ULUSLARARASI MAHKEMELER ULUSLARARASI ADALET DİVANI: ULUSLARARASI UYUŞMAZLIKLARIN YARGISAL ÇÖZÜMÜNÜN MERKEZİNDE Mİ? İPEK SÖYLEMEZ 1205090004 TUĞBA DİLEKMEN 1205090059 TESLİM TARİHİ: 17 EKİM 2011 İÇİNDEKİLER; A. ULUSLARARASI ADALET DİVANI B. BİR ULUSLARARASI YARGI MERKEZİ OLARAK ULUSLARARASI ADALET DİVANI a) Korfu Kanalı Davası aa) Açıklamalar bb) Divan Kararı b) Ege Kıta Sahanlığı Sorunu ba) Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı’na Başvurusu C. KAYNAKÇA A) ULUSLARARASI ADALET DİVANI Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Milletler Cemiyeti ve uluslararası bir yargı organı olan ve yargıçların seçimi ve parasal kaynaklar bakımından bu örgüte bağlı olarak çalışan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı ile İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu örgütler yerine kurulan ve günümüzde de görev yapan Birleşmiş Milletler ve bu örgütün bir organı olan Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası barış ve düzen gerçekleştirmek amacı ile kurulmuş uluslararası örgütlerdir.1 Uluslararası Hukuk'ta, uluslararası bir yargı organının kurulması tek devlete özgü bir yetki değildir. Devletler üstü niteliklere sahip olması gereken uluslararası bir yargı organı, devletlerin istekleriyle ve ortak davranışları sonucu kurulabilir. Devletler egemenlik tasarrufları sonucu diğer devletlerle aralarında doğan veya doğabilecek olan tüm veya bazı uyuşmazlıklarının çözümlenmesi için, kendi egemenliklerinden ödünler vererek, bu yargı organlarına gerekli olan yargı yetkisini tanıyabilirler.2 Uyuşmazlıkların çözümü için yargısal çözüm yolunu seçen devletler, uyuşmazlığın konusuyla ilgili özel bir yargı organı yoksa veya uyuşmazlığın başka bir yargı organı tarafından çözümlenmesini öngören bir andlaşma mevcut değilse birleşmiş milletler örgütünün adalet dağıtan başlıca yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı'na başvurarak uyuşmazlıkların Uluslararası Hukuk kurallarına göre çözümlenmesini isterler.3 Uluslararası Adalet Divanı'nın yapısı Divan Statüsü'nün 2-33. maddeleri ile 14.04.1978'de kabul edilen ve 01.07.1978'de yürürlüğe girmiş ve son olarak 5 Aralık 2000'de değiştirilmiş bulunan divan içtüzüğünün 1-18. ve 32-27. maddelerinde düzenlenmektedir.4 Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Hukuk konusunda uzman veya ülkelerinde yüksek yargısal görevlerde bulunan 15 yargıçtan oluşmaktadır. Yargıçların seçiminde çeşitli uygarlıkların ve başlıca hukuk sistemlerinin temsilinin sağlanması amacıyla, Birleşmiş Milletler üyesi devletler arasındaki bir centilmenler anlaşmasına dayanarak, uygulamada dört yargıç Batı Avrupalı devletlerden, bir yargıç ABD'den, iki yargıç Güney Amerika devletlerinden, iki yargıç eski Doğu Bloku devletlerinden ve altı yargıç Asya ve Afrika devletlerinden seçilmektedir.5 Kural olarak, hukuksal niteliklere sahip uyuşmazlıklar hukuksal yollarla, siyasal niteliklere sahip uyuşmazlıklar da siyasal yollarla çözüme bağlanır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, uyuşmazlıkların çözümü için hukuksal yolları seçen devletler 6, yargısal çözüm yolundan başka hakemliğe de başvurabilmektedir. Uluslararası Adalet Divanı iki tür yetki ile donatılmıştır: i) Devletlerarası davalarda bağlayıcı karar verme yetkisi; ii) Birleşmiş Milletler organlarının ve kimi uluslararası örgütlerin başvurusu üzerine danışma görüşü verme yetkisi. Doc. Dr. Yüksel İnan, Uluslar arası Adalet Divanının Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Yayın no: 171, Ankara 1982, s. 2-3 2 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 9 3 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 5-6 4 Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Ankara 2010, 9. Baskı, s. 478 5 Pazarcı, Uluslararası Hukuk, s. 478 6 İnan, UAD Yargı Yetkisi, s. 5 1 Uluslararası Adalet Divanı önünde davalara taraf olma hakkına sahip bulunan devletler bakımından Divan'ın belli bir davaya ilişkin olarak yetkisi otomatik değildir. Öğretide duruşma yeteneği olarak anılan davalara taraf olma yetkisine sahip bulunan devletler arasında ortaya çıkan belirli bir uyuşmazlığın Divan önüne getirilebilmesi için uyuşmazlık tarafı devletlerin bu yönde rızasının verilmesi gerekmektedir. Devletler Divan'a yetkiyi şu yöntemlerle tanıyabilmektedir; i) ii) iii) iv) Bir tahkimname (mahkeme sözleşmesi) ile; Önceden yapılan uluslararası andlaşmalarla; Tek taraflı bir bildiri ile; Forum prorogatum yoluyla.7 Devletler, aralarındaki uyuşmazlıkları çözümlemek için yargı yoluna başvurmak zorunluluğunda değildirler. Bu ilke, devletlerin egemen olmasının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve Uluslararası Hukuk'un yerleşmiş ve tartışılmaz bir kuralıdır. Devletlerin aralarındaki uyuşmazlıkları bir yargı organına götürebilmeleri için, bu konuda görüş birliğine varmaları gereklidir. Diğer bir deyişle, söz konusu uyuşmazlık hakkında uluslararası yargı organına başvurma konusundaki iradelerinin uyumu zorunludur.8 Divanın yargı yetkisine sahip olup olmadığı konusunda taraflar arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları kesin çözüme bağlayacak ve yargı yetkisinde kesin kararı verecek olan organ, Uluslararası Adalet Divanı'nın kendisidir. (U.A.D.S. md. 36/6). Uluslararası Adalet Divanı'nın zorunlu yargı yetkisi, devletlerin olumlu iradeleriyle değer bir deyimle kendi istekleriyle, uyuşmazlıkların doğumundan önce veya uyuşmazlık sırasında çeşitli yollardan tanınabilir. Getirilen çekincelerin kabul edilebilir nitelikte olup olmadığı, bazı kurallar çerçevesinde bizzat Divan tarafından kararlaştırılmaktadır. Çekince getirme ve bu çekincelerin uygulanması konulan, Uluslararası Hukuk'un ve özellikle de antlaşmalar hukukunun temel prensipleri ışığında incelenmektedir. Divan Statüsü'nün 36. maddesindeki düzenlemeler ise, çekincelerin geçerliliğinin tespitinde diğer hukuki ölçütleri oluşturmaktadır. 7 8 Pazarcı, Uluslararası Hukuk, s. 481 İnan, UAD Yargı Yetkisi, Sayfa 10-11 B) BİR ULUSLARARASI YARGI MERKEZİ OLARAK ULUSLARARASI ADALET DİVANI Konumuzun esası olan bu temel kısma geçmeden önce belirtmek gerekir ki, bu derece çok yönlü bir meselede tek bir fikri doğru bularak fanatik bir şekilde savunmak doğru olmayacağı gibi, zaten imkansız olan bir davranıştır. Dolayısıyla konu birçok açıdan ele alınarak anlatılacaktır. Bir bakış açısına göre, evet, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası uyuşmazlıkların yargısal çözümünün merkezindedir. Zira öncelikli olarak Birleşmiş Milletler ve barındırdığı üye sayısını göze aldığımızda, var olan devletlerin büyük bir çoğunluğunun Divan Statüsü'ne taraf olduğunu, yani Divan'ın yargılama yetkilerini kabul ettiğini görürüz. Basit bir şekilde, çoğunluğun taraf olduğu bir uluslararası mahkemenin, uluslararası yargısal sistemin merkezinde olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu çıkarımı örneklerle birlikte ele almakta fayda vardır. Divan kararlarının uygulanmasını sağlayacak veya bu kararların uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek bir organ yoktur. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'nde bu konuyla ilgili herhangi bir hüküm bulunmamasına karşılık, Birleşmiş Milletler Andlaşmasında bu konuyla ilgili bir hüküm yer almaktadır. Söz konusu hükme göre, Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye olan devletler taraf oldukları bütün uyuşmazlıklarda Divan kararlarına uymayı kabul etmişlerdir. (B.M.A. md. 94/1) Dolayısıyla Birleşmiş Milletler üyesi olan, ayrıca Statü'ye taraf ülkeler, zaten, yaşanacak herhangi bir uyuşmazlıkta Divan'a gitmeyi ve Divan'ın alacağı kararları kabul etmeyi, ortada herhangi bir uyuşmazlık dahi yokken kabul etmişlerdir. Bilindiği üzere, Uluslararası Adalet Divanı'nın esas amacı devletleri cezalandırmak veya ortadan kaldırmak değildir. Uluslararası Adalet Divanı'nın esas amacı, uluslararası ortamda huzur ve barış ortamını korumak ve sürdürmektir. Bu gerçeğin bilincinde olan devletler, mahkeme önünde karşılaşacakları sonuç ne olursa olsun Divan'ın aldığı karara uyacaklarını bildirmekle, barışsever devlet olduklarını uluslararası camiaya duyurmuş olurlar. Bu tür devletler, yaşadıkları uyuşmazlıklar kendi lehlerine sonuçlanmayacak olsa bile, uluslararası barışın korunmasını kendi çıkarlarının önüne koyarak ileride daha büyük problemlerle karşılaşma ihtimallerini önlemek isterler. Bu devletlerin varlığı ve sayılarının gittikçe artıyor oluşu, uluslararası barışı sağlama yolunda Uluslararası Adalet Divanı'nın da güvenilirliğini ve sorun çözümünde tercih edilirliğini arttırmaktadır. Dolayısıyla devletlerin tutumunun, Divan'ın uluslararası sorunların çözümünde merkez olması adına önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Divan, Uluslararası Hukuk kuralarını uygulamakla kalmaz, aldığı kararlarla Uluslararası Hukuk'a yön verici bir rol de üstlenir. İngiltere ve Arnavutluk arasında gerçekleşen Korfu Kanalı Davası, hem Divan'ın işleyişine, hem de yargısal merkeziyetine çok önemli bir örnek oluşturur. Divan'ın karar alma yöntemini önem arzeden bir örnek üzerinde açıklamak amacıyla bu davanın bir özeti, aşağıda yer almaktadır; a) Korfu Kanalı Davası9 aa) Açıklamalar 28 Ekim 1946'da bir Britanya savaş gemisi filosu (Mauritius ve Leander Kruvazörleri ve Saumarez ve Volage destroyerleri) Korfu limanını terk ederek daha önce mayınları temizlenmiş Korfu Kanalı'nda bir mayına çarptı ve ciddi şekilde hasar gördü. Volage, bu hasarlı gemiyi çekerken o da bir mayına çarptı ve hasar gördü. Üç hafta sonra 13 Kasım'da, Kuzey Korfu Boğazı iki Britanya mayın gemisi tarafından temizlendi ve 22 mayın kesildi. Ekim 1944'te bu Boğaz yine Britanya bahriyesi tarafından temizlendi ve kanalda mayın bulunamadı. Ocak ve Şubat 1945'te Britanya Bahriyesi yine boğazı taradı ve temiz buldu. 