Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Er tu ğ De rul ni Fır z K ka uv tey ve n tl i’n Ma eri K in 1 ka om 25. le ut Yıl Ya an D rış lığ ön ma ı’n üm sı ca ü A Ya nı pı sın lan a Anavatanda Güvende Olmak İçin, Denizde Güçlü Olmak Dünyada Söz Sahibi Olmak İçin, Tüm Denizlerde Var Olmak... ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN JAPONYA’YA SON SEYRİ1 Hazırlayan •• Deniz Yarbay Ertürk AVCI2 ÖZET 1.GİRİŞ Ertuğrul fırkateyni; 1889’da dostluk ve iade-i ziyaret amacıyla Japonya’ya gönderilmiş, Uzakdoğu’ya intikali süresince birçok limana uğramış, gittiği her limanda sempatiyle karşılanmış, büyük ilgi görmüş, bunun yanında da seyir boyunca bir çok badireler atlatmıştı. Görev hitamı, dönüş yolunda 16 Eylül 1890 tarihinde yakalandığı tayfunda Japonya karasularında kayalıklara çarparak batmış, 609 personelden yalnızca 69’u kurtulabilmişti. Yaşananlara, sebep ve sonuçlara ilişkin olarak pek çok şey yazıldı bugüne kadar. Değişmeyen bir gerçek var ki; Ertuğrul ve 125 yıl önceki bu hazin sonun şehitleri, Türk-Japon dostluğuyla hâlâ kalplerde yaşamaktalar... Tarihî bir konudan bahsederken, Mustafa Kemal Atatürk’ün 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin (Türk Tarih Kurumu) kuruluşunda söylemiş olduğu3 “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir görünüm alır.” vecizesiyle söze başlamak doğru olacaktır. Tarihten ders alınmayacaksa, yaşanmış olaylar ve aktarılmış tecrübeler birer “alınan ders” hâline dönüştürüp ödevler çıkarılmayacaksa, gerçekle masalı birbirinden ayırt etmek de güç olacaktır. ANAHTAR KELİMELER Ertuğrul, Japonya, Uzakdoğu, Seyir, Fırtına. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 1 Ertuğrul fırkateyni; Sultan İkinci Abdülhamid’in4 değerli hediyelerini, iyi niyet ve dostluk mesajlarını Japon İmparatoru Meiji’ye5 götürdükten sonra 16 Eylül 1890’da dönüş yolunda yakalandığı fırtınaya yenik düşerek Oşima açıklarında kayalıklara çarparak batan; misyonuyla değil de, batışıyla, şehitleriyle efsaneleşmiş bir gemi. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Japonya’ya gemi gönderilmesinin nedenlerinin net olarak anlaşılabilmesi için, öncelikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi öncesi ve sonrasında donanmanın durumu ile Osmanlı’nın uluslararası arenadaki konumunu, 19’uncu yüzyılda Osmanlı-Japon İmparatorluğu ilişkileri ve yansımalarını görmek gerekir.6 1853-1856 Kırım Harbi’nden sonra başlayan uluslararası rekabette, Osmanlı Donanması’nın takviyesi ve birinci sınıf bir donanma hâline gelmesi için Sultan Abdülaziz7 devletin tüm imkânlarını seferber ederek çok gayret sarf etmiş ve güçlü bir donanma kurmuştu. Ağır dış borç yükü ile oluşturulan ve sayıca dönemin güçlü donanmaları arasında gösterilen Osmanlı Donanması; OsmanlıRus Harbi’nde etkin bir rol oynayamadığı ve yenilgiyi önleyemediği gibi gerekçelerle, İkinci Abdülhamid tarafından otuz üç yıl boyunca Haliç’te atıl tutulmuştu. Donanma gemilerinin Haliç’te uzun yıllar hareketsiz tutulması, Osmanlı İmparatorluğu’nun denizcilik faaliyetlerine büyük bir darbe indirmişti.8 Donanmanın âdeta mahkûm bırakılması, çürümeye terk edilmesi, gerekli desteği alamaması, gemicilerin muhtemel seferleri gemilerinde değil, Kasımpaşa’da Divanhane meydanında sıralanmış, en azından deniz gören kahvehanelerde beklemesinin yanında, gemilerde eskisi gibi eğitim de yapılmamasıyla denizciliğimiz büsbütün çöküyordu. İlk bakışta sağlam görünen ama için için çürüyen gemiler dayanma güçlerini iyice kaybediyor, batma tehlikesi yaşıyorlardı.9 Bu karanlık dönemin en acı yansıması ise henüz yaşanmamıştı... Japonya’da ise İmparator Meiji’nin tahta çıkmasıyla büyük bir sanayileşme ve Batı’ya açılma hareketi başlamıştı. Meiji birçok Batı devletine elçiler göndermiş, Batı yöntemlerini, Şark mantığı ile yoğurduktan sonra yepyeni bir sistem oluşturmuştu. O tarihlerde “Düvel-î Muazzama” diye tarif edilen “Büyük Devletler” arasında Japonya’nın adı bile geçmiyordu ancak İmparator her fırsatta ülkesinin bu şekilde anılması için yoğun gayret sarf etmekteydi. Bu çerçevede; Japon İmparatorluk Donanması okul gemisi Seiki Kasım 1878’de İstanbul’u ziyaret etmiş10, Japon Dışişleri Müşaviri Yoshida Masaharu 1881 yılında Sultan İkinci Abdülhamid ile İstanbul’da görüşmüş11, İmparator Meiji’nin yeğeni Prens Komatsu Akihito da Eylül-Ekim 1887’de İstanbul’a gelmiş, Padişah tarafından kabul edilmiş, Japon İmparatoru’nun hediye ve nişanlarını sunmuştu. Bu ziyaretler; iki ülke arasında sıcak bir hava estirip, yakınlaşma başlatıyordu. Aslında Japonya muhtemel bir Rus-Japon savaşında Osmanlı’nın gücünü yanında görmek istiyor, bu nedenle de Osmanlı’ya özel bir önem veriyordu. Abdülhamid ise Rusya’dan çekinmesine rağmen Japonya’nın gelecekte bulunabileceği yeri tahmin ediyor, bu yüzden de Batı’ya sırtını dönmeden, Rusya ile ilişkileri bozmadan, aynı zamanda İngilizlerin 1882’de Mısır’a asker çıkarmasıyla başlayan gergin süreçte, İngiliz sömürgesi ya da himayesi altındaki uluslara, donanma vasıtasıyla sancak göstermek, güç ispatlamak, sempati kazanmak, nabız yoklamak ve ileriDENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 2 ye dönük olarak uluslararası destek bulabilmek adına Japonya’ya yakınlaşmak, gerekirse müttefik olmak gerektiğine inanıyordu. Japonya seferinde uğranacak limanlar da, İngiliz sömürgesi olan ülkelerden seçiliyordu . Padişah, tüm bu sebeplerle Japonya’ya iade-i ziyaret düzenleyerek, İmparator Meiji’ye pahalı hediyeler yanında liyakat madalyaları ve Büyük İmtiyaz Nişanını sunabilmek için bir elçi göndermeye karar vermişti. Dönemin Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın damadı olan Cibalili Miralay (Albay) Osman Ahmed Bey13 hem Kafile Komutanı hem de Padişah’ın özel elçisi olarak görevlendirildi.14 Gezinin resmi bir şekil almaması için de, Japonya’ya gönderilecek geminin bir okul gemisi olmasına karar verildi.15 Padişah, gemiye Bahriye Mektebi son sınıf öğrencilerinin ve yeni mezunların da bindirilerek, hem staj/ tatbikî deniz eğitimi fırsatı olmasını hem de savaş gemisi imajının silinmesini istedi. Bunun yanında Doğu’da yeni bir kuvvet halinde beliren16 Japonya’ya gönderilecek gemi Osmanlı’nın gücünü temsil edebilecek kadar ihtişamlı olmalıydı. Aynı zamanda; Osmanlı tersanelerinde inşa edilmiş, personel taşıma kapasitesi yüksek, hem makine hem de yelkenle seyredebilen bir gemi olması da isteniyordu. Donanma’nın envanterindeki gemiler arasından özellikle dış görünüşüyle en heybetli gemilerden biriydi Ertuğrul. Bütün bu değerlendirmeler ışığında, geminin seyr-ü seferine izin veren Padişah iradesi 11 Nisan 1889’da yayımlandı. Neticede, görevin ilk duyulduğu zamanlardaki haberlerde adı geçen Asar-ı Tevfik17 gibi zırhlı bir gemi yerine18, Ertuğrul fırkateyni hazırlanıyordu bu sefer için... 2.HAZIRLIKLAR O yıllarda donanmaya kazandırılan gemiler, çağın gereği olarak istimli (buharlı) makinelerle donatılmaktaydı. Makinelerin alındığı yer ise İngiltere’ydi. Ama İngiltere’nin, monte edilen sistemlerin parasını almanın yanında öne sürdüğü şart Osmanlı Donanması’nda “ecnebi zâbit (yabancı subay)” dönemini de başlatıyordu.19 Ertuğrul Fırkateyni’nin Çarkçıbaşısı da İngiliz Albay Harty idi ve Japonya’ya gidecek gemi belli olduğunda, Ertuğrul’un bu uzun yolculuğu tamamlayamayacağı düşüncesiyle, gemi hakkında olumsuz bir rapor hazırlayarak sundu. Herkesi görevini yapmaya davet eden bu raporu Albay Osman Bey de Nazırlığa iletti.20 Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa derhâl Ertuğrul’a geldi ve durumu inceledi. Albay Harty de kazan ve makineler hakkındaki görüş/ önerilerini arz etmek üzere huzura çağırıldı, fırkateynin kazan ve makinesi esaslı surette onarılmadıkça, kazan altlarında çürüyen tahtalar değiştirilmedikçe sefere çıkmanın münasip olmayacağını kesin bir dille ifade etti. Bu onarımın yapılması için güvertenin baştan aşağı sökülmesi, kazanların vinçlerle kaldırılarak dışarı çıkartılması gerekiyordu ki, bu iş için altı aya yakın bir zaman gerekliydi. Hâlbuki Nazır Saray’a, Ertuğrul’un pek yakında seyre çıkabileceğini bildirmiş, gezinin başlangıç tarihi belirtilerek siyasî SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına temaslara da girişilmişti. Kapsamlı onarımların daha önceden yapılmış olması gerekirdi. Yaklaşık bir yıl önce geminin ahşap kısımları onarım görmüş ancak makine ve kazanların altına dokunulmamıştı.21 Şimdi vakit bunun için çok geç idi. Nazır; konuyu büyütmekle itham ederek, bütün bunların birkaç günde giderilebileceğini söyledi. Hararetli tartışma sonrası hemen o akşam, Harty’nin Ertuğrul’la ilişiği kesildi ve Adalar hattında çalışan vapurlardan birisine Çarkçıbaşı olarak atandığı tebliğ edildi. Yerine Ertuğrul Fırkateyni’nine Çarkçıbaşı olarak Albay İbrahim Mehmed Bey atandı.22 İleri sürülen gerekçeyse; Japonya’ya gidecek gemide yabancı uyruklu subay istenmediğiydi.23 Hasan Hüsnü Paşa Ertuğrul’u Japonya’ya gönderebilmek adına, hem Saray’ı ikna etmek hem de ileride bir olay vuku bulursa sorumluluğu paylaşmak için güvendiği kişilerden oluşan bir “İnceleme Komisyonu” kurdurdu. Kurulan bu komisyon geminin durumunu inceleyerek; “Ertuğrul’u, bu uzun seferi icraya muktedir olabilecek kadar kuvvetli bulduklarını” belirten 27 Mayıs 1889 tarihli raporu verdi.24 Ertuğrul, her şeye karşın büyük yolculuğa hazırdı. Gidecek, belki de hiç görülmemiş, bilinmemiş, varlığı hiç duyulmamış kıyılarda Osmanlı sancağını gösterecek, yüceltecek ve onun saygınlığı için ne gerekiyorsa, onu yapacaktı... 3. JAPONYA’YA SON SEYİR a. İstanbul’dan Ayrılış Gemiyi uğurlamak için İstanbul’un ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelerek kıyıları dolduran halkın heyecanı ve coşkusu görülmeye değerdi. Sahildekiler, demir alan Ertuğrul’un rotasını takip edercesine, gittiği yönde yürüyorlardı. Ertuğrul fırkateyni, güvertesinde “Ey Gaziler” marşını çalan bandosunun sesini bastıran 21 pare top atışıyla İstanbul’u selamladı ve 14 Temmuz 1889 günü25 arz-ı veda ederek mavi sulara yelken açtı. b. Süveyş Kanalı’ndan Geçiş Ertuğrul, Marmaris’e uğradıktan sonra, 26 Temmuz 1889’da Port Said’den Süveyş Kanalı’na giriş yaptı. İngilizler tarafından işletilen kanal idaresinin kuralları gereği gemiye gelen kılavuz kaptan kumandayı devraldı. Ertuğrul, kanal geçişi esnasında 27 Temmuz’da Mürret-ül Kübra mevkiinde kum tepesi üzerine oturdu, oradan kendi makine manevrasıyla kurtuldu ve kanalda ilerlemeye devam etti. Kanalda kuzeyden gelen gemiler güneyden gelenlere yol vermek zorundaydı ve yelkenli iki geminin yan yana geçmesi hemen hemen imkânsızdı. Ertesi gün, güneyden gelen gemiler göründüğü esnada akıntı ve rüzgârın da etkisiyle Ertuğrul iskele taraftan sahile yasladı. Kurtulmaya çalışırken gemi sarsıldı ve müteakiben sahile aborda oldu. Dalgıç eratı karinaya dalış yaptığında, dümen yelpazesinin düştüğü ve kıç bodoslamanın hasar aldığı tespit edildi. Yapılan dalışlar sonucu dümen yelpazesi ancak bir gün sonra bulunabilmişti. Ertuğrul, buharlı küçük botlarla Süveyş’e kadar çekildi. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 3 Hadise Ertuğrul’un seyir takvimini de alt üst etmişti. İstanbul’da da, Ertuğrul’un gönderilmesine karşı çıkanların ekmeğine yağ sürülmüş, tartışmalar alevlenmişti. Kazanın tazmini konusu tartışılmaya başlanınca da, kanal idaresi kılavuz kaptanın işine son vererek konuyu kapattı. O sırada Süveyş’teki taş havuzda başka bir gemi vardı ve bu nedenle Ertuğrul havuzlanabilmek için 30 Ağustos 1889 tarihini beklemek zorunda kaldı. c. Ertuğrul Japonya Yolunda Onarım hitamında 23 Eylül 1889’da havuzdan inildi ve Süveyş’ten ileri harekete geçerek ertesi gün kömür ikmali için Cidde’ye girildi. Sonrasında da, İngiliz işgali altındaki Aden Limanı’na 7 Ekim 1889 tarihinde demirlendi. 11 Ekim 1889 tarihinde Aden’den ayrılarak 2100 deniz mili mesafedeki Kolombo’ya doğru ileri harekete geçildi. Gemi, tam kapasitesi olan 400 ton kömürle ancak 900 deniz mili yol alabiliyordu. Onarım nedeniyle yaşanan iki aylık gecikme nedeniyle yelkenle seyir için uygun mevsim de kaçırılmıştı.27 Bu nedenle, aynı zamanda ikmal de yapabilmek adına, 1600 deniz mili mesafedeki Bombay’a uğranılması tercih edildi. Ertuğrul, İngiliz üssü durumundaki Bombay’a 20 Ekim 1889’da yerel saatle 14.00’da vardı ve sahilde askeri bir tören yapıldı. Ertesi gün gemi ziyarete açıldığında halkın ilgisi büyüktü. Ertuğrul Fırkateyni’nin Uzakdoğu seyrinin propagandası önceden yapıldığından, çok uzaklardan bile gelenler olmuş, gemiye gelen ziyaretçi sayısı günde ortalama 20 bini bulmuştu. Ertuğrul Bombay’dan 27 Ekim 1889 tarihinde ayrılarak Seylan Adası’ndaki Kolombo’ya doğru ileri harekete geçti. 1 Kasım 1889’da Lakadiv Takım Adaları açıklarında şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Ertesi gün hava mayna ettiğinde28 baş bodoslamanın iskele omuzluk hizasındaki kaplamalarında açılmalar olduğu ve içeri su girdiği görüldü. Seyir esnasında su tahliye edildi ve çürüyen yerlere lokal onarım yapıldı. Gemi sefere çıkalı sadece üç buçuk ay geçmiş olması göz önüne alınırsa, çürümenin bu sürede olamayacağı aşikâr olduğundan, geminin görev öncesindeki bakımonarımının kifayetli yapılmadığı bir kere daha ortaya çıkmıştı.29 Kolombo’ya 10 Kasım 1889 tarihinde akşam 18.00’da avdet edildi30 ancak karanlık olduğu için, girişi dar olan mendirekten içeri girilmedi31 ve sabah Kolombo kalesi topla selamlanarak liman girişi yapıldı. Ertuğrul’un limana geleceği günler öncesinden duyulmuştu. Resmi ziyaretler sürerken, Bombay’daki olumlu izlenimlerin de tesiriyle 200 bin kişinin daha32 gemiyi gezmeye geleceği öğrenildi. Ertuğrul bir anda ancak 2 bin ziyaretçi alabiliyordu. Hastalık riski dolayısıyla dışarıdan yiyecek getirilmesi istenmiyordu ama Kolombo’da ısrarcı ziyaretçilerin getirdiği sebze-meyveler güvertede personele ikram ediliyordu. Ertuğrul, 13 Kasım 1889 tarihinde Kolombo’dan ayrılarak Singapur’a ileri harekete geçti. 15 gün boyunca kuvvetli rüzgâr ve dalgalar eşliğinde yalpaya düşerek seyir yapan Ertuğrul, 600 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına deniz mili uzunluğundaki Malakka Boğazı’nı da aynı olumsuz hava şartlarında geçti ve 28 Kasım 1889’da Singapur’a vardı. 20 Mart 1890 tarihinde Saygon’dan ileri harekete geçildi. Seyrin ikinci günü akşamında Çin Denizi’nde yelkenle yol alırken hava birden döndü, barometre ani düşüş gösterdi, geminin dümen dinlemediğini fark edip, ufka baktıklarında tayfunun merkezine doğru yol aldıklarını gördüler. Makine kumandasına geçmek için hazırlık yapıldığı sırada, yelkenlerden yırtılanlar, donanımdan kırılanlar oldu. Saygon’a geri dönmeye karar verildi ve 25 Mart 1890’da Saygon’a tekrar demirlendi. Yelkenlerin ve donanımın onarımı yaptırılarak 8 Nisan 1890 tarihinde Saygon’dan Hong Kong’a doğru tekrar ileri harekete geçildi. 15 Nisan 1890’da yine fırtınalı bir günde Ertuğrul Hong Kong’a vardı. Sigapur’da havuzdayken gemiyi fareler sarmıştı. Her türlü yöntemi denemelerine rağmen gemideki sayısız fareden kurtulamamışlardı . Bu mücadele Hong Kong limanında da sürdü. ç. Japonya’ya Varış ve Görevin İfası Singapur Limanı 1819 yılında İngilizler tarafından tesis edilmiş, Uzak Doğu’ya gidip gelen gemiler için ikmal üssü hâline gelmişti. Ertuğrul limana girerken şehri top atışlarıyla, limandaki gemileri de sancakla selamladı. Ertuğrul’un girişi esnasında, limanda bulunan gemilerin çoğu Türk sancağı çekmişti33, limanda bulunduğu süre boyunca da direğinde Türk sancağı olan gemi sayısı günden güne arttı. Burada da ziyaretçi akını yaşandı, önceleri yasak olmasına rağmen ziyaretçilerin ısrarı üzerine küçük hediyelerin kabul edilmesine müsaade edildi. Halk şehir meydanında Ertuğrul bandosunun marşlarını dinledi, limandaki gemiler arasında filika yarışları icra edildi. Seyirde sorun çıkaran baş bodoslamanın kaplamaları onarım gerektiriyordu, mevsim de yelken seyri için hiç uygun değildi. Bölgedeki mevsimsel lodos zamanı geçmiş, poyraz dönemi başlamıştı ki bu durum; Singapur’dan sonra Kuzey’e çıkacak Ertuğrul’un işine gelmiyordu. Lodos için Haziran’ı beklemek gerekecek, sadece makine ile seyredilecek olsa Hong Kong’a kadar 1600 deniz mili mesafede kömür yetmeyecekti. Bir yandan da basında, “Ertuğrul’un kömüre ve limana verecek parası olmadığı için Singapur’dan çıkamadığı” yazılır olmuştu.34 22 Nisan 1890 tarihinde Hong Kong’dan ileri harekete geçen Ertuğrul, seyrine devam ederek, sırasıyla; Fuco, Nagazaki ve Kobe limanlarına da uğradı. Kobe’de kalınan bir hafta boyunca gemiye boya ve bakım yapıldı. Ertuğrul, İstanbul’dan hareketinden yaklaşık 11 ay sonra, 7 Haziran 1890 tarihinde Japonya’nın Yokohama Limanı’na avdet etti.39 Limanlarında ilk defa Türk bayrağını gören Japonlar, Ertuğrul’u sevgi gösterileriyle karşıladı. Beklenen gün, beklenen an, görevin son aşamasını deruhte etme vakti gelmişti. Kafile Komutanı Osman Paşa ile Süvari40 Kaymakam (Yarbay) Ali Mehmed Bey, Çarkçıbaşı Albay İbrahim Mehmed Bey, Süvari Muavini Binbaşı Ahmet Cemil Bey, İkinci Çarkçı Binbaşı Hacı Mehmed Bey ve Baştabip Albay Hüseyin Hüsnü Bey 13 Haziran 1890’da Japon İmparatoru Meiji tarafından Tokyo’da kabul edildi. İmparator, Türk amiral ve heyetini görkemli bir şekilde karşıladı. Hediyeler ve nişanlar takdim edildi, mesajlar iletildi. Ertuğrul, Japonya’da kaldığı sürece çok özel bir ilgi ve ihtimamla ağırlandı. Bu müddet zarfında, denizcilikle ilgili bilgi ve tecrübeleri Japonlarla karşılıklı olarak paylaştılar. Gemi bandosu da neredeyse her gün Yokohamalılar’a müzik dinletisi sunmuştu. Temaslar bittikten sonra da, en geç Ağustos’ta ayrılmak için hazırlıklara başlandı. Bu gelişmeler ışığında yapılan yazışmalar neticesinde, bu mevsimde de olsa seyre devam edilmesi dikte edildi. Aynı zamanda, Japonya’da devletin Amiral seviyesinde temsil edilmesi için Albay Osman Bey’e 20 Aralık 1889 tarihinde Mirliva (Tuğamiral) rütbesi verildi, forsu Ertuğrul’un mizana35 direği cundasına36 toka edildi.37 Ertuğrul Singapur’da onarım için taş havuza alınarak, fırtınada hasar gören kısımları onarıldı. Havuzdan inmeyi müteakip, Hong Kong öncesinde kömür ikmâli yapılabilmesi için 650 deniz mili mesafedeki Saygon’a uğramaya karar verilip, Singapur’dan 3 Mart 1890’da ileri harekete geçildi. Seyrin üçüncü gecesi Siyam Körfezi’nde kuvvetli bir fırtınaya yakalandılar. Ertuğrul, 10 Mart 1890’da Saygon’a vardı. Saygon Fransız egemenliğindeydi. Ertuğrul ile aynı fırtınaya yakalanan bir Çin Filosu da limandaydı ve karşılıklı olarak birbirlerini selamladılar. Gemi burada da halkın ziyaretine açıldı, ayrıca ikmal yapıldı. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 4 Ancak, memleket özlemi herkesin burnunda tütüyorken Japonya’da başlayan kolera salgını kara bir bulut gibi üzerlerinde SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına dolaşmaya başladı. Geminin bir ay süreyle 7 deniz mili mesafedeki Nagoya’da karantinaya alınmasına karar verildi. Ertuğrul İstanbul’dan demir alındığından itibaren, 19’uncu demirlemesini Nagoya’nın çamurlu sularında yaptı. Bu salgın, talihsizliklere bir yenisini daha eklemişti. Kolera olan 37 asker hastanede tedavi altına alındı, diğer tüm personel de karantina bölgesinde kurulan çadır kente yerleştirildi. 17 günün sonunda tüm gemi dezenfekte edilirken, bir yandan da koleradan kaybedilen 13 personel defnediliyordu.41 Osman Paşa personelin bir an önce vatana dönmek istediğinin farkındaydı fakat lodosun Eylül sonuna kadar eseceğini ve bunun dönüş için hiç iyi olmadığını, aynı zamanda gemi materyalinin yorgun olduğunu da biliyordu. Eylül, Japonya için tayfun ayı demekti.42 Japonlar dönüşün ertelenmesini tavsiye etmiş, ancak İstanbul tarafından, uygun rüzgâr mevsiminin beklenmesi için Singapur’da Haziran ayına kadar tutulmayan Ertuğrul’a, Japonya’dayken telkinler yağmaya başlamıştı.43 Ertuğrul’un seyir programını ve uygulanacak esasları içeren harekât emrinin 3’üncü maddesi “Seyir yolunda bazı limanlara uğranıp uğranılmaması bu limanlardan hareketin mevsime göre düzenlenmesi kafile kumandanının takdir ve tercihine bırakılmıştır.” şeklindeydi. 5’inci maddesinde ise “Öğrencilerin okulda öğrendikleri ilmî ve fennî bilgileri uygulamalarında kullanabilmeleri için yelkenle seyir tercih edilecektir. Hatta bazı açık limanlara dahi yelkenle girilecek ve çıkılacaktır. Dar geçitlerde, limanlardan harekette, açık denizlerde ileri yol almaya mâni olacak derecede ters rüzgârların esmesi halinde ya da fevkalade durumlarda makineyle hareket edilebilir. Bu durumların dışında makineyle seyredilmeyecektir.” ifadesi yer almaktaydı . Bahriye Nezâreti tarafından Japonya’daki Osman Paşa’ya gönderilen emirle, Japonya’nın ve Çin’in muhtelif limanlarında birer ay beklenip uygun rüzgârlardan istifade ederek, bu suretle kömürden de tasarrufla bir an önce İstanbul’a dönülmesi buyruldu. Verilen emre göre ileri hareket tarihi 4 Eylül 1890 olarak planlanmasına rağmen, bütünleme işlerinin sarkmasıyla yaklaşık 10 gün daha gecikilmişti. d. Vatan Yolunda Yokohama limanı, 13 Eylül 1890 tarihinde yerel saatle 10.00’da Ertuğrul’u İstanbul’a uğurlamak üzere hazırdı. Alay sancakları45 toka edilmiş, personel çimariva46 yerlerinde, bando güvertede marş çalarken Ertuğrul demir almaya başladı. Liman içinde bir daire çizerek tüm harp gemilerinin önünden geçti. Sahilde toplanan Japonlar hüzünle el sallayarak Ertuğrul’u uğurluyorlardı. Bir Japon fırkateyni liman çıkışına kadar Ertuğrul’a eşlik etti. Hava gayet güzel görünüyordu. Ertuğrul görevini tamamlamış, personel ise yurda dönüyor olmanın heyecanı içindeydi. Hareketin ikinci günü rüzgâr dirisa ederek şiddetini artırmaya başladı. Hava birden karardı, bulutlar geminin üzerine çökecekmiş gibi alçaldı. Rüzgâr kulakları sağır edecek derecede vahşi vınlamalarla esmeye başladı. Dalgalarla havalanan su serpintileri görüşü kapadı, denizler coştu, kabardı. Pasifik, “sakin” anlamına 47 DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 5 gelen ismine hiç de yakışmayacak bir azgınlıkla kudurdukça kudurdu. Bu rüzgâr ile güneye doğru yelkenle seyredilmesi hemen hemen imkânsız bir hâl alınca, lüzum olursa makine ile seyre devam edilebileceği kararı alındı. Yalpayı azaltmaya yönelik olarak yelkenlerde ayarlamalar yapıldı. Yokohama limanından seyre çıkalı 250 deniz mili olmuştu. Kumano denizinde tayfuna yakalanan Ertuğrul, Kashinozaki fenerini pruvasında tutmaya gayret ediyordu. Rüzgâr geceye doğru şiddetini iyice artırmış, yelken kullanımının imkânı kalmamıştı. Sara yelken48 kumandası verildi. Gece deniz iyiden iyiye kabarmış, dalgaların yüksekliği 12-13 metreye çıkmış, gemi 38 derece yalpaya düşmüştü. Gemi hırpalandıkça köprüüstüne hasar raporları gelmeye başladı. Mizana direğinden çatırtılar geliyordu, kemerelerden birkaçı kırılmıştı.49 Baştaki kaplamalar atmaya başlamıştı. Geminin aldığı su, bir yandan da tahliye edilmeye çalışılıyordu. Japonya’nın Kii yarımadası kıyılarındaki Oshima burnuna mesafe 10 deniz mili kadardı. Fırtına ve karanlıktan göz gözü görmüyordu. Bu şartlar altında yapılacak en akıllıca hareket tarzı, güvenli bir limana sığınmaktı. Yokohama’ya nazaran daha yakın olan Kobe’ye gitmekten başka çare kalmamıştı.50 Şu burnu bir dönebilseler, rüzgârı kıç taraftan alabilecekler ve Kobe’ye ilerleyebileceklerdi. Bir yandan kömürlüğe giren sular boşaltılmaya çalışılıyor, öte yandan da makine ve kazancılar istim tutmak için elinden geleni yapıyordu. Burnun açıklarında bin yarda51 mesafeye kadar Funagora kayalıkları uzanıyor, azalan derinlikle birlikte dalgalar daha da kabarıyordu. Ertuğrul’un aldığı su yalpayı artırıyor, bir türlü Kuzey’e dönülemiyor, gemi dümen dinlemiyordu. Geminin aldığı su, kazan dairesine kadar girerek kazanları söndürmüştü.52 Bunun anlamı şuydu: Artık makine de kullanılamayacaktı ve Ertuğrul hareketten sâkıt kalmıştı. Ardından, kazanlardan birinin yatağı büyük bir sarsıntıyla çöktü ve kazan alabandaya yaslandı.53 Osman Paşa kamarasına indi, 1 no.lu tören üniformasını giyerek tekrar köprüüstüne çıktı. Savaşa giderken subayların tören üniformalarını giymeleri, eski denizcilerin zarif âdetlerindendi. O da, bu aman vermeyen fırtınayı bir düşman olarak kabul ettiğinden, ölümü bu şekilde tam bir gurur içinde karşılamaya hazırlanmıştı.54 Osman Paşa etrafı kolaçan ederken, Süvari Yarbay Ali Bey55 o son ümit olabilecek kumandasını haykırarak veriyordu56: “Alesta Ferro, Bismillah Ferro Fundo!” Son çare olarak düşünülen demir atma fikri tam hayata geçiriliyordu ki geminin başından korkunç bir gürültü işitildi. Gemi dalgalarla beraber kayalıklara çarpmıştı. Ertuğrul, dalgaların vuruşuyla her çarpmada biraz daha parçalanıyor, kırılan direkler ve donanım personelin üzerine düşüyordu. İndirilmeye çalışılan filikalar ve denize atlayan personel, dalgaların darbeleriyle geminin altına giriyor, eziliyordu. İnşası 8 yıl süren, Japonya’ya 11 ayda gelebilen çeyrek asırlık seyyar kale Ertuğrul’un, tayfunun yarattığı dalgalarla çarptığı kayalıklarda ikiye SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına bölünüp tamamen parçalanarak batması yalnızca 5 dakika sürmüştü... Yöre halkı, kazadan yaralı olarak kurtulanlara fedakârca yardım etmiş, yakınlık göstermiş, âdeta seferber olmuştur. Hayatta kalan 69 mürettebatı İstanbul’a götürmek üzere, Hiei ve Kongo isimli Japon gemileri; Japonya’nın Shinagawa limanından 18 Ekim 1890 tarihinde ileri harekete geçmiş, Ocak 1891’de İstanbul’a avdet etmiş ve Abdülhamid tarafından kabul edilmiştir.60 Kazada ölenlerin anısına, geminin battığı yere en yakın kara parçası olan Kushimoto’da bir anıt yapılmıştır. Şehitlik 21 Eylül 1890’da oluşturulmuş, ilk Şehitlik Anıtı Japonlar tarafından 1891’de dikilirken, 1929’da tadil edilmiş, aynı yıl Haziran ayında Japon İmparatoru tarafından da ziyaret edilmiştir. Türkiye tarafından61 restore edilerek 1937’de62 tekrar açılan anıtın önünde, her yıl düzenli olarak anma törenleri yapılmaktadır. “Ertuğrul Fırkateyni YOKOHAMA KOBE JAPONYA Kİİ YARIMADASI KUMANO DENİZİ (PASİFİK OKYONUSU) KUSHIMOTO 4. Ertuğrul Şehitleri Anısına a. İcra Edilen Faaliyetler Ertuğrul’un mürettebat sayısı, değişik kaynaklarda farklı olarak karşımıza çıkmaktadır.57 Genelde; 55 subay, 24 yeni mezun teğmen, 11 sivil memur, 519 erbaş/ er olmak üzere toplam 609 mürettebat olduğu kabul edilir.58 Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’dan İstanbul’a dönüş yolunda 16 Eylül 1890 günü batması sonucunda, personelin 540’ı (13’ü önceden koleradan, 527’si kazada) şehit olmuş, 6’sı subay olmak üzere 69’u ise kazadan yaralı olarak kurtulmuştur. Ertuğrul’un battığı haberi, Japonya Dışişleri Bakanlığı’ndan İstanbul’a gelen telgrafla, ancak 2 gün sonra öğrenilebilmiştir. Şehitlerden bir kısmının naaşları aramalar sonucu çıkarılmış ve bölgede oluşturulan mezarlığa defnedilmiştir. Ancak başta Osman Paşa olmak üzere, yüzlerce Türk denizcisinin naaşları, hâlen vatanlarından binlerce kilometre uzakta, denizin dibindedir.59 DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 6 Yöre halkı, kazadan yaralı olarak kurtulanlara fedekârca yardım etmiş, yakınlık göstermiş, âdeta seferber olmuştur. Hayatta kalan 69 mürettebatı İstanbul’a götürmek üzere, Hiei ve Kongo isimli Japon gemileri; Japonya’nın Shinagawa limanından 18 Ekim 1890 tarihinde ileri harekete geçmiş, Ocak 1891’de İstanbul’a avdet etmiş ve Abdülhamit tarafından kabul edilmiştir.60 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Kazada ölenlerin anısına, geminin battığı yere en yakın kara parçası olan Kushimoto’da bir anıt yapılmıştır. Şehitlik 21 Eylül 1890’da oluşturulmuş, ilk şehitlik anıtı Japonlar tarafından 1891’de dikilirken, 1929’da tadil edilmiş, aynı yıl Haziran ayında Japon İmparatoru tarafından da ziyaret edilmiştir. Türkiye tarafından61 restore edilerek 1937’de62 tekrar açılan anıtın önünde, her yıl düzenli olarak anma törenleri yapılmaktadır. “Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerini Anma Törenleri” esnasında, adaya ne zaman bir Türk gelse mutlaka inceden bir yağmur yağdığı, Japonların da bu yağmurların “şehit denizcilerin buruk sevinç gözyaşları” olduğuna inandığı söylenmektedir.63 Kushimato’da 14 Aralık 1974’te açılan Türk Müzesinde ise; Ertuğrul fırkateyni maketi, gemideki asker ve komutanların fotoğrafları, heykelleri ile batıktan çıkarılan çeşitli objeler bulunmaktadır. Ayrıca bölgede, kaidesinde “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” vecizesi yazılı bir Atatürk Heykeli yer almaktadır.64 İki ülkenin yakınlaşması o dönemle sınırlı kalmamış, İran-Irak Savaşı esnasında Mart 1985’te Tahran’da mahsur kalan 215 Japonya vatandaşının Türk Hava Yolları’nın (THY) özel bir seferiyle Türkiye’ye getirilmesi, 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te meydana gelen depremin hemen ardından Japonya’nın Türkiye’ye gemi ve yardım malzemeleri göndermesi gibi olaylar da dostluğu pekiştirmiştir. Ayrıca hâlihazırda Japonya’daki ortaokullarda okutulan tarih dersi kitabında, Ertuğrul Fırkateyni’nin yaşadığı kaza ile halkın kurtulanlara yaptığı yardımlardan uzun uzadıya bahsedilmektedir.65 2003’ün Japonya’da “Türkiye Yılı” ilan edilmiş olmasına mütekabil olarak66, 2010 yılı Türkiye’de “Japonya Yılı” olarak ilan edilmiş;67 Ertuğrul Fırkateyni’nin son seyrinin 120’nci yılı kapsamında68 9-11 Mart 2010 tarihleri arasında Türk ve yabancı katılımcıların iştirakiyle Türk Dz.K.K.lığının koordinatörlüğünde İstanbul’da “Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu” düzenlenmiş;69 yapılan dalış ve kazılarda çıkarılan 828 parçadan oluşan “Ertuğrul Fırkateyni Sergisi” Eylül 2010 ayında Mersin’de, Ekim 2010’da Bodrum’da sergilenmiş, müteakiben bir çok kentimizi ziyaret ettikten sonra Japon halkına sunulmuş ve nihayetinde eserler Japonya’daki Türk Müzesi’ne teslim edilmiştir.70 Aynı yıl ayrıca, darphane tarafından Ertuğrul fırkateyni hâtıra parası bastırılmıştır.71 Kushimoto’da 2011 yılında yapılan törenlere ise; Türk Deniz Görev Grubu (TDGG) kapsamında TCG Gemlik (F-492) fırkateyni iştirak etmiştir.72 Ertuğrul fırkateyninde şehit olan Türk denizciler anısına TürkJapon Dostluğu ve Ertuğrul Fırkateyni Şehitleri Derneği tarafından Ünye’nin73 Topyanı mevkisinde yaptırılan “Ertuğrul Şehitleri Anıtı”; TCG Oruçreis (F-245) Fırkateyni’nin de katıldığı bir törenle 14 Eylül 2014 tarihinde açılmıştır.74 Ertuğrul’un o dönemde tüm İmparatorluğu derin bir üzüntüye boğan trajik sonu, iki ülke arasındaki dostluğu artırmış, Türk-Japon halklarını yakınlaştırmıştır. Kültür ve dil yapısındaki benzerlikler hep yazılıp çizilmiştir. Kazadan sonraki sayısız şiir, destan, şarkı ve ağıttan biri de; Japon halkı tarafından Ertuğrul fırkateyni personeline ithaf edilen bir ağıtın düzenlemesi olan ve Dz.K.K.lığı bandosunun repertuarında yer alan “Ertuğrul Şehitlerine” isimli eserdir. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 7 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Türk Deniz Kuvvetlerinde gemi hizmet dışına ayrılış törenleri esnasında, gemi limandan ayrılırken ya da gemi personeli gemiyi terk ederken Ertuğrul Şehitleri Marşı çalınmaktadır. 1965-1972 yılları arasında Vietnam’da 13 ayrı muharebeye iştirak etmiştir.83 Japonya’da 1 Haziran 1973’te Türk sancağı çekilerek “TCG Ertuğrul” adını almıştır.84 TCG Ertuğrul (L-401); 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılmış olup, hâlihazırda hizmetteki gemilerimizden ömrü boyunca iki harp görmüş tek gemidir. b. Ertuğrul İsmi Verilen Gemiler (1)Ertuğrul Fırkateyni Bu makalenin de asıl konusu olan Ertuğrul, Abdülaziz döneminde 1855’te İstanbul Tersane-i Amire’de kızağa konulmuş ve 19 Ekim 1863 günü denize indirilmiştir. Makine ve kazanları 1864’te Londra’da monte edilmiştir. 1865’te İngiltere’den dönerken Fransa ve İspanya’ya uğramış, İstanbul’a gelişinden bir süre sonra Haliç’e kapatılmış, 1888’de okul gemisi olmuştur. Uskurlu ahşap bir fırkateyn olan 2344 tonluk Ertuğrul’un;76 boyu 76,2 m, genişliği 15,1 m ve draftı77 7,1 m idi. Makine gücüyle 10 deniz mili sürate sahipti. Makine montajı için İngiltere’ye gönderildiğinde top sayısı 25’den 18’e indirilmişti. 2 adet de torpido taşıyordu. Gemi, zamanına göre modern araçlarla donatılmış, elektrikle aydınlatılmıştı. Bunlar göz önüne alınarak “teknenin iddia edilen çürüklüğünden başka kusuru yoktu” denebilir.78 (2)Ertuğrul Yatı Savarona’yı saymazsak, donanmamızdaki yatların en zarifi, en güzeliydi. İngiltere’de 30 Aralık 1903’te79 denize indirilen ve 1904’de yurda gelen, boyu 79,2 m, genişliği 8,3 m, draftı 3,5 m olan, buharlı ve iki şaftlı, azami sürati saatte 21 deniz mili olan 900 tonluk bu yat; Kasım 1915’te nakliye görevleri için bahriye hizmetine verildi. Birinci Dünya Savaşının sona ermesiyle Saltanat Yatı, 1924’de de Cumhurbaşkanlığı Yatı niteliğini aldı. 1 Temmuz 1927 günü80 Atatürk’ü İzmit’ten alarak Dolmabahçe önlerine getirdi.81 Birçok devlet başkanı ve kralı ağırlayan Ertuğrul Yatı, 1937’de hizmet dışına çıkarıldı ve 1960-1961’de İstanbul’da söküldü.82 (3)TCG Ertuğrul (L-401) 117,1 m boyunda bir Tank Çıkarma Gemisi (LST) olan TCG Ertuğrul (L-401); 1953’te ABD’de denize indirilmiş ve USS Windham County (LST-1170) adıyla 1954’te ABD donanmasında hizmete girmiştir. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 8 c. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125’inci Yıldönümü Çanakkale Deniz Zaferinin 100’üncü Yılı ile aynı seneye denk gelen “Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125’inci Yıldönümü” faaliyetleri; Japonya heyetinin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nu 1 Ekim 2014 tarihinde makamında ziyaret etmesiyle85 başlamıştır. Ayrıca 2015 yılında gösterime girecek şekilde Türk-Japon ortak yapımı bir “Ertuğrul Fırkateyni” filmi çekileceği, basında yer alan haberler arasındadır.86 Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya seyrinin 125’inci yılında icra edilmesi planlanan etkinlikler kapsamında; Ertuğrul’un Japonya’ya SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına intikal seyrinin ve liman ziyaretlerinin bir Türk fırkateyni tarafından gerçekleştirilmesi87, gemide görevli dalgıçlarca Ertuğrul’un battığı bölgede dalış yapılarak batığa plaket bırakılması ve Japonya’da icra edilecek 125’inci yıl törenlerine katılım sağlanması, İstanbul Deniz Müzesi K.lığında 16-18 Eylül 2015 tarihleri arasında Türk ve yabancı katılımcıların iştirakiyle “Ertuğrul’un İzinde Deniz Kuvvetleri ve Diplomasi” konulu bir sempozyum icra edilmesi, sempozyum süresince Deniz Kuvvetleri K.lığı/ Kuzey Deniz Saha K.lığı bandosu tarafından müzik dinletisi sunulması, Ertuğrul batığından çıkan objelerin bir kısmının Nisan-Haziran 2015 ve Eylül-Ekim 2015 aylarında İstanbul Deniz Müzesinde sergilenmesi, “Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyri ve Sonsuzluğa Uğurlanışı” ve ABD’li Oşinografi Uzmanı Prof. Robert Ballard’ın “Derin Deniz” sergilerinin açılması ile Deniz Okullarında “Ertuğrul Fırkateyni” konulu konferanslar düzenlenmesi, Kushimoto kasabası ile kardeş şehir olan Mersin ve Yakakent’te eş zamanlı olarak icra edilecek anma programlarına katılınması, güncelleme faaliyetleri devam eden Kushimoto Türk Müzesi’nin açılışının yapılması, 125’inci yıl anısına hâtıra parası ve hâtıra pulu bastırılması, Ali Nihat Gökyiğit Vakfı tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen “Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerini Anma Günü” faaliyetlerine iştirak edilmesi planlanmaktadır.88 Tarihini bilmeyen ve tarihten ders almayan denizcilerin sığınacak limanı yoktur. Olup bitenleri aktarırken ya da eleştiri getirirken, incitici olmadan, objektif bir bakış açısıyla değerlendirme yapılmalı ve bu anlayışla, tarihin tekerrür etmemesi için dersler çıkarılmalı, proaktif bir yaklaşımla gerekli önlemler alınmalıdır. SON SÖZ Süvari Yarbay Ali Bey’e, eşi Ayşe Hanım’ın İstanbul’dan yazdığı bir mektupta; “Sana bir şişe bıraktım. Bu şişenin içinde benim gözyaşlarım var. Senden ayrı kaldığım zamanlar çok ağladım. Gözyaşlarımı bu şişenin içinde topladım. Şimdi bu şişeyi veriyorum sana, bu benden sana en büyük hâtıradır Ali. Bundan sonra bu şişeyi ömrün boyunca sakla. Bu sana olan bağlılığımın, sana olan muhabbetimin, sana olan sevdamın bir nişanıdır...” diyordu.90 İşte Süvari Ali Bey’in ömrünün sonuna kadar sakladığı o şişedeki gözyaşları, deniz suyu ile daha da tuzlanmış olarak, oradaki müzede demleniyor şimdi... Ertuğrul Fırkateyni’nin yakalandığı fırtınada kayalıklara çarpıp batması; sadece kazan borularının akıtıyor olmasına, makine ve kazanların altına denk gelen ahşap kısımların ya da direklerin çürük olmasına vb. bağlanmıştı. Japonya rotası üzerinde Süveyş Kanalı’nda meydana gelen iki kazadan dolayı Ertuğrul’un havuza alınmasının seyir programını iki ay geciktirdiği, bu nedenle uygun seyir mevsiminin kaçırıldığı, Singapur’dan ileri harekete geçmek için Haziran ayının beklenilmemesinden dolayı gemiye fırtınalı zamanlarda seyir yaptırılarak hırpalandığı ve Japonya dönüşü için uygun mevsimin beklenilmesi tavsiyesine rağmen, fırtına zamanı seyre çıkılmasının kazaya sebebiyet vermiş olabileceği gibi hususlar göz ardı edilmişti.89 13 yıl hiç seyir yapmamış olması, bölgenin gel-git ya da deniz/ hava özelliklerinin iyi tanınmaması, materyaldeki problemler, lojistik sıkıntılar, personel konuları, dönemin eğitim eksiklikleri, inisiyatif tanınmamış olması gibi hususlar çok yazıldı çizildi. Hep tek bir sebebe bağlanmaya çalışıldı kazanın sebebi. “Ertuğrul fırtınaya yakalanıp batmıştı.” şeklinde kısa bir cümleyle de anlatılıp geçiştirilebilirdi hâdise. Ya da bugünkü mevcut bilimteknolojiyle değerlendirilip, ”öngörülebilirmiş” de denebilirdi. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 9 Gerçekçi olmak, duygusal yaklaşımdan önce gelir; çünkü doğayı kandıramazsınız. Resmin tamamına bakıldığında hiç bir kazanın tek bir sebepten olmadığı, en az bir kaç küçük ya da büyük hatanın birleştiği zaman kazalara davetiye çıkarıldığı gözden kaçmamalıdır. Bir geminin seyre ya da göreve hazırlık seviyesini tesis ve idame edebilmek; ancak “Personel, Materyal ve Eğitim” başlıklarının üçünde birden tamlığı dikte etmektedir. Sacayağından birinin bile eksik ya da kısa olması; sağlanan dengenin kaybolmasına ve üzerindekilerin er ya da geç devrilmesine sebep olacaktır. Ertuğrul fırkateyni; İstanbul-Japonya seyrini ve kendisine Japonya’da icra edilmek üzere tevcih edilen görevi tamamlamış fakat Japonya’dan İstanbul’a geri intikali maalesef neticelendirememişti. Fedakâr Japon halkı ve Japonya devletinin yardımlarıyla İstanbul’a geri gelen kazazedeler buruk da olsa dönüşü tamamlamaya muktedir olmuştu. Görevin maksadı dostluktu ve bu acı son, iki ülke arasındaki dostluğu yüceltmişti. 125 yıl önce sonsuzluğa uğurlanan Ertuğrul’un aziz şehitleri şimdi Japonya’nın sevgi ve şefkatinde yatıyorlar. Türk Donanması’nın Çaka Bey önderliğindeki ilk deniz savaşı olan Koyun Adaları Deniz Zaferi’nden yani 19 Mayıs 1090’dan beri; Preveze’de, Cerbe’de, Çanakkale’de; İnebahtı’da, Çeşme’de, Navarin’de, Sinop’ta; Rodos’da, Portsmouth’da, Odesa’da; Asar-ı Tevfik’te, Bezm-i Âlem’de, Bandırma’da, Barbaros Hayrettin’de, Refah’ta, Atılay’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de, Ç-136’da ve tabi ki tek bir gemide en çok kaybı verdiğimiz Ertuğrul’da; limandan ayrılırken kendisine mendil sallayanlara bir daha geri dönememiş olan tüm şehit denizcileri, mezarları deniz olanları saygı, şükran ve rahmetle anıyoruz, ruhları şad olsun... SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına ERTUĞRUL FIRKATEYNİ’NİN JAPONYA’YA SON SEYRİ KRONOLOJİSİ Tarih Faaliyet Açıklama 14 Temmuz 1889 Japonya’ya doğru son seyrine başlamak üzere İstanbul’dan demir alarak ileri harekete geçti. 26 Temmuz 1889 Port Said’den Süveyş’e geçti. 27 Temmuz 1889 Süveyş Kanalı’nda kuma oturdu. 28 Temmuz 1889 Süveyş Kanalı’nda dümen yelpazesi düştü. 30 Ağustos 1889 Süveyş’te havuzlandı. 23 Eylül 1889 Süveyş’ten Cidde’ye ileri harekete geçti. 24 Eylül 1889 Cidde’ye avdet etti. 5 Ekim 1889 Cidde’den Aden’e ileri harekete geçti. 7 Ekim 1889 Aden’e avdet etti. 11 Ekim 1889 Aden’den ileri harekete geçti. 20 Ekim 1889 Bombay’a avdet etti. 27 Ekim 1889 Bombay’dan Kolombo’ya ileri harekete geçti. 1 Kasım 1889 Lakadiv Adaları açıklarında fırtınaya yakalandı. Seyirde onarım yapıldı. 10 Kasım 1889 Kolombo’ya avdet etti. 13 Kasım 1889 Kolombo’dan Singapur’a ileri harekete geçti. 28 Kasım 1889 Singapur’a avdet etti ve havuzlandı. 20 Aralık 1889 Kafile Komutanı Albay Osman Bey Tuğamiralliğe terfi etti. 3 Mart 1890 Singapur’dan Saygon’a ileri harekete geçti. 6 Mart 1890 Siyam Körfezi’nde fırtınaya yakalandı. 10 Mart 1890 Saygon’a avdet etti. 20 Mart 1890 Saygon’dan Hong Kong’a ileri harekete geçti. 25 Mart 1890 Çin Denizi’nde fırtınaya yakalanarak Saygon’a geri döndü ve onarım yapıldı. 8 Nisan 1890 Saygon’dan Hong Kong’a tekrar ileri harekete geçti. 15 Nisan 1890 Hong Kong’a avdet etti. 22 Nisan 1890 Hong Kong’dan Fuco’ya ileri harekete geçti. 26 Nisan 1890 Fuco’ya avdet etti. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 10 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 10 Mayıs 1890 Fuco’dan Nagazaki’ye ileri harekete geçti. 22 Mayıs 1890 Nagazaki’ye avdet etti. 25 Mayıs 1890 Nagazaki’den Kobe’ye ileri harekete geçti. 28 Mayıs 1890 Kobe’ye avdet etti. Boya ve bakım yapıldı. 5 Haziran 1890 Kobe’den Yokohama’ya ileri harekete geçti. 7 Haziran 1890 Japonya’nın Yokohama Limanı’na avdet etti. 13 Haziran 1890 Kafile Komutanı Osman Paşa ve heyeti Japon İmparatoru Meiji tarafından kabul edildi. Kolera salgını nedeniyle karantinaya alındı ve neticede personelden 13 kişi hayatını kaybetti. 13 Eylül 1890 İstanbul’a geri intikal kapsamında, Yokohama Limanı’ndan son kez demir aldı. 16 Eylül 1890 Kumano denizinde tayfuna yakalanarak Japonya karasularında Kii yarımadasının Wakayama bölgesi Kushimoto kıyılarında Oshima burnundaki Kashinozaki feneri civarında Funagora kayalıklarına çarparak battı. 609 personelden sadece 69 kişi kurutulabildi. DİPNOTLAR 1 Bu makaledeki görüşler yazara aittir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görüşlerini temsil etmez. 2 Ertürk AVCI, Deniz Yarbay, Sarucapaşa Eğitim Merkezi K.lığı Deniz Eğitimi Gruplar Amirliği Grup Komutanı. 3 Türk Tarih Kurumu Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Anasayfa 4 1876 -1909 yılları arasında hüküm süren 34’üncü Osmanlı Padişahı. 5 1867-1912 yılları arasında hüküm süren Japon İmparatoru (Tam adı: Mutsuhito Meiji Tennö). 6 Erdoğan Şimşek, Dünden Bugüne Ertuğrul Fırkateyni, Deniz Basımevi, İstanbul 2006, s.13 7 1861-1876 yılları arasında hüküm süren 32’nci Osmanlı Padişahı. 8 Dz.K.K.lığı Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.dzkk.tsk.tr/denizweb/turkce/hakkimizda/genel_tarihce.php 9 Erdal Güven, Hoşçakal Mayumi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2002, s.12 10 Çetinkaya Apatay, Türk Japon İlişkileri ve Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü, Deniz Kuvvetleri K.lığı Basımevi, İstanbul 2008, s.58 11 Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı İnternet Sitesi, http://www.tinaturk.org/100218_ertugrul_sempozyumu.pdf 12 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.57 13 Osman Bey; 1853 Sinop Baskınında Osmanlı Filosu Komutanı olan Patrona (Koramiral) Osman Paşa’nın torunu, Ahmed Rahmi Paşa’nın oğludur. 1858’de doğdu, 1877’de Deniz Harp Okulu’nu ikincilikle bitirdi. 1879’da Osmaniye fırkateynine, 1883’te Paris Deniz Ataşeliğine atandı. 1885’te Bahriye Nazırının dul kızıyla evlendi. 1887’de Padişah Başyaverliğine atanarak Albay yapıldı. Japonya görevi önce Osman Bey’in ağabeyi olan Albay Mehmed Raşid Bey’e teklif edilmiş ancak kendisi bu görevi kabul etmemişti. Sıkıntılı bir evlilik sürdüren Osman Bey de, bu görevin iyi bir değişiklik olacağını düşünüyordu. 1889’da (Ertuğrul Kafile K. iken Singapur’da) Mirliva (Tuğamiral) oldu. 32 yaşında şehit olduğu 1890’daki kazada naaşı bulunamadı. (Sb. Künye Defteri No.:31,46) 14 Nurcan Bal, Süleyman Nutki Bey’in Hatıraları (Kültür Yayınları Tarih Dizisi No.:37), Dz.İkm.Gr.K.lığı Basımevi, İstanbul 2003, s.52 15 Erdal Güven, a.g.e., s.20 16 Necmettin Olgaç, Türk Deniz Tarihi Özeti, Deniz Basımevi, İstanbul 2006, s.117-118 DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 11 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 17 1867’de Fransa’da inşa edilmiş, 4700 tonluk zırhlı bir fırkateyndir. 13 Şubat 1913’te bir tatbikat sırasında Karadeniz’de karaya oturmuş ve kurtarılamayarak batmıştır. 18 Süleyman Nutki, Resmi ve Özel Belgeler Işığında Ertuğrul Fırkateyni Faciası (Kültür Yayınları Tarih Serisi No.:65), Dz.İkm.Gr.K.lığı Basımevi, Ankara 2005, s.2 19 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.21 20 Coşkun Güngen, Denizlerdeki Türk: Bilinebilenden Osmanlı’nın Sonuna Kadar (Birinci Kitap), Deniz Basımevi, İstanbul 2004, s.157 21 T.C. Tokyo Büyükelçiliği Kurumsal İnternet Sitesi, http://tokyo.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=133573 22 Ertuğrul Fırkateyninin Çıkarılması Projesi Araştırma Ekibi İnternet Sitesi, http://www.ertugrul.jp/pages/tarihte-ertugrul/ertugrulfirkateyni/secimi-ve-hazirliklar/hazirliklar.php 23 Coşkun Güngen, a.g.e., s.157 24 Ertuğrul Fırkateyninin Çıkarılması Projesi Araştırma Ekibi İnternet Sitesi, a.g.m. 25 Geminin İstanbul’dan ayrılış günü; o zamandan yaklaşık 200 sene önceki İkinci Viyana Kuşatması başlangıcının yıldönümüne rastlamıştı. 26 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.111 27 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.116 28 Mayna etmek: Rüzgârın ve denizin şiddetinin azalması 29 Doğan Hacipoğlu, Tanzimattan I. Dünya Harbine Osmanlı Bahriyesi, Deniz Basımevi, İstanbul 2013, s.177 30 Avdet etmek: Bir yere varmak 31 Mehmet İnal Kolburan, Deniz Kuvvetleri Dergisi, Temmuz 2005, Ceride-i Bahriye: Sayı 23 32 Kolombo’nun o zamanki nüfusu 300 bin civarındaydı. 33 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.126 34 Mehmet İnal Kolburan, Deniz Kuvvetleri Dergisi, Temmuz 2005, Ceride-i Bahriye: Sayı 20 35 Mizana: Üç direkli yelkenli gemide en kıçtaki direk 36 Cunda: Direğin en uç kısmı 37 Toka etmek: Bir şeyi yerine kadar kaldırmak, yukarı çekmek 38 A.H.Fevzi Ilgaz, Hasene Ilgaz, Ertuğrul Fırkateyni, Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı Yayını, İstanbul 1990, s.97 39 Ertuğrul Fırkateyni; 6 ayda bitmesi planlanan İstanbul-Yokohama seyrini ancak 11 ayda tamamlayabilmiş, Yokohama’da da 3 ay kalmıştır. 40 Süvari: Gemi Komutanı, Birinci Kaptan 41 Erdal Güven, a.g.e., s.217 42 Türk-Japon Dostluğu Ertuğrul Fırkateyni Şehitleri Derneği İnternet Sitesi, http://www.japondostluguertugrul sehitleri.org/?page_ id=108 43 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.145 44 Çetinkaya Apatay, a.g.e., s.89-91 45 Alay Sancakları: Resmi ve özel günlerde gemilerin direkleriyle baş ve kıç gönderleri arasına belli bir sırayla donatılan işaret sancaklarının tümü 46 Çimariva: Personelin merasim/ selamlama için belirli bir düzen içerisinde arma ve güvertede mevki almaları 47 Dirisa etmek: Bir taraftan bir tarafa dönmek, rüzgârın yön değiştirmesi DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 12 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 48 Sara yelken: Yelkenin sarılması/ toplanması için verilen komut 49 Süleyman Nutki, a.g.e., s.66 50 İstanbul Dz. Müzesi K.lığı, Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu, Deniz Basımevi, İstanbul 2010, s.97 51 Yarda: Yaklaşık 0,9 metre uzunluğunda ölçü birimi (2000 yarda=1 deniz mili=6080 fit=1852 m) 52 İddialardan biri de; uygun olmayacağı yönündeki ikazlara rağmen Japon kömürü kullanılması ve kazanların dayanma gücünün üstünde istim tutulmasından dolayı infilak ettiğidir. (23 Eylül 1890 tarihli Daily Mail Gazetesi) 53 Doğan Hacipoğlu, a.g.e., s.179 54 Dz.K.K.lığı Deniz Müzeleri Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.denizmuzeleri.tsk.tr/idmk/kafkas/my_ documents/my_files/ samples/BASKIN_5.pdf 55 Ali Bey, Deniz Harp Okulu mezuniyetinin ardından Feth-i Bülend gemisi Komutanlığı yapmış, İngiltere’de dil eğitimi almış, Akdeniz, Kızıldeniz, Hint Okyanusu’nda görevlerde bulunmuş, Nisan 1889’da Yarbaylığa terfi ettirilerek Ertuğrul Komutanlığına atanmıştır. Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Âli Yücel’in dedesi ve şair Can Yücel’in büyük dedesidir. 56 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.148 57 Bazı çalışmalarda da Ertuğrul’un mevcudu; 54 subay, 12 yeni mezun, 12 öğrenci, 12 çavuş, 57 onbaşı, 459 er, 3 sivil toplam 609; 61 subay/ memur, 548 erbaş/ er toplam 609; 62 subay, 547 erbaş/ er toplam 609; 61 subay/ memur, 548 er toplam 609; 56 subay, 537 erbaş/ er, 6 sivil toplam 599; 56 subay, 537 er toplam 593; 55 subay, 460 er toplam 515; 56 subay, 591 er, 8 sivil teknisyen toplam 655 şeklinde değişik rakamlarla verilmektedir. 58 T.C. Tokyo Büyükelçiliği Kurumsal İnternet Sitesi, http://tokyo.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx? ID=133573 59 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.72 60 T.C. Tokyo Büyükelçiliği Kurumsal İnternet Sitesi, http://tokyo.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=133573 61 Dz.K.K.lığı Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.dzkk.tsk.tr/denizweb/turkce/tarihimiras/ SehitliklerVeAnitlar.php 62 Milli Savunma Bakanlığı Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.msb.gov.tr/Birimler/personel/arsivmd/html/ Sehitlikler/Yurtdisi/ yurtdisi.html 63 Erdal Güven, a.g.e., s.5 64 Kaidesiyle yüksekliği 7 metreyi bulan heykel; 1996’da Tokyo’ya 300 km uzaklıktaki Kashiwazaki’de açılan Türk Kültür Köyüne dikilmiş, 2005’teki Niigata depreminden sonra Ertuğrul firkateyninin battığı bölgeye yerleştirilmiştir. 65 Bu konu; Japonya’nın Ankara’da görevli Askeri Ataşeliğinden Türk Dz.K.K.lığına gönderilen 30 Kasım 2005 tarihli yazıda anlatılmaktadır. 66 Erol Mütercimler, Ertuğrul Faciası, 21. Yüzyıla Doğru Türkiye-Japonya İlişkisi, Alfa Yayıncılık, İstanbul 2010 67 Japonya Ankara Büyükelçiliği Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.tr.emb-japan.go.jp/Japonya2010/ 68 İstanbul Deniz Müzesi K.lığı, a.g.e., s.3 69 Dz.K.K.lığı Deniz Müzeleri Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.denizmuzeleri.tsk.tr/idmk/sempozyum/ program.html 70 Ertuğrul Fırkateyninin Çıkarılması Projesi Araştırma Ekibi İnternet Sitesi, http://www.ertugrul.jp/pages/posts/18-31-ekim2010--bodrum-da-ertugrul-firkateyni-sergisi72.php 71 Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.darphane.gov.tr/tr/ product_detail. php?content_id=1401 72 Denizci Günlüğü İnternet Sitesi, http://www.denizcigunlugu.com/guncel-haberler/825-ertugrul-firkateyni-tcg-gemlik-f492. html 73 Şehit olanlardan 11, sağ kalanlardan da 1’inin Ünyeli olduğu belirtilmektedir. 74 Milliyet Gazetesi İnternet Sitesi, Ertuğrul Şehitleri Anıtı, http://www.milliyet.com.tr/unye-de-ertugrul-sehitleri-aniti-acilacakordu-yerelhaber-379183/ DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 13 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 75 Ertuğrul Gazi (1188-1281); Oğuzların Kayı Boyu Bey’i olup, Süleyman Şah’ın oğlu, Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Gazi’nin babasıdır. Üç gemiye ismi verilmiştir. 76 Piri Reis Araştırma Merkezi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Adları Süregelen Gemiler, Deniz Basımevi, İstanbul 2010, s.132 77 Draft: Su çekimi. Batma mesafesi. Su seviyesi ile geminin en alt kısmı arasında kalan dikey mesafe. 78 Deniz Haber İnternet Sitesi, http://www.denizhaber.com.tr/ertugrul-firkateyni-japonyada-1890da-batti-haber-57613.htm 79 Piri Reis Araştırma Merkezi, a.g.e., s.133 80 Mustafa Kemal Atatürk; Milli Mücadele için 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, ilk kez Kabotaj Kanunu’nun yürürlüğe girişinin 1’inci yıldönümünde 1 Temmuz 1927’de İstanbul’a geri gelmiştir. 81 İşte Atatürk İnternet Sitesi, http://www.isteataturk.com/haber/6441/ertugrul-yati 82 Bedri Selay, Ahşap Gemi Modelciliği, Ertuğrul Yatı, http://www.bedriselay.com/ertugrulyat.htm 83 NavSource Naval History İnternet Sitesi, http://www.navsource.org/archives/10/16/161170.htm 84 Piri Reis Araştırma Merkezi, a.g.e., s.134-135 85 Dz.K.K.lığı Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.dzkk.tsk.tr/denizweb/turkce/guncel/guncel_detay.php?id=501 86 Deniz Haber İnternet Sitesi, http://www.denizhaber.com.tr/ertugrul-firkateyninin-cekimleri-aralikta-basliyor-haber-58090.htm 87 100’üncü yıl kapsamında 1990’da da, TCG Turgutreis (F-241) Fırkateyni aynı rotadan Japonya’ya gitmiştir. 88 Dz.K.K.lığı Kurumsal İnternet Sitesi, http://www.dzkk.tsk.tr/denizweb/ErtugrulFirkateyni/Faaliyetler/ FaaliyetProgrami.php 89 Erdoğan Şimşek, a.g.e., s.43 90 Erdoğan Şimşek, Vuslata Beş Kala... Gidip de Dönemeyenler: Ertuğrul, Elips Kitapları, Ankara 2008 DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 14 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına SON BELGELER IŞIĞINDA ERTUĞRUL FIRKATEYNİ’NİN UZAK DOĞU SEYRİ1 Hazırlayan •• Tls.Asb.Bçvş Onur Yüksel Özet: Ertuğrul Fırkateyni, Devletin zor şartlarda mücadele verdiği bir dönemde uzak denizlerde sancak-varlık göstermek üzere Temmuz 1889’da İstanbul’dan yola çıkmıştır. Süveyş Kanalı’nı geçmeyi müteakiben de Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’ndaki çeşitli limanlara uğrayarak Türk insanına olan sevgi ve özlemi karşılıksız bırakmamıştır. Seyahat boyunca tahammül sınırlarını zorlayan çeşitli badireler atlatan Ertuğrul ve onun fedakâr personeli, Türk bahriyelisinin azmini bayraklaştırmıştır. Tüm yaşananlara rağmen on bir ay sonra, Haziran 1890’da Japonya’ya ulaşarak verilen vazifeyi başarı ile tamamlamış ve bayrağımızı ilk defa Uzak Doğu’da dalgalandırmıştır. Asya’nın en batısından en doğusuna uzanmış bir dostluk köprüsü olan Ertuğrul, dönüş seyrinde yaşanan talihsiz bir kazada mavi vatanın sonsuzluklarına yelken açarak geri dönmeyeceği bu son seyri ile Türk-Japon dostluğunun da nihayetsiz sembolü olmuştur. Seyir öncesi ve esnasında yaşananlara belgeler ışığında yaklaşılan bu çalışmada, kaza mahalline yakın eski bir tapınakta bulunan bir belge ile bu dostluğun temelindeki en somut örneklerden birisine de değinilmiştir. Anahtar Kelimeler: Ertuğrul Fırkateyni, Türk-Japon İlişkileri, Uzak Doğu Seyri, Kaza. “Üç direkli fırkateyndir gemimiz, Kimimiz bekârız, evlidir kimimiz, Gayret edin çocuklar Capanya’dır yolumuz Hak selamet versin şanlı Ertuğrul’a”2 Giriş Dünyanın iki uzak köşesinde bulunan Türkiye ve Japonya’nın ilişkilerindeki sıcaklığın nedeni araştırıldığında bunun Ertuğrul Fırkateyni’nin bir mirası olduğu görülmektedir. Bununla birlikte bazı kaynaklarda hatalı olarak yer alan bilgiler sebebiyle Ertuğrul Fırkateyni’nin son seyri yıllardır tartışıla gelmekte; çeşitli araştırma ve sempozyumlara konu olmasının yanı sıra dönemin bahriye şartlarına da ışık tutmaktadır. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 15 Tarih araştırmalarında sıhhatli analizlerde bulunabilmek için olayın şekli ve mekânı kadar yaşandığı zamanı da çok önemlidir. Zira zamanı dikkate alınmayan bir hadiseyi kendi şartlarından soyutlayarak objektif bir şekilde tahlil etmek mümkün değildir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Uzak Doğu seyrini araştırırken, sadece Ertuğrul’un fiziki olarak tarih sahnesinde yer aldığı yılların dikkate alınması, bütün bir resmin eksik veya hatalı olarak yorumlanmasına sebebiyet vermektedir. Ertuğrul Fırkateyni’nin 14 Temmuz 1889’da başladığı ve 430 gün süren son seyri; gerek öncesinde, gerekse seyir esnasında yaşadığı teknik sıkıntıların yanı sıra, yerli ve yabancı basında oluşturulan politik atmosferden ve stratejik hesaplardan da doğal olarak etkilenmiştir. Bununla birlikte yaşadığı tüm problemlere rağmen görevini başarıyla tamamladığı, son kazada ise meteorolojik şartların galip geldiği görülmektedir. Peki, Ertuğrul’un Uzak Doğu seyri sadece hüzünlü bir son ile biten sıradan bir denizcilik hadisesi olarak değerlendirilebilir mi? Söz konusu dönemin çalkantılı politik atmosferi de hesaba katılarak konuya yaklaşıldığı takdirde Ertuğrul Fırkateyni’ne yüklenen misyonun yalnızca bir denizcilik faaliyeti olmaktan öte, aynı zamanda asimetrik tehditlerle mücadele eden devletin bir refleksi olduğu da görülmektedir. Seyahat Şartlarını Hazırlayan Stratejik Gelişmeler Takvimler 19’uncu yüzyılın ikinci yarısını işaret ederken, saatler de artık Osmanlı Devleti için 23:30’u göstermektedir; yani Osmanlı son dönemlerini yaşamaktadır. Dillere destan ışıltılı günleri mazide kalan Bahriye de bu dönemden payına düşeni almıştır. Günümüzde dahi yoğun tartışmalara konu olan “Donanma’nın Haliç Serüveni” ortada iken ve onca olumsuz koşula rağmen neden ahşap Ertuğrul, o güne kadar hiçbir Türk savaş gemisinin gitmediği Uzak Doğu’ya gönderildi? Bu noktada asıl dikkate değer soru ise şudur; Japonya, Osmanlı Devleti’ne yakınlaşmayı neden bu kadar önemsemişti? Japonya’nın dışa açıldığı 19’uncu yy.