Evrimin sonsuz çıkmazları By: Mar 19, 2011 ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, kendi iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin genel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıklarını ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan NeoDarwinizm'in bütün yapısı, artık tamamıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları kitabının yayınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçeceğe benzemektedir. ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, kendi iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin genel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıklarını ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan NeoDarwinizm'in bütün yapısı, artık tamamıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları 1 kitabının yayınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçeceğe benzemektedir. İzah edilemeyen başlangıç SADECE türlerin orijini değil, aynı zamanda hayatın kendisini de izaha yeltenen evrim fikri, daha işin başlangıcı sayılan canlı ile cansız arasındaki boşluğu dahi açıklayamamaktadır. Şartlanmış evrimciler, hayatın kökenini daima tabiatçı temele dayalı bir felsefe ile açıklamaya çalışmışlardır. Ancak bunların düşünceleri gerçek bir vakıaya dayanmayıp, hiçbir zaman bir inanç olmaktan öteye gidememiştir. Bir zamanlar, evrimci ilim adamları tarafından da dünya çapında kabul edilen spontan generasyon, ya da kendiliğinden meydana gelme inancı, şimdi artık hiç kimse tarafından rağbet görmemektedir. Bu inancın, Lamarcksizmde olduğu gibi, karşılaştığı problem, denenebilirliği idi. Nitekim Louis Pasteur tarafından dikkatle denendiği zaman, tamamen yanlış olduğu ortaya çıktı. Ancak, en azından mutaassıp evrimciler tarafından kastedilen tek şey sadece, günümüzde hayatın cansız maddelerden meydana gelmiş olması değildir. Bunlar, kendilerinden çok daha emin bir şekilde, hayatın geçmişte, şartların farklı olduğu bir zamanda her nasılsa meydana gelebildiğini söylemekte ve tecrübe edilebilir olmadığından dolayı da bu iddia reddedilememektedir. Böylece evrimciler, bilinmeyen bir hayat şeklinin, bilinmeyen bir kaynaktan oluşan, bilinmeyen enerjilerle beslenen, bilinmeyen bileşimdeki bir atmosferle temas halinde olan, bilinmeyen kimyevî yapıdaki bir denizde, bilinmeyen bazı hâdiselerle meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Bu durum, bütün sistemi, denenebilirliğin çok ötesine götürmekte ve böylece Evrimciler için çok cazip hale gelmektedir. Bu senaryo günümüzde hemen her biyoloji kitabının ayrılmaz parçası halindedir ve öğrenciye modern ilmin kesin sonuçları olarak takdim edilmektedir. İngiltere'de Dr. John Gribbin'in son yayınladığı bir makalesinde bu durum şöyle tenkit edilmektedir: Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksijenle birleşebilen metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde düşünülmüş ve öğretilmiştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep, böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı olabilecek moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabileceği inancıdır... Bu tablo, genel olarak hayalleri cezp etmiş, amonyak ve metandan oluşmuş bir atmosferle sarılı bir gezegenin, deniz ve göllerinde hayatın oluşumu hikâyesi, her okul öğrencisinin bildiği ilmi bir folklor haline gelmiştir. Böylece bir kuşağın "sigortalı bilimsel gerçeği" ikinci kuşağın "bilimsel folkloru" olmuştur.2 Monitör, oksijensiz atmosfer fikrinin hızla değiştiğine dikkati çeker ve şöyle der: Eski oksijensiz atmosfer fikrinin terk edilmesi, birçok evrim doğmalarından birisi olup, bu doğmalar günümüzde parçalanırcasına değiştirilmekte veya terk edilmektedir. Oksijensiz atmosfer fikri son zamanlarda öyle hızlı bir şekilde çürütülmüştür ki, birçok evrimcinin bu durumdan haberi bile olmamıştır. Mars ve Venüs gezegenlerinin atmosferleri ile ilgili uzay programları ve yer kürenin içerisindeki volkanik gazların bileşiminden elde edilen bilgiler, konuya vâkıf ciddi ilim adamlarının oksijensiz atmosfer fikrini terk etmelerinde büyük rol oynamıştır. Her ne kadar hayatın kökeni ile ilgilenen biyologlar, indirgenmiş gazlardan ibaret atmosferden sık sık bahsederlerse de, bu durum, son gelişmelerden haberdar olmamak kadar, bu gelişmelere şiddetle karşı koymak isteğinden kaynaklanmaktadır... Üç gezegenin hepsinde de ilk atmosferin oksijenli