8 İÇİNDEKİLER Neden Resulün Elçisi Çindeydi ? Daru’l-Fünun Vakfı 9 4-5 Sunuş Halimiz (Vizyonumuz) 6 İstikbalimiz (Misyonumuz) 7 Logomuz 10 Vakıf Medeniyeti 11 İslami İlimler ve İlimlerin Tasnifinde Dikkat Edilecek Hususlar 12-15 16-17 Daru’l-Fünun 18-19 Niçin Medrese 20 Her Yer Mektep Her Yer Medrese 21 Medreseli Olmak 22-25 Niçin Yurt 26-29 Niçin Hafızlık 52-57 İcazet Merasimleri Hazretleriyle Hatıratım 58-61 Efendi Bayram Ali Karamustafaoğlu Dernek ve Temsilciliklerimiz Sosyal Faliyetler Kardeşlik ve Dayanışma Kamplarımız 30-31 32-35 36-45 Umre Organizasyonları 46-51 Alimler Medresede Yetişirdi 62-71 Osmanlı Medresesi Projesi 72-77 Müslüman fert ve toplumun inşası için ilim ve ihlâsı rehber edinmek gayemiz ve hedefimizdir. İnsanlığının, Müslümanlığının şuurunda; özü sözü bir; Hakkı ve hakikatı anlayan ve düzgünce anlatabilen, örnek, rehber bir neslin yeniden inşasına gönül verecek, İslam Medeniyetinin bilincinde, Ümmet şuurunda, tarihine, milletine, ülkesine, insanına, insanlığa dost, üreten ve veren el olmayı, ahlakı ve edebi rehber edinen insanların yetişmesine gayret etmektir gayemiz. Kur’an’a ve Peygamber Efendimize gönülden bağlı, Ehli Sünnet Vel-Cemaat olarak, günde beş kez Beytullah çevresinde cem olan cemaat olmak… Mümin, muhlis, kâmil, mücahid, mübelliğ, âlim, abid, zahid insanlara ihtiyacımız var. Bunun için İslami ilimlerin bihakkın tahsil edilmesi, “amil” “muhlis” âlimlerle yeni nesil ve toplumu inşa etmemiz gerekiyor. DARU’L - FÜNUN VAKFI bunun için yola çıktı. Bu tanıtım bültenimizde neler yapmak istediğimizi, neler yaptığımızı bilginize ilginize sunmak istiyoruz. Saygı ve hürmetlerimizle arzediyoruz. SİNAN AKDENİZ Vakıf Başkanı Our purpose and objective is to take science and beneficence as guides for building up muslim individuals and society. Our goal is to raise people that are aware of Islam; straightforward; understanding the God and facts and able to explain these properly, exemplary, to set their hearts on rebuilding a leading generation, aware of Islam civilization, have Islamic community consciousness, on good terms with their history, nation, country, people and humanity, productive and generous, well-behaved and decent. To be able to become a community that is bound with Quran and our Prophet at heart, follower of sunnah, comes together around Beytullah five times a day... We need faithful, sincere, absolute, champion of Islam, announcer, intellectual, well-mannered, ascetic people. Therefore we should build the new generation and society together with “competent” and “genuine” scholars to study Islamic sciences. DARU’L-FÜNUN VAKFI (ASSOCIATION OF THE DOOR TO SCIENCES) set off for these purposes. In this introduction journal, we would like to present you what we want to do and what we do. Respectfully presented with due respect. SİNAN AKDENİZ Association 4 5 HÂLİMİZ (VİZYONUMUZ) “Beşikten mezara kadar ilmi talep ediniz” düsturu düsturumuzdur. İnsanlığın yolunu aydınlatan İslam Medeniyetinin getirdiği iki yüz yıllık duraklamadan çıkmak için İslami İlimlerle yeniden inşa ve ihyaya başlamak gayemizdir. İslam; İlmi ve fenni insanın hizmetine sunarak dünya ve ahiret saadetini temin etti. Çağımızda, adına “modern yaşam” denen durum; nefsin heva ve hevesini, hazzı, egoizmi, bencilliği dayattı. Teknoloji ve konfor; Nefsi emmarenin eline verilerek; insanlar, insanlık ve insanımız tutsak edildi… Bu tutsaklığa son vermek insanımızı ve neslimizi kurtarmak istiyoruz. Her yaştaki insanımıza farklı mekânlarda İlmihal bilgisi veriyoruz. 4-5-6 ve 7 yaş grupları bu faaliyetlerden özel olarak yararlanıyor. İSTİKBALİMİZ (MİSYONUMUZ) İnsanlığın kurtuluşunu esas alan, İslam’a teslim olan Müslümanlar olarak; ilme irfana ulaşmak. Yeni nesilleri bu ilim ve irfanla yetiştirmek. Global köye dönen dünyada; irfan ehli, gönül eri ve erenlerinin seslerini “Davut gibi bu aleme yaymak” insanlığı “salaha” ve “felaha” ulaştırmak… Çok dilli, çok kültürlü, öz değerlerine sahip, açık fikirli, müstakim ilim adamı, maddi ve manevi ilimlerle mücehhez insanı ve toplumu inşa etmek… Türkiye öncelikli olmak üzere, tüm dünyada ilim ve irfan gönüllüsü nesillerin yetişmesini dert edinmek, yetiştirmek ve destek olmak... Hedefimiz, misyonumuz budur. İnşa Allah’ur’ Rahman. “Hak geldi, batıl zail oldu. Batıl mutlaka yok olmaya mahkumdur” ayetini rehber edindik. Yaşlımız - gencimiz, çalışanımız - çalışmayanımız, kadınımız ve erkeğimizin İslam’ın diriltici nefesiyle soluklanmasını istiyoruz. -Hafızlık yaşındakilere hafızlık yaptırıyoruz. -Kıraat, talim – terbiye eğitimi veriyoruz. -Klasik medrese eğitimi veriyoruz. -Orta ve Lise öğrencileri için de takviye dersleri veriyoruz. -Klasik sanatlarımızdan Hüsnü Hattı ders olarak uyguluyoruz - İmam-Hatip ve İlahiyat Öğrencilerinin medrese eğitimiyle tanışmaları için özel bir yurdumuzu faaliyete geçirdik. Medrese- İmamHatip ve İlahiyatın bir sentezini sağlayarak ümmetin dirilişinin mümkün olacağına inanıyoruz. Ayrıca hanımlarımız için özel eğitim faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Açık eğitim faaliyeti olarak va’zu nasihatlerle tebliğimizi sürdürüyoruz. Gayret bizden tevfik Allah’tandır. Gayretli müminlerin de gönüllerinin bizimle birlikte olduğuna inanıyoruz. 6 7 DARU’L- FÜNUN VAKFI Gönül erlerine ve ruh fetihlerine, ehli sünnetin ihya ve inşasına bir nebze de biz katkıda bulunmak istedik. 2005’te İslami İlimler Eğitim Merkezi olarak faaliyete başladık. 2008’de Uluslararası İlim Kültür Araştırma ve Yardımlaşma Derneği olarak resmi kuruluşumuzu yaptık. 2010’da Daru’l - Fünun İlim ve Hizmet Derneği’ne dönüştük. Bu aşamada vakfımızın kuruluş süreci başladı. Bu süreç 2014 yılında vakfın kuruluşuyla resmen tamamlandı. NEDEN RESUL’UN ELÇİSİ ÇİNDEYDİ? Hizmet ruhunun muazzam misallerinden biri Vehb bin Kebşe’dir (r.a). Bu mübarek sahabenin türbesi Çin’dedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu, Çin’de tebliğ etmek üzere vazifelendirdi. Halbuki o zamanın şartlarıyla Çin, bir yıllık mesafededir. Bu sahabi oraya kadar giderek uzun bir müddet tebliğde bulunduktan sonra gönlünü kavuran Rasulullah hasretini bir nebze dindirebilmek ümidiyle Medine yollarına düştü. Bir yıl süren çileli bir yolculuğun ardından nurlu Medine’ye vardı, fakat ne yazık ki Hz. Peygamber Efendimiz vefat etmiş olduğu için onu göremedi. Hasreti bir kat artmış olarak, ALLAH Rasulu’nun kendisine emrettiği hizmetin kudsiyetinin idraki içinde tekrar Çine döndü ve bu hizmetteyken ruhunu teslim etti. Ardından Sad bin Ebi Vakkas Çin’e gitti. Şu anda Çin’in ticaret merkezi olan Guanzu’da Sad bin Ebi Vakkas’ın Camisi ve mezarı bulunuyor. Ticaret için oraya giden Müslümanlar, elan cuma namazını bu camide kılıyor ve bahçesinde Sad bin Ebi Vakkas’ın mezarı başında Fatihalar okuyorlar. HİZMETLERİMİZ DÖRT ANA BÖLÜMDEN OLUŞUYOR. BİRİNCİSİ: “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir” müjdesine nail olabilmek için, hafızlık yaşındaki gençlerimizin hafızlık talim ve terbiyesiyle işe başladık. İKİNCİSİ: İslami İlimler Eğitim Merkezlerimizde Medrese eğitimi ve geleneksel sanatlar eğitimini vermek… Emribilma’ruf hizmetlerini devam ettirmek. ÜÇÜNCÜSÜ: İmam- Hatip, ilahiyat ve üniversite öğrencilerini medrese eğitimi ve kültürüyle tanıştırmak için gerekli girişimlerde bulunarak, faaliyetlere hız verdik. DÖRDÜNCÜSÜ: Dernek ve dernek temsilciliklerinde yaptığımız hizmetler. Örgün eğitim alan talebelere planlı ve düzenli olarak temel dini bilgileri vermek. Ayrıca ilerlemiş yaşına rağmen gerekli dini eğitimi alamamış olanlara da yardımcı olmak… 8 9 L GOMUZ LALE: İçi yanık, bağrı yanık, dışı parlak, rengarenk, baharın ilk çiçekleri arasında insanlara bahar heyecanı ve gönüllere sürur verir. Bağrı yanık derviş gibi, içi yanık, benzi sarı, nur haleli. Ceddimiz Lafze-i Celali andırdığı için Laleye, Peygamber Efendimizi temsil ettiği için güle; hem bahçesinde, hem edebiyatında özel bir yer vererek milletlere örnek oldu. Altı yapraklı lale; imanın altı nurunun libasına bürünen dervişin, alimin, iman ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa, “hamlıktan pişmeye” varışın simgesi… KİTAP: Dünya imtihanımızda, Levh-i Mahfuz’dan insanlığa gönderilen kitabımız, rehberimiz, Kur’an-ı Kerim. Onu anlamak için okuyacağımız kitaplar. Boş sayfa; Allah’ın emirlerine göre yaşayan bir neslin yetişmesi için medresede yazı yazacağı satırlar. İlim defteri. VAKIF MEDENİYETİ Vakıf, bir mülkün veya paranın hükmünün, inkıtaya uğramaksızın kıyamete kadar hakkın rızasına nail olmak maksadıyla hayırlı bir cihete tahsis edilmesine denen değerler manzumesidir. En’am suresinin 37, 96, ve 97. ayetlerinden anlaşılan ifade. Tarihçesiyle Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Peygamber Efendimize kadar uzanır. İslam’ın zuhuruyla ilk vakıf yapılan yer Darü’l-Erkam’dır. Sonra bunu Hz. Fatıma validemize ait Fedek hurmalığı izlemektedir. İlk yazılı beyana dökülmesi ise Hz. Ömer dönemidir. İslam tarihinde ilk vakıf örneği bu şekilde yazılı belge haline gelmiştir. Bunun takibini en iyi şekilde Osmanlı ecdadımızın vakıf örneklerinde olduğunu görüyoruz. Osmanlı aynı zamanda bir vakıf medeniyetinin adıdır. Müslümanları vakıf kurmaya teşvik eden hususiyet ise yukarıda da izah edildiği üzere yüce Rabbimizin ilahi Kitabında beyan ettiği infak ve merhamet hikmetidir. Bunun Nebevi hadisteki tercümesi ise “insan öldüğünde amel defteri kapanır, üç şey bundan müstesnadır. Devam eden üç ameli ise mahşere kadar sahibini takip eder. Bunun birincisi sadaka-ı cariyedir ki; mektep, medrese, cami, mescid, ceşme, köprü, şifahaneler, barınma ve iskan yerleri, aşhaneler ve su sebilleri vs. dir. Diğeri ise bıraktığı ilim-irfan eserleri ve arkasından kendisine duacı olan salih evlatlarıdır”. KALEM: Kur’an’da bir sürenin adı. Kalem; güzel kelamı satırlara döken, Rabbimizin üzerine yemin ettiği araç. Güzel sanatların sembolu. Medresemizi, ilmimizi, irfanımızı nesillere aktardığımız, üstlendiğimiz misyon ve vizyonumuzun en güzel sembolu: Kalem. Sadırlardan satırlara, satırlardan sadırlara bitimsiz bir serenad… Bir başka Nebevi ifade ile; “insanların en hayırlısı insanlara en çok faydası dokunandır” İşte Müslümanları sayısız vakıf ve vakfıye mirası ve varisi bırakmaya sevk eden bu müjdeler olmuştur. DÜNYA: Lalenin, kitabın, defterin, kalemin yaslandığı dünya; İslam’ın evrenselliğini, ilmin, hikmetin evrenselliğini ve bu dünyanın öte dünyanın mezrası olduğunun işareti… Bizim medeniyetimiz bir vakıf medeniyetidir. Osmanlıyı ayakta tutan bu vakıf şuurudur. Yeniden Vakıf Medeniyetini kurmak ve Vakıf Adamlarımızı meydana çıkarmamız gerekiyor. DARU’L-FÜNUN EĞİTİM VE DAYANIŞMA VAKFI LOGOMUZ: İnsanımızı, ilmimizi, fikrimizi, zikrimizi, dünya ve ahiret mutluluğumuzu sembolize ediyor. 