolu
enfeksiyonları denir.
Solunum yolu enfeksiyonları Türkiye'de çocuk hastalıkları ve ölümlerinin
ana sebeplerindendir. Solunum yolu hastalıkları daha çok kış ve bahar
aylarında soğuğun vücut direncini düşürmesi ile, solunum yollarının
mikroplar tarafından iltihaplanmasıyla meydana gelir.
Solunum Yolu Enfeksiyonlarının Risk Faktörleri Nelerdir ?
Beslenme bozukluğu olan çocuklarda vücudun savunma sistemi bozulduğu
için basit bir soğuk algınlığı kolayca zatürreye dönüşmektedir.
Erken doğan veya düşük doğum ağırlıklı bebeklerde zatürre nedeniyle
olan ölümler daha fazla görülmektedir.
Sigara kullanan ailelerin çocuklarının kullanmayan ailelerin çocuklarına
göre 2 kat daha fazla solunum yolu enfeksiyonlarına yakalandıkları
görülmektedir. Hava kirliliğininde solunum yolu enfeksiyonları riskini
attırdığı tespit edilmiştir.
Zatürre olmayan öksürük ve Soğuk Algınlığı Belirtileri Nelerdir ?
Bu belirtiler öksürük veya solunum güçlüğüdür.
Zatürre Belirtileri Nelerdir ?
Öksürük ve solunum güçlüğü ile beraber göğüs çekintisi olmadan hızlı
solunum ( anne bir kez nefes alıp verirken çocuğun 2 veya daha fazla
nefes alıp vermesi ) vardır
Ev Koşullarında Neler Yapılmalıdır ?
Hastalığı sırasında çocuğun beslenmesi sürdürülmeli, hastalık sonrası
kaybettiği kilosunu alması için fazladan bir öğün daha yemek verilmelidir.
Bu ek öğün çocuk eski ağırlığına ulaşana kadar sürdürülmelidir. Hastalık
sırasında iştah kaybolur. Çocuğa sık sık ve az az yemek yedirilmelidir.
Ateşi varsa düşürülür, bu çocuğun yemek yemesinde yardımcı bir
faktördür.
Burun tıkalı ise eczaneden serum fizyolojik alınarak çocuk yatar
durumdayken her iki burun deliğine birer damlalık dolusu damlatılmalı,
sonra çocuk kaldırılarak yumuşak bir mendille temizlenmelidir. İçinde
tıbbi madde bulunan burun damlaları, zararlı olabileceği için
kullanılmamalıdır..
.
Serum fizyolojiğin olmadığı durumlarda yarım litre kaynatılmış
soğutulmuş suya bir çay kaşığı tuz konarak karıştırılıp çocuğun burnuna
damlatılabilir. Çocuğun uyuduğu odanın havası çok kuru ise burnu
tıkanabilir. Soba veya kaloriferin üzerine üstü açık geniş bir kap içinde su
konularak ve sürekli nem yapması sağlanmalıdır
Hastalıkta, özellikle ateş varken vücuttan sıvı kaybı çok artar. Bunu
önlemek için sadece anne sütü alan bebeklerde emzirme sıklaştırılmalıdır.
Çocuk sadece anne sütü almıyorsa ek olarak, temiz içme suyu, diğer
sıvılar, meyve suları , süt verilmelidir. Boğaz ağrısı ve öksürük evde
hazırlanan şekerli çay, ıhlamur gibi bazı içeceklerle azaltılıp düzeltilebilir.
Eğer çocukta solunum sırasında zorlanma, hızlı solunum ( anne bir kez
nefes alıp verirken çocuğun iki veya daha fazla nefes alıp vermesi),
sıvı gıdaları içememe,durumunda kötüleşme olursa hemen bir sağlık
kuruluşuna götürülmelidir.
FENİLKETONURİ
HASTALIĞI
Fenilketonüri Nedir ?
Fenilketonüri, aileden katılım yoluyla geçebilen bir hastalıktır. Bu
hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir
maddeyi metobolize edemezler. Buna bağlı olarak kanda ve diğer vücut
sıvılarında artmış olan bu madde ve onun atıkları çocuğun gelişmekte olan
beynini harap eder. Dolayısıyla çocuğun ileri derecede zeka özürlü
olmasına ve sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtinin ortaya
çıkmasına neden olur.
Belirtileri Nelerdir ?
Hayatın ilk birkaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri
sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler fark edilemez.
. Tedavi edilmeyen çocuklarda 4. ay civarında sinir sistemi belirtileri
oluşmaya başlar. 5. - 6. aylardan sonra çocuklukta belirgin zeka geriliğinin
yanında, akranlarından farklı olarak oturma, yürüme, konuşma gibi
beceriler gelişemez. Beyin gelişmeleri normal olmadığından başları küçük
kalır. Ayrıca kusma, aşırı el, kol, baş hareketleri, sara nöbetleri, ciltte
döküntüler, idrar ve terin küf gibi kokması hastalığın önemli
belirtilerindendir. Bu çocukların % 60'ında göz, kaş ve cilt rengi annebabaya göre daha açıktır.
Nasıl Tedavi Edilir ?
Erken tanı konduğunda fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıktır.
Tedavide genel ilke, gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan
fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için
fenilalanini çok azaltılmış özel ve ilaç niteliğindeki mamaların kullanılması
gerekmektedir. Beyin dokusunun en hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca
tedavi devam etmelidir.
. Ülkemizde Fenilketonüri Hangi Sıklıkta Görülür ?
Fenilketonüri Amerika'da ve bir birçok Avrupa Ülkesinde her 10.00030.000 yeni doğanda bir görülmesine karşın Ülkemizde 3.000-4.500 yeni
doğandan birinde görülmektedir. Türkiye Fenilketonüri hastalığının en sık
görüldüğü bir ülkedir. Her yıl 400-500 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır.
Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba
evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden
olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi, zeka geriliği gösteren
çocukların bu hastalık yönünden incelenmemesi hastalığın yayılışına neden
olmaktadır.
Fenilketonüri Hastalığı Yeni doğan Döneminde Tanımlanabilir
Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin beyni etkilenmeden erken olarak
tanımlanması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğana
uygulanabilecek pratik ve ekonomik bir test vardır. Doğumevleri, sağlık
ocakları ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde hayatın ilk
24 saatlerinden sonra topuktan 1 damla kan teşhis için yeterlidir.