bir atmosfer olduğunun ortaya çıkması, güneşin ültraviyole ışınları ile enerjisi sağlanan ve metan/amonyak gazlarından oluşmuş bir atmosfere sahip yer kürede, hayatın meydana geldiğini bildiren biyoloji kitaplarını yeniden yazma zamanının geldiğini gösterdi.3 Clemmey de ilk atmosferin CO2 bakımından zengin olduğunu belirtir: İlk atmosferin oksijensiz atmosfer olduğunu gösterir şekilde takdim edilen jeolojik deliller, hem çelişkili ve hem de oldukça müphemdir. Son yapılan biyolojik ve gezegenler arası araştırmalar, CO2 bakımından zengin ve muhtemelen serbest moleküler oksijen ihtiva eden bir ilk atmosferin olduğunu destekler mahiyettedir.4 Gribbin, ilk atmosferin yapısının, Evrimcilerin ileri sürdüğü tarzda olmadığını ve evrim görüşünü desteklemediğini, bu düşüncenin terk edilerek, kitapların son bulgulara göre yeniden yazılması gerektiğini nazara vermekte ve bunun büyük bir mali yük getireceğini belirtmektedir: "Şimdi, yeniden yazılmak mecburiyetinde olan ders kitaplarını ve hiçbir zaman mevcut olmamış bu egzotik dünya şartlan altında hayatın nasıl meydana gelmiş olabileceğini göstermek için plânlanan anlamsız deneylere harcanmış olan milyonlarca doları düşünün... Hepimiz bütün bu ders kitaplarını yeniden yazmak ve her okul öğrencisinin, hayatın kökenini ve dünya atmosferinin evrimi konusunda en iyi teorinin hangisi olduğunu bilmesini sağlamak zorundayız.5 Dünün doğması, bugünün folkloru olduğundan, muhtemelen yarının devrini doldurmuş mitolojisi olacaktır. Dünya evrimleşmese bile, Evrim Teorisinin bizzat kendisi daima evrimleşmektedir. Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksijenle birleşebilen metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde düşünülmüş ve öğretilmiştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep, böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı olabilecek moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabileceği inancıdır... Yeryüzünün Canlılarla Şenlendirilmesi KÂİNATTA, yani evrende milyarlarca galaksi var. Her bir galaksi milyarlarca yıldızı içerisinde barındırıyor. Bu ne muhteşem bir uzaydır ve ne harika bir düzenlemedir! Evrenin her yerinde esrarlı ve şuurlu bir tanzim ve büyüleyici bir güzellik var. Gözümüzü semadan yere indirdiğimiz zaman, son derece harika güzellikler ve sırlarla örülmüş ve örtülmüş bitkiler ve hayvanlar gibi esrarengiz varlıkların etrafımızı kapladığını görüyoruz. Kendimizi acayip bir dünyada bulduk. Uzay niye bu kadar esrarlıdır? Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden geldik? Bu evren içinde bizim yerimiz nedir? Ünlü uzay bilgini Prof. Stephen Hawking gibi çevremize bakarak şöyle diyoruz: Kendimizi acayip bir dünyada bulduk. Uzay niye bu kadar esrarlıdır? Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden geldik? Bu evren içinde bizim yerimiz nedir? Dünya üzerinde milyonlarca canlı türü yaşamakta. Hepsi de son derece mükemmel sistemlere sahip bulunan bu canlılar nasıl ortaya çıktı? Bu ve benzeri sorular insanlık tarihi boyunca hep sorulmuş ve bunlara cevaplar aranmıştır. Özellikle konunun içerisinde insanın kendisinin bulunuyor olması, sadece ilim adamlarını değil, geçmişini anlama konusunda herkesi alâkadar eder hâle gelmiştir. Çevremizdeki bu ağaçlar, böcekler, çiçekler ve hayvanlar ve hatta insanlar, hep aynı şekilde mi kalmaktadır, yoksa devamlı bir değişiklik içerisinde midir? Değişiklik varsa, bu değişikliği kim yapmaktadır? Çevremize küçük bir dikkat, bu sorunun cevabını kolayca bulmamızı sağlayacaktır. Dünyaya gelenlerin büyümesi, farklılaşması, büyüyenlerin yaşlanması, yaşlıların dünyadan gitmesi, etrafımızdaki hiçbir şeyin kararında kalmadığını ve her an değişime tâbi tutulduğunu göstermektedir. Elma çekirdeğinin açılarak fîlizlikten fidanlığa, fidanlıktan ağaç ve hatta meyveli ağaç safhasına ulaşması neyin ifadesidir? Bir yumurtanın civcive dönüşmesi, onun piliç ve horoz kademelerine geçişi, insanın da yumurta safhasından bebeklik, çocukluk, gençlik ve olgunluk devreleri, hep bu değişikliğin ürünü değil midir? Her birimizin içinden yaşayarak geçip geldiğimiz bu safhaları unutmamız mümkün mü? Dünya da birden bire bu şekli almış değil. Bu mânâda kâinatın tamamında her an ve devamlı, ama gayet yavaş işleyen bir değişiklik söz konusudur. Buna biz tedrici tekâmül de diyebiliriz. Yani, yavaş yavaş değişme. Bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Yani