ın ikinci yarısının başından, Ertuğrul’un seyahatini de kapsayacak şekilde 20’nci yy. başına kadarki süreç içinde yaşananlar kronolojik olarak göz önüne alındığında; Ertuğrul’un Uzak Doğu seyrinin niçin yapıldığı veya neden yapılması gerektiği konusu açıklığa kavuşacaktır: SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 1853-1854 - Komodor Perry’nin Japonya harekâtı ile Amerika tarafından dış dünyaya kapalı Japonya’nın açılıma zorlanması. 1857 - Hindistan ve Çin’deki Türk ve Müslümanların ayaklanmaları. 1869 - Osmanlı hâkimiyetindeki Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve Fransız şirketince işletilmesi. 1875 - İngiltere’nin Süveyş Kanalı hisselerini satın alarak, kanalın koruma hakkını elde etmesi. 1877 - Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nun ilan edilmesi. 1877-1878 - Osmanlı-Rus Savaşı (’93 Harbi). 1878 - Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı. 1878 - İngiltere’nin Doğu Akdeniz’in güvenliği bahanesiyle Kıbrıs’ı işgali. 1878 - Osmanlı’nın Avrupa’dan çıkarılması, Rusya’nın Boğazlara inmesi. 1878 - Japonya’nın kapitülasyon sürecini tersine çevirip, dikkat çeken yükselişi. 1882 - İngiltere’nin Mısır’ı işgal ederek Süveyş Kanalı’nı kontrolüne alması. 1888 - Süveyş Kanalı’nın uluslararası gemi geçişlerine açılması. 1889 - İngiltere’nin “İki Kuvvet Standardı” doktrinini3 hayata geçirmesi. 1894 - Rusya’nın Uzak Doğu’ya yönelmesiyle Japonya için tehdidin büyümesi. 1904-1905 - Rus-Japon Savaşı. Japonların savaşın galibi olmasının Osmanlı’da coşku ile karşılanması.4 Türk-Japon İlişkilerinde İlk Temaslar Dışa kapalılık döneminden henüz çıkan Japonya’nın Batı dünyasını tanıma adına 1873’te düzenlenen ve Avrupa Misyonu olarak da bilinen inceleme gezisinde Prens Tomomi İwakura’nın heyet kâtibi Fukuchi Genichiro’nun İstanbul’a uğraması ile Türk-Japon ilişkilerinde ilk adım atılmış ve bilahare Londra Büyükelçimize bir “Dostluk Anlaşması” önerilmiştir. Takip eden yıllarda da önce ‘Seiki’ adlı okul gemisi (1878) ve ardından da çeşitli heyet ziyaretleri (1881) yapılmıştır. Osmanlı Devleti ise ilk fırsatta bu ziyaretlere karşılık verilmesinin düşünüldüğünü ilk ağızdan ifade etmiştir.5 İlk resmî ziyaret olan, 1887’de Prens Komatsu’nun Abdülhamit’e “Krizantem” nişanını getirmesi ve buna karşılık olarak da Japon İmparatoru’na bir nişan verilmesinin mümkün olup olmadığının sorulması ise Uzak Doğu seyrinin bir plan olmaktan öteye geçmesinde etkili olmuştur.6 Uzak Doğu Seyrinin Amaç ve Hedefleri Ertuğrul’un Uzak Doğu seyri, 16’ncı yüzyılın sonlarında II. Selim’in emri ile Hint Okyanusu Kaptanı Kurdoğlu Hızır Reis’in komutasındaki gemilerimizin Banda Aceh’e yardım ve silah götürmesinden DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 16 yaklaşık 320 yıl sonra bölgeye yapılan ikinci seyahattir ve devletin bu seyahatten beklediği hedefleri şu şekilde sıralamak mümkündür: > Asya coğrafyasında kök salan İngiliz İmparatorluğu’nun idaresi altındaki Müslüman toplumlarda nabız yoklamak ve Osmanlı Devleti’ne yönelik olumlu bir yaklaşım tesis etmek, > İslam dünyasının sadece Araplardan ibaret olmadığını, İngiliz sömürgesi altında olmalarına rağmen Osmanlı Devleti’nin Asya Müslümanları üzerindeki kültürel ve dini etkisini İngiltere ve Rusya’ya göstermek, > Taraflarını başta İngiltere-Rusya’nın çektiği, Osmanlı aleyhine cereyan eden 19’uncu yy.ın siyasi kutuplaşma atmosferinde karşı siyasi ve diplomatik denge unsuru olarak Japonya’ya destek verilebileceğini sergilemek, > Asya Müslümanlarının Hilafete bağlılıklarının güçlendirilmesi suretiyle maddi ve diplomatik desteklerini sağlamaktır ki özellikle bu son maddenin etkileri Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür. Bu nevi stratejik hesaplar doğrultusunda Japonya’ya bir gemi ile iade-i ziyarette bulunmak çok yerinde bir hamle olacak, dolayısıyla Japonya ile ilişkiler kuvvetlendirilirken, seyir boyunca uğranacak limanlar Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerden seçildiği takdirde, ilgili coğrafyadaki atmosfer de devletin politik hamleleri için önemli fikirler vermiş olacaktı.7 Seyir İçin Ertuğrul’un Seçilmesi ve Yaşanan Tartışmalar? Gönderilecek gemi; seçimi, sebep ve sonuçları itibariyle günümüzde bile tartışılmaktadır. Zırhlı bir gemi gönderilirse: Maddi külfet ağır olacak, Rusya ve İngiltere’nin kuşkuları artacak, daha da önemlisi Girit ve Sisam adalarının isyanlar sebebiyle karışık olduğu böylesine kritik bir dönemde savaş kabiliyeti üstün olan zırhlı bir geminin katkılarından mahrum kalınacaktı. Fakat yelkeni ve makinesi olan bir gemi gönderilirse: Maliyet büyük oranda azalacak, yeni mezun bahriyelilere açık denizde yelken eğitimi verilebilecek, yelken eğitimi bahanesi ile de Rusya ve İngiltere’nin kuşkuları giderilmiş olacaktı. Ayrıca bahse konu dönemde hem makine, hem de yelken ile seyir kabiliyeti olan mevcut gemilerimiz incelendiğinde yaşlarının Ertuğrul’a yakın olduğu görülmektedir.8 Dolayısıyla “Yaşlı bir ahşap tekne tercih edildi” şeklindeki tanımlamaların sadece Ertuğrul’a yakıştırılması doğru değildir. Yalnızca makine ile seyir yapabilen zırhlı bir geminin böylesine uzun bir seyirde çıkabilecek arızalarının onarımı, yedek parça gereksinimi ve kömür ihtiyacının karşılanabilmesi için Osmanlı Devleti’ne ait veya istenilen anda yardımcı olabilecek ileri bir üs teşkilatına ihtiyaç duyacakları gayet açıktır ki, bu münasebetle makine-yelken kombinasyonu olan bir geminin seçimi doğal olarak zorunlu olmuştur.9 Bununla birlikte yakın zamanda pek çok savaştan çıkmış olan devletin, muhtemel bir savaş ortamında elindeki zırhlı gemileri hazır bulundurma hesapları da yelken donanımlı bir geminin tercihinde etkili olmuştur. Ertuğrul Fırkateyni ile ilgili en büyük tartışmalardan birisi de “Başçarkçı Harty’nin geminin arızalı oluşu sebebiyle bu seyre gönSAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına derilmemesi yönünde Saray’a kadar bir rapor arz etmeye hazır olduğu, bunun da Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’yı kızdırdığı ve söz konusu rapor sebebiyle tayin edildiği” söylentisidir. İşin doğru olan kısmı: Harty Bey’in Ertuğrul’la ilişkisinin kesildiği ve yine yönetimi Bahriye Nezareti’ne bağlı olan, bugünkü Denizyolları İşletmesi’nin karşılığı sayılabilecek “İdare-i Mahsusa”nın vapurlarından birine başçarkçı olarak atandığıdır. Fakat bu tayinin sebebi olarak gösterilen ve saraya gönderildiği iddia edilen “sözde belge”ye dair bugüne kadar bir kanıt bulunamamıştır.10 Bazı kaynaklarda ise Ertuğrul’un Uzak Doğu seyri boyunca uğrayacağı limanların İngiltere sömürgesi altında olması ve gemide bir İngiliz personelin bulunmasının seyrin ana amaçlarından olan, devletin güç gösterisine olumsuz etki yapacağı düşüncesiyle gemiden alındığı şeklinde yaklaşımlar mevcuttur ki bu ikinci görüş daha sıhhatlidir.11 Başçarkçı Harty’nin görevden alınmasına karşılık Bahriye Nezareti, kendisinin ne sözlü ne de yazılı bir müracaatı olmadığını, gemiden çıkarılmasının sadece Ertuğrul’un bünyesinde yabancı personel bulundurulmasının uygun olmadığı bildirilmiştir. Bununla birlikte Adalar Vapuru’na tayininin ise Londra’dan yeni gelmiş olan bu vapurun yeni sistem makinesini tanıyıp kullanabilecek bir eleman olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Harty’nin yerine ise Miralay İbrahim Bey başçarkçı olarak atanmıştır.12 Ertuğrul’un durumu ile ilgili olarak İmalat ve Fabrikalar Komisyonu’nun 27 Mayıs 1889’da Bahriye Nezareti’ne sundukları raporlarda: “Ertuğrul’un her yönden bu yolculuğu tamamlayabilecek yeterlilikte olduğu” ifade edilmektedir.13 Ertuğrul Fırkateyni’nin Genel Özellikleri Ertuğrul Fırkateyni, 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında Taşkızak Tersanesi’ne sipariş edilmiş, 1855 yılında omurgası kızağa konmuş ve yayınlanan resmî Salname’ye14 göre H.1280 [M. 19 Ekim 1863] Pazartesi günü Haliç’in Taşkızak Tersanesi’nde Padişah huzurunda denize indirilmiş ahşap bir fırkateyndi. Birkaç ay sonra da makine ve kazan montajıyla toplarının çeşitlendirilmesi ve modernizasyonu için İngiltere’ye gönderilmiştir.15 Ertuğrul Fırkateyni’nin buhar makinesi ile donatılması sürecine bakıldığında: Bu modernleştirme çalışmaları kapsamında buharlı makine kabiliyeti kazandırılması için ilk olarak seçilen üç geminin içinde Ertuğrul Fırkateyni ile birlikte, Kosova Kalyonu ve Hüdavendigâr Fırkateyni de vardır. Bu üç gemilik grup modernize faaliyetleri için Ethem Paşa komutasında 1864 yılının Nisan ayında İngiltere’ye doğru yelken açtı. 18 Şubat 1865 Southampton’dan demir alarak memlekete dönüş yolculuğuna başlayan Kosova, Hüdavendigâr ve Ertuğrul yelken açarak ayrıldıkları İstanbul’a bacalarından duman tüttürerek döndüler.16 Ertuğrul Fırkateyni’nin teknik özellikleri özetle şu şekildedir: Boyu : 76.2 m. Eni : 15.1 m. Tonajı : 2344 t. Yakıt : 350 t. (Kömür) Sürati : 10 kts. Makinesi : 600 / 2200 Hp.17 Fırkateyn Kumandalığına Padişah yaverlerinden Miralay Osman Bey’in, süvariliğe ise Binbaşı Ali Bey’in atandığı bildirilmiştir.18 Mürettebatın tam sayısı hakkında Japon ve Türk kaynakları farklı rakamları işaret etmektedirler. Normal şartlarda seyir mevcudu 41 Subay, 429 Er olan Ertuğrul’un Uzak Doğu seyrinde ise personel mevcudu kesin olarak tespit edilememekle birlikte 600 civarında olduğu en sıhhatli bilgidir.19 Seyir Hazırlıkları… Bahriye Nezareti bir yandan olumsuz söylentilerle, diğer yandan da Ertuğrul’un teknik ve personel ihtiyaçlarının giderilmesi ile meşguldü. Askerliğin temel göstergesi olan kıyafet hususunda personele fes, kışlık, yazlık elbise ve ayakkabı temin edilmişti. Uzak Doğu ülkelerinde fes giyilmediğinden, feslerin bakımı için dışarıdan bir kalıpçı ustası da mürettebata dâhil edilmiştir. Ayrıca, yelkenle yapılan seyirlerde gemicilik ameliyeleri için personelin kas kuvveti ön plana çıkacaktı. Bu sebeple de protein ihtiyacını gidermek için personele et yedirmek şarttı. Peki, henüz konserveciliğin yapılmadığı bir dönemde, soğuk hava deposu ve buzdolabı olmayan gemide etler nasıl korunacaktı? Bu gibi durumlara çözüm olarak Bahriye’de kavurma yöntemi de yaygın bir uygulama olduğu halde, Akdeniz’in güneyindeki sıcak iklimlerde bunu tatbik etmek de imkânsızdı. Bahriye Nezareti’ni uğraştıran bu ciddi sorun için bulunan çözüme göre: Geminin uygun bir yerinde oluşturulacak bir ağılda, birkaç canlı hayvan, beş on gün barındırılarak taze et sağlanacaktı. Bu işin teknik detayları için de Kasımpaşa Kasaphane-i Amire’sinden bir kasap gemiye dâhil edilmiştir.20 Japonya’ya kadar uzayan bu seyahatte yeni haritalara da ihtiyaç duyulmuştur. Bu yüzden Hint Okyanusu’nun doğu sahillerini, Çin ve Japon Denizlerini ve çevrelerini gösteren haritalara ihtiyaç vardı. Bahriye Bakanlığı’nın ilgili birimlerinde ise bu haritalar mevcut olmadığından sipariş verilerek seyre yetiştirildi. Ayrıca, haritaların yanı sıra, hassas kronometreler, sekstant aletleri, barometreler vb. gibi seyir yardımcısı aletleri ile birlikte, Asya’nın doğu ve güney sahilleri hakkında her türlü bilgiyi veren “Rehber-i Derya” isimli seyir kılavuzu kitapları (Pilot Books) da temin edilerek seyir hazırlıkları büyük ölçüde tamamlanmıştır. Fırkateynin Resmi Veda Töreni ve Yolculuğun Başlaması Japonya seyri öncesinde, gidiş amacı ve seçimi ile ilgili çok hararetli tartışmalara konu olan Ertuğrul Fırkateyni; seyir hazırlıklarını tamamladıktan sonra, 14 Temmuz 1889 [R. 01 Temmuz 1305] Pazar günü, bağlı bulunduğu Haliç’teki şamandırasından halatlarını fora ederek Japonya’ya doğru ileri harekete geçmiştir. Ertuğrul Süvarisi Yarbay Ali Bey’in torunu Hasan Ali Yücel21 Ertuğrul’un İstanbul’dan ayrılışını annesinden şöyle aktarmaktadır; Derinliği : 7.1 m. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 17 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına “Sultan Selim’den Haliç tabak gibi görünürdü. Ertuğrul da Kasımpaşa’da Divanhane önünde duruyordu. Hasta, lohusa döşeğinde yatan annemden başka bütün ev halkı, pencerelerde gemiyi seyrediyorduk. Öğle üzeri bir de baktık, gemi hareket etti. Bütün askerler güvertede, mızıkalar “Ey Gazileri” çalıyor. Yelkenleri açılmamış gemi çarkını işleterek yürüyordu. Bayraklarla donatılmıştı. Zannettik ki Beşiktaş önünde duracak, Hâlbuki Sarayburnu önünden kıvrılınca işi anladık. O zaman halk köprüye, deniz kenarlarına toplanmış, sesler, bağrışmalar bizim konağa kadar geliyordu. Hepimizde bir ağlama… Böyle gittiler.”22 Çanakkale Boğazı Geçişi ve Marmaris’e İntikal Gelibolu önlerine varıldığı zaman tüm personel tören için muntazam sıralar halinde güvertede toplanmıştı. 500 yıllık bir gelenek gereği, top atışıyla Rumeli’ye geçen ilk Türk komutanı olan Süleyman Paşa selamlanarak Marmaris’e doğru seyre devam edildi. nın mahiyetini öğrenmek için yapılan muayenede; dümenin su hattının üzerinde kalan bileziğinden kırılarak denize düştüğü, kıç bodoslamasının da büyük bir kısmıyla parçalandığı anlaşıldı. Bu şekilde seyretmek mümkün değildi. Artık gemi dümensizdi ve kıç bodoslaması da hasarlıydı. Ertesi gün dalgıçlar tarafından kanalın dibi araştırılarak, dümen ve kıç bodoslama parçası bulundu. Kanal idaresi Ertuğrul’a yardımdan ziyade, kanal trafiğini aksatmamak düşüncesiyle gönderdiği maçunanın yardımıyla dümen çıkarılarak geminin bordasına asıldı. Dümen yelpazesinin bulunup gemiye alınması problemi çözmüyordu. Fakat Türk bahriyelisi için bu arıza azme engel olamazdı! Gemiyi tamir için İskenderiye’den yerli ve yabancı ustalar, mühendisler getirildi. Gerekli tamirat yapıldı fakat geminin havuza da alınması gerekiyordu. O esnada havuzun dolu olması sebebiyle uygun mevsim rüzgârlarının kaçırılmaması için Yıldız, Mısır’da fevkalade Başkomiser olarak görev yapan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ya bir telgraf göndererek nüfuzunu kullanması istenmiştir.25 06 Temmuz 1305 Ertuğrul, Süveyş’e varışından ancak bir ay sonra (30 Ağustos’ta) havuza girebildi. Onarım işleri de 30 Ağustos’tan 21 Eylül’e kadar geçen üç haftada tamamlandı. Şaka maka bu akşam gelirim, yarın gelirim diyerek gayet güzel hava ile bil âfiye Marmaris limanına muvasalat ettik. Buradan yine şaka maka Port Said’e ve oradan da Japonya’ya, Mevla ihsan ederse gideceğiz...”23 Ertuğrul 23 Eylül 1889’da Süveyş’ten ayrılmıştır.26 Ertuğrul’un süvarisi Ali Bey eşine gönderdiği mektupta; “geminin güzelce tamir olduğunu, hatta İstanbul’da yapılmayanları bile yaptıklarını, sadece kazanların biraz akıttığını ve onun da bir zararının olmadığını” yazmaktadır.27 “Hakikatli hanımcığım; Port Sait’e Varış ve Süveyş Kanalı Geçişi İstanbul’dan yola çıkan Ertuğrul, Marmaris Limanı’na, oradan Süveyş’e gelmiş, Kanal geçişi için sıra beklerken Port Sait’te bir gece kalmıştır. Ertuğrul; İstanbul’dan hareketinden 12 gün sonra, 26 Temmuz 1889 Cuma günü kılavuz da alarak sabah saatlerinde kanala giriş yapar. Kural gereği: Ertuğrul Fırkateyni kanala girişten önce kılavuz kaptan almak zorundadır. İsmailiye’den gelen kılavuz kaptan ve İngilizlerin yönetimindeki kanal idaresinin kuralları tam anlamıyla, Ertuğrul’un başına getirmedik aksilik bırakmayacaktır. Süveyş’te Yaşanan İki Kaza: 27 - 28 Temmuz 1889 Ertuğrul’un kanal geçişine başladığı 27 Temmuz’da talih yüzüne gülmüş ve karşı yönden gelen gemi pek az olmuştu. Sahildeki işaret istasyonunda karşı yönden gemi geldiğini gösteren işaret flaması çekilmemişti. Gemi kılavuzun yönetiminde beş, altı millik bir süratle Acı Göl’de, kanal içinde ilerliyordu ve her şey yolundaydı. Fakat birdenbire geminin yavaş yavaş süratten düştüğü ve nihayet durduğu hissedildi. Ertuğrul kuma oturmuştu! Gelen iki güçlü römorkör Ertuğrul’u çektilerse de kurtaramadılar. Geminin demir ve zincirleri de geçici olarak dubaların üzerine nakledildi. Bütün bir gece boyunca bu işler ancak tamamlanarak, ertesi sabah gemi kurtarılmıştı.24 28 Temmuz’da yola devam edilirken İşaret istasyonlarından birine yaklaşıldığında, ileriden bir geminin gelmekte olduğuna dair işaret verildiği görüldü. Çaresiz, her gelen gemi yaklaştığı zaman Ertuğrul, filikalarla kılavuzun gösterdiği yerlere halat veriyordu. Sahilden uzaklaşıp kanal ortasına doğru açılmaya başlanmıştı ki pervanenin bir cisme temas ettiği hissedilerek, hafifçe sarsıldı. Sarsıntı- DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 18 Cidde-Aden-Bombay Seyri28 Havuzdan inişini müteakip seyre devam eden Ertuğrul, önce Cidde’ye uğrayarak29 kömür ikmali yapmış, buradan hareketle 7 Ekim’de Aden Limanı’na intikal etmiştir. Aden’den kömür ikmalini müteakip 10 Ekim’de Kolombo’ya doğru ileri harekete geçilmiştir.30 Başlangıçta, direkt olarak Seylan Adası’ndaki Kolombo’ya intikal etmek düşünüldüyse de bu mesafe 2100 mil gibi oldukça uzun bir mesafeydi. Bu düşüncelerle bir ara limana uğramak zorunluluğu doğdu. Bombay Limanı’na uğramanın en akılcı hareket olacağı düşünüldüğünden, rota ona göre değiştirildi. Ertuğrul Hint Okyanusu’ndaydı, hem de Ekim ayında… Personel ilk kez yağmurun bu kadar şiddetle yağabileceğini bu seyirde görmüştü. Yağmur başladığında yelkenleri sarıp makine kumandasına geçmek personel için tam anlamıyla bir eziyetti. Ekim ayının ortalarına gelinmişti ve Ertuğrul 12 derece kuzey enlemi üzerinde, genel doğu rotasında seyrine devam ediyordu. Hint Okyanusu’nda poyraz ticaret rüzgârları esmezdi. Güneydoğu yönünden, keşişlemeden esen ticaret rüzgârlarının zamanı da Aralık ile Temmuz ayları arasıydı. Aslında geminin hareketi için en uygun rüzgâr da arada esen bu rüzgârlardı. Ama bu rüzgârlar da Ekvator’un güneyinden eserdi. Geminin bu enlemlere kadar inmesi de bahis konusu olamazdı. Bu yüzden ticaret rüzgârlarından yararlanmak olanağı da yoktu. Bu rüzgârlara ticaret rüzgârı adı verilmesi bunların belirli zamanlarda aylarca aynı yönden ve devamlı olarak esmelerindendi. Hint Okyanusu’nda ticaret rüzgârları kadar olmasa bile yine de muntazam esen “mevsim” rüzgârları da vardı. Lodos SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına mevsim rüzgârları Ertuğrul’un seyir rotası için çok uygun olurdu. Ancak Süveyş’te kalış süresi dolayısıyla mevsim biraz geçmişti. Yorucu fakat olaysız bir seyirden sonra Bombay’a varıldı.31 Bombay 20 Ekim’de Bombay’a uğrayan Ertuğrul ve mürettebatına halk büyük ilgi göstermiştir. Ertuğrul, Bombay’a gelir gelmez, gemiyi ziyaret için rıhtıma ve iskelelere hücum başladı. Ancak toka sancaktan evvel, savaş gemilerine ziyaretçi kabul edilmemesi, Osmanlı denizcilik geleneğinden olduğu için gelen ziyaretçiler bir süre bekletildi. Direklere tırmanıp Türk sancağına yüzünü gözünü sürenler, geminin güvertesini ve iskelesini öpenler, ağlayanlar Türk’ün şeref ve itibarına bu yörelerde çoktan beri hasret çekildiğinin canlı ve somut kanıtlarıydı. Bu ziyaretlerin ilginç tarafı, gelenlerin grup grup toplanarak askerlerle saatlerce konuşmalarıydı. Ama hangi dilde ve nasıl? Zor anlaşıyorlardı ama zevkle anlaşıyorlar, birbirlerine davetler ve ikramlar yapıyorlardı. Bombay’da yayınlanan iki gazetede Ertuğrul hakkında makaleler yayınlanmıştır. Yayınlanan bu iki gazetenin haberlerini nakleden Ceride-i Bahriye’nin yine aynı sayısında yer alan diğer gazete ise Gücerat dilinde yazılı olan “Kasıd-ı Bombay” (Gazette of Bombay)’dır. Bahse konu gazete, 28 Ekim 1889 tarihli nüshasında gemiye karşı olan büyük ilgiden genişçe söz etmektedir.32 Ertuğrul, Bombay’da da gerçekten büyük ilgi görmüş, bir savaş gemisinin bayrak gösterme ziyaretinden beklenen neticenin azamisinin alınmasını mümkün kılmıştı. İngilizce olarak yayınlanan “Advocate of India”nın 12 Kasım 1889 tarihli nüshasında, Ertuğrul ve mürettebatına ilişkin ifadeleri şu şekildedir: “…Ertuğrul Fırkateyni birçok ecnebi limanlarına uğradıktan sonra, geçen hafta limanımıza vasıl olmuş ve önümüzdeki pazar günü Japonya’ya müteveccihen buradan, makineyi çalıştırarak hareket edecektir. …Ertuğrul Fırkateyni’nin Bombay Limanı’nda kalışı esnasında karaya çıkan tayfasının kıyafetleri herkesin nazar-ı takdiri ve hayretini çektiğinden, Bombay’lılar mezkûr vapura gidip içerisini gezdiler. Gemicilerin davranışları ve misafirperverlikleri hayranlık uyandırmıştır. Üniformalarıyla kırmızı fesleri pek ziyade dikkat çekmektedir. Ertuğrul Fırkateyni’ni ziyarete gidenler gemide kemal-i nezaketle kabul olunmuşlardır. Sefine içinde gezilecek olan yerlerin hepsi nete edilmiş ve kendilerinden hiçbir şey esirgenmemiştir…” 33 Bombay-Kolombo Seyri: “… Gemi su alıyor!” 27 Ekim’de ileri harekete geçen Ertuğrul’un yeni rotası Kolombo Limanı idi. Süveyş’teki gecikmenin faturasının ağırlığı iyice hissedilmeye başlandı. Bombay’dan sonra rota güneye kırıldı fakat poyraz rüzgârı nadiren estiğinden çoğunlukla makine kumandası altında yol alınıyor, sahil iskele tarafta görüş mesafesinde olacak şekilde seyir yapılıyordu. Hareketin üçüncü günü gece yarısı hava mayna etmiş, ay ışığı ve yakamozlar üzerinde seyrediliyorken pasaparolanın iskele baş DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 19 omuzluk üçüncü güvertede su olduğu raporu ile herkesin tadı kaçtı ve Miralay Osman Bey bu müthiş haberle uyandırıldı: “Gemi baş tarafından su alıyor !..” Komutan yatağından fırladı ve derhal köprü üstüne çıktı. Fırkateyn sakin havada makineyle seyrediyor ve saatte yedi mil sürat yapıyordu. Yapılan mevki kontrolleri incelemesinde en yakın mevki kontrol noktası olan Kaliküt Feneri’nin görülebileceği mesafeye takriben kırk mil daha vardı. Mahallin muayenesi yapıldı, baş bodoslama meşe kaplamalarının aralarının açıldığı ve içeriye su girdiği, mahalde yaklaşık bir metre su olduğu tespit edildi. Su alma nedeni ise bilinmiyordu. Büyük bir yelken bezi zift ile sıvandı, bölmenin suyu tahliye edilip kurutulduktan sonra bu ziftli bez tahtaların üzerine kaplandı. Zift ve Malta taşı tozu ile macun yapılıp tahtaların arası dolduruldu. Yeni bir yelken bezi ile bu macunun üzeri kapatıldı ve su kesildi.34 Üç buçuk ayı aşan seyir sürecince Ertuğrul’un başına ikisi Süveyş Kanalı geçişi olmak üzere, Bombay-Kolombo seyrinde de baş bodoslamadan su alması ile toplam üç olay geldi. Kolombo Günleri Bombay’dan ayrılan Ertuğrul, 1 Kasım’da Kolombo’ya35 gelmiş ve burada beş gün kadar kalmıştır.36 300 bin nüfuslu adanın civarında, on binlerce kişinin muhtelif yerlerden gemiyi ziyarete gelmekte oldukları Seylan Genel Valisi tarafından gemi komutanına bildirmişti. Bombay’daki tecrübeler, aynı anda gemiyi 2.000 kişinin ziyaret edebileceğini göstermişti. Ama gelin görün ki gemiye gelenler yelkenlerin gölgesinde bağdaş kurup oturuyorlar ve mürettebatla sohbete dalarak gemiden ayrılmak istemiyorlardı. Seylan halkının Ertuğrul’a gösterdiği ilgi, Bombay Müslümanlarının gösterdiği ilgiyle adeta yarışırcasına idi.37 Ertuğrul’un Bombay’dan çıktıktan sonraki yaşadığı sorun sebebiyle onarım ihtiyacı vardı. Fakat havuz ve gerekli tamir malzemeleri olmayışından ötürü Kolombo’da tamir edilemedi. Bu yüzden Singapur’a varmak için acele edilmeliydi. Fırkateyn 5 Kasım 1889 günü Singapur’a müteveccihen hareket etmişti. Çizilen rota Seylan Adası’nın güney burnundan dolaşılarak Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Banda Aceh Burnu’na, oradan da Malakka Boğazı yoluyla Singapur’a doğruydu. Kasım ayının bu günlerinde bölgede lodos mevsimi sona ermişti, ancak bu mevsimde oluşan ölü dalgalar kuzey rüzgârlarında da etkindi. Fırkateyn bu kötü hava şartlarında altı gün, altı gece süren pek zor bir yolculuktan sonra Malakka Boğazı’ndan içeri girebildi. Ertuğrul Singapur’da Bütün bu yaşananların üstesinden gelen Ertuğrul 600 mil uzunluğundaki boğazı kat ederek, toplamda 1500 millik seyir yapmış ve 15 Kasım 1889 günü Singapur’a varmıştır. Bölgede hüküm süren hava şartları ve geminin bu zamana kadar atlattığı sorunlar da dikkate alındığında, bu seyir Ertuğrul için gerçekten övünülecek bir başarı sayılabilirdi. 3 Teşrinisani 1305 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına “Şefkatli, Hakikatli Efendim; …Bizler ise Japonya’nın dörtte üç yolu olan Singapur’a muvasalat ettik. Şimdiki halde havaların şiddetini burada geçiriyoruz. Ama hava deyip de sakın öyle kış, mış anlaşılmasın. Bol bol yağmur… Bildiğimiz sicim gibi değil, adeta kalın halat gibi… Buraların gemileri acayip, yani denizlerine göre yapılmış… Lâkin bununla beraber hiçbir şey diyemem. Bir kuvve-i ruhaniye bizi daima ileriye sevk edecek inşallah…” Süvari-yi Ertuğrul, Ali”38 Baş bodoslamanın tamiri konusunda Nezaret ve Yıldız aynı fikirde idi. Fakat hazirana kadar Singapur’da kalınması konusunda Saray ikna olmaz ve neticede, Ertuğrul için bir dönüm noktası olan “bu mevsimde seyre devam edilmesi” uygun görülür. Bu devam kararı ile birlikte Japonya’da, devletin amiral seviyesinde temsil edilmesine karar verilir. Komutan Miralay Osman Bey 20 Aralık 1889’da mirlivalığa (tuğamiral) terfi ettirilir. Ayrıca Sağkolağası Ömer Kaptan da binbaşılığa terfi ettirilmiştir.39 Osman Paşa’nın mürettebat için istediği elbiseler de İdare-i Mahsusa vapuru ile Port Sait kömür memuruna, buradan da bir posta vapuru ile gemiye ulaştırılmıştır.40 Üstelik Bahriye Nezareti tarafından, Ertuğrul’un Singapur’dan hareket zamanının yaklaşması üzerine, 5.000 liranın gönderilmesinin de Babıâli tarafından Maliye Nezareti’ne emredildiği Ertuğrul Kumandanlığı’na bildirilmiştir.41 Singapur’da geminin baş bodoslama kaplamalarının onarımı yapılmak zorundaydı. Bunun için de seyahatin başından itibaren ikinci kez havuza çıkmak gerekiyordu. Tamirat için gerekli malzeme satın alındı ve taş havuza alınan Ertuğrul’un baş bodoslama kaplamaları Singapur’dan alınan yeni ve gemi inşası için özel ağaçlarla değiştirildi. Bununla birlikte fırtınada hasar gören diğer kısımlar da onarıldı. Londra merkezli “Times” gazetesi, 5 Aralık 1889 tarihli nüshasında: için üs komutanını makamında ziyaret ederek teşekkürlerini bildirdi.44 Singapur-Saygon Seyri Singapur’dan sonraki liman Hong-Kong’du. Fakat hava şartları dolayısıyla yelken ile seyir pek mümkün görünmüyordu. Tam kapasite kömür ile ise ancak 900 mil gidilebiliyordu. Bu nedenle Singapur ile Hong-Kong arasında bir limandan kömür ikmali yapılmalıydı. 650 mil mesafedeki Fransız sömürgesi olan Saygon Limanı’na uğramaya karar verilerek 22 Mart 1890’da Singapur’dan ileri harekete geçildi. Seyrin üçüncü gecesi kuvvetli poyrazda makine ile seyreden Ertuğrul saatte sadece 3 mil gidebiliyordu. Mecburen iskele tarafa dönüşle rota Siyam Körfezi’ne çevrildi. Sancak baş omuzluktan ufuk görünmüyordu. Fırtına iyice şiddetlenmiş, dalgalardan Siyam Körfezi’ne seyir yapmak da imkânsızlaşmıştı. Rotanın tekrar iskeleye dönüşle Singapur’a doğru alınmasına karar verildi. Geminin iskele taraftan dönüşü kolay olmayacaktı. Gemi, üzerinde yol olmadığı (ilerlemediği) için kumanda dinlemiyor, tornistan geziyordu. Dümen aksi istikamete alındı, faydası yoktu. Yalpa müşiri son raddeye dayanmış, Ertuğrul beşik gibi sallanıyordu. Binbaşı Cemil Bey’in rüzgâr altına dönme teklifi tehlikeli manevra olarak değerlendirildi. Süvari Ali Bey, Başçarkçı İbrahim Bey’den makinenin ne zaman hazır olacağını sordu? Son can simidi olan makine bir saate kadar çalışır duruma gelebilirdi. Makine kumandası ile rota tekrar Singapur’a çevrilmeyi müteakip gemi rahatladı.45 Malakka Yarımadası’na yaklaşan Ertuğrul rotayı tekrar kuzey doğuya; Saygon’a doğru çevirdi. Ertesi gün kuvvetli yağmur ve peşine fındık büyüklüğünde dolu yağmaya başlayınca personel rahat bir nefes aldı. Çünkü bu dolu taneleri fırtınanın geçtiğinin habercisiydi. Fakat Singapur’dan çıkış için haziranın bekletilmemesinden dolayı Ertuğrul’un çektiği sıkıntılar bununla bitmeyecek gibi görünüyordu… Saygon Limanı “…Türk fırkateyninin gene arıza sebebiyle, Singapur’da yola devam edemeyerek durduğu, taşınan nişan vesairenin ise posta vapuruyla gönderileceği …” yazıyordu. Bunun üzerine Hariciye Nezareti bu konuyla ilgi olarak açıklama istemiştir. Bahriye Nezareti de bu makalenin asılsız olduğunu, uygun mevsim rüzgârlarının beklendiğini beyan etmiştir.42 Ertuğrul, 28 Mart 1890’da Fransızların hâkim olduğu Saygon Limanı’na demirledi. Saygon’a Ertuğrul’dan önce, bir amiral komutasında olan Çin’e ait 8 gemilik bir filo gelmişti. Çin filosu da aynı fırtınaya yakalanmış Saygon’a sığınmıştı. Ertuğrul bu filoyu 17 pare top atışı ile selamladı. Çin amirali de Ertuğrul’un bu selamını unutmayacak, günü geldiğinde Ertuğrul’a yardımda bulunacaktı. Ayrıca, Kolombo Konsolosluğu’ndan Londra Elçiliği’ne, oradan da İstanbul’a gönderilen “Ceylon Observer” adlı gazete haberinde; “Ertuğrul Fırkateyni’nin Singapur’da beklemesinin sebebinin kömürü ve onu alacak parasının olmamasından, liman vergisini de verememesinden dolayı olduğunu” yazmıştır ki daha sonra Osman Paşa bu haberi de tekzip ettirmiştir.43 Ertuğrul, Saygon’daki beş günlük liman ziyaretinin ardından, ikmalini tamamlamış olarak 3 Nisan’da Hong Kong’a doğru ileri harekete geçti. Singapur yıllar sonra ilk kez olay çıkarmayan, taşkınlık yapmayan, sokakta kavga etmeyen denizciler görmüştü. Üs komutanı personelin örnek tavrından ötürü teşekkürlerini defaten Osman Paşa’ya iletti. Osman Paşa da Singapur halkının ve üssün misafirperverliği DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 20 Saygon-Hong Kong Seyri Seyrin ilk günü deniz sakin, hava bulutsuzdur ve ortalama 7-8 mil süratle ilerlemekteyken bu hava şartlarında yaklaşık bir hafta sonra Hong Kong’a varılacaktır. Mürettebat mevsim rüzgârı olmamasına rağmen, esen bu güney rüzgârını fark edince hemen yelkenleri yayarlar. Makine ise yelkenle seyredileceği için durdurulmuş, kazanlar söndürülmüştür. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Keyifli bir seyir diye düşünülürken, bu keyif uzun sürmez. Kısa süre sonra da serdümenin haykırışı ile işlerin yolunda gitmediği anlaşılır: – Gemi dümen tutmuyor...! Ertuğrul, Çin Denizi’nin hemen hemen ortalarındaydı ve bir sığlığa sürtünmek, karaya oturmak gibi olasılıklar ihtimal dışıydı. Süveyş’te dümen arızası giderilmiş, Singapur’da da gerekli havuz kontrolleri yapılmıştı. Bu garipliğe akıl sır erdirmek mümkün değildi. Geminin pruvası Hong Kong yerine tamamen tersine, Avustralya yönüne dönmüştü. Gemi inat ediyor, istenilen rotaya dönmüyordu. Eski bir deniz kurdu olan ve Hint denizlerindeki “Tufan-ı Fil” fırtınalarını dahi bilen Süvari Ali Bey, gemiyi bırakmış dürbünle ufku seyre dalmıştı. Sanki arızanın sebebini gemi dışında arıyor gibi bir hali vardı. Seyir defterindeki barometre kayıtlarına nazaran dört saat içinde atmosfer basıncı 18 milimetre kadar düşmüştü! Bu durum karşısında Ali Bey büyük bir şaşkınlık içindeydi. Vakit kaybetmeden Çin Denizi’ne ait Rehber-i Derya’ları (Pilot Books) karıştırmaya başladı. Osman Paşa bilgisine ve deneyimine çok güvendiği gemi süvarisinin incelemelerinin neticesini sükûnetle bekliyordu. Sükûneti, süvarinin tok sesi bozdu: - Paşam! Tayfuna, devvar fırtınaya girmişiz! Eğer cenab-ı hak şu fedakâr kullarına inayet eder de fırtına merkezine girmeden kurtulabilirsek ne âlâ! Yoksa direkleri, yelkenleri ve belki de gemiyi bu afete kurban veririz. Süvarinin Rehber-i Derya’ları incelemekten maksadı da fırtına merkezinin hangi istikamette ilerlemekte olduğunu bulmak içindi. Deniz, rüzgâra tâbi olarak bir daire halinde ve saat yelkovanı istikametinde dönmekteydi. İşte, geminin sancağa doğru dümen tutup da, iskeleye doğru tutmamasının nedeni buydu. Fırtınanın merkez kısmında girdaplar, kasırga halinde rüzgârlar, kademeli derin çukurlar vardı. Duruma bakılınca gemi fırtınanın merkezinden pek de uzak değildi. Süvarinin yelkenleri azaltma teklifini de Osman Paşa kabul etti. Yelkenlerin bir kısmı yırtıldı, bir kısmı kesildi ama barometre de önce sabit kalmaya sonra da yükselmeye başladı. Güneşin batışına kadar, dönen fırtınanın merkezi etrafında dolaşılmıştı ama gemi de kurtulmuştu.46 Çin Denizi’ndeki bu ikinci büyük tehlikeden de kurtulması Ertuğrul Fırkateyni için büyük başarıydı. Bu başarının temelinde gemi komuta heyetinin, özellikle süvarisi Yarbay Ali Bey’in bilgi, beceri ve deneyim sahibi olmasının ve personelinin eğitim seviyesinin ve inancının yüksek olmasının payı büyüktü. Geminin son mevkiinden Saygon’a mesafe 160 mil, Hong Kong’a ise 790 mildi. Civarda başkaca elverişli bir liman da yoktu. Bu yüzden fırtınanın, özellikle yelken donanımında yaptığı tahribatı ve hasarı gidermek üzere Saygon’a geri dönmeye karar verildi. 21 Mart - 15 Nisan 1306 “İsmetli, Hakikatli, Harem-i Muhteremim Hanımefendi Hazretleri; DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 21 … Saygon nam mahalle muvasalat olunup burada kömürümüzü alıp ve havanın şiddetini geçirip yine Hong Kong tarikiyle, inşaallah-ı teala hareket olunacağı arz olunur. ‘Hatır-ı hayale gelmez seyahat, dil ile tarif kabul etmez hâlat… Zira inşallah birleştiğimiz zaman, kimseye meydan vermemek üzere, yüzlerce sene söylesem yine tarif edemem…’ … İki defa bocalama, yani geri dönme ile yine İngiliz müstemlekâtı olan Hong Kong’a vasıl etti. Amma, biraz da üzdü. Tam 20 mil kalarak ela gözlü buyurduğunuz [deniz], ekşi yüzü kocaman kocaman kabarcıklar yaparak ve hindi gibi kabartarak öyle tokatlar vurdu ki tarif kabul etmez. Hülasa, görünecek olan büyük dağlar bile şiddetinden siyah bulutlara bürünerek saklandılar. Kaldık mı bir karanlık ortasında. Daha ilerisini İstanbul’da tarif ederim inşallah. Süvari-yi Ertuğrul, Ali”47 Bu ikinci, Saygon-Hong Kong seyrini Osman Paşa, ağabeyi Mehmet Raşit Bey’e yazdığı mektupta şöyle anlatmaktadır: “... Saygon’dan ikinci defa hareketimizden sonra elverişli hava şartlarında üç gün babafingoları bile kullanarak, Hong Kong’a 80 mil mesafeyle yaklaşmıştık ki bir gece yarısında bütün gücüyle üzerimize doğru esen poyraz fırtınasında ancak 2-3 mil süratle ilerleyebilecek duruma düştük ve sahili görünceye kadar on üç saat kadar uğraştık. Çektiğimiz unutuldu ise de Çin Denizi’nin bu üçüncü sillesi de belleğimizde tatsız bir anı olarak kaldı...”48 Osman Paşa Hong Kong’a 30 mil mesafedeki küçücük bir adacığı bu fırtınalı havada ilk görene hediye vaat etti. Adaya 5 mil kala geminin seyir subaylarından mülazım, Fener’li Mehmet Bey “gördüm!” diye müjdeyi verince Osman Bey: - Hong Kong’a salimen demirlersek istediğin bir şeyi almak borcum olsun! sözüne binaen Hong Kong’da Mehmet Bey’e bir sekstant almıştır.49 Nitekim Osman Paşa bu uzun ve meşakkatli seyirde okyanusun uçsuz bucaksız manzarası içinde kıyı, fener, ada gibi insanı memnun eden, bir nebze de olsa teselli veren görüntüleri ilk görmekte birçok personelden daha fazla tecrübe sahibi olmuştu. Bu durum eğlenceli bir müsabaka halini almış, kısıtlı imkânlar içindeki personel için seyre lezzet katan hoş sohbet bir ortam oluşturmuştu.50 Hong Kong “Ertuğrul Fırkateyni Komutanı Osman Paşa’dan Bahriye Yüksek Bakanlığına çekilen telgraftır; “Hong Kong’a selametle varıldığını bildiririz. 26 Nisan 1890 Osman”51 İngiliz sömürgesi olan Hong Kong’da gösterişli bir alayla Vali’ye ziyarette bulunuldu. İlk defa Saygon’da tesadüf edilen sekiz zırhlıdan oluşan Çin filosu ile burada ikinci kez karşılaşıldı. Osman Paşa kaleme aldığı bir mektubunda bu filo hakkında: “Zabitleri ve askerleri görülecek şeylerdendir” diye bahsetmiş, kazadan kurtulan personelden fotoğraf memuru Binbaşı Haydar Bey de bahse SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına konu Çin filosu ile yaşananlar hakkında daha ayrıntılı ifadelerde bulunmuştur.52 Hong Kong-Nagazaki Seyri On günlük liman ziyareti sonunda kömür ikmali yapılarak 5 Mayıs 1890 günü Hong Kong’dan avara edildi ve 650 mil mesafedeki Nagazaki’ye doğru ileri harekete geçildi. Formoza (Tayvan) Kanalı’ndan güzel bir havada geçen Ertuğrul, Japonya’nın Nagazaki Limanı’na doğru seyre devam ettiği sırada sakin hava, şiddetli bir fırtınaya dönüşünce gemi iki mil bile yapamaz oldu. Pruvadan esen rüzgârlarla başa çıkılamıyordu. Pruva mecburi olarak 40 mil mesafedeki Çin’in Foochow (Fuzhou) Tersanesi’nin olduğu körfeze doğru çevrildi.53 Foochow’da on gün kadar kalan Ertuğrul, yine buradan da kömür ikmali yapmıştır.54 Artık, sıradaki liman Japonya olacaktır. Nagazaki-Kobe Foochow’dan 18 Mayıs’ta ileri harekete geçen Ertuğrul, 22 Mayıs’ta Nagazaki’ye gelmiştir.55 Nagazaki’de geçen dört günün ardından iç deniz yoluyla 390 mil mesafedeki Kobe Limanı’na doğru harekete geçildi. Ertuğrul bu iç denizin dar noktalarından 7 mil süratle tehlikesizce geçerek gece vakti Kobe Limanı’na demir attı. Nihai varış noktası olan Yokohama’ya 350 mil kalmıştı. Burada bir hafta kalan Ertuğrul’da, ciddi bir neta-batarya yapıldı. Bu kapsamda armaları, filikaları ve güvertesinin boya ihtiyacı karşılandı. 11 Mayıs 1306 “İsmetli, Hakikatli Efendim; Lehülhamd id-i said-i şerifin [Ramazan Bayramı] üçüncü günü Japonya’da vâki Nagazaki Limanı’na muvasalat olundu. Buradan dahi asıl mahall-i maksud olan Yokohama’ya hareket olunacak ki bu dahi 700 mil olup denizleri daha evvelkilere nazaran ve ada arası olduğu için biraz kolaycadır… Süvari-yi Ertuğrul, Ali”56 Ertuğrul’un Japonya günleri; ‘Nihon-e Youkoso …’57 Beklenen gün, beklenen an; görevin son aşamasını deruhte etme vakti gelmişti... Buraya kadarki randevu yerlerine başına gelen aksiliklerle geç kalan, bekleyenlerini her limanda bekletmeye alışkın olan, kendine alıştırdıklarını gözyaşlarına terk eden, İstanbul’dan beri hep peşinden mendiller sallanan, bir buluştuğu ile yeniden buluşma şansını yakalayamayan Ertuğrul; nazlı bir edayla 7 Haziran 1890’da Yokohama Limanı’na giriş yaptı. etti. Vali Tokunori Asada ile görüştü. 9 Haziran sabahı Vali Asada ve Prens Komatsu tarafından Tokyo’dan gönderilen Kara Kuvvetlerinden Binbaşı Tatsumi, Ertuğrul Fırkateyni’ni ziyaret etti. Bu dönemde herhangi bir yabancı gemi Tokyo Limanı’na giremiyordu. Bütün yabancı gemiler Tokyo’dan 30 km. güneydeki büyük liman olan Yokohama Limanı’nda demirlemek zorundaydı. Bu nedenle Yokohama’da yabancılara özel oturma alanı da bulunuyordu. Üstelik yabancılar için Tokyo’ya en yakın merkez de Yokohama idi. Ertuğrul’un Yokohama’ya varışından itibaren Japonya günlerini, en detaylı şekliyle Sn. Misawa tarafından yapılan araştırmalar sonucu gün ışığına çıkartılan, Japonya Saray Arşivi’ndeki resepsiyon günlük defterinden öğrenmekteyiz:59 Osman Paşa ve tercüman olarak görev yapan Yüzbaşı Reşat Bey Yokohama’ya varışın üçüncü günü, 10 Haziran 1890’da Tokyo’ya doğru tren ile hareket ettiler. O dönemdeki merkez istasyonu olan Shinbashi’ye kadar süren 1 saatlik yolculuk sonrasında Osman Paşa ve Reşat Bey, önce Başbakan Arimoto Yamagata ve Saray İşleri Bakanı Hisamoto Hijitaka’yı ziyaret etti. Akşam, Tokyo’daki konaklama yeri olan Hibiya’daki Rokumeikan’da kaldı. Osman Paşa ve heyetinin Rokumeikan’da ağırlanması, sıradan bir misafirlik gösterisinden daha öte, Ertuğrul’a gösterilen büyük ilgi ve değerin bir ifadesidir.60 Limanlarda davetlerden ve resmi protokolden yorgun düşen Osman Paşa ve heyetinin Japonya’da bulundukları süre içerisinde elleri adeta sıcak sudan soğuk suya sokturulmaz. Ertuğrul personeline Japonya’da gösterilen özen ve yakınlığı ifade edecek kelimeler çoğunlukla yetersiz kalır. Osman Paşa gittiği her yerde çok fazla hürmet görmekte olduğu ve yerel gazetelerde personel hakkında övgüler yer aldığı halde İngiliz gazeteleri Ertuğrul ve heyeti aleyhinde yayın yapmaktaydı. İngiliz gazetecilerden biri Osman Paşa’ya Japonya intibaları hakkında bir soru yönelttiğinde Osman Paşa: “Yerli İngiliz gazetelerinin hakkımızda yazdıkları manasız makaleleri görmesem memnuniyetim pek ziyadedir diyebilirim. Bununla beraber gazetecilerin mizaç ve hallerine vakıf olduğumuz için bu gibi bentlere ehemmiyet vermiyoruz!” cevabını vermiştir.61 Osman Paşa Japon İmparatoru Mutsuhito’nun Huzurunda Bu suretle Ertuğrul Fırkateyni onca badireyi atlatıp 10 ay, 3 hafta sonra nihayet hedefine ulaşmış oldu. Ertuğrul, limana yaklaşırken burada beklemekte olan Japon, İngiliz ve Fransız donanmalarına ait gemiler tarafından karşılanmıştır.58 13 Haziran’da Osman Paşa, Reşat Bey ve Binbaşı üzeri rütbedeki personel tren ile Yokohama’dan Shinbashi’ye geldiler. Osmanlı heyetinin Rokumeikan’da toplanmasının ardından Osman Paşa İmparator’a Padişah’ın mektubunu, nişanı ve diğer hediyeleri takdim edilmek üzere Japon memurlara teslim ederek saraya gönderdi.62 Aynı gün öğleden sonra Japon İmparatorluk Sarayı’ndan gelen saray görevlisi Tatsunosuke Niva’nın rehberliğiyle Osman Paşa, Yokohama Limanı’nın bağlı bulunduğu Kanagawa Valiliği’ni ziyaret Bu hediyelerin saraya teslim edilmesini müteakip akşam saat 18.00’de İmparator Meiji ile görüşmek üzere Saray’dan gönderilen özel arabalarla İmparator Meiji’nin ikametgâhına gidildi. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 22 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Osman Paşa İmparator huzuruna çıkmak için kabul salonunda saray erkânı ile tanıştı ve bu tanışma faslının akabinde İmparatorun bulunduğu salona kabul edildi. İmparator, huzurunda okunacak resmî nutkun Türkçe olmasını istemişti. Bunun üzerine Osman Paşa, Türkçe nutkun Fransızca tercümesiyle Name-i Hümayun’u, İmtiyaz Nişanı’nın beratını ve nişanı İmparatora takdim etti. İmparator bu hediyeler elinde bulunduğu halde “iki devlet arasında sevgi ve dostluğun günden güne artmasından duyduğu memnuniyetle birlikte şimdi de bir gemi ile gerçekleştirilen böyle bir ziyaret ve takdim edilen kıymetli nişan ve hediyelerden ziyadesiyle memnun olduğunu, bu memnuniyetini de ayrıca bir telgraf ile Padişah’a bildireceğini” ifade etti. Akabinde, İmparator Meiji63 tarafından Osman Paşa’ya Yükselen Güneş Nişanı’nın64 büyük kordonu ve yanındaki subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha sonraki rütbeleri hediye edilmiştir.65 Osman Paşa’nın Tokyo’da yabancı devlet elçileriyle resmi temaslarına ilişkin olarak ise kaynaklarda şu şekilde bilgiler mevcuttur: “Tokyo’da Rusya sefaretinde veda ederken, Elçi kendisini kapıya kadar uğurlamış, elini sıkarak Fransızca: – Aziz amiral memuriyetinizi muvaffakiyetle bitirmeniz, babanız Plevne kahramanı Osman Paşa’nın namını bir kat daha yükselttiğinden dolayı sizi tebrik eder, böyle himmeti yüksek bir ailenin evladı ile bugünkü mülakatımı bahtiyarlık addeylerim demişti. Osman Paşa da: Ertuğrul Fırkateyni Personeli’nin Tokyo’daki Son Günü 10 Temmuz’da Osman Paşa ile beraberindeki binbaşı ve üzeri rütbedeki personel Tokyo’daki resmî programlarına katılmak üzere trenle hareket ettiler. Geri kalan personel ise Yokohama bölgesinde kalıp vardiyalar halinde izne çıkmışlardı. Ertuğrul personelinin liman ziyareti süresince hâl ve tavırları Japon halkının övgülerine mazhar olmuştur. Gazetelerde “Osmanlı bahriyelisinin diğer ülkelerin denizcileri gibi meyhanelerde sarhoş olup olay çıkaran misafirler olmadığı”ndan övgü ile söz ediliyordu. Heyet Yokohama’ya dönmek üzere Tokyo’dan hareket ettiklerinde bilmiyorlardı ama bu ziyaret Ertuğrul personelinin Tokyo’daki son programı olmuştu.68 Vatana Dönüş İçin Hazırlık Osman Paşa, Bahriye Nezareti’ne gönderdiği yazıda, Ertuğrul’un Japonya’daki görevini yerine getirdiğini ancak dönüşte güney rüzgârlarına rastlayacağını; ayrıca Ekim’e kadar olan zamanın da tayfun mevsimi olduğundan değil Aden’e, Singapur’a kadar bile gitmesinin zor ve tehlikeli olacağını belirtiyordu. Bu sebeple, Japonya’nın Uraga, Hyogo ve Nagazaki ve hatta Çin’in Şangay gibi limanlarına uğrayarak, buralarda birer ay beklemenin ve za- – İltifatınıza son derecede müteşekkirim. Her ne kadar Mareşal Osman’ın oğlu değilsem de Sinop’ta vatanına aynı hizmeti yapan Amiral Osman Paşa’nın torunuyum cevabını vermişti.”66 Osman Paşa’nın, Ağabeyi Mektupları… Mehmet Raşit Bey’e Osman Paşa Yokohama’ya varışından sonra 27 Haziran ve 11 Temmuz 1890 tarihlerinde ağabeyi Albay Mehmet Raşit Bey’e yazdığı mektuplarında, geminin Japonya’daki günlerini detayları ile anlatmaktadır; “… Ben zaten abur cubur her şeyi yiyecek sağlam mideli bir adam olmadığımdan, bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Mabeyn teşrifatçılarından bir mihmandarım var. Her nereye gitsem peşim sıra geldiğini gördükçe: “Aman efendim, zahmet etmeyiniz...” gibi sözlerime, “Yok efendim, İmparatorun emridir, vazifemdir...” gibi sözlerinden ve her yere saray arabalarıyla gönderilişimden artık gerçekten usandım. Başkente gittikçe kaldığımız misafirhane saray gibi bir yerdir. 80 hizmetçi, arabacı, bilmem neci... Bunlara ne verilecek, ne yapılacak, bilemiyorum. Pek sıkılıyorum vesselam... Şekilden şekle giren ve sırlarını kimsenin bilmediği seyahatimiz, bugün itibariyle bir yıla ulaşan seferimiz esnasında çekilen bunca zahmet ve meşakkatin hiçbirisine of demeyen kardeşinizin ne derece üzülüp süzüldüğünü anlarsınız!”67 DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 23 manın bu şekilde geçirilmesinin, o zaman esmeye başlayacak rüzgârlarla dönmenin uygun olacağı ifade ediliyordu. Nezaret, Mabeyn’e gönderdiği tezkerede, Osman Paşa’nın birer ay bekleme önerisinin, geminin Singapur’da uzun süre kalmasından dolayı çıkan asılsız söylentileri önlemek için olduğunu ve ayrıca kalabalık bir Müslüman ahalisi bulunan Kalküta’ya da uğramalarının münasip olacağını bildirmiştir.69 Karşılaşılmadık Bir O Kalmıştı: “Gemide Kolera Salgını…” Dönüş için yol güzergâhı çalışmaları bu şekilde devam ederken, Ertuğrul için bir talihsizlik daha vuku buldu. Yokohama’da izne çıkanlar arasında mürettebattan bir kişinin gemiye dönüşü sonrasında, ateşlenerek 18 Temmuz akşamı vefat etmesi korkulan senaryo üzerindeki şüpheleri daha da arttırmıştı: Kolera! İstanbul’dan yola çıktığı andan itibaren talihsizliklerin peşini bırakmadığı Ertuğrul’un çektiği sıkıntılar zincirine bir halka da Yokohama’da eklenir ve 1890 yılında Japonya’da baş gösteren Kolera salgını Ertuğrul’u da etkiler. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Takvimler 20 Temmuz’u gösterdiğinde ise Ertuğrul içindeki Kolera vakası 7’ye ulaşmıştı. Artık Ertuğrul Fırkateyni dâhilinde de kolera yayılmıştı. Bu gelişmeler üzerine Japon Hükümeti’nin tavsiyeleri doğrultusunda 21 Temmuz’da Yokohama’dan avara edilerek yine Yokohama yakınlarında bulunan, Yokosuka’daki Nagaura karantina bölgesine intikal edilir. Japon yetkililerce tutulan karantina kayıtlarına göre Nagaura’da 565 kişinin muayene ve tedavisi yapılır. Ertuğrul personeli iyileşmeye başlar fakat tamamen hazır olmak için bir buçuk ay daha gereklidir. Ve maalesef bu süre içinde de toplamda 35 kişi daha koleraya yakalanır ve 11 kişi hayatını kaybeder.70 Bu arada vefat edenlerin cenaze işlemleri sorun olur. Japonlar ölenlerin yakılması gerektiğini söylerken, Ertuğrul’un mürettebatı ise İslâmi usuller çerçevesinde gömülmesini isterler. Bir orta yol bulunur ve cenazeler denizci adetlerine göre merasimle denize defnedilir. Fakat kısa bir süre sonra balıkçılar arasında da kolera salgını baş gösterince, Japon halkı arasında hastalığın denize bırakılan cenazelerden kaynaklandığına dair söylentiler yayılır. Sonuçta Osman Paşa kalan cenazelerin yakılmasına onay verir ve sorun aşılmış olur. Önce yan yelkenler açılarak, fırtınanın yarattığı büyük dalgalar üzerinde, geminin yalpaları, baş ve kıç vurmaları mümkün olduğu kadar önlenebilmişse de gece, rüzgâr tam pruvadan esmeye başladığından, artık yelkenlerin kullanılmasına imkân kalmamış, sarılmaları zorunlu hale gelmişti. Yelkenler sarıldığı sırada, gemi baştan gelen denizlerle şiddetle dövülmeye başlamıştı. Biçare Ertuğrul bu kudurmuş denizde sanki inleyerek, sürünerek yoluna devama uğraşıyordu. Bir felaketin yaklaştığı ve bu teknenin bu derece büyük dalgalara dayanamayacağı anlaşılıyordu. Tam bu sırada geminin mizana direğinin dibinde vardiya nöbetinde bulunan bir teğmenin, rüzgârın uğultusuna karışan korkunç feryadı duyuldu. – Mizana direği çöküyor! Osman Paşa, gemi süvarisi, süvari muavini ve seyir subayı köprü üstündeydiler. Fırtınaya karşı gereken tedbirleri alabilmek için durumu tetkik ediyorlardı. Ama bu feryat hepsine soğuk terler döktürdü. “… Karşılaşmadığımız bir o kalmıştı… Şu geminin kıç kamarasında bulunmak şerefi benden başkasına nasip olsaydı, bu ana kadar geçen olaylara karşı her şeyi göze alarak ya firar, ya da intihar ederdi! Allah göstermesin, her şeye bu ana kadar nasıl sabır ve metanetle tahammül ettiysem, bundan sonra da zerre kadar ümitsizliğe düşmeden sabırla ve sessizce üç gün içinde dönüşe cüret ediyorum kardeşim. Mizana direğinin dibine geldiler. Evet, gerçekten de mizana direği oturduğu zıvanayı parçalamış bir kadem kadar aşağıya çökmüştü. Şimdi Ertuğrul yalpa ettikçe 40 metre yüksekliğinde ve bir metre çapındaki bu koca direk, üzerindeki serenler ve yelkenlerle birlikte sağa sola çarpıyor, teknede korkunç bir sarsıntı yapıyor ve sadmelere neden oluyordu. Direğin aşağıya çökmesi, onu yandan tutan bütün çarmıhları ve bağlantıları gevşetmişti. Gemi inşaiye memuru ve ustalar, boşalan gergi halatlarını ve iplerini germeye, direğin güverteden geçtiği deliğin etrafına da çuvallar sıkıştırılarak oynamasını önlemeye çalışıyorlardı. Bu önlemle, direğin sakatlığı baki kalmakla birlikte tehlikesi kısmen de olsa bertaraf edilmiş oluyordu. Kader rüzgârlarının bizlere getirdiklerine bakmayarak askerlik vazifemi iyi bir sonuca ulaştırmak için harcadığım çabalarımı boşa çıkarmayan ulu Allah, inşallah dönüşü de başarılı kılar.”71 Fırtına şiddetini artırmakta devam ediyor, felaketli haberler ve raporlar ard arda geliyordu. Baştan gelen dalgalar güverte tahtalarını baş bodoslamadan ayırmıştı... Kazan dairesindeki kömürlüklerden de su geliyordu... Vuslata Beş Kala… Bunun anlamı, geminin borda kaplamalarında da çatlamalar ve kırılmalar olmasıydı. Birbiri sıra ve kısa aralıklarla ortaya çıkan bu arızalar, en yılmaz denizcilerin bile selamet ümitlerini söndürmeye yeterliydi. Osman Paşa’nın, tüm tavsiyeleri nazikçe geri çevirerek geri dönüş yoluna koyulmayı göze aldığı, 11 Temmuz tarihli mektubunda konuya ilişin şu ifadeler dikkati çekmektedir: “Bahriye Nezaretine; Yarın değil öbürsü gün kalkılıp hareket olunacağı arz edilir. 01 Temmuz 1306 [13 Eylül 1890] Osman, Yokohama”72 Fakat ne acıdır ki bu mutlu haberler Ceride-i Bahriye’de yayınlandığında, Ertuğrul çoktan tarihin en büyük deniz kazalarından birinin başkahramanı olmuştur bile… 16 Eylül 1890… Ertuğrul’un Sonsuzluğa Yolculuğu 15 Eylül 1890, Pazartesi günü Yokosuka’dan ileri hareketle yola çıkan Ertuğrul Fırkateyni’nin son anlarına ait detayları kazadan sağ kurtulan Gemi İmamı Ali Efendi şu şekilde nakletmektedir; “Hastalık savuşturulduktan sonra da Eylül’ün on beşinci günü öğle saatlerinde buradan İstanbul’a hareket edildi. Hava gayet güzeldi. Salı günü öğleüstü ters bir rüzgâr esmeye başlamış ve akşama doğru da şiddetlenmişti. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 24 Bu ne yapacağı bilinmeyen ve çıldırmış okyanusun içinde ve gecenin koyu karanlığında, teknenin hemen hemen dağılma noktasına geldiğini bildikleri halde büyük bir disiplin ve intizam içinde, morallerini zerre kadar bozmadan görevlerini yapmaya çalışan Ertuğrul’un yiğit denizcileri, yalnız kendi vatandaşları için değil, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar tüm dünya denizcileri için bir iftihar kaynağı ve örnek olmuşlardır. Rüzgârın şiddetinden ve dalgaların hücumundan her an sönen, kırılan geminin, kalafatçı, burgucu ve marangoz sanatkârları ellerinde fenerler öteye beriye koşuyorlar, arızaları gidermeye çalışıyorlar, zabitler erlerle birlikte yelkenleri düzeltmeye, çarmıhları germeye uğraşıyordu. Bir kısım mü- SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına rettebat da en büyük tehlikeyi teşkil eden ve kömürlüklerden giren oldukça fazla miktardaki suyu, tulumbaların kapasitesi yetişmediği için bakraçlar ve gerdellerle boşaltmaya uğraşıyorlardı. Her yerde, her çalışan bölüğün başında bulunan komutanından, personeline bu suyun yenilmesinin şart olduğunu anlattığı ve onları inançla ve coşkuyla teşyi ettiği görülüyordu Hareketin üçüncü ve dördüncü günleri böyle müthiş bir durum içinde geçti. Her an geminin dağılıp suya gömülmesi mümkündü. Mürettebat bir lokma ekmeğe, bir bardak suya hasret durmadan dinlenmeden gemiye giren suyu boşaltmaya çalışıyordu. Bu müthiş durum karşısında emin ve yakın bir limana sığınmaktan başka seçenek görünmüyordu. Sığınılabilecek iki liman vardı. Birisi arkada bıraktıkları Yokohama, diğeri de ileride ve uğramayı planladıkları Kobe idi. Her ikisine olan mesafe de hemen hemen aynıydı. Tercih edilen liman Kobe oldu ve bu liman rotasında ilerlemeye devam kararı verildi. Bulunulan mevkiin biraz ilerisindeki Ooşima fenerinin bulunduğu burun dönüldüğü takdirde Ertuğrul’un fırtınanın dehşetinden kurtulması ve Kobe’ye gitmesi mümkün olabilecekti. Yaşlı Ertuğrul’un takati o derece azalmıştı ki artık gemiye giren suyu boşaltmaya bile imkân olmuyordu. Cansiperane gayretlere rağmen akşama doğru gemiye giren su seviyesinin yüksele yüksele kazan dairesinde külhan seviyesine çıktığı ve makine dairesini de kapladığı haber verildi. Bu uğursuz haber esasen yorgunluktan bitap düşmüş, ölüm raddesine yaklaşmış zabitan ve eratın üzüntüsünü ümitsizliğe çevirdi. İşte bu sırada sancak baş omuzlukta, ufkun karanlığı içinden Ooşima Adası Kaşinozaki burnunun bir ejderha gibi kıvrılarak uzandığı görüldü. Bu burun dönülünce Kobe Körfezi’ne girilecekti. Kobe rotasına dönülünce de rüzgâr ve deniz geminin arkasından alınacak ve tehlikeden uzaklaşılmış olunacaktı. Fakat on mil kadar bir mesafede bulunan bu burna varmak bir türlü mümkün olmuyordu. Burnun önünde kıyıdan yarım mil mesafeye kadar uzayan keskin kayalıklar, su seviyesinde tehlikeli banklar vardı. Onlardan uzak geçmek zorunluluğu da vardı. Ama nasıl? Kazan dairesinde yükselen su ocakları söndürmüş, makine dairesine giren su da makineyi kullanılamaz hale getirmişti. Ertuğrul’a giren su yalpayı daha da çoğaltmış, gemide oluşan serbest su sathı yalpaları daha da tehlikeli hale sokmuştu. Gemi üzerine sanki alabora olacakmış gibi yatıyor, sonra tekrar gıcırdaya gıcırdaya, titreye titreye doğrulmaya çalışırken, diğer bir vuruşla öteki tarafa yuvarlanıyordu. Makine ve kazan dairesindeki mürettebat yarı bellerine kadar su içinde bulundukları halde istim [stim] kaldırmaya gayret ediyorlardı. Her taraf karanlık içindeydi. Gece yarısına bir saat kalmıştı. Kurtuluş ümidi olan mevkiye, Ooşima Adası, Kaşinozaki feneri hizalarına gelinmişti. Ama şimdi gemide bir büyük sarsıntı DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 25 daha duyulmuştu. Kazan dairesine giren suların bir numaralı kazan yatağını çökerterek, kazanın bir tarafa yatmasına ve yalpalarda gemi alabandalarını korkunç surette dövmesine neden olduğu rapor ediliyordu. Osman Paşa, gemi inşaiye subayı ve tamirci parti bu yeni arızaya süratle bir çare bulmak için hemen kazan dairesine koştular. Zira kazan arızasından sonra Ertuğrul tamamen hareketten sakıt kalmıştı. Deniz ve dalgalara tabi olarak müthiş bir şekilde kayalıklara doğru sürükleniyordu. Köprü üstünde yalnız kalan Süvari Ali Bey, hiç olmazsa demirleyerek gemiyi kayaların üzerine gitmekten kurtarmayı düşünmüş ve: – Alesta ferro! (Demir atmaya hazır ol!) – Bismillah fundo! ... (Besmeleyle demir at! ...) demiş, komutları arka arkaya vermişti. Fakat daha demir atmaya henüz başlamamıştı ki müthiş bir gürültü işitildi. Bu gürültüyü uzun ve can alıcı feryatlar izledi. Ertuğrul Ooşima Adası’nın doğu ucundaki kayalıklara çarpmış ve daha ilk darbede dağılmıştı.” Ali Efendi, geminin kayalıklara çarpmasından sonrasını ise şöyle anlatıyor: “...Ben, kıç güvertede ırgatın yanındaydım. Bu felaket üzerine aşağı kamaraya inmek istedim. Fakat palavra güverteye kadar suyun hücum etmiş olduğunu görerek geri döndüm. Güverteyi tekrar bulduğum zaman geminin başaltı yıldırımla vurulmuş gibi dağılmıştı. Yalnız kıç kasarası kalmış, o da bir tarafa yatmıştı. Bu cinnet hali içinde bir aralık mizana direğinin kıça doğru devrildiğini ve kasara üzerine birçok askerin toplanmış olduğunu hatırlıyorum. Geminin çarptığı kayalık sahilden o kadar uzakta olmadığı halde, 500 kişiyi aşan zabit ve mürettebatın zayi olmasının nedeninin, geminin kayalara çarpmasından sonra dağılmasıyla birlikte, canlarını kurtarmak için aceleyle kendilerini denize atanların enkaz arasında ezilip kalmasından ileri geldiği şüphesizdir. Ben ise geminin güvertesi kayboluncaya kadar bekledim. Bundan sonra kendimi tevekkülle korkunç dalgalara terk ettim. Ancak kıyıya ulaşıncaya kadar, çevremde yüzen enkazın arasında kalmaktan veya onlardan bir darbe yiyip ölmekten kurtulmak için büyük bir gayret ve dikkatli bir çaba gösterdim. Ancak sabırla hareketime rağmen yara ve bere içinde kıyıya varabildim.”73 Kaza sonrasına dair bilgiler ise başta Ooşima Muhtarı Shu OKİ’nin günlüğü olmak üzere, Fener memuru ve tanık olan yerel halkın hatıratlarında özetle şu şekildedir: Akşam saat dokuza doğru birden bire fenere bir yabancı geldi. Bunu ikişer, üçer on kişi daha takip etti. Gelenlerin hepsi uzun boylu, kırmızı yüzlü adamlardı. Yabancı oldukları ve büyük bir kaza geçirdikleri anlaşılıyor, yaralarından kanlar akıyordu. O dehşetli fırtınanın gecesinde bu uzun boylu ya- SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına bancılar birer dev, korkunç birer deniz canavarı gibi göründü! Fener memurları şaşkınlıktan çabuk sıyrılarak yaralılara kendi eşyalarından, elbiselerinden verdiler. Bu esnada, fener görevlilerinden bir kişi de halkı yardıma çağırmak için gecenin karanlığında koşarak Kaşinozaki köyüne gitti. Fener görevlileri tarafından yaralılara ilkyardım yapıldıktan sonra çeşitli sorular sormalarına rağmen, kazazedeler Japonca bilmedikleri için ancak işaretlerle cevap verdiler. Görevlilerden biri, ülkelerin bayraklarını göstere göstere nihayet yaralıların bir Türk gemisi ile kaza yaptıklarını anladı. Gece vakti sahilin kayalarına tırmanıp kurtulabilen kazazedelerin adedi gittikçe artıyordu. Bunlar ertesi sabah gün doğarken sarp ve kayalık yollardan Kaşinozaki köyüne geliyorlardı. Bu şekilde kurtulanların sayısı 69’u buldu. Gün doğar doğmaz Ooşima Muhtarı Shu OKİ polisler ve civar üç köy halkından yardımcılarla birlikte gelerek yaralılarla ilgilendi. Kazazedelerin bir kısmı Ooşima Renşouji adlı tapınağa, diğerleri de bir ilkokula yerleştirildiler. Kurtulan 69 kişiden 6’sında hiç yara yoktu, 9’u ise hayati tehlikesi olmamak üzere ağır yaralı idi, diğerlerinin yaraları daha hafifti. Fakat kimisinin elbiseleri parçalanmış ve neredeyse çıplak sayılabilecek durumdaydılar. Saatlerce dalgalarla uğraşmaktan, açlıktan hepsi takatsizliğin son derecesinde idiler ve renkleri ölü rengini andırıyordu.74 Kaynakları sınırlı olan 60 haneli Kaşinozaki köyü ahalisi, bu 69 yaralının açlığını geçirmek için patates, tavuktan ibaret ellerindeki erzaklarının tamamı getirdiler. Köy halkının ilk aşamada yaptıkları yardım faaliyetlerinin hemen sonrasına ait bilgileri ise kazadan sağ kurtulan bahriyelilerimize ilk tedaviyi yapan üç doktorun raporundan öğrenmekteyiz:75 “ Kâtip AKİYAMA’ya bildiriniz; Türk Donanması’na ait Ertuğrul gemisi bu ayın 16’sında denizde seyir halinde iken şiddetli fırtınaya tutularak, Kaşino kıyıları yakınlarında kayalıklara çarparak geminin batıp; tam sayısı henüz bilinmemekle beraber gemide bulunan 500 kişiden 60’nın kurtulması ifade edilemeyecek kadar vahim bir durumdu. Üstelik kurtulan 60 kişi ayın 17’sinde bir şekilde Kİİ’deki fenere tırmanmışlardır. Buradaki çok şiddetli fırtınada kayalıklara çarparak yaralanmış olan 53 kişi sayabildim. Muhtarlıktan bilgi gelince bizler olay yerine gidip yaralılara gerekli tedaviyi yapıp, gücümüzün yettiği ölçüde yaralılara yardım etmek için gayret ettik ama o panik hali içinde kaç kişiye tedavi uyguladığımızı, hangi ilaçları verdiğimizi bir bir not etme imkânımız olmadı. Ancak ertesi gün bu konuyla ilgili bize çok şey sorulacağını düşünüp, 18’inde yaralıları Ooşima Renşouji tapınağına taşıyıp tapınağı hastane olarak kullandık. Gece-gündüz tedavi edip yaralılar için doğru ilaçları vererek, ayın 19’unda nihayet basit birer hasta dosyaları oluşturmayı başardık. Diğer taraftan tamamen iyileşen yaralılar da az DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 26 olmadığı için ayın 20’sinde öğleden sonra hepsi Almanya donanmasına ait bir gemiye bindirilip adayı terk ettiler. 