ÇOCUKLARDA İSHALLİ
HASTALIKLARDAN
KORUNMA
İshal Nedir ?
Dışkının normalden daha sulu ve günde 3 defadan sık yapılması haline ishal
denir. Sık fakat normal kıvamda dışkılama ishal olarak kabul
edilmemektedir. Ayrıca, anne sütü ile beslenen bebekler normalden daha
sık dışkı yapabilirler. Bunları ishal vakası olarak nitelendirmemek gerekir.
Bazı ishaller aniden başlayıp birkaç gün devam edebilir. Bazıları ise iki
haftadan fazla sürebilir.İshal daha çok çocuklarda, özellikle de 6 ay-2
yaş arasındaki çocuklarda sık görülmektedir. İnek sütü yada mama ile
beslenen 6 aylıktan küçük çocuklar ishale daha sık yakalanırlar.
İshal Neden Önemlidir ?
İshalin iki önemli tehlikesi ölüm ve beslenme yetersizliğidir. Ölüm, ishal
ile vücuttan çok miktarda su ve tuz kaybı sonucu meydana gelir. İshal
kötü beslenen çocuklarda daha sık görülür ve daha ağır seyreder. Ayrıca
ishalin kendisi de beslenme bozukluğuna neden olur. Daha önceden olan
beslenme yetersizliğini daha da kötüleştirir. Çünkü ishalde su ve tuzun
kaybı yanında vücuttan besin maddeleri de kaybedilir. Eğer anneler yanlış
uygulama olarak ishalli çocuğu beslemezlerse çocukta beslenme bozukluğu
gelişebilir.
Basit bir hastalık gibi görülen ishalin öldürücü olmasının nedenlerinden
biri, ishali arttıracağı endişesi ile çocuğa su ve sulu besinler
verilmemesidir.
İshalden Nasıl Korunuruz ?
İshal önlenebilir bir hastalıktır ve korunmak için aşağıdaki kurallara
uyulmalıdır.
Çocukların beslenmesi;
Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmeli,
Anne sütü almayan bebeklere mama biberonla değil kaşıkla verilmeli,
Bütün yiyecekler hemen yedirilmeli, bayat-bekletilmiş yemek verilmemeli,
Sebze ve meyveler yenmeden önce temiz su ile iyice yıkanmalıdır.
Su;
İçme suyu temiz olmalı,
Sular klorlu değilse kaynatarak içilmelidir.
Genel Önlemler;
Tuvaletler temiz ve sağlıklı olmalı,
Eller tuvaletten sonra, yemekten önce mutlaka sabunla yıkanmalı,
Çöpler kapalı kaplarda toplanmalı,
Karasineklerle mücadele edilmelidir..
BEBEK VE ÇOCUKLAR İÇİN SAĞLIKLI
GIDA HAZIRLAMANIN TEMEL
İLKELERİ
İshal İle Vücuttan Su ve Tuz Kaybı Nasıl Oluşur ?
Vücut normalde gereksinimi olan su ve tuzları, yiyecek ve içecekler
yoluyla alır ve dışkı, idrar, terleme ve solunum yoluyla dışarı atar. Hasta
ne kadar çok sulu dışkı yaparsa o kadar fazla su ve tuz kaybeder. İshalle
birlikte görülen kusma da bunu arttırır. Vücuttan su ve tuz kaybı bebek
ve çocuklarda, hava sıcak ise, hastanın ateşi varsa daha hızlı oluşur.
İshalli Çocuk Nasıl Tedavi Edilir ?
Çocuğun su ve tuz kaybından korunması, evde ve ayakta tedavisi için
aşağıdaki 3 ana kurala uyulmalıdır.
1- Çocuğa normalde içtiğinden daha fazla su ve diğer içecekler
verilmelidir.Toplumumuzda ishali olan çocuklara yiyecek ve özellikle su
verilmemesi yanlış ve yaygın bir uygulamadır.
Eğer çocuk anne sütü ile besleniyorsa, anne sütü kesilmemelidir. Çocuğa
evde kolayca hazırlanabilecek az şekerli çay, şeftali ve elma suyu, ayran
verilmelidir.
2- Çocuğun beslenmesine devam edilmelidir. İshali olan çocuğa yemek
vermemek veya az vermek beslenme yetersizliğine neden olur, ya da
beslenme yetersizliği varsa daha da kötüleşir. Bu nedenle ishalde çocuğun
beslenmesine önem verilmelidir. Dört aylık ve daha büyük çocuklarda ishal
süresince pirinç lapası, yoğurt, haşlanmış patates, şeftali ve elma püresi,
sütü iyi pişmiş yağsız et gibi gıdalar verilmelidir. Ancak tek öğünde fazla
miktarda beslenme bağırsak hareketlerini arttırabilir. Günlük ihtiyacı 5-7
öğüne bölünerek verilebilir, hatta ishal durduktan sonra bir hafta süreyle
günde bir öğün fazla yemek verilmelidir.
3- Vücuttan su ve tuz kaybı belirtileri izlenmelidir. İshal tedavisi
süresince çocuk dikkatle izlenmelidir. Sulu kaka, susuzluk, cildi iki parmak
arasında sıkıp bırakınca eski haline dönmemesi, bıngıldakta çöküklük, göz
kürelerinde çökme, kilo kaybı, iştah kaybı, kusma, bulantı, bilinç kaybı,
havale gibi belirtilerden biri görülürse, ishal 24 saatten fazla sürerse,
dışkıda kan görülürse veya ateş yükselirse vakit kaybetmeden bir sağlık
kuruluşuna başvurmalıdır.
İshal Nedir ?
İshal kısaca sulu dışkı yapmak demektir. İshal genellikle aniden başlar ve
dışkı sayısında artma ( günde 3 kezden fazla ) ile kendini gösterir.
Çocukluk çağında en sık 0-5 yaş döneminde ishal görülür.
Çünkü Kusma ve ishal Akut Gastroenterit adı verilen aynı hastalığın
bulgularıdır. İshali olan çocukların hemen hepsinde kusmada olur ve bazen
Akut Gastroenterit’in tek bulgusu olabilir.
Çocukluk çağında ishal yaz aylarında daha sık görülür ve genellikle mide ve
barsakları etkileyen enfeksiyöz ajanlar (mikroplar) ile meydana gelir.