13 Kasım 1946'da Boğaz'da bir mayın tarlasına rastlanmadı. Saumarez ve Volage'in mayınlanması Arnavutluk karasularında mayın tarlasının bulunduğu kısımda meydana geldi. İşte Divan Arnavutluk'un 22 Ekim 1946'da patlamaları ve gemilere ve insan hayatına verilen zarar dolayısıyla sorumluluğunu bu olaydan hareket ederek karara bağladı. Aşağıda metnini bulacağınız karar tüm bu olayları takiben meydana gelen olaylar sebebiyle verilen kararlardır. Savaş ve ticaret gemilerinin boğazlardan geçiş hakkını doğrulaması bakımından önemli bir karardır. bb) Divan Kararı Özel Anlaşmanın ikinci bölümünde Divan'a şu soru arz olunmaktadır: Kraliyet Donanması'nın Arnavutluk sularında 1946 yılının 22 Ekim tarihi ile 12 ve 13 Kasım tarihlerindeki fiilleri dolayısıyla Büyük Britanya Uluslararası Hukuk çerçevesinde Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'nin egemenliğini ihlal etmiş midir ve ortada bu haksız fiilin düzeltilmesine dair bir yükümlülük bulunmakta mıdır.? 15 Mayıs 1946'da güney yönünde seyrederek Korfu Kanalı'ndan geçtikleri esnada İngiliz kruvazörleri Orion ve Superb üzerine Saranda yakınlarındaki Arnavutluk bataryalarından ateş açıldı... İngiliz hükümeti boğazlardan zararsız geçişin Uluslararası Hukuk'ça tanınan bir hak olduğunu belirterek derhal Arnavutluk hükümeti nezdinde protestoda bulundu. Bunu takiben diplomatik muhaberatta Arnavutluk hükümeti Arnavutluk otoritelerine önceden bildirilmeden ve onlardan izin alınmadan yabancı devlet savaş gemilerinin ve ticaret gemilerinin Arnavutluk karasularından geçmeye hakkı olmadığı iddiasında bulundu. Yukarıda alınan iki kruvazör, Saumarez ve Volage adlı iki destroyer ile birlikte işte bu şartlar altında... (22 Ekim 1946) tarihinde Koftu kanalından geçmek üzere gönderildi. Divan şimdi Arnavutluk'un, İngiliz Hükümeti'nin Arnavutluk Hükümeti'nden önceden izin almadan savaş gemilerini boğazlardan geçmek üzere göndermek suretiyle Arnavutluk'un egemenliğini ihlal ettiği yolundaki iddiasını inceleyecektir. Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler – Örnek Kararlar, Yayın no: 481, İstanbul 1998, 3. Baskı, s. 550 Metin birebir alınmıştır. 9 Divan'ın görüşüne göre, devletlerin barış zamanında savaş gemilerini açık denilerin iki parçası arasında yer alan ve uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlardan kıyı devletinin ön iznine gerek olmadan geçirme hakkına sahip oldukları genel olarak kabul edilmiştir ve uluslararası teamüle uygundur, yeter ki bu geçiş zararsız olsun. Uluslararası bir anlaşmada aksi belirtilmedikçe bir kıyı devletinin boğazlardan barış zamanında böyle bir geçişi yasaklamaya hakkı yoktur. Arnavutluk hükümetinin Kuzey Korfu Kanalı'nın coğrafi anlamda bir boğaz olduğu konusunda itirazı yoktur; fakat bu kanalın geçiş hakkını veren uluslararası umumi su yolları sınıfına dahil olduğunu kabul etmemektedir. Arnavutluk Hükümeti'nin bu itirazında ileri sürdüğü sebepler, anılan kanalın yalnızca ikincil bir öneme sahip olması ve hatta açık denizlerin iki parçası arasında zaruri bir yol bile olmadığı ve münhasıran Korfu ve Saranda limanlarına gidiş gelişten ibaret yerel trafik için kullanıldığıdır. Bu iddianın gerçekliğinin ölçütünün boğazdan geçen trafik hacminin saptanması veya boğazın uluslararası seyrüsefer için taşıdığı önemin görece büyüklük veya küçüklüğü konusunda karar verilmesi ile mümkün olup olmadığı sorulabilir. Ancak Divan'ın kanaatine göre, esas alınması gereken ölçüt daha ziyade Boğazın açık denizlerin iki parçasını birbirine bağlaması şeklindeki coğrafi durumu ve Uluslar arası seyrüsefer için kullanılmakta olması gerçeğidir. Bu boğazın açık denizlerin iki parçasını birbirine bağlayan zaruri bir yol olmayıp yalnızca Ege ve Adriyatik Denizleri arasında seçimlik bir geçit olduğu da belirleyici olamaz Bu boğaz her halükarda uluslararası deniz trafiği için kullanışlı bir yol teşkil etmiştir. Özel önemi haiz bir gerçek de Kuzey Korfu Kanalı'nın Arnavutluk ve Yunanistan arasına sınır teşkil ettiği, bir parçasının tamamıyla bu devletlerin karasuları dahilinde yer aldığı ve Korfu