İÇİNDEKİLER Mukaddime ................................................................. 5 BİRİNCİ BÖLÜM Neden Tekfir? .............................................................. 6 Tekfirin Faydaları ....................................................... 30 1) Tekfirin Zatındaki Faydaları ........................................ 30 2)Tekfirin Zatının Dışındaki Faydaları............................. 35 a) Yöneticiler ve halleri ile alakalı durumlarda ....... 35 b) Velayet ahkâmı ile alakalı durumlarda ............... 36 c) Nikâh ahkâmı ile alakalı durumlarda .................. 36 d) Miras meselesi ile alakalı durumlarda................ 36 e) Kanlar ve Kısas ahkâmı ile alakalı durumlarda ... 36 f) Cenaze ahkâmı ile alakalı durumlarda ................ 37 g) Dostluk ve düşmanlık ile alakalı durumlarda ..... 37 Allah Resulünün İlk Öğretisi ....................................... 38 Muayyen Tekfir Örnekleri .......................................... 41 Muayyen Tekfirdeki Müşrik İsimlendirmesi İle Ahiretteki Cehennem Vaadinin Birbirinden Ayırt Edilmesi ........... 51 Meselelerin Zahir ve Hafi Olmak Üzere İkiye Ayrılması64 Hüccet Ne İle Kaim Olur? ........................................... 71 Küfür Amelde Kasıt .................................................... 92 Zahir Meselelerde Küfrü İtikad Etmeyi Kastetmenin Şart Olmadığına Dair İmamların Sözleri........................... 102 Cehalet Özrü Meselesi ............................................. 105 Hükümlerin, Dünya Ve Ahiret Hükmü Olmak Üzere İkiye Ayrılması ................................................................. 114 İstitabe Hükmü Kime Verilir? ........................................ 116 Cehalet Meselesinin İlim Elde Etme İmkânı İlletine Bağlanması .............................................................. 117 Kâfire Kâfir Demeyen Kâfirdir Kaidesi Ve Uygulanışı.122 İKİNCİ BÖLÜM Bazı Şeytani Desiselerin Allah’ın İzni İle Açığa Kavuşturulması ........................................................ 133 Tekfirin Engellerinde Muasırların Yaptıkları Hatalar . 141 Tağutu Tekfir Etmeyeni Tekfir Etmekten İnsanları Sakındırmak ............................................................. 144 Büyük Şirk İşleyenin Tekfirinde Engellerin Ve Şartların Olduğunu Söylemek ................................................. 169 Sonuç. ...................................................................... 195 MUKADDİME Hamd, hakkı ortaya çıkaran, onu beyan ettiren, yarattıklarından dilediğini yoluna ileten, dilediğinin kalbini İslam’a açarak onu kurtaran, dilediğini fitnelerden koruyan, dilediğini muttaki, dilediğini imam kılan, dilediğine sabır ihsan eden, dilediğini yakin ile rızıklandıran, bidat ehlini hüccet ile zelil, hüccet ehlini ise sünnet kavli ile izzetli kılan, zararın ve faydanın sadece onun elinde olduğu âlemlerin rabbi, maliki ve tek sahibi olan yüceler yücesi Allah tebareke ve teâlâ’ya mahsustur. En güzel salat ve selamlar onun Resulüne, ashabına ve ailesinin üzerine olsun. Günümüzde en çok konuşulan, en çok tartışılan ve insanların birbirlerine buğz etmesine sebep olan mesele tekfir meselesidir. Aslında tekfir, kavimleri birbirine düşüren, kılıçlar çektiren, hakkı ve batılı birbirinden ayıran ve hakkı müdafaa eden bir mekanizmadır. Bir takım insanlar bunu yeni çıkmış bir mesele gibi algılıyorlar. Hâlbuki tekfir ilmin anahtarıdır. İman ve küfür safının birbirinden ayrıştırılmasıdır. Öyleyse bunun sınırları nelerdir? İşte bu kitabımızda bu meseleyi gücümüz yettiği kadarı ile açıklamaya çalıştık. Başarı Allah subhanehu ve teâlâ’dandır. Her şeyi en iyi bilen âlemlerin Rabbi Allah subhanehu ve teâlâ’dır. Ebu UBEYDE NEDEN TEKFİR? Şüphesiz kişi İslam’a ancak kesin ve yakin bir itikad ile girebilir. İslam hak olan dindir. Bu dinin aslına muhalefet edenin, muhalefeti ister az, ister çok olsun fark etmez. İslam dininin asıllarına muhalif olan her türlü itikad, kesinlikle batıldır. Allah subhanehu ve teâlâ’nın ilahlığını ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğini, onların dinine tabi olmadan ve emirlerini yerine getirmeden tasdik etmek, kesinlikle İslam değildir. Yani kuru kuruya mücerret olarak sadece tasdik, eğer beraberinde diğer bütün emirlere ittiba ile tamamlanmaz ise, bu tasdik kişiye asla fayda vermez. Bunun en bariz ve açık örneği Nebi sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yaşayan Yahudilerdir. Onlar Allah’tan başka ilah olmadığına inanıyorlar, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın elçisi olduğunu tasdik ediyorlardı. Ancak onun emirlerine itaat etmediklerinden dolayı İslam’a girmiş sayılmıyorlardı. Çünkü Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmak, İslam dışındaki bütün batıl dinlerden ve o dinlerin ehlinden beri olmaktan ibarettir. İşte bu yüzden insanların ekserisi bu dine girmekten yüz çevirdiler. Bu emir ile amel etmek insanlara ağır geldi. İmam Tirmizi Süneninde Safvan ibn Assal’dan rivayetle; Yahudi’nin biri arkadaşına dedi ki; “Haydi şu Nebiye gidelim.” Arkadaşı da ona dedi ki; “Ona Nebi deme. Eğer senin böyle dediğini duyarsa dört gözle seni bekler.” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler ve ona dokuz tane açık ayetten sordular. 7 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onlara dedi ki; “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık yapmayın, zina yapmayın, Allah’ın haram kıldığı nefsi hak olması hariç öldürmeyin, güç sahibine öldürmek için gitmeyin, sihir yapmayın, faiz yemeyin, iffetli kadınlara iftira atmayın, ordu ilerlediğinde arkanızı dönüp kaçmayın ve özellikle siz Yahudiler Cumartesi haddi aşmayın” Hemen ayağına ve ellerine yapıştılar. İkisi de dedi ki; “Şehadet ederiz ki sen Nebisin” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Sizi bana tabi olmaktan men eden nedir?” dediler ki; “Şüphesiz Davud rabbine zürriyetinden Nebilerin kesilmemesi için dua etmişti. Bizim korkumuz sana tabi olursak Yahudiler bizi öldürürler.”1 Şemsuddin İbnul Kayyım el-Cevziyye bu hadisle ilgili olarak şöyle der; “İşte Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in risaletine şehadet eden bu Yahudilerin İslamlarına hükmedilmedi. Onların sadece bunu ikrar etmeleri ve risaletinin sıhhatinden haber vermeleri, onların İslamlarını vacip kılmadı. Ancak eğer onun taatine iltizam etselerdi ve tabi olsalardı İslam’a girmiş olurlardı. Eğer kişi dese ki ‘Ben biliyorum ki o Nebidir, ancak ona tabi olmuyorum ve dinini din edinmiyorum’, işte bu zikredilenlerin ve başkalarının hallerinde olduğu gibi, bu gibi insanlar insanların en kâfirleridirler.2 İşte imanın 1 Sünen-i Tirmizi, Kitab’ul İstizan, Eli ve ayağı öpmek babı, Tirmizi dedi ki: Bu hadis hasen sahihtir. Hadis no : 2952 2 Kıssayı okurken eminim hepinizin içinden bu iki Yahudiye karşı bir sıcaklık olmuştur. Ancak İbn Kayyım onların insanların en kâfiri olmak ile 8 Ebu Ubeyde kalbin bilmesi ile beraber sadece mücerret dilin sözü ile ikrarı olmadığı konusunda ve bunun iman için yeterli olmadığında sahabe, tabiin ve sünnet imamlarının ittifakı vardır. Kesinlikle imanın içinde kalbin amelleri olan Allah için sevmek, ona boyun eğmek, onun dinine boyun eğmek, ona itaate iltizam etmek ve Resulüne tabi olmak vardır. İşte bu, imanı, mücerret kalbin bilmesi ve dilin ikrar etmesi sayanlara muhaliftir.”3 İşte insanların çoğunluğunun iman etmemesinin sebeplerinden bazıları bunlardır. Ya başka insanlardan korkmak ya da farklı nedenlerden dolayı bile bile tabi olmayı terk etmektir. Bu sebepler her topluluğun karakterine ve durumuna göre farklılık arz eder. Ancak ortak noktaları ise dünyalık sebeplerden dolayı, imanın gerekliliği olan kâfirleri terk edip, onlardan beri olma şartını yerine getirmemeleridir. İmam Şemsuddin İbnul Kayyım El-Cevziyye der ki; “İşte bu Ebu Talip ve emsallerini imandan alıkoyan şeydir. Onlar babalarını ve dedelerini yücelterek, atalarının şirk ve küfürlerine şehadet etmediler. Onların kendi nefisleri için seçtiklerini seçmediler. Anladılar ki, eğer İslam’a girerlerse onların akıllarını sefihlik ve sapıklıkla, onları ise kötülüklerin en kötüsü olan şirk ve küfür ile itham etmeleri gerekiyordu. Bunun için Allah’ın düşmanları ölümü sırasında Ebu Talip’e dediler ki; “Abdulmuttalib’in dinini terk mi ediyorsun?” ve onlarla itham etti. İnsanların çoğunluğu bugün hisleri ile hareket ederek insanlara İslam hükmü veriyorlar. 3 Miftahu Darus Saade (1/97) 9 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? son konuştuğu kelime ise “Abdulmuttalib’in dini üzeredir” sözü idi. Allah’ın düşmanları onu bu yönden bırakmadılar. Bildiler ki, Ebu Talip babası Abdulmuttalib’i tazim ediyordu ve onunla şeref, övgü kazanmıştı. Nasıl olurdu da böyle bir şeyi eksiklik ve kötüleme ile itham edebilirdi! Bunun için “Eğer Abdulmuttalib’in oğullarını kötülemek olmasa idi, gözlerin önünde bunu ikrar ederdim” ya da buna benzer bir söz söylemiştir. İşte bu, onun Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in dinini ve nübüvvetini ikrar etmesiydi. Ve kasidesinde bundan bahsetmiştir; "Şüphesiz iyi bildim ki Muhammed’in dini, yaratılmışların dinlerinin en iyisidir. Eğer kınama ve sövme olmasa idi bunu açıkça söyler bulacaktın beni.”4 İşte burada açıkça görüldüğü gibi insanların İslam’a girmekten döndükleri nokta, İslam’ı anladıktan sonra babalarının ve atalarının batıl yolda olduğu kanaatine varmaları ve bu çıkarım sonucunda da onlara bu küfrü yakıştıramamalarından dolayı hakkı inkâr etmiş olmalarıdır. Ne de çok böyle kıssalar yaşanmıştır. Siz tevhidi anlattığınız da “O zaman bizim babalarımız ateşte mi?” ya da “Bizim atalarımız kâfir mi öldüler?” diye sorularla karşılaşmışsınızdır. Ama âlemlerin rabbine yemin olsun ki gerçekten işte bu hakkın ta kendisidir. Çünkü aynı şeyi firavun da Musa aleyhisselam’a dedi. “Bizden 4 Miftahu Darus Saade (1/100-101) 10 Ebu Ubeyde öncekilerin durumları ne olacak?” diye sordu. İşte bu şeytanın insanın hakkı anladığını fark ettiği sırada onlara verdiği en sağlam vesvesedir. İnsanların çoğunluğunu bununla aldatarak haktan uzaklaştırmıştır. Aynı şekilde Heraklius’a da İslam’a girmek ağır geldi. Çünkü o Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in risaletinin hak olduğunu anlamıştı. Ancak bu kelimeyi ikrar ettiğinde ve bu doğruları tasdik ettiğinde, Hristiyanlardan beri olması ve uzaklaşması gerektiğini bildiği için, bu Hristiyanların kendi nefsinden olan insanlar olduğunu ve de eğer bu daveti kabul ederse mülkünün ve saltanatının yok olacağını bildiği için İslam’a girmemişti. Bunun için Melekler dediler ki; “Muhammed sallallahu 5 aleyhi ve sellem insanların arasını ayırdı.” Kadı İyad el-Endülüsi dedi ki; “Kur’an, hak ile batılın arasını ayırt ettiğinden dolayı ‘Kur’an’ olarak isimlendirildi. Ömer, bu sebepten dolayı ‘Faruk’ diye isimlendirildi. ‘Muhammed insanları ayırdı’ sözü ise ittiba eden müminler ile düşmanlık yaptığı ve alıkoyduğu kâfirlerin arasını ayırdığından dolayı söylenmiştir.”6 İşte bu kelimenin ne manaya geldiğini Esad ibn Zurare’de çok iyi anlamıştı. Kendisi akabe beyatına katılanların en küçüğü idi. Buna rağmen girdiği dini çok iyi anlamıştı 5 Sahihi Buhari, Kitabul İtisamı bil Kitabu ve Sunne, Bab İktidaus Sunneti Resullullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hadis no: 7281 6 Meşarigul Enbar Ala Sahahul Esar (2/153) 11 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ve demişti ki; “Ey Yesrib ehli! Biraz durun! Biz develerin ortasından yakalamadık.7 Ancak biz biliyoruz ki o Allah’ın Resulüdür. Onun bugünkü çıkışı, Araplardan toplu olarak ayrılmaktır. Hayırlılarınızın öldürülmesidir. Kılıçların çekilmesidir. Eğer siz bunlara sabreden kavim olursanız, ecriniz Allah katındadır. Ancak nefisleriniz için korkan, korkak bir kavim iseniz bunu açıklayın.”8 İşte kavmin en küçüklerinden biri olmasına rağmen Allah’ın basiret ve ilim ile rızıklandırdığı, bu küçük ama yüreği büyük sahabe ‘tevhidi ikrar etmenin’ bütün batıl dinlerden uzaklaşmak olduğunu çok iyi anlamıştı. Maalesef ki bugün yaşça daha büyük ama hem akılca hem de imanca çok aşağı seviyelerdekiler bu meseleyi anlayıp kavrayamadılar. Aynı şekilde İslam’ın, asılların aslı olan tevhidin, şirk ehlinden ve diğer bütün batıllardan uzaklaşmayı gerektirdiğini çok iyi anlayanlardan biri de Ebu Bekir radiyallahu anh idi. O da dedi ki; “ Bismillahirrahmanirrahim; Allah’ın Resulü’nün halifesi Ebu Bekir’den ulaşan herkese; Selam hidayete tabi olan, hidayetten sonra körlüğe ve delalete dönmeyenlerin üzerine olsun. Şüphesiz ben ondan başka ilah olmayan Allah’ı överim. Şehadet ederim ki O’ndan 7 Bu Araplarda bir deyimdir. Bununla kastedilen şey, bu yeni dine girmekle hep güzelliğin ve dünyanın süsünün gelmeyeceğini belirtmektir. 8 Müsnedi İmam Ahmed ibn Hanbel (11/ 454) 12 Ebu Ubeyde başka ilah yoktur ve ortağı da yoktur. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem onun kulu ve resulüdür. Onun getirdiği her şeyi ikrar ediyorum. Ondan yüz çeviren ve savaşan herkesi tekfir ediyorum…”9 İşte bu nedenlerden dolayı asrımızda insanların çoğunluğu tevhidin nurunu görüp, idrak ettikleri zaman, şeytan onlara bu kapılardan gelerek diğer bütün batıllardan beri olmaları gerekliliğini meşakatli göstererek, onları bundan vazgeçirmiştir. Ebu Cafer Et-Tahavi şöyle der; “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer la ilahe illallah der, kıblemize yönelir, kestiğimizi yer ve namazımızı kılarlarsa onların malları ve kanları bize haram olur. Ancak İslam’ın hakkı müstesnadır.”10 Bu delalet ediyor ki; kişinin Müslüman olması ve kâfirin malının helal olması ancak bütün küfür milletlerini terk ve onları inkâr ile olur.”11 Yine dedi ki; “Kâfir, la ilahe illallah’a şehadet edip, İslam dininin dışındaki bütün dinleri inkâr ederek, onlardan uzaklaşana kadar Müslüman ve İslam hükmü verilemez. Bu şartları yerine getirmeli ki İslam’ına hükmedilsin ve Müslüman olabilsin. Tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği gibi; Hüseyin ibn Nasr haber verdi ve dedi ki; bize Nuaym ibn 9 Tarihi Taberi (3/250), El Bidaye ve Nihaye (9/447-448) Süneni Nesai, Kanın haramlığı babı, Hadis no : 3967 11 Şerhu Meanil Asar 3/118, Kişinin Müslüman olması Babı 10 13 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Hammad haber verdi ve dedi ki; bize de Mervan ibn Muaviye haber verdi ve dedi ki; Ebu Malik Sad ibn Tarık ibn Eşyeme haber verdi ve oda babasından haber verdi ve dedi ki; Ben Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim. Dedi ki; “İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye, Allah’tan başka ibadet edilenleri reddedinceye kadar savaşmakla emir olundum. Bunu yaparlarsa, onların malları ve kanları İslam’ın hakkı müstesna haram olmuştur. Hesapları ise Allah’a kalmıştır.”12 Bize ibn Merzuk haber verdi ve dedi ki; Abdullah ibn Bekr haber verdi ve dedi ki; Behzü ibn Hâkim haber verdi ve dedi ki; o da babasından haber verdi ve dedi ki; oda dedesinden haber verdi ve dedi ki; Dedim ki, “Ey Allah’ın Resulü İslam’ın ayeti nedir?” Dedi ki; “Yüzümü İslam’a çevirdim dersen, ondan başkasını terk edersen, namazı kılar, orucu tutar, zekâtı verir ve müşriklerden Müslümanlara ayrıldın ise, işte 12 Bu hadis birçok hadis kitabında farklı lafızlarla varid olmuştur. Nesai’de şöyle geçmektedir; “İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmak ile emrolundum. Eğer bunu söylerlerse benden mallarını ve kanlarını korumuş olurlar. Ancak İslam’ın hakkı müstesnadır. Hesapları ise Allah’a kalmıştır.” (Süneni Nesai, 3971) Müslim’de ise şu lafızla geçmektedir; “İnsanlarla La ilahe illallah deyinceye, bana iman edinceye ve benim getirdiklerime inanıncaya kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunu yaparlarsa benden mallarını ve kanlarını korumuşlardır. İslam’ın hakkı müstesnadır. Hesapları ise Allah’a aittir.” (Sahihi Müslim, Kitabul İman 135) aynı şekilde Müslim’in Sahihinde bu hadisin başka bir rivayeti yer almaktadır. “ Her kim la ilahe illallah der ise kanı ve malı haram olmuştur. Hesabı ise Allah’a aittir.” (Sahihi Müslim, Kitabul İman 139) 14 Ebu Ubeyde bu ayettir.”13 Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Muaviye ibn Heyde’ye İslam’ın alameti nedir diye sorduğunda ki cevabı; “Yüzümü Allah’a döndüm demen, ondan başka dinleri terk ettim demen, namazı kılman, zekatı vermen ve müşriklerden Müslümanlara ayrılmandır” dedi. (‘Ondan başka dinleri terk etmen’ diye tercüme ettiğimiz kelime, Arapça ‘Tehella’ kelimesidir.) Tehella kelimesinin manası bütün dinleri terk ederek Allah’a yönelmektir. Bu sabit olmuştur. Her kim İslam’ın dışındaki dinleri terk etmez ise, bunun ile İslam’a girdiği bilinmez.”14 Ebu Cafer et-Tahavi başka bir yerde gene dedi ki; “İslam’a giriş, ancak İslam’a girişe delalet eden manalar ile ve diğer bütün milletleri terk etmek ile olur.”15 13 İmam Nesai Süneninde bu hadisi çıkardı. “Bize Muhammed ibn Abdilala haber verdi ve dedi ki; bize Mütemir haber verdi ve dedi ki; Behz İbn Hâkim’den duydum, babasından oda dedesinden haber veriyordu ve dedi ki; “Dedim ki; Ya Allah’ın Nebisi! (bu sırada parmaklarını gösteriyordu) Ben sana bunların adedinden az geldim. Sana ve senin dinine geldim. Şüphesiz ben Allah ve Resulünün öğrettiğinden başkasını anlamayan biriyim. Ben senden Allah için istiyorum ki, Rabbin seni bize ne ile gönderdi? Dedi ki; “İslam ile” dedi. Dedim ki: İslam’ın ayeti nedir? Dedi ki; “Yüzümü Allah’a döndüm demen, ondan başkalarından dönmen, namazı kılman, zekatı vermendir. Her Müslüman, Müslümana haramdır. İki kardeş birbirinin yardımcısıdır. Bir kimse Müslüman olduktan sonra müşrikleri terkedip, Müslümanların arasına gelmedikçe Allah onun amelini kabul etmez.” (Süneni Nesai, Kitabuz Zekât 2521) 14 Şerhul Meanil Asar (3/118-119) 15 Şerhul Meanil Asar (3/118) 15 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Çok açık bir şekilde herkes anlayabilir ki, insan diğer bütün dinlerden ancak kelimeyi şehadetin manasını bilmek ile beri olabilir. Kişinin mümin sayılabilmesi için, ancak bu itibar ile gelmesi lazım ki Müslüman olarak isimlendirilebilsin. Ancak müşriklerden ve onların batıl dinlerinden uzaklaşarak Müslüman olabilir. Eğer diğer dinlerden birinin sahih olduğunu zannederse veya bu konuda hataya düşmüş olanları İslam zannederse ve onlardan beri olmaz ise İslam’ın ehlinden sayılmaz. Allah subhanehu ve teâlâ haniflerin imamı olan İbrahim aleyhisselam’dan haber vererek dedi ki; “İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizi tekfir ediyoruz, bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir." -Yalnız, İbrahim'in, babasına: "And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez" sözü bu örneğin dışındadır- "Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik, dönüş Sanadır." Çok dikkatli bak kardeşim. Göreceksin ki Allah’ın bize örnek verdiği kimseler nasıl da müşriklerden beri olmayı, onların batıl ilahlarından beri olmanın önüne geçirmişlerdir. Öyle ki ey kardeşlerim, bugün bazıları ‘Bizde şirke buğz ediyoruz. Yeryüzünden şirkin kalkmasını istiyoruz ama şirk işleyenlere buğz etmiyoruz. Çünkü onlar cahiller’ diyerek şu gerçeği göz- 16 Ebu Ubeyde den kaçırıyorlar. Şirk, şirki işleyen ile var olur. Yani müşrik olmasa şirk olmaz. İşte bu İslam’ın ta kendisidir ve bunun dışındakiler ise batıldır. İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah ne de güzel söylemiştir; “Sen sevgilinin düşmanlarını mı seviyorsun? Bununla beraber birde ona sevgi mi iddia ediyorsun? Bunun imkânı yoktur. Aynı şekilde sevdiklerine mi düşmanlık yapıyorsun? Senin sevgin nerede kaldı, ey şeytanın kardeşi!”16 Allah sana rahmet etsin ya şeyh. Seni Firdevs ile rızıklandırsın. Bizi de sana komşu kılsın. Nasıl da Allah’ı sevdiğini iddia etmesine rağmen, onun düşmanı ve şirki işleyenler olan müşriklere buğz etmeyenleri ve onlardan beri olmayanları şeytanın kardeşleri ilan etti. Ne akıl ne de şeriat bundan başkasını kabul etmez. İslam, şirkten ve şirkin ehlinden beri olmak, onlara buğz etmek ve onları tekfir etmektir. Şeytan insanların ekserisine bu babtan gelerek onları fitneye düşürmüştür. Düştükleri fitne de şudur, batıl bir dinden genel olarak beri olmanın, o dinin itikadına sahip olanlardan beri olmayı kapsamadığını zannederler. Mesela şeytanın bu kardeşleri derler ki, “Bir adam komünizm veya demokrasiden 16 Kafiyetuş Şafiîye li İbn Kayyım (182) 17 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? beri olsa, ancak bu dinlerin tabilerinden beri olmasa, bu onun İslam’ına zarar vermez.” demişlerdir. Onların safsatalarından biri de, “Bir dinin batıllığına hükmettikten sonra, o dinin bütün ehline küfür ile itham etmemek İslam’a zarar vermez.” düşüncesidir. Bunlar iki zıt şeydir. İslam ve şirk bir arada bulunmaz. Ne zaman şirk girerse, İslam bozulur. Ne zaman İslam gelirse, şirk orada yoktur demektir. Muvahhid sadece şirkten beri olmaz. Aynı zamanda o, şirkin ehlinden de beri olan demektir. Ancak haniflerin ve muvahhidlerin imamı olan İbrahim aleyhisselam ve beraberindeki muvahhidlerin yaptığı gibi yapanlar, bu aslı yerine getirmişlerdir. Yeryüzündeki en büyük fesat, kâfirleri ve müşrikleri dostlar edinmektir. Ve onlara yapılacak en büyük dostluk, onları Müslümanlar kabul etmektir. Şüphesiz her kim müşrikleri tekfir etmez ya da küfürlerinde şüphe ederse ya da mezheplerini doğrularsa icma ile kâfir olmuştur. Bu icmayı şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab nakletmiştir. Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab der ki; “Allah'ın İslam ile nimetlendirdiği mümin! La ilahe illalah'ın manasını bildin. Sende bilirsin ki bunu diyen hak olamaz. Şöyle ki; “Ben şirki terk ediyorum ama müşriklere itiraz etmem, onlar hakkında bir şey söylemem.” İşte bu sözlerle sende bilirsin ki insan İslam'a girmiş olmaz. Bilakis kesinlikle onlara buğz etmesi, onları sevenlere buğz etmesi, onlara sövmesi17, onlara 17 Burada ki sövmekten kasıt örfde bilinen manası değildir. Başka bir yerde ki Şeyh Muhammed’in sözü bunu açıklamaktadır. Der ki; “Şüphesiz 18 Ebu Ubeyde düşmanlık yapması gerekir. İşte bu baban İbrahim'in yoludur. Ve onunla beraber olanlar da bu sözü söylediler: "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizinle bizim aramızda ebei olarak bir olan Allah'a iman edinceye kadar bir buğz ve düşmanlık başlamıştır." 18 "Her kim tağutu tekfir eder, Allah'a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa tutunmuştur." 19 Yine Allah azze ve celle dedi ki; "Andolsun biz her ümmete Allah'a kulluk edin tağuttan sakının diye bir peygamber gönderdik."20 Eğer biri; “Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e tabi oldum. Ancak Lat'a ve Uzza'ya ve Ebu Cehl'e itiraz etmem ve ‘Onlardan banane’ ” derse İslam'ı sahih olmaz.”21 Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ne zamanki onları şirkten sakındırdı ve zıttı olan tevhidi emretti. Bunu kerih görmediler ve sevdiler. Buna girmeyi kendi aralarında konuşurlarken onların dinlerine sövmeyi, âlimlerini cehaletle itham etmeyi anladıkları vakit Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e ve ashabına düşmanlık için kolları sıvadılar. Dediler ki; “Akılsızlık ile itham ediyor, dinimizi ayıplıyor ve ilahlarımıza sövüyor.” Malumdur ki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ne İsa’ya ne de annesine ya da meleklere veya salihlere sövmemiştir. Ne zaman ki, “Onlara dua edilmez, onlar fayda vermezler ve zarar da veremezler.” deyince bunu sövmek saydılar.” Mecmuatur Resailit Tevhid ve’l İman (355-356) 18 Mümtehine 4 19 Bakara 256 20 Nahl 36 19 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şeyh Abdurrahman ibn Hasen Ali Şeyh dedi ki; “Aynı şekilde kesinlikle müşriklerin tekfiri gereklidir. İşte bu la ilahe illallah şehadetinin ve ihlâs kelimesinin gerekliliğidir. Her kim Allah’a ortak koşarsa, onu tekfir etmeden la ilahe illallah’ın manası tamamlanmış olmaz. Sahih hadiste geldiği gibi; “Her kim la ilahe illallah der, Allah’tan başka ibadet edilenleri red ederse, kanı ve malı haram olmuştur. Hesabı ise Allah’a kalmıştır.”22 Buradaki ‘Allah’tan başka ibadet edilenleri reddederse’ lafzından kasıt nefyi tekit etmektir. Mal ve kan ancak bununla korunur. Bunda şüphe eden tereddüt edenin malı ve kanı korunmuş olmaz.”23 Şeyh Hamid ibn Atik, Ali İmran suresi 28. ayetin tefsirinde şöyle demiştir; “Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır.” 24 Allah subhanehu ve teâlâ müminleri, kâfirleri dost edinmekten nehyetti. ‘Her kim böyle yaparsa’ yani her kim kâfirleri dost edinirse, Allah ile arasında hiçbir şey yoktur. Yani Allah ondan beri olmuştur. O da Allah’tan beri olmuştur. İşte bu 21 Mecmuatul Fetava ver Resailul Ecvibe (126) Sahihi Muslim, Kitabul İman 139 23 Durerus Seniyye fi Ecvibetin Necdiyye (2/206) 24 Ali İmran 28 22 20 Ebu Ubeyde şiddetli bir ceza ile korkutmadır. Bu tevhidi ve İslam’ı korumak içindir.”25 Hafız ibn Kesir dedi ki; “Yeryüzündeki fesatlardan biri de müminlerin kâfirleri veli edinmesidir. Allah’ın dediği gibi; “İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.” 26 İşte Allah bu şekilde kâfirler ile müminler arasındaki dostluğu kesmiştir. Allah’ın dediği gibi; “Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?”27”28 Allame Şemsuddin ibn Kayyım El-Cevziyye, Kâfirun suresinin vasıflarını anlatırken dedi ki; “Altıncı mesele ise; bu surenin derin bir iptali kapsamasıdır. İşte bu büyük ve yüce olan sureye hastır. İşte bu sure, şirkten beri olmanın vasfında da belirtildiği gibi şirkten beri olmanın en bariz göstergesidir. Burada kast edilen yücelik ise muvahhidler ve müşrikler arasındaki istenen ayrılıktır. Bu yüzden, istenen beraatin doğrulanması için bunun yanında bir nefiy ile gelmiştir. Bununla beraber bu açık ispatı da kap25 Sebiylun Necat ve Fukkak min Muvalatil Mürteddiyne ve Ehlil İşrak (259) 26 Enfal 73 27 Nisa 144 28 Tefsiru İbn Kesir (1/181) 21 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? samaktadır. ‘Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.’ İşte bu derin bir beraattir. ‘Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz’. Onun ibadet ettiği mabudun, onların ibadetinden beri olduğunu ispattır. İşte ispat ve iptalin kapsadığı şey, haniflerinin imamının sözüne mutabıktır; “Ben sizin ibadet ettiklerinizden beriyim. Ancak beni yaratan hariç ben ondan beri değilim.”29 Aynı şekilde muvahhid gençlerin sözlerine de mutabıktır; “Ne zaman ki onlardan ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinden uzaklaştılar…”30 Bu la ilahe illallah’ın nizamıdır. Bunun için Nebi sallallahu aleyhi ve sellem sabah ve akşam namazlarının sünnetinde ihlâs suresi ile bunu okurdu. İşte bu iki sure ihlâs suresidir. Çünkü bu ikisi kulun ancak onun ile kurtulabileceği ve felaha ulaşabileceği iki şeyi kapsamaktadır; İlim ve itikat tevhidi, bu Allah’ı her türlü şirkten ve küfürden tenzih etmektir. Aynı şekilde çocuğunun olmasından, baba olmasından tenzih etmektir. O tektir. Doğmamış olması bunun furudur. Doğrulmamış olmasıda bunun aslıdır. Hiç kimsenin ona benzer ve mukabilinde olmaması demektir. Bununla beraber o Samed’tir ki, bütün kemal sıfatları kendinde toplamıştır. Bu sure kemal sıfatlarından olan celaliyetini ispatı da kapsamaktadır. Asıl olarak, şubesi olarak ve denklik olarak her türlü şirkten nefiydir. İşte bu itikatın ve ilmin tevhididir. 29 30 Zuhruf 26-27 Kehf 16 22 Ebu Ubeyde Kasıt ve irade tevhidi, ancak ona ibadet etmektir. İbadetinde ondan başkasını ona ortak koşmamaktır. Bilakis onun tek mabud olduğunu göstermektedir. Kâfirun suresi bu tevhidi kapsamaktadır. Bu iki sure tevhidin iki kısmını da özetleyerek kapsamaktadır.”31 Ta ki şuraya kadar devam etti ve dedi ki; “ … Dokuzuncu mesele ise; ‘Sizin dininiz sizedir, benim dinim bana’ sözünün faydası nedir? Bu geçen mananın üzerine ziyade midir? Denilir ki; bunda Allahu âlem hikmet vardır. Birinci nefiy ondan başkasının tasavvur edilemeyeceği beraati ifade eder. Onların ibadet ettiklerine ibadet etmemesi gerekir. Aynı zamanda onlar, onun mabuduna kul olmamaları gerekir. Ve aynı zamanda surenin sonu, onların hazları ve nasipleri olan, taksim ettikleri şirkleri ve küfürlerini nefyetme yönünü de ispat etmektedir. İşte bu yerini taksim eden kişinin kendisi dışındakine; “Bu benim sınırımdır, haddini aşma ve bende senin sınırını aşmayayım. Senin yerin sana, benim yerim bana.” demektir. Bu ayet aramızdaki sınırları taksim etmeyi de kapsamaktadır. Yani bize nasibimiz olan ve Allah’a ortak koşmayanlara taksim edilen tevhid ve iman isabet etti. Size ise Allah’a şirk koşmak ve küfretmek isabet etti.”32 Dedi ki; “On birinci mesele; buradaki onun dininin onun olması ve kâfirlerin dinlerinin onların olmasını ikrar mensuh 31 32 Bedaiul Fevaid (1/242-244) Bedaiul Fevaid (1/245-246) 23 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? mudur, yoksa ona özel midir, ya da ayette nesh yok mudur ve yahut ona has değil midir? İşte bu şerefli mesele, zikredilen en önemli meselelerdendir. Birçokları bu sureyi karıştırarak zannettiler ki kılıç ayeti ile bu ayetler nesh edilmiştir. Bu ayet onların dininin onların olduğunu ikrar içindi diye zannetmelerinden dolayıdır. Bazıları ise bunun ehli kitaba has olduğunu söylediler. İşte bu iki görüşte hatadır. Sure de ne nesh vardır, ne de tahsis vardır. Bilakis o genel olarak bilinen ve nassı korunan bir suredir. İşte bu sure kapsadığı şey gereği, neshin girişini imkânsız kılar. Çünkü resullerin ortak daveti olan tevhid, bu davete neshin girmesini imkânsız kılar. İşte bu sure tevhidi özetlemiştir. Geçtiği gibi bu yüzden İhlâs suresi olarak isimlendirilmiştir. Bu hatanın doğmasının sebebi, onların dinini ikrar etmeyi gerektirdiğini zannetmeleridir. Sonra bu ikrar kılıç ile izale oldu ve mensuh oldu dediler. Bazıları da dediler ki, bu bazı kâfirlerden izale oldu ki, o kâfirlerde kitabı olmayanlardır. Dediler ki, bu mahsustur. Maazallah ayetin onları ve onların dinlerini ikrarı gerektirmesi ebedi olarak mümkün değildir. Bilakis Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bu beraati işin başında, ona ve sahabesine yapılan en şiddetli zorluklar döneminde bile onların onları ayıplamasını, dinlerini ayıplamalarını, dinlerini kötülemelerini, ondan nehyetmelerini, onları tehdit etmelerini ve onları cehennem ile korkutmalarını hiçbir zaman terk etmemiştirlerdir. 24 Ebu Ubeyde Resulullah (s.a.v)’den ilahlarını ve dinlerini ayıplamayı zikretmekten vazgeçmesini talep ettiler. Ancak o bu isteklerinden yüz çevirdi. Aksine dinlerini ayıplamaya ve onları inkâra devam etti. Nasıl olur da bu ayet onları ikrarı kapsamaktadır denir. Bu batıl zandan Maazallah (Allah korusun!). Şüphesiz ayet geçtiği gibi kesin bir beraati gerektirir. Onların üzerinde oldukları dine hiçbir zaman muvafakat etmeyeceklerini açıklamaktadır. Bunun, müşriklerin kendilerine has olan batıl dinleri olduğunun, Allah'tan başkasına ibadetlerinde onlara ortak olmayacaklarının ve aynı zamanda da müşriklerin resullerin hak dinlerinde onlara asla uymayacaklarının beyanını kapsamaktadır. İşte bu beraatin gayesidir. Bilakis bu ayet müminler ve kâfirler arasında Allah’ın onlardan kullarını ve beldelerini temizlemesi noktasında muhkem ve sabit bir ayettir.”33 Allah’ın beldelerinin, kâfirlerden ve müşriklerden temizlenmesi ve muvahhid kulların bunların arasından temizlenerek çıkarılması, ancak onları tekfir etmek, onlardan beri olmak ve onların batıl üzere olduklarına itikat etmek ile olur. Allah en büyüktür. Bunlar ne yüce ve büyük sözler. İşte bunlar, İslam’ı sadece şirkten beri olmak zanneden cahillere en açık ve en keskin cevaplardır. İslam sadece şirkten beri olmak demek değildir. Aynı zamanda o şirkin mimarı ve şirki işleyen olan müşriklerden beraati de kapsamaktadır. Bu da tevhidin ikinci kısmıdır. Şirkten beri olduğunu söylemesine 33 Bedaiul Fevaid (1/247-248) 25 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rağmen müşrikleri Müslüman sayan, onlara İslam ismini veren ve onlara az önceki surenin tefsirinde belirtildiği gibi Allah’ın emri yerine getirilerek, surenin muhtevası olan müşriklerden beri olmayı yerine getiremeyenler İslam’ın özünü anlayamamışlardır. Asıl cehalet, bilmeyerek şirk koşmak değil, o şirki bilmeyerek işleyen müşriği Müslüman olarak isimlendirmektir. La havle vela kuvvete illa billah. Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “İşte bu imanın ve tevhidin, kalbin sevgisi gibi kalbin ameli olmadan tahakkuk etmeyeceğini gösterir. Aynı zamanda dini Allah’a has kılmayı gerektirir. Amel olmadan din olmaz. Şüphesiz din, itaat ve ibadeti kapsamaktadır. Şüphesiz Allah ihlâs suresi olan Kâfirun ve ihlâs surelerini indirmiştir. Onlardan biri söz ve ilim tevhididir. İkincisi ise irade ve amel tevhididir. Birincisinde dedi ki; “De ki: O Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O'na denk değildir.”34 Allah bu tevhidi söylemesini emretti. İkincisinde de dedi ki; “De ki: "Ey kâfirler! "Ben sizin taptıklarınıza tapmam." "Benim taptığıma da sizler tapmazsınız." "Ben de sizin tap- 34 İhlâs suresi 26 Ebu Ubeyde tığınıza tapacak değilim." "Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz." "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."”35 İbadeti Allah’a has kılmayı ve Allah’tan başkasına ibadetten beri olmayı vacip kıldığını söylemesini emretti.”36 İbn Teymiyye’nin dediği gibi, ibadeti Allah’a has kılmanın ve Allah’tan başkasına ibadetten beri olmanın vacipliği bize şunu gerekli kılar; kâfirleri tekfir etmek, görüşlerini doğrulamamak, dinlerini doğrulamamak, onlardan ve dinlerinden beri olmak, onlara buğz etmek. İşte bu dinin aslı ve tevhidin gayesidir. Senelerdir insanlara İslam adı altında, kendi heva ve isteklerini anlatanların iddialarının batıl olduğunun en büyük delilleri bunlardır. İbn Teymiyye aynı şekilde başka bir yerde de şöyle söyler; “Şüphesiz Allah’ın kendilerine indirdiğine iman etmeyen ehli kitap kâfirdirler. Onların hakkında küfürlerine şehadet edildi ve onlar ile cihad emredildi. Onları tekfir etmeyenler de kâfir kılındılar ve onlarla cihad etmekte vacip kılındı.”37 Eğer bunları anladıysan şunu göreceksin, İslam’a giriş ancak Allah’ın dışında ki her şeyden, ulûhiyyetin ve rububiyyetin vasıflarını zorla çekip çıkarıp almaktır. Aynı şekilde Allah Resulünün sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki her beşerden tabi olunmayı zorla söküp almaktır. Şehadetin hakkını 35 Kâfirun suresi Mecmuatul Fetava (10/273-274) 37 El Cevabus Sahih Limen Beddele Dinil Mesih (3/23) 36 27 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? yerine getirmeyen ve bunu bozanlardan, bunlara muhalefet edenlerden de dostluğun aslını zorla söküp almaktır. Her kim bu dine muhalefet ederek, dininin aslını bozanlara dostluk beslerse, mümin olduğuna itibar edilmez. İşte bu, Allah’ın önünden ve arkasından batılın yaklaşamayacağı apaçık kitabındaki apaçık hükmüdür. Öyle ki, Allah İsrail oğullarından birçok kâfirin başka kâfirleri dost edinerek kâfir olduklarını ve “Eğer onlar Allah’a, peygamberine ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, o müşrikleri dost edinmiş olmazlardı.” diye beyan ederek onları kötülemiştir; “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin önlerine sürdüğü ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir, onlar azap da temellidirler. Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kur’an'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fasıktır.”38 İşte bu yüzden İslam ehline dostluk ve küfür ehline düşmanlığın tahkiki, tevhidin aslıdır ve tevhid ancak bunun ile sıhhat bulur. Her kim kâfirlere dostluk ile beraber Allah’a, resulüne ve ona indirdiğine iman iddiasında olursa, o iman davasında yalancıdır. Bunun için ey Allah’ın kulu, sana düşen ve vacip olan şey, şirkten ve şirk ehlinden beri olmaktır. Bunun38 Maide 78-81 28 Ebu Ubeyde la Allah seni kurtulanlardan ve nimet cennetlerine girenlerden kılacaktır. Allah hem seni hem de beni onlardan kılsın. İyi bil ki, küfür genel olarak ya cehalet sebebi39 ile olur veya fasit bir tevil ile olur, yahut inat ile olur. Bazen bu Allah’ın dininden yüz çevirmek ile olur. Ama iblisin âlimleri, küfrü inat ile sınırlandırdılar. Her ne kadar küfrün çeşitleri vardır deseler dahi, iş tatbike gelince yine bu sözlerini yaladılar ve küfrün diğer çeşitlerini işleyenleri inatçı olmama nedenlerinden dolayı özürlü, mazur kılmaya çalıştılar. Müşriklere İslam sıfatı vermek adına tevilin her çeşidini özür kıldılar. Şehadet kelimesini söyleyen herkesi Müslüman kıldılar. Bu nedenden dolayı onlara velanın bazı şubelerini sarf ettiler. Seneler boyu akıllarınca tevhid anlattılar veya anladılar ama müşrikler ile her türlü muamelata girdiler. Onların tekfirleri sadece sayfalarda ve kurumuş mürekkeplerde kaldı. Ne hayatlarını ne de insanlarla olan ilişkilerini değiştirmedi. 39 İbn Kayyım dedi ki; “Kur’an, ilmin zorla alınması ve kâfirlerin kafir olduklarının bilinmesi ile doludur. Bazen onları bilmeyenler olarak vasıflandırmıştır. Bazen akıl etmeyenler olarak vasıflandırmıştır. Bazen onları şuur edememek ile vasıflandırmıştır. Bazen de onları fıkıh edemeyenler olarak vasıflandırmıştır. Bazen de onları işitmeyenler olarak vasıflandırmıştır. Nefyedilen işitmekten murat anlayışın işitmesidir. O da kalbin işitmesidir. Yoksa sesin ulaşması değildir. Bazen de onları görmeyenler olarak vasıflandırmıştır. İşte bunların hepsi, ilmin iptal edicisi olan cehaleti küfre lazım kılmıştır. Bu ikisi asla bir araya gelmez. Bu yüzden Allah kâfirleri cahiller olarak isimlendirdi; “Rahman'ın kulları yeryüzünde mütevazı yürürler. Cahiller kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.” Miftahu Darus Saade (1/92) 29 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şeyhulislam ibn Teymiyye dedi ki; “İman ismindeki hata, bidatçinin isimlendirilmesindeki hata ve diğer esmadaki hatalar gibi değildir. Öyleyse dünya ve ahiret ahkâmı, iman, İslam, küfür ve nifak isimleri ile alakalıdır.”40 Her kim ki müşrikler ile Müslümanları birbirinden ayırt etmez ise Müslüman olamaz. Müşrikleri dost edinmiş, tevhidini bozmuştur. “Biz Müslümanlar ile mücrimleri bir mi tutarız? Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?”41 Kadı İyad el-Endülüsi dedi ki; “Bunun için her kim İslam milletinin dışında başka bir dini din edineni tekfir etmezse, ya da başka milletlerden olanları tekfir etmezse, onlar hakkında duraksarsa, onların görüşlerini doğrularsa, bununla beraber İslam’ı ve onun itikadını izhar etse dahi İslam’ın dışındaki bütün batıl görüşlerin iptal olduğuna itikat etmediği müddetçe, o da onlar gibi kâfirdir.”42 *** 40 Mecmuatul Fetava (7/395) Kalem 35-36 42 Şifa Li Kadı İyad (2/286) 41 30 Ebu Ubeyde TEKFİRİN FAYDALARI Her muvahhid tevhid ehlinin, tekfirin iki büyük faydası bulunduğunu bilmesi gerekir. Tekfirin faydalarını iki başlık altında irdeleyeceğiz; 1) Tekfirin zatında faydaları 2) Tekfirin zatının dışındaki faydaları 1) Tekfirin Zatındaki Faydaları Allah’ın bize emretmiş olduğu, kâfirlerin tekfiri emrinin yerine getirilerek, Allah’ın rızasının kazanılmasıdır. Allah 43 subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyurur; “Deki; Ey Kâfirler…” Bu ayetteki “De ki” lafzı emir fiili ile gelmiştir. Bununla beraber usulde bilinen en açık kaidelerden bir tanesi gündeme gelir. O da; “Emir vacipliği gerektirir” kaidesidir. Abdulkerim Zeydan der ki; “Cumhur dedi ki; Emir mutlak olarak vacipliğe delalet eder. Manası mecaz değil ve hakiki ise vacipliğe delalet eder. Emir, vaciplikten ancak başka bir karine ile çıkarılır.”44 Yani bir ayet veya hadis emir fiili ile gelirse, bu emrin vacip olduğunu gösterir. Yani terk eden günahkâr olur ve Allah katında sorumluluk sahibi olur. Yalnız bazen aynı mesele ile ilgili gelen başka rivayetler, emir fiilini müstehap yapabilir. 43 44 Kâfirun 1 El-Veciz (294) 31 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Ayrıca bazılarının dediği gibi buradaki emir sadece Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmemiştir. Bu bütün ümmeti de kapsamaktadır. Abdulkerim Zeydan der ki; “Allah’ın nebisine olan hitabında asıl olan ümmetinin de bu hitaba dâhil olmasıdır. İstisna yapılan durumlar dışında bu böyledir.”45 Yani onu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e has kılacak başka bir karine gelene kadar asıl olan, ümmetin de bu hitabın içine girmiş olmasıdır. Bu meselede ise istisna yapıldığına dair hiçbir nas mevcut değildir. Şeyh Hamid bin Atik şöyle der; “Allah, resulüne kâfirlere şöyle demesini emretti; “Ben sizin üzerinde olduğunuz dinden beriyim. Benim üzerinde olduğum dinden ise, siz berisiniz.” Burada murat onların küfür üzere olduğunu açıklamaktır. Şüphesiz o, onlardan ve onların dininden zaten beriydi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e tabi olanların da bu sözü söylemeleri gerekir. Dinini ancak bunun ile izhar etmiş olurlar. Bunun için, sahabe bunu öğrendiği ve müşrikler onlara eza ettikleri zaman, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onlara Habeşistan’a hicreti emretti. Eğer müşrikler hakkında susmanın ruhsatı olsa idi, onlara yabancı bir beldeye hicret etmelerini emretmezdi.”46 Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur; 45 46 Usulud Davet (308) Sebiylun Necat Minel Murteddiyn ve’l Etrak (67) 32 Ebu Ubeyde “Her kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmış olur”47 Muhammed ibn Abdulvehhab bu ayet hakkında der ki; “Tağutu inkâr etmenin manası; Allah’tan başka itikad edilen her ağaçtan, cinden, taştan ve insandan beri olmandır. Bunların hakkında küfürde olduklarına dair şehadette bulunmandır. Baban veya kardeşin de olsa dalalette olduklarını söyleyip, onlara buğz etmendir.”48 Yine başka bir yerde dedi ki; “Tağutu inkâr etmenin sıfatı, Allah’tan başkasına ibadetin batıllığına inanman, onu inkâr etmen, ona buğz etmen, ehlini tekfir etmen ve onlara düşmanlık etmendir.”49 Tekfir, her asır ve zamanda Salihlerin yoludur. Bunun delili ise Kehf suresindeki ayetlerdir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur; “Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratanı, sonunda da seni insan kılığına koyana kâfir mi oldun? İşte O, benim Rabbim olan Allah'tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam.”50 Bu kişi arkadaşına küfür olan sözlerden birini söylemesi üzerine arkadaşı hemen ona “Seni insan kılığına koyana kâfir 47 Bakara 256 Durerus Seniyye (2/121) 49 Mecmuatu’t Tevhid (36) 50 Kehf 37-38 48 33 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? mi oldun” diyerek, onun bu sözü ile küfre girdiğini belirtmiştir. Aynı şekilde tekfir bütün resullerin yoludur. Allah subhanehu ve teâlâ der ki; “İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı tekfir ediyoruz, bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanıncaya kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir." -Yalnız İbrahim'in, babasına: "And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez" sözü bu örneğin dışındadır- "Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik, dönüş Sanadır."51 Tabii ki İbrahim aleyhisselam müşrik babasına ilk başta istiğfar etmeye niyetlenmişti. Ancak daha sonra Allah subhanehu ve teâlâ onu bundan men etti. İcma ile müşrik için istiğfarda bulunmak caiz değildir. Ayrıca bu ayette dikkat edilmesi gereken husus şudur. İbrahim aleyhisselam ve beraberinde olanlar ilk önce tağutun kullarını tekfir etmişler, ondan sonra da tağutu tekfir etmişlerdir. Bugün ise nice insanlar var ki tağutları tekfir etmelerine rağmen tağutların kullarını tekfir edememektedirler. Ebu Bekir’in İslam oluşu hakkındaki rivayetler de tekfirin Nebilerin yolu olduğunu gösterir. İslam’a gireceği zaman Ebu 51 Mümtehine 4 34 Ebu Ubeyde Bekir dedi ki; “Ey Muhammed! Kureyş hakkında söylediklerin doğru mu? Sen ilahlarımızı terk etmişsin. Bizleri akılsızlık ile itham etmişsin. Babalarımızı da tekfir ediyormuşsun?” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Tabii ki. Ben Allah’ın resulüyüm. Ben onun risaletini ulaştırıyorum. Ey Ebu Bekir! Ben seni, Allah’ı birleyerek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaya çağırıyorum. O’nun taati üzere dostluğa çağırıyorum.” Daha sonra ona Kur’an okudu ve o da Müslüman oldu.”52 İmam Berbehari, kişinin işlediğinde İslam’dan çıkacağı amelleri saydıktan sonra der ki; “Eğer biri bunlardan birini yaparsa, sana vacip olan onu İslam’dan çıkarmaktır.” Âlimler kitaplarında 400'den fazla İslam’ı bozan unsur zikretmişlerdir. Ve bugün de bu küfürlerin suretlerini Allah subhanehu ve teâlâ daha iyi bilir ki onlar saymakla bitmez. Ebu Bekir radiyallahu anh riddet günlerinde insanlara yazdığı mektupta da, bunun Salihlerin yolu olduğunu tekrar göstermiştir. Dedi ki; “Bismillahirrahmanirrahim; Allah’ın Resulü’nün halifesi Ebu Bekir’den ulaşan herkese; Selam hidayete tabi olan; hidayetten sonra körlüğe ve delalete dönmeyenlerin üzerine olsun. Şüphesiz ben ondan başka ilah olmayan Allah’ı överim. Şehadet ederim ki ondan başka ilah yoktur ve ortağı da yoktur. Muhammed onun kulu 52 Siyretu İbn Kesir (1/433), Siyretu’l Halebiyye (1/444) 35 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ve resulüdür. Onun getirdiği her şeyi ikrar ediyorum. Ondan yüz çeviren ve savaşan herkesi tekfir ediyorum…”53 Bu örnekte de görüldüğü gibi daha dün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem yaşarken onun safında olan, ancak o öldükten sonra saflarını değiştirenlerin hükümleri noktasında sahabe nasıl da tereddütsüz. 2)Tekfirin Zatının Dışındaki Faydaları a) Yöneticiler ve halleri ile alakalı durumlarda Müslüman yöneticiye yardım etmek, ona itaat etmek ve onunla beraber olmak vaciptir. Ona karşı çıkmak caiz değildir ta ki küfür izhar edene kadar. Ancak yönetici kâfir ise onu azletmek, ona karşı çıkmak ve Allah’ın şeriatının ikamesi için çalışmak, o zaman vacip olur. Bu yüzden yöneticinin hükmü noktasında tekfir hükmü gereklidir. Bunun vacip olduğundan bahseden ilim ehli; 1. İbn Hacer; Fethul Bari 13/123 2. İmam Nevevi; Şerhu Muslim 12/229 3. İbn Teymiyye; Sarimul Meslul 13/216 4. Şevkani; Devaul Acil fi Defil Aduv 33-35 5. Hamid ibn Atik; Sebiylun Necat 412 6. Abdulkadir el-Avde; Teşri’il Cenai 2/232 53 Tarihi Taberi 3/250 36 Ebu Ubeyde b) Velayet ahkâmı ile alakalı durumlarda Kâfirin Müslüman üzerindeki vekâleti sahih olmaz. İbn Kudame el-Hanbelî’nin zikrettiği gibi kâfir Müslümana veli, kadı ve namazda imam olamaz.54 Aynı şekilde nikâhta da kâfir bir baba, Müslüman bir çocuğa veli olamaz. c) Nikâh ahkâmı ile alakalı durumlarda Müslüman biri kesinlikle kâfir biri ile nikâhlanamaz. Bu yüzden kişilerin tekfiri yine gündeme gelir ki kesinlikle müşriklerle nikâh caiz değildir. d) Miras meselesi ile alakalı durumlarda Dinin farklı olması mirasın engellerindendir. Bu meselede malum bir ihtilaf söz konusudur. Ancak cumhurun yanında kâfir babadan miras almak ve kâfir çocuğa miras bırakmak caiz değildir. Ancak İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi bazı âlimler sahabenin büyüklerinden olan Muaz bin Cebel gibi âlimlere dayandırdıkları görüşlerinden dolayı, kâfir babadan eğer muharip kâfir ise- miras almanın caiz olduğu görüşüne gitmişlerdir. Allah daha iyisini bilir. e) Kanlar ve Kısas ahkâmı ile alakalı durumlarda Bir Müslüman kâfire karşılık öldürülmez. Muharip bir kâfirin veya mürtedin hata ile veya kasten öldürülmesinden dolayı diyet ve kefaret gerekmez. Ama Müslüman için bunun zıddıdır. 54 El Muğni 3/32-33 37 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? f) Cenaze ahkâmı ile alakalı durumlarda Kâfirin cenaze namazı kılınmaz, ölüsü yıkanmaz ve Müslümanların kabrine gömülmez. Müslüman’ın aksine kabrinin başında durulmaz. g) Dostluk ve düşmanlık ile alakalı durumlarda Kesinlikle müşriklere ve kâfirlere dostluk göstermek caiz değildir. Aynı şekilde külli bir beraat ile müminden uzaklaşmak da caiz değildir. Buna benzer daha birçok mesele vardır. Bu meselelerin hepsi de tekfir meselesine bağlı olan ve onun sonucuna göre insana ahkâmı bina ettiren bir ıstılahtır. Bizler bu bahsi Allah’ın şu sözü ile noktalandırmakta hayır görüyoruz ve kâfirleri cennet ehli yapan muhaliflerimize ışık tutmasını diliyoruz. Allah onları ve bizi doğruya hidayet etsin. “Kendilerini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?”55 *** 55 Kalem 35-36 38 Ebu Ubeyde ALLAH RESULÜNÜN İLK ÖĞRETİSİ Ali radiyallahu anh 'ın İslâmı kabul etmesiyle ilgili vakıa Hafız İbn Kesir ve İbn İshâk'ın eserlerinde ayrıntılı biçimde yer almıştır. Bunu şöyle özetleyebiliriz. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hz. Hatice'nin gizlice namaz kılmaya başlamalarının ertesi günü, Ali radiyallahu anh onları namaz kılarken gördü. Ne yaptıklarını sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bu Allah'ın dinidir. Bunu Allah kendisi için benimsemiş ve bununla beraber peygamberlerini göndermiştir. O halde, seni Allah'ı tek olarak tanımaya ve Lât ile Uzza'yı reddetmeye (tekfir etmeye) davet ediyorum." O sıralarda yaşı sadece on olan Ali radiyallahu anh , "Ben böyle bir şeyi ilk defa duyuyorum. Benim bu hususla herhangi bir adım atmamdan önce babamın onayı gerekmektedir. Önce onun fikrini alayım." Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o sırada sırrının ortaya çıkmasını istemiyordu. Bu yüzden, "Eğer bu dini kendi başına kabul etmiyorsan, bunu başkalarından gizli tut" diye öğütte bulundu. Ali radiyallahu anh o gece beklemeyi uygun buldu. Ama Allah O'nun kalbinde İslam sevgisini doğurdu. Bu suretle sabah Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 'e giderek, "Dün beni neye davet etmiştiniz?" diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Senin Allah'ı tek ve ortaksız olarak kabul etmeni ondan başka bir ilah olmadığını kabul etmeni, Lât ile Uzza'yı reddetmeni (tekfir etmeni) ve Allah'a ortak koşulan diğer bütün varlıklardan bağını koparmanı istemiştim" dedi. 39 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Ali radiyallahu anh bu nasihati derhal kabul etti, ama babası Ebu Talib'ten korktuğu için Müslümanlığını bir müddet gizli tuttu. Bu süre içinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kılmaya devam etti. Ali radiyallahu anh 'ın Müslüman olmasında dikkat çekilen nokta Allah Resulünün sallallahu aleyhi ve sellem on yaşındaki çocuğa Allah’ı birlemesiyle birlikte, Lat ve Uzza putlarını inkâr (tekfir) etmeye davet etmesidir. Allah Resulü küçük bir çocukta tevhidin gerçekleşebilmesi için tekfiri şart görmüş ve neyi inkâr edeceğini isim olarak belirtmiştir. Yine sahabelerin çocuklarına (Amentu billahi ve kefertu bittağut) “Allah’a iman ettim ve tağutu tekfir (inkâr) ettim’’ sözünü ısrarla öğrettikleri görüyoruz. Ey kardeşim! Zamanımızda kendilerine Müslüman diyenlerin, kendilerini tekfirden oldukça sakındırdıklarını görürsün. Hâlbuki Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabelerin de çocuklarına bu öğretiyi aşıladıklarını yukarıda gördün. Öyle ki kardeşim, bu hadiseler bize onların bu itikada ne kadar ehemmiyet verdiklerini, bunda da yaş sınırı aramadıklarını ve tekfiri bu dinin olmazsa olmazı olarak gördüklerini gösterir. Onlara da emredilen bu değil miydi? Şu ayete dikkat et kardeşim, “O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa’’56 56 Bakara 256 40 Ebu Ubeyde Yine kelime-i tevhidde olduğu gibi “La ilahe (nefy) illallah (ispat)’’ şimdi bizden rabbimizin emrettiği şeyi yapmamamızı veya bunda aşırı gitmememizi istiyorlar. Biz ise rabbimizin bize emrettiğini yapmamaktan ve bunda aşırılığa gitmekten O’na sığınırız. Ebu Bekir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile karşılaşınca ona şöyle dedi; "Kureyşliler senin hakkında, “Bizim ilahlarımızı reddediyor, fikirlerimizi kıt görüyor ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylüyorlar. Bu doğru mu?" Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, "Evet" cevabını verdi.”57 *** 57 Siyeri İbn Hişam 41 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? MUAYYEN TEKFİR ÖRNEKLERİ Hallal es-Sunne’de şöyle nakleder; “Ebu Abdullah (Ahmed bin Hanbel) şöyle dedi; Bize ulaştığına göre Ebu Halid, Musa bin Mansur ve benzerleri hasımlarımızın yanında oturarak, bizim sözümüzü ayıplıyorlar ve şöyle diyorlar; ‘Kur’an ne mahlûktur, ne de mahlûk değil’ Ayrıca tekfir ile ilgili görüşlerimizi de kınayarak, hariciler gibi düşündüğümüzü iddia ediyorlar.’ Ebu Abdullah bunları söylerken öfkeli birisi gibi tebessüm ediyordu.”58 İmam Ahmed bin Hanbel, bir adamın “Kur’an’ın lafızları mahlûktur. Kim Kur’an’ın lafızları mahlûk değildir derse kâfirdir” sözünü duyunca dedi ki; ‘Bilakis o kendisi kâfirdir. Allah onu kahretsin.59 İmam Ahmed’in yanına iki adam gelir. İmam Ahmet onlardan birisine “Allah’ın ilmi hakkında ne dersin?” diye sorar. Adam ‘Allah’ın ilmi mahlûktur’ deyince İmam Ahmed adama ‘Sen kâfir oldun’ demiştir.60 İmam Şafiî “Kur’an mahlûktur” diyen bir kimseye; “Sen yüce olan Allah’a kâfir oldun” demiştir.61 İmam Zehebi, Kitabul Arş isimli eserinde şöyle nakleder; “Cehmin karısının yanında bir adam ‘Allah arşın üzerindedir’ dedi. Buna karşılık kadın “Mahdut bir şey, mahdut bir şeyin 58 Mecmuatul Fetava (6/479) Darul Kutubil İlmiyye Baskısı Tercumetu Ahmed min Tarihil İslam (24) 60 Tercumetu Ahmed min Tarihil İslam (38) 61 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai(2/252) 59 42 Ebu Ubeyde üzerinde” deyince İmam Asmai “O bu sözü ile kâfir olmuştur” demiştir.”62 Şeyh Ebu Bekir Ahmed ibn İshak ibn Eyyub bir adamla karşılaşır; Adam’a bize şu rivayet etti ki diye hadis okumaya başlayınca adam “Bırak bize şu rivayet etti bize bu rivayet etti demeyi! Nereye kadar bunu diyeceksin” deyince, İmam o adam’a; “Kalk ey Kâfir! Bundan sonra ebediyyen senin benim evime girmen helal değildir” demiştir.63 Mücahid’e, Haccac hakkında sorulduğunda “Bana o yaşlı kâfirden mi soruyorsunuz?” demiştir. İbn Asakir, Şabi’nin “Haccac tağuta ve cibte iman eden, yüce Allah’a kâfir olan biridir” demiştir.64 Hafız İbn Hacer şöyle der; “Şeyhimiz hafız Siracuddin Bulkini’ye, İbn Arabî hakkında sordum da o duraksamaksızın hemen “O kâfirdir” diye cevap verdi.”65 Buhari’den şöyle söylediği naklolunur; “18 yaşında iken hocam olan Humeydi’nin yanına vardım. O esnada birisiyle bir hadis hakkında tartışıyordu. Humeydi, beni görünce tartıştığı zata “Aramızı bulacak olan geldi.” dedi ve durumu bana anlattılar. Sonuçta ben, Humeydi’nin lehine hüküm ver- 62 Muhtasarul Uluv (180), Mecmuatul Fetava (5/53) Ebu İsmail Abdullah ibn Muhammed El-Herevi (2/71) 64 Tarihul İslam (2/242), El Bidaye ven Nihaye (9/157) 65 Tenbihul Gabi ila Tekfiri ibn Arabi 63 43 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? dim. Eğer muhalifi, muhalefetinde ısrar edip o hal üzere ölseydi, kâfir olarak ölecekti.” 66 İbn Teymiyye şöyle der; “Hiçbir ilim ve iman ehli kararsızlığını övmemiştir. Ancak ‘El-Fusus’ adlı kitabın yazarı İbn Arabî ve benzeri şaşkın mülhidler hariç. Onlar, hem akıllarından olmuşlar hem de dinden olmuşlardır. Onlar ne Müslüman, ne Yahudi ve ne de Hristiyandırlar.” Muhammed bin Abdulvehhab yazmış olduğu bir mektubunda, muhatabına şöyle demiştir; “Sana şunu hatırlatmalıyız ki sen ve baban birlikte küfrü, şirki ve nifakı ilan etmektesiniz. Kelime-i şehadetin anlamını anlamamaktasınız. Kıyamet gününde hesabını vereceğim bir şahitlik ederim ki, ne sen ne de baban henüz şehadet kelimesini anlamış değilsiniz. Bunu sana açıklamamızın sebebi, tevbe edip Allah’ın hidayetiyle İslam’a girmeni istememizdir.”67 İmam Hasan bin Ali el-Berbehari şöyle der: “Kıble ehlinden hiç kimse Allah’ın kitabından bir ayeti veya Resul sallallahu aleyhi ve sellem’in eserlerinden bir şeyi reddetmedikçe veya Allah’tan başkasına namaz kılmadıkça, Allah’tan başkası için kurban kesmedikçe İslam’dan çıkmaz. Eğer bunlardan bir şeyi yaparsa, senin onu tekfir etmen vaciptir!68 “Muhtasaru’s Siyre” de der ki: Tabiinden olup Abdullah bin Ömer radiyallahu anh’ın eniştesi Muhtar bin Ebu Ubeyd 66 Siyeru Alamun Nubela (12/401) Durerus Seniyye (61-62) 68 Şerhus Sunne li Berbehari (Sayfa: 31) 67 44 Ebu Ubeyde es-Sakafi’den ve O’da babasından aktarır. Hayatının son dönemlerinde kendisine vahiy geldiğini iddia etmiş, buna karşın Abdullah bin Zubeyr ona bir ordu göndermiştir. Onun ordusunu hezimete uğratmıştır. Ordunun emiri Mus’ab bin Zubeyr’in hanımı vardır. Onun babası ise sahabeden biridir. Musab, kadına babasını tekfir etmesini söyler. Kadın ise bunu kabul etmez. O da bunun üzerine kardeşi Abdullah’a bir mektup yazarak bu konu ile ilgili fetva ister. Kardeşi de ona bunu bildirdi ve dedi ki: “Eğer kadın sözünden dönmezse onu öldür.” Kadın ise bundan imtina eder ve bunun üzerine Musab kadını öldürür. Ve âlimler, Peygamberlik iddia ettiği için Muhtar’ın küfrüne (İslam’ın şiarlarına sahip olmasına rağmen) icma ettiler. O halde sahabe, bir sahabe kızı olan ve tekfirden sakınan kadını öldürüyor ise onların hallerini (küfürlerini) ikrar eden bedeviyi tekfir etmeyenin hali nice olur? Ya da onların İslam ehli olduklarını iddia edenlerin hali ne olur?”69 Muhammed İbn Abdulvehhab Siyretinde altı yerde şöyle diyor: “Bedevilerden birisi bize gelip İslam’dan bir şeyler işittiğinde ne güzel de söylemiştir: “Ben şehadet ederim ki bizler kâfiriz –yani o ve diğer bedeviler- ve ben yine şehadet ederim ki, bize gönülden, Müslüman diyenler kâfirdir!”70 İbn Hacer rahimehullah, Haccac ibn Yusuf’un tercümesinde şöyle dedi; “Tavus dedi ki; “Ben onu Müslüman olarak isim69 70 Muhtasarus Siyre (Sayfa: 34) Mecmuatut Tevhid 45 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? lendirene şaşıyorum.” Onu bir cemaat de tekfir ettiler; Said ibn Cübeyr, İbrahim en Nehai, Mücahid, Asım İbn Nucud, Şabi ve diğerleri…”71 Şeyh Abdurrahman ibn Hasan dedi ki; “Şeyhulislam, Fahreddin Razi’yi zikrederek; onun ‘Sırr’ul Mektum fi İbadetin Nücum’ adlı bir kitap yazdığını ve bununla mürted olduğunu, belki tevbe etmiş olabileceğini zikretti. Şeyh, Fahreddin Razi’yi şirk ile süslendiği zaman muayyen olarak tekfir etti. Muayyen tekfir yapamayacakları hastalığının kalplerine atıldığı kişilerin kendisini ona nispet ettikleri imama iyi bak. Nasıl da Ebi Maşer ve Fahreddin Razi gibi meşhur yazarların kâfir olup İslam’dan irtidat ettiklerini beyan etti.”72 Şeyh Süleyman ibn Sehman dedi ki; “Şeyh’in Fahreddin Er Razi’nin yaptığı telif ile apaçık bir riddet ile müşriklerin dinine girdiklerini nasıl da zikretti. İşte bu muayyen bir tekfirdir. Şeyh Abdullatif’in Bişr el-Merisi, Cehm İbn Safvan, Cad ibn Dirhem, Tusi ve Tilmisani, İbn Sina, Farabi ve Ebi Maşer el-Balehi gibilerinin tekfiri hakkındaki sözü geçmişti. İşte bunların hepsi muayyen kişilerdir.”73 Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “İbn Hudeyr bana babasından haber verdi ki; o da dönemin Hanefi imamların- 71 Tehzibu fi Ricalil Hadis (1/673-674) Durerus Seniyye (11/452-453) 73 Keşfuş Şubuhat (36) 72 46 Ebu Ubeyde dandı; “Buhara fakihleri dediler ki; İbn Sina zeki bir kâfirdir.” 74 Ravza sahibi dedi ki; “Her kim İbn Arabî’nin taifesinin küfrü hakkında şüphe ederse o da kâfirdir.”75 Salih ibn Ahmed ibn Hanbel dedi ki; Babam dedi ki; “Her gün iki adam hapiste yanıma geliyorlardı. Birine; Ahmed ibn Ahmed ibn Rebbah, diğerine ise Şuayb el Hicam deniyordu. Benimle hep tartışıyorlardı. Öyle ki, ikisi kalktı ve gardiyanı çağırdılar. Benim bağlarımı arttırdılar. Ayağımda dört pranga oldu. Üçüncü günde ise biri yanıma girdi. Benimle tartıştı ona dedim ki; “Allah’ın ilmi hakkında ne diyorsun?” Dedi ki; “Mahlûktur.” Dedim ki; “Kâfir oldun.” Orada hazır bulunan elçi İshak ibn İbrahim dedi ki; “Bu müminlerin emirinin elçisidir.” Ben de dedim ki “Şüphesiz bu kâfirdir.”76 Zehebi dedi ki; “İbn Sina hakkında, onun şifa adında kitabı ve bunun haricinde ihtimalsiz bir şekilde birçok eseri vardır. İmam Gazali onu ‘El-Menguz Mined Dalal’ adlı kitabında tekfir etti. Aynı şekilde Farabi de onu tekfir etti.”77 İbn İmad dedi ki; “Farabi için, birçok âlim onun küfründe ve zındıklığında ittifak ettiler. Ta ki İmam Gazali ‘El-Menguz Mined Dalal’ adlı kitabında dedi ki; “İkisinin küfründe şüphe yoktur. (Farabi ve ibn Sina) bunlar kendilerini İslam’a nispet 74 Durerus Seniyye (9/423) Durerus seniyye (9/423) 76 Mukaddimetu Müsnedi Ahmed li Ebi Suheyb (459), Hilyetul Evliya (6/329) 77 Siyeru Alamun Nubela (17/535) 75 47 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ettiler. Farabi ve İbn Sina gibilerin İslam’ın aslında olan yirmi noktada küfürleri sabittir ki üç yerde onları tekfir etmek vaciptir. On yedi yerde ise bidatları sabittir.”78 Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “İşte İbn Kayyım’ın zikrettiği şey, İbn Mufid denen adam ki o birçok meşhur yazısı bulunan biridir. Onun hakkında muayyen söylediği şeyi gördün. Nasıl olurda muayyen tekfiri inkâr ederler.”79 Ebu Saib El-Kadı dedi ki; “Ben bir gün Hüseyin ibn Yezid’in yanında idim. O sırada adamın biri Aişe radıyallahu anha hakkında kötü konuştu. (Hüseyin bin Yezid) Dedi ki; “Ey çocuk! Vur şunun kellesini!” Oradaki bir şia dedi ki; “O bizim taraftarlarımızdandır.” Dedi ki; “Maazallah! Bu adam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sövdü. Allah ayette şöyle dedi; ‘Temiz erkekler temiz kadınlara, pis erkekler pis kadınlaradır.’ Eğer Aişe radıyallahu anha pis ise Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de pistir -Hâşâ-. O kâfirdir. Vur onun boynunu. Vurun onun boynunu. Ben hazırım buna (yani boynunu vurmaya).”80 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “Diğer imamların tekfir hakkındaki sözlerinin çoğundan sadece az bir kısmını zikredeceğiz. Hanefilerin bu meseledeki sözleri en sert ve katı sözlerdir. Onlar muayyen olarak mushafcık veya mescidcik diyerek küçümseme lafızlarını kul- 78 Şezziratuz Zeheb (2/353) Durerus Seniyye (9/421) 80 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai 79 48 Ebu Ubeyde lananları tekfir etmişlerdir. Hatta abdestsiz namaz kılanı dahi tekfir etmişlerdir.”81 Aynı şekilde dedi ki; “İbn Hacer, İbn Abbas’ın kırk hadiste geçen ‘İstediğin zaman Allah’tan iste’ hadisini şerh ederken şöyle dedi; “Her kim Allah’tan başkasına dua ederse o kâfirdir.” Aynı şekilde bu meselede tasnifte bulunarak adını şöyle koydu; ‘İlamu bi Kavatiul İslam’ Orada birçok söz ve fiiller zikretti. Bunlardan herhangi birini işleyenin dinden çıkarılarak muayyen olarak tekfir edileceğini zikretti.”82 Şeyh İshak ibn Abdurrahman ibn Hasan dedi ki; “Bize ulaştı ve bizler duyduk ki bir takım din ve ilim iddiasında bulunan ve Muhammed ibn Abdulvehhab’ı kendine imam edinmiş olduklarından bahseden bir takım insanlar, Allah’a ortak koşan ve putlara ibadet edenlerin küfrünün ve şirkinin muayyen olarak tekfir edilemeyeceğini söylüyorlarmış…” Sonra şöyle söyledi; “Sonuç olarak, bunlar müşrikleri ancak umum olarak tekfir ediyorlar ve bunu da takva zannediyorlar. Bu bidatleri ve şüpheleri öyle yayıldı ki bazı cahil kardeşlerimize bile sirayet etti. Onların da bu hataya düşmesinin sebebi usul kitaplarını terk edip, kalp hastalığından korkmamalarından dolayı olabilir. Allah daha iyisini bilir.”83 81 Durerus Seniyye (9/421-422) Durerus Seniyye (9/423) 83 Hükmü Tekfiril Muayyen vel Farku Beyne Kıyamul Hucce ve Fehmul Hucce (169-170) 82 49 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Ebi Şuayb el-Mısri dedi ki; “Şafiî bir yerde hazır bulundu. Sağında da Abdullah ibn Abdulhakem vardı. Solunda ise Yusuf ibn Amru ibn Yezid vardı. Hafsul Ferid de orada hazırdı. Abdullah ibn Abdulhakem’e dedi ki; “ Kur’an hakkında ne diyorsun?” Dedi ki; “Diyorum ki Allah’ın kelamıdır.” Dedi ki “Sadece bu değil.” Sonra Yusuf ibn Amr’a sordu oda benzeri cevap verdi. Şafiî’ye sorması için insanlar onu imam kıldılar. Hafsul Ferid dedi ki; “Ey Ebu Abdullah, insanlar seni seviyor sana hayret ediyor.” Dedi ki; “Bırak böyle sözleri.” Dediler ki; de ki Şafiî’ye; “Kur’an hakkında ne dersin?” dedi ki; “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahlûk değildir.” Onunla tartıştı ve harb etti. Öyle ki Şafiî onu tekfir etti. Hafs kızarak kalktı. Ertesi gün Hafs ile Mısırdaki tavuk çarşısında karşılaştım. Bana dedi ki; “Şafiî’nin dün yaptığını gördün mü? Beni tekfir etti.” Dedi ki; “Sonra gitti ve geri döndü.” Ve son olarak dedi ki; “Bu meselede onunlayım. Ondan daha iyi bilen bir insan görmedim.”84 Adamın biri Müminlerin annesi Aişe radıyallahu anha'ya geldi dedi ki; “Falan zannediyor ki sen onun annesi değilsin.” Aişe ona dedi ki; “Evet doğru söylemiş. Ben müminlerin annesiyim, kâfirlerin annesi değilim.”85 “Âlimlerin muayyen tekfir hakkındaki sözleri çoktur. Bunların en üst çeşidi ise Allah’tan başkasına ibadet etmektir. Bu Müslümanların icması ile küfürdür. Bununla vasıflanarak bu şirki işleyen kişinin tekfirinde mani yoktur. Çünkü her 84 85 Hilyetul Evliya (9/112) El Kevakibud Deril Münir fi İbtali Hugine Tahdiri Anit Tekfir (110) 50 Ebu Ubeyde kim zina yaparsa, falan kişi zinakardır denir. Her kim faiz yerse ona faizci denir.”86 Bunlar bizim gücümüzün yettiği kadarı ile toparlayabildiklerimizdir. Daha sayamadığımız ve zikrini yaptığımızda meselenin uzayacağı birçok örnek kitaplarda mevcuttur. Burada bu kadar nakli aktarma sebebimiz, bir takım çevrelerin kendilerini selefilik ve benzeri isimler altında veya Ehli Sünnet Vel Cemaat adı altında isimler kullanarak, ulemanın aslında hiç muayyen tekfir yapmadığını ve bu tekfiri onlara göre bu asrın haricileri olan, muvahhidlerin ortaya çıkarmış olduğunu söylemeleridir. Bunların hepsi onların yalanlarıdır. Yalan, kâfir kavimlerin ortak karakteridir. Ve muvahhidleri karalama kampanyaları ilk zamandan beri süre gelen bir küfür alışkanlığıdır. Az önce İmam Ahmed’in dönemindeki düşmanları tarafından harici olarak isimlendirildiğine sende şahit oldun. Daha sonraları zındık Said Nursi’nin de, Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab için harici dediği sözleri sabittir87. Hak ehline her dönemde kâfirler bazı yaftalarda bulunmuşlar ve böylece insanlar ile hak arasına engeller, setler çekmişlerdir. 