10 11 İSLAMİ İLİMLER VE İLİMLERİN TASNİFİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR İslam Alimleri, ilimleri; İlmi Mead ve İlmi Meaş diye iki bölümde tasnif ederler. İlmi Mead: Lügat anlamıyla öte ilmi. Bir başka ifadeyle yaradılış gayesini bildiren ve bu yolda çalışmanın yollarını gösteren, dareyn saadetini temin eden ilimler. İşte İslami İlimler dendiğinde kastedilen bunlardır. Ulum-i Şeriyye; (Kur’an ve Hadis İlimleri.) Bu yoldaki zirve ilimlerdir. Alt basamağı Ulum-i Âliyye’dir (alet ilimleri). Bu alt basamağa paralel olarak, astronomi, astrofizik ve uzay ilimlerini Kur’an-ı anlamak ve bu alemi ve yaratanı tanımak için bir araç olarak kabul etmeliyiz. Sosyal ilimler, biyoloji ve tıp ilmi de insanı tanıma yolu olduğu için, bir yüzü İlmi Meaşa (yaşayış), bir yüzü İlmi Meada (yaradılış ve ahirete ) bakan ilimlerdir. Kuran’ın ısrarla bakmamızı istediği; kavimler, beldeler, gökler, hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar, denizler kuşlar; ilmi mead’a ulaşmamız, yaradılış hikmetine ermemiz içindir. Kur’an apaçık olarak ilan ediyor, “And olsun ki, Kuran’ı düşünmek için kolaylaştırdık, fakat düşünen mi var?” (Kamer suresi: 17,22,40) Kur’an her yaşta, her seviyede insanın anlayacağı, düşüneceği, ibret alacağı, imanını artıracağı hayatını tanzim edeceği bir kitap. Bu değerlendirmeden sonra, Kuran’ı anlamak için; astronomiye, astro fiziğe, jeofiziğe, fiziğe, kimyaya, biyolojiye, coğrafyaya, tarihe, edebiyata, mantığa sosyolojiye, psikolojiye de ihtiyacımız vardır. İlimlerin tasnifinde bu yola riayet edilmezse; dünya ve ahireti kuşatan İslam’ı anlamakta ve yaşamakta zorlanırız. Kuran’ı anlamak, düşünmek farklı şey, Kur’an ve Hadis’ten hüküm çıkarmak, tefsir yapmak farklı şeydir. Bu hassas ve ince ayrıntı fark edilmediğinde; imana ve amele taalluk eden cinayet mesabesinde vahim hatalar yapılıyor. Muamelat ve ukubata dair, tefsir yapmak, hükümler çıkarmak, bahsettiğimiz ilim merhalelerinden geçmeyi gerektirdiğine ısrarla dikkat çekmek istiyoruz. 12 13 ULUM-İ ŞERİYYE denilen KUR’AN ve HADİS bilgisine vâkıf olmak için öncelikle ULUM-İ ِÂLİYYE denilen; Sarf, Nahiv, Belagat, Usul, Akaid, Kelam, Mantık, Vaz’ı, Aruz ilimlerini mutlaka tahsil etmek gerekir. Bu ilimlere ulema arasında on iki ilim denir. Bu alet ilimlerini kavrayıp anlamadan tefsir ve hadis ilimlerine vâkıf olmak mümkün değildir. Müfessirini kiram, tefsir yaparken bu ilimlerde kökleşip bu ilimleri elif cüzü gibi çok güzel kavradıklarından ilim kurallarını ayet ve hadislere uygulayarak orada mevcut olan manayı meydana çıkarıp tefsir etmişlerdir. Yani orada var olup ince aletler olmaksızın gözükmeyen bilgileri, öğrendikleri alet ilimleri sayesinde göstermişlerdir. Ve bu izni onlara bizzat Cenabı Hak vermiştir. Ali İmran yedinci ayette “Kur’an’ın tevilini ancak Allah ve ilimde kökleşenler bilir” buyrulmuştur. Buna karşılık hadisi şerif’de “Kur’an-ı kendi reyi ile tefsir eden küfre girer” buyrularak ilimsiz yorum yapmak şiddetle men edilmiştir. Bu yüzden İslami ilimlere talip olan, adı geçen on iki ilmi mutlaka tahsil etmeli ki, müfessirin ilminin menşeini fark etsin, “kendi görüşleridir, uydurmuşlardır” zehabına kapılmasın, yanlış yola sapmasın. Ehliyetsiz kimse kan tahlili yapamadığı gibi, bu ilimlerden yoksun olan kimse de yorum yapamaz, yapılan yorumlara cahilane dil uzatamaz. “Kur’an-ı düşünmek” Kur’an-ı anlamakla yapılan yorumlara uymak, âhkamı; tefsir, tevil ve yorumlamak ayrı şeylerdir. Bunun için okuyucu ve alim farklıdır. Bu ayrıntıların bilinmesi, buna dikkat edilmesi basit, ama temel bir bilgi ve kuraldır. 14 Alışkanlık halinde kullandığımız İslami ilimler tabiri yanlış çağrışımları da beraberinde getiriyor. Bunu düzeltmemiz gerekiyor. İslami ilimler dendiğinde sanki gayri İslami ilimler varmış gibi bir düşünce oluşuyor. Buna benzer bir başka ifade pozitif ilimler, müspet ilimler tabiridir. Pozitif ve müspet ilimlerin yanındakiler; negatif ve menfi ilimler midir? Gibi bir soruyu akla getiriyor. Bunun için ilimler tasnifini sağlıklı bir yere oturtmamız gerekiyor. İlmi Meaş: Yaşama İlimleri. Dünya hayatının idamesi için edinilen tüm bilgi kolları, sanatlar ve zanaatlar. Teknikerlikten, tüm mühendisliklere dair olan ilimler. İnşaat mühendisliğinden fizik, kimya, maden, jeoloji, tıp, gıda, tekstil, endüstri, uçak, bilgisayar, işletme ve uzay vb. mühendisliklerine. Astro fizik, tıp ve sosyal ilimleri; bir yönü ilmi meaşa bir yönü ilmi meada bakan ilimler olarak değerlendirmeliyiz. Bahsi geçen diğer ilimlerde de bu durum var ama daha azdır. Astro fizigi (uzay fiziği), Astronomiyi belki bütünüyle ilmi meada dahil etmemiz gerekir. Çünkü Kur’an bir çok ayetiyle semavata (yedi kat göklere) ve orada olanlara hem tevhid inancını kuvvetlendirmek, hem de yeni imkanlara ve yeni dünyalara kapı aralamak için ısrarla dikkat çekiyor. İlimlerin tasnifinde bahsi geçen hususlara dikkat edilmezse, hem İslam’ı, hem de ilmi gereği gibi anlamamış oluruz. Burada büyük imam, İmamı Gazalinin “mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez” kaziyesini de hatırlatalım. Bir başka alim ise; “matematik bilmeyenin ilmine itibar olunmaz” buyurur. Ali Kuşçu ve Gelenbevi’ye gelinceye kadar İslam alimlerinin büyük bölümü ayrıca matematik ve astronomi bilgini idiler. 15 DARU’L-FÜNUN Vakfımız; Peygamber Efendimizin “Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır” Hadis-i Şerifinin mucibince, Kur’an Sünnet ve ondört asırlık ilmi mirasımızın ışığında insanlığa ve milletimize hizmet etmeyi ve bu sahada mümkün olan en üst seviyede, insanlığın necatına vesile olacak kişilerin yetiştirilmesini ilke edinmiştir. Ülkemizdeki İslami eğitim kurumlarına genel olarak baktığımızda; gerek Osmanlının bıraktığı ilmi miras, gerekse genel İslam coğrafyasındaki mevcut ilim potansiyeli açısından İslami ilimler olması gereken yerde değildir. Bunun tespiti için son dönem Osmanlı müfredatı ile günümüz müfredatlarının karşılaştırılması yeterli olacaktır. İslami eğitim kurumlarının bu noktada başarılı olması için, hem insan, hem de maddi kaynakları yeterli duruma ulaştırarak daha uzun ve sistemli bir eğitim düzenine geçilmesi gerekmektedir. İslami eğitim veren kurumların vazifeleri öncelikle herbir ferdin şahsiyetli ve bilinçli bir Müslüman olmasını sağlamak, sonra; davet ve irşat (emiri bil-ma’ruf nehyi ani’l-münker) vazifesini ifa edecek kişiler yetiştirmek, son olarak da İslami ilimlerin devamlılığını temin ve İslami ilimler sahasında söz sahibi olabilecek nitelikte alim namzetleri yetiştirmek şeklinde sıralanabilir. 16 Cehaletten beslenen; fitne, bidat ve küfür akımlarına karşı İslam’ı tebliğ ve müdafaa etmek ve ehli İslam’ı bunların tehlikelerine karşı uyarmak da yine bu kurumların vazifelerindendir. Şu anda içinde bulunduğumuz durumun müsebbibi olarak, son yüzyıldaki olayların menfi tesiri, maddi olanaksızlıklar ve bunların sonucunda ilmi seviyenin düşmesini söyleyebiliriz. Tarih boyunca bütün ilimlerin gelişmesi güvenlik ve zenginlik ile meydana gelmiştir. Geçmişe baktığımızda Küfe, Basra Mekke, Medine, Bağdat, Dimeşk, Kahire, Buhara, Semerkant, Konya, Kayseri, Sivas ve İstanbul gibi şehirlerin ilim merkezi oldukları dönemlerin ortak özelliği, kendilerinde siyasi istikrarın sağlanması ve büyük ticaret merkezleri olmalarıdır. Bu dönemlerde yetişen alimlerin gerek İslami ilimlerde, (İlmi Mead) gerekse dünyevi ilimlerde (İlmi Meaş) elde ettikleri başarıları herhalde anlatmaya hacet yoktur. Bu şehirlerden Semerkant ve Buhara’da ilk olarak Moğol istilasının ve son olarak komünizm zulmünün meydana getirdiği yıkımı düşünürsek geldiğimiz noktanın vahameti daha iyi anlaşılır. Şu halde, Müslüman toplumun fertleri olarak her birimize düşen vazifenin önemi daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yaptıklarımıza ve yapmamız gerekenlere baktığımızda almamız gereken mesafenin hiç de kısa olmadığını itiraf etmek, gerçeğin ifadesi olacaktır. Daru’l-Fünun olarak bizler de bu noktadaki sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Kurumumuz faaliyetlerine başlarken hedefini, ‘’İslami ilimlerin devamlılığının sağlanması ve İslami ilimler sahasında; alim, abid, muhlis, muttaki insanların; insanlığın necatına vesile olacak kişilerin yetiştirilmesi’’ şeklinde belirlemiştir. 