İshal vakalarının çoğundan virus adını verdiğimiz mikroplar sorumludur.
Viruslara bağlı ishal ani başlar, ishalle birlikte kramp şeklinde karın ağrısı,
iştahsızlık kusma ve hafif ateş görülür. Bu tür ishaller 3-6 gün içinde
kendiliğinden düzelirler ve ishal süresince çocuklar kendilerini kötü
hissederler.
Genel olarak şiddetli ishali olan, kanlı ishal yapan ve yüksek ateşi olan
çocukların ishalleri daha önemlidir. Bu gibi ishaller E. Coli, Salmonella,
Şigella gibi antibiotik tedavisi gerektiren ishallerdir ve bu durumda hasta
en kısa zamanda bir çocuk hekimi tarafından görülmesi gereklidir. 6 aydan
küçük çocuklarda görülen her türlü ishal önemlidir ve bu çocuk en kısa
sürede hekim tarafından görülmelidir.
İshalli çocuklar dışkı yoluyla su ve elektrolit kaybederler. Eğer ağızdan
verilen sıvılarla çocuğun kayıpları karşılanamazsa ‘kırık testi’ misali
çocuğun vucudundaki sıvı boşalır. Bu duruma dehidratasyon adı verilir.
İshaldeki en büyük tehlike sıvı kaybıdır. İshal olan çocuğun gözleri ve
bıngıldağı çöker, dudakları ve ağzı kurur, daha seyrek ve koyu idrar
yapmaya başlar, ağlarken gözyaşı akmaz ve uykuya eğilimi olmaya başlarsa
önemli derecede sıvı açığı var demektir. Bu durumdaki çocukların acilen
hekime götürülmesi gerekir. Bunların dışında dışkısında kan olan, sık
kusan, karın ağrısı ve yüksek ateşi olan çocukların da kısa sürede hekime
götürülmeleri gerekir.
.
Tedavi
İshal tedavisinde üç önemli ilke vardır: Birincisi , ishalle kaybedilen sıvı ve
elektrolitlerin mümkünse ağız yoluyla geri konması, ikincisi, beslenmenin
sürdürülmesi, üçüncüsü ise zamanında hekime götürülmesidir. Çocuklarda
görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu hafif – orta derecede ishal
vakalarıdır ve bu çocuklar evde tedavi edilebilir. Hafif ishal vakalarında
ishale rağmen çocuk iyi görünür, inatçı kusma ve ateş yoktur. Bu durumda
daha sık normal su verilmesi, anne sütü veya mamaya devam edilmesi ve
çocuğun susuzluk bulguları bakımından izlenmesi yeterlidir. Orta
derecedeki ishal vakalarında çocuklar huzursuzdur ve çok susarlar. Bu
durumdaki 6 aylıktan büyükse evde ishal paketleri kullanılarak tedavi
edilebilirler. Daha önce bahsedilen susuzluk belirtileri olan çocukların ise
doktora götürülmesi gerekir.
Çocukluk çağında görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu viruslara
bağlıdır ve 3-6 gün içinde kendiliğinden düzelir. Antibiyotikler virusları
öldürmediğinden ishal vakalarının çoğunda antibiotik kullanmaya ihtiyaç
yotur. İçinde kan ve mukus olan, yüksek ateş ve şiddetli karın ağrısı ile
giden ishal vakalarında antibiyotik gerekebilir. Doktora danışmadan
antibiyotik kullanılmamalıdır.
. Genel olarak ishalli çocuklara herhangi bir ishal kesici ilacın verilmesine
gerek yoktur. Bu ilaçların ishalin kesilmesine katkısı olmadığı gibi, bazen
ciddi zararlara yol açmaktadır. Benzer gerekçelerle kusma önleyici ilaçlar
da kullanılmamalıdır.
Evde Sıvı Tedavisi
Son 20 yılda ishal tedavisindeki en önemli ilerleme şeker ve tuz içeren
sıvılar ile evde ishal tedavisinin mümkün olmasıdır. Bunun için
eczanelerden ve sağlık ocaklarından “ishal için şeker – tuz paketi “
alınmalıdır. Bu paketlerden bir tanesi 1 litre temiz suya eklenmeli ve
karıştırılmalıdır. Bu şekilde ishalle kaybedilen sıvıları yerine koymak için
uygun bir sıvı elde edilmiş olur. Genel olarak sıvı kaybı olmayan ishalli
çocuklara her dışkı başına 10 ml /kg bu sıvıdan verilebilir. Hafif derecede
sıvı kaybı varsa 50 ml / kg sıvı 4 saatte verilir. Gözlerde çöküklük, ağız
kuruluğu olan orta derecede sıvı kaybı olan çocukların tedavi planının bir
sağlık merkezinde yapılması daha uygundur.
Evde ishal tedasi için sıvı hazırlanırken hazır paketlerin kullanılmasına
dikkat edilmelidir. Bu şekilde hazırlanan sıvıları çocukların bazısı
sevmeyebilir.
. Bununla birlikte sıvı kaybı olan çocukların tatsız olmasına rağmen ishal
sıvılarını içtiği gözlenmiştir. Sık kusan çocuklara her 1-2 dakikada 1 çay
kaşığı (5 ml. ) olacak şekilde sıvı verilebilir. Genellikle sıvı ve elektrolit
ihtiyacı karşılanan çocukların kusması bir süre sonra düzelir.
Diyet
Daha önce belirtildiği gibi ishal tedavisinde en önemli ilke beslenmenin
sürdürülmesidir. İdeali çocuk ishal olmadan önceki beslenme düzeninin
sürdürülmesidir. Bu nedenle anne sütü alanlar anne sütüne, inek sütü veya
mama alanların bu besinler verilmeye devam edilmelidir. Bununla birlikte
ishal sırasında verilebilecek en uygun besinler pirinç, patetes, ekmek,
yağsız et, yoğurt, sebze ve meyveardır. Yağlı besinler, çay, meyve suyu,
kola gibi çok şeker içeren içeceklerden sakınılmalıdır. Eski inanışın tersine
ishal sırasında çocukları aç bırakmak yanlış ve zararlı bir uygulama olduğu
unutulmamalıdır...
Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun
Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı - Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı
DİYABETLİ
ÇOCUKLARDA
İNSÜLİN
TEDAVİSİ
DİYABETLİ ÇOCUKLARDA
İNSÜLİN TEDAVİSİ
Günümüzde insülin pompaları avuç içi büyüklüğünde ve cep telefonu gibi
bele takılabilmektedir.
İnsülin pompası nedir?
Insülin pompa tedavisinin esası taşınabilir bir elektro mekanik pompa
aracılığıyla deri altına sürekli insülin vermeye dayanmaktadır. Günümüzde
insülin pompalan avuç içi büyüklüğündedir ve cep telefonu gibi bele
takılabilmektedir. Pompaya bir kartuş içinde kısa veya hızlı etkili insülin
analogları konmaktadır. Pompaya bağlanan bir kateter karın derisine
yerleştirilmekte, bu katater 3 günde bir değiştirilmektedir.
Şu andaki insülin tedavileri yeterli değil mi?
İnsan pankreası iki şekilde insülin salgılamaktadır: sürekli insülin salgısı ki
buna bazal insülin salgısı denmektedir ve yemek sonrası pik yapan insülin
salgısı. Kan şekeri, bu iki şekilde salgılanan insülin ile dengelenmektedir.
Pompa kullanmayan hastalar, günde 3 kez kısa veya hızlı etkili insülin
yaparak yemek sonrası kan şekeri yüksekliklerini önlemekte; gece NPH
veya Glargine insülin yaparak gün boyu sürecek insülin etkisi (bazal
insülin) elde etmeye çalışmaktadırlar. Bununla birlikte özellikle NPH
kullananlarda bu insülinin pik etkisi nedeniyle 6-8 saat sonra kan şekeri
düşüklükleri yaşanmakta, ayrıca sabaha karşı insülin etkisi azalmaktadır.
Bütün bunların yanın da deri altına depo şeklinde (ömeğin20 ünite) Verilen
insülin her zaman aynı şekilde kana karışmamakta, bu da kan şekeri
dalgalanmalarına neden olmaktadır.
İnsülin pompasının avantajları nelerdir?
İnsülin pompasının en önemli avantajı pankreasa daha benzer bir şekilde
insülin vermeyi mümkün kılmasıdır. Pompa. tedavisine başlanırken günlük
İilsülin dozu % 30 azaltılmakta ve toplam dozun yarısı 24 saate bölünerek
sürekli bazal insülin verilmektedir. Ayrıca sabaha karşı kan şekeri yüksek
olanlarda gece 03.00'dan sonraki bazal hız artırılabilmektedir. Bir başka
deyişle gün içindeki ihtiyaçlara göre bazal hız ayarlanmaktadır. Bu
şekildeki sürekli infüzyon ile deri altına az miktarda insülin verildiğinden
emilim daha iyi ve sabit bir hızla olmaktadır. Yine pompaya kumanda
ederek istenen miktarda insülin, yemek öncesi bolus olarak
verilebilmektedir.
Pompa ile normal bolus, geciktirilmiş bolus, bölünmüş bolus, çift dalga
bolus gibi seçenekler kullanılarak farklı hızlarda bolus insülin
verilmektedir.
Pompa suni pankreas mıdır? Yararları nelerdir?
Öncelikle pompa suni pankreas (kan şekerini ölçen ve buna göre insülin
veren) bir alet değildir. Pompa yalızca daha fizyolojik biçimde insülin
vermeye yaramaktadır. Pompa kullanan çocukların günde 4-6 kez kan
şekeri ölçmeye devam etmeleri gereklidir. Pompa kullanan hastaların
HbAlc'lerinde hafif bir düzelme olduğu(ortalama %0.5), ama esas
önemlisi kan şekeri düşüklüğü sıklığında % 50-80 azalma olduğu
bildirilmektedir. Ayrıca sabah kan şekeri yüksekliği olan çocuklarda bu
sorunun çözümüne katkıda bulunmaktadır.
Bütün Tip 1 diyabetli çocuklar pompa kullanmalı mı?
Şu anda kullandıkları insülin tedavi rejimleri ile kan şekeri dengeleri iyi ve
HbAlc < % 7 hastaların pompa kullanmasına gerek yoktur. Pompanın aile ve
çocuklardan daha fazla katkı ve çaba istediği unutulmamalıdır. Genel
olarak sık şiddetli kan şekeri düşüklüğü yaşayan veya hipoglisemiyi
hissetmeyen, şu andaki yöntemlerle kan şekeri dengeleri kötü seyreden,
Değişik insülin pompalan ve insülin pompası taşıyan bir çocuk sabah kan
şekeri yüksekliği ile baş edilemeyen ve oynak diyabeti olan çocuklarda
pompa tedavisi önerilmektedir
Pompa için yaş sınırı var mı? Tedaviye başlamak için hangi
aşamalardan geçilir?
Son yıllarda küçük çocuklarda da pompanın etkili olduğu belirtilse de
genel olarak 10 yaşından büyük çocuklara pompa tedavisi önerilmektedir.
Pompa tedavisi başlamadan önce 3-6 ay çoklu doz insülin tedavisi
uygulaması ve günde 4 kez kan şekeri bakması, insülin dozlarını
ayarlayabilme ve besinlerdeki karbonhidrat miktarını sayabilme yeteneği
kazanması gereklidir. Hasta ve ailelerinin en az 3 günlük pompa kursundan
geçmesi ve tedavinin hastane koşullarında başlanması önerilmektedir.
Pompa kullanan merkezlerin hastalarına 24 saat hizmet sunabilmesi
gereklidir.
Pompa hiç çıkarılamaz mı?
Pompa tedavisi esnek bir yaşam tarzı sağlamakla birlikte pompanın 24
saat vücudunuza takılı kalması gereklidir. Pompa ancak 30 dakika vücuttan
ayrılabilir. Bu durum bazı çocuklara itici gelebilmektedir.
Pompa takınca bütün sorunlarımız bitecek mi?
Daha önce de söylediğimiz gibi pompa mucize yaratacak bir tedavi
yöntemi olmadığı gibi hasta ve ailelerden daha fazla çaba istemektedir.
Bu nedenle pompa ancak ihtiyacı olan seçilmiş hastalarda kullanılmalıdır.
Pompanı ancak motive çocuklara takılması gerektiği unutulmamalıdır.
