B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ” “TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 1 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER Editör : Selçuk KIRLI Mustafa CEMİLOĞLU Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayını : 7 ISBN : 978-975-7739-97-5 Mart 2016 Tasarım : Ercüment KARTAL (erc.kartal@gmail.com) Baskı : Copyrite Reklam ve Baskı Hizmetleri A.Ş. - BURSA opyrite Reklam Ve Baskı 2 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 SUNUŞ Türk Ocağı’nın belirlenmiş belli başlı amacı Türk kültürüne hizmet ve bu yolla Türk Milletini yüceltmektir. Türk Ocakları Bursa Şubesi de bu doğrultuda her yıl birçok etkinliğe ev sahipliği yapmakta ve gençlerimizi Türk kültürü ortamlarıyla buluşturmaktadır. Bu tür kültür ortamlarının başında her yıl tekrar edilen “Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şöleni” ile yine her yıl hem Lise öğrencilerini hem de Üniversite öğrencilerini yarıştıran “Kompozisyon Yarışmaları” yer almaktadır. Türk Ocaklılar olarak bizler bilmekteyiz ki, Türk Kültürünün kaynağı, çeşmesi ve testisi Türk dilidir, Türkçedir. Bu nedenle de Türk Kültürüne ve Türk Milletine hizmetin yolu Türkçeye hizmetten geçmektedir. Gençlerimizin Türkçeyi kullanma becerileri elbette ve öncelikle dinlemeyle ve okumayla gelişip zenginleşecektir. Yine onlar okuduklarını ve dinlediklerini sentezleyerek anlattıklarında da kendilerini ifade becerisine ulaşacaklardır. İşte Türk Ocakları Bursa Şubesi bu başarılı gençlerimizi ödüllendirme ve daha başarılı eserlere imza atmalarına fırsat verme adına üç yıldan beri makale yazma yarışmaları düzenlemektedir. Konusu her yıl değişik alanlardan seçilen bu yarışmaların bu yılki konusu “Türk Kültüründe Nevruz” ile “Tarih İçinde Bursa” olarak belirlenmişti. Yarışmacı öğrencilerimiz bu iki konudan birini seçerek yarışmaya katılmışlardır. Seçici kurulumuzun değerlendirmeleri sonucunda dereceye giren başarılı öğrencilerimizin eserlerini kalıcı hale getirme ve hayat boyu bu onuru gururla taşımalarını sağlama adına ilgili yazılar bu kitapta toplanmıştır. Dereceye girerek başarıları belgelenmiş olan öğrencilerimizi, yarışmaya katılan tüm öğrencilerimizle birlikte kutluyor ve Türk Ocakları Bursa Şubesi olarak başarılarının sürekli olmasını diliyoruz. Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu Türk Ocakları Derneği Bursa Şube Hars Heyeti Başkan Prof. Dr. Selçuk Kırlı Türk Ocakları Derneği Bursa Şube Başkanı TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 3 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” KONULU ORTAÖĞRETİM ve ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK KOMPOZİSYON YARIŞMASI AMACI: Anadolu Coğrafyasının ve bütünüyle Türk Dünyasının önemli şehirlerinden birisi olan Bursa, Selçuklu’dan günümüze her çağda Türk Kültürünü yaşayan, Türk Kültürünü yaşatan önemli bir bilim sanat ve kültür merkezidir. Böyle bir merkezde kurulmuş olan Türk Ocakları Bursa Şubesi de her zaman Türk kültürüne Türk sanatına ve Türk milletinin değerler sistemine sahip çıkmayı görev bilmiştir. Bu yönüyle, gençlerimizin Türk kültürüyle, Türk sanatıyla yoğrularak şekillenmesini ve onların, bu değerleri gelecek kuşaklara da aktarabilmesini teşvik anlamında her yıl farklı konularda kompozisyon yarışmaları düzenlemektedir. KOMPOZİSYON KONULARI: 1. Türk Kültüründe nevruz (Tabiatın canlanması ve nevruz bayramı, Anadolu coğrafyasında ve Türk Dünyasında nevruz) 2. Tarih içinde Bursa (Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar zamanında, Kurtuluş savaşında ve Cumhuriyet döneminde Bursa) YARIŞMAYA KATILIM ŞARTLARI: 1- Eser daha önce hiçbir yarışmaya katılmamış ve yayımlanmamış olacaktır. 2- Kompozisyon, öğrencilerin kendi ürünü olacaktır. 3- Eser iki nüsha olarak (birinin arkasına yarışmacının okulu, adı ve soyadı,sınıfı,telefon numarası ,adresi ve e-posta) yazılmış vaziyette teslim edilecektir. 4- Eser A-4 formatında bilgisayarda yazılmış olacaktır. BAŞVURU YERİ VE TARİHİ: Eserler 04 Mart 2016 Cuma günü saat: 17.00 ye kadar eser sahibi öğrenciler tarafından bizzat teslim edilebileceği gibi ; Okul Müdürlükleri öğrencilerden eserleri teslim alarak topluca resmi evrak yazışmaları ile BURSA TÜRK OCAĞI’nın Kurtoğlu Mahallesi Yeşil Cadde Site Apartmanı No:8/1 Yıldırım / Bursa Adresine Posta ile de gönderebileceklerdir. 4 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ÖDÜLLER: Birinci olan esere : 1.250 TL İkinci olan esere : 1.000 TL Üçüncü olan esere : 750 TL 4.5.6.7.8.9.10 olan eserlere mansiyon verilecektir SEÇİCİLER KURULU: Prof.Dr.Mustafa CEMİLOĞLU Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr.Alev Sınar UĞURLU U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof.Dr.Hatice ŞAHİN U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kazım YOLDAŞ U.Ü. Eğim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı Doç.Dr.Kelime ERDAL U.Ü. Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hülya TAŞ U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi YARIŞMA TAKVİMİ: Yarışma Kılavuzlarının okullara gönderilmesi : 01 Ocak 2016 Cuma Eserlerin Bursa Türk Ocağı’na Teslimi : 04 Mart 2016 Cuma Dereceye Giren Eserlerin Belirlenmesi : 11 Mart 2016 Cuma Ödül Töreni : 26 Mart 2016 Cumartesi TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 5 SA ŞUBES İ 1913 6 B UR K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ R TÜ TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 7 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN İÇİNDEKİLER Ali Fuat SAÇINTI......................................................................................................................... 52 Ali GÜRSES.................................................................................................................................173 Arzu CAN......................................................................................................................................19 Arzu ÜLKER............................................................................................................................... 211 Asya Şirin YARDIMCI..................................................................................................................153 Beyza Nur KAYA..........................................................................................................................46 Buse ACAR.................................................................................................................................210 Büşra DİN.................................................................................................................................... 22 Doğanay YILMAZ.......................................................................................................................187 Ebru ÇETİN.................................................................................................................................167 Elif Ezgi BAŞTÜRK...................................................................................................................... 77 Enes ERTAŞ................................................................................................................................. 53 Ergenekon ŞAHİN.......................................................................................................................49 Fatma KAPLANER..................................................................................................................... 191 Hakan Berke ERKAN.................................................................................................................165 Hediye ALTIN............................................................................................................................208 Hilâl BIÇAK..................................................................................................................................70 Hilâl YENİ.....................................................................................................................................17 İbrahim Seçkin SEÇKİN.............................................................................................................. 87 İbrahim SELÇUK.........................................................................................................................143 İbrahim ŞAŞMA.........................................................................................................................122 8 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 İbrahim ŞAŞMA.........................................................................................................................138 İrem Saliha DİZİN...................................................................................................................... 101 Kadir DOĞAN...............................................................................................................................15 Kadir GÜZEL................................................................................................................................ 78 Kübra Nur ÜNLÜSOY................................................................................................................ 146 Mehmet Zahit BİLGİN.................................................................................................................12 Merve YEŞİLOĞLU........................................................................................................................41 M. Mustafa ERDOĞDU.............................................................................................................. 114 Muhammed CELAYİR................................................................................................................129 Nesrin KAHRAMAN.................................................................................................................... 27 Neşe PEKER...............................................................................................................................193 Oğuzhan GÜLER......................................................................................................................... 79 Orhan BİNGÖL.......................................................................................................................... 150 Rüstem ÜTKÜR..........................................................................................................................85 Saadet Betül SARIHAN...............................................................................................................81 Seda TOPAL................................................................................................................................212 Sultan BULUT........................................................................................................................... 194 Şeyma YEĞİNOĞLU...................................................................................................................207 Tolgahan USTA...........................................................................................................................201 Tuğçe NARİN...............................................................................................................................84 Yağmur Gizem YAVUZER............................................................................................................ 43 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 9 SA ŞUBES İ 1913 10 B UR K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ORTA ÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 11 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Mehmet Zahit BİLGİN TOFAŞ Fen Lisesi 12-D / 271 Ortaöğretim 1.si MEDENİYETLER MERKEZİ BURSA Tarihinde Bursa kadar devlet, millet ve eser olan şehir sayısı azdır. İkliminin uygun, yer şekillerinin de sade olması nedeniyle yoğun şekilde tarım yapılabilmesi; özel olarak ipekçiliğin gelişmiş olması; İpek Yolu’nun Anadolu’daki en önemli duraklarından biri olması gibi sebeplerden ötürü bu denli ilgi gördü Bursa. Buna bağlı olarak birçok devletin egemenliğine giren Bursa, artık Türkiye Cumhuriyeti ve Türk kültürü ile özdeşleşmiş bir şehir. Bazı şehirler vardır. Ülkeleri için değerleri rakamlarla ifade edilemez. O ülkeyle, insanlarıyla bir bütün halindedir. Bu iki unsur birbirine o kadar iyi kaynaşmıştır ki o ülke için artık kol veya bacaktan öte sağlık, gençlik gibi hem vazgeçilmez hem de değeri ancak yokluğunda anlaşılan bir üyeye dönüşür. Bursa da Türkiye ve Türk kültürü açısından böyle bir öneme sahip. Türkiye denince belki akla ilk İstanbul gelir. Soruya siyasi bakanlar için Ankara, turizm diyenlere göre ise Antalya söylenebilir ancak bu özelliklerin her birini bünyesinde barındıran ve bu ülkenin temellerinin atılmasında, yani Osmanlı’nın kuruluşunda, Bursa kadar önemli bir şehir daha gösterebilmek zor bir iştir. Bursa’nın bu alandaki önemini ekonomik, askeri veya kültürel açıdan ele almak mümkün. Bunun hakkında sayfalarca yazı kaleme alınabilir ancak ben konuya çok farklı bir pencere açmak istiyorum. Osmanlı’nın kuruluş tarihi hakkında birçok fikir var. 1299 diyen de var; sancakla olmaz, savaş lazım diyip 1302 olarak gösteren de var. Bunların ikisi de bilimsel fikirler ancak ben biraz daha romantik ve bilimsellikten uzak bir bakış açım var. Bu fikrime dayanak olarak Bursa’nın fethini kullanacağım. Bursa 14. yüzyılın başında hala işlek olan İpek Yolu’nun önemli durakları arasında bulunuyordu. Zaten ipeği, iklimi ve tarımı her dönem büyük bir değer olan bu şehre bu özelliği bir kat daha değer katıyordu. Bursa’nın bu özellikleri yeni şehirler fethetmek ve Türk beylikleri arasındaki saygınlığını arttırmak isteyen Osmanlı Beyliği’nin iştahını kabartıyordu. Osmanlı Bursa’yı kuşattığında Osmanlı’nın başında devletin isim babası ve ilk hükümdarı olan Osman Bey bulunuyordu. Onun vefatından kısa bir süre sonra oğlu Orhan Gazi Bursa’yı alarak babasının vasiyetini gerçekleştirdi. Takvimler 1326 yılını gösteriyordu. Bu olay herkesin malumu ancak burada dikkat çekmek istediğim nokta şu: Osmanlı çok genç bir beylik o zamanlar. Karşısında ise ne kadar köhnemiş olsa da köklü bir Bizans var. Normalde favorisi önceden belli bir maç gibi ancak Osmanlı’da öyle bir ordu-devlet anlayışı var ki küçük bir beylikken bile Bizans gibi bir gücü alt edebiliyor. Bunun en büyük sebebi Osmanlı’nın Türk devlet yapısına ve 12 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 savaşçı özelliklerine olan bağlılığı. Osmanlı’nın temellerinde Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar bütün deneyimleriyle ve kendine kattıkları ile Türk-İslam kültürü yatıyor. Bu yüzden Osmanlı’nın kuruluşunu Mete Han’a dayandırmak gerektiğini düşünüyorum. Osmanlı gücünü Bursa’da gösterdiğinde aslında gelecekte yapacaklarının da teminatını vermişti belki de. Zaten arkasında Malazgirt, Miryokefalon gibi zaferler olan bir milletin uyanması birçok şeyin habercisiydi. Bir uyanışın ilk simgesi, devletin ilk büyük fethi olduğundan İstanbul’u alana kadar başkent Bursa oldu. Edirne sadece askeri açıdan kullanılan bir başkentti (istasyon desek daha doğru olabilir), İstanbul’a ve Balkanlar’a daha yakın olabilmek için merkez yapılmıştı. Zaten hiçbir padişah Edirne’de gömülmedi çünkü ülkenin manevi merkezi hala Bursa’ydı. Bursa, İstanbul’u alana kadar Osmanlı’nın ilk göz ağrısı ve tek çocuğuydu. Orhan Gazi’nin Orhan Camii, 1. Murad’ın Hüdavendigar Camii, Yıldırım’ın adağı olan Ulu Cami, 1. Mehmed’in Yeşil Camii, 2. Murad’ın Muradiye Külliyesi bu ilginin göstergesiydi. Gözü gibi bakıp büyütmüştü Osmanlı Bursa’yı. İstanbul alınınca da korumacı bir ağabey rolü düştü Bursa’nın payına. Bunu da hakkıyla yerine getirdi. Karamanlılar geldiğinde de Kavalalı Mehmet Ali Paşa geldiğinde de çok iyi korudu küçük kardeşini. Darbeyi hep kendisi karşıladı. Tabii ki omuz omuza yürüdükleri bu yolda ayakları da beraber kaydı bu iki şehrin. İtilaf Devletleri, Boğaz’da toplarını Dolmabahçe’ye doğru çevirirken; Yunan askerleri de İzmir’e demir atıyorlardı. Yunanlar çok geçmeden Bursa’yı da işgal alanına dâhil etti. Böylece iki kardeşin de eli kolu bağlanmış oldu. Yardım beklediler ama bütün Anadolu yavaş yavaş çaresiz bırakılıyordu. Bir mucizeye ihtiyaç vardı artık. Tam o sırada Samsun’dan, Amasya’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan Mustafa Kemal’in önderliğinde gelen komutanlar ve halk bir umut ışığı olarak doğmuştu. Meclis kurulup da “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emri verilince birdenbire hayaller gerçeğe dönmeye başlıyordu. Sakarya’da kazanan Türk ordusu, batıya doğru yol aldıkça; Fransızlar, İtalyanlar bavullarını bile toplayamadan kaçtıkça zafer kutlamaları da başladı. 11 Eylül 1922 tarihinde ise Bursa, düşmandan temizlenmiş; halk rahata kavuşmuştu. İstanbul biraz daha beklese de sonunda hepsi ‘geldikleri gibi gitmişti’ ama arkalarında geldiklerinde bulduklarından çok daha harap ve acılı bir ülke bırakmışlardı. Mustafa Kemal, Lozan’dan sonra cumhuriyeti ilan etti ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attı. Önünde çok zorlu bir bayındırlık süreci vardı. Özellikle Yunanların ayak bastığı yerlerde büyük hasarlar vardı. Bursa da hiç iyi bir durumda değildi. İnsanlar fakirlik ve sefaletle mücadele ediyordu. 1929 ekonomik buhranı sonrası iyice sertleşen koşullar insanları daha perişan bir hale getirdi. Uygulanan devletçilik politikası insanlara bir nebze olsun rahat nefes aldırsa da ceplerin rahat etmesi için bir dünya savaşı geçmesi ve 1950’lerin beklenmesi gerekiyordu. 2. Dünya Savaşı sonrası bloklaşan Soğuk Savaş dünyasında Türkiye de stratejik önemi dolayısıyla taraf seçmek zorundaydı. Amerika seçiminden sonra Amerika’dan gelen Marshall yardımları şehirlerin kalkınmasını hızlandırdı. Özellikle Bursa gibi tarım şehirlerinin kırsalında gerçekleşen makineleşme insanları köyden kente doğru önü alınamaz bir göçe sürükledi. Bursa TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 13 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN da işte bu yıllarda nüfusundaki artışla beraber Türkiye’nin en önemli şehirleri arasında yer almaya başladı. İyiden iyiye kurulmaya başlanan sanayi, Osmanlı yapıları ve tabii ki Uludağ ile etkinliği artan turizm; buraya geçinmeye gelen insanların beklentilerini karşıladı. Marmara Bölgesi’nde İstanbul’dan sonra en önemli merkez ve Türkiye’nin nüfusça 4. büyük şehri oldu. Dünya çapında da gözde şehirler arasına girmeyi başardı. Tarih kadar eski olan bu şehir, koşullar ne olursa olsun her zaman güzelliği ve ekonomik önemi ile özel bir şehir olmayı sürdürdü. Günümüz metropollerinin korumakta zorlandığı tarihi dokuyu bozmadan gelişmeyi başarmış bir şehir Bursa. Gelişmişlikle yeşili, tarih ile sanayiyi buluşturarak eşi bulunmaz bir kent oldu Bursa. Gelecekte de Türkiye’yi öncülerinden olacak bu şehrin tarihi herkes tarafından bilinmeli ve genç nesillere aktarılmalı ki insanlar ne kadar özel bir şehirde yaşadıklarını anlasınlar. İnsan, kaybetmeden bazı şeylerin değerini anlamıyor. Bursa’yı kaybedince geri kazanmak kolay olmayacağından Bursa’nın değerinin bilinmesi ve onun korunması için herkesin elinden geleni yapması gerek. Unutulmamalıdır ki Bursa bize geçmişten miras değil, gelecekten ödünçtür. 14 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ Atatürk Anadolu Lisesi 10-C / 1848 R TÜ K O C AK LA B SA ŞUBES İ Kadir DOĞAN DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Ortaöğretim 2.si YEŞEREN UMUTLAR Nevruz, nam-ı diğer yeni gün. Bazen yeni ay, yeni hafta, yeni bakışlar, yepyeni bir yeni. Ülkemizde 21 Mart’ta kutlanan nevruzun benim içim de yeri büyüktür. Baharın gelişini müjdeleyen; bereketin, canlılığın, eğlencenin ve nicelerin haberdarı nevruz. Ateşin üstünden atlamakla, yaprakların dallarda yeşil yeşil yerini almasıyla, yeni dilek ve umutlarla, güneşin kendini göstermesiyle gelişini müjdeler sanki. Geceler artık gün günden kısa; gündüzler iyi ki uzun. Kapıda burnu delik ayakkabı ile topla oynarken, ezan sesini beklerken can atardık beş dakika, beş dakika daha oynamaya. Nevruz, günlere eklenen beş dakika. Nevruz, bence yağan yağmur ardından ıslanan çorap uçları değil artık; sımsıcak gülümsemeye başlayan güneş; geç saatlerde, tüm iş görüldükten sonra eve gelince perdenin hala kapatılmamış olması belki de... Nevruzu sevmem için pek çok neden var elimde, epeyce fazla. Yağmur benim hayatımda, karamsarlık, hüzün, can sıkıntısı, siyah ve hoşlanmadığım birçok şeyi ifade eder. Sadece, yağmur yağarken odun ateşi ile yanan kömür sobasının yanında uyuklamayı severim. 21 Mart’tan sonra ise çok şey değişir hayata bakışımda. Bir mıknatısın topraktan pozitif yük alması gibidir bu süreç. Güneşi görünce engeller kalkmaya başlar sanki hayatımda. Rayına girer her şey. Oysa yağmurda ya tüm işlerim rast gitmez ya da bana aksiliklerin müsebbibi yağmur görünür . Nevruz, artık yağmuru yağdırmayacağı veya azaltacağı sözü veren sigorta gibi. Baharın gelişi ile çiçeklerin açması dünyayı beton yığınından bir nebze de olsa kurtarır sanki. Kokusu, renkleri, çeşitleriyle her bir çiçek ayrı güzellik katar yurdumuza. Yaz akşamları ailecek balkonda ,ferah havada kapta dondurma yemeyi çok severiz biz. Herkes bir çay kaşığı alıp o serin, limonlu, çilekli, kakaolu ve sütlü dondurmayı yedikten sonra bize ılık su içirmeyi ihmal etmez babam.Yaz meyveleriyle şenlenir yine bizim balkonumuz. Erik, insanın ısırdıkça ısırası gelen erik. Üç beş adet cebime doldurur, kapıda top oynarken yerim. Çileği ihmal etmek olur mu? Sağ cebim çileğin yeridir. Ancak karpuzu alamazdım. Öyle bir cebim yoktu çünkü. O karpuz dilimine dişlerini gömerken suyu akar ya soğuk soğuk .Hani ağzına alınca suyu dağılır ya etrafa ,o bile baharın ardından gelir. Bahar, karpuz kokusunu taşır usul usul. Bu nedenle nevruzu çok seviyorum . En azından o günlerin yaklaştığını haber verir bize. Gür gür açmış; kırmızı, sarı, mavi ve daha birçok renkte, en pahalı parfümden bile güzel kokan çiçeklerden, çiçeklerden bal toplayan arılardan, otlarda beslenen hayvanlardan, gökTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 15 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN yüzünde V şeklinde gelen kazlardan, fındık yemekten yorulmuş, ağacın gölgesinde dinlenen sincaplardan anlaşılır baharın gelişi. Bizim yakınlarımızda bulunan Demirtaş Ovası’nda baharın gelişiyle, her pazar sabahı saat dokuzda gökyüzünde süzülen paraşütseverlerin motor sesini duyup dışarı fırlar; onları izlemeye koyulurduk. Bu çiçeklerin, manzaranın tadını yukardan çıkaranlardandır onlar .Akşamları saklambaç oynardık büyük küçük demeden herkesle .Bir heyecanla saklanırdık ki…. Güneş, bizim oyun ortağımız olur; batmazdı kolay kolay. Güneşin çocuklarla kardeşliğinin de başlangıcıdır nevruz. Nevruz demişken… Biz nevruzu halay çekmeden, horon tepmeden, efeleri konuşturmadan, aşıkları buluşturmadan, ateşten atlarken paçaları tutuşturmadan kutlamayız. Geleneksel olarak her yöreye ait eller konuşturulur, tutuşturulur birlik içerisinde. Doğanın coşkusuna el ele ortak olunur. Ne güzel bir durum değil mi? Keşke silahlar sussa da sazlar konuşsa hep değil mi? ... Baharın müjdecisi, ülkemizde çeşitli yerlerde aynı günde fakat farklı güzelliklerde, farklı ezgilerle kutlanır. Coşkular da rengarenktir çiçekler gibi, tatlı mı tatlıdır incirler gibi. Baharda olgunlaşmaya başlayan o mor ,tombul ve yumuşak incirlerin içini açarken, sımsıcak havada suya ilk adımı atarken , şeftalinin tüyleri elimizi, dudağımızı okşarken, armudun suyu ağza dağılırken, sürprizlerle dolu karpuzu ikiye böldüğümüzde kelek çıkmamasının sevinci yüzümüze yayılırken hissettiğimiz duyguların benzeridir nevruzun hissettirdikleri . Nevruz yaklaştığına göre pozitif günler beni bekliyor. O iftardan sonraki meyveli, sade sodalar, arkadaşlarla soluk soluğa yapılan halı saha maçlarının keyfi, tulumba tatlısının, baklavanın verdiği o lezzetin benzeri, yemekten sonra yapılan sohbetler ,o sıcak ama rüzgarın dost elinin de hissedildiği havada telefondan yazışmak yerine arkadaşlarla buluşmanın, kahve içip iç dökmenin sıcaklığı, ışıltılı bir pazar sabahı erkenden hazırlığı yapılan mangalla güzel bir piknik alanında kızartılan sucuğun kokusu gülümsüyor nevruzun ardında, bekle beni ,der gibi. Nevruzu kutlarken yaşadığım duygu; sahipsiz bir köpeği sahiplenmek, kurumuş bir fidanı ağaca çevirmek, on yıldır görmediğin arkadaşınla sohbet etmek, en sevdiğin hobini yerine getirmek, teşekkürü takdire çevirmek, doğum gününde hayalini kurduğun kramponların sana hediye edilmesi, sevdiğin kızdan alınan bir telefon numarası, balık tutarken herkesin hamsi tutmuş olması ve senin büyük bir sazan tutmuş olman veya katıldığın bir yarışmada birinci olman kadar mutluluk verir bana. Bu nedenle nevruzu dolu dolu yaşayacak; baharımın her zamankinden daha iyi, daha mutlu, daha eğlenceli geçmesini dileyeceğim. 16 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ Ulubatlı Hasan Anadolu Lisesi 11-E R TÜ K O C AK LA B SA ŞUBES İ Hilâl YENİ DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Ortaöğretim 3.sü ASIRLIK ÇINAR BURSA Anadolu coğrafyasının medeniyetlerin beşiği olduğu değişmez bir gerçektir. Bursa ise sayısız uygarlığı içinde büyütmüş ve insanlık âlemine kazandırmış bu sağlam beşiğin içinde boy atıp büyüyen güzeller güzeli nazlı bir bebektir. Asırların ötesinden yollara düşüp günümüze gelen, gözümüze ve gönlümüze karargâhını kuran kahraman ve asil bir diyardır Bursa. Milat denen başlangıcın taa ötelerine taşar Bursa’nın tarihsel serüveni. İçinde çeşit çeşit şanlı yiğitlik destanları, savaşlar, cenkler, barışlar, höyükler, kaleler, surlar, uzak ve yakın hikâyeler, inançlar, kültürler barındırın Bursa, birçok millete ev sahipliği yapmış, yurt olmuş, sinesini şefkat ve bereketle açmıştır. Denilir ki M.Ö. Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kuruldu ve zaman içinde Prussa adı ile anıldı. İznik, İnegöl, Kemalpaşa, Demirtaş, Ulubat Gölü kıyıları ve diğer ilçelerde bulunan höyük ve tarihi kalıntılar, işaret ediyor ki, Bursa tarih sahnesinde hep başrol oynamış, hiç figüran olmamış ve hayran kitlesi hep çok olmuş, kıymete sahip yıldız misali bir diyardır. Bizans ve Roma egemenliğinde uzun süre kalan şehir, Asya ve Avrupa’nın geçiş güzergâhı üzerinde olduğu için, bu kıtalarda hayat sürmüş milletlerin de uğrak ve ikamet mahalli olmuştur. Müslümanlar da Bursa ile Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında tanıştılar ve 23 yıl Bursa’da kaldılar. Kıymetli diyarın taliplisi de çok olur. Ve Yüce Yaratıcı Bursa’yı Türklerin ellerinde en güzel hale getirmek için zaman düğmesine ol dedi. Ve Bursa’ya en çok yakışacak, en çok emek ve değer verecek, onu en ziyade ihya edecek millet olan Türkleri yolladı onun coğrafyasına. Takvimlerin sürekli akan görüntüsünde 1081 yılı yaşanıyordu. Türkler Anadolu Selçuklu Devleti ile çaldı Bursa’nın kapısını. İznik, Bursa ile Türklerin buluşma yeri oldu. Daha sonra Haçlı seferleriyle Haçlıların eline geçen İznik dolayısıyla da Bursa, 1214 yılına kadar Rumların elinde kaldı ve Türk egemenliğine hasret duyarak, boynu bükülü yaşadı. Göklerden gelen karar yeniden devreye girdi. Bursa en çok Türklerin elinde mutluydu. Yeniden onların olmalıydı. Osmanlı çınarının çekirdeğini tarih arazisi üzerine eken manevi bahçıvan Osman Gazi, çok istemesine rağmen Bursa’nın sahibi olamadan vefat etti. Oğlu Orhan Gazi babasının ruhunu şad eyledi.1326 yılında Bursa’yı ebediyen Türk yurdu olması dileğiyle Osmanlı topraklarına kattı. Ve bu aziz bu mübarek belde, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğum yeri olarak yazıldı ülkelerin seceresinin yazıldığı nüfus kütüğüne. Zaten ondandır Bursa’nın o TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 17 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN denli edepli ve ağırbaşlı duruşu ile yeryüzünü kıymetlendirişi. Sonra mana sultanları güneş gibi doğmaya başladı bu özel diyarda. Nice sıradan kul, Bursa topraklarında amellerine sarsılmaz istikametler tayin edip HAKK katında erenler, evliyalar sınıfına yükseldiler... Sonra Bursa’ya düştü peygamber soyundan nurlu bir damla. Emir Sultan Hazretlerinin padişah soyuna karıştı soyu ve hala o nurlu karışım huzur ve nur saçar Bursa topraklarına. Mana ve cenk erleri bir teknede yoğrulup, Bursa âşıklarına nimet oldu asırlarca. Şimdi bizler Bursa’da yaşıyoruz. Bugün Bursa için bizim dilimizden ve kalemimizden dökülen güzellikler, yarın nesillerimizin dilinden ve kaleminden dökülecek. Bursa’da yaşamak, Bursa’yı sevmek büyük bir ayrıcalıktır. Bursa’da yaşamak başka şehirlerde yaşamaya benzemez mesela. Bu topraklarda günah işlemek büyük felaket, sevaba nail olmak ise tahmin edilemeyecek ululukta bir saadettir bizler için. Bursa’da yaşamanın belli bir ahlakı ve ahkâmı vardır. Edep ister, adap ister, nezaket ister, ruh ister, yürek ister. Bu şehirde her zerrenin ruhu vardır çünkü. Bu şehirde gönül mevsimi aralıksız bahardır. Bursa’da yaşarken hiç kış uğramaz bizim yüreklerimize. Kapalıçarşı’nın rutubet kokan hanlarını, padişahların ve evliyaların secde iziyle dolu camilerini gülistanda geziyormuş edasıyla dolaşır, yüksek lezzetler yaşarız. Yeşil Türbe’ de ölümün Turkuaz rengi ile tanışırız, Ulucami’de ruhumuzu dua ile arındırırız. Emir Sultan’da gül kokularından yollar tesis edip taa Ravza’ya uzanır en sevgiliye yürürüz. Muradiye Külliyesi’nde huzur ile hüzün arasındaki gelgitlerle yoruluruz, Yıldırım Külliyesi’nde Timur’a celallenir, dişimizi sıkar, başımızı önümüze düşürürüz. Yıldırım Bayezid’e duyduğumuz hürmet ve minnetten ötürü sustukça susarız. Erguvan kokulu bahçelerde sakinleşir, duruluruz. Kayhan’da pideli köfte, Mudanya’da balık ekmek, Gemlik’te zeytin, ovada şeftali, armut Uludağ yamaçlarında kestane yemenin, Cumalıkızık’ta cumbalı bir evde bir dost ile oturup hasbihal etmenin, Kozahan’da ipeğin yumuşaklığında kendinden geçmenin, Orhan Camisinde billur avizeye dönen zamanın içinde aydınlanmanın, Uludağ zirvelerine çıkıp göklerle selamlaşmanın tadını ve keyfini bizden sorun. Bursa sokaklarında; kılıç kalkan şangırtılarına karışan mehter sedaları, zamanları ve mekânları aşıp tarihe ulaşır ve şanlı ecdadın mübarek sinesinde yankılanır. Biz Bursa’yı çok severiz. Bursa bizim yurdumuz, baba ocağımız, ana kucağımızdır. Bu şehrin gökkubbesi altında doğduk, burada yaşıyoruz ve burada ölüp, bu şehrin maneviyatını alıp yanımıza öyle yürümek arzusundayız sonsuzluk âlemine. 18 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Arzu CAN Turhan Tayan Anadolu Lisesi 11-B GEL GİDELİM BAHARLARA İnsanlar toplu halde yaşamaktadırlar. Bu sebeple doğup büyüdüğü topluma göre şekillenmeleri kaçınılmazdır. Ailede başlayan bu toplumsallaşma halkası giderek genişler. Kültür de toplumları şekillendiren önemli faktörlerden biridir. Kültürün de temelinde gelenekler yatar. Bir toplumun gelenek edinebilmesi uzun yıllar alır fakat kolay kaybedilmez. Geleneklerin yaşatılması toplumsal devamlılık için oldukça önemlidir. Çoğunlukla; din, dil, sanat ve devlet çerçevesinde toplanmış bu gelenekler, toplumun özünü yansıtan bir aynadır. Toplumsallığı yaşatan, Anadolu ve Türk dünyasının kapılarını umuda ve huzura açan geleneklerimizden biri de ‘ nevruz’’ dur. Kelime anlamı ‘’ Yenigün ‘’ olan nevruz, ulusların kendi kültürleriyle özdeşleştirdiği, öz olarak baharın coşkuyla karşılandığı gündür. Orta Asya’dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart günü güneş, kuzey yarımküreye gülümser. Havalar ısınır, doğa beyaz örtüsünden yavaş yavaş sıyrılır, ağaçlar, çiçekler giymeye, toprak yeşile bürünmeye başlar. Kulaklarınızda, yuvalarını özlemiş kuşların sesi çınlarken, manzaranız bir ressamın fırçası değmiş bir tablo gibidir. Doğaya can, insanlara neşe gelir. Bahar gelmiştir. Havaların insanların psikolojisi üzerinde oldukça önemli bir yere sahip olduğu, bilimsel araştırmalar ile kanıtlanmıştır. Karanlık günler ve kapalı havalar insanlarda ‘’kış depresyonu‘’ denen mevsimsel bir bozukluğa sebep olabilmektedir. Açık, temiz ve bol güneşli havaların ise insanları pozitif etkilediği, canlılık ve dışa dönük davranışlar ortaya koymasını sağladığı tartışılmazdır. Bu yüzdendir ki baharın gelişi ile insanların umudu toprak gibi yeşerir, zihni güneş gibi parlar, yüzünde çiçekler açar. Yüreklere cemre düşüren baharın gelişini kutlayan Nevruz eğlenceleri kültürden kültüre, ülkeden ülkeye değişmektedir. Azerbaycan’da 21 Mart’tan bir hafta önceki Çarşamba günü, Nevruz arifesidir. Ve 21 Mart’tan itibaren 3 gün boyunca kutlanmaktadır. Papak atma, anabala, diredöyme gibi halk oyunları ile kutlanır. Türkiye’de Mersin-Silifke bölgesinde nevruz, ‘’Mart ipliği’’ adında bilinir ve ağaçlara bezler bağlanır. Nevruz günü yaylalara çıkılır, misafirler ağırlanır. Kuzu ya da oğlak kesilmesi de bu geleneğin bir parçasıdır. Giresun’da Nevruz, Mart Bozumu olarak adlandırılır. Nevruz zamanında akarsulardan su getirilir ve hayvanlara serpilir. Edirne’de, Nevruz kutlamalarında hasırlar yakılır ve yakılan hasırların üzerinden atlanır. Doğu Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de önem taşımaktadır. Bu gece TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 19 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’a secde ettiği inanılır. O gün herkesin bir yıllık kısmeti ve geleceği belirlenir. Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır, ziyaretlerde bulunulur. Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde ‘’ Mart dokuzu’’ olarak bilinir. 21 Mart günü erkenden kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır. Nevruz’un Türk tarihinde gelişiminin ise Ergenekon Destanı ile yakından ilgisi vardır. Bu destana göre, düşmanları Türkleri bir hile ile yenerler ve çoğunluğu öldürülür ya da tutsak düşer. Kurtulanlar kimsenin bilmediği dağlık ,verimli bir yer olan Ergenekon’a gelirler. Zamanla nüfusları çoğalınca buradan çıkmak istediklerinde etrafın demir dağlarla çevrili olduğu görülür. Bunun için büyük ateşler yakıp dağları eritirler ve tekrar eski yurtlarına dönerler. İşte Türk Kültürüne göre Nevruz, takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür. O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir, o günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Yeniden doğuşu, kurtuluşu temsil eden, evlere, dillere, yerlere, göklere neşe saçan ve geleneksel bir hal alan bu kutlamalar, başta Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere birçok devlet tarafından kutlanmıştır. Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir. Padişahlara Nevruz günleri “Nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu. Bu kasidelerde ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi. Nevruz günü Adem’in yaratıldığı, Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan ise resmi tatil ilan ettikleri Nevruz’u, ‘milli bayram’ olarak her yıl kutluyor. Azerbaycan bir ateş diyarı olarak, ateşle ilgili zengin geleneklere sahiptir. Bu arınma, temizlenme alametidir. Ateşler yakılır yaşına ve cinsine bakmaksızın, herkes ateşin üzerinden yedi defa zıplar. Zıplamakla beraber bu sözleri de söylerler: “Sarılığım sana, kırmızılığın bana; Ağırlığım-uğurluğum ateşte yansın”. Ateş hiç bir zaman su ile söndürülmez. Ateş kendisi söndükten sonra külünü toplayıp, evden uzak bir yere, sokağa atarlar. Bu da o demektir ki, ateşin üzerinden zıplayan tüm aile fertlerinin mutsuzluğu atılan külle birlikte aileden uzaklaştırılıyor. “Türkmen çöreği”, “Türkmen petiri”, “külçe”, “yağlı börek” gibi yemekleri hazırlayan Türkmenler ise ne kadar çok yemek hazırlanırsa, yeni yılın o kadar bereketli ve iyi geçeceğine inanıyorlar. Nevruz’un Türk kültüründeki önemi oldukça büyüktür. Her şeyden önce Nevruz bir bayramdır. Bayramlar, insanlar arasında karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir. Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları gündür. Bayramlar, toplumlarda milli birlik ve beraberliğin, bir arada yaşama arzusunun kuvvetlendiği günlerdir. Nevruz bir gelenektir. Gelenekler bir milleti, diğerlerinden ayırır. Gelenekler bir toplumu ayakta tutan iskelettir. Nevruz müjdecidir. Umuttur. Soğuk ve sert geçen bir kışın ardından, havalardan çok insanın içini ısıtan bir mevsimin başlangıcıdır. Ayrıca Nevruz ne bir dinin, ne 20 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 de bir mezhebin bayramıdır. Özü bahar sevinci olduğundan toplumu aynı duygular altında birleştirir. Toplumsal bağların kuvvetlenmesini sağlar. Nevruz’un ele alınması gereken bir diğer önemi ise ülke ekonomisine katkısı büyük olan bir mevsimi karşılıyor olmasıdır. Bahar canlılığı toprağa getirir, denize, güneşe, yüreklere, fikirlere getirir. Fakat orada kalmaz. Canlanmış toprak, tarım demektir. Temiz bir deniz turizm, gülen yüzler, aydın fikirler ticaret demektir. İki cihan güneşinin, şükretmek için ne çok sebebin olduğunu bir kez daha fark ettiğimiz baharda doğması, mevsimin güzelliklerini kanıtlamak için oldukça yeterli değil mi? Veysel Karani’ nin kaleminden, baharın kutlanmaya değer olduğu bir diğer yanı böyle dökülmüştür… ‘’Gidelim serin yaylalara Uzanıp dokunalım bulutlara Göl kenarlarında şiirler okuyalım Aşka dair. Sen aşk ol ben aşık Dönsün başımız aşktan Geceler saklasın bizi Göz kırpsın sevdamıza yıldızlar Sımsıkı sarılalım birbirimize Şahidimiz olsun yakamozlar Sevip sevilelim ölene kadar! Aşkın diğer adıdır bahar… ‘’ Umudu düşleri süsleyen, cemreyi önce yüreklere düşüren, gülünce güller açtıran, ışığı gözler kamaştıran, aşk, kardeşlik, barış, huzur mevsimi… Ne çok ihtiyacımız var bu aralar sana. Kızıyor musun yoksa gönül yapan değil yürek yakan insanlığa? Gelin bu sefer biz gidelim baharlara… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 21 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Büşra DİN Bursa Anadolu Lisesi 12-C / 739 BAHARA VARDIK ÇALIŞMAYA BAŞLADIK Bilimsel kaynaklarda Nevruz’la ilgili birçok bilgi var. Günümüzde bu bilgilere kolaylıkla ulaşabiliriz. Nevruz’un yaşatıldığı coğrafyalarda çeşitli çalışma ve araştırmalar yapılmış, bu konu hakkında kitaplar yazılmıştır. Bu kaynaklardan değişik bilgilere ulaşabiliriz. Kaynaklardan ortak bir görüşe ulaşılır. Baharın gelmesinin dünyanın birçok bölgesinde hareketlenmeye neden olduğunu görürüz. Toplumların ortak kültürel değerlerini yaşatmak uğruna bu geleneği sürdürdüğünü görürüz. Tarihteki ilk uygarlıklardan beri doğadaki değişim farklı şekillerde karşılanmış. Şöyle ki ilk toplumların bahar anlayışı kutlamadan daha çok tarımda ve hayvancılıkta çalışmaya dayanmıştır. Günümüzde eğlence aracı olmuştur. Baharın gelişi toplumdan topluma farklı adlarla çağrılmıştır. Böyle olsa bile çıkış noktası her yerde aynıdır. Belki de bahar, insansız çağın son bulup insanlığın başlangıç noktasıyla birlikte aynı geçmişe sahip olabilir. Her zaman anlatılan efsaneyi şöyle yorumlayabiliriz: Çiftleşme zamanı gelmiş olan iki yılan yasak meyve olan buğday ağacına sarılmış, yılanların ses çıkarmaları ilk insanların dikkatini çekmiş ve ilk insanlar bu sesin verdiği durum sonucunda acıkmışlar böylece Yaratıcı’nın istemediği işi yapıp yasak meyveyi yemişler. Daha önceden çıplak oldukları halde utanç nedir bilmeyen ilk insanlar ayıp yerlerini anlamalarıyla cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başlamışlar. Sonra güzel dağ bahçesinden yere indirilip ömürlerinin sonuna kadar toprak onlara çalışmadıkça ürün vermemiş. Kulaktan kulağa gelen söylentiler bu anlatılan kadar bilimsel olmayabilir ama akılda tutulması kolaylaşsın ve ilgi çekici olsun diye mitolojik öykülerle anlatılmış olabilir. Nevruz Farsça bir sözcüktür ve yeni gün anlamına gelir. İran takviminde bir ay adı olan Nevruz’da Güneş koç burcuna girer. İşte bu ayın gelişi baharın gelişinin işaretidir. İlkbahar başlar, gece gündüz eşitlenir, doğa uyanır ve yeniden dirilir. Nevruz bazı yörelerde değişik adlarla anılır. Anadolu Türkmenleri ‘Eski Martın Dokuzu’ ve ‘Sultan Nevruz’, Trakya’da ‘Mart Dokuzu’, Ege’de ‘Yıl Yenilendi’ derler. Genel olarak ‘Bahar Bayramı’ da derler. Ya siz ne dersiniz? Ben ‘Bahara Vardık Çalışmaya Başladık’ derim. Baharın başlangıcında doğa her şeye can bağışlar, hayat verir. Aslında dünyanın birçok yerinde baharın gelişiyle birçok canlının uykusundan uyanıp iş başına geldiğini, her yerde bir coşkunun olduğunu, doğanın cömertliğini, toprak ananın ilk ürünlerini vermek için harekete geçtiğini görürüz. Bu zamanda çiftçiler verim almak için önce tarlayı kendi tekniklerine göre çapalarlar, tohumları bir baştan bir başa serperler sonra tekrar çapalarlar. Sulamalarına gerek yoktur çünkü tohumların ve tanelerin çimlenip tomurcuklanması için gerekli sulamayı doğa yapacaktır. Ekinlerin büyüyüp olgunlaşması böyle bir etkinin 22 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 olmasına bağlıdır. Çiftçilerin derdi ise verimli ürünler almaktır. Aynı zamanda doğanın, kışın kendisini gizleyen güneşe olan ayrılığı güneşin ilk ışıklarını göstermesiyle bitecek ve doğanın güneşe olan özlemi bu buluşmayla son bulacak, güneşin şefkat ve merhametinin doğayı sıcağı sıcağına kucakladığına tanık olacağız. Toprak renkgarenk çiçeklerle takılarını takınacak. Çıplak kalan ağaçlar yeryüzü bahçesinin giysileriyle giyinecek. Ağaçların çıplaklığını gizleyen yapraklar börtü böceğin korunağı olup canlıların serin gölgeliği olacak. Bu bayramı yalnız insan kutlamaz görürüz ki önce doğa şenlenir sonra insan bunu sevinçle karşılar. Bu süslenme her canlıyı etkiler, baştan çıkarır, birbirleriyle kaynaşırlar, birbirlerinden yararlanırlar. İşte o zaman anlarız ki muhtaç olmayan yaratık yoktur, her yaratık birbirine ihtiyaç duymaktadır; sadece insan sevdalanmaz, bütün canlılar bir sevda peşindedir. Canlıların birbiriyle kaynaşmaları türeyişlerini sağlayacak böylece bolluk ve bereketli günler birbirini izleyecek. Bir ölümden sonra dirilen canlılar, bir bitkinlikten sonra canına can gelen bitkiler, kabaran yeryüzü bahçesinin toprağı, kovucuklardan çıkarak çoğalan her canlı her yeri sevinçlendirecek, her yeri daha gelişmiş duruma getirecek. Baharın gelişi yeryüzünün çeşitli doğa ürünleriyle süslenmesine sebep olacak. Yeryüzü bir cennet görünümünde insanlara kendisini sunacak. İnsan, cennet denilen yerin gerçekte dünyadaki yeryüzü bahçesinde olduğunu o zaman anlayacak. Nevruz’un bazı ortak kültürel değerleri barındırması yönüyle önemli bir konuma sahip olması dünyanın büyük bölümünde canlandırıcı etkiye neden olur. Kültür farklılığı veya toplumsal durumlar baharın kutlanma biçimini değiştirebilir ama insanın doğa ve insanlarla olan birlikteliğinin en önemli ortak özelliği yardımlaşma, sevgi ve saygı içinde bir hayatı yaşamak, yardım ederken insanları kırmamaya onları üzmemeye çalışırken davranışlarımızdan hiçbir canlıya zarar gelmediğinden emin olmaktır. İnsan iletişimi ve yakınlaşmasının gelişmesini sağlamaktır. Bayramların gerçek ve ana amacı da budur. Aslında ömrümüzden her vakit böyle mutlu anılarla geçmelidir, sonuçta biz bir kere biz olacağız. Kültürün ne demek olduğunu bilmenin Türk kültüründe nevruzu daha iyi kavramamızı sağlayacağını düşünüyorum. Bu sebeple kültürle ilgili açıklama yapmamız gerekir. İnsanlığın varoluşunun ilk zamanlarından beri Türk kültür kimliği varlığını devam ettirmiştir. Uygulamalarıyla ve öğretileriyle insan yapısına uygun temelleri içeren Türk kültürü tarihin her dönemlerinde karşımıza çıkar. Bazı tarih araştırmacıların ilk uygarlıklardan olan Sümerlerin Türk olduğunu söylemesi araştırmacıları daha derin araştırmanın içine sürüklüyor. Geçmişten günümüze Türklere yapılan eziyete şahit olmamız yapılanların önlenmesini sağlamaz. Bunun için hep birlikte yüksek çalışmanın ürünü olan aklımızı eğitmeliyiz ve bedenimizi geliştirmeliyiz. Yine de zararı yararından fazla olan savaşlar ortalıkta apaçık görülen gerçeği değiştirmeyecektir. Dünyadaki en eski ve en köklü kültürlerden olan Türk kültürü dünyanın büyük bölümünde yayılış göstermiştir. Savaşçı, üretken ve doğurgan yiğit Türkler böylece dünyanın her bölgesinde yaşayan ulus millet olmuştur. Türk kültüründeki sadelik ve hoşgörü bazı insan toplulukları tarafından bünyelerine uygun görüldüğü için kabul edilmiştir. Türklerin adaleti yerine getirmesi TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 23 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN bazı milletleri onların koruması altına girmeye yöneltmiştir. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Türk etnik kimlik değildir, Türk bir kültür kimliğidir. Türk kendisini eğitime, çalışmaya, üretmeye adamış bahadır kişidir. Aldığımız karnelerin arkasında Başöğretmen Atatürk’ün kültürle ilgili bir sözü var, şöyle yazar: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmaktır, ders almak, düşünerek zekayı eğitmektir.” işte bu sözden çıkaracağımız sonuç şudur, Türkiye Cumhuriyeti’nde birlik ve beraberlik bağlarını güçlendirecek uygulama kültür birliğini gerçekleştirmektir. Temeli kültüre dayanan eğitim gelecek nesiller için daha etkili olacaktır. Bu eğitim Türk kültür varlığına sahip çıkma, Türk kültür varlığını yaşatma, koruma ve geliştirme şeklinde olabilir. Nevruz kutlamalarına göz attığımızda Anadolu dışında Doğu ve Batı Türkistan’da, Yakutistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Kıbrıs Türklerinde, Kırım’da, Balkan Türklerinde, Azerbeycan’da kutlandığını öğreniyoruz. Türk kültüründe nevruz Türklerin neredeyse hepsi tarafından kutlanır. Bahar kültünün unutulmuş olduğunu da görüyoruz çünkü okullarda sayısal öğretilere ağırlık verilmesi öğrencilerin sözel yönden yoksul kalmasına bu da öğrencilerin kişilik gelişimlerinin aksamasına neden olabiliyor. Sonra düşündüğünü doğru anlatamayan, topluluk karşısında konuşma yapamayan ezik bireyler karşımıza çıkıyor veya aşırılığa kaçıp kendi düşüncesinden başkasını kabul etmeyen bağnaz kişiler oluşuyor. Bu sebeple herkes kendisini geliştirmelidir. Bir gün insana sorarlar: “Bahar görmemiş insan yığınları arasında ömrünün sonuna kadar aynı işi mi yapmak istiyorsun, yoksa dünyayı mı değiştirmek istiyorsun?” ‘Türklerde nevruz bayramının temeli nereden başlamıştır?’ sorusu akıllarımızda dolaşıyor olabilir. Anladığınız gibi İslam Dönemi Öncesi Nevruz’dan söz ediyoruz. İslam Dönemi Öncesi Nevruz hayvancılık ve tarıma dayalı olarak üreme ve üretme işlevi görevi üstlenmiştir. Bunun bilgisi eski Türklerden kalma Ergenekon Destam’nda saklıdır. Türk dünyasında Nevruz yılbaşı günü olarak Ergenekon’da ortaya çıkmıştır. Ergenekon Destam’nda bahsedildiği gibi Çinliler Türk milletini tuzağa düşürerek bozguna uğratmışlar. Düşman baskınına uğrayan Türklerden kurtulabilenler bir dağa kaçmışlar sonra da otlakları, ormanları, nehirleri, gölleri olan bir ovaya yerleşip o bölgeye Ergenekon adını demişler. Zamanla sayıları çoğalınca buraya sığamamışlar ve bu yerden çıkmanın yollarını aramışlar. Bu yol arayışının önderi bir bozkurt olmuş. Bozkurdu izleyerek dağın diğer tarafında geçit olduğunu öğrenmişler. Buradan geçebilmek için dağa odun yığıp eritmişler böylece bahar mevsimine denk gelen Ergenekon’dan çıkışı yılbaşı günü olarak kutlamayı gelenek haline getirip kutlamaya devam etmişler. Dahası o bayram günü gelince Göktürkler tapındıklarına kurban keser, beraberce eğlenir, çalgılar eşliğinde şarkılar söyler, güç yarışları gibi at yarışları düzenlerlermiş. Daha da Göktürk kızları ayak topu olan tepük oynarlarmış. Bugün erkekler tarafından en çok oynanan oyunun temeli görüyoruz ki o zamanlardan atılmış. İslam Dönemi Sonrası Nevruz’da eski inanış ve uygulamalar sürdürülmüş aynı zamanda bayrama farklı anlamlar yüklenerek yeni bir kimlik kazandırılmıştır. Örneğin Allah yeryüzünü 24 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 baharda yaratmıştır. İlk insanların yaratıldığı, ilk insanların birbiriyle buluştukları, Nuh’un gemisinin bugün Şımak’ta bulunan Cudi Dağı’na vardığı, Yusuf un kuyudan kurtarıldığı, Musa’nın sopasıyla Kızıldeniz’i yardığı zaman hep bahar zamanlarında olan olaylar şeklinde gerçekleşmiştir. Alevi ve Bektaşi’leri incelediğimizde onların Nevruz inanışlarının Halife Ali ve onun soyu çevresinde şekillendiğini görüyoruz. Alevi ve Bektaşi’lere göre Nevruz Ali’nin doğum günü ve halife olduğu gün, Ali ve Fatma’nın evlendikleri gün, Haşan ve Hüseyin’in doğduğu gün, Kerbela olayının gerçekleştiği gün olarak kabul edilmiştir. Günümüzdeki Nevruz işlev değiştirerek güncelleşmiş ve şenlik, eğlence şekliyle bugünkü durumuna ulaşmıştır. Günümüzde Nevruz Bayramı kutlanırken genellikle belli başlı kurallara düzenli bir sırayla uyulur. Öncelikle hazırlıklar yapılır. Evin içi ve dışı temizlenir. Yiyecekler hazırlanır. Isınma ve ateş için çalı, odun toplanır. Ölmüş insanların yattıkları topraklara ziyarete gidilir. Mezarlık ziyareti geleneği eski Türklerden gelen yuğ törenini anımsatmaktadır. Topluca kırlara çıkılıp eğlenceler, yarışmalar düzenlenir. Tarihte kır gezileri geleneğine Hun Türklerinde rastlıyoruz. Kır gezileri bazı yörelerde nevruzda yapılan etkinliktir. Diğer yörelerde bu etkiliğe -örneğin bizim Bursa Keleş yöresinde- hıdrellez derler. Osmanlı döneminde kır eğlenceleriyle kutlanan hıdrellez, Anadolu’nun birçok yöresinde günümüzde de yaşatılan bir gelenektir. Anadolu’nun hemen her yöresinde hıdrellez zamanı kırlara çıkıp çeşitli eğlenceler düzenlenir. O gün kırlarda koşup oynayanların kışın vermiş olduğu yorgunluktan ve sıkıntılardan kurtulacağına inanılır. Eğer siz de kırlarda koşup oynamayı denerseniz üzerinizdeki yorgunluğun atıldığını göreceksiniz böylece doğaya bağımlı olan kırsal yöre insanı gibi gürbüz olursunuz; beden yapısı gelişkin, sağlıklı, zeki, güçlü kuvvetli kimse gibi kişilik ve karakter sahibi olursunuz ama kişiliğinizi tamamlayan en önemli öğe etik ve saygıdır, bu öğeleri de eğitimle kazanırsınız. Biraz da hıdrellezin akıllarda ve ağızlarda dolaşan söylentisini dinleyelim: Hıdrellez Hızır ve İlyas adlarından gelir. Efsaneye göre Hızır ve İlyas peygamberler ölümsüzlük suyundan içmiş iki kardeş ya da dosttur. Her yılın baharında doğaya can vermek üzere sözleşirler. Baharın habercisi sayılan Hızır bitkilere can verir, darda olanların yardımına koşar. Ayaklarının bastığı yere baharın bereketi yerleşir. Elinde uzun değnek taşıyıp deriden yapılmış gömlek giyen İlyas suların bir inanışa göre hayvanların koruyucusu olan bilge çobandır. Gezindiği yerlerde sular bollaşır, hayvanların sayıları çoğalır. Bu anlatılanların mit mi, gerçek mi olduğunu doğrulayamadığımız gibi onların yaşayıp yaşamadığını da bilemeyiz. Yalnız şunu söyleyebiliriz; doğayla iç içe ve ona bağımlı olan kırsal yöre insanınca canlı bir biçimde yaşatılan bu gelenek bir tür gündönümü şenliği niteliği taşımaktadır. Nasıl Manisa’da türlü otlardan ve çiçeklerden alınan maddelerle yapılmış şifa sayılan macunun ünlü mesir bayramı yapılıyorsa bizim yörede de hıdrellezde dede günü yaparlar. Dede günü yardımlaşma, sevgi günüdür. Yoksul, hasta, zor durumda olan kişilere yardım edilir. Aç olan doyurulur, çıplak olan giydirilir. Nevruz’da ateş ve su kullanılarak bazı uygulamalar da yapılır. Örneğin büyük ateş yakılıp üzerinden atlanır çünkü şuna inanırlar; ateşten atlayan hastalıktan arınır. Ateşin kullanılması onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri yok TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 25 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN edici etkisinden kaynaklanıyor. Ateş aynı zamanda güneşi temsil ediyor. Bugün marka olan Eti Uygarlığı’nın güneş kursu belki de o zamanlardan kalma bir uygulamayı bize bildiriyor. Eskiden beri suyun şifa verici ve arındırıcı gücüne inanırlar. Sabahın erken saatlerinde su kaplarındaki suları yenilerler, besi hayvanlarının sularını değiştirirler, taze su kullanırlar. Bizim okulda da su savaşı yaparlar, birbirlerine su atarlar. Eskiden annem gençken evlerine su ulaşmamışken ‘akmar’ ve ‘zırca’ dedikleri sebillerden su getirirlermiş. Su bittikçe sürekli yapmak zorunda oldukları bir işmiş bu. Nevruz zamanı da dereden billur su getirirlermiş. Size Nevruz ile ilgili şunu önerirdim: Eğer yaşam soluğunuz yeterde bahar zamanına ulaşabilirseniz artık kışın sıkıntısından kurtulduğunuz için bütün gam ve kederlerinizi bir daha size dokunupta sizi üzmemek üzere geride bırakın ve onlara arkanızı dahi dönmeyin. Öyleyse hepimiz şunu yakaralım: “Üzüntü, gam, keder sana değmesin. Öğle güneşi sana dokunmasın.” Güneşin pırıl pırıl parladığı güzel bir bahar günü yemyeşil doğayı doya doya izlemeye daim. Canlılar evreninin birbiri içindeki uyumunu inceleyin. Kim olmuş, kim yaşamış, kim ölmüş, ne olacak şimdi? Hayat bile geri dönüpte arkasına bakmıyor. Hayat her şeyi yüzüstü, askıda kalmış gibi bırakıyor. Yaşadığımız yer üreyen, yaşayan, çürüyen yaratıklar evreni. Bu evren bile birilerinin varolması için mutlaka birilerinin ölmesini zorunlu kılar. Her canlıdan şu seslenişi işitirsin: “Benim varoluşum senin ölmeni gerekli kılar. Hem düşün bir kere birimiz birimizi öldürüp defetmese dünya yaşanılmaz bir yer olurdu. Ölümsüz bir dünya kaos demektir. Bizim yasamız acımasızlıklar yasası. Düşünüyorsun öyleyse varsın, varsan sonunda yok olacaksın.” Belki biz bu kadar gaddar değiliz. Ama doğanın bugünkü durumunu koruyamazsak kendi elimizle kendimizi katletmiş oluruz. Bizim yaşamamız birilerinin ölmesine değil, birilerinin yaşamasına bağlıdır. Siz de sarmaş dolaş bağlar, meyve bahçeleri yapın. İnsanlığın avcılık ve toplayıcılıktan sonra ilk mesleği olan hayvancılık ve çiftçiliği yapacak kararı kendinizde arayın. Çaba ve çalışma gösterinki Yaratıcı’nın insanlara vadetmiş olduğu altından nehirler akan orada çiçeğin, bitkinin her türlü özünden bulunan cenneti size bahşetsin. Bugün baharın gelişini kutlayabiliyoruz, doğa sonsuza dek ölmüş değil ama yaşlı dünyamıza yapılan eziyetler korkarım ki bir gün karşılığını bulacak. Korkarım ki bir gün teknoloji insan iletişimi ve yakınlaşmasının önüne geçtiğinde, gök tek damla göndermediğinde, yer suyunu yutup tek bir yeşil ot bitirmediğinde, artık bahar tümüyle unutulduğunda ahmak ve aptal bir nesil ortaya çıkacak. Şehirlerin kuytu köşelerinde daracık binalarda üst üste sıkışıp kalmış insan yığınlarının yarattığı sorunlar yüzünden baharın gelişini göremeyecekler. Bahara tanık olamayan insanlar böyle bir cehennemin içinde ne yapacağını şaşırmış halde -hayatı güzel yapmanın yollarını bilemediklerinden- kavga edecekler, çekişecekler; zamanın nasıl geçtiğini anlamayan kişioğlu sonunda yorgun düşüp toprağa yatacak. Şunu da söylemekte fayda var, teknoloji en ileri seviyeye ulaşsa bile bilim insanları, düşünürler yaratıcı ve yaratılış hakkında çeşitli sözler söyleseler de yine de evrenin sırlarını bir türlü anlayamayacaklar ve yorgun düşüp toprağa uzanacaklar. Bugün bile geçmişin gözde insanları topraktan toprağa karışıp gitmiş bedenleriyle bize seslenmekte çünkü burası üreyen ve çürüyen varlıklar dünyasıdır. 26 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Nesrin KAHRAMAN BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 9-A / 114 TARİHİN KENTİ BURSA O sabah tarih kokan bir sabaha uyanmıştım. Çünkü o çok meşhur yeşil Bursa’daydım . Hemen Tophane’ye gitmek istiyordum ve gittim. O gördüğüm manzarayı başka hiç biyerde görmemiştim büyülenmiştim. Sonra bir turist grubu fark ettim ve onları bu büyüleyici şehir hakkında bilgilendirmek istedim ama fark ettim ki bende bir şey bilmiyormuşum ve öğrenmeye karar verdim başladım araştırmaya. Araştırmalarım sonucunda tarih kokan Bursa’nın tarihini öğrenmiştim. Peki ya neydi öğrendiklerim? Bursa, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık dördüncü şehridir.2015 Dünya Yaşanabilir Şehirler sıralamasında 48. Türkiye’de ise birinci sırada yer almaktadır. Eski adı Hüdevendigardır. Ekonomik açıdan Türkiye’nin gelişmiş kentleri arasında yer alır . Bitinya Krallığı döneminde Prusa adıyla kurulmuş bir şehir olan Bursa o dönemin üç büyük şehrinden biriymiş. Temelleri Bitinya Kralı Zipoetes tarafından m.ö 300’lü yıllarda atıldı , daha sonra 1.Prusia Kallinikos tarafından yönetim merkezi haline getirildi. Adınıda bu kralın adından geldiği bilinmektedir. Bursa’ da Roma’ nın tarihi açıdan bilinen kesin egemenliği, IV. Nikomedes’ in Bitinya topraklarını Roma İmparatorluğu’ na bağışlamasıyla başlamıştır. Bu dönemde Bursa, Uludağ Bursa’ sı yada uludağ eteklerindeki kent anlamına gelen “Prusa ad Olympos” adıyla anılmaya başlamıştır. Bizans döneminde yeniden Prusa adını alan Bursa, Bugünkü İzmit, İstanbul, İznik, Bilecik ve Karadeniz Ereğlisi bölgelerini içine alan “thema” nın (Bizans yönetim birimi-eyalet) merkezi olmuştur. Osmanlılar döneminde adı “Bursa” koyulmuştur.Bursa’daki semtlerinde Bursa’nın adı gibi değişik hikayeleri vardır mesala; Fomara biliyorsunuz Bursa, eskiden beri bir tekstil kenti. Osmanlı döneminde de ticaret işlerini gayrimüslimler yürütüyormuş. İşte 1800lü yılların sonlarında, bugünkü Fomara meydanının olduğu bölge Bursa’nın dış sınırında kalıyormuş ve genelde üretilen ipek ve diğer tekstil ürünlerine normalden biraz daha fazla ücret vererek satın alan İtalyan asıllı bir tüccar burada bir ticarethane açmış. Bu tüccarın da adı/lakabı FOMARA imiş. Diğer Rivayete göre fumar ispanyolcada sigara içmek demek. vakti zamanında fomara’nın (fumare) bulunduğu bölge tütün depolarıymış. Altıparmak , bu konuda 2 farklı rivayet var. 1 Rivayet: Birkaç yıl öncesine kadar Altıparmak Caddesinin Atatürk Stadı ile kesiştiği noktasında bir anıt varmış. ÜZerinde cumhuriyet dönemini simgeleyen çeşitli kabartmalar ile yanlarında 6 tane sütun varmış. Bu sütunlar da Cumhuriyet’in TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 27 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN 6 temel ilkesini simgelermiş. Bu sütunların ortasındaki ana kabartma sütunu ise sanki 6 tane parmağı olan bir elin avuç kısmında duruyormuşcasına konulduğu için o yanlardaki 6 tane sütun parmağa benzetilmiş ve o bölgeye halk arasında “Altıparmak” denmiş. Bu olaydaki heykeli ve yapısını görmediğim için bana biraz inandırıcılıktan uzak geldi. 2.Rivayet:Altıparmak Camiine adını veren kişi Altıparmaklı Abdullah Çelebi ye izafeten bu ad kullanılagelmiştir. Bu şahsın altı parmağı varmış lakabı da buradan gelir. Altıparmak camii nin girişindeki bilgilendirme panosunda yazdığına göre Altıparmak Mehmet Efendi nin yaptırıp ders verdiği yerdir bu cami ve semt te adını buradan alır. Kaymakamlığın arka tarafındaki cami Altıparmak Camisidir.Bahçesinde adı “Altıparmak” olan alim biri yatar.Semt zamanının meşhurlarından olan bu kişiden adını almıştır. Şehreküstü , sadece Bursa’da değil, Türkiye’nin diğer birçok eski şehirlerinde de bu isimle anılan bir semt olmuştur (ancak, çoğu günümüze kadar ulaşamamıştır). Şehrin en son yerleşmesinin olduğu yere; “Şehire küsen / Şehire küstü” adı verilirdi. Buradaki en son evden ötesi, tarlalar ve yeşil alanların başladığı sınır olurdu. Bursa’da yaşayan bir zatın, şehrin günlük gailelerinden bunalması ve evini, Bursa’nın (o yıllar için tabii ki) en uç bölgesine yapması ve artık burada ikamet etmeye başlamasından ötürü, bu zatın evinin bulunduğu yere; “Şehire Küstü” adı verilmiştir. Şehir o yıllarda bilindiği üzere, Ulucami ve Hisar bölgelerinden oluşmaktaydı. Günümüzde ise artık Şehreküstü, Bursa’nın tam içinde kalmış ve nirengi noktalarından biri olmuşsa da, ismi yüzyıllardır değişmeden gelebilmiştir Bursa’nın kuruluşu Bursa ve çevresi, çok eski yıllardan bu yana büyük kültürlerin beşiği olmuştur. Bulunduğu çevre ve Asya ile Avrupa arasındaki bir bölgede olması nedeniyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır.Tarih içinde, Bithynia ve Mysia bölgeleri içinde kalan kentin çevresinde Nikaia / Nicea (İznik), Cius / Kius (Gemlik), Apameia (Mudanya), Apollonia (Gölyazı), Miletapolis (Mustafakemalpaşa), Kalchedon (Kadıköy), Nicomedia (İzmit), Antiocheia (Yalova) şehirleri yer almaktaydı. Antik yazar Strabon; Bithynia sınırlarının doğuda Sangarios (Sakarya) nehri boyunca, kuzeyde Byzantion (İstanbul) ve Kalchedon (Kadıköy), batıda Parapontis (Marmara denizi), güneyde Mysia ve Hellepontus Phrygiri’ası ile sınırlandığını belirtmektedir. Bursa’nın tarihi geçmişi Neolitik (M.Ö. 8000-5000-Cilalı Taş Devri), Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000-Bakır-Taş Devri) dönemlere kadar inmektedir. İznik gölü çevresinde Tepecik, Söğücek ve Mekece yörelerinde Neolitik, Sölöz’de Kalkolitik Çağa, Orhangazi, Ilıpınar’da Neolitik ve Kalkolitik Çağlara, İnegöl şehir merkezinde “İnegöl Höyüğünde” Troia I-Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500) ile Çağdaş yerleşimlere rastlanılmıştır. İznik, İnegöl ve Yenişehir ovalarında yapılan yüzey araştırmalarında ise tarihinin Eski Tunç çağına kadar indiği tespit edilmiştir. 28 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 M.Ö. 1700-1200 tarihleri arasında Anadolu’da Hitit hakimiyeti görülür. M.Ö.1200’lerde Trakya üzerinden Anadolu’ya gelen göçler neticesinde yıkılan Hitit imparatorluğu M.Ö. 9-6. Yüzyılları arasında Anadolu’nun Güney ve Güneydoğu bölgelerinde çeşitli Geç Hitit Beylikleri adı altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hitit’lerin Bithynia ve Mysia bölgelerine kadar yayıldıkları düşünülmektedir. Hitit devletinin yıkılması ile Batı Anadolu’da Frig (M.Ö. 750-546/300) hakimiyeti görülür. Aynı tarihlerde Doğu Anadolu bölgesinde maden ticaretini elinde tutan Urartu’lar yaşamaktaydı. Trakya üzerinden Anadolu’ya giren Frigler önce Marmara denizinin güney ve güney doğusunda yerleşmişlerdir. Bursa ve çevresinin de Frigler tarafından iskan edildiği varsayılmaktadır. Frigler, Trakya üzerinden gelen yoğun göç dalgaları sonucu Orta Anadolu’ya kayarak Gordion’u başkent yaparlar. Batı Anadolu’da ise Lidya (M.Ö. 700-300) uygarlığı varlığını sürdürmekteydi. Lidya krallığını yıkan Persler (M.Ö. 545-333), bütün Anadolu’ya yayılarak Bursa ve çevresine de hakim olurlar. Bu dönemde Daskyleion (Bandırma-Ergili)’da Pers Satraplığı bulunmaktaydı. Persler’in Anadolu’daki ikiyüzyıllık hakimiyeti Büyük İskender’in M.Ö. 333’de Pers kralı Darius’u yenmesine kadar devam etmiştir. Persler’in baskısı Batı Anadolu şehirlerinin ayaklanmasına neden olmuştur. Bu ayaklanma içinde Bithynia bölgesi şehirleri de yer almaktaydı. Bithynia bölgesi halkı M.Ö. VII yüzyılda Trakya’dan göç eden Bityn ve Tyni kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesi ile meydana gelmiştir. Bithynia bölgesi kral I. Nikomedes (M.Ö. 279-250) zamanında en saygın krallık haline gelmiştir. Krallık IV. Nikomedes döneminde M.Ö. 74 tarihinde Roma imparatorluğuna bağlanmıştır. Bursa ve civarı önceleri Bithynia olarak anılmaktaydı. Bithynia’nın en eski halkı Bebryk, Migdones ve Mariandini’lerdi. Avrupa’dan gelen Bithyn’ler adlarını tarihten sildikleri Bebryk’lerin yerine yerleşmişlerdir. Bugün Anadolu’ nun en eski halkının M.Ö. VII yüzyılda göç eden Bithynia’lılar olduğu kabul görmüştür. Sonra da Mysia’lılar gelmiştir. Adını Bithynia kralı 1. Prusias’dan alan Bursa ve çevresi çok eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. 1942 yılında Alman Arkeologlarca İnegöl höyüğünde gerçekleştirilen kazılarda höyüğün; en alt tabakalarındaki buluntuların Troya I, daha üst tabakalarındaki buluntuların ise Bozüyük ve Demircihöyük ile çağdaş olabileceği ortaya çıkmıştır. 1948’de İznik gölünün kuzeyinde yapılan yüzey araştırmalarında taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan bazı höyükler saptanmıştır. 1955’de yapılan bir başka araştırmada pretohistorik (yazılı tarih öncesine geçiş dönemi) kalkolitik (bakır-taş çağı) buluntularına rastlanmıştır. Aynı yörede son kalkolitik ve erken Tunç Çağı’nın preklasik Lydia çanak çömlekleri elde edilmiştir. Orhangazi ilçesi yakınlarındaki Ilıpınar höyüğünde 1986 yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında üst üste altı-yedi yerleşim alanı saptanırken, bu höyüğün yakınlarındaki Hacılartepe höyüğünün taş devrinden kalma bir yerleşim alanı olduğu belirlenmiştir. M.Ö. V. Yüzyılda yazılan Herodot tarihinde Kius/Gemlik, Bursa ve çevresinde var olan ve Argonotların kolonisi olan tek kenttir. Kius/Gemlik’in kuruluşu M.Ö. XII yüzyıla kadar çıkar. Apemea/Mudanya kentinin ise M.Ö. X. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat gölü üzerindeki Apollonia/Gölyazı yerleşiminin de M.Ö. VI. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 29 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Krezus/Kroisos (M.Ö. 561-546) tarafından Lidyalıların egemenliğine sokulan Bursa bölgesi daha sonra bir süre Pers/İran egemenliğine girmiş ve bu savaşlar sırasında tahrip olmuştur. Kadıköy’ de kurulan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarını saldırılarla tahrip etmiştir. Dedaldes, İranlılara karşı savaşarak bir bakıma bağımsız bir Bithynia Devleti kurmuştur. Dedaldes’in oğlu Boritas ve onun oğlu Bas/Byas (M.Ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır. M.Ö. III. Yüzyılda Mudanya’da Myrleia/Apameia kenti, M.Ö. II. Yüzyılda Mustafakemalpaşa yakınlarındaki Melde tepesinde antik Miletopolis kenti, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis kenti kurulmuştur. Tüm bu antik kentlerin dışında, İznik gölünün güneyinde bugünkü Sölöz köyünde Pythopolis, Yenişehir’ de Otroia, Orhaneli’ de Adriani, Karacabey’ de Kremastis, Eşkel’de Dasklium, Çekirge’ de Plai, Kurşunlu’da Brillos gibi ikinci derece önemde olan yerleşimler de vardır. Bölgenin bir diğer önemli kenti de Nicea/İznik’ tir. M.Ö. V. Yüzyıldan önce kurulan ve Helikore adını taşıyan İznik, M.