17 NİÇİN MEDRESE? İslam medeniyetini yeniden ihya için Medreseleri yeniden inşa etmeliyiz. Batılı bir tarihçi; “Osmanlı Devleti sosyolojik olarak ömrünü tüketmemiş, Osmanlı durdurulmuştur” diyor. İslam Medeniyetinin hedef ve gayesi; İnsan ve cemiyetin; huzur, saadet ve mutluluğunu temin etmektir. Batı medeniyeti ise insanı köle ve ülkeleri sömürge yapma peşinde batıl bir medeniyettir. İnsanlığı bunların elinden kurtarmak zorundayız. Batı Medeniyeti, akrep gibi özümsediği İslam Medeniyetinden ürettiği üstün teknoloji ile insanlığın ve dünyanın başının belası olmuştur. Canımızın bize emanet olduğundan başlayarak, tüm emanetlere ve dünyaya sahip çıkmak; küfrün; zulüm, işgal ve sömürüsüne son vermek zorundayız. Ebu Hureyreler, Raziler, Harizmiler, Battaniler, Ebu’l Vefalar, Biruniler, Uluğ Beyler, Ali Kuşçular, Muhammed Cabirler, Ebu’l İzler, İbni Heysemler, Hezarfen Ahmet Çelebiler, İbni Batutalar, İdrisiler, Piri Reisler, Evliya Çelebiler, Katip Çelebiler, İbni Haldunlar, Fatihler, Yavuzlar, Mimar Sinanlar, Mimar Hayrettinler, Hattat Kazasker Mustafalar, Hattat Hamidler, Hattat İzzet Efendiler, Rahim Efendiler, Ali Haydar Efendiler, Mahir İzler, Celalettin Okten Hocalar,Mahmud Efendiler, Mehmet Zahidler, Sami Efendiler,Bediuzzamanlar, Necip Fazıller, Sezai Karakoçlar, Osman Öztürk Hocalar yetiştirmek zorundayız. İnsanlığı kurtarmak, dareyn saadetini temin etmek. Suffe’den Nizamiye Medreselerine, Sahnı Seman’dan günümüze ve geleceğe yön veren Medreseyi yeniden inşa etmek zorundayız. 18 Edebi, adabı,tasavvufun halini, ilmin irfanın, kemalin, ahlakını kuşanacak ve kuşatacak erenler yetiştirmek… İngiliz İşgaline karşı Hindistan, daha sonra Amerikan emperyalizmine karşı Pakistan Medreseleriyle ayaktadır. Fransız emperyalizmine karşı Suriye, Fas, Mali ve Moritanya Müslümanları Medreseleriyle bugüne gelebildi. Türkiye; yaşadığı kültür emperyalizmine karşı Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Medreseleriyle direnebildi. Medreselerin yeniden inşa ve ihyası, mekteplerin medrese ile barışma vakti geldi. insanlığı, hakkı, hukuku, özgürlüğü, selam ve selameti bu şekilde ayağa kaldıracağız. İnşaallah. 19 HER YER MEKTEP, HER YER MEDRESE MEDRESELİ OLMAK Osmanlı’da her yer okuldu. Medresede Buhari, camide Tarikat-ı Muhammediyye, tekkede Mesnevi, kıraathanede Şifa-ı Şerif, evde Anne karnındaki çocukları bile okutun. Kendini, hanımını, cocuğunu seviyorsan oku ve okut. Delail-i Hayrat gibi kitaplar okunurdu. Cami dersleri sabah namazından sonra başlar, çarşı Uyanalım en büyük uyanma okumayla başlar. pazar açılıncaya kadar devam ederdi. Büyük Bizi ilimsizlik yıkmadı. Elhamdülillah ilmimiz var. Bizi bildiğimiz ile amel etmemek yıktı. camiler medrese gibi çalışır, oralarda “dersiyye” başlığı altında cüziyyat (hesap, hendese, hikmet), ulum-i âliyye (sarf, nahiv)ve Talebe olmak çocukların yüreklerine “muhabbetle” aşılanırdı. Medreseye başlayacaklar bir şehrayin (Şenlik) atmosferinde evden alınır, elden ele taşınarak bir atın sırtına bindirilir, tekbir ve tahlillerle önce Ebu Eyyüb el-Ensari ya da Aziz Mahmud Hüdayi’ye götürülür, orda dualar edilir ardından da medreseye geçilirdi. Cumhuriyet devri romanlarında anlatıldığı ya da sinemalarda gösterildiği gibi hocaların elinde sınıfın her tarafına uzanan sopalar değil, yüzlerinde tebessüm vardı. İlk ders hocanın “Rabbi yessir ve la tuassir / Rabbim Kolaylaştır, zorlaştırma” duası ile başlar, “elif-ba” ile devam ederdi. Mahmut Efendi Hazretleri ulumu asliyye (tefsir, fıkıh, hadis) ana bilim dallarında eğitim verilirdi. Hadisle alakalı bütün ilimler (Evliya Çelebi’nin kendi zamanında 135 tane olduğunu haber verdiği) Darulhadisler’de okutulurdu. 20 21 NİÇİN YURT? Medrese ile İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimini buluşturmak ve bunun sentezini yapmak zorundayız. Vakfımız buna çözüm olması için İmam-Hatip Lise kısmı ve ilahiyat öğrencilerini açtığı ve açacağı yurtlarda medrese eğitimiyle buluşturmak istiyor. İslami ilimlerle mücehhez, dünyayı ve çağını kavrayan, çağlara hükmedecek, cihad şuurunda, fetih ruhunda, İlayı Kelimetulah yolunda insanları yetiştirmek… Medrese ile mektebi buluşturmak. Yurt bu buluşmanın sağlanacağı mekân ve köprü. OXFORD’un ve SORBON’un birer kilise üniversitesi olduğunu orada okuyanlar da gizlediler, bize hep oraların reklamını yapıp Cami Külliyeleri olan medreseler aleyhinde hep tezvirat ürettiler. REKLAM 22 23 Pakistan ve Hindistan medreseleriyle ayakta. Şimdi ise; yaşadığımız dünyanın problemleriyle başedebilmek için medrese ile mektebi buluşturarak, yarınlara hazırlamak. Bir araştırmacımızın ifadesiyle; bin yıllık medrese geleneği olan Fas, sömürge döneminden sonra medrese - mektep açmazını üçlü bir sistemle senteze ulaştırdı. Faslı ilim erbabı; “bu ilimleri okuyarak, bu ülkeye katkı değerimiz nedir?” sorusunu ısrarla soruyorlar kendilerine. Dünyaca meşhur; 8. ve 9. yüzyılda Fas’ta kurulan ilk İslam Üniversitesi Kayrevan Üniversitesi bu geleneğin ürünü… 24 Osmanlı Medreselerini model alarak kurulan Hindistan Medreseleri; Daru’l Kur’an ve Daru’l Hadis medreseleriyle halen dünyanın ehli hadislerini yetiştirmektedir. Fatih ve Süleymaniye Medreseleri, Sahn-ı Seman, devrinin zirvesiydi. Gelişen yeni beşeri ilimleri, teknik ilimleri de dikkate alarak bu zirveyi; Müslümanların ve insanlığın selameti için aşmak zorundayız. On bir yaşında kendisine devletin teslim edildiği Fatih Sultan Mehmed’i hangi eğitim sistemi yetiştirdi, sorusunu sıkça kendimize, çocuklarımıza, talebelerimize sormak mecburiyetindeyiz. İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimimizi Medrese ile buluşturmak zorundayız. Bunun için yurt… 25 NİÇİN HAFIZLIK? Kur’an-ı Kerim,inanç ve ibadet ile ilgili hükümlerin yanında; ahlaki, hukuki, ekonomik ve sosyal olmak üzere birçok alanda ferdi ve toplumsal hükümleri içermektedir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenmek,öğretmek,okumak ve dinlemek Müslümanlar için bir dini vazife ve ibadettir. İslam’ın ilk yıllarından itibaren Peygamber Efendimizin tavsiye ve uygulamaları doğrultusunda Müslümanlar tarafından Kur’an-ı Kerim’in öğrenilmesi, öğretilmesi, ezberlenmesi ve anlaşılmasına büyük önem verilmiştir. Bu amaçla İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren Küttab, Darü’l Kurra, Darü’l Kur’an, Darü’l Huffaz gibi çeşitli isimlerle nitelendirilen Kur’an-ı Kerim ve ilimlerinin öğretildiği, Kur’an-ı Kerim’ın ezberletildiği müesseseler inşa edildi. Kur’an-ı Kerim Kadir gecesi nazil olmaya başladı ve yirmi üç yıl içinde tamamlandı. Kur’an’ın ayet ve sureleri vahyedildikçe, Peygamber Efendimiz onları ezberlemek ve ezberletmekle kalmaz, yazdırmak için de ashaptan kâtip olarak görevlendirdiği kişilerden birini çağırarak nazil olan ayeti / sureyi yazdırır ve bunun hangi sure, hangi ayetten sonra ekleneceğini bildirirdi. Bununla ilgili olarak vahiy kâtiplerinden Zeyd b.Sabit Radiyallahu anh der ki “Vahyi Rasulullah’ın huzurunda yazardım. Bitirdiğim zaman “yazdığını oku” buyururdu. Eğer ondan yazılmayan bir şey kalmışsa ekletir, fazla bir şey olursa çıkartırdı.” 26 Peygamber Efendimiz gelen ayetleri yazdırmakla birlikte, ezberlemeye daha çok önem vermekteydi. “Kim çocuğuna harflere ve satırlara bakarak Kur’an-ı Kerim okumayı öğretirse, onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır; aynı işi kim ezberden yaparsa Allah onu ayın ondördü gibi parlak bir surette haşreder. Çocuğuna “oku” denir. Çocuk bir ayet okuduğu zaman ebeveyni bir derece yükselir. 27 Bunların sayısı konusunda çeşitli ihtilaflar olmakla birlikte, çeşitli olaylar ve rivayetler hafız sahabilerin (r.a) sayısının gayet çok olduğunu göstermektedir. Sonraki asırlarda İslam’ın ulaştığı yerde medreseler kuruldu. Bu medreseler genelde camilerin yanında yer alırlardı. Bu medreselerde küçük çocuklar Kur’an-ı Kerim ve dini bilgiler dersi alırken Cami ve Mescidlerde de yetişkinler Kur’an-ı Kerim ve diğer dini ilimleri öğreniyorlardı. Kur’an-ı Kerim’den çocuğun bellediği son ayete kadar bu işlem böylece tekrarlanır.” “ Kim Kur’an-ı Kerim’i okur ve onu ezberlerse helalini helal bilir, haramını da haram sayarsa bu sayede Allah onu cennete koyar ve akrabasından hepsi de cehennemlik olan on kişiye kendisini şefaatçi kılar”. Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlayarak hayata tatbik etmenin önemini belirten hadisler, sahabileri (radiyallahu anhum) Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye sevk ediyordu. Bununla beraber Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) günlük namazlarda okunabilmesi için Kur’an-ı Kerim ‘in ezberlenmesini tavsiye ediyor, fakat tamamının ezberlenmesinde bir mecburiyet getirmiyordu. Bu nedenle sahabilerden (radiyallahu anhum) bazıları bir kısım sureleri ezberliyor, diğer bazıları bir kısmını ezberliyordu. Bazı sahabiler (radiyallahu anhum) ise Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlemişlerdir. Sahabelerden (radiyallahu anhum) Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilenlere “Kurraü’l Ashab” deniliyordu. 