RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran 2016 ISSN 1305 - 5356 ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI Yusuf YAVUZYILMAZ KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ BURKİNA FASO’DAN İZLENİMLER Abdullah BÜYÜK Hatice YENİPAZAR Editörden Yusuf Gökhan ERKAN Ücretsiz Keşif Şimdi Uzman İ Uygulama Yenilik Zamanı Mimari Tasarım üstelik taksitle Müşteri Memnuniyeti Kısa sürede evinizi yenileyelim Siz de keyfini yaşayın. Modec Home Design bir Albayraklar Grup Markasıdır ALBAYRAKLAR YAPI MARKET SAN. TiC. LTD. ŞTi. Başpınar Mh. 110. Sk. No.4/A Hendek / SAKARYA Tel: 0264 614 13 50 - 51 Fax: 614 92 57 www.albayraklaryapimarket.com.tr MODEC HOME DESİGN Arabacı Alanı Mh. Çark Cd. No.170/A Serdivan / SAKARYA Tel: 0264 281 55 21 Fax: 0264 281 55 22 www.modec.com nsanoğlu kardeşliğin tarifini, aynı anne babadan dünyaya gelmiş birbirine kan bağı ile bağlı olan insanlar diye tarif eder. Elbette ki bu biyolojik olarak böyledir. Bir de kardeşliğin tarifini 1400 yıl önce yapmış olan biricik Önderimizden dinleyelim. Hayata dair en derin mesajları anlamak için, kâinatın Efendisine kulak verelim... 1400 sene öncesinden gelen sestir bu, kardeşlik üzerine söylenmiş, kardeşlik üzerine kurulmuş bir inşadır bu, Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre bir gün; Allah’ın Rasulü; ‘’-Kardeşlerimi ne zaman göreceğim diye içini çekti, çevresindekiler;’’ ‘’-Ey Allah’ın Rasulü!.. Senin kardeşlerin biz değil miyiz?’’ O ise, ‘’-Sizler benim ashabımsınız!.. Kardeşlerim ise sonra gelecekler!.. Bana, görmeden iman edecekler!..’’ buyurdu. Evet, Allah Rasulüne kardeş olabilmek. Ne büyük bir şeref, ne büyük bir izzet. Peki, Allah Rasulüne kardeş olabildik mi? Şimdi düşünelim Allah Rasulünün kardeşim dediği müslüman- Kardeşlerimi ne zaman göreceğim? lar olarak, kardeşlik müessesesini gerçekten anlayabildik mi? Allah Rasulünün kardeşleri, yane bugünün Müslümanları, yani bizler, Rasulullah’ın içini çekerek özlediği kardeşleri, ashabının dediği gibi anam babam sana feda olsun ya Rasulullah diyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını Rasulullahın kardeşlik üzerine bina ettiği başka bir olayla sorgulayalım! Bir tarafta Allah rızası için her şeyini geride bırakıp Medine’ye hicret etmiş muhacir müslümanlar, diğer tarafta muhabbet ve samimiyetle onlara kucaklarını açmış Medine’li ensar müslümanlar. Medine’ye hicretin beşinci ayı Rasulullah, ensar ve muhaciri bir araya toplar, kırkbeşi muhacirden, kırkbeşi ensardan doksan kişi toplanır. Allah Rasulü her bir ensarı bir muhacirle kardeş ilan eder. Kurulan bu kardeşlik müessesesi kan bağına dayanmayan, maddi esasları gözetmeyen, birbirlerine kördüğüm bağlanan ve insanlık alemine örnek teşkil eden bir uygulamadır. Kendi nefsini kardeşininkine tercih edebilmenin bir göstergesidir. Bu sade bir söz değil, imkanlarını ve varlıklarını paylaşma, fedakar olabilme sınavını verebilme durumudur. Yukarıda bir soru sormuştuk. Evet, Allah Rasulüne kardeş olabildik mi? diye. Allah Rasulüne kardeş olabilmek, bugünün ensarı veya bugünün muhaciri olmaktan geçiyor. Bugün Onu görmeden Ona iman etmek demek bu kardeşlik müessesini kurmak demek. İsmi, rengi, ülkesi ne olursa olsun muhacir olan kardeşlerimizi sımsıkı kucaklamak demek. Kardeş olmak aynı zamanda yakınlığın, aynı zaman da paylaşmanın, aynı zamanda kendi nefsini ona tercih etmenin ismiydi. Kardeş olabilmek, ağızdan çıkan basit ve zahmetsiz bir kelime değil, birbirini bağladığı insanları, kimsenin koparamayacağı bir bağ ile bağlamak demekti. Şimdi ne yapmalı diye nefsimize sorup, bugün yanı başımızda bir hanenin içinde dertlerini üzerlerine örtmüş kardeşimizi kendimize kardeş ilan edip, Allah Rasulüne kardeş olma zamanı. Dilerseniz vakfımız aracılığıyla yardım severlerin katkılarıyla hizmette bulunmuş olduğumuz muhacir kardeşlerimize, dilerseniz kendinizin tespit edip bulabileceği bir aileyi kendinize kardeş aile ilan edip bu kervana katılma zamanı. Allah Rasulüne kardeş olma zamanı. Vesselam… 3 iÇiNDEKiLER iÇiNDEKiLER 6 8 KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ Mine İZGİ Abdullah BÜYÜK UMUMU BELV DEĞİŞİR FETVA DEĞİŞTİRİR Hamza TEKİN 14 26 Sevgİ Toplumundan Nefret Toplumuna Nasıl Dönüştük? 10 ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI Yusuf YAVUZYILMAZ 29 30 24 FAALİYETLERİMİZ BURKİNA FASO’DAN İZLENİMLER Hatice YENİPAZAR 4 RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran / 2016 SINIRLAR OLMADAN Yasin MÜSLİM KUNUT DUALARI - 2 Sahir AKÇA RİBAT EĞİTİM VAKFI Adapazarı Şûbesi Adına Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Gökhan ERKAN Yayın Kurulu: Sâhir AKÇA Yusuf Ertuğrul ERDEM Gökhan ERKAN Yasin MÜSLİM Mithat AYKAÇ Fatih ÇALTIKOĞLU H.Bilal ÜVEZ Raif ŞENSOY Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf E. ERDEM 32 13. HADİS 34 YEMEK İKRAMI VE SARP YOKUŞ 36 GIDA VE SAĞLIK İSRAFI Mehmet KUZU 16 ÇOCUK İÇİN KUTSAL DEĞERLER YARIŞI SEVER MİSİNİZ? Halil ATALAY Ömer Faruk AKPINAR Yaşar KAÇANLAR Reklâm Sorumlusu: Atilla YAKAR Tel: 0532 708 95 24 İrtibat Adresi: Cumhuriyet Mh. Hatip Sk. No.6 (İlim Yayma Kız Yurdu yanı) ADAPAZARI adabulteni@hotmail.com www.adabulteni.com Telefax: 0264 277 19 46 Tasarım ve Baskı: BURAK OFSET 0264 274 69 24 Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İsim zikredilerek iktibas yapılabilir. BASIM TARİHİ: ARALIK 2016 ISSN 1305 - 5356 5 Abdullah BÜYÜK KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ İnsan dünya meydanında basit ganimetler uğruna çok büyük değerlerini kaybediyor. Ama maalesef kaybettiği değerlerinin farkına varamıyor. Çünkü hiç yüreğinin Uhud’una sığınıp meydana bakmıyor. Buna o kadar çok ihtiyacımız var ki bugünlerde. Y eryüzü, tüm imkân ve nimetleriyle inanan insanlara teslim edilmiştir. Bu gerçekten hareket etmeyen devletler ve toplumlar, yeryüzünü sahiplenmek için her şeyi yapmışlardır. Savaş, işgal, terör, zulüm ne varsa devreye koymuşlardır. Müslümanlar ise bunun tam aksine yeryüzünü sahiplenmek değil, onu emanet olarak teslim almak istemişlerdir. Böylece, yeryüzünü emanet görenlerle, onu sahiplenmek isteyenler arasında sürekli mücadele başlamış ve bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir. Bu mücadele ve savaşta, iktidarını ilim ve bilimle gerçekleştiren müslümlanlar yeryüzünü imar etmiş, medeniyetler kurmuş ve tüm insanlığı Allah’ın iyali ve tüm imkân ve nimetleri de tüm insanlığın önüne konulan hak sofrası olarak hazırlamışlardır. İktidarını fesat çıkarmak ve kan dökmekle elde edenler ise, yakmışlar, yıkmışlar ve yeryüzünün huzurunu ve toplumsal barışını tar u mar etmişlerdir. Üzerinde yaşadığımız ülkemize gelince, 1912 yılından günümüze kadar geçen zamanda politik güç, dinin önüne geçirilmiş, hayat, politik güç tarafından dizayn edilmiştir. Müslüman ümmete ait olan dil medeni- 6 yetimizle, “eline, diline, beline sahip çık prensibi” dili, dini, rengi farklı olan milyonlarca insanın, kavgasız, savaşsız bir hayat yaşamasına vesile olmuştur. Osmanlı, devletin temelini üç sacayağı üzerine bina etmiştir. Bunlardan biri “kışla”, ikincisi “medrese” ve sonuncusu ise “tekke” olmuştur. Toplumu, kışla ile şuurlandırmış, fiziki gücünü temin etmiş, medrese ile ilim ihtiyacını karşılamış, tekke ile toplumun manevi ihtiyacını karşılamıştır. Birinci dünya savaşında 10 milyon insan can verirken, 40 milyon insan ise kaybolmuştur. İkinci dünya savaşında 36 milyon insan ölmüş ve 1948 demecinden sonra blokların savaşı başlatılmıştır. O da, ferdi günahtan, kolektif günaha, mevzii saldırıdan, toplu saldırıya geçilmiştir. “İnkârcılar-Kâfirler, birbirleriyle yardımlaşırken; “Ey iman edenler, sizler de birbirlerinizle yardım etmezseniz, yeryüzünde büyük bir fesat, karışıklık ve fitne çıkar” (Enfal, 8/73) ayeti, söylenecek her şeyi ortaya koymaktadır. Rabbimizin gönderdiği ilahi buyrukları hayatın dışına kaydırmak isteyen zihniyet, haksızlıklarla barışı sağlamaya çalışmış, karıyı kocaya, babayı evlada, komşuyu komşuya düşman etmiştir. “Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu, Peygamberler, Sıddıklar, Şehitler ve Salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 4/69) ayeti rehber alınmayınca, otomatikman ortak değerlerimizle irtibatımız teoride kalmış ve müşahhas, somut bir şey ortaya konulamamıştır. Dört güzel arkadaşın varisleri olan, günümüzdeki âlimlerimizle, doğru dürüst hayatı olanlarımızla, şehit ve örnek insanlarla gönül bağımız kurulamamış, yanlış ve batıl adreslerde arkadaşlar edinilmiştir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan dost olur.” (Fussilet, 41/34) ayeti kardeşliğin, barışın, dostluğun can damarını ortaya korken, nefisle, heva, kin, nefretle çözüm sağlanacağını zannedenler kaybetmiş ve bunun neticesi ise bir avuç mutlu azınlığın elinde oyuncak haline getirilmişiz. “Onlardan (kâfirlerden, müşriklerden) güzel ayrıl” (Müzzemmil, 73/10) ayeti, toplumsal barışımızın rotasını çizmiştir. Peygamberimize hakaret edenler, onu alaya alanlar, ağır hakaretlerde bulunanlar ile irtibatın kesilmemesini rabbimiz beyan ediyor. Günümüz müslümanı, nefsine ağır gelen en küçük bir söze karşı, din kardeşiyle irtibatı bir kesiyor ve bir daha yüzüne dönüp bakmıyor bile. Bunun ahiret sorgulanma neticesini hiç düşünüyor muyuz? Tüm okurlarımıza ve bu mesajım kimin eline geçerse o kardeşlerime Allah rızası için aşağıdaki özel mesajımızı okumalarını, gerekiyorsa, fotokopi yaparak arkadaş, komşu, akraba kim olursa olsun onlara vermelerini, e-mail ile paylaşmalarını istirham ediyor ve cümlenizi Allah’a emanet ediyorum: “Herhangi bir konuyu, hadiseyi dile getirmek istediğimizde, onunla alakalı ayetlere ve hadislere müracaat etmeyi ihmal etmemeye çalışmışızdır. Açıklamalarımız, Kur’an-ı Kerim’in anlattıkları değil, bizim, Kuran’dan anladıklarımızdır.” Salih kullardan Malik bin Dinar şöyle der: “Hatibin hutbesi, ameli ile karşılaştırılır. Şayet uygun geliyor ve söylediğini yapıyorsa tasdik edilir. Hutbesi, ameline uymuyorsa dudakları makaslarla kesilir ve her kesildikçe yeniden biter ve tekrar kesilir.” Bu konu hutbe olmaz da makale olur, vaaz olur, konferans olur ne fark eder. İşte bu acı gerçekler ışığında insanları veya olayları tahlil etmede, bana göre, sana göre değil, Kitap ve Sünnete göre konuşur, yazar, çizersek ve dediklerimizin hem arkasında olur ve bizlerden istenileni yaparsak, birçok salih amele imza atmış oluruz. Peygamberimizin seçkin sahabelerinden olan Hatıp bin Ebi Belta, Mekke’nin fetih planını gizli olarak bir kadınla göndermişti. Cebrail’in haber vermesi ile iki sahabe gittiler ve kadını yakalayarak sakladığı mektubu alıp Peygamberimize ver- diler. Orada bulunan Hz. Ömer(r.a): İzin ver bana, şu adamın boynunu vurayım. Bu adam Allah’a ve Resulüne hıyanet etmiştir, dediğinde, Peygamberimiz: “O Bedir savaşında bulunmuştur” diyerek affetmiştir. Kur’an-ı Kerimde Saffat Suresinin 143. ayetinde Hz. Yunus Peygamber, kavmini terk ettiğinden dolayı, denize atılmış ve balığın karnına girmişti. Rabbimiz: “Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı” (Saffat, 37/143) buyurarak, bir peygamberde olan güzelliğe işaret etmiştir. Zina ettiğinden dolayı cezası verilmiş ve tabutu musallaya konulmuş bir kadının cenaze namazını kıldırmak için tekbir alacağı anda, Hz. Ömer: Ey Allah’ın Resulü… O kadın zina etti, deyince, Efendimiz: “Evet zina etti. Ancak tövbe etti. Yaptığı tövbeyi, bir vadi dolusu günahkâra taksim edilseydi, hepsinin bağışlanmasına vesile olurdu” buyurmuştu… İçki içtiğinden dolayı Medine’nin bir meydanında cezası verilen sahabeye, sahabelerden biri hakaret edince, Efendimiz: “Ona öyle hakaret etmeyin. Çünkü o, Allah’ı ve Peygamberi çok sever,” buyurmuştu. Hz. İsa, havarileriyle birlikte şehrin dışında çöplüğe atılmış bir köpek leşine rastladılar. Havariler, burunlarını tutup, yüzlerini öbür tarafa çevirdiklerinde, Hz. İsa elindeki çubuğu köpeğin dudaklarına uzatarak: “Bakınız, köpeğin inci gibi parlayan ne güzel bir dişi var” demişti. Tüm bu örnekleri niçin takdim ettim, biliyorsunuz. Yeryüzünde dört farklı inançta insan vardır: Müminler, kâfirler, münafıklar ve müşrikler. Rabbimiz mümin kullarının, diğer insanlarla nasıl bir tavır ve iletişim içinde olacağını açık net olarak bildirmiştir. Bir de müminlerin, diğer günahkâr, suçlu, hatalı olan mümin kardeşlerine nasıl bir tavır alacağını da açıklamıştır. Allah’a inanan in- Ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insan, Allah’a karşı hesap verme duygusunu yitirdiği için kendisini durdurabilecek bütün sınırları tanımaz hale gelir. Onun için kendisini hazza ulaştıracak bütün yollar mübahtır. sanlar, elbette Allah’ın çizdiği yolda yürürler. O yola aykırı hareket edenler için, uyarı vardır, nasihat vardır, ceza vardır, hatta boynunu vurmak ta vardır. Ancak hakaret yoktur. Dillerini kirletmek yoktur. Duygusallığa yer yoktur. Hatırlarsak, rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, akıncı gençlikle, ülkücü gençliği birleştirmek istemişti. Buna karşı tavrımız ne oldu? Rahmetliye kızdık, bağırdık, hakaret ettik, hızımızı alamadık, eserlerini sobaya atarak yaktık. Müslümanlık bu muydu yani? İmtihan halindeyiz. Her hadise ve her insanla imtihan halindeyiz. Kendimize hâkimlik ve savcılık, karşımızdakilere ise avukatlık tavrı yakışır. Elbette eden, karşılığını bulur. Peygamberimiz, savaşta bile “öldürürken güzel öldürmeyi” tembihlemiştir. Kuduz bir köpeğe işkence yaparak öldürmeyi fıkhımız yasaklamıştır. Söğüt kasabasından, 25 milyon kilometrekare alana adaleti ve medeniyeti götürdüysek, ölçülerimizi Allah ve Peygamberden aldığımızdan dolayıdır. Unutmayalım. Son ümmet vasat ümmettir. Ölçülü hareket eden ümmettir. Tüm insanlığa örnek olan ümmettir. “Rabbimiz. Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz, şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr,59/ 10) 7 Hamza TEKİN UMUMU BELV DEĞİŞİR FETVA DEĞİŞTİRİR Fıkıhçılar “umumu belvâ”yı hükmü hafifleştirme sebebi olarak kabul etmişlerdir. Bir şeyin alışkanlık haline gelmesi, herkes tarafından yapılması insanların ona ihtiyaç duymalarının delilidir. Şeriat insanların ihtiyacını göz önünde bulundurur ve takdir eder. Fıkıhçılar derler ki ihtiyaç zaruret gibi kabul edilir ve o değerdedir. A ncak umumu belvâ haramlığı kesin olmayan şeylerde hafifletme ve kolaylaştırma gerektirir. Ama kesin haram olan şeylerde -özellikle büyük günah ve çirkin işler içine giren şeylerde- asla gevşeklik olamaz. Orada fetvanın değişmesi söz konusu değildir. Eğer buraya müdahale edilirse haramı ortadan kaldırmak münkerâta cevaz vermek olur; bu ise kabul edilemez. Burada insanları helal ve tayyip olana sıkı bir şekilde yönlendirmek, çirkin olanları reddetmek gerekir. Tüm insanlar bunu yapsa bile buna kesinlikle cevaz verilemez. Umumu belvâ ile ihtilaflı meselelerde amel edilir. Mesela müzik ve şarkı, satranç oyunu, kibir maksadıyla olmama şartıyla elbiseyi uzatmak ve sakal tıraşı olmak gibi mezhepler arasında derin ihtilaflar olan meseleler bu alana girer. Bu gibi meselelerde âlimlerin görüşleri son derece çeşitli ve ihtilaflı olmuş kimi yasak derken kimi caiz görmüştür. Çünkü hükme dayanak yaptıkları hadislerde ve hadislerin sübutunda ihtilaf etmişler, kimi o hadisleri kabul ederken bazıları reddetmişlerdir. Hakkında nas varit olmayan, kıyasa, istihsana, istislaha, hükümde örfe, sahabe sözüne dayanarak verilen hükümlerde ayrı ayrı görüş üzere olmuşlardır. Tüm bu alanlar tartışma alanı olup kabul ve reddetme kabul eden şeylerdir. Buna birkaç örnek verelim: Başı açmak, yolda ve yürürken bir şey yemek: Fıkıhçılar alışkanlıkların yaygın hale gelmesinde, ihtiyaç duyularak herkes tarafından yapılır olması halinde kolaylaştırma ve hafifleştirme taraftarı olmuşlardır. Mesela bazı fıkıhçılar başı açık gezenin şahitliğini kabul etmezlerdi. Ama Endülüs’te başı açık insanların şahitliği kabul edilmiştir. Çünkü orada insanların çoğunluğu başı açık geziyorlardı. O vakit İspanyollarla birlikte yaşamaları belki bu âdetin onlar tarafından yaşanmasına sebeb olmuştur. Bu davranış orada şahidin adaletini, güvenilirliğini engelleyen bir problem olarak kabul edilmemiştir. Eski ile yeniçağ arasında sakal “Umumu belvâ”; bir şeyin bilgi ve amel olarak yaygın hale gelmesi ve insanların ona mecbur kalmaları ve ihtiyaç duymalarıdır. Onun için Hanefiler umumu belvânın bulunduğunda ahad hadislerle amel edilmez demişlerdir. Ve ayrıca umumu belvâ ruhsat gerekçesidir hükmünü vermişlerdir. (Mucemülugatülfukaha, sh. 71.) 1 8 tıraşı: Sakal meselesi başka bir örnek. Bazı âlimler bu meselede son derece katı davranıp bağnazca hareket etmişler, hatta bazıları “sakal bırakmak vaciptir, tıraş etmek haramdır” hükmünü verecek kadar ileri gitmişlerdir. Bazı bilginler ise sakalın sünnet olduğunu, tıraş etmenin ise mekruh olduğunu söylemişlerdir. İçinde yaşadığımız bu çağda bu hüküm kesinlikle geçerli olmamalıdır ve olamaz da. Mutlaka daha hoşgörülü, hafifleştirici ve kolaylaştırıcı bir görüş ve içtihada gerek vardır. Bazı İslam memleketleri var ki orada tüm insanları sakalsız ve sakal tıraşlı görüyoruz. Peki, bunlara karşı bugün ne diyeceğiz? Bunlar sakalsızdır asla şahitlikleri kabul edilmez mi diyeceğiz. Tüm sakal tıraş edenlerin şahitliğini reddedersek mahkemelerde şahitlik yapacak kimi bulcağız? Bu hususta kesinlikle daha hoşgörülü ve daha hafifleştirici bakış, görüş ve içtihat gereklidir. Televizyonun yaygınlaşması: Yine yaşadığımız çağda görüyoruz ki televizyon tüm evlerde ve başka Özellikle kadının daha güzel yapacağı çeşitli işlerde, onun yaratılış ve naturasına uygun olan şeylerde geniş davranılması ve kolaylaştırıcı olunması gerekiyor. Böylece hemcinsleri olan kadınlara hizmet etme imkânı bulacaklardır. yerlerde yaygın hale gelmiş, televizyon girmeyen hiçbir hane ve hiçbir yer -neredeyse- kalmamıştır. Bazı insanlar televizyon seyreden insanları ayıplıyorlar. Hatta televizyon seyretmenin haram olduğunu söylüyorlar. “Televizyon suret ve resim üzerine kaim bir alet; resim ise haramdır” diyorlar. Şimdi bu kafaları taşlamış, beyinleri geçmiş asır ve zamanlarda kalmış, böyle düşünen insanlara soralım? Bugün televizyon seyretmeyen bir kişi bulabilir misiniz? Dünyada meydana gelen haberleri ve Müslümanlarla ilgili haberleri televizyondan takip etmeyen bir fert bulabilir misiniz? Ancak televizyonda uygun olmayan bir takım şarkıların okunması ve bulunması doğru, helal olmayan bazı resimlerin ve başka hoş olmayan şeylerin bulunması da doğru; ancak artık bu alet yaygınlaşmış, umumu belvâ haline gelmiş, sanki zaruri bir ihtiyaç mesabesine inmiştir. Dikkatli bir Müslüman, hayırlı olanını almak, şerli olan şeylerinden ve programlarından sakınmak gücüne sahiptir. Artık bunu kaldıramazsınız, onun için buna sahip olup kendi inanç ve ahlâkınızı yaymak için kullanmak zorundasınız. Bir şeyh tanırım tüm müritlerine her sohbetinde televizyonun haram olduğundan bahsederdi. Ama bir hayli müridine televizyonu olup olmadı2 Kardavi, “el-Helal velharam”, sh. 85. 3 Feteva Muasıra, C: 3, sh. 694-997. ğını sorduğumda hepsi evinde televizyon bulunduğunu söylemiştir. Kendine özel bir oda tahsis ederek herkes görmesin diye dip odalarda televizyon seyrettikleri görülmüştür. İşte umumu belvâ budur. Çeşitli alanlarda kadının çalışması: Yaşadığımız çağda umumu belvâdan biri de hayat alanlarının çoğunda kadının çalışır hale gelmesidir. Özellikle erkekler öğretim alanının hepsine girme imkânı elde ettiği bu zamanda kadınlar da bu alanlara girmeye başlamış, girmek zorunda kalmış ve girmesi gerekli hale gelmiştir. Üniversite ve yüksek öğretimde değişmeler meydana gelmiştir. Artık kadınlar da doktor, mühendis, muhasebeci, idareci, ekonomist ve öğretmen olmaya başlamışlardır. Tüm bunlar çeşitli fakülte ve ilim mezunu ve matematik bölümü mezunu olmaya başlamışlardır. Tüm özel bölümlerde hoca olma hakkına sahip olmuşlardır. Birçok kadın çeşitli alanda yüksek seviyelere ulaşmış hatta bazıları o alanlarda erkekleri geçmişlerdir. İşte bu hal fetva ehlinden, özellikle kadına karşı katı davrananlardan bu katılıktan ve darlıktan, daraltmaktan, tavizsizlikten vazgeçmelerini istemektedir. Şartlarına uygun halde kadının çalışmasına hoşgörü ile bakmalarını gerektirmektedir. Özellikle kadının daha güzel yapacağı çeşitli işlerde, onun yaratılış ve naturasına uygun olan şeylerde geniş davranılması ve kolaylaştırıcı olunması gerekiyor. Böylece hemcinsleri olan kadınlara hizmet etme imkânı bulacaklardır. Fitne korkusunu öne çıkararak katılık caiz değildir. Kadın öğretmen olmaya, doktor olmaya, hasta bakıcı olmaya kadir ve istidatlı olduğu halde onu evinin duvarları arasına hapsetmek asla caiz değildir. O da yaşamın bir tarafından meydana gelen boşlukları en güzel şekilde doldurur hatta bazı yönlerden erkeklerden daha üstün ve güzel görev yapabilir. Çok zaman kadın eğer ailesi ve yaşayacak bir geliri yoksa kendi ihtiyacını temin için çalışır. Bazense ailesine işlerinde yardımcı olmak için çalışır. Kur’ân bize bunu Musa (a.s)’nın davarlarını suladığı iki genç kızdan bahsederek anlatıyor: “Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu. Onlarin gerisinde de, (hayvanlarını) engelleyen iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.” (Kasas 23) Birçok zamanda toplum kadının çalışmasına ihtiyaç duyar. Kadının çalışması ve kadınlar tarafından yapılması gereken işler olur. Orada erkek bir şey yapamaz. Mesela kızlara hocalık yapmak, kadın doktoru olmak, hemşire ve hasta bakıcı olmak kadınların daha iyi yapacağı işlerdir. Bunları erkekler yapsa da kadınlar kadar güzel ve verimli olamazlar. Bazı bölgelerde yaşam şartları ve geçim darlığı kadın erkek, karı-koca birlikte çalışmalarını gerektirir. Yaşadıkları çağın ihtiyacı olan geçim standartlarını elde edebilmeleri için, aç kalmamaları ve sıkıntıya düşmemeleri için buna gerek vardır ve mecburdurlar. Artık eskiden beri ezberlenen, dillere pelesenk edilen; “kadın ev için yaratılmıştır”, “kadının yeri evidir” gibi sözlerde ısrar etmekten vazgeçilmelidir. Yaşamın zaruretleri, gereksinimleri artık kadını evinden çıkıp ailesi için yorulmasını ve terlemesini, çalışıp geçime katkıda bulunmasını farz kılmıştır. Bu bir umumu belvâdır. 9 Yusuf YAVUZYILMAZ ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI Aliya İzzetbegoviç, hem zihinsel donanımı, hem entelektüel duruşu, hem de siyasi önderliği ile hiç kuşkusuz yirminci yüzyılın en önemli düşünce ve eylem adamlarından biridir. Bir taraftan din ve siyaset alanında önemli bir entelektüel birikime sahip olmak, diğer yandan bu birikimi pratik siyaset alanına dökmek gibi bir yapıya sahip olmak çok az entelektüele nasip olmuştur. O, siyasal alanda Bosna’yı hem savaştan çıkararak uluslar arası alanda tanınan bir devlet haline getirecek, hem de “Doğu ve Batı Arasında İslam” gibi devasa bir eseri yazacak kadar birikim sahibiydi. E ntelektüel birikimi olanların pratik sahada görev yapmaları hiç kuşkusuz düşüncelerini olgunlaştıran çok önemli bir faktördür. Öte yandan bu durum, entelektüeli ütopik ve gerçeklerden kopuk uygulanamaz fikirler üretmesine sebep olur. Bu anlamda o, düşünür-siyasetçi tipine örnektir ve tarihte örneği çok görülmeyen bürokrat-entelektüel geleneğin temsilcilerinden biridir. Aliya bu yönüyle Selçuklu veziri Nizam’ül Mülk, Osmanlının çöküş dönemi sadrazamı Said Halim Paşa ve İran Devriminin efsane lideri Humeyni geleneğine aitti. Ömrü Bosna’nın kurtuluş mücadelesi içinde geçen Aliya “Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum” der. Elbette bu hayatı nasıl değerlendirdiğine bağlı olarak ortaya çıkan bir sonuçtur. 10 Babasının ilk evliliğinden iki kardeşi daha olan Aliya, üçü kız iki erkek beş çocuklu bir ailenin üyesi olarak yaşamını sürdürdü. Annesi dindar bir Müslüman olan Aliya, İslam düşünce mirasının temeli olan dindarlığını ona borçluydu. 15 yaşından itibaren dönemin Yugoslavya’sında okuduğu için komünist ve ateist külliyatla tanıştı. O dönemlerde Yugoslavya efsanevi lideri Tito önderliğinde Sovyetler Birliğinde ayrı, Üçüncü Dünyacı bir sol anlayışı temsil ediyordu. Aliya okul hayatını değerlendirirken “Okulda çok iyi ve çok kötü öğrenci olmak arasında salındığını” belirtir. Entelektüel hayata erken yaşlarda adım atan Aliya 18-19’lu yaşlarda felsefe metinleri okuyup değerlendirmeye başlar. Gençliği Hırvat Milliyetçileri olan “Ustaşalar” ve Sırp milliyetçileri olan “Çetnikler” arasında mücadele ile geçti. Bilindiği gibi Çetnikler Bosna savaşı sırasında tarihin en büyük soykırımı ve katliamını işleyenlerdir. Politik faaliyet sürdürdüğü zamanlarda Çetnikler tarafından yakalanan Aliya, Çetniklerin komutanı olan Keseroviç tarafından öldürülmesi engellenmişti. Bunun nedeni dedesi Aziziye Valisi iken çok sayıda Sırpın suçsuz yere tutuklanmasını önlemek olmuştur. 1945 yılında Tito’nun lideri olduğu Partizanlar grubu Yugoslavya’da iktidarı ele geçirdi. Aliya 1940’lı yıllarda “Genç Müslümanlar Teşkilatı” adlı örgüte üye oldu. Yasadışı bir örgüt olan Genç Müslümanlar Teşkilatı içinde yürüttüğü faaliyetlerle üye sayısını hızla artırdı. Bu yıllardan itibaren Tito’yu eleştirmek ve onun teşkilatı olan Partizanlara muhalif olmak eyleminden defalarca tutuklandı. Daha sonraki yıllarda Genç Müslüman Teşkilatını yeniden örgütlemek ve etkin hale getirmek, savaş nedeniyle yardıma muhtaç olanlara yardım etmek gibi amaçlarla “Merhamet” adlı örgüte üye olur. Hayatını ömrünü geçireceği Halida Hanım ile birleştiren Aliya’nı bu evlilikten Leyla ve Sabina adlı iki çocuğu oldu. Yaptığı siyasi çalışmalarından dolayı 1983 yılında 14 yıla mahkûm oldu. Aliya, Yugoslavya rejiminin 1987 yılında af dilemesi karşılığında affedilmesi teklifini reddetti. 1990 yılında remen kurulan Demokratik Eylem Partisinin (SDA) kuruluş fikri 1989 yılında cezaevinde bulunduğu yıllarda oluştu. Aliya entelektüel birikimini oluştururken Batı düşüncesinin yanında Mevdudi, Seyyid Kutub, Hasan el Benna ve Fazlurrahman gibi İslam entelektüellerinden de haberdardı. İlk girdiği seçimlerde 130 milletvekili olan parlamentoda 42 milletvekilliği kazandı. 1990’lı yıllarda Yugoslavya’da çıkan iç savaşı yönetti. Bosna’nın uluslararası bir devlet olarak meşruiyetini sağlayan “Dayton Antlaşması” sonrasında girdiği seçimi kazanarak Bosna için mücadeleye devam etti. Aliya, halkına şöyle öğüt veriyordu: “Selam sana ey halkım! İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sahip çıkın” Aliya’nın temel düşüncelerini en iyi anlatan eser “Doğu ve Batı Arasında İslam” adlı eserdir. “Cemalettin Afgani, Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Roger Garaudy bunu söylediler. Bir İstisna var: Aliya İzzetbegoviç. Onun ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ kitabı defalarca okunması gereken bir kitap. Bu kitaptaki analizler, anla- şılmayı bekleyen, yeni bir başlangıç ihtiyacını kavramış olan erken sözler. İslam ne doğu(lu) ne Batı(lı) dır; ikisinin arasındadır ve dolayısıyla her ikisini de hem ihata eden hem de aşan bir topoloji (Sosyolojik mekan/ cemaat/ümmet) inşa edilmelidir.” (Yüzyıl ve Gelecek/ Ümit Aktaş/ Okur kitaplığı) Aliya temel eseri olan “Doğu ve Batı Arasında İslam”da izini sürdüğü arayış, İslamı bugünkü neslin anlayacağı bir dile tercüme etme endişesidir. Bu arayış hiç kuşkusuz Mehmet Akif’in çağın idrakine İslam’ı söyletmek amacıyla örtüşmektedir. Modern dünyada İslam’ın yeri nedir ve ne olmalıdır soruları Aliya İzzetbegoviç’ın izini sürdüğü sorulardır. Modern dönemde insanlığın içine düştüğü ahlaksızlık ve cinayetler içinde uygarlık ve tekniğin konforu bir yanılgıdır. Sanat ve dram insanlığın içindeki bir yolculuktur ve kaynağı dindir. İzzetbegoviç, “Doğu ve Batı Arasında İslam”da izini sürdüğü anlayışlı şöyle temellendirir: “Yahudilik dünyaya, Hıristiyanlık öte dünyaya aittir. Bundan dolayı doğu ruh, batı madde eğiliminde olmuştur. İslam bu uygarlık anlayışlarının tam ortasında durmaktadır. İslam Doğu ve Batı, Ruh ve Madde arasında bir denge dinidir. Bu anlamıyla hem batıyı hem de Doğuyu kapsamaktadır. Bir anlamıyla Hz.Musa bir uçta Hz.