Cinsel şiddetin üçlü saç ayağı: Sessiz kalma, utanma, suçluluk Cinsel şiddet maruz kalanda en örseleyici ve uzun süreli bedensel ve ruhsal hasarlara yol açan şiddet türüdür. Cinsel şiddeti diğer şiddet türlerinden ayıran en önemli özellik, mağdurla özdeşim yapılmasının önünde çeşitli engeller olmasıdır. Bu engellerin en başta gelenleri mağdurlarda görülen sessiz kalma ile, utanma ve suçluluk duygularıdır . Diğer şiddet türlerinde mağdura yönelik yakınlık hissi varken, cinsel şiddet mağduruna yönelik bir dışlama davranışı maalesef çok yaygındır. Bu durumun ardında “masum ve temiz kalma sorumluluğunun” kadına yüklenmesi, mağdurun erkek olduğu durumlarda da cinsel şiddete uğrayan erkeğin “artık erkek sayılmayacağı” boş inanları yatar. Boş inanlar cinsel taciz, istismar ve tecavüz saldırganlarına erkek egemen kültürden gelen bir cesaret bile aşılar. Saldırgan kendi eyleminin sorumluluğunu sıklıkla mağdura yükler ve tanıklar da mağdurun “masumiyetini kanıtlamasını” beklerler. Saldırgan eylemine yol açanın mağdurun tutum ve davranışları olduğunu iddia eder; bakmıştır, o şekilde giyinmiştir, gece gece tek başına sokağa çıkmıştır vs vs uzar gider bahaneler. Mağdur saldırıya uğradığı yetmezmiş gibi uğradığı saldırının sorumluluğunu da üstlenmek zorunda bırakılır. Bu tersine ilişki cinsel şiddetin üzerine bir sessizlik, susma, gizleme örtüsü örter. Sessizlik potansiyel saldırganlar için kolaylaştırıcı, cesaretlendirici ve giderek kışkırtıcı bir ortam sağlar. En basit saldırı gibi görünen “laf atma” için bile bu ilişki geçerlidir. Đşinden eve dönerken durakta, toplu taşıma aracında, yolda sözlü ya da fiziksel tacize uğrayan kadın, uğradığı saldırıyı evdeki erkeklere (koca, baba, ağabey vs) anlatamaz bile. Anlattığında başına gelecekleri öngörür. Olasılıkla evdeki erkek, mağdur kadına ikincil bir şiddet uygulayacaktır. Mağdur kadın, çoğu zaman “peki sen ne yaptın ki sana bunu yaptılar?” sorusuna maruz kalır. Đkincil şiddet, sözel aşağılama, hakaret, kimi zaman da dayak boyutunda olur. Daha beteri cinsel şiddet, kadının artık “temiz” olarak kabul edilemeyeceği şekildeyse mağdur öldürülür. Evdeki erkek, kadının uğradığı cinsel şiddeti kendi “otoritesine” yönelik bir saldırı olarak değerlendirmeye eğilimlidir. Bu yüzden mağdur kadının hissettiği örselenmeye değil, kendi iktidarında oluşan aşınmaya odaklanır. Kültür, “sahip olunan” kadının uğradığı saldırıdan sahibe de ikincil bir sorumluluk atfeder. “Kendi malını koruyamayan” konumuna düşürüldüğünü hisseden evdeki erkek, acısını yine mağdur kadından çıkarır. Bu kültürel kalıp cinsel şiddete maruz kalan özellikle kadınlarda ortaya çıkan “sessiz kalma” davranışının belirleyicisidir. Sessiz kalmaya eşlik eden ve onu destekleyen diğer duygu ise utanmadır. Cinsel şiddet, saldırganın değil mağdurun utanmasına neden olan bir eylem olarak görülür. Cinsellik “beyaz gelinlik ve kırmızı kuşaktan” başlayarak temizlik, el değmemişlik, korunmuşluk ve sahibe saklanmışlık gibi anlamlarla biçimlenir. Üstelik bu “namus” anlayışında kadın kendi namusunu korumaktan aciz, kandırılmaya müsait biri olarak değerlendirilir. Erkek egemen yapı, kadını erkeğe göre güçsüz, zayıf ve aklı kıt olarak konumlandırdığı için kendi namusunu koruyamayacağına inanılan kadının mutlaka “sahipli” olması gerektiği varsayılır. Sahiplik yapısı iç içe geçen halkalar şeklinde sürekli çoğalır. Bekar kadın için baba ve erkek kardeşten başlayan sahiplik hakkı, akrabalık ilişkisindeki amca, dayı, kuzen, enişte ve benzeri erkeklerden köyün, mahallenin, sokağın, apartmanın tüm erkeklerine ve işyerindeki erkeklere kadar giderek genişler. Evlenen kadın bu kez koca ve onun akrabası erkeklerden, kocanın arkadaşlarına kadar ikinci bir halkadan oluşan yeni sahipler edinir. Bu erkek ağı kadına her ortam ve durumda müdahale etme hakkını kendinde bulur. Müdahale doğrudan kadına yönelik olabildiği gibi koca, baba, erkek kardeş gibi birincil sahiplere kadının yaptıklarını iletme ve iletmekle kalmayıp hesap sorma şeklinde de olabilir. Mahallenin kızının uygunsuz hareketleri babaya iletilirken aynı zamanda ona babalık görev ve sorumlulukları da bir şekilde hatırlatılır. Erkekler aralarında erkek gibi olmayan erkek istemezler. Erkekler, erkekliğin