Pompa tedavisi masraflı mı? Ülkemizde pompa kullanılıyor mu?
Günümüzde insülin pompaları 3000- 5000 ABD Dolarına satılmaktadır,
ayrıca yılda 1500 dolar kadar sarf malzemesi (kateter vs) gerekmektedir.
Bu nedenle normal insülin tedavilerine göre daha pahalıdır. Ülkemizde
pompa tedavisi uygulayan merkezler vardır, yakında Sağlık Bakanlığı'ndan
onaylayarak yeni bir pompa piyasaya sürülecektir. Ülkemizde ancak özel
rapor alındığında sosyal güvenlik kuruluşları tedavi masraflarına katkıda
bulunmaktadır
.
Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve
Diyabet Bilim Dalı Başkanı .
Diyabetli
Çocuklar ve
Hakları
Bütün çocuklar gibi diyabetli çocuklar da büyüyen ve büyüdükçe
ihtiyaçları değişen varlıklardır. Onlar da yaşıtları gibi oynamak, eğlenmek,
derslerinde başarılı olmak, spor yapmak, üniversiteye gitmek, sağlıklı
erişkinler olmak, iş bulmak, evlenmek ve çocuk sahibi olma hakkına
sahiptir. Yine bütün çocuklar gibi onlar da kendi ihtiyaçlarını kendileri
gideremez; her bakımdan ailerine ve yaşadıkları topluma bağımlıdırlar.
Bu benzerliklere rağmen diyabetli çocukların diğer çocuklara göre çok
farklı tıbbi, psikolojik, sosyal ve duygusal ihtiyaçları bulunmaktadır:
1. İnsülin diyabetli çocuğun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli bir ilaçtır.
Bu nedenle her koşulda bütün diyabetli çocuklara sürekli ve yeterli insülin
sağlanmalıdır.
2. İnsülin tedavisinin doğru planlanabilmesi ve daha önce değinilen yoğun
diyabet tedavisinin uygulanabilmesi için evde kan şekeri bakılması
gereklidir. Bu nedenle bütün diyabetli çocuklara glükometre ve kan şekeri
ölçüm çubuklarının yeterli miktarda sağlanması gereklidir.
3. Diyabetli çocukların bakımı ve izlemi onların değişen ihtiyaçlarına
duyarlı, yeni tıbbi bilgi ve teknolojiye sahip merkezlerde yapılmalıdır. Bu
merkezlerde hekim, diyabet hemşiresi, diyetisyen ve psikologdan oluşan
bir diyabet bakım ekibi ile hizmet verilmelidir. diyabetli çocuklara sürekli
kendi hekimleri ile ilişki kurma imkanı sağlanmalıdır. Yine bu merkezlerde
diyabet komplikasyonlarının erken saptanması ve tedavisini sağlamak
üzere göz hekimleri , nefrologlar ve nörologlar ile sıkı bir işbirliği
olmalıdır.
4. Yoğun diyabet tedavisinin en önemli unsuru olan diyabet eğitimi hem
hastalar hem de aileler için sürekli olmalıdır. diyabetli çocuklar her türlü
eğitim materyaline kolayca ulaşabilmelidir. diyabetli çocuklara kendi
tedavilerini kendilerinin ayarlayabilme becerisi kazandırılmalıdır.
5. Bütün Dünya'da diyabet eğitiminin vazgeçilmez parçası olan diyabet
kamplarına isteyen bütün çocukların katılmaları sağlanmalıdır.
6. diyabetli çocukların okul yaşamlarında karşılaşabilecekleri güçlükler ve
kan şekeri düşmesi gibi sorunlar nedeniyle öğretmenler ve okul
yöneticileri diyabet konusunda eğitilmelidir.
7. diyabetli çocuklara yönelik sosyal ayırımcılığın önlenebilmesi açısından
toplum eğitimine önem verilmelidir.
8. diyabetli çocukların okul hayatlarını sürdürebilmeleri, sosyal ve
kültürel faaliyetlere katılabilmeleri ve iş bulabilmeleri için toplumsal
yardım yapılmalıdır.
9. diyabetli çocuk aileleri sosyal, ekonomik ve emosyonel yönden
desteklenmelidir.
Yakın zamanda TBMM'ce onaylanarak yürürlüğe giren "Çocuk Haklarına
Dair Sözleşme"nin 24'üncü maddesinin ilk fıkrası şöyledir: "Taraf
devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım
ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını
tanırlar.
Taraf devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler". Bu maddeye
göre bütün diyabetli çocuklara daha önce değinilen yoğun diyabet tedavisi
imkanlarının sağlanması gereklidir. Benzer şekilde Dünya Sağlık
Örgütü(WHO) ve Uluslararası Çocuk ve Adolesan diyabeti Birliği
(ISPAD), yukarıda belirtilen hakların bütün diyabetli çocuklara
sağlanması üzerinde önemle durmaktadır.
Çocuklar kendi hakları için mücadele etme imkanlarından yoksundur. Bu
nedenle yukarıda belirtilen hakların diyabetli çocuklara sağlanması
devletin ve toplumun sorumluluğudur. Bunun için tıbbi, sosyal, yönetimsel
ve endüstriyel her türlü çaba gösterilmelidir.
A. Tip 1 diyabetli çocukların tedavi ihtiyaçlarının karşılanması için
yapılan Çalışmalar
TİP 1 DIYABET tedavisinde kullanılan ilaç ve tıbbi malzemeler şunlardır:
* İnsülin
* Glukagon
* İnsülin enjektörü veya insülin kalemi
* Kan şekeri ölçme aleti
* Parmak delme aleti ve uçları
* Kan şekeri stripti
* İdrar şekeri ve/veya ketonu stripti
Yakın zamana kadar ülkemizdeki sosyal güvenlik kuruluşları (Emekli
Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur) diyabetliler için ücretsiz
olarak yalnızca insülin ve glukagonu sağlıyordu. Ülkemizde diyabet
çalışmalarının "Ulusal diyabet Programı" çerçevesinde 1995'den itibaren
yoğunlaşmasıyla birlikte kan şekeri kontrolü bakımından önemli başlıca iki
konu kamuoyunun gündemine getirildi. Bunlardan ilki ihtiyacı olan bütün
hastalara ücretsiz insülin sağlanması, ikincisi ise diyabet eğitimi ile
birlikte kendi kendine bakımın ön şartı olan evde kan şekeri ölçümünün
yagınlaştırılması. Başta diyabetli çocuklar olmak üzere insülin kullanan
bütün diyabetlilerin sorunları 1995'den sonraki diyabet aktivitelerinde ve
Ulusal diyabet Programı Danışma Kurulu toplantılarında tartışıldı. Dünya
Sağlık Örgütü St Vincent Bildirgesi ve Uluslararası Çocuk ve Adolesan
diyabetikler Birliği (ISPAD)'ın KOS Bildirgesi hedefleri doğrultusunda
hazırlanan öneriler Sağlık Bakanlığı aracılığıyla yetkililere iletildi. Resmi
düzeydeki girişimlerin yanısıra diyabet örgütleri konuyu popülerize etmek
için çeşitli aktiviteler düzenledi. Bu amaçla;
*
Türkiye diyabet Tedavi ve Eğitim Vakfı tarafından 14 Kasım
1996'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de katılımı ile toplantı
yapıldı ve diyabetlilerin hakları bir panelde tartışıldı.