86 Mecmuatur Resail (1/657) Sikke-i Tasdiki Gaybi 172, 18. Lema; Bu zikrettiğimiz yerlerde bu Müslümanı harici olarak itham ediyor, İbn Kayyım ve İbn Teymiyye gibi âlimlere yakışmıyacak ithamlarda bulunuyor. 87 51 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Muayyen Tekfirdeki Müşrik İsimlendirmesi İle Ahiretteki Cehennem Vaadinin Birbirinden Ayırt Edilmesi “Bu cins müşrikler ve benzerleri, yani salihlere ve evliyalara ibadet edenler, biz onların müşrikliğine hükmediyoruz. Eğer risalet hücceti de kaim oldu ise küfürlerine hükmederiz.”88 İbn Teymiyye der ki; “Hiç şüphe yoktur ki, küfür risalet hücceti ile alakalıdır. İlim ile beraber Resulü yalanlamak, ona buğz etmek, sövmek ve düşmanlık etmek, sahabe, tabiin ve onların yoluna güzellik ile tabi olanların yanında küfürdür.”89 “Âlimler İslam’a yeni girmiş ya da İslam beldesinden uzak bir belde de yaşayan ve haramlardan birini helal sayanı tekfir etmemişlerdir. Çünkü küfür hükmü, ancak risalet hüccetinin ulaşmasından sonradır.”90 “Allah, ahkâmda ve isimlendirmede risaletin ulaşmasını ve ulaşmamış olmasını birbirinden ayırt etmiştir. İsim ve hükümlendirmede arasını topladı. İşte bu, şu iki taifeye hüccettir; Şöyle diyene; “Şüphesiz fiiller güzel ve kötü değildir.” Aynı zamanda şöyle diyene; “Onlar iki görüşe göre azabı hak ediyorlar.” 88 Durerus Seniyye (18/534) Minhac (5/251) 90 Mecmuatul Fetava (28/501) 89 52 Ebu Ubeyde Birincisi; onları zalimler, azgınlar ve müfsitler olarak isimlendirdi. “Rabbi ona demişti ki: Firavun’a git; çünkü o azdı.”91 “Hani Rabbin, Musa'ya "zâlim kavme git" diye seslenmişti. Firavun’un kavmine. Hiç sakınmıyorlar mı?”92 “Firavun, ülkeye hâkim olmuş ve halkını fırkalara ayırmıştı. Onlardan bir grubu oğullarını boğazlayarak, kadınlarını da hayatta bırakarak zayıflatıyordu. O, bozgunculardan biriydi.”93 Allah haber verdi ki; onlar ve kavimleri zalim, azgın ve müfsittir. Bu isimler fiilleri kötülemektedir. Kötü ve pis fiillerde kötüleme olur. Bu da fiillerin kötü ve pis olduğuna delalet eder. Daha resul onlara gelmeden önceki durum budur. Azap ancak resulünün beyanından sonra müstehak olur. “Kim hak yola girerse kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez. Biz bir peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azap etmeyiz.”94 Bu yüzden Hud aleyhisselam’dan haber vererek kavmine şöyle dediğinden bahsetti. 91 Naziat 17 Şuara 10-11 93 Kasas 4 94 İsra 15 92 53 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ibadet edin. O'ndan başkasına ibadet etmekle O'na iftira etmiş olursunuz"95 Onların muhalefet ettikleri hükümle hükmetmeden iftiracılar kıldı. Allah ile beraber başka ilah edinmelerinden dolayı böyle kılmıştır. İşte bu isimler risaletin önündedir. İşte bu şekilde resulün gelmesinden önce cehl ve cahiliye ismi için cahiliye ve cahil denmiştir. Ancak azaplandırmak ise hayır…”96 Yani Şeyhülislam altını çizdiğimiz noktada şuna temas etmektedir; şirk işleyen kendisine risalet hücceti ulaşmasa bile müşrik ismini yaptığı fiilden dolayı alır demektedir. Resuller gönderilmeden önce, hücceti ikame etmeden önce şirk koşanlara müşrik sıfatı verilmiştir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor: “Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi. (İşte o delil) Allah’tan gönderilmiş bir elçidir ki tertemiz sahifeleri okumaktadır.”97 İşte bu ayeti kerime, Rasulullah’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir. Hâlbuki daha risalet hücceti insanlara ulaşmamıştı. Ancak Allah subhanehu 95 Hud 50 Mecmuatul Fetava (20/37) 97 Beyyine: 1-2 96 54 Ebu Ubeyde ve teâlâ yaptıkları fiillerden dolayı onların bu fiillerinin ismi fai- li olan müşrik ismi ile isimlendirdi. Ayette geçen “münfekkiin” kelimesini İmam Kurtubi şöyle açıklamıştır: “Yani küfürlerini bırakacak değillerdir.”98 İbn Kesir şöyle dedi: “Mücahid dedi ki: “Munfekkiine” yani hak kendilerine açıklanıncaya kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” Katade de böyle demiştir. Onlara “Beyyine” yani Kur’an gelinceye kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.”99 İbn Teymiye dedi ki: “Ebu’l Ferec el-Cevzi şöyle demiştir: “Kitap ehlinden inkâr edenler...” Bunlar, Yahudi ve Hristiyanlardır. “Müşrikler” ise putlara tapanlardır. “Münfekkiin” yani bırakanlar, ayrılanlar demektir. Ayetin manası ise şöyledir: “Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.” Burada, “Te’tiyehum” lafzı müstakbel kalıbındadır. Fakat mana olarak geçmişi ifade eder. “Beyyine” ise rasuldür. O rasul ise Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir ve onlara sapıklıklarını ve cehaletlerini açıklamıştır. İmam Begavi’nin tefsirinde de böyle geçmektedir. İmam Begavi şöyle dedi: “(Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar) Küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir..” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmekte98 99 Kurtubi Tefsiri İbn Kesir Tefsiri 55 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? dir. Yani, ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar... Beyyine yani “apaçık deliller”, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapıklığı ve cehaleti açıklayıp, onları imana davet etmiştir. Böylece Allah subhanehu ve teâlâ, resulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapıklıktan kurtarmıştır.”100 Şevkani şöyle demiştir: Vahidi dedi ki; “Ayetin manası; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an’la gelerek, içinde bulundukları sapıklık ve cehaleti açıklayıp, onları imana davet edinceye kadar, kâfir ve müşriklerin küfürlerini ve şirklerini bırakmayacaklarını Allah subhanehu ve teâlâ’nın haber vermesidir. Bu Allah subhanehu ve teâlâ’nın, resulü vasıtasıyla kâfir ve müşrikleri, içinde bulundukları cehalet ve sapıklıktan kurtarma nimetinin açıklanmasıdır.”101 Bahsettiğimiz meselenin böyle olduğuna dair bir fetva ile devam etmek istiyoruz. Bu anlayış sadece bize has olan bir anlayış değildir. Bazıları bunun bizim çıkardığımız bir taksimat olduğundan bahsediyorlar. Ancak onlar ilimden ve irfandan yoksun kimselerdir. Şu anda ölmüş olan ve eski Suud müftüsü olan İbn Baz’da bu meselede böyle düşünmektedir. Niye bu kadar insan arasından İbn Baz’ın fetvasını seçtik diye bir soru gelirse şöyle izah ederiz. İbn Baz dünyada irca fikrinin yayılmasına sebep ve vesile olan bir insandır. Bizim gibilere harici yaftası vuran ve hakkın üzerini örtmeye çalışan biri 100 101 Mecmuat’ul Fetava (16/483-486) Fethul Kadir Tefsiri 56 Ebu Ubeyde idi. O dahi verdiği fetvada bu taksimattan bahsetmiştir ki onun fetvalarını muteber kabul edenler bizim bu taksimatımıza karşı çıkmaktadırlar. Abdullah ibn Baz ilim sahibi olan, ancak bu ilmini tağutların çıkarı için kullanmış birisidir. Suudi Arabistan’dan da mücahidlerin emiri olan Şeyh Yusuf El-Uyeyri’yi idam ettirdiğinden, Cuheyman’ın idamının altındaki büyük âlimler birliğinin başkanı olarak attığı imzadan ve aynı şekilde mücahid âlimler hakkında katli vaciptir diye verdiği fetvalardan dolayı ilmini tağutları korumak adına kullanmıştır. Allah sayılarını daha iyi biliyor ki Suud‘da daha adı duyulmamış yüzlerce ondan daha âlim olan insanlar mevcuttur. Ancak bizim onun fetvasını aktarmamızın sebebi, rabbimizden basiretleri körelmiş insanların basiretlerini açması, bazı hakikatleri göstermesini dilememizdir. İbn Baz Suud’daki daimi fetva kurulunun başkanı idi. Bu kurula sorulan bir soru ve onun ve heyetinin verdiği cevap aşağıdaki gibidir. Sual: Burada biri diyor ki; “Her kim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in risaletini onaylar ve namaz için kıbleye yönelirse, eğer şeyhine secde ederse asla onu tekfir etme ve müşrik olarak isimlendirme.” Hatta dedi ki; “Muhammed bin Abdulvehhab müşriklerin tevbe etmezlerse cehennemde ebedi kalacaklarından bahsettiğinde hata etmiş, karıştırmıştır.” Ve dedi ki; “Bu ümmetten müşrikler cehennemde azap görecekler ve sonra cennete çıkarılacaklar. Şüphesiz bu Mu- 57 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? hammed ümmetinden kimse cehennemde ebedi kalmayacak.” Cevap: Her kim peygamberin risaletine ve şeriatta getirdiği diğer şeylere iman ederde sonra Allah’tan başka kabir sahibi veliye secde ederse, kâfir olduğuna ve dinden döndüğüne ve Allah’la beraber başkasına ibadet eden müşrik olduğuna itibar edilir. Velev secde halinde kelime-i şehadeti söylese dahi böyledir. Allah’tan başkasına secde etmesi onun bu sözünün bozuk olduğunu gösterir. Fakat o cehaletle mazeretli olabilir. Hüccet ikame edilip, beyan edilmeden ceza uygulanmaz. 3 gün mühlet verilir. Nefsine dönmesi için uyarılır. Umulur ki tevbe eder. Eğer ısrar ederse Allah’tan başkasına secdede riddetinden dolayı öldürülür. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözünden dolayı; “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” Buhari İbn Abbas’tan rivayet etmiştir. Beyan ve ikametul hucce, ceza uygulamadan önce uyarmak içindir. Yoksa beyandan sonra kâfir olarak isimlendirilmesi için değil. Çünkü o, ondan sadır olan Allah’tan başkasına secdesi ile, adağı ile, mesela Allah’tan başkasına koyun kesmesi ile kâfir olur. Kitap ve sünnete göre her kim şirk üzere ölürse, Allah onu affetmez ve ateşte ebedi kalır. Allah subhanehu ve teâlâ dedi ki; “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan gayrisini dilediğine bağışlar.” 58 Ebu Ubeyde Başarı Allah’tandır. Abdullah bin Kuud, Abdurrezzak Afifi, Abdulaziz bin Abdullah bin Baz102 Bu fetva da çok açık gösteriyor ki bu taksimat ve bu ayrım sadece bizim vardığımız bir sonuç değildir. İsabet ettiren Allah’tır. Hamd sadece O'na aittir. Yine Şeyh Muhammed’in torunları da bu görüştedirler. Onların bazı sözlerini şimdi size aktaracağız inşallah. “Eğer kişi cehaletinden veya ona uyarıda bulunanın olmayışından dolayı şirk koşarsa, hüccet ikame olunana kadar küfrüne hükmetmeyiz. Ancak Müslüman olduğuna da hükmetmeyiz. Bilakis deriz ki; bu amel küfürdür. Kan ve mal mübah olur. Eğer biz hüccetin ikame edilmediğini görürsek bundan dolayı “Kâfir olmadı Müslümandır” demeyiz. Bilakis deriz ki, ameli kâfirlerin amelidir. Bu kişiye de hüküm muayyen olarak indirilir. Bu risaletin ulaşmasına mütevakkıftır. İlim ehli zikrettiler ki; “Fetret ehli kıyamet günü Arasat’da imtihan edileceklerdir. Onların hükmü ne kâfirlerin, ne de iyilerin hükmündedir.”103 Şeyh Hammad ibn Nasır dedi ki; “Şüphesiz İslam’ı davetin zuhurundan önce ölenlerin zahir halleri şirktir. Onlara itiraz etmeyiz. Küfürlerine de hükmetmeyiz. Bununla beraber 102 103 Fetava Lecnetud Daime (4400) Durerus Seniyye (10/136-137) 59 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? onların İslam olduğunu da söylemeyiz. Bilakis deriz ki; her kime bu övülmüş davet ulaştı ise; ona boyun eğip hiçbir şeyi ortak koşmadan birler ise, İslam’ın şiarlarına uyarsa, Allah’ın emirleri ile amel ederse aynı şekilde de nehyettiklerinden sakınırsa işte bu cennetle müjdelenen Müslümanlardandır. Her zaman ve her yerde bu böyledir. Her kimin hali de cahiliyet hali gibi olursa, tevhidi bilmez ve Resulün nehyettiği şirki bilmez, bu davetin aleyhinde savaşırsa bu cehaletinden dolayı Müslümandır denilmez. Bilakis her kimin zahiri ameli şirk ise zahiri küfürdür. Onun için istiğfar edilmez ve onun için sadaka verilmez. Durumu ise gizliliklerin ulaştığı ve gizlilikleri bilen Allah’a havale edilir.”104 İbnul Kayyım rahimehullah dedi ki; “İslam, Allah’ı ibadette birleyerek hiçbir şeyi O'na ortak koşmamak, Allah’a ve resulüne itaat ederek getirdiklerine uymaktır. Bununla gelmeyen bir kul Müslüman değildir.”105 Bu nakilde dikkat edilirse şirk koşanın Müslüman olamayacağı apaçık bir şekilde beyan edilmiştir. Müslüman denilen biri şirkten beri olan kişi demektir. Öyleyse bir insan hem Allah’a ortak koşup hem de nasıl Müslüman ismini alır! İmamın bu sözünden sonra kalbinde hastalık olanın kalbinde hastalık kalır mı? Ben sana onun sözünü aktarıyorum. Bu sözü kalplerinde ki hastalığa hüccet edindiler. 104 105 Durerus Seniyye (11/75-76) Tarikul Hicreteyn (411) 60 Ebu Ubeyde “Ben insanları tekfir, tefsig ve tebdiden en çok nehyedenim. Ancak eğer risalet hüccetinin kaim olduğu bilinirse durum başka bir hal alır. Buna muhalefet eden bazen fasık, bazen kâfir ve bazen de bidatçi olur.” İşte bu meseledeki sözü budur. Sorun, eğer iyice onun sözünü düşünür ve bakarsak, sözünün hiçbir yerinde muayyen tekfiri terketmediğini kendine mezheb gördüğü sana beyan olacaktır. Şeyhin tekfirdeki tevakkufu ise risaletin ulaşmasından önceki durumdan dolayıdır. Ancak hüccet ulaştı ise bu meselede gereken hüküm tatbik edilir. Gerek tekfiri, gerekse tefsig ve tebdiinde durum böyledir. Aynı şekilde onun bahsettiği şey, zahir meselelerin dışındaki meseleler hakkındadır. İbn Teymiyye kelamcılara reddiyesinde, bazı kelamcıların imamlarının İslam’dan dönen mürtedler olduklarını zikrettikten sonra106 dedi ki; “Eğer bu hafi meselelerde ise böyledir. Bu noktada kişiye sapmış ve hatalı denir. Terk edenin tekfir edileceği ikametul hucce yapılmadan tekfir edilmez. Ancak bu eğer Müslümanların âlimlerinin ve avamının hepsinin bildiği meselelerde olursa, ya da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderildiği ve muhalefet edenin kâfir olacağı herkes tarafından bilinen, İslam’ın en açık meselelerinde ise durum böyle değildir. Mesela Allah’a bir şeyi ortak koşmadan tevhid üzere ibadet etmek, onun dışındaki gerek Nebilerden, Salihlerden ve evliyalardan herhangi birine ibadeti nehyetmek gibi. Tıpkı 5 vakit namaza 106 Mecmuatul Fetava (4/54 ve 18/54) 61 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? icabet etmek, onun değerini yüceltmek, kötülüklerin haram kılınması gibi meseleler de bu gibi konulardandır.” Daha sonra da; “Onların liderleri bu küfürlere düştüler.” Bundan daha açık bir ifade ile; “Şüphesiz onlardan olan ve bazı tasniflerde bulunan Ebu Abdullah Er-Razi’nin yaptığı gibi. İşte bu apaçık bir riddettir.” Bu sözü ve Allah’ın düşmanlarının zikrettiği şüphenin tafsilini düşün. “Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanların (hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. ‘Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!’ derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.”107 “Bizim itikad ettiğimiz ve din edindiğimiz Allah’ın dini budur. Allah’tan bizi sebat ettirmesini diliyoruz. Bundan daha katı ve karışık mesele ise, Müslüman hüccetin kendisine ulaşmasından sonra şirk koşarsa, ya da böyle birini muvahhidlerden önde tutarsa, onun hak olduğunu düşünür107 Maide 41 62 Ebu Ubeyde se, Allah ve Resulünün belirttiği ve ümmetin âlimlerinin beyan ettiği meselelerde Allah ve Resulünden gelen bilgilerden dolayı, ben böyle yapan birinin tekfirine inanıyorum. Elhamdulillah. Âlimlerin bunun hilafına söz söylediklerini bilmiyorum.”108 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab der ki; “İlim ulaştıktan sonra putlara ibadette ve şirkte, Resule isyan eden kişi, zaruri ilimler, akıl ve fıtratın gereği olarak apaçık küfürdedir. İnsanların en aptalının ve en cahilinin bile putlara ibadet eden ve tevhidi terk eden kişinin Müslüman ve bu dine tabi olan olduğuna dair bir tasavvurda bulunması mümkün olamaz. Ancak zaruri fıtrat bu kişinin kâfir olduğunu söylemeyi mecburi kılar. Delillere ve âlimlerin sorulara verdikleri cevaplara bakmadan cevap verilebilir.”109 Süleyman ibn Sehman dedi ki; “İkinci mesele; (bazı şüpheciler) zannediyor ki her kim İslam’a intisap ederse, mücerred bu işi ile Müslüman olur. Onun zannına göre, bugün kelime-i şehadeti telaffuz etmesine rağmen ölülere, salihlere, evliyalara ve nebilere dua edenler ve diğer küfür çeşitlerini işleyenler sadece İslam’a intisapları ile Müslüman sayılır. Sadece bu intisapları onların kadınları ile nikâhlanmayı helal, kestiklerini de mübah kılıyor. Sana da açıkça beyan 108 109 Durerus Seniyye (9/405-406) Durerus Seniyye (9/426) 63 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? oldu ki Allah ve Resulü onların tekfirini ve İslamsızlıklarına hükmetmeni istiyor.”110 Abdurrahman ibn Hasan Ali Şeyh dedi ki; “Seleften ve haleften, Sahabe, tabiinden ve bütün Ehli Sünnet imamlarından şuna icma naklolunmuştur; “Kişi, büyük şirkten ayrılıp, ondan beri olup, onu işleyenlerden de beri olmadıkça Müslüman olamaz. Gücü oranında düşmanlık etmeyip buğz etmediği müddetçe Müslüman olamaz." Amellerin hepsinin Allah’a has kılınmasıdır. İki sahihte geçen Muaz hadisinde olduğu gibi; “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı; onların ona hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmeleridir…”111 *** 110 111 Durerus Seniyye (10/493) Durerus Seniyye (11/545) 64 Ebu Ubeyde MESELELERİN ZAHİR VE HAFİ OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILMASI Zahir meseleler şunlardır; Dinden zaruri olarak bilinmesi gereken ve hiçbir akıl sahibinin mazur olmadığı meseleler. Hakkında muhkem delillerin olduğu ve aleyhine tevil ve şüphenin girmediği meseleler. Allah’ın kitabında nas ile mevcut olan, üzerinde icma edilmiş meseleler. Yâ da İslam ehlinin âlimlerinin ve cahillerinin naklettiği ve tevilin veya karıştırmanın olmadığı meseleler. Hafi meseleler ise; Gizliliğinden dolayı dinden herkesin bilmekle zorunlu olmadığı meselelerdir. Ya da âlimler arasında meşhur olmasına rağmen cahillerin çoğunun haberdar olmadığı konulardır. Tevilin ve karıştırmanın olabileceği kitap ve sünnete nispet edilen muteber bir şüphenin olduğu meseleler. Selefin ve Ehli Sünnetin arasında da ihtilaf meselesi olmuş onlara da kapalı kalmış gizli meselelerdir. İbn Teymiyye der ki; “Allah’a tevhid üzere ibadet dinin aslıdır. Allah’ın peygamberini gönderdiği ve onunla beraber Kur’anı indirdiği tevhiddir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur; 65 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? “Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahman'dan başka tapılacak ilahlar (edinin diye) emretmiş miyiz?”112 İşte bu şekilde ulûhiyyet tevhidi, zahir meselelere dâhildir.”113 İmam Şafiî der ki; “Allah’ın isim ve sıfatları vardır. Hiç kimse onları reddedemez. Her kime hüccet sabit olursa o (reddinden dolayı) kâfir olmuştur. İkametul hucceden önce ise cehaletle mazurdur. Çünkü bu ilim akıl ile bilinmez, fikir ve rivayetlerle de bilinmez. Biz bu sıfatları ispat ediyoruz, teşbihten de nefyediyoruz, tıpkı Rabbimizin nefyettiği gibi; “Onun misli bir şey yoktur” 114”115 Aynı meseleden İbn Kayyım ‘İctimai Cuyuş’ adlı kitabının 59. Sayfasında, İbn Hacer Fethul Bari’de 13/408’de bunun hafi meselelerden olduğunu zikretmiştir. Kadı Karrafi ‘Furuk’ kitabının 2/149’uncu kısmında rububiyet ile alakalı sıfatlarda özür olmadığından ve bunların zahir meselelerden olduğundan bahsetmiştir. Şeyh İbn Teymiyye der ki; “Bu meseledeki tahkik şudur; Bazı sözler Cehmilerin sözleri gibi küfür olabilir. Onlar dediler ki, “Allah konuşmaz, ahirette görülmez.” İnsanların bazılarına bunların küfür olduğu gizli olabilir. Söyleyenin mutlak tekfiri 112 Zuhruf 45 Mecmuatul Fetava (3/397) 114 Şura 11 115 Uluvv (Sayfa: 177) 113 66 Ebu Ubeyde yerine getirilir. Tıpkı selefin dediği gibi; “Her kim Kur’an Mahlûktur derse o kâfirdir. Her kim derse Allah ahirette görülmez, hüccet ikame edene kadar bu şahıs muayyen tekfir edilmez.”116 İmam Nevevi dedi ki; “Eğer biri, üzerine icma edilmiş din işlerinden birini inkâr ederse, mesela beş vakit namaz, ramazan orucu, cenabetlikten yıkanmak, haram kılınanlarla nikâhlanmak, zinanın haramlığı, içki ve buna benzer ahkâmları inkâr ederse tekfir edilir. Ancak İslam’a yeni girmesinden dolayı haramların sınırlarını bilmeyen biri olması nedeni ile, bunlardan birini cehaleti ile inkâr ederse tekfir edilmez. Bunun yolu dinin adının üzerinde kalması noktasında diğer kavmin yolu gibidir. Ancak sadece âlimlerin arasında malum olan icmai meselelerden olduğu zaman, tıpkı halası ve teyzesine nikâhının haram olması, kasıtlı olarak adam öldürenin varis olamaması, neneye mirastan altıda bir pay verilmesi ve benzeri meseleleri de inkâr eden kâfir olmaz. Bilakis bu meselelerde ilmin yaygın olmaması sebebi ile kişi mazur olur.”117 Ebu Yusuf Yakup ibn İbrahim’in rivayetinde Ebu Hanife dedi ki; “Hiç kimsenin yerlerin ve göklerin yaratılışını ve diğer yaratılmışları gördükten sonra yaratıcısını bilmede hiçbir özrü yoktur. Bütün yaratılmışlara vacip olan yaratıcısını ve tevhidini bilmektir. Ancak farzlarda ise her kim kendisine ulaş- 116 117 İmanul Evsat (171) Şerhun Nevevi ala Muslim (1/205) 67 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? maması nedeni ile bunları bilmez ise ona hükmi hüccet ikame olmamıştır.”118 Asrının Hanefi mezhebi imamı Molla Aliyul Kari dedi ki; “Eğer kişi küfür kelimesi olduğunu bilmeden bir küfür kelime söylerse, Kadı Han tercih yapmadan ihtilaflı fetvaları aktardı ve dedi ki; “Denildi ki; “Cehalet özründen dolayı tekfir edilmez.” Denildi ki; “Tekfir edilir cehalet özür olmaz.” Ben derim ki; Eğer dinden bilinmesi zaruri olan meselelerin dışında ise, birincisi zahir olandır. Ama zaruri meselelerden ise tekfir edilir. Burada cehalet özrü olmaz.”119 İmam Şafiî dedi ki; “Ben derim ki, mesela beş vakit namaz, Allah’ın insanlara farz kıldığı ramazan orucu, güç yetirenin Kâbe’yi hac etmesi, mallarından zekât vermeleri, zinanın, hırsızlığın, içkinin ve öldürmenin haramlılığı ve bu manadaki insanın akıl edip, itaat edip ve amel etmesi gereken nefislerinde ve mallarında var olan bu şeyler ve onlardan haram kılınan şeylerden ellerini çekmeleri gibi, işte bu sınıf ilimler Allah’ın kitabının nassı ile sabittir. İslam ehlinin yanında bunlar sabittir. Geçmişin avamı, diğer avama bu bilgileri nakleder. Bunların vacipliğinde ve anlatılmasında tartışmazlar ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bunları anlatırlar. İşte bu tip ilimlerde haberi karıştırmak, tevil yapmak ve tartışmak caiz değildir. Peki diğer ilim hangisidir? Ben de derim ki ona; ahkâmdan has olan ve farzların furularının yerine geçen ve 118 119 Şerhu Fıkhul Ekber li Molla Aliyul Kari (207); Bedai li Kessani (9/4378) Şerhu Fıkhul Ekber li Molla Aliyul Kari (244,245) 68 Ebu Ubeyde buna benzer Allah’ın kitabında açık nasta olmayan, sünnetin birçok nassında olmayan haberlerdir. Eğer bunda bir şey varsa, işte bu ilim âlimlerin haberlerindendir, avam haberlerinden değildir.”120 İmam Karrafi der ki; “İyi bil ki cehalet iki çeşittir; Birinci çeşit; şeriatın, sahibinin müsamahalı davrandığı ve bunu işleyeni affettiği cehalettir. Bunun sınırında olanlar affedilmiş, hataları gizlenmiş, o hataları onlara bağışlanmıştır. İkinci çeşit; şeriatının sahibinin müsamahalı davranmadığı ve yapanı da affetmediği cehalettir. Onun sınırında olanlar affedilmemiş, hataları gizlenmemiş, o hataları onlara bağışlanmamıştır. Bu çeşit din usullerinde ve fıkıh usullerinde geçerlidir. Aynı şekilde bazı furu ahkâmda da böyledir. Çünkü şeriatın sahibi, bütün itikatları şiddetli bir şekilde yüceltti. Öyle ki, bir insan eğer özen gösterip bütün gücünü harcasa, Allah’ın sıfatlarından bir sıfatı veya vacip olan başka bir şeydeki cehaletini kaldırmak için uğraşsa ve bunu kaldırmaya güç yetirememesinden dolayı dinin aslı olan bu vacibi terk etse, bu itikadı terk ettiği için mezheplerin meşhur görüşüne göre ebedi cehennemlik olur.”121 Kadı Karrafi’nin tekfir ettiği sıfatlar rububiyetin aslı ile alakalı olan sıfatlardır. Bunları terk edenleri Kadı Karrafi hafi meselelerde küfre düşenlerden olmadıklarını beyan etmiştir. 120 121 Er-Risale(357-360) Furuk (2/149) 69 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Bilakis bu rububiyet ile alakalı sıfatları terk edenlerin tekfir edileceğini beyan etmiştir. Yine Karrafi dedi ki; “ … Bunun için Allah subhanehu ve teâlâ icma ile dinin asıllarında insanları cehaletle mazur saymadı.”122 İbn Teymiyye dedi ki; “Eğer bu hafi meselelerde ise böyledir. Bu noktada kişiye sapmış ve hatalı denir. Terk edenin tekfir edileceği ikametul hucce yapılmadan tekfir edilmez. Ancak bu eğer Müslümanların âlimlerinin ve avamının hepsinin bildiği meselelerde olursa, ya da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderildiği ve muhalefet edenin kâfir olacağı, herkes tarafından bilinen, İslam’ın en açık meselelerinde ise durum böyle değildir. Mesela Allah’a bir şeyi ortak koşmadan tevhid üzere ibadet etmek, onun dışındaki gerek nebilerden, salihlerden ve evliyalardan herhangi birine ibadeti nehyetmek gibi. Tıpkı beş vakit namaza icabet etmek, onun değerini yüceltmek, kötülüklerin haram kılınması gibi meseleler de bu gibi konulardandır.”123 İbn Teymiyye dedi ki; “Tevessül lafzı ile üç şey murad edilir. İki manasında Müslümanlar ittifak halindedir. Birincisi; iman ve taat ile ona tevessül etmektir ki bu İslam’ın aslıdır. İkincisi; ona dua edip, ondan şefaat dilemektir. İşte bu da Müslümanların ittifakı ile fayda vericidir. Her kim tevessülün bu iki manasından birini inkâr ederse, o kâfir ve mürteddir, 122 123 Tengiyhul Fusul (439) Mecmuatul Fetava (4/54) 70 Ebu Ubeyde tevbe etmeye çağrılır. Eğer tevbe ederse bırakılır, yoksa mürted olarak öldürülür. Tevessül, ancak ona iman ve ona itaat ile dinin aslıdır. İşte bu âlimin ve cahilin, herkesin zaruri bilmesi gereken ilimlerdendir. Her kim avamdan ve âlimlerden bunun manasını inkâr ederse zahiren tekfir edilir. Dua ile ve şefaat isteyerek tevessülü ise aynı şekilde inkâr eden kâfir olur. Ancak bu birincisinden daha gizlidir. Her kim cehaletinden dolayı inkâr ederse, öğretilir. Eğer inkârında ısrar ederse mürted olur.”124 İbn Recep el-Hanbelî dedi ki; “Sonuç olarak Allah ve resulü hiçbir haram ve helali beyan etmeden bırakmadılar. Yalnız bir kısmı diğer kısmından daha gizlidir. Hangisinin beyanı zahir ise ve meşhursa, işte bu dinden zaruri olarak bilinmesi gerekendir. Bu meselede şek olmaz ve İslamın izhar olduğu bir beldede, bu meselede kimsenin cehaleti olmaz. Ama beyanı bunlardan daha gizli olanlar ise; bunlardan bazıları âlimlerin yanında meşhurdur. Âlimler onun haramlığına veya helalliğine icma etmiştir. O âlimlerden olmayanlara bazı meseleler gizli kalmıştır. Aynı şekilde şeriatı taşıyanların yanında meşhur olmayan ve helalliğinde ve haramlığında ihtilaf edilen meseleler de vardır.”125 124 125 Mecmuatul Fetava (1/153) Camiul Ulum vel Hikem (83) 71 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? HÜCCET NE İLE KAİM OLUR? İbnul Kayyım der ki; “Kulun, itaat de etse, asi de olsa Allah’ın ona risalet hüccetini ikame ettiğini itiraf etmesi, imanın gereklerinden birisidir. Kullara Allah’ın hücceti, peygamberler göndermekle, kitaplar indirmekle ve bunların onlara ulaşması, onların da sonuçta bilgiyi elde etseler de etmeseler de fark etmeksizin, sırf ilmi elde etme imkânına sahip olmaları ile ikame edilmiş olur. Allah’ın emir ve nehiylerini bilme imkânına sahip olup da, bunları talepte gerekeni yapmayarak bilgilenmeyen kimse kendisine hüccet ikame edilmiş kimse hükmündedir.”126 İbn Teymiyye der ki; “Her bidata çağıran davetçileri tekfir ediyoruz. Onları taklid edenleri ise fasık olarak isimlendiriyoruz. Tıpkı Kur’an mahlûktur diyen, ya da Allah’ın ilmi mahlûktur diyenler gibi. Yâ da onun isimleri mahlûktur ve o ahirette görülmez, yâ da din olarak sahabeyi kötülerse, iman sadece itikaddır derse ve buna benzer diğer şeylerde bulunursa; her kim bu bidatleri bilir ve bunlara davet eder ve bunun hakkında tartışmalarda bulunursa, küfrüne hükmedilir. İmam Ahmed’den birkaç yerde böyle dediği sabit olmuştur.” Şeyh Ebu Batin dedi ki; “Şeyhin bu sözüne iyice bak. Nasıl da cehaletlerine rağmen küfürlerine hükmetti.”127 126 127 Medaricus Salikîn (1/239) El İntisaru Li Hizbillahil Muvahhidiyn (14-15) 72 Ebu Ubeyde İmam Behaettin Abdurrahman ibn İbrahim el-Makdisi der ki; “İşte bu şekilde her kim Allah’ın kitabı veya ondan bir şeyi inkâr ederse kâfir olur. Çünkü Allah’ı yalanlamış olur. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur; “Resul ve müminler rablerinden kendilerine indirilene iman ettiler. Aynı şekilde Allah’a, resullerine, meleklerine ve kitaplarına iman ettiler.”128 Her kim İslam’ın ahkâmından bir şeyi inkâr ederse, örneğin haramlığına icma zahir olmuş bir haramı helal sayarsa, Allah ve Resulünü yalanlamıştır. Çünkü kitap ve sünnette buna dair deliller vardır. Bunlarla ancak Allah’a ve Resulünü yalanlayanlar mücadele eder.”129 “Mesele ancak vaciplerden ve haramlardan gizli kalanlar ise izah edilir. Eğer kabul etmezse kâfir olur. Bunlar ise Müslümanlardan uzak bir belde de yaşayan kişiye gizli olabilir. İşte buna izah edilir. Dönmezse öldürülür. Ama Müslümanlar arasında yaşayan ve bunu söyleyen kâfir olur. Tevbeye çağrılır. Tevbe etmezse öldürülür. Çünkü bu şeylerin ikrarı kitap ve sünnette zahirdir. Bunu yapan Allah ve Resulünü yalanlamıştır. İslam’ın erkânından birini reddeden hakkında dediğimiz gibi bu kişi de tekfir edilir.”130 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; 128 Bakara 285 El Uddetu fi Şerhil Umde (2/317) 130 El Uddetu fi Şerhil Umde (2/317) 129 73 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? “Şüphesiz belirli bir kişi, küfrü gerektiren bir söz söylerse, o kişiye, (terk edenin tekfir edileceği) hüccet ikame edilmeden küfrüne hükmolunmaz. İşte bu insanlardan bazılarına bazı gizli meselelerin delillerinin gizli kalmasındandır. Ancak onlardan her kim zahir meselelerde ya da dinden bilinmesi zaruri olan konularda bunu yaparsa, işte bu sözü söyleyenin küfründe tevakkuf olmaz.”131 Şeyh yine dedi ki; “Şüphesiz Allah’ın hücceti Kur’andır. Her kime Kur’an ulaştı ise, ona hüccet ulaşmıştır.”132 Şeyh İshak ibn Abdurrahman dedi ki; “Sonra Şeyh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’dan sonra birçoklarının İslam’dan irtidat ettiklerini ve Ebu Bekir zamanında zekâtı men edenlerin, Ali’nin ashabından bazılarının küfrü ve Ubeyd el Kaddah’ın Kufe’de inşa ettiği mescit ehlinin hepsinin muayyen olarak tekfir edildiklerini zikretti. Sonra dedi ki; “Sana kapalı olan ve senin şüpheye düştüğün en katı şüphe, İbn Teymiyye’nin sözüdür. Eğer biz bunu anladığın gibi söylersek meşhurlardan çoğunu tekfir etmemiz gerekir. Hâlbuki bunu açıklamıştı. Muayyen tekfir, ancak hüccet kaim oldu ise yapılır. Bilinen bir şeydir ki, hüccetin ikamesi manasının anlaşılması demek değildir.133 Allah ve Resulünün kela131 Durerus Seniyye (7/244) Mecmuatu Müellifatış Şeyh (7/244) 133 Yani önce bir şeyin hak olduğunu öğrenip ondan sonra herhangi bir sebep ile ondan yüz çevirmesi şart değildir. 132 74 Ebu Ubeyde mını, Ebu Bekir Sıddık’ın anladığı gibi anlaması değildir. Bilakis eğer Allah ve Resulünün sözü ulaştı ve ortada geçerli bir özür yok ise134 bu adam şirk işlediğinden dolayı kâfir olur. Tıpkı bütün kâfirlere Kur’an ile hüccetin kaim olması durumu gibidir.” “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kur’an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.”135 “Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”136 Öyleyse Şeyhin sözleri şirk ve riddet hakkında değil, cüzi bazı meselelerdedir. Sonra bunu açıklayarak, “Eğer münafıklar küfürlerini izhar etseydiler, mürtedler olurlardı.” dedi. Öyleyse burada kimseyi muayyen tekfir etmediğine dair payınız nerede?”137 134 Tıpkı delilik, hüccetin ulaşmaması, araştırmaya kudreti olmaması, ya da hitabın delillerini anlayamayan biri olması, ya da hazırda olan bir tercümanın olmayışı hallerinin özür olması gibi. Buradan kasıt İbn Kayyım’n zikrettiği ‘ilim imkânı bulunmayan mukallit’ sözünde kast ettiği gruplardır. Yerinde bunun hatırlatması gelecektir inşallah. 