İsa öteki uçta Hz. Muhammed ise ortada durmaktadır.” Aliya İzzetbegoviç’e göre kültür semadaki “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” prologu ile başlamıştır. Bundan dolayı hiçbir kültür tamamen dinin dışında olamaz. Uygarlık insan-madde-tabiat üçgeninde oluşan serüvenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kültür ken11 dini yönetmek, uygarlık dünyayı değiştirmektir. Sanatın kült üretme ile bilimin alet üretme fonksiyonları İslam’da el ele vererek yeni bir sentezin kapısını aralar. Din ve ahlak kopmaz bir bağlantı içindedir. Din “Nasıl inanmalıyım” sorusuna, ahlak ise “Nasıl yaşamalıyım “ sorusuna cevap verir. Bu iki alanın sentezi “İnanın ve iyi amellerde bulunun” anlayışıdır ki, dinin istediği de budur. İzzetbegoviç’e göre hiçbir şey öncülsüz başlamayacağı gibi, insanlık tarihi de sıfırdan başlamamıştır. İnsanlık tarihi “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” prologu ile başlamıştır. Begoviç’de göre Hz. Peygamber Mağaradan Mekke’ye dönmeye mahkûmdu. Bu dönüş olmamış olsaydı hiç kuşkusuz Hz. Muhammed olarak değil hanif olarak kalırdı. Tarih ona göre ikiye ayrılmalıdır: Hz. Muhammed öncesi ve Hz. Muhammed sonrası. Hz. İsa Hıristiyanlıktan ayrı olarak incelenmelidir. Nietzsche’nin dediği gibi “Son Hıristiyan çarmıhta ölmüştü” Aliya gençliğinden beri okuduğu Marks ve Marksizm için şu sonuca ulaşmıştı: “Teoride tutarlı, pratikte zorunlu olarak tutarsızdır.” Aliya’ya göre milli olan ve milliyetçilik birbirinden ayrı kavramlardır. Ona göre milli olan ile milliyetçilik arasındaki fark tıpkı sevgi ve nefret kadardır. Milli olan halkını sever, onun için çalışır, başkalarına düşmanlık etmez. Milliyetçi ise başkalarından nefret eder, hoşgörüsüzdür, farklılıkları boğar ve fiziksel baskı uygular. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Din ise sana ya- 12 pılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma der. Gerçek inanç milliyetçilikte değil, kırık hoparlörde sesini yükselten müezzinlerin sesinde aranmalıdır. Aliya İzzetbegoviç’e göre ahlak çıkarlarımıza göre değil, görevlerimiz gereği eylemde bulunmaktır. Tanrı yoksa ahlakın hiçbir anlamı yoktur. Ahlakı Tanrıya refere ederek egoist, anarşist, pragmatist ve hedonist ahlak anlayışlarından ayrılır. Aliya Bosna Savaşının olanca dehşetiyle sürdüğü yağmurlu bir günde, çamur içinde Bosna’lı bir savaşçıyla yan yana kalır. “Başkanım barış gelince hiç adaletsizlik olacak mı?” diye soran askere şu karşılığı verir: “Evet maalesef olacak düşmana karşı savaştığımız gibi onunla da savaşmamız gerekecek” “Din de devrim de acılar ve ıstıraplar içinde doğar. İkisi de konfor içinde yok olup gider. Gerçekten devam eden sırf onların gerçekleşme çabasıdır. Onların gerçekleşmesi ise, aynı zamanda ölümleri demektir. Din de devrim de gerçekleşirken, kendini boğacak kurumların statükolarını doğururlar. Devrim yalan söylemeye ve kendi kendine ihanet etmeye başladıktan sonra statükolaşmış sahte dinle ortak bir dik kullanmaya başlar.” Aliya kişisel olarak kendisini sıradan bir insandan farklı görmeyen bir zihin yapısına sahipti. “Savaşın devam ettiği yıllarda havanın sisli olduğu bir kış günü cuma namazını kılmak için Gazi Hüsrev Bey camiine gider. Bombardımana rağmen cami tıklım tıklım doludur. Aliya görününce İmam hutbeyi durdurur, ön saflardan ayağa kalkanlar kendi- sine yer vermek isterler. Ancak Aliya kişiliği yansıtan şu sözleri söyler: “Burası Allah’ın evidir. Burada farklılık olmaz. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Camide herkes bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; ama İslam’ı inşallah çiğnetmeyeceğiz. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!” Aliya İzzetbegoviç’in zihin dünyası hakkında bilgi verecek olan sözleri, düşünce dünyasını daha iyi değerlendirmeye yardımcı olacaktır. “Milli duyguları olan bir insan, kendi halkını sever, onların kusurlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır, o halka aittir. Bir milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok başkalarından nefret eder, daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi ister. Başkalarına ait farklılıkları boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, olmayanı da ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır (ve bütün hakikatler basittir): Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre…”(Aliya Izzetbegovic (Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999) “Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah Cennet’te buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüz binler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.” (Aliya’nın SDA’nın Genel Kurulu’ndaki veda konuşmasından) “Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum ama yapılanları da asla unutmayın!” “Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.” “Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.” “Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.” “Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.” “Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.” “Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.” “Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!” “Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.” “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” “Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgârda savrulup gider.” “Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.” “Hayat kısa sözüne hiç itibar et- Referanslar: 1- Doğu ve Batı Arasında İslam/Aliya İzzetbegoviç/Yarın yayınları. 2- Tarihe Tanıklığım/Aliya İzzetbegoviç/ Klasik yayınları. 3- Aliya İzzetbegoviç/ R.İhsan Eliaçık/İlke yayınları. 4- TİMETÜRK/ Aliya İzzetbegoviç’in tarihe geçen sözleri. 5- Kaynak: http://www.sozler.net/aliya-izzetbegovic sozleri.html#ixzz3GoY253L0 medim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.” “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.” “Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?” “İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir.” “Bir gün askerlerden biri gelip kendisine ‘onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigâne kalmamalıyız’ dediğinde, Aliya çok veciz bir şey söylüyor ‘Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.’” “Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır.” “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır” “Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitab’a uyacağız.” 13 Mehmet KUZU Sevgİ Toplumundan Nefret Toplumuna Nasıl Dönüştük? Vahyin inşa ettiği insanlar, efendimizin rehberliğinde sevgi toplumunu oluşturdular. Bugün bu topluluğa Asrı Saadet ismini veriyoruz. Her kültürel seviyeden, değişik ırklardan, gelenek ve göreneklerin kölesi haline gelmiş insanlardan yepyeni bir toplum vahyin peygambere öğrettiği tebliğ metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi kısa bir dönemdeki değişim akla durgunluk verecek bir değişimdir. P eygamberler insanların yeniden ruhi dirilişlerini sağlamada rehberdirler. Peygamberler tarihi iyice incelenirse, onların sevgi toplumunu inşa için gayret sarf ettikleri görülür. “Sevgi” Allah’ın insanlara lütfettiği en önemli duygudur. Neslin devamında, ebeveynlerin gönlüne nakşedilen şefkatle çilelere göğüs geren bu kavram, esas itibariyle yuvanın da temel dinamiğidir. Asıl görevi ise tebliğ ile alakalıdır. Tebliğ, Allah (cc)’ın emirlerinin insanlara ulaştırılmasıdır. Yani insanın imanla buluşturulmasıdır. İnsanın aklına hitap ederek gönlüne girmekte sevginin güçlü etkisi içine saklanmıştır. Tebliğ o sebeple peygamberlerin sıfatlarındandır. Günümüzde tebliğ, peygambere ait bir vazifenin kıyamete kadar gelecek insanlar tarafından omuzlanması demektir. Tebliğ adına yapılan her eylem, bir ucuyla peygamber aleyhissalâtu vesselâm’a ulaşır. Bir ucuyla da, vahyin kaynağıyla ilişkiye girer. 14 Zira tebliğ vahiy kaynaklıdır. Vahiy ise peygamberlere bu ağır görevi yerine getirirken, Nemrut gibi zalimlere dahi yumuşaklıkla yaklaşmalarını emrediyor, sözlerinin etkisini sevgiyle tesirli hale getiriyordu. Sevginin içindeki, diğerkâmlık, yumuşak huylu, güler yüzlü ve hoşgörülü olma gibi erdemler vahiy kaynaklıdır. Tevhid mücadelesinin başladığı ilk günlerdeki müşriklere yaklaşım ancak sevgi sayesinde oldu. Efendimiz (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a) toplumdaki saygınlığı ve sevgisi davetin mihengini oluşturdu. Bu sayede putperest insanların şirkten kurtuluşundaki ilk hareket sevgi kaynaklıydı. Sevgi kalpteki şirk kirinin izlerini kaldırıcı özellikteydi. Sevgi sayesinde kulluk denilen Allah’ın emirlerine gönül rızasıyla baş eğiş, gerçekleşebildi. Sevgi kavramı İslam’ın varlığı için o kadar önemli ki Esma-ül Hüsna içinde Allah Celle Celalühü’nün isimlerinden biri de el-Vedüd`dür. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke aristokrasisinin taassubu ve katılığı karşısında, sevgi tonlu tebliğ metodunu, Allah Celle Celalühü’nün emirleri doğrultusunda, harfiyen uyguladı. Seçtiği davetçilerinin hepsinin ortak özelliği, temiz ahlaklı olma, hoşgörü, tebessüm, sabır, öfkelenmemek gibi vahyi değerlerdi. Bunların dilinde davete ait esaslar insanların gönüllülerine rahatlıkla giriyordu. İlk zamanlar tepki gösterenler bile bu sevgi yansımaları karşısında zaman içinde değişiyorlardı. Vahyin inşa ettiği insanlar, efendimizin rehberliğinde sevgi toplumunu oluşturdular. Bugün bu topluluğa Asrı Saadet ismini veriyoruz. Her kültürel seviyeden, değişik ırklardan, gelenek ve göreneklerin kölesi haline gelmiş insanlardan yepyeni bir toplum vahyin peygambere öğrettiği tebliğ metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi kısa bir dönemdeki değişim akla durgunluk verecek bir değişimdir. Sosyal toplumun oluşumundaki temel dinamikler vahiyle, değişik sureler içinde, farklı nüzul sebebiyle inzal oluyordu. İslam toplumunun olmazsa olmaz esaslarından iman kardeşliğinin anlatıldığı Hucurat Suresinde kullanılan üslup hep sevginin korunmasıyla alakalıydı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Müslim’in rivayetinde şöhret bulmuş hadisindeki “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılamazsınız” uyarısı, imanın özündeki sevgiye dikkat çekmektedir. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek, öfkelendiğinde öfkesini yutmak; gıybetten, tecessüsten sakınmak; cimrilikten, hasetten uzak durmak gibi Kurani esaslar da hep bu kardeşliği korumaya yöneliktir. Toplumsal bütünlük bunlara bağlı… İslam toplumunun iç dinamikleri bunlar. Peygamberin içlerinde olduğu günler sahabelerin en mutlu günleriydi. Toplumun değişik imtihanlardan geçtiği anlarda bile onlar, kasırgalar önünde beşeri özellikleri ile dalgalansalar bile savrulmadılar. İslam toplumu Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber gibi badirelerden bu sevginin oluşturduğu kardeşlik bağıyla geçti. Hudeybiye’de en zor şartlar altında müzakereler devam ederken bile sevgi en güzel dirilişi ile gönüllerin fethini muştuladı. Mekke’nin fethi işte bu gönüllerin fethiydi. Af ve bağışlama yeni kardeşliklerin oluşmasını sağladı. Bu kardeşliği bozacak, nefreti besleyecek, savaşa, hakarete, kınamaya asla müsaade edilmedi. Allah resûlünün, İkrime’nin hanımının emanı ile getirildiğini gördüğünde söylediği şu söz ne manidardır: “Onun babasına hakaret etmeyin! Ölülere bu sözünüz etki etmez. Yaşayanı üzersiniz!”. Görüldüğü gibi sevgi toplumudur İslam toplumu. Sevgiye ait değerleri korumak imani bir gerekliliktir, hassasiyet ister. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Müslim’in rivayetinde şöhret bulmuş hadisindeki “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılamazsınız” uyarısı, imanın özündeki sevgiye dikkat çekmektedir. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek, öfkelendiğinde öfkesini yutmak; gıybetten, tecessüsten sakınmak; cimrilikten, hasetten uzak durmak gibi Kurani esaslar da hep bu kardeşliği korumaya yöneliktir. Hz. Peygamberin vefatından sonra, hilafet merkezli siyasal tartışmalar sahabenin yeni bir imtihanıydı. Siyasetin cazibesi, güce sahip olma arzusu toplumsal çatlamanın temel etkeni oldu. Peygambersiz toplumsal hayatın ilk imtihanı, İslam kardeşliğini sarsacak tartışmalara zemin hazırladı. Ayrışmalar zaman içeresinde İslam kardeşliğini yaraladı. Müminin mümine olan sevgisini örseledi. Fitne denilen bu durum, esasen güzide insanların bile çeşitli mülahazalarla sarsılabileceklerini gösteriyordu. Bu çözülmede doğrudan taraf olanlar müsebbib görülüyorsa da, asıl tehlike taraftarlardan geldi. Hz. Ali radıyallahu anh hayatı boyunca, dinde çözülme kabul edilen bu olaylarda, sonradan taraftarı olanların söy- ledikleri gibi bir tutum içinde olmadı. Kendisinden önce seçilmiş halifelerin yardımcısı ve destekçisi oldu. Sahabe nesli olaylardaki tavırlarıyla bir imtihandan geçti. Ancak görüyoruz ki onlarda fitnenin sevgiyi öldürülmesine müsaade etmediler. İrtidat olaylarında Hazreti Ebu Bekir’in ordusunda mücadele ettiler. Sevgiyi öldüren ayrılıklar, Emevi ve Abbasi dönemlerinde ehlibeyte yapılan zulümlerle birlikte doğdu. Zulüm sevgiyi öldürür. Zulüm eden galip gibi görülse de, uzun dönemde milletlerin hiziplere ayrılmasına sebebiyet verir. Sonraki dönemlerde İslam kardeşliğini tehdit eden önemli faktörlerden biri de, ilim ehlinin söylemlerinde görülmektedir. Tarafgirlikle söyledikleri sözlere, yazılarına yükledikleri sertlik zamanla müminin mümine karşı olan sevgisini öldürdü. Cehaletin ve hurafelerin gücünü de hatırlatmak gerekir. Sevgi temel esas! Vahyin insanın gönlünde yerleşmesi, iman toplumunun oluşması için olmazsa olmazı. Ümmet bilincinin ta kendisi… Bu kadar önemli bir değer günümüzde bizim elimizde ne hale geldi. Şimdi muhasebe zamanı… Sözleri sağa sola çekme, onlara ayrıştırıcı anlamlar yükleme zamanı değil. İman kardeşliğine canlı tutma cihadı farz bizlere. Sevgiyi öldüren taassuptan, tarafgirlikten, cehaletten, nefis-perestlikten, gıybetten, tecessüsten, öfkeden, kinden ve çıkar ilişkisinden Allah’a sığınma zamanı. Bu değerlerin hayata aktarılması adına aktif olma zamanı. Birbirimize verdiğimiz selama sahip çıkma, vahye sahip çıkma zamanı. Neden İslam toplumu paramparça? Neden sevgi dininden gözyaşı seylabı çıkıyor? Bunu düşünüp ve çözüm arama zamanı. 15 Faaliyetlerimiz BURKİNA FASO ALMANYA - FRANSA ZİYARETLERİ MEDİNA DERNEĞİ Ribat Eğitim Vakfı olarak 1 - 10 Şubat 2016 tarihleri arasında Medina Derneği’ni ve gönüllülerini daha yakından tanımak ve istişarelerde bulunmak üzere Nürnberg’e ziyaret yapıldı. Bu vesileyle Nürnberg Başkonsolosluğu ziyaret edildi. Frankfurd’da ............. Ayrıca Fransa Strasburg Colmar’da Musab Seyithan ve Osman Bey ile de görüşme imkanı bulundu. Soldan sağa: Yaşar Gül, Max İshak Al-Amin Wittmann, Y.E. Erdem, Cemalettin Özdemir, G. Üvez, Michel Nuri Talib Schnabel, Musab Maximilian Büchner, “Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi” açıldı! Soldan sağa: Kemalettin Özdemir, Yavuz Kül (Başkonsolos), Y.E. Erdem, G. Üvez, Ali Nihat Koç Soldan sağa: G. Üvez, İsa Dikmen, Muhsin Kıdık, Y.E. Erdem Medina Derneği Türk Müzesi’nin Mescidinde Alman gençlerine islamla ilgili bilgiler uygulamalı olarak aktarılmaktadır. “Elçisinin rüyasını doğru çıkaran Allah bizim küçük rüyamızı da gerçekleştirdi” ve hayalini kurduğumuz Burkina Faso’da Müslümanların ilk kütüphanesi “Sakarya Aile Derneği SELAM KÜTÜPHANESİ” 24 Ocak 2016 Pazar günü Türk hayırseverlerin destekleri ve Burkina Faso’lu Müslümanların dualarıyla açıldı! Bölgede eğitim alan Müslüman çocukların istifade edebilecekleri kitapları ve Kuran-ı Kerimleri bulabilmeleri çok zor. Birçok mescitte çocuklar tahta levhalar üzerine yazılan ayetlerle Kur’an eğitimi alabiliyorlar. Bölgenin çoğu yerinde evler tek odadan oluşmakta ve elektrik bulunmamakta. Bu proje sayesinde çocukların derslerini çalışabilecekleri ortamları olacak ve kütüphaneye bağışlanan kitap ve Kuran-ı Kerimler sayesinde eğitimleri takviye edilmiş olacak. Projenin beklenen faydalarından en önemlisi, Burkina Faso’nun Müslüman nüfusu arasında okur-yazar oranının artması, kitaba ulaşabilme ihtiyacının karşılanması ve geleceğin eğitimli nesillerinin yetişmesine katkıda bulunmasıdır. Aynı zamanda kütüphane ortamında düzenlenecek haftalık sohbetlerle hanımlarda eğitim kapsamına dâhil edilecekler. Ayrıca bölgenin ilk kütüphanesi olması hasebiyle Müslümanlar için iftihar vesilesi olacaktır. 10.000$ maliyetli Selam Kütüphanesi; okul, mescit, yemekhane ve oyun bahçesinin bulunduğu 1349 m2 alan içerisinde 80 m2 olarak tek katlı inşa edildi. Dünya İslam Kadın Birliği Burkina Faso Cemiyeti’ne teslim edildi. Soldan sağa: G. Üvez, Osman ........, Musab Seyithan, Y.E. Erdem 16 17 OCAK AYI CUMA KONFERANSI ŞUBAT AYI CUMA KONFERANSI “İSLAM COĞRAFYASININ SORUNLARI VE MÜSLÜMANLARIN ÇÖZÜM KABİLİYETİ” Ribat Eğitim Vakfı 2016 yılı ilk Cuma konferansının konuğu Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR’dü. Güngör, “İslam Coğrafyasının Sorunları ve Müslümanların Çözüm Kabiliyetleri” konulu konferansta dünyanın ve İslam âleminin genel durumunu tahlil ederek Müslümanların sorunlarına çözüm geliştirebilme kabiliyetleri konusundaki fikirlerini katılımcılarla paylaştı. İslam coğrafyası tanımı üzerinde durduktan sonra, yeryüzünde Müslümanların yaşadığı 70’e yakın ülkelerin tamamının aslında dünyanın kalbi konumunda büyük yeraltı ve yerüstü kaynaklara sahip olduğunu belirten Güngör; ayrıca bunun yanında insan kaynağı ve en önemlisi de Müslümanların vahiy kaynağı ile birlikte örnek alınması gereken bir peygamberin hayatı olduğunu belirtti. “Eğer insanlığın sıkıntılarının zirve yaptığı günümüzde vahiy doğru anlaşılır, peygamber efendimiz Hz.Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatı, mücadelesi kavranıp ferden ferda tüm Müslümanlar bu doğru yolda çalışırlar ise adalet yeryüzünde hâkim olacaktır. İnsanlığın aradığı huzuru, barışı ve mutluluğu Rabbimizin (c.c) “insanlık için yeryüzünde hayırlı ümmetsiniz” sözünün muhatabı olan biz Müslümanların gayreti ile mümkün olacaktır” dedi. Program sonunda Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi Başkanı Gazanfer Üvez, Doç.Dr.Fethi Güngör’e günün anısına bir plaket takdiminde bulundu. Gazanfer Üvez; yılın ilk gününde yoğun kar yağışına rağmen programa iştirak eden tüm Sakaryalılara iştiraklerinden ötürü teşekkür etti. 18 “ÇAĞIN HASTALIKLARI: Adem-i İman, Adem-i Marifet, Adem-i Muhabbet” Ribat Eğitim Vakfı Konferanslarının Şubat ayı konuğu Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nden Öğr.Gör.Dr. Vehbi Karakaş. “Çağın Hastalıkları: Âdem-i İman, Âdem-i Marifet, Âdem-i Muhabbet” konulu konferansta; 1- Ye’sin içimizde dirilmesi, 2- Sıdkın sosyal hayatta ölmesi, 3- Adavete muhabbet, 4- Müminleri birbirine bağlayan bağları bilmemek, 5- Çeşit çeşit hastalıklar gibi yayılan istibdat, 6- Her şeyi şahsi menfaatine feda etmek ve bunların hepsinin anası olan en büyük hastalık: 7- Za’f-ı iman ve za’f-ı diyanet -yani Allah’ın istediği imanın ve dindarlığın zayıflaması veya yok olmasıkonularındaki fikirlerini katılımcılarla paylaştı. 19 MART AYI PANELİ GENÇ GÖMLEK KONFERANSLARI “Peygamber, Sünnet ve Hadis Kavramlarının Hayatımızdaki Yeri” DAVETÇİ OKULU Genç Gömlek İslami Gençlik Platformu ve Sakarya Gençlik Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği dönüştürücü, değiştirici va ıslah edici olmak adına gerçekleştirdikleri Ocak ve Şubat ayı konferansları Ofis Sanat Merkezi’nde katılımcılara sunuldu. 4 Mart Cuma günü Sakarya Vali Mustafa Büyük Kız Anadolu Imam Hatip Lisesinde Gazeteci Yazar Mine Izgi ile Gençlik Üzerine söyleşi gerçekleştirildi. Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi Mart ayı ilk cuma konferansını panel olarak 04 Mart 2016 Cuma günü AKM salonunda yoğun bir katılımla gerçekleştirdi. Sakarya İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi Ömer Faruk AKPINAR’ın moderatörlüğünde yine Sakarya İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Doç.Dr. Hayati YILMAZ ve Doç.Dr. Erdinç AHATLI’nın katılımı ile “Peygamber, Sünnet ve Hadis Kavramlarının Hayatımızdaki Yeri” konulu panelinde Hz.Peygamber’in hayatımızdaki yeri, sünnet ve hadislerin önemi anlatıldı. Hadisler konusunda eleştiri yapanların Asrı Saadetten sonra Sahabe efendilerimizin, tabiinin ve daha sonra gelen hadis âlimlerinin bu konuda ne kadar titiz ve hassas olduklarını öncelikle eleştiride 20 bulunmadan önce bilmeleri gerektiği belirtildi. Hadis ravilerinin hayatlarının da okunması gerektiğine vurgu yapıldıktan sonra; hadis üzerinde oluşturulmak istenen şüphelerle asıl yapılmak istenenin Müslümanların sünnetle ilişkisini, bağını koparmak olduğu; Peygambersiz bir İslam anlayışını –farklı zamanlarda farklı İslam ülkelerinde denendiği gibi- yaygınlaştırarak çok tehlikeli bir adım atılmak istendiği dile getirildi. Sahih hadis kaynakları zikredildikten sonra, bu kaynakların mutlaka şerhleriyle birlikte okunmasının faydalı olacağı örneklerle izah edildi. Yoğun katılımın yaşandığı ve iki saati aşan programın sonunda katılımcılar tarafından yöneltilen yazılı soruları cevaplandıran panelistlere Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şube Başkanı Sn. Gazanfer ÜVEZ tarafından birer teşekkür plaketi takdim edildi. 21 Şubat 2016 “Davet ve Tecrübe” Mustafa Aydın 5 Mart Cumartesi günü Genç Gömlek Cumartesi derslerinde gazeteci yazar Mine İzgi Hoca Hanım ağırlandı. 17 Ocak 2016 “Davet ve Toplum” Öğretim Gör. Aydın Aktay “7 Ay 7 Salih Amel Projesi”nin Mart ayı etkinliği kapsamında Hendek Melek Nişancı Huzurevi ziyareti gerçekleştirildi. 21 RÖPORTAJ Betül Canlı ile Burkina Faso'da açılan Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi üzerine röportaj Ocak ayında Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi açılışı için vakfımız gönüllülerinden Ahmet Yenipazar, Hatice Yenipazar ve Betül Canlı’yı Afrika’da bulunan Burkina Faso’ya tüm sevgilerimiz ve dualarımızla gönderdik. Geldiklerinde de Genç Gömlek olarak röportaj yapmasak olmazdı. Giden gönüllülerin sözcüsü olarak Betül Canlı ile yapılan bu röportajı şimdi sizlerle paylaşıyoruz: Kütüphane Projesi nasıl başladı? 2014 Mayıs ayının sonuna doğru Ribat Eğitim Vakfı’nı, bir Afrika ülkesi olan Burkina Faso’dan Türkiye’de eğitim almak amaçlı bulunan, yirmiye yakın genç arkadaşımız ziyaret etti. Konuşma sırasında Afrikalı kardeşlerimizden biri, oradaki yaşam ve eğitim koşullarını, aynı sedirde yatıp, aynı sedirde ders yaptıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Yapmak istedikleri çok şey vardı ancak imkân dâhilinde olanları yapabiliyorlardı. Bizler ise bunca imkân içinde daha fazla neler yapabiliriz ve onlara ne şekilde yardım edebiliriz düşüncesiyle yola çıktık. Arkadaşlarımızla ayrıldıktan kısa süre sonra tekrar iletişime geçerek onların ihtiyaçları ve bizim yapabileceklerimiz hususunda ciddi görüşmeler yaptık. Bu görüşmeler sonucunda Burkina Faso’daki yetkili kardeşimiz bize şu durumdan bahsetti: Oradaki misyonerlerin, çocukların ilgilerini çekecek aktivitelerde bulunduklarını ve onları dini açıdan etkileri altına aldıklarını belirtti. Buna karşılık çocukları coşkuyla buluşturmak ve İslami eğitim vermek için kreş açma çalışmaları içinde olduklarını söyledi. Biz de bu çalışmaya katkıda bulunmak amacıyla kreşi destekleyen aynı zamanda çocukların ilgisini çekecek bir park projesine adım attık. Park projesi nasıl kütüphane projesine dönüştü? Bize ulaşan bilgi ve fotoğraflar neticesinde bölgede eğitim alan Müslüman çocukların istifade edecekleri kitapları ve en önemlisi Kuran-ı Kerim’leri bulabilmelerinin çok zor olduğunu farkına vardık. Öğrenciler eğitimlerini kısıtlı imkânlar dâhilinde alabiliyorlardı. Kuran-ı Kerim ezberlerini ise tahta levhalar üzerine ayetleri yazıp okuyorlardı. Orada evler tek odadan oluşmakta elektrik ise bazı evlerde bulunmakta olduğundan eğitim ve öğretim daha da zorlaşmakta. Bu şahitliğin ardından Rabbimiz kütüphane projesini aklımıza ilham etti. Elhamdülillah. Bismillah dedik ve yola koyulduk. Bu projenin finansını nasıl karşıladınız? Başlangıçta genç kızlar olarak keçeden çeşitli süs eşyaları yapıp satarak yola koyulduk. Haftasonu 22 gerçekleştirilen Genç Gömlek lise kampına gelen kardeşlerimiz bize ayraç yaparak katkıda bulundular. Bununla birlikte Sakarya Aile Derneği ile beraber kahvaltı ve kermes programları düzenledik. Bu kermeslere maddi manevi yardımlarını esirgemeyen Sakarya halkı ve farklı kuruluşlara teşekkür ederiz. Afrika ile iletişimimizi sağlayan İzmit tefsir grubu gönüllülerine de desteklerinden dolayı şükranlarımızı sunarız. Ve en önemlisi küçük adımlarla başladığımız bu projeyi bereketiyle kuşatan ve sonuçlandıran Allah’a hamd olsun. Bu proje ile birlikte Afrika’ya taşıdığınız farklı projeleriniz var mıydı? Tabi. Kütüphane projesine destek olarak Türkiye’de basımı gerçekleştirilen Fransızca mealli Kuran-ı Kerim ve Fransızca İlmihal kitapları Burkina Faso’ya götürülüp dağıtımı sağlandı. Beş su kuyusu açıldı. 200 yüz aileye bir dişi bir erkekten oluşan keçi dağıtımı gerçekleştirildi. Buradaki amaç; üç sene boyunca keçiyi yetiştirip sütünden faydalanacak, çoğalan sürüsünden ise ihtiyacı olan başka bir aileye bir çift hibe edecek. Teslim edilen keçiler üç yıl boyunca gözetim altında tutulacaktır. Maşallah bereketli bir gidiş olmuş. Peki, bu projeleri gerçekleştirdiğiniz Burkina Faso ülkesi hakkında bilgi veriniz? Burkina Faso Afrika kıtasında batı bölümünde yer alan 20 milyona yakın nüfusa sahip denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Nüfusun %60’ı Müslümanlardan oluşuyor. Fransızca ve Arapça yaygın konuşulan dillerdir. Mali, Nijer, Togo, Gana, Fildişi Sahilleri gibi ülkeler sınır komşularıdır. Fransız sömürgesine uğramış bir ülkedir. Başkenti Ouagadougou’dur. Yerel dili Morece’dir. Burkina Faso “onurlu insanların ülkesi” anlamına gelmektedir. Nüfusun neredeyse yarısı çocukardan oluşmaktadır. En az 60-65 yaş üzeri olan kesimdir. Günümüzde ülkede hâkim olan din İslamiyet olup nüfusun %60’ı bu inanca göre yaşamını sürdürmektedir. Hristiyan dinine inananların oranı %23 düzeyindedir. Yerel din ise %15’dir. Fransızca ve Arapça yaygın konuşulan dillerdir. Burkina’da eğitim durumu farklıdır. İlkokul 6 yıl sürmektedir. Okullarda kullanılan dil Fransızca’dır. Bu durum ise kendi kabilelerinde sadece yerel dil öğrenen çocukları okuldan uzak tutmaktadır. Ülkenin genelinde devlet okulu yanı sıra özel okullar ile Katolik Kilisesi’nin yönetiminde olup, bu okullar genel olarak ücretsiz eğitim vermektedir. Oradaki sorumlu bayan tarafından yönetilen Müslümanlara ait özel iki büyük okul bulunmaktadır. Burada Kur’an, din ve diğer ders düzenli bir şekilde görülmektedir. Burkina’da bildiğimizin dışında bir eğitim metodu daha var. Şöyle ki; yetim ya da durumu olmayan aile çocuğunu küçük bir hücreden oluşan medreseye yollar. Çocuk hatim yapıncaya kadar hocasıyla kalır. Öğleye kadar dersini verir. Elinde bir kutuyla sokağa çıkar dilenir. Yiyecek toplar, akşama medreseye döner, yemeğini ortaya koyar ve hep birlikte yerler. 