limanına gelen ve giden trafik dolayısıyla bu boğazın Yunanistan için hususen önem arzettiğidir. Bu çeşitli noktaları göz önünde bulunduran Divan, Kuzey Korfu Kanalı'nın geçişi barış zamanında bir kıyı devleti tarafından yasaklanmayacak uluslararası su yolları sınıfına dahil olması gerektiği sonucuna varmıştır. Diğer taraftan iki kıyı devletinin olağan ilişkiler sürdürmedikleri, Yunanistan'ın kanala bitişik Arnavutluk topraklarının bir bölümü üzerinde açıkça talepte bulunmuş olduğu, Yunanistan'ın kendisini Arnavutluk'la teknik olarak savaş durumunda addettiğini açıklamış olduğu ve Arnavutluk'un Yunanistan'ın saldırması tehlikesini öne sürerek bu bölgede belli gözetleme önlemleri almış bulunduğu da gerçektir. Divan, bu istisnai şartlar altında Arnavutluk'un savaş gemilerinin boğazdan geçişine dair düzenlemeler yayınlamasının kabul edilebilir görüleceği, ancak böyle bir geçişi engellemesinin veya onu bir izin şartına tabi kılmanın haklı görülemeyeceği görüşündedir. Bu sebeplerle, Divan, Büyük Britanya Hükümeti'nin Arnavutluk Hükümeti'nden önceden izin almadan savaş gemilerini boğazlardan geçirmek suretiyle Arnavutluk egemenliğini çiğnediği şeklindeki Arnavutluk iddialarını kabul edememektedir. Bu şartlar altında, tarafların üzerinde çok tartıştığı daha genel bir sorunu, yani devletlerin Uluslararası Hukuk'a göre barış zamanında bir boğaza dahil olmayan karasularından geçmek hakları olup olmadığı konusunda incelemeye gerek yoktur. Arnavutluk Hükümeti ayrıca, Arnavutluk'un egemenliğini ihlal ettiğini çünkü Büyük Britanya savaş gemilerinin 22 Ekim 1946 tarihindeki geçişinin bir zararsız geçiş olmadığı iddiasını da önce sürmüştür. 21 Ekim... tarihli Amirallik telgrafı göstermektedir ki bu savaş gemilerinin boğazdan gönderilmesinin amacı yalnızca seyrüsefer maksadıyla bir geçişi gerçekleştirmek olmayıp aynı zamanda Arnavutluk'un tavrını denetlemekti... Birleşik Krallık Hükümeti tarafından alınan bu tedbirlerin hukukiliği tartışılamaz, yeter ki Uluslararası Hukukun gerekleri ile uyum içinde olsunlar. Birleşik Krallık Hükümeti Arnavutluk Hükümeti'nin yasal olmayan bir şekilde reddettiği geçiş hakkını kullanmaktan kaçınmak zorunda değildi. Bu nedenle artık yapılması gereken, geçiş tarzının zararsız geçiş ilkesi ile uyum içinde olup olmadığına bakmak ve ilgili gördükleri ölçüde Arnavutluk hükümetinin çeşitli iddialarını incelemektir. Arnavutluk'un iddialarının tersine Divan, savaş gemilerinin ne çarpışma formasyonunda olduklarını ve ne de manevra yapmakta bulunduklarını ve güvertelerinde asker olmadığını tespit etmiştir. ...Silahlar...”namluları normal pozisyonları olan baş ve kıç istikametine çevrili vaziyette idiler ve doldurulmamışlardı”... Bu kanıt ışığında Divan, Arnavutluk'un silahların pozisyonunun zararsız geçiş kurallarıyla uyumlu olmadığı şeklindeki iddiasını kabul edemez. 26 Ekim tarihli telgrafta, Başkumandan geçişin “üzerlerine tekrar ateş açıldığında çabucak mukabelede bulunabilmeleri için muharebe düzenine göre geçirilmiş gemilerle yapıldığı” rapor etmektedir. 15 Mayıs'ta Arnavutluk bataryalarından açılan ateş göz önüne alındığında bu güvenlik tedbirinin kendi başına makul olmadığı söylenemez. Ne var ki dört savaş gemisi -iki kruvazör ve iki destroyer- tarafından muharebe düzeninde ateş edildiğinde hemen mukabele etmeye hazır şekilde geçtiler. Gemiler bu bölgede siyasal gerilimin olduğu sırada Arnavutluk sahiline yakın seyrederek art arda bu dar kanaldan geçtiler. Herhalde burada amaç sadece Arnavutluk'un tavrını denetlemek değil, aynı zamanda Arnavutluk'un geçen gemilere tekrar ateş etmekten kaçınmasını sağlamak üzere böyle bir güç gösterisinde bulunmaktı. Ancak yukarıda ifade edildiği üzere durumun bütün şartlarını dikkate alan Divan, Birleşik Krallık yetkililerince alınan bu önlemleri Arnavutluk'un egemenliğinin ihlali olarak vasıflandıramamaktadır. Volage kumandanına ait 23 Ekim 1946 tarihli bir rapordu -ki rapor 22'sinde yapılan geçişe dairdir- şöyle denmektedir: “Arnavutluk tahkimatlarının kısa mesafeden incelenmesi için imkanlarımızın azamisini kullandık...” Patlamalardan sonra kıyı tahkimatının gözlenmesine gelince, bu davranış da iki geminin az önce patlama yaşadığı ve bu kritik durumda kumandanlarının 15 Mayıs'ta olduğu gibi kıyıdan üzerlerine ateş açılabileceğinden korkmuş olabilecekleri gerçeği dikkate alındığında haklı görülebilir. Arnavutluk Hükümeti'nin çeşitli iddialarını ilgili olarak gördükleri ölçüde bu şekilde inceledikten sonra Divan, Birleşik Krallık Donanması'nın Arnavutluk sularında 22 Ekim 1946 tarihinde gerçekleştirdiği fiiller dolayısıyla Birleşik Krallık'ın