28 29 DERNEK VE TEMSİLCİLİKLERİMİZ 30 Vakfımız bünyesinde bulunan Daru’l Fünun İlim ve Hizmet Derneği, farklı semtlerde açtığı temsilciliklerle her yaştaki insanımıza temel dini eğitim verme gayreti içindedir. Kız ve erkek çocuklara, yetişkinlere ayrı ayrı mekanlarda; öncelikle Kur’an eğitimi ve temel dini bilgiler verilirken, halka yönelik vazu nasihat faaliyetleri de sürdürülmektedir. Kültürel geziler başta olmak üzere çeşitli sosyal faaliyetler yapılmaktadır. 31 Sosyal faliyetlerin bir kısmı, dinlenme ve sportif faliyettir. Bir kısmı gezme, gezinme ile dinlenerek bilgi edinme ve yenilenme. Piknik ve kamp şeklindeki kamplar dinlenirken eğitmek, eğitirken dinlendirmek amacındadır. SOSYAL FALİYETLER Sağlıklı bir cemiyetin, milletin, toplumun; canlı, dinamik dayanışma içinde barışık, paylaşımcı bir yapıda olması gerekir. Dinimiz bu hususu ibadet ve muamelatta, farz veya farzı ayın mesabesinde mecbur tutmuştur. Cuma, bayram, cemaatle beş vakit namaz, sila-i rahim, akraba münasebetleri, komşuluk hukuku gibi bir çok hukuku ikame etmiştir. Bunlar sağlıklı bir cemiyet, sağlıklı bir millet, sağlıklı bir ümmet olmanın olmazsa olmazlarıdır. Mektep, medrese, dernek ve vakıflar sağlıklı bir cemiyeti inşa etmenin en önemli unsurlarıdır. Bu yapıların, bir takvime bağlı olarak yerine getirdiği disiplinler, vazgeçemeyeceği görevler vardır. İşte vakfımızın; hoca-talebe, üye ve veliler için her yıl değişik zaman ve mekanlarda düzenlediği değişik etkinlik ve sosyal faliyetlerden bir demet fotoğrafı sizlere sunuyoruz. Bu faliyetlerimiz yukarda bahsettiğimiz gibi; istişare eğitim, dinlenme, tanışma, tarih şuurunu geliştirme, bilgi ve kültür sahibi olmak motivasyonu arttırmak gibi çok amaçlıdır. 32 33 34 35 KARDEŞLİK ve DAYANIŞMA KAMPLARIMIZ “ALLAH’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın ve ayrılmayın” Müslümanların tarih boyunca hezimete maruz kalışlarının altında yatan gerçek, bu ayete muhalefetten başka bir şey değildir. İşte size Uhud muharebesi, Bedir gibi şanlı bir zaferden sonra müminler böyle bir sonuç beklemiyordu. Ama ALLAH ve Resulünün teklifine karşı bir teklifin bedeli başka ne olabilirdi ? Kamplarımız da; Kardeşliğimizi iliklerimize kadar hisseder, birliğimizi perçinleştirir, manevi duygularımızı zirvelere taşırız. Risalet penâh Efendimizden sonra İslamın vahdeti sağlanabilseydi, binlerce Müslüman kanı dökülürmüydü ? Sıffın ve Cemel vakaları yaşanırmıydı ? Kim derdi Bizans bir gün devrilecek. Alparslan gibi bir yiğit, Fatih gibi bir cengâver, Bedir Ehli gibi bir ordunun karşısında hangi güç durabilirdi. Şanlı ecdadımızı serhat boylarında zaferden zafere koşturan, ehli küfür karşısında yıkılmaz bir bend gibi salâbet ve metânet sahibi yapan, bu ayete imtisalden başka bir şey değildir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde hangi baba yiğit müslümanlara kem nazarla bakabilirdi. Çünkü Osmanlı İslam Birliğini sağlamıştı. Müminlerin tefrikaya düşmelerini önemli ölçüde engellemişti. Ve nihayet bu Devleti Aliyye yıkıldı, sonuç, onlarca kabile devleti; tefrika, asırlarca bitmeyecek göz yaşı ve ehli küfrün zaferi. Öyleyse her Müslümana müminlerin birliğini sağlayacak kardeşlik ve dayanışma ruhunu geliştirecek eylem ve faaliyetler içinde olması bir ferizadır. Ve bizler bu anlayışla hareket ederek evvela niyetlerimizi berraklaştırdık, ardından hedefimizi tesbit ettik ve el ele vermeye başladık cemiyet olduk, vakıf olduk, Darul-Fünun oluverdik, kardeşlik ve dayanışmayı geliştirecek vesîleler aradık. Bu vesileler arasında aileleride kapsayan kamp fikrinde ittifak ettik. Kamplarımız da; Vakıf adam olmanın, davaya sevdalanmanın, Allah (celle celalühü) ve Peygamber (sallallahü aleyhi vesellem) aşkıyla yanmanın yollarını ararız. Bu düşünceyle ilk kampımızı 2012 yılında Afyonda, ikincisini bir yıl sonra Mudurnu Bolu’da, üçüncüsünü, 2014 yılı içerisinde yine Mudurnu’da, dördüncüsünü de 2015 yılı içerisinde Yalova’da gerçekleştirdik. 36 37 “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle (ihtilafa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınızda kuvvetiniz gider.“ Enfal Suresi - 46. Ayet 38 39 Allah için sevişen iki kardeş buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el gibidir. Ne zaman iki mümin bir araya gelirse, Allah’u Teala, birini diğerinden faydalandırır. Hadisi Şerif “İyilik ve Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.“ Maide Suresi - 2. Ayet 40 41 “Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı“ Enfal Suresi - 63. Ayet “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle (ihtilafa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınızda kuvvetiniz gider.“ Enfal Suresi - 46. Ayet 42 43 “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, merhamet olunasınız.“ Hucurat Suresi - 10. Ayet 44 45 Umre Organizasyonlarımız. İslam üç temel üzere kuruludur. İlim, Amel ve İhlâs Amelsiz ilim kuru bir yük, faydasız bir cefa ve Rabbimizin “kitap taşıyan merkepler” ifadesine muhatap olup elim bir azaba düçar olmaktan başka bir şey değildir. İlim ve amel sadece ihlâsı tamamlamak içindir. İhlâs ise gönüldeki bütün eğyardan kurtulup Mevla tealaya tam teslimiyettir. İhlâs, Cenabı hakka verdiğimiz misaka sadakattir. İhlâs, yaratılış gayemizi anlamaktır. İhlas, “Canınızı ve malınızı cennet karşılığında satın aldım” ayetinin tecelligâhı olmaktır. İhlâs, Allah’a (Celle Celalühu) satılmış olmamızın hazzına ermektir. İhlâs, mazharı ilahi olan gönlü dünya gailelerinden kurtarıp, uçsuz bucaksız bir okyanusta ebediyete yolcu etmektir. İhlâs, fenaya veda edip bekaya dönmek, faniden vazgeçip bakiye yönelmektir. Bu engin ufka sahip olmadan, dini-mübini İslam’a hizmet etmek mümkün değildir. Bu alicenaplık olmadan İslama hizmet ediyorum derken, nefis ve şeytanın tuzağında enfusi ilahlarımıza ve süfli arzularımıza kurban olmama imkanı yoktur. Öyleyse, Rabbimize verdiğimiz bu ahd-u misakımızı mütemadiyen tazelemek mecburiyetindeyiz. (Devamı 48. Sayfadadır.) 46 47 Bunun için beraberce Umre, Allah’ın (Celle Celalihu) en büyük lütuflarındandır. Çünkü Umre ile hem lisanı kal, hem lisanı hal “Lebbeik” (Sana Geldim Allah’ım Emret Allah’ım) diyerek, canımızdan, malımızdan, bütün benliğimizden ve varlığımızdan vazgeçerek topluca teslimiyetimiz sunulur, Rabbimize. Erhamurrahimin’in evine misafir oluruz. Bizler bile evimize gelen misafirimizi boş çevirmezken, O bizi mahrum eder mi sizce? İşte orada bizim dileğimiz ihlâsla dinimübini islama hizmet etmekten başka bir şey değildir. Hem bu ihlâsı, hem devamını, hem de izdiyadını dileniriz, Rabbimizden. Hevesle gider, imanla coşar, hediyemiz olan, ihlâs ve gözyaşlarıyla ayrılırız, huzuru saadetten. Umre organizasyonumuz şahsi, ferdi ve içtimai hiç bir menfaat gözetmeden bu ulvi gaye için çarpan yüreklerle gerçekleştirilmektedir. 48 49 Efendimiz (Sallallahü Aleyhi Vesellem) şöyle buyurmuştur; Hac ve Umre yapanlar, Allah’ın elçileridir. Ondan istedikleri zaman onlara verir. İstiğfar ettiklerinde onları affeder. Ona dua ettiklerinde, dualarına karşılık verir. Birisi için şefaat istediklerin de şefaatleri kabul edilir. (İbni Mace, İbni Hibban, Beyhaki) 50 51 İcazet Merasimlerimiz Ulum-u âliyye ve şeriyye’den mücaz olacaklar ise kısa ve orta vadedeki 1+5 yıllık müfredatı tamamlayarak icazet alırlar. İcazet kelime anlamı itibariyle izin demektir. Medrese kültüründe ise salt talebelikten müderrisliğe geçiş anlamını taşır. Yani ilimde nihayete ulaşmak değil, ilme ve ilim ehli olmaya liyakattir. Âlimlerimiz tarih boyu Peygamber efendimizin (Sallahü Aleyhi Vesellem) “İlmi beşikten mezara kadar tahsil ediniz” Hadis-i Şerifini şiar edinerek hayat boyu ilim tahsil etmişler, ilim ve diraset ömürlerinin tamamını kuşatmıştır. Bizler de bu düsturdan ayrılmayıp talebelerimize de bunu aşılama gayreti içerisindeyiz. Vatan ve Millet sevgisiyle, Din ve mukaddesat aşkıyla, ezan ve bayrak sevdasıyla bu noktaya gelmiş kardeşlerimizle bu mübarek Anadolu topraklarını bize vatan yapan ecdadımızın aziz ruhlarının yeniden dirildiğini, Çanakkale yi geçilmez kılan iman ve aşkın ete kemiğe büründüğünü sürur, istifar ve şükürle müşahede ederiz. Şu ana kadar kurumumuz bünyesinde verilen icazetleri iki farklı kısım olarak ele alabiliriz. 1. Temel eğitim ve hafızlık 2. Temel eğitimi Ulum-u Âliye ve Şeriyye Hafızlıktan mücaz olacaklar tashihi hurufla birlikte genel olarak tek oturuşta baştan sona sekiz dokuz saatte Kur-an’ı Azimuşşan-ı ezbere okurlar ve icazet payesine ererler. Bundan sonra dilerlerse orta vadede beş yıllık olarak programlanmış. Ulum-u âliyye ve şeriyye tahsiline devam ederler. 52 Bu aşamadan sonra dileyenler, uzun vadeli programa katılıp, tahsillerini devam ettirirken, bazıları da görev almak suretiyle talebe yetiştirmeye başlarlar. Bunun için gerekli olan bütün imkânlar vakfımız ve derneğimiz tarafından temin edilerek, ilim, ehli ilim ve hizmetlerin sürekli müzdad olması sağlanır. Bu vesileyle dini mübin-i islamın ilmin ve irfanın bize ulaşmasına vasıta olan başta sevgili efendimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Vesellem) olmak üzere bilcümle ashabı kiram zevil ihtiram, müctehidin, müfessirin, muhaddisin, fukaha, kurra, meşayıhi kiram, esatizi izam, silsileyi sadatımız ve mürşidimiz hazaratını salât selam ve hürmetle yâd ederiz. Taleb ve gayret bizden, takdir sizden, lütuf ve Tevfik Mevladan. 