*
Gazeteci İsmet Solak Hürriyet Gazetesindeki köşesinde sürekli
diyabetlilerin sorunaarını işledi ve özellikle maliye bakanlığı düzeyinde
etkili girişimlerde bulundu
*
Yine Türkiye diyabet Tedavi ve Eğitim Vakfı tarafından
diyabetlilerin sorunlarına dikkat çekmek amacıyla 16 Kasım 1996'da
Boğaz Köprüsünde yürüyüş düzenlendi.
*
Diyabet Araştırma ve Uygulama Derneği İzmit Şubesi 6 Aralık
1996'da 30 kadar diayabetli çocuk ve ailesi birlikte Cumhurbaşkanı
Sülyman Demirel ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'i
ziyaret ederek diyabetli çocukların taleplerinin içeren bir dosya sundu,
*
14 Mayıs 1997'de ve 25 Ekim 1997'de diyabet örgütleri
tarafından " diyabetliler haklarını istiyor" isimli toplantılar yapıldı.
*
Diyabet Araştırma ve Uygulama Derneği İzmit Şubesi tarafında
kan şekeri ölçüm striplerinin ödenmesi konusunda SSK aleyhine iki çocuğu
da diyabetli olan Hüsamettin Çetin adına dava açıldı ve bu dava
13.10.1997'de kazanıldı; SSK'nın itirazına rağmen yargıtay tarfından
onaylandı ( Bu davanın belgeleri ekler kısmaında bulunmaktadır)
.
*
Çocuk ve Adolesan diyabetikler Derneği, Türk diyabet Cemiyeti,
diyabetli Gençler Derneği gibi örgütler de düzenledikleri çeşitli
toplantılarda konunun gündemde kalmasını sağladılar.
B.Tip 1 diyabet tedavsinde kullanılan ilaç ve malzemelerin sağlanması
konusunda Sosayl Güvenlik Kuruluşlarının yükümlülükleri
1. İnsülin ve glukagon,
Ülkemizdeki bütün sosyal güvenlik kuruluşlarınca insülin ve ağır kan şekeri
düşüklüğü tedavisinde kullanılan glukagon "hayati ilaç" olarak kabul
edilmekte, dolayısıyla %20 katkı payı alınmaksızın hastalara
verilmektedir. Hastaların bu hakkı kazanmaları için durumlarını bildirir
sağlık kurulu raporu almaları gerekmektedir.
Ülkemizde sosyal güvencesi olmayan diyabetli çocukların insülin ve
glukagon ihtiyaçları çoğunlukla valilik veya kaykmakamlık bünyesinde
çalışan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonlarınca karşılanmaktadır. Bu
fonlardan yararlanmak için de sağlık kurulu raporu alınması
gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1995
yılında Valiliklere gönderdiği bir genelge ile sosyal güvencesi olmayan
diyabetli çocukların tedavi ihtiyaçlarının Sosyal Yardımlaşma Fonlarınca
karşılanmasını istemiştir.
Bu genelgeye ragmen illerdeki uygulamalar yöneticilerin duyarlılıklarına
göre değişkenlik göstermektedir. Hem diyabetli,çocukların hem de
benzer sorunu olan diğer hastların sorununu çözmenin en iyi yolu yeşil
kart yasasında değişiklik yapılarak bu tür hastaların ayatktan tedavi
giderlerinin de yeşil kart kapsamına alınmasıdır. Yakın zamanda Sağlık
Bakanlığı bu doğrultuda teklif hazırlamış fakat yasa haline gelmesi
mümkün olmamamıştır.
2. Kan şekeri ölçüm aleti, kan şekeri ölçüm çubuğu, idrar şeker
ve/veya keton çubuğu
Mayıs 1999 itibari ile ülkemizdeki sosyal güvenlik kuruluşları kan şekeri
ölçüm aleti vermemektedir. Bununla birlikte son 3- 4 yıldaki çabalar
sonucunda diyabetl çocuklar düzenli izlem için gerekli olan daha sık kan
şekeri ölçme imkanına kavuşmuşlardır. Bu konudaki ilk adımı 26.11.1997
tarihli genelge ile SSK Genel Müdürlüğü atmış ve "TİP 1 DIYABETli
çocuklar ile dikkatle seçilmiş erişikin hastalara" iki ayda 50'lik bir kutu
kan şekeri ölçüm çubuğu ile yılda bir 50'lik idrar şeker+keton çubuğu
verilmesini kararlaştırmıştır. Daha sonra yapılan girişimler sonucu SSK
Genel Müdürlüğü 24.3.1999 tarihli genelgesi ile "heyet raporu ile gerekli
görüldüğü takdirde" TİP 1 DIYABETli çocuklara verilecek kan şekeri
ölçüm çubuğu sayısını en fazla ayda 100 adet olmak üzere yenden
düzenlemiştir.