Arnavutluk'un egemenliğini ihlal etmiş olmadığı sonucuna varmış bulunmaktadır. Birleşik Krallık savaş gemilerinin 22 Ekim 1946'daki geçişine ek olarak Özel Anlaşma'daki ikinci sorun, Kraliyet Donanması'nın 12 ve 23 Kasım 1946 tarihlerinde Arnavutluk sularındaki fiilleri ile ilgilidir. Bu fiiller, Operation Retail diye adlandırılan mayın tarama operasyonu dahilinde gerçekleştirilmiştir. Birleşik Krallık Hükümeti, Opreration Retail'in Arnavutluk Hükümeti'nin açıkça ifade edilen arzusuna muhalif olarak icra edildiği hususuna karşı çıkmamaktadır; operasyonun Uluslar arası mayın temizleme örgütlerinin rızası olmadan yapıldığını, bir zararsız geçiş hakkının kullanılmasıyla haklı gösterilemeyeceğini ve nihayet ilke olarak Uluslararası Hukuk'un bir devletin başka bir devletin karasularında çok sayıda savaş gemisini biraraya getirmesine ve bu sularda mayın temizleme operasyonu yapmasına izin vermediğini kabul etmektedir. Birleşik Krallık Hükümeti operasyonun fazlasıyla aciliyet arzettiğini ve kendisinin kimsenin rızasını almadan bu operasyonu icraya mezun göründüğünü belirtmektedir. ...Seyrüsefer için güvenlikli kabul edilen ve her hükümetten daha ziyade Birleşik Krallık Hükümeti'nin güvenlikli addetme sebebinin olduğu bir kanalda 22 Ekim 1946 tarihinde meydana gelen patlamalar, mayın temizleme örgütlerinin emirleri altında gerçekleştirilen rutin temizleme operasyonlarından tamamıyla farklı bir problem ortaya çıkarmıştır. Bu patlamalar şüpheliydi; bir sorumluluk sorunu ortaya çıkardılar. Bu, Birleşik Krallık Hükümeti'nin savunmasını üzerine bina etmeyi seçtiği bir sebepti. Bu hükümete göre, suçun maddi unsurları (corpora delicti) mayını döşeyenler veya Arnavutluk yetkilileri tarafından iz bırakmaksızın ortadan kaldırılabileceği korkusuyla mümkün olduğunca çabuk ve güvenlik altına alınmak zorundaydı. Bu mazeret Birleşik Krallık Hükümeti'nin ileri sürdüğü iddiada iki belirgin şekilde gözüktü. İlkin müdahale kuramının yeni bir uygulaması olarak sunuldu ki buna göre müdahale eden devlet uluslararası bir mahkemeye sunmak ve böylece mahkemenin işini kolaylaştırmak üzere bir devletin toprağındaki kanıtı ele geçirir. Divan böyle bir savunma çizgisini kabul edemez. Divan iddia olunan müdahale hakkını sadece güç politikasının bir göstergesi olarak telakki eder. Bu politika geçmişte suistimallere yol açmıştı ve Uluslar arası örgütlenmede şu andaki eksiklikleri ne olursa olsun milletlerarası hukukta yeri olamayacak olan bir politikadır. Çünkü eşyanın tabiatı gereği en güçlü devletlerin inhisarına kalacak ve kolaylıkla uluslararası adaletin dağıtılmasını engelleyebilecektir. Birleşik Krallık Ajanı cevaben yaptığı konuşmasında ayrıca Operation Retail'i meşru müdafaa ya da ihkakı hak yöntemleri arasında sınıflandırmıştır. Divan bu savunmayı da kabul edemez. Bağımsız devletler arasında toprak egemenliğine saygı gösterilmesi Uluslar arası ilişkilerin önemli bir temelidir. Divan Arnavutluk Hükümeti'nin patlamalardan sonraki görevlerini yerine getirmede tamamıyla ihmali olmasının ve diplomatik yazışmalarını ağırdan almasının Birleşik Krallık Hükümeti'nin hareketi için hafifletici sebepler olduğunu kabul etmektedir. Ancak kendisinin de bir organı olduğu Uluslararası Hukuk'a saygıyı sağlamak için Divan, Birleşik Krallık Donanması'nın bu hareketinin Arnavutluk'un egemenliğinin ihlali demek olduğunu açıklamak zorundadır. Bu açıklama Arnavutluk'un avukatı vasıtasıyla yaptığı taleple uyumludur ve bu açıklamanın kendisi kafi bir tazmin teşkil etmektedir. Operation Retail'in icra yöntemi de Arnavutluk Hükümeti tarafından tenkit edilmişti. Bunun sebebi ise Birleşik Krallık'ın bu olayda taramanın ihtiyaçlarıyla orantısız ve gereksiz biçimde büyük bir güç gösterisinde bulunduğudur. Divan bu eleştirinin haklı olmadığını düşünmektedir. Divana göre Birleşik Krallık Donanması'nın hareketi Arnavutluk'a politik bir baskı uygulamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir güç gösterisi değildi. Gemilerini kıyıdan belli bir uzaklıkta tutan sorumlu donanma komutanı, gemilerinin birkaç ay içinde ciddi zararlara konu olduğu bir bölgede önemli bir emniyet gücü bulundurmaktan dolayı kabahatli sayılamaz. Bu sebeplerden, Divan,... 