Ö. 316 yılın da işgal edilip Yunan kolonisi olmuştur. M.Ö. I. yüzyılda yaşayan Strabon’un ünlü coğrafyasında Bursa kenti ile ilgili en eski bilgi şu şekilde yer alır; “Prusa, ‘Mysia Olympos’u eteklerinde kurulmuş ve iyi yönetilen bir kenttir. Frigyalılar ve Mysialılar ile sınır komşusu olan bu kent, Kroisos’a karşı savaşan Prusias tarafından kurulmuştur”. V.yüzyılda yaşamış Yunan coğrafyacısı Bizantion’lu Etien’e göre de Bursa; Cyrus ile çağdaşı olan kral Prusias döneminde kurulmuştur. Bursa, Bithynia kralı I. Prusias (M.Ö. 232-192) döneminde kent statüsüne yükseltilip çevresi surlarla çevrilmiştir. Roma ile yaptığı savaşı kaybeden Kartaca Kralı Hannibal, askerleriyle birlikte sığındığı I. Prusias tarafından büyük itibar görmüş ve krala minnettarlığının belirtisi olarak M.Ö. 185’ de Bursa kentini kurmuş, bu nedenle de kente Prusa adı verilmiştir. Bursa’nın kuruluşuyla ilgili bu en eski bilgi M.Ö. II.-III. yüzyılda yaşamış Plinius’a aittir. Ancak, yöreye ait kesin bilgiler M.Ö. 700’lere dayanmaktadır. Homeros bölgeden Mysia olarak söz etmektedir. Günümüzde ise Bursa yöresinde Mysia yerleşmelerini anımsatan iki yerleşim bulunmaktadır: Misi (Gümüş tepe) ve Misebolu (Aydınpınar). Prusia adı zamanla Prusa, sonra da Bursa’ya dönüşmüştür. Bithynia Krallığı ile Bergama Krallığı arasındaki savaşlar neticesinde zayıflayan Krallık, M.Ö. 74’te Roma İmparatorluğu tarafından gönderilen Proconsul’ lerce (Eyalet Valisi) yönetilen bir Asya Eyaleti haline gelmiştir. Bursa M.S. 385–1326 yılları arasında ise Bizans dönemini yaşamıştır. M.S. 555’lerde bölgede ipek üretimine başlanmış ve doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kenti kurulmuştur. Bursa aynı zamanda Osmalı’nın ilk başkentidir. Osmanlılar’ın Hüdavendigar Vilayeti 1071 yılından sonra Anadolu’yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya’dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu’nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar’ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü. Osmanlı Beyliği’nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey’di. 1299’da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hü30 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 küm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi’nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos, Bizans’tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301’de Koyunhisar’da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey’in orduları oldu. Artık Türkler’in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar’ın bu olaydan sonra da birlik halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin oğlu Ak Timur’u kumandan tayin etti. Osmarı Bey’in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı’na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey’e devrederek Yenikent’e döndü. Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi’nin sefere gidip savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi’ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi önce Evrenos Kalesi’ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa’ydı. Orhan Gazi, Bursa tekfuruna Mihal Bey’i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi’den bağışlanmasını isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan sonra, Tekfur’un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul’a doğru yola çıktılar. 1326 yılında Bursa artık Türkler’indi. Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi’ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi’ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Sultanı yüzünde bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa’nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi’nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman, artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan’ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden uIufe tayin etmekti. Önceleri sikke, Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328’de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler, artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar. Bithynia, Roma ve Bizans’ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı’ya ilk başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad’a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti. 1362’de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne’de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne’de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda da Bursa önemini hiç yitirmedi. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 31 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN 1399’da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası’nı kurdu. 1402’de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte yangınlar çıkardılar. 1429’da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482’de Cem Sultan Bursa’da 18 günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti. Bu kadar büyük tarihi olaylara tanıklık etmiş olan Bursa’nın gelişmiş bir mimari üslubu olduğu söz konusudur. Osmanlı yapı sanatında, önce zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine aynı zamanda eski mimari tekniğinde ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve zanaatçılar da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu beyliklerinin anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu böyle doğdu. Bursa mimarisi İstanbul’un fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul’daki ilk anıtların yapımında genellikle bu üslup kullanıldı. T biçimi plana uygun yapı tipi de 14. yy’da gelişti ve Bursa’daki “selatin camileri”nin hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi. Üst kısmından yüksek horizontal bir hatla bağlanan “Bursa kemeri” ise, iki çeyrek daireden oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif işlerde kullanılırdı. Orhan Bey’in Bursa’yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında bulunurdu. Ondokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını sağladı. Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü avlulu camiler gurubuna girer. 1399’da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar’a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin üstü camlıdır. Cami’de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüzdoksaniki adet sabit veya levha olarak yazı vardır. Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1419’da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa’ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed’dir. Ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa ve İznik’teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak, uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423’de Yeşil Cami’nin bütün süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı. İkinci Murad’ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa’ya büyük zarar veren depremde, Muradiye Camisi’nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı. 32 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Bursa’da gelişmiş mimari üslubun dışında yaşanabilirlik konusunda ilerlemiş bir de yaşam söz konusudur.Portreler Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya da topluluklar renklendirdi. Orta Asya’dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte. Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı. Ortaçağ’dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora’nın fethiyle Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi. İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya’daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1461’de İstanbul’da kurulan Ermeni Patrikhanesi’ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik seçildi. Yahudi ve Rumlar’a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu’da yaşayan Ermeniler Bursa’ya yoğun olarak göç ettiler. Bursa’daki Ermeniler’in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı. Vali Hacı İzzet Paşa’nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa’nın ilk gazetesi Hüdavendigar’ın 82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa’da M.Ö. 79 yılında Yahudiler’in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan Orhan’ın, Bursa’yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile birlikte kazandılar. Yahudiler’in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı’nda işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya’daki Müslümanlar’ın büyük bir çoğunluğu da Bursa’ya göç ettiler. Yalnızca Rusçuk’tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar’dı. Kafkasya’dan gelenler Yıldırım, Kazan’dan gelenler Mollaarap, Kırım’dan gelenler ise Alacahırka’ya yerleştirildiler. Bursa’da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları Çeribaşı’nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı. Yirminci yüzyılın başında, Bursa’da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran’ın konsoloslukları bulunmaktaydı. Yine aynı tarihlerde yapılan sayımda nüfusun % 9.84’ünü Rumlar, % 6.66’sını Ermeniler, %18’ini diğerleri, geri kalan bölümünü Müslüman Türkler oluşturmaktaydı.1903 yılında, Vilayet Genel Meclisi’nde, Müftü Ali Rıza Efendi ile birlikte, Rum Metropoliti, Ermeni Başpiskoposu Natalyan Efendi, Ermeni Katolik Murahhası Arşoni Efendi, Piskopos Artin Efendi, Hahambaşı Moşe Hayim Efendi de vardı. Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5’i Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise 4’ü Türk’tü. Bursa’nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu. Kentin bütününün sümbüle büründüğü 1869 yılının bir bahar günü, Bursalı kadınlar bahçelerden birinde şarkılar söyleyerek eğlenirlerken, aralarına iki erkek girer. Konu Bursa Adliyesi’ne yansır. Sorguya TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 33 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN çekilenler yabancı olduklarını, bu nedenle o gün çiçek bahçelerini gezmenin erkeklere yasak olduğunu bilmediklerini söyleyerek kendilerini savunurlar. Gerekçeleri nedeniyle affedilirler ama olay Bursa Mahkeme-i Şeriyesi’nin kayıtlarına geçer. Bursa’nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en ünlüsü kebaptır. 1836’da Bursa’yı gezmeye giden Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları’nda kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: “... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında, kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap, yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler’in çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu.” Sürgünler kenti de oldu yeşil Bursa ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştü. Mevlanazade Rıfat, uzun seneler yurt dışında yönetime karşı çalışmalarını sürdürdükten sonra, kaçarı olmadığını anlayarak, İstanbul’a gelip, polis müdüriyetine teslim olmuştu. Sıkıyönetim mahkemesinin hakkında daha önceden vermiş olduğu karar hükmü gereğince Bursa’da oturmaya mahkum edildi. Bu sürgün cezası ancak, Sultan II. Abdülhamid’in 27 Nisan 1909’da tahttan indirilmesi ve yerine 35. Osmanlı Sultanı olarak V. Mehmed Reşad’ın geçirilmesiyle sona erecekti. Yeni Sultanın tahta çıkmasından sonra, herkesle beraber Mevlanazade Rıfat da affa kavuşarak Bursa’dan İstanbul’a döndü. 1906-1909 yılları arasında Bursa’da valilik yapan Mehmet Tevfik Bey’in anılarında da başka sürgünlerin izlerine rastlamak mümkündür. Mehmet Tevfik Bey, Sultan Murad’ın kızlarından Fehime Sultan’la olan ahbaplıklarından söz ederken, dostluklarının önemli bir nedeni olarak, vaktiyle Bursa’ya sürülmüş olan ve Sultan’ın eski günlerinden tanıdığı üç kızkardeşe yaptığı iyilikleri göstermektedir. Biri Sultan Abdülhamid’in, diğeri Reşad Efendi’nin saraylılarından olan, üçüncüsü ise bu iki kardeşin ablaları olup, saray dışında yaşayan üç kızkardeş kendilerine Bursa’da bir ev alınıncaya kadar vali Mehmet Tevfik Bey’in evinde ağırlanırlar. Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey’in sürgüne gönderilme hikayesi ise ibret vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’la evlidir. Bir ara hastalanan Naime Sultan’a, eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla “kakodilat” enjekte eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte oturdukları sarayın yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad’ın en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte olduğu ve onunla evlenebilmek için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir. Tıpta bunun bir ilaç olarak da kullanıldığı söylense bile Abdülhamid’i ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından 34 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 boşatılarak Bursa’ya sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey, Bursa’da kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden Mustafa Paşa adında bir Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli birkaç subay Kemaleddin Bey’in kontrol altında tutulması görevini üstlenirler. Hepsi birlikte aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça vali bile gidip hatırını soramaz. Yine Sultan Murad’ın vefatından sonra gözdelerinden biri ile sayıları bir hayli fazla olan kalfaları, kendilerine onar lira maaş bağlanarak Bursa’da sürgüne gönderilmişler, her birine birer ev alınacağı söylenmiş, talib olanlarla evlendirilmeleri de irade edilmişti. Çok sayıdaki bu kadınların herbirine Bursa’da evler alınıp, teker teker yerleştirilmeleri zaman alacağından, geldiklerinde hepsinin bir arada oturmaları için iki konak tutulmuştu. Vilayet mektupçusu ile Maarif Müdürü de Bursa’ya sürülmüş memurlardandı. Necmeddin Molla’nın ağabeyi Ali Ata, bir gün Boğaziçi vapurlarından birinde yolculuk ederken, yanında oturan tanımadığı adamın sigarasından kendi sigarasını yakmıştı. Kim olduğunu bilmediği bu adamın veliahd Reşad Efendi’nin adamlarından biri çıkması ve durumun jurnallenmesi ile o da Bursa’ya sürülenler kervanına katılmıştı. Bütün bunlardan başka, o sıralarda Bursa’ya sürülmüş ünlü Fehim Paşa ile birlikte merkezde ve çevrede daha başka sürgünler de vardı. Şimdide size anlatmam gereken bir önemli konu daha Bursa’nın meşhur çarşılar. Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi’nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı’nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı’nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı’nda; hallaçlar ve terziler, Atpazarı’nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan Çarşısı’nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı’nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü Bursa baçakçıları bulunurdu. Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa’da ticaretin can damarlarıydılar. Çarşının geliştiği gibi bir o kadar da esnafta gelişiyor.Bursa’da her iş kolunda hizmet veren esnaf, kendilerini denetleyen, sıkı kontrol altında tutan örgütlere bağlıydılar. Bu örgütler işinin ehli olmayanların dükkan açmasına izin vermezler, işinin ehli olan ustaların yarattıkları ürünlerin de başkaları tarafından kopya edilmesini engellerlerdi. Esnafların işyeri açabilmeleri de uzun yıllara ve çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamalarını geçmelerine bağlıydı. Büyük bir disiplinle yetiştirilen bu insanlar her yükselişlerinde onurlandırılırlardı. Çıraklar kalfalık hakkı kazandıklarında ustaları tarafından her sanatın kendi Kethüdasına, Yiğitbaşına ve diğer esnafa durum bildirilirdi. Davetliler kentin değişik mesire yerlerinde yemekli, şenlikli, güreşli eğlenceler düzenlerler, dualarla Yiğitbaşı çırağa peştemal bağlayarak kalfalık verirdi. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 35 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bu kalfaların daha sonraki yıllarda ustalığa yükselmeleri yalnızca uzun yıllara ve büyük başarılara bağlı değildi. Her meslek gurubunun ustaları belli sayılarda olduğundan, yeni gelecek kalfaya yer bulunması gerekir, ancak bir usta öldüğünde veya işi kapattığında bu şans yakalanabilirdi. Açılan yere en kıdemli kalfa yine törenlerle usta olarak seçilirdi. 1833 yılında Konstanz Bey’in ve 1843 yılında Boduryan Efendi’nin ipek fabrikaları ile birlikte kentte yavaş yavaş endüstrileşmeye doğru bir geçiş yaşanmaya başlandı. Bu endüstrileşme ipek böcekçiliğiyle başladı.Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya’da zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş kaftandı. İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa’da baş gösteren ve 1860’lı yıllarda da Bursa’ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından çarenin Fransa’da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi Böylece bir müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı oldukları anlaşıldı. 2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi’nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi’nin evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü’nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa’da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi. İpek böcekçiliğinden atkılı tezgahlardaki dokumaya geçiş … Osmanlı İmparatorluğu’nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi. 1850’lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa’daki benzerleri gibi kurulmuş 14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya’da da iki fabrika vardı. Bursa’da tül işleyen, saf ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı. Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve, bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap. Bursa, Bilecik ve Üsküdar’da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurdu. Bursa’da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların, her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa’dan kumaş satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları Bursa kumaşlarıyla 36 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 dolmuştu. 16. yy’da Bursa tezgahlarında dokunan kumaşlar ve kadifeler her yerde aranıyor, olağanüstü bir zenginlikte dokunan dibalar, kadifeler, canfesler padişahlara, şehzadelere yapılan elbiselerde kullanılıyordu. Burada dokuma ustaları lonca halinde teşkilatlanmışlardı. Dokumalar satışa çıkarılmadan önce ciddi bir kontrolden geçirilir, her kumaş damgalanırdı. Aranılan niteliklere sahip olmayan kumaşlara ise devlet el koyardı. Her atölye belli bir kumaş türünde ustalaşmıştı. Yabancı ülkelerden getirilen pamuk ipliği de ciddi ve sıkı bir incelemeden geçirilirdi. Pamuk ipliği her cumartesi günü Ulucami’nin avlusunda kurulan pazarda, ipek kozaları ise Koza Hanı’nda satılırdı. 18. yy’da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa’nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti. Bursa da ticaret gelişiyordu bunun yanında eğitimde durmuyordu; Misyoner okulu ,1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera’da bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon’da da okullar açıldı. Ders programları Batı’daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa sürede kendini kabul ettirdi. Bursa’daki Amerikan Kız Okulu’nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)’di. Işıklar Askeri Lisesi , okul 1845’de, Sultan Abdülmecid’in buyruğu ile bugünkü Heykel Meydanı’nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892’de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894’de bu yapılara ikinci bina da eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911’de hastane kısmı da eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922’de Askeri İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa’nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise, önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar’a dönüştüğü söylenmektedir. Ziraat Mektebi ,Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde Hüdavendigar Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu. 1904 yılında, Mülkiye İdadisi’nde 325, Hamidiye Senayi Mektebifıde 150, Ziraat Mektebı’ nde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905’de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha sonra okul Darülmuallimin adını aldı. Şimdi ise anlatılma sırası Bursa’nın meşhur kaplıcalarına geldi. Roma’dan Bizans’a bursa’da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar’ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken Pythia’daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 37 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN döneminde daha da önem kazandılar. Osmanlı geleneğinde kaplıcalar Evliya Çelebi Bursa’nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa’nın ilk kaplıca inşaatı, Jüstinyen’in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar’ın 1511’de iki kubbe daha ilave ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul’daki tanınmış kişilerden ve büyükelçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa’ya gelirlerdi. Bursa valisi Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm’in eşi Augusta’nın erkek kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906’da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon’u 7 Haziran 1908’de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908’de ağırladı. Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında: Girenler içinde kalur Suyun dökünse can bulur Nicelere derman olur Kaplucası Bursa’nın diye tanımlanır. Helmut von Moltke’nin Türkiye’den babasına yazdığı bir mektupda ise aynen şöyledir: “Türk hamamlarının keyfini sana evvelce yazmıştım. Bursa’dakiler suni değil, tabiattan öyle sıcaktır ki insanın büyük, dupduru havuza girince haşlanmadan dışarı çıkabileceğine önceden inanmayacağı gelir. Girdiğimiz hamamın terasının harikulade güzel bir seyri vardı ve öyle rahattı ki insan bir türlü ayrılmak istemiyordu . Cumhuriyet döneminde Bursa,8 Temmuz 1920’de Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgalinden sonra, 11 Eylül 1922’de yeniden Türk egemenliğine geçmiştir. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte Bursa şehri kültür, sanayi ve tarım merkezi olarak gelişmesini sürdürmüştür.Cumhuriyet dönemiyle birlikte planlama çalışmalarına başlanan şehirde, 1960’lı yıllardan itibaren sanayinin önemi artmış, kentin nüfus ve kentsel gelişimi hızlı bir değişime uğramıştır. Coğrafi konumu, tarımsal, ticari ve sanayi potansiyelinin yüksek oluşu kentin çekiciliğini her dönem korumasını sağlamaktadır. Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma, işsizlik, suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok kentsel sorunu da doğurmuştur. Bu sorunlarla mücadele etmek için 1990’larda başlayan bir hareketle yerel, ulusal ve uluslararası kaynaklardan yararlanarak içme suyu, kanalizasyon, ulaşım, eğitim, çevre kirliliği, güvenlik, sağlık ve istihdam gibi konularda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Sivil toplum örgütleri, özel sektör, üniversite ve vatandaşların giderek artan duyarlığına cevap verebilmek için yeni parklar, binalar, kültür merkezleri, çevresel yatırımlar ve kentsel düzenlemeler yapılmaktadır. 1 Ekim 1925’te temeli atılan Bursa Dokumacılık Fabrikası (İpekiş) 1927 yılında hizmete açılmıştır. İpekiş, Kültürpark’ın bitişiğinde 32 dönüm arazi içinde, tarihi binalarıyla müze 38 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 gibi bir kuruluştur. Bursa yöresinde koza üretiminin ve ipekböcekçiliğinin teşviki amacıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla İş Bankası tarafından yaptırılmıştır. 1940’larda Yün-iş ile birleşen İpekiş, 1991’de özelleştirilmiştir. Tarman Grup adlı özel sermaye grubu tarafından işletilmektedir. 1933 – 1937 yılları arasında uygulanan 1. Beş Yıllık Sanayi Planı’nda tekstil, kendir-kesen, demir-çelik, porselen-çini, klor, suni ipek, selüloz ve kağıt tesisleri, şeker, süngercilik ve gül sanayileri gibi alanlar yer almıştır. Bu kapsamda, 1938 yılında Bursa Merinos Fabrikası ve Gemlik Sunğipek Fabrikası kurulmuştur.Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası, Türk ekonomi tarihinin simgelerinden birisi haline gelmiş tekstil fabrikasıdır. İsmet İnönü tarafından 28 Kasım 1935’te temeli atılan fabrika 2 Şubat 1938 günü Atatürk tarafından işletmeye açılmış ve Türk sanayisinin en büyük fabrikalarından birisi olmuştur. Ülke tekstilinde Sümerbank iplik üniversitesi olarak tanımlanırken, Merinos’a da Yünlü Fakültesi yakıştırması yapılmıştır. Kapatılana kadar Türk Silahlı Kuvvetleri için giysi üretimi yapmaya devam eden Merinos, 2004 yılında Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından kapatılmıştır. 2004 yılında fabrikanın arazisi ve üzerindeki gayri menkuller ücretsiz olarak Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. Günümüzde Merinos Kentsel Dönüşüm Projesi adı verilen bir projeyle Merinos tesislerini yeniden kente kazandırmak için çalışmalar sürmektedir. Proje, açık arazinin Merinos Kültür Parkı adıyla yeşil saha olarak düzenlenmesini; Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi adıyla İstanbul Lütfü Kırdar Kongre Sarayı’ndan daha büyük bir kongre merkezi inşasını; bölgede Ulusal Tekstil Müzesi, Modern Sanat Müzesi ve Spor Müzesi oluşturulmasını içeriyor. Projeye göre Merinos Tesisleri’nin müdür evi, iplik işletmesi, tabldot salonu, su kulesi, soğutma kulesi, puantörlük yapıları korunacak. 1935 yılında Gemlik’te temeli atılan ve 1938 yılında hizmete açılan Sunğipek Viskon ve Selefon Fabrikası, zamanla teknolojinin eskimesi sonucu üretimini durdurmuş, 1997 yılında özelleştirme kapsamında Sümer Holding bünyesinde satışa sunulmuş, 1998’de Tekel’e devredilmiştir. 2002 yılında da, 293 dönümlük araszisi Uludağ Üniversitesi’ne devredilmiştir. 2006 yılında, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın katkılarıyla Gemlik Asım Kocabıyık Meslek Yüksekokulu olarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ulaşım ağı da yaygınlaştırılmış, yabancı şirketilerin yönetiminde bulunan demiryolları devletleştirilmiş ve yeni demiryolları yapılmıştır. Bu kapsamda, 1931 yılında Mudanya – Bursa hattı, satın alma yolu ile devletleştirildi. Bugün ki Bursa’yı da ben anlatmak isterim sizlere bu günlerde sanayisi yeterince gelişmiş bir Bursa burası. Sanayisi gelişirken aynı zamanda bilinçsiz bir şekilde yeşilliğinden de yoksun kalmış. Daha yeni yeni bilinçleniyor yeşilini koruya bilmek için. Okulları ,ulaşımı,sanayisi her geçen gün daha da ileri gidiyor.Ama çarşıları esnaflığı popülaritesini kaybediyor bunun yanı sırada restorasyonuda her geçen gün ilerliyor. İki ileri bir geri olsada ilerliyoruz yavaşta olsa güzelleşip büyüyoruz… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 39 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN KAYNAKÇA İlhan Yardımcı: Şehirlerin Sultanı Bursa, Uludağ Yayınları,İstanbul,2003 Mefail Hızlı: Bursa Mektepleri, Bursa,1999. Işıklar Askeri Lisesi Yetkilileri: Işıklar Askeri Lisesi yıllığı, Bursa ,1974/1975. Bursa Araştırma Merkezleri :Çarşının Öyküsü Bursa,İstanbul,2010. 12/03/2015 tarihli Olay gazetesi (Dünya Yaşanabilir Şehirler 2015 sıralamasına Bursa’nın girmesi) wowturkey.com www.bursahaber.com 40 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Merve YEŞİLOĞLU Bursa Anadolu Lisesi 11/G UMUDUN HABERCİSİ Mevsim kışken,hava soğukken ne kadar karamsar oluyoruz,değil mi?İçimizden bir şey yapmak,evden çıkıp o soğuk havada okullarımıza,iş yerlerimize ulaşmak gelmiyor.Oysa bahar geldiğinde,doğa uyandığında,sanki bizim içimizde de bir şeyler uyanıyor ; dallar çiçek açıyor ya,sanki bizim içimizde de bir şeyler çiçekleniyor…Bu sefer evde oturmak istemiyoruz. Pencereden vuran gün ışığı dışarı davet ediyor bizi.Dinlediğimiz hüzünlü müzikler bile daha bir neşeli,umutlu müziklere bırakıyor yerini. Bahar,bizde uyandırdığı bu iyimser,neşeli hisleri asırlar önce atalarımıza da yaşatırdı. Öyle ki atalarımız bu güzel sevgiliyi,baharı,büyük bir coşku ve bayram havasıyla karşılardı. Onlar için bayram niteliğindeki bu günde insanlar birbiriyle sevgiyle kucaklaşır,kırgınlıklarını bitirir,mutlulukla yiyip içerlerdi.Çeşitli yarışmalar düzenlenir,güreş,cirit atma müsabakaları yapılır,kopuz eşliğinde şarkılar söylenir,şiirler okunurdu. Türkler,asırlardan beri toprağa çok önem veren,onu canından bir parça gibi koruyan bir millettir.Doğanın kucağından kopup gelen bu millet için,tabiat tartışmasız büyük bir öneme sahiptir.Onları bir ana şefkatiyle kucaklayan,ölülerine huzurlu,ebedi bir yatak olan,sofralarına sonsuz güzelliklerinden nimetler veren toprak,onların her şeyidir.Onları muhtelif düşmanlarından koruyan,onlara bir sığınak,bir yuva olan doğa,onların anasıdır.Belki de bu sebepten,toprağın yeniden uyanması,doğanın zorlu kış günlerinden sonra buzlarını çözüp yeniden canlanması onlarda bir bebeğin hayata gözünü açması kadar umutlu bir hava yaratır. Umudun,güzel günlerin habercisidir bahar.Yeniden doğuşun simgesidir.Türkler bu umut vaat eden yeniden uyanışı,onu nasıl karşıladıklarını,destanlarına,masallarına,şiirlerine de konu etmiştir.Ergenekon Destanı’nda bahsedildiğine göre,düşmanlarının hile ile öldürdüğü,tutsak ettiği Türklerden hayatta kalanlar,dağlık olan Ergenekon’a gelirler.Yıllar sonra burada çoğaldıktan sonra,artık gitme vakti gelmiştir fakat atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştur. Yeni bir geçit aramaya koyulurlar.Bir demirci,dağın demir kısmını eritirlerse çıkabileceklerini söyler,böylece demiri eritirler ve işte Ergenekon’dan çıkışlarını,o kutlu günü,nevruz olarak kutlarlar.O günden sonra başlayan kutlamalar öyle bir gelenek haline gelir ki,her yıl,takvimin başlangıcında,kağan bir demiri örse koyup çekiçle döver.Etrafındaki insanlar da bunu yapar ve böylece Tanrı’ya şükranlarını sunmuş olurlar.Bugün,milli duyguları,beraberlik hissiyatını,inancı kuvvetlendirir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 41 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Cumhuriyetin ilanından sonra bu gün Ergenekon Bayramı olarak da kutlanmıştır.Günümüzde hala varlığını sürdürmekte, ateşten atlama törenleriyle,çeşitli şenlikler ve müsabakalarla,bazı bölgelerde “Hıdırellez” adı altında coşkuyla kutlanmaktadır.Bu bahar sevgimiz,şüphesiz ki atalarımızdan,özümüzden gelen doğal bir coşkudur.Bu neşe içimizde öteden beri vardır ve hep var olacaktır. Atalarımız,göçebe oldukları için,kış koşullarını çok ağır hissederlerdi ve baharın gelişi,onlar için bir kurtuluştu.Dilerim önümüzdeki baharlar da bizim kara kışlardan kurtuluşumuz olur,yeni nevruzlar,yeni umutlar dileğiyle… 42 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Yağmur Gizem YAVUZER Bursa Anadolu Lisesi 11-F BAHAR SENFONİSİ Güneşin ben buradayım dercesine heybetli gövdesiyle içimizi ısıttığını hissettin mi? Tabiat ananın kolları arasında sessizliğe gömülmüşlerin, tatlı haykırışlarıyla soğuğun altından yeniden doğuşunu hiç dinledin mi? Veyahut da bir çocuğun minik elleriyle yaptığı kardan adamın hüzünlü gözyaşlarını? Dinle! Doğa yeniden ayaklanıyor. Ağaçlar yapraklarıyla canlanıyor, kuşlar özgürlüğe kavuşmak için uçarak şakıyorlar. Dereler, akarsular, barajlar şimdiden dolmaya başladı. Hayvanlar arkasında bıraktığı uzun bir kış uykusunu geride bırakıp yeni hayata atılıyor. Duydun mu? İleride bir kuzu annesine sesini duyurmaya çalışıyor. Tüm bu güzelliklerin içimizi heyecan ve sevgiyle doldurduğunu biliyoruz. Bu güzellikleri sunan ilkbaharı da. İçimizde garip duyguların oluşmasını sağlayan ilkbaharın gelişi ciğerlerimize çektiğimiz sevgiyi harekete geçiriyor, bize bir tutam mutluluk katıyorsa ve içimizi kıpır kıpır yapıyorsa yapmamız gereken tek şey var; insana huzur veren bu güzel olguyu kutlamak. Tabiatın tüm güzelliklerini sunduğu, dışarıya baktığınızda ağaçlardan uçuşan çiçekleri, etrafınızın gökkuşağı renkleri ile bezendiğini görebileceğiniz bu mevsimin gelişini kutlamak, şenlikler düzenlemek kulağa oldukça hoş geliyor. Heyecanlandınız değil mi? Rahat olun, bizim böyle bir bayramımız var; Nevruz. Türk kültüründe çok önceden yerini edinmiş, Ergenekon Destanı’yla ortaya çıkmış olan Nevruz beş parmağın birbirinden ayrılamaması gibi Türk’ün de aynı çatı altında birliğini, kardeşliğini pekiştirmede önemli bir yer edinmiştir. Türk kültüründe yeniden doğuşun bir simgesi, Türk’ün inanışının ve düşüncelerinin bir ifadesini gösteren hazinedir. Baharın gelişi nasıl bir sevinçse karanlık tarihe bir mum ışığı olacak Türk’ün doğuşu da mutluluktur. Bu coşkulu bayramı Türk kamları şu sözlerle ifade etmiş. “… Yüce Gök Tanrı’nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk’ün Atası) yaradıldın!” Türk ulusunun bu unutulmaz kutlaması yıllar sonra atadan oğla geçerek gelenekselleşmiş kendisinin tozlu raflara kaldırılmasını engellemiştir, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar yayılan, İslamiyetten önce kendini göstermiş, uzun bir geçmişe dayanan bu gelenek bölgeden bölgeye farklılık gösterse de içimizde o kıvılcım etkisini hala yaratabilmektedir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 43 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Peki nasıl kutlanır bu Nevruz? Nevruz bayramıyla ilk tanıştığım zamanlarda sanırım 9-10 yaşlarında falandım. Sabah ilk olarak komşularımızın temizlik işleriyle uğraştığını ve halılarını sokağa serip yıkamaya başladıklarını, benden küçük yaştaki çocukların suyun içine girip birbirlerine oyun yarattıklarını ve annelerinin kızıp onları ellerinde fırçalarla kovaladıklarını hatırlıyorum. Kadınlar halı yıkama ve sokağa süpürme işleriyle uğraşırken büyük çocukların çalı çırpı toplayıp bir kenara biriktirdiklerini görünce ben de onlara yardım ederdim. Onlara neden böyle bir şey yaptığımızı sorduğumda büyük bir ateş yakacağız demişlerdi. Korkmuştum ama ateşi hayal edip büyüklüğünü merak etmekten de geri kalmamıştım. Akşam vakti gelip karanlık, bir perde gibi üzerimize çöktüğünde dışarıdaki sesler inanılmaz derecede fazlaydı; konuşmalar birbirine karışıyor, arkadaşlarım neşeli çığlıklar atıp etrafta koşuşturuyordu. Bunu görmüş, dayanamayıp dışarıya atmıştım kendimi. Birkaç adam topladığımız çalılıkları ve daha fazlasını sokağın ortasına koyup yakmaya başlamışlardı. Ateş çalılıları tutuşturduğunda ışığı pencerelere yansıyor, inanılmaz bir görüntü yaratıyordu. Yavaş yavaş büyüyen ateş beni dehşete düşürmüştü, evet. Fakat sonrasında insanların yüzündeki o gülümsemenin benim ifademe de işlediğine emindim. Biraz vakit geçtiğinde ve ateş büyüdüğünde sokağımızdaki tüm sakinler dışarıya dökülmüş, üzerinden atlamak için sıra bekler olmuştu. Bizim gibiler için de oluşturulmuş küçük bir ateş vardı, biz çocuklar da onun üzerinden atlıyorduk. Atlarken büyüklerin bir şeyler söylediğini görünce ben de “Yansın alev saçılsın, tahtım açılsın.” dediğim ama sonrasında doğrusunun “Yansın alev saçılsın, bahtım açılsın.” olduğunu öğrendiğim cümleyi söyleyip babamın bana scooter alması dileğiyle (Sanırım o zamanlar en büyük hayalim bir scooterımın olmasıydı.) atlamıştım. O gün sokağımız olmadığı kadar kalabalıktı ve insanların mutlu olduklarını yüzlerindeki ifadeden anlayabiliyordunuz. Sanırım o zaman anlamıştım, bugünün özel bir gün olduğunu. Bu nevruzla olan ilk karşılaşmam ilk anımdı ama sonraki kutlamalara ne yazık ki katılamasam da haberlerden ve gazetelerden okumuştum. Türk Dünyası’nda bizim yaptığımız ateş yakma ve temizlik işlerinden daha fazlası da yapılıyormuş meğer; mezar ziyaretleri ki bu öğrendiğime göre Azerbaycan’da hala devam etmekte. Kırlara çıkılıp orada eğlenceler, yarışlar düzenlenmekteymiş. Aslında bunlar sadece bir kısmı. Çünkü Nevruz, Türk kültüründe gerçekten yeri büyük. Örneğin yumurta tokuşturmaca ve kulak asma. Yumurta tokuşturmaca; küçük çocukların bir mekanda toplanıp samanla veya soğan kabuğuyla boyanan yumurtaları dövüştürmesi. Bence bu en eğlenceli bayram kutlaması. Kulak asma da ise komşu ve akrabaların kapı, pencerelerine gizlice yaklaşılır tamamen iyi bir niyetle içerisi dinlenir, dilek tutulur. Kapı dinleyenler içeride konuşulanlara dayanarak duyduklarından dileklerine göre çeşitli yorumlar yaparlar. Bu yorumların gerçek olduğuna inanılır. Genç kız ve erkekler dileklerinin yerine gelmesi için sabah erkenden kalkıp soğuk suda 44 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 yıkanırlar. O gün herkes kapılarının dinleneceğini bildiğinden bayram gününe uygun olarak iyi şeylerden bahsedilir. Çünkü kimse kimsenin dileğinin bozulmasını istemez. Osmanlı dönemlerinde ve Selçuklular’da ise eğlenceler düzenlenmekle kalmayıp yemekler pişirilir ve fakirlere yardım edilirmiş. Hatta Osmanlı padişahlarının halkın arasına karışıp kutlamalara, coşkulara dahil olduğu çeşitli kaynaklarda da belirtilmekte. Nevruz bayramlarında beni en çok etkileyen şey kırmızı ve turuncu renkleriyle büyük bir gösteri sergileyen ateş olmuştu. Anımda anlattığım gibi ateşin etrafında toplanıp sırayla onun üstünden atlarken insan ruhunun temizlendiğini o gülümseyen gözlerden anlamıştım. İşte burada Türk ruhunun daha da güç kazanıp yenilendiği nevruzda yakılan o büyük ateşten çıkan her bir kıvılcım hepimize sırayla değdiğine; bu kıvılcım her bir Türk’ün nerede olursa olsun birbirinin arkasını kollamak için hali hazırda bekleyeceğini ifade ettiğine inandım. Tıpkı Ergenekon Destanındaki gibi. Bu kıvılcım bizi birbirimize bağlamakla kalmıyor, kalbimize küçük bir sıcaklık bırakıp içimizdeki iyi duyguların dışarı çıkmasına yardımcı oluyordu. İnsanlar o ateşin üzerinden hayalleriyle ve büyük dileklerle atlarken dualarının gerçekleşeceğine inanıyordu. 21 Mart Günü kutlanan Nevruz bizim milli bayramımızdır. Önemli olan bu bayramı sadece kutlamak değil, bizden sonraki nesillere de bu bayramı aşılamaktır. Unutmayalım ki o ateşten çıkan kıvılcımlar her birimizin kalbinde yer alıyor. Türklüğün dirliğin simgesi olan o kıvılcımı söndürmeyelim. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 45 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Beyza Nur KAYA Bursa Anadolu Lisesi 11-D BU ŞEHRİN RUHU Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun cennet köşelerinden Bursa,1452’de kurulmuş, köklerini Anadolu toprağına gömmüş ‘’Ulu Şehir’’. Buram buram tarih kokan bu topraklarda yaşamak , deniz kıyısında saçlarını dağlardan kanatlanan rüzgara salmak, bir gecenin yamacında onlarca kutsiyetin ruhuna selam yollamak, Karagözle gülümsemek ve daha nice güzellik anaforunda savrulmak, kendinden geçmek…. Tarih yazdı elbet ama satırlar tarihi anlatmaya yetmez . Cümlelere sığmaz bu şehrin ruhu. Noktalar boşlukta kalır. İşte bu yüzden yaşanmalı bu şehir, yaşatılmalı. Benimse 17 yıldır nasibimde bu şehir. Kestanesi, şeftalisi; iskenderi, pideli köftesi; çinilere sığınmış mavisi ve yeşilin her tonu… Beyaz kubbeleri, asırlık çınarları ve durmadan tarih fısıldayan ahşap evleri… Yaslanın şimdi arkanıza , koca bir damla bir şehir ısmarlayayım size. Dökülsün ayaklarınıza Ulu Şehir’ in kubbelerinden damla damla huzur geze geze. Önce Tophane’ye çıkın. ’’Neredeyim ben?’’ diye bir bakın çevrenize. Üç dört basamakla ayaklarınızın altına serpilen bu güzelim şehri seyredin. Elinizi ne yana uzatsanız bir dağa dokunacaksınız. Bursa’nın kanatlarıdır onlar. Gök, yeşili sever çünkü. Daha yakından bakmak isterseniz teleferiklere binip Ulu Dağ’a yolculuk bekliyor sizi. İşte o zaman o kanatlar birer balerindir artık. Yeşil kadar asil, beyaz gibi sadedirler. Bir sonraki durağımızda servi, limoni, ladin, sedir ve daha onlarca canlı bekliyor sizi Kuş Cenneti’nde. Güzellikleriyle adeta bir insanı andırırlar. Uludağ’ın eteklerine kurulmuş 700 yıllık ufak bir köy, Cumalıkızık. Yüksek bayırlarında, kaldırım taşlarını kazısan görebileceğin yedi asır yıl. Yaşlı evler dokunsan ağlayacak gibi. Kim bilir kimler gelip geçmiştir, kaç güvercin yemlenmişdir pervazlarda kim bilir hangi genç kızın hayalleri yanmıştır camlarda? “Sen İstanbul’un Kız Kulesi olmak istedikçe, ben Bursa’nın Gölyazı’sı oldum der şair. Ekranlara, şiirlere, akıllara bile işlemiştir büyüsü. İnsanları bile farklıdır oranın. Ama en az bir Kız Kulesi kadar bağlıdırlar topraklarına. Arapşükrü’ nün anason kokan dar sokakları.Bir çıkmaz sokak gibidir sen çıkmak istemedikçe… 46 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Her ağacın altından, her fidan arasından bir minare yükselir. Bunlardan biridir Muradiye Camii…Sadece bir Bursa demek değildir, dünya ortak mirasıdır. Evreni kucaklar külliyesi II.Murat’ın. Yeşil Türbe…Genç bir kızın çeyizi kadar güzel. Fetret Devri’nin köklerinden yeniden doğan bir devrin dik duruşu. Ulucami…’’Orhan zamanından kalma bir duvar. ’’demiş Tanpınar. Hafif esinti eşliğinde hışırtılar çıkaran çınarlar, bir musiki gibi kendini dinlettiren şadırvan sesleri…Hepsi altın harflerle yazılması gerek buraya . Bursa konuşur o minare konuştukça. Türklerin bir alfabeden nasıl bir sanat yarattığını görürsünüz eşsiz hatlarında. Kimi şairler boğulmak istemiştir Mudanya’nın soğuk sularında. Ya da kim bilir sahiline uzanıp bir satır daha karalamıştır. Ve siz… Bu güzelliklerin yaşadığı bu şehirde yaşayan güzel insanları hiç merak ettiniz mi? Veya bu koca tarihin üzerine toprak atılırken hiç toprak olup da sarılmak istediniz mi? Yorulduk…İsterseniz biraz da çayımızı yudumlarken bu toprakların çocukluğunu, gençliğini dinleyelim. “Muradiye sabrın acı meyvesi Ömrünün timsali beyaz nilüfer Türbeler,camiler,eski bahçeler Şanlı hikayesi binlerce ecrin.’’ İşte Tanpınar böyle süslemiştir satırlarını. Ardından Akif eklemiştir: ’’Bursa, Osmanlı’nın incisidir. ’’diye. Şairler yalan söyler mi? Bir incidir Bursa. Yahut zümrüt. Veya tarihe bulanmış, cilalı, yeşil bir elmas. Osmanlı ve Selçuklu…Altı koca padişah, binlerce Bursalı. Osmangazi’den Orhangazi’ye, Hüdanvendiger’den Beyazıd’a, Çelebi’den II.Murad’a…Hepsi birer soluk almış; bin soluk bırakmıştır yattığı bu topraklarda. Her biri özünü bulamıştır bu şehre. Sonra… Takkesini takmıştır Bursa. Başkent yakışmalı çünkü ona. Mavi, İstanbul’da ne kadar güzelse yeşil, Bursa’da o kadar başkent. Yıllar geçti. Çınarlar yapraklarıyla toprağa karıştı. Ve usulca fısıldadı gök kubbelerden zaman. Bursa takkesini İstanbul’a taktı. Bir soğuk rüzgarlar esti geçti. Alevler çıktı çoğu kez. Ama rüzgarlar söndürdü. Bu kez kibrit Yunanlıların elindeydi. Ah Yunanlılar! Bir avuç barutla bu toprakları yakabileceğinizi mi düşündünüz? Güneşi bile eriten bu dağlar, sizin ateşinizi söndüremeyecek mi? Konuş Bursa! Bursalılar! Nasıl söndürdüğünü anlat. Onlar ellerinde silah, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 47 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bursa sokaklarında yürüdüklerini sanarken aslında bir timsahın ağzında yürüdüklerini anlat! Yıllar yine geçti. Dikenler tuzla buz oldu. Döktüğün gözyaşları senin içindi. Sulandı çimenlerin. Gözyaşların yeşile değdikçe bir kez daha tarih koktu toprağın. Cumhuriyet kolonlarını ördü ve dedi ki:’ Kurtuldun Bursa’m ,gözün aydın. Yolumuzun sonuna geldik. Bir adım attık, bin öğrendik. Yalnız mekan değiştirmedik, koca bir devri kat ettik. Şimdi sen söyle Mersinli, Sivaslı, Antepli, Mardinli? Bursa demek sadece bir avuç toprak demek mi? Yurdumun her köşesi ayrı güzel elbette .Ama bir şehir düşünün ki kökleri MÖ zamanlara uzanmış, birçok uygarlığa beşiklik etmiş, yanmış yakılmış , görmüş geçirmiş nineneler gibi derin, taze gelinler gibi serin, ufukları okyanuslar gibi engin .Şairin kaleminde can vermiş sözcüklere. “Ne içindeyim zamanın /Ne de büsbütün dışında’’ diyen şairin içinden Bursa mı geçti ola? Kapat gözlerini ve teslim ol âna. İçsin bu dağlar tekrar güneşi. Hallacın eline düsün toprak, saçılsın dağlar avuçlarına yaprak yaprak. Ezanlar dökülsün minarelerden. Beyaz karışsın yeşile, yeşil karışsın maviye. Söyleyin çınarlara, köklerini iyi tutsun. Sular yolunu nakışlasın yokuşların. Yaşadığı şehre benzermiş insan.Zamanla zamansızlığın raksına eşlik et ve sen yol seni hangi yana götürürse bu şehirde, oraya git. 48 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Ergenekon ŞAHİN TOFAŞ Fen Lisesi 10-A / 789 NEVRUZ VE DİRİLİŞ Kültür; tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütününe verilen addır. Kültürün en önemli unsurları ise gelenek ve göreneklerdir. Nevruz Türk kültüründe önemli bir yere sahip köklü bir gelenektir. Çinli Prof.Dr. Ch’in Rogue –Oilin ‘in eski Çin Takvimleri konusunda yaptığı araştırmalara göre M.Ö. VIII. yüzyıllarda yaşayan eski Türk kavmi “Ti”ler; Nung-li adlı hem ay hem güneşe göre düzenlenen ve mart ayını yılbaşı sayan bir takvimi kullanıyorlardı. Göktürkler ise bitkilerin yetiştiği zamanı yılbaşı olarak kutlamıştır. Türkler’de Nevruz’la ilgili görülen en önemli rivayet bu günün Ergenekon günü oluşudur.. Kök-Türklerin Ergenekon’dan çıktığı günü bayram saydıkları düşünülmektedir. Nevruz, Farsça bir terkipdir. “Nev” yeni,”ruz”gün anlamına gelir. Nevruzun Türk milletlerindeki diğer karşılıkları; Ergenekon, Bozkurt, Cılgayak, İlkyaz, Yeni Gün,Teze Yıl Bayramıdır. Türkiye’de ise Yılsırtı, Mart Dokuzu ,Sultan Nevruz, Güz Dönünümü isimleri altında kutlanır. Beni bu yarışmaya çeken de belki ismimin ‘Ergenekon’ oluşudur. Kendimi adeta bu yarışmaya katılmaya zorunlu hissettiren de bu bilinç olduğu kanaatindeyim Türk Dünyasında nevruz kutlaması hazrılıkla başlar. Nevruza hazırlık genel temizlikle başlar. Evlerin etrafı temizlenir, içi ve dışı badanalanır, halılar ve kilimler yıkanır. Aile üyelerine yeni elbise, alınır. Akrabalara hediye alınır. Bayrama birkaç gün kala tatlıların yapımına başlanır. Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun hazırlanır. Nevruz kutlamarında önemli bir yeri olan diğer gelenek ise mezarlık ziyaretidir. Eski Türklerdeki yuğ töreninini yansıtan bu gelenek, ölmüşlerin mezarını ziyaret etmek, mezar üzerine şeker ve tatlı bırakmak, yasin okumak, ağıt söyleyip ağlamak, mezarların etrafını temizlemek, bazı yörelerde de mezarlıkta kahve içmek ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir. Bunun yanında Toplu şekilde kırlara çıkılarak eğlenceler, şölen ve yarışmalar düzenlenir. Bu gelenek Hun Türklerinde de mevcuttur. Türk dünyasının bazı yörelerinde bu etkinlik Nevruzda gerçekleşmeye devam etse de, diğer yörelerde Hıdrelleze kaymıştır. Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde ateşle ilgili pratikler bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kalsın”, “Kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 49 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN arınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer pratik, hayvanları ateş üzerinden atlatmak veya iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Türk Dünyası’nda Nevruz farklı şekillerde kutlanır. Azerbaycan’da Nevruz: Azerbaycan’da halk, Nevruz’a birkaç hafta kala her Çarşamba akşam şenlikleri düzenler. Ateşler yakılır, evler temizlenir ve insanlar tepeden tırnağa yeni elbiselerini giyerler. Mumlar yakılır, Nevruz şekerleri hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu dökülür. Gecelerde ateş oyunları oynanır. İnsanlar ateş üzerinden atlayarak, kışın tüm belalarından korunduklarına inanırlar . Kazakistan’da Nevruz: Kazakistan Türkleri, Nevruz Bayramı’nı SSCB tarafından yasaklandığı 1930 yılına kadar Ulusun Ulu Künü, yani Ulusun Ulu Günü, deyimi ile adlandırmışlardır. Kazaklar, 1929 yılına kadar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazak Türkleri, Kazakistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra 1991 yılından itibaren tekrar bu güne Ulusun Ulu Günü ifadesiyle milli bayram ilan etmişlerdir. Özbekistan’da Nevruz: Özbekistan’da Nevruz, özel mesire yerleri ve vadilerde kutlanır. Zurnalar çalan davetçiler insanları bayrama davet eder. Nevruz günü âşıklar Özbek Türklerinin güzel destanlarını söylerler. Bir taraftan halk oyunları oynanırken, bir taraftan da pehlivanlar güreş tutuşur. Büyük kazanlarda özenle hazırlanan yemekler davetlilere sunulur. Tüm halkın katılımıyla 21 Mart’ta başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hazırlattığı özel kararname ile 21 Mart, Nevruz Bayramı olarak belirlendi. Kırgızistan’da Nevruz: Kırgız Türkleri yeni yıla Nevruz Şenlikleri ile başlar. 22 Mart günü yeni yılın Başay denilen ilk ayının birinci günüdür. Nevruz’da Kırgızlar yedi gün önceden bayram temizliklerine başlar, insanlar da yıkanıp, Nevruz’da en güzel bayramlık elbiselerini giyerler. Nevruz akşamı avlu yakınında ateş yakılır ve bütün insanlar yaşlı-genç demeden ateşten atlarlar. Ateşten atlama; insanların ruhlarını, niyetlerini temizleyerek yeni yıla arınmış olarak girme düşüncesini ifade eder. Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir. Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir 50 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Şenlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram etme geleneği şekline dönüştüğü ve Nevruz’la ilgili olduğu bilinmektedir. Kısaca Nevruz Türk kültüründe önemli bir yere sahip köklü bir bayramdır. Cumhuriyetle birlikte Atatürk tarafından ulusal bilincin gelişmesi amacıyla nevruzun kapsamlı olarak kutlanmasını teşvik etmiştir. Fakat Nevruz son 50-60 yıl içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı, Türk halk kültürü araştırmacıları hariç, Türkiye’de ve Türk Dünyasında pek gündeme taşınmamış; ihmal edilmiştir. Gündeme gelmemesi ve ihmal edilmesi sebebiyle aydınlar ilgisiz kalmış, devlet töreni olarak kutlanmamıştır. KAYNAKÇA Dede (Abdürrahim), 1978, Batı Trakya Folkloru, Ankara. Fischer (Ernest) 1985, Sanatın Gerekliliği, Ankara Genç(Reşat),1995 ,”Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz” Türk Kültüründe Nevruz Sempozyumu Bildirileri,Ankara. İnan (Abdulkadir), 1954, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara. İbrayev (Şakir), 1996, “Kazak Folklorunda Nevruz” Nevruz ve Renkler, Ankara. Karadağ(Nurhan), 1978, Köy Seyirlik Oyunları, Ankara. Karatayev (Olcay), 1995, “Kırgız Tarihi ve Nevruz” Nevruz, Ankara. Kirişçioğlu(Fatih),1995, “Sahalarda Bahar Bayramı”, Milli Folklor, Ankara. Kostic (Petar), 1972, Preklo Znacenje Godisnijih, Obicaja, Beograd. Kutlu (M. Muhtar), 2000, “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”, Uluslar Arası Nevruz Sempozyumu Bildirileri, Hagem Yayınları, Ankara Kutlu (Mustafa), 1990, “Nevruz” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c.VII, Dergah Yayınları, İstanbul. Malinowski (Bronislaw), 1998, İlkel Toplum, İstanbul. Muratoğlu (Malik),1996, “Nevruz ve Onun Özbek Halk edebiyatında Terennüm Edilişi” Nevruz ve Renkler, Ankara. Nazar (Khudai), 1996, “Afganistan Türklerinde (Güney Türkistanlılarda) Nevruz Kutlamaları”, Nevruz ve Renkler, Ankara. Nerimanoğlu (Kamil V. ), 1995, “Nevruz Geleneği ve Azerbaycan, Nevruz”, Nevruz , Ankara Nutku (Özdemir), 1985, Dünya Tiyatro Tarihi, İstanbul. Prosic (Mirjana), 1976, Obredna Praska u Srbji, Teorijsko Hipoteticki, Okvir Za Proucavanje Poklada Kao Obreda Prelaza. Etnološke Sveske I, Beograd. Temren (Belkıs), 1995, “Bektaşi Geleneklerinde Nevruz Kutlamaları: Kırklar Bayramı”, Folklor/ Edebiyat, sayı:3 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 51 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Ali Fuat SAÇINTI Bursa Anadolu Lisesi 10-A / 542 BİR SEVDADIR BURSA Tarih boyunca bir çeşitli milletlere ev sahipliği yapan Bursa büyük bir kültür birikimine sahiptir. Birçok savaş görmüş,bir çok yıkıma şahit olmuş, Uludağ’ın eteklerinde bir ova kentidir Bursa. Tarih kokan caddeleri ve eşsiz yeşiliyle Anadolu’nun en güzide yerlerinden biridir. Bursa’nın tarihi çok eskilere dayanır. Mîlâttan iki bin yıl önce Trakya’dan gelen “Bitiniler” Bursa civârına yerleşmiş ve Bitinya Krallığı kurmuşlar. Şehre Prusa adı verilmiş.Lidya kralı Krezüs, Bitinya topraklarını ele geçirmiş, Persler Lidya’yı yenerek 200 sene satraplık olarak idâre etmiş. Persleri Makedonya kralı İskender yenerek Bursa’yı ele geçirmiş. Daha sonra Bizans’ın elinde tekfurların yönetiminde bulunmuş. Osmanlı ordusuyla karşılaşana kadar Bizans’ın elinde esir kalmış Bursa. Selçuklu döneminde esirdi Bursa. Zulüm dört yanını sarmış,tekfurların elinde harap olmuştu. Esareti uzun sürdü. Defalarca kuşatıldı. Sessizce haykırıyordu bursa. Özgürlüğe hasret,özünü düşlüyordu. Anadolu'da güneş gibi parlayan bir medeniyet,çağlara uzanan bir ülküydü Selçuklu. Güneş Bursa’ya da doğmalıydı artık. İki koca ordu çarpıştı Malazgirt Ovası’nda. Alparslan’ın askerleri aslanlar gibi savaştı. Anadolu’nun kapıları sonuna dek açıldı. Bu topraklar Türk’e yurt oldu. Bursa aşkıyla yanıyordu Orhan Bey. Büyük bir zaferle kurtuldu Bursa esaretten. Bir daha esir düşmedi kimseye. Osmanlının baş tacı oldu her zaman. Külliyelerle,medreselerle donatıldı. Osmanlının ilk başkentidir Bursa,her sokağında camii,her zerresinde İslam. O yüce çınar Bursa’da filizlendi. Üç kıtaya yayılmış bir adaletin kalbidir Bursa. Burada tahta çıktı Hüdavendigar. O devraldı bu sefer sancağını. Ve burada yetişti İstanbul fatihi. Hepsi aynı ülkü üğruna savaştı. Adalet çınarı her geçen gün büyüdü. Koca bir dünya savaşının ardından milletin özgürlük türküsüdür Kurtuluş Savaşı. Anadolu’nun her yeri özgürlük tutkusuyla yanıp tutuşuyordu. Bağımsızlığı için savaşacaktı Bursa yeniden. İngiliz’i Yunan’ı özgürlüğüne kast etmişti Bursa’nın. Millet vatanı namus bildi. Özgürlüğünü kimseye teslim etmedi. Böyle bir duyguyla kazanıldı bağımsızlık. Bursa esir düşemezdi,düşmedi. Bu şanlı zaferin ardından Bursa eski günlerine kavuştu. Bundan sonra hızla gelişti ve değerine değer kattı. Bursa tarihin kendisidir. Her adımı miras kokar. Büsbütün bir kimliği vardır. Bir şehir demek az kalır. Bursa yüce bir ruha sahiptir. Toprakta vücut bulan bir gönülden ibarettir. 52 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Enes ERTAŞ BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 11-A GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KÖPRÜ: BURSA Gölleri,ırmakları,dağları,şifalı termal suları,büyük ve verimli ovaları ve özellikle zengin bitki örtüsü ile doğa harikası bir şehir olan Bursa,Anadolu yarım adasının kuzey batısında,Uludağ’ın kuzey batı eteklerinde ve Marmara Denizi’nin güney doğusunda yer alır.Modern bir kent özelliği taşıyan ve Tanrı’nın bahşettiği doğal güzelliklerle yetinmeyip sanayi ve teknolojisini dünyanın ileri ülkeleriyle eşit düzeye yükselten Bursa,3 milyona yaklaşan nüfusuyla da Türkiye’nin 4.büyük kentidir.1 Bursa,İ.Ö. 5200 yıl öncesinden itibaren birçok insana barınak,birçok devlete,imparatorluğa şehir gerektiğinde başkent olması,kendisinin ne kadar zengin bir kültüre ve geçmişe sahip olduğunu gösterir.Bizans ve Osmanlı döneminin eserleri ile Bursa kültürel potansiyel açışından İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Bursa, müslümanlar için evliyalar şehri olarak adlandırılır. Bursa’nın ilçesi olan İznik Hristiyanlar için 3. kutsal kenttir. Medeniyetlere beşiklik eden, 3 imparatorluğun merkezi olan Bursa’da gezginler; kiliseler, medreseler, sinagoglar, külliyeler, camiler, kaleler kısacası tarihte yaşanmış ne varsa onu görür ve yaşar. Osmanlı İmparatorluğu’na hükmetmiş 6 padişahın ebedi istirahata çekildiği Bursa, padişahlar ve evliyalar şehri olarak da adlandırılır. Tüm tarihi kültürel değerlerinin yanı sıra Modern Bursa, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en modern şehirlerinden birisidir. Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, Uludağ Üniversitesi, Avrupa’nın en modern sebze hali,şehrin takımı Bursaspor(2009-2010 Süper Lig Şampiyonu),modern alışveriş ve eğlence merkezleri ile Bursa her dönem olduğu gibi bugünde Türkiye’nin öncü illerinin başında yer alır. Çevre yönetimi, ulusal ve uluslararası festivaller, sempozyum ve kongreler, tarihe mal olmuş isimler Bursa’yı çok özel bir yere taşır. Bursa hem tarihi değerleri ile hem de modern yüzü ile geçmişten geleceğe bir köprü görevi görür. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 53 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN A-ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NDE BURSA Türklerin Bursa bölgesine ilk kez 1081 yılından sonra geldikleri bilinmektedir. İznik, 10811097 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmıştır.1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne oldu.İznik,Haçlıların eline geçti.Alexias Kommenos’un döneminde(1097) düzenlenen bir seferle Türkler,ilk kez Bursa’yı ele geçirmiştir.Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin Hükümeti kurulunca,Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik oldu.1204 yılında Theodor Laskaris’in kurduğu İznik Bizans İmparatorluğu,1261 yılına kadar varlığını sürdürdü. Latinler İstanbul’u işgal ettikleri zaman Bizans prensleri bu yeni düşmanın elinden kurtulmak için Müslüman yöneticilerle işbirliği yaparak Bursa’yı ele geçirdiler.1214 yılına kadar Rumların elinde kalan Bursa,Müslümanlara karşı direnişte halkın gösterdiği isteksizlik nedeniyle imparator II.Andronikos’un gazabına uğradı.Halkın büyük bölümünün malları yağma edilerek içlerinden bazılarına sürgün ve idam cezası verildi.II.Andronikos,Latinleri yenerek imparatorluğu tanımalarını sağlayıncaya kadar Bursa’yı bu şiddet yöntemi ile elde tutabildi.2 B-OSMANLI DEVLETİ’NDE BURSA 1.Beylikten Devlete Rivayete göre, Osman Gazi’nin dergahta bulunduğu bir gece, rüyaMoğolların baskısından dolayı Orta Asya’dan Anadosında Şeyh Edebali’nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdilu’ya gelen Kayılar, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin ğini ve göğsünden bir büyük ağaç Keykubat tarafından Ankara’nın batısına Karacadağ bölbitip dallarının alemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp ingesine yerleştirilmiştir. Söğüt ve Domaniç taraflarını ele sanların bu sulardan geçtiklerini geçiren Kayılar, 13. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’ni görmüştü. Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle kurdular (1299). tabir etmiştir: Sen, Ertuğrul Gazi Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı Osman oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın.Kızım Malhun Hatun ile Bey,Ertuğrul Gazi’nin oğludur.Osmanlı diğer beyliklere göre evleneceksin. Benden çıkıp sana Hristiyan araziye komşu olması çok önemli bir avantaj gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice sağlamış,onları kısa sürede büyük bir imparatorluk dudevletleri bir çatı altında toplayarumuna getirmiştir. caklar,Allah nice insanın İslam’a kavuşmasına senin soyunu vesile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda dervişlerin büyük edecektir.3 katkısını gören Osman Bey,bu nedenle Bursa ve çevresindeki birçok araziyi dervişlere verdi.Kendisi de,bölgenin en önemli olan Şeyh Edebali’nin kızını aldı.Bizans topraklarında yaptıkları savaşlarla ülkesinin sınırlarını genişleten Osman Bey;Karacahisar,Yarhisar,İnegöl’ü aldı.1302 yılında Yenişehir’i devletin merkezi yaptı.İznik ve Bursa’yı kuşattı ancak alamadan yaşamını yitirdi.Vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kube’ye(Saint Elia Manastırı) gömüldü.Ölümünde özel mülkü olarak çok az malı çıkmıştı. 54 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 2-Bursa’nın Fethi Osman Bey 1308 yılında Bizans tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz/Erdoğan köyü yakınlarında perişan edince,Bursa önlerine gelmişti.Bu tarihten sonra Bursa’yı kuşatarak gözlemek amacıyla biri Kükürtlü Hamamı karşısında,Ak Timur komutasında,diğeri eski Mollaarap Okulu yerinde,Balaban Bey komutasında iki kule yaptırmıştı. Bursa’nın gerisini güvenlik altına almak için 1325 yılında Orhaneli Kalesi fethedilince Tekfur çaresiz kaldı.6 Nisan 1326 tarihinde Bursa’yı Orhan Bey’e teslim etti.Böylece Bursa bir bakıma kılıçla değil vire olarak anılan Biçimde teslim yoluyla Türkler’in eline geçmiş oldu. O dönemlerde top tüfek olmadığından kaleleri düşürmek için kullanılan en önemli taktik,kaleleri kuleler vasıtasıyla gözetim altına tutarak giriş ve çıkışı engellemekti.Bursa’nın ele geçirilmesinde de ‘’vire’’ denilen bu metod uygulanmış ve şehir kan dökülmeden Osmanlılar’a teslim edilmişti.4 Chalcondyles ve onu izleyen Hristiyan tarihçilerin çoğu Bursa’yı Osman Gazi’nin aldığını ve orada gömüldüğünü yazar. Bursa’nın alınışı ile ilgili ilginç hikaye anlatılır:’’Bursa kuşatması sırasında bir hile yapılır.Bu hileye göre Sultan’ın öldüğü ve gömülmesi için Manastır’ı istediği söylenerek,Sultan’ın Manastır’a gömülmesi için izin alınır.Buna göre cenazeyi 40 kişi taşıyacaktır. Tuzağa düşen keşişler,silah dolusu bir tabutun kaleye girmesine izin verir.Osman Gazi de kılık değiştirip bu kırk kişinin arasında kaleye girer.Bunlar da hemen kapıları açıp kaleyi ele geçirecek kadar askerin içeriye girmesini sağlar.’’ 3-Fetih Sonrası Fethi müteakip şehri imar faaliyetleri başlatılmıştır. İlk olarak Mehmed Neşri’nin zikrettiği “il-eri Huâce mescidi Bursa kal’asında evvel bina olundu”. Daha sonra “Ahi Hasan bu mescidin kurbunda (yakınında) kendüye bir zaviye yaptırdı”.5 Orhan Bey de kendi adını taşıyan camii, medrese ve imaret gibi içtimai müesseseleri yaptırarak Geyve, Gelincik ve Sipahi çarşılarını tesis ettirdi. Bundan başka Orhan Bey, kale içindeki bir manastırı da camiye çevirdi. 1335’li yıllarda Bursa’yı gezen ünlü Seyyah İbn-İ Batuta, seyehatnâmesinde “Bursa Sultanı, belde ve emval ve askerce Türkmen hükümdarlarının en büyüğü olan Orhan Gazi’nin 100’e yakın kal’ası var” diyerek “Orhan Bey’in durup dinlenmeden kaleleri teftiş ile meşgul olup daima cihad üzere” olduğundan sitayişle bahsetmektedir. Orhan Bey 1331’de ilk Osmanlı Medrese’si sayılan İznik Medresesini yaptırarak, tahsilini Mısır’da yapan Davud-ı Kayseri’yi buraya müderris tayin etti. İlmi ve âlimleri himaye eden, onlara hürmet ve saygı gösteren Orhan Bey’in bu ilk medresesinden sonra medreseler giderek çoğaldı ve yine İbn-i Batuta’nın ifadesiyle “Anadolu’nun her köşesinde hatta küçük kasabalarda bile medreseler yaygınlaştı.6 Böylece Bursa çok kısa bir sürede, ilim ve kültür merkezi haline geldi. Orhan Gazi 1360 yılında yaşamını yitirdi.O da Tophane’ye,babasının yanına gömüldü. Fetihten sonra sanki yepyeni bir manzaraya kavuşan Bursa, büyük ehemmiyet kazandı. Başkent olmasıyla birlikte siyasi ve politik işlerin de odak noktası olurken, içtimai hayatta da en önde gelen şehir oldu. Osmanlı Devleti’nin sosyo-kültürel yapısına yaklaşık 50 yıl kadar TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 55 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN yol göstermiştir. Gelecekte “dünyanın denge unsuru” olacak “Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı Bursa, “İlk göz ağrısı” olarak Osmanlı’nın gönüller tahtında en güzel yerlerden birini almıştır. 4-Murat Hüdavendigâr Dönemi(1360-1389) Orhan Bey’in oğlu olan I.Murat,Lala Şahin Paşa’nın yanında yönetim ve savaş dersleri aldı.1340 yılında Bursa Sancakbeyi;ağabeyi Süleyman Paşa’nın 1359 yılında vefatıyla da Rumeli ordusunun kumandanı oldu.1360 yılında tahta geçti.1362 yılında Edirne’yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı.1364 yılında,Balkanlardaki Haçlı ordusuyla yaptığı Sırpsındığı Savaşı’nı kazanarak büyük ün saldı.Osmanlı akıncıları Adriyatik Denizi’ne dayandı.1389 yılında,I.Kosova Savaşı sonrasında şehit edildi.Bu nedenle Gazi Hüdavendigâr lakabıyla anılmıştır.Mezarı Çekirge’de,adını taşıyan türbesindedir. Bu dönemde tımar teşkilatı geliştirildi.Yaya,müsellem ve Yeniçeriler’e ilaveten Kapıkulu Askerleri’nden maaşlı süvari ocağı kuruldu.Çekirge’deki külliyesinde medreseli ilginç bir cami ile hamam ve türbesi vardır.Ayrıca Hisar içindeki Şahadet Cami ile bugün Hisar’daki garnizonun bulunduğu yerdeki sarayı da,Sultan I.Murat yapmıştır.7 5-I.Bayezid Dönemi(1360-1403) Sultan I.Murat ile Gülçiçek Hatun’un oğlu olan Yıldırım Bayezid 1389 yılında sultan oldu. Anadolu’daki birçok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağladı.Rumeli’de Haçlılar ile 1396 yılında Niğbolu Savaşı’nı yaptı ve kazandı.Arkalarına Timur’u alan Anadolu Beylikleri kendisine kafa tutunca Bayezid,Anadolu Beylikleri’ni kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde Ankara yakınlarında yapılan savaşı kaybetti.Bu savaşta Timur’a tutsak olan Bayezid’in kendini zehirleyerek intihar ettiği ileri sürülür(1403). “Yıldırım” lakabını alan Bayezid,Bursa’da çok sayıda güzel yapı yaptırarak Bursa’nın,devrinin en görkemli kenti konumuna gelmesini sağladı. Bursa’da Ulucami ile Yıldırım semtindeki külliyesi içinde cami,hastane ve hamam ile medrese yaptırmıştır. Ancak onun Bursa’daki en önemli yapıtı Darüşşifa adını taşıyan Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesidir.Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten’i de Yıldırım Bayezid yaptırmıştır.Türbesi Yıldırım Külliyesi’ndedir.8 6-Fetret Dönemi Bursa Bursa,Osmanlı döneminde mâmur bir başkent olarak gelişirken,Anadolu Beylikleri’nin desteğini alan Timur karşısında Osmanlı’nın yenilgiye uğraması sonucu yağma edilmiş ve Timur’un askerleri tarafından kent Ulucami ile birlikte yakılmıştır.Bundan sonra Bursa,bir 56 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 zaman,Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur. Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın oğullarından İsa Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya gelip tahta oturmasıyla şehzadeler arasında başlayan kanlı çatışmalar,Çelebi Mehmet’in 1413 yılında tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur. 7-Çelebi Mehmet Dönemi(1413-1421) Sultan I.Bayezid ile Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmet,Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusudur.Çelebi Mehmet Ankara Savaşı’ndan(1402) sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için kardeşleri Süleyman,İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti.Böylece Osmanlı Devleti’ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Mehmet,her şeyden önce elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı. Şeyh Bedreddin isyanını bastıran Çelebi Mehmet,26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirdi.Yeşil semtinde bulunan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye defnedildi.Çelebi Mehmet sağlığında,türbenin bulunduğu mekâna,içinde medrese,cami ve imaret bulunan ‘’Külliye’’yi inşa etmiştir.Aynı zamanda divan şairi olan Çelebi Mehmet,Edirne’de bir cami ve bedesten,Amasya’da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.9 II.Murat Dönemi(1421-1451) Çelebi Mehmet ile Emine Hatun’un oğludur.1415 yılında Amasya Sancakbeyi oldu.1420 yılında Börklüce Mustafa ile Anadolu beyliklerinde Germiyanoğulları,Ramazanoğulları ve Menteşeoğulları’nın isyanlarını bastırdı. 1430 yılında Venedikliler’den Selanik Kalesi’ni aldı.1444’de Varna,1448’de II.Kosova Savaşı’nda kazandığı başarılarla Balkanlar’da devletin sınırlarını genişletti. Karacabey’de topladığı devlet yöneticilerinin huzurunda saltanattan vazgeçtiğini ilan etti.Bir süre Karacabey’de inzivaya çekildi.Daha sonra Çandarlı Halil’in baskısı ile tekrar tahta geçmek zorunda kaldı.47 yaşında iken 3 Şubat 151 günü yaşamını yitirince,Muradiye’deki türbesine gömüldü.Vasiyeti üzerine türbesinin üstü açık,sandukası üzerinde de toprak vardır. Sultan II.Murat’ın,Muradiye semtinde yaptırdığı külliyesinde;cami,hamam,medrese ve imaret bulunup tümü günümüze gelebilmiştir.Sultan Murat aynı zamanda divan şairi,müzisyen ve hattattır.10 7-Manevi Başkent Bursa Fatih(1451-1481),İstanbul’u aldıktan sonra Bursa ikinci plana itilmiştir.Bu nedenle de Bursa hepikinci ya da manevi başkent oldu.Örneğin Fatih vefat edip II.Bayezid padişah olunTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 57 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN ca(1481-1512),kardeşi Cem de 1481 yılında Bursa’ya gelip Bursa’da,Osmanlı döneminden padişahlığını ilan etmişti.Bahtsız Şehzade Cem,Bursa’da sonra en büyük acı Yunan işgali 18 gün süren padişahlık yaptı,burada kendi adına para ile yaşandı.TBMM kürsüsü üzerine,Bursa düşman işgalinden bastırdı.Sonradan bu durum,Bursalıların Sultan tarafından kurtuluncaya kadar kalmak üzere cezalandırılmasına neden oldu.II.Bayezid,1512’de Bursa’ya siyah bir örtü örtüldü.13 girince Yeniçeriler şehri yağma etmek istediler.Yağma son anda önlendi. Yavuz Selim padişah olunca da,bu kez kardeşi Korkut aynı şeyi yaparak Bursa’da padişah olmak istedi.Ancak Şehzade Korkut’un Bursa’daki saray-ı âmireden tüfekleri almak istemesine Bursalılar engel oldu.Daha sonra Şehzade Ahmet de,Bursa’yı alarak hükmetmek istemiş ama o da başaramamıştır.11 C-İŞGAL ZAMANINDA BURSA Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye,İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti.1920 yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i işgal ettiler.6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi. O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı.Kentte kalanlar ise Kuvay-ı Milliye için istihbarat çalışmaları yapmıştı.Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmları Bursalıların işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu.Bursa, 2 yıl 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü kurtarıldı.Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde,Türk ordusunun olduğu kadar,silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur.12 Ç-ÇAĞDAŞLAŞAN BURSA İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı.Özellikle köylerde çok sayıda insan ölmüş,birçok köyde yakılmıştı.İşgal yıllarında Bursa’da da birçok mahalle yakılmış,yıkılmıştı. Cumhuriyet sonrasında;Bursa nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan gayrimüslimlerin kenti terk etmesiyle yeni,farklı bir bunalım yaşandı.Giden gayrimüslimlerin yerine gelen ‘’Mübadele göçmenleri’’ her şeye yeniden başlamak zorundaydı.Zaten Bursa,1880’li yıllardan beri yoğun bir göçmen akınına uğramıştı.Daha bu göçmenleri bünyesinde hazmedemeden,önce Balkanlardan,daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler Bursa’yı,Cumhuriyetin ilk yıllarından büyük bir sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline getirdi.Çünkü Bursa’yı terk eden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken,yerlerine gelen göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması sorunları daha da arttırmıştı.Gelen göçmenlerinin büyük bir bölümünün Türkçe dahi bilmeyip,farklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması,Cumhuriyet Bursa’sı için farklı 58 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu.Ancak Cumhuriyet yönetimi,kısa sürede Bursa’daki bu toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bildi. Genç Cumhuriyet,yakılmış,yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başardı.Yeniden ipek fabrikaları kuruldu,gerek kent merkezi,gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başladı.Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa,çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi.14 ATATÜRK VE BURSA Atatürk,milli mücadelenin merkezi olan Ankara’yı başkent yaptı ama Bursa’yı da çok sever ve ilgi gösterirdi.Nitekim Atatürk’ün en çok ziyaret ettiği illerin başında Bursa gelir.Atatürk,1922 yılından ölümüne kadar Bursa’ya 18 kez gelmiştir. Atatürk,Kurtuluş Savaşı’nın hemen ertesinde,17 Ekim 1922 tarihinde Bursa’ya ilk ziyaretini yapmıştı.Bu gezisi sırasında yaptığı konuşmasında Atatürk:“Artık ordularımızın yaptığı savaş bitti.Şimdi eğitim ve ekonomi alanında bir savaşa hazırlanıyoruz’’demişti. 31 Ağustos-11 Eylül 1924 tarihindeki üçüncü gelişinde ise Atatürk artık Cumhurbaşkanı’dır. Bursa’nın jurtuluş törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Devrimlerimiz,Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu yüklenmiştir.Bize düşen,onu anlatmak ve değerlendirerek çalışmaktır.’’ Atatürk yapacağı her devrim öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer,nabız yoklardı.Bu gezilerine de Bursa’dan başlardı.Yine Harf Devrimi öncesinde,27 Ağustos 1928 tarihinde Bursa’ya gelmişti. 26 Mart 1937 tarihindeki gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz.Fakat arkadaşlar,benim sizden istediğim,yorulduğunuz zaman dahi,durmadan yürümek,dinlenmeden beni takip etmektir.Sizler,yani yeni Türkiye’nin genç evlatları,yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz.Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.’’15 Atatürk en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl,1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’da yapmıştı.Uzun süredir hasta olan Atatürk,Bursa’da dans etti,eğlendi.Adeta son baharını yaşadı Bursa’da…Atatürk kendisi için Bursa Belediye salonunda verilen baloda öylesine neşelendi ki,orkestrayı durdurup zeybek çaldırdı.Salonun ortasına geçip zeybek oynadı.Bursa,Atatürk Türkiyesi ile aydınlandı.Bütün Türkiye gibi Bursa ve Bursalılar ona çok şey borçlu.Bütün Türkiye gibi Bursalılar da onu asla unutmayacak… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 59 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN D-GÜNÜMÜZ BURSASI Bursa ili Türk Ekonomosinin en gelişmiş sektörleri olan otomotiv,makine,tekstil ve gıda sanayi sektörlerinde söz sahibidir. Bursa’nın bugünkü ekonomik yapısı içerisinde,ülke ekonomisi temsil eder mahiyetteki temel sektörlerin başında tekstil gelmektedir.Tekstil sektörü geçmişten günümüze,Bursa’nın geleneksel endüstri dokusunda,odak sayılabilecek bir görünüm sergilemektedir.Bursa’nın diğer önemli sanayi dalları,otomobil ve muhtelif yedek parça üretimini içine alan otomotiv endüstrisidir.Bursa’da iki adedi binek tipi otomobil,minibüs,kamyonet ve de otobüs üretiminin gerçekleştirildiği üretim fabrikası mevcuttur.Bursa’da motorlu kara taşıtları için çok sayıda parça ve aksesuar imalatı yapılmaktadır.Bursa’da sanayiye yön veren bir başka sektör gıda endüstrisidir.Bursa’da gıda endüstrisine ilişkin olarak hemen her dalda faaliyet gösteren firmalar mevcuttur. Özellikle meyve suyu,konserve,konsantre salça üretiminde Bursa’da mevcut kapasiteler,Türkiye genelinde önemli paya sahiptir. Bursa’nın ticaret,sanayi,tarım,turizm ve hizmet sektörlerinde meydana gelen hızlı gelişmeler,istihdamda da önemli artışlar meydana getirmiştir.Özellikle çok çeşitli kumaş,konfeksiyon,suni ve sentetik iplik,havlu bornoz,pamuk ipliği,makine,otomobil ve yedek parça,çeşitli gıda maddeleri,yaş meyve ve sebze,deri konfeksiyon,tütün,zeytin gibi maddeler ihracatın en önemli kalemlerini oluşturmaktadır. Bursa ili,Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesinin kurulduğu yer olduğundan,bu konuda ülke genelinde organize sanayi bölgesinin kurulmasına öncülük etme özelliğine sahiptir. Ayrıca ilde,Teknoloji Geliştirme Bölgesi olarak yer alan ULUTEK Teknoloji Geliştirme Bölgesi ile Gemlik ilçe sınırları içinde Bursa Serbest Bölgesi de yer almaktadır. İlin zengin yer altı kaynakları da sanayisinin gelişmesinde etkili olmuştur.Metalik madenler bakımından ildeki önemli metalik madenler altın,antimuan,bakır-kurşun,çinko,krom,nikel,manganez,molibden ve volframdır. Bursa,sosyo-ekonomik canlılığıyla bir ticaret ve sanayi merkezi olmasının yanı sıra zengin tarihi ve kültürel birikimiyle de çok önemli bir kültür ve turizm merkezi konumundadır.Bursa ili,pek çok kültür mirası eserleri(Külliyeler,Türbeler,Camiler,Medreseler,Hanlar,Hamamlar,Çarşılar) bünyesinde bulundurmaktadır. İl merkezindeki müzeler,Kent Müzesi,Hünkar Köşkü,Türk İslam Eserleri,Tofaş Bursa Anadolu Arabaları,Atatürk Evi,Ormancılık,Arkeoloji,Ulumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları,17.Yüzyıl Osmanlı Evi,Karagöz Evi,Hüsnü Züber Evi ve Basın Müzeleridir. Bursa il merkezinde,Uludağ Üniversitesi,Bursa Teknik Üniversitesi ve Bursa Orhangazi Üniversitesi(vakıf) olmak üzere 3 adet üniversite bulunmaktadır. 60 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Bursa yıllık nüfus artış hızı bakımından Türkiye ortalamasının üstündedir.Kişi başına bitki sel üretim canlı hayvan değeri bakımından ise Bursa ili Türkiye ortalamasının altındadır.16 TÜİK,2016. E-BURSA VE FELAKETLER Bursa,bir taraftan imar edilirken diğer yandan da istila,yangın ve depremlerle büyük felaketler yaşadı.Yaşanan bu felaketler,en çok da Bursa’nın tarihi yapılarına zarar vermiştir.Bursa’nın ilk büyük felaketi,1402 yılında Timur istilasıyla yaşandı.1414 yılında ise Karamanoğlu Mehmet Bey felaketi yaşandı.Kenti günlerce kuşatan Mehmet Bey,Orhan Camii ve çevresini yakmıştı. 1481 yılında,Cem Sultan’ın Bursa’daki saltanatı sırasında da,büyük tahribatlar yaşanmıştı. Bursa’yı etkileyen en büyük felaketlerden biri de,tüm Anadolu’yu kasıp kavuran 1607 yılındaki Celali isyanları sırasında yaşandı.Beylerbeyi olma talebi reddedilen Kalendaroğlu,Bursa’ya saldırdı.Bursalılar,kenti savunmak için büyük mücadeleler verdi.Kalendaroğlu,Bursa halkının bu şiddetli direnişi karşısında kenti işgal edemeden dış mahalleleri yağmalayarak işgalden vazgeçti. Yangınlar Bursa,lodosu ve evlerinin ahşap yapısı nedeniyle sık sık yangınlarla tahrip olmuştur.2 Şubat 1489 tarihinde meydana gelen bir yangın sonucu,Bursa’da 25 mahalle tamamıyla yanmıştır.7 Ağustos 1491 tarihindeki yangında da Bursa’daki birçok anıt yapı tahrip oldu.1520 yılındaki deprem sonrası yangında ise,kentin yarısı yok olmuştu.1590 yılında yine aynı büyüklükte bir yangın yaşayan Bursa’da,1728 yılında da Kayan Çarşısı yangını oldu.1756 yılında çıkan yangında ise Sipahi Pazarı,Geyve Hanı,Çıra Pazarı ve Saraçhane gibi yerler büyük tahribat gördü.Ufak tefek yangınlar dışında 1761-1804 yılları arasında yedi büyük yangında kentin üçte ikisi yanmıştı. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 61 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN 1801 yangını,Bursa tarihindeki en büyük yangındır.Bursa tarihinde en kara gün,kuşkusuz 9 Şubat 1855 tarihindeki 7,5 şiddetindeki deprem ve sonrasında çıkan yangınlardır.Bu tarihte Bursa’daki konutların neredeyse tamamı tahrip olmuştu. Bursa’nın en son ve önemli yangını 1958 Kapalıçarşı yangınıdır.Bu yangında tüm Kapalıçarşı yanmış,yangın Ulucami ve hanları da etkisi altına almıştı. Depremler Bursa birinci derecede deprem kuşağında olup yıllar içinde zaman zaman şiddetli ve yıkıcı depremler yaşamıştır.Bursa ve çevresindeki yıkıcı depremler genel olarak 100-150’şer yıllık periyotlarla gerçekleşmiştir. Bölgemizde kayıtlara geçmiş en eski deprem 32 yılında idi.Şair Phegon bu depremde tüm İznik’in yıkıldığnı yazıyor.Bu büyük deprem sonucunda,Plinius’a göre Besbikos olarak anılan İmralı Adası,karaya bitişik iken ayrılıp ada olmuştur. Daha sonra 120 yılında Bursa bölgesi daha büyük bir deprem yaşadı.150 yılındaki ufak depremden sonra bölgede kısa za aralıklarla 362 ve 368 yıllarında depremler yaşandı.11 Ekim 368 tarihindeki depremde,ilk Hristiyan konsülünün toplandığı Senato Sarayı denize gömüldü. İznik’ten 28 km. uzaklıkta olan Karamürsel de,tümüyle yok oldu.740 yılındaki depremde ise Bursa bölgesinde önemli tahribatlar yaşandı. 1065 yılının Eylül ayındaki büyük deprem ve ardından gelen diğer artç depremlerde İznik’teki tüm yapılar gibi surlar da yıkılmıştı.Bu deprem sırasında,İznik Gölü kıyısında bulunan Sölöz’deki Pthopolis ile Orhangazi yakınlarında bulunan Bassilinopolis kentleri yeraltına gömüldü. Daha sonra 1417,1509,1674 yıllarında Bursa bölgesi şiddetli depremlerle sarsılmıştı. 1767 yılında Bursa’da bir deprem yaşandığını Carsten Niebuhr adlı gezginin anılarından öğreniyoruz. Bursa ve çevresinde en son yıkıcı deprem 1855 yılında gerçekleşmişti. 7,5 şiddetindeki bu deprem o kadar dramatik bir biçimde anlatılmıştır ki kaynaklarda ‘’Küçük Kıyamet’’ olarak geçmektedir.Gezginlerden Perrot’a göre:’’Bursa’da en büyük darbe 1855 yılında olmuş.İki aylık aralıklarla iki korkunç sarsıntı kenti alt üst etmiş,Bursa neredeyse tümüyle yok olmuş. ‘Avedis Berbeyan’a göre ise 1855 depremininde; camiler, türbeler, çarşılar ve hanlar gibi çok sayıda yapı harap oldu. Çıkan yangın,ahşap yapıları ve 3 bin kadar evi yakmıştı.Yıkıntılar altında 2 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Son olarak 17 Ağustos 1999 tarihindeki İzmit merkezli depremde de Bursa ve çevresi etkilendi. Bazı ufak tahribatlar yaşadı.17 62 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 F-BURSA KÜLTÜRÜ Doğum Adetleri: Yeni doğan bebeğin göbeği kesilip tuzlu suda yıkanır,kundaklanıp gözleri bağlanırdı.Loğusayı yatağa yatırmadan önce yıkarlardı.Anne,kırk gün yataktan çıkmazdı. Yanında annesi durur,ona göz kulak olurdu.Gelenlere şerbet ikram edilirdiçYedi gün sonra ise bütün mahalleli eve çağrılır,şerbet diye anılan mevlit okunurdu. Bebeğe ad koyma da bir törenle olurdu.Kırkında çocuklar,yıkanıp uzak gezmelere götürülürdü.Yaşının uzun olması için ‘’kırkını uçurmaya’’ gittiği evin sahibi çocuğa yumurta verirdi. Nazar değmesin diye ‘’kırk çörekotuna’’ İhlas süresi okunur,omzuna asılırdı. Düğün Adetleri: Evlilikler,kız istemeyle başlardı.Damat adayı gelin adayını beğenirse önce kız tarafına haberler salınır,ağız aranırdı.Bu yoklamada umut belirmişse devreye görüler girerdi. Bazen erkek tarafı kız tarafına defalarca gitmek zorunda kalırdı.Kız tarafının gönlü olsa da bu nazlanma bir gelenektendi.Çünkü,’’kız evi naz evi’’ydi.Kızın daha ilk isteyişte verilmesi doğru görülmez,bu,kızın bir kusuru olduğuna yorulurdu. Düğüne bir hafta kala hazırlıklar başlardı.Salı günü akşamı kız evine çeyiz asılır;o gece herkes çeyizi görmeye giderdi.Kızlar daha çocukken,dantel ve oyalarla çeyiz dizmeye başlanırdı. Bir kız neredeyse evlilik gününe kadar,evi için kendi zevk ve estetiğine uygun elişleri hazırlardı. Çeyiz,bir gelin için bir ömrün el emeği göz nuruydu.Düğüne yakın tüm aile üyeleri,akrabalar ve gelinin arkadaşları çeyize yardımcı olurlardı.Çeyiz,bir anlamda gelinin sanat sergisiydi.Tıpkı bir ressamın,ömür boyu özenle yaptığı resimleri bir sergi salonunda sergilemesi gibi çeyiz de düğünden bir hafta önce sergilenir;tüm mahalleli ya da köylüler,bu sergiyi özenle ve eleştirel bir gözle gezerdi. Cuma günü oğlan evinde lokum kesilirdi.Kız evi kına çözdürmeye,yani tavuk kestirmeye gelirdi.Cumartesi akşamı erkek evine çalgılar gelir,o gün konuklar düğüne davet edilirdi.Pazar günü öğle namazından sonra gelin almaya gidilirdi.Gelin,kız evinden oğlan evine getirilirdi. Ölüm Adetleri: Ölen bir kişinin karnına şişmesin diye bıçak konulur,çenesi çekilir,ayaklarının iki baş parmağı bezle bağlanır.Ölüye abdest aldırılıp kefenliği giydirilerek tabuta konur ve sela verilir daha sonra da cenaze namazı kılınır.Helalliği verildikten sonra tabut alınır mezarlığa götürülüp defnedilir.Mezarın da üzerine ibrikle su dökülür.Daha sonra bu ibrik mezar üzerinde bırakılır.Akşam olunca mukabele okunur.Bu böyle yedi gece sürer.Yedi gece sonra pilav,ayran ve helva verilir. Yöresel Giysiler: Kırsal alandaki kına ve düğün gibi eğlencelerde yer yer hala giyilen bu giysiler kent yaşamında artık terk edilmiştir.Bursa’da geleneksel erkek giysileri çarık,yün çorap, potur ya da çakışır,cepken,gömlek ve külahtan oluşurdu. Renkli kumaşlardan yapılan erkek giysileri,işlemelerle süslüdür.Pantolon yerine potur,şalvar,çakşır,üstüne cepken gömlek giyilirdi.Bele üst üste kuşak sarılır,kuşakların arasına cep yerini tutan silahlıklar takılırdı.Başa genellikle fes giyilirdi.Üstüne ağabani sarık sarılan keçe TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 63 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN külah da yaygın baş giysilerindendir.Ayağa çarık,mest,yumuşak meşinden yapılmış,yanları dikişli Har yemeni giyilirdi. Kadınların giydiği yöresel kıyafetlerin iki türü olduğu görülmektedir.Birincisi ‘’Şalvar içlik’’ denilen ve ayakkabı,çorap,şalvar,içlik,kuşak,cepken,başlık ve örtüden oluşan kıyafettir.İkincisi ise,’’şalvar-üç etek’’ adını alır ve birincideki giysilerden başka şalvarın üstüne giyilen,arkası tek parça ve uzun,önü ise ortadan yırtmaçlı üç etektir.Kadınlar,erkeklerden daha çok aksesuar taşırlar.Başlarındaki fes ya da külaha dizili süsler takarlardı. Eski Bursa’da kadın giysileri özellikle kumaşları ve işlemeleriyle dikkat çekerdi.Bursa tezgahlarında dokunan ipekler,bürümcükler,kadifeler bu giysilere özellik katardı.18 Mutfak Kültürü: Bursa’da iklim ve coğrafyanın tarıma elverişli olması nedeniyle her tür sebze ve meyve çeşidi bulunmaktadır.Bu da Bursa mutfak kültürünün zenginleşmesini sağlamıştır.Bursa’nın ünü sınırlarını aşmış beş yemeği vardır:İskender Kebap,İnegöl Köfte,Kemalpaşa Tatlısı,Mihaçlı Peyniri ve Kestane Şekeri.Bir de artık genellikle kitaplardaki tanımlarıyla yaşayan tarih olmuş yemekler vardır: Çorbalardan;tarhana çorbası, sütlü oğmaç çorbası, yeşil mercimekli oğmaç çorbası, düğün çorbası, balık çorbası, ekşili baş çorbası, yabani otlardan; kaygana, yaban pırasası, melki, balıkotu vb. Sebze yemeklerinden; kurutulmuş yeşil fasulye yemeği,kestaneli etli lahana dolması(zeytinyağlısı da yapılıyor),kereviz dolması,patlıcan silkmesi. Etli yemeklerden; yörük kebabı,keşke;av hayvanlarından yapılan yahni,ekşili köfte,İnegöl köfte,ciğer sarması,mumbar dolması,pideli kebabı,şipit. Hamur işleri; mantı(nohutlu,sade ve kıymalı),cevizli lokum,kuru yufka böreği,mısır böreği,hamur bamyası,asude,pırasa böreği,dızmana.Özel günlerde düğün ve bayramlarda;keşkek,yumurta dolması,patates köftesi,zeytinyağlı yaprak sarması. Tatlılar; cennet köşkü,dilber dudağı,cevizli baklava,peynir tatlısı,incir dolması,zerde. Bulgaristan göçmenleri daha çok köfte,mercimek,kumpir,momelega mısır unundan yapılmış ‘’kaçamak’’ yapar.Arnavut ve Boşnaklar ise daha çok hamur işi yemekler ve börek yapar. Özellikle Arnavutlar haftanın 3-4 günü börek yaparlar.Filiye mişöriz gibi özel yemekleri vardır.19 Halk Oyunları: Bursa halk oyunları genel olarak;kılıç-kalkan savaş oyunu,Uludağ Türkmen oyunları,Rumeli halk oyunları olarak üç bölüme ayrılır.Uludağ Türkmen oyuları iki veya daha fazla kişi ile karşılama ve halka biçimi ile oynanır ve ekip oyunu özelliği taşımaktadır.Yöreye özgü oyunlarda ellerde genellikle zil ya da kaşık gibi ritim araçları bulunmaktadır.Türkmen oyunları ‘’Güvende’’,’’Sekme’’,’’Düz oyun’’,’’Büyük oyun’’ ve Cezayir olarak kısımlara ayrılmaktadır. Bu oyunların büyük bir kısmı türküler eşliğinde oynanmaktadır. Kılıç-kalkan,müziksiz oynanan halk oyunlarından biridir.Bu oyunun Anadolu’da Türklerden 64 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 önce de oynandığı belirlenmiştir.Oyun,adı üzerinde,oyuncuların kuşandıkları kılıç kalkanla oynanır.Kılıç ve kalkan ile oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler,müziğin ve ritmin yerini tutar.Eski dönemin savaşlarını simgelyen kılıç-kalkan oyunları altı figürden oluşup her birinin anlamı vardır.Oyun sekiz,on ya da daha fazla kişi tarafından oynanır.20 Karagöz Gölge Oyunu: Halk dilinde Karagöz oyunu olarak adlandırılan gölge oyunu,Türk kültür yaşamında önemli bir yer tutmaktadır.Karagöz oyununun kökeni konusunda yapılan araştırmalar da ise bu oyunun bursa ile yakın ilintisi olduğu görülmüştür.Çünkü hem bu gölge oyununun kahramanları olan Karagöz ile Hacivat Bursalıdır,hem de bu oyunu yaratan Şeyh Küşteri Bursalı’dır.İşte bu nedenle Bursa’da uluslar arası düzeyde gölge oyunu festivalleri düzenlenmektedir.21 Karagöz Gölge Oyunu,çerçeveye gerdirilmiş olan beyaz bir perdenin ardında oynanır.figürler,perdeye gölgenin vurmasını sağlayan bir ışık kaynağının önüne tutularak oynatılır.Eskiden meşale mum olan bu ışık kaynağının yerini bugün elektrik ampulleri almıştır. Karagöz’ü hem ülkemize hem de tüm dünyaya tanıtmak için,Unima Bursa Şubesi ile Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘’Bursa Karagöz ve Gölge Oyunları Festivali’’ düzenlenmektedir. İznik Çinileri: İznik ve çevresinde yapılan kazılarda prehistorik çağlardan kalan seramik parçaları ortaya çıkarılmıştır.İznikli çini ustaları,Osmanlı Sarayı’nın himayesindeki loncalarda örgütlenmişler ve büyük yapıları çini ile süslemişlerdir.17.yüzyıldan sonra Osmanlının askeri ve ekonomik olarak zayıflaması ile çini fırınları da kapanmaya başlamıştır.İznik’te geleneksel çini atölyeleri 1985 yılında Faik Kırımlı tarafından açılmış,Eşref Eroğlu usta ile devam etmiştir. Rasih Kocaman, Adil Can Güven gibi ustalar dışında 1995 yılında İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı çatısı altında İznik Çini ve Araştırma merkezi kurulmuştur.Ayrıca Uludağ Üniversitesi’ne bağlı Meslek Yüksek Okulu’nda,çini ve seramik konusunda eğitim verilmektedir.Günümüzde İznik’te çini sanatçıları Süleyman Paşa Medresesi’ne çini atölyeleri kurmuştur. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 65 DERNEĞİ B UR R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN G-BURSA’NIN ÜNLÜ SİMALARI Bursa’nın Ünlü Simaları Adnan Şenses, Ahmedi, Ahmed Paşa, Aydan Şener, Behice Boran, Bimen Şen, Bursalı Mehmet Tahir, Bülent Arınç, Cafer Zorlu, Celal Bayar, Cemal Nadir Güler, Ceyda Düvenci, Doğan Avcıoğlu, Emir Sultan, Enes Ünal, Erkan Can, Erdal Özyağcılar, Eşref-i Rumi, Feraicizade Mehmet Şakir, Fettah Can, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, Halil Ergün, Hüsrev Tayla, İbrahim Balaban, İsmail Beliğ, İsmail Hakkı Bursalı, İsmet Bozdağ, İlhan İrem, Kazım Baykal, Lami’i Çelebi, Müzeyyen Senar, Nüzhet Ergun, Oymacı Fahri, OzanTufan, Pakhymeres Georgies, Pınar Kür, Raik Alnıaçık, Rüstem Avcı, Sabiha Gökçen, Sururi, Süleyman Çelebi, Şefik Bursalı, Turhan Tayan, Yıdırım Gürses, Zati Sungur, Zeki Müren Lami’i Çelebi: Ünlü divan şairi.Asıl adı Mahmut’tur.1472 yılında Bursa’da doğdu.İçten gelen şiirlerinde, düzyazının akıcılığını,güzelliğini yaydığı için Lami’i mahlasını almıştır.Molla Cami’nin kitaplarını Türkçe’ye çevirdiği için Cami-i Rum lakabıyla anılmıştır.30 kadar kitabı bulunur.Şiirlerinden oluşan Divan’ı ile Ferhatname ve Şehrengiz en çok bilinen eserleridir. Emir Sultan: Bursalı ünlü derviş.Asıl adı Seyyid Şemseddin Mehmet’tir.1386 yılında Buhara’da doğmuştur.Hac dönüşü Bursa’ya yerleşen Emir Sultan,Molla Feneri’nin öğrencisi oldu. Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun ile evlendi.1422 yılında,II.Murat’ın İstanbul kuşatmasına dervişleriyle katıldı.Bursa’da en çok ünlenen derviş olan Emir Sultan’ın bugün de aynı görkemiyle duran ünlü camiyi yaptırması ününün daha fazla arttırmasını sağlamıştır.Osmanlı sultanları I.Bayezıt,I.Mehmet ve II.Murat;şeyhe saygı gösterip,onun eliyle kılıç kuşanmışlardır.1429 yılında Bursa’da vefat eden Emir Sultan’ın mezarı Bursa’da adıyla anılan semtteki cami avlusunda bulunan türbesindedir. Süleyman Çelebi: Bursalı ünlü mevlit yazarı ve divan şairi.1351 yılında Bursa’da doğmuştur. Vezir Ahmet Paşa’nın oğludur.Süleyman Dede olarak da tanınmıştır.Emir Sultan’ın halifesi olan şair,bazı kaynaklara göre Yıldırım,bazılarına göre ise Ulucami imamı idi.1422 yılında Bursa’da öldü.Çekirge yolundaki Yoğurtlubaba Mezarlığı’nda bulunan türbesinde meftundur.Osmanlı şiirinin kurucusu sayılır.İslam dünyasında çok tanınan Mevlit birçok dilde basılmıştır. Zeki Müren: Ses sanatçısı,besteci ve sinema oyuncusu.1931 yılında Bursa’da doğdu. Bursa’da başladığı öğrenimine İstanbul Boğaziçi Lisesi’nde devam etti.Güzel Sanatlar Akademisi’nin Dekoratif Sanatlar Bölümü’nü bitirdi.Müren ilk musiki derslerini Tanburi İzzet Gerçeker’den aldıktan sonra Bursa Türk Musikisi Derneği’nde yeteneğini geliştirdi.1950’de radyo sınavına girdi,üstün başarı elde ederek İstanbul Radyosu’nda solo programlar yapmaya başladı.1955 yılında sahneye çıktı.1955’te ‘’Manolyam’’ adlı şarkısıyla ünü bütün ülkeyi sardı ve bu bestesiyle Türkiye’de ‘’Altın Plak’’ ödülü alan ilk sanatçı oldu.1954’te ilk filmi olan Beklenen Şarkı’da oynadı.Bunu birbiri ardından çevirdiği 17 filmde daha başrol oynaması izledi. 66 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Uzun yıllar sahnelerin,radyo ve televizyonların en çok aranılan sanatçısı oldu ve “Sanat Güneşi’’ olarak anıldı.200’den fazla plak ve kaset yaptı.24 Eylül 1996 tarihinde TRT İzmir Stüdyosu’nda düzenlenen bir törende,geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Celal Bayar: Gemlik Umurbeyli devlet adamı,Türkiye’nin 3.Cumhurbaşkanı.1883 yılında Umurbey’de doğdu.Babası öğretmen Abdullah Fehmi olup Bulgaristan göçmenidir.Kurtuluş Savaşı sırasında Galip Hoca lakabıyla,özellikle Ege’deki köyleri tek tek gezerek direnişin örgütlenmesinde katkıda bulundu.1920 yılında,son Osmanlı Meclisi’ne Saruhan Milletvekili olarak seçildi. Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıkları olan Bayar’ın Kurtuluş’tan sonraki katkıları çok daha fazladır. Yeni Cumhuriyetin ekonomisi adeta ondan sorulurdu.İş Bankası’nı kurup ilk Genel Müdürlüğü’nü yaptı.1932 yılında Ekonomi Bakanı olan Bayar,1937’de Başbakan,1950 yılında Cumhurbaşkanı oldu.1960 Darbesi ile yargılanıp idam cezası verilmesine karşın cezası hapse çevrildi.1964 yılında cezaevinden çıkan Bayar,daha sonra da siyasetle yakından ilgilendi.12 Ağustos 1986 tarihinde,103 yaşında yaşamını yitirdi. Köyündeki evi, 1970 yılında özel eşyalardan oluşan bir müze haline getirilmiştir.22 ULU CAMİ Yıldırım Beyazid tarafından 1400 yılında yaptırılmıştır. On iki ayak üzerine yirmi kubbe ile üzeri örtülen Ulucami şehrin merkezinde yer alan en önemli tarihi yapıdır. Caminin duvarları tümüyle düzgün kesme taş ile örülmüştür. Caminin minberi,ağaç işletmeciliğin en güzel örneklerinden birini oluşturur. Ahşap kapılar cevizden yapılmış olup üzerinde oyma geometrik motifler bulunur. BURSA’NIN İLKLERİ 20 Mayıs-25 Temmuz 325 tarihinde,İznik’te Hristiyanlığın ilk konsülü toplandı.Bu konsülde Hristiyan dünyasının ilk amentüsü belirlendi.1081 yılında İznik,Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti oldu.1204 yılında İznik,Bizans İmparatorluğu’nun başkenti oldu.Osmanlı Devleti’nin ilk başkentleri Bursa il sınırları içindeki kentlerdi.1299 yılında Karacahisar,1302 yılında Yenişehir,1326 yılında Bursa ve 1331 yılında İznik başkent oldu.Osmanlı Devleti’nin ilk eserleri olan Balabanbey ve Aktimur kaleleri 1308 yılından sonra Bursa’nın kuşatılması sırasında,Osman Bey tarafından yaptırıldı.Türklerin yaptığı ilk mescit,Bursa’da Ahi Hasan(İl-Eroğlu Ahmey Bey Mescidi) tarafından yaptırıldı.Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk parası 1327 yılında Orhan Bey tarafından Bursa’da bastırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk medresesi 1335 yılında, İznik’te TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 67 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Orhan Gazi tarafından kuruldu.İlk spor alanı Bursa’da Atıcılar’da açıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk köprüsü, Bursa’da Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun tarafından yaptırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk Bedesen’i yeni kapalı çarşısı Bursa’da Orhan Bey tarafından yaptırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk devlet dairesi sayılan Saray,Tophane’de yapıldı.Ülkemizde ilk çini İznik’te üretilmeye başlandı. Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesi olan Darüşşifa, Yıldırım Bayezid tarafından 1399 yılında Bursa’da yaptırıldı.Ülkemizde örneği olmayan şadırvanlı minare Kara Timurtaş Paşa veya oğlu Ali Bey tarafından Bursa’da yaptırıldı.1442 yılında,ülkemizin ilk ve tek çarşılı köprüsü Irgandı,Hoca Muslihiddin’in babası Pir Ali tarafından yaptırıldı.Türkiye’de il yün,pamuk ve ipekli dokumacılığı;1437 yılında Bursa’da başladı.Ülkemizin ilk dokuma atölyeleri Üçkuzular Tekkesi’nin hareminde kuruldu.1486 yılında Cilimboz Deresi vadisinde,ülkemizin ilk kağıthanesinin kurulduğu ifade edilir.1490 yılında,II.Bayezid tarafından şadırvan üstünde bulunan ilk mescid yapıldı.Ülkemizde ilk Belediye Kanunnamesi ve ilk standartlar,1502 yılında Bursa İhtisab Kanunnamesi’yle yürürlüğe girdi.Ülkemizin ve Bursa’nın ilk ipek fabrikası,1833 yılında Fransız Glaizal ailesi tarafından kuruldu.Ülkemizde ilk maden suyu Çitli Maden Suyu,1855 yılında Avrupalı tüccarlar tarafından işletilmeye başlandı.18 Ağustos 1893 tarihinde ülkemizin il ve tek İpekçilik Okulu(Harir Darü’t Talimi) açıldı.1902 yılında Anadolu’da ilk müze Bursa’da açıldı.1909 yılında,Türk tarihinin ilk grevi Bura Vilayeti’nde başladı.3 Ağustos 1910 tarihinde ülkemizdeki ilk kadın grevi Bursa’da yapıldı.1916 yılında,ülkemizin ilk ve tek şehit eşlerinin barınacağı Dulhane’si Bursa’da açıldı.1934 yılında Türkiye’nin ilk süt tozu fabrikası ‘’Sayas’’ ve buz fabrikası Şakir,Abdürrahim ve Faik beyler tarafından kurulmuştu.1932 yılında,Türkiye’nin ilk ve doğa ve kayak derneği Dağcılık Kulübü Bursa’da kuruldu.1 Şubat 1938 tarihinde,ülkemizin ilk suni ipek fabrikası Gemlik’te açıldı.2 Şubat 1938 tarihinde,Türkiye’de kangarın tipi yün üreten ilk kuruluşu Merinos fabrikası Bursa’da açıldı.Türkiye’nin ilk ve tek Orman Müzesi Bursa’da açıldı.3 Mayıs 1953 tarihinde,ilk kez yapılan kolektif iş mukavelesi-sözleşmesi Buntaş-Bursa Umumi Nakliyat Şirketi ile Motorlu ve Her Türlü Nakliyat Taşıt ve Tamir İşleri Sendikası arasında imzalandı.1954 yılında Türkiye’nin ilk çamaşır makinesi Tolon Bursa’da üretildi.1930 yılında Zehra Budunç,Türkiye’nin ilk kadın Belediye Başkan Yardımcısı oldu.29 Ekim 1963 tarihinde,Türkiye’nin ilk teleferiği Bursa-Uludağ arasında hizmete açıldı.6 Kasım 1966 tarihinde,Türkiye’nin ilk Organize Sanayi Bölgesi Bursa’da açıldı.12 Şubat 1971 tarihinde,Türkiye’nin ilk otomobil fabrikası olan Tofaş’ta üretime başlandı.1974 yılında,Bursa’da il özel çevre parkı ve kuş cenneti Mustafa Bilgiç tarafından Apolyont Gölü kıyısında kuruldu.3 Nisan 1993 türkiye’nin ilk özel limanı olan Gemport’un açılışı,Başbakan Süleyman Demirel tarafından yapıldı.2002 yılında ülkemizin ilk otomobil müzesi Tofaş tarafından,Umurbey mahallesine açıldı.5 Temmuz 2000,Bursa Avrupa Sağlıklı Şehirler Ağı’na üye ilk Türk kenti oldu ve Türkiye’yi yeni şehircilik kavramıyla tanıştırdı.14 Şubat 2004 tarihinde,Türkiye’nin ilk kent müzesi Bursa’da açıldı.Eylül 2004 Türkiye’nin ilk Osmanlı giysileri ve takıları müzesi,Esat Uluumay tarafından açıldı.23 68 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 KAYNAKÇA 1.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.13. 2.A. Memduh Turgut Koyunluoğlu,İznik ve Bursa Tarihi,Vilayet Matbaası,Bursa 1935-37,S.37. 3.İnancık Halil,Osman Gazi,Ntv Tarih,İstanbul 2010. 4.Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.22. 5.Neşri, S.138-139/Neşri, S.146-147, 6.İbn-i Salma Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat, C.II, S. 436 7.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.24. 8. A. Memduh Turgut Koyunluoğlu,İznik ve Bursa Tarihi,Vilayet Matbaası,Bursa 1935-37,S.72. 9. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.45. 10.Yardımcı İlhan,Bursa Tarihinden Çizgiler ve Bursa Evliyaları,Türdav Yayınları,İstanbul 1976,S.23. 11. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.67. 12. Kurtuluş Savaşı’nda Bursa,Kültür Sanat Tur Vakfı,Bursa 1997,S.52. 13.Kurtuluş Savaşı’nda Bursa,Kültür Sanat Tur Vakfı,Bursa 1997,S.54. 14.Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.12. 15. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.102. 16. www.tuik.gov.tr/ilGostergeleri/iller/BURSA.pdf 17.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.99-100. 18. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.106. 19. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43. 20. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43. 21. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43. 22.www.wikipedia.org 23. Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.192. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 69 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Hilâl BIÇAK BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 12-B / 265 ORTAK BİR PAYDA: NEVRUZ Tüm Türk dünyasında ve Anadolu coğrafyasında, ortak kültürel değer olması yönüyle önemli bir yere sahip olan ve yüzyıllardır Türk kültürüne özgü özelliklerle, ortak inanmalarla, coşkuyla kutlanan ilk yaz bayramlarından biridir Nevruz. Kaynağı çok eskilere dayanan ve Türk halkının büyük ilgi gösterdiği bu bayram vesilesiyle birçok gelenek ve görenek kaybolmaktan kurtulup yaşamaya devam eder. Dolayısıyla Nevruz, toplumu ayakta tutan, birlik ve beraberliği pekiştiren Türk milletinin kutsal bayramlarından biridir. Nevruz sözcüğü, Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günü ve İlkbaharın başlangıcı sayılan 21 Mart tarihi, hayvancılık ve tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi; yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcı olması, gece ve gündüzün eşitliği, doğanın uyandığı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul edilmesi nedeniyle pek çok takvimde ve kültürde yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır. Nevruz: Karapapaklar’da Nevruz, Kırım Türkleri’nde Navrez,Gündönümü; Batı Trakya Türkleri’nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’nde Sultan-ı Navrız adlarıyla kutlanmaktadır. Ayrıca Nevruz’un daha birçok isimleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Nevruz, Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Navrız, Nevruz Sultan, Sultan Nevruz, Navrez, Nevris, Naorus, Nauruz, Nöruz, Nävroz, Nävruz, Novruz, Noruz,Novroz, Navrıs Oyıx, Nevruz Norus, Ulustın Ulu Küni, (Ulusun Ulu Günü), Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çagan, Babu Marta, Kürklü Marta, _lkyaz Yortusu,Yengi Kün,(Yeni Gün), Yeni Yıl, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Mart Kırma, Mart Dutması, Mart Bozması, Yılbası Tutmak, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh Bayramı, Altay Ködürgeni, Çılgayak, Yılsırtı, Bereket Bayramı, Nevruz Çiçegi, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris, Yumurta Bayramı, Döldökümü, Yılbası Tutmak, Yıl Yenilendi, Kırklar Bayramı, Kıs Bitti Bayramı bunlardan bazılarıdır. İslamiyet öncesinde de Türkler tarafından kutlanan nevruz, İslamiyet’in kabulü sonrasında da Anadolu ve Anadolu dışı Türk dünyasında inanılan dini inanışlar ve menkabelerle kutsal kabul edilip yeni anlamlar yüklenerek İslami kimlik kazanmıştır. Bunlardan birkaçı; Allah, yeryüzünü 21 Martta yaratmıştır. Nevruz, Hz. Adem’in çamurdan yoğrulduğu, Adem ve Havva’nın buluştukları, Nuh’un gemisinin karaya vardığı, Yusuf Peygamber’in kuyudan kurtarıldığı, Hz. 70 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yardığı gün olarak kabul edilmiştir. Böylece bu gün İslamiyetten sonra dini bir kimlik kazanmıştır. En eski Türk bayramlarından biri olan Nevruz, Türkler aracılığıyla Avrasya’ya yayılmıştır. Çin kaynaklarına dayanarak Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 mart’ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o zamanda da yer aldığını biliyoruz. Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüş ve bugüne kadar uzanmıştır. Çağdaş Uygur resminde Uygurların Nevruz kutlamalarını temsil eden tablolar yapılmıştır. Nevruz’u İran geleneğine bağlayan Firdevsi’nin Şehnamesi ve diğer kaynaklar yanıltıcıdır. Çünkü Nevruz hakkındaki bilgiler orada XI. Yüzyıldan itibaren görülür. Milattan önceki yıllarda Nevruz hakkında İran metinlerinde herhangi bir iz ve kayıt yoktur. Ancak Hunlarda bu kayıt mevcuttur. İslamiyet öncesinde Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir. Topragın kıs mevsiminde yattıgı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz ile yeniden dirilisi, Türk destanları içinde karsılıgını Ergenekon’da bulmustur. Bilindiği üzere Ergenekon, Türk milletinin bir nevi yeniden doğuşudur. Destana göre Türk milleti, çok uzun bir aradan sonra kapalı kaldığı ovadan ulu bir bozkurt önderliğinde demirden bir dağı eriterek kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Tarih boyunca bizim için özgürlük demek yaşam demekti. İşte biz Türk milleti olarak Ergenekon’dan çıkışımızla birlikte yeniden özgür olduk yani yeniden dirildik. Bundan dolayı Nevruz kutlamalarının bir diger adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta, Çian Ken’in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir. Nevruz ile ilgili tarihî bilgiler;Kutadgu Bilig, Divan ü Lûgat-it-Türk gibi Türk kültürünün ilk yazılı kaynaklarından baslayarak Nizâmü’l Mülk ve Meliksah’da da mevcuttur. Ebulgazi Bahadır Han’ın Secere-i Türkî’sinde naklettigi Ergenekon Menkıbesi ise eski Çin kaynaklarının verdigi tarihî olayların bir yankısıdır. Secere-i Türkî’de bu olay söyle anlatılır: “(…)_lhan’ın ogulları bu muharebede ölmüslerdi, ancak en küçügü olan Kıyan kalmıstı. Kıyan o sene evlenmisti. (…) Nüküz de henüz o sene evlenmisti. Bunların ikisi de aynı bölükten olan iki adama düsmüslerdi. Muharebeden on gün sonra bir gece atlanıp karılarıyla beraber kaçtılar. Muharebeden evvel ordu kurdukları yere geldiler. Düsmandan kaçıp gelen dört türlü mal (deve, at, öküz ve koyun) buldular. Hasbıhâl edip dediler ki: “Burada kalsak, bir gün olur düsmanlarımız bizi bulurlar, bir kabileye gitsek, etrafımız hep düsman kabilelerdir; iyisi daglar arasında kimsenin daha yolu düsmemis olan bir yere gidip TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 71 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN oturalım.” Sürülerini sürüp daglara dogru yürüdüler. Yabanî koyunların yürüdükleri bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dagın bogazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp diger yanına indiler. Oraları iyice muayene ettiler, gördüler ki geldikleri yoldan baska yol yoktur ve o yol da öyle bir yol ki bir deve ve bir keçi bin güçlükle yürüyebilirdi; eger biraz ayagı sürçse düser parça parça olurdu. Vardıkları yer genis ve bir nihayetsiz ülke idi; içinde akarsular, membalar, türlü otlar, çayırlar, meyveli agaçlar, türlü türlü avlar vardı. Bunu görünce Tanrı’ya sükürler kıldılar. Kısın mallarının etini yer, derilerini giyerler, yazın sütünü içerlerdi. Oraya (Ergenekon) adını verdiler. ‘Ergene’nin manası ‘bir dagın kemeri’, ‘kon’un manası ‘dik’tir; orası dagın kırı (dagın en yüksek yeri) idi. Burada Kıyan ve Nüküz’ün ogulları çogaldı. Kıyan’ın ogulları ötekininkinden daha çok oldu. Kıyan’ın ogullarına, Kıyat; Nüküz’ün ogullarının bir kısmına Nüküzler, bir kısmına da Dürlükin dediler. Kıyan diye dagdan siddetle ve sür’atle inen sele derler. _lhan’ın oglu güçlü ve tez bir adam oldugundan ona bu ismi vermislerdi. ‘Kıyat’, ‘Kıyan’ın cemidir. Bu iki kisinin nesilleri uzun bir müddet Ergenekon’da kaldılar. Çogaldıkça çogaldılar. Kabileler meydana geldi. (…) Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çogaldı ki artık oralara sıgmadılar. Bunun üzerine kenkas (müzakere) ettiler ve “babalarımızdan isitirdik ki Ergenekon’un dısarısında genis ve güzel bir memleket varmıs, atalarımız orada otururlarmıs. Tatar bas olup baksa kabileleri bizim urukumuzu kırıp yurdumuzu almıslar. Artık Tanrı’ya sükür, düsmandan korkarak dagda kapanıp kalacak hâlde degiliz. Bir yol bulup bu dagdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüsür, düsman olanla güresiriz” dediler. Herkes bu fikri begenip yollar aradılar. Mümkün olup bir yol bulamadılar. Bir demirci: “Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Zannedersem bir kattır. Eger onu eritirsek yol buluruz.” dedi. O yeri gidip gördüler ve demircinin sözünü münasip buldular. Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi, bir sıra odun, bir sıra kömür olmak üzere dagın bögründeki çatlaga istif ettiler. Dagın tepe ve diger yanlarına da odun ve kömür yıgdıktan sonra deriden yetmis körük yapıp yetmis yere kurdular; atesleyip hepsini birden körüklediler. Tanrı’nın kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü, o saati belleyip dısarı çıktılar. _ste o gün Mogollarca bayram sayıldı. O vakitten beri bu halas günü Mogollar bayram yaparlar. (…)Bu güne çok itibar edip:“Zindandan çıkıp ata yurduna geldigimiz gün” derler.” (Ebulgazi Bahadır Han 1925: 35-38) Bu kaynaklara baktığımızda bu bayramın ne kadar köklü ve uzun bir geçmişe sahip olduğunu rahatlıkla idrak edebiliriz. Türk dünyasında Nevruz birçok sebebe bağlanarak kutlanmaktadır. Birçok kaynakta Nevruz gününe temel olduğuna inanılan olaylar su sekilde anlatılır: Kur’an’ın indirilmeye başlandığı gün, Hz. Ali’nin doğum günü, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendiği gün, Hz. Musa’nın âsâsıyla Kızıldeniz’i yararak kendisine inananları kurtardığı gün, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, insanlığın atası Hz. Âdem’in çamurunun yoğrulduğu gün, Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra Arafat Dağın’da yeniden buluştukları gün, Nuh’un gemisinin karaya oturduğu, _İbrahim Peygamberin yakılmak istendiği, Hz. Yusuf’un kuyuya atıl72 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 dığı, Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrıldığı, günesin Koç burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşitlendiği, baharın ve yeni yılın başladığı, Türklerin Ergenekon’dan çıktığı gün seklinde yorumlanmıştır. Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri, yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanır. İnanca bağlanan yeni yıl törenleri, Asya ve Ön-Asya toplumlarında benzer iklim ve coğrafya şartlarında zaman, ad ve pratik benzerliğiyle kutlanmıştır. Nevruz; uygulamalarda bazı farklılıklar olmakla birlikte, Orta Asya Türk Toplulukları, İran, Anadolu ve Balkanlarda aynı tarihler arasında her toplumca kendine özgü bir nedene dayandırılarak kutlatmıştır. Kökü çok eski bir geleneğin yeniden şekillenip günümüzde de şenlik ve kutlama biçiminde sürdürüldüğü Nevruz, Anadolu’da ateşle kutlanır. Çünkü ateş evreni canlandıran güneşin dünyadaki uzantısı, aynı zamanda Ergenekon’dan çıkarken kullandığımız ve bizi özgürlüğe yani yeniden dirilişimize ulaştıran olgulardan biridir. Anadolu’da kutlanan Nevruz şenliklerinin biçimlenmesinde eski Türk bahar bayramları ve Anadolu’da kutlanan eski bahar şenliklerinin etkisi olmuştur. Nevruz Osmanlı devrinde de sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneş koç burcuna girdiği anda Nevruziye adı verilen macun veya tatlı yemek adet olmuştu. Müneccimbaşı Nevruz günü padişaha yeni yıl takvimini sunar, aldığı bahşişe “Nevruziye Bahşişi” adı verilirdi. Nevruz dolayısıyla sadrazam padişaha donanmış atlar, silahlar ve pahalı kumaşlar gibi hediyeler verir, bunlara “Nevruziye Pişkeşi” denirdi (Levy,1998:234). Saray hekimbaşıları tarafından hazırlanan ve “nevruziye” macunlarınının basta padişah ve ailesi olmak üzere bütün saraya ikram edildiği de çeşitli kaynaklarda mevcuttur. Hatta, Nevruz kutlamalarının yapılmasının dinî açıdan sakınca taşımadığı yönünde fetvalar da vardır. Bu fetvalardan biri Şeyhulislâm Ebû Suud Efendi’ye aittir: “Mesele Nevruz gününde zeyd müsellem eyü libaslarını giyüp yiyüp içse, yaranlarıyla sahrâya gitse, ism lâzım gelür mi? Cevap: Nesne lâzım gelmez. Nevruz Mecûsî (_slâmiyete aykırı) degüldür, Nevruz sultânî (örfte var olan bir âdet) dir”. (Kılıç 2000: 205-206). “Nevruziye”ler yazarak padişahın Nevruz Bayramı’nı kutlayan Klâsik dönem sairlerinin, ayrıca bu şiirlerle baharın gelişi, cihanın tazelenişi, çiçeklerle bezenişi, tabiatın âdeta yeniden dirilisini ve bu mevsimde yapılan eğlenceleri anlattıklarını görüyoruz. Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir Senlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram etme geleneği sekline dönüştüğü ve Nevruz’la ilgili olduğu bilinmektedir. Yine bugün dahi Nevruz’la ilgili Anadolu’da devam eden adetler bulunmaktadır. Örneğin Tekirdağ’da Nevruz; soğukların sonu baharın başlangıcı olarak kabul edilir ve “Nevruz Şenlikleri” adıyla kutlanır. Edirne’de, 22 Mart günü yapılan Nevruz kutlamalarında mesire yerine gidilir, eski hasırlar yakılarak üzerinden atlanır. Kırklareli’nde Nevruzi, “Mart Dokuzu” TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 73 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN adıyla kutlanır. İzmir Urla’da “Mart Dokuzu Şenlikleri” adıyla kutlanırken; Tire’de “Sultan Nevruz Bayramı” olarak bilinir. Uşak’ta Nevruz kutlamaları oldukça yaygındır. O gün için, “yıl yenilendi” tabiri kullanılır. Sivas’ta Mart Dokuzu’nda gök gürlerse, o yıl ürünün bol olacağına inanılır. Giresun Şebinkarahisar’da 22 Mart sabahı akarsularda yıkanıldığı takdirde, kuvvet ve sağlık kazanılacağına inanılır. Ayrıca Nevruz bugün Tahtacı Türkmenlerinin yayla çıkışında; 22-23 Mart tarihlerinde kutlanmaktadır. Tahtacı, Türkmenlerinde Nevruz; ölülerin yedirilip içirildiği gün olarak kabul edilir. Burada eski Türk inanç sisteminin atalar kültü kendini gösterir. Kuzeydoğu Asya’dan merkezi Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Şamanist, Budist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman dini, inanışı ne olursa olsun tüm Türk halkları arasında bahar bayramı bugün de varlığını korumakta ve her yıl coşkuyla kutlanan bu bayram değişik adlarla adlandırılsa gerek ifade ettiği anlam gerekse pratik açılardan bir bütünlüğü, birliği ortaya koymaktadır. Türklük Dünyası’nda ise Nevruz’un Kazakistan’da(resmi tatil olarak), Kırgızistan’da(resmi tatil olarak), Özbekistan’da(resmi tatil olarak), Azerbaycan’da (resmi tatil olarak), Türkmenistan’da(resmi tatil olarak), Doğu ve Batı Türkistan’da, Kırım’da, Yakutlar’da, Balkan Türkleri’nde, Yugoslavya Türkleri’nde, Kıbrıs Türkleri’nde kutlandığı bilinmektedir. Nevruzu yaşatan tüm bu bölgelerin geneline bakıldığında, yapılan çalışmaların bazı kesimlerce, bölgeseli yerelleştirme ve daha dar bir topluluğa mal ettirme çabalarını içerdiği görülür. Nevruzu yaşamakta olduğu büyük coğrafyadan ve bu coğrafyada yaşama şansı bulduğu diğer kültürlerden soyutlamaya çalışmak, kendiliğinden oluşmuş bölgesel küreselleşmeyi yerelleştirmek olur. Yerelleşen kültür veya mitlerin zaman içinde küresel ve bölgesel etkilerle ortadan kalkabildiği, özellikle Batı kaynaklı yeni kültürel küreselleşme uygulamalarının bu süreci hızlandıracağı dikkatten uzak tutulmamalıdır. Çünkü Nevruz, tüm Türk dünyasının tek bir paydada birleşebildiği çok önemli bir olgudur. Türklük bilincinin tüm dünya Türklerinde yerleşmesinde büyük bir rol oynayacak olan kutlu bir bayramdır. Bir diğer husus ise bazı kesimlerin Nevruz gibi kutlu bir bayramı kendi ideolojileri doğrultusunda tek bir ırka mal etme çabalarıdır. Yüzyıllardan beri Türkler tarafından kutlanan Nevruz pek tabii olarak bir Türk bayramıdır. Tüm bu ideolojik amaçlı karalamalara yine tarihi kaynaklara dayanarak cevap verebiliriz. Kaynağı neresi olursa olsun Nevruz, M.Ö. 3. Yüzyıldan, Mete Han zamanından beri Türklerde var olan bir bayram, bir bahar bayramı geleneğidir. Özellikle 1200 yıldır öbür Türk gruplarının hemen hiç birisi ile ilgisi kalmamış olan Saha yani Yakut Türklerinde Nevruz geleneklerinin izlerinin kuvvetli bir şekilde bugün de var oluşu dikkate değer. Doğrusu, eğer Nevruz batı kaynaklı bir gelenek olsaydı, bu Nevruz bayramının Saha Türklerine kadar nasıl gittiğini ve 1200 yıldır, diğer Türk boylarıyla ilgisi olmayan Sahalara nasıl etki ettiğini de tarihi olarak, kaynaklara müracaat ederek açıklayabilmek gerekirdi. Sonuç olarak bu durumda Nevruz’un kaynağı olarak Hunlar veya daha eski bir tarihte Türklerin ağır bastığı görülmektedir. 74 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Mete Han’dan Ulu Önder Atatürk’e kadar kutlanmış olan Nevruz, milli ruhunu büyük ölçüde kaybetmiş olan halka, Cumhuriyetle birlikte yerleştirilmeye çalışılan ulus bilincine bağlı olarak özellikle Atatürk tarafından daha geniş katılımlı kutlanmaya teşvik edilmiştir.Cumhuriyet’in ilk yıllarında da resmi olarak devam eden Nevruz kutlamalarıyla ilgili Prof. Dr. Reşat Genç şu bilgileri veriyor:”Geri planlarda bırakılmış ve unutulmaya yüz tutmuş olan Türk insanına kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi Atatürk’ün başlattığı bir hareketti. Bu ne ile mümkün olurdu? İşte bu, öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, adetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olurdu.” Ayrıca o dönemde resmi olarak kutlanan 21 mart Nevruz ile ilgili olarak halkın, öğrencilerin Ankara’nın belirli çayırlıklarına, meydan yerlerine toplandıkları, bu törenlere devletin üst yöneticilerinin de katıldığı dönemin matbuatında kayıtlıdır. Ankara’da yapılan kutlamalar Anadolu ile sınırlı kalmamış, Türk dünyasında’ da heyecan yaratmıştır. Bu heyecan Azerbeycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof’un Mustafa Kemal’e çektiği bir telgrafta çok net görülmektedir. 24 Mart 1921 tarihli telgraf ;” Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbeycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milleti’nin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbeycan İnkılap Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark inkılap başları Mustafa Kemal!” 1922 yılında Sakarya Zaferi’nden hemen sonra bütün okullara Nevruz-Ergenekon bayramının bir önceki yıl olduğu gibi coşkuyla kutlanması için talimat verilmiştir. Aynı yıl 23 Mart Çarşamba günü meclisin ve Taşhan Meydanı’nda merasimler yapıldığı yönünde bilgiler de Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve İkdam gazetelerinde kayıtlıdır. Cumhuriyetle birlikte Nevruz’un yeniden gündeme getirilmek istenmesinin esas sebebi Besim Atalay’ın 23 Mart 1921 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine yazdığı makaleden kolayca anlaşılmaktadır. Yazının bir bölümünde şöyle denir: “Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice, bizim bugünkü milli mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bugün de kendi varlığına kast edenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretiyle kara günlerden kurtulacağına eminim.”(Tural:2000:343-350) Yine bu dönemde Behçet Kemal Çağlar tarafından kaleme alınan “Ergenekon”(Çağlar 1982) isimli piyeste de Ergenekon ile Milli Mücadele arasında benzer bir ilişki kurulur. Cumhuriyetle yeniden hız kazanan Nevruz kutlamaları, yeni kurulan millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak devam etmiş olan bu kutlamalara ilk yıllardan itibaren gösterilmeye başlanan bu hassasiyet; Osmanlı döneminde su veya bu sebepten dolayı ihmal edilmiş Türk insanına kendi kültürel kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırma gayretidir. Atatürk, bu sürecin TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 75 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olacağı inancındaydı. Kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete çağdaş olma yolunu açmak daha da kolaydır. Atatürk milliyetçiliğinin özü olan bu hareket onun yüksek idrakinin bir gereğidir. Atatürk’ün milli kültürümüzü oluşturan öğelerin her biri üzerinde en ince ayrıntısına kadar durmasının temel sebeplerinden biri de Türkiye Cumhuriyetini, temeli “Yüksek Türk Kültürü”ne dayanan bir kültür devleti yapmak istemesiydi. Tüm bu çalışmalara da bakıldığında bu kutlu gün, şimdi ve gelecekte biz Türk gençliği tarafından tüm engellemelere ve yalanlamalara rağmen coşkuyla kutlanmak zorundadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin temeli yüksek Türk kültürüdür ve Nevruz bu yüksek kültürün bugün olduğu gibi yarın da önemli bir parçası olacaktır. KAYNAKLAR 1- ARTUN, Erman, TÜRK HALK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ, syf.1-7 2-Çaglar, Behçet Kemal, (1982), “Ergenekon”, Ülkü Mecmuası (Seçmeler), Ankara. 3-Ebulgazi Bahadır Han, (1925), Türk Seceresi (Secere-i Türkî), (Aktaran: Doktor Rıza Nur), Matba’a-i Âmire, istanbul. 4-Yusuf Has Hâcib, (1959), Kutadgu Bilig, II Tercüme, (Çeviri: Resit Rahmeti Arat), Ankara. 5-Şengül, Abdullah, “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ- Mete Han’dan Atatürk’e-“, Sosyal Bilimler Dergisi, syf.161-170 6-(Karsılastırmalı Türk lehçeler Sözlügü I 1991: 648-649); (Genç 1997: VII). 7- Aypay, irfan, (2005), “Klasik Türk Siirinde Nevruzun islenisi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:VII, Sayı:II, Afyonkarahisar, s.1-12. 8-Uca, Alaattin, TÜRK TOPLUMUNDA NEVRUZ-II, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 33 Erzurum 2007, syf.151-171 9-R. LEVY, “Nevrûz, Navruz”, İslam Ansiklopedisi, Eskişehir, 1997, C.9. 10-Oğuz, Ahmet, XIX. Yüzyıl Sonu Osmanlı Belgelerine Gore Dini Bayram ve Nevruz Tebrikleri, Milli Folklor Dergisi, Cilt:7, Sayı:53, Ankara 2002, syf:23-24 76 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Elif Ezgi BAŞTÜRK Özel Tunçsiper Fen Lisesi 10-F NEVRUZ Ağaçların yapraklarını döktüğü, çiçeklerin kendilerini soldurduğu, güneşin artık bizi ısıtamadığı, doğanın tüm güzelliklerini bizden sakladığı o kış mevsiminin ardından gelen baharı; bizi neşelendirdiği, doğayı tekrardan renklendirdiği için çok sevmiş ve kutlamak istemişizdir. İsmi Farsça bir kelime olup “yeni gün” anlamına gelen nevruzdur. Tam olarak tanımını yapmak istersek nevruz; Afganlar, Anadolu Türkleri, Farslar, Kırgızlar gibi birçok millet tarafından kutlanan ancak kökeninin Persler olduğu bilinen bir bahar bayramıdır. Türkler için ise doğanın uyanışı dışında başka bir hikâyesi daha vardır. Destana göre bir gün bütün kavimler Göktürklere karşı birleşerek onları yenmişler, birçok kişiyi öldürmüş, çoğunu da köleleri yapmışlar ve yurtlarını yağmalamışlar. Ancak düşmandan kurtulabilen bir grup, dağların içinde yaşamaları için bir alan bulup oraya Ergenekon adını vermiş ve 400 yıl kadar orada yaşamışlar. Daha sonraları Ergenekon’a sığmamaya başlayınca çıkış yolu aramış ancak bulamamışlar. Bir demircinin önerisiyle demirden dağı eritmiş ve kurtulabilmişler. O günden sonra ise bu günü bayram sayar ve her yıl bu günde Tanrı’ya çeşitli şekillerde şükrederlermiş. Bu gelenek tüm Türk kavimlerinde M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren her yıl 21 Mart’ta kutlanmaktadır. Tabi bu kutlamalar yüzyıllardır çağdan çağa, milletlerden milletlere değişmiş ve çeşitli haller almışlardır. Bu kutlamalardan bahsetmek istersek evi baştan aşağı temizlemek, güzel giysiler giymek, kabir ve akraba ziyareti yapmak nevruzun daha çok bayram kısmıyken, at yarışları, horoz dövüşleri, köpkarı, güreş gibi gösteriler düzenlemek, ateş yakıp üstünden atlamaksa eğlence kısmıdır. Tabi bu kutlama çeşitlerinin yapılmasının da belli nedenleri vardır. Örneğin ateş yakıp üstünden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca hastalanmazmış ya da nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktaymış. Ayrıca nevruz günü sabah erkenden kalkılır ve tüm su kaplarındaki sular yenilenir, taze su içilir, birbirinizin üzerine su serpilirmiş. Yani ateşin yanında suyun da Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Suyun şifa verici, arındırıcı gücüne inanılır ve tüm pınarların, dere, ırmak, göl ve denizlerin kendi iyi ruhlarının olduğuna inanılırmış. Ancak tüm bu kutlamaların ana teması her zaman yardımlaşma, sevgi ve şefkat olmuştur. Bu yüzden bayramdan önce fakir, hasta ve zor durumda olan kişilere yardım yapılır ve yapılan aşlardan herkese pay verilirmiş. Nevruz Türkiye’de bir gelenek, Türk Cumhuriyetlerinde ise bir bayram olarak kutlanırken, 1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından da bayram olarak kabul edilen bir gün haline gelmiştir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 77 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Kadir GÜZEL Bursa Atatürk Anadolu Lisesi 10-H / 2187 KUTLU ŞEHİR BURSA Bursa medeniyetlerin beşiği, fatihini bekliyordu tam on yıldır. Acaba Osmanoğulları bu şehri alabilecek miydi? 14. asrın başlarında Söğüt’teki Osman Gazi otağına oturmuş düşünceliydi. Beyleriyle istişare etmiş, Bursa’nın fethine karar vermişti. Marmara’nın incisi, devletlerin gözdesi Bursa artık İslam sancağı altında olmalı idi. Ama şehir direniyordu, tam dokuz yıl geçmiş, herkes ümit kesse de Osman Gazi vazgeçmemişti. Fakat sağlığı kötüye gidiyordu ve oğluna son emrini verdi: “Oğul ben öldüğümde beni o gümüş kubbeli yere göm!” dedi. Oğlu Orhan Gazi babasından aldığı emirle son kez taarruza geçmeden tekfur şehri teslim etti. Bursa, artık Türk toprağıydı. Orta Asya’dan başlayan serüven şimdilik Bursa’da mola vermişti. Osman Gazi bu kutlu haberi aldıktan kısa bir süre sonra canını teslim etti. Bursa, artık Anadolu’nun ilim merkeziydi. Emir Sultan’ın, Yunus Emre’nin, Evliya Çelebi ruhaniyetli şehir demişti. Bursa için ve şu notu düşmüştü. Seyahatnâmesi’ne “Velhasıl Bursa sudan ibarettir. ”diye. Tam altı padişaha ev sahipliği yapan, nice beyleri, nice şehzadelerin kaderinde bulunan Bursa Keçecizade Fuat Paşa’ya göre Osmanlı Tarihinin başlangıcıydı. Bir çok cami, medrese, şifahane, türbe yapıldı o altın toprağın üzerine, o Bursa surlarına sorsanız size neler neler anlatır belki de. Hüzünler, sevinçler yaşandı gök kubbesinin altında, her zaman hizmet etti Bursa halkına . Tarihi semtleriyle tanınırsa her zaman Bursa, her köşe başında ecdadın bir eseri vardı. Her ne kadar zarar versek e bazılarına, büyük bir kısmı hala ayakta. Nice insanın hayran kaldığı Bursa, 1326’dan beri olan, on yıllık sabrın sonunda, hâlâ Türk Bayrağı altında. Atalarımızdan bize emanet olan bu şehri en iyi şekilde korumalıyız. Bize bu şehri bırakan ecdadın ruhu şâd olsun. 78 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Oğuzhan GÜLER Bursa Atatürk Anadolu Lisesi 10-H / 1975 TARİHLE İÇ İÇE BİR ŞEHİR Bursa’yı duyduğumuz an itibarinde gözümüzde, zihnimizde birçok simge ve tablo canlanır aslında. Her şeyden önce evliyalar şehri diye adlandırılan Osmanlı başkentidir Bursa. Aynı zamanda Osmanlı denildiğinde aklımıza gelecek olan ilk şehirdir. Birçok padişaha ev sahipliği yapan bu ulu şehri birkaç cümleye sığdırmak tabi ki yetersiz kalacaktır. Osmanlı ve Bursa bir yazıda eğer bir araya geliyorsa akla gelecek ilk isim tabi ki Orhan Bey’dir. 6 Nisan 1326’da Orhan Bey zaten kuşatma altında olan bu şehri fethettiğinde kim bilebilirdi ki günümüze kadar Türk toprağı olarak kalacağını ve her karesinde Osmanlı’dan bir iz taşıyacağını. Belki de Osmanlı’nın ve Türk tarihinin en önemli kararlarının alındığı bu toprakların üstünde yaşamanın verdiği onur ve gurur tarif edilemez herhalde. Yeşil Türbe’yle başlar genelde bu şehrin yolculuğu. Kendimizi atalarımızın, soyumuzun devamı olarak görmemizi sağlar belki de Prinçhan’ın önünden geçerken bizi bizden alan o muazzam güzellikler. İpek Han’a ister istemez kayarken gözümüz, içimizin anlamsızca bir huzurla kaplanmasına sebep olur bazen şanlı tarihimiz. Dolaşırken öyle umursamaz bir tavırla Kapalı Çarşı’nın içinde, birden aklının en ücra köşesinde canlanıverir ulu tarihin, işte o andan itibaren bütün gün attığın her adımda bunun verdiği şerefle basarsın Osmanlı başkentinin her kaldırımına. Namaz vakti abdestini alıp bir an önce kendini içinde bulmak istediğin Ulu Cami’den çıkarken hemen beliriverir aklında bir yerde Bursa’nın en ulu camisini inşa ettiren Yıldırım ve bir kere daha gurur duyarsın o şanlı soyunla. Tabi namazdan sonra dolaşırken Koza Han çarpar gözüne belki o an fark edemezsin tarihle ne kadar iç içe olduğunu ancak başını yastığa koyduğunda Bursa’da geçen bir gününü gözünde canlandırmaya çalıştığında fark edersin bu şehrin güzelliklerini, atalarının eserlerini. Ama bu şehir bu tarihi eserlerden ibaret değildir elbet. Özellikle Tophane’ye çıktığında akşam saatlerinde elinde bir bardak çayınla seyre daldığında Bursa seni senden alır her şeyden uzaklaşır sadece bir şehirle baş başa kalırsın. Bir de söylenmeden geçilemeyecek Uludağ, işte buranın zirvesine çıktığında anlarsın yaşadığın toprakların önemini, ulu şehrin en yüksek en ulu yerindesindir, tertemiz havasıyla beraber kendini bulutların üstünde hissedersin. Bu duyguyu saatlerce anlatmaya çalışsak da pek bir şey ifade etmez herhalde. Bütün Bursa’yı gezdikten sonra uğranılması gereken son yer Orhan Bey Türbesi’dir. İşte tam bu noktada günün verdiği yorgunluğu atıp beraberinde zamanında dökülen kanlar verilen uğraşlar gelir aklına gözlerinin dolmasıyla TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 79 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN birlikte teşekkür edip dua ettikten sonra ayrılırsın türbenin başından ve başlarsın geçmişini düşünerek yürümeye Bursa sokaklarında. Tam o sıra anlarsın bastığın toprağın, yürüdüğün kaldırımın, yaşadığın şehrin değerini. İşte böyledir tarifi zor şehir. Bir babanın şefkatine, bir arkadaşın selamına, bir annenin özlemine, çay eşliğinde edilen sohbetlere, gurbetten gelen dosta, Osmangazi’ye Bâyezid’e Orhan Bey’e ve Osmanlı’ya benzer Bursa. 80 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Saadet Betül SARIHAN Ahmet Erdem Anadolu Lisesi 9-E / 1128 SULTANLAR ŞEHRİ BURSA / ŞEHİRLER SULTANI BURSA Yeşil denilince ilk akla gelen şehir, Bursa’dır. Derler ki Hz. Süleyman bir gün veziriyle gezintiye çıkmıştır. Bu gezinti sırasında yeşilden başka bir şeyin görülmediği bir diyara rastlarlar. Manzaranın güzelliği karşısında büyülenen Hz. Süleyman “Cennet burası” der; lakin kulakları ağır işiten vezir bu sözü “Cennet Bursa” olarak işitir. İşte o gün bu gündür, cennetin en büyük vasıflarından biri olan “yeşil” Bursa’yla birlikte anılmıştır. Öyle ki yeşil, Bursa için bir renkten çok daha fazlasıdır. Yeşilin aydınlığa ve saatlere göre değişen her bir tonunun içinde ruhunuzdan hakiki bir parça bulursunuz, Bursa’da. Bursa’ya girdiğiniz anda kaplar etrafınızı yeşil bir hava. Bu öyle bir havadır ki içinde insanın tüm arzularını barındırabilir. Kısacası yeşil ve Bursa birbirinden ayrı düşünülemeyen iki aşıktır aslında. Asırlardır en gözde şehirlerden biri olan Bursa’nın serüveni, Türkler için 1097 yılında başlamıştı. Başladığı gibi biten o kısa hikayelerden biri değildi Bursa. Her ne kadar Türklerin eline geçmiş olsa dahi bir çok devletin gözü yüzyıllar boyunca Bursa’daydı; yani Bursa’nın o eşsiz güzelliğinde. Bursa yeri geldi Bizans’ın eline geçti; yeri geldi savaşların odak noktası oldu. Lakin bunların hiç biri şanlı Türkleri durdurmaya yetmedi. Bursa iliklerine kadar Türk şehridir. Bursa şanlı sultanların kahramanlık öyküsüdür. Bursa topraklarının altında ecdadı barındıran mekandır. Bursa ki cihanı titreten hükümdarlığın kurucusu Osman Beyin “beni buraya gömün” diyerek alınmasını işaret buyurduğu o Ulu Şehirdir. Bursa payitahtlar şehri; Sultanlar otağıdır. 1326 bir dönüş noktasıydı bizim için. 1326 Bursa’nın Orhan Gazi tarafından fethiydi. Bursa çınara yürüyen tohumun atıldığı mübarek topraktı. Bursa sultanların ilk göz aydınlığıydı, ilk başkentti. Öyle ki Sadrazam Keçeci Fuad Paşa Bursa için “Osmanlı Tarihinin Dibacesi” tamlamasını kullanmıştır. Dedelerimiz bu şehri öyle sahiplenmiş öyle kucaklamışlardır ki her yönüyle buram buram tarih kokar. Tarih bu şehre damgasını kuvvetlice vurmuştur ve her bir ismin altında bir tarih yatar. Bursa’nın en büyük aşk maceralarından birinin kahramanı olan Emir Sultan, içinde bir sultan barındıran Yeşil Türbe, Tophane, Hüdavendigar, Muradiye, Yıldırım adını tarihe altın harflerle yazdırmış... Atalarımız tarafından yaptırılan hanlar, köprüler, bedestenler, kaleler ve tabiî ki adı gibi ulu olan Ulu Camii hala bir anıt gibi durur… Başka yerde duymayacağınız ürpertiyi Ulu Camide bütün derinliğiyle hissedersiniz. Kendinizi bir anda şadırvandaki suyun sesine bırakır Hattatların duvarlara dokunuşlarını izlerken yani çağları aşarken bulursunuz. Ya da şaheser minberindeki kabartmaları izlerken kendinizi Samanyolu’nda bir yıldız gibi dönerken TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 81 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN yani mekanı aşarken bulursunuz. Bursa çeşmeleriyle türbeleriyle halkıyla halis bir Türk şehridir. Bursa memleketin kalbinin attığı yerdir. Bursa bizden bir parçadır. Bursa Tophanede Osman Bey Orhan Beydir... Çekirge’de ilk şehit sultan Murat Hüdavendigar… Yıldırım’da Sultan Beyazıt Han… Yeşil Türbede Çelebi Mehmet’tir… Dedelerimizin o muhteşem zaferlerini bize yansıtan ve Evliya Çelebi’nin tabiriyle “Ruhaniyetli bir şehirdir.” Bursa. Geçen zaman onun elinden payitahtlığını alsa da güzelliğini alamamıştır. Bursa gönüllerin başkentidir. Bursa sadece devlet büyüklerine değil Emir Sultan’dan Üftade Hazretlerine; Somuncu Babadan İsmail Hakkıya varana dek birçok manevi büyüğe kucak açmış, onların hizmetleriyle ve himmetleriye maddi ve manevi her alanda yeşeren bir şehir olmuştur. Bursa’yı Bursa yapan bir başka husus da çeşmeleridir. Hatta Evliya Çelebi bir sözünde: “Bursa sudan ibarettir.” demiştir. Bu çeşmeler rüya ile gerçekliğin bir arada yürüdüğü çağları yansıtır bize. Bu çeşmeler içinden su akan oluklardan ibaret değildir Bursa için. Bu çeşmeler tıpkı camiler ve türbeler gibi bütünleşmişlerdir Bursa ile. Bu şehrin en güzel ezgisidir su sesleri. Bursa’da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdıyan su; Orhan zamanından kalma bir duvar... Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarîlerin en ilâhisi. Zaman su gibi aktı. Tarih 1920 yılını gösteriyordu. Memleket dört bir yandan kuşatılmıştı. Bu tarih Milli Şairimiz Mehmet Akif’e gözyaşları içinde “Bülbül” isimli ağıtını yazdırıyordu. Tarihe kara bir leke olarak geçen bir tarihti 1920 tarihi. Bu tarih Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal tarihiydi. Memlekette acı tekti, ızdırap tek, kaygı tek… Memleketin her zerresi kanıyordu ve yeni bir kahramanlık destanı yazılıyordu. Milletin tek yürek olduğu bu tarihte Bursa’da bu şanlı direnişin bir parçası olmuştu. Savaşın kanına, dehşetine, geride bıraktırdıklarına ve acımasızlığına aldırmaksızın halk birbirine kenetlenmiş, tek yürekti. Ve Osman Gazi Türbesine yapılan hakaret bardağı taşıran son damla olmuştu. Ne olursa olsun Bursa elimizden gidemezdi. Hiçbir güç bu kültür ve medeniyet şehrini, buram buram tarih kokan bu şehri elimizden alacak kadar güçlü değildi. Bunu yüzyıllar boyunca talihsiz bir çok millet gerçekleştirmeyi denemişti lakin 82 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 sonuç hepsi için hüsran olmuştu. Türk ordusu ve onun yanında Bursa halkı direndi, çabaladı ve işgalden 2 yıl 2 ay 2 gün sonra 11 Eylül 1922 tarihinde Yeşil Şehir üzerine çöken karanlıktan kurtuldu. İşte bu tarih, tarihe vurulmuş “Bursa Bizimdir” mührüydü. Bu başı işgal olup sonu kurtuluşun aydınlığına çıkan bir milli serüvendi. İstiklal Şehitleri anıtı milli mücadele ruhunun heykeliydi bizim için artık. Bursa sadece Osmanlı hükümdarlarının değil Ulu Önder Atatürk’ün de gözde şehriydi. Bizim de öyle… Bursa hayatımızdan bir parça, içinde yaşadığımız zaman, hayallerimizi büyüttüğümüz mekan, öz vatanımızda vatanımız bizim. Bursa bir kahramanlık şiiri… Okumasını bilene… BURSA KALBİMZİDE AŞKIMIZ OLACAK. BURSA BİZİMDİR DAİMA BİZİM KALACAK. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 83 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Tuğçe NARİN Turhan Tayan Anadolu Lisesi 11-G GİZEMLİ ŞEHİR Bursa, tarih kokan ulu şehir… Nice sultanların , padişahların istediği o büyülü memleket. Uğruna canlar verilen can şehir… Türklerin 1081’den sonra geldikleri ve İznik’i başkent ettikleri ,Haçlı Savaşlarına tanıklık eden ve zalim Bizansın eline düşen şehir… Orhan Bey ve şanlı Türk ordusunun görkemli zaferi Bursa. En çok şehidimizi verdiğimiz şehitler diyarıdır Bursa. Osmanlı’nın başkenti olan Bursa ; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca meşhur bir Türk başkenti... Türk ve İslam tarihinin sırlı dünyasını açar Bursa bizlere, her sokağında her köşesinde hissettirir bunu. İnsanı bir başkadır Bursa ‘nın ;Şehzade Mustafa’sı ,Deli Ayten’i, Sabiha Gökçen’i ,Zeki Müren ‘i,.. Her biri tarihtir buram buram kokusunu duyarız her adımında . Bir başlangıçtır Bursa , bir mazidir , Anadolu’nun dinmeyen ve dinmeyecek sesidir Bursasporuyla. Yeşiller içinde beyazdır , dört mevsimin içinde yazdır Bursa . İpek böceğinin ipleri arasında saklanır nice sevdalar , yürek burkan hikayeler düğüm düğüm olup şal diye dolanıverir boynumuza ve daha sonra Ulucami’de duaları ederken başımızda bir yemeni olur. Tanpınar’ın da dediği gibi ‘’ Bursa’da bir eski cami avlusu , küçük şadırvanda şakırdayan su ; Orhan zamanından kalma bir duvar…Onunla bir yaşta ihtiyar çınar. ‘’ Bir başkadır Bursa; tarihini sevene, yaşamasını ve özüne sahip çıkmasını bilene . Bir gizli kapıdır Bursa ; açmasını bilene … 84 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Rüstem ÜTKÜR Turhan Tayan Anadolu Lisesi 10-E ERGENEKON’DAN BUGÜNE İsmini duyunca insan şaşıyor bir günün ne kadar anlam taşıyabileceğine , ne kadar farklı hikayeye dayanabileceğine ve ne kadar önemli olabileceğine. Bir çok güzel olay ve etkinliğin ortak noktada nasıl buluştuğuna. Bunu açıklayan telaffuzu dahi hoş ‘’bir’’ sözcük var: Nevruz İlk kutlanmaya başladığı zamandan bu yana nevruz bir çok hikayeye sahip çıkmış ve bugün sayısız efsane, tarihi olay ve hikayeyi üzerinde barındırmaktadır. Kimi topluluklar, bu günü Tanrı’nın dünyayı yarattığı gün, kimileri Nuh Peygamber’in yere ilk ayak bastığı gün, kimileri ise ilk insanın yaratıldığı gün olarak kutlarken, kimi topluluklar ise gece ile gündüzün eşit olduğu bu günü, bir bahar müjdecisi kabul ediyor. Nevruz, dünyadaki çeşitli Türk topluluklarında “Noruz”, “Navrız”, “Ergenekon”, “Bozkurt”, “Çağan”, “Mart Dokuzu”, “Sultan Nevruz”, “Mart Bozumu” gibi adlarla anılıyor. Yüzyıllardır bu bayramı titizlikle muhafaza eden Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan, resmi tatil ilan ettikleri Nevruz’u, bir “milli bayram” olarak her yıl kutluyor. Bundan binler yıl öncesini konu alan Ergenekon’a bakacak olursak atalarımız uzun yıllar iki dağın arasında kaldığı Ergenekon bölgesinden bir gün kendilerini, Türkleri temsil eden özelliklerle; şehvet, kudret ve de asaletle demir dağı eritmişler ve sonunda Ergenekon’dan çıkabilmişlerdir. Türklerin zekasını ve asaletini belli eden bu gün neredeyse bir o kadar da onun kadar asaletli olan bir isimle anılmaya başlanmıştır : ‘’nevruz’’. Farsça ‘’yeni gün’’ anlamına gelen bu kelime bizim için bir çok yeni şeyler ve farklılıklar olacağını temsil eder ve hatta bir nevi önceden bize bildirir niteliktedir. Uzun yıllar varlığı dahi bilinmeyen Türkler bu şekilde tekrar ortaya çıkmışlar ve de bizim için yepyeni bir zamanın başladığını kanıtlar nitelikte; eşe dosta , ele düşmana varlıklarını göğüslerini gererek duyurmuşlardır. Bugünlerde ise olabildiğince atalarımıza özgü yetenek, davranış , örf ve adetler ile bir ders niteliğinde bize sunulmaktadır. Nevruz’un üzerinde barındırdığı hiçbir hikaye birbirinden değersiz değil aksine bu kelimenin yüceliğini artırır konumdadır. İran’ın Demirci Kawa Efsanesi’nden Türklerin Ergenekon’una kadar bir çok olası tarihçenin aslında belli başlı ortak noktaları bulunmaktadır: yenilik, yeni bir başlangıç ve güzellik.21 Mart olarak kabul gören bu özel gün her ne kadar bize baharın geldiğini müjdelese de aslında daha çok baharla birlikte geleceği umulan vaatlere kol açmaktır nevruz. ’’Keder ayı’’ olarak bilinen Kasım’dan ve ‘’bela ayı’’ olarak ün salmış Aralık’tan sonra insan kendini yeni vaatlere açmasın da ne yapsın. İnsan baharın gelişini dört gözle bekler TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 85 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN ancak bunun gelişini ve getireceklerini getireceği zamanı belirleyen olaylar ve kişilerdir. Bu kimi zaman Zuhak’ın ölümü ardından Kawa’nın ateşler yakmasıdır kimi zaman ise o zamanın Kağanının Ergenekon bölgesi etrafındaki dağları eritmek için yaktığı büyük ateştir. Baharın her bir cinsten güzelliğiyle her şer kaçınılmaz bir şekilde diz çökecektir. Rüzgar hastalık havasını savacak, sular bir kez daha bereketini canlılara sunmak üzere çözülecek ve gürleyecektir, toprak bir çok renk ahengine ev sahipliği yapacak göz, nizam açacaktır umut vererek ve de artık ateşler yakmayacak, bir müjdeci olarak rol alacaktır. Kuzu melemesinden kuş cıvıltısına kadar her türlü ses adeta bağıracak ,kötülükleri defedecektir. Yeşil artık sadece içtiğimiz şifalı otlarla sınırlı kalmayacak, burnumuz koku alma konusunda diretme savaşında doğanın aromalarına yenik düşecek , dilimiz yeni hazlara açık olduğunu bildirecek , dokunulan şey kırılmak dökülmek bir yana aksine ziyadesiyle güç ve dayanıklılık verecektir. Doğa buram buram duygularını usulca salmıştır artık mağaralardan, ağaçlardan ve bulutlardan. Bahar kaçınılmazdır artık nevruzun da başlamasıyla. Bir nevruz daha görevini yapmış , kişiye umut olmuş , umut yaratma fırsatı vermiştir. Bir gün uyanıklığın ardından görevini tamamlayarak yine derin uykusuna dalar artık nevruz. Bir sonraki 21 Mart’a güç toplamalıdır çünkü. Kişinin umudu tükendiğinde umut yarattığı zamandır nevruz. Kendi umudunu yaratmak için dayandığı somut kaynaktır, güç alınan bir totemdir , insanın potansiyelini ortaya çıkaran bir husustur. Husubetlere korkusuzca ve mertçe göğüs gerdiği , elinde bir kılıç ile kötü zamanların sarıp sarmaladığı o kılıfı parçalayıp ışığın her bir huzmesini içinde hissedeceğini bilerek kendini yeniliklere ve güzelliklere atadığı zamandır. Aslında nevruz yılın sadece bir zamanı açan bir çiçektir. O kısacık zamanda da tohumunu oluşturur ve usulca yuvarlar yapraklarından doğaya ve oradan da insana. İşte o tohum umuttur ; canlının ruhuyla can bulup yeşerecek olan. 86 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 İbrahim Seçkin SEÇKİN BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 9-A / 347 GURUR DOLU BİR GEÇMİŞ UMUT VADEDEN BİR GELECEK... Gölleri, ırmakları, dağları, şifalı termal suları, büyük verimli ovaları ve özellikle zengin bitki Örtüsü ile doğa harikası bir şehir olan Bursa, Anadolu yarım adasının kuzey batısında, Uludağ’ın kuzey batı eteklerinde ve Marmara Denizinin güney doğusunda yer alır.Modem bir kent özelliği taşıyan ve Tanrının bahşettiği doğal güzelliklerle yetinmeyip sanayi ve teknolojisini dünyanın ileri ülkeleriyle eşit düzeye yükselten Bursa, 2.8milyon nüfusuyla da Türkiye’nin 4.büyük kentidir. Doğuda Bilecik, Adapazarı, kuzeyde İzmit, Yalova, İstanbul ve Marmara Denizi, güneyde Eskişehir, Kütahya, batıda ise Balıkesir illeriyle komşu olan Bursa; Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin özelliklerini günümüze taşıyan bir kültür ve tarih kentidir aynı zamanda. Bizans ve Osmanlı döneminin eşsiz eserlerinin zenginliği ile göz kamaştıran Bursa, “kültürel turizm potansiyeli’açısından İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Bağrında 27 arkeolojik, 3 kentsel ve 1 doğal SİT alanı; 2000’nin üzerinde korunması gereken kültürel, tarihi ve anıtsal yapı bakımından Bursa, hemen yanı başındaki Uludağ ile de Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezidir. “Modem kentleşme’anlayışı ile yeniden inşa edilen Bursa; “yeşil çinilere sinen Kuran sesiyle”, “Emirsultan erguvanlarıyla”, “keşişlerin ve dervişlerin kerametleriyle’Türkiye’nin manevi başkentidir... Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan bu kent, sınırları içindeki “İznik”şehri ile de Hıristiyanlık alemi için Vatikan ve Kudüs’ten sonra en önemli üçüncü kutsal merkeze ev sahipliği yapmaktadır.Ve Uludağ, diğer adıyla Olympos Dağı, Hıristiyan keşişlerinin inzivaya çekildikleri bir yerleşim birimi olarak bilinmektedir. 11.043 kırrTik bir alanı kaplayan Bursa, özellikle Osmanlı başkenti olduğu dönemde hızla gelişmiştir.Adeta Asya’nın batıya açılan kapısı konumundaki “Tarihi İpek Yolu” güzergahındaki Bursa, 15. Yüzyılda dünyanın başlıca ticaret, sanayi ve kültür kentlerinden biri haline gelmiştir. Nitekim o dönemde kent nüfusu 100 bini geçtiği görülmektedir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 87 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Roma ve Bizans döenminde olduğu gibi Osmanlılar da da saray entrikalarından usanmış aydınların başlarını dinleyebileceği bir “inziva yeri”olan Bursa, bu yönüyle bir“sürgün”ve “göçmen kenti”dir de. Bu özelliklerinden dolayı aynı zamanda bir“hoşgörü diyarı”dır Bursa... Doğal zenginlikler, yeşil doku; yaşları 100 ila 600 arasında değişen 833 anıt ağaç ve şifalı kaplıcalar gibi özelliklere sahip olmasından “Yeşil Bursa”olarak ün salan bu tarihi kent, günümüzde olduğu gibi geçmişte de birçok gezginin ve tarihçinin ilgisini çekmiştir. Örneğin 1840’lı yıllarda Bursa’ya gelen Dr. Bernard, Bursa’yı şöyle anlatıyor: “Bursa, doğanın en hoş güzelliklerini sunduğu bir köşedir. İlkbaharın tazeliği ve yeşilliği, kır ve ovaların hoşluğu, su ve havasının güzelliği insana neşe verir. Güneşin sıcaklığı karlı dağların serinliğiyle ılıklaşır.” Bursa,günümüzde de bazıları artık kaybolmaya yüz tutmuş ünlü yönleriyle anılır, yazılır,söylenir: Yeşil Bursa, su kenti Bursa, kaplıcalar kenti Bursa, evliyalar kenti Bursa, tarih kenti Bursa, ipek diyarı Bursa vb. Bilindiği kadarıyla Bursa, Türklerden önceki dönemlerde de, bazı özellikleriyle blirtilen bir kent olmuştur. Örneğin Hipokrates’ten (İÖ 460 - İÖ 377) sonra ilkçağ’ın en ünlü hekimi olduğu kabul edilen Asklepiades’in (Prusa İÖ 124 - İÖ 40), Prusalı ünlü filozof ve hatip Dion Khrisostomos’un (İS 30- 117) adlarını ve bilim değerlerini duyan bir gezgin, Bursa’dan söz ederken “bilginler kenti”deyimini kullanıyor. Yine örneğin hamamlarının ve kaplıcalarının Roma döneminden beri yaygın ünü bulunan Bursa’ya, Bizans döneminde “kral termeleri’Ve bir ara Pythia kaplıcalarına da “Soteropolis”denilmiştir. Tarihçi Niketas Khoniades (1155-1215), üzerinde çok sayıda nöbet ve koruma kuleleri yapılmış, sağlam bir surla çevrili Bursa’ya “çok kuleli kenfsanını yakıştırır. Yine Bizans döneminde, içinde var olduğu anlaşılan mezarları dolayısıyla “kutsal azizler kalesi’sanıyla da anılmıştır. Prusa’dan Bursa’ya dönüşüme gelince: Bursa kenti adı, eski Yunan ve Latin kaynaklarında “Prusa’olarak geçmekte ve yazılmaktadır. Bu, bilindiği gibi kentin kurucusu Bythia Kralı Prusias I ile bağlantısmdandır. Osmanlılar tarafından fethedil işinden sonra, kentin adı, Türk dili kurallarına, fonetiğine ve kullanmakta olan Arap abece’sine göre değişime uğramıştır.Türkdilinde (p) ünsüzü ile ve birbiri ardmadan iki ünsüz ile sözcük başlatılmadığı için, (p) ünsüzü (b) ünsüzüne dönüşürken, (r) ünsüzüyle (u) ünlüsü yer değiştirmiş; öylelikle “Prusa’adı “Bursa’ya dönüşmüştür. Öte yandan Arap abecesinde (p) ünsüzünün bulunamaması dolayısıyla, Arap dilinin egemen olduğu Ortadoğu yazılı kaynaklarında da, esasen kentin adı (b) ünsüzüyle başlatılmaktaydı. Nitekim Osmanlı ülkesini Bursa’nın fethinden kısa süre sonra dolaşan Arap gezgini İbn Battuta (1304 -1368/69 veya 1377) da, Seyhatname’sinde kentin adını harekeli olarak (bvrys) harfleriyle yazmıştır (ki, okunuşu [Buris] şeklindedir).Bu yazım biçeminden, kentin adı daha 88 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 o günlerde “Prusa”dan “Bursa’ya dönüşmekte olduğu ve Battuta’nın da bu dönüşümü aynen yazıya aktardığı anlaşılmaktadır. Ahmedi’nin İskendemame’sinde (XV. Yüzyıl) belki de- aruz ölçüsüne uydurulmak kaygısıyla kentin “Bursa’olarak yazılan adı, Varna savaşının (1444) anlatan Gazavat-ı Sultan Murat bin Mehmet Han adlı yapıtta da (Bvrsh-Bursa) harf sıralamasıyla yazılmıştır. Ancak XV. Yüzyılın ikinci yarısına ait kadı sicillerinde, kentin adının yeniden eskisine benzer biçemde (Brvsh-Brusa) harf sıralamasıyla yazıldığı; ses uyumlu isim tamlaması yapılması kaygısıyla da “Mahruse-i Beruse’yazılmakla kalınmayıp, örneğin “Bursalı’nitelemesinin bile “Brvsalu” harf sıralamasıyla “Berusalu’Veya “Brusalu’okunacak biçemde yazıldığı görülmektedir. Ne var ki bunun, resim yazım kurallarıyla ilgili bir durum olduğu, şekilcilik kaygısıyla XX. Yüzyıl başlarına değin sürdürüldüğü kabul edilebilir bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.Oysa yukarıda adı geçen eski yapıtlardan, kentin adının “Bursa’ya dönüşmüş veya dönüşmekte olduğu ve halk arasında “Bursa”adının kullanılmaya başlandığı açıkça bellidir. Bursa’nın kurucusu Prusias’la bağlantılı adından ayrı olarak, Osmanlı döneminde ilk yıllardan itibaren, resmi yazışmalarda “Bey sancağı’ Veya “Hüdavendigar Sancağı’adlarıyla da anıldığı görülmektedir. Bursa’ya “Bey sancağı”denildiğini belirten ilk kaynak Aşıkpaşazade Tarihi’dir.Bunda, Orhan Gazi dönemindeki yönetim ile ilgili olarak şu kayıt bulunmaktadır: “İzmit’i oğlu Süleyman Paşaya vermişti,onu Yenice, Göynük ve Mudurnu’ya havale etmişti. Bir oğlu da Murat Han Gazi’dir, Bursa sancağını ona verdi, adını Bey sancağı koydu. Murat I döneminde Osmanlı beyliği öylesinde genişlemiştir ki, artık en üst yönetici için “bey”sanı yeterli görülmemiş ve Türkçede “büyük bey / hakan / hükümdar”anlamına gelen Farsça “Hudavendigar’olmuş, dolayısıyla o’nun kuramsal olarak sürekli oturduğu ve devleti yönettiği kent kabul edilen, eski bey sancağı Bursa’ya da “Hüdavendigar sancağı”denilmiştir. Hüdavendigar sanı, uzunluğu ve söyleme zorluğu nedeniyle, Bayezit I’den itibarenyerini önce “sultana ve daha sonra “padişah’a bırakmıştır.Dolayısıyla, bu san, Murat I’den başkası tarafından kullanılmamıştır.Ne var ki, resmi yazışmalarda -örneğin kadı sicillerinde- XV.yüzyıla değin zaman zaman “Bey sancağı’veya “Hüdavendigar sancağı” deyimleri, “Bursa’ile değişimli olarak kullanılmıştır. Devlet merkezinin önce Edirne’ye ve ardından İstanbul’a taşınmasından sonra konuşma dilinde varlığını sürdürecek denli yerleşemeyen bu iki san unutulmuştur.Ancak XIX. Yüzyılda başlayan bir dizi düzenlemeler sırasında vilayetler kurulunca, Bursa’nın merkez olduğu vilayete “Hudavendigar vilayeti’adı verilmiştir.Bursa, divan şiirinde çeşitli “şehrengiz”lere konu oldu. Bursa şehrengezi yazan divan şairlerinin en tanınmışları Lamii, İshak Çelebi ve Beliğ’dir. İshak Çelebi kentin doğal güzelliklerine eğildi, gördüğü yerleri canlı bir anlatımla betimledi. Bursa, divan şiirinde gazel ve methiyelere de yansıdı. Kültürel canlılığı nedeniyle şehir, gezgin halk TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 89 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN şairlerinin uğrak yeri oldu, onların şiirlerine de yansıdı. “Aradım yuvayı Bursa’da buldum”diyen Karacaoğlan, gülü, menekşesi, güzelleri, güzellerinin kokusu ile Bursa’yı “murat kapısı’olarak niteler. BURSA’NIN KURULUŞU Bursa kentinin kuruluşu, konuyu inceleyen araştırmacı yazarlarca değişik biçimlerde ele alınarak yansıtılır. Bu ele alış ve yansıtışlarda Prusias ve Hannibal gibi ortak noktalar bulunmaktaysa da, genelde kentin kuruluşuyla ilgili olarak herkesçe onaylanıp yinelenen bir“kesin bilgi bütünu’oluşturulmamıştır. Bursa kentinin kuruluşunu, bulunduğu yerin doğal konumu, iklim koşulları, tarihsel süreçte gelişen olaylar ve kaynak niteliğindeki yapıt ve bazı belgelerin içerdiği verilerden yararlanarak şöyle açıklayabiliriz: Bursa kenti, büyük olasılıkla Bithynia Kralı Prusias I tarafından, Kartacalı ünlü asker ve bilim adamı Hannibal’in de katıldığı anlaşılan düşünce ve amaçlar doğrultusunda; onun yer seçimi, planlaması, gözetim ve denetimiyle İÖ 187 ve 186 dolaylarında bir “askeri üs, konaklama, yığınak ve ikmal merkezi” olarak yararlanmak üzere kurulmuş ve kurucusu ile bağlantılı olarak bu yeni kente Prusa adı verilmiştir.Kentin bulunduğu yerde, daha önce “Atussa’adlı antik bir kent bulunduğuna ilişkin görüşler yanılgı sonucudur. Prusa’nın Prusias I döneminde Kartacalı Hannibal’le birlikte kurulmuş olabileceği görüşünü kanıtlar nitelikteki verilere gelince: Bursa kentinin bulunduğu ve Bursa ovasının kapsadığı alanda, İÖ 187 yılına değin insan varlığını gösteren bir buluntu, bir belge yoktur.Çünkü bu alan, insan eliyle bayındır duruma getirilmeden önceki çağlarda, yaşayabilmek için uygun iklim ve coğrafya koşullarından yoksun bulunmaktadır.Güneyde Uludağ, kuzeyde Katırlı dağları, doğuda ve batıda bu dağların uzantıları arasında kalan ova, kapalı bir alandır. Doğal olarak dışarıya açılan tek yol, batı yönünde Nilüfer çayının vadisidir.Bahar aylarıyla birlikte ortalığı birbirine katan lodos, hem dağlardaki karları hızla eritmekte, hem de şiddetli yağışlara ve fırtınalara neden olan yağmur bulutlarını sürüklemektedir.Kar ve yağmur sularının coşturduğu Nilüfer, Deliçay, Kaplıkaya, Gökdere, Cilimboz ve öteki küçük akarsular, o çağlarda önlenmesi olanaksız taşkınlara yol açmaktadır.Nilüfer’in dar vadisi taşkın sularını denize taşımaya yetersiz kaldığı için de, ova, büyük olasılıkla tarıma elverişsiz ve baştan başa bataklık ve sazlık durumdadır.Dolayısıyla bölge,insanlar için aranan bir yerleşim yeri olma niteliğini taşımaktan uzaktır. Bursa ovası sıralanan coğrafya ve iklim özellikleri dolayısıyla, hem Trakya’dan İstanbul ve Çanakkale boğazları yoluyla gelip Anadolu içlerine akan kavimlerin doğal göç yollarının; hem de Anadolu’yu geçerek Atina ve İsparta’ya dövüşmeye giden Doğulu orduların sefer yollarının 90 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 dışında kalmaktadır. Bu nedenle, Antikçağ’ı tanıyıp anlamamıza yardımcı olan destan yazarları veya tarih - coğrafya yapıtları bırakanlar, Bursa ve Ova’dan hiç söz etmemektedirler. Örneğin İonialı Homeros (İÖ VIII.Yüzyıl) İlyada’smda, Halikamassoslu Herodotos (İÖ 485 - 430) Tarih’inde, Atinalı Xsenophon (İÖ 430 - 354) Anabasis’inde (Onbinlerin Dönüşü) ve Nikomedialı Flavius Arrianus (İS II.Yüzyıl) İskender’in Anabasisi’nde, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden, buralarda yaşayan kavimlerden ve bunların yaşantılarından uzun uzun söz ettikleri halde, bu gerçekten kuş uçmaz kervan geçmez ova ile Prusa adında bir kente hiç değinmezler. Bu nedenle İlkçağ’m ünlü tarih ve coğrafya kaynakları Amasya’lı Strabon (İÖ 69 - İS 19) ile Bizanslı Stephanos’tan (V.yüzyıl) aktarılan bilgilerle, Bursa kentinin, Lydia Kralı Kroisos (salt.İÖ 561 - 547) ile savaşan Prusias tarafından kurulmuş olduğu savlarını geçerli saymak olanakalı görülmemektedir.Çünkü adı anılan Kral Prusias I’in, Bithynia tahtında İÖ 229 - 182 yılları arasında oturduğu çeşitli tarihsel kanıtlarla saptanmış durumdadır Oysa Herodotos’un Historia’smda ayrıntılarıyla anlattığı, Kroisos’un Pers Kralı Keyhtisrev’le savaşı ve yenilgisi, İÖ 547 yılındadır.Kaldı ki o sıralarda tarih sahnesinde Bithynia diye bir ülke adı geçmemekte ve bölge genel olarak Mysia adıyla anılamaktadır. Eski metinleri okuyup değerlendirmede usta bir araştırmacı sayılan İzmirli filozof Adhamandios Korais’in (1748 - 1833) belirttiği gibi; Strabon’la Stephanos’un yanılgıları, Strabon’un yararlandığı kaynak olan Ereğlili Memnon’un yapıtında Kral Prusias I ile ilgili olarak yer alan “Ereğliliği altına aldı”tümcesindeki “Kieros’sözcüğünü ve buna bağlı olarak bütün tümcenin anlamını yanlış algılamasından doğmuş olmalıdır - konu edilen Kieros bir antikçağ kenti olup, Prusias I tarafından ele geçirilerek adı Prusa ad Hypium’a dönüştürülmüştü, günümüzde Düzce ile Akçakoca arasındaki Konuralp kasabası-. Bursa’nın kuruluşu ile ilgili olarak bilgi aldığımız bir başka eski ve daha güvenilir kaynak Büyük Plinius’tur (Caius Plinius Secundus [İS 23 - 79]). Plinius, önemli yapıtı Historia Naturalis’te Bursa’nm kuruluşu ile ilgili şu bilgi yer almaktadır: “Bithynia’nın iç yöresinde Kios (Cius, Gemlik) ile ötede Olymp’in eteğindeki Prusa, Hannibal tarafından kuruldu.(...) Diğer bir Prusa da Hypius dağı eteğindedir (yukarıda adı anılan Kieros [Konuralp]).” Büyük Plinius’un yapıtındaki “Prusa, Hannibal tarafından kuruldu’tümcesi, bu kaynaktan yararlanan araştırmacılar tarafından, genellikle”stratejik amaçla kuruldu ve tahkim edildi’açıklamasıyla aktarılmıştır. Öte yandan Prusias I, eski Bithynia paralarından bazılarında da Bursa kentinin kurucusu olarak anılmaktadır. Bu paraların bir yüzünde , Bithynia’nın Roma’ya bağlandığı İÖ 73 ‘te buraya vali olarak atanan Aurelius Komodos’un başı, öteki yüzünde de Prusias’m başı ve çerçevesinde “Prusa’nın kurucusu Prusias’yazısı bulunmaktadır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 91 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Ataları Bursa’nın ilk yerleşik ailelerinden olan Prusalı filozof ve hatip Dion Khrysostomos(Prusa İS 30 - Roma 117), o zamanki il meclisinde yaptığı bir konuşmanın günümüze değin gelen metninden , kentin kurucusu Prusias I’in mezarının Bursa’da olduğu ve yanında bir de heykelinin bulunduğu anlaşılıyor. Prusias I’in , yaşadığı çağın gerçeği ve İzmit’i kuran babası Nikomedes I gibi, yeni kentler kurup adını vermeye düşkün olduğu söylenebilir.Nitekim Gemlik körfezindeki Kios ile Hypius (Melen) çayı kenarındaki Kieros’u ele geçirerek tahrip ettikten sonra yeniden bayındır kılmış;birincisine Prusa ad Mare, İkincisine de Prusa ad Hypium adını vermiştir. Prusisas I’in, dönemine gelinceye değin kuş uçmaz - kervan geçmez bir ovayla yalçın bir dağın birleştiği kayalık bir plato üzerinde bir kent kurmaya yönelten nedenleri, İÖ II. yüzyılın siyasal gelişmeleriyle açıklayabilmek olanaklıdır. Yüzyılın başlarında Seleukoslar ile Roma, Doğu Akdeniz’le Ege kıyılarındaki irili ufaklı kentleri egemenlikleri altına alma çabalarını yoğunlaştırmaları sonucu karşı karşıya gelmişlerdi.İÖ 191 yılında Termopil’de başlayan savaş,daha sonra denizde ve karada üst üste Seleukosların yenilgileriyle sürer.Roma, Aralık 190 ‘da Manisa yakınlarındaki Seleukos ordusunu büyük bir yenilgiye uğratır.Bu süreçte Kartacalı ünlü asker ve devlet adamı Hannibal, Kral Antiokhos IIl’e (salt. İÖ 225 - 187 ) sığınmıştı ve onun danışmanlığını yapmaktaydı. Hannibal, İÖ 202’de Zama’da uğradığı yenilgiden sonra, siyasal hasımlarınm hakkında Roma’ya ihbarda bulunmaları üzerine Kartaca’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Seleukosların Roma ile savaşlarında Antiokhos’un ordusunda görev almış, Side’de yapılan ve Romanın yenilgisiyle sonuçlanan deniz savaşında Suriye donanmasına komuta etmişti.Dolayısıyla onun için yeni bir kaçış dönemi başlamıştır. O sırada Batı Anadolu’daki egemenliklerden biri Bergama, öteki de Bithynia krallığıdır. Bergama,Seleukoslara karşı Romanın yanında yer almış ve ordusuyla savaşlara katılmıştı. Bithynia ise, içten içe Seleukoslardan yana olmasına karşın tarafsızlık siyaseti gütmüştü. Süreç boyunca Bithynia Kralı Prusias I, hem Bithynia ve hem de Bergama halklarını rahatsız eden Galatların sindirilmesi ve Trakya’dan Anadolu’ya geçişlerini durdurmak amacıyla başarılı bir askeri harekat gerçekleştirmiş, bu aradaMysia’nın Bergama egemenliğindeki topraklarını ele geçirmişti. Romanın Manisa zaferinin ardından Antiokhos IH’e imzalattıkları barış antlaşmasında, Hannibal’in teslim edilmesi ve Seleukoslarla dostluğu bilinen Bithynia’nın işgal etmiş olduğu Mysia’dan geri çekilmesi koşulları da yer almaktadır. Ancak barış antlaşmasında kendisiyle ilgili bir hüküm bulunacağını tahmin eden Hannibal, yenilginin ardından, 189’da, Polibius’a göre Girit adasına, Titus Livius’a göre de Kafkasya güney bölgesi satrapı iken Seleukosların yenilgisi üzerine bağımsızlığını ilan ederek bir Ermeni devleti kurma çabalarına girişmiş bulunan Tigran’ın yanma kaçtı.Öte yandan 188’de imzalanan Apameia barış anlaşmasıyla, Romanın , Mysia’nın Bergama’ya geri verilmesi koşulunu dayatmış 92 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 olması,Prusias ve Hannibal’in bir araya gelmelerini kaçınılmaz kılmaktaydı. Nitekim iki önder, Nikomedia’da (İzmit) buluştular. Buluşmada, Mysia’yı Bergama’ya karşı savunma,böylece Roma’ya boyun eğilmeyeceğini kanıtlama kararı almdı.Bunun yolları araştırıldı.Bursa’nın kuruluşu,olasılıkla bu kararın bir sonucu olmuştur. O dönemde Prusias’ın işgal etmiş olduğu Mysia’yı, Bithynia’nm önemli kentleri ve dolayısıyla ikmal üsleri konumundaki Nikomedia ve Kios’tan desteklemek son derece güç idi. Kuzeyden güneye geçmek için aşılması gereken Katırlı ve batısında Mudanya dağları, ciddi engel oluşturuyordu. Geç it vermeyen dağları aşmak, Hannibal için çözümü kolay bir sorundu. Çünkü yıllar önce, ordusuyla, çok daha sarp ve yüksek Pirene’lerle Alp’leri geçmişti.Dolayısıyla Hannibal’in, sürecin bu yönde geliştiği evrede Prusias’ın sarayına geldiğini kabul etmek olayların akışına uygun düşmektedir.Bu durumda olasılıkla İÖ 188 yılının kalan bölümüyle, 187’nin ilk aylarında, Romanın Bergama’ya geri verilmesi koşulunu dayattığı Mysia’ya karadan ve başarılı biçimde ulaşmanın yolları aranmış olmalıdır. Bithynia’nm başkenti Nikomedia ile Mysia’nm arası yaklaşık 300 kilometre dolayındadır ve o çağın taşıt araçlarıyla yaklaşık on günlük yol demektir.Aradaki en önemli engel olan Katırlı dağlarını aştıktan sonra,arada güvenli bir yerde konaklamak, çağın askeri stratejisi açısından yararlı olacaktı. Bataklık bir ovanın güneybatısında, arkasını dağa yaslamış,önü aşılmaz yükseklikte bir uçurumla çevrili, iki yanı akarsu vadileriyle(Cilimboz ve o sıralar Hisarın doğu eteğinden akan Gökdere) ovadan koparılmış durumdaki plato (Hisar semti), Hannibal’in askerce yaklaşımına uygun bir yerdi. Burası hem stratejik konaklama, hem yığınak ve hem de ikmal üssü olarak kullanılabilecek bir konumdaydı. Dolayısıyla kentin çekirdeğini oluşturan askeri garnizonun kurulmasına İÖ 187 yılında başlanmış ve İÖ 186’da hazır hale getirilmiş olmalıdır.Nitekim İÖ 186 yılında Bithynia ile Bergama arasında karada ve denizde savaş başlamıştır.Denizde Hannibal’in komutasında başarı sağlanmışsa da, kara savaşlarının başarısız ve uzun sürdüğü bilinmektedir.Bu savaş sürecinde Prusa’mn artık terk edilmesi düşünülmeyen ve giderek kentleşen bir yerleşim yeri haline geldiğini kabul etmek yanlış olmasa gerektir. Kara savaşlarında başarı sağlayamayan Bithynia’nın yaşlı kralı Prusias I, Romalı genereal Flavius’un dayattığı ağır barış koşullarının yarattığı bezginlik ve kahırla İÖ 182’de ölmüş; Hannibal de, 65 yaşının yorgunluğu ve uğranılan yenilginin çöküntüsü içinde kaçma girişimini sonuçlandırma becerisini göstermeyerek kendini öldürmüştür. Bu açıklamaların ışığında Bursa kentinin, Bithynia Kralı Prusias I tarafından İÖ 187 - 186 yıllarında, Kartacalı asker, bilim ve devlet adamı Hannibal’in yer seçimine ve planlamasına göre, onun gözetim ve denetimi altında kurulmuş olduğu, tarihsel sürece uygun en güçlü olasılık olarak savunulabilir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 93 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Kente, Prusias’ın adıyla bağlantılı olarak Prusa adı verilmiş ve Prusias’m kurucusu olduğu öteki iki Prusa’dan ayırt edilebilmesi için Prusa sub (ad) Olympum (Olymp eteğindeki / yanındaki Prusa) diye anılmıştır. SELÇUKLU VE BEYLİK DÖNEMİ XI.yüzyılm başlarında Oğuzların (Türkmenler) Anadolu’nun doğu bölgelerine ilk akınları başladığında çağın tarih yazarları coşku, şaşkınlık ve korku duygularıyla “Türkistan’dan kartal gibi hızlı atlara binmiş ordular çıktı”diye yazıyorlar, “Rüzgar gibi uçan atlar üstünde uzun saçlı, yaylı ve mızraklı”Oğuz savaşçılarını anlata anlata bitiremiyorlardı. Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Şah’m İznik’i ele geçirdiği sıralardaBursa’yı da fethetmiş olabileceği kabul görmektedir (1080 dolayları). Ancak kent Birinci Haçlı Seferinde İznik’in Bizans tarafından geri alınışının ardından, 1097 sıralarında yeniden Bizans’ın eline geçmiş olmalıdır. Bursa’nın ikinci kez Kılıç Arslan I döneminde, 1092’den sonra fethedildiği veya kuşatma altına alındığı söylentileri de vardır. Bu tarihlerde Selçuklu Sultanı, İlhan sanını taşıyan ve sonra kimi tarih yazarlarca kardeşi Davut olduğu öne sürülen bir komutan önderliğinde, Çaka Bey’in ilerleyişine koşut olarak Balıkesir ve Kapıdağ bölgelerine yönelik bir askeri harekata girişmişti. Selçukluların bu askeri harekat sırasında Bursa’yı bir süre ele geçirdikleri veya kuşatma altına aldıkları öne sürülmektedir. Selçukluların üçüncü ve son kez Bursa’yı fethettiklerine ilişkin kanıtlanmamış söylentiler, Mesut I (1 107 - 1155) dönemine denk düşmektedir. Bizans tarih yazarları, 1113 yılında, Selçuklular’ın Kirimastı (Mustafakemalpaşa) dolaylarındaki Aorata’da (?) göründüklerine ve Kamytzos komutasındaki bir Bizans ordusunu yenilgiye uğrattıklarına yer vermektedirler. Bu çatışmalar sırasında da Bursa’nın bir süre Selçuklu egemenliğine geçmiş olabileceği savlanmaktadır. Anadolu Selçuklularının ve onlardan bağımsız olarak Türkmenlerin, Marmara güneyine yönelik ilerleyişleri ve çatışmaları boyunca, Bursa’yı birkaç kez kuşatmış olabilecekleri düşünülebilir. Nitekim Evliya Çelebi, bu söylentilerden esinlenmek suretiyle Seyhatname’sinde; “Konya’daki Selçuklular yedi defa yedişer, sekizer ay muhsara etmişler ise de, kış geldiğinde üzülerek Konya’ya çekilmişlerdi”demiş olmalıdır. Anadolu’da beylikleri, Karamanoğlu Ali ve Mehmed Beylerin Bursa’da hapsedilmeleri,sonra Mehmed Bey’in bu kenti yakıp yıkması; Taceddinoğulları’ndan Mahmud Bey’in İznik’te idam edilmesi ve Haşan Bey’in de bir süre Bursa’da bir süre hapsedilmesi olayları dışında Bursa ve çevresini doğrudan ilgilendirmez.Ancak Selçuklular’dan Osmanlılar’a uzanan tarih köprüsünün niteliğinin daha iyi belirlenmesi bakımından,Anadolu Beyliklerine ilişkin özet bilgiler sunulması yararlı görülmüştür. 94 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Bu beylikler, her şeyden önce Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli bir tarihsel işlev üstlenmişlerdir.XIII.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulmalarından, çoğunlukla Osmanlı Devleti tarafından ortadan kaldırılıncaya değin geçen süre içinde Anadolu Beylikleri, ülkeden Bizans ve başka egemenliklerin sökülüp atılmasında da büyük ölçüde etkili olmuşlardır. OSMANLI DÖNEMİNDE BURSA Prusa (Bursa), çağının olanaklarıyla ele geçirilmesi son derece güç ve uzun zaman gerektiren bir hisar içine sıkışmış bulunmaktaydı. Nitekim Osmanlıların da, kenti on yıldan çok süren bir abluka sonunda fethedebildikleri bilinmektedir. Bu bakımından, Bursa’nm 1326’dan önce de fethedildiğine ilişkin savların, en azından şimdilik kanıtlanması olanaksız görülmektedir. Buna karşılık batılı tarihçiler de, Müslümanların Bursa’da hisar dışında yerleşmeye başladıkları tarihi, kentin fethedilişinden üç kuşak öncesine, eşdeyişiyle XIII.yüzyıl başlarına değin götürmektedirler. 1290’h yılların başında Söğüt -Domaniç Yaylası arasındaki dar yerleşim alanından çıkıp, Karaca Hisar- Eskişehir’i alarak atılım yapan Osman Gazinin, yeni toprak kazanımları için koşullar son derece uygundu . Osman Gazi, yeni yaşam alanlarına yerleşmek isteyen Türkmenlerden aldığı güçle, Bilecik ve İnegöl’ü alarak “kendüye makam olmağa Bursa ile İznik arasında bir şehir bünyad etti... yanmdağı gazilere evler yapıverdi. Anda duraklandı. Anın adını Yeni-Şehir kodular” Kuşatma altında tutulan İznik’in yardımına gelen Bizans kuvvetlerinin, Yalakova’da (Bapheon) yenilgiye uğratılarak saf dışı bırakılması Osman Gaziye büyük ün kazandırmıştı. Bu muharebenin ardından, Bursa Ovası tekfurlarının oluşturduğu koalisyon (Bursa, Adranos / Orhaneli, Kestel ve Kite / Ürünlü) ordusu ile Dimboz Boğazında (Bursa / Yenişehir sapağında Erdoğan Köyü çıkışında) yapılan savaşın sonunda ise, Türkmenlere Bursa Ovası açılmıştı. Osman Gazi, Bursa’nm fethi öncesinde, Sakarya Vadisinde ilerledikten sonra Ak Yazı, Koca İli ve Bolu yörelerini zaptetmişti. Fetihten hemen önce ise oğlu Orhan Gazİ’yi Bursa’ya gönderdiği ve bu arada Adranos / Orhaneli’nin alındığı anlaşılıyor. Aşıkpaşazade Bursa’nın fethini (6 Nisan 1326) şöyle anlatıyor: “...kapılar galaba oldu. Her taraftan Müslümanlar koyuldular. Ahi Haşan burca tırmandı”. Teslim olması karşılığı bağışlanan ve İstanbul’a gitmesine izin verilen Bursa Tekfuru’nun veziri olarak tanımlanan kişinin aşağıdaki ifadesi ilginçtir: “Köylerimiz zaptedildi.Size muti oldular. Bizi hiç aramadılar.Biz dahi bildik ki onlar rahat oldular, anun için bizi aramazlar dedik. Biz dahi ol rahatlığa heves ettik ...” (Aşıkpaşazade 109, Müneccimbaşı 84- 85, Neşri I 130-131, Uzunçarşılı I 1972, 118) TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 95 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bursa Orhan Gazi döneminde Osmanlı Beyliği’nin merkez kenti oldu.Bursa Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anlatımıyla “fetihten 150 yıl sonra iliklerine kadar bir Türk şehri” olmuştur. Orhan Gazinin, Hisar’m kuzey ucundaki kalede (İç Kale) cami haline getirdiği bir Bizans Kilisesi vardı. Saray, bu kilisenin yanında Orhan Gazi tarafından inşa ettirildi (Halil İnalcık, İslam Ansiklopedisi, Bursa mad.).Bey Sarayı olarak adlandırılan bu yapı, Osmanlı kuruluş döneminde devletin yönetim merkezi oldu.Osmanlı sultanları, İstanbul devlet merkezi olana kadar (1453), genellikle Bursa’da oturdukları gibi, büyük vakıf yatırımlarını bu kente gerçekleştirdiler. Sultan Murat I, Biga fethi dönüşü Bursa’ya gelmiş bu arada eski kaplıcayı yaptırmıştı.Sultan Murat I, 1383’te Arnavut elinin fethi için Edirne’ye geçmiş, sefer sonrası Bursa’ya dönerek Bulgar Seferine kadar devlet merkezinde kalmıştı. 1388’de Bosna Kralı Timurtaş Paşaya saldırdığı sırada, Sultan Murad I, Bursa’da torunlarının sünnet düğünündeydi (Neşri s. 218, 236 Müneccim Başı s.l 16, 120). Görüldüğü gibi, Edirne’nin fethinden sonra Bursa devlet kurumlarınm yer aldığı “Devlet Merkezi”konumundadır. Edime ise, Osmanlı askeri varlığının en etkin gücü olan akıncı beylerinin Balkanlardaki fetihlerinin yönlendirildiği,Balkanlarda ortaya çıkan tehlikeler ve büyük seferler için kullanılan geçici siyasal-askeri merkez konumundadır. Sultan Bayezit I, saltanatının ilk yedi yılında Bursa’da idi.Yıldırım Külliyesi’nin inşaatı bu sırada başlatıldı. Anadolu’daki Karaman - Candaroğlu seferleri bu süreçte düzenlendi (Müneccim Başı s. 128 vd, Aşıkpaşazade s. 65 vd). 1395 - 1397 yılları arasında Edime, İstanbul kuşatması, Niğbolu Seferi ve Bulgaristan fethi sırasında kullanıldı.Daha sonra ortaya çıkan Timur tehlikesi üzerine, Bursa yeniden öne çıktı. Sultan Murad I, Sultan Bayezit I, Sultan Mehmet I (Çelebi), Sultan Murat II, hepsi de birer mahalleye dönüşen imaret sitelerini Bursa’da inşa ettirdikleri gibi, ulema (fikir adamları) ve ümera (askeri önderler) ile birlikte Bursa Bey Sarayında kaldılar. XVI. ve XVII.yüzyil Bursa sicillerinde bile, İstanbul devlet merkezi iken, Bursa için “Darü’s - saltanat - ı kadime’sıfatınm yaygın olarak kullanılması anlamlıdır.Bursa Sarayında divan - ı hümayun toplanmakta, vezir - i azam , vezirler, kadıasker, defterdar gibi yöneticiler görev yapmaktaydılar. Kentin Osmanlı dönemindeki asıl ünü, transit ticarete konu olan çarşılardan kaynaklandı. Daha Orhan Bey döneminde 1339 yılında, kentin ilk bedesteni ( Emir Han) inşa edilmişti. Çok geçmeden, çevredeki verimli topraklardan sağlanan tarımsal ürünlerin pazarlandığı Kapan Han’ı da oluştu (Murat I dönemi). Zamanla, Kapan Han’nın kapasitesi yeterli olmayınca, Uzun Çarşının doğusunda Tahıl (Gaile) Pazarı kuruldu. 1670’lerde biraz daha doğuda At Pazarı çevresinde yeni tahıl pazarı inşa edildi (Bursa Sicilleri, 103 / 98). Bursa’nın, önemli bir üretim ve ticaret merkezi olarak yükselişi, aynı süreç içindeki dış boyutlu gelişmelerle de ilgilidir.Sultan Bayezit I döneminde Antalya ve Alanya’nın alınması, bu limanlara Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz tarafından gelen malların Bursa’ya yönelmesini sağlamıştı. 1400’lere gelirken 96 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Bursa;Bağdat, Musul ve Halep üzerinden gelen Güneydoğu Asya kökenli her çeşit baharatın satış merkezi olmuştu.Biber, zencefil, buhur ve karanfil yanında safran, tarçın ve Hindistancevizi, özellikle Bursa- Braşov yoluyla,Macaristan üzerinden Avrupa’ya pazarlanmaktaydı.Sultan Bayezit I’in fethettiği Tuna limanları Silistre,Rusçuk ve Niğbolu Bursa tekstil ürünlerinin ve baharatın aktarım noktaları konumunu kazandı (Halil İnalcık, 1994, 11-76). 1640 tarihli Narh Defterinde , İstanbul piyasasındaki Bursa kökenli mallar, cinsleri, fiyatları ve kalite standartları ile yer almaktadır.Bursa’nın iyi bir ticari altyapıya sahip olması ve çevresinin zengin tarımsal üretim için elverişli bulunması, İstanbul gibi o çağların büyük kentinin talep ettiği tarımsal ürünlerin, Bursa dolaylarından sağlanmasını da beraberinde getiriyordu. Özellikle, padişah haslarından önemli ve düzenli gelire sahip Topkapı Sarayının mutfağı için , Bursadaıı her yıl düzenli olarak gıda ürünleri satın alınmaktaydı. Osmanlı ordusunun lojistik sefer ihtiyaçları için de Bursa’dan talepte bulunuyordu.Örneğin 1674 tarihli bir fermanda “beher yevm (gün) üçer bin ekmek tabh etmek üzere iki furun ne mikdar adem lazım ise mahmiye - i Bursadan üstad adem ihraç ve odunu ve tuzu ve dakiki (unu) bu canibden ordu-yu hümayunumdan taraf-ı miriden verilüb mühimmat ve lazım gelen alat ve ücretleri ol canibte (Bursa’da) Ekmekçi hirfeti taifesinden verdürüb...’’kaydı vardır. Bursa 1350’lerden başlayarak dünyaca ünlü bir dokuma merkezi haline geldi.Kentin çevresindeki dut bahçelerinde kozacılık yapılıyordu.Yerli ham ipek yeterli olmayınca özellikle İran’dan ham ipek ithal edilmeye başlanmıştı (İnalcık,El Harir,Fahri Dalsar).Bursa Uzun Çarşısı’nda ipekçiliğe dayalı üretim ve ticaret XVII. Yüzyılda da önemini korumaktaydı. Bursa nın yükseliş döneminde “Akli Bilimler’olarak tanımlanan temel bilimler de, yaşanan kültürel ortama ve yönetimsel düzene uygun olarak gelişmiştir.Orhan Bey zamanında açılan İznik Medresesinin ilk başmüderrisi Davut Bin Kayseri, akli bilimlerde uzmandı.Dönemin İznik’i için “bilginler yuvası”deniliyordu.İlk Bursa medreselerinde fıkıh ve kelam yanında mantık ve matematik de okutulmaktaydı.Molla Fenari. Tasavvuf yanında mantık ve başka akli bilimlerde de uzmandı. Öte yandan Bursa, dönemin tıp merkezi haline gelmişti.Yıldırım Darüşifası’nda bir baştabip, iki tabip, iki şerbetçi, iki eczacı, bir aşçı ve bir ekmekçi görev yapıyordu.Zaman zaman cerrahlar ve kehhaller (göz tabipleri) de bulunmaktaydı (Osman Çetin 1993 - 123). XVI. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devletinin karşılaştığı sorunlar taşraya da yansımaya başlamıştı. Basra Körfezi, Hint Denizi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Karadeniz’de bulundurulan donanmanın maliyeti büyüktü. Kafkasya’dan Barsa’ya kadar uzanan geniş sınır çizgisi boyunca süren Osmanlı- İran savaşları,Hazar-Ural alanında Rusları engelleyici savaşlar,Orta Avrupadaki Osmanlı Avusturya savaşları hâzineye büyük yük getiriyordu.Bu savaşların ateşli silahlarla yapılıyor olması, atıyla ve klasik silahlarla mevsimlik savaşan Tımarlı askerleri demode hale TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 97 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN getirmişti.Merkezi Osmanlı yönetimini temsil eden genellikle devşirme kökenli ümera, halka yabancılaşmaya başlamıştı.Bu yüzden Bursa da dahil olmak üzere “Celali ayaklanmaları’Ve “Suhte (medreseli) isyanları’gibi bir dizi olay Osmanlı taşrasını büyük ölçüde sarsmaktaydı. XVI.yüzyılda başlayan gerileme esnafı da olumsuz etkilemiş; esnaf düzeni de bozulmaya başlamıştı.Sicillerde bu konuda birçok kayıt vardır. 1617’de Bursa, Mudanya ve Gemlik kazalarında Şemhane’den (Mumhane) gayri yerlerde balmumunun işlenmesi yasakken, bazı kişiler “Kendi evlerinde mum döküp”kalitesiz üretim yaparak, aynı zamanda vergi kaybına neden oluyorlardı (Bursa sicilleri 118/ 115). Dönemin yönetiminin hoşgörüsüz tutumu, yöneticilerin ve ulemanın eklentilerle yasaklara dönüştürülen şeriatı ön plana çıkarmaları, fikirlerinden dolayı idam edilen kültür adamlarının sayısını arttırmaktaydı.İbni Kemal’in fetvasıyla İsmail Maşiki’nin 12 müdiri ile birlikte 1538’de, Ebussuud’un fetvasıyla Hamza Velinin 1561’de , Sütçü Beşir Ağanın 1562’de idam edilmeleri, bu talihsiz uygulamaların acı sonuçlarındandır. Bu ortamda halk arasında ehl-i örf olarak adlandırılan Osmanlı devlet görevlileri de halka eziyet ediyorlardı.Özellikle kent merkezinden uzak göçebeler daha çok ezilmekteydiler.Bursa Yörükleri üzerlerine düşen vergileri ödedikleri halde, devlet görevlilerinin adamlarının “ziyade atlu levendat ile üzerlerine konub, mürd ve meccanen (bedava) yem ve yemeklerin yedirdikten’başka çeşitli gerekçelerle “akçaların aldıklarmı’şikayet etmişlerdi (Bursa sicilleri 118/129). Bursa gibi o dönemin büyük bir kentin yakınındaki işlek yollarda eşkıyalık da başlamıştı. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı ekonomisi iyice bozlmuştu.Bu durum şüphesiz Bursa’ya da yansımaktaydı.Hadika-i Vekayi’de bulunan aşağıdaki kayıt ilginçtir: “Moskov ve Nemçelüye sefer açılmış olduğundan, iki kavi düşmene sefer külliyetlü akçeye muhtaç iken, devletlede hiç akçe olmadığı ma’lum oldukda, bir çaresine bakılmak içün bu kadar meşveretler oldu”. 1820’lerden sonra,Avrupa sanayisinin yoğun rekabeti karşısında Osmanlı Devleti bünyesindeki tekstil üretimine dayalı zanaatlar gerileme sürecine girmişti.Bu durumu Kapitülasyonlar ya da devlet ile değerlendirmek yerinde olur.Avrupa sanayisinin makineleşme sonucu yaptığı atılım, hammadde kaynakları ile mamul mallara pazar arayan sanayileşme ekonomisinin gerçekleri ile anlam kazanacaktır (Şevket Pamuk, 1983, s. 81). Bursa’da 1850’den başlayarak ipekçilik makineleşmeye yöneldi. 1844 yılında Fransa’dan gelen bir ipek ustası Bursa’da bir ipek atölyesi kurmuş ve yeni tarz ipeğin nasıl çekileceğini göstermeye başlamıştı. Bu atölyede bilgi edinenler yeni atölyeler kurunca fabrikalaşma başladı. 1858 yılında Bursa’da yeni yöntemler ile ipek üreten 38 kuruluş vardı. Ancak 1857-1862 yılları arasında ipekböceklerinde görülen Karataban (Pebrine) ve Muscardine hastalıkları Bursa ipekçiliğine büyük darbe indirdi. 1900’lerin başlarına gelindiğinde Bursa kökenli mal satımı ve mal alımı dengelerinin Bursa’nın görkemli eski dönemlerine göre ters yüz olduğu göze çarpmaktadır. 1902-1904 tarihli 98 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 değerlere göre Gemlik limanından 11.009.289 kuruşluk mal satılmış 23.186.616 kuruşluk mal alınmıştı.Satın alman mallar arasında şeker,un,çelik,kükürt,kahve,konyak,kağıt,kibrit,gazyağı gibi ürünler yer alıyordu (1325 Salnamesi, 318-321). KURTULUŞ SAVAŞI VE CUMHURİYET DÖNEMİ Osmanlı Devleti,bir oldubittiyle Birinci Dünya Savaşına girmişti.Bütün cephelerde dört yıl boyunca süren savaş, Almanya- Avusturya / Macaristan-Osmanlı bağlaşmasının yenilgisiyle sona erdi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti. 1920 yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i işgal ettiler. 6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi. Bursa’da, Osmanlı döneminden sonra en büyük acı Yunan işgali ile yaşandı. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtüldü. O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı. Kentte kalanlar ise, Kuvvay-ı Milliye için istihbarat çalışmaları yapmıştı. Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıların işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu. Bursa, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü kurtarıldı. Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde, Türk ordusunun olduğu kadar, silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.Bu mutlu olay, Bursa’da yayımlanan Hudavendigar gazetesinin 30 Ekim günlü sayısının birinci sayfasında şöyle verdi: “Büyük Millet Meclisi dün gece sekiz buçukta Türkiye Devleti’in şeklini müttefıkan [oybirliği ile] cumhuriyet olarak tesbit ve dokuza çeyrek kala Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini müttefıkan ‘Reis-i cumhur’[cumhurbaşkanı] ilan eyledi.” 17 Şubat 1924’te, Bursa’nın düzenli olarak elektrikle aydınlatılması için “Bursa Cer, Tenvir ve Kuvve-i Muharrike-i Elektrikiye AŞ” kuruldu. 31 Ağustos-11 Eylül 1924 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa üçüncü kez Bursa’yı ziyaret etti. 27 Ekim’de, Cumhuriyet tarihimizin ilk nüfus sayımının sonuçları alındı.Bursa İli’nin toplam nüfusu 399 942, nüfus yoğunluğu da 27 olarak belirlendi. İstanbul ‘da yayımlanan Cumhuriyet gazetesince düzenlenen “güzellik kraliçeliği” seçimi için, Aralık 1932 ayı içinde ilk kez Bursa güzeli seçimi yapıldı. Leman Hanım adında genç bir kız Bursa güzeli seçildi ve İstanbul’daki yarışmaya katıldı. Önce Balkanlar’dan gelen göçmenler, daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler Bursa’yı renklendirip kardeşlik bağını güçlendirmiştir. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 99 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bildiğimiz bir gerçek var ki 21.yüzyılın çağdaş,gelişmiş »yaşanabilir,temiz ve elbette daima “Yeşil” Bursa’sı, onu hakkıyla bilen ve yaşayan insanların ellerinde şekillenecektir. Bursa’yı Bursa yapanlara ve ona sahip çıkanlara minnet duygularımla... KAYNAKÇA SÖLÖZ ,Cedit,Bursa Ansiklopedisi Cilt I,Bursa Kültür ve Sanat Yayınları,Bursa,2002. Komisyon,Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları,İstanbul,Eylül 2005. Yayın kurulu,Büyük Larousse Cilt IV,Milliyet Gazetecilik A.Ş. ,Levent-İSTANBUL,1992. 100 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 İrem Saliha DİZİN BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 9-A BURSA TARİHİ Oldum olası gezmeye,görmeye,öğrenmeye meraklı birisiyimdir.Farklı farklı yerler görmek, farklı farklı kişilerle tanışmak ilgimi çekmiştir hep.Yine bir gün çıktım yollara. Şehir şehir ülke ülke gezmeye. O rehberlerin tüm şehri karış karış bilmesi hep büyülemiştir beni. Yine bir şehirde rehberi dinlerken aslında kendi şehrim ile ilgili hiçbir şey bilmediğimi farkettim. Geziden döner dönmez başladım araştırma yapmaya.Kütüpanelerde kitapların arasında kaybolmayı her zaman çok sevmişimdir. O sessizlikte huzur kaplar her seferinde içimi. Bursa`nın tarihi ile ilgili birşeyler okuyup öğrendikçe hayran kalmamak elde değil. Geçmişten gelen kültürü,tarihi ve doğal güzellikleri say say bitmez Bursa`nın. Bu güzel şehirle ilgili yaptığım araştırmaları sizinlerle de paylaşmak isterim. İlk Bursa’nın adı nerden gelmiştir ona bakalım. Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Antik kaynaklar bugünkü Bursa’nın kurucusunu I. Prusias (M.Ö.232-192) olarak göstermektedir. Kartaca Kralı Hannibal, Roma İmparatorluğu ile yaptığı savaşı kaybedince, birlikleriyle beraber I.Prusias’a sığınır. Burada zafer kazanan bir komutan gibi karşılanıp, saygı görür. Bu yakınlığa karşılık olarak Hannibal emrindeki askerlerle bir şehir inşa eder. Buna Prusias’ın (Bursa) adını verip ona armağan eder (M.Ö. ll.yüzyıl). Roma İmparatorluğu zamanında (Prusa ad Olympium) Uludağ Bursa’sı adını almıştır. Bursa Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Buraya kurucusu Bitinya kralı Prusias’ın adı verildi. (MÖ:ll.yüzyıl) Bitinya Krallığı dönemi’ ndePrusa adıyla kurulan Bursa, Krallığın üç büyük kentinden birisiydi. Temelleri Bitinya Kralı Zipoetes’ se İ.Ö 300’lerde atılan Prusa, daha sonra, İ.Ö 230 – 182’de hüküm süren I. Prusias Kallinikos’ca yönetim merkezi durumuna getirildi. Adını da bu kralın adından aldı. Bitinya’ yı kuran Bitinler, Küçük Asya’ nın kuzeybatısında ve Boğazlar’ ın kıyılarında oturan kavimlerdendi. Aynı bölgede Bitinler’ in yanı sıra Firigler, Misler, Dolionlar, Migdonlar, Troyalı’larda bulunmaktaydı. Ünlü antik çağ coğrafyacısı Stroban’ a göre, bunlar ele geçirdikleri yerlere yerleşmeyip göçebe olarak yaşayan savaşçı kavimlerdi. Strabon, bu kavimlerden Migdonlar’ ınOlimpos’ tan (Uludağ) Mirlea’ ya (Mudanya) değin olan bölgede oturduklarına TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 101 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN işaret eder. Buradan da anlaşılacağı gibi, Bursa’ ya ilk yerleşenler arasında Bitinler’ in yanı sıra, Migdonlar da bulunmaktaydı. Bursa’ da Roma’ nın kesin egemenliği, IV. Nikomedes’ in Bitinya topraklarını Roma İmparatorluğu’ na bağışlamasıyla başlamıştır. Bu dönemde Bursa, Uludağ Bursa’ sıyadauludağ eteklerindeki kent anlamına gelen “Prusa ad Olympos” adıyla anılmaya başlamıştır. Bizans döneminde yeniden Prusa adını alan Bursa, Bugünkü İzmit, İstanbul, İznik, Bilecik ve Karadeniz Ereğlisi bölgelerini içine alan “thema” nın (Bizans yönetim birimi-eyalet) merkezi olmuştur. Osmanlılar döneminde adı “Bursa” koyulmuştur. Şimdi ise Bursa’nın en baştan tarihine bakalım.Bursa ve çevresi, çok eski yıllardan bu yana büyük kültürlerin beşiği olmuştur. Bulunduğu alan ve Asya ile Avrupa arasındaki bir bölgede olması nedeniyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır. Tarih içinde, Bithynia ve Mysia bölgeleri içinde kalan kentin çevresinde Nikaia / Nicea (İznik), Cius / Kius (Gemlik), Apameia (Mudanya), Apollonia (Gölyazı), Miletapolis (Mustafakemalpaşa), Kalchedon (Kadıköy), Nicomedia (İzmit), Antiocheia (Yalova) şehirleri yer almaktaydı. Antik yazar Strabon; Bithynia sınırlarının doğuda Sangarios (Sakarya) nehri boyunca, kuzeyde Byzantion (İstanbul) ve Kalchedon (Kadıköy), batıda Parapontis (Marmara denizi), güneyde Mysia ve Hellepontus Phrygiri’ası ile sınırlandığını belirtmektedir. Bursa’nın tarihi geçmişi Neolitik (M.Ö. 8000-5000-Cilalı Taş Devri), Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000-Bakır-Taş Devri) dönemlere kadar inmektedir. İznik gölü çevresinde Tepecik, Söğücek ve Mekece yörelerinde Neolitik, Sölöz’de Kalkolitik Çağa, Orhangazi, Ilıpınar’da Neolitik ve Kalkolitik Çağlara, İnegöl şehir merkezinde “İnegöl Höyüğünde” Troia I-Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500) ile Çağdaş yerleşimlere rastlanılmıştır. İznik, İnegöl ve Yenişehir ovalarında yapılan yüzey araştırmalarında ise tarihinin Eski Tunç çağına kadar indiği tespit edilmiştir. M.Ö. 1700-1200 tarihleri arasında Anadolu’da Hitit hakimiyeti görülür. M.Ö.1200›lerde Trakya üzerinden Anadolu›ya gelen göçler neticesinde yıkılan Hitit imparatorluğu M.Ö. 9-6. Yüzyılları arasında Anadolu›nun Güney ve Güneydoğu bölgelerinde çeşitli Geç Hitit Beylikleri adı altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hitit›lerin Bithynia ve Mysia bölgelerine kadar yayıldıkları düşünülmektedir. Hitit devletinin yıkılması ile Batı Anadolu’da Frig (M.Ö. 750-546/300) hakimiyeti görülür. Aynı tarihlerde Doğu Anadolu bölgesinde maden ticaretini elinde tutan Urartu›lar yaşamaktaydı. Trakya üzerinden Anadolu›ya giren Frigler önce Marmara denizinin güney ve güney doğusunda yerleşmişlerdir. Bursa ve çevresinin de Frigler tarafından iskan edildiği varsayılmaktadır. Frigler, Trakya üzerinden gelen yoğun göç dalgaları sonucu Orta Anadolu’ya kayarak Gordion’u başkent yaparlar. Batı Anadolu’da ise Lidya (M.Ö. 700-300) uygarlığı varlığını sürdürmekteydi. Lidya 102 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 krallığını yıkan Persler (M.Ö. 545-333), bütün Anadolu’ya yayılarak Bursa ve çevresine de hakim olurlar. Bu dönemde Daskyleion (Bandırma-Ergili)’da Pers Satraplığı bulunmaktaydı. Persler’in Anadolu’daki iki yüzyıllık hakimiyeti Büyük İskender’in M.Ö. 333’de Pers kralı Darius’u yenmesine kadar devam etmiştir. Persler’in baskısı Batı Anadolu şehirlerinin ayaklanmasına neden olmuştur. Bu ayaklanma içinde Bithynia bölgesi şehirleri de yer almaktaydı. Bithynia bölgesi halkı M.Ö. VII yüzyılda Trakya›dan göç eden Bityn ve Tyni kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesi ile meydana gelmiştir. Bithynia bölgesi kral I. Nikomedes (M.Ö. 279-250) zamanında en saygın krallık haline gelmiştir. Krallık IV. Nikomedes döneminde M.Ö. 74 tarihinde Roma imparatorluğuna bağlanmıştır. Bursa ve civarı önceleri Bithynia olarak anılmaktaydı. Bithynia’nın en eski halkı Bebryk, Migdones ve Mariandini’lerdi. Avrupa’dan gelen Bithyn’ler adlarını tarihten sildikleri Bebryk’lerin yerine yerleşmişlerdir. Bugün Anadolu’ nun en eski halkının M.Ö. VII yüzyılda göç eden Bithynia’lılar olduğu kabul görmüştür. Sonra da Mysia’lılar gelmiştir. Adını Bithynia kralı 1. Prusias’dan alan Bursa ve çevresi çok eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. 1942 yılında Alman Arkeologlarca İnegöl höyüğünde gerçekleştirilen kazılarda höyüğün; en alt tabakalarındaki buluntuların Troya I, daha üst tabakalarındaki buluntuların ise Bozüyük ve Demircihöyük ile çağdaş olabileceği ortaya çıkmıştır. 1948’de İznik gölünün kuzeyinde yapılan yüzey araştırmalarında taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan bazı höyükler saptanmıştır. 1955’de yapılan bir başka araştırmada pretohistorik (yazılı tarih öncesine geçiş dönemi) kalkolitik (bakır-taş çağı) buluntularına rastlanmıştır. Aynı yörede son kalkolitik ve erken Tunç Çağı’nın preklasik Lydia çanak çömlekleri elde edilmiştir. Orhangazi ilçesi yakınlarındaki Ilıpınar höyüğünde 1986 yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında üst üste altı-yedi yerleşim alanı saptanırken, bu höyüğün yakınlarındaki Hacılartepe höyüğünün taş devrinden kalma bir yerleşim alanı olduğu belirlenmiştir. M.Ö. V. Yüzyılda yazılan Herodot tarihinde Kius/Gemlik, Bursa ve çevresinde var olan ve Argonotların kolonisi olan tek kenttir. Kius/Gemlik’in kuruluşu M.Ö. XII yüzyıla kadar çıkar. Apemea/Mudanya kentinin ise M.Ö. X. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat gölü üzerindeki Apollonia/ Gölyazı yerleşiminin de M.Ö. VI. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır. Krezus/Kroisos (M.Ö. 561-546) tarafından Lidyalıların egemenliğine sokulan Bursa bölgesi daha sonra bir süre Pers/İran egemenliğine girmiş ve bu savaşlar sırasında tahrip olmuştur. Kadıköy’ de kurulan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarını saldırılarla tahrip etmiştir. Dedaldes, İranlılara karşı savaşarak bir bakıma bağımsız bir Bithynia Devleti kurmuştur. Dedaldes’in oğlu Boritas ve onun oğlu Bas/Byas (M.Ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır. M.Ö. III. Yüzyılda Mudanya’da Myrleia/Apameia kenti, M.Ö. II. Yüzyılda Mustafakemalpaşa yakınlarındaki Melde tepesinde antik Miletopolis kenti, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis kenti kurulmuştur. Tüm bu antik kentlerin dışında, İznik gölünün güneyinde bugünkü Sölöz köyünde Pythopolis, Yenişehir’ de Otroia, Orhaneli’ de Adriani, Karacabey’ de Kremastis, EşTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 103 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN kel’de Dasklium, Çekirge’ de Plai, Kurşunlu’da Brillos gibi ikinci derece önemde olan yerleşimler de vardır. Bölgenin bir diğer önemli kenti de Nicea/İznik’ tir. M.Ö. V. Yüzyıldan önce kurulan ve Helikore adını taşıyan İznik, M.Ö. 316 yılın da işgal edilip Yunan kolonisi olmuştur. M.Ö. I. yüzyılda yaşayan Strabon’un ünlü coğrafyasında Bursa kenti ile ilgili en eski bilgi şu şekilde yer alır; “Prusa, ‘Mysia Olympos’u eteklerinde kurulmuş ve iyi yönetilen bir kenttir. Frigyalılar ve Mysialılar ile sınır komşusu olan bu kent, Kroisos’a karşı savaşan Prusias tarafından kurulmuştur”. V.yüzyılda yaşamış Yunan coğrafyacısı Bizantion’lu Etien’e göre de Bursa; Cyrus ile çağdaşı olan kral Prusias döneminde kurulmuştur. Bursa, Bithynia kralı I. Prusias (M.Ö. 232-192) döneminde kent statüsüne yükseltilip çevresi surlarla çevrilmiştir. Roma ile yaptığı savaşı kaybeden Kartaca Kralı Hannibal, askerleriyle birlikte sığındığı I. Prusias tarafından büyük itibar görmüş ve krala minnettarlığının belirtisi olarak M.Ö. 185’ de Bursa kentini kurmuş, bu nedenle de kente Prusa adı verilmiştir. Bursa’nın kuruluşuyla ilgili bu en eski bilgi M.Ö. II.-III. yüzyılda yaşamış Plinius’a aittir. Ancak, yöreye ait kesin bilgiler M.Ö. 700’lere dayanmaktadır. Homeros bölgeden Mysia olarak söz etmektedir. Günümüzde ise Bursa yöresinde Mysia yerleşmelerini anımsatan iki yerleşim bulunmaktadır: Misi (Gümüştepe) ve Misebolu (Aydınpınar). Prusia adı zamanla Prusa, sonra da Bursa’ya dönüşmüştür. Bithynia Krallığı ile Bergama Krallığı arasındaki savaşlar neticesinde zayıflayan Krallık, M.Ö. 74’te Roma İmparatorluğu tarafından gönderilen Proconsul’lerce (Eyalet Valisi) yönetilen bir Asya Eyaleti haline gelmiştir. Bursa M.S. 385–1326 yılları arasında ise Bizans dönemini yaşamıştır. M.S. 555’lerde bölgede ipek üretimine başlanmış ve doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kenti kurulmuştur. Bursa Osmanlı’nın ilk başkenti olmuştur. Osmanlılar’ın Hüdavendigar Vilayeti 1071 yılından sonra Anadolu’yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya’dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu’nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar’ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü. Osmanlı Beyliği’nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey’di. 1299’da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altı yüz yılı aşkın hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi’nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos, Bizans’tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301’de Koyunhisar’da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey’in orduları oldu. Artık Türkler’in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar’ın bu olaydan sonra da birlik halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin oğlu Ak Timur’u kumandan tayin etti. Osmarı Bey’in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı’na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için 104 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey’e devrederek Yenikent’e döndü. Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi’nin sefere gidip savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi’ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi önce Evrenos Kalesi’ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa’ydı. Orhan Gazi, Bursa tekfuruna Mihal Bey’i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi’den bağışlanmasını isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan sonra, Tekfur’un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul’a doğru yola çıktılar. 1326 yılında Bursa artık Türkler’indi. Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi’ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi’ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Sultanı yüzünde bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa’nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi’nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman, artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan’ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden ulufe tayin etmekti. Önceleri sikke, Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328’de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler, artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar. Bithynia, Roma ve Bizans’ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı’ya ilk başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad’a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti. 1362’de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne’de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne’de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda da Bursa önemini hiç yitirmedi. 1399’da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası’nı kurdu. 1402’de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte yangınlar çıkardılar. 1429’da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482’de Cem Sultan Bursa’da 18 günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti. Şimdi ise Bursa’nın yapılarının üslubuna değinmek istiyorum.Osmanlı yapı sanatında, önce zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine aynı zamanda eski mimari tekniğinde ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve zanaatçılar da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu beyliklerinin anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu böyle doğdu. Bursa mimarisi İstanbul’un fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul›daki TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 105 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN ilk anıtların yapımında genellikle bu üslup kullanıldı. T biçimi plana uygun yapı tipi de 14. yy’da gelişti ve Bursa’daki “selatin camileri”nin hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi. Üst kısmından yüksek horizontal bir hatla bağlanan “Bursa kemeri” ise, iki çeyrek daireden oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif işlerde kullanılırdı. Şimdi ise Bursa’nın başlıca eserlerine bakalım. Ulucami Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü avlulu camiler gurubuna girer. 1399’da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar’a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin üstü camlıdır. Cami’de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüz doksan iki adet sabit veya levha olarak yazı vardır. Yeşil Camii Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1419’da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa’ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed’dir. Ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa ve İznik’teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak, uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423’de Yeşil Cami’nin bütün süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı. Muradiye Camii İkinci Murad›ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa›ya büyük zarar veren depremde, Muradiye Camisi›nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı. Emir Sultan Camii Emir Sultan Camisi’nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler, Bursa kemerinin en güzel örneklerindendir. İznik ve Bursa’da yapılan dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenerek, üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirildi. 