53 Resullullah (Sallallahü Aleyhi Vesellem) Buyurdu; Allah (Celle Celelühu) bir toplumdan ilmi kaldırmayı murad ettiği zaman, ilmiyle amil olan alimleri kaldırır. Geriye cahiller kalır. Onlarda dinden sual edenlere kendi akıllarıyla cevap verip, insanları doğru yoldan saptırırlar. (Buhari) 54 55 56 57 lerinin annesi arkadaştılar. Artık efendi hazretlerinin talebesiydim. nin, Nuri Osman hocamın ve Hacı Dursun hocamın ismileri vardır. Ve sonraları efendi hazretlernin mektubat derslerine iştirak ettim. Efendi Hazretleri 1948 yılında MİÇO (TAVŞANLI) köyünde caminin yanındaki medresede dersler veriridi. Geceleride genelde camide kalırdı. Efendi Hazretleri o yıllarda 21 yaşında aynen şuandaki gibi yaz kış demeden ibadetlerine ihtimam gösterirdi. Of’ta hiç birimiz işrak namazını bilmezdik ondan öğrendik ve o her zaman şalvarlı ve cübbeli idi herkesin saygı ve ihtiram gösterdiği bir zattı. EFENDİ HAZRETLERİYLE HATIRATIM Mahmut Efendi Hazretlerinin En Kıdemli Talebelerinden Bayram Ali Karamustafaoğlu Hocamız İle, Efendi Hazretleriyle Tanışması, Talebe Olması ve Hatıratıyla İlgili, Vakıf Merkezinde Yapılan Röportajımız. 1948 Senesinde Efendi Hazretleri Ramazan’a mahsus Sivas’ta görev yapmıştı. Bayramdan sonra o zamanlar Samsun’da Manifaturacılık yapan babam Ömer KARAMUSTAFAOĞLU’na uğramış. Babamla tanışırlar ve sevişirlerdi. Babam Efendi Hazretlerine bizim köyden geçerken Bayram Ali’yi ( Yani: Beni ) al köyüne götür okut diye ricada bulunmuş. Efendi Hazretleri de kendi köyüne uğramadan acilen beni çağırtmıştı. O zaman henüz 10 yaşında idim. Amcam hafız Osman’dan hafızlık yapıyordum ve 16 sayfaya gelmiştim ondan sonrasını efendi hazretlerinde tamamladım. Efendi Hazretlerinin köyü (o zamanki adı MİÇO şimdiki adı TAVŞANLI) bizim köyün (o zaman ki adı: YAVAN şimdiki adı: SUGELDİ) arasında 3 km’lik mesafe vardır. Aynı zamanda efendi hazretlerinin köyü annemin ve dayılarımın köyüdür. Annem ve Efendi Hazret58 Efendi hazretleri askerliğine Bandırma’da başladı. Bandırma’da medfun Ali Rıza BEZZAZ Hazretlerinin kabrini sık sık ziyaret ederdi. Bu zat esasen manifaturacıydı medrese tahsili pek yoktu ama onun müridi dört mezhebin müftüsü büyük alim Efendi Baba “ben Kuran’a mana vermeyi ondan öğrendim çünkü Kuran’ı mana aleminde fevkale de tefsiriyle bu zata öğretmişlerdi” buyururlardı ve hepinizin bildiği gibi efendi hazretleriyle Ali Haydar Efendinin maneviyat dolu buluşmaları orada cereyan etti ve manevi işaretle efendi hazretleri Ahıskalı Ali haydar Efendi Babaya teslim edildi. 1949 senesinde kendi köyümde Eendi Hazretlerinin arkadaşı olan Hafız Yunus efendiden hafızlığımı kuvvetlendirdim. Aynı sene içerisinde yine köyümde Efendi Hazretlerinin arkadaşı olan Nuri Osman hocadan Arapça okudum. Oda 20 yaşlarında Tifo hastalığına yakalanıp rahmetli oldu. 19501951 senelerinde sahilden 8 km uzaklıkta olan (o günkü ismi YERANOS şimdiki ismi KAVAK PINAR) bir köy vardır. Efendi Hazretleri bu köyde imamlık yapmaya başladı ve Arapça dersleri verdi. Bizde 1950 senesinde yeniden Arapça ya Efendi Hazretlerinden başladık bir sene sonra Efendi Hazretleri kendi köyünde imam oldu ve 12 talebeye icazet verdi. Bunların içerisinde; Süleyman KARAAHMETOĞLU VE Hızır BAŞAK Hocalarda bulunuyordu gayet zeki ve çalışkan arkadaşlardı. Efendi Hazretleri askerden terhis olunca 1954 Yılında Of’a döndü, bizde kendilerini evinde ziyaret ettik. O sıralar Efendi Hazretleri Efendi Baba’ya bir mektup yazar ve mektubunda Efendi Babadan kendi el yazmasıyla cevap rica eder. Efendi baba da kendi ifadesiyle dura dura bir haftada yazdığı muhabbet dolu mektubu Efendi Hazretlerine gönderir. Bundan sonra Efendi Hazretleri İstanbul’a gelir ve İsmail ağa camii’ne tamiratın peşinden, İbrahim SUBAŞI hocadan sonra imam olur. O zamanlar İsmail ağa camii dört duvar hatta duvarlardan bir kısmı dahi yıkık vaziyette iken Ali Haydar Efendi (kuddisesirruhu) nun büyük oğlu bir rüya görür. Şöyle ki İsmail Ağa Camii’nin yanından geçerken Osmanlı zevatından cübbeli sarıklı bir zat; “Neden durursuz bu camii tamir etmezsuz” dediklerini görür ve bunu babası Ali Haydar Efendiye anlatınca Efendi Baba’nın emriyle camii-şerif tamir ettirilir. Bunların dışında Balaban köyünden gelen 4 talebe daha vardı ki içlerinde 4-5 ay evvel vefat eden Tevki-i CAFER PAŞA CAMİİ emekli imamı İsmail KARAAHMETOĞLU hocada bulunuyordu. Biz ona İhrenceme derdik. Diğerleri ise Hafız Osman, Hafız Ziya ve şuanda 86 yaşlarında hayatta olan Hafız Hacı SALİH BEKTAŞ efendilerdir. Hala kendileri Tahtakale’de Asli iş hanın’da saatçilik yapmaktadır. Bunların dışında Dursun Ali VANLIOĞLU ve Ali SALİHOĞLU efendilerde vardı. Bende o zaman Kâfiye okuyordum. Efendi Hazretlerinden okuduğum ikinci senemdi ve tarihler 1952’yi gösteriyordu, o zamana kadar hiç görülmemiş bir şekilde genç bir hoca icazet vermişti. Ardından askere gitti. Askere gittikten sonra Hacı Dursun efendiye gittik 1.5 sene okutuktan sonra 6 kişiydik ve bize icazet verdi. İcazetimde efendi hazretleri- Bir hatıratımı anlatayım; gebze tarafına Şakir HOCA VE Hurşit EFENDİ ile emri bil maruf’a gitmiştik. Efendi Hazretlerinin emriyle kimseye yük olmamak için kendi yemeklerimizi kendimiz hallederdik. Fakat Süleyman Efendinin cematinden 45 yaşlarında köse sakallı biri, sohbetten sonra bizi evine yemeğe davet etti çok hoş muhabbetimiz olmuştu sonra bir ara bu zat İstanbul’a ziyarete geldi bizim evi teşrif etti ve ardın59 hocalar gördüm, hepsinde bir eksiklik var. Kimisinde haset, kimisinde kibir, kimisinde cimrilik vs. Ama Mahmud Efendiye bakıyorum’da her tarafı tamam” derdi. dan Efendi Hazetlerin’den ders almak istediğini belirtti. Bende ona sen başka bir cemaate müntesibsin niye Efendi Hazretlerinden ders almak istiyorsun? dedim. Cevaben dediki sizden sonra bir rüya gördüm. Uzun bir yol kalabalık bir cemaat vardı en önde Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bulunuyor ve başında çok nurani büyük bir taç vardı. Arkasında hulefa-i raşidin bulunuyor onlarında Efendimizinkine parlaklık bakımından yakın taçları vardı. Bu nur geriye doğru azalarak devam ediyordu. En arkada bir cemaat daha gördüm ki onlarında başlarında Resulullah (sallalahu aleyhi vesellem) ve Ashabı Kiramın başlarındaki gibi çok güzel taçlar vardı. Ben hayretle bu cemaat en arkada olduğu halde neden bu kadar nurani taçlar giymişler? diye sordum. Sonra ‘‘bozuk zamanda Sünneti Seniyye’yi yaşadıkları için onlara bu taçlar verilmiştir.’’ Diye cevap verildi ve ardından bu hangi cemmattir? diye sordum. “Mahmut Efendi ve cemaatidir.” diye cavap verildi. Bende bundan dolayı intisap etmek istiyorum demişti. mürşidinin alehinde konuşmamak kaydı şartıyla (çünkü onu o makama getiren o zat olmuştur.) izin almadan ikinci mürşide intisap edebilir. Ali Haydar Efendi Hazretlerinin tekkesine Efendi Hazretleriyle giderdik. Efendi Hazretlerine tarikatı teslim edecekmiş gibi büyük bir hassasiyetle ona önem verirdi. Ne varsa ona aktarmaya çalışırdı. Efendi Hazretleride Efendi Baba’ya tam bir bağlılık ve sadakat gösterirdi. Bir defasında Efendi Hazretlerine telhîs kitabındaki şu manayı taşıyan şiiri okumuştu: “Falanca yerin bahar çiçeklerinden istifade et, yatsıdan sonra bahar çiçeği yoktur.” Bununla şunu kast ediyordu; Ben hayattayken benden istifade et, ben gidince bu fırsat elden kaçar. Ali Haydar Efendi’de (Kuddise Sirruhu) 1960’ın 8.ayında vefat etmiştir. Menderes! Efendi Baba ya Fatih Camii avlusunda bakanlar kurulu onayı ile defin için müsaade etmişti. 27 Mayısta ihtilal olduğu için Fatih Camii avlusuna defn edilemedi. Mehmet Rüşdü Aşık Kutlu hoca efendi hem Efendi Hazretlerinin, hem de bizim tashihi huruf hocamızdır. Bir defasında sohbet esnasında demiştirki; “Mahmut Efendi bambaşka bir adamdır. İstanbul gibi bir yerde askere gitmemiş, evlenmemiş, delikanlılara, gençlere sakal bıraktırıyor, genç kızlara ve yeni gelinlere çarşaf giydiriyor, biz bunları yapamıyoruz ama o beceriyor. Çok büyük Bende bu meselenin hakkaniyetine inanıyorum. Bir defasında Efendi Hazretlerine bir müridin mürşidini bırakıp başkasına intisap etmesini sordum. Oda bana Mektubat’tan cevap verdi. Orada diyordu’ki eğer bir mürid daha fazla istifade edeceğini düşündüğü bir mürşide intisab etmeyi arzu ederse ilk 60 Bir defasında Efendi Hazretlerinin hem hocası, hem de eniştesi olan Çalekli Hacı Dursun Efendiyi ziyarete gitmiştim. Epeyce hasbihalden sonra ayrılırken bana şöyle demişti; “Mahmud Efendiye selam söyleyeceksin ellerinden ayaklarından öperim” dedi. Ben orada şok oldum. Çünkü bu zat büyük bir âlim, insan kendi talebesine nasıl böyle diyebilir? Ve dayanamadım sordum. Hocam çok özür diliyorum, bu sizin talebeniz ne öğrendiyse sizden öğrendi, şimdi hadi tevazu için elinden öperim olur, ama ayaklarından öperim demek aşırı bir tevazu olmuyormu? Oda “insan yaşlanınca hakikati anlıyor” dedi ve gözlerinden yaş geldi. Efendi Hazretleriyle rahmetli İhsan efendi arasında çok özel münasebetler vardı. Bazen İhsan Efendinin itirazlarıda olurdu. Bir cumartesi günü, yatsıdan sonra İhsan Efendiyle birlikte sohbet ederken, Efendi Hazretlerine söylememi istediği, 10 tane arzuhali oldu. Akşam geç olduğundan dolayı bende eve gittim Efendi Hazretlerine bir şey söyleyemedim. Pazar günü sabahı sohbette, Efendi Hazretleri sanki bunu duymuş gibi 10 sorunun cevabını tek tek kürsüden verdi. dine yardım edenlere yardım ederiz. İslama yardım edenlere yardım ederiz. Dini destekleyenleri destekleriz” buyurdu. Her kes kendi adamını müdafa eder. Bizde müdafa ediyoruz.” buyurdu. Peşinden “Birileri demir kara borsacısıyken, şeker karaborsacısıyken, biz ilim karaborsacısı idik. Bir gün bir evin bodrum katında, öbür gün bilmem nerede, bu şartlarda okuduk, okuttuk. Şimdi