14'e karşı 2 oyla (22 Ekim tarihli geçişe dair Birleşik Krallık lehinde) ve oybirliğiyle (13 Kasım 1946 tarihli mayın temizleme ile ilgili olarak Arnavutluk lehinde) karar vermiştir. Yukarıda birebir olarak alıntıladığımız dava özetine dayanarak, sonuçları açısından Uluslararası Hukuk adına son derece önemli olan Korfu Kanalı Davası'nın, Divan'ın işleyişini anlayabilmemiz için de harika bir örnek oluşturduğunu görebiliriz. Metni ayrıntılı bir şekilde incelediğimizde, Divan'ın sorunun çözümü için olaya tamamen tarafsız yaklaştığını, bununla birlikte her iki tarafın da konuya olan yaklaşımlarını göz önünde bulundurduğunu ve bu şekilde karar aldığını anlayabiliriz. Divan tarafların görüşlerini dikkate almış, hareketlerinin sonuçlarını sebepleriyle birlikte değerlendirmiş ve adaleti bu şekilde sağlamaya çalışmıştır. Divan'ın ele aldığı davalarda tarafsız olması, ama daha da önemlisi, tarafsız olduğunun devletlerce şüphesiz olarak kabul edilmesi, Divan'ın güvenilirliğini ve tercih edilirliğini arttıran sebeplerdir. Görüldüğü üzere, Divan bu koşulları sağlamaktadır. Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde, kurulduğu günden bu yana birçok uluslararası meseleye adil çözümler getiren Uluslararası Adalet Divanı'nın, yargısal bir çözüm merkezi olması beklenen, doğal bir durumdur. Fakat diğer bir bakış açısına göre iste, hayır, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası uyuşmazlıkların yargısal çözümünün merkezinde değildir. Uluslararası Adalet Divanına taraf olan devlet sayısı oldukça fazla olsa da sadece bu duruma dayanarak Divan'ın yargısal çözüm merkezi olduğunu iddia edemeyiz. Bu yorumu, yine çeşitli örnekler vererek açıklayabiliriz. Öncelikle, Uluslararası Hukuk kuralları kesin değildir. Bu kuralların geçerliliği konusu daima tartışılabilir. Divan'ın elinde önüne getirilecek bütün uyuşmazlıklara uygulayabileceği yazılı, kesin ve bütün devletler tarafından tartışmasız olarak kabul görecek Uluslararası Hukuk kuralları bulunmamaktadır. Dolayısıyla devletler, sorunlarını mahkeme önüne götürdüklerinde nasıl bir sonuçla karşılaşacaklarından kesin bir şekilde emin olamamaktadır. Uluslararası Hukuk kurallarının bu niteliği nedeniyle devletler, divanın zorunlu yargı yetkisini kabul etmekten kaçınmışlar ve kaçınmaktadırlar. Günümüz devletleri görece barışsever olsalar da, özgürlükleri ve egemenlikleri doğal bir şekilde bu dürtülerinin önüne geçmektedir. Tüm devletlerin gözü kapalı bir şekilde sonucu belli olmayan böyle bir maceraya atılmalarını beklemek komik olacaktır. Uluslararası Hukuk kurallarının kesin olmayan niteliği devam ettiği ve bu kuralları kodifiye edilmediği (yasalaştırılmadığı) sürece, devletlerin Divana karşı olan tutumları da değişecek gibi değildir. Divanın yetkisini bütün devletler için zorunlu tutmak, basit bir anlatımla egemen devlet kavramını ortadan kaldıracağından, kurulmak istenen barışçıl sisteme ters düşen bir uygulama olacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, Birleşmiş Milletler Andlaşması, tüm üye devletlerin Adalet Divanı Statüsü'ne uymakla yükümlü olduğunu belirtir. Ancak hangi hallerde Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisinin kabul edildiğini anlamak oldukça güçtür. Bu durum, aralarında uyuşmazlık baş gösteren iki devletin mahkeme önüne gitmelerinde ortak bir irade göstermelerini zorlaştıran bir durumdur. Zira bir devlet, şartları uygun bulup mahkemeye gitmeyi önerse bile diğer devlet konunun mahkemenin yargı yetkisi dahilinde bulunmadığını söyleyebilir veya konu mahkemenin yargı yetkisine dahil olsa bile kolay bir şekilde karşı çıkılması zor bir bahane ile mahkemeye gitmekten kaçınabilir. Bazen devletler, Adalet Divanı'na gitmek kendi çıkarlarına sonuçlanmayacak ise uyuşmazlığın çözümlenmesi amacıyla Divan'a gitmeyi reddederler, başka çözüm yollarına yönelirler. Bu durum devletlerin, her ne kadar barışsever olsalar da, öncelikli olarak egemen kimliklerini korumak istemesinden öne gelir. Bazı konular bazı devletler için direkt olarak bağımsızlıklarıyla alakalı olmasa bile ideolojik prensipler açısından ölüm kalım meselesi anlamına gelebilir, taviz verilmesi o devletin hem iç hem de dış siyaseti açısından imkansız olabilir. Bu noktada, Divan'ın yargısal çözüm merkezi olmamasının sebebi, esasen devletlerin sorunlarını yargısal yöntemlerle çözmekten çekinmesidir denilebilir. Divan kararlarının uygulanmasını sağlayacak veya bu kararların uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek bir organın yokluğu, Divan'ın güvenilirliğini azaltmakla birlikte Divan'ın varlık sebeplerine de şüphe ile bakılmasına sebep olmaktadır. İki devlet mahkeme önüne geldiklerinde sonuç ne olursa olsun karara uymak isteyecekleri varsayılır, ancak karara uyulmasını zorunlu hale getirecek bir yaptırım söz konusu değildir. Divan'a gidecek sorunun siyasal bir mesele mi, yoksa hukuki bir mesele mi olduğuna karar vermek öncelikli olarak Divan'a ait bir görev olsa da, devletler de Divan'da yargılanmak veya yargılanmamak adına bu konuyu kendi içlerinde