135 Kehf 57 136 Enfal 22 137 Risaletu Hukmu Tekfiril Muayyen (11) 75 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şeyh İshak ibn Abdurrahman âli Şeyh dedi ki; “Zaruri olarak bilinmesi gereken şudur; dinin aslı olan meseleleri kitap, sünnet, icma ve muteber ümmete çevirmek. Muteber ümmet ise sahabenin yolu üzere olanlardır. Her kim bu sözü anlarsa, imamların sözlerinden müteşabih olanların peşine düşmez. Öyleyse Nebi’den başka masum yoktur. Meselemiz ise Allah’a bir olarak ibadet etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak meselesidir. Şüphesiz her kim Allah ile beraber başka birine ibadet ederse kişiyi İslam milletinden çıkaran büyük şirk işlemiştir. Bu asılların aslıdır. Allah bunun için resulleri göndermiştir. Kitapları indirmiştir. Resul ve Kur’an ile insanlara hücceti ikame etmiştir. İşte bu şekilde sen dinin aslı olan meselelerdeki cevabı bulacaksın. İşte bu Allah’a ortak koşanın tekfirindeki asıldır. Ona ortak koşan tevbeye çağrılır. Tevbe ederse ne güzel. Etmezse öldürülür. Hiç kimse ona mesele izah edilir veya öğretilir dememiştir. Ancak bazı insanlara delillerinin gizli kaldığı hafi meseleler ise böyle değildir. Tartışmalı bidat meselelerde ve ircada olduğu gibi. Yâda sarf ve atf meselelerinde olduğu gibi. Nasıl olur da kabirlere ibadet edenlere anlatmak, öğretmek lazım denilir? Onlar Müslüman değildirler.”138 “Senin, Şeyh ibn Teymiyye ve ibn Kayyım bu işleri “Her kim yaparsa ona hüccet ikame edilene kadar kâfir ve müşrik olmaz” ya da “İmam veya onun yerine görevli ikame edene kadar kâfir olmaz” ya da “Eğer bu küfür de ısrar ederlerse 138 Mecmuatur Resailu Mahmudiyye (2) 76 Ebu Ubeyde buna küfür denilir” ya da “Belki bu işi yapan taklit, ictihad gibi nedenlerden dolayı özürlü olur” ve benzeri olan, onlar hakkında anlattığın bu sözlerin hiçbir aslı yoktur. Ben zannediyorum ki bu anlattıkların Davud’un yazdığı yazıdandır. Buna benzer bir ibareyi şeyhin kitabı olan ‘İktida sıratel mustakim’ den nakletmiştir. Anizeye gittiği zaman yanında bu evrak ile gitmiş ve insanlara bunu arz etmiştir. Buna benzer sözlerdi ve dedi ki; -Davud- “Eğer kabirlerin yanında yapılan işlerin şirk olduğunu, bu taife gibi zannedersek bu amellerden selim oluruz. İşte bu onların uydukları şeyhleridir. Diyor ki; şüphesiz müctehidi taklid eden cahil mazurdur. İşlediği ona bağışlanmıştır.” İşte bu bana ulaştığı zaman, benim yanımda bulunan bir şey gönderdim. Ona hatasını beyan ettim. Şeyhin sözünü yerine koymamış. Şüphesiz Şeyhulislam İbn Teymiyye, bu sözleri şirk hakkında değil, bidat hakkında söylemiştir diye izahta bulundum. Bazı bidat ibadetler hakkında söylemiştir. Bu sözü bidat hakkındadır. Bir kişi Salih bir amel yaptığını zanneder, ondan nehyedildiğini bilmez, hüsnü niyetinden dolayı ecir kazanır, ilimsizliğinden dolayı bağışlanır. Devam etti ve şeyh İshak dedi ki; “Bu sözü şirk olmayan işler hakkındaki sözüdür. Ancak şirk ise Allah subhanehu ve teâlâ onun hakkında şöyle demiştir; “Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.” Furu sahi- 77 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? bi139 öğrencisi ondan bunu nakletti. Bununla Allahu âlem Umumu kast etti. “Şüphesiz Allah şirki affetmez.”140 Şerhu Umde’de namazı terk eden hakkında konuşurken dedi ki; “Aslında her kim Allah’ın emrini ve haberini reddederse, ister ince bir konu, ister yüce bir konu kâfir olur. Fakat ilmin yollarının kapalı kaldığı gizli olan meseleler ise affedilmiştir.”141 Şeyhin Davud142 hakkındaki sözünü iyi düşün. İşte bu kişi selefi davetin düşmanlarındandır ki, oda İbn Teymiyye’nin sözlerini anlamadığı için o sözleri kendine hüccet zannedip, onlarla zayıf müminleri fitneye düşürmeye çalışıyor. Hamid El-Faki, bidat ehli ve onların arkasında namaz kılmak, onları tekfir etmek ile alakalı meselede dedi ki; “Kitap ve sünnette, yapanın kâfir olacağına dair nassın olmadığı bidat ve heva ehli hakkındaki tafsilattır. Hakkında nas bulunan bidatte böyledir. Ne Şeyh İbn Teymiyye ve ne de seleften başkaları onların tekfirlerini ilanda durmuyorlardı. Şirk ile, putlar ile ölülerden yardım dilemek, isimlerinin ikame edildiği putların önünde durmak ve onların etrafında dönmek, mallarını onların rızasında harcamak, onların gazabından korkmak, onların isimleri ile şirki bayramları ikame etmek vb fiillerde bulunanlar gibilerdir. Bununla beraber onlar 139 Furu sahibi olan İbn Muflihtir. Şeyhin talebelerindendir. Birçok tasnifi vardır; Furu, Adabuş şeria vb. 140 Nisa 48 141 Mecmuatur Resailil Mahmudiyye (21-23) 142 Davud ibn Süleyman ibn Cerciys el-Bağdadi en-Nakşibendi (Hicri 1231) O zamanki davet imamlarına reddiyeler yazdı. “Reddu Ala Vahhabiyye”,”Sulhul İhvan” ve benzeri reddiyeler yazdı. 78 Ebu Ubeyde Kur’anı okurken bunların şirk olduğunu okuyorlar, ancak ayetleri başka yere sarf ediyorlar. Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin kitapları, bu gibilerin açıkça küfürlerini beyan ediyor. Onların arkasında da bu şekilde bir namazın sahih olmadığına delalet ediyor.”143 Şeyh İshak dedi ki; “Bizim meselemiz Allah’a tevhid üzere ibadet etmek, ona hiçbir şeyi ortak koşmamak ve onun dışında ibadet edilenlerden beri olmaktır. Her kim Allah’a ortak koşarsa kendisini dinden çıkartan büyük şirk işlemiştir. Bu asılların aslıdır. Resuller bunun için gönderildi. Kitaplar bunu için indirildi. İnsanlara hüccet, resul ve Kur’an ile kaim olmuştur. İşte bu aslı, din imamlarının yanında Allah’a ortak koşanın tekfiri meselesinde bulabilirsin. Böyle bir kişi tevbeye çağrılır, tevbe etmezse öldürülür. Asli meselelerde hiç kimse, tekfirden önce anlatılır öğretilir dememişlerdir. Onlar öğretmeyi hafi meseleler için zikretmişlerdir. Mürcie ve kaderiye gibi bazı bidat ehlinin tartıştığı ve delilinin hafi kaldığı meseleler için söylemişlerdir. Sarf ve atf gibi meseleler hafi meselelerdir. Kabirlere ibadet edenlere nasıl öğretilir denir? Onlar Müslüman değildirler. İslam isimlendirmesinin içine giremezler. Şirk ile beraber amel mi kalır? “Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deli- 143 Mesailil Mardiniyye (75) 79 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.”144 “Allah'a ortak koşmaksızın O'na yönelerek pis putlardan kaçının, yalan sözden çekinin. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer.”145 “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”146 Buna benzer diğer ayetler. Ancak bu kötü itikad sahibinin bir başka kötü düşüncesi ise bu ümmete Kur’an ve Resul ile hüccetin kaim olmadığıdır. Böyle kötü bir anlayıştan Allah’a sığınırız. Bu kötü anlayışta onların Kur’an ve Sünneti unutmalarını gerekli kılmıştır. Bilakis fetret ehli kendisine Kur’an ve peygamberlik ulaşmayanlardır. Ve cahiliye üzere ölen kişilerdir. İcma ile bunlar dünyada Müslüman olarak isimlendirilmezler. Onlar için istiğfar edilmez. İlim ehli onların ahiretteki azaplandırılmaları meselesinde ihtilaf ettiler.”147 Yine Şeyh İshak dedi ki; “Hüccet, Resul ve Kur’an ile kaim olmuşturdan kasıt, her kim Resulü duymuş ve Kur’an ona ulaşmış ise ona hüccet ikame olmuştur. İşte bu Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab yanında da böyledir. Şöyle dedi; 144 Araf 40 Hac 31 146 Nisa 48 147 Mecmuatur Resailil Mahmudiyye (25-26) 145 80 Ebu Ubeyde “Malum olan şudur ki; hüccet ikame edilmesi demek, onu Ebu Bekir ve Ömer gibi anlamak değildir. Bilakis ona Allah’ın kelamı ve resulünün kelamı ulaştı ise ve özürlerden hali oldu ise o kâfirdir. Tıpkı bütün kâfirlere Kur’an ile hüccetin kaim olması gibi; “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kur’an'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.”148 Onun sözünü iyi düşün, fikrini hazırla ve Allah’tan hidayet dile. İşte bu üç yerde, insanlara Kur’an’ın ulaşması, onu işitmeleri ve onlar bunu anlamasalar dahi onlara hüccetin kaim olduğunu belirtti. İşte bu –elhamdulillah- Kur’anı işiten her mümin buna inanır. Ancak şeytanlar Allah’ın kullarını yarattığı fıtrattan saptırdılar. Sonra Şeyhulislam’ın onlar hakkındaki küfür hükmünü düşün. Onlara izah edilmeden kâfir olmazlar dedi mi? Ya da müşrik diye isimlendirilmezler dedi mi? Bilakis fiilleri şirk bizim de işaret ettiğimiz gibi.”149 İbn Kayyım dedi ki; “Allah yarattıklarına hücceti kitabı ve resulleri ile ikame etmiştir. 148 149 Kehf 57 Risaletu Hukmu Tekfiril Muayyen (13) 81 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? “Furkan’ı kuluna âlemlere uyarıcı olsun diye indiren Allah yücedir.”150 Yine dedi ki; “Bu Kur’an bana, sizi ve ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu.”151 Her kime bu Kur’an ulaşırsa o uyarılmıştır. Onunla Allah’ın hücceti ona ulaşmıştır.”152 Ebu Batın dedi ki; “Her kime Muhammed’in risaleti ulaştı ve Kur’an ulaştı ise ona hüccet kaim olmuştur. Allah’a iman, meleklerine, kitaplarına resullerine ve ahiret gününe imanda özrü olamaz.”153 Hammad ibn Mamar dedi ki; “Kur’an ulaşan hiç kimse mazur değildir. İslam dininin aslı olan büyük asılları Allah kitabında beyan etmiştir. Bununla da kullarına hücceti kaim etmiştir.”154 Abdullah Abdulaziz İbn Baz dedi ki; “Cehalet özrü meselesinde tafsilat vardır. Herkes cehaletle mazur değildir. İslam’ın geldiği bu işler ve resulün insanlara beyan ettiği şeyler, insanların arasında yaygın olan meselelerde cehalet iddiası kabul edilmez. Özellikle akide ile dinin aslındaki temellerde kabul edilmez. Çünkü Allah nebisini insanlara, onlara dinlerini açıklamak için gönderdi. O da apaçık bir şekilde beyan 150 Furkan 1 Enam 19 152 Savaigu Mursele (2/725) 153 Resailu ve Mesailun Necdiyye (5/510) 154 Nebzetüş Şerife (116) 151 82 Ebu Ubeyde etti. Ümmetine dinin hakikatini açıkladı. Onlara her şeyi izah etti. Geceyi de gündüzü gibi aydınlık bıraktı. Allah’ın kitabında da bununla beraber hidayet ve nur vardır. Eğer birisi Müslümanlar arasında ilmi yaygınlaşmış olan ya da dinden bilinmesi zaruri olan meselelerde cehalet iddiasında bulunursa, tıpkı şirk meselesinde, Allah’tan başkasına ibadette, namazın vacip olmadığında, ramazan orucunun vacip olmadığında, güç yetirildiğinde haccın vacip olmadığında vb. konularda cehalet iddiasında olduğu takdirde cehaleti kabul edilmez. Bunlar Müslümanlar arasında bilinen şeylerdir, cehalet iddiası kabul edilmez. Aynı şekilde kabirlerin yanında müşriklerin yaptıkları meselesinde cehalet iddiasında olan, ölülere dua etmek ve onlardan yardım dilemek, onlar için kurban kesmek ve adak adamak, ya da yıldızlar için kesmek ya da ağaçlar ve taşlar için, onlardan şifa talep etmek, ölülerden, nebilerden, putlardan, cinlerden ve meleklerden yardım dilemek. İşte bütün bunların hepsi dinden bilinmesi zaruri olan şeylerdir. Bunlar büyük şirktir. Allah bunu kitabında açıklamıştır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bunları izah etmiştir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de on üç sene kaldı. O da insanları bu şirkten sakındırdı. Aynı şekilde Medine'de on sene kaldı. Bu sürede de insanlara, ibadette ihlâsın ve tevhidin vacipliğini anlattı. Onlara Allah’ın kitabını okudu; “Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur.”155 155 İsra 23 83 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? “Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz” 156 “Dini Allah’a has kılıp ona hanifler olarak ibadet etmekten başkası ile emrolunmadılar.”157 “Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et. Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola eriştirmez.”158 “De ki: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim."159 “Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”160 “Allah'la beraber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkârcılar elbette kurtulamazlar.”161 156 Fatiha 5 Beyine 5 158 Zümer 2-3 159 Enam 162-163 160 Kevser 1-2 161 Muminun 117 157 84 Ebu Ubeyde Aynı şekilde din ile alay etme de bu şekildedir. Ona sövmek, ya da alay etmek işte bunların hepsi büyük küfürdür. Buna intisap eden kesinlikle cehaletle mazur değildir. Çünkü dinden bilinmesi zaruri olan meselelerdendir. Dine sövmek veya resule sövmek büyük küfürdür. Alay edip dalga geçme küfrü ise; “Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk" diyecekler; De ki: "Allah'la, ayetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkâr ettiniz. İçinizden bir topluluğu affetsek bile, suçlarından ötürü bir topluluğa da azab ederiz.”162 İlim ehline vacip olan ise hangi ortamda olursa olsunlar avama meseleleri izah ederek ta ki bu meselelerde özrü olmayan kimse kalmayana kadar ilmi yaymaktır. Öyle ki ister Mısır, ister Şam veya Irak bölgelerinde, hatta Mekke’de ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in kabri yanında ve diğer bölgelerde ölülere dua eden ve onlardan yardım dileyen kimse kalmayıncaya kadar bu davete devam etmeliler. Burada insanları ve hacıları uyarmalılardır. Onlara dinlerini ve Allah’ın şeriatını öğretmelilerdir. İnsanların sapmasının sebebi âlimlerin susmasıdır.163 162 Tevbe 65-66 Ne büyük söz söyledin Ya Bin Baz. Gönül isterdi ki sende bu söz ile amel edip de kâfir yöneticilerin küfrü hakkında susmasaydın da onlarla dilin ile mücadele etseydin. Aksine sen ilmini onları savunmak için kullandın. Evet değerli okuyucu kardeşim. Bin Baz’ın Pakistan’daki talebesi, kendisine bir reddiye kitabı yazarak cevap vermiş ve sırf kendi 163 85 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? İlim ehline vacip olan nerede olurlarsa olsunlar Allah’ın dinini insanlara öğretmeleridir. Tevhidi onlara öğreterek şirkin her çeşidini beyan etmeliler ki insanlar bu şirkleri terk etsinler. Öyle ki insanlar böylece basiret üzere Allah’ı birleyerek ona ibadet etsinler. Tıpkı bedevinin kabri başında, Hüseyin'in kabri başında, Abulkadir Geylani’nin kabri başında ve Medine’de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in kabri başında işlenen şirklerden insanları sakındırmaları vaciptir. Allah azze ve celle’nin dediği gibi ibadet Allah’ın hakkıdır ve kimse onun hakkına ortak olamaz; “Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur.”164 “Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et.”165 Bütün İslami beldelerdeki ilim ehline vacip olan, insanlara tevhidi öğretmek, Allah’a ibadetin manasını basiret üzere anlamayı öğretmek, günahların en büyüğü olan şirkten insanları sakındırmaktır. Allah cinleri ve insanları kendisine ibadet etsinler diye yarattı. “Ben cin ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım.”166 verdiği fetvalar ile muayyendeki farklı fetvalarını kıyaslamış ve onu insaflı olmaya davet etmiştir. 164 İsra 23 165 Zümer 2 166 Zariyat 56 86 Ebu Ubeyde Resulüne itaat etmeyi, ona tabi olmayı ve ibadeti Allah’a has kılmayı ve kalpleri ona yönlendirmeyi emretti; “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz.”167 Ancak hafi meselelere gelince onlar bazı muamelat meseleleridir. Namazın bazı meseleleri, orucun bazı meseleleri, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in özürlü saydığı gibi bu kişilerde özürlü sayılırlar…” Sonra sözlerine şöyle devam etti; “Ancak dinin usulleri, akidenin asılları, İslam’ın rükünleri ve açık haramlarda hiç kimsenin cehaleti kabul edilmez. Müslümanlar arasındaki biri eğer derse, ben zinanın haram olduğunu bilmiyorum, bu adam mazur sayılmaz, bilakis ona had cezası uygulanır. Ben anne ve babaya isyanın haram olduğunu bilmiyordum derse, ona vurulur ve edeplendirilir, bu sözüne bakılmaz. Ben livatanın haram olduğunu bilmiyordum derse, bu kişi mazur sayılmaz. Çünkü bunlar dinde zahir olan Müslümanların bildiği malum meselelerdir. Ancak kişi İslam’dan uzak beldelerde yaşıyorsa, çevresinde Müslümanların bulunmadığı Afrika’nın uçsuz bölgelerinden birinde yaşıyorsa, bunun cehalet iddiası kabul edilir. Bu hal üzere ölen birinin işi Allah’a havale edilir ve dünyada da hükmü fetret ehli ile bir olur. Sahih görüş fet167 Bakara 21 87 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ret ehlinin kıyamet günü imtihan edileceğidir. Eğer gönderilen resule icabet eder, itaat ederlerse cennete girerler. Asi olurlarsa cehenneme girerler. Ama Müslümanların arasında yaşamasına rağmen küfrün her çeşidini işleyen birisi ise mazur değildir. Çünkü mesele açıktır. Müslümanlar elhamdulillah mevcuttur ve namaz kılıp oruç tutuyorlar, hac ediyorlar, zinanın haram olduğunu, içkinin haram olduğunu, anne babaya isyanın haram olduğunu biliyorlar. İşte bunların hepsi Müslümanlar arasında malum şeylerdir. Bunlarda kimsenin cehaleti mazur değildir.”168 Şeyh Muhammed ibn İbrahim âli Şeyh der ki; “Muayyen tekfir meselesinde, insanlardan bazıları şöyle derler, ebediyyen muayyen tekfir yapılmaz ve bunlar İbn Teymiyye’nin sözlerini kendilerine delil alarak saptırırlar. Zannederler ki muayyen tekfir Kur’an nassı ile olur. Tıpkı firavun gibi. Naslar hiç kimse için muayyen gelmemiştir. Diğer bir kısım ise deliller gizli kaldığından tekfirde tevakkuf etmişlerdir ve hüccet ikame edilmeden deliller sabit olmadan tekfir edilmez derler. Eğer iyice açıklar ve beyan ederse, anlar ve inkâr ederse kâfir olur derler. Bütün kâfirlerin küfrü inat değildir. Resulün getirmiş olduğu ve dinden bilinmesi zaruri olan meselelerde muhalefet eden herkes mücerred muhalefetinden dolayı tekfir edilir. İster usul ister furuda olsun ona 168 Fetava Bin Baz ve Tenbihat (139-142) 88 Ebu Ubeyde anlatmak öğretmek şart değildir. Eğer bu kişi İslam’a yeni girmemiş ise durum böyledir.”169 İbn Teymiyye şöyle demiştir; “İşte bunlar hafi (gizli) sözlerde böyledir. Bu hatayı yapanlara hatalı ve sapmış denir. Bu meselelerde terk edenin tekfir edileceği hüccet ikame edilir. Fakat onlardan bazı taifeler müşriklerin, Yahudilerin ve Hristyanların dahi ‘Şüphesiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bununla gönderilmiştir ve buna muhalefet eden tekfir edilir’ diye bildikleri zahir (açık) meselelere dahi düşmüşlerdir. Tıpkı Allah’a tevhid üzere ibadet edip, onun hiçbir ortağı olmadığını emretmesi, onun dışındaki ister meleklerden, ister nebilerden, isterse de diğerlerinden birine ibadeti terk etmesi gibi meselelerdir. Bu İslam’ın en açık şiarlarındandır. Sonra onlardan çoğunun başındakilerinin bu şirklere düştüklerini görürsün. Bununla çoğu mürtedler olarak İslam’dan döndüler. Onlardan bazıları da bazı tasniflerde bulundular. Tıpkı Fahreddin Er-Razi gibilerin yaptığı gibi. O yıldızlara ibadet hakkında kitap yazdı. Bu Müslümanların ittifakı ile İslam’dan riddet etmektir.”170 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “İki kardeşime; İsa ibn Kasım ve Ahmed ibn Suveylim. Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Şeyhin zikretmiş olduğu kim şununla veya bununla cuhd ederse sözünden, sizler bu tağutlar ve onların arkasından giden tabileri hakkında onlara 169 170 Fetava Şeyh İbn İbrahim (73-74) Mecmuatul Fetava (4/54 ve 18/54) 89 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? hüccet ikame edildi mi, yoksa edilmedi mi diye şüphe ediyorsunuz. Bu acaipliklerin en acaibidir. Bunda siz nasıl şüphe edersiniz. Hâlbuki size defalarca açıkladım. Kendisine hüccet ikame edilmeyen kişi, İslam’a yeni girmiş, İslam’dan uzak bir beldede yaşayan, ya da hafi (gizli) meselelerde ilmi olmayan kişidir. Mesela sarf ve atf gibi hafi meselelerde olduğu gibidir. Bu gibi kişiler izah edilene kadar tekfir edilmezler. Ama dinin asıllarında ki Allah bu dinin asıllarını kitabında açıklamıştır. Şüphesiz Allah’ın hücceti Kur’andır. Kur’an ulaşana hüccet ulaşmıştır. Sorunun aslı sizin hüccetin kaim olması ile anlaşılmasının arasını ayırt etmemenizdir. Çünkü kâfir ve münafıkların çoğu Allah’ın hüccetini anlamadılar. Hâlbuki onlara ikame edilmişti. “Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar.”171 Hüccetin anlaşılması başka bir şey, ikamesi ise başka bir şeydir.”172 “Bilakis şart olan, mükelleflerin bu bilgiye ulaşmalarının mümkün olmasıdır. Eğer ihmalkâr davranarak, hüccet ikame edenin üzerine düşeni yerine getirmesine rağmen bu ilme ulaşmak için çaba harcamazlarsa, ihmal kendilerine aittir, hüccet ikame edene değil.”173 “Böylece, hüccetin ancak Kur’an kendisine ulaşan kişiye ikame edildiği anlaşılmış olur. Şu ayette geçtiği gibi: “Bu 171 Furkan 44 Tekfirul Muayyen vel Farku Beyne Kıyamul Hucce ve Fehmul Hucce 173 Mecmu’ul Fetava (28/125-126) 172 90 Ebu Ubeyde Kur’an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu.” Kur’an, yalnızca bir kısmı ulaşan kimseye de kendisine ulaştığı kadarı ile hüccet ikame edilmiş sayılır.”174 Cehenneme ancak kendisine bir rasulün daveti ulaşan kimse girecektir. Ancak bu rasulün Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olması şart değildir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden önce arap müşriklere risalet hüccetinin ulaşmadığının söylenmesi doğru bir söz değildir. Çünkü İbrahim aleyhisselam’in dini ile onlara risalet hücceti ikame edilmişti. Bu dinde bazı tahrifler yapılmış olsa da onlar arasında tevhidi bilen ve onlara bunun delilini gösteren kimseler vardı. Bu şekilde tevhidi bilenlerden biriside Kureyş’e şu şekilde seslenen Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl idi: “Ey Kureyş topluluğu! Benden başka sizin aranızda İbrahim’in dini üzere olan yok.”175 İbn Teymiyye dedi ki; “Hüccet iki şey ile kullara kaim olmuştur; Allah’ın indirdiği ilme ulaşma imkânına sahip olmak ve bununla amel etmeye kudret sahibi olmaktır. Deliler gibi ilim elde etmekten aciz olanlar ya da yaşlılar gibi amel etmeye güç yetiremeyenler, işte bunların üzerine emir ve yasak yoktur. Çünkü haramlığın vacipliği ilim elde etme imkânına ve amel etmeye bağlıdır. Asıl da vacip de olsa acziyet insandan vucubiyeti düşürür.”176 174 El Cevabus Sahih Limen Beddele Dinil Mesih (1/309-310) Sahihi Buhari, Hadis no : 3828 176 Mecmuatul Fetava (20/59) 175 91 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Ahmed Ferid gibi cahil insanlar dinin usûl ve furu olmadığını iddia etmektedir. Bunu da bidatçı tekfircilere reddiye kitabında çok komik ve cahilane nakillerle, aklınca isbat etmeye çalışmıştır. Allah onu İslam’la rızıklandırsın. İşte onun bu sözünün tam aksine ilim ehlinin usul ve furu hakkındaki sözleri; İmam Begavi dedi ki; “Şüphesiz Allah ve Resulü hakkında suizan olan ve İslam’da ilk ortaya çıkan her bidatın aslı şudur ki; usûlde ve furuda yapılan hatalardır.”177 İz bin Abdusselam dedi ki; “Cehalet fesattır. Bu da üç kısımdır. Birincisi, izale edilmesinin vacip olduğu meselelerdir. Tıpkı usûl ve furuyu öğrenmenin vacipliği gibi. İkincisi, izalesinin vacip olmadığı furu ahkâmdır. Üçüncüsü, izalesinde ihtilaf edilenlerdir.”178 İbn Dakik el-İyd, Muaz hadisi hakkında dedi ki; “Şehadeti talep etmek ile başladı. Çünkü bu dinin aslıdır ki, dinin diğer furu kısmı bu asıl ile sıhhat bulur.”179 Şevkani dedi ki; “Bu amel usul meseleleri ile alakalıdır. Yoksa furu meselelerinden değildir.”180 *** 177 Şerhus Sunne li Begavi (1/229) Kavaidul Ahkam (1/62) 179 Ahkamul Ahkâm (3/183) 180 Seylul Ecrar (1/11) 178 92 Ebu Ubeyde KÜFÜR AMELDE KASIT İbn Hacer el Askalani icma naklederek der ki; “Bütün hepsi (bütün mezhepler) icma ettiler ki, dünya hükmü zahire göre verilir. Gizlilikler ise Allah’a havale edilir.”181 İmam Begavi dedi ki; “İnsanların birbirleri ile olan muamelatlarında ahkâm zahire göre icra edilir. Her kim dinin şiarlarını izhar ederse ona göre ahkâm icra edilir.”182 İmam Nevevi ‘Ben insanların kalplerini yarmakla emrolunmadım’ hadisi hakkında dedi ki; “Manası, ben zahirlere hükmetmek ile emrolundum. Gizlilikleri Allah bilir.”183 ‘Ben insanlarla savaşmakla emrolundum’ hadisi hakkında Nevevi dedi ki; “Bunda şunun delili vardır; her kim İslam izhar eder, küfrünü gizler ise zahirde İslam’ına hükmedilir. Bu çoğunluk ulemanın sözüdür.”184 İbn Hacer el Heysemi, Kadı İyad’dan naklederek dedi ki; “Küfür hükmü vermek zahirlerle alakalıdır. Kasıtlara ve niyetlere bakılmaz.”185 Keşmiri dedi ki; “Eğer kişi bu fiillerden (küfür olan bütün fiiller) herhangi birini işlerse onun küfrüne hükmedilir. Kalbindeki tasdike bakılmaz.”186 181 Fethul Bari (12/272) Şerhus Sunne li Begavi (1/7) 183 Şerhun Nevevi ala Muslim (1/180) 184 Şerhun Nevevi ala Muslim (1/184) 185 İlamu bi Kavatiul İslam (15) 186 Feydul Bari (1/50) 182 93 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? İmam Tahavi dedi ki; “Biz küfür görmeden, fısk görmeden ve nifak görmeden, o kişiden bu sayılanlardan herhangi biri izhar olmadan kimsenin hakkında bu ithamlarda bulunmayız. Biz zandan nehyedildik.”187 Usame bin Zeyd hadisi188 hakkında Nevevi dedi ki; “Bu hadiste usulde ve fıkıhda bilinen malum kaide olan, ‘Ahkâmlar zahire göredir’ kaidesinin delili vardır.”189 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “Cahiliye ehlinden her kim İslam ile amel eder ve şirki terk ederse, o Müslümandır. Her kim de putlara ibadet ederken ölürse bu dinin izhar190 olmasından önce bunun zahiri de küfürdür. Bu kişinin kendisine hüccetin ulaşmaması ve onu uyaran birinin olmaması sebebi ile cehaleti olma ihtimali olabilir. 187 Şerhut Tahavi (371) Usame'nin kendisinden rivayet edildiğine göre; katıldığı seriyyelerin birinde, düşman safında Müslümanlara karşı savaşan birine karşı kılıç çekince, o şahıs; 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah' diyerek şehâdet getirdi. Fakat Usame yine de onu öldürdü. Dönüşte, durumu Rasûlüllah (s.a.v)'e haber verince, Allah Rasûlü, 'Lâ ilâhe illallah' diyen birini ne diye öldürdüğünü sorar. Usame; 'Ey Allah'ın Rasûlü! O ölümden kurtulmak için böyle söyledi dedi. Fakat, Rasûlüllah, bu soruyu aynı şekilde defalarca sordu. Usame, neredeyse Müslümanlığından şüpheye düşecek hale geldi. Kendi kendine; 'Allah'a söz veriyorum, bundan böyle lâ ilâhe illallah diyen hiçbir kimseyi öldürmeyeceğim' dedi (İbn Sa'd, II,119; Üsüdü'l Ğâbe, I, 80; Tarih-i İbn Hişam, II, 622; el-Kâmil, II, 226) 189 Şerhun Nevevi ala Muslim (2/91) 190 Yani kendi davetinin başlamasından bahsediyor. 188 94 Ebu Ubeyde Biz zahir ne hükmederiz.191 Ama batınındaki hüküm ise Allah’a kalmıştır.”192 Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “Sonuç olarak her kim küfür olan bir söz söyler veya amel işler ise, bununla kâfir olur. Kâfir olmayı kast etmese dahi böyledir. Çünkü ancak Allah’ın dilediğinden başkası küfrü irade etmez.”193 Kur’andan deliller; “Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk" diyecekler; De ki: "Allah'la, ayetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkâr ettiniz. İçinizden bir topluluğu affetsek bile, suçlarından ötürü bir topluluğa da azap ederiz.”194 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “Aynı şekilde denilir ki, Allah’ın haklarında şöyle dedikleri kişiler; “O küfür sözünü söylemediklerine dair yemin ediyorlar. İslamlarından sonra kâfir oldular.” Allah subhanehu ve teâlâ onların Nebi sallallahu aleyhi ve sellem zamanında olmalarına, cihad etmelerine, namaz kılmalarına ve oruç tutmalarına, hac etmelerine ve önceden Allah’ı birlemelerine rağmen bir kelime sebebi ile tekfir etti. “Onlara soracak olursan…” Bu ayette de durum böyledir. Bunların imanlarından sonra kâfir olduklarını rab- 191 Yani dünya da cehaleti muteber bile olsa müşrik olduğuna hükmederiz. 192 Durerus Seniyye (1/333) 193 Sarimul Meslul (562-563) 194 Tevbe 65-66 95 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? bimiz bize beyan etti. Tebuk seferi sırasında onlar mizahlı bir söz söylemişlerdi.”195 “Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın.”196 Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “Allah onları seslerini onun sesinin üzerine kaldırmayı, birbirlerine karşı bağırdıkları gibi birbirlerine bağırmalarını nehyetmiştir. Bu sesi yükseltme ve bağırma bu amelinin sahibinin farkında olmadan amelinin boşa gideceğine işaret etmektedir.” Sonra şöyle söyleyerek devam etti; “Amel ancak küfür ile boşa gider. “İçinizden dininden dönüp kâfir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler.”197 “Kim imanı inkâr ederse, şüphesiz amelleri boşa gider.”198 “Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği yoludur. Eğer ortak koşsalarda amelleri boşa çıkardı.”199 195 Mecmuatut Tevhid (94) Hucurat 2 197 Bakara 217 198 Maide 5 199 Enam 88 196 96 Ebu Ubeyde “Andolsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: "And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan, şüphesiz işlerin, amellerin boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.”200 “Bu, Allah'ın indirdiğini beğenmediklerinden ötürüdür. İşlerini Allah bunun için boşa çıkarmıştır.”201 Eğer amelin arkadaşı küfür olursa, bu ameller kabul edilmez. “Allah, inkâr edenlerin ve kendi yolundan alıkoyanların işlerini boşa çıkarır.”202 “Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve Peygamberini inkâr etmeleri…”203 İşte bu zahirdir. Küfrün dışında amel boşa gitmez. Çünkü iman üzere ölen, kesinlikle cennete girecektir. Eğer cehenneme girdi ise oradan çıkarılacaktır. Eğer amelleri boşa çıkarsa, kesinlikle cennete giremez. Çünkü ameller, onu iptal eden şeylerle boşa gider. Mutlak olarak amellerde ancak küfür ile boşa gider. Bu Ehli Sünnetin usulünde maruf olan şeydir. Evet, bazen bazı ameller onu ifsat eden şeylerden dolayı da boşa gidebilir. “Sadakalarınızı eza ve minnet ile boşa çıkarmayın.”204 200 Zümer 65 Muhammed 9 202 Muhammed 1 203 Tevbe 54 201 97 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Bunun için Allah kitabında bütün amelleri boşa çıkaran şeyi küfür olarak açıkladı. Eğer sesini Nebinin sesinin üzerine çıkarmak veya söz ile onun önüne geçmek sabit olursa, o amelin sahibinin amellerinin boşa gitmesinden ve amel sahibinin bunun farkında olmamasından korkulur…” Sonra şöyle noktaladı; “Eğer bu eza kasıtsız, kötü edepten kaynaklanan bir hafife almak olunca sahibini kâfir yaparsa, kasıtlı bir şekilde onu hafife alarak yapılan amel ise küfür olmaya daha evladır.”205 “Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takımı da sapıklığı hak etti, çünkü bunlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı.”206 İmam Begavi dedi ki; “Bunda şunun delili vardır ki; inatçı kâfirin dışındaki kâfirler, kendilerini hak din üzere zannederler.”207 Taberi diyor ki; "Bu âyeti kerime, bilmeden günah işleyenlerin ve sapık inanca düşenin sorumlu olmayacağını iddia edenlerin iddialarının yanlış olduğunu beyan etmektedir. Zira âyette, hidayet üzere olduklarını zanneden fakat sapık olan kimselere, "Sapıklar" denilmiş, bu hallerini bilmemelerinden 204 Bakara 264 Sarimul Meslul (54-56) 206 Araf 30 207 Tefsirul Begavi (2/156) 205 98 Ebu Ubeyde dolayı mazur sayılmamışlar ve hidayette olanlarla aynı oldukları zikredilmemiştir.”208 “Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?" de. Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü Biz onlara değer vermeyeceğiz.”209 Taberi dedi ki; "Bu insanlardan maksat, iyi amel işlediğini sandığı halde yaptığı amel ile Allah Teâlâ’yı gazaplandıran herkestir. Bu kimse ister papaz olsun, ister haham olsun isterse sapık bir müçtehid olsun, isterse halktan biri fark etmez"210 “Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkoyarlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar.”211 İbnul Kayyım rahimehullah ne güzel de söylemiştir; “Allah (c.c), bir şeytan musallat edip saptırdığı kimselerden haber vererek, onların Allah’ın resulüne indirdiğini bulanık görmesinin sebebinin, ondan yüz çevirmeleri olduğunu haber verdi. Bu yüz çevirmenin cezası olarak onu rabbinin yolundan saptıran ve onu hidayet üzere zannetmesine sebep olan bir şeytanı arkadaş kılmasıdır. Öyle ki kıyamet günü 208 Tefsirut Taberi (12/377) Kehf 103-104-105 210 Tefsirut Taberi 211 Zuhruf 37 209 99 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rabbinin huzuruna o arkadaşı ile gelir, helakını ve iflasını anlatarak der ki; “Keşke senin ve benim aramda doğu ve batı kadar mesafe olsaydı. Ne kötü arkadaşsın.”212 Her kim Allah’ın zikri olan vahiyden yüz çevirirse, kesinlikle bu sözü kıyamet günü söyleyecektir. Eğer denilirse ki, “Bunun kendisini hidayet üzere zan etmesi onun için özür olur mu?” ‘Onlar kendilerini hidayet üzere zannettiler’213 denildi ki; Hayır. Bu ve buna benzer sapıklıklarının kaynağı resulün getirdiği vahiyden yüz çevirmek olanlar kendini hidayet üzere de zannetse özürlü değildir. Çünkü o hidayet davetçisine yüz çevirmekten dolayı aşırı gitmiştir. Eğer saparsa, yüz çevirmesi ve aşırı gitmesi ile gelecektir o günde. Böyle birisinin sapıklığının sebebi, risaletin kendisine ulaşmamış olan ve ona ulaşamayan kimsenin zıddınadır. Bu kişinin hükmü başkadır. Cehennem vaadi ise birinci bahsettiğimize ulaşır. İkincisi ise, şüphesiz Allah subhanehu ve teâlâ kullarından kimseye hücceti ulaştırmadan azab etmez. “Biz bir resul göndermeden kimseye azap edici deği214 liz.” “Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir hüccetleri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı 212 Zuhruf 38 Araf 30 214 İsra 15 213 100 Ebu Ubeyde peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık.”215 “Biz onlara zulüm etmedik ancak onlar zalim idiler.”216”217 Taberi bu ayetin tefsirinde dedi ki; “Kim Allah’ı anmaktan yüz çevirir ve onun gazap ve azabından korkmayacak olursa, biz ona şeytanı musallat kılarız da şeytan ona devamlı vesvese veren bir arkadaş olur. Şüphesiz ki şeytanlar, Allah’ı anmaktan yüz çevirenleri hak yoldan alıkoyarlar. Allah’a iman etmeyi ve salih ameller işlemeyi onlara çirkin, sapıklığı ise süslü gösterirler. Allah’ın zikrinden uzak duranlar ise, kendilerini şeytanın kandırmasıyla doğru yolda olduklarını zannederler.”218 Sünnetten buna deliller; İsa ibn Talha ibn Ubeydullah Et-Teymi’den, oda Ebu Hureyre’den, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini işittiğini söyledi; “Eğer kul Allah’ın razı olacağı bir söz söylerse, Allah ile karşılaşana kadar Allah onun derecelerini arttırır. Eğer kulda Allah’ın kızacağı bir söz söylerse de Allah ile karşılaşana kadar cehennemde aşağılara iner.”219 215 Nisa 165 Zuhruf 76 217 Miftahu Darus Saade (1/47-48) 218 Tefsirut Taberi (25/23) 219 Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim (11/314-315) (17/117) 216 101 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Bu hadisin şerhinde İbn Hacer şöyle dedi; “Yani önemini düşünmediği, akıbetini düşünmediği ve bu sözün hiç bir şeye tesir etmeyeceğini düşündüğü bir söz. Tıpkı şu ayette olduğu gibi; “Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, o Allah katında büyüktür”220 Aynı şekilde başka bir rivayette, bu rivayeti de Malik ve ashabı sünenlerinde, Tirmizi, Hâkim ve İbn Hibban sahihlerinde şu lafızla tahriç etmişlerdir. “Eğer sizden biri Allah’ın rızasına ulaşacağını zannetmediği bir söz söylerse kıyamete kadar o kişiye rızasını yazar…” kızgınlığı hakkında da böyle dedi.”221 *** 220 221 Nur 15 Fethul bari (11/318) 102 Ebu Ubeyde ZAHİR MESELELERDE KÜFRÜ İTİKAD ETMEYİ KAST ETMENİN ŞART OLMADIĞINA DAİR İMAMLARIN SÖZLERİ Kemal Sadreddin Konevi el-Hanefi; “Eğer kişi küfür bir söz söylerse itikad etmeden kasıtsızca küfre girer. Çünkü devamında o bundan razıdır. Şaka yapan gibi hükmüne razı olmasa da böyledir. Hükmüne razı olmasa da bununla tekfir edilir. Ulemanın genelinin yanında cehaletle mazur olmaz .”222 Aliyyul Kari, İmam Serahsi’den naklederek şöyle dedi; “Eğer kişi kasıtlı olarak kıblenin dışına yönelirse ya da kasıtlı olarak abdestsiz namaz kılarsa, kıbleye de isabet etse ya da farkında olmadan abdestli olsa dahi kâfir olur. Aynı şekilde itikat etmeden sadece hafife alarak küfür kelimesi söylerse de kâfir olur.”223 Molla Ali Miskin el-Hanefi’nin sözü, ibn Hemmam elHanefi, Hanefi fıkhında Fethul Kadir’de şunu demiştir; “Kim şaka ile küfür lafzı söyler ise, irtidat eder. İtikad etmeden hafife alarak söylese de inat küfrü gibidir.”224 Kadı iyad el-Maliki el-Endulusi dedi ki; “Her kim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sövmek kastı olmadan ve küfre itikat etmeden onu rencide edecek söz söylerse kâfir olur…” Sözlerine devam ederek şöyle dedi; “Öyleyse küfürde kimse cehaletle mazur olamaz. Ya da dil kayması ya da zik222 Şerhu Fıkhul Ekber li Molla Aliyyul Kari (421) Şerhu Fıkhul Ekber li Molla Aliyyul Kari (228-229) 224 Fethul Muayyen fi Şerhil Kenz (2/458) 223 103 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rettiğimiz muteber olmayan diğer şeyler ile mazur olmaz. Eğer aklıselim ise ve fıtrat sahibi ise özürlü olmaz. Ancak ikrah halinde olup da kalbi iman ile dolu olan kişi müstesna. Bu Endülüslü âlimlerin sözlerinde geçtiği gibi Nebi sallallahu aleyhi 225 ve sellem’den zühdü nefyedenler hakkındaki fetvalarıdır.” İbn Hacer el-Heysemi’de Kadı İyad’ın bu sözü hakkında şöyle dedi; “Zikrettiği söz bizim mezhebimize (Şafiîlere) muvafıktır. Küfür ile hüküm vermek zahirle alakalıdır. Biz maksatlara ve niyetlere bakmayız.”226 İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Sonuç olarak her kim küfür olan bir söz ya da bir fiilde bulunursa bununla kâfir olur. Kâfir olmayı kast etmese dahi böyledir. Çünkü Allah’ın dilediğinden başkası küfrü kast etmez.”227 İbn Kudame el-Makdisi el-Hanbeli dedi ki; “Her kim ister mizah ile isterse ciddi olarak Allah’a söverse kâfir olur. Aynı şekilde her kim, Allah ile ayetleri ile resul ve kitapları ile dalga geçerse kâfir olur.”228 İmam Muhammed ibn İsmail Emirus Sanani fakihlerden naklederek dedi ki; “Fakihler kitaplarında riddetin hükmü babında küfür kelimesi konuşan kişinin manasını kast etmese dahi tekfir edileceğini söylemişlerdir.”229 225 Şifa Şerhu Aliyul Kari (2/338) İlamu bi Kavatiul İslam (65) 227 Sarimul Meslul (177-178) 228 El-Mugni (8/150) 229 Tathirul İtikad (36-37) 226 104 Ebu Ubeyde Mevsuatul Fıkhıyye’de, Hamevi dedi ki; “Her kim itikat ile alakalı küfür kelimesi söyler ise bununla tekfir edilir. Bunun küfür sözü olduğuna itikat etmese de böyledir. Âlimlerin genelinin yanında eğer ihtiyarı ile yaptı ise tekfir edilir ve cehaletle mazur olmaz.”230 Şeyh Süleyman ibn Abdullah Necdi, Tevbe suresi 66. Ayet hakkında dedi ki; “Ayette eğer bir kişi bilmediği bir küfür işlerse ya da itikat ederse kâfir olur, bununla özürlü olmaz. Bilakis ameli ve kavli fiili ile tekfir edilir.”231 *** 230 231 Mevsuatul Kuveytiyye (16/206-207) Teysirul Azizil Hamid (554-555) 105 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? CEHALET ÖZRÜ MESELESİ İmam Karrafi dedi ki; “Bunun için Allah dinin aslında icma ile cehaleti özür saymadı.”232 Kadı İyad dedi ki; “Küfürde hiç kimse cehaletle mazeretli değildir.”233 İmam Şemseddin bin Arefe el-Maliki dedi ki; “Doğru olan şudur ki küfrün çeşitlerinde kimsenin cehaleti özür olamaz. Tıpkı Ebu’l Hasan el-Maliki’nin Şerhu Risaletu Muhammed ibnu Yezid’in risalesinde açıkladığı gibi cehalet mazeret değildir.”234 İmam Karrafi dedi ki; “Çünkü şeriatın sahibi bütün itikadları şiddetli bir şekilde yüceltti. Öyle ki bir insan eğer özen gösterip bütün gücünü harcasa Allah’ın sıfatlarından bir sıfatı veya vacip olan başka bir şeydeki cehaletini kaldırmak için uğraşsa ve bunu kaldırmaya güç yetirememesinden dolayı asluddinden olan bu vacibi terk etse, bu itikadı terk ettiği için mezheplerin meşhur görüşüne göre ebedi cehennemlik olur.”235 İmam Şafiî ne de güzel söyler; “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olsaydı, cehalet ilimden hayırlı olurdu. Kul için hüccetin ulaşmasından ve ilim imkânına sahip olmasından sonra, ona hükmedilmesinde hiçbir cehaleti yoktur. ‘İşte bu 232 Şerhu Tengiyhul Usul (439) Şerhuş Şifa (2/438), İlam bi Kavaitul İslam (65) 234 Haşiyetu Desugi ala Şerhul Kebir (4/302) 235 Furuk (2/149) 233 106 Ebu Ubeyde insanların resullerden sonra Allah’a karşı bir hüccetleri olmasın diyedir…’ ”236 İmam Suyuti, İmam Zerkeşi’den naklederek tevhidi ve dinin aslını izah ettikten sonra şöyle dedi; “İşte bu kısımda lafızların manasını kast ederek hiç kimse cehaletle mazeretli olmaz. Çünkü bunlar herkesin dinden bilmesi gereken zaruri meselelerdendir.”237 Hafız İbn Hacer Eş Şafiî’nin Fethul Bari’de imam Taberi’den yapmış olduğu nakildir. Orada bir kişinin ancak İslam’dan çıkmayı kast ederek ya da yaptığı fiilin küfür olduğunu bilerek dinden çıkacağını iddia eden cahillere reddiye verirken şöyle der; “Bu hadiste bilerek dinden çıkmayı kast etmeyenin küfre düşmeyeceğini iddia edenlere reddiye vardır. Bu söz batıldır. Hadiste Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Hakkı söylerler. Kur’an okuyorlar. İslam’dan çıkarlar.””238 Hafız İbn Kayyım rahimehullah der ki; “İslam Allah’ı birlemektir. Ondan başkasına ibadet etmemektir. Allah’a ve resulüne iman, onların getirdiklerine ittiba etmektir. Eğer kul bunun ile gelmezse Müslüman olamaz. İnatçı bir kâfir olmasa da, cahil bir kâfir olur. İşte bu tabakadan murad, cahil ve inatçı olmayan kâfirlerdir. İnat etmemiş olmaları onları kâfir olmaktan çıkarmaz. Çünkü kâfir Allah’ı birlemeyi ve resulü 236 El Mensur fi Kavaidi Fıkhıyye Zerkeşi (2/15-17) İtkanu Fiulumil Kur’an (2/232-233) 238 Fethul Bari (12/313) 237 107 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? yalanlayandır. Bu yalanlama bazen inat ile olur. Bazen de inat ehlini cehalet ile taklit etmek ile olur…”239 İbn Kayyım’ın sözünü tahrif etmeye çalışanlar bu sözün asli kâfirler hakkında olduğunu ve kendilerini İslam’a nispet eden insanlara hamledilemeyeceği gibi komik şüpheler içine girmişlerdir. Hâlbuki şeyh hiçbir şekilde böyle bir ayrımdan bahsetmemiştir. Aynı zamanda genel olarak İslam ve genel olarak küfür tanımlarını yapmıştır. Bunun böyle olmadığını söyleyenlere Allah’ın şu kavli ile cevap veririz; “Deki; eğer doğru söylüyor iseniz delilinizi getirin!” Aynı şekilde gene İbn Kayyım rahimehullah der ki; “Allah’ın zikri olan vahiyden yüz çeviren herkes kıyamet günü kesinlikle bu sözü söyleyecektir. Eğer denilirse ki, “Onun kendisini hidayet üzere zannetmesi onu Allah katında mazur yapar mı?” ‘Onlar kendilerini hidayet üzere zannettiler.’ Denildi ki; “Hayır özürlü olmazlar. Kendilerini hidayet üzere zannetseler dahi küfürleri Allah’ın resulünün getirdiği vahiyden yüz çevirmek olan bu insanlar özürlü değillerdir.”240 İbn Kayyım dedi ki; “İkinci olarak; kul, itaat de etse, asi de olsa Allah’ın ona risalet hüccetini ikame ettiğini itiraf etmesi, imanın gereklerinden birisidir. Kullara Allah’ın hücceti, peygamberler göndermekle, kitaplar indirmekle ve bunların onlara ulaşması, onların da sonuçta bilgiyi elde etseler de etmeseler de fark etmeksizin, sırf ilmi elde etme imkânına 239 240 Tarikul Hicreteyn (382) Tefsirul İbn Kayyım (359-360) 108 Ebu Ubeyde sahip olmaları ile ikame edilmiş olur. Allah’ın emir ve nehiylerini bilme imkânına sahip olup da, bunları talepte gerekeni yapmayarak bilgilenmeyen kimse, kendisine hüccet ikame edilmiş kimse hükmündedir. Allah risalet ulaşmayan kullarına azap edecek değildir. “Biz resul gönderene kadar kullara azap edecek değiliz” 241 “Onlar her oraya girdiklerinde oranın bekçileri onlara sorarlar; ‘ Size bir resul gelmedi mi?’ Dediler ki; Bize bir uyarıcı geldi. Biz yalanlayarak Allah bir şey indirmemiştir dedik.”242”243 İbn Kayyım rahimehullah, İmam el-Heysemi’ninde Mecmu’z Zevaid adlı kitabında naklettiği her kâfirin mezarına uğra ve onları cehennem ile müjdele hadisini izah ederken diyor ki; “Her kâfirin mezarının yanından geçtiğinde de ki; Beni Muhammed gönderdi” Bu gönderiş azarlama ve kınamadır. Emir ve nehyin ulaşması değildir. Bunda kabir sahiplerinin dirilerin kelamlarını işittiklerinin delili vardır. Aynı şekilde şirk koşarak ölenin cehennemde olduğuna delil vardır. Nebinin gönderilişinden önce de olsa böyledir. Çünkü müşrikler İbrahim’in aleyhisselam hanif dinini değiştirdiler. Ona şirk bulaştırdılar. Onların bu yaptıklarında da Allah’ın hiçbir hücceti yoktu. Onların bu yaptığını kötüledi. Onlara cehennemi vaad et241 İsra 15 Mülk 8-9 243 Medaricus Salikin (1/239) 242 109 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ti. Şu öteden beri değişmeyen şeydir ki, bütün resullerin ilkinden sonuncusuna kadar malum olan, asırdan asıra ümmetler arasında Allah’ın yapılanlara vereceği cezalar. İşte bunlar her asrın haberidir. Vallahi her zaman müşriklere hüccet ulaşmıştır. Bunlarda olmasaydı, Allah’ın rububiyet tevhidinin, ulûhiyet tevhidini gerektirdiğini bildiren Allah’ın kulları üzerinde yarattığı fıtrat, onunla beraber başka bir ilahın varlığını imkânsız saymaktadır. Ama Allah sadece bu fıtratın kapsadıkları ile kullara azap edecek değildir. Yeryüzü ehlinin bildiği şekilde Allah’ın resullerinin tevhide daveti hiç bitmemiştir. Müşrik ise bu resullere yaptığı muhalefet ile azabı hak etmiştir.”244 Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Bu babdaki mertebeler üçtür. Birincisi; ölü olan, ya da gaip olan, salihlere, evliyalara ve diğerlerine dua ederek onlara: “Ey efendim falan, beni koru. Senden bekliyorum ve sana sığınıyorum. Ya da düşmanlarıma karşı bana yardım et.” Bunlar ve benzerleri gibileri şirktir. Bundan daha büyükleri ise “Beni bağışla, affet” gibi sözlerdir ki bunları cahil müşriklerden bir taife söylemektedir.”245 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab der ki; “Allah’ın Resulünü gönderdiği şeyi ve İslam dinini öğrenmek için çalış. Âlimlerin ‘Her kim tağutu inkâr eder Allah’a iman ederse 244 245 Zadul Mead (3/59) Mecmuatul Fetava (1/350-351) 110 Ebu Ubeyde sağlam kulpa yapışmıştır’246 ayeti hakkındaki sözlerini iyi araştır. Allah’ın resulüne öğrettiklerini öğrenmek noktasında çok çalış. Resulün tevhid adına ümmetine öğrettiklerini öğrenmek için çalış. Her kim bundan yüz çevirirse Allah kalbine mühür vurur. Dünyayı dine tercih etmiştir. Allah bundan cehaleti mazeret kılmamıştır.”247 Gene şeyh dedi ki ; “Her mezhepten âlimlerin zikrettikleri, mürtedin hükmü başlığının manası nedir? Manası Müslümanın İslam’ından sonra tekfir edilmesidir. Birçok çeşit zikrettiler ki insan bunları işlerse tekfir edilir. Bununla kanı ve malı helal olur. Hatta kalbinin irade etmediği yalnız dilinden çıkan bazı mizah ve şaka yönü ile söylediği kelimeler ile tekfir edileceğini zikrettiler. Tıpkı Allah subhanehu ve teâlâ haklarında şöyle dedikleri gibi; “Söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Onlar küfür kelimesini söylediler.”248 Allah subhanehu ve teâlâ onları Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile cihad etmeleri, namaz kılmaları, hac etmeleri ve oruç tutmalarına rağmen dillerinden çıkan bir kelime ile nasıl tekfir ettiğini işittin mi? Aynı şekilde Allah onlar hakkında şöyle dedi; “Allah’ın ayetleri ve resulü ile mi dalga geçiyordunuz? Özür dilemeyin. Kâfir oldunuz.”249 246 Bakara 256 Mecmuatul Fetava Ver Resail vel Ecvibe (136) 248 Tevbe 63 247 111 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Onlar bu sözleri oyun ve eğlence olarak söylediler. Ancak Allah subhanehu ve teâlâ, Resullullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Tebuk gazvesinde olmalarına rağmen onları tekfir etti.”250 Şeyh Ebu Batın dedi ki; “Biz Şeyh İbn Kayyım’ın, İbn Akil’in sözünü güzel görerek naklettiğinden bahsettik. Orada kabirler hakkında aşırı gidenlerin cehaletleri ile beraber küfrüne hükmetmişti. Şüphesiz Kur’an, şirkte mukallidin özrü vardır sözünü red ediyor. Bunu söyleyen Allah’a iftira etmiştir. Allah ateş içindeki mukallitlerden bahsederken diyor ki; “Şüphesiz biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlarda bizi saptırdılar.”251 Allah kâfirlerin sözünü anlatırken der ki; “Biz babalarımızı bu yol üzerine bulduk. Biz onların yollarına uyuyoruz.”252 İşte âlimler bu ayetleri delil alarak derler ki, “Tevhide, risalette ve dinin aslında taklit caiz değildir. Her mükellefe farz olan tevhidi ve risaleti delilleri ile bilmektir. Ve dinin diğer asıllarını bilmektir. Çünkü bu asılların delilleri zahirdir.”253 İmam Kurtubi diyor ki; “Tevhitte hiçbir mukallidin özrü yoktur.”254 249 Tevbe 65-66 Mecmuatur Resail ve Mesailun Necdiyye (4/44) 251 Ahzab 67 252 Zuhruf 22 253 Durerus Seniyye (10/394), Mecmuatur Resailun Necdiyye (5/476) 254 Kurtubi (3/2755), Araf suresi 173. Ayetin tefsirinde söylemiştir. 250 112 Ebu Ubeyde Meselemiz ise Allah’a bir olarak ibadet etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak meselesidir. Şüphesiz her kim Allah ile beraber başka birine ibadet ederse, kişiyi İslam milletinden çıkaran büyük şirk işlemiştir. Bu asılların aslıdır. Allah bunun için resulleri göndermiştir. Kitapları indirmiştir. Resul ve Kur’an ile insanlara hücceti ikame etmiştir. İşte bu şekilde sen dinin aslı olan meselelerdeki cevabı bulacaksın. İşte bu, Allah’a ortak koşanın tekfirindeki asıldır. Ona ortak koşan tevbeye çağrılır. Tevbe ederse ne güzel. Etmezse öldürülür. Hiç kimse ona izah edilir veya öğretilir dememiştir. Ancak bazı insanlara delillerinin gizli kaldığı hafi meseleler ise böyle değildir. Tartışmalı bidat meselelerde ve ircada olduğu gibi. Ya da sarf ve atf meselelerinde olduğu gibi. Nasıl olurda kabirlerin kulları için anlatmak öğretmek lazım denilir. Onlar Müslüman değildirler.”255 Şeyh Ebu Batın dedi ki; “Bütün mezheplerin âlimleri sahibinin tekfir edileceği sayılamayacak kadar çok söz, fiil ve itikat saymışlardır. Bunları da inat ederek bu küfürleri işleyenlerin tekfir edilmesi ile sınırlandırmamışlardır. “Küfür sahibi, tevil yaparak, müctehid olarak, hatalı olarak, mukallit ya da cahil olarak yaparsa tekfir edilmez.” diyen şüphesiz kitap, sünnet ve icmaya muhalefet etmiştir.”256 Sanaâni dedi ki; “Fakihler, fıkıh kitaplarının riddet bablarında küfür kelimesi ile konuşanın tekfir edileceğinden 255 256 Mecmuatur Resailu Mahmudiyye (2/26) Risaletun İntisar (46) 113 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? bahsettiler. Konuştuğu küfür kelimenin manasını kast etmese dahi böyle demişlerdir.”257 *** 257 Tathirul İtikad (35-36) 114 Ebu Ubeyde HÜKÜMLERİN, DÜNYA VE AHİRET HÜKMÜ OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILMASI Muhammed ibn Abdulvehhab’ın iki oğlu Hüseyin ve Abdullah dedi ki; “Bu davetin başlamasından önce ölen şirk ehlinden her bir kimse, eğer yaptığı fiilin şirk olduğunu biliyorsa ve bunu din edindi ise bunun zahiri küfür olduğudur. Onun için dua edilmez. Kurban kesilmez. Onun için sadaka verilmez. Ama hakikati ise Allah’a kalmıştır.”258 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “Şirk ehlinden her kim bu davetin ulaşmasından önce şirk fiilini biliyor ve bunu din edinmiş olarak öldü ise bunun zahiri kâfir olduğudur.”259 Şeyh ibn Kayyım der ki; “Allah kulları arasında adaleti ve hükmü ile hüküm verecek. Kullarından resuller ile hücceti ikame ettiklerine azap edecek. Zeyd’in ve Amr’ın üzerine hüccet ikame olmuş mu olmamış mı bilinmez. Kul ile Allah arasına girmek mümkün değildir. Bilakis kula vacip olan, İslam dininin dışındaki dinleri din edinen herkesi kâfir olduğuna inanmaktır. Allah kulları içinden resul ile hücceti kaim ettiği kullarına azap eder. Bu meselenin özüdür. Muayyen ve hükmü ise Allah’a havale edilir. Bu sevap ve ceza ahkâmıdır. Ama dünyadaki ahkâma gelince bu zahire göredir. Kâfirlerin 258 259 Durerus Seniyye (10/142) Durerus Seniyye (1/142) 115 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? çocukları ve yanlarında olanlar dünya ahkâmında kâfirdirler.”260 Şeyh Hamid ibn Nasır ibn Mamar dedi ki; “Her kim bu dinin zuhurundan önce kabirlere ibadet ediyorlardı ise, bu kişinin zahiri küfürdür. Hüccet ulaşmamış olması, onu uyaran biri olmaması ve cehaletinin olması gibi ihtimaller olsa da kâfirdir. Ama bâtıni hükmü ise Allah’a havale edilir. Allah hücceti kaim etmeden kimseye azap etmez. ‘Biz bir resul gönderinceye kadar kimseye azap edecek değiliz’261”262 İbn Baz da şöyle demiştir; “Fetret ehli dünya da kâfir muamelesi görürler. Onlara dua edilmez. Onlar için istiğfar edilmez. Çünkü onlar küfür amel ile amel etmişlerdir. Dünyada bu şekilde muamele edilirler. Ancak ahiretteki hükümleri Allah’a havale edilir.”263 İbn Baz dedi ki; “İşte bunların hepsi büyük şirktir. Her kim bunun üzerine ölürse kâfir olur. Yıkanmaz. Namazı kılınmaz. Müslümanların kabrine gömülmez. Ahiretteki hali ise Allah’a kalmıştır. Eğer kendisine hüccet ulaşmayanlardan ise onun hükmü fetret ehlinin hükmü gibidir. Hâsıl olan şudur ki, her kim İslam diyarında küfür izhar ederse hükmü kâfirlerin hükmü gibidir. Ama kıyamet günü kurtulup kurtulamaması 260 Tarikul Hicreteyn (424-425) İsra 15 262 Durerus Seniyye (10/335-336) 263 Mecmuatu Fetava ibn Baz (1/319-320) 261 116 Ebu Ubeyde Allah’a kalmıştır. Eğer hüccet ulaşmadı ve Resul’ün gönderilişi ona ulaşmadı ise kıyamet günü imtihan edilir.”264 İstitabe Hükmü Kime Verilir? Şeyh Ebu Batin dedi ki; “İslam’dan irtidat eden tevbeye çağrıldıktan sonra öldürülür. Tevbeye çağrılması hükmünden önce riddetine hükmedilir. Tevbeye çağırmak küfür hükmünü verdikten sonradır. Tevbeye çağırmak ise muayyende olur.”265 *** 264 265 Fetava ve Tenbiyhat (211-213) Durerus Seniyye (10/402) 117 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? CEHALET MESELESİNİN İLİM ELDE ETME İMKÂNI İLLETİNE BAĞLANMASI Bu illetten bahsedenler; 1- Muhammed ibn Ahmed el-Hanefi; Nizamul Usul 1/171 2- Muhammed ibn Ahmed el-Maliki; Kavaid 2/412 3- İbn Recep el Hanbelî; Kavaid 343 4- Şeyh ibn Abdurrahman el-Makdisi 5- İmam Şafiî 6- İz bin Abdusselam 7- İmam Beydavi; Tefsir 1/47 8- İbn Lahham el-Hanbelî; Kavaidu vel Fevaidul Usuliyye 9- İmam Serahsi 10- İmam Sanaâni 11- İmam Bezdavi 12- İmam Zerkeşi 13- İmam Kessani 14- İmam ibn Hacer el-Heysemi 15- Muhammed ibn Hazm 16- Şeyhulislam İbn Teymiyye 17- İbn Kayyım el Cevziyye 18- Karrafi el-Maliki; Furuk 2/150 19- İmam Kurtubi 20- Hafız İbn Kesir 21- Muhammed ibn Abdulvehhab; Durerus Seniyye 8/16 22- Süleyman ibn Sehman en-Necdi; İrşadut Talip 11 118 Ebu Ubeyde 23- Doktor Abdulkerim Zeydan; el Veciz fi Usulul Fıkh 24- Üstad Abdulkadir Avde; Teşriil Cenaii 1/43 25- Salih ibn Humeyd İşte bu âlimlerin hepsi bu illetten bahsetmişlerdir. Birazdan sana bu âlimlerin sözlerinden bazılarını kalbinin mutmain olması için aktaracağız inşallah. Şeyh Muhammed ibn Ahmed Semerkandi el-Hanefi dedi ki; “Hâsıl olarak ilim hakikati şart değildir. Fakat ilim elde etme imkânı mükellefiyetin şartıdır.”266 Muhammed ibn Ahmed Et-Tilmisani el-Makdisi dedi ki; “Allah âlimlerden beyan etmelerini istedi. Bilmeyenden de sormasını istedi. Talim imkânı olanın, cehaleti olmaz.”267 İbn Recep el-Hanbelî dedi ki; “Birisi darul islamda zina yapar da zinanın haramlığını bilmediğini iddia ederse bu iddia kabul edilmez. Çünkü zahiri onu yalanlamaktadır. Gerçek manada bilmiyor ise dahi bu böyledir.”268 İbn Abdurrahman el-Makdisi dedi ki; “Ancak vacip ve haramlardan bazıları gizli kalabilir. Ona anlatılır, kabul etmez ise kâfir olur. Bu bazı noktaların gizli kaldığı kişi, İslam ve Müslümanlardan uzak bir belde de ise anlatılır. Eğer dönmez 266 Mizanul Usul (171) Kavaid (2/402) 268 Kavaid (343) 267 119 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ise öldürülür. Müslümanlar arasında böyle iddia sahipleri ise kâfirdirler. Tevbeye çağrılır. Tevbe etmezse öldürülür.”269 İmam Şafiî dedi ki; “Allah, güç yetirenin gücü kadar yaptığı ile mükâfatlandırır. Ama gücü olan bunu yerine getirmiyorsa azap edilir. Onu azaplandırır çünkü gücü olmasına rağmen yapmamıştır… Gücü yetmeyene ise emretmez. Ona güç yetiremediği şeyde azap etmez.”270 İz ibn Abdusselam dedi ki; “Her kim güç yetirdiği ve güç yetiremediği ile mükellef kılınırsa, güç yetirdiğinden sorumlu olur. Güç yetiremediği şey de ondan düşer.”271 Beydavi dedi ki; “Bildiğiniz halde Allah’a ortaklar kılmayın.” Bundan maksat azarlama ve tehdittir. Hükmü kayıtlamak ve sınırlandırmak değildir. Bilakis ilim imkânı olan âlimde cahilde teklifte birdir.272 Şeyh Alâeddin el-Hanbelî, ibn Lahham adı ile bilinir. Dedi ki; “Eğer bunu kararlaştırır isek burada gündeme hükmün cahili mazur mudur, değil midir konusu gelir. Bu kaideye bina edilir ki; eğer mazur olur der isek, bu kişinin hükmü öğrenmede taksirat göstermemiş olması ve ihmalkâr davranmaması gerekir. Eğer taksirat yapmış ve ihmalkâr davranmış ise kesinlikle mazur sayılmaz.”273 269 Şerhu Umde el Udde (2/317) Şerhu Akidetut Tahaviyye (271) 271 Kavaidul Ahkam (215) 272 Tefsirul Beydavi 273 Kavaid 270 120 Ebu Ubeyde İmam Serahsi dedi ki; “İşte bu şekilde ilim imkânı olmamasından dolayı cehaleti varsa, birinci küfrün sebebi olan öğrenmekte ihmalkâr davranması ve taksirat göstermesinden dolayı, sorumluluk ondan düşmez ve mazur olmaz…” Sonra devamında dedi ki; “Eğer der ise ben bilmiyorum, cehaletini itiraf ettin deriz. Eğer bu cehaleti o ilmi takip etmedeki taksiratından dolayı ise aslen bu onun için hüccet olmaz.”274 İmam Sanaâni dedi ki; “İlim elde etme imkânı olan şeriatın diğer bütün ahkâmlarında cehalet ile mazeretli değildir.”275 Şeyh Şankiti dedi ki; “İlim elde etme imkânı olan bunda gerektiği gibi davranmayan, insanların görüşlerini vahiy bilgisinin önüne geçiren, mazur değildir.”276 Şeyh Muhammed dedi ki; “Peygamberlere ulaştığı kadarı ulaşan, ona öğreten biri bulunan, ancak bundan sonra talimden yüz çeviren ve başını kaldırmayan mazur değildir.”277 Şeyh Süleyman ibn Sehman dedi ki; “Soru; İslam’dan çıkartan yüz çevirme nedir? Hükmü nedir? Her yüz çeviren, irad eden diye isimlendirilir mi isimlendirilmez mi? 274 Usulus Serahsi İcabet il Sail 276 Edvaul Beyan (7/554-555) 277 Durerus Seniyye (8/16) 275 121 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Cevap; Bu bahsettiğimiz mesele de ilim ehli iki kısım olduğunu zikretmişlerdir. Birincisi; dinden çıkarır. İkincisi dinden çıkarmaz. Birinci bahsettiğimiz, İslam’ı bozan on unsurda zikredilen yüz çevirmedir. İkinci bahsettiğimiz çeşit ise, sormaktan aciz olmaktır. Hidayeti istemesi, sevmesi ve öğrenmek istemesi sebebi ile öğrenmek istediği ilimdir. Ancak bunu öğrenmeye güç yetiremez. İrşad eden biri olmadığından dolayı onu talep edemez.”278 Bu ve buna benzer birçok âlimin zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz sözleri, cehalet meselesinde ilim elde etme imkânı olan kişilerin, mazeret sahibi olamayacaklarını açıkça ve net bir şekilde belirtmişlerdir. Öyleyse geriye anlaşılması gereken asıl mesele ve değinmek istediğimiz asıl nokta kalıyor. Bugün içinde yaşadığımız, her türlü iletişim kaynaklarının bulunduğu, internet, kitap, baskı gibi nimetler ile her türlü ilim kaynağına ulaşmaya güç yetirebilen toplumlarında, kesinlikle ilim imkânlarının olduğunun ve bu insanlardan herhangi birinin işleyeceği küfür noktasında talimdeki taksirden ve ihmalden dolayı bu hatalara düştüklerini söylemek hatalı olmaz. *** 278 İrşadut Talip (11-12-13) 122 Ebu Ubeyde KÂFİRE KÂFİR UYGULANIŞI DEMEYEN KÂFİRDİR KAİDESİ VE Müminlerin emiri Sufyan ibn Uyeyne dedi ki; “Kur’an, Allahu Teâlâ’nın kelamıdır. Onun mahlûk olduğunu söyleyen kişi kâfir olur. Bu kişinin küfründe şüphe eden de kâfir olur.”279 İbn-i Hacer rahimehullah “et-Tehzib” isimli eserinde, Mekke’nin muhaddislerinden Seleme bin Şebib en-Neysaburi (Ölüm: 247 hicri) hakkında şunu aktarır: “Beyhaki şöyle der: el-Halvani, Kur’an’ın mahlûk olduğu meselesinde duraksayan kişiyi tekfir etmediğini söyledi. Beyhaki der ki: “Seleme bin Şebib’ten, el-Halvani’nin bu görüşü hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: Bu söz avluya atılır. Kâfirin kâfir olduğunu söylemeyen, kâfir olur.”280 Aynı zamanda bunu Hatib elBağdadi, “Tarihu’l-Bağdad” isimli eserinde de aktarmaktadır.281 Ebu Zur’a Ubeydullah bin Abdulkerim er-Razi (Ölüm: 264 hicri) şöyle der: “Kur’an’ın mahlûk olduğunu iddia eden, İslam’dan çıkaran küfür ile kâfir olur. Anlayabildiği halde böylelerinin küfründen şüphe eden de kâfir olur.” Ebu Hatim Muhammed bin İdris er-Razi’den de (Ölüm: 277 hicri) bu görüşün aynısı aktarılmıştır.282 279 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/256) Tehzib (2/303) 281 Hatib el Bagdadi Tarih (7/365) 282 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/176) 280 123 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Kadı İyad el-Maliki der ki; “Gazali’de ‘et-Tefrika’ isimli kitabında buna yakın bir yol izlemiştir. Hristiyanları, Yahudileri, Müslümanların dininden olmayan herkesi tekfir etmeyen veya tekfir etmede duraksayan ve şüphe eden kişileri tekfir etmeyenlerin kâfir olduğu icma ile sabit olup, bu sözleri söyleyenler de kâfirdirler. Kadı Ebu Bekir şöyle der: Çünkü naslar ve icma bunların kâfir olduğunu bildirmektedir. Bu konuda kim duraksarsa, nassı ve teklifi yalanlamış veya ondan şüphelenmiş olur. Onları yalanlamak ve onlardan şüphe etmek ise ancak kâfirin yapacağı bir iştir.”283 “İslam’dan başka bir dine mensup olanları tekfir etmeyenleri, onların tekfiri hakkında duraksayanları, bundan şüphe duyanları veya onların yollarının doğru olduğunu söyleyenleri tekfir ederiz.”284 İmam Buhari rahimehullah şöyle der: “Yahudilerin, Hristiyanların ve Mecusilerin söylediklerine baktım, Cehmiyye’den daha kâfir olan görmedim. Onların küfürlerini bilmeyenler dışında, onları kâfir saymayanları cehaletleri sebebi ile mazur olanlardan saymam.”285 Nakiller çok ama çok daha arttırılabilir. Ama bu kadarının yeterli olduğuna inanıyoruz. Zaten az buçuk ilimden nasibi olanlar bu kaidenin kullanımını ve varlığını inkâr etmezler. Asıl sorun bu kaideyi âlimlerin nasıl ve nerede kullandığını 283 Şifa (2/280-281) Şifa (2/286) 285 Halku Efalil İbad (19) 284 124 Ebu Ubeyde anlamaktadır. Eğer kullanımı anlaşılmaz ise zincir tekfir ile insanı korkunç sonuçlara ulaştırabilir. O yüzden âlimlerin sözlerinin iyi tahkik edilmesi gerekmektedir. Kitabın önceki bölümlerinde de geçtiği gibi Kur’an’ın mahlûk olması gibi delili gizli kalmış bazı isim sıfat meseleleri hafi meselelerden sayılmıştı. Böyle olmasına rağmen Sufyan ibn Uyeyne gibi büyük âlimler bu kaideyi Kur’an mahlûk mudur meselesinde gündeme getirmişlerdir. Kur’an mahlûktur diyeni tekfir etmedi diye birini tekfir etmeyi bir kenara bırakın, Kur’an mahlûktur diyen bir kimse eğer mukallit ise bu hafi mesele de kendisine hüccet ikamesi yapılmadan tekfir edilmez. Onu tekfir etmeyeni tekfir etmek ise çok daha başka bir konudur. Çünkü alimler bu konuyu hafi meselelerden saymışlardır. Dolayısı ile müctehidi tekfir ederken, bu mesele de mukallit olan cahili kendisine beyan etmeden önce fasık olarak ilan etmek ile beraber, beyandan sonra bu hafi küfürde ısrar eder ise kâfir olarak isimlendirmişlerdir. Sonuç olarak anlaşılan şudur; âlimler bu kaideyi sakındırmak ve korkutmak için kullanmışlardır. Şüphelerin yayıldığı dönemlerde ortadaki şüpheleri kaldırmak ve insanların bu mesele de yakinen iman etmelerine sebep olmak için bu kaideyi kullanmışlardır. Ancak Kadı İyad’ın geçen sözünde bahsedildiği gibi Yahudi ve Hristyanlar gibi Kur’an’ın açık nassı ile küfürleri apaçık sabit olan küfür taifelerini tekfir etmeyen kişiler ise, nassı yalanlamalarından dolayı kâfir olmuşlardır. Yoksa mücerret 125 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? olarak bir kâfire kâfir demediklerinden dolayı değildir. Bu kaideyi en çok kullanan ve nakleden necid âlimlerinin fetvalarının toparlandığı ‘Fetava Eimmetin Necdiyye’ gibi Şeyh’in torunlarının kitapların da dahi ‘Müşrikin tekfirinde kişi ne zaman özürlü olur?’ diye bablar açmışlardır. Yani her müşriği tekfir etmeyeni tekfir etmemişlerdir. Peki, nassın yalanlanması nedeni ile zincir tekfir gündeme geldiği zaman mücerret olarak mı uygulanır bu kaide, yoksa şartları var mıdır? Bunun bazı şartları vardır. İbn Teymiyye rahimehullah bunun şartlarını belirtmiştir. İbn-i Teymiye rahimehullah, “Vahdet-i Vücud” akidesini taşıyanlardan söz ederken şöyle der: “Putlara tapanların, putları bırakmaları durumunda, bu putları bıraktıkları ölçüde hakkı terk etmiş olacaklarını söyleyenler, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdirler. Onları tekfir etmeyenlerde Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar putlara tapanları tekfir ederler.”286 Önce İbnul Arabî ve benzerlerinin ve onların küfürlerinde şüphe edenlerin küfürlerinden bahsetti. Sonra da şu sözlerle verdiği fetvanın sınırlarını tayin etti; “Onların akidelerinin ne olduğunu bilmediğini söyleyenlere, bu gerçekler anlatılır. Buna rağmen onları dışlamaz ve reddetmez ise, kendisine onlardan olduğu söylenir. İslam’ı ve onların söylediklerini 286 Mecmuatul Fetava (2/83) 126 Ebu Ubeyde öğrendikten sonra onların kâfir olduğundan şüphe edenler, müşriklerin, Yahudi ve Hıristiyanların küfründen şüphe edenler gibi kâfir olurlar.” Burada onların söylediklerini bilmenin yanında, İslam’ı bilmesinin gerektiğini de eklemektedir. Dolayısıyla İslam’a yeni girmiş olup, İslam’ı öğrenme imkânı bulamamış kişiler bu kuralın genel hükmü dışında kalmaktadırlar. Bu ise, ancak gerekli hüccet ikamesi yapıldıktan, söylenenler açıklandıktan ve gerekçeleri ortaya konduktan sonra bu kuralın uygulanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Yani bu kurala binaen, ancak sübutu ve delaleti kesin olan bir nassı inkâr eden ya da kabul etmeyenleri tekfir etmek mümkündür. Bu nedenledir ki, “İslam’ı bilmek” kaydı konmuştur. Küfür olduğu kesin olup, delaleti ihtimal taşımayan söz ve amellerde bu kural uygulanabilir. Bu nedenledir ki, onların Küfür olan akide ve sözlerinin de bilinmesi gerektiği şartı eklenmiştir. Böylece İbn-i Teymiyye, şer’i delili ve küfre sebep olan söz veya ameli bilmemek gibi iki sebebe binaen, onları tekfir etmeyen kişiyi mazur görmüştür.” İşte burada da görüldüğü gibi İbn Teymiyye kişinin hem İslam’ın sınırlarını, hem de o küfrü işleyenin küfrünü gerçekten işlemiş olmasını bilmesine rağmen tekfirde tevakkuf edenler hakkında söylemiştir. Çünkü bazen kişi o şahsın evliya olduğunu ve bu sözleri söylemediğine itikat ediyor olabilir. Bazen bu şahsa bu sözleri iftira olarak atıldığını, aslında bu sözleri söylemediğini iddia edebilir. Eğer bu şahıs bu fiillerin aslen küfür olduğunu belirtiyor, ancak bu fiillerin bu şahıs ta- 127 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rafından işlenmiş olması noktasındaki şüpheden dolayı tekfir etmiyorsa, o kişi kâfir olmaz. Sonuç olarak bu kaide nassı yalanlamak yönünde tatbik edilmiştir. Ancak çoğu zaman sakındırmak ve şüpheye düşülmemesi sebebi ile korkutmak için kullanılmıştır. Her kâfiri tekfir etmeyen kâfir olmaz. Bunun örnekleri ise çok açıktır. Namazı terk edenin hükmü meselesindeki ihtilaf ulema arasında malumdur. İmam Şafiî, İmam Ebu Hanife ve İmam Malik hatta İmam Ahmed’den gelen bir diğer rivayet namazın vacipliğini ikrar etmesine rağmen tembellik nedeni ile namazı terk edeni tekfir etmemişlerdir. Ancak İmam Ahmed’den gelen diğer rivayete, İbn Kayyım ve İbn Teymiyye gibi âlimler namazı bu şekilde terk edenin kâfir olduğu görüşüne gitmişlerdir. Ancak böyle birini tekfir etmeyen diğer imamları, namazı terk edeni tekfir etmedikleri için tekfir etmemişlerdir. Bu da bu kaidenin mutlak olarak kullanılmadığının ve sınırları ve ölçüleri olduğunun en açık delilidir. Hâlbuki namazı terk edenin küfrü noktasındaki hadisler de oldukça çoktur. Buna rağmen onların küfrüne hükmetmemişlerdir. İşte o hadislerden bazıları; “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.”287 “Bizim ile onlar arasındaki söz namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olmuştur.”288 287 288 Sahihi Muslim, Kitabul İman Suneni Nesai, Kitabus Salat 128 Ebu Ubeyde Sahabenin de bu meseledeki sözleri çok açıktır. İbn Mesud dedi ki; “Namazı terk edenin dini yoktur.” Ebu Derda dedi ki; “Namazı olmayanın imanı yoktur.” Abdullah ibn Abbas dedi ki; “Kim namazı terk ederse kâfir olmuştur.” Cabir İbn Abdullah dedi ki; “Kim namaz kılmazsa kâfirdir.” Ali ibn Ebi Talip dedi ki; “Kim namaz kılmazsa kâfirdir.”289 İşte zahiren naslarda hiçbir çelişki yoktur. Nasların zahiri namazı terk edenin kâfir olduğunu göstermektedir. Öyleyse namazı terk edeni tekfir etmeyen müctehidler de mi kâfir oldular? Haşa. Tabii ki olmadılar. Çünkü nassın delalet ihtimali var ise orada zincir tekfir ve nassı yalanlama küfrü ortadan kalkar. Yani tekfir etmeyen ulema, bu hadislerde ki küfür lafızları nimete nankörlük manasındaki küfürdür dediler. Yani kişiyi dinden çıkarmayan küfür lafzıdır. Tıpkı şu hadiste olduğu gibi; Buhari hayızlı kadının orucu kısmında aynı hadisi şöyle rivayet etmektedir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan veya kurban bayramında çıkıp kadınların bulunduğu yerden geçti ve şöyle buyurdu “Ey kadınlar topluluğu, çok sadaka veriniz. Bana sizin, cehennem ehlinin çoğunluğu olduğu289 Bu rivayetlerin hepsini Hafız Munziri “Terğib ve Terhib” kitabında nakletmiştir. 