3-4 sene eğitim tamamlana kadar bu şekilde devam eder. Hava şartlarından ve imkânlardan dolayı çoğu okuldaki eğitim yarım gündür. Burkina’daki ağaçların gövdeleri kalın ve geniştir. Afrika’da bir ağaç var ki hiçbir zaman ölmez; bir tarafı kuru ise diğer tarafı yapraklıdır. Afrika gibi bir kıtada öyle bir nimet ki insanlara umut simgeliyor. “Her zaman her yerde umut vardır. Sen yeter ki inancını kaybetme” mesajını vermektedir. Güzel bilgiler verdiniz; sizce orada insanların neye ihtiyacı var? Her şeyden önce gerçek bir İslam algısıyla tanışmaya ihtiyacı olan bir ülke. %70’i Müslüman olarak gözükse de İslam Medeniyeti’nden uzak bir yaşam sürülüyor. Görülen o ki Fransa bu toplumu yalnızca maddi olarak sömürmemiş. Umudumuz bu anlamda maddi yapılan çalışmaların manevi bağ kurabilmesidir. Maddi olarak su kuyularına ciddi anlamda ihtiyaç var. Hamd olsun kütüphane eğitim konusunda çocuk ve öğrencilerin büyük bir açığını kapattı. Bunu Afrika’ya gidince daha çok farkına vardım. Bizim küçük gördüğümüz şeyleri onlar temiz ve geniş yürekleriyle bize kocaman sunabilir. Hepsiyle birlikte bizim sevgi ve güvenimize ihtiyaç hissetmektedirler. Sevgi ve Güven... Afrika’da, Burkina Faso’da sizi en çok etkileyen neydi? Etkilendiğimiz birçok şey var fakat birkaç şeyin etkisinden çıkamadım. İlk olarak yaptığımız köy ziyaretlerinde çocukların beyaz gördüklerindeki şaşkın bakışları vardı. Kimisi dokunarak kaçarken kimisinin sizin güven ve dokunuşunuza ne kadar ihtiyacı olduğunu gözlerinden okuyabiliyorsunuz. Ama bir Müslüman olarak en çok beni ürküten şey o masum çocukların endişeli bakışlarla size “nassari” (Hıristiyan) olarak seslenmeleri oldu. Ne kadar az kendimizi Müslüman kardeşimize tanıtmışız ki bizim onun yanında olmak isteğimize inanmakta güçlük çekiyor! İkinci olarak; son gün gittiğimiz su kuyusu açılışında oradaki kadınlar tiyatro hazırlamışlar. Anlatmak istedikleri olay su kuyusu başında geçen kavgalar. Vermek istedikteri mesaj ise; biz bir olup kavga etmez ve şükredersek Allah bize daha fazla su kuyusu nasip eder. Zorluk çekmeyiz. Gördük ki yaşamlarındaki zorluklara rağmen hayatla barışık kalabilmeyi ve mutlu olmayı seçmişler. Ve bir su kuyusu açılışında bu yürekli insanların kuvvetli inançlarına şahit olduk. Birkaç Müslümanın oluşturdukları küçük bir derneğe verdikleri isim bizi kendisine hayran bıraktı. “Allah için sürpriz yoktur” Allah her şeyi bilir ve görür. En güzel teslimiyet… Son olarak Rabbime şükürler olsun orada ailesi Hristiyan olan bir kızın, iki yaşlı teyzenin ve kadın ve erkeklerden oluşan bir kabilenin Müslüman olmasına şahit olduk. Kelime-i şehadetin hayatımdaki önemini ilk defa orada bu kadar çok hissettim. Sözcüklerin tarif edemediği bir duygu bu şahitlik... Çünkü neden şehadet getirdiğini bilen bir Müslüman’la karşı karşıkarşıyasın. Hamdolsun. Subhanallah! Birçok kardeşimizin Müslüman oluşuna şahit olmuşsunuz, sizce onların İslam’a girmesinde en etkili sebep neydi? 70 yaşındaki iki teyzemizin bu konudaki cevabı bizi etkilemişti; “cennete girmek için Müslüman olmak istiyoruz” dediler. Müslümanlıktan bahsetmişken oradaki Müslümanların en güzel hasleti namaz konusunda tembel olmamaları ve ezan okunur okunmaz küçük-büyük- yaşlı hepsinin oldukları yerde cemaatle namaza durmasıydı. Onların farklı diller konuştuğundan az önce de bahsetmiştiniz, farklı kıtalarda yaşadığımız Afrikalı kardeşlerimizle iletişiminiz nasıl gerçekleşti? Farklı kıtaları, renkleri, dilleri olan insanları birleştiren kelam “selam” oldu. Kim olursa olsun selam verdiğmizde karşılığını alabiliyor ve verebiliyorduk. Bizi Türkiye’den Afrika’ya götüren tek şey “ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATUHU”dur. Selamla başlayan birliktelik sevgiyle bütünleşti. Gözlerin gözlerle mühürlenmesi, ruhların ruhlarla konuşması Allah’ın bizlere tattırdığı en büyük nimetlerden bir tanesiydi diyebilirim. Allah razı olsun. Ne güzel cümleler duyduk sizden. Son olarak ilave etmek istediğiniz bir şey var mı? Öncelikle Rabbime ne kadar teşekkür etsem azdır. Şükürler olsun ki Rabbim Afrika’ya gidebilmeyi nasip etti. Hayatıma büyük bir tecrübe ve şükür kattı. Afrika bana Peygamber Efendimiz’in dönemini hissettirdi. Her şeyden yoksun bir toplumun var oluş çabalarını az da olsa hissedebiliyorsun. Varlık ve yokluk kavramlarının tam yerini buluyor. İmkânı olan her insanın bir Afrika ziyareti yapması gerektiğini düşünüyorum. Karşıdan resim karesine bakmak ile resim karesinin içinde olmak çok farklı bir duygu. Fıtratları tertemiz olan çocukların algılarının ve ruh dünyalarının Hristiyan zihniyetiyle büyümesi bizi korkutmalı, ürkütmeli! 23 BURKİNA FASO’DAN İZLENİMLER 22 Ocak 2016 Cuma günü saat 05:00’da yolculuğumuz başladı. “Bismillah” diyerek çıktık yola; her işin başında dediğimiz gibi. Allahım! Senin adınla, Senin rızanla çıkılan bu yolu (rıhlemizi) hakkımızda hayırlı eyle! Hayırlı eyle ki, bu yüklendiğimiz vazifemizi hakkıyla yerine getirebilelim, hem şahit olacağımız hem de şahit kılacağımız arkadaşlarımız için. 6 saat 15 dakikalık bir yolculuktan sonra, hava karlı ve soğuk olarak bindiğimiz uçaktan, sıcak ülkeye inişle ayrılıyoruz. Havaalanında problem yaşıyoruz, dil problemi çıkıyor karşımıza. Bir zaman aradan sonra bizi karşılayacak hocamız bir arkadaşımızı gönderiyor ve işlemler gerçekleşince çıkabiliyoruz havaalanından. O kapıdan çıkışımızla her şeyiyle farklı bir ülkeye adım atmış olduk. Arabaya binip kalacağımız yere hareket ettiğimizde, meraklı gözlerle dışarıyı gözlemliyoruz. Vakit akşamüstü… Mesai bitmiş herkes evine dönüyor. Arabalara ayrılan yol gibi, bisiklet ve motora ayrılmış yol var. Birden yoğun bir trafik yaşıyoruz. Araba trafiğinin yanı sıra bisiklet ve motor trafiğine de şahit oluyoruz. Uçağımızın kar sebebiyle rötarlı gitmesinden dolayı bir haftalık programımız beş güne sıkıştırılmış olarak karşımıza çıkıyor. Programı hazırlayan hocamız bize yapacaklarımızı sırayla anlatıyor. Bütün yorgunluğa rağmen heyecanlı uyur-uyanık bir vakit geçiriyoruz. İlk ezan sesiyle kalkıyoruz saat dörtte. Aradan yarım saat geçiyor tekrar ezan okunuyor. Hoparlörden ezan sesini duyuyoruz. Saat beş gibi okunan ezan bizi şaşırtıyor. Belli aralıklarla üç kez okunmuştu ezan. Bunun sebebini sorduğumda, burada her mezhebin ezan sesinin farklı olduğunu öğrendim. Onun için her biri farklı vakitte ezan okuyup, namaz kılıyormuş. İlk gün… Fasopa denilen yerde kermesteyiz. Burası Esat Coşan Hocanın Türkiye uzantılı bir derneği. Buraya hizmet için gelinmiş yerel derneklerle çalışmalar da yapıyor. Esma Akbay’ın meslek edindirme projesi için gittiği Burkino Faso’da ortaklaşa çalıştığı yerel derneklerden biriyle kermesi vardı. Burkinalı hanımların örgülerinin, diktiği ürünlerin hem sunulduğu hem de satıldığı kermes. Ürünleri inceliyoruz, hepsi samimi bir şekilde karşılıyor bizi masasında. Ortaya çıkarmış olduğu ürünün verdiği hazla. Çünkü sömürülmüş bir devlet. Bir şey öğrenilme fırsatı tanınmamış onlara, hep alınmış veren olmamış. Götürülen hizmetler onları mutlu ediyor. Bu maddi olarak değil, önemsendikleri, değer verildiklerini hissettiriyor onlara. Fildişi’nden misafirler geliyor, bizlere 5 günlük prog- 24 Hatice YENİPAZAR ramda eşlik edecek. Hocamızın Fildişi’ne gittiğinde ortaklaşa çalıştığı dernek görevlisi ve elemanlardan 6 kişi. Kermes devam ederken biz ayrılıyoruz oradan, su kuyusu açılışı için gideceğimiz köye. Asfalttan toprak yola giriyoruz. Yol toprak etrafta ağaçlar var. Ağaçların şekli bizi hayrete düşürüyor. Ağaç kurumuş ama küçük bir tarafından yaprak vererek yeşillenmiş. Bu manzaraya şahit oluyoruz yol boyunca. Rabbimin rahmeti ve büyüklüğü karşısında ümidin her zaman olacağını anlıyoruz. İlk gittiğimiz köyde köylüler tarafından karşılanıyoruz. Kendi dilleri ile söyledikleri karşılama nağmeleriyle karşılıyorlar bizleri. Kimisinin yüzünde tebessüm, kimisinde şaşkınlık görüyoruz. Ama hepsinin gözlerinin içi gülüyor. Gidiyoruz su kuyusunun başına. Açılışı yapılmadan önce dualar okunuyor. Sohbet veriliyor gelen hocalar tarafından. Amaç orada sadece su ihtiyacını karşılamak değil, vücudun susuzluğunu giderirken gönlün su ihtiyacını karşılamak. Fildişi’nden gelen hoca muhtar anlatıyor onlara: “Kardeşlerimiz binlerce kilometre uzaklıktan Türkiye’den geldi. Birçok gönüllü insan karşılık beklemeden sadece Allah rızası için açtırdı bu kuyuları. Sizler bunu emanet bilerek kullanın. Güzel kulanın ki kuyunun ömrü artsın ve birçok kişi faydalanabilsin.” Bu sözleri söylerken yardım karşısındaki hassasiyetlerini de öğreniyoruz. Oradan ayrılmadan 70 yaşlarında iki teyzenin müslüman olmak istediklerini öğreniyoruz. Köylerde Müslümanlarla Hıristiyanlar birlikte yaşıyor. Bir aileden Müslüman olanı da var Hıristiyan olanı da. Su kuyusu yanında yapılmış mesaide giriyoruz. Şehadet getiriliyor o iki teyze tekrar ediyor. Rabbim bize bu şahadeti şahit kılıyor. Onlara neden müslüman olmak istedikleri sorulduğunda “cenneti kazanmanın en kolay yolu” diye cevap alıyoruz. Çünkü burası yokluk ülkesi, imkânları ellerinden alınmışlığın ülkesi. Biz bunu gidip gördüğümüzde anlıyoruz, hissedebiliyoruz. Televizyon ekranlarından görünse de bizzat görmek daha etkili oluyor bizim için. Rabbim gidenlerin sayısını arttırsın daha çok kişi şahit olsun. “Bir bahçenin tüm meyveleri toplanmaz ama topladığımız kadarı bize yeter” sözünde olduğu gibi gücümüz ne kadarını yapmaya yeterse o kadarından sorumluyuz. Rabbim sonuca bakmaz, sürece bakar sözü gayemiz olsun. Oradan ikinci kuyu açılışına gitmek üzere ayrıldık. Gittiğimizde bizi bekliyorlardı. O köy bir kabileye ait. Önce yaşlı eski kabile reisi konuştu. Sözlerinin sonunda dökülen şu cümleler bizi etkiledi: “Allah’ı kimse şaşırtamaz, Allah için sürpriz yoktur. Çünkü Allah her şeyi bilir” sözü Afrika insanından bizim öğreneceğimiz şeylerin olduğunu gösteriyor. Evet, açılan su kuyuları bu insanları şaşırtsa da Allah (cc) bundan haberdar. Bizleri vesile kıldı. Yeni kabile reisinin takkesindeki haçından Hıristiyan olduğunu anlıyoruz. Konuşmasında söylediği gibi bu su kuyularından sadece müslümanlar yararlanmıyor. Kuyu etrafında hangi inançtan insan varsa kullanıyor suyu. Rabbimin rahman isminin tecellisiyle müslüman olsun, olmasın bütün kullarına rahmet etmesi gibi. Bir günü arkada bırakıyoruz. Ertesi gün kütüphane açılışı ve yapacağımız ziyaretlerin heyecanıyla dönüyoruz eve. Ertesi gün bir saatlik olan mesafede olan kütüphanenin açılacağı Vahigoya şehrine gidiyoruz. Açılmasına vesile olduğumuz “Selam Kütüphanesi” büyük bir alanın içinde yer alıyor. Bir kompleks gibi. İçinde okul, mescid, sağlık ocağı ve bir de su kuyusu olan etrafı çevrili bir alan. O gün Pazar; çocuklar okul kıyafetleriyle hazırlanıp gelmiş bizi karşılamak üzere. Alanın kapısından girdiğimizde büyük bir coşkuyla ilahiler söylemeye başlıyor çocuklar bizi karşılarken. Törenin başlama saatini beklerken alanı geziyoruz. Yetkililerin ve köy halkının gelmesiyle açılış başlıyor. Yapımına vesile olduğumuz Selam Kütüphanesi tam karşımızda. Bulunduğu bölgede ilk kütüphane... Buradan sadece okul yararlanmayacak, şehir halkı ve dışarıdan gelecek olanlarda yararlanabilecek. Bizlerin duası Selam Kütüphanesi’nin Afrika kıtasında insanlığa ışık kaynağı olması oldu. Rabbi Selam Kütüphanesi’nden yararlanacak olanların sayısını arttırsın, ilim yuvası kılsın. İlim tahsil edenlerin sayısı arttıkça Afrika’nın ayağa kalkması çabuklaşır ve kolaylaşır inşallah. Okul aile birliği başkanı kütüphanenin örümcek bağlamaması için yaptığı konuşmada emanete sahip çıkacaklarına dair söz aldı toplanan insanlardan. Dualarla kesilen kurdeleyle açıldı kütüphane kapısı. Büyük bir heyecanla oldu kütüphaneye girişimiz, attığımız her adımda Rabbimize şükrettik. Kitapları inceliyoruz. İslami bilgileri içeren hem Arapça hem de Fransızca kitaplar mevcut kütüphanede. Fransızca mealli Kur’an projesiyle bastırılan Kuranlar da yerini alacak raflarda. Türkiye ile Burkina Faso arasında gönül köprüsü kurmasına vesile olan Selam Kütüphanesi’yle vedalaşıyoruz, bir daha gelmek temennisiyle… Ziyaretlerimize İHH’nın yaptırdığı yetimhaneyle devam ediyoruz. Bu yetimhane imam-hatip (fıkıh, siyer, akaid dersleri) orta öğretim lise eğitimi veren 70 kız barındıran bir yer. Mescitte buluşuyoruz yavrularımızla. Gözlerinde masumiyet görüyoruz. Çekimser davranıyorlar, ilk gördüklerinde bizi. Ne zaman ki aralarına girdik, aradaki görünmez duvarı kaldırdılar. Teni beyaz olan birisine dokunmak isteğiyle dokundular bize. Dilimiz farklı olsa da gönül köprüleri kurmaya çalıştık onlarla. Elleriyle kalp işareti yapmayı öğrettiğimizde her biri yapmaya çalıştı bizlere göstermek için. Her biri yetim ve öksüz olsa da, onlar gibi olan Resullullah’ın hayatını öğreniyorlardı