Bu yeni genelgede "dikkatli seçilmiş erişkin hastalara ortalama iki ayda
50'lik bir kutu strip" verilmesi öngörülmektedir. SSK'nın sağladığı bu
imkandan yararlanmak için diyabetli çocukların hangi kurumda izlenirse
izlensinler bağlı bulundakları bölgedeki SSK Eğitim Hastanesi ( İzmirde
Tepecik SSK Hastanesi, Ankara'da Dışkapı SSK Hastanesi, İstanbul'da
Göztepe SSK Hastanesi gibi..) Çocuk Endokrin ünitelerine başvurmaları ve
onların düzenlediği sağlık kurulu raporunu ve diyabet karnesini almaları
gerekmektedir. Bu belgeler alındıktan sonra yerel SSK sağlık kurumları
kan şekeri ölçüm çubuklarını karşılamaktadır. SSK'nın konuyla ilgili
genelgeleri ekler kısmında yer almaktadır.
Memurların bakmakla yükümlü olduğu TİP 1 DIYABETli çocuklarına kan
şekeri ölçüm çubuğu sağlanması 11.3 1998 tarihli Resmi gazetede Maliye
Bakanlığı'nca yayınlanan genelge ile sağlandı. Bu genelgeye göre kan şekeri
ölçüm aletlerini kendileri temin etmeleri koşuluyla 18 yaşın altındaki
diyabetli çocuklara ayda 30 adet kan şekeri ölçüm çubuğu verilmesi
gerekmektedir. Memurların bu haktan yararlanabilmeleri için Tıp
fakültelerinin pediatrik endokrinoloji ve metabolizma veya diyabet bilim
dallarından veya ilgili uzmanları bulunan Sağlık Bakanlığı eğitim
hastanelerinden sağlık kurulu raporu almaları gerekmektedir.
. Bu raporda "kendi kendine veya yakınlarınca kontrol yeteneği
kazanmıştır" ibaresinin yeralması ve sağlık karnelerine her ay alınan ölçüm
çubuklarının kaydettirilmesi istenmektedir. Son olarak Bağ-Kur Genel
Müdürlüğü de 1.12.1998 tarih ve 301770 sayılı bir genelge ile "onsekiz
yaşından küçük TİP 1 DIYABETli çocuklara kan şekeri ölçüm cihazlarını
kendileri temin etmesi koşuluyla" ayda 30 adet kan şekeri ölçüm çubuğu
verilmesini sağlamaıştır. Bağ-Kur kapsamındaki sigortalıların da bu haktan
yaralanabilmeleri için devlet menmurlarına benzer rapor alması
gerekmeketdir. Herhangi bir sosyal güvencesi olmayan ve muhtaç
durumdaki diyabetli çocukların kan veya idrar şekeri ölçüm çubukları
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu yoluyla sağlanabilmekte, bu
konudaki uygulamalar ise illere göre değişmektedir.
3. İnsülin enjektörü /insülin kalemi ve uçları
Genel olarak insülin enjektörleri "enjeksiyon yoluyla yapılan ilaçlarla
birlikte enjektör verilmesi" yönündeki uygulama nedeniyle sosyal güvenlik
kuruluşalrınca karşılanmakatadır. Aynı şekilde kalem enjkektör kullanan
hastaların kalem enjektör uçları da sağlanmaktadır. Bununala birlikte
Bağ-Kur dışındaki sosyal güvenlik kurumları insülin kalemi bedelini
ödememektedir. Sosyal güvencesi olmayan hastalar ise ya kendileri ya da
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonları yoluyla ihtiyaçlarını
karşılamaktadırlar
İNMEMİŞ TESTİS
( Erkek yumurtası )
Prof.Dr.Yunus Söylet
Çocuk Cerrahisi Uzmanı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı
Öğretim Üyesi
.Gerçek inmemiş testis nedir ?
Erkek bebekler doğmadan önce her iki testis bebeğin karın
boşluğundadır. Bebek anne karnında gelişimine devam ederken testisler
de torbaya inmeye başlarlar. Karın içi boşluğundan sonra kasık bölgesini
geçerek doğuma yakın torbaya yerleşirler. Nadiren bu torbaya iniş
doğumdan sonraki ilk 6 ay içinde de devam eder.
Yenidoğan bir erkek çocuk doğduğunda testisler şayet torbada değilse,
bu duruma gerçek inmemiş testis adı verilir. Çoğu zaman tek tarafta,
bazen de çift tarafta birden olur.Gerçek inmemiş testiste önemli özellik,
bir ya da iki testisin hiçbir zaman torbada olmamasıdır.
Utangaç testis nedir ?
Halbuki utangaç testis durumunda testisler zaman zaman torbada
görülürler. Ancak özellikle soğuğun etkisiyle veya çocuğun alt taraflarının
ellenmesi gibi durumlarda yukarıya, kasıklara doğru kaçarak ortadan
kaybolurlar. Tıp dilinde “ retraktil testis “ denilen utangaç testisler sıcak
ortamlarda, örneğin çocuğun ateşinin çıktığı durumlarda veya banyo
küvetinde sıcak suyun içinde otururlarken veya çocuk uyurken
bakıldıklarında çoğunlukla torbada görülürler.
Utangaç testis bir hastalık sayılmaz, çocuğun ilerideki hayatında bir
soruna yol açmaz.Herhangi bir tedavi ( ilaç veya ameliyat ) gerektirmez.
Ancak 6 aylık aralarlaçocuk cerrahisi vey çocuk ürolojisi uzmanı
tarafından kontrolü gerekir. Gerçek inmemiş testisten tamamen farklı
masum bir olaydır.
Gerçek inmemiş testis sık mı görülür, kendiliğinden düzelir mi ?
İstatistiklere göre inmemiş testis erken doğan bebeklerde normal
zamanında görülen bebeklere oranla 3 kat daha sık görülür. 6 ayın sonuna
kadar inmemiş testislerin bir kısmı daha iner. Ancak bundan sonra artık
inmez. Erkek çocukların cinsel organlarına ait en sık rastlanan
anormalliktir. Her 100 sağlıklı erkek bebekten birisinde kalıcı bir hastalık
olarak bulunur. İlk 6 ay geçtikten sonra mutlaka bir an önce tedavi
edilmelidir.
İnmemiş testis nerelerde takılır ?
Testis, anne karnındaki yolculuk hattı boyunca herhangi bir yerde
takılabilir ve inmez.
1.Kasık kanalında takılmış ve torbaya inmemiş olabilir.
2. Karın içinde kalmış olabilir.
Testis tamamen yok olabilir mi ?