129 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? nuz gösterildi.” Dediler ki; “Ne sebeple?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Çok lanet ediyorsunuz ve kocalarınıza çok küfür (nankörlük) ediyorsunuz.” İşte bu hadiste de olduğu gibi küfür lafzı burada nankörlük manasında kullanılmıştır. Aynı şekilde namazın terki ile alakalı hadislerde buna hamledilir demişlerdir. Öyleyse delaletin zanni olduğu veya ihtimalin bulunduğu veyahut muteber bir ihtilafın olduğu meselelerde bu kaideyi kullanmak Müslümanları tekfire götürmektedir. Böyle bir hatadan Allah’a sığınırız. Aynı şekilde başka bir örnekte Haccac meselesidir. Tavus onun hakkında demiştir ki; “Haccacı Müslüman olarak isimlendiren Iraklı kardeşlerimize hayret ediyorum.”290 İbn Hacer rahimehullah, Haccac ibn Yusuf’un tercümesinde şöyle dedi; “Tavus dedi ki; ‘Ben onu Müslüman olarak isimlendirene şaşıyorum.’ Onu bir cemaatde tekfir ettiler; Said ibn Cübeyr, İbrahim En-Nehai, Mücahid, Asım İbn Nucud, Şabi ve diğerleri…”291 Haccac meselesinde de ihtilaf olmasına rağmen birbirlerini tekfir etmemişlerdir. Bu da bu kaidenin mutlak olarak kullanılmadığını ve tekfirde var olan diğer şartlarında geçerli olduğunu gösterir. 290 291 El Bidaye Ven Nihaye (9/131-132) Tehzibu fi Ricalil Hadis (1/673-674) 130 Ebu Ubeyde Bu kaide ile amel de düşülen başka bir hata şudur ki; kâfire kâfir demeyen kâfirdir genel bir kaidedir diyerek 3. 4. ve 5. kişileri tekfir etmek, hatta bu zinciri sonu olmayacak bir şekilde devam ettirmektir. Bu kişiler genel olarak şunu belirtirler; “Eğer ikinci kişi kâfir ise doksan dokuzuncu kişide kâfirdir. Çünkü o birinciyi tekfir etse dahi aslında birincinin tekfirinde şüphe eden bir kâfiri tekfir etmediğinden dolayı kâfir olmuştur” demişlerdir. İşte bu düşünce ilk olarak tarihte mutezilenin ortaya attığı bir bidattır. Çünkü bu kişilerle oturup konuşursanız size nakil değil akli deliller getireceklerdir. Çünkü bu fikrin Ehli Sünnetten bir selefi yoktur. Bunu kimse söylememiştir. Eğer akılla hareket edilirse bile bu kaidenin aslı olmadığı açıkça görülecektir. Çünkü eğer doksan dokuzuncu kişinin tekfiri dinin aslı olsa idi, kesinlikle selef bunu kitaplarında zikrederdi. Aksine selef böyle bir ameli teşvik etmek bir kenara bunun bidat olduğunu belirtmişlerdir. Bunu en açık ortaya koyan Ebu’l Hüseyn el-Melatiyyu’dur. Kendisi hicri olarak 340 da vefat etmiştir. Ve o bu bidattan şöyle bahsetmektedir; “Bağdat mutezilesinin Basra mutezilesini tekfir ettiği şey ise; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe eden kişinin tekfirindedir. Bunun manası şudur ki; Bağdat ve Basra mutezilesi ve bütün ehli kıble icma etmişlerdir ki kâfirin küfründe şüphe eden kâfirdir. Çünkü küfürde şüphe edenin imanı yoktur. Çünkü o imanın ve küfrün ne olduğunu bilmez. Bütün ümmet ve mutezileler arasında şunda ihtilaf yoktur ki kâfirin küfründe şüphe eden kâfirdir. Sonra Bağdat mutezilesi bunun üzerine şunu 131 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? arttırdırlar; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe etmek küfürdür. Bunun da sonu yoktur. Bu zincirdeki herkes kâfirdir ve hepsinin yolu birinci şüphecinin yolu gibidir. Basra mutezilesi dediler ki; birinci şüphe eden kâfirin küfründe şüphe ettiği için kâfirdir. Ancak ikincinin küfründe şüphe eden üçüncü ve ondan sonra gelenler ise birincinin küfründe şüphe etmediler ve hepsi fasık olurlar. Çünkü diğerleri birincinin küfründe değil, ikincinin şüphe edenin tekfirinde şüphe etmişlerdir. İşte bu şekilde onların yanında ikinciden sonrakilerde sonsuza kadar fasık olarak isimlendirilirler. Ancak birinci şüpheci hariç. Onların sözü diğerlerinden (Bağdat mutezilesinden) daha güzeldir.” İşte bu nakil çok açık olarak göstermektedir ki, bu bir bidattır. Buna itikadı insanlara vacip kılmak delil ister. Tabii ki mantık dairesinde değerlendirildiği zaman, örneğin; Allah’a küfreden birinin küfründe şüphe eden ikinci ile üçüncü ve dördüncü de aynı hükümde olurlar. Ancak bu vakıa da uygulaması bulunmayan bir durumdur. Çünkü Müslümanlar kimi tekfir etmeleri gerektiğini bilirler. Dinin aslı şirkten ve şirkin ehlinden beri olmaktır. Bunun manası şirke bulaşmamak ve şirk işleyenleri tekfir etmek demektir. İşte dinin aslı budur. Bunun üzerine kimse dinin aslını arttırmamıştır. Ancak asrımızdakiler selefleri olan mutezile gibi akılcı olduklarından dolayı bidatlarına seleflerinin bıraktığı yoldan devam etmişlerdir. Her Müslümanın tağutu ve tağutun kullarını tekfir etmesi gerektiğini bilir. Bunu yerine getirmeyen de Müslüman ola- 132 Ebu Ubeyde maz. Ancak bunun haricindeki kelami tartışmalar bidatlere, bidatlerde insanı dalalete sürükler. Aynı şekilde mutezileye kırk sene imamlık yapmış olan İmam Eşari de bu görüşün mutezilenin bir bidatı olduğunu ‘Makalat’ kitabında beyan etmiştir. Kendisi Azerbaycan’daki mücahidlere yazdığı risalesinde eski akidesinden döndüğünü ve selefin yoluna tabi olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde İbn Kesir onun için İmam Ahmed’in akidesi üzere ölmüştür demiştir. Kendisi bu nedenden dolayı mutezile fırkasını en iyi tanıyan kişidir. Öyleyse sonuç olarak her kâfiri tekfir etmeyeni tekfir etmek caiz değildir. Ancak küfrü apaçık nas ile sabit hiçbir şüphenin olmadığı meselelerde, zahir küfürlere düşen, zahiren ve batinen küfre girdiği anlaşılan kâfirleri tekfir etmeyenlerden başkasına bu kural tatbik edilmez. *** 133 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? İKİNCİ BÖLÜM BAZI ŞEYTANİ DESİSELERİN ALLAH’IN İZNİ İLE AÇIĞA KAVUŞTURULMASI Bu bölümde de bazı hidayet imamlarının bazı sözlerinin anlaşılmaması üzerine sapan ve bazılarını da saptıran taifelerin şüphelerini, Allah’ın yardımı ile def etmeye çalışacağız inşallah. İsabet ettiren Allah’tır. 1-Şeyh İbn Teymiyye der ki; “Bunun için ilim ve sünnet ehli onlara muhalefet edeni tekfir etmezler. Bu muhalif onları tekfir etse dahi bu böyledir. Tekfir şer-i bir hükümdür. İnsan bunun misli ile cezalandırılmaz. Nasıl ki sana biri yalan ve ehline zina iftirasında bulunsa da senin ona yalan ve ehline zina itham etmen gerekmediği gibi. Çünkü zina ve yalan Allah’ın hakkı için haramdır. Bunun için tekfir Allah’ın hakkıdır. Biz de Allah’ın ve resulünün tekfir ettiğini tekfir ederiz. Aynı şekilde birinin muayyen tekfiri ve öldürülmelerinin cevazı inkâr edenin tekfir edileceği hüccet ikamesi ulaşmasına bağlıdır. Ancak dinden her şeyi inkâr eden cahil tekfir edilmez. Dedi ki; bunun için ben Cehmiyyeden ve Hululiyeden; Allah’ın, arşın üzerinde olduğunu inkâr edenlere şöyle dedim; “Eğer ben size söylediklerinizde muvafakat etsem kâfir olurum. Çünkü ben iyi biliyorum ki bu küfürdür. Siz benim yanımda tekfir edilmezsiniz, çünkü benim yanımda cahilsiniz…” İşte şüphe ehli bu sözü kendilerine delil alarak derler ki; 134 Ebu Ubeyde “İbn Teymiyye gibi bir âlim dahi Hululi292 ve Cehmileri293 tekfir etmemiş ve cahil demiş. Peki öyleyse biz bu asırdaki insanları nasıl tekfir edelim.” Bu sözleri ile ibn Teymiyye’ye Hululi kâfirler ile Cehmi kâfirleri tekfir etmediği iddiasında bulundular. Vallahi bu büyük bir yalandır. İbn Teymiyye’nin hululileri tekfir etmeyenleri tekfir ettiği sözler az önce geçti. İbn-i Teymiye rahimehullah, ‘Vahdet-i Vücud’ akidesini taşıyanlardan söz ederken şöyle der: “Putlara tapanların, putları bırakmaları durumunda, bu putları bıraktıkları ölçüde hakkı terk etmiş olacaklarını söyleyenler, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdirler. Onları tekfir etmeyenler de Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar putlara tapanları tekfir ederler.”294 Böyle söyleyen İbn Teymiyye konuştuğu insanları mı tekfir etmedi? Tabii ki hayır. İbn Teymiyye onları tekfir etmiştir. İbn Teymiyye’nin yanında hem Cehmiler hem de Hululiler kâfirdirler. Öyleyse bu sözün hakikati nedir? İbn Teymiyye’nin şu sözüne önce dikkat çekelim: ‘Allah’ın arşın üzerinde olduğunu inkâr edenlere’ yani mesele isim sıfat meselesidir. Ve bu meselede ulemanın yanında kitabın önceki bölümlerinde geçtiği üzere bu hafi meseleler292 Allah’ın kâinata hulul ettiğini ve kâinatta ki her şeyin Allah olduğunu söyleyen kâfir taifenin ilim ehli arasındaki adıdır. 293 Allah’ın Kur’anda bahsettiği sıfatlarını iptal eden kâfir taifenin adıdır. 294 Mecmuatul Fetava (2/83) 135 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? dendir. Hafi meseleler hüccet ikamesi yapılmadan tekfirin gündeme gelmeyeceği meselelerdir. İbn Teymiyye, Fetava’nın başka bir yerinde bu meseleyi şöyle izah etmektedir; Küfür olan hafi sözler hakkında dedi ki; “Denilir ki, bunda hata etti saptı. Sahibi hüccet ikame edilmeden tekfir edilmez.” Bunu zahir meseleler de söylemedi. Ona bu söz sorulduğunda bu sözün açıklaması için bir risale yazan Şeyh Ebu Batin rahimehullah dedi ki; “Benim yanımda” sözü, onları tekfir etmeyişi üzerinde icma olan bir mesele değildir ve sadece onun seçimidir. Bu meseledeki sözü meşhur olan mezhebin görüşünün tersinedir. Çünkü sahih görüşe göre, müctehid ve davetçi Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyler, Allah’ın kıyamet günü görülmesini nefyeder veya kaldırırsa ve benzeri şeyler söylerse tekfir edilir. Eğer mukallid ise fısk ile itham edilir. Müceddid İbn Teymiyye der ki; “Doğru olan görüş bidata çağıranları tekfir ederiz. Onu taklit edeni de fısk ile itham ederiz. Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyenler gibi ya da Allah’ın ilminin mahlûk olduğunu söyleyenler gibi. Ya da onun isimlerinin mahlûk olduğunu ve ahirette görülmeyeceğini söyleyenler gibi. Veyahut sahabeyi yermeyi din edinenler gibi ya da iman mücerred itikaddır demek gibi ve buna benzer şeyler. Her kim bu bidati bilen ve ona çağıran ve onu savu- 136 Ebu Ubeyde nan biri ise onun küfrüne hükmederiz. Birçok yerde Ahmed bunu böyle belirtti.” Onların cehaletlerine rağmen nasıl küfürlerine hükmettiğine bir bak. Şeyh, onların kendi yanında küfürde olmadıkları tercihine gitmiş, onları fısk ile itham etmiştir. İbn Kayyım’ın sözünde olduğu gibi; “İtikadda fısk, bidat ehlinin fıskı gibidir. Onlar ki Allah’a ve ahiret gününe iman ederler, Allah’ın haramını haram sayarlar, vacip kıldığını vacip sayarlar, fakat Allah ve resulünün ispat ettiği şeylerin birçoğunu tevil, cehalet ve şeyhlerini taklit ile nefyederler. Allah ve resulünün ispat etmedikleri şeyleri ispat ederler. Bunlar çıkan hariciler, çoğu Rafiziler, Kaderiler, Mutezileler ve tecehhumde aşırı olmayan Cehmilerdir. Ancak Cehmilerin aşırıları ile Rafizilerin aşırıları İslam’dan nasibi olan taifelerden sayılmamış. Bunun için seleften bir cemaat onları 72 fırkanın da içinden çıkarmışlardır.”295 Yani ibn Teymiyye’nin yanında ve sahih olan görüşe göre de; eğer küfür olan hafi bir meselede bir bidatçı o bidata davet eden ise, bunun küfrüne, eğer mukallit ise hüccet ikamesinden önce fıskına hükmetmişlerdir. Bu mukallit de hüccet ikamesi yapıldıktan sonra hala ısrar ederse, o da davetçi gibi küfür hükmünü alır. Meselenin özü budur. Yani şeyh ibn Teymiyye rahimehullah apaçık küfrü olan Cehmi ve Hululi sapıkları tekfir 295 Mana İkametul Hucce 137 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? de duraksamamıştır. Yalnızca isim sıfat meselesi ile alakalı olan ve hafi meselelerden sayılan arş ile alakalı hatalarda bazı mukallit bidatçıları tekfirde sadece duraksamıştır. O böyle bir hatadan beridir. Ona bu pisliği yamayanları Allah ıslah etsin. Onlar anlamadan şeyhe zulüm ettiler. Hululileri tekfir etmeyenleri tekfir eden ibn Teymiyye’yi onları tekfir etmemek ile suçladılar. Bu apaçık iftiradır. 2-Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “Bize atılan yalanlardan bir tanesi de şu sözlerdir; Biz herkesi umum olarak tekfir ediyormuşuz. Dinini izhar etmeye güç yetiren herkesin bize hicret etmesini vacip görüyormuşuz. Tekfir etmeyeni tekfir ediyormuşuz. Savaşmayanları tekfir ediyormuşuz ve bunlara benzer başka şeyler. Bunların hepsi yalan ve iftiradır. İnsanları Allah’ın ve Resulü’nün dininden saptırmak için atılmış iftiralardır. Abdulkadir’in putuna ibadet edenleri, Ahmed Bedevi kabrinde ve benzerlerinde oralara ibadet edenleri cehaletleri ve onları uyaranları olmadığından dolayı tekfir etmezken, nasıl olurda Allah’a şirk koşmayan birini sırf bize hicret etmedi diye tekfir ederiz. Ya da savaşmadı ve tekfir etmedi diye tekfir ederiz…” İşte bu sözü gören şüphe ehli dediler ki; ‘Siz Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab’ı bile tekfirci gibi gösteriyorsunuz, hâlbuki o bile tekfirden sakınmış ve sakındırmıştır.’ 138 Ebu Ubeyde Biz onlara öncelikle diyoruz ki; Şeyh onların küfrüne hükmetmiyoruz derken İslamlarına hükmediyoruz, İslam’da kardeşlerimizdir gibi ifadeler kullanmadı. Çünkü Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab bu gibiler hakkında şöyle der; “Evliya ve Salihlere ibadet eden bu cins müşrikler ve benzerlerinin, müşrik olduklarına hükmediyoruz. Eğer hüccet de kaim olmuş ise küfürlerine hükmediyoruz.”296 Şeyh Muhammed’in çocuklarından Şeyh Hammad ibn Nasır el-Mamar dedi ki; “Eğer bir kişi küfür veya şirk amel işlerse, ister cehaletinden isterse de onu uyaran olmamasından dolayı olsun, hüccet kaim olana kadar küfrüne hükmetmeyiz. Müslüman olduğuna da hükmetmeyiz.”297 Şeyhin ve torunlarının müşrik ve kâfir ayrımı hakkındaki sözleri geçmişti. Aynı şekilde tekrar etmeye gerek yok. Yani Şeyhin sözünde bu kabirlerin kullarının İslamına hükmettiğine dair tek bir delil dahi yoktur. Elhamdulillah, Şeyh, Allah ona rahmet etsin, hak ile batılın savaşını birbirine karıştırmadan gerçekleştirmiş ve Allah’ın dinini döneminde cihat hareketini ikame ederek şeriat devletini kurmuştur. Ancak şirkin hâkim olduğu Osmanlı devleti, döneminin Mısır valisi olan Mehmet Ali Paşa’yı göndererek Şeyhin kurduğu İslam devletini yıktırmıştır. Konumuz Necid tarihi olmadığı için daha fazla meseleyi dağıtmak istemiyorum. Ancak Şeyhin ve torunla296 297 Durerus Seniyye (18/534) Durerus Seniyye (10/136-137) 139 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rının daveti hakkında daha detaylı bilgi almak isteyenlerin Vehbi Vakkasoğlu’nun ‘Vahhabilik’ kitabına bakmalarını ve aynı şekilde Rağbet yayınlarından çıkan ‘İhvan’dan Cuheyman’a Vehhabilik’ adlı kitapları okuyarak detaylı bilgi sahibi olmalarını tavsiye edebilirim. İkinci olarak Şeyhin şu sözünü onlara hatırlatmak da fayda olduğunu zannediyorum. Şeyh Risaletu’ş-Şahsiyye’de 9. Risalesinde şöyle diyor; “Muhammed ibn Abdulvehhab’tan ulaşan bütün Müslümanlara; Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Benim hakkımda size ulaşan ve sizinde zikrettiğiniz şekilde, benim insanların hepsini umumen tekfir ettiğim bir yalan ve iftiradır. Ya da benim yanıma gelen ve beldesinde ikamet eden, Allah’ın ve Resulünün dinini din edinenlerin bu hali yeterlidir dediğim aynı şekilde iftiradır. Ancak Allah’ın ve Resulünün dinine tabi olmak yeryüzünün neresi olursa olsun olması gereken şeydir. Ancak ben her kim Allah’ın dinini din edinir, sonra da düşmanlık yapar ve insanları Allah’ın dininden alıkoyarsa onları umum olarak tekfir ediyorum. Aynı şekilde putlara ibadet ederek bunların müşriklerin dini olduğunu ve insanlara süslemeleri olduğunu bilenleri tekfir ediyorum. Bunlar gibilerinin hepsini tekfir ediyorum. Yeryüzünün 140 Ebu Ubeyde âlimleri de bunları tekfir eder. Ancak inatçı ve cahil adam tekfir etmez bunları. Allah en iyisini bilendir.”298 Şeyhimiz, Bir yerde putlara ibadet edenleri tekfir ettiğini beyan edip başka yerde de tekfir etmediğini söyleyecek kadar tutarsız ve çelişkili biri değildir. İzahı az önce yaptığımız gibidir. Şeyhimizin burada iyi anlaşılmadığından dolayı onun müşriklerin tekfirinde tevakkuf ettiğini söylemek ona iftira etmektir. Böylece şüphe ehlinin bu büyük imam hakkında ortaya atmış oldukları şüpheleri de senin için ortaya çıkmıştır. *** 298 Risaletuş Şahsiyye (9.Risale) TEKFİRİN ENGELLERİNDE MUASIRLARIN YAPTIKLARI HATALAR Bu önemli konuya geçiş yapmadan önce bazı önemli uyarılarda bulunmanın faydası kesinlikle büyük olacaktır. En öncelikli mesele şudur; bu yazıdan amaçlanan gaye birilerini kötülemek, birilerinin sevdiği insanları aşağılamak değil, bilakis hakkın ortaya çıkmasına ve bidatler ile hakikatlerin aydınlanmasına vesile olmaktır. İbn Mesud radıyallahu anhu sözü bu mesele de mihenk taşımızdır ki o şöyle söylemiştir; “Şüphesiz biz uyarız, başlatmayız. Tabii oluruz, bidat çıkarmayız. Esere299 yapıştığımız müddetçe de sapıtmayız.”300 Akidemizin temelini her zaman geçmişten gelen sözler oluşturmalı ki fitneden emin olabilelim. Çünkü suyun kaynağı, her zaman için temizdir. Daha sonra bu kaynaktan çıkan su aşağılara indikçe suyun berraklığı ve temizliği kaybolur. Çünkü su önüne mesafeleri kat ettiği süre zarfında pislikleri katmıştır. O yüzden kaynağa dönüp kaynaktan almak her zaman asıl olmuştur. Vahiyden beri 1400 seneyi aşkın bir süre geçmiş ve insanlar dine bir şeyler katarak farkında olarak veya olmayarak dini belirli oranda tahrif etmişlerdir. Bazen bu tahrifat bidat boyutunda kalmış, bazen ise bu kendisini dinden çıkartacak boyutlara ulaşmıştır. O yüzden Nebi 299 300 Sahabeden gelen nakiller Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai 142 Ebu Ubeyde (s.a.v)’in söylediği söz bu meseledeki itikadımızın temelini oluşturmaktadır; “İnsanların en hayırlıları asrımdakilerdir. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir.”301 Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “Bunun içindir ki onların (sahabenin ve selefin) ilimdeki sözlerini ve dindeki sözlerini ayrıca amellerini öğrenmek, onlardan sonra gelenlerinkini öğrenmekten daha faydalıdır. Aynı şekilde bütün din ilimlerine ve amellerinde, tefsir gibi, dinin asılları, furuları, zühd, ibadet, ahlak, cihad ve diğer bütün meselelerde onlarınkini öğrenmek daha faydalıdır. Kitap ve sünnetin delalet ettiği gibi onlar, onlardan sonra gelenlerden daha faziletlidirler. Onlara uymak diğerlerine uymaktan daha hayırlıdır. Onların dinde ve ilimde yaptıkları icmaları ve tartışmaları öğrenmek, onlardan sonra gelenlerinkini öğrenmekten daha hayırlı ve daha faydalıdır. Onların icması ise diğerlerinden farklı olarak masumdur. Onlar ihtilafta etseler, hak onların sözlerinin dışında değildir. Onların sözlerinden biri ile hakkı talep etmek mümkündür. Kitap ve sünnetten onların sözünün hilafı bilinmeden hatalarına hükmedilmez. Allah (c.c) dedi ki; “Allah’a ve resulüne itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Bir şeyde ihtilaf ettiğiniz zaman onu Allah ve Resulüne çevirin. Eğer Allah’a iman etmiş iseniz.”302”303 301 302 Buhari ve Müslim Nisa 59 143 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Dini anlamada ve yaşamada önümüze çıkacak bütün ihtilaflarda bu metodu denersek, Allah’ın izni ile Allah subhanehu ve teâlâ bizi hakka ulaştıracak ve bize doğruları gösterecektir. Öncelikle yapılan hatalardan en yaygın olan ve en meşhur olanlardan başlayacağız inşallah. *** 303 Mecmuatul Fetava (13/24) 144 Ebu Ubeyde TAĞUTU TEKFİR ETMEYENİ TEKFİR ETMEKTEN İNSANLARI SAKINDIRMAK Asrımızda birçok fırkada var olan ve hepsinin ortak özellikleri sayılabilecek temel özellik, gereksiz bir şekilde tekfirden sakındıracağız diyerek, dinin aslı olan tekfirlerde yapılan hataları bile İslam göstermek gibi bir gayenin içine girmektir. Bunun başında gelen isim ise, Ebu Muhammed ElMakdisi’dir. Kendisi tekfirde aşırılıktan sakındırma adında 30 risaleden oluşan bir kitap telif etmiş ve kendisine göre aşırı saydığı bazı noktaları tenkit etmiştir. Ancak onun bu aşırılara olan kızgınlığı ve hiddeti farkında olmadan veya kasıtlı olarak onu bazı yanlışlara sürüklemiştir. İlk olarak değinmeye çalışacağımız hatası şurasıdır ki, “Tağutu tekfir etmek imanın sıhhati değildir, imanın kemaliyetidir.” sözüdür. Kendisi birçok yerde Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab’ın ve torunlarını sözlerini aktarmaktadır. Özellikle üzerinde basa basa durduğu temel bir nokta vardır ki; kendisine göre aşırı olan grupların Şeyhin sözlerini anlayamadıklarını, sözlerin umum olduklarını ve bunların başka sözler ile mukayyet kılınması gerektiği gibi durumlardan bahsetmesidir. Acaba gerçekten de muhalifler Muhammed ibn Abdulvehhab’ın sözlerini mi anlamıyorlar, yoksa Makdisi’nin bu kini ve onlara karşı olan öfkesi, onu mu bu sözleri anlamamaya itmiştir? Şimdi öncelikle Makdisi bu meselede ne söylemiş ona bir bakalım; 145 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? “Tağutları tekfir etmemeye binaen Tevhid’in gerçekleştirilmediği iddiası ile tağutları tekfir etmeyen herkesi tekfir etmek de, bu meselede yapılan önemli hatalardan biridir. Şüphesiz tağutları tekfir etmek, Tevhid’in şartı ve yarısıdır. Tağutu tekfir etmeyen kişi, kopması mümkün olmayan sağlam ipe sarılmamış ve böylece helak olan kâfirler zümresinden olmuş olur. Allahu Teala şöyle buyurur: “O halde kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse, sağlam kulpa yapışmıştır.” Ancak tağutu tekfir etmek, onu inkâr etmenin sıhhatinin şartlarından bir şart mıdır?”304 Makdisi bu sözü ile neleri karara bağladı? 1-Kendi sözleri tağutu tekfir etmek tevhid’in şartı ve yarısıdır. 2- Onun sözleri ile ‘Tağutu tekfir etmeyen kişi, kopması mümkün olmayan sağlam ipe sarılmamış ve böylece helak olan kâfirler zümresinden olmuş olur.’ 3- Az önceki karar kıldığı şeylerin aksine bunu bozarcasına şöyle demiştir; ‘Ancak tağutu tekfir etmek, onu inkâr etmenin sıhhatinin şartlarından bir şart mıdır?’ Biz burada ne demek istediğini siz değerli okuyucuların insafına bırakıyoruz. Devam edelim ve meseleye dair bakış açısını irdeleyelim; “Şimdi soruyoruz; tağutların tekfir edilmesinin, tağuta ibadetten kaçınma ve onu inkâr etmenin sıhhatinin şartı ol304 Otuz risale (2/121) 146 Ebu Ubeyde duğuna dair, Allahu Teala’nın veya O’nun Rasulü’nün 305 sallallahu aleyhi ve sellem sözünde açık bir delil var mıdır?” Acaba gerçekten de bir önceki sayfada bunu imanın şartı yaptığını unuttu mu? Yoksa bir sonraki sayfada görüşünü mü değiştirdi? “Tağutlardan bazılarının durumunu bilmemesi veya tekfir edilmelerine şer’i bir engel bulunduğu zannıyla, onların küfrü kendisi için net olmadığından dolayı onları tekfir etmeyen, ancak tağutlara ibadet etmekten uzak duran ve Rab’lerine yönelen kişilere Allahu Teala’nın verdiği bu müjdeyi, aşırıya kaçan bu insanlar hangi delil ile iptal edebilirler?”306 Bu birbiri ile çelişen mezhebini desteklemek içinde Şevkani hakkında nakil de bulunarak şöyle demektedir; “Bunu yapanların tümü taassup ehlinden olan mezhepçiler veya kabirlere tapan cahillerden ibaret değildir. Aksine aralarında Şevkani gibi selef âlimleri de bulunmaktadır. Şevkani, Muhammed bin Abdulvehhab ve tabileri için şöyle der: “Necid’in sahibinin devleti kapsamında olmayan ve onların emirlerini tutmayan herkesi İslam’dan çıkmış olarak görüyorlar.”307 Makdisi, bu nakli Bedrut Tali kitabının 2. cildi 8. sayfasından yapmaktadır. Yani bu sözden anlaşılan şudur ki İmam 305 Otuz risale (2/122) Otuz risale (2/122) 307 Otuz risale (2/125) 306 147 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şevkani, İmam Muhammed ibn Abdulvehhab’ı aşırılık ile itham etmiştir. İmam Şevkani Şeyhin düşmanlarından olmuştur. Ancak gerçek, Makdisi’nin söylediği gibi midir? Gerçek, Makdisi’nin zikrettiği gibi değildir. İşte Makdisi’nin nakil yaptığı bu risalenin sonunda İmam Şevkani’nin Şeyh hakkında yaptığı açıklamalar şunlardır; Şevkani der ki; “İşte buna benzer sıhhatini Allah’ın bildiği bazı haberler. Bazı insanlar zannediyorlar ki o (Şeyh Muhammed) haricilerin itikadındaydı. Ben bunun doğru olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Necid’in sahibi Muhammed ibn Abdulvehhab’tan öğrendiklerini insanlara öğretiyorlar. Hâlbuki o Hanbelîlerdendi. Medine de hadis talep etti. Necid’e döndü. İbn Teymiyye ve İbn Kayyım ve emsalleri gibi müteahhirin olan Hanbelîlerin içtihadları ile amel etmiştir. Bu ikisi ölüler hakkındaki itikadlar noktasında en şedid olan kişilerdir. Şüphesiz ben şu anda Necid’in sahibine bazı ilim ehlinin bu meseleler hakkında soru sorduklarını ve onlara itikadlarını açıkladıklarını gördüm. Aynı şekilde cevaplarının da sahip oldukları itikadlarının kitap ve sünnete muvafık olduğunu ve güzel olduklarını gördüm.” Peki, aynı risalede Şevkani hem Muhammed ibn Abdulvehhab’ı övüp hem de yeriyor mu? Yoksa nakillerde bir çarptırma mı söz konusu? Sorunun cevabı ise şudur; aslında Şevkani Muhammed ibn Abdulvehhab için o Necid’in sahibinin devletinin kapsamına girmeyenleri tekfir ediyor dememiştir. Bazı kendini 148 Ebu Ubeyde bilmezlerin bu sözü söylediklerini ve kendilerini Şeyhe nispet ettiklerini duymuş ve bunun üzerine de Şevkani böyle olduğuna inanmadığına, Şeyh Muhammed’in böyle sözler söyleyeceğine ihtimal vermediğinden bahsetmektedir. Yermek ve aşırılık ile itham etmek yerine, bilakis onu övmektedir. Ancak Makdisi bu nakli öyle bir üslup ile aktarmış ki bunu bilmeyen bir Müslüman, Şeyh’i aşırılardan zannedebilir. Bunu böyle nakletmesindeki amacını ve kastını da sadece Allah bilir. Yine Makdisi kendi mezhebini doğrulamak için bazı nakillerde bulunmaya devam etmektedir; Abdullatif Al’uş-şeyh’in anlattığı şu olay, bu örneklerden biridir: “Altmış dört yılında İhsa’da, aslen Faris’li olan iki kişi gördüm. Bunlar cemaate ve cumaya gitmiyorlar, o memlekette bulunan Müslümanları tekfir ediyorlar ve şöyle diyorlardı; ‘İhsa halkı, İbn-i Feyruz ve benzerleri ile oturup kalkarlar. Ki İbn-i Feyruz, tağutları ve İmam Muhammed’in davetini kabul etmeyip düşmanlık yapan dedesini, tekfir etmemektedir. Dolayısıyla bu halde olan dedesini açıkça tekfir etmeyenler, Allahu Teâlâ’ya küfretmiş ve tağutu ikrar etmiş olurlar. Onunla oturup kalkanlar onun gibidirler.’ Yalan ve yanlış olan bu esas üzerine küfür hükümlerini bina etmişler ve selamı almayı dahi terk etmişlerdir. Durumları bana iletildi, kendilerini çağırdım ve tehdit ettim. Ağır şeyler söyledim. Önce Muhammed bin Abdulvehhab’ın akidesinde olduklarını iddia ettiler. O anda toplantıda aklıma gelen bilgiler ile şüphelerini 149 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ortaya çıkardım ve sapık anlayışlarını çürüttüm. İmam Muhammed’in bu akide ve mezhepten beri olduğunu söyledim. Çünkü İmam Muhammed, küfür olduğunda icma edilen şirk veya Allahu Teâlâ’nın ayetlerini inkâr gibi konular dışında insanları tekfir etmezdi. Bu tür konularda da öncelikle insanlara hüccet ikamesinde bulunur ve tekfir için gerekli olan araştırmayı yapardı. Ki iman ve ilim ehli de zaten bu konuda icma etmiştir.”308 Burada ikinci bir şüpheden bahsetti ki oda Şeyhin torunu olan Şeyh Abdullatif tağutu tekfir etmeyenleri tekfir edenleri kınıyor. Acaba bununda az önceki örnekte olduğu gibi hakikati var mıdır yok mudur? Burada da gözden kaçırılan ince nokta ise şudur; Şeyh Abdullatif, tağutu tekfir etmeyeni tekfir ettikleri için onlara kızmamıştır. Tağutu tekfiri İZHAR etmeyenleri tekfir ettikleri için kızmıştır. Çünkü bu ibarenin Arapça orijinal lafzında ‘ tasriyh’ kelimesi geçmektedir. Yani tekfiri açığa vurmayanları tekfir ettiklerinden dolayı kızmış ve onlara bu görüşün Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab’a ait olmadığını söylemiştir. Bu Allah’ın basiretini köreltmediği ve vahyin nurunu kalbinden almadığı herkes için açıktır. Çünkü bütün Necid âlimlerinde tekfirin açığa vurulmasının güç ile alakalı olduğunu, eğer kişinin kudreti varsa bu tekfiri izhar etmesini anlatmışlardır. Yoksa Makdisi’nin anladığı gibi Necid âlimleri tağutları tekfir 308 Otuz Risale (2/126) 150 Ebu Ubeyde etmeyenleri tekfir de duraksamamışlardır. Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. Makdisi, anlamadan aktardığı örneklerine devam etmekte ve şöyle demektedir; Yine Muhammed Sıddık Hasen, “Tercumanu’lVahhabiyye” isimli kitabında hadis ehlinin Vahhabilerden beri olduğunu ilan etmektedir. Keşmirli Enver Şah da Muhammed bin Abdulvehhab’ın insanları tekfir etmede aceleci olduğunu söyler.”309 Mesele gene Makdisi’nin anladığı ve anlatmaya çalıştığı gibi değildir. Şüphesiz Şeyhi ve dönemindeki âlimleri, torunu Abdullatif, Makdisi’den daha iyi anlamıştır. Şöyle demektedir; “Tıpkı Muhammed ibn Nasır el-Hazimi, bu tarz bazı iddialardan etkilenmiştir.310 Şeyh Muhammed’i zikretti, onu övdü ve onu güzellikle tabi olmak ile methetti. Ancak onun iki hasletini inkâr etti; birincisi, uydurmalarla delil olmadan bütün yeryüzünü tekfir ettiği iddiası, ikincisi ise delilsiz ve burhansız tüccarların masum kanlarını dökmek. Aynı şekilde Muhammed Sıddık Hasen bu şüpheleri doğruladı. Tercümanül Vehhabiyye kitabında bunları ilan etti. Hadis ehlinin Vehhabilerden beri olduğunu beyan etti. Çünkü Vehhabiler kanları helal görüyorlardı. Allah onu affetsin, 309 310 Otuz risale (2/126) Şeyhin davetine atılan iftiralardan bahsediyor. 