21’inde Japonya donanmasına ait Yaeyama gemisi de afetzedelere yardım etmek için Ooşima Limanı’na gelerek demir atmıştır. Ama bu esnada önceki belirtilen 53 kişiye ait hasta dosyası YAEYAMA gemisi komutanının isteğine bağlı olarak gemiye teslim edildi. Dahası, Kâtip Akiyama tarafından ilaçların pahası ve tedavi masrafları hesap tablosu oluşturulup, yazılması söylense de Ooşima Muhtarlığı aracılığıyla yardım yapılmıştır. Fakat aslında bizim en başından beri ilaç ve tedavi bedeli talep etme düşüncemiz olmayıp, sadece yaralılar için yürekten, yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüp var gücümüzle yardım etmemiz, yalnızca insancıl bir yaklaşımdan ibaret olup, ilaç bedeli ve tedavi masrafları gibi bir beklentimizin olmadığını bildirmek isteriz. Meiji 23 yılının, 9’uncu ayının 22’si (22 Eylül 1890) Wakayama İli, Ooşima Beldesi Doktor: KAWAGUCHİ Sanjuurou Doktor: DATE İchirou Doktor: MATSU Shima”76 Kazadan yaralı kurtulan 6 Subay, 63 Er, toplamda 69 kişinin Kuşimoto’da ilk müdahalesi yapılmıştır. Bu 69 kişinin ilk etapta 65’i, kaza haberi üzerine bölgeye gelen Alman gambotu Wolf ile en yakındaki vilayet olan Kobe’nin, Kızılhaç hastanesine götürülmüştür. 2 kişi bölgeye gelen Bochomaru vapuru ile kazayı resmî makamlara haber vermek üzere Hyogo’ya gitmiş, kalan 2 kişi de defin işleri ile uğraşmak üzere bölgede kalmış, müteakiben Yaeyama gemisi ile Kobe’ye intikal etmişlerdir. Kobe’deki tedavi işlemleri sonrasında tüm yaralılar Hiei ve Kongo adlı Japon savaş gemileri ile 5 Ekim’de Shinagawa Körfezi’nden yola çıkmışlar, 02 Ocak 1891’de İstanbul’a ulaşmışlardır. Kazaya Sebep Olan Etkenlerin Değerlendirilmesi Bazı kaynaklarda, geminin yakalandığı fırtınadan dolayı kayalıklara çarpıp batması, kazan borularının akıtmasına ve kaza anında kazanlarının patlamasına ve kazanların altına denk gelen ahşap kısımların çürük olmasına bağlanmıştır. Kazadan kurtulan iki kişinin ifadesinde gemi kayalıklara çarpmadan önce kazanların patladığına dair herhangi bir cümle bulunmamaktadır. Fotoğraf memuru Haydar Efendi’nin kaza anını anlatışında da patlamanın kazayı müteakiben meydana geldiğini anlıyoruz. Süveyş Kanalı’nda meydana gelen iki kazadan dolayı Ertuğrul’un havuza alınmasının seyir programını iki ay geciktirdiği ve bu nedenle Hint Okyanusu’nda yelkenle seyre uygun mevsimin geçmesi, aynı zamanda Eylül-Ekim aylarının Japonya’da fırtına mevsimi olması bu kazanın temel etkenleridir. Ayrıca kazanın meydana geldiği yer Japonya karasuları içerisinde en çok deniz kazasının meydana geldiği yerlerden biri olup, “FuSAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına nakara” adlı bu mevkinin halk arasında “Şeytan Kayalıkları” denecek kadar tehlikeli bir yer oluşu, kaza akşamı biri Alman diğer İngiliz olmak üzere iki geminin daha bu yakınlarda batmış olması da unutulmamalı ve buranın alelade bir mevki olmadığı dikkate alınmalıdır. Japon yetkili makamlarınca ülke sınırları içindeki deniz kazalarına ilişkin tutulan kayıtlara göre: sadece “1890 yılında meydana gelen kaza sayısı ise 18 buharlı gemi, 46 batı tarzı yelkenli gemi, 398 Japon tarzı gemi…” şeklinde olmuştur.77 Bunun yanı sıra sıkça gündeme getirilen; Ertuğrul’un stimli kazanlarının günümüz harp gemilerindeki kazanlar ile aynı tip olduğu zannedilmiş, Ertuğrul’da çıkan arızaların bir kısmı abartılmış dolayısıyla bazı arızaların geminin seyir emniyetini etkilemediği, yeni inşa edilmiş bir gemide de arıza çıkabileceği hesaba katılmamıştır.78 Ertuğrul Bu Seyahat İçin Uygun muydu? Henüz bu hususu kanıtlar hiçbir bir belgenin ortaya konmamasına rağmen, pek çok çalışmada Ertuğrul’un eski Başçarkçısı İngiliz Albay Harty’nin geminin Japonya’ya kadar gidemeyeceğine ve kazan borularının akıtıyor olduğuna dair saraya verdiği iddia edilen sözde raporu sanal da olsa belge olarak sunulmuş ve bilimsel bir süzgeçten geçirilmeden kabul edilmiştir. Muhtarı OKİ’ye söylemiş oldukları 587 sayısına dayanmaktadır. Fakat Japonya İmparatorluk Saray Arşivi’nde mevcut olan karantina belgeleri, Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’dan hareket etmeden önceki son mürettebat sayısını gösterebilecek en doğru kaynaktır. Sn. Misawa’nın çalışmasına dek pek bilinmeyen Japon İmparatorluk Sarayı kayıtlarına dayanarak şehit sayısının 495-497, dolayısıyla da Japonya’dan hareket öncesindeki personel sayısının 564-566 arasında olduğu söylenebilir.82 Bununla birlikte Deniz Müzesi Arşivi’ndeki belgelere göre ise mürettebat sayısı 611 ve vakanüvis olarak gemiye katılan Şair Ali Ruhi Bey olmak üzere toplam: 612’dir. Bu durumda ise, yolculuk esnasında limanlarda personel bırakıldığı iddiaları kuvvet kazanmaktadır. Ayrıca, konu hakkındaki çalışmalarda görülen bir diğer hatalı bilgi ise; geri dönüş seyrine Yokohama’dan başlanıldığıdır. Oysaki Ertuğrul Fırkateyni karantina için gittiği Nagaura’daki (hatalı olarak ifade edilen “Nagoya” değil) “Yokosuka”dan geri dönüş seyrine başlamıştır.83 Sonuç: Kazan borularının durumuna ilişkin kanıt değeri taşıyabilecek tek ifade Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’in Süveyş’ten 6 Eylül 1889’da eşine yazdığı mektupta şu cümlelerle yer almıştır: Ertuğrul Fırkateyni’nin Uzak Doğu seyahatinin başta Japon insanı olmak üzere Uzak Doğu ve Asya coğrafyasındaki toplumlar üzerindeki bıraktığı etkinin yansımaları, aradan geçen yıllara rağmen hala görülmektedir. Asya Müslümanları üzerinde tesis edilen moral ve motivasyon, İngiltere’yi Hindistan ve Singapur’da daha yoğun tedbir almaya zorlamış ve bu coğrafyadaki meşguliyetini arttırmıştır. “…Geminin gitme bahsine gelince, şimdiki halde güzelce tamir olundu. Bazı İstanbul’da olmayanları bile yaptık. Yalnız kazanlar kimse işitmesin biraz akıyor, onun da bize hiç zararı yok.”79 Diğer taraftan, Pasifik üzerindeki emelleri sebebiyle Japonya ile çatışan Rusya’ya karşı, Boğazları kapatan Osmanlı Devleti, Rusya’nın Japonya’ya düzenleyeceği harekât için mesafeyi uzatarak bu suretle Rus Donanmasının zorlanmasına neden olmuştur. Ayrıca, pek çok denizcinin ittifakta bulunduğu bakış açısı ile bu konuyu net bir şekilde (E.)Ora.Vural BAYAZIT söyle açıklamıştır: Türk tarafı açısından en önemli kazanım ise, Ertuğrul Fırkateyni’nin bu son seyri ile başlayan Türk-Japon yakınlaşması ve Asya Müslümanlarının Türk insanına daha da artan sempati ve desteğinin Çanakkale’den Sevr müzakerelerine, Kurtuluş Savaşı’ndan Lozan’a ve müteakiben Cumhuriyetin kurulmasından günümüze kadar hemen her süreçte pozitif ve somut neticeler vermesidir. “… Bir gemi buradan kalkıp Japonya’ya gittiğine göre, gemi ister eski veya yeni olsun, ister Türk yapısı olsun, ister yabancı yapım olsun; bu gemi gittiği gibi dönebilir de. Dönmemesi için bir neden yok… Bu gemi madem buradan Japonya’ya kadar gitti, aynı şekilde dönebilir. Yani geminin hareket saati, vakti daha itinalı seçilseydi böyle bir kaza olmayabilirdi...”80 Ertuğrul Fırkateyni Hakkındaki Çalışmalarda Görülen Karışıklıklar Bugüne kadarki çalışmalarda kaza tarihi ve kazadaki şehitlerin sayısı ile ilgili pek çok kaynakta çelişki mevcut olduğu görülmektedir. Kaza tarihi konusunda çeşitli kaynaklarda “16/18/19 Eylül 1890” gibi farklı tarihleri görmek mümkündür. Bunun esas sebebi ise kaza sonrasında Japonya’da yayınlanan gazetelerin, haberi aldıkları günü kaza tarihi olarak vermeleri ve Süleyman NUTKİ’nin de bu gazeteleri kaynak olarak kullanmasıdır.81 Şehit sayısı hakkında Türkçe eserlerde 621, 612, 609, 587, 586, 581, 580, 573, 540 gibi farklı rakamlar mevcuttur. Japonya Hükümeti ya da Japon gazetelerine dayanılarak verilen bu sayılar, yaralılardan Haydar Efendi ve İsmail Efendi’nin Ooşima DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 27 Tarih kitapları savaşlar sonrasında yazılan antlaşmalar ve politik kazanç öngören ittifaklarla doludur. Fakat hiçbiri, birbiri ile savaşmamış Türkiye ve Japonya’nın dostluğu ölçüsünde kalıcı olmamıştır. Türk-Japon dostluğunun yakın zamandaki en canlı örneğini 1985, İran-Irak Savaşı’nda görmek mümkündür: Irak’ın 24 saat içinde İran’ı bombalayacağını ilan etmesi üzerine, pek çok ülke uçaklar göndererek İran’daki vatandaşlarını tahliye ederken, hayatları tehlike altındaki 250 kadar Japon vatandaşı için Japonya’dan gelecek bir uçağı beklemek büyük riskti. Durumu öğrenen Türk Büyükelçisi hemen Ankara’ya konuyu haber verir. Başbakan’ın talimatı ile THY’ye ait bir uçak Tahran’a iner ve Japon vatandaşlarını alarak, Saddam’ın tanıdığı sürenin dolmasına dakikalar kala Türk Hava Sahasına girdiğinde uçaktaki Japonlar gözyaşları içinde kalırlar. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Bu konu ne zaman açılsa Japon arkadaşlarımın duygulu gözlerle Türk insanına teşekkür etmeleri karşısında; Ertuğrul Fırkateyni ve kahraman mürettebatı ile gururlandığımız gibi, yaralılarımız için ellerindeki son patatese kadar veren Ooşima’lı Japonlara da aynı şükran duygularını bizler de yaşamaktayız diyebiliriz. Birkaç sene kadar önce bir gazete anketinde şu sorular sorulur halkımıza:“En çok hangi milleti seviyorsunuz? Veya Kendinize yakın hissediyorsunuz?”. Diğer soru ise “Neden?”. İlk sorunun cevabı, açık farkla “Japonlar” olarak çıkmıştır, asıl ilginç olan ise ikinci soruya en çok verilen cevaplardır Bilmiyorum / Fikrim yok / İçimden geldi...84 DİPNOTLAR 1 Onur Yüksel, Tls.Asb.Bçvş., İstanbul Deniz Müzesi K.lığı Hiz.Ks.A. 2 Canan Yücel Eronat (Haz.), Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanım’a Mektuplar, Türkiye İş Bankası Kültür Y., İstanbul, 2007, s.48. 3 ‘İki Kuvvet Standardı’ doktrini: İngiltere donanmasının, Avrupa’nın en güçlü iki donanmasının toplam gücüne eşit olması gerektiği savına dayanmaktadır ki bunun sebebi: İngiltere o dönemde sömürgelerini savunma konusunda endişe içinde olması şekilde özetlenebilir. 4 Nejat Tarakçı, “Ertuğrul’un Japonya seyahatinin Jeopolitik ve Sosyokültürel Etki ve Yansımaları”, Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu, Deniz Basımevi, İstanbul, 2010, s.125-135. 5 “Ben de ülkenize bir harp gemimizi gönderip kaptan ve zabitanım vasıtasıyla İmparatorunuza selamımı iletmek istiyorum. Lütfen sevgimi Japon İmparatoruna iletiniz.” (Oosyuu e Kaiko na Seikikan Hookoku: Avrupa bölgesini dolaşan Seiki Kruvazörünün Raporu22.02.1878’den aktaran Kaori Komatsu, Ertuğrul Faciası-Bir Dostluğun Doğuşu, Turhan Kitabevi, Ankara, 1992, s.49.; A.Selçuk Esenbel, “19’uncuYüzyılda Japonya’nın Genel Siyaseti ve Türkiye’ye Bakışı”, Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu Bildiri Kitabı, Dz.K.K. Basımevi, İstanbul, 2010, s.19-25. 6 Erdal Küçükyalçın - v.d., “Otani Kozui ve Türkiye Cumhuriyeti: Cumhuriyet Dönemi Türk-Japon İlişkilerinin Kuruluşunda Bir Vizyonerin Rolü”, Hilâl ve Güneş-İstanbul’da Üç Japon, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2010, s.162-163. 7 Tarakçı, a.g.b., s.129. 8 Bernd Langensiepen - Ahmet Güleryüz, 1828-1923 Osmanlı Donanması-The Ottoman Navy 1828-1923, (Çev: Cooper J Mengü R ), Denizler Kitabevi, İstanbul, 2000, s.89-160. 9 Ertuğrul’un Uzak Doğu seyrinden yaklaşık yirmi yıl sonra, Rauf Bey komutasındaki Hamidiye’nin meşhur “Akın Harekâtı”nda, devletin kendi karasuları sayılabilecek coğrafyalarda dahi çekilen ikmal sıkıntısı bu durumu izahta güzel bir örnektir. 10 Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu Bildiri Kitabı, Dz.K.K. Basımevi, İstanbul, 2010, s.78. 11 F.Şayan Ulusan Şahin, Türk-Japon İlişkileri, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001, s.34. 12 Süleyman Nutki, Musavver Ertuğrul Fırkateyni Faciası: Vesaik-i Resmîye ve Hususiyeye Müsteniddir [Osmanlıca], Bahriye Matbaası, İstanbul, 1911, s.13-14; Arif Hikmet Ilgaz - Hasene Ilgaz, Yüzüncü Yıl Armağanı, Ertuğrul Faciası, İstanbul, 1990, s.21.; Ulusan Şahin, a.g.e., s.43. 13 BOA, İrade-i Dâhiliye. nr.88816; DMA, ŞUB. 325/163-A; Fabrikalar, 35/68. 14 Osmanlı Devleti’nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla hazırlanan eser (İng: Almanak). 15 DMA, MKT. 58 /2-7. Fırkateyn: üç direkli yelkenli gemilerdendir. Hem ana güvertede, hem de ana güverte altındaki güvertelerinde (ambarlarında) topları vardır ki böylece top sayısı 30 ila 70 arasında değişebiliyordu. 16 Langensiepen - Güleryüz, a.g.e., s.130-134. 17 Langensiepen - Güleryüz, a.g.e., s.132. (Sn. Güleryüz ile konu hakkındaki görüşmemizde bu durumu: “Ceride-i Bahriye kayıtlarında makine gücü ‘600 Hp.’ olarak ifade edilse de dönemin Ertuğrul ile eşdeğer tip ve sınıf gemilerine bakıldığında; ayrıca Hint Okyanusu ve Çin Denizi’ni 600 kadar mürettebatı ile aşan bir gemi profili göz önüne alındığında bu rakam mantıklı değildir. Üstelik geminin makine montajının yapıldığı İngiltere tersanesi kayıtlarına istinaden yapılan çalışma ve belgelerde de 2200 hp. olarak yer alır” şeklinde açıklamıştır. Bu sebeple Sn. Güleryüz’ün verdiği bu rakamın daha sıhhatli olduğu düşünülmektedir. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 28 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 18 DMA, MKT. 609/135 (Süvari ve gemi komutanı tanımları bugünkü anlamı ile aynı olmasına rağmen söz konusu belgede Osman Bey’in “fırkateyn kumandanı” olduğu yazılıdır.); Afif Büyüktuğrul, Osmanlı Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması, c.3, İstanbul, 1983, s.279., (Ali Bey, seyre çıkıldıktan sonra 14 Eylül 1889’da bir irade ile kaymakam [yarbay] lığa terfi ettirilmiştir.) 19 Süleyman Kani İrtem, Ertuğrul Faciası & Boğazlar Meselesi (Haz. Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul, 2005, s.27. 20 Çetinkaya Apatay, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü-XIX. YY.’dan Bugüne Türk-Japon İlişkileri, AD Kitapçılık A.Ş., İstanbul, 1998, s.96-97. 21 Milli Eğitim eski Bakanı. 22 Eronat, a.g.e., s.47. 23 Eronat, a.g.e., s.3. 24 Onur Yüksel - Erdoğan Şimşek, “Ertuğrul Fırkateyni’nin İstanbul Japonya Seyri”, Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu, Deniz Basımevi, İstanbul, 2010, s.83. 25 Yüksel-Şimşek, a.g.b., s.83-84. 26 Ceride-i Bahriye, nr.8, 19 Eylül 1305, s.3.; nr.7, 5 Eylül 1305, s.3. (Osman Bey’in 10 Eylül 1889 tarihli telgrafı.) 27 Eronat, a.g.e., s.26-27. 28 Cidde: 1916’ya kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış olan, Suudi Arabistan’ın ikinci büyük şehridir. Aden: Yemen’in liman kentidir. Bombay: Hindistan’ın en büyük şehri Mumbai’nin, İngiliz sömürgesi dönemindeki adıdır. 29 Cidde’ye varış ve ayrılış tarihine ilişkin Ceride-i Bahriye’de ve Osman Bey’in mektuplarında herhangi bir bilgi yoktur. Sadece Ceride-i Bahriye’nin 15’inci sayısında: “Cidde ve Aden’e uğranılarak…” ifadesi mevcuttur. 30 Kaori Komatsu, Ertuğrul Faciası-Bir Dostluğun Doğuşu, Turhan Kitabevi, Ankara, 1992, s.26-27. 31 Yüksel-Şimşek, a.g.b., s.84. 32 Ceride-i Bahriye, nr.13, 29 Teşrinisani 1305.; Ulusan Şahin, a.g.e., s.58-59. 33 Ceride-i Bahriye, nr.13, 29 Teşrinisani 1305. 34 Apatay, a.g.e., s.127. 35 Sri Lanka (Seylan)’nın en büyük ticaret ve liman kenti. 36 BOA, Y.A.Hus. 232/66; Ayrıca bkz: Ceride-i Bahriye, nr. 11, 31 Teşrin-i evvel 1305, s.3-4. 37 Yüksel - Şimşek, a.g.b., s.85. 38 Eronat, a.g.e., s.12. 39 BOA, İrade-i Dâhiliye. nr.90793-nr.90756. 40 DMA, ŞUB. 330 /11-A; MKT. 595 /120. 41 DMA, MKT.589/114; MKT.606/1.; Ulusan Şahin, a.g.e., s.63.; (Bazı kaynaklarda rastlanan “Devlet bir vatandaşından para istedi” şeklindeki ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır. Ertuğrul Fırkateyni’nin uğradığı birkaç liman için geçerli olan bu konuda; Banker Ohannes Aşiyan Efendi’ye para havalesi işlemi için aracılık etmesi, “…karşılığının da ne kadar İngiliz parası tutarsa tutsun Osmanlı para birimine çevrilerek ödeneceği” beyan edilmiştir.) 42 DMA, MKT. 597/2. 43 DMA, MKT. 606/25; 589/4. 44 Erdoğan Şimşek, Dünden Bugüne Ertuğrul Fırkateyni, Deniz Basımevi, İstanbul, 2006, s.126-133. 45 Apatay, a.g.e., s.138. 46 Apatay, a.g.e., s.142. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 29 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 47 Eronat, a.g.e., s.24-25. Ali Bey’e ait bu satırlar, Ertuğrul’un seyrinin ne derece zorluklarla geçtiğinin açık göstergesidir. 48 İrtem, a.g.e., s.33. 49 Sekstant: Yerküre üzerinde bulunulan yerin enlemini belirlemek amacıyla, bir gök cismiyle ufuk düzlemi arasındaki açısal mesafeyi ölçmekte kullanılan optik seyir cihazı. 50 Nutki, a.g.e., s.46-48.; (Osman Bey’in kardeşi Ferik Amiral Mehmet Raşit Bey, Afif Büyüktuğrul’un büyükbabasıdır.) 51 Ceride-i Bahriye, nr. 23, 17 Nisan 1306, s.27. 52 Bkz. İrtem, a.g.e., s.170. 53 Türkçe kaynaklarda “Foçu” veya “Fuço” şeklinde yer almaktadır. 54 Osman Paşa’nın Saygon’da tanıştığı Çin Amirali Ding, Foochow’da iken Ertuğrul Fırkateyni’ne 5 gün içinde bir Çin gambotunun yedeğinde 200 ton kömür göndererek yardımcı olmuştur. (“1895 Çin-Japon Savaşı”nda yenilgi üzerine intihar eden Çin amirali Ding.) 55 Ceride-i Bahriye, nr.29, 10 Temmuz 1306. 56 Eronat, a.g.e., s.26-27. 57 Nihon-e Youkoso: “Japonya’ya Hoşgeldiniz.” 58 Ceride-i Bahriye, nr. 26, 29 Mayıs 1306, s.52. 59 Misawa, Nobuo, “1890 Erutuururu gou jiken houkokusho: Chuuou Bousai Kaigi Saigai Kyoukun no Keishou ni Kansuru Senmon Chousakai-Heisei Jyuunana Nen San Gatsu” (Ertuğrul Fırkateyni Faciası(1890) ile ilgili Resmi Rapor) [Japonca], (Haz: Japonya Başbakanlığı Merkezi Felaketleri Önleme Meclisi), Japonya Başbakanlığı Yay., Tokyo, 2005, s.29-58. 60 1883 yılında inşa edilen ve Japonya’nın Batılılaşma siyasetinin merkezi olan Rokumeikan, Ertuğrul’un ziyareti açısından stratejik bir yer olarak değerlendirilebilecek derecede bir anlam taşımaktadır. Avrupai tarzda bir mimariye sahip olan Rokumeikan, 1883 yılında Japon Dışişleri Bakanlığı tarafından dışarıdan gelen önemli misafirlerin ağırlanması için yaptırılmıştı. Nedeni: Japonların Avrupalı güçlerle yaptıkları antlaşmaların gözden geçirilmesi için olumlu etki bırakmak istemeleri idi. 61 İrtem a.g.e., s.38. 62 Ceride-i Bahriye, nr.27, 12 Haziran 1306, s.59. 63 Meiji: İmparator Mutsuhito’nun “Aydınlanma Devri” anlamına gelen ünvanıdır. 64 Kyokujitsu-shô: Yükselen Güneş Nişanı (birçok eserde geçtiği Fransızca adıyla Soleil Levant) 65 Nutki, a.g.e., s.77.; Ceride-i Bahriye, nr.30, 24 Temmuz 1306, s.78. 66 İrtem, a.g.e., s.39.; Nutki,a.g.e., s.73-74. 67 Nutki, a.g.e., s.45-46. 68 Misawa, a.g.e., s.28-31. 69 DMA, Erkan-ı Harbiye. 14/85; ŞUB. 367/147-A; MKT. 641/25-1; MKT. 624/97. 70 DMA, MKT-641/60:2; Komatsu, a.g.e., s.15. 71 Nutki, a.g.e., s.52-56. 72 Ceride-i Bahriye, nr:33, 01 Temmuz 1306, s.12. 73 Apatay, a.g.e., s.159-165. 74 Hüsrev Gerede, Türk-Nippon Dostluğu’nun Sonrasız Hatırası Ertuğrul, T.C. Tokyo Büyükelçiliği, Tokyo,1937, s.7-9. 75 Onur Yüksel, “Son Belgeler Işığında Ertuğrul Fırkateyni’nin Batış Tarihi” Donanma K.lığı (Haz.), 3’üncü Deniz Harp Tarihi Sempozyumu bildirileri (s. 5-13; 5-26), Deniz İkmal Basımevi, Ankara, 2006. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 30 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına 76 Bu belge, Kuşimoto’daki araştırmalarımızda “Ookyo Rosetsukan” adlı tapınakta ulaşılarak kazadan 115 yıl sonra Türkiye’ye getirilmiş ve ilk defa “3’üncü Deniz Harp Tarihi Semineri”nde (2006) sunulmuştur. Belgenin günümüz Japonca’sına çevirisi Kuşimoto yerlilerinden Sn. Okamura KASAKU tarafından yapılmış, müteakiben Onur YÜKSEL-Şammas UĞURLU tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Hâlihazırda birer kopyaları Dz.K.K. Karargâhında ve Deniz Müzesi’nde sergilenmekte olan belge, kaza tarihi konusundaki tereddütleri net olarak ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca, iki ülke arasındaki dostluğun insan sevgisi temeline dayandığının da bir nişanesi olması münasebetiyle; 22’nci Deniz Kuvvetleri Komutanımız Sn. (E.)Ora. M.Metin ATAÇ tarafından 2008 yılında Sn. Cumhurbaşkanı’na sunulmuş ve Sn. Cumhurbaşkanımız tarafından da Haziran 2008’deki Japonya gezisinde Japon İmparatoru’na takdim edilmiştir. 77 Misawa, a.g.e., s.3. 78 Şimşek, a.g.e., s.43-44. 79 Eronat, a.g.e., s.9. 80 (E) Ora.Vural BAYAZIT’ın “2010-Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu”ndaki beyanı, s.77. 81 Nutki, a.g.e., s.72-95.; Nejat Gülen, Şanlı Bahriye: Türk Bahriyesi’nin İki Yüz Yıllık Tarihçesi 1773-1973, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2001,168.; Fahri Çoker, Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler, Dz.K.K. Kh.Basımevi, Ankara, 1994, s.74.; Bahri S. Noyan, “Ertuğrul Fırkateyni’nin Batışı” Hayat Tarih Mecmuası, sayı:7, s.40-45. İstanbul, Ağustos 1970.; Ayrıca detaylı bilgi için bkz: Yüksel, a.g.b., s.5.2 - 5.13. 82 Nagaura’daki karantinaya ilişkin kayıtlarda 565 kişinin muayene ve tedavi edildiği bilgisi mevcuttur. Bkz. Misawa, a.g.b., s.91-93. 83 Yüksel, a.g.b. s. 84 Tarakçı, a.g.b., s.133-135. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 31 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN JAPONYA SEYRİNİN HARP GEMİLERİNİN SAVAŞ DIŞI HAREKATTA KULLANIMI KAPSAMINDA İNCELENMESİ1 Hazırlayan •• Dz.Kur.Yzb. Fatih DALKIRAN Öz ERTUĞRUL Fırkateyninin Japonya’ya son seyri, etkileri günümüze kadar devam eden tarihi bir anlam taşımaktadır. Bahse konu seyrin kamuoyuna açıkça ifade edilen birtakım görünür amaçları olduğu gibi, kamuoyuna açıklanmayan birtakım görünmeyen amaçları da bulunmaktadır. ERTUĞRUL Fırkateynini seyri süresince icra etmiş olduğu faaliyetler incelendiğinde, bu seyrin günümüzde de sıklıkla icra edildiği üzere, harp gemilerinin savaş dışı harekatta kullanımına çok güzel bir örnek teşkil ettiği sonucuna varılmaktadır. Ayrıca ERTUĞRUL Fırkateyni, Osmanlı Donanmasının harp gemilerinin tarihi gelişimi kapsamında, Buharlı ve Zırhlı Gemiler Dönemine geçerek muasır donanmalar seviyesine ulaşmasında da öncü rol oynamıştır. Bu kapsamda bu makalede ile ulaşılmak istenen amaç, harp gemilerinin muharip olmayan rolleri ve harp gemilerinin tarihi gelişimi çerçevesinde ERTUĞRUL Fırkateyninin oynadığı rolü incelemek ve müteakiben ERTUĞRUL Fırkateynini Japonya’ya son seyrinin amaçlarını ve bu seyrin bir kısmı günümüze kadar uzanan birtakım etki ve sonuçlarını ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Deniz Kuvvetleri, Diplomasi, ERTUĞRUL Fırkateyni, Japonya Seyri, Savaş Dışı Harekat. 1.GİRİŞ Tarih boyunca, ulusların kaderinin şekillenmesinde rol oynamış, adı tarihin altın sayfalarına kazınmış harp gemileri ve bunlara kumanda eden kahraman denizciler olagelmiştir. Örneğin İngiliz halkı için Trafalgar Savaşı’nda Amiral Nelson’un sancak gemisi olan HMS VICTORY bahse konu harp gemilerinden biridir. Tsushima Savaşı’nda Amiral Togo’nun sancak gemisi rolünü üstlenen HIJMS MIKASA ise Japon halkı için aynı anlamı ifade etmektedir. Türk halkına gelince; ERTUĞRUL, HAMİDİYE, YAVUZ ve NUSRET gemileri, bu kapsamda adları sayılabilecek gemilerden sadece birkaçıdır. Yukarıda adları sayılan gemilerin hepsinin ortak yönü, harp gemisi DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 32 olmalarıdır. Ancak bu harp gemileri arasında biri diğerlerinden bir yönüyle farklılık arz etmektedir. Bu gemi makalemizin de konusu olan ERTUĞRUL Fırkateynidir. Farklılık arz ettiği konu ise; bahse konu diğer gemilerin muharip rolleri ile, başka bir deyişle muharebelerde gösterdikleri başarılarla ön plana çıkarak tarihe geçmelerine karşılık, ERTUĞRUL Fırkateyninin harp gemilerinin savaş dışı harekatta kullanımı, yani muharip olmayan rolü ile tarihe geçmiş olmasıdır. Bir diğer deyişle; arz edilen diğer gemiler tarihte ulusları birbirine düşman eden ve birbirinden uzaklaştıran muharebelerde oynadıkları rollerle tarihe geçmişken, ERTUĞRUL Fırkateyni iki ulusu birbirine yaklaştıran ve sıkı dostlar haline getiren tarihi ve kalıcı misyonu ile tarihe geçmiştir. ERTUĞRUL Fırkateyni bu tarihi misyonuyla, harp gemilerinin etkin bir diplomasi aracı olarak savaş dışı harekatta kullanımına güzel bir örnek teşkil etmektedir. ERTUĞRUL Fırkateyninin bu yönünü daha iyi anlayabilmek kapsamında öncelikli olarak deniz kuvvetleri ve dolayısıyla onun belkemiğini oluşturan harp gemilerinin geçmişten günümüze üstlenmiş oldukları geleneksel rolleri incelemek faydalı olacaktır. 2. DENİZ KUVVETLERİNİN GELENEKSEL ROLLERİ 20’nci yüzyıla gelinceye kadar genel olarak ulusların silahlı kuvvetleri iki kuvvet komutanlığından oluşmuştur: “Kara Kuvvetleri” ve “Deniz Kuvvetleri”. 