106 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Sivil Mimari Orhan Bey’in Bursa’yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında bulunurdu. On dokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını sağladı. Bursa da yaşam ise işte şu şekildeydi. Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya da topluluklar renklendirdi. Orta Asya’dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte. Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı. Ortaçağ’dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora’nın fethiyle Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi. İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya’daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1461’de İstanbul’da kurulan Ermeni Patrikhanesi’ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik seçildi. Yahudi ve Rumlar’a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu’da yaşayan Ermeniler Bursa’ya yoğun olarak göç ettiler. Bursa’daki Ermeniler’in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı. Vali Hacı İzzet Paşa›nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa’nın ilk gazetesi Hüdavendigar’ın 82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa’da M.Ö. 79 yılında Yahudiler’in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan Orhan’ın, Bursa’yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile birlikte kazandılar. Yahudiler’in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı›nda işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya’daki Müslümanlar’ın büyük bir çoğunluğu da Bursa’ya göç ettiler. Yalnızca Rusçuk’tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar’dı. Kafkasya’dan gelenler Yıldırım, Kazan’dan gelenler Mollaarap, Kırım’dan gelenler ise Alacahırka’ya yerleştirildiler. Bursa’da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları Çeribaşı’nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı. Yirminci yüzyılın başında, Bursa’da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran’ın konsoloslukları bulunmaktaydı.Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5’i Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise 4’ü Türk’tü. Bursa’nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 107 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bursa’nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en ünlüsü kebaptır. 1836’da Bursa’yı gezmeye giden Helmutvon Moltke, Türkiye Mektupları’nda kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: “... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında, kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap, yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler’in çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu. “ Sürgünler kenti On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştü. Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey’in sürgüne gönderilme hikayesi ibret vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’la evlidir. Bir ara hastalanan Naime Sultan’a, eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla “kakodilat” enjekte eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte oturdukları sarayın yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad’ın en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte olduğu ve onunla evlenebilmek için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir. Tıpta bunun bir ilaç olarak da kullanıldığı söylense bile Abdülhamid’i ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından boşatılarak Bursa’ya sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey, Bursa’da kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden Mustafa Paşa adında bir Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli birkaç subay Kemaleddin Bey’in kontrol altında tutulması görevini üstlenirler. Hepsi birlikte aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça vali bile gidip hatırını soramaz. Bu sürgün ve Bursa’ya sürülmüş ünlü Fehim Paşa ile birlikte merkezde ve çevrede daha başka sürgünler de vardı. Bursa her açıdan olduğu gibi ticarette de gelişmiş bir yerdi. Çarşılar Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi’nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin 108 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı’nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı’nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı’nda; hallaçlar ve terziler, Atpazarı’nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan Çarşısı’nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı’nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü Bursa baçakçıları bulunurdu. Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa’da ticaretin can damarlarıydılar. İpek böcekçiliği Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya’da zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş kaftandı. İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa’da baş gösteren ve 1860’lı yıllarda da Bursa’ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından çarenin Fransa’da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi. Böylece bir müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı oldukları anlaşıldı. 2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi’nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi’nin evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü’nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa’da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Atkılı tezgahlarda dokuma Osmanlı İmparatorluğu’nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi. 1850’lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa’daki benzerleri gibi kurulmuş 14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya’da da iki fabrika vardı. Bursa’da tül işleyen, saf ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı. Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve, bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap. Bursa, Bilecik ve Üsküdar’da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 109 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN du. Bursa’da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların, her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa’dan kumaş satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları Bursa kumaşlarıyla dolmuştu. 18. yy’da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa’nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti. Bursa da birçok çeşitte okul bulunurdu. Bunlardan bazıları ise şunlardır; Misyoner Okulu 1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera’da bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon’da da okullar açıldı. Ders programları Batı’daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa sürede kendini kabul ettirdi. Bursa’daki Amerikan Kız Okulu’nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)’di. Işıklar Askeri Lisesi Okul 1845’de, Sultan Abdülmecid’in buyruğu ile bugünkü Heykel Meydanı’nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892’de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894’de bu yapılara ikinci bina da eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911’de hastane kısmı da eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922’de Askeri İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa’nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise, önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar’a dönüştüğü söylenmektedir. Hamidiye Senayi Mektebi 10 nisan 1869 günü Filibos mahallesinde Türkmenoğlu Konağı’nda Senayi Mektebi açıldı. Islahhane adı ile çağrılan bu okulda önceleri yalnızca dokumacılık öğretildi. İlk üretim olarak jandarmalar için elbiselik kumaş dokundu. Daha sonra kunduracılığın öğretilmesi için İstanbul’dan öğretim görevlileri ile birlikte yeni aletler getirildi. Giderek çalışmaları ile dikkat çekmeye başlayan Hamidiye Senayi Mektebi’nin ders programlarına 1900’lü yıllardan sonra Fransızca ve musiki dersleri de eklendi ve okulda bir bando kuruldu. 1906 yılında ise Hükümet Caddesi’nde okulun bir satış mağazası açıldı. Okulu geliştirmek için neredeyse tüm Bursa halkı seferber oldu. Piyango tertip edildi ve Atıcılar mevkisinde düzenlenecek hayvan pazarından 110 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 alınacak pazar resmi okula bırakıldı. 1906 yılında Bursalı Necip ve İstanbullu Mirat Efendiler, Avrupa’da imal ettirdikleri sigara kağıtlarını Hamidiye Senayi Mektebi Sigara Kağıdı adı altında satmak için ruhsat aldılar. Bu satışın tüm geliri de mektebe bırakılacaktı. Mektep ilk açıldığı konakta iki yıl kaldıktan sonra Tophane semtine taşındı. Ziraat Mektebi Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde Hüdavendigar Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu. 1904 yılında, Mülkiye İdadisi’nde 325, Hamidiye Senayi Mektebinide 150, Ziraat Mektibinde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905’de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha sonra okul Darülmuallimin adını aldı. Bursa’nın en önemli unsurlarından biride kaplıcalarıdır.Bursa’da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar’ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken Pythia’daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar döneminde daha da önem kazandılar. Osmanlı geleneğinde kaplıcalar Evliya Çelebi Bursa’nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa’nın ilk kaplıca inşaatı, Jüstinyen’in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar’ın 1511’de iki kubbe daha ilave ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul’daki tanınmış kişilerden ve büyük elçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa’ya gelirlerdi. Bursa valisi Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm’in eşi Augusta’nın erkek kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906’da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon’u 7 Haziran 1908’de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908›de ağırladı. Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında: Girenler içinde kalur Suyun dökünse can bulur Nicelere derman olur Kaplıcası Bursa’nın diye tanımlanır. Cumhuriyet Döneminde ise Bursa şu şekildeydi.8 Temmuz 1920’de Bursa’nın Yunanlılar TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 111 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN tarafından işgalinden sonra, 11 Eylül 1922’de yeniden Türk egemenliğine geçmiştir. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte Bursa şehri kültür, sanayi ve tarım merkezi olarak gelişmesini sürdürmüştür. Cumhuriyet dönemiyle birlikte planlama çalışmalarına başlanan şehirde, 1960’lı yıllardan itibaren sanayinin önemi artmış, kentin nüfus ve kentsel gelişimi hızlı bir değişime uğramıştır. Coğrafi konumu, tarımsal, ticari ve sanayi potansiyelinin yüksek oluşu kentin çekiciliğini her dönem korumasını sağlamaktadır. Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma, işsizlik, suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok kentsel sorunu da doğurmuştur. Bu sorunlarla mücadele etmek için 1990’larda başlayan bir hareketle yerel, ulusal ve uluslararası kaynaklardan yararlanarak içme suyu, kanalizasyon, ulaşım, eğitim, çevre kirliliği, güvenlik, sağlık ve istihdam gibi konularda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Sivil toplum örgütleri, özel sektör, üniversite ve vatandaşların giderek artan duyarlığına cevap verebilmek için yeni parklar, binalar, kültür merkezleri, çevresel yatırımlar ve kentsel düzenlemeler yapılmaktadır. 1 Ekim 1925’te temeli atılan Bursa Dokumacılık Fabrikası (İpekiş) 1927 yılında hizmete açılmıştır. İpekiş, Kültürpark’ın bitişiğinde 32 dönüm arazi içinde, tarihi binalarıyla müze gibi bir kuruluştur. Bursa yöresinde koza üretiminin ve ipekböcekçiliğinin teşviki amacıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla İş Bankası tarafından yaptırılmıştır. 1940’larda Yün-iş ile birleşen İpekiş, 1991’de özelleştirilmiştir. Tarman Grup adlı özel sermaye grubu tarafından işletilmektedir. 1933 – 1937 yılları arasında uygulanan 1. Beş Yıllık Sanayi Planı’nda tekstil, kendir-kesen, demir-çelik, porselen-çini, klor, suni ipek, selüloz ve kağıt tesisleri, şeker, süngercilik ve gül sanayileri gibi alanlar yer almıştır. Bu kapsamda, 1938 yılında Bursa Merinos Fabrikası ve Gemlik Sunğipek Fabrikası kurulmuştur. Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası, Türk ekonomi tarihinin simgelerinden birisi haline gelmiş tekstil fabrikasıdır. İsmet İnönü tarafından 28 Kasım 1935’te temeli atılan fabrika 2 Şubat 1938 günü Atatürk tarafından işletmeye açılmış ve Türk sanayisinin en büyük fabrikalarından birisi olmuştur. Ülke tekstilinde Sümerbank iplik üniversitesi olarak tanımlanırken, Merinos’a da Yünlü Fakültesi yakıştırması yapılmıştır. Kapatılana kadar Türk Silahlı Kuvvetleri için giysi üretimi yapmaya devam eden Merinos, 2004 yılında Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından kapatılmıştır. 2004 yılında fabrikanın arazisi ve üzerindeki gayri menkuller Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. 1935 yılında Gemlik’te temeli atılan ve 1938 yılında hizmete açılan SunğipekViskon ve Selefon Fabrikası, zamanla teknolojinin eskimesi sonucu üretimini durdurmuş, 1997 yılında özelleştirme kapsamında Sümer Holding bünyesinde satışa sunulmuş, 1998’de Tekel’e devredilmiştir. 2002 yılında da, 293 dönümlük arazisi Uludağ Üniversitesi’ne devredilmiştir. 2006 112 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 yılında, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın katkılarıyla Gemlik Asım Kocabıyık Meslek Yüksekokulu olarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ulaşım ağı da yaygınlaştırılmış, yabancı şirketilerin yönetiminde bulunan demiryolları devletleştirilmiş ve yeni demiryolları yapılmıştır. Bu kapsamda, 1931 yılında Mudanya – Bursa hattı, satınalma yolu ile devletleştirilmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda yaşadığım bu güzel şehir ile ilgilibir miktar sizleri bilgilendirip ilginizi çekebilmişimdir umarım. KAYNAKÇA Yurt Ansiklopedisi Şehirlerin Sultanı Bursa,İlhan Yardımcı, Uludağ Yayınları,İstanbul,2003 Çarşının Öyküsü/Bursa Araştırme Merkezi/Haziran 2010-İstanbul Bursa İli Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Eğitim,Bursa ,Ekim1998 Bursa Mektepleri, Mefail Hızlı, Bursa,1999 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 113 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN M. Mustafa ERDOĞDU BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi 10-B / 76 ERGENEKON’UN EMANETİ: NEVRUZ Tabiatı, hayatının merkezi yapan ve toprağı “dört ana unsur”dan sayan Türk’ün düşünce sisteminde Nevruz, doğuş, diriliş anlamına gelir. Türk dünyasının tamamında yaygın olarak kutlanan Nevruz törenleri bahara duyulan özlemi anlattığı kadar, bir takvim değişikliğini de ifade eder. Bu takvime göre yılların ve ayların adları, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiş ve yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkati çeken husus, “baharın başladığı zaman”dır. Türkler, bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmişler; “varoluş ve diriliş günü” şeklinde algılamışlardır. Böylece Nevruzu yaratılış felsefesi diyebileceğimiz manevî bir kimlikle donatmışlardır. Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve güneşin koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür. Hayvancılıkla, tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcı olan, gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın uyandığı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul edilen 21 Mart tarihi pek çok takvimde ve kültürde yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır. Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir. İslâmiyet’i kabul etmiş olan Türk topluluklarında bu törenler, dinî öğreti ile çatışmamak için, sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi âdetlerden biri olarak devam ede gelmiş, “yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma, uyanma, dirilme” gibi nitelikleriyle günümüze bütün bir Türk dünyasının ortak kültür mirası olarak intikal etmeyi başarmıştır. En eski Türk âdetlerinden, bayramlarından biri olduğu bilinen Nevruz, kültürel iletişimin bir gereği ve sonucu olarak çeşitli kültür çevrelerinde farklı anlamlara gelmekte, farklı isimlerle anılmakta ve kutlanmaktadır. Çeşitli kaynaklardan hareketle bu isimlerden tespit edebildiklerimiz şunlardır: Nevruz, Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Navrız, Nevruz Sultan, Sultan Nevruz, Navrez, Nevris, Naorus, Nauruz, Nöruz, Nävroz, Nävruz, Novruz, Noruz, Novroz, Navrıs Oyıx, Nevruz Norus, Ulustın Ulu Küni, (Ulusun Ulu Günü), Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çagan, Babu Marta, Kürklü Marta, İlkyaz Yortusu, Yengi Kün,(Yeni Gün), Yeni Yıl, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Mart Kırma, 114 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Mart Dutması, Mart Bozması, Yılbaşı Tutmak, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh Bayramı, Altay Ködürgeni, Çılgayak, Yılsırtı, Bereket Bayramı, Nevruz Çiçeği, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris, Yumurta Bayramı, Döldökümü, Yılbaşı Tutmak, Yıl Yenilendi, Kırklar Bayramı, Kıs Bitti Bayramı. Nevruz günümüze kadar çeşitli efsanelerle örülerek değişik biçimler almıştır. Buna göre Nevruz: · Güneşin Koç burcuna girdiği gün, · Tanrının insanı ve evreni yarattığı gün, · Hz. Âdem’in yaratıldığı çamurun yoğurulduğu gün, · Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra, Arafat’ta buluştukları gün, · Hz. Nuh’un gemisinden inip karaya ayak bastığı gün, · Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığı gün, · Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrıldığı gün, · Bir yunus balığı tarafından yutulan Yunus Peygamber’in karaya çıktığı gün olarak rivayet edilir. Alevi-Bektaşilere göre Nevruz: · Hz. Ali’nin doğduğu gün, · Hz. Ali’nin Fatma’yla evlendiği gün, · Hz. Ali’nin Hz. Muhammed tarafından halife ilan edildiği gün olarak kutlanır. Toprağın kış mevsiminde yattığı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz ile yeniden dirilişi, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han’ın Secere-i Türkî’sinde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. Secere-i Türkî’de bu olay söyle anlatılır: “(…)İlhan’ın oğulları bu muharebede ölmüşlerdi, ancak en küçüğü olan Kıyan kalmıştı. Kıyan o sene evlenmişti. (…) Nüküz de henüz o sene evlenmişti. Bunların ikisi de aynı bölükten olan iki adama düşmüşlerdi. Muharebeden on gün sonra bir gece atlanıp karılarıyla beraber kaçtılar. Muharebeden evvel ordu kurdukları yere geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört türlü mal (deve, at, öküz ve koyun) buldular. Hasbıhâl edip dediler ki: “Burada kalsak, bir gün olur düşmanlarımız bizi bulurlar, bir kabileye gitsek, etrafımız hep düşman kabilelerdir; iyisi dağlar arasında kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir yere gidip oturalım.” Sürülerini sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yabanî koyunların yürüdükleri bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp diğer yanına TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 115 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN indiler. Oraları iyice muayene ettiler, gördüler ki geldikleri yoldan başka yol yoktur ve o yol da öyle bir yol ki bir deve ve bir keçi bin güçlükle yürüyebilirdi; eğer biraz ayağı sürçse düşer parça parça olurdu. Vardıkları yer geniş ve bir nihayetsiz ülke idi; içinde akarsular, membalar, türlü otlar, çayırlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. Bunu görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar. Kısın mallarının etini yer, derilerini giyerler, yazın sütünü içerlerdi. Oraya (Ergenekon) adını verdiler. ‘Ergene’nin manası ‘bir dağın kemeri’, ‘kon’un manası ‘dik’tir; orası dağın kırı (dağın en yüksek yeri) idi. Burada Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Kıyan’ın oğulları ötekininkinden daha çok oldu. Kıyan’ın oğullarına, Kıyat; Nüküz’ün oğullarının bir kısmına Nüküzler, bir kısmına da Dürlükin dediler. Kıyan diye dağdan şiddetle ve süratle inen sele derler. İlhan’ın oğlu güçlü ve tez bir adam olduğundan ona bu ismi vermişlerdi. ‘Kıyat’, ‘Kıyan’ın cemidir. Bu iki kişinin nesilleri uzun bir müddet Ergenekon’da kaldılar. Çoğaldıkça çoğaldılar. Kabileler meydana geldi. (…) Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunun üzerine kenkas (müzakere) ettiler ve“babalarımızdan işitirdik ki Ergenekon’un dışarısında geniş ve güzel bir memleket varmış, atalarımız orada otururlarmış. Tatar bas olup baksa kabileleri bizim urukumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrı’ya şükür, düşmandan korkarak dağda kapanıp kalacak hâlde değiliz. Bir yol bulup bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşür, düşman olanla güreşiriz” dediler. Herkes bu fikri beğenip yollar aradılar. Mümkün olup bir yol bulamadılar. Bir demirci: “Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Zannedersem bir kattır. Eğer onu eritirsek yol buluruz.” dedi. O yeri gidip gördüler ve demircinin sözünü münasip buldular. Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi, bir sıra odun, bir sıra kömür olmak üzere dağın böğründeki çatlağa istif ettiler. Dağın tepe ve diğer yanlarına da odun ve kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular; ateşleyip hepsini birden körüklediler. Tanrı’nın kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü, o saati belleyip dışarı çıktılar. İste o gün Moğollarca bayram sayıldı. O vakitten beri bu halas günü Moğollar bayram yaparlar. (…)Bu güne çok itibar edip: “Zindandan çıkıp ata yurduna geldiğimiz gün” derler.” Nevruz, Türklerin tarih boyunca yaşattığı geleneksel bir bayramdır. Türklerin Nevruz gelenekleri, Orta Asya-Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet çizgisinde ele alınırsa süreklilik gösterir. Bugün Büyük Selçuklu Devleti’nin tarihi sınırları içinde bulunan Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Kazakistan’da Nevruz Bayramı aynı coşku ile kutlanmaya devam etmektedir. Bu yönüyle Türk dünyasında binlerce yıldan beri yaşayan bu gelenek Türklerin ortak kültür mirasıdır. Türklerin Nevruz gelenekleri ile ilgili olarak tarihi kaynaklarda geniş bilgiler bulmak mümkündür. Bu kaynaklardan bazıları; AbulKasım Firdevsi’nin Şehname, Kaşgarlı Mahmut’un Divân-ı Lügat’it Türk, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig, Ömer Hayyam’ın Nevruzname, Hüca Ali Termizi’nin Nevruzname, Mevlana Lütfi’nin Gül ve Nevruz, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk adlı eserleridir. XI. Yüzyılda yaşayan ünlü âlim El-Biruni Nevruz’un yılbaşı olduğundan ve Türkler de dâhil bütün Asya toplulukları arasında bayram olarak her yıl kutlandığından söz etmiştir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügat’it Türk adlı eserinde, Nevruz’un yılbaşı olduğu belirtilmiştir. Türklerde bilinen en eski takvim 12 116 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Hayvanlı Türk Takvimi’dir. Bu takvimde yılbaşı 21 Mart, yani Nevruz’dur. Türklerin kullandığı takvimlerden biri de Celali Takvim’dir. Takvim-i Celalî’de sene başı ve ilkbahar başlangıcı olan bu gün, Rumî Takvime göre 9 Mart’a denk gelmekte ve Nevruz olarak kabul edilmektedir. Selçuklularda eğlenceler düzenlendiği, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği ve özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Nevruza hazırlık genel temizlikle başlar. Evlerin etrafı temizlenir, içi ve dışı badanalanır, halılar ve kilimler yıkanır. Aile üyelerine yeni elbise, alınır. Akrabalara hediye alınır. Bayrama birkaç gün kala tatlıların yapımına başlanır. Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun hazırlanır. Nevruz kutlamalarında mezar ziyareti önemli bir gelenektir, eski Türklerdeki yuğ törenlerinin izlerini taşımaktadır ve bunların devamı niteliğindedir. Azerbaycan, Türkistan ve diğer yörelerde hâlâ nevruzda yapılan bu gelenek, ölmüşlerin mezarını ziyaret etmek, mezar üzerine şeker ve tatlı bırakmak, Yasin okumak, ağıt söyleyip ağlamak, mezarların etrafını temizlemek, bazı yörelerde de mezarlıkta kahve içmek ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir. Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde ateşle ilgili pratikler bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kalsın”, “kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer pratik, hayvanları ateş üzerinden atlatmak veya iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Nevruz kutlamalarının en önemli özelliği yardımlaşma, sevgi ve şefkat bayramı olmasıdır. Bayramdan önce fakir, hasta ve zor durumda olan kişilere para, giyecek yardımı yapılır ve bayram günü yapılan bayram aşından pay verilir. Yardımlar sırasında insanları kırmamaya dikkat edilir. Manisa’nın ünlü “mesir bayramı” da Nevruz günü kutlanan bir bayramdır. Nevruz günü, türlü otlardan ve çiçeklerden alınmış maddelerle yapılmış ve kâğıtlara sarılmış küçük macun parçalarının minareden atılması ve aşağıda toplanmış halkın, şifalı saydığı bu macunları kapışması törenin en önemli bölümü sayılır. Osmanlılarda Nevruz geleneği hemen her dönemde yaşatılmıştır. 21 Mart Osmanlılarda Nevruz-u Sultani veya sadece Nevruz olarak adlandırılmıştır. Gerek sarayda, gerekse halk arasında Nevruz coşkuyla kutlanmıştır. Nevruz günü Nevrûziye denilen bir macun veya tatlı yemek adet olmuştur. Sarayda hekimbaşı misk, anber, türlü baharat ve kokulu otlar ilavesi ile hazırladığı macunu porselenden yapılmış kapaklı kâseler içinde Padişaha akşamdan takdim eder ve kendisine hil’at giydirilirdi. Nevrûziye, kadın efendilere, sultanlara ve mühim şahsiyetlere de verilir ve bu macundan yemenin şifa verdiğine inanılırdı. Nevruz münasebeti ile sadrazam, Padişaha donanmış atlar, değerli taşlarla süslenmiş silahlar ve pahalı kumaşlar gibi hediyeler verir, bunlara Nevrûziye Pişkesi denilirdi. Osmanlı kanunnamelerinde verginin ilk taksitinin alındığı zaman olarak Nevruz seçilmiş, resmin nısfı Nevruz-ı Sultani’de ve nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde alına hükmü yer almıştır. XVII. Yüzyıldan itibaren Resm-i Nevrûziye TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 117 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN adıyla yeni bir vergi alınmıştır. Ayrıca savaş için asker toplanması, memurların maaşlarının ödenmesi ve vazifelerinin başlangıcı olarak Mart ayının seçildiği görülmektedir. Nevruz, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar kutlanmıştır. Kazakistan Türkleri, Nevruz Bayramı’nı SSCB tarafından yasaklandığı 1930 yılına kadar Ulustın Ulıy Künü, yani Ulusun Ulu Günü, deyimi ile adlandırmışlardır. Kazaklar, 1929 yılına kadar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazaklar ister dini mahiyette olsun, ister mahalli geleneklerden kaynaklansın bütün bayramları 4 gün süreyle kutlamaktadırlar. Nevruz Bayramı dolayısıyla evler baştanbaşa temizlenir, badana edilir. Yemekler yapılarak büyük ziyafetler verilir. Meydanda yakılan ateşler üzerinden atlanır. Tanrı’dan yeni yılla ilgili iyi dileklerde bulunur, küskünler barışır, toplumda birlik ve beraberlik hâkim olur. Kazak Türkleri, Kazakistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra 1991 yılından itibaren tekrar bu güne Ulusun Ulu Günü ifadesiyle milli bayram ilan etmişlerdir. Kırgız Türkleri yeni yıla Nevruz Şenlikleri ile başlar. 22 Mart günü yeni yılın Başay denilen ilk ayının birinci günüdür. Nevruz’da Kırgızlar yedi gün önceden bayram temizliklerine başlar, insanlar da yıkanıp, Nevruz’da en güzel bayramlık elbiselerini giyerler. Nevruz akşamı avlu yakınında ateş yakılır ve bütün insanlar yaşlı-genç demeden ateşten atlarlar. Ateşten atlama; insanların ruhlarını, niyetlerini temizleyerek yeni yıla arınmış olarak girme düşüncesini ifade eder. Özbekistan’da Nevruz, özel mesire yerleri ve vadilerde kutlanır. Zurnalar çalan davetçiler insanları bayrama davet eder. Nevruz günü âşıklar Özbek Türklerinin güzel destanlarını söylerler. Bir taraftan halk oyunları oynanırken, bir taraftan da pehlivanlar güreş tutuşur. Büyük kazanlarda özenle hazırlanan yemekler davetlilere sunulur. Tüm halkın katılımıyla 21 Mart’ta başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hazırlattığı özel kararname ile 21 Mart Nevruz Bayramı olarak belirlendi. Azerbaycan’da halk, Nevruz’a birkaç hafta kala her Çarşamba akşam şenlikleri düzenler. Ateşler yakılır, evler temizlenir ve insanlar tepeden tırnağa yeni elbiselerini giyerler. Mumlar yakılır, Nevruz Şekerleri hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu dökülür. Gecelerde ateş oyunları oynanır. İnsanlar ateş üzerinden atlayarak, kışın tüm belalarından korunduklarına inanırlar. Azerbaycan’da Nevruz kutlamalarında Han Bezeme denilen bir oyun oynanır. Bu oyun gereği; beceriklilik, zekâ, tedbirli olma, iş bilirlik gibi vasıflara sahip bir kimse Hükümdar seçilir. Geleneğe göre, Nevruz süresince, hükümdarın emriyle dargınlar barıştırılır, toplumda birlik ve beraberlik sağlanmaya çalışılır. Ülkemizde her yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda bir çocuğun iktidara çıkması, bir gün süreyle ülkeyi yönetmesinin Azeri geleneğiyle oldukça benzeştiği görülmektedir. Türkmenistan’da Nevruz Bayramı, halk arasında Oğuz Bayramı olarak geçmektedir. Nevruz gecesi, Oğuz gecesi olarak adlandırılır, milli oyunlarla meşgul olan Türkmen kızları da bu gecede türküler söyler. Türkmenistan’da Nevruz için oldukça geniş bir sofra hazırlanır. Nevruz 118 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 için, Türkmen çöreği, Türkmen petiri, külce, yağlı börek, şekşeke ve Türkmen pilavı hazırlanır. Nevruz’un en özel yemeği ise semeni’dir. Birkaç aile birleşip büyük bir kazanda buğday özüne un, su ve şeker ekleyerek Semeni yaparlar. Kıbrıs Türklerinde Nevruz geleneği neredeyse unutulmuş gibidir. Kıbrıs’ta Nevruz, Mart Dokuzu ismiyle bilinmektedir. Bu ismin hikâyesi şöyledir: Larnaka kazasına bağlı Alaminyo köyünün beyi senede bir, o da Mart’ın dokuzunda şölen düzenler, halkını tıka basa doyururmuş. Bey ölünce şenlik günü unutulmamış. Her Mart’ın dokuzunda Alaminyo ve civarındaki Türkler ailece kıra çıkar, hazırladıkları yiyecekleri yerler. Böylece Mart Dokuzu geleneğini devam ettirirler. Kıbrıs Türkleri arasında, bu geleneği yaşatmaya çalışan bazı ailelerin Nevruz günü doğan kız çocuklarına Nevruz adını verdikleri bilinmektedir Osmanlı devrinde yapılan Nevruz kutlamaları Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gösterilmeye başlanan bu hassasiyet; Osmanlı döneminde su veya bu sebepten dolayı ihmal edilmiş Türk insanına kendi kültürel kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırma gayretidir. Atatürk, bu sürecin öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olacağı inancındadır. Kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete çağdaş olma yolunu açmak daha da kolaydır. Atatürk, sahip olduğu tarihi birikim ile yüzyılların getirdiği koşulları ve içinde bulunduğu dünyanın gerçeklerini değerlendirerek; Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasî ilke, millî siyasettir diyerek yeni Türk devletinde uygulanacak siyasetin niteliğini belirtir. Ona göre: Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle millî bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yılları Türkiye’de milli bir kimlik oluşturma süreci idi. Bu süreçte Türk tarihi ve kültürü üzerinde önemle durulur, milli bir tarih ve milli bir kimlik oluşturulmaya çalışılır. Atatürk, Türk tarihi ve kültürü ile ilgili çalışmalara önem verir ve destekler. Türklerin en eski geleneklerinden biri olan Nevruz’da bu doğrultuda ele alınır. Ankara’da Meclis’in açılışından sonra Nevruz Bayramı her yıl resmi törenlerle kutlanır. 1921’de ve ertesi yıl Mart ayında Nevruz geleneğini yaşatmak için, öğrencilerin, halkın ve devlet erkânının katılımıyla törenler düzenlenir. Dönemin aydınları ve siyasetçileri de Nevruzu Milli Mücadele ile özdeşleştirmeye çalışırlar. 23 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Besim Atalay’ın kaleme aldığı makalede bu durum şöyle açıklanır; Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice, bizim bugünkü millî mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bugün de kendi varlığına kastedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim. Yine 23 Mart 1922 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Resm-i Geçid” başlığı altında Nevruz kutlamaları ile ilgili haberler yer alır. Yine bu dönemde Behçet Kemal Çağlar tarafından kaleme alınan Ergenekon isimli piyeste TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 119 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN de Ergenekon ile Millî Mücadele arasında benzer bir ilişki kurulur: “Behçet Kemal Çağlar, dönemin tarih ve Türklük anlayışına uygun olarak kaleme aldığı, Ergenekon, Çoban ve Attila isimli oyunlarında, Türk tarihinin uzak dönemlerine gider. Bunlardan ilki Ergenekon piyesidir. Behçet Kemal bu manzum oyunuyla, Türk milletini uygarlığın kurucusu olarak takdim eder. Yazar, ozanın ağzından Türk milletini söyle anlatır: “(…) Hey Rab! Çıkmam gerekti arsındaki kürsüne Madem ki ilk demiri koymuştu Türk örsüne Madem ki ilk kıvılcım sıçramıştı toprağa Hacet yoktu bir yeni büyüklük yaratmaya Doldurunca bir demir sapı Türkün elini Yere diktin demekti etten bir heykelini … Ne çok gecikecekti insan olmakta insan Olmasa Türk ilk seven, ilk inanan, ilk yazan…” Başta tiyatro olmak üzere, bütün edebî türlerde Genç Kalemler hareketiyle başlayan Türk tarihine yönelişin, Cumhuriyetle hız kazandığı görülmektedir. Bütün bunlar, yeni kurulan millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir. Buna kısaca “öze dönme” de diyebiliriz. Nevruz’u tarihsel gelişimi ve kutlanma şekilleriyle ele aldığımızda, Türk kültür ve tarihinin temel taşlardan birini oluşturduğunu görürüz. Kardeşliğin, yardımlaşmanın sembolü olan Nevruz Bayramı, Ata yadigârı Türkistan’dan kalan bir mirastır. Nevruz Bayramı’nın amacı, Türkleri ortak bir payda altında toplamak, milli kültürü ve tarihi korumak, sevgi ve bereketi aşılamaktır. Asırlar boyu şenlikler yapılarak kutlanan Nevruz, Türk toplumunu toparlayıcı ve birleştirici bir etken olmuştur. KAYNAKÇA: *UCA, Alaattin (2007), “Türk Toplumunda Nevruz-II”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 33: 151-171. *TÜRKDOĞAN, Orhan (1996), “Eski Bir Kültür Kodu Olarak Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 100: 23-38. *ŞENGÜL, Abdullah,”Türk Kültüründe Nevruz Metehan’dan Atatürk’e”,Sosyal Bilimler Dergisi, 161-169. *GENÇ, Reşat (1997), “Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz”, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, Sayı 12: 1-9. 120 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 121 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN İbrahim ŞAŞMA Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Üniversite 1.si KADİM KENTLER ATLASI I-GÖNÜL GÖZÜYLE BURSA Ey şehir öğret bana; Mavi nedir, yeşil nedir? Ben ki düğme deliklerinden bakarken siyah beyaz bir cihana, Gönlüm ondan harabe, düşlerim o yüzden hep köhnedir. Ey şehir öğret bana. Kim örer bu dağların saçlarını? Yaşlı bir çınar nasıl şiir yazar, bana okumasını öğret. Giydikçe kâinat tezgâhından çıkma mavi libasını; Bana da, bana da renkleri eğirmeyi, ardından dokumasını öğret. Muhabbet hokkasına batan divitin, Yazdığı en müstesna şiirsin. Sen sevdasın ey şehir. Sen bir aşka dairsin. Bir ara kendini şehir, sende çok şey bulursun. Yusuf yüzlüsün sen, sevene Leyla olursun. Sen ki gönüller üstüne vurulmuş aşk mührü, Fatihçe bir tuğrasın. Züleyha kadar güzelsin. Kâh Hürremsin kâh Mihri. Söyle de bahara bir gün bize de uğrasın Zamanda ve mekânda tekrar yoktur. Bir şehir var ki, her gittiğinde sanki ilk kez görüyormuş hissine kapılır insan. Sabahın çiy kokusundan akşam serinliğinin toprak kokusuna kadar huzur verir insana o şehir ve adeta başka bir boyuta götürür ziyaretçisini. Her taraf tablo ve her yer fotoğraf olur bu topraklarda. Kimi zaman sürekli fotoğraf çekerken bile tabiatın kendisini 122 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 kaçırdığı olur insanın. Sonuçta kadraja sıkıştırdığınız genel anlamda görünenin tırnak ucudur. Bursa binlerce yıllık medeniyetlerin özüdür, özetidir. Bu şehrin bütün mahalleleri, bütün sokakları zengin bir tarihi saklar kucağında, kendi hallerince, kendi kavillerince. Bursa ait olduğu medeniyetin en yalın aynasıdır. Üzerinde yaşamış ve halen yaşayan bütün insanların dini, dili, kültürü, entelektüel seviyesi Bursa’nın dokusuna bir nakış gibi işlenmiştir. Bursa her mevsim güneşin, ayın ve yıldızların altındadır. Hiçbir mevsim güzelliğinden ödün verdirmez bu şehre. Bütün mevsimlerde güzelliği bakidir Bursa’nın. Bu şehrin ruhunu hiçbir taş yapı hapsedememiştir. Aksine bu şehrin gövdesindeki her taş yapı şehrin o mistik atmosferine bürünmüştür. Şehrin tarihi şehre sığmayacak kadar büyüktür. Ve bu büyük tarih Bursa’nın binlerce yıllık geçmişi boyunca omuzlarında taşıdığı en kutlu yüktür. Bursa, sevenlerinin kalbinde aşka doğru yapılan bir hicrettir. Bir Uhuttur. Bir Bedir. Bursa, insanlığa yüzyılların rüyasını gelecek hayalleri içinde sunan, sokak ve caddelerle yazılmış birer kitabedir. Bursa’yı sevmek, bu şehri görüp anlayabilmek, ecdadın o uzun seyir defterini bu kitabeden okuyabilmek demektir. Bu kitabeyi okuyabilen kişi ruhunu Bursa’nın ruhu ile kavuşturmuş, susuzluğunu o şehrin serin sularıyla dindirmiş demektir. Bursa yaşadığı şehre sevdalı olan insanların kentidir. Bu şehir tarihi dokusu, eşi benzeri daha olmayan kültürel birikimi ve geçmiş medeniyetlerin bıraktığı zengin mirasıyla bütün insanları kendisine âşık etmesini bilmiştir. Bursa, Türk ve İslam mimarîsinin mührünün vurulduğu bir kenttir. Buram buram tarih kokan bu şehir, medeniyetlerin mirası olan mimari sadeliği ile her adımda insanı kucaklar. Başkent asaletini bugün bile üzerinde taşıyan Bursa büyük şehrin imkânlarını küçük şehrin huzuru ile çok ölçülü bir şekilde harmanlamıştır. Şehir ruh sahibi bir şehirdir ki, ruhu olan şehirlerin çağırısı da kudret ihtiva eder. Bursa yeryüzünde ruhu olan çok özel şehirlerden birisidir. Şehir her anıyla, her duruşuyla, her taşıyla, her binasıyla insanlara bir şeyler fısıldamakta, bir şeyler anlatmaktadır. Bu şehrin uhrevi seslenişine kulak verenler, gönüllerini de bu şehre vermekten geri duramaz nedense. Bu kentte mekânların tarihi, iklimi, kokusu, o mistik havası insanı kendine çeker durur. Benzer ruhlar arasında nazenin bir çağrı ve bu ince bekleyişe uyma sözü farkına bile varılmadan verilir. Sevdalı gönüller burada bulur aradığı sükûneti, burada olgunlaşır. Ecdat bir medeniyetin estetik çerçevesinde resmigeçit yapar şehrin sokaklarında. Bursa’da bütün satırlar ovalara sinmiştir. Duygular olanca sadeliği ile mahalle aralarına serpiştirilmiştir. Görebilmek meseledir. Çekip çıkarabilmektir aslolan! Hal böyle olunca Bursa tadını çıkarır sevdaların. Bütün âşıkları için Bursa’da zaman biraz daha yavaş akmalıydı onu anlamak için, onu yaşayabilmek için. Yeşil Cami’nin içinde ziyaretçilerinin diz çöküp vecde gelmesini bekler Bursa. Son cemaat yerinden camiye doğru adım attığınızda içerideki pozitif enerji insanı çepeçevre kuşatır, sarar sarmalar ve adeta “Kal burda biraz, diz çök şu köşeye ve ahvalini düşün” dercesine yakana yapışır. Bu minvalde insan kendisini çok özel hisseder o mekânda. O ses, o kadar samimi ki; senin için asırlardır buradayım der insana. Tophane sırtlarından ufka doğru baktıkça rabbinden bu toprakları bir kaz daha görebilmek adına icazet istemesini duymak ister. Bursa büyüktür zamanın nazarında. Ve zamana sığmaz TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 123 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN bursa. Buna da şükür derken insan, zaman bir parmak bal sürer sevdayla bakan gözlere. Bembeyaz örtüsüyle kış, erguvan rengiyle bahar, çınar gölgelerinde yaz ve çılgın renkleriyle güz fotoğrafları, Bursa’nın her mevsim güzel ve her mevsim yaşanılası olduğunu kanıtlar. Bu şehrin kapısını çalan Bursa’dan ayrılırken şehri de alır götürür yüreğinde. Yüreğinin bir parçası da bu şehirde kalır haliyle. Bursa’yı yaşamak unutmaya yüz tuttuğumuz şanlı tarihimize olan borcumuzu ödemektir bir nevi. Bursa kimliğimizin, milliyetimizin ve şanlı tarihimizin kaynağıdır. Özellikle kuruluş devrinde Bursa’nın üstlenmiş olduğu görevler ve şehrin stratejik konumu devrin Türk-İslam düşüncesiyle mayalanma sürecini olumlu ve güçlü bir şekilde etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebebeği olarak addedilen Bursa kuruluş devrinden itibaren dinî, mimarî ve kültürel yönden tam bir olgunluğa kavuşmuştur. Bu süreç içerisinde kültürün üretildiği mekân olma vasfını elde etmiştir. Bursa da tarih medeniyet kültür hemhal olmuş ve kristalize bir hâl almıştır. Bu yüzden bu şehirde olan her şeyin üzeri bir efsunla kaplıdır. Öyle sanıyorum ki bu efsunu sadece içinde ona ait ipucu taşıyanlar idrak edebilir. Bursa’nın ruhuyla seslendiği ruhlar, şanlı tarihimizin yeşil başkentini anlayabiliyor. Amacı, bahanesi aşk olanlar geliyor, aşkı buluyor, aşkı yaşıyor. Aşkın, cana can katan deryasına bir katre olarak karışıyor, Ulu Cami’de okunan ezan sesinde kanatlanarak sonsuz nura, ona yöneliyor. Bu efsundan bihaber gezenlerse bu deryadan nasiplenemeyen bir yolcu olmaktan öteye gidemiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti olan Bursa 1326 yılından 1365 yılına kadar tam olarak 39 sene başkent kalmanın yanında, Osmanlı Cihan Devleti’ne kaynaklık etmiş, Oğuz Kağan’dan günümüze kadar varlığını sürdüren “Türk derin devleti” (Devlet-i ebed-müddet) anlayışının bir tezahürü olarak da Türkiye Cumhuriyeti’ne ışık olmuştur. Bu şehirde her şey konuşur. Dağlar konuşur, taşlar konuşur, Osman Bey’in türbesi, Yeşil Türbe ve Yeşil Türbe’nin çıkışındaki mezarlıklar konuşur. Ulu Camii’nin ortasında lülelerinden tarih akıtan çeşme konuşur. Kapalı Çarşının dolambaç gibi içice geçmiş koridorları boyunca uzanan dükkânları, Kozahan’ın bahçesine konan güvercinler konuşur. Yeşil Camii’nin girişindeki yeşil mozaikler konuşur. Ulu çınarları, çinileri ve yeşilin bin bir tonunun bezendiği Bursa konuşur nihayetinde. Bu şehirde her şey herkes bir tarihi ve kutlu bir geçmişi anlatır kendi halince ve kendi ahvalince. Bursa Ulu Cami’ye mutlak bir manevi huzurun kaynağıdır İnsan bu ortamda ister istemez manevi bir iklimin etkisi altına girer. Yürek kavrulmaya, gözler yağmaya meyillidir. Bursa’da aşka düşen yürekler Emir Sultanın, Hazreti Üftâde’nin, Somuncu Babanın ve Süleyman Çelebi hazretlerinin ayak izlerini arar. Buradaki o mistik, o kutlu bir hava ve tarih, çepeçevre kuşatır insanı. Uludağ’ın eteklerinde neredeyse her sokakta yer alan camileri ve türbeleriyle ve Kuruluş Dönemi Osmanlı’sının ilk altı padişahını bağrında misafir etmesiyle, bir Osmanlı şehri olduğunu kendisini gören herkese hissettirir. Bursa muayyen bir devrin malı olan bir şehirdir. Fetihten 1453 yılına kadar geçen yaklaşık bir buçuk asır sade, bütünüyle ve iliklerine kadar bir Türk şehri olarak kalmasına kâfi gelmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini hiç de124 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ğişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Bursa şehri bütünüyle tarih kokan zengin bir medeniyetin başkentidir. Ülkemizde İstanbul’dan sonra tarihi eser potansiyeli açısından en zengin ikinci il Bursa’dır. Bursa, Osmanlı Türklerinin Selçuklu devri sanat ve mimarisine yeni bir şekil, yeni bir bakış kazandırdıkları bir mimarinin bol olduğu bir başkenttir. Türklerin, Bursa’daki eserleri göz önüne getirildiğinde; çinicilik, ağaç oymacılığı ve duvarlardaki nakışçılıkta çok ileri bir sanata ulaştıkları görülmektedir. Tarih boyu Anadolu’nun bağrından insanlığa yön vermiş, ışık ve sevda olmuş bilge şahsiyetler bu şehirlerde doğar. Zaman bu bilge şahsiyetlerinin ışığında akar. Ve zaman bu bilge şahsiyetleri maziden atiye asalet ve gönül bayrağı olarak insanlığın varlık burcuna sarsılmaz ve yıkılmaz bir gönder kabulüyle yollar. Yeşil Bursa, tarihi şahsiyetleri ile de dikkatleri üzerine çeken bir şehirdir. Karacabey, Geyikli Baba, Bursalı Mehmet Tahir, Eşrefoğlu Rumi, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, İsmail Hakkı Bursevi, Üftade Mehmet Muhyiddin, Vani Mehmet Efendi ve İstanbul’un fethinde surlara Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan zora ve çileye talip olanların şehri Bursa’da karar kılmışlardır. Adını tarihten, tadını coğrafyasından, umudunu insanlarından alan tarih kültür ve sevda kenti Bursa evliyalar secdegahıdır. Erenlerin yatağı, Osmanlı Sultanlarının sevda otağıdır. Server sığınağıdır. Tek olan kenttir. Gönül gözümde yek olan kenttir. Bursa’nın sevdalıları Yeşil Camide namaz kılarken, Umur Bey Hazretlerine uğramış bakir kalpler boğulmaz karanlık denizlerde. Yusuf yüzlüdür Bursa. Leyla olur sevmesini bilene. Gören âşık olur cemaline ve kaybolan onca güzelliğine rağmen bir kez gören bir daha çıkaramaz hatırından. Bir ışık denizidir o. Ve şehrin güzelliğine tanık olanlara bu ışığın etrafında pervane olmak düşer. II-TARİHİN GÖZLERİNDE BURSA Uygarlıkların beşiği olarak addedilen Bursa konumu ve bereketli topraklarıyla çok eski çağlardan beri değişik yerleşimlere sahne olmuştur. Şehrin bulunduğu alanın ve Asya ile Avrupa arasındaki bir konumda olması sebebiyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır. Ticari yollardan en önemlilerinden birisinin sınırlarından geçmesi sebebiyle de paylaşılamayan bir yerleşim yeri olagelmiştir. Birçok medeniyet bu topraklara sahip olmak için birbirleriyle savaşmıştır. Bu nedenle Bursa zaman tüneli içerisinde yaşanan istilaların ve savaşların görgü şahididir. Bursa’nın tarihi bilimin ışığında, arkeolojik kaynaklara göre neredeyse günümüzden 8500 yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih sürecinde literatürler Bursa’nın M. Ö. II. yüzyılda Bitinya Kralı II. Prusias tarafından kurulduğunu, ondan ötürü de Bursa isminin «Prusa» isminden türediği belirtilmektedir. Bursa, bir süre Romalılar’ın, daha sonra ise Bizans İmparatorluğunun eline geçmiştir. Bu bağlamda Bursa’da bu imparatorluklara ait tarihi eserlere ve kalıntılara sıklıkla rastlanılmaktadır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 125 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Bursa 1080 yılında Anadolu Selçuklu Meliki Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1080’de bütün civar ülkelerle birlikte Bursa’yı da almıştır. 1087-1097 yılları arasında Selçuklular tarafından ele geçirilen İznik bu yıllar arasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuştur. 1299 yılında Söğüt’te kurulan Osmanlı Beyliği toprakları arasına İnegöl, Bilecik, Yenişehir ve İznik eklenmiştir. Daha sonra bir Bizans tekfurluğunun merkezi olan Bursa Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş devrinde geri alınmıştır. Osmanlı devletine Başkent olması şehrin hızla gelişimine vesile olmuştur. İstanbul’un fethine (1453) kadar da, 127 yıl başkent olmaya devam etmiştir. Orhan Gazi ve 1. Murat devrinde olağanüstü bir gelişim gösteren Bursa Yıldırım devrinde daha da genişleyip büyüme göstermiştir. XVI. ve sonraki asırlarda Bursa, Anadolu’nun cazibe merkezi olmaya devam etmiş, üniversite derecesindeki medreselerine imparatorluğun her yerinden öğrenciler gelmiştir. Bu dönemde Bursa; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca meşhur bir Türk başkenti olarak tarihin yaldızlı sayfalarına işlenmiştir. Yıldırım döneminde Ulu Cami, Yıldırım Semtinde Cami, Medrese, Han, Hamam, Darüşşifa ve bir de Zaviye yaptırılmıştır. Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa başkent Edirne ve İstanbul’a taşındıktan sonra da manevi başkent olarak etkisini sürdürmüştür. Bursa, 1920 yılında Yunanlılar tarafından iki yılı aşkın bir süreyle işgale uğramıştır. İşgal nedeniyle büyük ölçüde tahrip edilen şehirde Bursa halkı çok sıkıntılı bir süreç geçirmiştir. Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilip belediye binasının işgalcilere tesliminden sonra Bursa’yı saran sessizlik fazla uzun sürmemiş, şehrin doğusundan yunan süvari askerleri hızlıca Çekirge ve Çarşamba semtlerinden bu günkü heykeldeki tarihi belediye binasına ulaşmışlardır. Onların tabiri ile tam 594 yıllık bir hasret onlar için sona ermiş, işgalci zihniyet artık emellerine artık ulaşmıştır. Bursa’nın işgali insanları ve başta TBMM’ni rahatsız etmiştir. TBMM kürsüsüne siyah örtü Bursa’nın işgal haberi gelince serilmiştir. Büyük Osmanlı Devletinin ilk başkenti artık yunanlıların eline düşmüştür. İşgal döneminde Yunanlılar Fidyekızık ve Hamamlıkızık köylerini yakmışlar. Özellikle kırsal kesimde çok sayıda insan öldürülmüş, birçok köy de yakılıp yıkılmıştır. Bu sancılı süreç 27 ay sürmüş Mirleva ( Tuğgeneral) Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk 3. Kolordusu ile dağılan Yunan birlikleri arasında yaşanan çatışmalarda Yunan birliklerinin kaybı büyük olurken düşman askeri hızla geri çekilmeye başlamıştır. 11 Eylül 1922 sabahında 3. Kolordu Bursa’ya girerek, bir döneme tanıklık eden ecdat yadigârı Hüdavendigar Vilayetini Yunan işgalinden ve mezaliminden kurtarmıştır. Türk birliklerinin toplamda dört koldan yapmış olduğu taarruzları 24 saat içinde sonuç vermiş, 11 Eylül 1922 sabahı 3. kolordu karargâhının subayları belediye binasına gelerek Türk bayrağını asmışlardır. III-CUMHURİYET GÖZÜYLE BURSA Bursa’ya büyük tahribatlar veren Yunanlıların kentten çıkarılmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuşmuş, kısa sürede 126 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 toplumsal ve kültürel sorunlar bertaraf edilmiştir. Cumhuriyetle beraber Bursa modern bir kent siluetine kavuşmuş, bünyesinde hizmete giren ipek fabrikaları ile kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerinde yapılan büyük imar atılımları ile çok kısa süre içinde büyük bir gelişim göstererek eski kudretine yeniden kavuşmuştur. Bursa cumhuriyetin ilanından sonra sanayi ve turizm alanında yapmış olduğu atılımlarla yeniden can bulmuş ve sanayi turizm inanç ve kültür şehri olarak anılmaya başlamıştır. Özellikle ipek, havlu, tekstil, İznik Çinisi üretiminde başı çekmiş, Roma –Bizans ve Osmanlı döneminin eşsiz eserleri, kültür turizm potansiyeli ile Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden birisi olagelmiştir. Osmanlı’nın ilk başkenti, ilk parası, ilk standardı ilk ipek fabrikası ile sanayi, kültür ve tarih alanlarında ilklerin şehri olarak anılmaya başlamıştır Neredeyse bin yıllık anıt ağaçları, şifalı suları, kaplıcaları ile birçok seyyahın ve tarihçinin ilgisini çekmiştir. Bursa Hz Süleyman’ın cennete benzettiği, Evliya Çelebi’nin defalarca ziyaret ettiği kadim bir kenttir, ruhaniyetli bir şehirdir. Özünde muhafaza ettiği güzellikleri, tarihi derinliğiyle, doğasıyla Uludağ’ın yamaçlarındaki sırlı coğrafyadır Bursa. Türlü medeniyetlerin eskimeyen beşiğidir. Uygarlıkların şahidi bir diyardır. Osmanlı sultanlarını kucağında uyutan o soylu anadır. Antik çağların sessiz tanığı, Anadolu’nun mistik dokusunun efsunkâr şehri. Bursa, insana kendini bulduran ve kimliğini yaşatan kutlu bir coğrafyadır. Tarif edilemez bir yaşama sevinci olup insanı çepeçevre kuşatır. Asalet sahibidir bu şehir, tarihi, kültürel dokusundan ödün vermemiştir, adeta değerler yumağı haline gelmiştir. Marmara’nın güneyinde zaman tüneline girip Uludağ’a doğru yol alırken hangi ruh haletiyle gidersek gidelim, bu yolculuk bizleri derinden etkilemek için elinden geleni yapmakta ve bunu da başarı ile yerine getirmektedir. Bursa binlerce asra kök salan tarihiyle, kalemlerin yazmakta kifayetsiz kalacağı doğal güzellikleriyle, turistik değerleriyle eski rengini, kokusunu, tadını hiç kaybetmemiş şehirlerden birisidir. Bizlere bu kenti miras bırakanlarla bizi yan yana getirecek kadar, geçmiş medeniyetlere yüzleştirecek kadar potansiyeli ve kudreti özünde bulundurmaktadır. Zaman Tophane sırtlarında buluşma zamanıdır ve zaman tünelinden geçip binlerce yıllık medeniyetlerin özüne inme zamanıdır. Bursa’da yaşamak sonu olmayan bir şarkının efsununda kaybolmaya benzer. Bursa’da yaşamak dört mevsim, mavi yeşil bir sonsuzluk ezgisine yaslanarak, zamanın dışında bir zaman ermek demektir, mekânın ötesine varmaktır. Cumalıkızık meydanında Osmanlı hanedanlarını taşıyan atların nal seslerini ve kişnemelerini duyabilmektir. Üstat Tanpınar’ın dizeleri haritam oluyor, mihmandarım oluyor bu kutlu şehirde. Yeşil bir Türbenin önünde göz göze geleceğimi düşünüyorum onunla. Ya üstadın kalemini bulurum, ya da Sultan Çelebinin önünde divan dururum diyerek. Sekizgen bir yapı olan türbenin resimleri süslerdi Hayat bilgisi kitaplarımızı. Şimdi anlıyorum adını dış cephesinin yeşile bakan çinilerden aldığını. Osmanlı devrinin mistik bir kokusu sarıyor ufkumu. Ceviz ağacından oyma muhteşem bir kapıda görüyorum. Tebrizli Ahmed oğlu Ali’nin maharetini. İnsan istemeye görsün. Bir tahta parçasını böyle kutlu kılmayı. Dokunanı da göreni de böyle mutlu kılmayı. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 127 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Ve daha güzel olacak Bursa O kutlu siluetini kaybetmeden. Bunun içinde hepimize büyük sorumluluklar düşmektedir. Çocuklarımıza tarih ve kültür bilincinin ve Bursa sevdasının küçük yaşlardan itibaren aşılanması Bursa sevdalısı olan yüreklerimizin üzerine farzdır. Çocuklarımızın kültürümüzü ve Bursa’yı ileriki nesillere zevkle ve şerefle taşımalarını sağlamak var oluşumuzun sebeplerinden bir tanesi olmalıdır. Şehre karışanlar ve şehri sevmeyi öğrenenler çoğaldıkça yaşanılası bir yer olur şehir. Ve o zaman daha bir bizim olur Bursa nitekim Bursa sevgidir, aşktır. Bu sevgi insanın kendisini bilmesidir. Her şeyden önce kendini ve kentini sevmesidir. Erdemdir. İzzettir. Bu bilinçle görendir insan. Bu bilinçle duyandır. Kent bilinci insanı ve yaşamı baş üstüne koyandır. Çağdaş uygarlıkların temelidir. Ne bekliyorsak Bursa’dan Bursa’ya onu vermeliyiz. En başta da sevgimizi. Sevgi o şehrin ekmeğidir. Suyudur. O şehrin yaşanılabilirliğidir. 128 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ İ.D. Bilkent Üninersitesi Hukuk Fakültesi 2. Sınıf R TÜ K O C AK LA B SA ŞUBES İ Muhammed CELAYİR DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Üniversite 2.si TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ÖZET Türk kültürünün en önemli unsurlarından biri Nevruz’dur. Nevruz, Farsçadaki “nev” ve “ruz” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş olup “yeni gün” manasındadır ve tabiatın canlanmasına işaret eder. Türk kültürünün diğer unsurlarının etkisiyle yeni manalar kazanmış olan Nevruz, özellikle İslami dönemde dini yorumlara tabi tutulmuştur. Nevruz kutlamaları ise Anadolu’da ve Doğu – Batı ekseninde çok geniş bir alana yayılmış olan farklı Türk topluluklarında çeşitli gelenek ve göreneklere tabi olarak asırlardır devam etmektedir. Ek olarak, Türk edebiyatında değişik dönemlerde ve coğrafi sahalarda hemen her türden esere konu olmuş ve son olarak Türk müziğine de önemli katkılar sunmuştur. Anahtar Kelimeler: Kültür, Nevruz, Türk dünyası, Türk gelenek ve görenekleri ABSTRACT Nawruz is one of the key elements of Turkish culture. It is a compound word composed of Persian words of “naw” and “ruz”, meaning “new day” and indicating the revival of nature. Nawruz, gaining new meanings with the influence of other elements of Turkish culture, had been subjected to religious interpretations particularly in Islamic era. Celebrations of Nawruz had been observed for centuries depending on different customs and traditions in Anatolia and within other Turkish communities spread across the vast area in East – West direction. In addition, it has been the subject matter of virtually every genre of literary work in Turkish literature in different periods and geographical areas. Lastly, it made significant contributions to Turkish music indeed. Keywords: Culture, Nawruz, Turkish world, Turkish customs and traditions 1. Giriş Kültür, çok geniş bir olgu olup bir milletin kültürünün iyi anlaşılabilmesi, onun ancak iyi bir tahlile tabi tutulmasıyla mümkün olabilir. Zira milletlerin tarihleri boyunca şekillendirdikleri, dil, din, gelenek ve görenek, fikir, sanat ve edebiyat gibi başlıklar altında pek çok maddi ve manevi unsuru ihtiva eden kültür mefhumuna karşı kuşatıcı bir gözle bakabilmek çok zordur. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 129 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN İşte bu unsurların hemen hepsinden renkler taşıyan, Türk kültürünün değişik parçalarının bir halitası olarak tarif edilebilecek Nevruz, söz konusu tahlilin önemli bir parçası olacaktır. Bu çalışmadan maksat ise Türk dünyasında gerek zaman gerekse de coğrafya itibarıyla geniş bir yere sahip olan Nevruz’un mahiyetine dair kısa ve öz bilgiler sunmaktır. 2. Nevruz Kelimesinin Kaynağı Nevruz, Farsçadaki nev (yeni) ve ruz (gün) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bir yeniliğe, bir dirilişe işaret etmektedir. Nitekim Nevruz değişik kültürlerle birlikte Türk dünyasında da gece ile gündüz uzunluğunun eşitlendiği zamana tekabül eden miladi 21 Mart tarihinde yeni yıl ve baharı karşılama bayramı olarak kutlanagelmiştir. Soğuk ve meşakkatli geçen kışın sona erip sıcak ve bereketli yazın müjdecisi olan baharın başladığının, toprağın ve tabiatın uyanıp dirildiğinin habercisi sayılan Nevruz, Türk kültürünün halen önemli bir parçası olup Anadolu coğrafyasında ve diğer Türk memleketlerinde coşkuyla kutlanmaktadır. 3. Türk Halklarında Nevruz’a Dair Bazı Rivayetler Birçok farklı kültürde kendine yer bulan Nevruz’a her millet kendi kültürünün diğer parçalarının tesiriyle birtakım değişik manalar eklemiştir. Türk topluluklarında da bilhassa İslam’ın kabulünden sonra Nevruz, halk arasında İslami hadise veya düsturlarla yorumlanmaya başlamıştır. Bu inanışlardan bazıları şu şekildedir:1 Allah, dünyayı geceyle gündüzün denk olduğu bir günde yaratmıştır. İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması Nevruz gününde olmuştur. Hz. Âdem ile Hz. Havva bir Nevruz gününde Arafat’ta buluşmuştur. Hz. İbrahim putları Nevruz’da kırmıştır. Hz. Yusuf atıldığı kuyudan Nevruz günü kurtarılmıştır. Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i yardığı gün Nevruz’dur. Hatta 10 ve 11. yüzyıllarda bazı yazarlar daha da ileri giderek hadisler uydurmuşlar ve Nevruz’u Hz. Muhammed’e isnat etmeye çalışmışlardır.2 Burada dikkat çeken diğer bir husus, bahsedilen inanışların hicri takvimde yılın ilk ayı olan Muharrem’in onuncu gününe denk gelen Aşure Günü için de mevcut olmasıdır. Bu ise söz konusu inanışların ilmi bir temele dayanmadığına işaret etmektedir. Nitekim Prof. Dr. Sadık 1 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz Türk Ergenekon Bayramı (Ankara: Tamga Yayıncılık, 1999), 51 vd. 2 Harun Güngör, “Önasya Kültürlerinde Yeniden Doğuş ve Türklerde Nevruz” Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 20 – 22 Mart 1995) 32. 130 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Tural’a göre, günümüzde varlıklarını koruyan Hıristiyan Türk boyları da Nevruz’u asırlardır kutlamakta olduğuna göre Nevruz, İslam’la bir alakası bulunmayan milli bir bayramdır. Tural, bu inanışların temelinde ise Türklerin İslam öncesinden kalma âdetlerini İslami düzen içinde de yaşamak istemeleri ve bunun için yeni gerekçeler üretmede (rasyonalizasyon/aklileştirme) başarılı olmalarının yattığını söylemektedir.3 4. Anadolu’da Nevruz Kutlamaları Türk toplulukları tarihleri boyunca çoklukla sert iklimli yörelerde yaşamıştır. Dolayısıyla, iklime sıkı sıkıya bağlı tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin ekonomik hayatın önemli bir bölümünü oluşturması, sert iklimin yumuşamasıyla Türk topluluklarının duygu ve düşünce dünyasında bir hareketlenmenin meydana gelmesindeki temel faktördür. Bunun getirdiği mutluluk ve coşkuyla Nevruz, Anadolu’da ve Türk dünyasında diğer gelenek ve göreneklerle de harman edilerek çeşitli şekillerde ve farklı isimler altında kutlanmaktadır. Marmara Bölgesi’nde Nevruz kutlamaları Mart Dokuzu olarak anılır ve bu bölgede mesire yerlerinde eğlenceler düzenlenerek ateşler yakılır4, yemekler yapılarak kırlara gidilir. Edirne yöresinde karınca yuvalarından alınan topraklar bereket temennisiyle evlerin kapılarına asılır ya da içine serpilir.5 Ege’de Nevruz için Mart Dokuzu tabirinin yanında Sultan Nevruz Bayramı tabiri de kullanılır.6 Ayrıca Ege’deki bazı Bektaşi geleneklerinde “Nevruz namazı” olarak bilinen cem yapılır ve ardından sofralar serilerek ziyafetler verilir. Bu sofralarda mutluluğun sembolü olarak beyaz renkli yiyeceklere bolca yer verilir.7 Akdeniz’deki Nevruz kutlamaları en belirgin şekilde Yörükler arasında görülür. Nevruz günü insanlar “Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayırlı olsun.” minvalindeki sözlerle bayramlaşır ve kurbanlar keser.8 Güneydoğu Anadolu’daki inanışa göre ise Sultan Navrız isimli güzel bir kızın Mart’ın yirmi birini yirmi ikisine bağlayan gece gökte batıdan doğuya göç eder ve onun geçtiği gece uyanık kalanların dilekleri gerçek olur. Diyarbakır’da da halk Nevruz’u mesire yerlerinde kutlar.9 Doğu Anadolu’da ise Nevruz’un bolluk ve bereket getireceğine yönelik âdetler vardır. Nevruz’dan bir gece önce aile reisi ailesinden kişiler için birer taş bulur ve her bir aile ferdi için bir taş belirlenerek gecenin sabahında taşlar kontrol edilir. Hangisinde kırmızı bir böcek bulu3 4 5 6 7 8 9 H. Vedat Demirbaş, Nevruz (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1998), 2. Ayşe Başçetinçelik, “Türk Kültüründe Nevruz,” (2015): 3. Reşat Öztürk, “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları” (2010): 3. Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” Uluslararası Nevruz Sempozyumu (Kazakistan) 4. Reşat Öztürk, “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları” 4. Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 4. Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 314. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 131 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN nursa o taşın sahibi uğurlu sayılır ve onun hürmetine eve rızık ve bereket geleceğine inanılır.10 Karadeniz’de de Nevruz’u kutlamak maksadıyla büyük ateşler yakılır ve bunların üstünden atlanır. Amasya’da kır gezintileri yapılır. Tokat’ta gençler arasında spor yarışmaları düzenlenir, bir tepeye çıkılarak yemekler yenir, ilahiler ve Kuran okunur.11 İç Anadolu’da ise Nevruz sabahı erken kalkılarak mezar ziyaretlerinde bulunulur. O gün gezip dolaşarak çimenler ne kadar çok çiğnenirse onların o kadar gürleşeceğine inanılır. Sivas’ta Nevruz günü gök gürlerse o yıl mahsulün bol olacağı inancı mevcuttur.12 5. Türk Dünyasında Nevruz Kutlamaları Nevruz, Anadolu topraklarında olduğu kadar diğer Türk topluluklarının kültürlerinde de önemli bir yere sahiptir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra hürriyetini kazanan Türk devletlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 21 Mart tarihi resmi bayram ilan edilmiştir ve halen devlet töreni şeklinde kutlanmaktadır.13 Azerbaycan’da Nevruz yaklaştığında Çarşamba günleri akşam şenlikleri tertip edilir ve bu şenliklerde ateşler yakılarak üzerinden atlanır. Böylece kışın getirdiği problemlerden kurtulunduğu düşünülür. Öte yandan evlerde temizlik yapılır ve Nevruz’a has ikramlar hazırlanır. Han Bezeme isimli bir oyun oynanır, bu oyun vesilesiyle küskünlükler giderilir.14 Kazak kültüründe yılın ilk günü “Ulusun Ulu Günü” olarak adlandırılır ve Nevruz gününde kadınlar sabah erken yüksek bir tepeye çıkıp “Nasılsın Güneş Ana” diyerek güneşi selamlar. Bunda eski çağlardan kalma güneşe tapma âdetinin etkisi vardır. Ayrıca at ve öküzler kurban edilerek kurbanların kanı çocukların alnına sürülür. Kurban kesildikten sonra ise saygılı aksakallar “bata” denen Nevruz duasını okur.15 Bu dua şu şekildedir: Ulıs künü kazan tolsa Ol jılı ak mol bolar Ulı kişiden bata alsa Sonda ajalı jıl bolar (Ulus günü kazan dolsa O yıl ak çok olur Ulu kişiden dua alsa O zaman yıl mutlu olur) 10 11 12 13 14 15 132 Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 6. Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 328. Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 6. Necati Demir, “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz” (2009): 6. Emrah Çetin, “Türk Dünyasının Ortak Kültür Mirası: Nevruz,” The Journal of Academic Social Science Studies 2 (2009): 67. H. Vedat Demirbaş, Nevruz, 15 vd. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Kırgızistan’da Nevruz, “Nooroz” şeklinde telaffuz edilir ve yeni yıl karşılanırken insanlar “Eski cıl ketip, cangı cıl keldi / Cangı cılda aman-esenden solukta bololu (Eski yıl gidip yeni yıl geldi / Yeni yılda aman, esende ve sıhhatte olalım)” sözleriyle iyi dileklerde bulunur. Ayrıca Nevruz için haftalar öncesinden temizlikler yapılır ve Nevruz’a özgü yemekler hazırlanır.16 Türkmenistan’da Nevruz, Oğuz Bayramı olarak bilinir ve Nevruz gecesi de Oğuz gecesi olarak adlandırılır. Türkmen kızları bu gecede milli oyunlar eşliğinde türküler söyler. Ayrıca Nevruz için ziyafetler düzenlenir ve birkaç aile birleşerek Türkmen kültürüne has yemekler ve tatlılar yapar.17 Özbekistan Türkleri Nevruz’a Nevbahar, Baharay gibi farklı isimler vermişlerdir. Nevruz’a hazırlık olarak evler ve sokaklar temizlenir, yeni ve temiz kıyafetler hazırlanır. Mezarlıklar ziyaret edilir ve temizlenir. Dualar okunur, “yığı-yoklama” denen şiirler söylenir.18 Diğer Türk ülkelerine göre sönük kalmakla birlikte Nevruz geleneği Kıbrıs’ta da devam ettirilmektedir. Nevruz’da öğrenciler arasında müsabakalar düzenlenmekte ve gençlerin evlenmesine aracılık yapılmaktadır.19 Son olarak, Nevruz geleneği sadece bahsedilen Türk illerinde değil, çok sayıda Türk topluluğunun yurt edindiği; Sibirya’dan Orta Doğu’ya, Kafkasya’dan Balkanlar’a uzanan çok geniş bir coğrafya üzerinde farklı yerlerde de uzun zamandır yaşanmaktadır. 6. Türk Edebiyatında Nevruz’un Yeri Nevruz, Türk kültüründe sadece halk oyunlarının, gelenek ve göreneklerin bir parçası olmakla kalmamış, etkisini Türk edebiyatında da göstermiş ve hemen her çeşit edebi eserde kendine yer bulmuştur. Klasik Türk edebiyatında ve halk edebiyatında20, Türk müziğinde21 ve hatta Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde22 Nevruz konusunun işlendiği görülmektedir. Klasik Türk edebiyatında Nevruz’u işleyen nazımlar “Nevruziyye” olarak adlandırılmıştır.23 Bu edebiyat döneminden şiir örnekleri aşağıda sıralanmıştır:24 Cihâna saldı âvâze dem-i pür-hâlet-i nev-rûz Dönüp çarh-ı felek geldi irişdi sâ’at-i nev-rûz / Atayî 16 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 137. 17 Emrah Çetin, “Nevruz,” 68. 18 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 144 vd. 19 Belkıs Temren, “Tarihte ve Günümüzde Türk Kültüründe Nevruz” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi 17 (2001): 176. 20 M. Sani Adıgüzel, “Türk Edebiyatında Nevruz” Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 3 (2003): 100. 21 Nesrin Feyzioğlu, “Nevrûz ve Mûsikî” Millî Folklor 61 (2004): 69. 22 Ali Berat Alptekin, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz” Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi 663 (2007): 223. 23 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (Ankara: Akçağ Yayınları, 1995), 429. 24 Saadet Karaköse, “Eski Türk Edebiyatında Nevrûz ve Nevrûzla İlgili Unsurlara Genel Bir Bakış” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 23 (2008): 173 vd. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 133 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN (Hallerle dolu nevrûzun nefesi, cihana sesini duyurdu. Feleğin çarkı döndü ve nevrûz vakti geldi, erişti.) *** Her yirde tâ nev-rûz ola gül bû-sitân-efrûz ola Nev-rûz tek fîrûz ola eyyâm-ı Şâh-ı Evliyâ / Fuzûlî (Her yerde nevrûz olsun. Gül, bahçe hepsi nevrûz olsun. Evliya şahının devri nevrûz gibi parlak olsun.) *** ‘Âleme nev-rûz sultân oldı istiklâl ile Kendüyi gülşen donatdı kırmızıyla al ile Sebzeler her dem saña dirler zebân-ı hâl ile Bâga gel kim tarf-ı gülşen hûbdur mergûbdur / Necâtî (Nevrûz, bağımsız olarak aleme sultan oldu. Gül bahçesi, kendini kırmızı ve allarla donattı. Çimenler, hal diliyle sana şöyle söylerler: Bağa gel, gül bahçesi çok güzel ve çekici.) Halk edebiyatında da Bektaşi geleneğinin bir parçası cem ayinlerinde Nevruz gecesi Nevruz şiirleri söylenir. Bu geleneğin en önemli temsilcilerinden Pir Sultan Abdal’ın nevruziyesinin bir kısmı şöyledir:25 Sultan Nevruz günü cemdir erenler, Gönüller şad oldu ehli imanın. Cemal yâri görüp doğru bilenler, Himmeti erince Nevruz Sultan’ın. … Sultan Nevruz günü canlar uyanır, Hal ehli olanlar nura boyanır. Muhip olan bugün ceme dolanır, Himmeti erince Nevruz Sultan’ın. … 25 M. Sani Adıgüzel, “Türk Edebiyatında Nevruz” 103. 134 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Pir Sultan’ın eydür: Erenler cemde, Akar çeşnim yaşı her dem bu demde. Muhabbet ateşi yanar sinemde, Himmeti erince Nevruz Sultan’ın. Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde Nevruz’a yer vermiş, Türklerin yaşadığı değişik yörelerdeki Nevruz’a dair gelenek ve göreneklerden ve bazı nüktelerden bahsetmiştir.26 Bunlara ek olarak; Azerbaycan, Türkmenistan, Çağatay – Özbek, Doğu Türkistan (Uygur) ve Tataristan – Kırım sahalarından şairlerin şiirlerinde de Nevruz temasının işlendiği görülmektedir. Bunlara örnek olarak da aşağıdaki şiirler verilebilir:27 Nevrûz olalı cihânı görsen Bu kevn ile mekânı görsen Ten ten tene düşdi cümle ten ten Sığmaz kanuma bu cânı görsen Meger nevrûz gelmişdür musavver Ki olmışdur cihân yine münevver / Kadı Burhaneddin *** Bayram yeli çardahları yıhanda, Novruz güli, gar çiçeği çıhanda, Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda, Bizden de bir yâd eleyen sağ olsun, Derdlerimiz koy dikkelsün dağ olsun. … Novruz Eli hermende vel sürerdi, Gâhdan yenüp küleşlerin kürerdi, Dağdan da bir çoban iti hürerdi, Onda gördüm ulah ayah sahladı, Dağa bahup gulahların şahladı. / Şehriyar *** 26 Ali Berat Alptekin, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz” 224 vd. 27 Mehmet Temizkan, “Türk Dünyası Edebiyatlarında Nevrûz Konulu Şiirler Üzerine Bir İnceleme” Turkish Studies – Türkoloji Araştırmaları 2 (2007): 319 vd. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 135 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN 1913 Bolmadı bize nasibin, istedim güzden seni, Dedin “ötsün kış”, taparım taze nevrûzdan seni, Sayladım, seçtim, sunam, bir bölecik kızdan seni, Niçin belini kuçmadım, men tapıp düzden seni, İsterim Haktan kavuşturgay, bana tezden seni. / Mahtumkulu Son olarak, Nevruz’un Türk müziğindeki yerine değinilecek olursa görülür ki folklorik törenlerin önemli bir unsuru olan müzikte nevruz içerikli formlar ve nevruz makamları geliştirilmiştir.28 7. Netice Netice itibarıyla, Türk kültüründe baharın ve dirilişin habercisi sayılan Nevruz, Türk kültürünün hemen her unsuruyla kaynaşarak farklı sentezlere malzeme olmuş ve asırlardan beri kutlanagelmiştir. “Yeni gün” manasına gelen Nevruz, Türk tarihinin İslami döneminde İslami bir bakış açısıyla değerlendirilmiş ve halk arasında buna dair inanışlar yaygınlaşmıştır. Nevruz kutlamaları ise Anadolu’da ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi Türk cumhuriyetleri başta olmak üzere diğer Türk memleketlerinde değişik uygulamalarla halen devam etmektedir. İlaveten Nevruz, klasik Türk edebiyatının, halk edebiyatının, dünya üzerindeki diğer Türk topluluklarının edebi birikiminin ve Türk müziğinin de bir parçası olmuş ve bu alanlarda çokça esere konu olmuştur. Son söz olarak, temennimiz odur ki Türk kültürünün diğer unsurlarıyla beraber bu parçası da unutulmadan, kuşaktan kuşağa ve gönülden gönüle aktarılarak korunsun; Türk’ün bu bayramda yaşadığı coşku ve mutluluk ilelebet devam etsin, bahtı açık olsun, alnına kara yazı yazılmasın; yüce Allah Türk milletinin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve her daim yardımcısı olsun! 28 Nesrin Feyzioğlu, “Nevrûz ve Mûsikî” 69. 136 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 KAYNAKÇA Adıgüzel, M. Sani. “Türk Edebiyatında Nevruz.” Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 3 (2003): 98 – 106. Alptekin, Ali Berat. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz.” Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi 663 (2007): 221 – 228. Artun, Erman. “Türk Halk Kültüründe Nevruz”, Uluslararası Nevruz Sempozyumu, Kazakistan. Başçetinçelik, Ayşe. “Türk Kültüründe Nevruz.” (2015). Çay, Abdulhalûk M. Nevruz Türk Ergenekon Bayramı. Ankara: Tamga Yayıncılık, 1999. Çetin, Emrah. “Türk Dünyasının Ortak Kültür Mirası: Nevruz.” The Journal of Academic Social Science Studies 2 (2009): 63 – 71. Demir, Necati. “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz.” (2009). Demirbaş, H. Vedat. Nevruz. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1998. Feyzioğlu, Nesrin. “Nevrûz ve Mûsikî.” Millî Folklor 61 (2004): 68 – 71. Güngör, Harun. “Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri” 20 – 22 Mart 1995, Ankara, 31 – 36. Karaköse, Saadet. “Eski Türk Edebiyatında Nevrûz ve Nevrûzla İlgili Unsurlara Genel Bir Bakış.” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 23 (2008): 171 – 187. Öztürk, Reşat. “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları.” (2010). Pala, İskender. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları, 1995. Temizkan, Mehmet. “Türk Dünyası Edebiyatlarında Nevrûz Konulu Şiirler Üzerine Bir İnceleme.” Turkish Studies – Türkoloji Araştırmaları 2 (2007): 317 – 333. Temren, Belkıs. “Tarihte ve Günümüzde Türk Kültüründe Nevruz.” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi 17 (2001): 173 – 180. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 137 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN İbrahim ŞAŞMA Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Üniversite 3.sü GÖNÜL LÜGATİMDE NEVRUZ Hoş geldin bahar. Hoş geldin çocuk. Hoş geldin can suyu. Kulağıma okunan ezan hoş geldin. Anne sesi kadar samimi olan serin rüzgarlar hoş geldiniz. Hoş geldin yenilenmeyi müjdeleyen kutlu gün, tarihimizin derinliklerinden kardelen misali boy veren, karların dudağını yarıp çıkan Oğuz gülü hoş geldin. Sevgi hamurunun mayası olan bayram, hoş geldin. Bizi, bize yakın kılan, kenetlenmemizi sağlayan bayram hoş geldin. Benden olan, beni benden alan düğün hoş geldin. Sen geldin diye açar gözlerini kâinat. Senin içindir beyaz güvercinlerin aşkla çırptığı kanat. Seninle çözülür teker teker kördüğümler. Yüksek dağların karları erimeye yüz tutar ey Nevruz. Güneş koç burcundadır artık. Ve toprak ana silkinir. Uzun kış günlerinin kendisine vermiş olduğu o ağır rehavetten sıyrılmak için. Lal kesilen dili çözülmeye başlamıştır toprak ananın. Bütün sessizliğini bozmak ister. Toprak konuşursa dağ yeşil olur, gök mavi. Bütün sevenler sevdiği ile buluşur. Toprak konuşursa insan konuşur, hayat konuşur. Toprağın sessizliğini bozarak canlandığının, doğanın yeniden yeşile bürüneceğinin muştusudur gelen. O ki, muştuların efendisi, baharın kendisi, Nevruzdur. Binlerce yıl evvel bu topraklarda yaşayan Türk kavimlerinin koşturduğu atların nal sesleri duyulur bu bayramda. Issık Gölü zümrüt rengini almıştır Kırgız diyarında. Hunlardan başlayarak Gök Türkler, Uygur Türklerinin ruhları daha bir şâd olur kutlu topraklarında. Orta Asya’dan, bu günün şerefine düzenlenen toyların, eğlencelerin yankısı duyulur gönül çeperlerimizde. Kımızlar bu günün şerefine kaldırılır. Vakit el içinde dostluk vaktidir, kardeşlik ve barışı kuvvetlendirme vaktidir. Vakit küslerin barışma vaktidir, kavgalıların anlaşması, ailelerin birbirlerini ziyaret etmesi içindir. Ve nevruz vakit geldi diyerek çalmaktadır bu kutlu dersin zilini. Ergenekon’dan demir dağları eriterek çıkan atalarımızın ruhudur bu gelen. Hu’lar çekerek gelen bu ruhlar, yaktıkları ateşin sönmeden devam ister bizlerden. O nazenin ruh ki, Türklük ateşinin kıvılcımlarını göğsümüzde taşımamızı bekler bizden. Bu bekleyiş atalarımızın en tabi hakkıdır. Bu ateşi canlı tutmak ise Türk gençliğinin atalarına ve gelecek nesillere olan borcudur. Sıfatlar kifayetsiz kalıyor konu nevruz olunca. İyiliğe, harekete, berekete, bolluğa, güzelliğe dair bütün kelimeler can atıyor nevruzla hemhal olmak için. Nevruz kurtuluştur. Dört bin yedi yüz yıl Ergenekon denilen, dört bir yanı yüksek dağlarla çevrili bir vadide sıkışıp kalan Türklerin buradan, baharın başladığı gün 21 Mart’ta çıkmaları ve ata yurtları olan Turan’a kavuşmaları 138 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 demektir. Türklerin esaretten dolu yıllardan özgürlüğe, bağımsızlığa doğru attıkları adımdır. Nevruz büyük Türk tarihinin sembolize günüdür. Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olan nevruz, her mart ayında kapımızı çaldığında millet olarak birbirimize daha bir kenetlenmemizi ister bizden. Bunu bekler. Nevruz Türk’ün lügatinde yenibaharın göstergesidir. Tohumların ve fidanların toprakla buluşturulması, hayvanların yavrulaması, yeryüzünün yeşermesi, ağaçların çiçek açması demektir. Türk milletinin ulu günü, sadece doğanın yenilenmesi, uyanması demek değildir nazarımızda, onunla özdeşleşen Türk topluluklarının tabiri yerindeyse “ruhlarının miracına erdikleri” bir bayramdır nevruz. Bütün bu olgular biz Türklerin gönlünü şâd etmeye kâfidir. Aynı sevinci yaşamak, aynı muştuyla muştulanmak elbette ki gönüller arasında bir köprü kurar. Türk toplumunda kişiler arasında ortak bir hatırayı canlı tutar nevruz. Ortak gelenek ve duyguların şahlanışı nevruzla daha bir belirgin hale gelir. Doğa ve dünya sırlarının çözümü üzerindeki ortak düşüncelerin, aynı heyecanların çok küçük farklarla ifade edildiği ortak bir kültürel miras olan nevruz uzun geçen kışın ardından yıpranmış yanlarımızın tamiridir bir anlamda. Kültür hayatımızın ortaklık ve süreklilik gösteren mübarek bir olgusudur. Nevruz sevgidir, hoşgörüdür, muhabbettir, umuttur, dayanışmadır, fikren ve bedenen yenilenmedir. Onun içindir ki; bu en eski bayram bir ayrışma unsuru değil, bizi birbirimize bağlayan bir manevî rabıta olmalıdır; birbirimizi doğru anlamak için bir vesile sayılmalıdır. Nevruz muştusu ile milyonlarca insan bir araya gelir. Gönüller baharın gelişinin ortak sevincini yaşarken yıllanmış bir Türk kültürünün birleştirici gücü altında hisseder kendisini. Büyük Türk milletinin hürriyet ruhu nevruzda daha bir kabarır ve daha bir taşar. Tarihi ve kökleri itibariyle bir Türk bayramı olarak addedilen nevruz her gelişiyle Orta Asya Türk toplulukları ile bağlarımızı pekiştirmekte ve bizlere kıvanç birliği yaşatmaktadır. Zira bu bayram Türk dünyasının bayramıdır. Nevruz bizler için vazgeçilmez bir kültürel değerdir, bizlere çok yakışan hoşgörü ve sevginin gürül gürül aktığı en coşkun en duru nehrimizdir. Bu nehirde bizim binlerce yıllık kardeşliğimiz akmaktadır. Bu nehrin ak köpüklerle akan sularını hiç bir bent akmaktan alıkoyamaz. Bizler Türk milleti olarak tarihimizin ve kültürümüzün getirilerinden birisi olan nevruz bayramı ile bütün sevinçlerimizi müşterek yaşadık. Her nevruz bayramı Türk Dünyasında, bitimsiz bir heyecanın kaynağı olur, kaynaşmanın mutluluğa dönüştüğünü görmemize vesile olur. Bu kutlu günde millet olarak birbirimize yeniden sarılmamız hepimiz için ortak bir görevdir. Nevruz, büyük milletimizin hürriyet ruhunun devleştiği, dar bir coğrafyadan çıkarak kıtaları yönetmeye talip olduğu kutlu bir ateştir. Bu ateşin hiç küllenmeden sonsuza kadar yanması ise bir Türk olarak en büyük temennimizdir. Nevruz lügatimizde yaşama ve umuda tekabül eden bütün kelimelerin ortak adıdır. Yeniden doğuştur, silkiniştir, diriliştir, yaşamın emrine veriliştir. Hayata tutunmaktır. Yoğrulmaktır. DoğTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 139 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN rulmaktır. Kudret bulmaktır. Birleşmektir. Nevruz, sadece yeni bir mevsim döngüsünün, bolluk ve bereketin başlaması değil, milletimiz için geleceği yeniden yorumlamanın; atalet, yılgınlık, korku ve umutsuzluğun geride bırakmanın, maddi ve manevi açıdan dirilmenin diğer adıdır. Neresinden bakarsak bakalım bu bayram kültürümüzün en az üç bin yıllık tarihini içerisinde muhafaza eden bir hazinedir. 20. Yüzyılın son demlerinde bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinden Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan ayrıca Rusya Federasyonu bünyesinde Tataristan’da 21 Mart Ergenekon Nevruz Bayramını Milli Bayram olarak ilan etmiştir. Bugün bu bayram, Afganistan, Doğu Türkistan, Irak, Kırım, İdil-Ural boyları, Saha, Hakasya, Sibirya, Balkan, Kıbrıs Türkleri arasında da kutlanmaktadır. Bu boylar, Nevruz bayramını geniş kapsamlı milli bir bayram haline getirmişler ve resmi tatil yapmışlardır. Türk milletleri arasında idrak edilen bayram coşkusu, birleştiren ve kaynaştıran vasfı sayesinde bu Orta Asya Türk toplulukları ile ilişkilerimizin geliştirilmesinde ve sevinçlerimizin paylaşılmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Nevruz kesinlikle alalade bir gün değildir. Bir kültür kompleksi olan bu nevruz bizleri olanca samimiyetiyle tarihin derinliklerine çekmekte, denetlemekte, birlik ve dayanışma gücümüzü arttırmaktadır. Nevruz bir kimlik belirleyicidir. Fiziki olarak ve mekân bakımından birbirimizden ayrı yaşayan Türk toplulukları olsak da, nevruz ile ortak kültürel değerlerde birleşme imkânı bulmaktayız. Ve ben duygusundan sıyrılıp biz olmaktayız. Unutulmamalıdır ki biz kavramı ben kavramından daha kudretlidir. Günümüzde Türk toplulukları arasında Hıristiyan olan Çuvaşlar, Budist olan Tuvalılar da bu bayramı kutlamaktadırlar. Bu da bu bayrama dini bir veçhe kazandırmaya çalışanların, bayramı putperest bayramı” olarak lanse edenlerin yanılgıya düştüklerinin en yalın ve en somut göstergesidir. Zira tamamen Türk anlayışının ürünü olarak ortaya çıkan Nevruz, dini hiçbir özellik taşımamaktadır. Bu bağlamda her hangi bir dini akım adına, mezhep adına, etnik menşe adına bağlı gösterilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmesi çok büyük bir hatadır ve tarihin, kültürün bütün gerçeklerine de aykırıdır. Kültürümüzün önemli bir unsuru olarak tarihi çağlardan bugünlere kadar intikal eden Nevruz geleneği, en az üç bin yıldan beri Türkler arasında can bulan bir gelenektir. Ne yazık ki Türk kültür coğrafyasında birliğimizin, dirliğimizin, ümitlerimizin ve kardeşliğimizin nişanı olan nevruz ihanet mihraklarının ilgi alanına girmiştir. Son yıllarda bir çok dış mihrak ve bölücü örgüt yandaşları tarafından nevruz, bahar ruhuna aykırı bir şekilde, gerginlik ve huzursuzluk aracı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Türklüğün ulu gününü ideolojilerine alet etmeyen isteyen alçaklar, nevruzu ihanetleriyle yozlaştırma çabasına girmişlerdir. Şanlı Türk tarihinden ve engin kültüründen nasibini almamış kişilerin vurdum duymazlığı neticesinde, tarihi Türk bayramı olan Nevruz, Türklükle uzaktan yakından ilgisi olmayan bölücü unsurların bayramı haline getirilmiştir. Bu nefret odaklarının nevruzu bahane ederek yaratmaya çalıştıkları şiddet ortamı her yıl tekerrür etmektedir. Nevruz Bayramını etnik bir kesime aitmiş gibi göster140 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 mek ve art bir niyetin eline maşa olarak vermeye çalışmak, havanda su dövmekten farksızdır. Baharın üç ana rengi bölücü müptezellerin ihanet paçavralarında bulunsa da bu renklerin bir Türk ananesi olduğu bilinmektedir. Bu renkler Göktürk’lerde hem millî hem de dinî değere sahiptir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun bayrağı da bu renklerden oluşmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ordu sancakları, bayrakları ve tuğlarında da bu renkler yer almaktadır. Terör odakları aynı Nevruz’umuz gibi onu simgeleyen renkleri de bizden çalmaya çalışmaktadırlar. Lâkin ne Nevruz kelimesindeki “v” harfini “w” yaparak Nevruz’umuzu ne de atalarımızın sancak, bayrak, tuğ ve dinî simge olarak kullandıkları renkleri sahiplenebileceklerdir. Önümüzde set gibi duran terör odaklı sorunların çözümünde ilk başvurulacak kudret kapısının birlik ve beraberlik ruhu olduğu aşikârdır. Bizler bu mihraklara katiyen izin vermeyeceğimizi, bu tarihi güne yeniden ve daha büyük bir heyecan ile sahip çıkacağımızı her fırsatta haykırarak dile getirdikçe ve üzerimize farz kılınan görevlerimizi ifa ettikçe Ulu Türk günü hep Türklüğün günü olarak kalacaktır. Millet olarak kimliğimize, benliğimize, örf ve adetlerimize, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Zira günümüzde hiç olmadığı kadar daha çok kardeşliğe, daha çok huzura ve daha çok sevgiye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bizler bu değerlerimizin etrafında pervane olup döndükçe kardeşliğimizi bitirmeye, kader birliğimizi, ülke birliğimizi parçalamaya, yok etmeye çalışan dâhili ve harici düşmanlarımızın kolunu kanadını kırmış olacağız. Bizlerin keder ve kıvanç birliği terörist mihrakların istismarlarına karşı en güçlü kalkanımızdır. İnsanlar yaşantılarına birlik duygusunu eklemeden dünyada dirlik sahibi olmayacaktır. Kendimize ve yaşadığımız topluma inandığız değerlere karşı asli vazifelerimizden birisi birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun yeniden yaşanması için gayret göstermektir. Bu birliktelik hayata geçirilmeden bir insan topluluğundan ve insanî bir yaşamdan bahsetmek mümkün değildir. Nevruz ayrıştırıcı değil aksine bağlayıcı bütünleyici bir vasfa sahiptir. Her gelişinde bizlere farklılıklarımızdan ziyade benzerliklerimizin ve ortak değerlerimizin olduğunu hatırlatır. Nazenin dokunuşlarla Türk milletinin kapısını çalarken bir kelebek kanadı kadar hafifliğini hissederiz onun. Ancak nazenin olduğu kadar da gözü pektir nevruz’un. İhtilafa değil, ittifaka zemin hazırlayan nevruz, bizi birbirimize düşürmek isteyen şer odakların yüzlerine o meşhur Osmanlı tokadını da indirmekten geri durmaz. Tekrar hoş geldin nevruz. Erisin yüksek dağların karları gelişinle. Boz bulanık aksın ve yatağından taşsın gönülde akan coşkun ırmaklarımız. Tanrı dağlarının yamaçlarında koştursun yağız atlar. Serin rüzgârlar birer tütsü olsun Ulu Kağanların mezarlarına. Hoş geldin nevruz. Gelişinle kaynaştır yine bizi bizlere. Körükle bir kez daha hem gönlümüzdeki hem de otağlarımızın önünde yaktığımız ateşleri. Asil Türk Milleti olarak ortak değerlerimiz etrafında pervane olup dönen, mazide birlikte yaşamış, bundan sonra da beraber yaşama arzusun içerisinde olan şerefli bir toplumun fertleriyiz. Bu bilinç ve idrak ile soylu bir gün olan kutlu bir değer olarak addedilen nevruzun TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 141 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN karşılayanı, savunucu ve uğurlayıcısı olmalıyız. Varlığımızı daha kudretli kılmak ve sarsılmaz temeller üzerine inşa etmek için nevruz ve nevruz bilincimiz her zaman mihmandarımız olmalıdır. Yeryüzünde kalbi Tanrı Dağları‘nda atan tek bir Türk yaşadıkça Nevruz hep bayram olacak ve bu bayram yaşanılmaya devam edecektir. Nevruz günümüz, güzel toyumuz kutlu olsun… 142 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 İbrahim SELÇUK Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. Sınıf ULUSTIN ULU KÜNİ: ÖZDÖKÜMÜ BAYRAMI “Acun gebe bir kadın olsaydı, yenigünde doğururdu.” Bir kadına verilecek en büyük değer onu ‘ana’ yapmak olsa gerek. Öyle tabi, cennet dahi onların ayakları altındadır. İşte tabiatı da ana yapmak, ona ‘tabiat ana’ demek, ona verilecek en büyük değerdir. Zira ana gibi, şefkatli kollarında yaşamaya kişioğlunun ihtiyacı vardır. Peki, tabiat nasıl ‘ana’olur? Tabiata vatan yapmak, onu ana yapmak demektir. Lakin kuru kuruya vatan lafzı, gerek olsa da, yeter değildir vatan olması dolayısıyla ana olması için tabiatın. Nasıl ki bir insanı ana yapmak için er kişinin onunla özünü paylaşması gerekiyorsa, tabiata da mucizevî bir dokunuş gerekir. İnsan toprağa dokundukça toprak vatanlaşır. Yani tabiatın rahmi topraktır. Bu toprağa verilecek öz de kandır. Bizler bu toprakları vatan ve bu suretle ana yapabilmek için her karışını kanıyla sulamış bir milletin evladıyız. Bu yüzden her devirde tabiat bize ana olmuş; gökkubbesi çadırımız, yağız yeri de döşek olmuştur. Vatanımız olan bu topraklar, bizleri şefkatiyle saran ana olmuştur. Bu topraklar dedelerimizin avradı, onların namusu olmuştur. Bu uzunca girizgâhın amacı, aşağıda anlatacağım üzere nevruzun getirdiklerini anlamak içindi. En başta da söylediğim hususu tekrar vurgulamak istiyorum. Acun gebe bir kadın olsaydı, nevruzda doğururdu. İşte bu doğan evlatla yeniden can bulan tabiat, evlatlarına merhametle sarılır, onları korur ve kollar. Gürül gürül akan ırmaklarından süt verircesine çağlayanlar akıtır da içirir. Kapkara topraklarından türlü ekinler, yemişler bitirir de yedirir. Sıcacık güneşiyle, gülümseyen bir ana edasıyla sıcacık sarmalar da ısıtır. Öyle ya ana bu da. Evlatları için, onların büyüyüp geliştiklerinin sevinciyle gözyaşlarına bürünür. Ağladığım da görünmesin diye ne kadar gizlese de bulutlar ardına gül cemalini, yağmurlar düşer arasından. Bir damlası düşer de oracıkta bir çiçek bitiverir anında. Küçücük bir tayın tüylerini ıslatıverir de ona rahvan ruhu verir, aygır-kısrak ruhu üfler sanki. Her şey bir güzellik içinde dizilidir. Herkesin bir yeri ve bir görevi vardır. Hepsi sonsuz güzellik içinde kişioğluna hizmet içindedir. Tüm bu güzellikler karşısında oturup da şunları düşünmemek elde mi? Seyre dalmış her şey. Neyin seyridir ki bu? Yaradılışın seyridir bu. Zikre dalmış her şey. Neyin zikridir ki bu? Yaradanın zikridir bu. İşte tüm bu güzellikler için şenlik yapar bu nevruz gününde kişioğlu. Tabiat anaya şükranlarını ve minnetlerini göstermek, onu sevindirmek ve sevgilerini göstermek için uğraşır TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 143 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN dururlar. Sen bize yurt oldun; oğlanlarımızla, kızlarımızla senin üzerinde şen olduk diye. Buna da, bunların yapıldığı güne de nevruz denir işte. Bu nevruz ki, bir kutlu yarınlar bayramıdır. Ya istiklal ya ölüm anlayışıyla her seferinde küllerinden doğan bir milletin bayramı elbette fecre yönelik kutlu dilekler içeren bir bayram olur tabi. Biz Türklerin kültürünün ögelerinden biri de bağımsızlıktır ve bu bağımsızlık yönelişi yalnız bugünlere değil, geleceğe de dönük bir bakıştır. İşte bu kutlu günde yeniden doğan ve canlanan tabiatla ve onun sundukları ile besilenen cümle mahlûkat bu kutlu günde uyanır ve üremeye başlar. Bu anlamıyla da bugün uyanış için de muştulanmıştır. Kişioğlu tabiattan yetiştirdği renk renk, tat tat meyvelerle, sebzelerle ve dahi hayvanlarla beslenir. Bu beslenceden vücutsal reaksiyonlar neticesinde ilah vergisi bir öz oluşturur. İşte kişi nesli bu özden devam eder. Cümle mahlûkat için de bu değişmez kural geçerlidir. Nitekim bu süreğenliğe de eşyanın tabiatı denir. Herhalde değişmeyen bir ikinci şey de bu olsa gerek. Nihayet nevruzun güzellikleri içinde kişioğlu yeni güzellikler, yeni bebecikler peyda eder. Sözün güzelini eskiler söylemiş, bugüne de ‘özdökümü’ bayramı demişler. İnsanlığın yegâne gayesinin kendisinden daha üstün nesiller yetiştirmek olduğu da düşünüldüğünde ne kadar yerli yerinde bir söz olduğu apaçık ortaya çıkmıyor mu? Atalarımız vaktiyle bu kutlu günün kutluluğunu görmüş ve hissetmişler. Bu yüzden asırlarca bugünün hürmetine gereklerini yerine getirmek için uğraşmışlar. Bir bayram ve bir uyanış günü olmuş bu kutlu gün. Ergenekon’dan çıkışla başlayan bu sürecin binyıllarca ve hatta dünya durdukça devam edeceğine inanmışlar ve uygun yaşam sergileyerek örnek olmuşlardır. Hala bugünün idrakinde olan insanların birinden çok küçükken duyduğum şu söz beni derinden yakalamış ve bugünün anlamını kavrayabilmeme vesile olmuştur: Mart dokuzu, insanın dokuzuna haber verir. Tüm Orta Asya ve Ön Asya ve de Küçük Asya binyıllarca bugünü şenlik içinde kutlamış, kutuna yaraşır şekilde bugünü beklemişler. Bugünün anısına Ergenekon’dan çıkışı ve kadim meslek demirciliği simgelemişler, örs üzerinde ‘Ya Allah!’ nidasıyla demir dövmüşler. Mübarek Anadolu insanı bugünde evlerinde ve sokaklarında temizlik yapmış; evlerinde insana en çok benzeyen, daha doğrusu Anadolu insanına en çok benzeyen buğdayın unundan ekmek yapmışlar. Bir anı paylaşmak isterim. Hiç unutmam, ilkokuldayken nevruzun ertesi günü, öğretmenimiz herkese nevruz günü ne yaptıklarını anlattırmıştı. Kimisi evini boyamış, kimisi aş pişirip dağıtmış. İşte Anadolu insanı geleneklerine böyle sahip çıkmış. Hatta mübarek Anadolu insanı dini gelenekleri ile nevruzu birleştirmiş ve bugünün ilahiliğine İslami bir özellik de katmıştır. Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri, Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşinden kurtulduğu, Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün ve daha nice kutlu günün ile nevruz günü olduğuna inanmışlar ve şenliklerini bunlarla kutlamışlar. Aslında haksız da sayılmazlar belki. Kim bilir gerçekten böylesine mübarek bir gündür belki. 144 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Her bayramın özelliği; o güne inanan insanların toplumsal birlikteliğini ve kardeşlini geliştirmek, geçmişin acılarını ve sevinçlerini yaşayıp anlamak, bu acıları ve sevinçleri genç kuşaklara aktarmak ve dersler çıkartıp ilham almalarını sağlamaktır. Geçmişin tazeliği içinde geleceğe uzanmaktır. Dini bayramların özellikleri de bunlar olagelmiş ve ek olarak yaratıcının şefkatinden ve merhametinden istifadeyi de barındırmıştır. Yalnız nevruzun bunlara ilaveten bir özelliği daha vardır ki o da ‘diriliştir’. Üzerine ölü toprağı gibi beyaz örtü serilen tabiatın dirilişini, küçük tabiat olan kişioğlunun da kendi içindeki dirilişini ifade eder. O sebepten dolayıdır ki Ergenekon’dan çıkış, bugündür. O sebepten nice kutlu fetihlerin sefer hazırlıkları bu kutlu günlerde başlar, nice devletin temelleri bugünlerde atılır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Meclis bile bugünlerde yapılanmıştır. Çanakkale Deniz Zaferi bugünlerde kazanılmış, kara savaşlarına bugünlerin kudreti tecelli etmiştir. “Burçlarla dolu göğe andolsun” ayeti kerimesine binaen güneşin koç burcuna girdiği bu kutlu günde nice diriliş önderleri ve bilge liderler de belirmiştir. Nevruz bir kutlu yarınlar bayramıdır. Üzerine ölü toprağı serpilmiş bir milletin uyandığı, dirilişe hazırlandığı bir gündür. Tertemiz bir neslin temellerinin atıldığı bir gündür. Aynı zamanda nevruz nice kutlu yarınlar kadar, nice kutlu geçmişin de bayramıdır. Eğer iki şeyden biriyse geçmişten kalan, ilham; nevruz da bu ilhamın arefesidir. Umuyorum ki en yakın nevruz, yeni bir diriliş ve uyanışı muştular. Önemini bilerek kutlayabilmek ümidiyle… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 145 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Kübra Nur ÜNLÜSOY Uludağ Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ Bayramlar her millette görülen, toplumun fertleri tarafından benimsenen, insanlar arasındaki saygı ve sevgi bağlarının arttığı, küslerin barıştığı, yardımlaşmanın ön plana çıktığı ve bütün halkın katıldığı ortak kültürel değerlerdir. Bayramlar milli duygular veya dini inanışlardan, o toplumun ortak kültüründen, örf ve adetlerinden doğar. İşte Nevruz da geçmişten gelen kültürel değerlerimizin ön plana çıktığı tüm Türk dünyası tarafından yüzyıllardır çeşitli etkinliklerle kutlanıp yaşatıla gelen Türk insanını bütünleştirici ve milli duyguların ön plana çıktığı bayramımızdır. Bayramların özündeki sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma ilkeleri Nevruz’un da temel prensibini oluşturmaktadır. Nevruz bayramının, Hunlar tarafından tabiatın yeniden uyanışı ve tarımsal faaliyetlerin başlangıcı görüldüğü M.Ö. 8. Yüzyıla dayandırılarak Çin kaynakları arasında yer almaktadır. Göçebe bir yaşam tarzı benimseyen eski Türkler hayvan besleyen, yaşamını büyük ölçüde tabiat şartlarına bağlı olarak sürdüren bir toplum olduğu için baharın gelişi onlar için elbette ki büyük önem arz eder. Bu yüzden ki insanlar yaz mevsiminin bir an önce gelmesini ve yağmurlu bol bereketli geçmesini, kış mevsiminin ise kısa geçmesini ve sert geçmemesini temenni eder. O dönemin insanı da bu sebepten yazın gelişini bir yeniden canlanma, yeniden dirilme olarak algılamıştır. Ayrıca Nevruz sadece baharın gelişi değil yeni bir yıla giriş yani takvim değişikliğini de gösterir. Bu takvime göre yılların ve ayların adları, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiş ve yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkat çeken nokta şudur ki; Türkler, bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmişler; “varoluş ve diriliş günü” şeklinde algılamışlardır. Dolayısıyla yaşam koşullarını, tabiatın döngüsüne uydurmak zorunda olan göçebe Türk toplulukları için Nevruz çok önemli bir yere sahiptir ve yüzyıllar öncesinden beri bugüne önem verilip baharın gelişi törenlerle kutlanmıştır. Bugün hala temelinde aynı düşüncenin yer aldığı Nevruz bayramını coğrafi olarak geniş bir alana yayılan Türk toplumları çoğu zaman benzer, yer yer de farklı etkinliklerle kutlamaya ve yaşatmaya devam etmektedir. Biliyoruz ki toplumları ulus yapan en önemli unsurlardan biri de muhakkak ki kültürdür. Türk kültürü de tarihin en eski ve en geniş kültürlerinden biri olup çok geniş bir mitolojiye sahiptir. Nevruz bayramı da bu Türk mitolojisindeki yerini, toplumumuza ulus bilinci kazandırma yönünde önemli unsurlardan biri olan Ergenekon Destanıyla almıştır. Ulus olarak biz, Nevruz’u sadece tabiatın uyanışı ve dirilişiyle ilgili tarımsal karakterli bahar kutlamaları dışında; 146 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 varoluşumuzu, bağımsızlığımızı, esaretten kurtuluşumuzu simgeleyen Ergenekon destanına dayandırarak bütünleştiririz. Mitolojimize göre düşmanları tarafından tamamen öldürülen ya da tutsak edilen Türklerden Kıyan ve Negüş kaçarak eşleriyle birlikte ve yanlarına da deve, at, öküz, koyunlardan çokça alarak Ergenekon adı verilen etrafı sarp dağlarla çevrili bir yere sığındılar. Vardıkları yerde akarsular, türlü türlü otlar meyveli ağaçlar,ve avlar buldular. 400 yıl burada yaşayıp sonra buraya sığamaz hala gelerek çoğalan Türkler buradan güçlenmiş bir şekilde ve demir bir dağı eriterek çıktılar. Daha sonra düşmandan intikamını alıp asli vatanlarına yeniden hakim oldular .İşte o günden yeni yılın başladığı gece Köktürkler ’de adettir ve bayram halini almıştır. Sonraki Türk boyları da Ergenekon’dan çıkış günü olarak gördükleri bu günü Ergenekon ya da Bozkurt günü olarak kutlamışlar, oradan demiri eriterek çıkışlarının anısına da hala günümüzde kutlamalarda süregelen demir dövme ritüelini uygulaya gelmişlerdir. Türk toplulukları arasında kültürel bir köprü olma özelliği gösteren Nevruz bayramı, Türk tarihi ve gelenekleriyle doğmuş, Türkler için temeli yüzyıllar öncesine dayanmakla birlikte Anadolu’ya da Selçuklular döneminde girmiş daha sonra Osmanlı’ ya ve bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne de aktarılan bir mirasımız olarak süre gelmiştir. Öyle ki Türklerin İslamiyet’i kabulüyle Nevruz gibi bir geleneğimiz inançlarımızla çatışmamış hatta Nevruz’u milletimiz, İslam inancı göre harmanlayıp güç katmıştır. Mesela Özbekler, Nevruz Bayramında tıpkı dini bayramlar gibi bayram namazı kılarlar. Özellikle Osmanlı’da saray çevresinde bazı adetler ortaya çıkmış, Nevruz kutlamasının dini bir sakıncası olmadığına dair fetvalar yayınlanmış, Nevruziye adıyla özel macunlar hazırlanmış, Nevruz Pişkeşi adıyla hediyeleşmeler olmuştur. Günümüzde adı mesir macunu olarak hala 21 Mart’ta Manisa ‘da halka dağıtılır. Osmanlı devrinde yapılan Nevruz kutlamaları ,Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak devam etmiştir. Atatürk Türk ulusunun milli kültür ve çağdaşlaşma arasındaki dengeyi sahip olduğumuz kültürel değerlerimizi koruyarak ve yaşatarak sağlayabileceğimizi belki de şu sözleriyle ifade etmiştir: ‘’Milli kültürümüzü muasır medeniyetler üzerine çıkaracağız.’’ Burada Ulu Önderimiz Atatürk’ün kültürümüzü gelenek ve göreneklerimizi yaşatmaktaki gayesini görüyoruz. Bu sebeple Cumhuriyet ile hız kazanan Nevruz kutlamaları, yeni kurulan millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden beslemek için yapılmış çalışmalar olarak görülmektedir. Günümüzde ise Anadolu’nun birçok yerinde benzer faaliyetlerle yer yer de yöresel farklılıklarla kutlanmaya devam etmektedir. Mesela: Azeri Türklerinin çoğunlukta olduğu Kars-Iğdır illerimizde Nevruz bayramı hazırlıklarına Mart ayının girmesiyle başlanır. Gençler yumurtaları soğanla ya da samanla boyayıp köşe başlarında kümelenerek tokuştururlar. Evlerde temizlikler yapılır. Köy meydanlarında çeşitli oyunlar ve güreş müsabakaları yapılır. Bayramdan önceki üç çarşamba ateş yakma adeti vardır. Son çarşamba da yedi çeşit adı verilen çerezler alınır. Bayram günü semeni adı verilen helva yapıp ziyarete gelenlere sunulur. Kutlamalarda ateşeler yakılıp TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 147 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN üzerinden atlanır ki buradan atlayan kimse hastalıklarının dökülüp yanarak yok olacağına inanır. Ülkemizin birçok yerinde benzer faaliyetler olurken bazı yöresel farklılıklar da görülür. Mesela: Akdeniz bölgesinde yumurta bayramı geleneği , Kıbrıs’ta Mart Dokuzu şenlikleri şeklinde hem isim olarak farklı adlandırılır hem de çeşitli kutlamalar düzenlenir. Yine başka bir bölgemizde niyet oyunları oynanır, baht açmak olarak da adlandırılan bu oyun Batı Trakya Türkleri’nde yapılan bir gelenektir. Çocuklar çabuk büyüsünler diye çimenlerin üzerinde yuvarlanırlar. Sivas’ta Nevruz pilavı yapılarak dağıtılır. Mersin’de Mart İpliği geleneği ağaca bez bağlama şeklinde uygulanır. Yine bölge bölge Nevruz kutlamalarına; Mart Dokuzu Şenlikleri, Sultan Nevruz, Taze Yıl, Yeni Gün gibi değişik isimler verildiği görülür. Orta Asya Türk kültüründe de büyük törenlerle kutlanan Nevruz bayramı Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan’ da milli bir bayram olarak kutlanıp o gün resmi tatil kabul edilmiştir. Kazaklar, Sovyet Rusya döneminde yasaklanan Nevruz bayramını kendi içlerinde yaşatmış daha sonra da bağımsızlığını kazanınca da resmi bayram kabul edip halkın ulu, büyük günü anlamına gelen Ulustın Ulu Küni veya Nawrız adını vermişlerdir.Bu günde insanlar birbirine dua ve iyilik anlamını gelen ’’Halk bahtlı olsun, Dört başı mamur olsun.’’ diyerek bayramlaşır, kadınlar sağdıkları sütü kovalara koyar, evdeki eski kapları kırar yerlerine yenilerini koyarlar. Bu günlerde büyükler ziyaret edilip büyükler, gençlere Nevruz duası ederler. Nevruzla birlikte bereket aylarının başlayacağına inanan Kazaklar çeşitli yemekler yaparlar. Yedi çeşitten yapılan Köpköje isimli yemekleri vardır ve bu yemekteki koyun kellesini köyün en yaşlısı yer. O gün gençler yiyeceklerini alarak kırlara çıkarlar çeşitli eğlenceler düzenleyerek eğlenirler. Nevruz bayramı kazaklarda olduğu gibi Kırgızlarda da heyecanla kutlanan milli bir bayramdır. Kırgızların bayrama hazırlarının ilk aşamasında Sümölök adlı yemek hazırlanır. Yemek hazırlandıktan sonra yaşlılar ve kadınlar bir araya gelerek Allah ‘a dua eder. Sonra da Sümölök yemeği halka dağıtılır. Bayramın ilk günü evler temizlenir, güzel giysiler giyilir, çam ağacının bir dalı yakılarak ev içerisinde gezdirilir . Bu dumanın önceki yıldan kalan kötülükleri arındıracağına inanılır. Yalnız Kırgızlarda önemli bir nokta dikkat çeker. Onlarda Nevruzda ateş yakma ve üstünden atlama geleneği yoktur. Bunların yanı sıra geleneksel halk sporları, halk oyunları eğlenceler düzenlenir. Azerbaycan’da da 21-23 Mart arasında Nevruz bayramı büyük bir coşkuyla kutlanır. Azerbaycan Türkleri bu günde mezarlık ziyaretleri yapıp helva dağıtırlar. Suya yüzük atma, baca baca su başı, gibi farklı faaliyetleri vardır. Mesela Türkiye’de yaşayan Azeri Türkleri de bu gelenekleri hala sürdürerek yumurta boyayıp tokuşturmak, suyla birbirlerini ıslamak gibi çeşitli gelenekleri devam ettirirler. Özbekler ise Nevruz bayramına dini bir karakter kazandırıp Kurban ve Ramazan bayramlarında olduğu gibi bayram namazı kılarak güne başlarlar. Aş adı verdikleri pilavdan yapıp dağıtırlar. Bunun dışında yine güreş at yarışları, horoz dövüşleri gibi çeşitli oyunlar oynayarak eğlenirler. 148 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Türkmenistan’da ise ülkemizde olduğu gibi kutlamalar düzenlenir, karşılıklı ev ziyaretleri yapılır. Görüldüğü gibi bütünleştirici milli duyguları ön plana çıkaran Nevruz gibi gelenek ve göreneklerimizin devamını sağlayan bayramlar özellikle bağımsızlığını yeni kazanmış olan bu Türk toplumları için büyük önem taşır. Yıllarca bu Türk toplumlarına kimliklerini unutturmaya çalışan Sovyetler Birliği gibi baskıcı rejimlere rağmen kültürümüzü bu tür geleneklerle taşıyıp korumak, hiçbir zaman başka milletlerin bayrağı altında yaşayamayan Türkler için ulus bilinci oluşturmaya yönelik belki de basit gibi görünen fakat önemli eylemlerdir. O halde bize düşen görev tüm Türklerin’’ en eski ve tek ortak bayramı’’ olan Nevruz’u unutmamak ve aslına uygun şekilde yaşatmaktır. Tüm Türk Dünyasının Nevruz Bayramı kutlu olsun. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 149 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Orhan BİNGÖL Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü KARDEŞLİK İKLİMİNDE AÇAN İLKBAHAR GÜNEŞİ NEVRUZ Nevruz,Türklerin tarih boyunca bütün medeniyetleri kucakladığı bir Türklük selamı ve ilkbahar güneşiyle insanlığın kalbinde doğan bir kardeşlik kelamıdır. Türkülerin kalp pınarlarında zirveye ulaştığı bu muazzam şölen,yüreklerde yeşeren barış ve kardeşlik ümitlerinin var olma sebebidir.Bütün Türk coğrafyasını kucaklayan bu bayram,gökyüzünde açan eşsiz bir güneşin parıltısıyla bütün kalpleri bir ve beraber olmaya davet etmiştir.Yüzyıllardır süregelen bu kutlama,dirilişin ve hakimiyetin barış ekseninde olması gerektiğini bütün dünyaya ispat etmiştir.Bu kutsal öğreti,Türk medeniyetinin barışa olan inancından kuvvet bulmaktadır.Yeryüzünde mütevazılığı ve hoşgörü politikasıyla kendini bütün medeniyetlere hayran bırakan Türk Milleti,bu bayramı bütün insanlığa miras bırakmıştır. Nevruz günü kalplerimizden dillerimize dökülen kelamlar,kağıda yazılamaz. O gün söylemek istediklerimiz,insanların yüreklerine aşk mürekkebiyle yazılır.Yeniden doğuşun habercisi olan Nevruz,canlanan tabiatla birlikte insan ruhunda tarifi mümkün olmayan duyguların gelişmesine vesile olur.Bu duygular,yeryüzüne barış ve kardeşlik duygularının hakim olacağının bir alametidir.Bu kardeşlik ve barış musikileri bir aşk senfonisi gibidir.Baharla canlanan tabiat ve bu tabiatın içinde var olan arı vızıldaması veyahut kuş cıvıltıları bu musikiye huzur ve mutlulukla eşlik eder.İnsanların birbirleriyle kaynaşması bu musikiye benzer.İnsanların dillerinden dökülen bu kardeşlik sözleri,ruhi bunalımların yeryüzüne hakim olduğu bu çağda gönüllerimizi mest eder.Kulağımıza hoş gelen ve kalpleri buluşturan bu nağmeler maalesef günümüz dünyasında yerini hüzne ve masum çocukların ağlayışlarına bırakmıştır.Bundan dolayı bizler de insanlığın aslında Nevruz’a hiç olmadığı kadar ihtiyacı olduğunu anlarız.Nevruz’u,yüce milletimizin şahsında,yaşayan bütün insanlık adına ifade edecek olursak şu üç şeyle ifade etmek isterim.Nevruz Ateş,Çiçek ve Aşk ekseninde gelişen ve ilkbahar güneşiyle açan bir kardeşlik iklimidir.Nevruz’un Ateşi,Türk medeniyetinin bir ilkbahar güneşi gibi insanlığın kalbinde sevgiyle açacağının bir haber- cisidir.Nevruz’un ateşi,Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh,Cihanda sulh” sözünün yeryüzüne hakim olacağının bir işaretidir.Ve Nevruz’un ateşi,yeryüzünde insanlığın selameti, barışın teminatı ve kardeşliğin bir tecellisidir.Nevruz ateşinin içinde bir de etrafa güzel kokular yayan bir çiçek vardır.İşte bu Çiçek,kâinat bahçesinde yetişen ve adını bahar çiçeği koyduğumuz Türk Medeniyetidir.Bu çiçeğin tohumu Türk Gençliği ve bu çiçeği yetiştiren yine Türk gençliğinin 150 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 kararlı olan azmidir.Bu Nevruz çiçeği açan her güneşle birlikte canlılığını ve tazeliğini koruyacak ve insanlığın gönlünde ümit duygularını yeşertecektir.Aziz milletimiz bu güzel kokan çiçeği insanlığa sevgi ve aşkla takdim edecektir.Bu çiçek yüreklere aşkın yeryüzündeki temsilcisi olmak üzere hediye edilmiştir.Ve Nevruz çiçeği aslında büyük bir aşkın da habercisidir.Bu Aşk kendini kardeşlik ve barış çabalarıyla kendini belli eder. Nasıl ki bir âşık,sevgilisine kavuşmak için nice sıkıntılara katlanıyorsa,Türk milleti de kalpleri bu aşk etrafında buluşturmak için çok çaba sarf etmiş ve nice sıkıntılara katlanmıştır. Milletimiz gücünü bu aşka olan inancından ve samimiyetinden almaktadır.Türk mille- tinin bu aşktaki amacı,Dünya’yı kuşatmak değil,insanlığı Nevruz ile yaşatmaktır.Biz asil bir millet olarak insanlığa nice Nevruz’lar yaşatabilmenin gayesi içinde olmalıyız. İnsanlığın birlik ve beraberliğe muhtaç olduğu bu çağda,hürriyetinden yoksun bırakılan milyonlarca insanın tebessümlerine ortak olmanın gayesi içinde olmalıyız.İlkbahar güneşi,Türk medeniyeti ile birlikte yeryüzünde yaşayan bütün masumların kalbine barış ve kardeşlik duygularıyla doğacaktır.Türk Medeniyeti’nin kalbi olan Türkiye’den Nevruz Bayramını kutlamaya hasret kalan coğrafyalara kendi yazdığım bu şiirimi armağan ediyorum.İnşallah yeryüzünde yaşayan bütün Türklerle bu bayramı neşe ve sevinç içinde kutlayacağız.Çünkü bahar yakındır bizlere. Türk Milleti’nin Kardeşlik Bayramıdır Nevruz Ey Türk evladı! Bak açtı çiçekler,geldi işte ilkbahar. Hüzünler bitti artık, şimdi kalplerde mutluluklar var. Bu güzel günde herkesin yüreği büyük bir aşkla atar. Türk’ün kalbinde aşk güneşinin açtığı gündür Nevruz. Dünya’yı yakıp yıksa da bâki kalmaz zalimin zulmü. Kardeşlik varken,niçin görmez gözler yoksa kör mü? Mavi gökyüzü yok mu artık,bu görünen kızıl çöl mü? Türk’ün yaşama arzusuyla hayal ettiği gündür Nevruz. Bu millet asırlardır insanlığı barışa ve aşka davet etti. Çünkü insanlığa kardeşçe yaşamayı öğreten bu milletti. Bu duyguları yaşatan güç,kalbimizdeki o temiz asaletti. Türk’ün kardeşini kucakladığı en güzel gündür Nevruz. Bir barış güvercini,kanat çırpıp uçacaktı bu semalarda. Millet,kardeşlik türkülerini haykıracaktı bu topraklarda. Zulüm bitecekti elbet,bir umut olacaktı hep insanlarda. Türk’ün yeryüzüne aşkla hakim olduğu gündür Nevruz. Sonuç olarak Nevruz için kalemlerimiz bu eşsiz satırlara aşkını dökmeyi çok arzulardı. Fakat TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 151 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN dileğimiz kalemimizdeki mürekkebi kağıda değil,yüreklere nakşedebilmektir.Ben inanıyorum ki yüreklere nakşedeceğimiz bu aşk mürekkebi,yeryüzünde sonsuza dek yaşa- yacak ve bir kardeşlik imzasının teminatı olacaktır. 152 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Asya Şirin YARDIMCI Freiburg Üniversitesi 8 Semester TARİH İÇİNDE BURSA: BURSA İÇİN SÖZLER/ ŞİİRLER “Baş koymuşum anadolu yoluna, Anaların dua yüklü koluna, Melekler oturmuş sağ ve soluna, Ümmet-i Millete iman doluna, Damarda akan cânân anadolu!” Diyar-ı Êllerde süslenir türküm, Birlik/Berâberlik, gönülde ülküm, Uğruna adanmış, servetim mülküm, Kanımda asâlet, Müslüman Türküm, Fecrin sabahında Tan Anadolu! Dizelerinde şair Cennet Vatanı, Anadolu’yu anlatır. Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet döneminde Anadolu, Şüheda Vatan bir başkadır, destanlara konu olmuştur. Cennet Vatanın bölünmez bütünlüğü yanında, Medeniyet Gözemizin ilk damlalarından, sonra da çağlayanlarından biri olan Bursa üzerine söylenmiş, yazılmış sözlerden, şiirlerden bir demet sunacağız sizlere.İşte Bursa üzerine yazılmış şiirler, sözlerden bazıları: • 1854 yılı Zelzelesini haber alan zamanın Sadrazamı Keçecizâde Fuat Paşa şunları söylemiştir: - Desenize Osmanlı tarihinin dibâcesi yırtıldı. (Dibace: Kur’an-ı Kerim’in ve İslâm eserlerinin birinci ve ikinci sayfaları tesbihle süslü olarak yazılırdı. Bu ilk sayfalara DÎBACE denirdi.) • “Fırak-ı padişahtan Od’a yanmış, harab olmuş Dil-i uşşaka, yıkılmış sine-i müştaka benzer” TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 153 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN ( Lâmii Çelebi bu sözü Bursa için söylemiştir. ) • “Gerçi dersiz dehr içinde yoktur İstanbul’umuz Dursun İstanbul’unuz, Bursa bizim makbulümüz.” (Nâzik Abdullah Efendi – Bir zamanlar İstanbul’a giden Nâzik Abdullah Efendi adından bir zat, saray mensuplarından Kara Çelebi Mehmet Efendi ile “Bursa – İstanbul münakaşası”na girmiş. Neticede Mehmet Efendi; “İstanbul’un Dünyada eşi yoktur” deyince, Nâzik Abdullah Efendi bu beyitle cevap vermiştir. ) • “Dünyada görmediğim memleket ve şehir kalmadı gibi bir şey… İnsan eliyle süslenmiş bundan daha kudretli pek çok şey gördüm. Fakat tabiatın bütün varlığını ve Allah’ın vermek kudretinde bulunduğu bütün insanları nefsine toplayabilen böyle bir şehre rastlamadım. (35 yıl gezen İsviçreli bir seyyah.) • “Hazreti Adem eğer hâki serendibe bedel Bursa’ya inse idi çıktığı dem Cennet’ten Der idi: böyle çemenzârı Hüdai var iken Acırım bâğ-ı cinânda geçen evkatına ben” (Gurebahane-i Lâklakene’den me’âlen alan Rahmi Karatay ) • “Bursa’yı eski eserler cihetinden fevkâlâde zengin şehir olarak mütalâa ediyorum. Bu eserler ve tabiatın bu güzelliğine sahip olan Bursa şehrinin istikbâlinde Dünyanın diğer bütün şehirlerinden üstün olacağına katiyetle emin bulunuyorum. Yeni yapılacak planda gerek camilerin, gerek türbelerin etrafını meydanlarla süsleyerek bu eserlerin güzelliklerini daha çok göstermeye ve daha çok meydana çıkarmaya çalışacağız…” (Bursa’nın imar planını yapan şöhretli mimar MÖSYÖ PROST) • “Bursa’da gökler güler, ova güler, Dağ güler.” (İlhan Geçer’in bir şiirinin son mısrası) • “Yeşilden şehir Bursa En güzel şiir Bursa.” (Enver Tuncalp) • “Daim iyiye giden, Hak yolda Velilerden 154 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Allah’a dua eden Elleri var Bursa’nın.” (Yasin Doğru’nun BURSA isimli şiirinden) • “Bursa, bir ‘dış’ değil, bir ‘iç’ tir.” (Hasan Ali Yücel’in bir yazı başlığı) • “Rüya görüyordu surlar alacakaranlıkta Geleceğin çağıltısıyla sarhoş Sahibini bekliyordu burçlar Sokaklar bomboş…” (İsmail Gerçeksöz’ün “Bursa’nın Destanı”ndan) • Tarihin bir hayli evvelki çağı Hakanlar sinende kurmuş otağı İşittim sendeymiş Cennet’in bağı Yeşil Bursa seni görmeye geldim..” (Uzunköprülü bir şair Basri Karakuş) • “Bursa iyi, Bursa güzel, Bursa için destan yazılır. Bursa için iğneyle kuyu kazılır.” (Şair Niyazi Akıncıoğlu) • “Acebmidir hayatı nev bulursa mürde diller anda Hakikat mahzarı enfası rüh-u Kudüster Bursa Nice gencineler pünhan eylemiştir kudsiyyetine, Dereguş eyleyib anlarla daim ünsdür BURSA…” (İsmail Hakkı Bursevî) TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 155 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN • “Muradiye, sabrın acı meyvesi, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler, Şanlı menkıbesi binlerce erin, Sesi arşa çıkan hengâmelerin Nakleder yâdını gelen geçene. …………………………….. Billur bir avize Bursa’da ZAMAN.” (Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirinden) • “İçimde yaşayan şehir BURSA…” (İsmet Bozdağ) • “Bir su içtim testiden, Bursam, sensin beni mest eden!...” (Bir çobanın ağzından) • “Hani padişahlar, Emirler hani? Gün gelir yok eder bu toprak seni. Rahmi, gönül der ki; bu Dünya Fâni, Üftâde’ye gönül verdim Bursa’da!...” (Rahmi Demirlioğlu) • “Yüce Minarelerinden okunurken Ezan’ın, Yanık yanık, içli içli şiir okur Ozanın, Fetih destanından kuvvet alır; oğul, kızan’ın, Osman Gazi, Murat Bey’in mirası Yeşil Bursa!..” …………. “Üstümden eksik olmasın yeşil çimen” diyenler, Murat Han’ın Türbesinde bu gerçeği görenler, Ecdadın eserlerine ellerini sürenler, 156 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Tarihi benliğini mâzi bilir BURSA’da!...” (İlhan Yardımcı’nın Fetih Şehitlerine şiirinden) • “Bir Bahar Bursa’ya bir yolculuk istersen eğer Bu seyahat yedi kat Cennet hülyâsı değer.” (Mehmet Faruk Gürtunca’nın “Yeşil Bursa” başlıklı şiirinden) • “Mecnun Leylası’na kavuşamadı. Fakat güzellikler kaynağı Uludağ’da herkes ilhamına kavuşabilir.”(Zeki Müren, 27 Ağustos 1953, Radyo Âleminden) • “Gece su sesleri içinde uyuyan Bursa, başının ucunda daima ay ışığıyla aydınlanmış duran ak minareleri, her biri birer gufran fevvaresi gibi fışkıran Mekke yeşili ihtiyar selvileri ile bin bir sevgimizin tavaf yeri olan Bursa, dede çınarlarının dallarından sahil sesleri eksik olmayan, deniz altına mahsus yeşil karartılarla, türbelerin, mabetlerinin içinde serin renk dalgaları uyuyan Bursa. İlkbahar olduğu vakit ufuklardan ufuklara gelincik bulutlarıyla ovalarına şafaklar devrilmiş gibi görünen BURSA..” ( Hamdullah Suphi) • “Bütün Dünya başını bir taştan taşa vursa Yine bizimdir, ey dost, haşredek yeşil Bursa…” (1949 Tarihli Uludağ dergisinden – Yeşil Bursa şiirinin son mısrası, Cemal Oğuz Öcal) • “Tarih senin karşında, yeridir, divan dursa; Ey Padişah şehri, kubbeler şehri BURSA!...” (İlhan Yurtsever) • Ne ânın gibi var kûh-i felek-çehr Ne Bursa gibi gök altında bir şehr.” Günümüz diliyle: (Ne onun gibi gök yüzlü bir dağ, Ne de gök kubbesi altında Bursa gibi bir şehir var.) TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 157 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Dilindir şehr-i Bursa gibi pürsûz Duhanından feleklerdir siyah-ruz Günümüz diliyle: (Senin dilin, Bursa şehri gibi yakıcıdır. Yanık gönlüm dumanından dünyaların gündüzü kararmıştır.) (Lâmii Çelebi’nin “ŞEHRENGİZ-İ BURSA” adlı eserinden) • “Bütün Dünyada var mı Bursa şehri Kâmusu rûstâyî, Bursa şehri.” (İshak Çelebi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe yazmalar 3770 9.B-10-A) • Türk güzeli sevgilime haber ulaştır! Senin Bursa’ndayım ben… Gel!... Mis kokulu saçlarının sarhoşuyum ben… Saçlarının çekici rayihasıyla dağlar, denizler aştım… Bursa’ya kadar ulaştım… Senin Bursa’nda, saçlarının mest edici kokusunu getiren diyardayım… Sen de gel bana kavuş!...” (Şeyh Attâr – 1119 – 1193, İran.’lı şairin “Pend-i Attâr” isimli eserinden) • “Hiçbir yerde böyle her tarafı yeşil bir manzara görmedim. Ovayı kaplayan muhteşem dağlar ise bir kat daha buraların letâfetini arttırıyor. Suların mebzuliyetini şayanı hayrettir… Şehrin her tarafında ve hatta camilerin avlularında birçok şadırvanlar vardır. Osmanlıların iki payitahtının, yani Bursa’nın mı, yoksa İstanbul’un mu mevkii daha güzeldir?. Doğrusu buna cevap vermek müşküldür…” (Alman Mareşali Helmuth Von Moltke’nin “Türkiye Hatıraları” isimli eserinden, Bursa’ya seyahat bölümünden alınmıştır. ) • Şiirde AKROSTİŞ sanatını deneyen Mecit Yıldırım, şahsım için 1974 yılında kaleme aldığı şiirinde şöyle sesleniyor Bursa için: İlk busem bu olsun isterdim öpüşüm Bursa’yı Lâtif manzarası ve tüm varlığıyla… Hayallerime kavuşmuş gibiyim, Adımlarım uçarken kaldırımlarında… Ne bir güçsüzlüğümün ve ne de bir yalnızlığımın, Yoklamaya cesareti yok beni Bursa’da… Aynada insan yığını gibi yanımda bir iki dostum, 158 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Remziye hanımı hatırlıyorum Dar sokaklardan geçerken Bursa’nın… Ilgıt ılgıt eser meltemin ıtrı sarmış ruhumu, Marmara’dan duyuyorum martıların ötüşünü Canlı, her varlık Zemheri ortasında Ilık iklimin verdiği hayatla BURSA’da!... • “Huzur, aydınlık, mûvazene yeri. Kutsal, karışıksız bir mavilik; ruhun kemaliyle sağlığı…” (Andre Gide, Bursa Yeşil Cami) • “Simsiyah bir örtü misali zaman Gerilmiş tarihin renkli göğüne İpince sızısı şadırvanların Yeşil duyguların gömüldüğü Hayret ellerinde Bursa beton çağının Ne yatırlar kalmış, ne de türbeler Ağlamış ağlamış göğe uzanıp Sahipsiz ve yalnız sıra selviler… ……. Gelsin de bir görsün, bir akşam üstü, Bursa’nın şairi koca Tanpınar Ovalarda şimdi yeni bir “Ova” Uludağ’a nispet “Kondu”lu dağlar Ne Bursa’da tarih, ne de o şiir Zaman şahit durur ölümlerine Ki kalan yaş döksün matemlerine.” (İhsan Sezal – 1981) • “Türkiye’deki yedi senelik ikametim esnasında, geniş ülkelerinde seyahat ederken Bursa’nın bir benzerine daha rastlamak mümkün olmadı. O, Türkiye’nin en fevkalade bir şehridir.” (Jozef Brunne’den Türkçe’ye çeviren K. Sezencan) Âriflerin kutbu, Gavsül vasilin bir zat olan Hazreti Üftade’nin torunu rahmetlik Daim TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 159 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Üftadeoğlu bir şiirinde Bursa için şöyle sesleniyor: “Şeftali pembeliği ufuklara tül olmuş; Gece kestane renkli, gurup şafak bambaşka. Her yalı bir zeytinlik, bülbül dolmuş gül dolmuş; Yamaçlarda meşeler, dağlardaki çam başka!... …………… Dünyasına küsenler gelir sende barışır, Ancak seni sevenler Meleklerle yarışır; İksirine bu işin Ulu pîran karışır, Erenlerin şaire verdiği ilham başka!...” Bursa’da metfun bulunan yetmiş bin erenin, Evliyâ’nın şairlere, âşıklara ve gönül erlerine verdiği ilhamı sadece Bursa’da bulmak mümkündür… Kendi çemberi içerisinde kalmış, başkalarının değerlendirmesine ihtiyacı bulunmayan Bursalı bir şair, rahmetli Mustafa Okur bu gönül erleri yumağından biri olan Emirsultan için bakınız ne diyor: “Huzura eren gönülleri, ûhrevileşir; Seher vakti uyananların Emirsultan’da Tekbirler yüreklere ilâhi tebşir, Habercisi, arayanların Emirsultan’da. ………. Düşünceler biter, akıl birden duralar, Daim tefekkürde, şadırvanda kurnalar, Şemşeddin Buhariye şereflendi buralar, Ümid-i Cennet seccade, yayanların Emirsultan’da.” Edebiyatımızda Bursa, Türkülerde de bir başkadır. “Sekme” denen dört buçuk tempolu oyun havaları ile söylenen Bursa Türküleri; “Efe Türküsü” ile başlar, “Sarı Mustafa Türküsü” ile biter. “Alıverin martinimi destime efem 160 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Bine idim kır atımın üstüne Beş yüz atlı gelemedi üstüme. “Yemeni, Dividi var, Aşalım, Harman, Turna, Bursa’nın ufak tefek taşları, Mendilim, Kadifeli gelin ve Keklik” Türküleri daha bir başkadır. “Bursa’nın ufak tefek taşları Hilâl olmuş o yarimin kaşları Bir omuzdan bir omuza saçları” Dizeleri akar akar, gider… • Bursa’dan uzak olduğum zaman, denizlerin renginde bazen bir yeşil yol görürüm… Bu rengi o kadar çok seviyorum ki…” (Güzin Yenisey) Tarih içinde Millî folklorumuzu derlerken, araştırırken; “Edebiyatımızda Bursa”yı işlerken, Bursa için söylenmiş sözler ile mısraları sizlere aktarırken; “İman ve Aksiyon şairi “Mehmet Akif Ersoy’un BÜLBÜL şiirini unutmak mümkün mü?... Bursa’mızın Yunan çizmeleri altında inlediği yıllarda yazılmış olan BÜLBÜL’de sıralanan duygular 9 Mayıs 1928’de Ankara, Tacüddin Dergâhında mısralaşmıştır… Rahmetli Akif bakınız bu şiirinde Bursa için neler diyor. Bazı bölümlerini alıyorum: “……….. Selâhaddini Eyyubilerin, Fatihlerin Yurdu… Ne zillettir ki: Nakus inlesin beyninde Osman’ın; Ezân sussun, fezâlardan silinsin yâdi Mevlâ’nın!... ………… Çökük bir kubbe kalsın mâ’bedinde Yıldırım Han’ın; Şenaâtlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın, ………… Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!...” Tarih şehri, Veliler yurdu, İlim/irfan Merkezi, Osmanlı’nın ilk beşiği Yeşil Bursa; 1326 tarihinde Osmanlı Türkleri tarafından fethedildiği günden itibaren gerçek değerini kazanarak, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 161 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Edebiyat tarihinde de kendisinden söz edilen bir belde haline gelmiştir. Bütün bunları Bursa’nın dışında değil, içinde aramak lazımdır. Bu içteki güzellik, ruh ve değer; Bursa’yı Bursa yapan sarsılmaz ve kaybolmaz manevi değerlerdir… Millî Tarih şuûruna sahip çıkma dâvâsıdır… Bu değerlere sahip çıktığımız sürece, Bursa yerini ebediyen muhafaza edecektir… Avrupalıların “Bu eserler bir yazar tarafından yüz senede değil, bir Üniversite kadrosunun üç yüz yılda yazabileceği eserlerdir” dedikleri İsmail Hakkı Bursevî gibi 161 eser sahibi; İlim, Felsefe, Psikoloji, Ruh, Siyaset, ahlak, metafizik, Tasavvuf, Edebiyat, Şiir ve Tefsir sahalarında derya alim, mütefekkirler yetiştiren Bursa; Âşıklarından gönlünde, şairlerin dilinde, ozanların telinde, yazarların kaleminde imanlı bir kaledir. Bu kale ve burçlarında dalgalanan kültür değerlerimiz Haşre kadar bizimdir. Bizim kalacak. Bursa’nın remzi “ULU ŞEHİR” olarak tescillendi. Yazımızı bir şiirle noktalayalım: BURSA ULU BİR ŞEHİR, DERYÂYA AKAN NEHİR! KEMÂLİ Nihayet “ULU ŞEHİR”, Bursa’nın remzi oldu, Geçmişten akan nehir, şimdi yatağın buldu, ‘Bursa’da Zaman’ mâhir, gönüle sevdâ doldu, Aşkı etmeyin tehir, kokmayan güller soldu. ULUCAMİ, ULUDAĞ, PEŞİNDEN ULUÇARŞI, OVADA KALMADI BAĞ, BEN GİDEM KİME KARŞI? Masonlar üzülmüştür, “Ulu” onlara batar, Tenleri büzülmüştür, dertlerine dert katar, Dilleri çözülmüştür, devirimleri artar, Şühedâ dizilmiştir, Bursa’da Osman yatar. ULU OLAN MİLLETİN, TARİHTE ULU ŞEHRİ, YUNAN ZULMÜ ZÎLLETİN, SELE KARIŞAN NEHRİ. Bursa yeniden baştan, Ulu Şehir olmalı, 162 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Genç, ihtiyar, her yaştan, âhenk ile dolmalı, Tarih yazılan taştan, benliğini bulmalı, Gerekirse savaştan, ‘Son Karakol’ kalmalı. YETMİŞ BİN VELÎ YATAR, ULU ŞEHİR TOPRAKTA, TARİHİN KALBİ ATAR, YORGAN OLAN YAPRAKTA. Sana baktım tepeden, ovalar beton olmuş, Acı boşalt heybeden, sevdâma kimler dolmuş, Ulu adın bilmeden, bağında güller solmuş, Bekleyenler gülmeden, nihayet seni bulmuş. ALTI ÜSTÜNDEN CANLI, ULU ŞEHİR, ULU YER, EDEP/ERKÂNLA CANLI, ERENLERİ BULUVER. Evliyâlar diyarı, Padişahlar otağı, Bulunamaz mîyârı, Medeniyet Toprağı, Eser Lodos Rüzgârı, dalda kalmaz yaprağı, Utandırır ağyârı, Osmanlının Kalpağı. GÖZÜMÜ SENDE AÇTIM, BENLİĞİ SENDE BULDUM, ÖZÜMÜ SENDE SAÇTIM, DEĞERLERDE KAYBOLDUM. Dört Mevsimi yaşarsın, Yeşil/Mavi yan yana, Engelleri aşarsın, olmaz sana angarya, Geleceğe koşarsın, hiç yapmazsın tantana, İnanmazsan şaşarsın, gerek kalmaz bühtâna. ŞAİRLER KALEMİNDE, ULU ŞEHİRDE ZAMAN, YAZARLER ÂLEMİNDE DEVRÂNDA OLMAZ AMAN. Duymuştur Osmangazi, Emirsultan kabrinde, Nice şehitle gazi, Makber olan kalbinde, İnegöl, Orhangazi, Gemlik, Gürsu vaktinde, Yaşayın Kış’la, Yaz’ı, ulu olan ahdinde. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 163 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN BURSA ULU BİR ŞEHİR, BAYRAMLA SEYRÂN BAŞKA, DERYÂYA AKAN NEHİR, İNSAN GELİYOR AŞKA. Tanpınarlar kalk ta göre, Bursa’nın remzi ulu, Ruhunu yeniden ör, insanlar Hakkın kulu, Sorarsan binleri sor, Dergâhta ‘Sevgi Çulu’, KEMÂLİ’ye düşer kor, tekmeler para/pulu. BURSA BENİM GÖNLÜMDE, ULUDAN DAHA ULU, DÜN, BUGÜN, HER GÜNÜNDE, BİLİR ALLAH’IN KULU. 164 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Hakan Berke ERKAN Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Hazırlık Sınıfı NEVRUZ MİLLİ RUHUMUZDUR Bahar ve bereketin simgesi Nevruz Türk dünyasının ortak kültürel değeridir. Emeğe, tabiata, hayata karşı duyulan sevginin adı, umudun başlangıcıdır. Ergenekon denilen kutlu yurttan çıkan büyük Türk milletinin kıtaları aşarak Kızıl Elma’ya varan uyanışının ve bir milletin içerisinde taşıdığı kutlu bir ateştir. Nevruz zorluklardan ve sıkıntılardan sonra açmayı başarabilen bir çiçektir. Uzun ve soğuk bir kışın ardından Tabiat Ana insanoğluna en güzel hediye olan baharı verir. Ağaçlar dayanamayıp nazı bırakır ve gelinliklerini giyerler. Gözlerimiz bir renk cümbüşüyle süslenir. Kalbimiz de bu renklerin sıcaklığıyla ısınır. Sevgi tomurcukları açar. Tabiata kuşların ve çiçeklerin yeni notaları düşer. Ümit, mutluluk, hoşgörü ve kardeşlik duygularını da önüne katarak ilerler. Bu coşku bazen Türkmen çöllerine bir damla serinlik, Balkan ormanlarına yağmur, Anadolu topraklarına bereket bazen de Doğu Türkistan’a umut dağıtır. Güneşin yedi rengiyle birleşip yanık ezgilere ilham olur. Nevruz toplumsal yaşamda canlandırıcı etkisi bulunması, geleneklerin sürmesi aracı olması yönüyle işlevseldir. Nevruz geleneğini sürdürenler kültür taşıyıcıları olarak görev yapar. Orta Asya’daki Türk Topluluklarından Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur, Balkan ve Anadolu Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak günümüze kadar yaşatmıştır. Kafkaslar’da yakılan Nevruz ateşinin sıcaklığı Sibirya’yı ısıtır, Doğu Türkmenistan’daki Nevruz ateşi Anadolu’yu, Balkanlar’ı sevindirir. İşte, bu yüzden Nevruz Bayramı, Türk varlığının vazgeçilmez bir parçasıdır. Nevruz milli ruhumuzdur. Türklüğün kuşatılması ve Türk Birliği için vazgeçilmez bir değerdir. Tutsaklığa düşmemek, töresini koruyabilmek, hür ve barış içinde yaşayabilmek için yakılan ateş Türk’ün bağımsızlık özleminin, örste dövülen demir yeniden şekillenmesinin gelişmenin, büyümenin, kurtuluşun, gelişmenin sembolüdür. Nevruz Türk’ü geçmişten bugüne ve bugünden yarına ulaştıran bir köprüdür. Nevruz bereketle birlikte taşıyıcısı olma görevini de başarıyla yerine getirir. Törelerin kökleşmesini sağlar. Her toplum Nevruz’u değerleriyle anlamlandırarak milli kültürlerinin bir sembolü haline getirmiştir. Her kavmin masalları vardır. Türklerin kendilerine mahsus ve babadan oğula geçen masalları vardır. Milletleri canlandıracak yükseltecek mefkûreleri doğuran her halde mefkûreyi öldüren tarihlerden daha iyi ve daha kıymetlidir. Bilindiği üzere 30 Ekim 1918’de Mondros MüTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 165 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN tarekesi’nin imzalanmasından itibaren İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından Osmanlı Devleti toprakları ve Anadolu işgal edilmeye başladı. 21 Mart 1921’de Yunan orduları bütün cephelerde taarruz hazırlığına başladılar. Hedefleri Ankara ve Büyük Millet Meclisi idi. Bu işgaller ve saldırılar Ankara TBMM Hükümeti tarafından ikinci Ergenekon’a benzetilmiştir. 