151 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? onun bu malumatlardaki kaynağı Hristiyanların kitapları idi.”311 Şüphesiz bazı yanlış nakillerden çıkarak, Şeyh Muhammed hakkında yanlış kanaatlere varan âlimlerin sözlerini Şeyh Muhammed’in bazı meselelerde aşırı gittiğini kastederek nakletmek ve tağutu tekfir etmeyenleri tekfirden sakındırmaya çalışmak, vicdanın ve insafın neresine sığdırılır. “Tağutlardan bazılarının durumunu bilmemesi veya tekfir edilmelerine şer’i bir engel bulunduğu zannıyla, onların küfrü kendisi için net olmadığından dolayı onları tekfir etmeyen, ancak tağutlara ibadet etmekten uzak duran ve Rab’lerine yönelen kişilere Allahu Teala’nın verdiği bu müjdeyi aşırıya kaçan bu insanlar hangi delil ile iptal edebilirler?! Bu genelleme konusunda aşırıya kaçanlardan bazılarıyla bir ara münakaşa ettim ve onlara aynı şeyi sordum. Kitap ve Sünnet’ten buna açıkça delalet eden bir tek delil gösteremediler. Delil olarak sadece Muhammed bin Abdulvehhab’ın şu sözlerine dayandıklarını söylediler: “İslam dininin temeli ikidir: Birincisi; tek olan Allah’a ibadet etmeyi emretmek, buna teşvik etmek, buna göre dostlukta bulunmak ve terk edeni tekfir etmektir. Diğeri ise, Allahu Teâlâ’ya kullukta şirkten sakındırmak, bunun cezasının ağır olduğunu söylemek ve bunu yapanları tekfir etmektir. Tevhid makamı ancak bununla tamam olur.” 311 Eş Şubuhatul Misaretu Havli Davetiş Şeyh 152 Ebu Ubeyde Bu gençler, Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab’ın rahimehullah, “Allahu Teâlâ’ya kullukta şirkten sakındırmak, bunun cezasının ağır olduğunu söylemek ve bunu yapanları tekfir etmektir” sözleri ile uçmaktadırlar. O’nun sözündeki “yapanları tekfir etmektir” ifadesini İslam dininin aslı ve dostluk ve düşmanlık akidesinin dayanağı haline getiriyorlar ve kendilerine göre bunu yapmayan veya bunda gevşeklik gösteren kişileri tekfir ediyorlar. Hâlbuki şeyh Muhammed bin Abdulvehhab’ın sözlerinin sonundaki ifade çok açıktır ve bu sözü mutlak olarak söylemesi, İslam’ın asıllarından, gereklerinden ve vaciplerinden olan ve ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bu şeyleri genel olarak topladığını beyan etmektedir. Yukarıda aktardığımız sözünün sonunda şöyle der; “Tevhid makamı ancak bununla tamam olur.” Açık olan bu ifadeden de anlaşıldığı gibi, burada Tevhid makamının kemali kastedilmektedir. “Tevhid makamı bunsuz sahih olmaz” veya “kabul olmaz” denilmemektedir. “sahih olmaz” veya “kabul olmaz” gibi ifadeler ise olmaması halinde, geçersizliği ve batıl olmayı gerektiren şart nitelemelerinde kullanılan lafızlardır. Şirk sebebi ile düşmanlıkta bulunmanın da ayrıntıları vardır. Genel olarak şirke ve müşriklere düşmanlığın kalpte bulunması, İslam’ın ve Tevhid’in aslıdır. Ancak bunu açığa vurmak, ilan etmek veya delillendirmek, Tevhid’in şartlarından değil gereklerinden ve kemalindendir. Bütün bunlar, 153 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? dinde hüküm verirken, kendisine göre hareket edilmesi gereken şer’i delillere bakmak ve onları anlamak ile öğrenilir. Daima hata yapma ihtimali bulunan insanoğlunun sözleri ile dinde hüküm vermek doğru değildir. Kişilerin sözlerine dayanarak, dinde hüküm vermek ve bu sözleri ölçü ve kural olarak kabul etmek doğru olsaydı, İbn-i Abdulvehhab veya Necidli davet âlimlerinin sözlerine benzer birçok söz bulunabilirdi. “Mecmuatu’t-Tevhid” kapsamında yer alan ve İbn-i Abdulvehhab’ın kitapları arasında bulunan bir risalede, tağutun manası hakkında söylediği şu söz de bu ifadeler arasındadır: “Tağutu inkâr etmek, Allahu Teâlâ’dan başkasına ibadetin batıl olduğuna inanmak, onu terketmek, ona buğzetmek, ona ibadet edenleri tekfir etmek ve onlara düşman olmakla olur.” O’nun buna benzer sözleri çoktur. Bilindiği gibi bu söz doğrudur. İcmali iman yönünden buna bir itiraz yoktur. Biz de aynı şeye çağırıyor ve insanlara sesleniyoruz. Ancak bu yüce isteklerin tümü aynı derecede görülür ve her birinin yok olması halinde imanın da yokluğu kabul edilirse, o zaman açıklama ve ayırıntı da bulunma vacip olur. Çünkü böyle bir anlayış hatadır ve yukarıdaki sözü ile bunu kastettiğini açıklayan ve kendisine ait olan başka bir sözü bulunmadığı sürece, böyle bir hatanın şeyh Muhammed 154 Ebu Ubeyde bin Abdulvehhab’a rahimehullah nispet edilmesi doğru değildir.”312 Gerçekten de Makdisi’nin dediği gibi Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab’ın yanında da tağutları tekfir etmek imanın kemaliyetinden midir? Bizim gibi gençler onun sözlerini okuyup yanlış mı anlıyoruz? Şeyh Muhammed bütün eserlerinde tevhid, ancak şununla ve bununla tamamlanır derken hepsinde bunsuz imanın olmadığından ve bunların imanın şartlarından olduğundan bahseder. Bu bölümde Allah’ın izni ile birkaç nakil ile meselenin böyle olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağız. İlk naklimiz Şeyh’i, Makdisi’den daha iyi tanıyan torunu Abdurrahman ibn Hasan’dan olacaktır. Makdisi’nin az önce zikrettiği nakil’i şerh ederken şöyle diyor; Allah ona rahmet etsin onun şu sözü; “İslam dininin aslı ve kaidesi ikidir; Birincisi; Allah’a ortak koşmadan şirksiz bir şekilde ibadet etmektir, buna teşvik etmektir, bunun için dostluk beslemektir ve bunu terk edeni tekfir etmektir.” Derim ki (Şeyh Abdurrahman ibn Hasan); bu meseledeki Kur’an’da var olan deliller saymak ile bitmez. “De ki; Ey kitap ehli. Sizin ile bizim aramızda ortak bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bir kısmımız bir kısmımızı Allah’tan başka rab312 Otuz risale (2/123-124) 155 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ler edinmesin.”313 Allah Nebisine, ehli kitabı tıpkı Arapları çağırdığı şey olan la ilahe illallah’a çağırmasını istemiştir. La ilahe illallah kelimesi ise; ‘Ondan başkasına ibadet etmeyelim’ kelimesi olarak tefsir edilmiştir. ‘ Ella Nabude’ kelimesi ‘La ilahe’ manasındadır. Bu da Allah dışındaki herkesten ibadeti nefyetmektir. ‘İllallah’ kelimesi de İhlâs kelimesindeki istisnadır. Allah celle celaluhu onları ibadeti sadece Allah’a yapmaya davet etmiştir. Ondan başkasına ibadeti de iptal etmeye davet etmiştir. Bu mana da benzeri ayetler çoktur. Bunların hepsi beyan ediyor ki uluhiyyet ibadet demektir. İbadetten hiçbir parçada Allah’tan başkasına sarf edilmez. “Rabbin ancak ona ibadet etmenizi emretmiştir.”314 Ayette geçen ‘Gada’ kelimesi iki manadadır, ancak ikisi de tek bir manayı ifade eder; emretti ve vasiyet etti demektir. ‘Ella tabudu’ manası ‘La ilahe’ dir. ‘İlla İyyahu’ ise ancak Allah hak ilahtır manasındadır. İşte bu ibadet tevhiddir ki resuller buna çağırmıştır. Hepsi kavimlerine dediler ki; “Allah’a kulluk edin sizin ondan başka ilahınız yoktur.”315 Başlangıç olarak ibadette şirki nefyetmek, ondan beri olmak ve şirk işleyenden beri olmak kesinlikle gereklidir. İbrahim a.s hakkında Allah celle cellaluhu dedi ki; “İbrahim kavmine ve babasına dedi ki; Ben sizden ve sizin ibadet ettiklerinizden beriyim. Ancak beni yaratan müstesnadır.”316 Allah’tan başka ibadet edilen313 Ali İmran 64 İsra 23 315 Muminun 32 316 Zuhruf 26-27 314 156 Ebu Ubeyde lerden beri olmak gerekir. Onun hakkında yine dedi ki; “Sizden ve Allah’tan başka dua ettiklerinizden uzaklaşıyorum.”317 Vacip olan; şirkten ve ehlinden yani ikisinden de beri olmaktır. Yine açıkladığı gibi; “Sizin için İbrahim ve beraberinde olanlar da güzel örnek vardır. Onlar kavimlerine dediler ki biz sizden ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda siz Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.”318 Onunla beraber olanlardan kasıt İbn Cerir’in zikrettiği gibi diğer resullerdir. İşte bu ayet Şeyhimizin zikrettiği her şeyi kapsamaktadır. Tevhide teşvik etmek, şirki iptal etmek, tevhid ehli ile dostluk beslemek, terk edeni de tekfir etmektir. Yani tevhidi iptal eden şirki işleyeni tekfir etmektir. Kim şirk işlemiş ise tevhidi terk etmiştir. Şüphesiz bu ikisi iki zıttır. Bir araya gelmezler. Ne zaman şirk olursa orada tevhid bitmiştir. Allah şirk koşanların hali hakkında der ki; “Onun yolunda saptırmak için ona ortaklar edindiler. De ki sen birazcık oyalan çünkü ateş ashabısın.”319 Allah onları ibadette edindikleri ortaklardan ve şirklerinden dolayı tekfir etti. Bunun misali olan ayetler çoktur. Kişi şirki iptal edip, ondan ve onu yapandan beri olmadıkça muvahhid olamaz. Sonra Allah ona rahmet etsin dedi ki; “İkincisi; şirkten sakındırmak, bunda katı olmak, bunun için düşmanlık yap317 Meryem 48 Mümtehine 4 319 Zümer 8 318 157 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? mak ve işleyeni tekfir etmektir.” Tevhid makamı ancak bununla tamamlanır. Bu da bütün resullerin dinidir. Onlar kavimlerini şirkten sakındırdılar. Allah’ın dediği gibi; “Biz her kavme Allah’a kulluk edin tağuttan sakının diye bir peygamber göndermişizdir.”320 “Bizden senden önce hiçbir resul göndermeyelim ki ancak ona şöyle vahyetmişizdir; bana kulluk edin. Benden başka ilah yoktur.”321 “Ad milletinin kardeşi Hud'u an; ondan önce ve sonra, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" diyen nice uyarıcılar gelip geçmişken, Ahkaf bölgesindeki milletini uyarmış "Doğrusu sizin için, büyük günün azabından korkuyorum" demişti.”322 Şeyhin ibadette sözü ise; İbadet, Allah’ın sevip razı olduğu batın ve zahir söz ve amellerin genel adıdır. Şeyhin bunda katı olmak sözü ise; bu kitap ve sünnette mevcuttur. “Öyleyse Allah'a koşun, doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım. Allah'ın yanında başkasını tanrı kılmayın. Doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım.”323 Eğer bu katılık olmasaydı, Kureyşli müşrikler Nebi (s.a.v) ve ashabına bu kadar büyük ezalarda bulunmazlardı. 320 Nahl 36 Enbiya 25 322 Ahkaf 21 323 Zariyat 50-51 321 158 Ebu Ubeyde Bu siyerlerde tafsili olarak anlatılmaktadır. Onların dinlerine ve ilahlarına sövmelerinden dolayı bunlar başlamıştı. Şeyhin bunun için düşmanlık etmek sözü ise; Allah’ın dediği gibi; “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.”324 Bu meseledeki ayetler gerçekten sayılamayacak kadar çoktur. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.”325 Fitne, şirktir. Sayılamayacak kadar çok ayette Allah subhanehu ve teâlâ şirk ehlini küfür ile vasıflandırmıştır. Aynı şekilde onları tekfir etmekte kesinlikle gereklidir. İşte bu la ilahe illallah’ın gerekliliğidir. Oda ihlâs kelimesidir. Bu kelimenin manası ibadette şirk koşanı tekfir etmeden tamamlanmaz. Sahih bir hadiste olduğu gibi; “Her kim lailahe illallah der ise ve Allah’tan başka ibadet edilenlere küfrederse, malı ve kanı haram olur hesabı ise Allah’a aittir.” Bu hadisteki ‘Allah’tan başka ibadet edilenlere küfrederse’ nefyi güçlendirmek içindir. Kan ve mal ancak bununla masum olur. Şek veya tereddüt olursa kanı ve malı masum olmaz. İşte bu işler hepsi Tevhidin tamamıdır. Çünkü la ilahe illallah kelimesi hadislerde ağır şartlarla şartlandırılmıştır. İlim, 324 325 Tevbe5 Enfal 39 159 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ihlâs, sıdk, yakin, şüphesiz, kişide bu şartlar toplanmadan muvahhid olamaz. Bunlara itikat etmesi, kabul etmesi sevmesi, dostluk ve düşmanlık yapması ve Şeyhimizin zikrettikleri ile hâsıl olur.”326 Görüldüğü gibi şeyhin torunu meseleyi Ebu Muhammed’in anladığı gibi anlamıyor. O bunun tevhidin gerekliliği olduğundan bahsediyordu. Gereklilik şart demektir. Şart ise o olmadığında hükmün olmadığı şeydir. Şeyhin torunu daha sonra sözlerine şöyle devam etti; “Bu asıla muhalefet edenler çoktur. En şiddetli muhalefeti olanlar bunların hepsine muhalefet edenlerdir. Şirki kabul eder ve onu din edinir. Tevhidi reddeder ve onu batıl görür. Çoğunluğun halinde olduğu gibi. Bunun sebebi ise kitap ve sünnetin delalet ettiği tevhidi bilmek, onu bozan şirki nefyetmek, ona ortak kılmak, hevaya tabi olmak, babalarının halleri ki onlardan öncekilerin ve benzerlerinin Allah’ın düşmanlarının halleri de böyle idi, işte bunların hallerinden cahil olmalarıdır. Onlar ki tevhid ehline yalan, iftira ve fucur da bulundular. Onların delilleri de şu idi; “Bilakis biz babalarımızı böyle yaparken bulduk.”327 İşte insanların bu çeşidi ve onlardan sonra gelenler, ihlâs kelimesinin delalet ettiği, onlara getirdiklerini dini gerekliliklerini bozdular. Öyle ki Allah onun dışındaki dini din olarak kabul etmiyor. O da İslamdır. Allah bütün nebilerini bununla 326 327 Durerus Seniyye (3/203-204-205-206) Şuara 74 160 Ebu Ubeyde göndermişti. Ve resullerini de bunun için göndermişti. Allah’ın kitabında anlattığı gibi gizli kalmayacak şekilde onların daveti bunda müttefikdi.”328 Daha sonra dedi ki; “ Bu bahsedilen asılları bozanlardan bazıları da onlara düşmanlık edenler, ancak onları tekfir etmeyenlerdir. Bu çeşittekilerde aynı şekilde la ilahe illlallah’ın delalet ettiği şirki nefyetmek ve gerekliliği olan onu işleyeni tekfir etmenin ki icma ile beyandan sonradır, işte bu gerçeği ihlal etmişlerdir. Bu ihlâs suresinin kapsadığı şeydir. “Deki Ey Kâfirler.” Aynı şekilde mümtehine suresindeki “Sizi tekfir ediyoruz” Yani her kim Kur’an’ın tekfir ettiğini tekfir etmez ise, resullerin getirdiği tevhide ve vaciplerine muhalefet etmiştir.” Sonra yine dedi ki; “Şeyhin ‘ Onlardan bazıları da tevhidi sevmez. Ona buğz da etmez’ Bunlar hakkındaki cevap ise şudur; kim tevhidi sevmez ise muvahhid olamaz. Çünkü o dindir. Allah kulları için bu dinden razı olmuştur. “Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.”329 Eğer Allah’ın onun için razı olduğundan oda razı olsaydı, sevdiği şey ile amel ederdi. Sevgi gereklidir. Onsuz İslam hâsıl olmaz. İslam, ancak tevhid sevgisi ile olur. Şeyhulislam (Muhammed ibn Abdulvehhab) dedi ki; ‘İhlas; Allah’ı sevmek, O’nun yüzünü istemektir. Her kim Allah’ı severse dinini de sever. Böyle yapmayan sevmiş olmaz.’” 328 329 Durerus Seniyye (3/207) Maide 3 161 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Sonra devamla dedi ki; “Şeyhin ‘Bazıları da vardır ki şirki sevmezler ona buğz da etmezler’ Ben derim ki; her kim bu halde ise, İslam’ın nefyettiğini nefyetmediğinden, şirki ve Allah’tan başka ibadet edilenlere küfretmeyi ihlal ettiğinden ve ondan beri olmayı aynı zamanda bozduğundan, asıl da bunun İslam’dan hiçbir şeyi yoktur. Geçen hadisin delalet ettiği gibi kanı ve malı korunmuş olmaz.” “Şeyhin ‘Onlardan bazıları şirki bilmez onu da inkâr etmez’ sözü ise; ben derim ki; her kim şirki bilmez, onu inkâr etmez ve nefyetmez ise muvahhid olamaz. Ancak şirki nefyeder, ondan beri olur ve tekfir ederse muvahhid olabilir. Şirkin cahili olmak ile beraber la ilahe illallah’ın delalet ettiği şeyler hâsıl olmaz. Her kim bu kelimeyi ve kapsadığı şeyleri ikame etmez ise İslam’dan hiçbir şeyi yoktur. Çünkü bu kişi ne bu kelime ile ne de kapsadığı şeyler olan ilim, yakin, sıdk, ihlâs, sevgi, kabul ve boyun eğme gibi şeylerle gelmemiştir. İşte bu çeşidin bu kelime ile, la ilahe illallah deseler bile gerekliliklerini ve bu kelimenin delalet ettiklerini bilmediklerinden dolayı alakaları yoktur.” “Şeyhin ‘Onlardan bazıları tevhidi de bilmez onu da inkâr etmez’ ben derim ki; Bu sınıfta önceki gibidir. Yaratıldığı ve resullerin gönderildiği dini için kafasını kaldırmamıştır. İşte bu halin misali Allah’ın şu sözünde bahsettiği kişiler gibidir; “İşte onlar ancak hayvanlar gibidirler. Hatta daha aşağılıktırlar.”330 330 Furkan 44 162 Ebu Ubeyde “Şeyhin şu sözü ise; ‘Onlardan bazıları –bu en önemli çeşittir- tevhid ile amel eder. Kıymetini bilmez. Onu terk edene buğz etmez ve onları tekfir etmez. İşte bu en önemli çeşittir. Amel ettiğinin kadrini bilmez. Tevhidini sıhhatli kılacak şey ile ve onun ağır şartları ile gelmez. Ne zaman tevhidi bilirsen, anlarsın ki tevhid şirki nefyetmeyi, ondan uzaklaşmayı, onun ehline düşmanlık yapmayı, onları hüccet ikamesinden331 sonra tekfir etmeyi gerektirir.” “Şeyhin su sözü ise; onlardan bazıları vardır ki şirki terk ederler, onu kerih görürler, kadrini bilmezler, işte bu öncekinden daha yakındır. Ancak şirkin kadrini anlamamıştır. Çünkü o kadrini bilseydi, muhkem ayetlerin delalet ettiklerini yapardı. Allah’ın dediği gibi; “Ben sizden ve ibadet ettiklerinizden beriyim beni yaratan hariç”332 aynı şekilde, “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda ebedi bir düşmanlık başlamıştır.”333 “Kesinlikle her kim şirki bilir ve onu terk ederse böyledir. Dostluk, düşmanlık yaparak hem kulundan hem de ona kulluk edenden, şirke buğz ederse ve ehline buğz ederse onlara düşmanlık ederse ancak gerekleri yerine getirmiş olur. İşte bu iki çeşit, çoğunluğun düştüğü ve İslam iddiasında olanların yaptığı hatadır. Onların çoğu bu hakikatten cahil oldukları 331 Burada kendisine kitap ve resul ulaşmayan kendisine hüccet ulaşmamış kişiden bahsediyor. 332 Zuhruf 26-27 333 Mümtehine 4 163 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? için buna düşerler. İhlâs kelimelerini açıklamaları kemalini ve vacibiyetinin getirdiklerini açıklamaları onlardan bunu men etmez. Dinin aslında cahil olanlar ve aldananlar ne de çoktur.” Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab’ın torunu sözlerine şu şekilde devam etti; “Şunu bil ki; Allah şirk ehlini tekfir etti ve onları açık ayetlerde bununla vasıflandırdı. Şu ayette olduğu gibi; “Kendi nefislerinin küfrüne şehadet eden müşriklerin Allah’ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir.”334 Sünnette onları böyle vasıflandırmıştır. Şeyhulislam Muhammed dedi ki; “Tevhid ve sünnet ehli, resullerin haber verdiklerini doğrularlar. Emrettiklerine uyarlar. Söylediklerini ezberlerler. Onları anlarlar. Onlarla amel ederler. Aşırıların tahriflerinden korurlar. Batılların saptırmalarından ve cahillerin tevillerinden korurlar. Onlara muhalefet edenler ile cihad ederler. Allah’a yaklaşmak ve ondan mükâfat almak için yaparlar, yoksa insanlardan talep etmek için değil. Cehalet ehli ise, emrettiklerinin arasını ayıramazlar. Nehyettiklerini de ayıramazlar. Onların hakkında olanların doğrusu ve yanlışını ayıramazlar. Onların hakiki muratlarını anlamazlar. Onların taatine koşmazlar. Kendilerine verilenlerin cahilleridirler. Kendi amaçlarını yüceltirler.”335 Biz bu uzun nakilden özellikle şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; 334 335 Tevbe 17 Durerus Seniyye (3/ 208) 164 Ebu Ubeyde “Aynı şekilde onları tekfir etmekte kesinlikle gereklidir. İşte bu la ilahe illallah’ın gerekliliğidir. Oda ihlâs kelimesidir. Bu kelimenin manası ibadette şirk koşanı tekfir etmeden tamamlanmaz.” Şeyhin yanında müşrikleri tekfir etmek dinin aslından iken nasıl olurda tağutu tekfir etmek dinin aslından olmaz. Akıl basiret sahipleri bu nakilleri defalarca tekrar tekrar okusunlar ve hakka tabi olsunlar. Burada sorulması gereken iki önemli soru vardır; 1- Tağutun hükmü nedir? 2- Ona küfretmenin şartları nelerdir? Birinci sorunun cevabı açıktır ve herkesin yanında malumdur. Allah’a karşı haddini aşan her şeydir. Daha genel ve güzel bir tanımla şöyledir; “Tağutun özelliği aşağıdaki 3 şeyden birini kendi nefsi için sarf etmesidir; 1-Bir mahlûkun nefsine Allah’ın fiillerinden bir fiili sarf etmesidir. Yaratmak, rızık vermek ya da şeriat koymak(kanun koymak). 2-Bir mahlûkun Allah’ın sıfatlarından bir sıfatı kendi nefsi için sarf etmesidir. Gayb ilmini bilmeyi iddia etmek gibi. 3-Bir mahlûkun kendi nefsi için ibadetlerden birini sarf etmesidir. Dua, adak, kurban ya da muhakeme. İşte bu 3 şeyden birini nefsi için sarf eden kişi tağut olur. Kendisini Allah’a ortak kılmıştır.(Haşa) 165 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? İkinci sorunun cevabına gelince burada en güzel açıklamalardan biri de Şeyh Muhammed’in inkârın sıfatı hakkında söylediği sözdür; “Tağutu inkâr etmenin sıfatı; Allah’tan başkasına ibadetin batıllığına itikad etmendir, onu terk etmen, ona buğz etmen, ehlini tekfir etmen ve onlara düşmanlık beslemendir.”336 İşte bu sözde 5 meseleden bahsedilmiştir. Birincisi; tağuta ibadetin batıllığına itikat etmektir. Allah (c.c) der ki; “İşte bu o Allah’tır ki o haktır. Onların O’ndan başka dua ettikleri ise batıldır.” İkincisi; onu terk etmek ondan uzaklaşmaktır. Buda ona ibadeti terk etmektir. Allah dedi ki; “Biz her ümmete Allah’a kulluk edin tağuttan sakının diye bir peygamber gönderdik.” Bu bölüm kendi içinde de 3 ayrılır. Çünkü terk 3 şekilde olur. İtikati terk, söz ile terk ve fiil ile terktir. İşte kul bu 3 çeşit terki gerçekleştirmezse tağuttan uzaklaşmış olamaz. Çünkü insanlardan bazıları söz ve fiil ile uzaklaşır ama itikat ile uzaklaşamaz. Bunlar münafıklardır. İnsanlardan bazıları itikat olarak terk eder, ancak söz ve fiil olarak terk edemez. Bunlar tağuta secde eden, ondan yardım dileyen, ona adak adayan ve ona muhakeme olanların halidir. 336 Risaletu Manat Tağut 166 Ebu Ubeyde Üçüncüsü ise; düşmanlık etmektir. Allah celle celaluhu İbrahim as hakkında dedi ki; “Deki; sizin ve eski babalarınızın ibadet ettiklerini gördünüz mü? Onlar benim düşmanımdır. Alemlerin rabbi hariç.” Dördüncüsü; buğz etmektir. Allah dedi ki; “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda ebedi bir düşmanlık başlamıştır.” Beşincisi; tekfir etmektir. Tağutu ve aynı zamanda kullarını tekfir etmektir. Bu küfür milletinden olan ve buna çağıran herkesi tekfir etmektir. Nahl suresi 36. ayetin tefsirinde Durerus Seniyye’de şöyle bir nakil bulunmaktadır; “Bu ayet delalet ediyor ki, şüphesiz insan rabbine ibadet eder, ona ve onun sevdiklerine muhabbet besler, ancak müşriklere buğz etmez onların fiillerine düşman olmaz ve düşmanlık izhar etmezse tağuttan uzaklaşmamıştır demektir. Tağuttan uzaklaşmayan kişi de İslam’a girmemiştir ve kâfirdir. Velev ki bu ümmetin en ağabeyi olsa, geceleri kıyamla, gündüzleri de oruç ile geçirse de böyledir. Onun ibadeti tıpkı namaz kılan ama cenabetken yıkanmamış kişi gibidir. Ya da şiddetli bir yaz gününde oruç tutmasına rağmen ramazan günlerinde fuhşiyat yapması gibidir.”337 337 Durerus Seniyye (1/93) 167 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab dedi ki; “ Ey kardeşlerim! Dininizin aslına yapışın, ey kardeşlerim başına ve sonuna. Bu dinin başı olan la ilahe illallah şehadetine yapışın. Manasını öğrenin. Onu ve ehlini sevin. Uzak da olsalar da onların ehlini dostlar edinin. Tağutları inkâr edin ve onlara düşmanlık edin. Onları savunan ve onları sevenlere düşmanlık yapın. Ya da onları tekfir etmeyenlere, ya da onlardan banane diyenlere, ya da Allah beni onlarla mükellef kılmadı diyenlere Allah’ın yalanlayarak ona iftira atanlara düşmanlık edin. Şüphesiz Allah onu onlarla mükellef kılmıştır. Onlara tağutu tekfir etmeyi farz kılmıştır. Babaları ve kardeşleri de olsalar onlardan uzaklaşmayı farz kılmıştır.” Şimdi bu kadar nakilden sonra soruyorum. Tağutu tekfir imanın şartı mı kemaliyeti midir? Batıl olduğunu göre göre sırf isimlerinden dolayı birilerine tabi olmak ne demektir? İslam Allah’a teslim olmaktır, yoksa insanlara değil. Şeyh Muhammed rahimehullah şöyle dedi; “İyi bil ki Allah sana rahmet etsin. La ilahe illallah’ın manası nefiy ve ispattır. 4 şeyi nefyetmen ve 4 şeyi ispat etmendir. Nefydeceğin 4 şey, uluhiyyetin (Allah dışındakilere) nefyetmen, tağutları nefyetmen, ortakları nefyetmen ve batıl rableri nefyetmendir. Uluhiyyet; birinden hayırı ve şerri celbetmesini beklemen ve kastetmen onu ilah edinmen demektir. 168 Ebu Ubeyde Tağutlar; her kime ibadet ediliyor ve ondan razı ise yani ibadete aday gösteriliyorsa o tağuttur. Mesela Semman, Taaç ve Ebi Hadide gibileri örnektir.338 Ortaklar; seni İslam’dan alıkoyan ehlin, aşiretin, malın ise işte onlar edindiğin ortaklardır. Allah şöyle dedi; “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’ı sever gibi Allah’tan başka edinilen ortakları severler.”339 Rabler ise; sana hakkın muhalifine fetva veren ve senin doğrulayarak itaat ettiğin kişidir. Allah dedi ki; “Onlar rahiplerini ve hahamlarını Allah’tan başka rabler edindiler.”340 *** 338 Şeyhin döneminde ibadet edilenlerdir bu insanlar. Hepsi de muayyen şahıslardır. 339 Bakara 165 340 Tevbe 31 169 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? BÜYÜK ŞİRK İŞLEYENİN TEKFİRİNDE ENGELLERİN VE ŞARTLARIN OLDUĞUNU SÖYLEMEK Bu noktada da Ebu Basir’in bazı nakilleri ile başlayacağız inşallah. Ancak amacımız birilerini zedelemek, onlara hakaret etmek ve yüceltmeyi istemek değildir. Amaç Allah’ın dinine yardım etmek ve hakka uymayı talep edenler için hakkın ortaya çıkmasına vesile olmaktır. Öncelikle Ebu Basir çok güzel bir paragraf ile üzerinde konuştuğu meselenin önemini izah ediyor ve diyor ki; “Şunda şüphe yoktur ki iki fırkada -yani aşırılar ve icraya kaçanlarbüyük bir delaletin içindedir. Dinlerinde önemli bir yerdedirler. Tıpkı Müslümanları delilsiz ve burhansız zan ile tekfir etmenin kişiye küfür hükmünü itlak ettiği kişiden kendisine geri dönmesine ulaşabilmesi gibi. Aynı şekilde kâfiri tekfir etmemeninde, onun küfründe şüphe etmeninde sahibini İslam’dan çıkarmaya ve küfre ulaşmasına sebep olabilmesi gibidir.” Vallahi burada Ebu Basir, çok güzel ve doğru bir söz söyledi. Daha sonra bu yazısının devamında bir kaide ile başlayarak tekfirin engellerini anlatmaya başlıyor. Dedi ki; “ Birinci kaide; “Genel (mutlak) küfür her zaman muayyen küfrü gerektirmez.” Şerhinde dedi ki; “Yani şeriatta varid olan genel tekfir nasları, eğer kişi bu küfürlere düşerse her zaman muayyen şahıslara itlak etmeyi ve onun üzerine bu hükmü indirmeyi gerektirmez. Şu ihtimalden dolayıdır ki; onların hakkında tek- 170 Ebu Ubeyde firin engellerinden bir şey olabilir ve gereklerinin bitmesi gerekebilir. Şöyle söylenir; bu söz küfürdür ya da bu fiil küfürdür. Ya da her kim şöyle söyler şöyle amel ederse o kâfirdir denilir. İşte bunlar genel (mutlak) küfürlerdir, her zaman muayyen bu sözü söyleyen ve bu fiili işleyen şahısların kâfir olmasını gerektirmez. Az önce zikredilen ve muayyene tekfiri imkânsız kılan illetten dolayıdır. Oda tekfirin lazımlarının ve engellerinin ortadan kaldırılmasıdır.” Kendisine göre edindiği delilleri ortaya koyduktan sonra tekfirin engellerini ve şartlarını izah etmeye şu sözlerle devam ediyor; “Uyarı; bizim genel tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez sözümüz şu manadadır. Bazen genel küfür muayyen şahıslara da hamledilir ve muayyen tekfir gerekli olur. İşte bu tekfirin engellerinin ve şartlarının bitmesi ile olur. Eğer tekfirin engelleri kalktı ve şartları tahakkuk etti ise kesinlikle o zaman muayyen tekfiri gerekir. Öyleyse muteber hiçbir şeri engelin kalmadığı yerde Allah’ın ahkâmı muallâk vakıaya indirilmeden bırakılamaz. Tekfirin engelleri; 1- Şeri hitabın ulaşmamış olması 2- Nastaki muradı yanlış anlamak ya da tevil 3- İslam’a yeni girmiş olmak 171 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? 4- İlme ulaşma noktasında özürlü olabileceği mıntıkalarda yaşamak 5- Kast edilmeyen hata ( İntifaul kast) 6- İctihad 7- İkrah 8- Daha katı büyük bir küfrü def etmek için küfür izhar etmek 9- İyilikler” Bu sözlerinden sonra şu sözler ile kendi mezhebini anlatmaya çalışıyor. “Muayyen tekfirin gerekliliği ve şartları Muayyen tekfiri izah ettikten sonra şimdi şartlarını ve lazımlarını beyan ediyoruz. Onlar ise; 1- Tekfirin zikredilen engellerinin ortadan kalkmış olmasıdır. Öyle ki izhar ettiği küfür zikredilen özürlerden bir özür ile sadır olmuş olmasın. Örneğin İslam’a yeni girmiş olması, ya da cahil olması, tevil ehli olması, kerih görmesi ve buna benzer geçen diğer engeller. 2- Açıklama ve tespittir. Muayyen tekfirin engellerindendir ki bu muayyen küfrü açıklamak gerekir.” 3- Hücceti ikame etmektir. Eğer bu küfür kendisinden şeri hitabın ulaşmaması ve cehalet özründen dolayı ise muhalefet ettiği şeyin şeri hüccetini açıklamak muayyende tekfirde kesinlikle gereklidir.” 172 Ebu Ubeyde Ebu Basir’in burada söylediği sözü kendisinin yazdığı başka bir risalesi ile açıklamaya çalışacağız. Ta ki onun söylemediğine söylemediğimiz ve ona yalan iftirasında bulunmadığımız ortaya çıksın. Allah ona hidayet etsin dedi ki; “İkinci kural; ‘Korkutmanın yerine getirilmesi, ahiret tehdidinin irca edilmesi’ Bunu tekfirin engeli olarak getiriyor, ancak kendi risalesi olan ‘Haşiyetus Selefiyye’ de şunları dile getiriyor; “Bu kaide günahlarla alakalıdır. Küfrün altında küfür olan meseleler ile alakalı değildir. Çünkü şirk üzere ölen kişiye ahiret vaadi yerine getirilir, başka bir seçenek yoktur. Allah’ın dediği gibi; “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz”341” İşte bunlar onun sözleridir. Günahlarla alakalı kaideyi tekfirin engellerinde zikretmiş ve bunu engellerden saymıştır. Kendisi bu risalenin başka yerinde şöyle söylemiştir; “Kitap ve sünnette varid olan cehennem tehditleri sözün sahibine mutlak anlamda kullanılmasını gerektirir. Ancak muayyeni gerektirmez. Deriz ki; bu günah bu azabı gerektirir. Muayyen bir şahsa indirgemeden yapılır. Çünkü onun azabına engeller ve maniler olursa onların ortadan kalkması gerekir. Çünkü ahiret azabının indirilmesinde birçok engel olabilir.” 341 Nisa 48 173 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Hâlbuki kendisi devamında şöyle der; “Muayyen tekfirin engelleri ile muayyen günahların tehditlerinin indirilmesindeki engeller aynı değildir.” Bu işin aslını inşallah yakında delil olarak getirdiği hadis ile beraber detaylı olarak açıklayacağız. Bu kaideleri yanlış yerlerde kullandığı ve selefin menhecine muhalefeti, sadece bizim anlayışımız değildir. Tekfirin kaideleri kitabında 4. sorunun cevabı olarak verdiği fetvadan her şey daha açık bir şekilde belli oluyor. Soru; Asrımızın Cehmiyeleri muayyen tekfirin şartlar ve maniler ortadan kalkmadan kullanılmasının caiz olmadığını söylüyorlar. Dinin aslında ve fuurunda fark etmez diyorlar. Bu görüşlerini de selef âlimlerine dayandırıyorlar.(İbn Teymiyye, ibnul Kayyum ve Muhammed ibn Abdulvehhab) Bu nispetin sıhhati nedir? Cevap; Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur. Böyle bir kişi muayyende kâfir de olabilir, Müslüman da olabilir. Eğer bu Müslüman olmayan biri ise muayyen tekfir edilir ve bunda duraksamak veya ona bundan başkası ile şehadet etmek doğru değildir. Ancak ona ateşle de şehadet edilmez, eğer ona resullerin korkutması ulaşmadı ise bu böyledir. Resullerin korkutmasının ulaşması ise malumdur ki, Muhammed’in sallahu aleyhi ve sellem âlemlere resul olarak gönderilmesidir ve Allah’ın onu tevhid şehadeti ile göndermesidir. Ancak Müslüman iken küfür olan bir söz, fiil ve itikat sadır olursa, onun bahsedilen özürlerinden biri var mıdır diye 174 Ebu Ubeyde bakılır. Ancak def edilmesine güç yetirilmeyen özürdür. Yaptığı küfürde olsa def etmekten aciz ise bunu, bunun muayyen küfrüne hükmetmek caiz değildir. Ancak hüccet ikamesinden sonra acziyeti giderildiğinden dolayı tekfir edilir. Bu şartlar denen şeydir. Bunun dinin aslında veya furuunda olmasının farkı yoktur. Ancak def etmesi mümkün olmayan bir acziyetin içine düşer, yani muteber olmayan bir özrün içine düşerse, buna gücü yetmesine rağmen dünya meşguliyetlerinden bunu def etmezse, açık bir küfre düştüğü takdirde şartların ve engellerin ortadan kalkması ile tekfir edilir. Şu söz –muayyen tekfir şartların ve engellerin ortadan kalkması ile olur- doğru bir sözdür. Ancak insanların çoğu yerli yerine koymuyorlar. Bununla batılı istiyorlar. Bu sözleri tağutlara ve imamlarına hamlediyorlar. Hâlbuki bunlar iblisten daha çok biliyorlar. Tıpkı bu sözün genel olması gibidir. Bu sözü bozuk fikirlerine ve batıl anlayışlarına hamlederek ilim ehlinin sözlerini kast ettikleri manaların dışında kullanıyorlar. Ancak asıl ve furu diye ayrıma gelince, bunlar arasında fark olmadığına işaret etmiştik. Selef arasında ikisindeki özrün farkı yoktur. Eğer bu defi mümkün olmayan bir acziyetten kaynaklanırsa böyledir. Bunların arasını ayıran ilim ehlinin sözleri, ilmin şehirlerde yayılmasından dolayı ilmin dolup taştığı meselelerde özrün olmadığını belirtmelerine hamledilir. İlim irade eden herkes için kolaydır. Bunun için 175 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? şirke ve küfre düşen özürlü değildir. Şirke ve küfre düştüğünden değil. Bilakis o acziyet olmadan buna kadirken ve def etmeye gücü varken yapmadı. Bunu yapmasına mani olan şey neydi? Bu yüzden furuda bazı şeylere ulaşamaması nedeni ile özürlüdür demişlerdir. Asıllarda özürlü saymamışlardır. Dinde zaruri olarak bilinmesi gereken meselelerde böyledir.” Bu tekfirin engellerindeki hatalarını açıkça gözler önüne sermektedir. Bu hataların boyutlarını ve selefin bu meseledeki menhecini izah etmeye geçmeden bazı hataları da zikretmek gerekir. Ebu Basir şirk işleyen bir kişinin cehalet ile mazeretli olacağının fetvasını, Cehalet özrü kitabında açıkça ortaya koymuştur. Hatta bunu ispat etmek içinde olmadık yolları denemiş ve hadisleri selefin anlamadığı gibi anlamak için epey uğraşmıştır. “Cehaletin özür olduğunun delilleri; Adiy ibn Hatem hadisidir. Boynumda altından bir haç olduğu halde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ’in yanına geldim. Dedi ki; “ Ey Adiy boynundaki şu haçı at.” Bende boynumdan attım. Sonra şu ayeti okudu; “ Onlar rahiplerini ve hahamlarını Allah’tan başka rabler edindiler.” Bitirince dedim ki; Ey Allah’ın Resulü biz onlara ibadet etmiyorduk. Dedi ki; “ Siz onların Allah’ın helal kıldığını haram kıldıklarında, Allah’ın haramlarını da helal kıl- 176 Ebu Ubeyde dıklarında onlara itaat etmediniz mi?” Dedim ki; “ Evet.” Dedi ki; “ İşte bu onlara ibadetti.”342 Hadisten aşağıdaki faideler çıkar; 1- Adiy ibn Hatem Resulullah sallahu aleyhi ve sellemin yanına Müslüman iken ve şehadeti ikrar ediyorken girdi. Çünkü bu andan önce kanı mubahdı, ancak onun kanını İslam haram kıldı. 