ALLAH’a (Celle Celalihü) şükürler olsun Fatih’in ortasında Kur’an-ı Kerim okuyoruz, Hadis-i Şerif okuyoruz, Tefsir okuyoruz, Vaaz ediyoruz. Hiç kimse mani olmuyor, destek oluyor. Bu yardımı kim yaptı bize? İşte bu zat yaptı onun için biz de ona dua ediyoruz” şeklinde buyurmuşlardı. Bir gün hatm-i hacegân’dan sonra Efendi Hazretleri benim için cemaate dönerek dedi ki; “Şahit olun ben Bayram hocayı vallahi de severim, billahi de severim. O buraya ALLAH (Celle Celalühü) için gelir” buyurmuştu. Efendi Hazretlerinin emriyle 1988 senesinde tefsir yazmaya başladık. Efendi Hazretleri 2-3 günde bir geceleyin beni çağırır, ve tefsir üzerine müzakere yapardık. ALLAH (Celle Celalühü) ömürlerini hayır üzere müzdad eylesin, şefaatlarine nail eylesin ve bizi ondan ayırmasın. Amin! Bir defasında Menderes henüz hayatta iken. Fatih Camii kürsüsünden Efendi Hazretlerini dinliyordum. Sohbetten sonra efendi hazretleri bir dua yaptı, ve buyurdu ki; “İslam’a yardım edenlere yardım et Ya Rabbi hiç bir kimseden korkumuz yok. Ya Rabbi şu Adnan Menderes kuluna yardım et” ve bu duayı çok ihlaslı ve acıklı bir şekilde bir miktar sürdürdü. Ardından “Bizde 61 ÂLİMLER MEDRESELERDE YETİŞİRDİ Duru’l-Fünun Vakfı’nın Mudurnu Sarot’daki İstişare Kampı’nda Merhum Prof. Dr. Osman Öztürk Hocamızın 15 Haziran 2014’de medrese eğitimi üzerine yaptığı tarihi konuşma. Prof. Dr. Osman Öztürk (1944-2014) 1944 Tarsus doğumlu olan Osman Hoca, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakültenin tarih bölümünde doktorasını tamamladı. Hacettepe, Marmara, Sakarya, Dokuz Eylül, Kırklareli Üniversitelerinde görev yapan Osman Öztürk Hocamızın yayınlanmış 15 kitabı, 120 civarında Türkçe-Arapça-İngilizce makalesi ve milletlerarası bilimsel toplantılara sunulmuş tebliğleri bulunuyor. Hoca efendi emri Hak vakı olduğunda (1 Aralık 2014), Başbakanlık Başmüşaviri, YÖK Üyesi, Kırklareli Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyeliğini deruhte etmekteydi. Evli ve dört çocuk babası olan Hoca, Arapça, Farsça ve İngilizce biliyordu. Allahtan gani gani rahmet diliyoruz, mekanı cennet olsun. 62 Bismillahirrahmanirrahim. tarihte. Yani ümmetin temsilciliği böylece lağv edildi. Bu tabi; yanlış anlaşılıyor. Halife-i Müslimin Ümmetin birliğini temsil eden kimsedir. Yoksa zamanın Şeyhul İslamı allamesi demek değildir. Onun görevi ümmetin siyasi birliğini temsil etmektir. İşte bu olmadığı için bu gün Irak’ta olanlar, Suriye’de olanlar, Mısırda olanlar, olanlar, olanlar, ondan oluyor. Ümmetin vahdetini temsil eden bir makam olmadığı için bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Aynı tarihte ümmetin müşterek dev müessesi tarihe intikal etti. Esselemüaleykum; Efendim bu vakfı gıyaben duymuştum. Fakat faliyetleri hakkında malumatım yoktu. Şimdi kısmen malumat sahibi oldum. Allah’ın ne meçhul kahramanları var. Herhalde onlardan biri de bu vakıf ve vakıf yaranı. Rabbulalemin hayırlı hizmetlere vesile kılsın. Ben hemen konuya gireceğim. Medrese dediğimiz şey burada sadece ulumuşeriyye okunmuyordu. Tıp da okunuyordu, fen ilimleri de okunuyordu. Mühendislikte okunuyordu. Mesela; vakfiyelere bakarsak, diyelim ki Kanuni Sultan Süleyman’ın medresesinde Tıp medresesi diye yazıyor. Yani bizde medrese, her türlü “nafi” faydalı ilmin tarih boyu okutulduğu dev müessese demektir. Üçüncüsü de; Şeyhulislamlık, Diyanet işleri Başkanlığı Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlük haline getirildi. Ya, şimdi bu üç mühim hadise hepsi muazzam yıkıma sebep oldu. Süre sınırlı, “Hayru’l kelam ma kalle ve delle” fehvasınca, inşallah özlü bir şeyler söyleyelim, hatırda kalsın vesselam. Tabi bu bütün İslam Dünyasında müşterektir. Hindistanda da medrese derler, Arabistan’da da medrese derler. Biz de medreseyle geldik 1924’de kadar. Nihayet 1924’te üç mühim kaybımız oldu müslümanlar olarak. Bunlardan birisi medreselerin kaybıdır. Medreseler yasaklandı, tarihe intikal etti. İkincisi Halifelik kaldırıldı aynı HOCA YETİŞMİYOR Şimdi bu üç mühim hadise, aslında bunlar birbirine bağlı şeyler. Tekrar medreseye dönelim; Medrese dediğimiz zaman, oradan hoca yetişiyordu. Çünkü sistem ona göre kurulmuş. Bugün onun yerini işgal eden ila- 63 böyle bir şey. Anlatıyoruz dersi çocuk nasibi kadar alıyor geçiyor gidiyor. Hangi kitabı takib edeceksin? İslam hukuku okutuyoruz haftada iki saat. Haftada iki saatle ben hangi kitabı okutucağım. Böyle bir şansımız mı var? Onun için toparlayıp bir şey söylüyoruz. Geçiyor gidiyor. na biz İngiltere diyoruz. Yoksa oranın adı Birleşik Krallık; United Kingtom diyorlar. Birleşik Krallık; Başta bildiğiniz gibi Kraliçe var. Kraliçe mukaddes, onu herhanbir şekilde tenkit etmek dahi suç. Bu kadar gelişmiş demokrat İngiltere’de herkesi tenkit edebilirsiniz Kraliçeyi tenkit edemezsiniz. Sebebine gelince halifeliktir. Dünya Anglikan Kliseler Birliği’nin başkanıdır bu kadın. Kutsaldır, eleştirilemez. Yani hem padişah hem halife. İnsan burada düşünüyor ve mühim bir gerçeği yakalamaya çalışıyor.Nedir o? Bu İngilizler bize hem padişahlığı hem halifeliği kaldırtmışlar; kendileri o gün bu gün hâla yaşatıyorlar. Neden ne sebep? İşte onun cevabını bu günlerde cereyan eden şeyler ele veriyor. Irak’ın ahvali veriyor. Filistin hadisesi, Afganistan, hepsi, hepsi, hepsi, bunun cevabını veriyor. Üçüncü önemli bir husus; Medrese talebesinin hiçbir ihtiyacı olmaz. Fakir olsun zengin olsun muhakkak vakıf tarafından her şeyi karşılanır. Kalemine varana kadar, defterine, kitabına varana kadar, hiçbir ihtiyacı olmaz. Bundan dolayı da, ne aileye yük olur, ne kendisi sıkıntı çeker. Çünki; vakfıyeler elimizde, orada yazıyor. Her medresenin vakfı var. O vakıf talebenin bütün ihtiyaçlarını karşılar. İNGİLTERE HÂLA KRALLIKLA YÖNETİLİYOR VE KRAL KUTSALDIR hiyatlardan hoca falan yetişmiyor ne yazık ki. Yani hoca olarak bulunduk, bulunuyoruz, ben böyle bir şey görmüyorum, hoca yetişmiyor. Çünkü sistem ona göre kurulu değil. dim. Ünvan bunlar bu sahte unvanlar ilmi katletti, ilmin canına okudu. İnsanlar buna meftun çünkü. Şimdi sabahtan öğleye kadar müderrisler ders okutuyor, Öğleden sonra aynı okutulan dersleri muid isimli yardımcı hocalar okutuyor. Muid; malum iade eden tekrar eden. Bir nevi asistan diyelim, lâ teşbih diyerek. Araştırma görevlisi deniyor şimdi, eskiden asistandı. Sabahleyin hocalar ne okutuyorsa öğleden sonra asistanlar (muidler) aynı dersi tekrar ediyor. Ders perçinlendi bi defa, gayet mühim iki defa tekrar ediliyor ders. Bir de dışarıda cami dersleri var. Oradada Ders-i âmlar var. Ders-i âm demek; umuma ders veren. Herkese serbest, isterse sivil de gider, talebe de gider. Uyanık talebe ne yaparmış, Ders-i âm‘ın camideki dersine de iştirak eder. Dersi üç kez tekrar etmiş oldu. Bakın şimdi farkı görelim. Bir defa medrese talebesinin tamamı yatılı olmaya mecburdur. Gündüzlü medrese talebesi olmaz. İkinci husus; medresenin mimari tarzı buna elverişli yapılmıştır. Gidiniz Fatih medresesini ziyaret edin, Süleymaniye’yi… Ne göreceksiniz. Dış dünya’ya kapalı, kendi iç dünyasına açıktır. Ortada büyük bir avlu, havuz, vesaire… Ama dışarı ile irtibatı haftanın 5 günü yoktur. Cuma günü zaten medreseler resmi dairelerle beraber tatil eder. Bir de ayrıca salı günü medrese tatili vardır. O günde talebe kendi ihtiyacını temin eder vs. Neticede haftada iki gün dışarı çıkar beş gün oradadır biir. Bu mesele demek ki bu günleri hazırlamak için ısrarla gündeme gelmiş ve bu 1924’te çözülmüş. 1924’te halifelik kaldırıldı. Canım başka yerde kurulamazmıydı, inşa edilemezmiydi? Elbette edilirdi amma buna da müsade edilmedi.Bu sahada bir takım teşebbüsler oldu, olmadı değil, en yakınlarına temas edeyim kısaca. Mesala Suud Kralı Melik Faysal böyle bir ihya hareketinin içindeydi, onun için Rabıtatül Âlemil Diğer mühim mesele, Hatırat yazmış insanların yazdıklarında şunu görüyoruz. Halifeliğin ısrarla kaldırılmasını taleb eden İngilizler. Ondan evvel 1922’de saltanatın, padişahlığın kaldırılmasını da yine İngilizler telep etmiş. Şimdi bakıyoruz, İngiltere hala padişahlıkla yönetiliyor. İngilterenin adı- KİTAP OKUNUR BİTİRİLİR İkincisi sabahleyin öğleye kadar müderrisler, lâ teşbih profesörler diyelim, la teşbih diyorum; Çünkü o müderrisin cebinde elli tane profesör var. Onların hayatları meydanda, bir kısmına da yetiştik. Rahmetli hocam benimle alay ederdi. Ali Yakub Hoca; Yahu sen profesörsün. Hocam senin bir cebinde elli tane profesör var. Ne kıymeti var efen- Medrese’de muhakkak her sene her fenden bir kitap bitirilir. Tefsirse bu sene tefsirden bir kitap bitecek. Hadisse bitecek. Usulse bitecek. Gelecek sene başka bir kitap, bir yukarısı böylece medreseyi bitirene kadar her fenden üç, beş, sekiz kitap bitirir olur imiş medreseli. Yok, bugün ilahiyatlarda 64 65 İslamiye’yi kurdu. Adı bu işte, İslam Aleminin Birliği. Ne demek, işte halifelik ve kendisi de oranın ismi ilan edilmeyen başkanıydı, fakat başkanlık ilan edilmiyordu. Orada bir genel sekreterlik ünvanı vardı.