20’nci yüzyılın başlarından itibaren bu kuvvetlere “Hava Kuvvetleri” de eklenmiştir. Bahse konu kuvvetler, muharip ve muharip olmayan harekatta kullanılabilme özelliklerine göre karşılaştırıldığında; Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri, doğaları itibariyle nispeten agresif ve saldırgan olarak algılandıklarından muharip rollere, muharip olmayan rollere nazaran daha uygundurlar. Deniz Kuvvetleri ise, diplomasi ve yumuşak güç enstrümanı olarak, muharip ve muharip olmayan rollere eşit seviyedeki uygunluğuyla diğer iki kuvvetten farklılık arz etmektedir. Bundan başka, dünyanın herhangi bir yerinde daimi olarak sancak varlık gösterebilme ve farklı karakterdeki görevlere süratle uyum sağlayabilme konularındaki eşsizliğiyle, Deniz Kuvvetleri diğer kuvvet komutanlıkları arasında bir adım öne çıkmaktadır. Dahası, deniz SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına hukukunun seyrüsefer özgürlüğü ilkesi sayesinde dünyanın her yerine ulaşabilmesi, dünya yüzeyinin yaklaşık % 70’inin denizlerle kaplı olması ve dünya nüfusunun 2/3’ünün denizlerden itibaren 100 m içerisinde kalan kıyı kesiminde yaşadığı gerçekleri, Deniz Kuvvetlerinin savaş dışı harekat kapsamında önemini daha da artırmaktadır.2 Her ne kadar tarih boyunca tüm uluslar Deniz Kuvvetlerini öncelikle harp maksatlı olarak teşkil etseler de, Deniz Kuvvetleri yalnızca muharebeler için kullanılmamaktadır. Deniz Kuvvetlerinin, harp dönemine atfedilen muharip yönünün yanı sıra, barış dönemine atfedilen insani ve diplomatik yönü de bulunmaktadır. Bu çerçevede, Deniz Kuvvetleri çok boyutlu olup muharebeden insani yardım ve diplomasiye kadar uzanan çok geniş bir yelpazeyi kapsayan görevlerde kullanılmaktadır. Yüksek seviyede eğitilmiş, alanında uzman ve motive birliklerden müteşekkil bir Deniz Kuvvetleri, etki alanı denizlerin oldukça ötesindeki kara alanlarına ve diplomasi arenasına da uzanan, deniz harbinden çok daha fazlasını icra edebilen bir kuvvettir. Geçmişten bu yana, Deniz Kuvvetlerinin üstlenmiş olduğu roller, muharip ve muharip olmayan olarak iki ana başlık altında kategorize edilebilmektedir. Muharip rollerin ağırlıklı olarak harp zamanı, buna karşılık muharip olmayan rollerin ise ağırlıklı olarak barış zamanı icra ediliyor olması, bahse konu roller arasındaki temel farkı oluşturmaktadır. Harp maksatlı ilk teknelerin M.Ö. 12’nci yüzyılda Mısırlılar tarafından kullanılmalarından3 bu yana, muharip rollerin Deniz Kuvvetlerinin asıl varlık sebebi olmalarından dolayı, Deniz Kuvvetlerinin temel maksatları ve sahip olmaları gereken yetenekler, esasen muharip rolleri esas alınarak belirlenmektedir. Ulustan ulusa değişebilmekle birlikte, bu roller geleneksel olarak; caydırıcılık, muhasım donanmayı nötralize ederek deniz kontrolünü tesis ve idame etme, deniz kontrolüne mani olma, deniz ulaştırma hatlarının emniyete alınması, dost deniz ulaştırmasının korunması, muhasım deniz ulaştırmasının engellenmesi ve karaya güç aktarımını içermektedir. Deniz Kuvvetlerinin muharip olmayan rolleri, muharip rollerine kıyasla daha geniş bir alana yayılmakta olup, daha kapsamlı ve çeşitlilik arz eden bir yapıya sahiptir. Özellikle Soğuk Savaş Döneminin sona ermesinden itibaren günümüze kadarki süreçte, küreselleşmenin de katkısıyla Deniz Kuvvetlerinin muharip olmayan rolleri sayıca muharip rollerini aşmış ve muharip rollerine nazaran daha fazla önem kazanmışlardır. Buna bağlı olarak bu roller, tarihte hiç olmadığı kadar fazla sıklıkta icra edilir hale gelmişlerdir. Bu çerçevede muharip olmayan rollerin; günümüzde büyük ölçekli konvansiyonel çatışmaların meydana gelme olasılığının düşük olduğu değerlendirmesi de dikkate alındığında, yaklaşık 20 yılı aşkın bir süredir Deniz Kuvvetlerinin baskın rolleri haline geldiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Deniz Kuvvetlerinin muharip olmayan rolleri arasında şu harekât tipleri bulunmaktadır: İnsani Yardım Harekâtı, Doğal Afet Yardım Harekâtı, Barışı Destekleme Harekâtı, Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekâtı, Yasadışı Göç ile Mücadele Harekâtı, Muharip Olmayanların Tahliyesi Harekâtı, Arama Kurtarma Harekâtı, Tıbbî Yardım Maksatlı Liman Ziyaretleriyle Sağlık Hizmet Desteği, Terörizm ile Mücadele Harekâtı, SanDENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 33 cak Varlık Gösterme, İkili ve Çokuluslu Eğitim ve Tatbikatlar, Ulusal ve Uluslararası Liman Ziyaretleri vb. 3. HARP GEMİLERİNİN TARİHİ GELİŞİMİ VE ERTUĞRUL FIRKATEYNİ Deniz Kuvvetlerinin geleneksel rollerini inceledikten sonra, harp gemilerinin tarihi gelişimi çerçevesinde ERTUĞRUL Fırkateynine bakmak ve içinde bulunulan dönemin şartları ve teknolojisine göre değerlendirmek yerinde olacaktır. Özetle harp gemilerinin tarihi gelişimi, kas gücü ile hareket eden kürekli deniz vasıtalarından nükleer güçle hareket eden denizaltılar ve uçak gemilerine kadar uzanan yaklaşık 5000 yıllık bir süreci kapsamaktadır.4 Deniz harp tarihi literatürüne bakıldığında, genel olarak bu sürecin dört ana döneme ayrılmış olduğu görülmektedir. Bu dönemler sırasıyla; M.Ö. 3000’li yıllarda kadırganın icadı ile başlayıp yelkenli gemilerin yaygınlaşmaya başladığı 16. yy. ortalarına kadar devam eden “Kürekli Gemiler Dönemi (M.Ö. 3000-M.S. 1571)”, müteakiben buhar makinesinin, harp gemilerine entegrasyonu ve tahrik sistemi olarak rüzgar gücüne dayanan yelkenin yerini almasına kadar devam eden “Yelkenli Gemiler Dönemi (1571-1830)”, müteakiben Uçak Gemilerinin harp sahnesine çıkışına kadar devam eden “Buharlı ve Zırhlı Gemiler Dönemi (1830-1918)” ve son olarak halihazırda da devam etmekte olan “Uçak Gemileri, Denizaltılar ve Güdümlü Mermili Gemiler Dönemi (1918-)”dir.5 Makalemizin konusu olan ERTUĞRUL Fırkateyninin tarih sahnesine çıkışı, yukarıda arz edilen harp gemilerinin gelişim dönemlerinden “Buharlı ve Zırhlı Gemiler Dönemi”ne denk gelmektedir. Yelkenli gemilerden buharlı ve zırhlı gemilere geçiş, harp gemilerinin dizaynında yaşanan devrim niteliğindeki birtakım değişiklikler neticesinde olmuştur. Bu değişikliklerin ilki, sanayi devrimi sonucunda ortaya çıkan buhar gücünün, rüzgar gücü yerine tahrik sistemi olarak gemilerde kullanılmaya başlanmasıdır. İkincisi, gemi yapımında kullanılan ahşabın yerini demir ve çeliğin alması, üçüncüsü ise patlayıcı mermi ateşleyebilen döner taretli topların ve torpidoların, sabit duran ve gülle ateşleyen topların yerine, yeni silah sistemleri olarak gemilere monte edilmeleridir.6 Bu değişikler 19’uncu yüzyılın ilk yarısının ortalarında Yelkenli Gemiler Döneminin sona ermesini, buna karşılık Buharlı ve Zırhlı Gemiler Döneminin başlamasını netice vermişlerdir. Dünya genelinde harp gemilerinde bahse konu gelişmeler yaşanırken, Osmanlı Donanmasında “Yelkenli Gemiler Dönemi”ne geçişte başlayan gecikmeyi “Buharlı ve Zırhlı Gemiler Dönemi”ne geçişte yaşanan gecikme izlemiştir. 1853-1856 yılları arasında meydana gelen Kırım Savaşı, Osmanlı Donanmasındaki eksikliklerin görülmesinde ve nihayetinde buharlı gemilere geçişte önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaşta Osmanlı Devleti’nin yardımına gelen İngiliz ve Fransız Donanmalarındaki buharlı gemiler, Osmanlı donanmasının eksikliklerini net bir şekilde ortaya koymuştur.7 1861-1876 yılları arasında Osmanlı Devleti’ni yöneten ve “Denizci Padişah” olarak tanınan Sultan Abdülaziz döneminde SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Osmanlı Donanması büyük atılım gerçekleştirmiş, donanma bu dönemde hem buharlı hem de zırhlı hale dönüşmüştür.8 Bu dönemde, 1864 yılında ERTUĞRUL ve HÜDAVENDİGAR Fırkateynleri ile KOSOVA Kalyonu, buharlı makinelerle donatılmak üzere İngiltere’ye gönderilmiştir.9 Böylece 1864 yılında İstanbul’da Tersane-i Amire’de yelkenli bir gemi olarak inşa edilen ERTUĞRUL Fırkateyni, inşa edildiği dönemdeki harp gemilerinin teknolojik gelişimine paralel olarak, aynı yıl kazan ve makine tadilatı ile toplarının çeşitlendirilmesi maksadıyla İngiltere’ye gönderilmiş ve burada gemiye iki adet kazan ve 2200 beygir gücünde bir makine monte edilmiştir.10 Bu sayede ERTUĞRUL Fırkateyni, hem makine hem de yelken ile seyredebilen bir gemi haline gelmiştir. Bunun neticesinde muasır donanmalara kıyasla yaklaşık 30 yıllık bir gecikme neticesinde, içlerinden biri de ERTUĞRUL Fırkateyni olan üç geminin hizmete girmesiyle Osmanlı Donanmasında da “Buharlı ve Zırhlı Gemiler Dönemi”ne geçiş yapılmıştır. Bu kapsamda ERTUĞRUL Fırkateyni Osmanlı Donanmasının çağı yakalamasında öncü olma rolünü üstlenen üç gemiden biri olmuş, bu yönüyle de Türk Denizcilik Tarihine geçmeyi başarmıştır. Bu amaçların başında Orta Doğu ve Asya’da icra edilecek liman ziyaretleri vesilesiyle bu coğrafyalarda sancak varlık göstermek gelmektedir. Bu sayede; bu coğrafyalarda sömürge altında yaşayan Müslüman halka Osmanlı Devleti’nin yıkılmadığını ve ayakta olduğunu göstermek ve böylece halkın moral ve motivasyonu ile Osmanlı Devleti’ne olan bağlılıklarını artırmak da seyrin amaçları arasında yer almaktadır. İlaveten, İngilizlerin hilafetin Osmanlılardan Araplara geçmesi tezine karşılık, Müslüman nüfusa sahip ülkelerde Osmanlı Halifesinin saygınlığını artırmak ve Osmanlı Devleti’ni sürekli tehdit altında bulunduran başta İngiltere olmak üzere dönemin süper güçlerine, Osmanlı Devleti ve Halife’nin Asya halkları üzerindeki devam eden etkisini göstererek gözdağı vermek de seyrin amaçlarındandır. Son olarak dünyanın değişen jeopolitik konjonktürü çerçevesinde, yeni bir dost ve müttefik ülke edinmek maksadıyla Japonya ile ikili ilişkileri geliştirmek de amaçlananlar arasındadır. Bu amaçları gerçekleştirebilecek en uygun unsur ise, hiç şüphesiz aynı zamanda bir diplomasi aracı olarak da kullanılabilen ve denizlerin serbestliği ilkesi gereğince, dünyanın denizlerle bağlantılı her yerine, diğer devletlerin iznine ihtiyaç duymadan intikal etme imkanına sahip olan deniz kuvvetleri gemileridir. İşte bu amaçlarla 14 Temmuz 1989’da İstanbul’dan hareket eden ERTUĞRUL Fırkateyni, zorlu bir yolculuk ve icra edilen birçok liman ziyaretinden sonra, yaklaşık 11 aylık bir seyir hitamında, 7 Haziran 1890’da Japonya’nın Yokohama Limanına intikal etmiştir. İntikal kapsamında Bombay, Kolombo, Singapur, Saygon ve Hong Kong gibi İngiliz ve Fransız sömürgesi altında olan ve kayda değer sayıda Müslüman nüfus barındıran yerlere liman ziyaretleri icra edilmiştir. 4.ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN JAPONYA’YA GÖNDERİLMESİNİN AMAÇLARI ERTUĞRUL Fırkateyninin Japonya’ya gönderilmesi düşüncesinin arkasında, her ne kadar ulusal ve uluslararası kamuoyuna açıklanan birtakım görünür amaçlar olsa da, kamuoyuna açıkça ifade edilmeyen gizli amaçlar da bulunmaktadır. ERTUĞRUL Fırkateyninin Japonya’ya gönderilmesinin kamuoyuna açıklanan öncelikli amacı, Japon harp gemilerinin İstanbul’a icra etmiş oldukları ziyaret ve bu ziyaret kapsamında Padişaha takdim ettikleri hediyelere karşılık olarak Japonya’ya iade-i ziyarette bulunmak ve Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’in hediyelerini Japon İmparatoruna sunmaktır. Kamuoyuna açıklanan bir diğer amaç, günümüzde de benzer şekilde uygulandığı üzere, Deniz Harp Okulu öğrencilerini, okulda almış oldukları nazari bilgileri, seyirden istifade ile uygulamaya dökerek pekiştirmelerini sağlayacak şekilde, açık deniz eğitimine tabi tutmaktır. Her ne kadar kamuoyuna açıklanan bahse konu amaçlar bir geminin Japonya’ya kadar gönderilmesine yetecek kadar olsa da, ERTUĞRUL Fırkateyninin seyir esnasında icra ettiği faaliyetlerden anlaşıldığı kadarıyla, Japonya ziyaretinin amacı sadece bunlardan ibaret değildir. Bunların çok daha ötesinde, Osmanlı Devleti’nin bu seyirden beklediği stratejik seviyede amaçlar bulunmaktadır. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 34 İcra edilen liman ziyaretleri süresince, ERTUĞRUL Fırkateyni tam anlamıyla ziyaretçi akımına uğramıştır. Örneğin Bombay liman ziyareti kapsamında, gemiyi günde ortalama 20 bin olmak üzere bir hafta içerisinde toplam 150 binin üzerinde kişi ziyaret etmiştir.11 Yine benzer şekilde, Bombay’daki ziyaretçilerin gemiye yoğun ilgisinin haber kaynakları tarafından halka duyurulmasıyla, Kolombo’ya icra edilen liman ziyareti kapsamında, nüfusu 300 bin civarı olan Kolomba’da gemiyi ziyaret eden kişi sayısı günlük 20 bini bulmuştur.12 İlaveten ERTUĞRUL Fırkateyni Kafile Komutanı Osman Paşa, İngiliz ve Fransız sömürge limanları olan Bombay, Singapur, Saygon ve Hongkong’ta önde gelen Müslümanlarla karşılaşma fırsatını kullanmış, yerel Müslüman gazeteler halifenin gemisinin şehre geldiğini gazetelerin ön sayfalarından okurlarına duyurmuştur.13 İngilizler ise ciddi rahatsızlık duydukları ERTUĞRUL Fırkateyninin bu faaliyetlerinin etkilerini zayıflatmak maksadıyla, seyir süresince başına gelen olumsuz olayları yayımladıkları gazete haberleriyle gündeme taşıyarak olumsuz propaganda yapmaya çalışmışlardır. 5.SONUÇ Her ne kadar ERTUĞRUL Fırkateyninin Japonya seyrini tamamlayamayıp yurda dönememesi ilk bakışta bir başarısızlık olarak görünse de, aslında gerçek bunun tam tersidir. ERTUĞRUL Fırkateyni, Japonya’ya seyri kapsamında icra ettiği sancak varlık gösterme faaliyetleri, ulusal ve uluslararası liman ziyaretleri ve SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına bu ziyaretler kapsamında halkla gerçekleştirmiş olduğu etkileşim neticesinde; sömürge altında yaşayan Müslüman halka Osmanlı Devleti’nin yıkılmadığını ve ayakta olduğunu göstermiş, halkın moral ve motivasyonu ile Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını yükseltmiş, başta İngiltere olmak üzere dönemin süper güçlerine, Osmanlı Devleti ve Halife’nin Asya halkları üzerindeki devam eden etkisini göstererek gözdağı vermiş ve Japonya ile ikili ilişkilerinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu sayede kendisinden beklenen stratejik amaçlara ulaşmış ve dünya çapında deniz kuvvetlerinin savaş dışı harekatta kullanımına verilebilecek en güzel örneklerden biri olarak tarih sayfasındaki yerini almıştır. Ayrıca burada değinilmesi gereken bir diğer önemli husus; eğer ERTUĞRUL Fırkateyni bu ziyareti tamamlayıp yurda dönebilsey- di, bugün belki de hiç kimse bu ziyaretten söz etmeyecek, Türk ve Japon ulusları arasında mevcut gönül bağı kurulamayacak ve bu ziyaret tarihin tozlu rafları arasında bir iki satırla geçiştirilecek kadar önemsiz kalacaktı. Ancak ERTUĞRUL Fırkateyninin, geçirmiş olduğu elim kaza sonucunda Japonya’nın Kushimoto şehri açıklarında batması ve bunun sonucunda 600’e yakın denizcimizin hayatını kaybetmesi, etkisi günümüze kadar devam eden kalıcı sonuçlar bırakmıştır. Böylece, Türk ve Japon ulusları arasında zamanın eskitemediği çok güçlü bir gönül bağı kurulmuş ve ERTUĞRUL Fırkateyni ile üzerinde hayatını kaybeden kahraman denizcilerimiz, Türkiye ile Japonya arasında ebedi kültür ve dostluk elçileri haline gelmişlerdir. DİPNOT 1 Fatih DALKIRAN, Deniz Kurmay Yüzbaşı, TCG YAVUZ Seyir Subayı. 2 Sureesh Mehta, Changing Roles of Navies in the Contemporary World Order with Specific Reference to the Indian Navy, Journal of Defence Studies Vol. 3 No. 2, 2009, 3. 3 R.G. GRANT, Battle at Sea: 3000 Years of Naval Warfare, DK Publishing, New York, 2011, s. 4. 4 Seapower History of Naval Warfare Belgeseli, Bölüm 1, 2000. 5 R.G. GRANT, age., 4-5. 6 R.G. GRANT, age., 16. 7 Kemal ARI, Yelkenliden Buharlıya Geçiş, Türk Denizcilik Tarihi 2, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2009, 139. 8 Kemal ARI, agm., 140. 9 Kemal ARI, agm., 141. 10 Yüksel ÖCAL, Kürek ve Yelken Döneminden Günümüze Türk Bahriyesi, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2008, 152. 11 Erdoğan Şimşek, Dünden Bugüne Ertuğrul Fırkateyni, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2006, 117. 12 Erdoğan Şimşek, age., 121. 13 Ayşe Selçuk ESENBEL, XIX. Yüzyılda Japonya’nın Genel Siyaseti ve Türkiye’ye Bakışı, Uluslararası Ertuğrul Fırkateyni Sempozyumu, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2010, 26. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 35 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Er tu ğ De rul ni Fır z K ka uv tey ve n tle i’n i Öy ri Ko n 12 kü m 5. Y Ya uta ıl D rış nl ma ığı önü sı ’nca mü Ya Anı pı sın lan a ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN KADER SEYRİ Hazırlayan •• Öğ.Bnb. Özgül KELOĞLU 15 Eylül 1890 Pazartesi günü sabahın erken saatlerinde Yo- kohama Limanı’nda büyük bir kalabalık toplanmıştı. Atalarının denizden geldiğine inanan, atalarının ruhsal varlığına iman eden bu insanlar, büyük bir konukseverlikle üç aydır misafir ettikleri denizin çocuklarını uğurlamaya gelmişlerdi. Japon gemileriyle limanda hazır bulunan İngiliz, Alman ve Rus savaş gemileri Ertuğrul’u uğurlamak için son hazırlıklarını yapıyordu. Ertuğrul, alay sancaklarıyla donatılmıştı. Gemi Komutanı Osman Paşa köprüüstündeydi. Tören üniformasını giymiş, Japon İmparatoru’nun kendisine hediye ettiği, değerli taşlarla süslenmiş samuray kılıcını kuşanmıştı. Seyir Subayı, Deniz Harp Okulu Seyir Öğretmeni Sol Kolağası Tahsin Efendi Kaptan, Deniz Harp Okulundan o yıl mezun olmuş çakı gibi on üç teğmeni ile güverte üzerinde çimariva mevki almıştı. Bando Şefi İsmail Bey, kıç güvertede bandoya coşkulu marşlar çaldırıyordu. Suvari Muavini Binbaşı Cemil Bey ve Ertuğrul’un yirmi beş yıllık emektarı Sağ Kolağası Ömer Efendi Kaptan, köprü üstündeki Süvari Yarbay Ali Bey’den aldıkları emirleri mürettebata iletiyorlar, fotoğrafçı Haydar Bey bu ânı ölümsüzleştirmek için makinesinin son ayarlarını yapıyor, Gemi İmamı Ali Bey dönüş yolculuğunu sağ salim tamamlayabilmeleri için dualar ediyordu. Ertuğrul, saat 11.00’de Yokohama’dan demir aldı. Tüm haşmetiyle limanda salınarak tam bir daire çizdi. Bu esnada yirmi bir pare top atışı yaparak halkı ve diğer gemileri selamladı. Gemiler top atışlarıyla Ertuğrul’un selamına karşılık verdiler. Bir Japon savaş gemisi Ertuğrul’a liman çıkışından itibaren bir saat refakat etti. Hava gayet güzeldi. Kuzeyden tatlı bir rüzgâr esiyordu. Vatandan ayrılalı on beş aydan fazla olmuştu. Bu on beş ayda, Gemi Komutanı Osman Paşa dâhil olmak üzere mürettebattan çocuklarının doğum haberini alanlar olmuştu. Kazancı er Hayri de Ertuğrul Singapur Limanı’ndayken baba olduğunu genel muhabereden öğrenmiş, posta vapuruyla eşine hediyeler eşliğinde bir de mektup yollayarak oğlunun adının Ahmet konmasını istemişti. Yürekleri vatan, aile, evlat hasretiyle dolu bahriyeliler uzun Japonya seyirde yaşadıkları badireler arasında kardeşten daha yakın olmuşlardı. Kazancı er Hayri, gemici er Bartınlı Ahmet’le Ertuğrul’a ayak bastığı ilk gün tanışmıştı. Bu önemli seyirde, dosta düşmana mahcup DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 36 olmamak için personele dağıtılan ikişer fesi, ikişer takım kışlık, dörder takım yazlık elbiseyi, üçer çift ayakkabıyı ve yol harçlıklarını almaya beraberce gitmişler, elleri kolları ve cepleri dolunca bayram çocukları gibi sevinmişlerdi. Bu iki dost, Japonya’ya gidene kadar, Kasımpaşa kahvehanelerinde bir ömür boyu anlatmaya yetecek kadar hikâye biriktirmişler, tutuldukları fırtınalarda defalarca helâlleşip şehadet getirmişlerdi. Gittikleri denizlerde uzun yıllardır Türk sancağı dalgalanmamıştı. Ertuğrul, demirlediği her limanda ziyaretçi akınına uğruyordu. Bombay’da günlük ziyaretçi sayısı on binleri bulmuştu. Bombaylı Müslümanlar geminin direklerine tırmanmış, sancaklara, güverte kaplamalarına yüz sürmüş, iskeleleri, küpeşteleri öpmüşlerdi. Kolombo’da aynı anda iki bin ziyaretçiyi kabul etmişlerdi. Mürettebat misafir ağırlamaktan bitâp düşmüştü. Ertuğrul’un Singapur’a uğrayacağını haber alan Müslümanlar, Hindiçin’den, Sumatra’dan, Java’dan günler öncesinden limana gelmişlerdi. 17 Haziran 1890’da Japonya’ya vardıklarında Yokohama Limanı -tıpkı uğurlamada olduğu gibi- hınca hınç insanla doluydu. Japonlar, uzak diyârlardan gelmiş, asaletleri, cesaretleri dillere destan bu Osmanlı leventlerini görebilmek için saatlerce limanda beklemiş; bu, uzun boylu, iri yapılı, seçkin denizcileri coşkulu bir sevgiyle karşılamışlardı. Ertuğrul, Yokohama Limanı’nda kaldığı sürece bölgenin ileri gelenleri Ertuğrul’un mürettebatını ağırlamak için birbiriyle yarışmış, gemi âdeta ziyaretçi istilasına uğramıştı. Japonlar, bütün konukseverliklerine ve iyi niyetlerine rağmen Yokohama bölgesinde baş gösteren kolera salgınından Ertuğrul’u uzak tutamamışlardı. Gemi hemen karantinaya alınmış, tepeden tırnağa temizlenmiş, hastalanan personele büyük bir itina ile bakılmıştı. Hastalık savuşturulup mürettebat karaya indiğinde Yokohama esnafı -sanki kolera kendi kabahatleriymişçesine- bir türlü para kabul etmek istememiş, leventler yediği yemeğin, yaptığı alışverişin parasını güç bela ödeyebilmişti. Osman Paşa, Yokohama’da geçen iki ay yirmi sekiz gün içinde Japon prensleri, bakanlar, İngiliz ve Fransız Amiraller tarafından ayrı ayrı ağırlanmış, hizmetine onlarca mihmandar verilmiş, saray benzeri misafirhanelerde konaklamıştı. Hele, Padişah II.Abdülhamit’in selamlarını ve hediyelerini takdim etmek üzere gittiği imparatorluk sarayında, İmparator Mutsuhito Meici ve İmparatoriçe tarafından SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına öyle bir ağırlanışı vardı ki, bu ağırlama, iki yıl padişah yaverliği yapmış, saray erkânı bilen Osman Paşa’ya bile dudak uçuklatmıştı. Ertuğrul, seyir hazırlıklarından itibaren, Osman Paşa’ya sevinçlerin ve endişelerin en büyüklerini yaşatmıştı. Kayınpederi Bahriye Nazırı olduğu için gemi komutanlığına seçildiği yolundaki söylentiler kulağına gelmişti. Söylentiler bu kadarla kalsa yine iyiydi. Adını, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’den alan bu meşhur okul gemisinin aslında çürük olduğu, Japon denizlerinin fırtınalarına dayanamayacağı ulu orta konuşuluyordu. Söylentileri doğrularcasına gemi daha İstanbul’da tecrübe seyri yaparken kazan arızası vermişti. Süveyş Kanalı’nı geçerken Acı Göl’de kuma oturmuş, kanaldayken dümen yelpazesi su hattının üzerindeki bilezikten çıkarak denize düşmüş, kıç bodoslamanın ahşap kısımları hasar almıştı. Süveyş’te geminin havuza alınması icap etmiş, burada kaybedilen iki ay yüzünden yelkenle seyir için uygun mevsim kaçırılmış, Ertuğrul Hint Okyanusu’nda ekim ayında poyraz yerine keşişleme rüzgârının ortasında kalmıştı. BombayKolombo seyrinin üçüncü günü yakalandıkları şiddetli fırtınada gemi baş tarafından su almıştı. Güç bela Singapur’a vardıklarında geminin baş bodoslama kaplamalarının tamir edilebilmesi için yeniden havuza alınması gerekmişti. Lâkin bu mevsimde esen poyraz, yelken seyrine pek müsade etmiyordu. Gemi, makine seyri yaparsa Hong Kong’a kadar kömür yetişmeyecekti. Geminin lodos rüzgârlarının estiği haziran ayını beklemesi ihtimali İstanbul’a bildirilmişti. Ertuğrul’un her hareketini büyük bir ilgiyle takip eden İngiliz gazeteleri gecikme ihtimalini derhal öğrenmişler ve bire bin katarak yazmışlardı. İngiliz gazetelerinin haberlerine göre Ertuğrul’un kömür alacak parası yoktu ve gemide seyri engelleyecek pek çok arıza mevcuttu. Bu haberler İstanbul’da Bahriye Nezaretini çok zor bir durumda bırakmıştı. Çünkü gemi Süveyş’te kanala oturduğunda Sultan II. Abdülhamit geminin İstanbul’a geri döndürülmesi talimatını vermek üzereyken Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, padişaha geminin sağlamlığı hakkında teminat vermişti. Şimdi gemiyi Singapur’da bekletmek Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın mahvına sebep olurdu. İngiliz’in bu oyununu muhakkak bozmak gerekti. Sadece İngiliz’in mi? “Kadifeden kesesi kahveden gelir sesi, oturmuş kumar oynar ah ciğerimin köşesi” diye haklarında çiftetelliler söylenen bahriye personeli böyle bir seyri senelerce beklemişti. Yıllardır Haliç’te yatmaktan bıkmışlardı. Yapacak iş bulamadıklarından, Rum kahvehanecilerin işlettiği Kasımpaşa kahvehanelerinde bütün gün oturur, maaş günü peyderpey gemilerine giderek maaşlarını alırlardı. Heyhat; 26 güverte, 21 makine, 1 sıhhiye, 1 silahendaz, 1 bando şefi, 5 askeri usta, 13 yeni mezun mühendis teğmen; 1 başçavuş, 2 serdümen çavuşu, 15 bölük çavuşu, 9 bölük emini, 37 makine eri, 1 imam, zanaatkârlar ve hizmetliler toplam 610 kişi. Onlar için vatan, pruva direğinde sancak dalgalanan Ertuğrul’du. Bu geminin seyir başarısı hem Bahriye Nezareti hem de mürettebat için artık bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 37 Bahriye Nezareti İngiliz gazetelerinde çıkan haberleri derhal yalanlamış, Singapur’a, Banker Ohannes Aşiyan Efendi’ye bir mektup gönderilerek Ertuğrul’a İngiliz lirası olarak döviz iletmesi, bu paranın Osmanlı lirası olarak İstanbul’da ödeneceği bildirilmişti. Gemi komutanı, Bahriye Nazırının özbeöz damadı Albay Osman, bütün bu kargaşa arasında neredeyse günde birkaç defa kayınpederi Bahriye Nazırına telgrafla durumu bildiriyor, direktifleri bizzat kayınpederinden alıyordu. Rütbesinin Albaylıktan Tuğamiralliğe yükseltildiğini de bir telgrafla öğrenmiş, Ertuğrul’a amirallik forsu işte o zaman çekilmişti. Genç Tuğamiral, taze baba Osman Paşa, Hint Okyanusu’na kıyısı olan fakat Arap ırkından olmayan büyük Müslüman topluluklarının yaşadığı yörelere uzun yıllar sonra Osmanlı sancağını göstermişti. İngilizlerin Ertuğrul’u adım adım takip ettiklerini çok iyi biliyordu. Süveyş’te içini kemirmeye başlayan kurt Singapur’da uykularını kaçıran bir ejderhaya dönüşmüştü. Her şeye rağmen görevinin ilk aşamasını başarıyla tamamlamış, Ertuğrul’u Japonya’ya sağ salim ulaştırmıştı. Şimdi sıra sağ salim vatana dönmeye gelmişti. Okyanusa açıldıklarında herkesin yüzü gülüyordu. Yelkenleri, âdeta Japon rüzgârları değil, mürettebatın sabırsızlığı dolduruyordu. Osman Paşa kamarasında istirahate çekilmişti. Üstünü değiştirdi, notlarını düzenledi, yatağına uzandı. Üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı. Henüz görmediği oğlu Osman’ı düşlüyordu. Yarı uyur yarı uyanık bir halde son kez saate baktı. Dönüş yolculuğuna başlayalı tam altı saat olmuştu. Son tatlı uykusuna böylece daldığını, bir felakete uyanacağını nereden bilebilirdi? Ertuğrul, 8 mille yol alıyordu. Poyraz, hafif hafif esiyor, gemi salınarak yoluna devam ediyordu. İskele vardiya görev başındaydı. Vardiya sorumlusu Süvari Muavini Binbaşı Cemil, köprüüstünde seyir hesaplarını inceliyor bir yandan da daha önceden vardiyalara dağıtılmış dört genç teğmenle sohbet ediyordu. Bıyıkları henüz terlemiş bu yeni mezunlar, Ertuğrul’un Japonya seyrine dâhil olabilmenin gururu içinde ne iş verilse aşkla yerine getiriyor, tecrübesizliklerinin vermiş olduğu eksikliği hevesleriyle kapatmaya çalışıyorlardı. Çalışkanlıkları kadar terbiyeleriyle de göz dolduran bu genç teğmenleri, geminin uğradığı limanlarda, askeri terbiyeye yakışır davranışlar içinde olmaları konusunda tembihlemeye gerek kalmıyordu. Nihayetinde Ertuğrul bir okul gemisiydi, gemiyi incelemeye gelenler arasında özellikle gazeteciler, bazen imrenerek bazen de hasetle bu gençlere yaklaşıyor, olur olmaz sorularla onları konuşturmaya çalışıyorlardı. Zaman zaman donanmanın, memleketin, hatta dünyanın gidişatı hakkında edilen lakırdılarda gazeteciler tarafından söze çekilen bu gözü pek gençlerin hepsi de, “Biz bu devletin neferiyiz, millet için çalışır, millet için yaşar, gerekirse millet yolunda ölürüz!” diyorlar, gerisini susuyorlardı. Fırtınaları sadece okulda, kitaplarda okumuşlardı. Denizin üstündeki beyaz köpükler kadar saf ve temizdiler. Hele içlerinde bir Teğmen Kemal vardı ki vatan, millet dendi mi coştukça coşar, Süvari Yarbay Ali Bey’in ulu orta konuşulmasında sakınca gördüğü konulara balıklama dalardı. Kemal’in sarışınlığını kardeşine benzetmişti Cemil Bey. Yanı başından hiç ayırmazdı Kemal’i. Bir gece, vardiyayı devralmaya gelen Yarbay Ali’yle vardiyayı devreden Binbaşı Cemil sohbete dalmışlardı. Kemal de SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına vardiyasını memleketlisi Mustafa’ya devredecekti. Gençlerin kendi aralarında elden ele geçirdikleri eski bir defter Binbaşı Cemil’in dikkatini çekmişti. Yalnız kaldıklarında Kemal’e bu defteri sormuş, teğmenlerin Namık Kemal’in şiirlerini okuduklarını o vakit anlamıştı. İşte vatana dönüş yolculuğuna başladıkları gün ilk vardiyada Binbaşı Cemil’le Teğmen Kemal yine köprü üstünde, yan yanaydılar. Vardiyayı devretmelerine bir saat vardı. Teğmen Kemal, rüzgârın şiddetini endişeyle takip ediyor, durumu Binbaşı Cemil’e anbean rapor ediyordu. Rüzgârın şiddetinden gemi yalpa yapmaya başlamıştı. Binbaşı Cemil, rüzgârın kaldırdığı dalgaların etkisini karşılayabilmek için yan yelkenlerin açılmasını emretti. Fakat bu tedbir çok kısa bir müddet işe yaradı. Gemi hâlâ baş ve kıç vuruyordu. Yarbay Ali, kamarasında duramamış, vardiya vaktinden evvel köprüüstüne çıkmıştı. O geldiği esnada, Binbaşı Cemil yelkenlerin sarılması emrini veriyordu. Çünkü rüzgâr tam pruvadan esmeye başlamış, artık yelkenleri kullanmaya imkân kalmamıştı. Bir fırtınanın içindeydiler. Bu, muhakkaktı. Böyle fırtınaları daha önce de defalarca yaşamış ve atlatmışlardı. Lâkin bu defa başkaydı. Yarbay Ali, Ertuğrul’un iniltilerinden durumun fevkaladeliğini anlamış, derhal Osman Paşa’ya haber verilmesini ve tüm mürettebatın görev yerlerini almasını emretmişti. Gemi Komutanı Osman Paşa, Süvari Yarbay Ali, Süvari Muavini Binbaşı Cemil ve Seyir Subayı Tahsin köprüüstündeydiler. Giderek şiddetini artıran rüzgârın tayfuna dönüştüğünde hemfikirdiler. Dalgaların boyu 40 kademe kadar çıkmış, gemi 38 dereceye kadar yalpa yapar hale gelmişti. Alınacak tedbirleri konuşurlarken vardiya nöbetçisinin feryadı işitildi. “Mizana direği çöküyor!” 