tartışırlar. Şimdi sorunların Uluslararası Adalet Divanı dışında nasıl çözülmeye çalışıldığına açıklık getirmek amacıyla Ege Kıta Sahanlığı Sorunu'nu ve tarafların olaya bakış açılarını ele alacağız. b) Ege Kıta Sahanlığı Sorunu Günümüzdeki anlamıyla kıta sahanlığı rejimi İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların temel konularından biri de kıta sahanlığıdır. Kıta sahanlığı konusunda iki ülke arasındaki anlaşmazlık başlıca iki düzlemde ortaya çıkmaktadır: Konunun özüne ilişkin anlaşmazlık ve anlaşmazlığın çözümü ve yöntemi.10 Konunun özüne ilişkin sorunlar hakkında Yunanistan'ın bazı temel tezleri söz konusudur : Yunanistan'a göre Türkiye'ye yakın veya uzak, Ege Denizi'nde Yunanistan'a ait olan bütün adalar Yunan ülkesinin ayrılmaz bir parçasıdır ve dolayısıyla bu adaları da kıta ülkesinden ayırmadan, anakara ile bir bütün halinde ele alarak değerlendirmek gerekir. Deniz Hukuku da bir ülkenin bütünlüğünü bozmamalıdır. Kendisini anakara ve takımadalardan oluşan bir devlet olarak gören Yunanistan'a göre takımada oluşturan adalar esas hatlardan geçen bir çizgiyle birleştirilmeli ve bir bütün olarak ele alınmalıdır, bu bütünlük takımadaların anakara ile olan ilişkisi açısından da sağlanmalıdır. 10 Şükrü Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri, Ümit Yayıncılık, Ankara 1993 Adaların da kıta sahanlığı vardır. Bunun böyle olduğu 1982 UNCLOS ile de onaylanmıştır. Ayrıca, adalara ilişkin olarak Cenevre Sözleşmesi’nin bu hükmü bir uluslararası teamül kuralı haline gelmiştir. Bu durum Yunanistan'ın Ege'deki tüm adaları için de istisnasız geçerlidir. Ege'de Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırları, Yunan adalarının Türkiye'ye en yakın noktaları dikkate alınarak, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi'nce de kabul edilen eşit uzaklık ilkesine göre belirlenmelidir. Ege'deki kıta sahanlığı konusunda Türkiye'nin de çeşitli görüş ve argümanları söz konusudur: Türkiye, her şeyden önce, coğrafi özellikler nedeniyle son derece karmaşık bir özellik gösteren Ege kıta sahanlığı sınırlandırmasının, mutlaka Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilecek görüşmeler yoluyla saptanması gerektiğini 1974 yılından beri savunmaktadır.11 Türkiye, Ege'deki kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde doğal uzantı görüşünün esas alınması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, Ege'deki deniz yatağının büyük bir kısmı Anadolu‘nun doğal bir uzantısıdır ve de jeomorfolojik olarak Anadolu'nun uzantısı olan adaların büyük bir bölümünün12 kıta sahanlığından söz edilemez. Konuya ilişkin uluslararası uygulamalara da bakıldığında da, yabancı bir ülkenin kıyılarına yakın konumda olan adaların kıta sahanlığı konusundaki uluslararası çözümlerde, ilgili devletlerin karşılıklı hak ve çıkarlarının söz konusu özel durum çerçevesinde belirlendiği ve dengelendiği görülmektedir.13 Ege'de kıta sahanlığı konusunda ulaşılacak çözümün her şeyden önce hakça olması gerekir. Bunu böyle olması gerektiği çeşitli uluslararası andlaşmalarca da kabul edilmektedir. Bir bölgede çok sayıda adanın bulunması, o bölgede kıta sahanlığının belirlenmesi açısından özel durumları oluşturur ve bu durumda eşit uzaklık ilkesi uygulanamaz. Türkiye Ege'nin bir yarı-kapalı deniz olduğu görüşündedir. Dolayısıyla da bu bölgede kıta sahanlığı sınırlandırmalarında mevcut özelliklere uygun özel ilkeler ele alınmalıdır. Lozan Andlaşması ile bölgede iki ülke arasında kurulmuş olan denge kıta sahanlığı ile ilgili bir düzenleme söz konusu olduğunda da dikkate alınmalıdır. Bu anlaşmazlığın nasıl, hangi yöntemlerle çözüme kavuşturulacağı da ayrı bir sorundur. Bu konuda Türkiye anlaşmazlığın iki ülke arasında yapılacak görüşmeler yolu ile, diplomatik zeminde çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Türkiye için ‘’ ..başkalarının eline bırakılmayacak kadar…’’ hayati bir öneme sahiptir. Yunanistan'a göre, konuya ilişkin olarak Türkiye ile genel nitelikli görüşmeler yapılmasına taraftar değildir. Çünkü daha önceki yıllarda, iki ülke arasında çok çeşitli düzeylerde gerçekleştirilen görüşmelerden bir sonuç çıkmamıştır. Yunanistan, 1982 UNCLOS' un (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi) kendi tezlerini desteklediği düşüncesiyle anlaşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla çözüme kavuşturmayı önermektedir. Necati Polat, Uluslararası Hukukta İçerik Sorunu: Ege Uyuşmazlığı Örneği, s. 238-239 Hüseyin Pazarcı, Ege Denizindeki Türk- Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü, İstanbul Metis Yayınları 1990 13 Necati Polat, Uluslararası