Üniversiteden bir hoca vs. Krallığın itimat ettiği bir insan orada genel sekreter olurdu.Yıllarca esas gizli olan buydu. Oranın başkanı Melik Faysaldı. Fakat Melik Faysal, yıllar geçti bu işi kuvveden fiile intikal ettirme çabalarını arttırınca yeğeni tarafından öldürüldü. Amerika onu yeğenine öldürttü. Çünki yeğeni teklifsiz Melik Faysal’ın huzuruna girip çıkabiliyordu. İşte biz bunu yaşadık. İkinci olarak Pakistan Devlet Başkanı Ziyaü’l Hak merhum bu teşebbüse girişenlerden birisiydi. O da ciddi manada Pakistan’ın hem İslamlaşmasını hem de böyle bir İslam birliğini kendisinin temsil etmesinin gayret ve çabası içerisindeydi.Onun da uçağını havada berhava ettiler oda öyle gitti. Dolayısıyla şimdi bu kefereyi fecereler; ümmet vahdet içinde olmasın ki aziz olmasın, izzet içerisinde olmasın diye yaşatmıyorlar. Amerikanın dikkatini çeken şey; Türkiye ekonomisinin düzgünlüğü. Biraz da İslami hayat eskiye göre serbest olunca İslam dünyasında Türkiye’ye karşı halk’ta (devletlerde değil) bir muhabbet meydana geldi. Hatta Balkanlarda ciddi muhabbet meydana geldi ve işte bu muhabbet sonuçta Suriye hadisesini meydana getirdi. SURİYE PROBLEMİ TÜRKİYE’Yİ KÖŞEYE SIKIŞTIRMAK İÇİN İHDAS EDİLDİ Benim şahsi kanaatim Allah’u e-lem Suriye hadisesi tamamen Türkiye’nin aleyhine kullanılmak üzere icat edildi. Çünkü o kadar güzel gidiyordu ki Suriye ile münasebetler, yani yazılmıyor, çizilmiyordu ama sınırlar kalkmıştı adeta, evet öyleydi bu kadar bir birlik meydana gelmişti. Gidiliyor ve geliniyordu böyle bir hal idi ve insanlar bizi çok seviyor ve taktir ediyor idiler. Tabii sonuçta oradan başlatıp işi dallandırdılar budaklandırdılar bakın şimdi ne hale geldi. Daha da ne olacağı belli değil. Bütün bunlar tabiî ki acaba yeniden derlenir toparlanır da şu Türkiyeli Müslümanlar ecdadı zamanında ki izzet ve onuru kazanır mı yeniden? Ve dünyanın hukuka dayalı bir sahibi olurlarsa biz ne yaparız. Çünkü prensibimiz buydu, İslami prensip, hukuksuz iş yok, ordu savaşa gidiyor. Resülullah (Sallallahü Aleyhi Vesellem) bildiğimiz gibi bir ton yasak koyuyor; OLMAYAN ŞEYİ SÖYLÜYORLAR Şimdi Türkiyemizin böyle bir çabası yok. Ben bilmiyorum Türkiyede böyle bir şey olmadı. Çünki çok tehlikeli bir şey. Fakat 20 gün evvel Riyad’daki Camiatül Melik Essuud El İslamiye’nin rektörü bir konuşma yapıyor. Üniversite hocalarını almış karşısına, sağolsun bir arkadaş göndermiş görüntüsüyle birlikte. Orada bu olmayan şeyi söylüyor, diyor ki; Tayyip Erdoğan Halife olmak istiyor “Hangi hakla” diyor. “Allah Allah” diyor. “Kendisinin memleketinde kafa çekiliyor, zina işleniyor, bilmem ne yapılıyor, ne halifesi oluyormuş” diye saldırıyor, müthiş bir şekilde saldırıyor. Kendim dinledim seyrettim. Şimdi Türkiyenin böyle bir şeyi yok ama Türkiyenin başka bir şeyi oldu. Son yıllarda Türkiye; maddi-manevi cihetten bir takım ilerlemeler kaydetti. Bu tabi yine dış dünyanın çok dikkatini çekti. Hilafet milafet yok. Türkiyede biz böyle bir şey bilmiyoruz. Nedir olan şey; dini hayat üzerindeki baskının kaldırılması gayreti, işte başörtüsünün serbest olması vb. Bildiğiniz şeyler bir de dış dünya’nın; Avrupa ve Çocuklara ilişme, hastalara ilişme, kadınlara ilişme, ekinleri yok etme, ağaçları kesme, insanlığın yaşaması için yüzlerce savaş yasağı. Yani cihat meşru ama tahribat asla. Nerde var böyle bir devlet, sistem? Görüyor musunuz? Biraz tarihçilik yapıyorum, elli yıla yakın zamandır. İslam’ın dışında böyle bir hassasiyet, insanlık yok. Peki gözlerimizin önünde Suriye’de olanlar, Irak’ta olanlar, Afganistan’da olanlar, hukuk var mı? insanlık var mı? Hukuk kollandı mı, kollanıyor mu? Bu savaş yasaklarına dikkat ediliyor mu? Hayır. Onlar bilmez. BATININ ÇİRKİN YÜZÜ GİZLENDİ VE KUTSALLAŞTIRILDI yazıyor, 18 cilt yazdı. 20 Ciltte tamamlayacağım diyor. Ne yazık ki Almanca … Çünkü bu çalışmaya başladığı zaman Türkçe yayınlanma şansı yoktu. Ne diyor orada? Diyor ki;10.yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar 700 yıl bu Avrupa’nın hocası bizdik. İşte isbatı diye bütün ilimlerde, bilimlerde neler yaptık bunlara neler öğrettik, yazıyor. Bunu bu ülke insanı bilsin istenmiyordu. Şimdi Allah’a şükür. İşte bu kitaptan kısmen Türkçe yayın yapıldı. Üstelik Kültür Bakan’lığı bastırdı. Ve onun biraz daha daraltılması yapıldı. Tavsiye edeyim. Efendim, sizler hepiniz okur anlarsınız onu ‘‘Bilim Tarih Üzerine Söyleşi’’ diye bir kitap. Fuat Sezgin Bey’le yapılmış birkaç röpotaj’dır. O kitabı alırsanız göreceksiniz ne muazzam şeyler var, kaybımıza dair. Ve bu dünyanın hocalığına dair. Bu Avrupalı, Amerikalı müsbet tanıtılmış bir millet. Ne yazık ki bizim hastalığımız, manevi hastalığımız dolayısıyla bunların gerçek yüzü saklandı. İlimle alakalı kaynaklar gizlendi, abartıldı ve övüldü. Şimdi Allah’a şükür yeni yeni bakın mesala biz bir ders okutuyoruz üniversitede, İslam bilim ve teknoloji tarihi. Bundan 20 sene öncesine kadar biz Müslümanlarımızın bilim teknolojide namı yok farz edilmiş, yapılan işler faliyetler gizlenmiştir. Bildiğimiz falan yoktu. Ama bu Avrupalılar biliyordu. Onlar yayın yapmışlardı kendi dillerinde, bu kitaplar bunları yazıyordu, fakat bizde yoktu. Allah’a şükür son yıllarda bizde de bunlar yazılmaya çizilmeye ders olarak okutulmaya başlandı. Bu da onları kuşkulandırıyor. 700 YIL AVRUPANIN HOCASIYDIK ŞİMDİ FUAT SEZGİN HOCAMIZ VAR İşte kardeşler! O dev insanlar var ya 10. yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar Avrupa’nın hocalığını yapan insanlar, medrese mezunuydu. Medrese; Mesele orada, şimdi oraya gelelim. Bunlar medrese mezunu, fakat Şimdi düşünün dünyaca meşhur ilimler tarihi hocamız var Profesör Fuat Sezgin, 90 küsur yaşında. Hala hafızası yerinde, kitap 66 67 MEDRESELİ MÜSTAĞNİ İDİ mı haydi herkes evinin yolunu tutuyor ve yine tekkeye uğruyor. Usul böyle, yine bir çorba içilir. Yine Arif-i billah zat bu sefer de yorgunluk alıcı bir muhabbet yaparmış. Müstağni medreseli her şeyden müstağni. Gönlü gözü tok bir medreseli. Birşeye ihtiyacı yok. Zikir, fikir, ilim zaten sistemi oturtulmuş. Böyle olunca tabii oradan hoca yetişiyor idi. Alim başka bir şey. Alim ile hoca aynı demek değil. Hoca demek medreseyi bitirmiş, orada okunması gereken ulum-i şeriyye’yi tahsil etmiş, hazmetmiş, nasıl hazmetmez ki; Bir dersi üç kez tekrar edince elbette hazmolur. Böyle bir dev müessesemiz varimiş. Medresede ilmin yanında, haftanın beş günü aynı manevi havayı teneffüs var ya, tabii ona biz eğitim diyoruz. Öbür gördüğüne öğretim diyoruz. Yani ilim öğreniyor öğretim, diğeri eğitim. Eski adı talim ve terbiye idi. Talim; ilim Terbiye de; öğretim. Tabi mühim olan yatılı oluş, yatılı olunca orada bütün eğitimi, İslami olarak almak mümkün oluyor. Çünkü vazifeliler var. Onlar hem üsve-i hasene güzel örnek oluyorlar. Hem de lazım gelen mudahaleyi yapıyorlar. Böylece güzel bir malumat, aynı zamanda güzel bir terbiye olmuş oluyor idi. Rahmetli Mahir İz Hoca derdi ki; 50 kişi dinlerdik sohbeti, akşam çıkar derdik ki; Beni anlattı, öbürü, yok beni anlattı, diğeri de öyle. Yahu, derdi, nasıl bir sohbetti ki bu, 50 kişinin derdi aynı olmaz. Nasıl oluyorda herkes beni anlattı diyor. Allah! Allah! Ee tarla mübarek olunca bunlar yetişiyor tabii. Evvela bir arazi temizliği lazım. Onun için de ne yapacaksınız? Medresede yön vereceğiniz çocukları cemiyetten ecdadımız gibi tecrit edeceksiniz, orada okuyan himaye oluyor. Her şey her türlü masraf oraya ait. Hatta yılda bir defa hani piknik falan deniyor ya, eskiden tenezzüh deniyormuş Talebe pikniğe gidiyor her türlü masrafını vakıf veriyor. Yani bir istiğna hali var. HAYAT SABAH NAMAZI İLE BAŞLAR İKİNDİ NAMAZI İLE BİTERDİ bize medreseyi yıllarca ne olarak tanıttılar? Medrese asker kaçaklarının doldurduğu bir miskinlik yurdu. İstanbul’da yaptım tahsilimi, burada böyle öğrettiler bize. Asker kaçakları dolarmış medreseye. Niye? Çünkü Osmanlı medresede okuyanı askere almazmış. Böyle bir şey yok. Öyle bir şey olsaydı nasıl olacaktı bu iş. 700 yıllık Avrupa hocalığımız nasıl olacaktı. Kötülemek için tekkeyi de öyle yapmadılar mı? Tekke nedir? Uyuz olup kaşınanların yeri demedilermi? Şimdi biz üniversite hocasıyız. Yıllar yılı bir tarih’te imtihan için bina sorumlusuydum. Orada yapılan imtihandan biz mesuluz. Bir sual gelmiş, orada çıkıyor karşımıza bizden de saklıyorlar. 1925’te tekke yasaklanıyor. 30 Kasım 1925, tekkelerin yasaklanması. Halbuki son yılardaki çalışmalar şunu gösterdi ki tekkeler bu cemiyetin olmazsa olmazı, sigorta kuruluşlarıymış. İşte o kavgalar gürültüler zırıltılar var ya hepsini engelleyen bir müssese. Biz bu medreseye yetişemedik, yaşımız dolayısıyla ama hocalarımız medreseye de yetişti tekkeye de yetişti. Anlatırlardı her mahallenin tekkesi olurmuş. Sabahleyin işe giden, mektebe giden, her neyse tekkeye uğrar orada bir çorba olur, o çorbayı içer. Orada Arif-i billah Allah-ı hakkıyla tanımış bir has zat olurmuş. O zat orada 5-10 dakika kısa bir sohbet yapar. Cilalar onları gönderirmiş. Hocam böyle anlatıyor. Cilalardı diyor, parlatır, moral verir. Haydi ya Allah, onlar giderdi, diyor. Akşam olur, işçisi, aşçısı, talebesi yorulmuş, üşümüş eve gitmeden yine tekke’ye gidersin. Çünki akşam namazında tatil olmuyor hayat ikindi namazında bitiyor. Hayat Osmanlı’da böyle. Sabah namazla başlıyor, ikindi namazıyla bitiyor. Onun için ikindi namazı kılındı “Miskinler tekkesi ile ilgili cevap aşağıdakilerden hangisidir?” Doğrusu diye neyi yazmış bir bakın. “İşsiz güçsüzlerin oturup fosur - fosur sigara içtiği bir yerdir.” Doğru cevap buymuş meğer. O soruyu iptal ettirdik Allah’a şükür. Miskinler Tekkesi; Bulaşıcı bir hastalığa müptela olanların tedavisinin yapıldığı, cemiyeti bulaşıcı hastalıklardan korumak için hastanın tecrit edildiği tecrithanedir. Karantinahanedir. Bizim dev müesseselerimizi birer birer iftira ile yaraladılar. 