40 metre yüksekliğinde, bir metre çapındaki bu direk oturduğu zıvanayı parçalamıştı. Direği zaptetmeye çalışan bir gemi inşa subayı ve iki usta gemici, direğin üstünde başıboş sallanan serenler ve yelkenlerin gazabına uğramıştı. Direği tutan bütün çarmıhlar gevşemişti. Boşalan gergi halatlarına kolunu kaptıran bir usta gemici feryat ediyor, sesi rüzgârın uğultusuna kapılıp geceyi deliyordu. Mizana direğini sabitlemek için elden ele güverteye çuvallar taşıdılar. Direk iş göremese de artık tehlike yaratmıyordu. Gemi doktoru Avni Bey ve sıhhiye er Hasan yaralıların yanına koştular. Güvertede ayakta durabilmenin imkânı kalmamıştı. Fırtına giderek şiddetini artırıyordu. Baş taraftan gelen dalgalar güverte tahtalarını baş bodoslamadan ayırmaya başlamıştı. Burgucular, kalafatlar ve marangozlar nereye yetişeceklerini bilemez bir halde güvertede koşuşturup duruyorlar, subaylar yelkenleri düzeltmeye, erler çarmıhları germeye uğraşıyorlardı. Kazan dairesindeki kömürlüklerden su girmeye başlamıştı. Tahliye tulumbaları suyu dışarı atmaya yetişmiyordu. Hemen bir insan zinciri oluşturuldu. Herkes eline geçen ne varsa kapıp gelmişti. Sanki bütün okyanusu tahliye etmeye çalışıyorlardı. Ertuğrul, Yokohama ile Kobe arasında bir yerde, her iki limana da eşit mesafedeydi. Sancak baş omuzlukta Oşima Adası Kaşinozaki Burnu’nun uzandığını görebiliyorlardı. Burnun ucunda Oşima Feneri’nin solgun ışığı seçiliyordu. Bu burnu dönerlerse Kobe Körfezi’ne girecekler, rüzgârı ve denizleri arkalarına alacaklardı. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 38 “Sadece on mil.” dedi Osman Paşa. Çıldırmış denizin ortasında, mizana direği çökmüş, kazan ve makine dairesine su yürümüş, dağılma noktasındaki bu gemiyle; kıyıdan yarım mil mesafede, burnun önünde uzanan keskin kayaları nasıl aşacaklardı? Osman Paşa, “Bir an evvel burnu dönmemiz lazım. Davranın kazanlara!” emrini verdi. Kazan dairesinde Çarkçıbaşı İbrahim Bey, emri aldığında aklına Japonların bu kömür hakkındaki uyarıları gelmişti. “Bu, Japon kömürüdür. Bunun harareti pek fazladır. Kazanlarınız bu kadar harareti kaldıracak güçte değil. Stimi dikkatli basın.” demişti Japon mühendisler. “Bu mevsimde buraların denizleri sakin olmaz. Bekleyin, bahara kadar misafirimiz olun.” diye de ilâve etmişlerdi. Ne yazık ki artık bunları hatırlamak için çok geçti. O an stim basmaktan başka çareleri yoktu. Kıyıya çok yakındılar. Bir an evvel kayalıklardan uzaklaşmaları gerekiyordu. Gemi, azgın dalgaların arasında, bir o yana bir bu yana yatarak fenerin hizasına gelebilmişti. Sürat ancak 2-2.5 mildi. Evet, fırtına tayfuna dönüşmüştü. Ümidini kaybedenler ağlıyor, dua ediyor, son ana kadar çabalayanlar oraya buraya koşturuyorlardı ki kazan dairesinden gelen bir haber bütün ümitleri söndürdü. Çarkçıbaşı İbrahim Bey’in stim hakkındaki endişeleri boşa çıkmıştı çünkü kazanlar sönmüş, bir numaralı kazanın yatağı çökmüş ve kazan bir tarafa yatmıştı. İlk şehit olanlar kazan dairesinde görevli personeldi. Artık Ertuğrul tamamen idaresiz kalmış ve akıntıya kapılmış, gemide kargaşa çıkmıştı: “Allah Allah!” nidalarıyla kendini denize atanlar, can havliyle çarmıhlara, halatlara tırmananlar, filikalara doluşanlar... Osman Paşa, “Demir at!” talimatı verdi. Demir atılırsa belki geminin kayalıklara sürüklenmesinin önüne geçilebilirdi. Daha demir denize düşmeden müthiş bir çatırtı koptu. Ertuğrul kayalıklara bindirmiş ve anında parçalanmıştı. Çarpışmanın şiddeti o kadar büyüktü ki gemi parçaları dalgalar tarafından anında ufalanıp dağıtıldı. Geminin üç koca direği peş peşe yıkıldı. Üzerlerine tutunan leventlerin ağırlığı yüzünden suya batıp batıp çıkan bu üç koca direk yüzlerce levendin hayatta kalma ümidini ne yazık ki boşa çıkarmıştı. Filikalar suya inmeyi başaramamış, içindekileri denize serpiştirivermişti. Padişahın Harp Yaveri koskoca Osman Paşa, kendisine emanet edilen mürettebatın ve gemisinin mahvoluşunu tutunduğu bir küpeşte tahtası üzerinden gözyaşları içinde seyretti. 16 Eylül 1890 Salı günü saat 21.30’du. Ertuğrul’un tamamen bir enkaza dönüşmesi topu topu 25 dakika sürmüştü. Cemil Bey, Osman Paşa’nın yaralı olduğunu fark etmiş, paşasını sıkıca tutuyor, onu ilerideki daha büyük bir kereste parçasına tutunmaları için ikna etmeye çalışıyor ancak bir türlü muvaffak olamıyordu. Osman Paşa’nın yaşamak istemediği vücudunu sulara bırakışından gayet iyi anlaşılıyordu. Cemil Bey, Osman Paşa’yı sıkıca kavramış, bir kulaç ötedeki koca keresteye ulaştırmak üzereydi ki rüzgârın savurduğu enkaz parçalarından biri üzerlerine doğru geldi. İkisi birden sulara gömüldüler. Cemil Bey tekrar suyun yüzüne çıktığında Osman Paşa artık yoktu. Cemil Bey, gözyaşları içinde, güç bela dört saat sonra kıyıya ulaştığında madden ve manen tamamen tükenmiş; gecenin karan- SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına lığında üşümüş, aç, çıplak, yaralı bir vaziyette, yağmurun altında sabaha kadar inlemişti. Ne yazık ki fırtınalı deniz; o civanların, kara yağız gemicilerin, annesinin bir tanesi oğulların, hanımının göz bebeği erlerin, evlatların dayanağı babaların önce canlarını almış, sonra da onları kayalara çarpa çarpa paçavraya çevirmişti. 610 Osmanlı evlâdı feryatlar, şehadet getirmeler, ağlayıp haykırmalar içinde can çekişiyordu. Kimileri çarpışma anında hemen can vermişti. Ağır yaralılar, iyi yüzebilen arkadaşlarının gayretine rağmen denize gömüldüler. Kayalıklara tırmanarak hayatta kalabilenler hüngür hüngür ağlıyorlardı. Çıplaktılar, vücutlarında dalgalardan lime lime yaralar açılmıştı. Mücadele gücünü yitirenleri deniz bir lokmada yutuveriyordu. Sahil dimdik kayalardan oluşuyordu. Uzakta, tepede fenerin solgun ışığı titriyordu. Oraya muhakkak ulaşmaları gerekiyordu. Kaç kişinin kurtulduğunu bilmiyorlardı ama kurtulanların eğer yardım gelmezse sabaha çıkamayacakları muhakkaktı. Gemici er Bartınlı Ahmet zaten bir köy çocuğuydu, âdeta bir içgüdüyle karanlıkta fenere çıkan bir keçi yolu buldu. Allah’ın gençliklerine acıdığı Mustafa ve Kemal Teğmenler de kazayı birkaç küçük kırık ve zedelenmeyle atlatmışlardı. Bu felâket ânından kurtulanlara yardım etmek düşüncesiyle kendi yaralarını hissetmeyen bu üç öncü, diğerlerini kıyıda bırakarak fenere doğru tırmandılar. Gece yarısı fenere ilk ulaşabilen Bartınlı Ahmet olmuştu. Fener bekçisi Bay Takizava, bu dehşetli havada, kapının önünden gelen seslerden önce çok korkmuştu. Hemen büyük oğlunu ve karısını uyandırdı. Beraberce kapının sürgüsünü kaldırdılar. Kapıyı açtıklarında soğuktan ve yorgunluktan titreyen, daha önce hiç duymadıkları bir dili konuşan ama sesinin tonundan yardıma ihtiyacı olduğu anlaşılan bir insan kapının önüne yığılıverdi. Yaralıyı içeriye taşıdılar. Şaşkınlıkları daha geçmemişti ki kapının önünden az öncekine benzeyen, daha şiddetli feryatlar gelmeye başladı. Küçücük fener kısa sürede kanlı paçavralar içinde inleyen yaralılarla dolmuştu. Eşiyle ve çocuklarıyla yıllardır bu fenerde yaşayan Bay Takizava, mesleğinin neredeyse sonuna gelmişti ama daha önce hiç böyle bir olay yaşamamıştı. Yaşlı adam, bu olağanüstü durumu haber vermesi için hemen büyük oğlunu köy muhtarına yolladı. Ey Okur! Tabiatın, deniz üstünde insan eliyle yapılmış her ne varsa oyuncak gibi kırıp parçaladığı o uğursuz gecede bir an olsun düşünmeden yardıma koşan Japon köylülerinin günler süren fedakârlığını anlatmaya bizim aciz kalemimizin gücü elbette yetmeyecektir. Oşimamura, Kaşinozaki ve Soya köylüleri, kazazedelerin kırıklarını sabitlediler, yaralarını temizleyip sardılar. Evlerinde, ambarlarında ancak kışı geçirmelerine yetecek kadar olan yiyeceklerini bu insanlara verdiler. Sandıklarda sakladıkları kıyafetlerini kesip biçerek yaralıları giydirdiler. Kurtulanlar için yaptıkları onları mutlu ediyordu ama bu köylüler karaya vurmuş enkazın arasından günlerce, gözyaşları içinde, birer birer ceset parçaları topladılar. İşte buna yürekleri dayanmıyordu. Parçalanmış cesetleri çuvallara koydular. Tepedeki fenere kadar elden ele taşıdılar. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 39 Denizin yüzünde oraya buraya dalgalanıp duran enkazın acıklı hâline şahit oldular: ipek kumaşlar, masklar, parfüm şişeleri, terlikler, işlemeli çerçeveler, süs bebekleri, yelpazeler, şemsiyeler, fenerler, nazarlıklar, origami parçaları, fildişi biblolar, kartpostallar... Her biri farklı limanlardan sevilen kişiler için ayrı ayrı, özenle seçilmiş, sandıklarda, yastık altlarında sabırla beklerken Ertuğrul’un felâketine ortak olmuş kadersiz hediyeler... Köylüler bunları erişebildikleri her yerden çiçek gibi topladılar. Hiç durmadan ellerini gökyüzüne açıp gece gündüz ağlayarak dua etmesinden kim olduğunu az çok tahmin ettikleri Gemi İmamı Ali Efendi’ye bulduklarını teslim ettiler. Günler sonra Osman Paşa’nın ceketini karaya vurmuş öteberi arasında balıkçı Bay Kokano buldu. Bunun önemli bir eşya olabileceğini tahmin etmişti. Bulduğu ceketin Amiral Osman Paşa’ya ait olduğunu ve Amirali bulana ödül verileceğini bilmiyordu. Ceketi Ali Efendi’ye teslim ederken orada bulunan kazazedelerin boyunlarının nasıl büküldüğünü, umutlarının nasıl tükendiğini görmüştü. Kollarında, denizin daha solduramadığı parlak şeritleri pırıl pırıl parlayan bu ceketin sahibi kim bilir ne kadar değerli biriydi ki geride kalanlar bu cekete askerce selam vermişlerdi. Ne yazık ki ceketin sahibini deniz saklamış, onu toprağa defnetmek mümkün olmamıştı. Kazadan sağ kaburgasındaki iki çatlakla kurtulan Gemi İmamı Ali Efendi, Allah’ın bağışlayıcılığına sığınarak şehitlerin oldukları halde gömülmesi gerektiğine hükmetmişti. Cenazelerin defin şeklini Bartınlı Ahmet’le beraber köylülere tarif etti. Ertuğrul’un 121 şehidi fenerin dibinde yeni oluşturulan mezarlığa koyun koyuna defnedildi. Köylüler bütün gün kıyıda çalışıyor, güneşin batmasına yakın defin işlerini hallediyor, güneş battıktan sonra ölmüşler için kendi geleneklerine göre tören yapıyorlardı. Köyde iki üç gün içinde arama kurtarma ve defin işleri yoluna koyulmuş, fırtına şiddetini epey azaltmıştı. Suvari Muavini Binbaşı Cemil Bey, o felaket gecesinin sabahında kıyıda baygın bir halde köylüler tarafından bulunduğunda hayatta kalanlar arasındaki en kıdemli subay olduğunu elbette bilmiyordu. Bu sorumluluğun vermiş olduğu zaruretle kısa sürede kendini toparlamış, yapılması gerekenleri düşünmeye başlamıştı. Japonya’da Osmanlı Devleti’nin herhangi bir resmi temsilciliği yoktu. Bu durumda Japon Hükümetinin tek muhatabı Suvari Muavini Cemil Bey idi. 17 Eylül günü yanına kendisi gibi iyi derecede İngilizce bilen Bando Şefi İsmail Bey’i alarak Oşimamura Belediye Başkanının kendisine tahsis ettiği bir vapura binip olanları anlatmak üzere Kobe’ye doğru yola çıktı. Kobe’de ulaştıkları bir polis karakolunda olanları detaylarıyla anlattıklarında mütevazı polis karakoluna adeta bomba düşmüştü. Derhal Tokyo’ya telgraf çekildi. Telgraf başındakiler, seyre çıktığı ilk günden beri dünya gazetelerinin haberlerini gün gün verdikleri böyle ünlü bir geminin battığına inanamıyorlardı. 18 Eylül günü Japon gazeteleri Ertuğrul faciasını manşetlerinden dünyaya duyurmuşlardı. Çok uzun zamandır Japonya kıyılarında böylesine büyük bir kaza olmamıştı. Bu yüzden kaza büyük yankı uyandırmıştı. İmparator Meici bu elim kazadan çok büyük üzüntü duymuştu. Haberi alır almaz kendi teşrifat müdürü ile özel doktorunu Kobe’ye gönderdi. İmparatoriçe de ilk etapta, kazadan kurtulanlara birer kat elbise ve 13 hasta bakıcı gönderdi. İstanbul, kaza SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına haberini 19’unda almış, Bahriye Nezaretinin önü yakınlarından haber almaya çalışan insanlarla dolmuştu. Haberi bir gün evvel telgraf haberiyle öğrenen Nezaretin kapıları içerden sürgülenmişti. 18 Eylül günü bir Alman gambotu kazazedeleri almak için Kobe’den Oşima’ya doğru yola koyulmuştu. 19 Eylül’de Kobe’ye varan gambot, yaralıları alarak derhal Kobe’ye, donanımlı bir hastaneye götürmek niyetindeydi. Ancak yaralılardan birçoğu seyahat edemeyecek durumdaydı. Çoğu zatürre, kaburgaları çatlak, kalçaları, dizleri, ayakları, kolları en önemlisi kalpleri kırık 65 yaralı... Birkaç gün Oşima’da, yaralıların sağlığının seyahat edebilecek düzeye gelmesini bekleme kararı aldılar. Alman gambotu Wolf, defin işlerine nezaret etmek için köyde kalan Gemi İmamı Ali Efendi ile gemici er Bartınlı Ahmet’i geride bırakarak 20 Eylül’de Kobe’ye doğru yola koyuldu. Bartınlı Ahmet, can dostu Hayri’nin hiç değilse cenazesini defnedebilmek ümidiyle köyde kalmıştı. “Keşke Hayri değil ben ölseydim. Onun geride bekleyeni var, benim kimsem yok.” diye diye günlerce köylülerin getirdiği meftalar DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 40 içinde Hayri’ye dair bir iz aramış fakat arama işine son verdikleri 24 Eylül’e kadar hiçbir iz bulamamıştı. Ali Efendi ve Ahmet, Oşima’dan ayrılmadan evvel son defa şehitlikte gözyaşları içinde dua ettiler. Kobe’ye doğru yola koyulduklarında köylülerin şehitliğe kendilerinden daha iyi bakacağına emindiler. Kazadan kurtulanların vatanlarına dönebilmeleri için İmparator Mutsuhito Meici, Hiyei ve Kongo kruvazörlerini tahsis etti. Kruvazörler, 11 Ekim 1890 günü kazazedeleri alarak Kobe’den İstanbul’a doğru yola çıktı. Kruvazörler, 2 Ocak 1891 günü Dolmabahçe Sarayı önünde demirlediler. Hiyei kruvazörünün güvertesinden Dolmabahça Sarayı’na bakan Teğmen Kemal, Binbaşı Cemil Bey’e dönerek, “İşte vatanımızdayız fakat kurtulduğumuza sevinemiyorum komutanım?” dediğinde Cemil Bey bir baba şefkatiyle bu genç adama, “Kurtulmak mı? Böyle bir felaketten kurtulmak yoktur evlâdım. Bizim azabımız bu dünyada imiş. Kalan hayatlarımızı bu hatırayla geçireceğiz.” diyerek cevap vermiş; bu meşhur seyir, 1 yıl 7 ay 18 gün sonra nihayet sona ermişti. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına METRUK Hazırlayan •• Harp Ok.III.Snf.Öğ.Gökhan DURAN Kasımpaşa kahvehanelerinin yoğunluğu Harp Okuluna baş- ladığım sene artmıştı. Aslında başlarda kahvehane diye bir şey yoktu. Fakat donanma Haliç’e kapanınca bu kahvehaneler ortaya çıkmaya başladı. Artık Kasımpaşa denince akla iki şey gelir oldu: kahvehane ve donanma. Donanma denizden çok karada vakit geçirdiği için denizcilik adına fazla bir şey konuşulmazdı buralarda. Daha çok devlet meseleleri ile meşguldü subaylar. Bu aralar ise devlet meselelerine ara verilmiş. Herkes uzak doğuya seyredecek Ertuğrul’u konuşuyordu. ‘Neden Ertuğrul?’’ ‘’Bu kadar yıldır yatan gemi o diyarlar gönderilir mi?’’ ‘’Başka gemi mi yok Asar-ı Tevfik ne güne duruyor?’’. Konuşmaların genelinde Ertuğrul vardı. Herkes tercihin yanlış olduğunu söylüyordu. Ama irade buyurulmuştu bir kere. Kasımpaşa’ya varmadan sizi önce kıyıya vuran dalga sesleri karşılar. Ardından nargile dumanı içinizi mayhoş eder. Fakat bu uzun sürmez. Sanki çok uzaklardan gelen kahve kokusu sizi kendinize getirir. En son konuşma sesleri ve kahkahalar eşliğinde-yazık devletin hali içler acısıydı ama hala kahkaha atabilen gamsızlar mevcuttu-varırsınız donanmanın kalbine. Yorgo Efendi’nin kahvehanesine doğru yol alırken etraftaki konuşmaların değiştiğini hissettim. Fısıldaşarak ve kaş göz işaretleriyle beni gösterenleri fark ettim. Burada hemen hemen herkes birbirini tanırdı. Hele İngiliz zabitlerini herkes tanırdı. Nihayetinde donanma küçüktü. Artık eskisi gibi cihan devleti değildik. Bunu kabul edemesek te gerçek buydu. Belki eksikliğimizi kabul etsek bu hallere düşmezdik. İki asırdır kendimizi avuttuk cihan devleti diye. ‘’Kimler gelmiş efendim. Buyurun efendim buyurun şöyle buyurunuz.’’ Her zaman ki bozuk ama tatlı şivesiyle Yorgo Efendi karşıladı beni ama farklıydı bugün. ‘’Hayır Yorgo sanırım Osman’ım bu mevzuda ciddi.’’ Hala olan biteni anlamakta güçlük çekiyordum. ‘’Hayırlı olsun efendim. Ertuğrul’un komutanı olmuşsunuz.’’ Artık konuşulan mevzu Ertuğrul’un seçimi değil, Bahriye Bakanı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın -kendisi halihazırda benim kayınbabam olur- beni gemi komutanı olarak atamasıydı. Dedikoduların bini bin paraydı artık. Her yerde Paşa’nın beni kayırdığı konuşuldu. Yoksa mümkünatı yoktu bu göreve layık görülmezdim. İnsaflı gönüllerde yok değildi. ‘’Efendiler anlasanıza paşa Ertuğrul’un komutanlığına damadını seçerek geminin ne kadar sağlam olduğunu göstermek istiyor.’’ Bu gibi yorumlar bile insaflı sayılırdı. Personel seçimini Paşayla birlikte yaptık. Seçtiğimiz kişiler çok özeldi. Devletimizin sancağını en iyi şekilde dalgalandıracak kişilerdi. Bilgi becerisi yüksek ve seyrin hakkını verecek bir mürettebat oluşturduk. Ertuğrul’un ve zihinlerin seyir hazırlıkları başladı. Hummalı şekilde çalışmak gerekti. Çünkü Ertuğrul’un ciddi bir bakım ve onarıma ihtiyacı olduğu aşikardı. Bu şekilde seyire çıkmak intihardan farksızdı. Gerçi Ertuğrul’un en iyi halinin bile gitse intihar olacağını düşünenler de yok değildi. Cevabı Ertuğrul verecekti. Bakım ve onarım artık tamamlanmış ve Ertuğrul kader seyrine hazırdı. Tüm çalışmaların başında bulundum. Her şeyle olabildiğince yakından ilgilenmeye çalıştım. Personelimin bu kadar içinde olmam onlar için ayrı bir motivasyon kaynağı oldu. Canla başla çalıştı aslanlar. 14.07.1889 ‘’Şaka yapıyorsunuz.’’ Demir almak günü geldi limandan. Aslanlarım çimariva mevkilerini aldılar. Ne de güzeldi üzerindeki üniformaları. Bembeyaz kefen gibi... Tüm Şehr-i İstanbul toplanmıştı neredeyse. İğne atsan düşmezdi. Herkes sevdikleriyle vedalaştı. Ağlayanlar, el sallayanlar, gülenler, kurban kesenler, davul zurna getirenler... Genç bir çocuk babasının omzuna çıkmış kendisinden beklenmeyecek gür sesiyle haykırdı. ‘’Ne şakası?’’ Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı. ‘’Yok benimle alay ediyor. Görüyorsunuz değil mi Şevket Efendi?’’ Harp Okulu yıllarından bu yana tanıdığım arkadaşım Şevket de yanımdaydı. Hep ahali sahillerde bakakaldı. ‘’Hayrola Yorgo Efendi nedir bu hususi ilginin sebebi?’’ ‘’Olur mu efendim vallahi de gücendim. Her zamanki halim.’’ ‘’Bırak şimdi çıkar bakalım ağzındaki baklayı.’’ DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 41 Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı. SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Hak selamet versin şanlı Ertuğrul’a. ‘’Öğrenmek isteriz komutanım’’ diye devam etti en iri yarı olanları. Üç direkli firkateyndir gemimiz. ‘’Anlatayım o vakit’’, kaptan da bu sırada gemiye kumanda etmeye devam ediyordu. ‘’Süveyş’in ilk projesini aslında İngilizler değil Sultan Süleyman’ın son Vezir-i azamı Mehmed(Sokullu) Paşa düşünmüştü fakat; gerçekleştiremedi. Ardından ünlü kumandan Napolyon da niyetlendi hatta mühendisler bile getirtti Mısır’a ama kahraman Cezzar Ahmed Paşa tüm planlarını alt üst etti. Tutunamadı ve ona da nasip olmadı. Temellerini biz attık fakat bizde sonunu getiremedik ve İngilizler kanalı açtı. ‘’ Kimimiz bekarız, evlidir kimimiz. Gayret edin çocuklar Capanyadır yolunuz. Hak selamet versin şanlı Ertuğrul’a. Hüzün, sevinç, umut envai çeşit duyguyu yaşadık yaşattık. Kader seyrimizdi bu bizim için. Bir gördüğümüzü bir daha göremedik... Çanakkale Boğaz geçişinin bizim için ayrı bir önemi vardı. Rumeli diyarına geçen ilk Osmanlı Paşası Süleyman Paşa yâd edilirdi. Bizde gemi imamı Ali Efendi ile birlikte tüm personel olarak onun nezdinde tüm şehitlerimizi hayır ve şükranla yad ettik. Süveyş’e kadar olağandışı herhangi bir hadise gerçekleşmedi. Kanal geçişi için sıramızı bekledik. Kanal işletmesinin kuralı gereği kılavuz kaptan almak zorundaydık. Vasıtayla gemiye gelen kaptana yardım edip subay salonunda ağırladık. Kaptanla İngilizce sohbet ettik. Biraz kanal hakkında konuştuktan sonra kendisine çay ikram ettik. Çay değil ‘’Türk kahvesi’’ içmek istediğini söyledi. Bu sefer misafir bulduğunu yedi. Ve yine İngilizler dünya siyasetinde olduğu gibi burada da istediğini elde etti. Salondaki sohbetimiz sırasında kaptanın kibirli tavırlarından rahatsız olduk. Fakat; kendisine kesinlikle hissettirmedik. En azından gemi komutanı olarak benim öyle davranmam gerekirdi. Bu arada sıramız gelmişti. Köprüüstüne çıktık beraberce. Gemi yol almaya başladı. Kanalda gemi idare etmek zordu. Fakat; personelimin kılavuza ihtiyaç duymadan kumandam altında bu badireyi atlatacağından emindim. Ne yazık ki İngilizler ve politikaları engel oldu. Süvari Ali Mehmet Bey’in sıkıntılı halini yüzünden okudum. Köprü üstü insan tanımak için biçilmiş kaftandı. ‘’Hayrola Ali Bey canını sıkan nedir?’’ ‘’Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim komutanım.’’ ‘’Sana da bu yakışır. Dinliyorum.’’ ‘’Ne gerek vardı Komutanım şimdi bu kılavuz kaptana?’’ Astlarım asla benden birşey saklamaması gerektiğini gemiyi İstanbul’da onarırken öğrenmişti. Bu sebeple kuşkularının akıllarını kemirmesine izin veremezdim. Hepsi bana karşı açık davranırdı. ‘’Aman Ali Bey dikkat et lisanımızı biliyor olmasın.’’ Kaptan bize kuşkulu bir bakış attı. Ardından manasız bir tebessüm kondurdu yüzüne. Deniz Harp Okulundan yeni mezun genç kardeşlerime döndüm: ‘’Süveyş’in aslını bilir misiniz gençler?’’ Amacım gergin ortamı yumuşatmaktı. Öyle ya tüm bu meşakkatler sözde onların eğitimi içindi. Onlarında kendilerini gemiye ait hissetmeleri için vardiyalara ayırdım. Vardiyaları süresince başta köprüüstü olmak üzere geminin her tarafına gönderiyor gemiyi iyice tanımalarını istiyordum. Zira harbiye yıllarında ellerine hiç böyle imkanlar geçmemişti. ‘’Bilmiyoruz komutanım’’ dedi köse ve al yanaklı olan. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 42 Kaptanı izlemeye başladım. Birden gemi sebepsiz yere yavaşlamaya başladı. Ardından tamamen durdu. Fakat yumuşak bir duruştu. Sanki biri eliyle gemiyi tutmuş bırakmıyordu. ‘’Ne oldu?’’ Ali Bey sinirlenmişti. Herkes bana ben ise kaptana bakıyordum. ‘’Galiba gemi kuma oturdu komutan.’’ dedi kaptan fütursuzca. Sanki gemiler her gün kuma oturuyordu yada kendisi bu tür kazalara alışıktı. Ali Bey İngilizce biliyordu. Ne kadar sinirlendiğini görebiliyordum. Ben tutuyorsam kendimi o da tutmalıydı. Bunu bilecek kadar askeri ahlak sahibiydi. Köprüüstündeki İngilizce bilen bir kaç subay dışında geri kalanlar onlara kaptanın ne dediğini çevirmemi beklediler. Bana gerek kalmadan askerin biri bağırdı. ‘’Gemi oturdu! Gemi kuma oturdu!’’ Geminin kuma oturduğu haberi yüreklere de oturdu. Herkes buz kesildi. İnsanlar ne yapacağını şaşırdı. Beraber güverteye indik. Durum tespiti yaptık fakat su altını göremediğimiz için ne kadar konuşsak ta beyhudeydi. Fakat geminin omurga hattında her hangi bir yara yoktu. O an herkesin nefret dolu bakışlarının kaptanın üzerinde olduğunu fark ettim. Kaptan ise durumu sezmiş olacak ki kibirli yüzünden tebessümü eksik etmeyerek ortamı yumuşatmaya çalışan laflar etmeye başladı. Kimsenin nefreti dinmedi. Güverteye toplananlar orada ben olmama rağmen kendilerini tutamayarak kaptanın üzerine yürümeye başladılar. Ortalık birden karıştı. Askerlerin elinden kaptanı zor kurtardım. Hemen kıç tarafta askerlerin yatakhanesine götürdüm, yanına da iki silahlı asker yerleştirdim. Diplomatik krizin eşiğinden döndük. Gemiyi çakılı kaldığı yerden kurtardıktan sonra dalgıçlar herhangi bir arıza olup olmadığına baktılar. Herhangi bir arıza olmadığını öğrendiğimizde derin bir nefes aldık. Kum tepesine oturduğumuzu öğrendik. Bu sebeple şansın bizden yana yaver gittiğini söylediler aksi halde çok ciddi sıkıntılar ile uğraşacaktık. Kanal işletmesiyle yaptığımız görüşmeler neticesinde suçun kılavuz kaptanda olduğuna onlar da kanaat getirdiler. Bu yüzden iki gün süren gemiyi kurtarma çalışmalarının ücretini talep etmediler. İşletmeden yeni kılavuz kaptan istedim. Şu an için ellerindeki tek kaptanın o olduğunu söylediler. Gemiyi bizim idare etmemize de müsaade etmediler. Cevap olarak kanal işletmesinin kurallarını hatırlattılar. İngilizler ve prensipleri. El mahkum yapacak bir şey yoktu. Kaptanın esaretine son vererek, kumandayı tekrar ona verdim. Bu kez daha dikkatliydi. Ama o da en az bizim kadar sinirlenmişti. Yaptığı hata yüzünden kendine mi yoksa onu linç SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına edilmekten kurtarıp kısa süreliğine de olsa gözaltına aldığım için bana mı? Kestirmek güçtü açıkçası. Talihli kaptanımız ikinci şakasını yapmakta gecikmedi. Gemiyi kurtardıktan sonra iskeleye bağlanırken bir gürültü bizi bizden aldı. Korkuyla sesin geldiği kıç tarafa doğru koştuk. Gördüğüm manzara artık beni de çileden çıkardı. Kıç bodoslama sahile vurmuş ve paramparça olmuştu ve suda yüzen parçalarını görebiliyordum. Kaptan iyice zıvanadan çıktı. Onun için artık mürettebatımdan değil kendimden korkmaya başladım. Sinirlerime hakim olamayıp bana yakışmayacak hareketler sergileyebilirdim. Derhal gemiyi terk etmesini istedim. Bu isteğime karşılık kendisinden beklenmeyecek kibarlıkta bir İngiliz asilzadesi gibi gemiyi terk etti. Tabii geride kuma oturmuş ve kıç bodoslaması paramparça olmuş bir gemi bırakarak. Kanal işletmesinden tekrar geldiler olayın aslını öğrendikten sonra özürlerini ilettiler. Kaptanın işine de son verdiklerini anlattılar. İsabet buyurmuşlardı. Hatta geç alınan bir karar olduğunu kendilerine ilettim. Bir şey söylemediler. Onlar gemiye gelmeden hasar tespitine tekrar başlandı. Ben işletme sahipleri ile konuşurken ayrıca dümen bodoslamasının da kırıldığı haberini aldım. Kanal işletmesine döndüm. Hasarımızla yakından ilgileneceklerini söyleyip gemiden ayrıldılar. Anlaşılan gemi kesinlikle havuza girmeliydi. Havuz için yaptığımız görüşmelerin ardından en uygun havuzun bir ay sonra müsait olacağını öğrendik. Tamiratın da üç hafta süreceğini hesaplayınca önümüzdeki iki ay boyunca Süveyş’in misafiriydik. (27-28 Temmuz) 23 Eylül 1889 Zorlu geçen havuz sürecinin ardından artık seyir için hazırdık. Geçen iki aylık süre zarfında bir çok defa Bahriye Nezareti ile yazıştık. Benden sürekli Ertuğrul’un durumu hakkında rapor istediler. Devletimizin içinde bulunduğu vaziyet sebebiyle yaptığımız seyr-ü seferin zamanı ve önemi olağandan daha da dikkat gerektiriyordu. Fakat Nezaret tarafından benim anladığım, seyrin mutlaka başarıyla tamamlanması yönünde. Çünkü Ertuğrul tabiri caizse ilk sınavı olan Süveyş’te başarısız olmuştu. Bu vaziyet ise ister istemez felaket tellallığı yapanların ekmeğine kaymak sürmüş, artan sesler Yıldız’dan duyulunca yankısı da Nezaret’e ulaşmıştı. Nezaret kendisine yapılan baskıdan dolayı tamamlanmasını istiyordu. Fakat Yıldız’ın amacı neydi? Koca firkateynin sadece 13 tane Deniz Harp Okulu talebesinin eğitimi ve Japon İmparatoruna takdim edilecek bir nişan için gitmesini mantığım pek almıyordu. Talebelerin eğitimi alelade küçük bir gemi ile de yapılabilirdi. Nişan ise seçilmiş bir heyeti posta yoluyla göndererek de verilebilirdi. Neden bu kadar meşakkat? Kolombo’ya doğru yol aldık fakat uygun rüzgarları Kılavuz kaptanın beceriksizliği yüzünden kaçırdık. Motor gücünün kullanılmasına karar verdim. Ancak Kolomba’ya kadar gidemezdik. İkmal yapmamız gerecekti. En uygun limanın Cidde olduğu kararına vardık. Ardından Aden’e hareket edecektik. Zaten Nezaret tarafından Yokohama’ya kadar uğranılacak Kolombo, Bombay, Singapur gibi esas limanlar dışında diğer liman yerlerini benim tasarrufuma bırakmıştı. Gerekli gördüğümde ikmal desteği için liman yapacak- DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 43 tık. İşte Cidde böyle limanlardan biriydi. Cidde ardından Aden’de kömür ikmali yaptık ve Bombay’a doğru harekete geçtik. Çin Denizi artık kendini hissettirmeye başladı. Çarşaf gibi deniz bekleyenler hüsrana uğradı. Bu dalga ve fırtınaların şakası yoktu. Yine de 20 Ekim’de sağ salim Bombay’a bağladık. Bombay İngilizlerin kontrolü altındaydı. Nüfusu 1 milyondan fazla ve üstelik halkının yarısından çoğu da Müslümandı. Liman bilgilerini bahriye nezareti seyirden önce vermişti. Verilen bilgilerin doğruluğunu ilk günden limanda bizi bekleyen kalabalık sayesinde tatbik ettik. İlk gün gemiye ziyaretçi alınmamasını istedim. Çünkü geminin temizliğe ihtiyacı vardı. İkinci gün resmi ziyaretleri yaptık. Bu arada kalabalığın gemiye alınabileceğini söyledim. Halk gemiye ve personeline yoğun ilgi gösterdi. Limanda geçirdiğimiz zaman arttıkça kalabalık azalacağı yerde iyice arttı. Ülkenin her yerinden insanlar geldi. Günde ortalama 20.000 insan gemiyi ziyaret etti. Hediyeler getirenler, yiyecek vermeye çalışanlar, yüzünü sancağımıza sürmeye çalışanlar, güverteye alnını sürüp padişahımıza ve devletimize dua edenler... Bu yaşananlar içinde de ilginç bir olay oldu. Yanında 6 adet eski top getiren yaşlı bir dede gördüm. Askerlerimizden biriyle tartışıyordu. Ama anlaşamadığını uzaktan görebiliyordum. Yerel dili konuşabilen bir İngiliz’i de yanıma alıp adamın yanına gittim. Manzara gerçekten çok ilginçti. En nihayetinde adamın amacını öğrendim. Getirdiği 6 adet top Ali Reis’in Hint seferinde fırtınaya yakalanınca sığındığı limanda indirdiği toplardan geriye kalanlardı. Ali Reis ‘’Bu topları biz gidince bizim yerimize gelecek Osmanlı askerlerine verin’’ demiş. O zamandan bu yana bekleyenler şimdi topları bize ulaştırdı. Bombay’da kaldığımız süre içerisinde İngiliz gazeteleri Ertuğrul ile ilgili gelişmeleri hemen hemen her gün manşetten okuyucularına duyurdu. Genel anlamda ise liman ziyaretimiz çok iyi geçti ve gemiyi ziyaret eden halka ve şehir ahalisine Osmanlı Sancağı gösterildi. Halkın Osmanlı sevdası ve bağlılığı pekiştirildi. Kolombo’ya ileri harekete geçtik. 