kâinat, tedrici tekâmül kanununa tâbidir. Evrime çok farklı mefhum ve manalar yükleniyor ve dolayısıyla bu kelimeden herkesin anladığı mana farklılık gösteriyor. Genellikle evrim; değişme, başkalaşma, farklılaşma ve bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi manalarında kullanılıyor. Eğer evrimden tekamülü veya embriyodan itibaren bir canlının geçirdiği safhaları ifade eden ontojeni manasını kastediyorsak, bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Ya da, elementlerin bir halden bir başka hâle geçmesini ifade eden değişiklik, yani bir molekülün atomlarına ayrılması ve yeni bileşikler vermek üzere birleşmesiyle meydana gelen farklılaşmalar kastediliyorsa, bu manadaki değişiklik de teori değil, bir kanundur. Yok, eğer Evrim felsefesini savunanların ifade ettiği gibi, Evrimden; bir türden bir başka türün, bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi kastediliyorsa, o mânâda bir evrim kâinatta mevcut değildir. Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağlamış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleştirilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçekler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve çayırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş. Ya aksi olsa idi! Yani, çimenden önce koyun, çiçekten önce arı gönderilseydi, o zavalılıların hâli nice olurdu. Hele suları, ya da teneffüs edecekleri havaları bulunmasa idi. Demek ki, kâinatın sahibi, herkesin yeryüzü sofrasını tamam ettikten sonra, onları hazır mekânlara davet etmiş. Yeryüzü bu halde iken, yani koyunlar meleşir, kediler oynaşır, kuşlar cıvıldaşırken meyve ağaçları da ormanların arasında, gayet leziz, tatlı ve hoş kokulu meyvelerini elleriyle uzatıp, yer yüzü sultanının gelip almasını bekler bir halde iken, Hz. Âdem babamız ve Hz. Havva validemiz yer yüzüne teşrif ediyorlar. Artık yer yüzünde umumi bir şenlik başlamıştı. Kuşların ötüşü, arıların uçuşu, kuzuların meleyişi değişiyordu. Rüzgâr daha bir nazlı nazlı esiyor, bulutlar yağmur vermek için emir bekliyordu. Güneşin ışığı daha aydınlık, ısısı daha ısındırıcı, suların çağlayışı daha canlıydı. Çünkü, bütün varlıkların süsü, yeryüzünün halifesi, varlıkların efendisi gelmişti. O'nun gelişiyle yeryüzü şenlenmiş, gariplikten kurtulmuştu. Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağlamış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleştirilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçekler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve çayırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş. Önceleri melâikeler yeryüzünde atın varlığına, devenin bulunmasına bir mânâ veremiyorlardı. Yer altında demirin, altının ve petrolün istif edilip yerleştirilmesini bir türlü anlayamamışlardı. Çünkü ne devenin ve ne de atın bunlara ihiyacı yoktu. Hele kömürün ne işe yarayacağını bir türlü açıklayamıyorlardı. Yeryüzüne teşrif eden bu insan, diğer canlılara benzemiyordu. Bütün varlıkların üzerinde bir kumandan gibiydi. Bütün yer yüzünün idaresi ve kontrolü ona verilmişti. Artık, yeryüzündeki varlıklar adına söz söyleme yetkisi ona aitti. Böylece, melâikelerin önceleri yaratılışlarına bir anlam veremedikleri her bir canlının yaratılışının sebebi yavaş yavaş anlaşılmaya başlamıştı. Dünyaya gönderilen bu insanın hiçbir ihtiyacı unutulmamıştı. Bu şerefli misafirin ayağının altına bütün yeryüzü serilmiş, denizler emrine verilmiş, bitki ve hayvanlar sofrasına konmuş, gökyüzü de üstüne açılmıştı. Bütün varlık âlemlerinin hayranlıkla takip ettiği bu misafirin öyle engin duygu ve düşünceleri, öyle geniş hayal ve tasavvurları vardı ki, bu dünya ona az geliyordu. Belli ki bu değerli misafir, başka bir âlem için yaratılmış, sonsuzluğu isteyen ve arayan duygu ve düşünceleri, ebedî bir âlemin varlığından haber veriyordu. Zaten buraya da o âlemden gelmemiş miydi? Burada misafirliği bitince yoluna devam edecekti. Prof.Dr. Adem Tatlı Dipnotlar: 1- Morris, H. M„ Evrimin Kederli Gözyaşları. 2- John Gribbin, "Carbon Dioxide, Ammonia and Life," New Scientist, Vol. 94, p. 413. 3- Monitör, "Smaller Planets Began With Oxidized Atmosphere," New Scientist, Vol.87, p.l 12. 4- Clemmey, H. and Badham, N. "Oxygen in the Precambrian Atmosphere: An evoluation of the geological evidence," Geology, Vol. 10, p.141. 5- Gribbin, J. a.g.e. sayfa 416. (Fotoğraflar: Bilim ve Teknik Dergisi)