68 69 Bugün bu hiç yok zaten. Onun için sizleri bu vakfın, bu kadim usule uygun olarak yaptığı verdiği eğitimin, öğretimin, çabanın doğrusu kıymetini bilenler olarak karşımda görüyorum. Allah razı olsun, fevkalade mühim bunu size anlatanlar iyi anlatmış. Siz de Maşaallah alıcınız kuvvetliymiş, hemen yakalamışsınız ve buna sahip çıkmışsınız. Buralara kadar gelip kamplar yapıp, meseleyi böyle ele alıyorsunuz. Allah sayinizi meşkür etsin. Yani yapılan iş mühim onu demek istiyorum. Bu dev kadim İslami müessesenin devamı lazım geliyor. Yoksa ila- hiyatla olmuyor. İlahiyatlar hoca yetiştiriyor falan değil. Tekraren söylüyorum, ders’te de söylüyorum; hoca olmayacaksınız çocuklar dikkat! Onun için dışarıda hoca olacağınız yerler arayın. Burada diploma alacaksınız o kadar. İlmi gene siz eski usul öğrenmeniz icap diyor. O tarzda öğreneceksiniz burada olmaz. Böyle üç sayfalık not, beş sayfalık notla olmaz. 1924’te medrese kapatılıyor ama Karadeniz’de, Doğu’da, Günedoğu’da bu faaliyetler devam ediyor. İnkıtasız devam eden medreseleri gördük, nasib oldu, ziyaret ettik. Tillo vs. gezdik oralarda gördük. Tabi o çok büyük bir fedakarlıktır. Onlardan da Allah razı olsun. Şimdi sizlerde onlar gibi bu geleneği devam ettirenlersiniz. Öyle görüyorum ve o heyecanla geldim. Yoksa birkaç gündür Kırklareli’ndeydik. Efendim apar topar ısrarla bizi buraya davet ettiler, geldik. Bu heyecanla geldim. Eğer burada böyle bir şey değil de, onun yerine modern bir eğitim – öğretim ile alakalı bir şey olsaydı, hiç zahmet etmezdim. Doğrusu bu çok mühim bir hadisedir. Bunu çok sıkı tutmamız lazım geliyor. Efendim eski hocaefendilere tabi yetiştik, nasib oldu bir kısmından ders okuduk, feyz aldık. Şimdi bakın hatırıma geldiği için söylüyorum, söylemeden geçemeyeceğim. Nerede anlatsam hoşuna gidiyor dinleyenlerin. HÜRMETLİ İDİLER PARAYA İTİBAR ETMEZLERDİ Birinci husus; Bu eski hocaefendilerin, birbirlerine karşı çok hürmetleri vardı. İkinci husus; dünya ile alakaları bizim gibi değildi. Üçüncü husus; Herhangi bir şekilde bu ilmi öğretirken paranın pulun peşinde değillerdi. Ben bu hocaefendilerin hemen hepsine para veya bir hediye teklif ettim. Uzun süre ders okuduk.12 sene 15 sene ders okuduğumuz hoca oldu, aynı hoca gece 12’ye kadar ders okutuyordu. Benim böyle uykum geliyor başım düşüyordu. Allah rahmet etsin, Hocam çenemi tutuyor, yahu ben uyumuyorum sana ne oluyor diyor. Bu insanların hakkını para ile de ödeyemeyiz ama iyi kötü bir hediye vermek istediğimizde cevapları müşterek idi; “Biz bu ilmi para ile öğrenmedik”. 70 “Dolayısıyla para ile öğretemeyiz.” tan parmakları yassılaşmıştı. 8 Ciltllik bir eser yazmıştı. Hukuki İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu. İstanbul Üniversitesi 1942’de bastırıyor bu eseri ve o zamanın rektörü İslam düşmanı, mescidimizi kapattırmıştı. O bile bu esere methiyeler döktürüyor. Diyorki; Avrupa’da böyle bir eseri komisyonlar tolanıp yazarlar asla bir şahıs yazamaz, ama bizde bu dev eseri bir şahıs yazıyor, onun bu ilmi önünde saygıyla eğiliyorum, demişti. Şimdi bu insanlardan bir kaç hadise anlatayım. Birgün Rahmetli Mahir İz Hocamız vardı. Mahir İz Hoca, birinci mecliste bulunmuş 1920’lerde. Babası Medine-i Münevvere Kadısı olan Abdulhalim İsmail Efendi, dayısı Şeyhul İslam Husnü Efendi. Böyle ecdattan, anneden, babadan ulema bir zatın çocuğu idi. Kendisi bizim hocamız idi. Yazları Emirgan’daki evlerinde duruyordu. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde kendisi ve merhum Ömer Nasuhi Bilmen Efendi beraber aynı dönemde hocaydılar. Dolayısıyla çok iyi tanışıyorlardı. Birgün bana hocam dediki: Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendiyi alıp bize getirir misin? Biraz sohbet edelim. Ben de Hoca Efendiye söyledim, kabul etti. Hiç böyle şeylere hevesli olmayan bir insandı, Mahir Hocayı çok seviyordu, kabul etti gidelim dedi. O esnada yanlış bir iş yapmışım, sonradan öğreniyorum. İstanbul Müftülüğü yapmış dersi âmlardan Bekir Haki Yener Hocamıza da söyledim. Hocam; Mahir Hocaya gidecek Ömer Nasuhi Bilmen, siz de gelir misiniz? O da gelirim dedi. Tabi onu da aldım, herikisinin de evi Fatih’deydi. Fatih’den yola çıktık, Beşiktaş’a geldik sahilden geliyoruz Emirgan’a. Sonunda sordu Ömer Nasuhi Efendi; kardeş dedi burası neresi? Burası beşiktaş dedim. Dedi ki ben burayı bilmiyorum, 60 yıldır İstanbul’dayım buraya hiç gelmedim, ismini duyuyordum, cennet gibi yermiş dedi. Döndüm sordum Bekir Haki Hocamıza, siz geldiniz mi? Yok, ben de gelmedim, dedi. Sonra Arnavutköy’e vardık, her ikisi birden burası neresi?, dediler; Arnavutköy dedik, şaşırdılar. Daha sonra Emirgan’a geldik 60’lı yıllar o zaman oralar yemyeşil orman çok beğendiler, cennet gibi yerlermiş dediler. Rahmetli Mahir İz hoca kömür semaverini demlemiş, Bekir Haki Efendi de çayı çok seviyordu, müthiş tiryakiydi, karşıdan birisinin çay getirdiğini görünce, çay geliyor efendiler ayağa kalkmak lazım derdi. Öbürü de ehl-i muhabbettir, devamlı konuşur, ama şimdi tersine o susuyor o konuşuyor. Ömer Nasuhi Hoca, Mahir Hocayla konuşuyor, Bekir Haki Efendi ise hep susuyor. Bunun sebebi sorulduğunda, “Yahu ben terbiyesiz miyim? Ömer Nasuhi Hoca Efendi benden medresede bir sene daha fazla kıdemli, ben onun yanında konuşur muyum” dedi. ‘‘Allah! Allah! medresede bir sene kıdemliymiş ve onun yanında konuşursa edepsiz olurmuş...’’ İşte bu insanlar böyleydi. Hülasayı kelam; İlim bu, irfan bu, medrese bu, alim bu, ALLAH (Celle Celalühu.) mubarek etsin, sa’yınızı artırsın. Mahir Hocayla Ömer Hoca konuşuyorlardı. Bekir Haki Hoca hiç konuşmuyordu. Esasen Bekir Haki Hoca çok konuşkan, Ömer Nasuhi Hoca Efendi fazla konuşmayan biriydi. Ömer Hoca hep yazardı yazı yazmak- 71 Camii ve Medrese İç İçe Medresenin ve mescidin kucağında yetişen ulemamıızın evlatları olarak nesilleri ilmiyle amil olarak yetiştirmeyi arzu ediyoruz. Günümüzde İslam dünyası tarihinde hiç olmadığı kadar tefrika, ihtilaf ve kargaşalarla yoğrulmaktadır. Kuşkusuz ki bunun temelinde cehalet yatmaktadır. Hâlbuki İslam; ilim, amel, ihlas, ittifak ve kardeşlik olgularına abideleştirircesine önem vermiştir. Bizler dünya Müslümanları olarak tek bir ailenin fertleriyiz. Tek bir gövde de birleşen ulu çınarın dallarıyız. Bizleri birbirimize bağlayan sarsılmaz bağımız Kur’an ve Sünnet’tir. İşte bu köklü bağlarımızı diri tutan ise İlmî medeniyetimizdir. Ehli sünnet itikadı üzere, hakikat dünyamızı aydınlatan belli başlı merkezler arasında Mısır, Suriye, Hindistan ve Pakistan medreseleri önde gelmektedir. Fakat bu kalelerden Suriye ve Mısır ciddi tehdit altındadır. Dahasını söyleyelim, malesef bugünün şartlarında ne Suriye ne de medreselerinden Devamı 74. Sayfada 72 73 bahsedemeyiz. Kaldı ki burası ilim serüveninin başını çekiyordu. İşte tam bu noktada, bu makus talihi tersine çevirmeyi murad ettik ve kurumumuzun dört farklı alandaki hizmetlerine beşincisini ilave etmek düşüncesi ile arazi mülkiyeti vakfımıza ait olan ilgili alanda ilk adımımızı attık. 500 talebeye hizmet edecek ve eğitim dili tamamen arapça olacak merkezimizin talebeleri, dünyanın dört bir tarafından, hocaları ise Suriye ağırlıklı olmak üzere, İslam coğrafyasının seçkin âlimlerinden oluşturulacaktır, İnşaallah-ur Rahman. İstanbul Sancaktepe’de gayet merkezi alanda olan bu projemiz, iki eğitim binası ve bir camiden müteşekkil olup toplam 11.092 m² kapalı alana sahiptir. 74 75 Teknik Bilgiler Uzun yıllardır müslüman ferdlerin eğitimi ve nitelikli bir toplumun inşaası gayesiyle islami eğitim alanında hizmet eden Daru’l-Fünun Vakfı, alanında edindiği tecrübeleriyle, bir eğitim kurumunda olması gereken ne varsa, Uluslararası Osmanlı Medresesi projesinde toplamaya karar verdi. İstanbul Sancaktepede yükseklecek bu medrese talebelerini islam ilmiyle donatırken aynı zamanda onların günlük yaşamlarını ve sosyal ilişkilerinide şekillendirmelerine yardımcı olacak, sosyal imkanlarıyla tam donanımlı müslüman ferdleri islam alemine ve ülkemize kazandırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda medresemizin bazı teknik detayları aşağıda belirtilmiştir. TEKNİK DETAYLAR Yönetim Resepsiyon Karşılama Vakıf Baş.Odası Misafir Bekleme Yeri Sekreterya Yatakhaneler Müdür ve Müdür Yard.Odaları Dershane (Her katta 3 Adet) Danışma Hocalar Odası Yönetici Odaları Elbise Dolapları Toplantı Salonu Asansörler ( 4 Adet ) Muhasebe Bölümü Kat Nöbetçi Odaları Doktor ve Revir Bölümü Teras + Çok Amaçlı Salon Yemekhane + Soğuk Mutfak Amfi Tipi Konferans Salonu Wc’ler, Duşlar ve Lavabolar Yemekhane ( 500 Kişilik ) Terlik Ayakkabı Odası Cami İçin Abdesthane +Wc’ler Anons Odası + Berber Salonu Su Depoları ( 30 Tonluk ) Aşçı İstirahat Odası Spor Salonu Spor İçin Soyunma Odaları Çamaşırhane Duşlar ve Engelli Wc ‘leri Mekanik ve Motor Odası Yemek Dağıtım Yeri Soğuk hava ve Dipfriz Bulaşık Arabaları Temizlik Odaları Kiler ve Kantin Elektrik Odası Yük Asansörü Ana Mutfak Otopark ve Yıkama Yeri Et Hazırlama Yeri 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 Hizmetimize gönül veren aziz kardeşlerimize... Değerli katkılarınızla kısa zaman içerisinde Allah’ın izniyle bir çok hizmete imza attık. Yüzlerce vatan evladına hizmet sunduk ve sunuyoruz. Bir hayalimiz var, yediden yetmişe herkesi İslamın gülen yüzüyle tanıştırmak, bataklığa saplanan zihniyetleri Kur’an ile aydınlatmak, bu gayeyle sizlerle daha nice hayırılı programlarda beraber olmayı arzu ederek, hizmet dolu bir ömür geçirmeniz temennisiyle hepinizi Allaha ısmarlıyoruz. assa grafik