6 gün sonra gemi baş taraftan su almaya başladı. Kötü bir haberdi. Su tahliye edilirdi ama mürettebatımın bozulan moralini ruhlarından tahliye etmem zordu. Çünkü gemide açılan en ufak yara insanların aşkında ve şevkinde de açılıyordu. 10 Kasım’da Kolombo limanına Kolombo Kalesi’ni top atışlarıyla selamlayarak girdik. Gazete kültürü bu coğrafyada İngilizlerin etkisiyle bizdekinden daha yoğun yaşanıyordu. İnsanlar geleceğimiz tarihi gazetelerden öğrenmiş ve limanı doldurmuştu. Avdet olduğumuz zaman Cuma gününe denk geldi. Yine ilk gün ziyaretçi alınmamasını ve geminin netasının sağlanmasını istedim. Aslan yattığı yerden belli olurmuş. ‘’Ali Bey’’ ‘’Emredin komutanım’’ ‘’Temizlik için seçtiğin vardiya gemide kalsın. Diğer vardiya ve subayları da alıp Cuma Namazına iştirak edelim.’’ SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına ‘’Hep beraber mi komutanım? Bu kadar kalabalık gitmemiz sıkıntı teşkil etmez mi?’’ ‘’Aksine Ali Bey fevkalade olacak. Sana bahsetmedim. Nezaretten seyir öncesi bir dizi emirler aldım.’’ ‘’Bahsetmediniz komutanım.’’ ‘’Altıncı emri okuyorum. Limanlarda mürettebat dini vecibelerini yerine getirirken bir derece daha fazla hassasiyet gösterecek.’’ ‘’Bu sayede Müslüman halkın bağlılığı geliştirilip sancak gösterilecek. Doğru mu anladım komutanım?’’ ‘’Doğru söylersin süvarim. Önce Bombay, şimdi Kolombo, sonra Singapur. Müslüman halkın yoğun yaşadığı ve hep İngiliz kontrolünde olan memleketler. Dikkatini çekti mi?’’ ‘’Öğrencilerin eğitimi, nişanın takdimi göstermelik mi komutanım?’’ ‘’Evet. Öyle olmak zorunda aksi takdirde İngilizler, Fransızlar hiç buna müsaade etmezler. Kurt siyaseti güderler. Bunlarla raks etmek kolay değil Ali Bey.’’ Kolombo’da kaldığımız zaman içerisinde Ertuğrul yaklaşık 200.000’den fazla insanı ağırladı. Birçok resmi ziyaret yaptık, sancağımızı gösterdik. Şimdi ise Singapur Limanı’na bağlamaya gidiyorduk. Kolombo’dan çıktıktan sonra Singapur’a kadar 15 gün boyunca yağmur ve fırtına hiç dinmedi. Ertuğrul’um epey hırpalandı. Günlerce tüm mürettebat olarak bununla başa çıkmaya çalıştık. Kolay olmadı. Ama alıştık artık Asya Denizlerinin bu hırçın ve aşırı hallerine. Singapur Limanı girişinde bizi güzel bir sürpriz bekliyordu. Limanda balıkçılık yapan irili ufaklı gemiler Osmanlı Sancağı’nı çekmişlerdi. Bize hoş bir karşılama yaptılar. Limanda bizi bekleyen kalabalık ne Bombay ne de Kolombo ile boy ölçüşebilirdi. Ertuğrul’um Singapur’a gelene kadar ciddi bir onarım isteyen duruma düştü. Singapur’da gemiyi tekrar havuza almak durumunda kaldık. Baş bodoslamadaki kaplamalar onarılmalıydı. Aksi takdirde oluşabilecek bir yara bizi bu deryanın derinliklerine gönderebilirdi. Bir aya yakındır buradayız. Bir sürü resmi ziyaret yaptık. İngiliz ve Fransız amirallerinin davetlerine icabet ettik. Biz de onları ağırladık. Limanda kaldığımız süre uzadıkça hakkımızda çıkan dedikoduların aslı astarı yoktu. Kabul edilebilir gibi değildi. İngiliz gazeteleri sürekli hakkımızda haber yapıyor; devletin parasının olmadığından, Ertuğrul’un bu görev için liyakatsiz oluşundan ve daha nice palavralardan bahsediyordu. Hasan Hüsnü Paşa ile sürekli yazıştım. En son yapılan Nezaret Şurasından aldıkları karar ile benim nişanı posta yolu ile götürmeme karar vermişler. Ben de cevaben Ertuğrul’un bu görevi tamamlayabileceğini, yapılacak onarım ile eskisinden de iyi bir seviyeye geleceğini ilettim. Bu cevabım Yıldız’ın çok hoşuna gitmiş olmalı ki, rütbemin Mirlivalığa yükseltildiği ve talebimin kabul gördüğü yönünde yanıt aldım. Ertesi gün amirallik forsu Ertuğrul’un mizana direğinin cundasında dalgalanıyordu. Böyle bir terfi beklemiyordum. Çünkü; yaşım henüz 32 idi. O kadar hızlı yükseliyordum ki artık ben bile takip DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 44 edemiyordum. Terfiim gururumu okşayacağı yerde beni iyice sıradanlaştırdı. Sebebi ise bu dönemde herkes o ya da bu şekilde nişanlara, terfilere çok kolay mahzar oluyordu. Liyakat artık ehemmiyetini yitirmişti. Bu düşünceler eşliğinde sabah kahvemi yudumlarken Ali Bey içeri girdi. ‘’Komutanım, Singapur Üs Komutanı İngiliz Amiralin emir subayı geldi.’’ ‘’Hayrola Ali Bey?’’ ‘’Sanırım terfiinizi tebrik etmek için. Emir Subayı gerçekten de bu sebeple gelmişti. Komutanının en samimi tebrik dileklerini ilettikten sonra gemiden ayrıldı. Forsu göndere çekeli bir saat bile olmamıştı. Nasıl bu kadar hızlı olabilirdi? Ertuğrul’dan gözlerini bir an olsun almıyorlardı ki. Buna şaşırmamak gerek aslında. Dünya siyasetindeki başarıları da iyi bir gözlem yapmaları, faaliyet gösterdikleri coğrafyayı ve kişileri çok iyi tanımalarından kaynaklanıyordu. Singapur’da aldığım tebrik sadece bu değildi. Bir oğlum olmuştu. Adını da Osman koymuşlar. Ne büyük mutluluktu baba olmak. Gemideki diğer mürettebatı düşündüm, çocuğu olan bir sürü kişi vardı. Onların yolunu bekleyen sevdikleri vardı. Alnımızın akıyla görevimizi ifa edip bana emanet edilen bu kadar canı sevdiklerine kavuşturmak boynumun borcuydu artık. Kuzey rotasına seyir için uygun fırtınaları kaçırdık. Bu sebeple kömür yakarak Singapur-Hong Kong arasında bir liman belirleyip kömür ikmali yapmaya karar verdik. Saygon limanı bu iş için uygundu. Saygon’da kömür ikmali yaptıktan sonra limandan ayrıldık. Fakat iki gün sonra tayfuna yakalandık. Bu deniz canavarını keşfeden Ali Bey oldu. Güç bela bu badireyi atlatıp tekrar Saygon’a demirledik. Geldiğimizde aynı tayfundan kaçıp limana sığınan Çin donanmasını gördük. Aramızda dostane ilişkiler kurduk. Kömür ikmalimizi yaptıktan sonra tekrar yola koyulduk. Çin denizi hırçındı. Aynı rotada seyretmek imkânsızdı. Pusulayı bulanların bu coğrafyadan çıkması tesadüf olamazdı. 26 Nisanda Hong Kong’a aborda olduk. Limanda İngiliz bandosu tarafından ‘’Hamidiye’’ marşı çalındı. Ardından bir bölük asker tarafından karşılama töreni yapıldı. Burada da bir dizi resmi ziyaretler yaptık. Hong Kong’tan sonraki durağımız Yokohama’ydı fakat önce Kobe’ye uğradık ve kömür ikmalimizi yaptık. Buraya asıl gelişimizin sebebi ise ikmalden ziyade gemiyi Yokohama’dan önce bir güzel temizleyip süslemek içindi. Çünkü Ertuğrul için artık sahneye çıkma vakti gelmişti. Yokohama’ya girişimiz gösterişli oldu. Seferden muzaffer dönen bir Japon savaş gemisi gibi karşılandık. İmparator hazretleri Komeii Tokyo’daydı. Mahiyetimde ki kişilerle birlikte Tokyo’ya hareket ettim. Japon dostlarımız bizim için pervane oldular. Daha nasıl rahat edebiliriz düşüncesiyle ellerinden ne geliyorsa yapmaya gayret ettiler. Böyle misafirperverliği ben bir tek bizim insanımızda gördüm. İmparator hazretlerinin sarayında bize gösterilen ilgi şanımızdan yüceydi. Nihayet imparator ile görüşme vaktimiz geldi. SultanımıSAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına zın gönderdiği mektubu ve nişanı kendilerine takdim ettim. Fakat o mektubun Fransızcasını alıp Türkçesini sesli şekilde okumamı buyurdu. Ne büyük bir incelikti. Mektubu okurken beni dikkatle takip etti. Mektubu okuduktan sonra Türkçe aslını da kendisine takdim ettim. Daha sonra İmparatoriçe ile de görüştük. O da ziyaretimizden duyduğu mutluluğu defalarca dile getirdi. Akşam yemeğinde tekrar İmparator ile buluştuk. Bu sefer kendisine takdim ettiğim nişanı takmıştı. Yokohama da kaldığımız süre boyunca gösterilen ilgi öylesine yoğun ve içtendi ki artık mahcup olmaya başladım. Ayrıca İngiliz ve Fransız amiralleri tarafından sürekli yemeğe davet edildim. Kendilerinden yaşça küçüktüm. Ama rütbe olarak aynıydık. Halk tarafından bize gösterilen ilgiden öylesine rahatsızlık duyuyorlardı ki bunu hissetmemek imkânsızdı. Yurda dönmeye karar verdiğimiz sırada kolera illeti memlekette(Japonya’da) baş gösterdi. En nihayetinde karantinaya alındık. Fakat geç kalınmıştı. Hastalık Ertuğrul’a da bulaştı. Böyle bir felakette 13 tane aslanımı yitirdim. Tehlikeye nazaran zayiatımız az sayılırdı ama hepsi benden ve Ertuğrul’dan can götürdü. Karantina süresi çok sıkıntılı geçti. Kayıpların ardından moraller alt üst oldu. Bu sıkıntının ilacı ise bir an önce vatanımıza dönmekti. Kolera illetini atlattık. Dönmeden önce tekrar İmparator hazretlerini ziyaret ettim. İyi dilekleri ve nasihatlerini kabul ettikten sonra bana müthiş bir samuray kılıcı armağan etti. Hayatımda daha önce bu kadar muhteşem işçiliği olan başka bir kılıç görmemiştim. Uzun süre gözlerimi alamadım. Dönüş için hazırlıklar tamamdı artık. Baş üstünde bir askerin sesi geldi kulağıma. Yol ver serdümen yol ver Gece gündüz seyredelim Bu havaya Rabbim yol ver Vatanımıza dönelim Bunu duyan mürettebat iyice coştu. Artık herkes eve dönmek için daha da sabırsızdı. Limandan ayrılırken uğurlanışımız da karşılanmamız gibi gösterişliydi. Tek farkı hüzün dolu olmasıydı. Japon halkı bizi öylesine güzel ağırladı ki kendimizi memleketimizde gibi hissettik. Mezarım burada olsa yadırgamazdım artık... 15 Eylül 1890 Cevap veremedim nefes nefese kalan Ali Bey’e. Ertuğrul su almaya başladı. Üç gün boyunca bütün personel Ertuğrul’un yaralarını kapatmak için olağanüstü çaba sarf etti. Vardiya düzeni kalmadı. Tüm personel ayaktaydı. Aslanlarım ne yemek yedi ne de uyku uyudu. Artık bu şekilde devam etmek mümkün değildi. En yakın limana sığınmamız gerekiyordu. İki seçeneğimiz vardı. Ya Kobe’ye gidecektik ya da Yokohama’ya geri dönecektik. Ali Bey’in hesaplarına göre konumumuz iki limana da eşit mesafedeydi. Bir seçim yapmak zorundaydım. Zor şartlar altındaydım. Vereceğim karar 600 kişinin hayatına da etki edecekti. Bu yüzden dikkatli bir şekilde düşündüm ve Kobe’ye gidilmesine karar verdim. Oşima fenerine 10 deniz mili yolumuz vardı. Fener bir burnun ucundaydı. Feneri geçtikten sonra fırtınayı atlatabilirdik. Ama fenere yaklaştıkça deniz daha da hırçınlaştı. Ömrümde böylesine azgın dalgalar görmedim. Ertuğrul’un durumu iyice kötüleşmeye başladı. Kazan dairesinin su aldığı ve kazanların söndüğünü haber aldım. Sönen sadece kazanlar değildi. Selamet ümitleri de yavaş yavaş sönmeye başladı. Yelkenler artık mahvoldu. Seyyar tabutumuz mezarına doğru ilerledi. Gemiye giren su Ertuğrul’un yalpalarını iyice şiddetlendirdi. Kazan dairesinin çok daha ciddi bir sıkıntısı olduğunu haber aldım. Kazanlar sönmüştü daha kötü ne olabilirdi ki? Tek çare kaldı artık. Ali Bey’e döndüm: ‘’Ali Bey ben kıç tarafa hasara bakmaya gidiyorum demiri fundo et!’’ ‘’Emredersiniz komutanım.’’ Yanıma iki-üç kişi alarak kıç tarafa koştum. Gördüğüm manzara karşısında artık bu işin bizden çıktığını anladım . Kazan dairesine giren sular bir numaralı kazan dairesini çökerterek kazanın her yalpada bir sancağa bir iskeleye yatmasına ve geminin yalpalarını daha da şiddetlendiriyordu. Etrafımdakiler bana, ben ise aciz halimize bakıyordum. Yapabileceğimiz tek şey dua etmekti artık. Sonra o korkunç sesi duydum... Suyun yakıcı soğukluğunu onunla buluşunca hissettim. Su tuzlu, gözyaşlarım tuzlu. Görebildiğim hiçbir yerimde yaram yoktu. Ama ruhum acılar içinde kıvranıyordu. Seni bu Deniz Şeytan’ının oyununa düşürdük. Dönüşten önce Kobe’ye uğrayıp yakıt ikmali yapmaya karar verdik. Hava, Yokohama’ya intikal ederken karşılaştığımız havaya nazaran daha iyiydi ama sevincimiz kursağımızda kaldı. Akşama doğru fırtına çıktı. Açıkçası bu fırtınayı beklemiyorduk. En azından olmaması için çok dua ettik. Fırtına şiddetlendikçe dalgalar Ertuğrul’u dövdü. Gece yarısına doğru mizana direği kırıldı. Deniz iyice kudurdu. Dalgalar Ertuğrul’u yutmaya çalışan koca bir deniz canavarının ağzı gibiydi. Her taraftan Ertuğrul’un durumu ile alakalı haberleri bana getiriyordu mürettebatım. O sırada gelenlerden biri de Ali Beydi. ‘’Komutanım baştan gelen dalgalar güverte tahtalarını baş bodoslamadan ayırdı. Kazan dairesindeki kömürlükten de su geliyor.’’ DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 45 Affet bizi Ertuğrul’um. Evlatlarım bağırmayın artık. Feryatlarınız canımdan can alıyor. Keşke elimden bir şey gelse. Keşke... Keşke hepinizi tek tek kıyıya götürüp kurtarsam. Dermanım kalmayıncaya kadar hepinizi tek tek kurtarsam. Hepinizi bekleyenlerinize, sevdiklerinize sağ salim ulaştırsam. Sonra takatim tükenip bir tek ben kalsam bu şeytanın koynunda. Ne şan ne şöhret için... SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Bana verilen emanete sahip çıkmak için yapmak isteyip te yapamadıklarım. Hepinizin mesuliyeti omuzlarımdaydı. Hakkınızı helal edin... Vesselam Ertuğrul Firkateyni Komutanı Belki birazdan öleceğim ama sizin mesuliyetinizden daha ağır gelmeyecek. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 46 Cibalili Mirliva Osman Bey SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına GÖLGE Hazırlayan •• Müh.Yzb.Mustafa Yasin KARA RÜZGARLAR S enelerdir gölgesini severim bu yıkıntının. Yeryüzündeki ağaçlar gibi. Faydası kapladığı yerden daha büyük. Serinliği severim. Yüzeyde güneşlendikten sonra bedenimi serin bir gölgeye bırakmak... Biz bazen kendimizi bırakırız çünkü bazen bırakmak gerekir. Yeryüzündekiler durup nefes almasını pek bilmiyorlar. Bu sebepten bu hikayeyi dinlerken kendinizi ulu bir ağaçla seyahat edermiş gibi hayal edin. Gölgem’den çekildim ve güneşe yaklaştım. Aylardan Nisan, boğazın serin sularında bir o yana bir de bu yana yüzgeçlerimi sallıyorum.Uzun zamandır böyle güzel bir günde görmemiştim İstanbul’u. Denizin derinliklerindeki bütün balıkları selamlıyorum. Selamlamak ne kadar güzel! Her birinin yüzünde güneşin ısıtmasından olsa gerek değişik bir mutluluk! Benim için sıradan olan bu günü yaşarken insanlar arasında farklı bir heyecan var. Farkettim ki senelerdir yerinden oynamamış “Gölgem” daha da büyümüş, içi hınca hınç insan dolmuş. Gölgem’in insanları temizlik yapıyorlar. Ben umudumu çoktan kesmiştim ama gerçekten seninle bir daha yolculuk yapacak mıydık Gölgem? İnanılmaz bir heyecan kaplıyor içimi. Siz, kendi gölgenizle seyahat etmeyi seversiniz, halbuki bizler başka gölgeleri de severiz. Farklı bir yol arkadaşı her zaman güzeldir. Gölgem’in bir o yanına bir bu yanına dalıp dalıp çıkıyorum. Bir şeyler olacak seziyorum ama bir türlü kestiremiyorum. Bu heyecanı yaşamak için çok uzaklara gitmemeye karar veriyorum. Bekliyorum. Bekliyorum. Geminin üzerindeki sıcaklık yüreğimi ısıtıyor. Bekliyorum. Güneşe o kadar da yaklaşmıyorum artık. Temmuz ayına gelmişiz. Öğlen uykusunu almak için saltolar atarken bir bakıyorum ki, boğazın sularını ağır ağır bırakıyor kocaman gölge. Gölgem uzaklaşıyor benden! Hızlı hızlı sallıyorum yüzgeçlerimi. Uzun zamandır engin denizlere açılmadığım için bayağı hamlamışım. Vay canına! Gidiyoruz. Efsane ikili yola çıkıyor yine. Gölgem ve ben. İnsanlara yakın yüzüyor, kendimce törene katılıyorum. Yüzlerini görmek için sırtüstü yüzüyorum. Hepsinin yüzünde bir hüzün var. Kimisinin gözlerinden dünyanın aktığını görüyorum. Meğer yavrularını yollamışlar seyre. “Japonya” diye DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 47 bir tını duyuyorum, bu bir şarkı ise hoşlanmadım. Ah bu şarkı işte. Daha boğuk, daha tok, daha coşkulu bir şarkı söylüyor Gölgem’in insanı “Ana yelkenlerimize rüzgar dolsun, pruvamız neta olsun!”. Boğazı terk ederken yavaş yavaş ayrılıyor diğer arkadaşlarım. Zaten onların bu tembelliğini hiç anlayamadım. Ne zaman Çanakkale’ye doğru yol alsak yalnız ben ve Gölgem kalıyor uçsuz bucaksız denizlerde. Kendimi bu civarın en delikanlı yunusu olarak adlandırıyorum. Hem ne de olsa o kadar seyrim var. Ben de artık fahri bir denizci sayılırım öyle değil mi? Yavaş yavaş Gölgem’in üzerinden buharın azaldığını görünce anlıyorum yelkenlerin çekileceğini. Tüm denizciler diziliyor güverteye. Gözlerime inanamıyorum. Daha önce bu kadar kalabalık olmamıştı bu gemi. İçlerinde kıdemli olduklarını düşündüklerim emirler yağdırıyor. Açın yelkenleri! Gözlerim dolu dolu oluyor. İnanamıyorum güvertedeki insanların iştahına. Ben de onların beni görmesi için yükseliyorum pruvaya doğru. İçlerinden birisi fark ediyor beni. Daha önce beraber çok yol almıştık. En kıdemli kişi olsa gerek. Kaptan diye sesleniyorlar ona. Kendinden emin ufka doğru dikmiş gözlerini. Anlıyorum. Bu kez uzak diyarlara gidiyoruz. Aldırmıyorum. Onlara, bugüne kadar nasıl eşlik ettiysem yine etmek için sallıyorum yüzgeçlerimi. Yüzüyorum, yüzüyorum, yüzüyorum... LİMANLAR Her geçen gün daha da zor oluyor güvertedekiler için. Ben ne de olsa her türlü fırtınaya alışığım. Ancak çoğu kişinin ilk seyri olduğunu fark ediyorum. Kimi zaman güvertede kimse kalmıyor, sadece deniz tutmayanların görev başında olduğunu görüyorum. Ancak limanları geçtikçe güvertedeki denizcilerin sayısı artıyor. Sanırım bu yolculuk bir nevi eğitim olsa gerek. Bu seyir esnasında onlarca limana giriyoruz. Kimi limanlarda on gün, kimi limanlarda ise aylarca kalıyoruz. Anlamıyorum. Duyduğum şarkılar geminin hırçın dalgalarda çok yıprandığını ve onarılması gerektiğini söylüyor. Bazen hak veriyorum dile kolay senelerdir seyir yapıyoruz Gölgem ile. Artık yenilenmesi gerekiyor diye geçiriyorum içimden. Kimi limanlarda kocaman kocaman kütükler geliyor. İşçilerin omurgadaki tahtaları yenilediklerini görüyorum. Kimi zaman da buhar çıksın diye siyah siyah taşların geldiğini görüyorum limana. Çoğunlukla o siyah taşlar geldiği zaman yola çıkıyoruz. İşte, bugün de o günlerden birisi yine yola çıkıyoruz. 10 ay oldu İstanbul’dan yola çıkalı. Ben de inanılmaz yoruldum. Doğaya ait olsam bile bu SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına tempoya çok zor ayak uyduruyorum. Peki o zaman o güvertedeki denizciler ne yapsın? Hepsinin yüzünün artık düştüğünü görüyorum. Ancak bu görevi bitirmek için ne kadar kararlı olduklarını fark etmeden de geçemiyorum. İki denizci geliyor baş üstüne. Dillerinde bir şarkı: “Yol ver serdümen yol ver, Gece gündüz seyredelim, Bu havaya Tanrım yol ver, şallah İstanbul limanına girişimizde sen de bu murada ereceksin. Aylardır denizlerdeyiz, inanılmaz yokluklar çektik. Limanlardan çıkamadık. Ertuğrul’un görev süresini tamamlamış olması nedeniyle türlü onarımlar yaptık. Ancak çektiğimiz çilenin meyvesini bugün aldık. Bu devletin ne kadar büyük ve kadir olduğunu tüm dünyaya gösterdik. Gün, bu milletin istedikten sonra yapamayacağı hiç bir şeyin olmayacağını gösterdiğimiz gündür. Dileğim bütün denizcilerimle birlikte bu muzaffer havayı İstanbul’da da estirmek. Şimdilik bu kadar ay yüzlüm. Yavrumuza sahip çık! Az kaldı bitecek ayrılığımız!” Vatanımıza dönelim!”. Bu anı yaşamak istemezdim. Yine ağlıyorum. Bu kadar onurlu ve gururlu bir insan hiç görmemiştim. Gerçekten yavrusu var ve onun yanında değil mi? Anlayamıyorum bu duyguyu. Derinlere dalıyorum. Bir sonraki limanın son liman olacağını öğreniyorum. Yüzüyorum, yüzüyorum... SANCAKLAR Aylardır beraberiz Gölgem ile. Geçmediğimiz boğaz, girmediğimiz liman kalmadı. İlk defa güverte bu kadar renkli, rengarenk bezlerden yapılmış şekiller görüyorum. Neden acaba diye soruyorum kendime. Daha sonra önemli bir şey olsa gerek diyorum. Buranın denizlerine alışamadım bu arada. Memleketimize hiç benzemiyor. Artık dönmek istiyorum, ancak son görevimizi yerine getirmemiz gerektiğini söylüyor Kaptan. Limana girerken inanılmaz bir kalabalık görüyorum sahilde. Uzun zamandır böyle bir kalabalık görmemiştik. Güverte üzerindeki tüm insanların gözleri dolu dolu. Daha önce bu kadar inanmış bir insan topluluğunu hiç görmemiştim. Ben de duygulanıyorum. Birkaç damla gözyaşı süzülüyor engin denizlere... Ağlıyorum. Limana Gölgem’in bağlanmasından sonra Kaptan ile beraber bir kaç kişi iniyor sahile. Japon askerler olduğunu öğrendiğim insanlarla selamlaşıyorlar. Ellerinde büyük büyük kasalar, ağır ağır ilerliyorlar. Bunca yol o kasaların içinde gizli sanırım. Belli ki kasaların içindeki yüklerden daha ağır bir sorumluluk taşıyor Gölgem’in insanları. Hey gidi koca Gölgem diyorum, bunca zaman sonra üstlendiğin bu görevi de başardın. Artık eve dönebilirsin. Usul usul süzülüyorum Gölgem’in etrafında. Yunus arkadaşlarımla karşılaşıyorum. Meğer bu mevsim çok fırtına olurmuş buralarda. Daha kalacaksınız değil mi diye soruyorlar bana. Evet demek geliyor içimden, ne de olsa Gölgem’in fırtınalara dayanmaya mecalinin olmadığını ben de biliyorum, ama bu denizcilerin ne kadar çok eve dönmek istediklerini de. Tez elden yola çıkacağız diyorum, yavaş yavaş kayboluyorum engin mavilerde. İçimde beni huzursuz eden bir hisle yüzüyorum... KADINLAR Akşama doğru Kaptan gemiye dönüyor, uzaklardan görüyorum. Ardından gemideki nöbetçiler karşılıyorlar önderi. Yavaş adımlarla tüm güverteyi geçip geliyor başüstüne. Cebinden bir kağıt çıkarıyor. Başlıyor içini dökmeye: “Uzun zaman oldu sana yazmayalı ay yüzlüm. Belki yavrumuz dünyaya geldi, bundan bile haberim yok. Ama bana tevdi edilmiş görevi bitirmenin mutluluğu ile sana ve yavrumuza dönmeye hazırım. Bugün tüm denizcilerimizin yüzündeki gülümsemeye şahit oldum. Burada olup, bu mutluluğu senin de görmeni isterdim. İnDENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 48 DALGALAR Gölgem bu sabah sessiz bir şekilde yol almaya başladı. Dışarıda yine insanlar şarkı söylüyorlar. Büyülü bir tören havası var. Gölgem, en güzel elbisesini giymiş bugün, rengarenk. Sanırım hayatın gerçeğine ulaşmak için yeniden varlığına dönüyor. Biraz yakınlarıma baktığım zaman başka gemilerin de bizimle çıkış yaptığını görüyorum. İstanbul’da da aynı şekilde bazı gemiler bir yere kadar yanımızda yer almıştı ancak ardından kaybolmuşlardı. Biraz yol aldıktan sonra fark ediyorum ki yine yalnız kalmışız Gölgem ile. Gölgem’in insanları şarkılar söylüyor mutluluktan. Ne de olsa sevdiklerine kavuşacaklar. Hepsinin gözlerinin içi parıldıyor fark ediyorum. Keşke mutluluklarının uzun sürmeyeceğini onlara anlatabilseydim. Keşke onların söylediği şarkıları ben de onlara söyleyebilseydim. Keşke bu gece ağır denizler bizi beklemeseydi... Siyah taşlar yine gelmemişti rıhtıma bugün. Olabildiğince büyüyor Gölgem bu gece, dallanıp budaklanan bir ağaç gibi. Ancak rüzgarın hızına Gölgem’in dalları dayanmıyor. Rüzgarın şiddeti arttıkça kırılıyor Gölgem’in dalları. Bir bakıyorum Gölgem’in insanlarının söylediği şarkılar feryat ve korku dolu. Derken sığ sulara yaklaşıyoruz. Gölgem’in kökleri bu sular için uygun değil görüyorum. Onu uyarmalıyım ancak ne yapacağımı bilemiyorum. Pruvaya çıkıyorum. Gölgem’in önderine ulaşmaya çalışıyorum. Ancak rüzgara ve dalgalara karşı koyamıyorum. Her defasında daha yükseğe sıçrıyorum ancak dalgaların yüksekliğine erişemiyorum. Ansızın büyük bir sesle irkiliyorum. Gölgem çarpıyor kayalıklara. Bu heybetli hayatın sona erişini izliyorum gözyaşlarımla. Kocaman Gölgem ikiye ayrılıyor. Gölgem’in insanları dört bir yanımda. Önderleri hâlâ Gölgem’in üzerinde ve onu doğrultmaya çalışıyor elinde kalanlarla. Artık Gölgem’in hayatının sonuna geldiğini görüyorum. Gölgem’in elvedası! Derin sulara gömülüyorum Gölgem ile. SAĞ KALANLAR Birden aklıma geliyor, Gölgem’in insanları. Gölgem ile vedalaştıktan sonra görüyorum ki herkes çaresiz. Çoğu yüzmeye çalışıyor ancak boylarını aşan dalgalarla baş etmeleri çok güç. Onlara yardım etmek fikri giriyor kanıma. İlk bulduğum insanı alıyorum sırtıma. Yüzüyorum, yüzüyorum. Karaya ulaşır ulaşmaz başka birisini almak için geri dönüyorum. Gecenin karanlığında bir oraya SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına bir buraya mekik dokuyorum. Her yakaladığım insanın hayata tutunuşunu izliyorum. Gövdemi büyük bir umutla kavrıyorlar ve sahile kadar hiç bırakmıyorlar. Gece ilerledikçe yüzgeçlerim hiç birşey hissetmiyor. Yorulmaya başlıyorum. Ancak daha Gölgem’in insanlarından o gururla taşınan kasalar kadarını bile kurtaramadım. Son denizciyi de bırakıyorum sahile. Artık bedenimin pes ettiğini hissediyorum. Yüreğim kan ağlıyor, Gölgem’in insanlarını kurtaramadığım için. Gözyaşlarım bir kez daha karışıyor okyanusa. Artık ağzımdan şarkılar değil ağıtlar dökülüyor. Feryatlar ve haykırışlar... Gölgem ve insanlarının sonsuza kadar kayboluşunu izliyorum. Son anlarında bile gözlerindeki gururu ve onuru hatırlayıp hafızama kazıyorum. Gölgem’in insanlarına elveda derken boğazım düğümleniyor. yüzsem Gölgem’in gıcırtısı. Atamıyorum içimden dün gece yaşadıklarımı. Yüreğim bir türlü anlam vermezken ölümlere, engin denizler haykırıyor yeri göğü inletircesine: “Eğer hâlâ birileri Gölgen’in şarkılarını söylüyorlarsa uzaklarda, Ve hiç susmuyorsa çalgılar, Hala dalgalanıyorsa rengarenk şekiller güvertelerde, Birileri hikayeler anlatıyorsa çocuklarına, Unutulmamışsa ve bitmiyorsa özlem yüreklerde, Hiçbir ölüm boşuna değildir arkadaş!”. ŞARKILAR Fırtınalardan sonra yeni bir sabaha uyanıyorum. Artık Gölgem yok yanı başımda. Aklımda Gölgem’in insanlarının şarkıları. Ne tarafa DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 49 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Er tu ğ De rul ni Fır z K ka uv tey ve n tle i’n r in Lo i Ko 125 go m Ya uta . Yıl rış nl Dö ma ığı nü sı ’nc mü a Y An ap ıs ıla ına n Tek.Asb.Bçvş.Onur Melih DERELİ. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 50 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına İk.Alb.Vahdi TAVUŞ DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 51 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Dz.Alb.Alper ÜSTÜN DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 52 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına Deniz mecmuasının birinci teşrin 1937 tarihinde basılan 346. sayıda son Ertuğrul Anıtı’nın açılışı ile ilgili makale. DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 53 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 54 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 55 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Seyrinin 125. Yıl Dönümü Anısına DENİZ KUVVETLERİ DERGİSİ 56 SAYI: 622 I MAYIS I 2015 I EK