23 Mart 1921’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde bir makale yazan Kütahya Mebusu Besim Atalay Milli Mücadele’yi Türklerin Ergenekon’dan çıkışına benzeterek bunu şöyle ifade etmiştir. “Ergenekon hadisesinin önemi bizim bugünkü Milli Mücadelemizle olan benzerliğinden ileri gelir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyu, bugün de kendi varlığına kastedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim” “Bilelim ki, milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avı olmaya mahkûmdur.” Diyen Atatürk “ Türk kimliğini koruyarak çağdaşlaşma” hedefine yürürken; devlet kuran devlet adamı olarak Türk’ün bütün milli ve manevi değerlerini de kucaklamıştır. Düşmana karşı ölüm-kalım mücadelesi sürdürülürken bile 21 Mart 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın katılımıyla Ankara’da Nevruz şenlikleri düzenlenmiştir. Askeri kıtalar başlarında “Gök sancaklar, al sancaklar” olduğu halde yürümüştür. “Cumhuriyet’in temeli yüksek Türk kültürüdür.” diyen Atatürk’ün Nevruz kutlamasına bizzat katılması, aslında onun çok zor bir yolda yürürken her şeyi ne kadar detaylı düşündüğünün de bir göstergesidir. Atatürk, Nevruz Bayramı’nın Türklüğün en eski bayramlarından biri olduğunu biliyordu. Bu nedenle de o sıkıntılı günlerde halkın heyecanını arttıracak her türlü etkinliği yaparak, hem Nevruz’un bize ait olduğunu vurguluyor, hem de Nevruz şenlikleriyle halkın moralini yüksek tutmaya çalışıyordu. Halkın kendi içinde yaşattığı kültürel değerleri ne kadar önemsediğini gösteriyordu. Nevruz Anadolu ve Turan coğrafyası için sevda ve hasret türküsüdür. Nevruz, Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen ataların ruhuyla yanan bir ateştir. Bu ateş hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. TÜRK Dünyasını oluşturan devletlerarasında sınırlar olabilir ama bu sınırları aşan gönül, kültür, dil birliktelikleri hiçbir zaman sınır tanımaz. Bizlerin bu sınır tanımazlığın içerisindeki tek bir millet, tek bir kültüre sahip insanlar olarak, birlik ve beraberliğimizi her daim diri tutmamız ve birlikte hareket etmemiz gerekir. “TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR.” 21 Mart Nevruz Bayramı, genç nesillerimize mutlaka öğretilmeli ve dünya durdukça Türk Milleti’nin geleneksen bayramı olarak yaşatılmalıdır. 166 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Ebru ÇETİN Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 2.Sınıf KÜÇÜK OVANIN BÜYÜK SIRLARI Baş ucunda koca bir dağ ayak ucunda Marmara sanki cennetten bir belde nakışlanmış buraya,çehresi buram buram tarih kokuyor.Sokaklar evliyalara yurt olmuş,adı Osmanlı’ya baş olmuş,nice padişahlar görmüştür.İpek mendillere işlenmiş,türkülerde destan olmuştur.İlim,bilim,sanat sağanak sağanak bu küçük ovaya yağmış nice şairleri makama oturtmuştur.Her taşında işlenilmiş nakışlar yeni bir nakşa örnek olmuştur.Her köşesi “ALLAHU EKBER”sözüyle arşı titretmiş düşmana kalkan olmuştur.Şarktan,garba,şimalden,cenuba her çeşit insanın toprağı olmuş kimilerinin makberi olmuştur.Yeşil sevdasıyla yürekleri yakan,beyaz altınıyla ihtişamı yaşatan,mavi kapısıyla her gelene”Merhaba”diyen,eşşiz görkemiyle cümlelerin yetersiz kaldığı Bursa anlatmaya şâyân bir âbidedir.Bursa kayıtlara göre MÖ iki bin sene evvel Trakya’dan bir takım kavimler gelmiştir.Bunların arasında olan Tini’ler Bursa’dan Kastomoni’ye kadar olan yerlere yerleşmişlerdir.Bu yerlerde krallık kurup bu krallığın adına”Bitinya”adını vermişlerdir.II.Prusyas zamanında Roma’lılarla Üç Pön savaşı yapan Anibal Roma’lılara yenilince doğuya kaçarak İznik’te Prusyas’a sığınmıştı.Bursa civarında kralla bir gezintiye çıkan Anibal bu mevkiyi beğenerek burada bir şehir kurulmasını krala teklif eder.Teklifi kabul edilir. Kurulan şehrin adına”Bursa”denir.MÖ 202 Prusa İran kralı Kevhüsrev ile Lidya kralı Krasüs zamanında yaşamıştır.Daha sonra Roma’lılar memleketlerini genişleterek Anadolu’ya geçmişler,Bergama Krallığı’nı ortadan kaldırmışlardır.Roma genarali Triarios burayı zaptederek Bursa’yı İzmit’e bağlı bir şehir haline getrmiştir.Bitinya Krallığı’nı da toprakları içine katan Romalı’lardan kaçan Anibal Gebze’de intihar etmiştir.Roma İmparotorluğu MÖ 3000 sene sonra doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılır.Bu suretle bin sene kadar Doğu Bizans İmparotorluğu idaresinde kalan Bursa Orhan Bey tarafından on sene kuşatıldıktan sonra türklerin eline geçer. Anibal Bursa’nın üç tarafı uçurum olan mevkilerinin yalnız güney tarafına kalaler yaptırmış ve önünü su bendi ile çevirtmiştir.Pınarbaşı suyunu gizli bir yerden Bursa’ya akıtmış kuşatma esnasında Rum’lar bu sudan faaydalanmıştır.Bursa daha sonra Yunan’lıların sonra da Roma’nın vilayeti haline gelir.Roma döneminde İmparator Trajon zamanında vali bulunan genç Plin hisar içinden ibaret olan Bursa’da büyük binalar,saraylar yaptırmış ama günümüze ulaşmamıştır.İmparator Jüstinyen zamanında Çekirge hamamları yeniden imar edilmiş saraylar yapılmıştır.Rivayetlere göre bu saraylar Hüdavendigar cami yerindeymiş.1071’de Alparslan’ın Romen Diyojen’i Malazgirt savaşında yenmesinden sonra Batı Anadolu’ya uzanan Selçuklu,TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 167 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Melikşah’ın tayin ettiği Süleyman’ın idaresinde ilerlemekteyken Bizans’lılar bir daha ordu ile talihlerini denedikten sonra çekilmeye mecbur kaldılar.Fırsattan istifade eden Süleyman İznik’e kadar gelmiş,İzmir ve Alaşehir civarını da almıştı.Bizansa yakın olması için 1081’de İznik’i baş şehir yapmıştır.Süleyman’ın vefatından sonra oğlu Kılıçaslan Selçuklu padişahı Melikşah tarafından yetiştirildi.Daha sonra İznik’e gönderildi.Anadolu Selçuklu Devleti’ni diriltip İznik’i merkez yaptı.Şimdi Bursa’nın en hareketli olan Osmanlı dönemine gelelim.Osman Bey’in başa geçtiği dönemde Bitinya bölgesinde idare gevşekti.Ankara’dan Eskşehir’e kadar olan yerlerde ahi şeyhlerinin nüfusu fazlaydı.Osman Bey Âhi Şeyhleri’nden faydalanmasını bildi.Eskişehir’de olan Şeyh Edebali’nin kızını aldı.Şeyh Mahmud Edebali’nin Âhi Şemsettin ve oğlu Âhi Hasan ve Cendereli Kara Halil devletin kurulmasında hizmeti olan şeflerdendir.Başka aşiret beyleri de birliğe katılmış ve çalışmışlardır.Osman Bey 1307’de Bursa,Kestel,Kite,Antranos tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz bayırının doğusunda perişan etmiş,Dimboz ve Kite tekfurları kaçmış Aydoğdu orada şehit olmuştur.Mezarı şimdi Dimboz köyünün altında yol kenarındadır.Kaçan Kite tekfuru kalesinin önünde öldürülmüştür.Diğer tekfurlar Ulubat’a kadar takib edilmiştir.Bunun üzerine Osman Gazi Bursa’yı kuşatmaya başladı.Bu maksatla dışardan gelen yardımları önlemek için iki tane kale yaptırdı.Biri Kükürtlü hamamı karşısında buraya kardeşinin oğlu Aktimur’u bıraktı, diğeri de Molla Arap mektebinin yerindedir,buraya da yiğitlerden Balaban Bey’i bıraktı.Bursa’nın kuşatılması uzun sürdü.Osman Bey ihtiyarlamış savaş idaresini oğlu Orhan almıştır.Orhan Bey de Bursa’yı kuşatmaya devam etti.1321’de Mudanya,Gemlik ve Astranos(Orhaneli)alındı,şehrin kuşatılması tamamlandı.Ohan Bey karargâhı Bursa’nın güneyindeki Pınarbaşı meydanına getirdi.Savaştan kurtulamayacağını anlayan Bursa tekfuru Broses Köse Mihâl’in dalâleti ile teslim olmak istedi.Otuz bin frori altını mukâbilinde avânesi ile birlikte gitmeye razı oldu.Verilen askerlerin himâyesinde Gemlik’e, oradan da gemilere bindirilip gönderildi.Bu suretle Bursa türk hakimiyetine girmiş oldu.Bursa’nın zaptından bir sene sonra ilk Osmanlı parası burada basılmıştır.Orhan Bey zamanında ilk anıtlarda yapılmaya başlamıştır.Bursa hükümet merkezi olmuştur.Gökdere’de bir câmi yanında imâret,medrese,han,hamam yaptırdı ve etrafını da duvarla çevirtti.Hisar içinde Eski hamam,Sürmeli mescid,Alâaddin cami,Molla Arab’da Çoban Bey mescidi yapıldı.Balıkesir ve civarı alınınca Karesioğulları’ndaki büyükler Osmanlı hizmetine geçtiler.Devletin gelişmesinde rolleri büyüktür.Orhan Bey’in vefatında Bursa hisar içinden çıkmaya başlamıştır.Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun için oğlu I.Murad tarafından İznik’te imârethane yapılmıştır.Günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.Orhan Bey’in ölümüyle tahta I.Murad çıkar.Orhan Bey’in türbesi dört köşedir,dört yuvarlak sütun üzerine yapılmıştır.Türbenin taban döşemesi üzerinde Bizans mozayik parçaları vardır.Yanında zevcesi Nilüfer Hatun ve kızı yatar.I.Murad zamanında Lala Şahin Paşa(Bursa’da medresesi M.Kemal Paşa’da türbesi vardır)Evranos,Kara Timurtaş gibi ünlü kumandanlar vardı.Bunlar zamanında Dedeağaç,Kırklareli,Tekirdağ.Edirne,Filibe aınmıştır. Türklerin bu ani ilerleyişi karşısında Papa Urban telaşa kapılarak Haçlı ordusu hazırlatıp 60.000 kişilik bir ordu ile Sofya ovasına geliyor.Bunu duyan I.Murad Hacı İlbey’i 10.000 kişi 168 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ile keşfe çıkarır.İlbey Haçlı ordusunu Filibe yanında ovada görür. Düşman burada konaklayarak her şeyden emin bir şekilde eğleniyorlar.Keşif esnasında gece ilerleyen Hacı bey düşmanı ormanlar arasından seyrediyordu.Sabaha yakın saatte davullar çalarak tekbir sesleri yükseliyordu.Bunu duyan düşman şaşırıyor düşman geldi zannı ile birbirlerine hücum ederek kırılıyordu.Bu vaziyeti gören Hacı İlbey gün doğunca meydana gelir ve yerde binlerce ölüyle karşılaşır.Macar,Sırp,Bulgar kralları kaçıyordu.Bu yolla İlbey savaşı kazanmış olur.Bu savaş Sırpsındı’dır(1363)bu savaştan sonra sınırlar peş peşe genişlemiş Sırbistan içlerine kadar gidilmiştir.Avrupa devletleri bu durumu önlemek için Haçlı ordusu meydana getirir.I.Murad ile Kosova sahrasında karşılaşırlar.Savaş türkler tarafından kazanılır.I.Murad savaş meydanında Kablovic adlı bir sırp tarafından şehit edilmiştir.İç organları oraya gömülmüş,cesedi mumyalanıp Bursa Hüdâvendigâr câmi yanındaki türbesine getirilmiştir.Türbenin ortasında etrafı pirinç parmaklıklarla çevrili olan sanduka I.Murad’a aittir.Bunun iki yanında Bâyezid’in oğulları Süleyman ve Musa Çelebi’lerin sandukaları vardır.Pencere kenarında beş sanduka daha vardır.Bonlardan biri I.Murad’ın oğlu Yakub’a diğeri Süleyman’ın oğlu Orhan’a bir diğeri de II. Bayezid’in Kefe valisi iken ölen oğlu Mehmed’e aittir.Türbenin bahçesinde yer alan bir mezarın süslemeli kitâbesinden 1902’de padişahın izniyle gömülen bir hanıma ait olduğu sanılır. Türbe kapısının kuzeyinde semte ismini veren,halk arasında Çegirge Sultan olarak anılan meczup bir şahsın kabri yer almaktadır.Türbenin güneybatısında demir parmaklıklarla çevrili alanda şehit mezarları bulunmaktadır.I.Murad’ın ölümüyle tahta Yıldırım Bâyazid geçer.Kosova savaşının sonuçlarını aldıktan sonra Anadolu’daki ayaklanmaları bastırdı.Birçok beyliği devlete katmıştır.1396’da İstanbul’u muhâsaradayken Rumeli’den yine bir Haçlı ordusunun yürümekte olduğu haberi geldi.Düşman Niğbolu’ya gelmiş,kuşatmıştı.Kalede Bursalı Doğan Bey vardı(Mezarı ve mescidi Bursa’dadır)Bâyezid bir gece tek başına tebdil kıyafetle kaleye sokuldu,içeri bağırdı.Doğan Bey padişahına yakışır vaka ile her şeyin yolunda olduğuna haber verdi.Yıldırım ikinci gün kaleyi kurtardı ve düşmanı perişan etti.Bu büyük zaferde birçok ganinet kaldı.Seferden dönen padişah Bursa’da Ulu câmi,Yıldırım’da câmi,medrese,okul,dârüşşifâ,hamam,Ebu İshak câmisini yaptırdı.Ne yazık ki bu muzaffer kumandan(1402)Ankara savaşında Timur ordusuna yenilmiştir.Timur Batı Anadolu’yu almış,askerleri Bursa’ya kadar gelmiştir,şehri kısmen tahrip etti.Ulu câmiyi ahır yaptılar,giderken de yaktılar.İzmir’den dönen Timur,Yıldırım’ı Akşehir’e yollamıştı.Kendisini Semerkand’a götürüleceğini hisseden Bâyezid yüzüğünün kaşındadaki zehirle kendini öldürdü.Türbesi Yıldırım câmi karşısındadır.Türbe binasının önü üç kubbeli ravaktır.Türbe içi tek kubbelidir.Türbe Yıldırım’ın oğlu Süleyman Han tarafından yaptırılmıştır.Karamanoğlu Yakub Bey Bursa’ ya gelerek türbeyi yakmış,Çelebi Mehmet yeniden yaptırmıştır.Karşısındaki medreseyi Bâyezid yaptırmıştır.Ankara savaşa sonunda İsa Çelebi,Beylerbeyi,Gâzi Timurtaş Paşa ile Balıkesir ve Bursa’ya geldi.Mehmed Çelebi,Bâyezid Paşa ve kardeşi Hamza Bey’le beraber Amasya’ya gitti.Süleyman ise baş vezir Çandarlı Ali Paşa ile Bursa’ya geldi,hazineleri alabildiği kadar aldı.İki küçük kardeşini Bizans’a rehin bırakarak Edirne’ye geçti.Musa ve Mustafa Çelebi’ler de esir düştüler.Mustafa SemerTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 169 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN kand’a götürüldü.Musa da babasının naşını Bursa’ya getirdi.O zaman Bursa ve Balıkesir’e hakim olan İsa Çelebi’ydi.Musa da hakimiyet damgasını Timur’dan almış olduğundan Bursa’yı kurtarmak ve kendi yerleşmek için İsa’ya karşı geldi.Kurtaramayınca Karaman’a gitmek istedi fakat Süleyman’ın Karaman ile anlaştığını anladığından Mehmed Çelebi’nin yanına gitti.Çelebi Mehmed Musa ile anlaştı onu Edirne’ye yerleşmiş bulunan Süleyman Çelebi’ye sevketti. Musa ağabeyi olan Süleyman Çelebi ile İstanbul’a yakın bir yerde karşılaştılar.Süleyman’a İmparator yardım ettiğinden Musa yenildi fakat takip edilmedi.Vaziyetten faydalanan Musa tekrar Süleyman’a yürüdü.Süleyman kaçarken öldürüldü.Bunun üzerine Musa Edirne’de tahta geçti.Kardeşi Mehmet’e yenilinceye kadar Rumeli’de padişah kaldı.Çelebi Mehmed,İsa Çelebi’nin Bursa’ya gelmesine razı olmadığından Ulubat’ta İsa’nın ordusunu yendi.Veziri Gâzi Timurtaş öldürüldü.Mehmed Bursa’ya yerleşti.Süleyman Çelebi Bursa’dan Mehmed’i çıkarmaya çalıştı.Yenişehir’de savaş yaptılar.Mehmet geri çekildi.Bursa’yı terkederek Amasya’ya gitti. Süleyman Çelebi Bursa’da bulunduğu sırada babası içn türbe yaptırdı.Mehmet Edirne’de bulunan Musa Çelebi’yi de yendi.Artık devletin birliğini temin etmiş oldu.1413’te iki kardeş Edirne’de mücadeledeyken Karamanoğulları Bursa’ya kadar geldi.Muhafız bulunan Hacı İvaz Paşa ahâliyi hisar içine çekti ve otuz bir gün müdafâda bulundu.Muvaffâk olamayağını anlayan Karamanoğlu Orhan ve civarını yaktı.Yıldırım Türbesi’ne hakarette bulunup gitti.Müstekil kalan Çelebi Mehmet Yeşil Câmi,medrese,imâret ve türbesini yaptırdı.Bu münasebetle Çelebi Bursa’ya sanat adamı, bilgin getirmesini bildi.Bu suretle Yeşil civarı da şenlendi ve mahalleler meydana geldi.Başka ticaret yerleri de yapıldı.Çelebi Mehmet 1421 mayısında Edirne’de inmelendi.Bir gün sonra vefat etti.Amasya’da vali bulunan oğlu Murad’a haber gelinceye ve Bursa’da padişah oluncaya kadar ölü kırk bir gün gizlendi sonra Bursa’ya getirilip türbesine gömüldü. Çelebi’nin vefatıyla II.Murad tahta geçmiş olur.On sekiz yaşında padişah olur.Olayları yatıştırdıktan sonra Bursa’nın imârına çalıştı.Yeşil Câmi’nin nakışları bittikten sonra Murâdiye’deki eserlere başladı.Câmi iki senede yapıldı.Hamam,imâret, çeşme de bu arada yapıldı.Fatih’in annesinin türbesi de(Mustafa-i atik) denen Ahmed Türbesi(câmi yanında)Abdal’da Eski-Yeni hamam(ördekli)Pirinç Han’ı yanındaki hamam(şimdi şaraphane)bu devrin eserleridir.1429’da Bursa’da büyük veba salgını oldu.Molla Fenârî,İvaz Paşa gibi büyüklerden çok ölen oldu.Bazı hadiselerden müteessir olan II.Murad padişahlığı oğlu Mehmed’e bıraktı.(1444)Vaziyetten faydalanmak isteyen Hristiyan’lar tekrar Haçlı seferi hazırladılar fakat tekrar tahta gelen Murad düşmanı Varna(1444)ve Kosova’da(1448)dağıttı ve bu girişimlere son verdi.II.Murad(855)muharremin ilk çarşamba kuşluk vaktinde vefat etti.(1451)Vefatıyla II.Mehmed tahta geçer.Mehmed İstanbul’ u alınca Bursa ikinci plana atılır.II.Mehmed 1474’te ölen oğlu Mustafa için türbe yaptırmakla Bursa’ya karşı ilgisini yaşatmıştır.Hocalarının bir kısmının medrese ve mezarları da buradadır.(Molla İyaz,Hüsrev)Emrileri ve tüccarları da çok câmi yapmışlardır.Süleyman’ın türbesi de buradadır.Fatih’in ölümüyle tahta II.Bayazid geçti.Kardeşi Cem ile epeyce uğraşmışdı.Cem(886-1481)de Bursa’ya girdi.Orada on sekiz gün padişahlık yaptı,para da bastı.Bâyezid Bursa’ya gelince yeniçeriler, şehri yağma etmek istediler.Hazineden 170 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 para vermek suretiyle yağma önlendi.Bâyazid Bursa’da para da bastırmıştır.Sonra da Kozahan ile Pirinçhan’ı ticaret merkezi olarak yaptırdı.Kükürtlü hamamının bir kısmı ile Eski kaplıcanın soğukluk kısmı da o devirde yapılmıştır.Bayazid’in:Mahmud,Ahmed,Şehinşah,Mehmed,Korkud, Abdullah oğulları da Bursa’da yatmaktadır.Yavuz Selim tahta geçince kardeşi Korkut’la uğraşmıştır.Korkut Bursa’daki saray-ı âmirede tüfekleri almak istemiş fakat Bursa’lılar vermemiştir. Ahmed de Bursa’ya hükmetmek istemiş ama başaramamıştır.Yavuz Ankara’dan Bursa’ya gelmiş kardeş kavgalarına burada son vermiş,bazısının türbesini kendi yaptırtmıştır.Burada para basılmasını emretmiştir.I.Ahmed,Celâli isyanlarını yakından takip için Bursa’ya gelmiştir. On yedi gün kaldıktan sonra geri dönmüştür.Şehri korumak için Tatarlar-Yeşil-Şehreküstü arasına duvar yapılmıştır.Celâli eşkıyasından Kalenderoğlu Bursa’ya gelmiş yapmadığı rezâlet kalmamıştır.1649’da tekrar Celâli isyanı olmuştur.Abaza Hasan Paşa Bursa’ya kadar gelmiş,birçok zarardan sonra defedilebilmiştir.Avcı Sultan Mehmed İstanbul’dan sekiz günde Bursa’ya gelmiş beraberinde Hırka-i şerif’i de getirmiştir.Bursa’da üç ay kalıp ıslahatla meşgul olmuştur.II.Mustafa zamanında Ulucamî vakası olmuştur.(Kadir gecesi camide namaz kıldıran imama yabancı bir kâfile namazın cemaatle kılmanın doğru olmadığını iddaa ederek İmam Abdurrehim Efendi’ye saldırdıkları hançer önüne iri yarı biri geçerek onları durdurmak istemiş fakat ikiye bölünmüştür.)1801’e kadar Bursa’da bir hayli yangın olmuş fakat bu tarihte Hisar içindeki Yeşil Türbe’den çıkan büyük yangın lodos sebebiyle bir günde Bursa’nın Hisar semtini tahrip ettikten sonra Kırkmerdiven ‘den Yahudilik,Ahmet Paşa Fenari,Mantıcı,Çarşı Ali Paşa,Setbaşı’nın tepesindeki Karaağaç mahallesine kadar yakmış kül etmiştir.1837’de ilk ipek fabrikası açılmıştır.1841’den itibaren Kütahya’da oturan eyâlet vâlileri Bursa’da oturmaya başlamıştır.1860’da Abdülaziz Bursa’ya gelmiştir.Tahir Ağa konağına misafir olmuştur.Bu münasebetle Bursa’da para basılmıştır.1861’de ilk defa yeşil abidenin haritası çizilmiştir. Plevne kahramanı Gâzi Osman Paşa’nın reisliğinde yapılan bu harita basılmıştır.Damad Efendi’nin konağı Ahmet Vefik Paşa tarafından hastahane hâline Askerî,idâdî,mülkî,Alaca Mescid’de de matbaa açılmıştır.Osmanlı Devletine uzun bir süre başkentlik yapan Bursa Anadolu’da her açıdan önemli vilâyet merkezlerinden biriydi.Milli mücadele döneminde Bursa,Ankara yönetimi açısından hem iç hem de dış cephe özelliği taşımaktaydı.Bu bakımdan Bursa Mondros Mütârekesi sonrasında önemli gelişmelere sahne oldu.Nitekim Bursa Damat Ferit Paşa Hükümeti’nce Millî Mücadele’ye karşı bir merkez haline getirilmeye çalışıldı.Ancak Heyet-i Temsiliye,TBMM ve Hükümeti’nin girişimleriyle Yunan işgâline kadar Bursa Millî Kuvvetler’in kontrolünde tutuldu.Ancak İzmir’in işgâlinden sonra İtilâf Devletleri’nin izni ve desteğiyle Anadolu’da yeniden işgâl harekâtına girişen Yunan’lar kenti takriben iki yıl ellerinde tuttular.Bursa bu işgal boyunca tam bir baskı,kaos ve anarşi ortamında kaldı.Bu dönemde Bursa ve çevresinde Rum ve Ermeni çetelerinin terörü esiyordu.Bursa bu ortamdan Büyük Taarruz sonrası Millî Kuvvetler’ce (1922)geri alınmasıyla kurtuldu.Bursa 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte kültür,sanayi ve tarım merkezi olarak gelişmesini sürdürmüştür. Hızla kentleşmiş ve metropolitan bir hâl almıştır.Yeşil abidemizin kısa bir tarihinden sonra TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 171 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN biraz da bu yeşilliğe eşlik eden diğer ihtişâmlardan bahsedelim.Bursa’nın her köşesi ezan sesiyle inler.Dörtte üçünü câmiler ve türbeler oluşturur.Bunlar:Orhan Câmi,Alâettin Câmi,I. Murad Câmi,I.Murad Türbesi,Yıldırım Câmi,Ulu Câmi,Yeşil Câmi,Şahâdet Câmi,Murâdiye Câmi ve Türbeleri(Murad Türbesi,Cem Türbesi,Kara Mustafa Türbesi)’dir.Şimdi Bursa Hanları’ndan bahsedelim.Hanlar Orhan Bey zamanından II.Bayezid’e kadar hep aynı planda yapılmıştır. Hepsinin üst katlarının önleri ravak arkaları mağazadır.Ön ravakların üstü kubbe,mağazalarındaki tonozdur.Tonozlar mağazaların yan duvarlarıyla bölünmüştür.Her mağaza bir odalı yalnız köşe mağazalar iki üç odalıdır.Her hanın bir mescidi vardır.Bu hanlar:Bâli Bey Hanı,Kırkmerdiven,Kapan Hanı,İpek Hanı,Pirinç Hanı,Emir Hanı,Geyve Hanı,Koza Hanı,Fidan Hanı,Karacabey Hanı,Katır Hanı,Bezi Hanı,Tuz Hanı,Kütahya Hanı(Çukur Hanı)’dır.Şimdi de hamamlardan örnek verelim.Çakır Hamamı,Emirsultan Hamamı,Ulu Câmi Hamamı,Yeşil Hamamı,Umurbey Hamamı,İncirli Hamamı,Nasûh Paşa Hamamı,Mahkeme Hamamı ve İnebey Hamamı’dır.Bursa’nın diğer önemli ihtişâmları görüp geçirdiklerini içine atan hala ayakta durmayı başaran adeta efsâne kahramanları olan çınarlarıdır.Bunlardan Ulûfeli çınar(Yıldırım zamanında dikilmiştir)Diğeri Kavaklı Câmi çınarıdır(Orhan Bey zamanından kalmıştır).Bir diğeri de Dua çınarıdır(Yıldırım Câmi’nin ilerisinde yolun sonundadır).Bursa’yı önemli kılan bir diğer özelliği geçmişte binlerce şeyh ve derviş yetiştirmiştir.Bunlar Süleyman Çelebi,Molla Fenârî,Molla Hüsrev,Emir Sultan,Somuncu Baba,Pir Emir,Molla Hayâlî,Molla Arap,Mevlâna İyas,Abdüllâtif Kudsi,Üç Kuzular,Üftâde,İsmail Hakkı,Abdal Mehmed,Ahmed Dâi,Ahmet Paşa,Kara Mustafa,Davud Kadı,Bekir Dede,Mevlâna Zeyrek,Molla Yegân,Şeh Küşteri,Koca Nâib,Alaca Hırka ve Lâmî Çelebi bu âmillerdendir.Bursa’mızın bir diğer önemini artıran özelliği bir çok ünlü kumandana makberlik yapar.Bu şahsiyetler:Kara Timurtaş Paşa,Umur Bey,Gâzi Timurtaş Paşa,Okçu Baba,Hamza Bey,Doğan Bey,İvaz Paşa,Ali Paşa,Koca Mustafa Paşa,Abdal Murad,Dolu Baba,Musa Baba,Azab Bey’dir.Yeşil abidemizin sırlarını anlatmaya satırlar yetmiyor,lügatımız yetersiz kalıyordu.Adetâ Bursa garrâlar altında yeşil bir melekti.Bu melek bize emânettir.Osmanlı torunları bu emanete ihanet etmeyecek ilâlebet varlığını sürdürecektir. 172 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Ali GÜRSES Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Programı TARİHSEL BELGELER IŞIĞINDA TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ Son yıllarda, bölücü odaklarca ideolojik bir içerikle Kürtler için bir kimlik olayına, bir başkaldırı hareketine dönüştürülmek istenen Nevruz, Türk Dünyasında İslamiyet öncesine dayanan bir geçmişe sahip; toprak ve doğaya dayalı üretici toplumlarda asırlardır dünyanın birçok ülkesinde baharın gelişini müjdelemesi ve toplumların oluşumunda önemli yer tutan, mitolojik unsurların sembolik anımsatıcısı olması nedeniyle coşkuyla kutlanan bir mutluluk günüdür. Çeşitli kültürel ortamlarda farklı bir içeriğe ve anlama sahip olmuştur. 21 Mart, güneşin koç burcuna girdiği gündür. Nevruz, baharın ilk günüdür ve kuzey yarım kürede bahar ekinoksunun (gün eşitliği) oluştuğu tarih olmakla beraber güneş ışınları ekvatora dik açı ile gelir ve aydınlanma çemberi kutuplardan geçer. 21 Mart gece ile gündüzün eşit olduğu ve bundan sonra gündüzün uzamaya başlayacağı gün dönümüdür. Bu tarihten itibaren bahar başlar ve 92 gün, 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürerek yaza ulaşır. Doğayla iç içe yaşayan insanoğlu dünyanın birçok yöresinde bu günü doğanın uyandığı, dirildiği gün olarak algılamış; yeni bir başlangıç olarak bilmiştir. Nevruz, çeşitli toplumlarda kendi kültürünün derinliklerindeki bir olayı kaynak göstererek kültür değerleriyle özdeşleştirip sembolleştirerek bayram niteliğinde kutlanılan gündür. Kültürel yayılma yoluyla çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir.1 Babillerde baharın gelişinin ‘’Akıtu Festivali’’ olarak Nisan ayında kutlandığı milattan önce 2400’lerde hükümdar Gudea döneminden beri bilinmektedir. Hititler, ‘’Pruliyyas Bayramı’’ olarak kutlamışlardır. Sümerlerde tören yemeği ile birlikte yeni yıl şenliğinin olduğu Gılgamış Destanını anlatan tabletlerin on birincisinde zikredilmektedir.2 Zerdüştlüğün kitabı olan Avesta’da Nevruz’dan ‘’Ekin Bayramı’’ diye söz edilir. Zerdüştler’in mahsul bolluğu için Ahura Mazda’ya şarkı söyleyip bayram yaptıkları kaydedilmiştir.3 Taberi, Mesudi, Mucuc, Biruni gibi orta çağ İslam tarihçileri çok eski çağlarda Mısır’da, İran’da kutlanıldığını ve Cemşit’in Azerbaycan’a girişinin tarihi olduğunu ve 1 Erman ARTUN, ’’Türk Halk Kültüründe Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 21. 2 Hikmet CELKAN, ‘’Nevruz’un Tarihçesi’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni (18-20 Mart 1999 Elazığ), Sempozyum Bildiri Kitabı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,2000, Sayfa: 432-433. 3 Ensar ARSLAN, ‘’Nevruz Geleneği’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 10. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 173 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN bu sebeple yılbaşı olduğunu belirtmişlerdir.4 Bugün Japonlar 21 Mart’ı ‘’Shunki Korei Sabei’’ ismiyle bahar bayramı olarak kutlamaktadırlar. Mart ayı, Justinyen öncesi Roma Takviminde, Kamboçya’da, Tayland’da olduğu gibi eski zamanlardan beri birçok ulusun takviminde yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Türk Dünyası’nda da mart ayı yılın başlangıcı kabul edilmiş; Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t-Türk adlı eserinde 12 Hayvanlı Türk Takviminde yılın ilk ayı olarak mart ayı Yenigün (Nevruz) olarak belirtilmiştir.5 Abbasiler döneminde, Nevruz’un hasat mevsiminden çok önce olmasının vergilerin toplanmasındaki yarattığı olumsuzluklar nedeniyle 11-17 Haziran tarihlerine çekilen yılbaşı; Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah tarafından İsfahan’da açılan rasathanede Ömer Hayyam’ın başkanlığında Ebu’l-Muzaffer el-İsfizari, Meymun İbn-i Necib el-Vasıti ve dönemin diğer önemli alimlerinin bulunduğu bir komisyonun 1079 yılında hazırladığı Celali Takvim’de Hicri 21 Mart 471 (Miladi: 15 Mart 1079) tarihi yeniden yılbaşı olarak belirlenmiştir.6 Melikşah’ın böyle bir değişiklik yaptırması nedeniyle Nevruz, Nevruz-u Sultani ve Sultan Nevruz gibi isimlerle anılagelmiştir. Gagauzlar, Yakutlar, Çuvaşlar dahil bir çok Türk topluluğunda kutlanmakta olan Nevruz, Türklerde en eski milli bayramlardan biridir. Nevruz, Türkiye’de daha çok ‘’Yılsırtı’’, ‘’Mart Dokuzu’’, ‘’Mart Bozumu’’, ‘’Sultan Nevruz’’, ‘’Gün Dönümü’’, ‘’Yeni Gün’’, ‘’bahar Bayramı’’ gibi isimlerle bilinmektedir. Hemen her Türk Coğrafyasında ve her Türk Topluluğunda görülmekte olup Fars kültüründen uzak yörelerde Türkçe veya Türkçeleşmiş isimlerle bilinmektedir: Altay Türkleri ‘’Cılgayak Bayramı’’; Azerbaycan Türkleri ‘’Ergenekon Bayramı’’, ‘’Bozkurt Bayramı’’; Başkurt Türkleri ‘’ Ekin Bayramı’’; Doğu Türkistan ‘’Yeni Gün’’; Karaçay – Malkar Türkleri ‘’Gollu’’, ‘’Gultan’’, ‘’Saban Toy’’, ‘’Altın Hardar’’; Kazakistan Türkleri ‘’Ulustın Ulığ Küni’’; Kazan Tatarları ve Karapapak/Terekkemeler ‘’Ergenekon Bayramı’’; Kumuk Türkleri ‘’Yazbaş’’; Nogay Türkleri ‘’Saban’’, ‘’Toy’’; Türkmenler ‘’Teze Yıl’’ gibi adlandırmalarla kullanmışlardır. İran’a yakın coğrafyalarda ve Fars kültürünün etkisinin görüldüğü yerler olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin bazı yörelerinde bu bayramın Türkçe isimleri arka plana itilmesinden dolayı ’’Noruz’’, ‘’Noyruz’’, ‘’Novruz’’, ‘’Navruz’’, ‘’Nevruz Bayramı’’, ‘’Nevruz Köce’’, ‘’Nevruz’’, Nogay Türkleri’nde ‘’Nevroz’’ gibi Farsça nev ve ruz kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkan ve ‘’yeni gün’’ anlamına gelen adlarla adlandırılmıştır. Dünyada birçok millette görüldüğü gibi Türkler de mutlu olayları kurtuluş, zafer gibi olaylarla özdeşleştirerek destanlaştırmışlardır. Türkler, bu gün Nevruz olarak kutlanan bu mutlu günün öğelerini, Türklüğün yeniden doğmasının ve yeniden kurtuluşunun simgesi olan Ergenekon Destanıyla ebedileştirdiklerine dair Ebu’l-gazi Bahadır Han (1603- 1663) tarafından 4 Bkz: Ebu Reyhan El-Biruni, Maziden Kalanlar (El-Asar el-Bakiye), Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul, 2011, Sayfa: 74-78. Mesudi, Altın Bozkırlar: Muruc Ez-Zeheb, Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul, 2005, Sayfa: 131-133. 5 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, Çev: Besim ATALAY, 1. Cilt, TDK Yay., Ankara, 2006,Sayfa: 347. 6 Orazpolad EKE BAHARLI, ‘’Eski Ve Ortaçağlarda Ve Günümüzde Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 211-212. 174 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 yazılan Şecere-i Türk’de konu ile ilgili olarak şu bilgi verilir: “Oğuzlar ve Moğollar, Ergenekon’dan çıkılan günü ve onun saatini bellediler. Her sene o günde o saatte bayram yaparlar. Bir parça demiri ateşe sokup kızdırırlar. Önce han, bir filetle demiri tutup örse koyup çekiçle vurur. O günü gayet aziz tutarlar…’’ Atilla’nın Hıristiyanlara galip geldiği gün olarak da kabul edilmiştir. Bir Azerbaycan efsanesine göre; kışın uzun sürmesi nedeniyle açıkla yüz yüze kalan Oğuz koluna bir kurt yavrusunun yardım etmesi, ona hediye ettiği koyun sürüsü, bir kucak buğday ve bir el değirmeni ile açlıktan kurtulup o günü bayram saymışlardır.7 Azerbaycan’da Nevruz’a yapılan adlandırmalar arasında Bozkurt Bayramı’nın da bulunması bu efsaneye dayanmaktadır. Nevruz, Kazak Lehçesinde bir ay adı olmakla beraber Nevruz’a Ulustın Ulu Günü adı vermelerini bir efsaneye dayandırılmaktadır: ‘’Eskiden üç genç kardeş vardı. Adları Kazak, Sozak ve Nevruz idi. Nevruz’un oğlu-kızı olmadı. O ölmeden önce şöyle demişti: Benden sonra evladım kalmadı, adımın yok olmaması için her yıl benim öldüğüm gün hayır veriniz. Bundan sonra Nevruz’un iki kardeşi her yıl hayır verme törenini oluşturdular; o günü de yeni yılın başı yaptılar.’’8 Çin kaynaklarına göre Hunların M.Ö. 220 yılında 21 Mart tarihinde hazırladıkları yemeklerle kırlara çıktıkları ve bahar şenlikleri yaptıkları belirtilmektedir. Çin kaynaklarından Tsi-Ma-Chian’ın ‘’Hun Tezkiresi’’ adlı bölümünde; Hunların Mart’ın 21.gününde kendi adetlerine göre çeşitli kutlamalar yaptıkları, ibadet ettikleri, atalarının ruhlarına ve Gök Tanrı’ya kurban kestikleri kayıtlıdır. Yine bir Çin Tarihçisi Feyne’nin yazdığı ‘’Son Han Sülalesi’’ adlı eserin ‘’Güney Hunları’’ adlı bölümünde de Hunların başta Nevruz olmak üzere yılda üç kez toplanıp kurban keserek tören yaptıkları belirtilmektedir. ‘’Chou Sülalesi’’ adlı eserde de ‘’Göktürklerin, bitkilerin yeşerdiği zamanı yılbaşı olarak kutladıkları’’ belirtilmiştir.9 Tabgaçlarda da (M.S. 315-550) ilkbaharın ilk ayında ülkenin doğu bölgesindeki tapınak görevini gören ‘’taş-ev’’de Gök Tanrı’ya ve ata ruhlarına kurbanlar sunulur ve daha sonra bu bölgeye kayın ağacı dikilirdi.10 Göktürklerin (552-744) biri ilkbaharda olmak üzere yılda üç defa tekrarladıkları törenleri vardı. Törene, başta Kağan olmak üzere devletin ileri gelenlerinin tamamı katılırdı. Göktürklerin büyük bayramı beşinci ayın ikinci yarısında olup bu bayram Ötüken bölgesinde Tamir Irmağı kaynağındaki Atalar Mağarasında, Gök tanrı’ya ve Yer-sulara kurbanlar sunulmasıyla başlardı.11 Uygur Kağanlığı (745-840) döneminde de Göktürkler gibi beşinci ayda Tamir Irmağı kaynağında kurbanlar sunularak törenler yapılmaya devam edilmiştir. Uygur Kağanlığı’nın yerine kurulan Kırgız Kağanlığı (840-920) dönemi hakkında bilgi veren onuncu yüzyıl İslam seyyahlarından Ebu Dülef, Kırgızlar’ın her yıl üç bayramları olduğunu belirtmiştir.12 7 Azad NEBİYEV, İlahur Çerşenbeler, Bakü, 1992, Sayfa: 57-58. 8 Şakir İBRAYEV, ‘’Kazak Halkı’nın Nevruz’a İlişkin Gelenek Ve İnançları’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 90. 9 Metin EKİCİ, ‘’Kutsanma Ve Kutlama Anlayışında Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 65. 10 İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006, Sayfa: 290. 11 Wolfram EBERHARD, Çin’in Şimal Komşuları, Çev: Nimet Uluğtuğ, TTK Yayınları, Ankara, 1996, Syf: 76. 12 Abdulkadir İNAN, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, Sayfa: 11. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 175 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN El-Hisrav’ın verdiği bilgilere göre 11.yüzyılda Uygurlar, Nevruz’dan 25 gün önce sarayda üzeri tuğla ile örtülmüş bir çiçeklik yaparlar; hazırlanan bu yerin bir kısmına buğday eker, kalan kısmına da arpa, pirinç, mısır, susam ve nohut ekerlerdi. 21 Mart gününe gelindiğinde ekilen tohumların filizleri şarkılar söylenerek toplanır; bu esnada çalgı çalınır ve dans edilirdi. Eğer tohumlar iyi yeşermiş ve çok canlı ise o yılki mahsulün bol ve bereketli olacağı kabul edilirdi.13 Juvaini’nin ‘’Dünya Fethi tarihi (The History of the World Conqueror)’’ adlı kitabında Bögü Kağanın yaratılışı efsanesini (Gökten kutsal bir ışık inerek tepenin birden çocuk doğuran kadın gibi sarsılarak yarıldığını ve bir kapı açıldığını; ardında beş kulübe ile içlerinde birer küçük çocuk belirdiğini ve de Uygur boylarının çocukları bakmayı üstlendiğini anlatan bir efsanedir.) Ordubalık’ta bir yazıtta okuduğunu ve de Uygur toplumunun ‘’İlk Yaz’’ adını verdiği bahar bayramını Kamlaçu’da şölenlerle kutladığını anlatır.14 Tang devrinin tarihçisi Hoyilin’in ‘’Muzika Tazkiresi’’ adlı ve Şangda Apandi’nin ‘’Tang Devirdiki Garbiy Diyar ve Çananh Mahda’’ adlı kitabında Eski Uygurlar’ın Nevruz’la ilgili faaliyetleri hakkında bu bayramın geniş ölçüde yaygınlaştığı ve tiyatrolaşan bir üsluba sahip olup çeşitli oyunların oynandığı; maskeli danslar ve Kuça Ussuli adlı bir maskeli oyunla eski yılın uğurlanıp yeni yılın karşılandığı ve de cinlerle albastıların kovularak halkın güvenliğe kavuşmasının dilendiği belirtilmiştir.15 “Uygur Halk Ağız Edebiyatının Esasları” adlı eserde Nevruz bayramının, çok eski bir geçmişi olduğu, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatar Türkleri tarafından önemli bir bayram olarak kutlandığı ve Türk topluluklarına komşu olan Çinlilerin hayatında da derin etkiler bıraktığı belirtilmektedir. Aynı eserde Nevruz bayramı merasimlerinin bilinen kuralları şöyle anlatılmaktadır: “Yılın sonunda halk, yeni yılın ve baharın şerefine nevrûz-nâme denilen koşuk ve beyitler hazırlar. Nevruz’un ilk günü halk, yurt olarak bir yere, çoğunlukla cami, mescit ve tekke gibi ibadethanelere veya Pazar yerlerine toplanırlar. Burada çeşitli oyunlar oynanır ve dans gösterileri yapılır. Şâir ve koşukçular arasında şiir ve koşuk tokuşları (atışmaları) yapılır. Usulcüler (dansçılar) dans ederler. Kız ve yiğitler Nevruz dolayısıyla şiir ve koşuklarla birbirine muhabbetlerini açıklama fırsatı bulurlar. Okul çocukları da saf tutup (boy boy dizilip) Nevruz şarkıları söylerler. Okuyucular (öğrenciler) süslü ağaçlara yazılan nevrûz-nâmeleri taşıyarak bunları birbirleri ile değiştirirler. Böyle nevrûz-nâmeler ilim ve irfânı ündeydu (teşvik etme)... Nevruz bayramlarında cemâatten salma ile para toplanıp daşkazan (büyük yemek kazanı) kaynatılır. Bazı aileler, kendi iktidarlarınca nevrûzaşı hazırlanıp merasimin yapıldığı yere kendisi götürüp ikrâm eder. Nevruz, Türk-Uygur halkının en eski ağız şekli olup, edebiyat ve sanatın şekillenip gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Günümüzde Doğu Türkistan’ın Hoten gibi bazı yörelerinde bu etkinlikler yapılagelmektedir.” 13 Metin EKİCİ, a.g.e, Sayfa: 65. 14 Meliha AKTOK KAŞGARLI, ‘’Uygur Bahar Bayramı, İlk Yaz, Buku Kagan Köken ve Yeniden Doğuş Efsanesi’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 167-168. 15 Abdulkerim RAHMAN, ‘’Doğu Türkistan’da Nevruz Kutlamaları’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 224. 176 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Selçuklular Döneminin önemli devlet adamı Nizamü’l-Mülk’ün ‘’Siyasetname’’ adlı eserinde Türkler arasında Nevruz kutlamalarının çok yaygın olduğundan, Nevruz adetlerinden ve Nevruz’un Türkler tarafından yılbaşı olarak kabul edilmiş bir gün olarak bahseder. Ortaçağın ünlü tarihçisi Reşidü’d-din Camiü’t-Tevarih adlı eserinde Kubilay Han döneminde Türk ve Moğol topluluklarının 21 Mart’ta yeni yıl kutlamaları yaptıklarını belirtir. 922 yılında Türkmenlerin içerisinde bulunan İbn-i Fadlan, onların kutladıkları bayramlar arasında Nevruz’un adını da zikreder.16 Selçuklulardan sonra kurulan Oğuz kökenli Türk Devletlerinde de Nevruz, güneşin koç burcuna girdiği gün olarak kabul edilmiştir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey (1453-1478) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hakim olduktan sonra tarihte ‘’Hasan Padişah Kanunları’’ olarak ün kazanmış kanunlarında Nevruz’u dikkate alarak birtakım vergilerin alınması yılbaşı kabul edilen Nevruz’da başlatılmıştır. Diyarbakır yöresinde Nevruz’da tahsil edilen bu vergiler şunlardır: resm-i çift, resm-i yatak, aded-i ağnam.17 Nevruz, Ortaçağda önemli bir uygarlık kurmuş olan Memlükler’de mâli yıl başlangıcı ve baharın ilk günü olarak kutlanılmıştır. Nitekim, Sultan Kayıtbay kanununda ‘’resm-i hane’nin Nevruz-ı Sultanî’de alınması’’ hükmü bulunmaktadır.18 Babür Hanlığı’nın kurucusu Zahirüddin Muhammed Babür (1483-1530) tarafından kaleme alınan Babürnâme’de 1504/1505 yılı ile ilgili bir hatıratta Ramazan Bayramı ile Nevruz Bayramının birleşmesinden dolayı Nevruz’dan bahsetmektedir. Babür Şah bu sebeple şöyle bir gazel yazmıştır: “Yengi ay yar yüzi birle körüp il şad bayramlar, Menge yüz ü kaşıngdın ayru bayram ayıda gamlar. Yüzi nevruzı vaslı aydıpnı Babür ganimet tut, Ki mundın yahşı bolmas bolsa yüz nevruz bayramlar.’’19 Yine bir Türk devleti olan Safevîler’de de Nevruz’un kutlandığı III. Ahmed döneminde elçilikle İran’a gönderilen Dürrî Efendi’nin “Sefaretnâme”sinde bununla ilgili olarak şu bilgiler verilmiştir: “Birkaç gün sonra Nevruz-ı Sultanî hulûl edüp, anlar nevruza gayet itibar ve ıyd-i ekberdir deyu tesmiye edüp, ıyd-i ramazan ve ıyd-i edha’dan hâşâ mükerrem ve eşrâf olmak üzere itibar ederler imiş. Hangi ayda vâkı’ olsa, ol ayın nihayetine dek zevk u şevkle âlâ, ednâ ve zükûr ve inas ve nisvanı sürûr ve şâdmanî ederler. Evvelâ tahmil-i şems saatinde bilcümle vüzerâ ve âyân-ı devlet Şah’ın meclisine da’vet ve hâzır ve Şah’ın önüne beşyüz-bin mikdarı meskûk altın korlar. Şah dahi eli ile ol altını karışdırıp bir kabza alıp, iptidâ vezire verüp sonra bilcümle huzzâr-ı tevzi’ edüp Şah’ın eli dokunmuşdur deyu halk birbirine teberrük deyu ihdâ ederler. Bu 16 Gurbandurdı GELDİYEV, ‘’Türkmen Halk Yaratıcılığında Nevruz’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 127. 17 Abdulhaluk ÇAY, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, Sayfa: 12-13. 18 Ömer Lütfi BARKAN, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları Birinci Cilt: Kanunlar, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001, Sayfa: 200. 19 Gazi Zahirüddin Muhammed Babur, Vekayi Babur’un Hatıratı, Çev: Reşit Rahmeti Arat, Cilt II, TTK Basımevi, Ankara, 1946, Sayfa: 162. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 177 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN kulunuzu tahvil gecesi da’vet ettiler, i’tizâr edüp gitmedim.”20 Safevi hanedanından I. Şah Abbas döneminde (1588-1629) yumurta boyamak ve onları birbirine tokuşturmak oyununun yaygın olduğunu Fransalı Şarden’in ‘’İran’dan Hatıralar’’ adlı kitabında şöyle belirtilmiştir: ‘’İranlıların Nevruz Bayramında en yaygın oyunlarından birisi yumurta dövüştürmektir. Bu oyunda iki kişi birer yumurta alarak uç uca tokuşturur ve hangisinin yumurtası kırılır veya çatlarsa o kaybetmiş sayılır. Şah Abbas’ın en sevdiği oyunlardan birisi budur. Şah Abbas Nevruz bayramlarında emir verirmiş ki; İsfahan şehrini çılçırkla bezesinler. Özü akşamüzerine pazara çıkar ve de bir gün önceden Şah’ın şehir gezisine çıkacağını haber verirler. Şah’ın emri ile güzel gençleri mağazaların dışında tutarlar ve Şah Abbas her bir gence yetiştiğinde onunla yumurta dövüştürürmüş. Şah kazandı ise; o mağazadan bir şey götürür ve eğer kaybettiyse; mutlaka büyük bir hediye bağışlardı.’’21 Nevruz geleneği Osmanlılarda daha da gelişerek devam etmiş; halk arasında olduğu kadar saray ve çevresinin kültüründe de önemli bir yer edinmiştir. Nevruz, Osmanlılarda da bahar bayramı ve yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmıştır. Bu tarih Osmanlılar’da “Nevruz-ı Sultanî” veya sadece “Nevruz” olarak anılmış ve kanunnâmelerde “.. resmin nısfı nevruz-ı sultanî’de ve nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde’’ hükmüyle verginin ilk taksitinin alındığı zaman olmuştur. On yedinci yüzyıldan itibaren eyaletlerde doğrudan doğruya vali veya sancakbeylerine ödenmek üzere “Resm-i Nevruziyye’’ adıyla yeni bir vergi konulmuştu.22 21 Mart, Cumhuriyet döneminde de 1980’li yıllara kadar malî yılbaşı olarak süre gelmiştir. Nevruz, bugün Anadolu’nun bazı yörelerinde Nevruz-ı Sultanî, Mart 9’u olarak bilinir. Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen bu günde eğlenceler tertip edilir, sarayda olduğu gibi halk arasında da eczânelerde yapılan ve Nevruziye denilen macun rağbet görür, en azından bunu elde edemeyenler tarafından tatlı yenirdi. Bu macundan yemenin kuvvet ve şifa verici bir tesiri ve kendi yöntem ve geleneklerine göre bunları kaynatıp suyunu içerler ve yüzlerini yıkarlardı. Saray haricinde Nevruz’dan birkaç gün önce eczacılar, kulplu küçük çay bardaklarına veya fincanlara, terkibi kendilerince bilinen bir macun doldurup, tanıdığı müşterilerine ve mahallenin kibar ve zenginlerine gönderirlerdi. Bu hediyeleri alanlar, buna karşılık çoğunlukla bir gümüş Mecidî bahşiş verirler ve eczacı çıraklarını sevindirirlerdi. Eczacıdan gelen Nevruziye ve yedi sin (heft sin), yani Arapçadaki sin harfiyle başlayan süt, simit, şeker, salep, sirke (sir), soğan, semek (balık) veya sefercil (ayva) bir tepsiye konulup evin efendisi önüne getirilir, evde mevcut olanlar da tepsinin etrafına iki diz üstünde otururlardı. Evin efendisi herkesin önünde bu malzemelerden birer fincan veya tabak ile herkese dağıtır ve gün dönümü saati geldiği vakit, buyurun hitabıyla önce macundan, sonra diğerlerinden birlikte alınır, evin efendisi senenin saadetle geçmesi için uzunca bir dua yapar, eller öpülür ve merasim sona ererdi. Macun yenir yenmez üstüne su, gül veya limon şerbeti içilmesi âdettendi. 20 Yusuf HALAÇOĞLU, ‘’Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 187. 21 Hekime AZİMİ, ‘’Nevruz Töreni Ve Azerbaycanlılar Arasında İcra Olunması’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 71-72. 22 İsmet PARMAKSIZOĞLU, ‘’Nevruziyye’’, Türk Ansiklopedisi, Cilt 25, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1983, Syf:220 178 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Hekimbaşılar her sene Nevruz’da çeşitli terkiplerden Nevruziyye ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kaplar içerisinde önce padişah, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, veziriâzama ve devlet ricaline takdim ederler, buna karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. Nevruziyye takdim eden Hekimbaşı’ya Padişah huzurunda kürk giydirilmesi usuldendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kırmızıya çalar koyu renkte, ağızda çıtır çıtır ses çıkaran ve şekerlenmiş reçele benzeyen Nevruz macununun sarayda yapılanı 40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Bu konuda yapılan araştırmalarda bu kırk çeşit madde içerisinde; karanfil, yeni bahar, zencefil, kalanga (zulumba), kara biber, kırem tartar, kişniş, havlican, kebabiye, hindistan cevizi, anason, hıyar-ı şenbih, sakız, zahferan, tarçın, udü’l-kahr, çöp-i çin, hardal, mirr-i sâfî, iksir, çivid, meyan balı, kalem-i bârid, tiryak, sarı halile, râziyâne, kimyon, zerdecav, tarçın çiçeği, hindistan çiçeği, çörek otu, dâr-i fülfül, râvend, limon tuzu, kakule, sinameki, vanilya, portakal kabuğu, topalak kökü ve şeker yer almaktadır. Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdelelerle bağlanır, kurdeleler arasına, günün hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna ‘’Nevruziye Kulağı’’ denirdi. Nevruz macununun değişik terkiplerinin çok sayıda hastalığa iyi geldiğine inanılırdı. Bunlardan, kalp ve dimağ arızalarını giderme; mide fesadı, hazımsızlık, yemek rahatsızlıkları, ishal, ağız ağrısı (aft), dizanteri, taun ve veba hummaları; mesane, böbrek ve bağırsaklardaki yaralar, şişler, iltihaplar; akıl ve vücudun kuvvetini arttırma, kalbe ve ruha kuvvet verme gibi olanları belli başlılarıdır. Bu bilgilerden sonra şüphesiz akla hemen Manisa Mesir Bayramı gelmektedir. Osmanlı Türkleri dönemine ait Nevruziye’nin halk tarafından en bilineni ve geleneksel olarak XVI. Yüzyıldan itibaren aralıksız kutlananı budur. Halk arasında Nevruz’la alâkası unutulmuş olan ve bugün de hâla devam eden bu törenlere, şifa bulmak için pek çok vatandaşımız iştirak etmektedir. Bu gelenekle ilgili rivâyete göre XVI. yüzyıl başlarında mutasavvıf hekim Merkez Musluhiddin Efendi tarafından başlatılmıştır. Burada hazırlanan macun 61 değişik maddeden yapılmaktaydı.23 Osmanlılar’da Nevruz’dan önceki üç cuma günü de kuru yemiş bayramı olarak kutlanmıştır. Zira Nevruz’dan sonra tazelerin çıkacağı düşünülerek, kuru yemiş satan esnafın elinde kalıp zarar etmemeleri maksadıyla, kalanların elden çıkarılması hedeflenmişti. Bunun için bu bayram üç hafta sürerdi. Böylece kuruyemiş esnafının sonraki seneye zarar etmeden girmesi sağlanırdı. Hekimbaşılardan başka müneccimbaşılar da her yıl tertip ettikleri padişah ve vezir-i âzama takdim ederek, karşılığında Nevruziyye ismiyle hediyeler alırlardı. Padişahlar XVII. yüzyılda bin akçe, XVIII. yüzyıl ortalarında ise altı bin akçe (gümüş para) atıyye verirlerdi. Müneccimbaşıların XVII. Yüzyıl başlarında sadrâzama takdim ettikleri takvim sebebiyle arkasına erkân bir samur kürk giydirildiği ve beş yüz kuruş hediye edildiği kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Nevruz âdetleri arasında Yeniçeri Ağasının vükelâya yemek vermesi de yer alırdı. Bu ziyafet sırasında misafirlere şekerli, baharattan yapılmış macun ikram edilirdi. 23 Yusuf HALAÇOĞLU, ‘’Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 184-186. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 179 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Her sene yılbaşı olan Nevruz’da veziriâzamla vezirler, eyâlet valileri ve belirli bazı devlet adamları tarafından padişahlara Hediyye-i Nevruziyye adıyla donanmış atlar, murassa silahlar, pahalı kumaşlar gibi hediyeler verilirdi. Bu çeşitten armağanlara Divân-ü Lügati’t Türk’te “artut” denilmiştir. Veziriâzamların Nevruziyye Pîşkesi adıyla verdikleri hediyelere bir örnek olmak üzere, ilk Osmanlı vak’anüvisi Mustafa Naimâ Efendi’nin Tarihinde yer alan ve İpşir Mustafa Paşa’nın IV. Mehmed’e takdim ettiği hem Nevruz ve hem de sadarete tayini ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: “... Vezir, kanun üzere Nevruziyye pîşkeşi ile sadâret cem’ edip birden irsâl eyledi. Birsemend ve iki gaburlevn at ki üçünün dahi dünyada nazîri bulunmaz. Serâpâ cevâhir ile âreste zeheb-i ahmerden (kızıl altın) ma’mûl raht ve rikâb ve gaddâre ve topuz vesâir zer-dûz bisât ile müzeyyen idi vesâir ecnâs-ı tuhaf ve tarâyif-i gûnâgûndan boğçalardan ma’ada bir araabada yüz keselik filori ve kuruş gönderdi; Vâlide hazretlerine yirmi keselik kadar pîşkeş irsâl edip...”24 Nevruz’da ayrıca her sene birinci mirahur tarafından takdimi kanun olan “rikâbiyye pîşkesi” dolayısıyla birinci ve ikinci mirahur, büyük ve küçük ahur kethüdaları, arpa rûznamçecisi, arpa kâtibi, sarraçlar kâtibi, mirahur-ı evvel kethüdası ve kâtibi gibi has ahur erkânına hil’atler giydirildi. Osmanlı Sahası Klasik Türk Edebiyatı şâirleri, Ramazan bayramı, bahar ve kış mevsimlerinde olduğu gibi Nevruz’da da câize almak için devlet büyüklerine kaside sunmuşlardır. Bu türden kaside ve gazellere “Nevruziyye” denmektedir.25 Nevruziyye’ye örnek olarak Râmi Paşa’nın oğlu Refet Bey’in, Damat İbrahim Paşa’ya yazdığı Nevruz redifli kasidesi dikkat çeker: “Hayat-ı taze verüp dehre makdem-i nevruz Hoşâ irişti meşâmm-ı deme dem-i nevruz Dağıttı leşkeri sermâyı sahn-ı gülşenden Kurunca bârgâhın şâh-ı ekrem-i nevruz Açıldı bahtı yine siyah-ı dilin Olup karîn-i atâya-yı hürrem-i nevruz Harîm-i bağ o kadar cilverîz-i şevk olmuş Ki görse bâğ-ı Behişt ola mahrem-i nevruz” Azerbaycan sahası şairi olduğu kadar Osmanlı Sahası Klasik Türk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden biri olan 16.yüzyıl şairi Fuzulî, bir beytinde Nevruz’un yılda bir defa geldiğini ve Nevruz gülleri açtığını söylemektedir: “Her gün açar gönlümü zevk-i visalin yenliden, Gerçi güller açmağa her yılda bir Nevruz olur.’’ 24 Müjgan CUMBUR, ‘’Bir Osmanlı Müneccimbaşısının Nevruz Tebrikleri’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 122-123. 25 Abdurrahman GüZEL, ‘’XIV- XV. Yüzyıl Edebiyatında Nevruz ve Nevruziyeler’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 95-104. 180 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Türk halk edebiyatının, Âşık şiirinin önemli temsilcilerinin şiirlerinde Nevruz’u konu edilmiş; Aşıklar, bu şiirlerinde Nevruz’u “Nevruz-u Sultanî” şeklinde ifade etmişlerdir. XVI. yüzyılın Alevî-Bektaşî şâirlerinden Pîr Sultan Abdal’ın Nevruziyyesi dikkat çeker: “Sultan Nevruz günü canlar uyanır Hal ehli olanlar nura boyanır Muhib olan bu gün ceme dolanır Himmeti erince Nevruz Sultan’ın Âşık olan canlar bu gün gelürler Sultan Nevruz günü birlik olurlar Hallâk-ı cihandan ziya olurlar Himmeti erince Nevruz Sultan’ın” Halk şairi Zara’lı Ozan Ali Nebi’nin (Zara Akören köyü 1725-1810) Nevruz Semahı, Nevruzla ilgili pek çok konuyu 18. yüzyılda gözler önüne sermesi ilgi çekicidir: “Bu gün dağlar yeşillendi Sultan Nevruz safa geldin Cümle kuşlar hep dillendi Sultan Nevruz safa geldin Bu gün bahar eyyamıdır Nevruz Türk’ün bayramıdır Gönüllerin sultanıdır Sultan Nevruz safa geldin Allah deyü öten kuşlar Dua eyler dağlar taşlar Yeşillendi hep ağaçlar Sultan Nevruz safa geldin Geçti şita (kış) döndük yaza Ali Nebi’m vurur saza Kızanlar düştü alaza (alev) Sultan Nevruz safa geldin’’26 Nevruz, Türk musikisinin en eski makamlarından biri olarak da kültürümüzde yer almaktadır. Bu makam ilk defa Urumiyeli Safiyüddin Abdülmü’min Urmevi (1224- 1294) tarafından kullanılmıştır.27 Yılmaz ÖZTUNA’nın tespit ettiği yirmi iki makam bulunmaktadır: Nevruz-ı Acem, Nevruz-ı Arab, Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Buselik, Nevruz-ı Büzürg, Nevruz-ı Hara, 26Adnan MAHİROĞULLARI, Dünden Bugüne Zara, Esnaf Ofset, Sivas, 1996, Sayfa: 173. 27 Abdulhaluk ÇAY, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, Sayfa: 171-172. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 181 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Hüseyni, Nevruz-ı Irak, Nevruz-ı İsfahan, Nevruz-ı Kuçek, Nevruz-ı Neva, Nevruz-ı Perdesi, Nevruz-ı Rast, Nevruz-ı Rehavi, Nevruz-ı Rumi,Nevruz-ı Seba, Nevruz-ı Sultani, Nevruz-ı Terkip, Nevruz-ı Uşşak, Nevruz-ı Zengule.28 Osmanlı toplumunda Nevruz’un önemini göstermesi açısından bu konuda verilen fetvalar dikkate değerdir. Şeriat hükümlerine göre yönetilen bir toplumda fetva makamı olan şeyhülislamın Nevruz’a dair sorulan sorulara verdiği cevaplar fetva kitaplarında kayıtlıdır. Bunlardan biri de Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin fetvasıdır: “Mesele: Nevruz gününde zeyd müsellem eyü libaslarını giyüp yiyüp içse, yaranlarıyla sahraya gitse izin lazım gelür mi? Cevab: Nesne lazım gelmez. Nevruz Mecusi degüldür, Nevruz Sultani’dür.’’29 Osmanlılar’ın son zamanlarına kadar Nevruz geleneğinin devam ettiği çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Öyle ki eski cep takvimlerinde Nevruz: “Nevruz-ı Sultanî-i meymenet âsâr ve evvel-i mevsim-i bahar ve tesâvî-i leyl ü nehâr” ifadesiyle yer almıştır. Sultan II.Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu, sarayda Nevruz kutlamalarını söyle anlatmaktadır: “Nevruz, baharın ilk günü olduğundan bir gün önceden Eczahane-i Hümayun’da hazırlanmış olan Nevruz Macunu denilen, üzerine altın tozu dökülmüş, kırmızı renkte Nevruz şekeri hazırlanır, tüllerle bağlı güzel kaseler içinde hanedan azasına, vükelaya, mevki sahiplerine, bendegana dağıtılırdı. Lezzeti pek güzeldi. Sabah erken, aç karına yemesi şifalı imiş. Bunun için gümüş tepsilere konur, yanına da ‘’s’’ ile başlayan yedi türlü yiyecek dizilir, getirilirdi. ‘’s’’ ile başlayan yedi türlü yiyecek şunlardı: Susam, süt, simit, su, salep, safran, sarımsak. Bunlardan birer parça yalanınca şifa getirileceğine inanılırdı. “Nevruz’da, İran Sefaretinden kumaş kaplı tablalar içinde kıymetli porselenler ve süslü kutularla macun, İran usulü türlü şekerler, Mabeyn-i Hümayun’a getirilip hediye olarak babama takdim olunurdu. Nevruz şekerinin üzerine üstünde İran Şahı’nın resmi bulunan küçük İran altınlarıyla babamın ismi yazılmış olurdu. Babam da bunları bizlere veyahut arzu ettiği kimselere gönderirdi.’’30 II. Meşrutiyet’ten itibaren saray ve çevresince kutlanılması zayıflamış olan Nevruz, kendisini Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatında hissettirmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir’deyken Tevfik Nevzat ve Balıkçızade Hakkı ile birlikte Mart 1884’te ‘’Nevruz’’ isimli bir dergi çıkartmışlardır. Bu dergi İstanbul’da bastırılarak edebiyat çevrelerinin beğenisine sunulmuştur.31 Anadolu’da yapılan Nevruz kutlamaları çerçevesinde Kastamonu’daTürk Gücü Derneği’nin organize ettiği şenlikler Kastamonu’da 1914/1915 yılında çıkan Köroğlu gazetesinde ‘’Milli Bir Bayram’’ ve ‘’Ergenekon Bayramı’’ gibi manşetten verdiği başlıklarla haber yapılmıştır. Kasta28 Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul, 1974, Sayfa: 77-78. 29 Filiz KILIÇ, ‘’Osmanlı Devletinde Ve Klasik Edebiyatımızda Nevruz’’, , Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 205. 30 Ayşe OSMANOĞLU, Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), Selçuk Yayınları, Ankara, 1986, Sayfa: 106. 31 Halit Ziya UŞAKLIGİL, Kırk Yıl, Özgür Yayınları, İstanbul, 2008, Sayfa: 117, 120,378. 182 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 monu şairi Safranbolulu Tahir Karaoğuz’un ‘’Yeni Gün’’ başlıklı şiiri o günkü Köroğlu gazetesinde yayımlanmıştır. Tahir Karaoğuz’un kutlamalarda kürsüye çıkarak halka hitaben okuduğu bu şiir, Nevruz’la ilgili olarak yapılan adlandırmalar arasında yer alan ‘’Ergenekon Bayramı’’ kavramına dikkat çekmesi bakımından önemlidir.32 Ömer Seyfettin’in Tanin gazetesinde 18 Mart 1914’te yayımlanan ‘’Türklerin Milli Bayramı Yenigün:9 Mart’’ başlıklı yazısı da Nevruz’u milli bayram olarak işaret etmekte ve Türklerin Ergenekon’dan çıkmasıyla irtibatlandırmaktadır.33 Ziya Gökalp de “Ergenekon” hakkında yazdığı bir şiirinde, Türklerin Ergenekon çıkış ile yeniden doğuş temini şöyle dile getirmiştir: “Kurt bir delik buldu gitti. Bir demirci takip etti. Ocak (ateş) yaktı, taş eritti. Açıldı yol kapağımız. Büyük sevinç, büyük müjde, Bayram yaptık köyde, kentte. Torun, oğul, baba, dede, Büyüğümüz, ufağımız. “34 Osmanlı’nın son yılları ve Milli Mücadele döneminde ülkenin içinde bulunduğu şartlar ‘’İkinci Ergenekon’a’’ benzetilmiştir. Kütahya Mebusu Besim (Atalay) Bey’in 23 Mart 1921 günü ‘’Ergenekon-Nevruz’’ adlı açıklamasını Hakimiyet-i Milliye gazetesi şöyle yazmıştır: “Milletler her ne şekilde yarşarlarsa yaşasınlar, her nereye giderlerse gitsinler, onların aralarında asırların söküp götüremediği birçok an’aneler, alışkanlıklar devam eder durur. İşte, Nevruz adı konmuş Ergenekon Bayramı bu suretle pes-zinde halinde yaşamakta olan bir an’anemizdir. Adını ve şeklini değiştirmiş olmasına rağmen hala ölmemiş ve her sene aynı günde halk yarı bayram hayatı yaşamakta bulunmaktadır. Yaklaşık olarak bundan 3500 sene önce Türkler, Çinlilerle yaptıkları bir savaşta mağlup oluyorlar…Yalnız dokuz kişi kurtulup ıssız dağlara çekiliyorlar. Dört yüz sene orada kaldıktan sonra bir kurdun öncülüğünde oradan çıkıp Çinlilerin üzerine çullanıyorlar ve dedelerinin öçlerini alıyorlar. Dört asır kaldıkları yaylaya Ergenekon deniliyor ki; maden vatanı demektir. Türkler Ergenekon’dan Mart Dokuzunda çıktıkları için her yıl Mart dokuzunda bayram yaparlar, demir döğerler, ateş yakarlar, kurt başlı bayrakları takdis ederlermiş. Acemleşen Batı Türkleri bu bayramı Acem bayramı olarak kabul etmişlerdir. Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice; bizim bu günkü Milli Mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bu gün de kendi varlığına kasdedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin 32 Zeki GÜREL, ‘’Nevruz’u Çocuklara Anlatmak’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,1999,Sayfa:141. 33 Ömer SEYFETTİN, Ömer Seyfettin Bütün Eserleri 6/Makaleler 1, Haz. Hülya ARGUNŞAH, Dergah Yayınları, İstanbul, 2001. 34 Ziya Gökalp, Kızılelma, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, Sayfa 112- 113. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 183 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim.’’35 Besim Atalay, her bir yönünden kuşatılmış; fiilen işgal edilmiş olan Anadolu’yu ve onun sonunu bu Nevruz, Ergenekon Bayramına benzeterek moral aşılamaya çalışmıştır. Yine o günün gazeteleri 1921 yılının 21 Mart günü halkın, öğrencilerin sokaklara; Ankara’nın belli çayırlıklarına, meydan yerlerine toplandıklarını ve orada bir merasim tarzında bayram kutladıklarını söylemekle beraber Yunanların taarruza geçmesinden dolayı devletin üst yöneticilerinin de katıldığı bir coşku içerisinde kutlanılamamıştır. Konya’da 213 Mart 1918’de kutlandığını Konya’da yayımlanan Türk Sözü gazetesinin 24 Mart 1918 tarihli nüshasından öğrenmekteyiz. Bu olay şu cümlelerle anlatılmıştır: ‘’Daha sabahleyin vasati saat onda halk bu büyük milli bayramı kutlamak için Alaeddin Tepesi’ne koşuyor, insan kitlelerinden tepe adeta görünmüyordu…. Zevali saat bir buçuğa doğru erkan-ı vilayet, ümera-yı askeriyye, bilumum talebe ve talim heyeti, infihal mahalline teşrif ettiler.’’ Haberin ilk paragrafında ‘’infihal’’ olarak adlandırılan bu toplantıyı Konya Türk Ocağı Başkanı Ahmed Necati Bey düzenlemiştir. Alaeddin Tepesi’nde binlerce kişiye hitap eden toplantı, öğleden sonra Türk Ocağı’nda konser ve müsamere düzenlenmiştir.36 1922 yılında 23 Mart Çarşamba günü, Meclis’in önünde ve Taşhan Meydanı’nda merasim yapıldığını; ‘’Ankara’da Ergenekon günü kutlandı. Meclis önünde resmigeçit yapıldı. Öğrenciler ve halk da Meclis önünde toplandı.’’ Haberini devrin Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün, İkdam gazetelerinden tespit edilmektedir.37 Yeni Gün gazetesi 1923 yılı 23 Mart Cuma günü Nevruz kutlamalarını şöyle yazmıştır: ‘’Dün Nevruz’a tesadüf ediliyordu. Hava biraz serin olmakla beraber güneşlidir. Kışın karlı ve çamurlu günlerini basık tavanlı evlerinde geçiren Ankara sakinleri Nevruz dedikleri bu güzel günü temiz hava, bol güneş alarak ve taze bir neşe içinde karşıladılar. Dün, Samanpazarı Cebeci’ye kadar bütün Bendderesi ve istasyonu şehire zapteden yollar Nevruz’u kutlamaya çıkan halk ve mektepliler ile dolu idi. Akşama doğru aynı aheste adımlarla şehre döndüler. Güzel bir gün geçirmekten mutlu, memnuniyetle yorgunluklarını unutmuş bulunuyorlardı. Bu gün Cuma olduğu için hava güzel giderse Nevruz devam edecek demektir.’’ 1926 ve sonrasında resmi olarak kutlanıldığına dair bir belge bulunmamaktadır.38 Kazım Alparslan, 1943 yılında Uludağ Dergisi’nin 56-57.sayısında yayınlanan ‘’Nevruz: Toprak Bayramı’’ adlı yazısında “Bugün, dün, yarın ve senenin bir dönüm noktası olduğu gibi çiftliğin de dönüm noktasıdır. Bunun için bu gün Roma’daki beynelmilel Ziraat Enstitüsünde Bulgar Murahhasının teklifi üzerine bütün dünyada Toprak Bayramı olarak kabul edilmiştir... Cumhuriyet hükümetimiz de Hey’eti vekile kararı ile kabul ve bu günü Toprak Bayramı olarak 35 M. Akif TURAL, ‘’Milli Mücadele ve Atatürk Döneminde Nevruz Kutlamaları’’ Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,1999,Sayfa:343-344. 36 Saim SAKAOĞLU, ‘’Konya’da 1918 Yılı Ergenekon Bayramı’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995,Sayfa: 89-91. 37 M. Akif TURAL, a.g.e, Sayfa: 345-346. 38 M. Akif TURAL, a.g.e, Sayfa: 348. 184 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ilan etmiştir.” Biçiminde belirterek dönemin hükümeti tarafından uluslararası kararları takip ederek bu güne yeni bir anlam kazandırmışsa da bu içerikle kutlandığına dair elde yeterli bilgi bulunmamaktadır.39 Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan, Tataristan, Kırım, Kırgızistan ve Türkmenistan’da Nevruz kutlamaları 1926 Sovyetler Birliği tarafından yasaklanmıştır. 1960’lı yılların başlarından itibaren ‘’İlkbahar’’ veya ‘’Emek Bayramı’’ olarak isimlendirilmiş ve kutlanılmasına izin verilmiştir. 1985 yılında başlayan Prestroyka (yeniden düzenleme) ile birlikte halklar soy köklerini öğrenmeye ve bağımsızlıkları uğruna mücadele etmeye başladılar. Azerbaycan’da Nevruz ile ilgili ilk eserler bu tarihten sonra yayınlanmaya başlanmıştır. Kazakistan2da 62 yıl aradan sonra milli bir kimlik kazanarak 1988 yılında kutlanmaya başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan 21 Mart 1991’den itibaren, Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan’da da 21 Mart Nevruz Bayramı resmi bayram ilan edilerek kutlamalar devlet töreni haline getirilmiştir. Türkiye’de ise Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir. Ancak çok çeşitli sebeplerden dolayı 1920-1980 yılları arasında, halk bilimi araştırmacıları hariç, Türkiye’de pek gündeme taşınamamış; ihmal edilmiştir. Gündeme gelememesi ve ihmal edilmesi sebebiyle aydınlar ilgisiz kalmış; devlet töreni olarak kutlanmamıştır. Bu gelişmeleri fırsat sayan bazı çevreler Nevruz’u olumsuz noktalara çekmeye çalışmışlardır. Fakat; Türkiye’nin çeşitli yörelerinde bu bayram gelenek olarak yaşatılmaya devam etmiştir. Türkiye’de Nevruz’la ilgili ilk hacimli araştırma, ilk baskısı I985’te yapılan Abdülhaluk Çay’ın ‘’Türk Ergenekon Bayramı Nevruz’’ adlı eseridir. Diğer Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını ilan ettiği 1991’den beri Türkiye’de Nevruz konusunda bilimsel çalışmalar artmıştır. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi ve Kültür Bakanlığı tarafından Başbakan ve diğer bazı bakanların da katıldığı bilgi şölenleri düzenlenmiş, bildirilerde konular ayrıntılarıyla incelenmiştir. Sunulan bildiriler ve makaleler kitap ve dergi halinde tüm dünyanın hizmetine sunulmuştur. TRT tarafından her yıl Nevruz ile ilgili programlar düzenlenmekte; diğer Türk Cumhuriyetlerindeki törenler naklen yayımlanmaktadır. Türkiye’nin hemen her ilinde Valiliklerce düzenlenen konferanslarda halk Nevruz konusunda bilgilendirilmektedir. Üniversitelerde paneller yapılmakta; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda günün anlam ve önemini anlatmak için törenler düzenlenmektedir. 39 Mustafa AKSOY, ‘’Kültür Sosyolojisi Açısından Nevruz Kavramı’’, Türk Dünyası Araştırmaları, Şubat 1996, Sayı:100, Sayfa: 13. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 185 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Kaynakça: AŞA, Hatice Emel, Avrasya’nın Ortak Bayramı Nevruz, Yeni Avrasya Dergisi, Mart – Nisan 2000. BAŞBUĞ, Hayri, ‘’Kürt Türklerinin Doğuş Destanı İle Ergenekon Destanı Üzerine Düşünceler”, Türk Kültürü, Aralık 1988, Sayı:248, Sayfa 42-52. ÇAY, Abdulhaluk, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1985, 219+13 Sayfa. El-Biruni, Ebu Reyhan, Maziden Kalanlar (El-Asar el-Bakiye), Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul, 2011, 465 Sayfa. Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Türk Şeceresi (Şecere-i Türk), İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009. KARAMAN, Ramazan, Türk Devlet ve Topluluklarında Nevruz Kutlamaları, Berikan Yayınevi, Ankara, 2005, 140 Sayfa. KARAMAN, Ramazan, ‘’Türk Kültüründe Nevruz’’, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1998, Sayı 135. KAŞGARLI Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, Çev: Besim ATALAY, 1. Cilt, TDK Yay., Ankara, 2006. MAKAS, Zeynelabidin, Türk Milli Kültüründe Nevruz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987, 120 Sayfa. Memmedli, Şureddin, Azerbaycan Şiirinde Nevruz, Turan Stratejik Araştırmaları Merkezi Dergisi, 2010, Sayı 5, Sayfa: 5-15. NADAS, Muhlis, Türk Dünyası’nın Milli Bayramı Nevruz, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1995, Sayı: 99. Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, 420 Sayfa. ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, İstanbul, 2007, Sayfa 181 – 185. TÜRKDOĞAN, Orhan, ‘’Eski Bir Kültür Kodu: Nevruz’’, Türk Dünyası Araştırmaları, Yıl:1996, Sayı:100, Sayfa:29-37. Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2004, 492 Sayfa. Türk Dünyası Nevruz Şiirleri Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2004, 166 Sayfa. Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2000, 531 Sayfa. Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, 346 Sayfa. Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, 210 Sayfa. 186 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Doğanay YILMAZ Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler 2. Sınıf BİZİM BAYRAMIMIZ… Kültür, bir milletin ortak yaşam tarzıdır. Milletleri birbirinden ayıran temel unsurlar olan gelenek, görenek ve inançlar; milli kültürü oluşturur. Her milletin sahip olduğu gelenek, görenek ve inançların bir bütünü oluşturan kültürlerin, devamlılığını sağlayan anma ve hatırlanma günleri; bayramlardır. Nevruz da Türk Dünyası için tarih boyunca yaşatılan bu özel günlerden biridir. Türk Dünyası’nın milli bayramıdır. I. Nevruz’un Anlamı ve Temsil Ettiği Değerler Nevruz, doğuş, diriliş anlamına gelir. Aynı zamanda baharın başlangıcı sayılır ve bir takvim değişikliğini anlatır. Türk kültüründe Nevruzun bir adı da Ergenekon’dur. Çin kaynaklarında yer alan bilgilere göre Ergenekon, Büyük Hun İmparatorluğu döneminde yer almış bir olaydır. Hem bu tarihsel olayı hem de baharın gelişinin kutlandığı Türk Dünyası’nın ortak bayramı Nevruz, Türk tarihinin her döneminde varlığını devam ettirmiştir. Türk Dünyası açısından bir diğer önemi de yapılan takvim değişikliğini ifade etmesidir. Selçuklu döneminde Ömer Hayyam tarafından hazırlanan Celali Takvimi Sultan Melikşah’a sunulmuştur. Bu takvimde yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkati çeken husus, baharın başladığı zamandır. Türkler, bu takvim değişikliğini toprağın uyandığı gün ile özdeşleştirmişler ve toprağın diriliş günü şeklinde algılamışlardır. Özellikle bu takvimin sadece tarım ve doğa olaylarını izlemede kullanılması diğer ticari ve devlet işlerinde Hicri takvimin kullanılması da Türk toplumunun doğaya verdiği önem, yaşayış şekilleri ve ekonomik uğraşları hakkında bilgi verebilir. Nevruz kutlamalarında bazı farklılıklar olmakla birlikte, Orta Asya Türk Toplulukları, İran, Anadolu ve Balkanlar’da aynı tarihler arasında her toplumca kendine özgü bir nedene dayandırılarak kutlanan geleneksel bir bayram niteliği kazanmıştır. Nevruz çeşitli Türk topluluklarında Yeni Kün, Yengi Gün, Yengi Kün, Yeni Yıl, Çağan, Ergenekon, Ergenekün, Ulustın, Uluğ Küni, Baba Marta, Bahara Kavuşma, Ulaşma, Yeni Yıl ve hatta Anadolu’da Sultan-ı Nevruz, Nevruz Sultanı ve Mart Dokuzu gibi adlar ile anılmaktadır. Türk dünyasının büyük bir bölümünde Nevruz’dan bozma, Naaruz, Navruz, Nevriz, Nevris adlarına da rastlanır. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da Ergenekon Bayramı’dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 187 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da böyle bir gelenektir.1 Türk Dünyası dışında da kutlanan Nevruz bayramı Türklerinkine göre farklı anlamlar taşımaktadır. Burada yeni yılın başlangıcından söz edemeyiz. Arap ve Musevilerde yılbaşı sonbahar dönemine denk gelmektedir. Baharın gelişinden veya yeni yıldan çok dini inanışa göre önemli olayların olduğu gün olarak atfedilir. Nevruz’un İslami bir nitelik kazanması ise İran’da ortaya çıkmıştır. Bir inanışa göre İran Hükümdarı Cemşid’in ateşi bulması ve daha sonrasında ortaya çıkmış olan Zerdüştlük inancı etrafında Nevruz bu bölgede halen kutlanmaktadır. İranlılarda Nevruz, bazı vergilerin toplanma dönemi idi. Bu gelenek Araplarda da devam etmiştir. Zamanla İslami bir mahiyet kazanan Nevruz’la ilgili yeni rivayetler ortaya çıkmıştır. Bu rivayetler şu şekilde sıralanabilir. a) Tanrı dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu Nevruz’da yaratmıştır. b) İlk insan Hz. Âdem Nevruz’da yaratılmıştır. c) Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’na konduktan sonra, Sürmeli Çukuru’na (Iğdır Ovası) inmişti. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevruz idi. d) Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Hz. Yusuf, bir bezirgân tarafından Nevruz’da kurtarılmıştı. e) Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yararak taraftarlarını kurtardığı gün Nevruz idi. f) Bir yunus balığı tarafından yutulan Hz. Yunus Peygamber, Nevruz’da karaya bırakılmıştır.2 Nevruz Bayramı konusunda farklı anlamlar farklı kutlamalar yapılmaktadır. Ancak şu bir gerçektir ki Nevruz, Türklerle ortaya çıkmış olan bir; “Tabiat ve Diriliş” günüdür. Yeni yılın gelişi ve baharla birlikte doğanın dirilmesi ile Ergenekon’da yaşanan Türklüğün dirilmesi arasında herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Türk, doğanın şartlarını, kurallarını kendi töresi sayan bir düşüncenin temsilcisidir zaten. II. Türk Tarihinde Nevruz Nevruz, Türk Tarihi bakımdan ilk olarak Hun İmparatorluğu döneminde kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamalar Çin kaynaklarında da yer almaktadır. Daha sonrasında kurulun Türk Devletleri de bu geleneği devam ettirmişlerdir. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da Ergenekon Bayramı’dır. Bu adla anılmasının sebebi Türklerin Ergenekon adı verilen demirden dağı eritip, bir kurdun yol göstericiliğinde soyun kurtulmasının anlatıldığı Ergenekon destanından gelir. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî’sinde naklettiği Ergenekon menkıbesinde olay şöyle geçer: “(…)Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunun üzerine müzakere ettiler ve babalarımızdan işitirdik ki Ergenekon’un dışarısında geniş 188 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 ve güzel bir memleket varmış, atalarımız orada otururlarmış. Tatar başolup başka kabileleri bizim urukumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrı’ya şükür, düşmandan korkarak dağda kapanıp kalacak hâlde değiliz. Bir yol bulup bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşür, düşman olanla güreşiriz” dediler. (…)Dağın tepe ve diğer yanlarına da odun ve kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular; ateşleyip hepsini birden körüklediler. Tanrı’nın kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü, o saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Moğollarca bayram sayıldı.” Ergenekon destanına göre dağın eritilip dışarı çıkıldığı gün Nevruz’a denk gelmektedir. Bu sebepten Nevruz Bayramı’na, Ergenekon Bayramı da denir. Daha sonrasında Göktürk devletinin kurulmasına sebep olan bu olay için Nevruz(Ergenekon) Bayramı da “diriliş günü” olarak adlandırılır. Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir.3 Atatürk döneminde Nevruz Bayramı’na özel önem gösterilmiştir. Atatürk bu bayramın Türk Milletini tekrar ayağa kaldıracak olan fitilin ateşleyicisi olarak görmektedir. Türk Milletinin bağımsızlık inancının ne derece yüksek olduğunu anımsatabilmek adına Nevruz, Ergenekon Bayramı olarak kutlanmıştır. 1921 yılında Ankara’da yapılan kutlama sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp Türk Dünyasında da büyük etkiye sahip olmuştur. Azerbaycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof’’un Mustafa Kemal Paşa’ya Nevruz dolayısıyla çektiği 24 Mart 1921 tarihli telgrafta şöyle denmektedir: “Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbaycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbaycan inkılâp Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark İnkılap başları Mustafa Kemal!” Yapılan küçük bir kutlamanın bile Türk Dünyası’nda karşılık bulması bir kurdun beklendiğinin göstergesidir. Yeniden temsili olarak Türkün etrafını sarar demiri eritecek bir güce ihtiyaç duyulmaktadır. Baharın gelişi, ağacın yeşermesi kadar Türk’e de dirilişini anımsatması gerekir. Türk Dünyası’nda 2000’lere kadar gayri resmi olarak kutlanan Nevruz, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan ile Altay, Hakas ve Tataristan özerk bölgelerinde resmen bayram olarak ilan edilmiştir. Sovyetlerin bu uygulaması bile Nevruz’un sadece bir bayramdan daha fazla olduğunun göstergesidir. Nevruz günümüzde de Türk Dünyası’nın her köşesinde kutlanmaya devam ediyor. Yapılan yemeklerin yedi çeşit ve yedi kazan yapılması, ateşin üzerinden atlanması ve bir hafta önceTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 189 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN den evlerin temizlenmesi gibi gelenekler ve görenekler yerine getirilmeye devam ediyor. Aynı kültürün farklı devletlerde devam etmesi yapılan işler arasında bir farklılık oluşturmuyor. Nasıl ki Türkiye’de kutlanan bir bayramın neşesi Azerbaycan’da da hissediliyorsa, toplumu oluşturan kültürler, yerlerine göre değil de şekil aldığı milletin fertlerinin bulunduğu her yerde hayatını sürdürmeye devam edecektir. Kültürler yığın bilgiler olarak ortaya çıkmışlardır. Birikerek ve genişleyerek zaman içerisinde büyürler. Kültürü oluşturan toplumun fertlerinin ayrı coğrafyada yaşamaları kültürlerinin yok olmasının önünü açmaz. Türk Toplumunun ortak kültürü olan Nevruz gibi, bölgelerin kendi kültürlerini de içeriye alacak bir ortak millet oluşturulması gerekir. Türkiye ile Azerbaycan nasıl “Bir Millet İki Devletse” aynı şekilde Türkiye ile Kazakistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Macaristan’da “Bir Millet İki Devlettir.” Tabi bunu anladığı zaman. Nevruz’dan, Ergenekon’dan Turan’a bir yol vardır ama Nevruz’u birlik saydığımız da, Turan’ı Türk Dünyası olarak gördüğümüzde. KAYNAKÇA: 1)Prof. Dr.ŞENGÜL, Abdullah, Türk Kültüründe Nevruz 2)Abdülkadir Yuvalı, Nevruz Bayramı ve Çarşamba Günleri, Türk Kültüründe Nevruz, Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı:100, Ankara, 1995,s.55 3)İrfan Aypay 2005:9 190 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Fatma KAPLANER Uludağ Üniversitesi Türkçe Eğitim Bölümü 3. Sınıf GEÇMİŞTEN GELEN İZ ‘NEVRUZ’ Türk devletleri birlik ve beraberliklerini korudukları sürece var olmaya devam ederler. Birlik ve beraberliklerin korunması geleneklere, göreneklere bağlılıkla ve onları yaşatmakla mümkündür. Türk milleti, tarihten günümüze gelene kadar toplumsal hafızasında yer edinmiş sosyal ve dini hayatındaki bazı önemli olayları bayram olarak kutlamaktadır. Bu bayramlar onların dünyayı değerlendirme ve hayat felsefesi oluşturma anlayışı bakımından nelerin etkisi altında olduklarının göstergesidir. Nevruz da Türk tarihinin bilinmeyen zamanlarından günümüze ulaşan çok önemli bir çeşmesidir. Nevruz, yeni anlamına gelen nev ile gün anlamına gelen ruz kelimlerinin birleşiminden oluşan Farsça bir kelimedir. Miladi takvimde 21 Mart gününe denk gelmektedir. Eskiden 12 Hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak kabul edilirdi. Nevruz hala İran’da Şiiler tarafından yılbaşı olarak kutlanmaktadır. Nevruzun farklı Türk topluluklarında, farklı coğrafyalarda ‘Yeni Gün’, ‘Sultan Nevruz’, ‘Mart Dokuzu’, ‘Gün Dönümü’, ‘Kış Biitt Bayramı’ gibi değişik söyleyiş biçimleri olmasına rağmen temelde düşüncenin ortak olduğu kutlamaların aynı coşku ve heyecanla yapıldığı görülmektedir. Nevruz Türkiye’de 1991 yılında Türki Cumhuriyetlerle birlikte ortak bir milli gün olarak kabul edilmiş resmi olmaksızın bayram ilan edilmiştir. Nevruzun anlamı milli kimliği, birliği, bağımsızlığı kutlamak ve güçlendirmektir. Milli diriliş ve devlet kurma, devleti yüceltme günüdür. Tanrı’nın uyuyan tabiaatı uyandırması, uzun ve zor şartlarda geçen kış mevsiminin yerine doğanın dirilişine eşlik eden bahar mevsiminin gelmesi ve insanoğlunun doğaya tekrardan hükmedeceği inancıdır. İnsanın tabiaattan emeğinin karşılığını isteme şenliğidir. Nevruz dini bir bayram değildir. Hristiyan olan Gagavuzlar ve Çuvaşlar tarafından da kutlanan milli Türk bayramıdır. Yanan ateşten atlayarak geçilmesi kış mevsiminden arta kalan kötü ruhların, hastalıkların ve olumsuzlukların kutsal ateşle yok edilmesi Şamanizim kültüründen kalan izlerdir. Gerek Çin kaynakalarında gerekse Türk destanlarında Türklerin Ergenekon’dan çıkışlarını anlatan mitolojiye göre Kıyan ve Negüş adlı iki Türk düşmandan kurtularak eşleriyle birlikte Ergenekon’a sığınarak 400 yıl sonra nüfusun artmasıyla birlikte güç kazanan Türkler Ergenekon’dan çıkış yolu ararlar. Nihayet bir demir dağını eritip yol açmak suretiyle buradan çıkarak eski topraklarına egemen olurlar. Türkler Ergenekon’dan çıkış günü olarak gördükleri 21 Mart tarihini Ergenekon ya da Bozkurt günü olarak kutlamışlar, Türk hakanları bu günde, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 191 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Ergenekon’da demirin eritilmesi anısına, günümüze kadar süregelen örs üzerinde demir dövme geleneğini yapmışlardır. İslamiyet öncesi Orta Asya Hun, Göktürk, Uygur gibi Türk devletlerinde büyük bir coşkuyla kutlanan ilkbahar bayramı, İslamiyet sonrası Türk topluluklarında, Selçuklular ve Osmanlı Devleti zamanında da büyük bir coşkuyla kutlanmaya devam etmiştir. Nevruz bayramında hekimbaşının hazırlamış olduğu Nevruziyye tatlıları da başta padişah olmak üzere saray halkına sunulmaktaydı. Şairler ‘Nevruziye’ adlı methiyelerini sultana sunup karşılığında da ‘Nevruz Bahşişi’ almaktaydılar. Örneğin Nev’i: Nev-bahar oldı güneş kıldı hamel burcın mahal Bür’-i biryan ile cam-ı mey iç gülzare gel Beyitinde güneşin hamel (koç) burcunda yer alışıyla ilkbaharın geldiğini bildirip kebap yiyerek şarap içmeleri için insanları gül bahçesine davet etmiştir. Osmanlı döneminde Müslüman Türkler tarafından Nevruz, Kurban ve Ramazan bayramından sonra adeta üçünçü sırada yer alan bir bayram olarak görülmektyedi. Osmanlı’da hediyeleşme kültürünün canlı bir şekilde yaşatıldığı bir gündü. Orta Asya’dan başlayarak Avrupa’ya kadar tarihte ve günümüzde Türkler’in yaşamış oldukları coğrafyalarda Nevruz olgusu yaşatılmıştır. Bütün bu görenekleri ve gelenekleri, değişik şekillerdeki kullanışları hep toplumumuza anlatmak ve onlara mal etmek durumundayız. Nevruz hangi devletin sınırları içinde yaşarsa yaşasın tüm Türklerin en eski ve tek ortak milli bayramıdır. Nevruz bayramının Türk dünyasında birlik ve beraberliğe, kardeşliğimize vesile olmasını, sevgiyle kenetlenmeyi birbirimizi birbirimizden ayırmamasını, vatanımıza güç, kuvvet getirmesini diliyorum. 192 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Neşe PEKER Uludağ Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği ZAMANA YENİLMEYEN ŞEHİR İnsanoğlu için zaman bir antikadır. Zaman bu kadar değerli iken yıllara meydan okuyan bu heybetli şehir pahabiçilemez derecede mühimdir. Adım attığım her sokakta tarihin keskin kokusunu içime çektiğim bu şehir nice savaşlar görmüş, tarihin en şanlı padişahlarına konukseverlik yapmış, varolduğu topraklar üzerinde insanı hayrete düşürecek güzellikte, tarihe eşsiz miraslar bırakmıştır. Anadolu’nun birçok şehrini gururla, göğsümüz kabararak coşkulu bir anlatımla nesilden nesile aktarıp durduk. Bu şehirler içerisinde öyle bir şehir vardı ki! Bu şehir topraklarına ayak basan herkesi heybetli edası ile karşılamış, nice hükümdarlara kendini hayran bırakmıştır. Ve ben zaman geçse de tarihe eşlik etmeye devam eden mimarı yapıların arasında birden kendini mazide buldum. İşte Ulu Camii’nin eşsiz mimarisini ilk kez gören halkın içindeyim. O nasıl bir hayranlık ki gözler şaşkınlıklarla etrafı inceliyor. Ne muhteşem bir yapıdır bu! Gözlerimi çevirdiğim her yerde beni tarihin hatıraları karşılıyor. Koza Han’ın içinde binbir derde dava Osmanlı çayını yudumlarken eskiden burada yapılan alışverişlerin verdiği o tatlı hissi yaşamaya çalışıyorum. Bali Bey’in, Yeşil Camii’nin, Emir Sultan’ın zihnimde bıraktığı tesirleri düşünüyorum. Bu şehrin insanda bıraktığı etkiyi zamanın hükümdarları anlamış olsa gerek ki, şehrin topraklarına birçok eser armağan etmişlerdir. İnsanlar bıkmadan ve hep aynı heycanla yıllardan beri bu armağanları ziyaret ederler. Kapalı çarşılarda dolaşırken bizlere verilen bu armağanın kıymetini bir kez daha anlıyor insan. Şehre birçok armağanlar sunmuş, bu topraklarda yıllarca hüküm sürmüş padişahların türbeleri akın akın insan ziyaretlerine uğruyor. Bursa’nın vazgeçilmesi olan türbeler, sadece Türk vatandaşlarını değil, binlerce farklı ırka mensup insanları görkemli yapısıyla karşılıyor. Zaman içinde bu şehir kat ve kat değerini arttırmakta ve dünya mirasında kendine yer edinmektedir. Tüm bu sahnelere şahit olan bilinçli her Türk tarihi eselerin bugün bile binlerce insan tarafından rağbet görmesini gururla izlemektedir. Bizlere bu duyguları yaşatan Bursa’nın kıymeti bilinmeli, gelecek nesillerin de bu duyguları yaşamasına izin verilmelidir. Bu güzel şehir, gelecek nesillere bırakılacak, tarihi eserleriyle, yüzlerce yıl sonra bile zamana yenilmeyen antika misali ayakta duracaktır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 193 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Sultan BULUT Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Son Sınıf BİR SEVDANIN DESTANI Her gelenin bir nota eklediği bir besteydi bu, tamamlanmak için sevdalısını bekleyen. İlk Osman bestelemişti bu şarkıyı. Henüz notalarını yazıyordu. Onun bu şarkısı yüzyıllar boyunca dilden dile, gönülden gönüle, nesilden nesile söylenecekti. Bu öyle bir besteydi ki yarım kalmamalı, asırlarca söylenmeliydi. Bursa, Osman’ın yeşil gözlü yariydi. Alnından bir kez öpenin bu buseyle ebedileştirdiği, kokusunu bir kez içine çekeni ebediyete kadar bağrı yanık dolaştıran nazlı gelini. Osmanlı’nın kuruluşuna şahitlik eden ve daha sonraları Anadolu’nun mahremiyetini temsil eden bu şehir, o günlerde Bizans’ın elindeydi. 1071 yılında Anadolu’yu fethetmeye başlayan Selçuklular, Bursa yöresine Asya’dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirmeye başladılar. Süleyman Şah, 1081 yılında İznik’i başkent yaparak burada bağımsızlığını ilan eder. Fakat kader, Selçuklular için başka planlar yapmaktadır. 1243 yılına gelindiğinde, içte Türkmen ayaklanmaları ve dışarıdan gelen Moğol baskısı sonucu III. Keykubat’ın Anadolu’daki otoritesini kaybetmesi üzerine, Marmara uç bölgesinde bulunan Osman Bey 30 Aralık 1299 tarihinde bağımsızlığını ilan etti ve beyliğini kurdu. Her sıkıntı bir inşiraha gebeydi. Selçuklu Devleti’nin yıkılışıyla Osmanlı zuhur etti. Dünyayı; Fatihler, Kanuniler, Yavuzlar yönetti. Selam ile girdikleri her ülkenin kapısı açıldı usul usul. Alem diz çöktü. Beyliğini kuran Osman Bey ilk olarak Bursa üzerine yürüdü. Mahremiyetini nasıl düşman elinde bırakır, nasıl çiğnettirirdi? Takvimler 1307 tarihini gösteriyordu. Sonun başlangıcı olan bu şehirde adeta zaman durmuş, rüzgar dahi esmiyordu. Atını dizginleyen Osman, ardında onlarca sevdalısıyla yarini alamaya gidiyordu. Hava biraz soğukça olsa da bu soğuk hava onun göğsünde sıcak bir acı bırakıyordu. Yarini düşman elinden almadan bu acı dinmeyecekti. Bu topraklar Osman’ın sevdalısı, namusu, vatanıydı. Ceddimden emanetti gönlüne. Zülüflerinin tek bir teline bin canlar feda edilir, edilmeliydi. Ne yazık ki Osman Bey buna muvaffak olamadı. Kuşatmayı oğlu Orhan Bey devraldı. Kale muhafızı, Bizans’tan gelecek olan yardımdan umudunu keser ve 6 Nisan 1326 tarihinde sevgili, Osmanlılara teslim edilir. Vefat eden Osman Bey ise Gümüşlü Kümbet’te sevgilinin bağrına defnedilir. Osmanlı’nın ilk başkentlerinden biri olması nedeniyle Bursa, tarih sahnesinde devletin idari, siyasi, dini, ilmi, kültürel, ekonomik ve sosyal hayatında önemli bir yere sahip olmuştur. Keçecizade Fuat Paşa’nın “Bursa, Osmanlı’nın dibacesidir.” sözü bu önemi en güzel şekilde yansıtan enfes ifadelerden biridir. Pek çok ilki bağrında barındıran bu şehir, baştanbaşa tam 194 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 bir Türk şehri olma özelliğini korumuş ve adeta Osmanlı’nın yaşayan tarihi olmuştur. Bursa’yı alan Orhan Bey, İznik fethinin kapılarını açtı. Marmara’da bir sanayi havzası ve Bursa’dan daha önemli bir konuma sahip olan İznik, Bizans’ın Anadolu’daki en büyük ve önemli şehirlerinden biri olmakla kalmıyor; aynı zamanda Hristiyanlık için dini bir kimliğe de sahipti. Osmanlı’nın İznik’i almasından endişe duyan Bizans imparatoru III. Andronikos, Palekanon denilen yerde Orhan Bey komutasındaki birliğe karşı savaşır. Bu, Osmanlı ordusunun ilk ciddi meydan muharebesidir. Muvaffak olan Orhan Bey, 1331 yılından İznik’i teslim alır. Fethettiği bu şehirlere Müslüman Türk hüviyetini kazandırmak için imar faaliyetlerine başlar. Orhan Bey Külliyesi’ni yaptırarak, sur dışına taşan yeni Bursa’nın çekirdeğini oluşturur. Kent hızlı bir şekilde bayındır haline getirilir. 1362 tarihinde Gazi Orhan Bey vefat edince, oğlu sultan I. Murat Bursa ahilerince hükümdar ilan edilir ve Bursa’ya çağrılır. Tahta geçen I. Murat ilk olarak Bizans’ın kışkırtmasıyla elden çıkan yerleri alır ve isyanları bastırır. 1425-1426 yılları arasında içinde bulunduğu semte ismini veren Muradiye Külliyesi’ni yaptırır. Osmanlı Devleti’nde Sultan adıyla anılan ilk hükümdar olan I. Murat 1389 Kosova Savaşı’nda bir Sırplı tarafından şehit edilir ve adını taşıyan bu türbeye defnedilir. “Muradiye sabrın acı meyvesidir.” diyor Tanpınar. Çünkü Edirne ve İstanbul’un başkent olmasından sonra Bursa unutulmuş, her ölen padişahın ve Cem Vakası’na kadar öldürülen her şehzadenin cenazesi Bursa’ya getirildikçe hatırlanmıştır. Sırasıyla sevdalısına ortak olmuştur bu şehirler. Bursa adeta zülüflerinin dağıldığı, yeşiline rağmen gönlü hazan yeri olan, unutulan bir kadın olmuş ve Osmanlı’nın kendisini hatırlamasını daima sabırla beklemiştir. Yaşanan zaman ve efsanenin el ele yürüdüğü bu şehir, gurbette kalmıştır. I. Murat’ın şehit edilmesi üzerine tahta oğlu Yıldırım Bayezid geçmiştir. Saltanatı sırasında pek çok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağlamıştır. Rumeli’de haçlılara karşı 1396 yılında Niğbolu Savaşı’nı kazanan Sultan Bayezid, Bursa’nın kalbi ve içerisinde yer alan sanat eserlerinin geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman arasında adeta bir köprü vazifesi gördüğü Ulucami’yi inşa ettirir. Bu abide asırlarca şehrin bütünleyici görevini üstlenmiştir. Ulucami’yi Emir Sultan’sız zikretmek olmaz kanımca. Zira o, hem Ulucami’nin hem de Yıldırım’ın kaderinde bizzat rol oynamış Bursa’nın önemli evliyalarından biridir. Daha sonraları III. Selim tarafından yaptırılan ve kendi adını taşıyan türbeye defnedilen bu zat, padişahın kızına vurulur. Dervişane bir zat olan Emir Sultan, sevdiği kızı kaçırarak, padişaha karşı gelir ve sevdası uğruna çarpışır. Onun bu cengaverliği asırlarca anlatıla gelmiştir. Onun gibi Üftade Hazretleri, İsmail Hakkı Efendi, Davut Dede ve daha nice evliya Bursa’nın kaderinde doğrudan rol oynamıştır. Bu nedenle Bursa ‘Evliyalar Şehri’ olarak da tanınmış, ayrıca Lami Çelebi, Latifi ve günümüze gelene kadar pek çok şairin şiirlerine de misafir olmuştur. Yıldırım Bayezid bunun yanında kendi adını taşıyan Yıldırım Külliyesi’ni inşa ettirir. Külliyenin önemi ise içerisinde Darüşşifa adını taşıyan Osmanlı’nın ilk hastanesini barındırmasıdır. Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten de yine onun döneminde yapılmıştır. Şehirde imar işleriyle uğraşan Sultan Yıldırım, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 195 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN dışta ise isyanlarla meşguldü. Beyliklerini kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde yaptığı Ankara Savaşı’nı kaybedince çark tersine dönmeye başlamış, devlet dağılmış ve 12 yıl süren, karanlığın yüzü olarak adlandırılan Fetret Dönemi başlamıştır. Gökyüzünün berrak mavisi ile yeşil Bursa’nın buluştuğu yerde artık acı ve gözyaşı vardı. Bu yenilgi sonucu Timur’un askerleri tarafından kent Ulucami ile birlikte yakıldı. Dışarıda rüzgar çığlık çığlık ağıt yakıyordu. Gecenin dudakları veda busesindeydi. Gündelik hayatın perdesi yırtılmış, yırtıktan rahatsız edici bir gerçeklik görünüyordu. Bursa her nefeste ölüyordu. Şehzadeler arasında kanlı çatışmaların yaşandığı bu dönemde Bursa, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durdu. Daha sonra devletin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet, kardeşleri ile arasında olan taht mücadelesini kazanarak elden çıkan toprakları geri almaya başladı ve ülkeyi yeniden bir idare altında birleştirdi. Bundan sonra Bursa’da yeniden imar çalışmaları başladı. Aynı zaman da divan şairi olan Çelebi Mehmet, Yeşil Türbe’nin yanına külliye inşa ettirdi. 26 Mayıs 1421 tarihinde yaşamını yitirerek, Osmanlı mimarisinde tek örneği olan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye defnedildi. Bursa’da yeşilin manası ebediyetin rahmani yüzüdür. Tanpınar Yeşil Türbe’yi: Yeşil Türbe’sini gezdik dün akşam, Duyduk bir musiki gibi zamandan Sinilere sinmiş Kur’an sesini, Fetih günlerinin saf neşesini dizeleriyle ifade eder. Bu yapı bizim için oldukça önemlidir. Zira İstanbul’da hiçbir yeri beğenmeyen Andre Gide, Yeşil Türbe’yi görünce: ’Muhteşem!’ kelimesi ile ifade etmiştir. Ayrıca burada yatan Çelebi Mehmet tarih kitaplarınca tıpkı Bursa gibi unutulduğundan, Tanpınar’ın gönlünde her an kabuk bağlayan taze bir yara olarak kalmıştır. Sırra gark olabilmek için perdeye yakın olmak gerek. Evliya Çelebi: “Bursa ruhaniyetli bir şehirdir.” der. Bunu ancak şehri gerçek manada yaşayanlar hissedebilir. Zaman kavramının yitirildiği bu şehirde, ancak Tanpınar gibi, onu derinden yaşayan ve hisseden biri ikinci bir zamana geçmeye mazhar olabilir. Bazen bir şehir, bir milletin mazisinin özeti olabiliyor. Bursa’yı bu özetin mihmandarlığında dolaşmak gerek. Takvimler 1421 tarihini gösterdiğinde dervişane bir padişah olan II. Murat tahtadır. Sultan Murat devletin sınırlarını Balkanlar yönünde genişletti. O da Bursa semtinde imarete önem verdi ve daha sonraları defnedileceği Muradiye Külliyesi’ni yaptırdı. Bursa, Osmanlı Devleti için artık sadece manevi başkent durumundaydı. Özellikle 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethine muvaffak olunca, Bursa ikinci plana itilmiştir. Daha sonraları II. Bayezid’den Yavuz Selim’e ve Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar Bursa, bağrında barındırdığı tarih ile manevi başkent olma özelliğini sürdürmüştür. Bu dönemde Al-i Osman’da bulunan ve bilad-ı sitte olarak geçen altı şehirden biri olan Bursa, dünyada eşi benzeri olmayan bir şehirdir. Önceleri güneş gibi asırlardır nice kıtalarda ışıldayan bu devlet, 19. yüzyıla gelindiğinde ise cılız 196 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 bir mum alevi gibiydi. Asırlardır köpük köpük aktı Osmanlı ama bu coşkun nehrin köpüren suyu sadece 623 yıl sürdü. Önce yavaş yavaş çekilmeye sonra yok olmaya başladı. Sene 1913, düşman kapıya dayanmış. Umutsuzluğun kara bir bulut gibi bir memleketin üzerine çöktüğü günler. Mehmet Akif haykırıyordu ye’se kapılanlara. Yazdığı satırlarıyla başı dik durmaya, sahip çıkmaya, tek yürek olmaya çağırıyordu. Atiyi karanlık görüvermekle apıştın. Esbabı elinden atarak ye’se yapıştın! Karşında ziya yoksa sağından ya solundan Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan. I. Dünya Savaşı’nda yenik düşen Osmanlı Devleti, İtilaf güçleri tarafından işgal edilmeye başlanır. Takvimler 8 Temmuz 1920’yi gösterdiğinde ise Bursa artık Yunanlıların elindedir. İşgalin ilk günü TBMM kürsüsü üzerine kara bir bayrak konur ve Bursa işgalden kurtulana kadar o örtü kürsüde kalacak, Anadolu’nun üstünde kara bir gölge gibi duracaktı. O bayrağın üzerinde Namık Kemal’in mısraları ve onun hemen altında ise Mustafa Kemal’in bu mısralara verdiği cevap yer alır: Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara mabedini? NamıkKEMAL Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara mabedini. Mustafa KEMAL Mahremiyeti kirletilmiş Anadolu acıdan taş kesilmiştir. Aynı günlerde Bursa’nın işgalini derinden duyan Akif, son istasyona yetişen bir trenin hüznü ile Bülbül adlı şiirini kaleme alır. Akif burada bülbül ile Türk milletini mukayese ederek, bülbüle sitemde bulunmuştur. Çünkü çark yeniden tersine dönmeye başlamıştır. Tıpkı Yakup Kadri’nin dediği gibi: ‘Yarlar yıllardan yıllar yarlardan vefasız.’ Asırlardır yar diye bağrımıza bastığımız ve yine yar diye en sevdiklerimizi bağrına verdiğimiz bu topraklar, Yunan çizmesiyle çiğneniyordu. Osman Bey’in kabrine gelen ve yüreği ateşteki tencereden dada kızgın olan Yunan Veliahtı, sandukayı çizmesiyle tekmeleyerek: ‘Kalk Osman kalk! Senin evlatların seni koruyamadı. Ben geldim senin şehrini TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 197 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN aldım. Artık benim esirimsin. Kalk da kurtar bakalım şu milletini.’ diye haykırıyordu. Bu manzara Kerbela’da yürekleri susuzluktan yanan ehli beytin yüreğini yakan manzara gibiydi. Rüzgar inleye inleye esiyordu. Akif: Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evladı, Seraba, Garba çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı! mısralarıyla, bütün bir milletin acısını dile getiriyordu. Rönesans ressamlarının resmetmesi imkânsız bir tablo oluşmuştu. Adeta bütün bir kainat bu manzara karşısında ağlıyordu. Kızgın şişler girip çıkıyordu yaralı Bursa’nın yüreğine. Kalbi durmuştu evliyalar şehrinin. Güneş doğuyor muydu Bursa’nın üzerine yoksa batıyor muydu? Doğu neresiydi, batı neresi belli değildi. Çünkü çiğnenen sadece atam değil, çiğnenen milletimin şanlı tarihiydi. İşte pis bir Yunan çizmesi altındaydı. Bursa ağlıyor, bayrak mahzun, bülbüller feryat etmekte. Yangından geriye kalan bir enkaz gibi şimdi milletim. Toprak mı vefasız, yar mı vefasız bilmiyorum. I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmamız ile beraber son umut kandili de sönmüştü. Art arda gelen bu yenilgi haberleri büyük fırtınanın habercisi gibiydi. Zamanla beraber Türkler için dünya da giderek daralıyordu. Sükûtu uyandırmaktan korkan bir sessizlik vardı. Bursa’da Yunan işgali iki yıl sürdü. İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı. Yunan maliye memurları gittikleri yerlerde mal sandıklarına el koyunca, memur ve emekli maaşları ödenemez oldu. 1921 yılının temmuz ayından itibaren şehirde açlık ve ölüm kol gezer. Bölge halkı sürgün ile tehdit edilir. Gidenler olur hiç dönmemecesine. Vadi uçsuz bucaksız denizdi. Uzun ince ve bükük boyunlarıyla bu insanlar, o çöl denizinde yüzen tufan gemisine yetişmeye çalışıyordu sanki. Bursa, geçmişte kendi üzerinde yaşananlardan, Osmanlı gemisinin sahilden ayrılışından ve yeni tufanlara dalışından mahzundu. Bursa’nın bu iç çekişi, ağlayışı derinden derine seziliyordu. Sürünen bu beden yığınının çıkardığı sese arada kağnılarından sırtında birbirine çarpan boş kap kacakların çıkardığı gürültü, aç çocukların ağlayışı, hastaların iniltileri ve annelerin feryatları karışıyordu. Bir de takip edilmek, yakalanmak korkusu vardı. Vatansız kalan bu insanların canları da namusları da tehlikedeydi. Kafile son kez Bursa’ya baktı. Yavaş yavaş silinen Tophane, Ulucami mecalsiz kollarıyla el sallıyordu. Gökte kuşlar, yerde vatanları ellerinden alınan bu insanlar beraber göçüyordu. Arkalarında bıraktıkları mazinin son feryadıydı. Elveda Osman Bey’in duası olan şehir… Elveda ecdat yadigârı topraklar… Elveda sonun başlangıcı olan şehir… Elveda rüyalar, aşklar, kavuşmalar şehri… “Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan bu hikaye böyle bitmemeliydi. Zamanı geri alamazdık ama hikayenin sonunu değiştirebilirdik. Bu amaç doğrultusunda, Anadolu’nun her yerinde işgalci güçlere karşı dernekler kurulmuştu. Bunlardan bir tanesi de 1919 yılında kurulan Redd-i İlhak Cemiyetiydi. Ateş dünyasında mumdan bir gemiyle kurtuluşa gitmeye çalışan bu millet, var gücüyle direnmeye çalışırken bir yandan da yıllardır yapılan savaşlar nedeniyle yıpranmıştı. 198 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Milletim adeta son baharda, baharın son demlerini yaşayan ağaçlar gibi umutları olan yapraklarını bir bir döküyordu. Halk, adeta Orta Asya’nın bozkırlarını andırıyordu. Kuru, kupkuru bir çehre, sönük, umutsuz bakan gözler, ayetler gibi derin izler beliriyor yüzlerde. Nerede olduğunu kendilerinin dahi bilmediği cephelere Şebbenler Kara Hüseyinler’ini gönderiyordu. Bir oğul soruyor yaşlı anasına: “Anne ya ölürsem?” Yaşlı kadın bir soru işareti kadar bükük olan belini doğrultuyor. Tarihin nice acılarına şahitlik eden gözleriyle bakıyor oğluna. Zulme isyan vardı o bakışlarda. Eşini ve babasını şehit veren bu yaşlı kadın hiç tereddüt etmeden cevap veriyor: “Korkma oğul, ölsen ne gam? Ben seni bir kez daha doğururum.” “Başım mı gidecek? Öyleyse vatanıma feda olsun anne. Bana ‘Sus!’ diyorlar. Susamam. Çünkü vakit daralıyor. Vatanım öksüz çocuk gibi bağrı yanık ağlıyor. Ben gidiyorum anne. Toprak kana doyuncaya dek dönemem. Sen yatağında, Ali’m Ayşe’min göğsünde rahat uyuyamayınca dek dönemem. Ben gidiyorum anne.” Yahya Kemal’in istiklal kavgamız için yazdığı: “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi! Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi! Taki yükselsin ezanlarla müeyyed namın! Galip et bu son ordusudur İslam’ın.” dediği ordu, adeta dirilmişti. ‘Allahu Ekber!’ nidaları yükseliyor göğe. Yükselen bu nidalar sarsıyor gök kubbeyi. En önde bir yiğit, elinde al bayrak, yağız atlar gibi koşturuyor. Ne rüzgar ne de tarih yetişemiyor hızına. Kör bir kurşun deviriyor onu. Toprağa düşüp can olan her yiğidin ardından bayrak, tekrar tekrar omuzlanıyor. Canlar eşitti şüphesiz o can pazarında. O savaş meydanında, onlarınki kadar hiçe sayılmış bir hayatı kimse göze alamazdı muhakkak. Adeta her biri Anadolu’da efsaneleşen birer Köroğlu’ydu ve zulme başkaldırıyordu. Cihana dair hüküm, ruhu rüzgarda, ölmeyi hiç düşünmeden, ölümü göze alan bu yiğitlerin sırtındaydı. Her şey gibi, bu dünyadaki kelimeler de yetersizdi bu coşkuyu anlatmaya. Bacısının örtüsüne el değmesin diye binlercesi şehit olan Fatih’in torunları, tarihe yeni bir destan yazdırıyordu. Bu destanın kafiyesinin noktasını kanlarıyla koyacaklardı. Bursa, yazılması gereken bir destandı ve yazıldı. Takvimler 11 Eylül 1922’yi gösterdiğinde Bursa, Yunanlılardan temizlenmiştir. Bursa’yı kurtaran 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve yiğitleridir. 3-11 Eylül 1922 tarihleri arasında Mudanya Mütarekesi yapılır ve ateşkes sağlanır. Milletim tıpkı Orhun Abideleri gibi asırlara meydan okurcasına dimdik ayakta kalmayı başarır. Osman Bey’den Murat’a, Fatih’ten Yıldırım’a ve Sina Çölü’nü geçen Yavuz Selim’in taşıdığı, ardından binlercesiyle beraber akan bu nehir, bir kez daha bütün dalgalanmaların ve sapmaların sonunda yatağına dönüyordu. Minarelerden yükselen ezan sesi, ülkenin üzerindeki bu kara bulutları yırta yırta Bursa’ya yeniden can veriyordu. İşgal döneminde Bursa, büyük ölçüde tahrip edilmişti. Birçok köy ve mahalle yakılıp TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 199 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN yıkılmıştı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanıyla beraber şehirde imar çalışmaları hız kazandı. Mustafa Kemal bu denli sevdiği ve ölümüne kadar 18 defa ziyaret ettiği bu şehrin çehresini değiştirmek ve bu yaralı kadının gönlünü tamir etmek adına büyük uğraş gösteriyordu. Cumhuriyet sonrası gayrimüslimlerin yerine gelen mübadele göçmenleri her şeye yeniden başlamak zorundaydı. Zira giden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken yerlerine gelen göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması ve Türkçe bilmeyip, farklı geleneklere sahip olması, Bursa’da yeni bir bunalım yaşanmasına sebep olmuştu. Fakat yanan ateşe adeta bir itfaiye görevi yüklenen Mustafa Kemal ile beraber Cumhuriyet Yönetimi, sosyal ve kültürel problemleri aşmış ve Bursa’yı yeniden bir sanayi şehri haline getirmeyi başarmıştır. Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa, çok kısa bir süre içerisinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin 4. büyük kenti haline gelir. Atatürk’ün bu şehre olan sevgisi de giderek artar. Zira o, vefatından önce Bursa’ya gelmiş ve burada Bursa gençlerine bir söylev vermiştir: ”Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.” Akif’in: “Bir zamanlar biz de milletmişiz. Hem nasıl milletmişiz, Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.” mısralarında dile getirdiği ve görmek istediği millet, Bursa’da zuhur etmiş ve elin, parmağın vefasızlığına karşı vatanı dişleriyle sımsıkı tutmuşlardı. Türkiye’nin karanlık semalarında şimdi, sarışın ikindilerde, Mustafa Kemal’in uçuk mavisi gözleri gibi berrak bir aydınlık hakimdi. 200 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Tolgahan USTA MEF Üniversitesi 1. Sınıf Hazırlık SELÇUKLULARDAN CUMHURİYETE BURSA Günümüzde milletler kendi tarihleri hakkında kesin kararları hemen hemen vermişlerdir. Yani, geçmişlerini aydınlatmışlardır. Artık onlar, varlıklarının nereden geldiği bilmektedirler. Bu günlere nereden nasıl geldiğini bilen bir millet nereye nasıl gideceğini bilmektedir. Halbuki biz hala, tarihimizin bin mi, üçbin mi yıllık olduğunu, devletimizin 1071 de mi, 1299 veya 1923 de mi kurulduğunu nasıl bir şehir ve yerde yaşadığımızı bilmemekte ve tartışmaktayız. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk çocuğuna verilecek her şarttaki tarih eğitiminin öncelikle milli benliğine düşman olan akımlarla mücadele yollarının özellikle tarih öğretilmesini, böylece “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, kendisinde daha büyük işler yapabilme gücü bulacaktır.” sözü ile ortaya koymaktadır. Bizlere düşen 1071 yılından sonra Anadolu´yu fethetmeye başlayan ecdadımızın bize bıraktığı bu topraklara nasıl sahip olduğumuzu, Türk Selçuklu ve Cumhuriyete kadar geçen zamandan bu güne kadar neler kaybettiğimiz ve nelere sahip olduğumuzu bilmek ve buna göre mücadele edeceğimizi anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. 1071 tarihinden sonra Selçuklular, Dünya tarihi açısından etkileri günümüze kadar uzanan bir çok faaliyette bulunmuşlardır. Bugün üzerinde yaşadığımız toprakların ebediyen Türk yurdu olarak kalmasını sağlayarak temelini atmışlardır. Müslümanlar ilk kez, Abbasiler döneminde Bursa’ya kadar gelmişti. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa’ya egemen olmuşlardır. Türklerin Bursa bölgesine ilk kez 1081 yılından sonra geldikleri görülüyor. İznik, 1081-1097 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmıştır. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne oldu. İznik Haçlıların eline geçti. Alexias Kommenos’un döneminde (1097) düzenlenen bir seferle Türkler, ilk kez Bursa’yı ele geçirmiştir. Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin Hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik oldu. 1204 yılında Theodor Laskaris’in kurduğu İznik Bizans İmparatorluğu, 1261 yılına kadar varlığını sürdürdü. Latinler İstanbul’u işgal ettikleri zaman Bizans prensleri bu yeni düşmanın elinden kurtulmak için Müslüman yöneticilerle işbirliği yaparak Bursa’yı ele geçirdiler. Ecdadımızın Asya´dan gelip buralara yerleşmeleri ve daha sonra Selçuklu İmparatorluğu´nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 201 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar´ın arazilerini de alarak güçlenmiştir. Osmanlı Beyliği´nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey´di. 1299´da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu´nun temelleri atıldı. Osman Gazi´nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği´nin güçlenmesi karşısında Bursa tekfuru Atranos, Bizans´tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301´de Koyunhisar´da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey´in ordusu oldu. Oğuzların Kayı boyuna mensup olan Osman Bey tarafından, 1299 yılında Söğüt’te kuruldu. Yaşlanınca oğlu Orhan Bey geçti.Orhan Bey 1326 yılında Bursa’yı aldı. Daha sonra İznik, İzmit ve Karasioğullarının topraklarını beyliğe kattı. Bizans imparatoru, Sırp ve Bulgarlara karşı kendisine yardım eden Orhan Bey›e Çimpe kalesini verdi. 1353 yılında Çimpe kalesine asker yerleştirilerek ilk kez Avrupa’ya ayak basılmış oldu. Tekirdağ’a kadar Marmara kıyıları ele geçirildi. Orhan Bey, Osmanlı devlet teşkilatını geliştirdi. Divan kuruldu. İlk olarak atlı ve yaya askeri birlikleri kurdu. Yerine geçen oğlu I.Murat zamanında Osmanlı Beyliği güçlü bir devlet haline geldi. Osmanlı Devleti ile Anadolu birliği sağlanana kadar Türk halkını onlar idare ettiler. Her türlü tehlikeye karşı koydular. Anadolu beylikleri, siyasi birliği sağlamak için birbirleriyle de savaştılar. En zorlu mücadele Karamanoğulları ile Osmanlılar arasında geçti. Sonuçta Osmanlılar mücadeleyi kazanarak Anadolu Türk birliğini sağladı. Beylikler döneminde Türkçe resmi dil olduğundan gelişti. Her beyliğin merkezi bir kültür merkezi oldu. Büyük Selçuklular ile açılan Anadolu kapıları, Anadolu Selçuklularınca Bizans’a artık Anadolu’nun yeni sahibinin Türkler olduğu kabul ettirildi. Yeterli gelişme sağlanamadan Haçlı saldırıları başladı. Bu saldılar yıprattı ise yine ayakta kalmasını bildi. Moğol istilasına kadar Anadolu’da refah ve mutluluk sürdü. Yapılan mimari eserler ile Anadolu’ya Türk damgası vuruldu. Bu yüzden 12yy. dan itibaren Anadolu “Türkiye” olarak adlandırıldı. Moğol İstilası ile Anadolu’ya Türkmen göçü arttı. Bu aşiretleri sınırları korumaları amacıyla sınır boylarına yerleştiriliyordu. Sınırlara Uç denildiğinden bu aşiret beylerine de Uç Beyleri de denirdi. Selçuklu Devletinin hakimiyetini kaybetmesi ile Uç beyleri bağımsız hareket etmeye başladılar. Böylece Anadolu Beylikleri Dönemi başladı. Oğuzların Avşar boyuna mensup olan Karamanlılar, Alaeddin Keykubat zamanında Anadolu’ya geldiler. Alaeddin Keykubat, onları Ermenek dolaylarına yerleştirdi. Boyun başkanı Karaman Beyi uç beyi olarak tayin etti. Anadolu Selçukluların zayıfladığı dönemde Karamanoğulları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Moğollarla savaştılar. 1277 yılında Türkçe’yi resmi dil ilan etti. Onlar kendini Selçukluların asıl mirasçısı olarak kabul ediyorlardı. Bu yüzden Osmanlılar ile sürekli savaştılar. Osmanlı padişahı Yıldırım Karamanoğulları beyliğine son verdi. Ancak Osmanlıların Timur’a Ankara savaşında yenilmesiyle beylik tekrar kuruldu. Osmanlıları en çok uğraştıran beylik oldu. II.Bayezit Karamanoğulları beyliğini sona erdirdi.(1487) 202 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in oğlu ve devletin ikinci sultanı Orhan Bey, 1324 yılında tahta geçti. 1320 yılında babasının vekili oldu. 1321 yılında Mudanya’yı, 6 Nisan 1326 tarihinde ise Bursa’yı fethederek Bursa’yı Osmanlı Devletinin başkenti yaptı. Bizans ordularını 1329 yılında İstanbul yakınlarında Pelekanon’da yendi. 1331 yılında İznik’i teslim alan Orhan Gazi Osmanlıların başkentini 5 yıl süre ile İznik’e taşıdı. 1353’te Bizans’taki iç karışıklıklardan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu’ya geçip tüm Marmara kıyıları ile Tekirdağ’ı ele geçirdi. Devletin temellerini oluşturan ilk yasal düzenlemeleri yaptı. Orduyu düzenledi. Vergi yasaları getirdi. İlk kez kendi adına para bastırdı. Bilecik tekfurunun kızı Nilüfer Hatun ile Asporça ve Bizans İmparatoriçesi Thedora’yı eş olarak alan Orhan Gazi, kentte hızlı bir imar çalışması başlatarak sur dışına taşan kentin çekirdeğini oluşturan cami, hamam, köprü, çeşme, darphane, medrese gibi birçok anıtsal eseri yaptırdı. Orhan Gazi 1360 yılında yaşamını yitirdi. O da Tophane’ye, babasının yanına gömüldü. Orhan Bey’in oğlu olan I. Murat, Lala Şahin Paşa’nın yanında yönetim ve savaş dersleri aldı. 1340 yılında Bursa Sancakbeyi; ağabeyi Süleyman Paşa’nın 1359 yılında vefatıyla da Rumeli ordusunun kumandanı oldu. 1360 yılında tahta geçti. 1362 yılında Edirne’yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı. 1364 yılında, Balkanlar’daki Haçlı ordusuyla yaptığı Sırp Sındığı Savaşı’nı kazanarak büyük ün saldı. Osmanlı akıncıları Adriyatik denizine dayandı. 1389 yılında, I. Kosova Savaşı sonrasında şehit edilerek yaşamını yitirdi. Bu nedenle Gazi Hüdavendigâr lakabıyla anılmıştır. Mezarı Çekirge’de, adını taşıyan türbesindedir. Bu dönemde tımar teşkilatı geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilaveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı kuruldu. Çekirge’deki külliyesinde medreseli ilginç bir cami ile hamam ve türbesi vardır. Ayrıca Hisar içindeki Şahadet Camii ile bugün Hisar’daki garnizonun bulunduğu yerdeki sarayı da, Sultan I. Murat yaptırmıştır. Sultan I. Murat ile Gülçiçek Hatun’un oğlu olan Yıldırım Bayezid 1389 yılında sultan oldu. Anadolu’daki birçok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağladı. Rumeli’de Haçlılar ile 1396 yılında Niğbolu Savaşı’nı yaptı ve kazandı. Arkalarına Timur’u alan Anadolu beylikleri sultana kafa tutunca Bayezid, Anadolu beyliklerini kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde Ankara yakınlarında yapılan savaşı kaybetti. Bu savaşta Timur’a tutsak olan Bayezid’in kendini zehirleyerek intihar ettiği iddia edilir. (1403) “Yıldırım” lakabını alan Bayezid, Bursa’da çok sayıda güzel yapı yaptırarak Bursa’nın, devrinin en görkemli kenti konumuna gelmesini sağladı. Bursa’da Ulucami ile, Yıldırım semtindeki külliyesi içinde cami, hastane ve hamam ile medrese yaptırmıştır. Ancak onun Bursa’daki en önemli yapıtı Darüşşifa adını taşıyan Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesidir. Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten’i de Yıldırım Bayezid yaptırmıştır. Türbesi, Yıldırım Külliyesi’ndedir. Bundan sonra Bursa, bir zaman, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur. Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın oğullarından İsa Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya gelip tahta oturmasıyla şehzadeler arasında başlayan kanlı çatışmalar, Çelebi Mehmet’in 1413 yılında tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 203 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Sultan I. Bayezid ile Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmet, Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusudur. Çelebi Mehmet, Ankara savaşından (1402) sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebi ile mücadele etti. Böylece Osmanlı Devleti’ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmet, her şeyden önce elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı. Şeyh Bedreddin isyanını bastıran Çelebi Mehmet, 26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirdi. Yeşil semtinde bulunan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye defnedildi Çelebi Mehmet ile Emine Hatun’un oğludur. 1415 yılında Amasya Sancakbeyi oldu. 1420 yılında Börklüce Mustafa ile Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşoğulları’nın isyanlarını bastırdı. 1430 yılına Venedikliler’den Selanik kalesini aldı. 1444’te Varna, 1448’de II. Kosova Savaşı’nda kazandığı başarılarla Balkanlar’da devletin sınırlarını genişletti. Karacabey’de topladığı devlet yöneticilerinin huzurunda saltanattan vazgeçtiğini ilan etti. Bir süre Karacabey’de inzivaya çekildi. Daha sonra Çandarlı Halil’in baskısı ile tekrar tahta geçmek zorunda kaldı. 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü yaşamını yitirince, Muradiye’deki türbesine gömüldü. Vasiyeti üzerine türbesinin üstü açık, sandukası üzerinde de toprak vardır. Sultan II. Murat’ın Muradiye semtinde yaptırdığı külliyesinde; cami, hamam, medrese ve imaret bulunup tümü günümüze gelebilmiştir. Sultan Murat, duygusal ve şair yönü olan bir kişi olup ayna zamanda divan şairi, müzisyen ve hattattır. Fatih (1451-1481), İstanbul’u aldıktan sonra Bursa ikinci plana itilmiştir. Bu nedenle de Bursa, hep ikinci ya da manevi başkent oldu. Örneğin Fatih vefat edip II. Bayezid padişah olunca (1481-1512), kardeşi Cem de 1481 yılında Bursa’ya gelip padişahlığını ilan etmişti. Bahtsız Şehzade Cem, Bursa’da 18 gün süren padişahlık yaptı, burada kendi adına para bastırdı. Sonradan bu durum, Bursalıların Sultan tarafından cezalandırılmasına neden oldu. II. Bayezid, 1512’de Bursa’ya girince, Yeniçeriler şehri yağma etmek istediler, yağma son anda önlendi. Yavuz Selim padişah olunca da, bu kez kardeşi Korkut aynı şeyi yaparak Bursa’da padişah olmak istedi. Ancak Şehzade Korkut’un Bursa’daki saray-ı âmire’den tüfekleri almak istemesine Bursalılar engel oldu. Daha sonra Şehzade Ahmet de, Bursa’yı alarak hükmetmek istemiş, ama başaramamıştı. Birinci Murad (Hüdavendigar) 1365’te Osmanlı başkentini Edirne’ye nakletti. Fakat tahta çıkmalar, cenaze törenleri ve gömülmeler Bursa’da olmuştur. İstanbul’un fethine kadar Bursa sembolik başkent olarak devam etti. 1841’den sonra Anadolu Beylerbeyi Bursa’da oturmuştur. Birinci Dünya Harbine kadar her hususta gelişen Bursa, bu savaşı müteakip İngilizlerin yardımı ile Yunan ordusu tarafından işgal edildi. 26 Ağustos 1922’de büyük taarruzla kesin olarak hezimete uğrayan Yunan ordusu kaçmaya başladı ve 11 Eylül 1922’de Bursa düşman işgalinden kurtuldu. Yunanlılar kaçarken Bursa’yı yakıp yıkmaya çalıştılar. Bursa 1801’de büyük bir yangın, 1854’te deprem, 1429’da veba salgınlarında çok zarar görmüştü. Sultan 204 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Birinci Ahmed Celali isyanlarını bastırma işini Bursa’dan takip etmiştir. Dördüncü Murad ve 1860’ta Sultan Abdülaziz ile Sultan Abdülmecid Bursa’yı ziyaret etmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti. 1920 yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i işgal ettiler. 6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi. Bursa’da, Osmanlı döneminden sonra en büyük acı Yunan işgali ile yaşandı. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtüldü. O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı. Kentte kalanlar ise, Kuvvay-ı Milliye için istihbarat çalışmaları yapmıştı. Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıların işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu. Bursa, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü kurtarıldı. Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde, Türk ordusunun olduğu kadar, silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur. İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı. Özellikle köylerde çok sayıda insan ölmüş, birçok köy de yakılmıştı. İşgal yıllarında Bursa’da da birçok mahalle yakılmış, yıkılmıştı. Cumhuriyet sonrasında; Bursa nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan gayrimüslimlerin kenti terk etmesiyle yeni, farklı bir bunalım yaşandı. Giden gayrimüslimlerin yerine gelen “Mübadele göçmenleri” her şeye yeniden başlamak zorundaydı. Zaten Bursa, 1880’li yıllardan beri yoğun bir göçmen akınına uğramıştı. Daha bu göçmenleri bünyesinde hazmedemeden, önce Balkanlar’dan gelen göçmenler, daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler Bursa’yı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline getirdi. Çünkü Bursa’yı terk eden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken, yerlerine gelen göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması sorunları daha da artırmıştı. Gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyip, faklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması, Cumhuriyet Bursa’sı için farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. Ancak Cumhuriyet yönetimi, kısa sürede Bursa’daki bu toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bildi. Genç Cumhuriyet, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başardı. Yeniden ipek fabrikaları kuruldu, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerinde büyük bir imar atılımı başladı. Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi. Bize düşen, onu anlatmak ve değerlendirerek çalışmaktır.” Atatürk, yapacağı her devrim öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer, nabız yoklardı. Bu gezilerine de Bursa’dan başlardı. Yine Harf Devrimi öncesinde, 27 Ağustos 1928 tarihinde Bursa’ya gelmişti. 26 Mart 1937 tarihindeki gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek, dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.” Atatürk, TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 205 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl, 1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’ya yapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa günümüze kadar sanayi ve kültürel olarak gelişen Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuştu. Halen günümüzde de Bursa Tarih ve Kültürel alanda, sanayide öncü şehir olmaya devam etmektedir. 206 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Şeyma YEĞİNOĞLU Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü GEÇMİŞTEN EMANET ŞEHİR Kopkoyu yeşiline bürünmüş, yağmuru kendine arkadaş etmiş, dümdüz bir ovada eteklerini sermiş, üzerindeki tüm mücevherleriyle ağırbaşlı bir kadın edasıyla kurulmuştu Anadolu’nun en değerli toprağına Bursa. İster bir atın üstünde ister bir kuşun sırtında, ister baharın içinde ister zemheri sisinde diyar diyar dolaşsa da insan tüm âlemi yine de bulamaz böyle vakarlı yareni. Öyle bir yaren ki bu ulvi şehir huzur kokan ağaçlarıyla hasta, çürümüş kalplere merhem olur adeta. Bursa’nın geçmişten gelen o şifalı eli uzandı tuttu Türk’ün elini. Sarıp sarmaladılar birbirlerini kırk yıllık dost gibi. Hiç yabancılık çekmeden Bursa en temiz toprağını sundu o hünerli ellere. Dağı ulu, ovası bereketli, pınarları soğuk bu toprağın inşa oldu dört bir köşesi camisiyle, sarayıyla, kervansarayıyla, köprüsüyle, hamamıyla, okuluyla… Kozadan ipekler süsledi kadınların yüzünü. En güzel renkler ise karıştırıldı sürüldü saydamlara. Süsledi camileri vav harfleri. Yükseldi yeşilin içinden, kahverengi toprağın üstünden o heybetli mi heybetli caminin minareleri. Kimi zaman yoruldu o eller ama yine de iki kişi güldürdü yüzleri. Kaybetsek de kimi zaman yine neşemizi, keramet ehli nefesler dualarla yüceltir ruhaniyetimizi. Böylelikle masmavi gökyüzünün bembeyaz bulutları kadar temiz bir şehir yansır yeryüzüne. Bu masum şehrin sevdaları da masumdu şehre küstü diyecek olsalar bile. Bu şehrin üstünde güvercinler uçar daima. Buranın havasını solurlar burada karınlarını doyururlar. Bir ezan sesi çalınsa kulaklara kanat çırparlar o kuvvetli çağrıya. İnsanlarda güvercinler gibi kayıtsız kalmazlar hiçbir zaman bu sese. Bursa Çarşısı’nın her bir köşesini arşınlasalar da esnafın o kucaklayıcı muhabbetine sarılsalar da yine de koşarlar o aydınlık mabede. Her ayak basanı katar kendine, en yumuşak esintisiyle döndürür insanların başını. Hiçbir diyara benzemez burası. Koptu geldi bu şehir değirmi bir âlemden bugüne değin sürdü nefesi yine sürecek. Geçmiş zaman günlerinde cetlerimiz Osman Gazi, Orhan Gazi, Yıldırım Beyazıt Han, Çelebi Mehmet, Karagöz, Hacivat, Emir Sultan Hazretleri, Somuncu Baba ve birçok değerli isim bize emanet etti bu emsalsiz, huzur timsali şehri ve Bursa’da Zaman dedi Tanpınar doyurdu bu gönülleri. Bereketli topraklar üstünde… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 207 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Hediye ALTIN Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü NEVRUZ GELENEĞİ Toplumların yaşayış tarzını, örf ve adetlerini, yansıtan kültür, milletlerin anlaşılmasında önemli bir etkendir. Kültürün en önemli unsurlarından olan gelenek ve görenekler yeryüzünde yaşayan en eski kavimlerden olan Türklerinde olmazsa olmazlarındandır. Nevruz da bu geleneklerden biridir. Nevruz kelimesinin kökeni Farsça olsa da Türkler kadar bu kelimeyi benimseyen pek az millet vardır. Türklerde nevruz bayram yapılmış ve her toplumda farklı isimler verilerek kutlanmıştır. Örneğin: Altay Türkleri nevruza Çılgayak bayramı, Bozkurt Türkleri Ekin bayramı, Kazan Türkleri ve Karakalpaklar ise Ergenekon bayramı ismini vererek millileştirmişlerdir. Elbette Türklerin nevruza bu isimleri vermesinde Türklerin Ergenekon’dan demirden dağı eriterek çıkmaları 12 hayvanlı Türk takviminde gece gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart gününün bu tarihi işaret etmesi ve de nevruzun baharın müjdeleyicisi olmasının etkisi vardır. Türklerde nevruz geleneği Göktürklere kadar uzanır. Göktürkler demirden dağı eritip kendilerine geniş yurtlar buldukları o kutsal günü, ayı iyi bellediler o günden sonra da nevruz hem Göktürkler hem de Türk toplulukları için bayram olmuştur. Nevruzla beraber bahar gelir, tabiat yeni elbiselerini giyer, bin bir renkli çiçekler açar, cemreler düşer, güneş yalnız havayı değil içimizi de ısıtır bu sıcaklıkta milattan önce 8.yüzyıldan günümüze kadar artarak çoğalır. Türkler nevruz günü adeta yeniden doğarlar ve geçmişten günümüze büyük bir coşkuyla kutladıkları adetlerini gerçekleştirirler. Nevruz için yapılanlara örnek verecek olursak nevruz bayramı için hazırlıklar ilk olarak evlerden başlar evlerde dip bucak temizlikler yapılır. Nevruz günü herkes çok özenlidir ve yeni elbiseler giyilir, kızlarda genelde kırmızı giymeye önem verirler ve o gün kız isteme için idealdir. Nevruzda küsler barıştırılır, mezar ziyaretleri yapılır atalar yad edilir. Nevruzdan önceki gece eskiden evlerin damlarında bugün ise evlerin bahçelerinde yakılan nevruz ateşinin üzerinden atlanır. ”Yansın alev saçılsın benim bahtım açılsın” gibi tekerlemeler söylenerek dilekler tutulur çünkü ateşin üzerinden atlayanların dileklerinin kabul olunacağı ve hastalıklardan kötülüklerden korunacağına inanılır. Nevruz günü demirler ateşte kızdırılır atalarımızın yaptığı gibi çekiçle dövülür. Nevruzda çocuklarda çok mutludur çocuklar soğan kabuğu ile boyadıkları yumurtaları dövüştürerek oynarlar. Nevruzdan önceki gece kapı kapı dolaşıp bayram paylarını alırlar, eskiden bayram payları evlerin damlarından bir şala bağlanarak 208 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 verildiğinden bu adete “baca baca” ya da “şal sallama” denir. Buğdayların sulanmasıyla da ”Semeni “ denilen bir tatlı yapılır. nevruz günü Türk toplumlarının kendilerine has zenginlikleri de vardır. Kırgızlar nevruza “Köcö” denilen darı yarması ya da buğday koyarak o güne özel yemek yaparlar. Kazaklar diğer adetlerin yanı sıra Mevlitte okuttururlar ve ecdadı yad ederler. Özbekler bayramı bir hafta kutlarlar, çadırlar kurarlar, halk bu çadırlarda bayramlarını kutlar. Azeriler ise Martın 21 ile 23ü arasında nevruz için büyük törenler düzenlerler bu törenlerde diğer Türk toplulukları ve milletlerinde de yapılan “Gökbari oyunu, at yarışları, cirit oyunu, kılıç sallama, güreş, huntu oyunları” gibi ata sporlarımız da sergilenir. Anadolu’da da nevruz gerek Beylikler, Selçuklular gerekse Osmanlılar dönemlerinden günümüze pek çok adetle, büyük törenlerle bayram havasında kutlanır. Nevruz ateşi Ergenekon’da demirden dağı eriterek sönmüş bir ateş değildir aksine yıllar geçtikçe artarak çoğalan bir ateştir. Bu ateş ki Türk toplumlarını birbirine kenetler, yüzyıllarca süregelen kardeşlik ve dostluk duygularını perçinleştirir, hiç unutulmayacak ve nesilden nesile aktarılacak olan örf ve adetleri yaygınlaştırır. Bu ateş yandığı sürece yeryüzünde de Türk milleti baki kalacaktır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 209 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Buse ACAR Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü YAŞANAN VE YAŞATAN ŞEHİR : BURSA Kültür dendiğinde aklımıza bir toplumun ürettiği maddi ve manevi değerlerin tümü gelmektedir. Bu tanım elbette kültürün tanımı için uygun olabilir. Ama Cemil Meriç kültür yerine irfan’ı tercih eder. C. Meriç’e göre irfan, insanoğlunun has bahçesidir. Bu has bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. Türk kültürü bu bağlamda geniş bir harenin içerisindedir. Türk kültürü, Türklerin has bahçesidir. Türkler bu bahçeye öyle güzel tohumlar ekmiştir ki bu tohumlardan oluşan kültür çiçekleri etrafa mis gibi kokular yaymaktadır. Bu güzel kokuyu yayan bir çiçek te Bursa’dır. Bursa… Yaşanan ve yaşatan şehir. Yaşanan şehir dedim çünkü Bursa’dan bugüne kadar kimler gelip kimler geçmemiştir ki. Bursa kendi içinde harmanlanmış halkıyla, fikir adamıyla, evliyasıyla, sanatıyla, sanatçısıyla, tarihi eseriyle Türk kültürüne silinmez bir damga vurmuştur. Bu damga Bursa’nın atmosferinde yürüdüğümüz yolda, çeşmeden içtiğimiz suda, bir güvercinin uçuşunda adeta bizi bizden alır, bizi bize getirir. Yaşatır Bursa. Canlıları, yeşili, eskiden bugüne getirdiklerini yani kültürü yaşatır. Nereye dönersen dön bir cami çıkar karşına, sana maneviyatı yaşatır. Karagöz ve Hacivat çıkar bir anda sanatı yaşatır. Birden külliyeleri görürsün tarihi yaşatır. Eski Bursa’yı, eski Türk kültürünü yaşatır. Bizi yaşatır. Türk milletini yaşatır. Türklüğü yaşatır. Şehrin bu büyük değeri elbette bize de bir değer katar. Biz şehrin içinde yaşarken kültür de bizde yaşar. Saklarız kültürümüzü sarıp sarmalar, koruruz narin bir çiçek gibi. Çünkü odur bizi biz yapan. İşte Bursa’da Türk kültürünün öyle müthiş yansımaları görülür ki insan bu zenginlik karşısında Bursa’ya hayran kalır. Kültür Bursa’da harmanlanmış ortaya nefis bir şey çıkmıştır. Yemekleri, kıyafetleri buna göre şekillenmiştir Bursa’nın. Gelenekler, görenekler, eskinin getirdikleri bir bir yaşatılmıştır. Ah benim güzel Bursam. Sen nasıl bir şehirsin. Yaşanır ve yaşatırsın. 210 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 Arzu ÜLKER Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü TÜRK KÜLTÜRÜNÜ SELAMLAYAN ŞEHİR BURSA Köklü geçmişi ile tarih ve kültür başkentidir Bursa. Uygarlıklar beşiği, Anadolu’nun cennet köşelerinden biridir. Adeta birçok uygarlığı bağrına basmış bir annedir Bursa. Topraklarında imparatorluk doğurmuş tarihi bir hazinedir. Bu ulu şehir, Osmanlı İmparatorluğu’nun da ilk başkenti olarak Türk kültürünün ve tarihinin mihenk taşları arasında yer alır. Türk kültürünün sembol şehirlerinin başında gelir ve şehrin sınırları içine girdiğiniz anda tarihi kokusuyla insanı çepeçevre saran büyülü bir zenginliğe sahiptir. Türk kültürüne adeta bir nakış misali işlenmiş, tarihimize sembol olmuş kültürel zenginlikler saklıdır Bursa’nın tarih kokan topraklarında. Ulu Cami’nin her bir taşı adeta bir tarihi melodi fısıldar insanın kulağına. İçeri adımınızı attığınız her an o ihtişamlı imparatorluğun kültür izleri serilir önünüze. Bu asırlar boyu ayakta kalmış ihtişam abidesine hayran kalmamak mümkün olamayacaktır. Hele ki Yeşil Türbesi… Bu abideler şehrini adeta tepeden selamlamaktadır. Türbenin içi ise İznik’in muhteşem mavi çinileriyle bezeli, zengin bir kültür tarihi ile adeta sizlere göz kırpmaktadır. Kültürel izlerin gölgesinde biraz nefeslenmek için ise size Koza Han muhteşem bir arkadaşlık yapacaktır. Mis gibi kokan Türk kahvesini yudumlarken Koza Han’ın mistik havası insanı bir kültür yolculuğuna çıkarır. Bursa’mızda bir kültür yolculuğuna çıktığımızda temelleri bu ulu şehirde atılan Karagöz gölge oyunu karşılar bizi. Bursa’nın Türk kültürüne armağan ettiği Karagöz gölge oyunu geçmişten geleceğe bir kültürel köprü görevi üstlenir ve bize tarihimizden, zengin kültürümüzden eşsiz örnekler sunar. Kültürümüzün izlerini geçmişten geleceğe motif motif taşımış binbir renkle bezeli Bursa ipeği de zengin tarihimizi gözler önüne sererek Türk kültüründeki yerini alır. Buram buram kültürümüzün havası saklıdır Bursa’nın o kaşmir kumaşlarında. Bursa’nın kültür bakımından zengin olması Bursa’yı daima yaşayan ve Türk kültürünü de daima yaşatan bir kent olarak anılmasını sağlamıştır. Ulu Camisiz, Yeşil Türbesiz, Koza Hansız, Karagözsüz bir Bursa düşünülemez. Tarihimizin ve kültürümüzün bu sembolleri Türk kültürünün bir parçası olarak bu kente bir ruh katmıştır. Her karış toprağından ayrı bir kültürel miras yükselmiştir Bursa’nın. Yaşayan bir müze olan Bursa da tarihteki yerini zengin bir Türk kültürüne ev sahipliği yapmasıyla almıştır. TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 211 B UR SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI 1913 “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN Seda TOPAL Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü YÜZYILLARDIR SÜREGELEN BİR GELENEK: NEVRUZ Nevruz, Türk kültüründe baharın müjdecisi, gece ile gündüzün eşit olduğu doğanın en adaletli günü olarak kabul edilir ve Türk milleti tarafından coşkuyla kutlanır. Nevruz hakkında detaylı bilgi vermeden önce kelimenin anlamından bahsetmek istiyorum. Nevruz kelimesinin aslı Farsçadan gelir. Farsçada nev, yeni; ruz, gün anlamındadır. Buna bağlı olarak nevruzun kelime anlamı yeni gündür. Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Göktürk, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde nevruz, bir örfi bayram olarak kabul edilmiştir. Türk boyları, Nevruz bayramında çeşitli eğlenceler düzenlemişlerdir. Nevruz, Türk boylarında sanat, edebiyat ve sporun gelişmesine katkı sağlamıştır. Edebiyat alanında yaşanan gelişme daha doğrusu edebiyata sağladığı katkı daha belirgindir. Nevruz bayramında divan şairleri padişaha Nevruziyye kasideleri sunarlarmış. Ayrıca halk şairleri de baharın gelişiyle ilgili manzum eserler vermişlerdir. Aşağıdaki manzume edebiyatımızda bu konunun işlendiğine kanıt olarak gösterilebilir: Hayat-ı taze verip dehre maktem-i nevruz, Hoşa erişti meşam-ı deme dem-i nevruz. Dağıttı leşker-i sermayı sahn-ı gülşenden, Kurunca bargehin şah-ı Ekrem-i nevruz. Taravetiyle yüzü güldü gonce-i bağın, Olunca mazhar-ı fez ü mükerrem-i nevruz. Harim-i bağ o kadar cilve-riz-i şevk olmuş, Ki görse bağ-ı behişt ola mahrem-i nevruz. Türk kültüründen kaynaklanan Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş Türk tarihine dayalı bir bayramdır. Ülkemizde nevruz kutlamaları bölgelere göre 212 TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B R TÜ SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 farklılık gösterir. Bunlara birkaç örnek vermek istiyorum; Mersin çevresinde ağaçlara bez bağlanır, yaylara çıkılır. Yayla evinde misafirler ağırlanır, kurban kesilir. Gaziantep çevresinde 22 Mart gününe Sultan Navruz adı verilir. Sultan Navruz inanışa göre güzel bir kızdır. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece batıdan doğuya göç eder. Sultan Navruz ‘un geçtiği saatte uyanık olanların dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır. Edirne çevresinde eski hasırlar yakılıp ‘Mart içeri, pire dışarı’ diyerek üzerinden atlanır ve dertlerden, hastalıklardan kurtulacağına inanılır. Ülkemizde çok sayıda bu ve benzeri etkinliklerden söz etmek mümkündür. Çok uzun zamandan beri sürdürülen bu geleneğimizi büyüklerimiz özellikle biz gençlere aktarmalı, bizim de bu güzel geleneği sürdürmemizde aracı olmalıdırlar. Bunun gibi gelenekler ve bayramlar sayesinde toplumumuz kaynaşmayı ve paylaşmayı öğrenir. Bunlar sayesinde belki de hepimizin umut ettiği barış içinde bir yaşama kavuşabiliriz. Hepsi birbirinden özel ve güzel tamamen bize ait, bizim kültürümüze ait, gelenek ve göreneklerimizin devam etmesi dileğiyle… TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ 213 SA ŞUBES İ 1913 214 B UR K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ R TÜ TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ B SA ŞUBES İ K O C AK LA DERNEĞİ UR “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” GENÇLERDEN DENEMELER GENÇLERDEN DENEMELER RI 1913 215 SA ŞUBES İ 1913 216 B UR K O C AK LA DERNEĞİ R TÜ RI “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA” İSMAİL BEY DENEMELER GASPIRALI GENÇLERDEN TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