burada. Yetim ve öksüz olan Peygamber Efendimizi insanlara kurtarıcı olarak gönderdi. Allah bu kızlarımızı da Afrika için kurtarıcı olarak görevlendirecek inşallah. Her biri Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatma gibi Müslümanlara aydınlık olacak inşallah. Yetimhaneyi gezerken bizleri üzen manzarayla karşılaştık. Yatakhanelerinde yırtılmış, eski ve ince süngerleri olan küçük ranzalar vardı. Süngerler araba koltuğuna benzer derilerle kaplanmış. Kimisinin derileri yırtılmış haldeydi. Bu manzarayı görünce, bizlerin bir çözüm yoluna gitmemiz gerektiğini konuştuk. Bizler nasıl rahat yatabilecektik rahat yataklarımızda. Rabbim yolumuzu açsın ve bizlere imkân versin, bizler de bu sıkıntıları gidermeye çalışalım. Bizleri bırakmak istemeseler de, onlarla vedalaşarak ayrıldık hastane ziyaretini gerçekleştirmek için. Hastane bizim sağlık ocağı gibi ama içi donanımlı değil. Malzeme yok denecek kadar az. O şartlarda muayene ediliyor ya da ameliyat oluyorlar. Ulaştırılmak için verilen yardım paralarını dağıtıyoruz hastalara ve ayrılıyoruz. Ev ziyaretlerinde gördüğümüz manzaralara şahit oluyoruz. Ev dediğimiz toprak tuğlalarla yapılmış tek bölmeden oluşan küçük bir oda. Orada oturuyorlar, yatıyorlar ve yemek yiyorlar. Gittiğimiz ev ziyaretlerinin sadece birinde akşam yemeğinin piştiğini gördük. Dışarı ateş yakılmış üstünde bir tencere pişen yemek, diğer evlerde yemek alametine dair hiçbir şey yoktu. Bazı köylerde elektrik dahi yoktu. Yapılan para yardımlarına mahcubiyetle el uzatıyorlar, gönülleri tok kardeşlerimiz yaşanan açlığa rağmen. Onlar olmadığı için hesaba çekilmezken, bizler varlığın ve verememenin karşısında hesaba çekileceğiz. Kimin hesabı büyük bu durumda… Zaman su gibi akıp geçti ömrümüz gibi. Son nefese kadar yazılan “Hayat kitabımıza” yeni sayfalar ekledik hesaba çekileceğimiz. Rabbim hesabını verebilecek hayat yaşamayı nasip etsin. Şahit olduklarımız karşısında hissemize düşeni yapmayı nasip etsin bizlere. Selam ve Dua ile... 25 Mine İZGİ ÇOCUK İÇİN KUTSAL DEĞERLER Kutsal değerler, dini kültürün ayrılmaz bir parçası ve tamamlayıcısıdır. Kutsal değerlere saygı duyulan bir ortamda çocuk, biçimsel olarak din eğitimi görmemiş olsa da, geleceği için temiz bir bilinçle yetişmiş olacaktır. M esela, dini merasimler, kutlamalar, çocukların da iştiraki sağlanarak onların dini hayata hazırlanmaları kolaylaştırılmış olur. Bu dönemin sonunda da sistemli örgün eğitime geçiş sağlandığında duyduklarını ve gördüklerini pekiştirmesi çok daha kolaydır. Dini eğitimin amacı devamlı vurguladığımız üzere, hayırlı bir nesil inşa etmektir. Bunun ilk şartı da tabiî ki insanın kendini tanımasıdır. Yunus Emre’nin dizelere döktüğü gibi: İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır. Kişinin kendini bilmesi de çevresindeki olayları doğru algılamasıyla oluşur ve şekillenir. Şimdi çevrenizde kutsal değerlere saygı duyulmuyorsa, sizin saygın bir din anlayışına sahip olmanız, taklidi olacak ve içi boş olacaktır. Bunun için kutsal değerlerin bilinmesi ve öğretilmesi önemlidir. Yani dini eğitim için ön bir basamaktır. Çünkü kutsal değerlerin bilinmesi imanı güçlendirecek ve anlamlandıracaktır. Mehmet Akif’in istiklal marşımızda dediği gibi: Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Halk arasında meşhur bir söz vardır, hepimizin bildiği ve zaman za- 26 man da kullandığı, “Allah’tan korkmayandan korkacaksın” şeklinde. Allah’tan korkmak, korku merkezli değil sevgi merkezlidir; sevgiyi pekiştiren de saygıdır. İşte kutsal değerlere saygı da burada başlar ve insan huzuru ve mutluluğudur. Böyle ortamlarda huzur hâkimdir, vatan ve millet kurtuluşa ermenin ve hürriyete kavuşmanın mutluluğunu daha kolay anlar. Kutsalların etrafında kenetlenen bir ailede yetişen çocuk, dini değerlerini çok daha kolay içselleştirir ve idrak eder. Onun için aile olarak neyi kutsal saydığımız önemlidir. Vatan, bayrak bilinciyle yetişen erkek çocuk, asker olmayı ibadet, şehid olmayı şeref sayar. Örtüsünü bayrak gibi kutsal gören kız, örtüsünü neden başında taşıdığını anlar ve bunun kadına nasıl bir onur yüklediğini fark eder. Çocuklarımıza fiziksel yönlerini kuvvetlendirmeyi öğrettiğimiz gibi, manevi yönlerini de kuvvetlendirmeleri gerektiğini öğretmeliyiz. Fiziksel olarak insan vücudu % 65 oksijen, %18 karbon, % 10 hidrojen, % 3 azot, % 1,5 kalsiyum, % 1 fosfordan oluşur ve çok düşük oranlarda başka elementlerin varlığı da söz konusudur; potasyum, sülfür, sodyum, klor, magnezyum, demir, iyot… Maddi fiziksel bedenimizin ihtiyaçları bunlar. Toprak kökenli insan, toprak kökenli bu maddelere maddi olarak ihtiyaç duyar ve bizler de bunları karşılamak için her türlü çabayı harcarız. Aman çocuğumuz şunu yesin, şu maddesi eksik kalmasın, aman bunu yesin, şu madde eksikliğinden şöyle olur gibi kaygılarla maddi ihtiyaçlarımızın giderilmesi için olmadık zorlukların üstesinden geliriz. Bu maddi yapıya ihtiyaç duyan toprak kökenli insanın, insan olması için ruhunun da doyurulması, ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir. İşte onun için kutsal değerleri olmalı, inanma ihtiyacı tatmin edilmeli, manası kavratılmalıdır. Hz. Musa, doğup büyüdüğü Medyen’den Mısır’a yolculuğu sırasında, bir kış gecesi yolunu kaybettiğinde uzakta bir ateş gördü. Kendilerine yol gösterecek birilerini bulmak, ateşten faydalanmak için almak üzere, ateşin yanına vardığında şöyle seslendi: “Ey Musa, şüphe yok ki, Ben senin Rabbinim, hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın.” (Ta-ha Suresi, 9-12 ayetler). Bu ayetlerden de anlıyoruz ki, Rabbimiz, insanın, kutsal karşısında özel bir tavır takınması gerektiğini bildiriyor. Kutsal kavramı, değer kavramını da beraberinde getirmektedir. Kutsalın özünde var olan değer kavramı bunu zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda insanın kutsala yönelişi, kutsal arayışı da fıtratının gereğidir. Kutsal, kaynağını inançtan ve imandan almaktadır. Temeli iman olan kutsalda, en kutsal varlık ise Allah’tır. Esma’ül Hüsna’da var olan el- Kuddüs ifadesi, tüm varlıkların kutsallığı, Allah kutsalının yansımasıdır. Dinin kutsallığı da Allah’ı temsil etmesindendir. Dinde var olan melekler, kitaplar, peygamberler, ibadetler, Kâbe, tüm kutsallığını Allah ile olan bağdan almaktadır. İnsan da Rabbiyle arasındaki bağı kuvvetlendirmek, hayvanî olmaktan çıkmak için kutsal değerlerine sahip çıkmalıdır, zaten bu sahiplilik, insanı hayvandan ayıran temel bir özelliktir diyebiliriz. Kutsala yabancılaşmak, kendine yabancılaşmaktır. Çocuklarımızı da bu birleştirici ve dönüştürücü etkiye sahip kutsal değerler etrafında yetiştirmeliyiz. Kutsalın sağladığı birleştirici ve dönüştürücü yönünü en çok Ramazan ayında görmekteyiz. Oruç tutan ya da tutmayanda bir dönüşüm ve bir birliktelik vardır. Ramazandaki manevi atmosfer, inanan ve inanmayan herkesi kuşatmaktadır. Tabi herkes nasibine göre hisse almaktadır. Uhud savaşında yaşanan bir sahne, kutsalın dönüştürme gücünü göstermesi bakımından dikkat çekici olduğu için nakletmek istiyorum. “Bir kişi Uhud savaşı günü Resülullah’a (sav); Ya Resülullah! Eğer ölürsem nereye gideceğimi bana söyler misin? deyince. Hz. Peygamber (sav); Cennet’e, buyurmuştur. Bunun üzerine o kişi elindeki yemekte olduğu hurmaları hemen atarak savaşa girmiş ve şehid oluncaya kadar çarpışmıştır.” (Müslim) Bu olayda da görüldüğü gibi ölmek kutsallaşınca, hayata bakış da anında değişmektedir. Kutsalın bütünleştirici gücü milletimizin verdiği bekâ mücadeleleriyle kendini gösterirken, birleştirici gücü de zengin fakir, işçi patron, memur amir, bir safta birleştirerek gündelik işlerden arınıp aynı safta toplayan namazla nasıl yekvücut olduğumuzun kanıtıdır. Bunlar, kutsala verilen değerler etrafında kenetlenmenin insanı insan yaptığının, taze ve diri tuttuğunun delilidir. Mesela, kızımıza, annelik kutsallığını anlatıp, geleceğin annesi olarak yetiştirmeliyiz. Fatih olmak önemli bir şeydir, ama Fatih yetiştiren anne olmak daha önemlidir. Oğlunuzu Fatih yürekli yetiştirdiniz, kızınızı da Fatih yürekli evlatlar yetiştiren anne olma şuuruyla yetiştirmelisiniz. İşte o zaman ayağının altında Cennetle gezen biri olacaktır. Beşiği sallanan, dünyayı salladı… Takvimler 1432’yi gösteriyordu. Edirne Sarayı’nda doğan şehzadenin beşiğinin başında baba II. Murad Han, manevi izini sürdüğü Hacı Bayram-ı Veli’den fetih için dua istiyordu. Veli; “Sultanım, İstanbul’un fethini siz de ben göremeyeceğiz ama bu beşikteki şehzade ve bir de bizim Köse, görecek” diyordu. “Bizim Köse” dediği, İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin hazretleriydi. Bu müjdeyi alan Hüma Hatun, vereceği eğitimin evladının ilerideki adımlarını şekillendireceğinin farkındaydı. Fatih Sultan’ı emzirmeye başlarken Yâsin Suresini okur, beşiğini tekbir ve kelime-i tevhid ile sallar, “ben senin beşiğini kelime-i tevhidle sallıyorum, sen de Bizans’ı sallayasın” diyerek, bebeğine dualar ederdi. Kutsal kabul edilen inanç ve değerlere saygı, toplumsal hayatın huzur ve bütünlüğü açısından çok önemlidir. İnsanı insan yapan boyu posu, endamı kilosu değil, fıtratıyla kendisine hediye edilmiş değerlerini koruması ve onla- ra sahip çıkmasıdır. Zaten maddi yapısının asıl yaradılış amacı da fıtratındaki cevherleri ortaya çıkarmasıdır. Bu işin ilk ustalarıysa elbette anne babalardır. Çocuklarının fıtratını okuyan ve emanete sahip çıkan ebeveynler, insanlık makamını korumuş olmakla beraber, sorumluluğunu da yerine getirmiş demektir. Görevini kötüye kullanmayanların mükâfatı elbette büyüktür. Gerçek âlemde kendisinden şikâyet eden değil, şefaatçi olan evlatlar, yüzünü güldürecek, ebedi hayatını kurtarma vesilesi olacaktır. Dinimizce kutsal sayılan mekânların da bilinmesi önemlidir. Mesela Kâbe gibi... Kâbe kadar kutsal olmasa da dinimizde değerli olan camilerimiz gibi. Oğlumuza bu mekânların önemi ve değeri anlatılmalı, imkân dâhilinde ziyaretler yapılmalıdır. Bu, çocuğun dünyasında dine karşı saygı ve yücelik duygusunu geliştirecektir. Aynı şekilde günler içinde Cuma gününün, bayram ve arafe günlerinin de değeri üzerinde durulmalıdır. Özellikle bayramın, insana kazandırdığı çok şey vardır. Ramazan ayı tutulan oruçlardan sonra kutlanan bayramın, yaptığın işin karşılığını en güzel şekilde aldığını anlatması bakımından, çocuk için büyük bir eğitimdir. “Oruç tuttum ve hemen mükâfat olarak bayram yapıyorum” yani Allah için yaptığın her güzel eylemin sonunda böylesi güzel mükâfatlar kazanacağı bilgisinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Bu bilgiyi öğrenen çocuk, her yaptığı güzel için güzel mükâfatla karşılık bulacağını bilmekle, Cennet’in yaradılış sebebini de çok iyi anlamış olacaktır. Yine bayramda küslerin barışması, büyüklerin ziyaret edilmesi, sılayı rahim yapılması, çocuğa öğretilmesi gerekenlerin birebir yaşantıyla görsel anlatımıdır. Sözle söylediklerinizin eylemle karşılık bulmasıdır. 27 Yasin MÜSLİM SINIRLAR OLMADAN Kitaplarımız cahil zorbaların ateşleri altında tarumar olmadan, elden ele huzur kaynağının dağılmasına vesile olacaktır. Evrensel kardeşlik, sınırlar olmaksızın birliktelik, küstahlık taşımayan özgür irade mahcubiyetlerin sona ermesindeki en büyük etkendir. İ nsan kendini hangi boyuta kadar indirgeyebilir? Belirsiz bir hesap yaparken basit sıradanlığın görünmezlik değerini nasıl es geçebilir? Bir süre sonra tuttuğu yolu savunmak zorunda kalarak yaşamak hazin sona yaklaşmak gibidir. Sebepsiz ezberlerin verdiği temelsiz bıkkınlık, eriyip giden hünerlere dur diyemez. Öngörüsü ile bir nesle nefes verecek olacak bireyler hayatın değişmez vasfını, kitaplara tercih edenlere sunamayacaklar. Görkem ya da şatafat arayışı umudun kör edici anahtarları olacaksa, o arzulanan kapılar asla açılmayacaktır. Koskoca yeryüzünde oradan oraya savrulmuş bir mültecinin ikramının tadına varan var mıdır? Acaba bu keşfedilesi bir durum mudur? En tatlı konukseverliği hiçbir zaman kapanmayacak yaralı bir gönüle sunarken, o yaralı kalpten daha büyük ve daha ezici bir yankı almak… Edinilen birikimler kök salıp tembelleşmek içinse bambaşka bir ziyanın hikâyesi başlar. Tarifsiz bunalımların tüm coğrafyalara bırakmış olduğu acı bütün temsilleri üzerinde taşımakta. Kırılası bir buz kütlesinin üzerine düşmek ama bunu umursamamak çok kişinin sergileyeceği tutum değildir. Bizlere ulaşan bilgileri hakkaniyetle terazide tutmak ve fiili sebepleri peşi sıra tanımlamak bizlere düşen bir görevdir. Adalet ve özgürlük değerleri tertemiz gönüllerin yegâne hedefidir. Toplumun iç ahengini haber vermek için yüksek teknolojili ekipmanlara ihtiyaç duyulmaz. Yerinden asla oynamayan bir kaya gibi bize cesaret verecek tanımlamalar hep orda durur. Cümlenin başlangıcı kalpte olunca ulaştığı nokta muhatabın kabul ediş sahnesini gözlemlemek kaçınılmaz olur. Dün ve bugün; terennüm edilen tüm kaygılar neye işaretse, tahlil edilen her dert benzer nişaneler ile dolup taşar. Yeni arayışların ciddi anlamda sorun oluşturduğu modern hayat, kimleri ne kadar ‘Hesap Günü’ne hazırlayıcı bir emelle tasdikler; meçhul olarak durmakta. Çözünürlüğü düşük hayat akislerinin gizli sarmalı ebedi kavramlara karşı mağlup olacaktır. Hissiyat devrimsel bir özdeyişle hayatta yerini alacaktır. Benimsenen tevazu benliği pürüzsüz bir dizaynın nihai temsilcisi olacaktır. Elbette yanlış kaygılar, sebepsiz dışa vurumlar söz konusu olsa da başarmak inanç sahiplerinin değişmez sahnesinde boy gösterecektir. Bir mülteci, bir hicret ehli ile baş başa verebilmek, onunla yıkılması zor bir dünya inşa girişiminde gözle görülür sınırları kaldırmak ne büyük bir onur. Anlaşılır ortak dilin sermayesi katıksız gücü yeryüzü ile buluşturarak yepyeni bir neslin emaresi konumunda olacaktır. Bedenlerin renkleri sadece ufak nüshalar olarak kalacak, vücut bulacak vahdet ise ulaşacağı eksenlerde tarifsiz saadet sunacaktır. Kitaplarımız cahil zorbaların ateşleri altında tarumar olmadan, elden ele huzur kaynağının dağılmasına vesile olacaktır. Evrensel kardeşlik, sınırlar olmaksızın birliktelik, küstahlık taşımayan özgür irade mahcubiyetlerin sona ermesindeki en büyük etkendir. 