Hukukta İçerik Sorunu: Ege Uyuşmazlığı Örneği, s. 246 11 12 ba) Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı’na Başvurusu Yunanistan yaptığı bu tek taraflı başvurusunda, Türkiye ile kendisi arasındaki kıta sahanlığı sınırlandırılması uyuşmazlığının görülmesi ve devletlerin bu alanda araştırma ve işletme haklarının belirlenmesini talep etmiştir. Uluslararası Adalet Divanı durumu Türkiye'ye bildirerek görüşünü istemiştir. Divan tarafları 9-17.10.1978 tarihlerinde sözlü aşamaya çağırmıştır. Türkiye bu aşamaya katılmamış, ancak 10.10.1978 tarihinde Yunanistan'ın yetki konusunda ileri sürdüğü görüşlerini çürütmeye yönelik bir mektubu Divan’a sunmuştur. Türk Hükümeti şu görüşleri öne sürmüştür: - Türk Hükümeti, Yunanistan'ın başvurusunu çok aceleci bulmuştur. Yunanistan, konuyu iki devletin müzakere etmesine olanak sağlamamıştır. - Türk Hükümeti'nin BM Güvenlik Konseyine sunduğu görüşte belirttiği gibi, Yunanistan'ın iddia ettiği şekilde, kuvvete başvurma ve bunun sonucu olarak derhal karar alınmasını gerektiren acil bir durum yoktur. - Yunanistan 10 Ağustos 1976 tarihli bir mektupta BM Güvenlik Konseyi'ne başvurmuş ve Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda Türkiye'yi şikayet etmiştir. Bu nedenle, Yunanistan'ın Uluslararası Adalet Divanı'na başvurması hukuki dayanaktan yoksundur.14 Gerek yazılı gerek sözlü aşamada Yunanistan ise Divan'ın yetkili olduğunu iki ana gerekçeye dayandırmaktadır. Birinci gerekçe, Türkiye ile Yunanistan'ın taraf oldukları 1928 tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü Konusunda Genel Senedin 17. maddesidir. İkinci gerekçe ise, Türkiye'nin 31.05.1975 tarihli Başkanlar Arası Brüksel Ortak Bildirisi ile uyuşmazlığın Divan'a götürülmesini kabul etmesi olmaktadır. Sonuç olarak, Uluslararası Adalet Divanı, Yunanistan'ın gerekçeleriyle Türkiye'nin görüşlerini inceledikten sonra 19.12.1978 tarihli kararı ile kendisinin uyuşmazlığa bakmaya yetkisiz olduğuna karar vermiştir. Bu notlara dayanarak Ege kıta sahanlığı uyuşmazlığı konusunda öncelikle belirtmek isteriz ki Türkiye'nin tutumu ölçülü ve doğrudur. Çünkü, Yunanistan Ege Denizi'ndeki hakkını kullanmakla kalmayacak Türkiye'nin bu deniz üzerindeki haklarına da karışacaktır. Yunanistan bu sebeple konunun bir an önce Adalet Divanı tarafından görüşülmesini ve böylece emellerine kavuşabilmeyi istemektedir. Her iki devlet de andlaşmalarda belirtilen sınırlarda kıta sahanlığı oluştururlarsa mutlaka birbirlerinin sınırlarına geçmek durumunda kalacaklar ve bunun sonucunda anlaşmazlıklar çıkacaktır. Türkiye yapılacak her türlü paylaşımın hakkaniyetle oluşturulmasını istemektedir. Biz, bu konu Uluslararası Adalet Divanı'nda görüşülürse sonucun Yunanistan'ın lehine gerçekleşeceği kanaatindeyiz. Çünkü bilindiği üzere Ege Denizi uluslararası açıdan son derece önemli bir stratejik konuma sahiptir. Dünya düzeninde sözü geçen büyük devletler Ege Denizi'nde Türkiye'yi görmek yerine Yunanistan'ı görmeyi tercih edecek ve ona göre karar vereceklerdir. Fakat Türkiye'nin de üstüne basarak belirttiği gibi bu konu, konu dışı bir devletin eline kanaatine bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir. En makbul çözüm Türkiye ile Yunanistan'ın karşılıklı görüşmeleridir. 14 Mehmet Zeki Akın; Karasuları, İçsular, Gemilerin Bu Sulardaki Rejimi ve Kıta Sahanlığı, Ankara 1978, s.347-348 Görüldüğü gibi, bu mesele ele alındığında, hem kaynaklara hem de kendi düşüncelerimize dayanarak söyleyebiliriz ki Uluslararası Adalet Divanı her daim yargının merkezinde değildir. Sorun her iki taraf tarafından da hukuki bir mevzu olarak görülse bile, yaşanan çıkar savaşları devletlerin Divan'a gitmesine engel olabilir. Sorunun hukuki oluşu, çözümünün bir uluslararası mahkemede olacağı anlamına gelmemektedir. Bu örnekte de görüldüğü gibi, Divan her konuya müdahale edemez. Müdahale edip edememesi taraf devletlerin rızalarına bağlıdır. KAYNAKÇA; AKIN, Mehmet Zeki: Karasuları, İçsular, Gemilerin Bu Sulardaki Rejimi ve Kıta Sahanlığı, Ankara 1978 GÖKDEMİR IŞIK, Nurser: Kıta Sahanlığı, Hukuki Rejimi ve Ege Denizi Uyuşmazlığı, Dokuz Eylül Yayınları, 1. Baskı, İzmir 2010 GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler – Örnek Kararlar, Yayın no: 481, İstanbul 1998, 3. Baskı GÜREL, Şükrü: Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri , Ümit Yayıncılık, Ankara 1993 İNAN, Yüksel: Uluslar arası Adalet Divanının Yargı Yetkisi, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Yayın no: 171, Ankara 1982 PAZARCI, Hüseyin: Ege Denizindeki Türk- Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü, İstanbul Metis yayınları 1990