Evet, olabilir. Karın içinden torbaya olan yolculuğu esnasında bazen testis
kendi etrafında dönerek bir tur atar ve besleyici damarları burularak
tıkanır. Böylelikle testis çürür ve yokolur. Doğum sonrası ciddi hastalık
tablosu ortaya çıkaran ve kendisini belli eden bu durum, doğum öncesi
dönemde olduğunda hiçbir belirti vermez ve bebek, testisi olmadan doğar.
Muayene ile herşey anlaşılır mı ?
Hastaların % 80 ‘ inde anlaşılır. Çünkü bu orandaki hastada testis,
tecrübeli bir elin yaptığı dikkatli muayene sonrasında kasık kanalının bir
yerinde ele gelir. Ancak hastaların beşte birinde testis ele gelmez. Böyle
olduğunda iki ihtimal sözkonusudur. Ya testis karın içindedir.
Ya da yoktur. Gerek ultrason gerekse diğer bir çok pahalı ve zor tanı
yöntemi burada bize yardımcı olmaz. En kesin tanı yöntemi “ laparoskopi “
‘ dir. Yani bıçaksız ameliyat olarak da bilinen yöntem. Bu amaçla karın
duvarında açılan delikten ince bir ışıklı mercek sokarak tüm karın içi
görülür. Böylelikle testisin olup olmadığı kesin olarak saptanır ve karın
içinde duruyorsa aynı yönteme devam edilerek torbaya indirilir. Böyle
durumlarda bazen iki seanslı ameliyatlar tercih edilir. Şayet testis yoksa
o zamanda kalıntısı bulunarak ileride ortaya çıkabilecek kanser tehlikesi
nedeniyle çıkarılmalıdır.
İnmemiş testis neden tedavi edilmelidir ?
İleride çocuk sahibi olmayı önler: Çok bilinen bir kısırlık sebebidir.
Testisler ne kadar erken torbaya indirilirse bu risk o kadar azalır.
Kanser gelişebilir: İnmemiş testisli hastaların testislerinde ileride kanser
gelişme riski normal erkeklere oranla 15 katı kadar daha fazladır.
Beraberinde kasık fıtığı da olabilir: Her zaman belirti vermese de
inmemiş testisli
hastaların % 65 kadarında ameliyatta fıtık da tesbit edilir ve cerrahi
tedavisi yapılır.
Psikolojik ve estetik problem oluşturur.
Dış etkenlere daha açıktır.
Tedavi yaşı kaçtır ?
En ideali 6 aylık ile 1 yaş arasıdır.Ancak en geç 2 yaş bitimine kadar
tedavi tamamlanmalıdır. Hangi nedenle olursa olsun inmemiş testis
tedavisi 2 yaşın sonrasına bırakılmamalıdır. Şayet bilmeden 2 yaşın
ötesine sarktıysa bir an önce tedavi yapılmalıdır.
İnmemiş testisin olduğu tarafta fıtık da varsa o zaman hiç beklenmeden
gerekirse 1 aylık bebekte de cerrahi tedavi uygulanmalıdır.
Tedavi yöntemleri nelerdir ?
Yaygın ve kesin tedavi yöntemi ameliyattır. Ehil ellerde ve çocuk cerrahisi
uzmanlarınca yapılan ameliyatlardan sonra başarı oranı çok yüksektir.
Nadiren de olsa ilaç yani hormon tedavisi uygulamak gerekir. İyi seçilmiş
hastalarda kullanıldığında hem yan etkisi olmaz hem de zaman zaman
ameliyatsız başarı sağlanır. Ancak hormon tedavisi ancak tecrübeli
uzmanlarca kullanılması gereken ve başarı şansı düşük, yan etki ihtimali
büyük bir tedavi şeklidir.
Ameliyat risk taşır mı ve nasıl yapılır ?
Ehil ellerde ve çocuk cerrahisi yöntemlerine göre yapılan ameliyatlarda
herhangi bir risk yoktur. Ancak sadece çocuk ameliyat etmeyip esas işi
yetişkinleri ameliyat etmek olan uzmanlarca yapılan ameliyatlarda
çocukların nazik ve körpe dokularına yeterince müşfik davranılmadığı ve
çocuk cerrahisi yöntemlerine aykırı işler yapılabildiği için başarı şansı
düşer. .
. Ameliyatta testis ortaya çıkarıldıktan sonra birçok inmemiş testis
hastasında olan kasık fıtığı problemi de halledilerek testisi besleyen
damarlar etraf dokulara olan yapışıklıklardan ayrılır ve uzatılır. Testis
torbanın içine dikişlerle tutturulur. Tecrübeli bir elde ortalama ameliyat
süresi yarım saattir.
Hastanede yatılır mı ? Ameliyat sonrası zor mudur ?
İnmemiş testis ameliyatı olan çocuklar aynı gün hastaneden taburcu edilir
ve ameliyat sonrası ilk bir kaç saatten sonrasını evde geçirirler. Böylesi
hem tıbbi açıdan hem de psikolojik açıdan çocuk ve ailesi için çok daha
avantajlıdır.
Ağrı kesici-ateş düşürücü özelliği olan ilaçlarla ameliyat sonrası
rahatsızlıklar rahatça
kontrol altına alınır.
Çocuklar ne kadar küçükse ameliyat sonrası dönemleri o kadar rahat
geçer. Daha küçük
çocuklar daima daha çabuk iyileşirler.
İki gün içinde tüm çocuklar ayağa kalkar ve oyuna başlarlar.
3-4 gün sonra bir kez pansuman ve yara kontrolü için ameliyat eden çocuk
cerrahisi
uzmanına gidilir. Birkaç ay sonra geç kontrol yapılır.
Ameliyattan 4 gün kadar sonra banyo yapılabilir ( İlk yara kontrolü
sonrası )
Güreş, futbol, yüzme ve jimnastik gibi sporlar 20 gün için yasaklanır.
Ameliyat sonrasında torbada ve kasıkta hafif şişlik ve morluklar olabilir.
Bunlar birkaç
gün ve hafta içinde kendiliğinden geçer. Operasyon bölgesinde aşırı şişlik,
kızarıklık varsa; yaradan kan ve iltihap geliyorsa; ateş, bulantı, kusma gibi
belirtiler varsa doktorunuza başvurmalısınız.....
MİMARSİNAN AİLE SAĞLIĞI
MERKEZİ
‘ SAĞLIKLI GÜNLER DİLERİZ’
Download