29 Sahir AKÇA KUNUT DUALARI-2 Meali: “Allah’ım! Biz ancak Sana ibâdet eder, Senin için namaz kılar ve yalnızca Sana secde ederiz. Ancak Sana yönelir ve Sana koşarız (süratlice, hızlıca, çarçabuk). Senin rahmetini umar, azâbından da korkarız. Şüphesiz ki Senin azâbına kâfirler lâyıktır –Senin azâbın kâfirleri kuşatır –içine alır.” TEFSİRİ: Allâhümme iyyâke na’büdü: Allah’ım! Yalnızca Sana ibâdet eder, kulluğumuzu sâdece Sana has kılarız, Senden başkalarına değil. Senden başkasına ne boyun eğer ne de kullukta bulunuruz. Rütbelerin en şereflisi olan kulluk rütbesi ile huzurunda olmaktan zevk duyarız. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi; “İlâhî! Tüm köleler azad olunca sevinir, biz ise Sana kul olmakla sevinir, ancak ol zaman huzur buluruz.” Zîrâ, biz biliyoruz ki, Sana kul olmayanlar mutlaka başka şeylerin; nefisin, paranın, kadının, Tâğut’un, makam ve mevkîlerin kul ve kölesi olurlar. Allah’a kul olmayanları başkaları kul ve köleliğe beklemektedir. Biz ise Sana kulluğu başkalarına köleliğe tercih ederek, bütün bağlardan sıyrılarak her şeyimizle Sana teslim olarak gerçek hürriyetin tadını almak istiyoruz. Hz. Ali (kv)’nin buyurduğu gibi; Allah’a şükretmek için kullukta bulunulmalıdır. Bu gerçek hürlerin işidir. Çünkü gerçek hürriyet gerçek kulluktadır.” Bu ifâde ile; Allah’tan korkarcasına insanlardan ve onların kulu düzenlerine kölelik yapanlardan olmayacağımıza da söz vermekteyiz. Ve leke nüsallî ve nescüd: Senin 30 için, Sen emrettiğin için, yalnızca Sana karşı namaz kılar ve Senin huzurunda secdelere kapanırız. En değerli olan başımızı Senin huzurunda yerlere koyarız, Senin büyüklüğün karşısında bir hiç olduğumuzu belirtmek için küçülür, küçülebildiğimiz en küçük hâli alır ve huzurunda kapanırız yerlere, Seni büyükleyerek ve Seni yücelterek. Ama bütün bunları yalnızca Senin için yaparız. Yoksa, görsünler, övsünler, beğensinler diye, yahut spor olsun diye değil. Şu dünyanın çirkefliğinden kurtulabilmek için, Sana yakınlığımızı artırabilmek için, kuluna en yakın olduğun an olan secdelere varıyoruz tekrar, tekrar. Senin yüceliğin karşısında küçülüyor, Senin rahmet kapını “Sübhâne Rabbiyel E’lâ” –“Senin şânın en yücedir Rabbim” diyerek çalıyoruz. Buyur kulum diyerek huzuruna, kulluğuna kulunu kabul etmek ise ancak Sana, Senin merhametine yaraşır. Ve ileyke nes’a ve nahvid: Ve her şeyimizden sıyrılarak, başka kapılarda aradığını bulamayan bir kul edâsı ile yine Sana yöneliyor, rızanı kazanabilmek için koşa, koşa süratle tüm gayretimizi seferber ederek Sana geliyoruz. Ve bundan sonra da sâdece Sana geleceğimizi de, Senin kopmaz ipin olan (Urvet-ül Vüskâ) Kur’ân nizâmına sarılacağımıza söz veriyoruz. “Allah’ın zikrine koşunuz”, “Hepiniz Allah’a kaçınız” emirlerine uyarak, bir Kudsî Hadis de buyurduğun “Kulum Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir Zira –bir kulaç yaklaşırım.” sözüne güvenerek; Ya bir de kulun Sana koşa koşa gelirse yâ Rabbi! “Benim huzuruma –ancak Bana hiçbir şeyi şirk koşmadan –yeryüzü dolusu hata ile geleni –Ben bir o kadar mağfiretle, afv ile karşılarım.” Müjdene hepimizi dâhil eyle yâ Rabbi! Ve şimdi bu sözlerimizden sonra bir düşünelim; Namazda okuduğumuz Kunût Duâsında, bütün her şeyimizle Allah’a, O’nun nizâmına koşacağımıza ve yalnız O’na kulluk edeceğimize söz verdiğimiz hâlde, nasıl olur da namazın bitiminde mâsivâya, Tâğuta koşabilir, Şeytana kaçabiliriz? Onlara koştuğumuz ve kaçtığımız takdirde, bu sözlerimizi nereye koyacağız? Ve bizim durumumuz ne olacak? Nercû Rahmetek: Senin huzuruna gelecek, Senden isteyecek yüzümüzün olmadığını biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var; o da Senin rahmetin, gazabını geçmiş bulunan rahmetin. İşte ona güvenerek Sana geldik ve Senden istiyoruz. Biliyoruz ki, büyük pâdişahların kapısına eli boş gidilmez. Ama hediye olarak da pâdişahın yanında bulunan şeylerde götürülmez. Önemli olan onun katında hiç bulunmayan veya ender bulunan şeylerle gitmektir. İşte biz de, Senin katında hiç bulunmayan bir yığın günahımızla, isyanımızla, dininden verdiğimiz tavizlerimizle geldik. Ama ümitle geldik. Kerîm olan Rabbimize güvenerek geldik. Ne olur ümitlerimizi boşa çıkarma yâ Rabbî! Kullarından İbrâhim Ethem (rha)’in sözü ile seslenmek tek çâremiz: “İlâhî! İsyankâr kulun kapına geldi, günahlarının itirafı içerisinde yakararak geldi. Bunca günahına rağmen şayet lütfunla günahlarımı bağışlayarak kulluğuna beni kabul edersen, Sana zaten bu yakışır, yok günahlarımın çokluğuna bakarak beni tardedecek, kovacak olursan, Senden başka kim bana merhamet eder Allah’ım!” Ve nahşâ azâbek: Engin rahmetini umarız, lâkin rahmetine güvenerek gevşeklik gösterivermeyiz. Senin azâbından da korkarız. Korku ve ümit arasında bulunuruz. Ne rahmetine güvenerek tamamen ameli terk eder, ne de günahlarımızın çokluğuna bakarak ye’se düşerek ümidi keseriz. Çünkü mü’minin bu konudaki tavrını Önderimiz (sav) şöyle açıklamış: “Mü’minin korkusu ile ümidi bir terazide tartılacak olsa, ikisi birbirine eşit olur.” Rabbimiz olan Allah da şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın rahmetinden sapıklardan başka kim ümidini keser.” (Hicr, 56) İnne azâbeke bil küffârı mulhık: Şüphesiz Senin azâbına kâfirler müstahak, onlar lâyıktır. Hak olduğu ortada iken Senin yegâne nizâmını örtbas eden, görmemezlikten gelen ve Seni tanımayan kâfirleri kuşatıcıdır, ilhak edicidir, içine alıcıdır azâbın, Cehennemin. Çünkü Cennet kolay değil, Cehennem ise boşuna değil. İşte, bütün bunlar Kunût Duâ- larındaki sonsuz mânâlardan anlayabildiklerimizden bazıları. Ve günün kapanışında, Rabbimizin huzurunda durmanın son anında, günün son namazı Vitrin son rekâtında bütün bunları söyledik, bunları haykırdık. Kimimiz bilinçli, kimimiz ise ne dediğini bilmez bir hâlde. Ama ne olursa olsun bütün bu okuduklarımızla yaptıklarımızı, hayatımızı bir mukayese etmek borcunda olduğumuz şüphe götürmez bir gerçek. Hergün, gün boyunca söz veriyoruz Rabbimize mü’minler adına. Bütün bunları yapacağımıza dair and içiyoruz. Ve bütün bunların yanında bunca günah ve hatalara dalıyor, Şeytana ve nefse uyuyor, Tâğutlara adamlık yapıyoruz. Olmaz böyle şey! Özümüzü sözlerimize uydurmadığımız müddetçe kendimizden başka hiç kimseyi kandıramayız. Hatta kendimizi bile. Ancak onu oyalamış ve avutmuş oluruz. Öyleyse bütün bu verdiğimiz, hem de Allah’a verdiğimiz sözlerden sonra, onların ışığında tüm hayatımızı bir gözden geçirmeli, özümüzü sözümüze uydurmaya gayret etmeliyiz. Aksi takdirde kendi nefsimize bile söz geçiremeyen bu sözler anlamsız ve hatta boşuna olmaya devam edecektir. Tıpkı bir âlimimizin dediği gibi; O günümüz Müslümanlarının, hem de namaz kılan ve namazlarında Kunût Duâlarını okuyan Müslümanların yaşayışlarına, sözleriyle bir uygunluk göstermeyen özlerine bakarak! Şöyle haykırıyor: “Ey Müslümanlar! Ya şu hayatınızı düzeltin, ya da okumayın şu Kunûtu, okumayın namazlarınızda! Çünkü Kunût okumak namazın vâciblerindendir. Onu okumazsanız sehiv secdesi ile namaz tamamlanır. Lâkin, Kunût’u okuduğunuz hâlde, Kunût’a ters bir hayatı yaşamaya devam etmeniz sizi yalancı, sahtekâr, dönek durumuna düşürmekte. Namazı sehiv secdesi ile kılmak, sahtekâr olmaktan yeğdir.” Bu âlimimiz, bizden Kunût’u terk etmemizi istemiyor, fakat hayatımızı Kunût’ta verdiğimiz sözlere uygun hâle getirmeye teşvik etmek için böyle diyor. Yoksa, Kur’ân’dan bir sûre olduğu bile iddia edilen bu kutlu Duâdan bizleri uzaklaştırmak, mahrum etmek değildir onun dileği. Belki de, Kunût’la tenâkuz teşkil eden ve çatışan, Müslümanların şu içler acısı hayatları onu böyle feryat ettiriyor. Kunût Duâlarında yer alan cümleler son derece önemlidir. Her cümlede bir ümit ve söz veriş vardır. Allah’tan istenebilecek şeyler sıralanırken, bazı güzel davranışlar konusunda da O’na söz verilmektedir. Mü’min, yalnızca Allah’a ibâdet edeceğine, yardımı yalnızca O’ndan isteyeceğine, secdeyi yalnız O’nun huzurunda O’nun için yapacağına, nimetlerine nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir. Birinci duânın sonundaki cümleler daha ilginçtir. Mü’mim her Kunût Duâsında; Allah’a karşı gelen, O’nun emirleri karşısında duyarsız kalan, Allah’ın dinine savaş açan, günahları açıktan çekinmeden yapan, insanlar arasında günahların yayılmasına çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelere itaat etmeyeceğine, onlardan yüz çevireceğine, onları “Hâl” etmek için, onlara engel olmak için çalışacağına, onların fesatlarına devam etmeleri için fırsat vermeyeceğine söz vermektedir. Bu duâlar, hem bir yakarış, hem bir ümit, hem Allah’ın dini için çalışmaya bir söz veriştir, hem azgınlardan yüz çevirme niyeti, hem de Allah’ın huzurunda bir teslimiyettir. Sen ne dersin bu duruma; Ey zamanın emânetini yüklenmiş olan Müslüman! 31 Çocuklara Öykülerle 40 HADiS Halil ATALAY 13.HADiS YARIŞI SEVER MİSİNİZ? İnşaat • PVC ve Alüminyum Doğrama • Çitf Cam • Çelik Kapı • Garaj Kapısı "İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli ve ağırbaşlı kimselere yakışır. P eygamberimizin bu tarifinden anlıyoruz ki, iyilik, iyilik yapmak herkese nasip olmuyor. Herkes iyilik yapamıyor. “Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin seçkinlerinde bulunan bir özelliktir”(2) buyuran Sevgili Peygamberimiz işte bunu ifade ediyor. Yüce Rabbimiz: “İyi işlerde birbirinizle yarışın.”(3) emrini veriyor ve hayır yarışında bulunanları şöyle tanıtıyor: “Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar, Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar; işte onlar, iyiliklere kavuşurlar ve iyilik için yarışırlar.” (23 Mü’minun, 57-61) Ömrünü İslamî atmosferde geçirmeyi gaye edinen insanların tek düşüncesi vardır. O da iyilik yapmaktır. Onlar iyiliğin anahtarıdırlar. “İnsanlardan öyleleri vardır ki, hayrın/iyiliğin anahtarı, şerrin/ kötülüğün kilitleridir. Öyleleri de vardır ki, şerrin anahtarı, hayrın kilitleridir. Allah (c.c.)’ın ellerine 32 hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.”(4) Şeyh Sadî de şöyle seslenir: “Evladım! İhsan et! (iyilik yap) Zira vahşi hayvanlar tuzak ile avlanır. İnsanoğlunun gönlü ise ihsan/iyilik ile kazanılır.” Sevgili Peygamberimiz şöyle uyarır: “Köleleri para verip satın alarak hürriyetine kavuşturduğu halde, hür olan insanları iyiliklerle kazanmayan insanların haline şaşarım. Halbuki bu daha sevaplıdır.”(5) Sevgili çocuklar, şu hikâyeyi dikkatle okuyalım: Bir genç, bir kuzunun boynuna ip bağlamış, ipin ucu da elinde yolda gidiyordu. Kuzu, sürekli genci takip ediyordu. Biri, gence dedi ki: “O kuzu elindeki ipten dolayı senin peşinde dolaşıyor. İpini bırakırsan senin arkandan gelmez.”Genç elindeki ipi bıraktı. Kuzu yine gencin arkasından gitmeye devam etti. Genç koşma- ya başladı, kuzu da arkasından koşmaya başladı. Durunca o da duruyordu. Genç, adama dönerek: “O kuzunun benim arkamdan gelmesi, boynundaki ipten dolayı değil, benim yaptığım iyiliktendir. Ben onu yedirip içirdiğim, bakıp beslediğim için benim ardımda geziyor.” İşte iyilik böyledir. Bir kuzu bile kendisine iyilik yapanın peşinden gider. Öyleyse herkes iyilik yapmalı, iyilik yapmayı sevmeli, iyilik yapmada yarışmalıdır. Yaptığı iyilikleri başa kalkmamalıdır. İyilik yaparak insanları sevindirmeli, gönüllerini kazanmalıdır. Hz. Ali (r.a.)’yi bir gün ağlarken görenler, niçin ağladığını sormuşlar. Şu cevabı vermiş: “Yedi gündür soframdan bir Müslümana tek lokma ikram etmek nasip olmadı. Sadece kendini düşünen, nefisperest bir Müslüman oldum gibi geliyor bana; işte bunun için ağlıyorum.” Evet, haydin yarışa... “İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli, ağırbaşlı kimselere yakışır.” Kaynaklar: 1. Münavî, Feyzul-Kadir 2 / 390 (2119); Taberani, Mucemul- Kebir 8/ 175. Heysemi, Mecmauz-Zevaid 8/183. 2. Münavi, age. 3/250(3312). Yararlanılan Kaynaklar: Faruk Beşer, 21. Nureddin Yıldız, Mustafa İslamoğlu, 3. 2 Bakara, 148; 5 Maide, 48;Ali35Akpınar, Fâtır, 32; 57 Hadid, Sifil, Riyazü’s-Salihin. 4. İbni Mace, Mukaddime 19. Ebubekir Münavi, age. 2/528. 5. Münavi, age. 4/306. NECİP TOK Ali Dilmen Mh. Sakarbaba Cd. No: 73/75 Erenler / SAKARYA Tel-Faks: 0264 241 70 39 Gsm: 0532 482 52 06 Sait Usta Çiğ Köfte Ali Adak Ev ve iş yerlerine servis Bekirpaşa İster kilo ile isterseniz dürüm olarak PİDE & LAHMACUN & KEBAP yapılır Özel Günlerinizde Toplu Sipariş Alınır. 