2- Şüphesiz Adiy ibn Hatem küfürden yeni çıkmıştı. Tevhide giren her şeyi öğrenmekten acizdi. Yani o cehaleti ile mazurdu. 3- Geçen şeylerden anlaşılan iki büyük şirk vardır; her biri sahibini dinden çıkartır. Birincisi; haç takmasıdır. Bu büyük şirktir. Bu yüzden Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bunu put olarak isimlendirdi. Bununla beraber Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Adiy’e “ Şu putu boynundan at” dedi. Ancak onun muayyen olarak kâfir ve mürted olduğuna hükmetmeden. Çünkü İslam’a yeni girmiş şehadet kelimesini yeni söylemiştir. İkincisi; delilsiz olarak âlimlere haramı helal kılma meselesinde itaat etmenin küfür olduğunun cahili idi. Büyük şirk olan ve ibadetin Allah’tan başkasına sarf edilmesi olan meselenin ki ibadet Allah’tan başkasına sarf edilmesi caiz değildir, bundan cahil idi. Taki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ona beyan etti ve açıkladı. Ona küfür ve irtidat hükmü vermeden ve za342 Tefsirul Beğavi (3/285) 177 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? ruri olarak İslamını yenilemesini istemeden, âlimlere itaatin Allah’tan başka onların Allah’ın haramını helal yaptıkları meselelerde muhakeme olmanın, onlara ibadet ve büyük şirk olduğunu öğretti. İşte buna benzer şeyler; örneğin sahabenin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ’e sarf edilmesi caizdir zannettiği, ona secde etmek gibi. Orada da küfrüne ve irtidatına hükmetmedi. Aynı şekilde Ömer ibnul Hattab babasına yemin ettiği sırada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onu bundan nehyetti ve yemin edenin yalnızca Allah adına yemin etmesini yoksa susmasını emretti. Buna rağmen Allah’tan başkasına yemin etmek şirktir. Hadiste geldiği gibi; “Her kim Allah’tan başkasına yemin ederse şirk koşmuştur.” Ancak Ömer o vakitte bunun şirk olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden özürlü idi. Aynı şekilde Sahabenin Resulullah sallahu aleyhi ve selem’e ‘Sen ve Allah dilersen’ dediğinde Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi; “ Sen beni Allah’a ortak mı kıldın. Bilâkis Allah tek başına dilerse.” Sözün küfür ve şirk olmasına rağmen, Sahabi de olsa bilmemesinden ve ilmin ona ulaşmamasından dolayı bunun şirkin içine girdiğini bilmiyordu. Bu yüzden mazurdular ve muayyen de tekfir edilmediler.”343 343 Kavaidut Tekfir (26-27-28-29-30 bu nakillerin hepsi bu sayfalarda mevcuttur.) 178 Ebu Ubeyde Bu ne büyük cehalettir. Allah ona hidayet etsin, kendi çıkardığı bir usulü ispatlayacağım diye Allah’ın resulüne şirk izhar eden birini tekfir etmedi diyecek kadar karanlığı içine batmıştır. Dinin aslında cehaleti ispatlamak adına bütün ümmetin icma ile küçük şirk kabul ettiği Allah’tan başkasına yemin etmek meselesini ümmete muhalefet ederek büyük şirk anlamış ve sahabenin küfrü söylediğini ancak Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in onları tekfir etmediğini söylemiştir. Aynı şekilde bütün ümmetin küfür olarak anlamadığı Muaz’ın secdesini büyük küfür olarak anlamış ve bu şirki işlemesine rağmen Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in onu tekfir etmediğini söylemiştir.(Haşa) Müslümanların cemaatin de, en küçük ilim talebelerinin bile bildiği meseleleri karıştırarak, kendi batıl mezhebini desteklemek için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, sahabesine iftira etmektedir. Bunu kasıtsız da yapsa, bu yaptığı fiilin sonucunda vardığı nokta burasıdır. Öncelikle bu meselelere ilmi cevaplarımıza Adiy ibn Hatem kıssasından başlamak gerekir. Sonra da böylelikle bilmiş ve öğrenmiş oluruz ki her kim cahil olarak şirki işlerse bu kıssa onun mazeretine delil olur mu? Öncelikle Ebu Suud’un tefsirinde şöyle geçiyor; “Adiy ibn Hatem dedi ki; ‘ Ben Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in yanına boynumda altından bir haç var iken geldim. Hristyanların bir kolu olan Rekusiyye denen bir fırka- 179 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? dandım. O sırada Beraa suresini okuyordu. Dedi ki; Ey Adiy boynundaki şu putu at. Bende attım. Allah’ın şu sözüne gelince durdu. “Onlar alimlerini ve abidlerini Allah’tan başka rabler edindiler.” Dedim ki; onlara ibadet edilmiyordu ki. Dedi ki; Onlar Allah’ın helalini haram haramlarını ise helal kılmadılar mı? Dedim ki; Tabiî ki. Dedi ki; İşte bu onların ibadeti idi.”344 İbn Teymiyye dedi ki; “ Allah dedi ki; “Onlar alimlerini ve abidlerini Meryemoğlu İsa’yı Allah’tan başka rabler edindiler.” Ahmed, Tirmizi ve diğerlerinin rivayet ettikleri hasen olan uzun bir hadiste Adiy’den gelen rivayette dedi ki; o Hristiyan iken Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ’in yanına geldi ve bu ayeti okuduğunu duydu. Dedi ki; “Biz onlara ibadet etmiyoruz. Dedi ki; “Onlar Allah’ın helalini haram haramlarını ise helal kıldıklarında siz böyle kabul etmediniz mi? Dedi ki; “Tabiî ki.” Dedi ki; “Bu onların ibadetleri idi.”345 İşte bu nakiller açıkça gösteriyor ki bu asırda yaşayan ve telifleri olan ünleri yayılmış bazı insanlar, kendi akideleri olan şirk işleyen cahilin mazur olması gibi bir sonucu çıkarmanın, sadece bu asırdakilerin batıl görüşleri olduğunun en açık delilleridir. Aslında Müslüman ilim ehlinin meselelere bakışı dinin salahiyetinin en önemli ve birinci şartıdır. Bunun için İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Dinin hepsi Resulullah (s.a.v)’den alınır. Hristyanların yaptığı gibi ondan sonra kimse 344 345 Tefsiri Ebu Suud (4/60) Mecmuatul Fetava (7/67) 180 Ebu Ubeyde bu dinden bir şey değiştiremez. Çünkü onlar âlimlerinin ve abidlerinin Allah’ın şeriatına muhalif şeriatlar yapmalarını caiz görmüşlerdir. “ Onlar âlimlerini ve abidlerini Allah’tan başka rabler edindiler.” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; onlar onlara haramı helal kıldılar, onlar da itaat ettiler. Helali de haram kıldılar itaat ettiler. Bu onların onlara ibadetleri idi. Bunun için Müslümanların imamları bir şey hakkında şu ibadettir, bu Allah’a yakınlıktır diye şeri bir delil gelmeden kendilerinden önce din hakkında konuşanlara tabi olmadan ilimsizce konuşmazlardı. Çünkü Allah bunu haram kılmıştır. “De ki; benim rabbim şunları haram kılmıştır; gizli ve açık fuhşiyat, haksızca haddi aşmak günaha dalmak, Allah’ın delil indirmediğini ona ortak koşmak ve Allah adına ilimsizce bilmediğinizi konuşmaktır.””346 Yine dedi ki; “Gene sahihte sabit olan ve rivayet edilen Aişe hadisinde olduğu gibi dedi ki; “Her kim dinimizde olmayan bir şey ortaya atarsa o ona reddedilir.” Yine aynı şekilde sünen sahiplerinin rivayet ettikleri Arbad ibn Sariye hadisinde de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi; “ Sizden kim çok yaşarsa birçok ihtilaf görecektir. Size vasiyetim sünnetime ve raşid halifelerimin sünnetine azı dişleriniz ile sarılmanızdır. Sizi sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Çünkü her bidat delalettir.” 346 Mecmuatul Fetava (27/374) 181 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? İşte bu kaide sünnetin kitabın ve icmanın delalet ettiği bir kaidedir. Allah dedi ki; “Onların Allah’ın izin vermediği şeyleri onlara dinden şeriat kılacak ortakları mı vardır” Her kim bir şeyi Allah’a yakınlık sayar, onu sözü veya fiili ile güzel mendup görürse bunu şeriata dayanmadan yaparsa, Allah’ın izin vermediği dinden şeriat kılmıştır. Her kim ona bu noktada itaat ederse onu ortak edinmiştir. Allah’ın izin vermediği şeyi onlara dinden şeriat kılmıştır.”347 İşte birçok muasır meşhurların selefe ve âlimlere dayandırarak icma edilmiş bir kaide gibiymiş gibi aktardıkları bu kuralın, aslında selefin yanında yeri yoktur. Selef, açık şirk işleyenin tekfirinde fiil ve fail ayrımına gitmemişlerdir. Mutlak muayyeni gerektirmez dememişlerdir. Aktardığımız nakillerden bunu gördün ve bu örnekleri daha da arttırarak meselenin daha da anlaşılır olmasını sağlamaya çalışalım inşallah. Ancak bu nakillere geçmeden önce bu noktada aynı hataya düşen diğer muasırları da zikretmekte hayır vardır. Ta ki insanlar yanında ilim olanların hatalarını alıp kendilerine din edinmesinler. Abdulkadir ibn Abdulaziz’de El-Cami adlı kitabında bu mesele ile alakalı cehalet özrü kısmında şöyle söyledi; “ Her kimin asıl da İslam’ı sabit olursa; 347 İktidas Sıratel Mustakim (1/267) 182 Ebu Ubeyde Eğer tekfir edilen bir fiil işlerse ve muteber bir cehaleti varsa, cehalet ona küfür hükmü vermeye engeldir. Bununla beraber cezasına engeldir. İkametul hucceden önce kâfir olarak isimlendirilmez. İkametul hucceden önce kâfir olarak isimlendirilen asli kâfirin hilafına böyledir. Cehaletle küfür işleyen Müslümanın ikametul hucceden önce kâfir olarak isimlendirilmemesinin delili; 1- Zatu Envat hadisidir. Ebi Vakid El Leysi dedi ki; “Biz İslam’a yeni girmişken Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile Huneyn’e sefere çıkmıştık. Müşriklerin silahlarını astıkları ve etrafında ukuf yaptıkları bir ağaçları vardı. Ona Zatu Envat denirdi. Bir ağacın yanından geçerken dedik ki; “Ey Allah’ın Resulü bize de onların Zatu Envatı gibi bir Zatu Envat kılsan.” Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Allahu ekber. İşte bu sünnettir. Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki İsrailoğularının dediği gibi dediniz. “Bize de onların ilahları gibi ilahlar kıl. Şüphesiz siz cahil bir kavimsiniz.” Sizden öncekilerin yollarını takip edeceksiniz.” Tirmizi rivayet etti ve sahihtir dedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem (Haşa) ondan şirk talep etmelerine rağmen İslam’a yeni girmiş olmalarından ve cahil olmalarından dolayı onları tekfir etmemiştir.” (Haşa) Ey sevgili kardeşlerim, burada birazcık durmamız gerekmektedir. Özellikle zatu envat hadisinin anlaşılması noktasında bazı muasırların yaptıkları hataların üzerinde iyice durmak gerekmektedir. Ebu Basir ve Abdulkadir ibn Abdulaziz ikisi de bu hadisi cehalet özrüne delil getirerek, kü- 183 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? çük şirk ile büyük şirki birbirine karıştırmaktalar. Bu batıl anlayışları üzerine de bu kaideyi bina ederek selefin de böyle düşündüğü iddiasındalar. Öncelikle selef gerçekten de onların anladığı gibi mi anlamıştır, bu hadisleri onu iyice tahkik etmek gerekir. Öncelikli olarak selefin bu hadisini anlayışına geçmeden önce İbnul Kayyum’un sözünü hepimize iyice ders olması için hatırlatmakta fayda görüyoruz; “Bunun için Allah’ın resulüne indirdiğinin sınırlarını bilmek, ilmin aslını, kaidesini ve kendisine döndürülmesi gereken kardeşini bilmek için, lafızları manalarından çıkarmamak, o lafızlara manalar yüklememek gerekir. Bilakis hakkını verip murad edileni anlamak gerekir.”348 Öncelikle Şeyh Muhammed İbn Abdulvehhab bu hadis hakkında dedi ki; “11. sonuç; şüphesiz şirkin büyüğü ve küçüğü vardır. Bununla onlar irtidat etmediler. 12. sonuç; İslam’a yeni girmiştik sözü onlardan başkasının bundan cahil olmadıklarını gösterir. 13. sonuç; kerih görenin aksine taaccup anında tekbir getirmek. 14. sonuç; kötülüğün önünün alınması 15. sonuç; nehyedilmek.”349 348 349 İlamul Muvakkin Kitabut Tevhid (1/128) cahiliye ehline benzemekten 184 Ebu Ubeyde Allah’ın basiret nurunu almadığı ve basiretini köreltmediği herkes açık bir şekilde görebilir ki; Şeyh bunu küçük şirk olarak algılamış. Muasırların anladığı gibi bunu büyük şirk algılayarak cehalete delil saymamıştır. İmam Şatibi dedi ki; “Bilakis bazen ayni olarak benzer bazen ise sadece bazı benzerlikler vardır. Birincisine delil olan şey şu sözüdür; “Sizden öncekilerin sünnetine uyacaksınız.” Çünkü başka bir hadis bunun hakkında dedi ki; “Onlar kelerin deliğine girseler sizde onlara uyacaksınız.” İkincisine delil olan şey; “Dedik ki; Ey Allah’ın Resulü onların Zatu Envatı gibi bize de kılsan. Dedi ki; İsrailoğullarının dediğini dediniz.” Bu hadis gösteriyor ki eğer Zatu Envat edinseler idi Allah’tan başka ilahlar edinmeye benzeyecekti. Ancak birebir aynı şey değildir.350 Bunun için naslarda belirtilen şeyler her yönden misli ile aynı olmadan aynı olduğuna itibar edilmez.”351 Gördüğünüz gibi selef, muasırların anladığı gibi anlamamışlar. Onlar bu isteğin küçük şirk olduğunu ve zahirde kâfirlere benzemek olduğundan dolayı nehyedildiğini belirtmişlerdir. 350 Yani ilah edinme ile Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den yaptıkları talep aynı değildir. İstedikleri şey zahirde kâfirlere benzemektir. Ancak kâfirlerin yaptığı şirk fiilinin kendisi değildir. 351 El-İtisam (1/464) 185 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “İşte her kim müşriklerin putlara ibadetlerindeki hallerini, Allah’ın zemmettiği şirki, onun çeşitlerini, Kur’anın tevilini, Allah ve Resulunun kerih gördüğü şeyleri bilmek ister ise; Ezraği’nin zikrettiği müşriklerin ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki Arapların siyretine baksın. Aynı şekilde bu konuyu anlatan âlimlerin sözlerine baksın. Müşriklerin silahlarını astıkları bir ağaçları olduğu vakit ona Zatu Envat denir idi. Bir takım insanlar Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e dediler ki; Bize Zatu Envat kılsan onların olduğu gibi. Dedi ki; “Allahu ekber. Musa’nın kavminin dediği gibi dediniz. Onların ilahları olduğu gibi bize de ilahlar kılsan dediler. İşte bunlar sünnetlerdir onlara tabi olacaksınız bu noktalarda.” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onların mücerret olarak kâfirlere benzemelerini inkâr etti. Silahlarını astıkları ve etrafında durdukları bir ağaç edinerek onlara benzemelerinden nehyetti. Eğer müşriklere benzemekten daha büyük olan şirkin aynısı olsaydı, benzedikleri nasıl olurdu?”352 Muasırların birçoğunun kendisini nispet ettikleri ve biz meselelere onun baktığı gibi bakıyoruz dedikleri İbn Teymiyye’nin bu meseleye bakışı gayet açık ve nettir. O bu asırdakilerin anladığı gibi anlamamıştır. 352 İktidas Sıratel Mustakim (2/117) 186 Ebu Ubeyde Aynı şekilde İmam Suyuti’de bu hadisi zikrettikten sonra şöyle söylemiştir; “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem mücerret olarak kâfirlere benzemelerini inkâr etmiştir.”353 Buraya kadar aktardıklarımızdan anlaşılan şunlardır; 1- Sahabenin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ’den talep ettikleri şey kâfirlere benzemek noktasındadır ki, bu şirkin yolunu açan bir uygulama olduğu için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kadar şiddetli bir şekilde cevap vermiştir. 2- Nebi sallallahu aleyhi ve selem onların kâfirlere benzemesini kınamıştır. Yoksa onlar asla şirk talebinde bulunmamışlardır. 3- İki şirkin birbirinden iyice ayırt edilmesi gerektiğidir. Şirk iki çeşittir. Biri sahibini dinden çıkartırken diğeri çıkarmaz. Büyük şirkin sınırı; kulun ibadet çeşitlerinden birini Allah’tan başkasına sarf etmesidir. Küçük şirk; sözlerden, fiillerden ve iradelerden büyük şirke götüren ancak ibadet sınırına ulaşmayan her yol ve vesile küçük şirktir. İşte bu hadisi Ebu Basir, Ebu Muhammed El-Makdisi’ye yazdığı bir risalesinde şerhetmiştir ki, bu risalede Ebu Muhammed’e reddiye vermiş ve büyük şirkte cehalet özrünü ispatlamaya çalışmıştır. Bunu ispatlarken uzun uzadıya bu hadisi açıklamış ve burada talep ettiklerinin şirk olduğunun üze353 El Emru Bittibai Ve Nehyi An İbtida (1/9) 187 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? rinde defalarca durmuştur. Sahabenin bu talebinin büyük şirk olduğunu ispatlamak için defalarca tekrar etmiş ve Makdisi’ye reddiye yazarak risalesinin adını ‘Kebtul Farisi’ koymuştur. Manası “Atın sendelemesi” demektir. Yani dinin aslında cehaleti mazeret saymadığı için Ebu Muhammed’e reddiye yazmıştır. Hâlbuki Şeyh Abdurrahman ibn Hasan Ali Şeyh dedi ki; “Seleften ve haleften, sahabe ve tabiinden ve bütün Ehli Sünnetten imamlar icma ettiler ki, kişi ancak büyük şirki işlemekten ve işleyenden beri olmadıkça mümin olamaz.”354 Hiç kimse aksini düşünmez ki, Şeyh kafasında icma naklinde bulunacak biri değildir. Uzun uzadıya yaptığı araştırmalar sonucunda bunu söylemiştir. Şimdi Ebu Basir’in anladığı gibi anlarsak, bu yapılan icmalı tanımı değiştirip yeni bir Müslüman tanımı yapmamız gerekir. Şimdi ise Abdulkadir ibn Abdulaziz’in sözlerine geri dönecek olursak o şöyle söylemişti; “Eğer tekfir edilen bir fiil işlerse ve muteber bir cehaleti varsa cehalet ona küfür hükmü vermeye engeldir. Bununla beraber cezasına engeldir. İkametul hucceden önce kâfir olarak isimlendirilmez. İkametul hucceden önce kâfir olarak isimlendirilen asli kâfirin hilafına böyledir.” Bu sözlerden sonra Abdulkadir ibn Abdulaziz delillerini ortaya koyarken, Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin sözünü nak354 Durerus Seniyye (11/545-546) 188 Ebu Ubeyde letti. Ancak onun sözünü yerli yerinde kullanmayarak büyük bir hata yaptı. Dedi ki; “İkametul hucce yapılmadan kâfir olmayacağının delillerinden biri de; Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin zikrettiği sahabeden naklettiği icmadır. Dedi ki; “Şüphesiz 4 farz da ise355; eğer hüccetin ulaşmasından sonra bunların herhangi birisinin vacipliğini inkâr ederse kâfirdir. Aynı şekilde zahir ve mütevatir haramlardan birinin haramlığını inkâr eden de kâfirdir. Örneğin; zulüm, yalan, içki ve benzeri haramların haramlığı inkâr etmek gibi. Kendisine bu meselelerde hüccet kaim olmamış kişiler; mesela İslam’a yeni girmesi gibi, İslam’ın şiarlarının ulaşmadığı İslam’dan uzak bir beldede yaşamak gibi. Ya da karıştırıp, iman edip salih amel işleyenlerin içkinin haramlığından istisna olduğunu zannetmeleri gibi. Bunda karışıklığa sapanlara Ömer radıyallahu anhu istitabe uygulamış ve tevbeye çağırmıştır. Buna benzer başka örneklerde olduğu gibidir. Onlar tevbeye çağrıldılar ve hüccet ikame edildi. Eğer ısrar etseler de o zaman kâfir olurlardı. Bundan önce onların küfrüne hükmedilmedi. Tıpkı sahabenin Kudame İbn Maz’un ve arkadaşlarının karıştırdıklarında ve tevil ettiklerinde küfürlerine hükmetmedikleri gibi küfürlerine hükmedilmez.”356 Bundan sonra Necid âlimlerinin sözleri ile alakalı olarak şu sözler ile devam etti; “Eğer cehalet muteber bir cehalet ise hükmün indirgenmesinde engeldir. Buna az önce göster355 356 Namaz, oruç, zekât ve Hac Mecmuatul Fetava (7/609-610) 189 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? diğimiz gibi Zatu Envat meselesi ve Kudame ibn Maz’un olayındaki sahabenin icması delildir. Onlar meşhur Zatu Envat hadisini red ettiler ve dediler ki; Onlar bunu talep ettiler ama yapmadılar. Birazdan 4. fasılda geleceği gibi eğer kişi küfre giden bir fiile niyetlenirse, niyetlendiği anda yapmasa da kâfir olur. İşte bu açık bir hatadır. Âlimler böyle birinin kâfir olacağında ihtilaf etmemişlerdir. Bunun takriri itikadi araştırmalar da tekfir bahsinde gelecektir. Onların bu mücerret talepleri şirkti. Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in şu sözü delildir; “Nefisimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki İsrailoğullarının dediği gibi dediniz.” İşte bu da şirkti. Ancak İslam’a yeni girmelerinden dolayı onlara gizli kalmıştı. Çünkü onlar Mekke’nin fethinde Müslüman olanlardı. Mekke’nin fethinden sonra bir aydan daha az bir süre içerisinde Huneyn’e sefere çıktılar. Dini öğrenmeye vakit bulamadılar. Bunun için Şeyh Abdurrahman ibn Hasan Ali Şeyh dedi ki; “‘İslam’a yeni girmiştik’ bu işaret ediyor ki Mekke’de yakın zamanda Müslüman olanlardı. Bu yüzden bu zikredilen şirk onlara gizli kalmıştı.”357 Amcasının oğlu Süleyman ibn Abdullah Ali Şeyh dedi ki; “Şüphesiz kim cehalet ile şirki yapmaya niyetlenirse, uyarıldığında geri dönerse tekfir edilmez.”358 Bu ve buna benzer diğerlerinin hepsi delalet ediyor 357 358 Kurretul Uyunul Muvahhidiyn (74) Tefsirul Azizul Hamid (185) 190 Ebu Ubeyde ki onların talebi şirkti. Küfür hükmü verilmesinden onları cehaletleri engelledi. Bunun üzerine her kim Müslüman ise, küfür olan bir fiil işlerse ve özürlü olacağı bir mesele ise, işte bu cehalet ona küfür hükmü verilmesine manidir. Ona öğretilmeden ve hüccet ikame edilmeden kâfir olarak isimlendirilmez. 4. bölümde kişinin özürlü olacağı cehalet gelecektir.” Abdulkadir bin Abdulaziz’in sözleri burada sona erdi. Abdulkadir bin Abdulaziz’in üzerine kaide bina ettiği ve tekfirin engeli olarak ortaya koyduğu bu hatalı sonuç hakkındaki geçen reddiye yeterlidir. Ancak Abdulkadir bin Abdulaziz’in vardığı sonuç hatalıdır. Biz Allah’a aitiz, ancak ona döneceğiz. Beyan ettiğimiz gibi bu sonuç Ehli Sünnet vel Cemaatin aynı zamanda selefin anladığı anlayıştan uzak bir anlayıştır. Şirke bulaşan kâfiri tekfir etmemek anlayışı Ehli Sünnete ait değildir. Aynı şekilde tevhid ile alakalı bir soruda İbn Useymin’e sorulduğunda o da şöyle cevap vermiştir; “Tevhid ile alakalı meselelerde insan cehaletle özürlü müdür? Cevap; Cehalet özrü kulun rabbinin dininden din edindiği her şeyde sabittir. Allah dedi ki; “Resuller gönderdik müjdeleyici ve korkutucu olarak ki, insanların resullerden sonra hüccetleri kalmasın diye.” Yine dedi ki; “Biz resul göndermeden azap edecek değiliz.” Yine dedi ki; “Biz bir kavmi onların sakındığı şeyi onlara beyan etmeden hidayet ettikten sonra 191 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? saptırmayız.” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Yahudi ve Hristiyan her kim beni işitir de benim getirdiğime iman etmezse ancak ateş ashabı olur.” Bundaki naslar çoktur. Her kim cahil ise din işlerinden cahil olduğu her ne ise ondan sorulmaz. Ancak şunu bilmemiz gerekir ki cehaletin bir de inat yönü vardır. Yani ona haktan söz edilir, ama o onu araştırmaz. Ona tabi olmaz. Bilakis o tabi olduğu yücelttiği kişilere tabi olur. İşte bu hakikatte mazur değildir. Hakkı araştırması için ihtiyacı olan şüphenin en az hali olan hüccet ona ulaşmıştır. İşte bu tabi olduklarını yüceltmesi bakımından Allah’ın hakkında şöyle dediklerindendir; “Biz babalarımızı yol üzere bulduk ve onların yolları üzere devam ediyoruz.” İkinci bir ayette “Biz onların yollarına uyuyoruz.” Mühim olan şudur ki sahibini özürlü kılan cehalet, hakkı bilmediği ve uyarılmadığı özürdür. İşte bu günahı kaldırır. Hüküm sahibinin ameli gereği gerektiği gibi uygulanır. Sonra eğer Müslümanlara nispet ediyorsa la ilahe illallah Muhammedun resulullah diyorsa, onlardan olduğuna itibar edilir. Eğer kendini Müslümanlara nispet etmiyor ise onun hükmü din ehlinin hükmü gibidir. Dünya da kendi nispet ettiklerindendir. Ancak ahirette ise fetret ehlindendir. Onun durumunu Allah bilir. Sahih olan görüşe göre onlar imtihan olurlar. Onlardan itaat edenler cennete girerler. Onlardan is- 192 Ebu Ubeyde yan edenler ateşe girerler. Ancak bugün içerisinde olduğumuz vakıada bu söz konusu değildir. Çünkü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in daveti dünyanın her tarafına ulaşmıştır. Yazılı büyük metinlerle, insanların bir kısmının bir kısmına karışması ile ulaşmıştır. Bu yüzden galip olarak insanların küfrü inattır.” İbn Useymin’in sözleri burada sona erdi. Gerçekten de mesele bunların dediği gibi midir? Yoksa büyük şirki işleyenin hiçbir şekilde başka isimlendirmesi yok mudur? Şeyh Abdullah Ebu Batın rahimehullah dedi ki; “Biz muayyen tekfirde ayetlerin ve hadislerin zahirine bakarak ve cumhur ulemanın kavline bakarak, Allah’tan başkasına Allah’la beraber ibadet edenin şirkinde, deliller muayyen ile mutlakı birbirinden ayırmadığını söylüyoruz. Allah dedi ki; “Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez” ve gene dedi ki; “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” bu genelleme müşriklerden her biri içindir.”359 Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab rahimehullah Allah’tan başkasına ibadet edenin ayni olarak küfrüne hükmedilmesinden imtina edene yazdığı reddiye de şöyle dedi; “Sahabe zamanından, bu Mansur’un - Behuni – zamanına kadar, bunlar küfürlerinin çeşidi bakımından tekfir edilir, ama şahıslar edilmez diyen var mıydı?”360 Hak ehlinin sözleri yeteri kadar açık ve nettir. 359 360 Durerus Seniyye (10/ 401,402) Durerus Seniyye (10/69) 193 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? Muhammed ibn Abdulvehhab’ın oğulları Hüseyin ve Abdullah’a soruldu. Şeyhin davetinin zuhurundan önce ölenler hakkında. Onlarda şöyle cevap verdiler; “ Şirk ehlinden her kim bu davetin zuhurundan önce öldü ise, eğer yaptığı fiilin şirk olduğunu bilirse, onu din edinmiş ise ve bunun üzerine öldü ise, bu zahiri kâfir olduğudur ve küfür üzere ölmüştür. Bunun için dua edilmez, kurban kesilmez ve onun için sadaka verilmez. Ama işin hakikati Allah’a kalmıştır. Eğer hayatında ona hüccet ikame edilmiş ise inad etti ise zahiri ve batını yani içi ve dışı kâfirdir. Eğer hayatında hüccet ulaşmadı ise işi Allah’a kalmıştır.”361 Şeyh Ebu Batın’a tekfir edilecek şeylerden birini yapanın, muayyen tekfir edilmesinin caiz olup olmadığı sorulduğunda dedi ki; “Senin sorduğun şey şudur ki; insan eğer yaptığında kendini küfre götürecek işlerden biri ile amel ederse, muayyen tekfir edilir mi? Kitap sünnet ve âlimlerin icmasının delalet ettiği şey şudur ki; şüphesiz bu insan Allah’tan başkasına ibadet gibi ve benzeri şirk çeşitlerinden birini yaptığı zaman, böyle birinin küfründe şüphe edilmez. Senin bunun sonuncunda tahakkuk eden bir şey yapmanda bir beis yoktur. Mesela falan bu fiil ile kâfir oldu demende bir sakınca yoktur.”362 Şeyh Muhammed dedi ki; Şeyh ishak ve Şeyh Abdullatif naklettiler; “Bu tür müşriklere yani evliyalara ve salihlere ibadet edenler ve benzerlerinin şirklerini işleyenlerin müşrik361 362 Durerus Seniyye (10/142) Durerus Seniyye (10/416-417) 194 Ebu Ubeyde ler olduğuna hükmediyoruz. Günahlar dışında, şirk olan amellerde risalet hücceti kaim oldu ise, biz onların küfürde olduklarına hükmederiz. Günahtan tekfir etmeyiz.”363 İbn Teymiyye dedi ki; “Müşrik ismi hüccet ikamesinden önce sabit olur. Çünkü o rabbine şirk koşmuş ortaklar edinmiştir. Resulden önce ona ortaklar kılmıştır. Ancak azaplandırmak ise risalet hüccetinden önce olmaz.”364 *** 363 364 Durerus Seniyye (1/515, 522) Mecmuatul Fetava (20/37) 195 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? SONUÇ Bugün bir takım insanların ortada tellallık yapıp, “Biz kadı değiliz, davetçiyiz” sloganları ile müşriklerin şirkini İslam gibi gösterme çabaları, şeytana uşaklıktan başka bir şey değildir. Biz kimsenin ahiretteki hükmünü dünyada tatbik edip, malını ve kanını kendimize helal kılıp almıyoruz. Sadece müşriğin isimlendirmesini yapıp, ona göre ona muamelatımızı yapıyoruz. Buraya kadar aktardığımız bu kadar nakilden hiçbirinde ulemanın şirkin affedileceğini ve sahibinin Müslüman olarak isimlendirileceğini dair tek bir nakil dahi görülmemiştir. Onlar sadece her kim şunun vacipliğini inkâr ederse, bunun vacipliğini inkâr ederse hüccet ikame edilmeden kâfir olmaz demişlerdir. Bunun sebebi ise İslam’ın nasları ulaşmadan vaciplerin keyfiyeti ve hükmü bilinmediğinden dolayıdır. Mazeretli olan sınıf ise daha önce belirtilmişti. Bu iki grup İslam’a yeni giren ve darul İslam’dan uzak bir beldede yaşayan kişidir. İşte bunlar eğer vaciplerden birini inkâr ederler ise hemen tekfir edilmez demişlerdir. Ona önce nas yani hüccet ulaştırılır demişlerdir. Yoksa Kur’an ve sünnet burnunun dibinde olan ancak ondan habersiz olan insanları irade etmemişlerdir. İmam Nevevi’nin sözü bu meseleyi o kadar güzel özetlemiş ki meseleye dair hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar nettir. 196 Ebu Ubeyde “Eğer zamanımızda bir taife öncekiler gibi ayeti tevil edip zekât vermekten imtina etseler, onlarda öncekiler gibi ehli baği mi olurlar? Deriz ki; hayır. Çünkü her kim bu zamanda zekâtın farz olduğunu inkâr ederse Müslümanların icması ile kâfir olur. Bunlar ile onlar arasında onları özürlü kılan ve bu zamanda olmayan bazı sebeplerden dolayı farklar vardır. Örneğin şeriatın yeni gelmiş olması ve ahkâmının değişiyor ve nesh ediliyor olmasıdır. Ya da İslam’a yeni girmiş olmalarından dolayı dinin bazı işlerinde cahildiler. Onlara şüphe girince bu mesele de özürlü oldular. Ancak bugün ise, İslam dini ve Müslümanlar yayıldılar ve avamda olsa âlimde olsa herkes bunun vacip olduğunu biliyorlar. Bu mesele de hiç kimse teville özürlü olmaz bugünlerde.”365 Dikkat edilecek olursa o gün bunu inkâr edenler ile bugün bunları inkâr edenler arasındaki farkı ne güzel de açıkladı. Allah’a hamd olsun İslam her yere yayılmıştır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem yalan söylemez. Bu din güneşin üzerine doğduğu her yere ulaşacaktır. Bugün bu dinin kaynaklarına ulaşmak kolaydır. Artık dünyanın her yerine ulaşım kolaydır. Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl gibi Mekke’den kalkıp Şam’a kadar hak dini aramak için gelmenin gereği de kalmamıştır. Çünkü artık internet ve baskı yolu ile tevhid ilmi dünyanın her tarafına yayılmıştır. Tevhidin yazıldığı kitaplara ulaşmak çok kolaydır. Âlimlerin umum sözlerini bugünkü müşrik halklara tatbik ederek bunları mazur 365 Şerhun Nevevi ala Muslim 1/183, Kitabul İman Darul Kutubil İlmiyye 197 Tekfir Bidat mıdır? Hakikat mi? sayan ve Müslüman yerine koyarak Allah subhanehu ve teâlâ cennetine müşrikleri sokanlar, Allah’a bu söyledikleri sözün hesabını vereceklerdir. Allah mı doğru söylüyor, yoksa onlar mı? Tabii ki âlemlerin rabbi olan Allah en doğru sözlü olandır. “ Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan gayrısını dilediğine bağışlar.”366 Maide suresinde de belirttiği gibi; “ Her kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır.”367 Ancak ulemanın belirttiği kendisine risalet ulaşmayan, deli olan, çocukken ölen ve bunakken kendisine din gelmemiş olan, sonuç olarak vahye ulaşamayanlar işte bunlar fetret ehlidirler. Onların işlediği şirkleri de Allah affetmez. Onları kıyamet günü imtihan eder. Onlara bir resul gönderir, ona uyarak ateşe girenler cennete girerler. Ona itaat etmeyenler ise helak olurlar. İmam Şafiî, kendi döneminde bir ara Yemen’de yaşamış ve bu sırada oranın valisi tarafından şii olma iddiası ile beraberinde beş kişi ile halifenin yanına gönderilmiştir. İmam Şafiî’nin şii olmadığı ortaya çıkınca beraberinde olan beş kişi öldürülmüş o ise o gün kurtulmuştur. İmam Şafiî’den nakledilen bir şiir ile noktalıyorum inşallah. 366 367 Nisa 48 Maide 198 Ebu Ubeyde Eğer ehli beyti sevmek Rafizilik ise, İnsanlar ve cinler bilsinler ki ben Rafiziyim. Şimdi ben de diyorum ki; Eğer tevhidi savunmak, şirk ile İslam’ın arasını ayırmak ve ona çağırmak Tekfircilik ise, İnsanlar ve cinler bilsinler ki ben Tekfirciyim. ***