0264 353 56 53 0535 711 83 24 Bekirpaşa Mh. Eski Belediye Binası Yanı Erenler / SAKARYA Ö.Faruk AKPINAR YEMEK İKRAMI VE SARP YOKUŞ “Ey İnsanlar! Selamı yayınız; yemek yediriniz; sıla-ı rahmi gözetiniz; insanlar uykudayken gece namaz kılınız; bunları yaptığınız takdirde selametle cennete girersiniz.” Y üce Rabbimiz, Beled sûresinde verdiği nimetlerin bazısını saydıktan sonra sitemkârâne bir üslupla insanoğlunun sarp yokuşu göğüsleyemediğini söyler ve sarp yokuşu açıklar: “Sarp yokuş nedir, bilir misin? Köle azat etmektir, yahut açlığın kol gezdiği bir günde yakınlığı olan bir yetimi veya yerde sürünen 34 bir yoksulu doyurmaktır. Sonra, iman edip, birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.” Aslında bir meydan okumadır bu ayetler, “Yığınla servet harcadım (İslâm’a karşı).” diyen zâlime; ve öğüttür, defterlerini sağ taraflarından almak isteyen inananlara. Zâlimler, kendince karşı koymaya, cevap yetiştirmeye çalışacaktır buna: “Allah’ın dilediği takdirde rızıklandıracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz iyiden şaşırmış/sapıtmışsınız!” diyecekler. Azabı gördüklerinde “Sizleri ateşe attıran nedir?” diye sorulunca “Biz yoksulu doyurmazdık!” diyerek hatalarını fark ettiklerinde ise pişmanlıkları onlara fayda vermeyecektir. Allah’ın itaatkâr kulları ise “Yoksulu, yetimi ve esiri, sevdikleri yiyeceklerden doyururlar. Üstelik o kimselere ‘Sizi ancak Allah için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık bekliyoruz, ne de bir teşekkür’ derler.” Bu ihsanları ile nice sarp geçitleri aşıp cennetlerde kadehler içinde kâfur karışımlı içeceklerden kana kana içecekleri dereceleri elde ederler. İnsanoğlunun imtihanlarından birisi olan bir yoksulun karnını doyurma, (muht)aç birine yemek yedirme Efendimiz’in (s.a.) üzerinde durduğu hususlardan birisidir. “İnsanların en cömerdi” unvanını kazanacak derecede ikram ve keremi bol bir önder olan Nebi (a.s.), zengin fakir ayrımı gözetmeksizin, ashabına ikram ehli olmayı tavsiye etmiştir. Suheyb-i Rûmî’den rivayet edildiğine göre O (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız yemek yedireniniz ve verilen selamı alanınızdır.” Abdullah b. Selâm’dan nakledildiğine göre Efendimiz’in (s.a.), Medine’ye hicret ettiğinde ilk söylediği sözlerden birisi şu olmuştur: “Ey İnsanlar! Selamı yayınız; yemek yediriniz; sıla-ı rahmi gözetiniz; insanlar uykudayken gece namaz kılınız; bunları yaptığınız takdirde selametle cennete girersiniz.” Bir başka hadiste Abdullah b. Amr’ın naklettiğine göre bir adamın, kendisine “Hangi İslam daha hayırlıdır?” şeklindeki sorusuna Efendimiz (s.a.): “Yemek yedirirsin ve tanıdığın tanımadığın herkese selam verirsin!” diye karşılık vermişti. Selam verme ve almayı bir başka yazıya bırakarak bu yazıda hadisin ilk kısmı olan yemek yedirme üzerinde duralım. Allah Rasûlü’nün farklı zamanlarda ashabına yemek yedirme konusunda çeşitli telkinlerde bulunması önemli bir husustur. Mekke’de onca eziyet, zulüm ve tecrit karşısında sabreden, sonra malını mülkünü bırakıp Medine’ye hicret eden ashabının ahvali ve muhacir kardeşlerine bağırlarını açan Ensar’ın durumunun da çok iyi olmaması, Hz. Peygamber’i, imkânı olanları, ihsan ve infakta bulunmaya, açların karnını doyurmaya teşvike sevk etmiştir. Bu sayede açların karnı doymuş; (gönlü) zenginler, paylaşım ve ikramları ile nice ecirler, müjdeler, manevi hazlar kazanmış; inananlar arasındaki kardeşlik bağları güçlenmiştir. Onlar insanı hayırlı kılan amelleri yapa yapa ümmetin en hayırlıları olmuşlardır. Bir kuru ekmek veya bir tas çorba ile de olsa muhtaç yahut aç bir kimsenin karnını doyurmak; yetime, öksüze, esire, fakire, yolcuya, misafire, komşuya, arkadaşa ikramda bulunmak, hatta kişinin kendi ailesi için yaptığı harcamalar, karşılığı yalnızca Allah’tan beklenerek yapıldığında kişiyi hayırlı kılar. Gösteriş için veya bir menfaat karşılığı yapılan ikram, Allah rızası gözetilerek yapılan ikramın, cinsi, miktarı, boyutu önemli değildir. Önemli olan ikramın hâlisâne yapılıyor olmasıdır boyutu ne olursa olsun, kişiyi en hayırlı yapmaz, o yapılanın hayrı bereketi de olmaz. Allah rızası gözetilerek yapılan ikramın, cinsi, miktarı, boyutu önemli değildir. Önemli olan ikramın hâlisâne yapılıyor olmasıdır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.) “Ey müslüman kadınlar, bir koyun paçası bile olsa, komşu komşusundan gelen hediyeyi küçümsemesin” buyurmuştur. Günümüzde hanımların misafir ağırlama veya komşuya ikramda bulunma konusundaki durumları düşünüldüğünde, aslında bu hadisten almamız gereken çok yönlü dersler olduğu anlaşılır. Efendimizin bu sözünden şunları öğrenebiliriz: 1. Komşu, komşusunun getirdiği ikramı küçümsememeli. 2. Komşu, ‘Bu da getirilir mi?’ diyerek komşusunu küçümsememeli. 3. Komşu, komşusuna sunacağı ikramı küçük görüp kendisini, aile bütçesini zora sokmamalı. 4. Komşu, ‘Onlara ancak bu yaraşır, bize geldiklerinde çok basit bir şey getirdiler!’ diyerek ikramı götüreceği komşusunu küçümsememeli. 5. Komşu, ‘Komşuma bu basit ikram yaraşmaz, yazık bana!’ diyerek kendisini küçümsememeli, samimi olmalı, içinden geldiği gibi hareket etmelidir. Hz. Peygamber’in, zahidâne yaşantısı ile maruf olan dostu Ebû Zer’e tavsiyesi de bu meyanda hatırlanabilir: “Ey Ebu Zer! Bir çorba pişirince suyunu çok yap da komşularına da ikram et.” İkramda bulunup karın doyurmak üstün bir amel olsa da başkasını yemek yedirmeye zorlamak veya yemek vaktini denk getirerek ziyarete gitmek, o arkadaşın bundan gerçekten memnun olacağı durumlar dışında, uygun bir davranış değildir. Kerhen yapılan ikramın sevabı da ona göre olacaktır. Muhtaç kimselere eziyet verilerek, başa kakılarak yapılacak ikramlar da aynıdır. Rabbimiz güzel bir sözün bile böylesi samimiyetsiz yardımlardan daha hayırlı olduğunu söyler bizlere. Aslında yemek yedirme tavsiyesindeki esas amaç Müslümanlar arası ilişkileri sağlam tutmak olmalıdır. Yapılan, yapılacak olan ikramlar, ‘Gönül muhabbet ister, kahve bahane!’ fehvasınca, inanan kardeşler arasındaki muhabbeti artıran bahaneler olarak düşünülmelidir. Muhabbeti artırabilmesi için, yedirilen yemeğin, güleryüz ve uygun bir üslupla sunulması önem arz eder. Güleryüz ve tatlı dille ikram edilen basit bir yiyeceğin, gönül alma dost kazanma konusunda asık, somurtkan bir çehre ile yapılan şatafatlı yemek davetinden daha etkili olacağı açıktır. Çünkü güleryüzün kendisi de bir sadakadır. İkramda bulunurken aşırıya gitmemek ve cimri davranmamak da önemli iki ilkedir. Nitekim Rabbimiz, mü’min kullarının özelliklerinden bahsederken “Onlar, infak ettiklerinde ne israf ederler, ne de kısarlar” buyurur. Hayırlılardan olmayı murad eden herkes, ikramını kendi kesesi35 ne ve imkânlarına göre yapmalı, aşırıya gidip kendisini ve başkalarını zor durumda bırakmamalıdır. Mükellef yemek yedireceğim diye ödenemeyecek borcun altına girmek, çocuk çocuğun rızkından kesmek doğru olmaz. Buna karşılık yemek ikram edilen kimsenin de tokgözlü olması, yeme konusunda aşırıya gitmemesi, ayrıntılara takılmaması, ikram sahibinin durumunu düşünmesi, yani halden anlaması ve aynı şekilde güler yüzlü, tatlı dili bırakmaması gerekir. “Sirke ne güzel katıktır!” diyen Efendimiz, bu konuda da en güzel örnekliği sunmuştur. Misafir kadar ev sahibinin de kanaatkâr olması, şartları zorlamaması ve telaş yapmaması gerekir. Cömertliği ve ihsanı ile tanınan Ebû Talha (r.a.), bir gün Allah Rasûlünü yemeğe davet etmesi için Enes’i mescide gönderir. Ebû Talha’nın davetini alan Efendimiz, mescitte o anda hazır bulunan 70 kişi ile birlikte Ebû Talha’nın evine gelir. Kalabalığı gören Ebû Talha’yı, hanımı Ümmü Süleym, Resûlullah varken telâşlanmanın yersiz olduğunu söyleyerek onu teskin etmişti. Allah Rasûlü bereket duası edip sahâbîleri onar onar sofraya oturtmuş, hepsi de karnını doyurmuştu. Ümmü Süleym’in Allah Rasûlü’ne güvenmesi ve telaş yapmadan misafire ikramda bulunması örnek alınması gereken bir tutumdur. Müslüman da Allah’a güvenmeli, O’nun rızası doğrultusunda yapılacak işlerin bereketleneceğini unutmamalıdır. İkramda bulunmaya, yakın ve (muht)açlardan başlamak gerekir. Akrabalar, komşular, fakirler, oruçlular, misafirler, diğer dostlar… Sadece zenginlerin, saygın kimselerin çağrıldığı yemek davetlerini Efendimiz (s.a.) “yemeklerin en kötüsü, en bereketsizi” olarak nitelemiştir. Gönülden isteyerek yemek yedirmek, küçük de olsa bir ikramda bulunmak, “Yarım hurma ile bile olsa kendinizi cehennemden koruyun!” nebevî buyruğuna uygun hareket etmek olacaktır. Yemek yedirmenin veya bir muhtacın karnını doyurmanın fazilet ve öneminden olsa gerek Rabbimiz, keffâretlerin içine yemek yedirmeyi de dâhil etmiştir. Oruç tutmayan kişinin, bir kişinin sabah akşam karnını doyuracak kadar fitre vermesi; oruç bozanın altmış, yemin bozanın on fakir doyurmasının hikmetlerinden biri bu olmalıdır. Müslüman coğrafyaların nice sıkıntılı günler geçirdiği günümüzde, Efendimizin ahir zaman kardeşleri olarak, onun “yemek yedirme” tavsiyesine daha çok uyulması gerektiği ortadadır. Gerek ülkemizde misafir olan muhtaç mülteci kardeşlerimize, gerekse ülke sınırları dışındaki nice mazlumlara güvenilir kanallarla gücümüz nispetinde yardımlarda bulunmamız elzemdir. Bizzat soframızda ağırlayamamış olsak da göndereceğimiz gıda veya nakdi yardımlarla, tam da açlığın kol gezdiği bir zamanda, karınlarını doyuracağımız her muhtaç, sarp yokuşu aşmayı bizlere kolaylaştıracak, hayırlı ümmetin hayırlıları arasına girmemizi sağlayacak, bundan da önemlisi rıza-ı İlâhîye ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Beled, 90/12-17. Yasin, 36/47. Müddessir, 74/42. Müddessir, 74/44. İnsan, 76/8-9. İbnEbîŞeybe, Müsned, 1/497; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 39/348; Hâkim, Müstedrek, 4/278. Tirmizî, Kıyâme, 42; İbn Mâce, İkâme, 174; Et’ıme, 1; Dârimî, Salât, 156. Buhârî, İmân, 6; Müslim, İmân, 63. Buhârî, Hibe, 1; Edeb, 30; Müslim, Zekât, 90; Tirmizî, Velâ, 6. Müslim, Birr ve Sıla, 142. Bakara, 2/263. Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 227; İbnHıbbân, esSahîh, 2/221, 286. Furkân, 25/67. Ayrıca bkz. İsra, 17/29. Tirmizî, Et’ıme, 35; EbûDâvud, Et’ıme, 39; Nesâî, Eymân, 21; İbnMâce, Et’ıme, 33. Buhârî, Menâkıb, 25. Buhârî, Nikâh, 72; Müslim, Nikâh, 108-110. Buhârî, Zekât, 8, 9; Müslim, Zekât, 66, 68. Aslında yemek yedirme tavsiyesindeki esas amaç Müslümanlar arası ilişkileri sağlam tutmak olmalıdır. 36 AKMER MERMER Tel: 0264 274 60 75 Gsm: 0532 483 18 95 Karasu Cd. Tekeler Mh. / ADAPAZARI www.osmanogullarialuminyum.com www.osalcambalkon.com Yaşar KAÇANLAR GIDA VE SAĞLIK İSRAFI Kadim beslenme şeklimizin mutasyona uğraması insan ve İslam fıtratına uymayan bir beslenme türü olan endüstriyel gıdaların hayatımıza girmesi, bilinçli ve bilinçsiz bir şekilde incelenmesi gıda ve sağlık israfı kaçınılmaz olmuştur. A llah-u Teâlâ (c.c): ‘’Helal ve temiz şeylerden yiyin için, israf etmeyin. Ben israf eden müsrifleri sevmem’’ diye buyuruyor. İnsanların israfa düştüklerini, kıymetini bilmediklerini bize haber vermektedir. Şimdi israfın genel tarifini yaparak yazımıza devam edelim. “İsraf”; saçıp savurmak, boş yere harcamak, kıymetli olanı kıymetsiz yerde harcamak, haddi aşmak demektir. Bu yüzden müsrif (israf eden) hem kendine hem de başkasına zarar verebilir. Hem akılsız hem de ahlaksız olabilir. Kötü örnek olur, zayıf karakterli ve bilinçsiz insanları da etkiler. Savurganlığı nispetinde insanın kızgınlığını, kırgınlığını ve nefretini kazanır. Kadim beslenme şeklimizin mutasyona uğraması insan ve İslam fıtratına uymayan bir beslenme türü olan endüstriyel gıdaların hayatımıza girmesi, bilinçli ve bilinçsiz bir şekilde incelenmesi gıda ve sağlık israfı kaçınılmaz olmuştur. 38 “Tükettiğin kadar insansın!” veya “insanlığın kadar tüketirsin!” söylemi görsel ve yazılı medyanın yanlı haberleri ve süslü püslü reklamları sayesinde algı yönetimi ile insanların bilinçleri etkilenmektedir. Bu algı yönetimini yapanlar, sağlıksızı sağlıklı, zararlıyı faydalı, gereksizi de gerekli gösterme konusunda çok mahir olmakta, maalesef çoğu zaman da insanlar neyi neden tükettiklerinin farkına bile varamamaktadırlar. İnsanların çoğaltma tutkusu hem kendi hem de diğer canlı türlerinin fesadını körüklemiş, genleriyle oynayan gıdaların helalliği tartışılsa bile, tayyipliğini ortadan kaldırmıştı. Bu da sağlığımızda israfa neden olmuştur. Dünyada görülen 14 milyon kanser vakasının yaklaşık 4 milyonu sindirim sistemi kanseridir. Kalın bağırsak, mide, yemek borusu ve pankreas kanserleridir. Türkiye’de görülen yıllık 175 bin kanser vakasının %20’si sindirim sistemi kanseridir. ABD’de üretilen gıdaların %40’ı hiç yenmiyor. Avrupa’da her yıl 100 milyon ton yemek çöpe atılıyorken 842 milyon insan ise yetersiz besleniyor. Her gün 5 yaşın altında 20 bin çocuk açlık ya da yetersiz beslenme sonucu hayatını kaybediyor. Oysa verilere göre tüm insanlığa yetecek kadar gıda kaynağına sahibiz. Öte yandan dünyada 1.4 milyar insan aşırı kilo problemiyle karşı karşıya. Rapora göre bu insanların üçte biri obez, kroner kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı (diyabet) riski taşıyor. Bu bilinç meselesi… Sorun sadece gıda kaynağının tüketimi değil. İnsanoğlunun yaşam tarzını ve alışkanlıklarını sorgulaması gerekiyor. Aslında tüketim, ihtiyaçtan çok israfta artıyor. Belki de sorunun çözümü daha fazla üretmekten ziyade bilinçli tüketimin peşine düşmektir. Yedikleriniz ilaçlarınız, ilaçlarınız yedikleriniz olsun sağlıcakla… “Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri, bu çığırı açan alır.” (Müslim, İbn-i Mâce.) KUR’AN KURSU VE HİZMET BİNASI YARDIMLARINIZ İÇİN KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş. Adapazarı Şubesi (79) TL Iban TR73 0020 5000 0910 0142 5000 01 Adapazarı Şubesi (79) USD Iban TR89 0020 5000 0910 0142 5001 01 Adapazarı Şubesi (79) EUR Iban TR62 0020 5000 0910 0142 5001 02 TÜRKİYE HALK BANKASI A.Ş. Bosna Cad. Şubesi (1532) TL Iban TR68 0001 2001 5320 0016 1000 05 Bosna Cad. Şubesi (1532) USD Iban TR05 0001 2001 5320 0058 1000 05 Bosna Cad. Şubasi (1532) EUR Iban TR32 0001 2001 5320 0058 1000 04 İRTİBAT: 0264 277 19 46 - 0533 244 95 43 - 0542 402 88 88 17 Ağustos Şehitliği yanı Serdivan / SAKARYA