hakkını, sorumluluğunu ve görevini yerine getirmeyen erkeklerin sahibi oldukları kadınların kullanılmaya, kötü yola düşmeye müsait olacaklarına inanırlar. Bu inanç erkeklerin asıl büyük ve ortak korkusundan kaynaklanır. Erkeklerin, kadınlara yönelik görünürdeki zayıf, güçsüz, aklı kıt varlık kabullerinin gerisinde içten pazarlıklı, aldatmaya meyilli, şehvetli ve doyurulması zor zayıf ahlaklı kadın imgesi saklıdır. Cinsel şiddet uygulayan saldırgan erkeklerin hemen tümü saldırdıkları kadının kendilerini kışkırttığını iddia eder ve üstelik büyük bir çoğunluğu buna inanır. Çocuklara yönelik cinsel şiddet uygulayan çoğu suçlu karşılarında bir çocuk değil cinselliği arzulayan bir küçük kadın olduğunu iddia eder. “Dinden imandan çıkaran kadın”, “Nefsi bozduran kadın” gibi ifadeler saldırganın ve tanıkların eylemin sorumlusunun ahlaksızlığa eğilimli kadın olduğuna dair inançlarının yansımasından başka bir anlam taşımaz. Cinsel şiddet suçlusu saldırganların büyük çoğunluğunun yukarıda tanımlanan baba ve koca erkek ağlarının içinden çıkması boşuna değildir. Tacizden tecavüze kadar cinsel şiddet saldırganlarının çok büyük bir çoğunluğu kadının yakın çevresindeki erkeklerdir. Birinci derece akraba erkeklerin işlediği ensest suçu da bu bağlamda kendine yer bulur, işyerindeki cinsel taciz ve istismarda aynı kaynaktan beslenir. Bu inançlar erkeğin kadını sürekli denetim altında tutmasına ve kadınını denetleyemeyen erkeğin “iktidarsız” bulunarak toplumca “adamdan sayılmamasına” neden olur. Bu yüzden cinsel şiddeti uygulayan saldırgan, ahlaksız olanın kendisi değil, kendisini bu eyleme sürükleyen kadın olduğunu düşünür ve utanmaz. Tersine hem saldırgan hem de tanıklar şiddet eylemine maruz kalan kadının utanmasını beklerler. Maalesef çoğu mağdur bu inançlar nedeniyle gerçekten utanır. Oysa mağdurun sessizliği ve utanması saldırganı daha da cesaretlendirir, doğru bir eylemde bulunduğunu düşünmesine yardım eder, dahası sustuğuna göre o da istiyor, istemese karşı çıkardı akıl yürütmelerine kaynaklık eder. Sessiz kalma ve utanma kıskacına alınan mağdur bedeni ve ruhundaki örselenmelerle yapayalnızlaşır. Yalnızlık suçluluk duygularına yataklı eder ve mağdur uğradığı saldırıdan kendisini sorumlu tutmaya başlar. Neden engelleyemedim düşüncelerine, acaba ben de mi istedim sorusu karışmaya başlar. Mağdur suçluluk duyguları arttıkça saldırgana ve onu korumayanlara yöneltmesi gereken öfkesini kendisine çevirmeye başlar. Başına gelenin sorumlusu olmakla kalmaz sanki suçlusunun da kendisinin olduğunu kabullenmeye başlar. Yaşantılanan suçluluk hissi eşlik eden kendini cezalandırma davranışlarına neden olabilir. Cezalandırma sıklıkla istismar edileceği çok belirgin olan ilişkilere yönelme şeklinde olabilir. Erkek egemen kültür istismar etme fırsatını hiçbir zaman kaçırmaz ve mağdur için kimi zaman bir kısır döngü başlar. Đstismar edileceği ilişkilere girip, istismar edildiğinde yine sorumluluğu kendisinde bulmak ve kendisini suçlamak. Bu tür ilişki de bile kimsenin aklına istismar edene sorumluluk yüklemek gelmez. Çoğu zaman mağdur hemcinslerince bile eleştirilir, aşağılanır, değersizleştirilirken, istismar eden erkeğe, o erkek de dahil kimse kabahat bulmaz. Mağdur her yeni ilişkide ruhunun derinliklerindeki acaba sorumlu ben miyim sorusuna yanıt aramaya çalışırken biteviye kendisini suçlu hissettiği ilişkiler aracılığıyla kendisini cezalandırır. Bu tür ilişkilerde her zaman istismar edilen kabahatli bulunurken istismar edene neredeyse “kandırılmış”, “kullanılmış” muamelesi yapılır. Cinsel saldırı ve şiddeti sürekli yeniden üreten pratikler vardır. Taciz, istismar ve tacavüzün bu denli yaygın olması ve bu kadar yakın saldırganlardan gelmesi, cinsel şiddetin bizatihi kendisinin, denetim altında tutulması gereken ahlaksız kadın imgesini yeniden üreten en güçlü pratik olmasından gelmektedir. Burada erkeklerin de bu kıstırılmışlık içinde kaldıklarını söylemek sorunun çözümsüz olduğunu vaaz etmekten başka bir anlam taşımaz. Cinsel şiddet mağdurundan yana olmanın, ona bir sorumluluk yüklememenin ve suçlamamanın erkekler için çok zor olduğunu iddia etmek şiddeti yeniden üreten ve sorumluluğu da “kendini korumalısın/ korumalıydın” diyerek kadına yükleyen ikinci pratiktir. Erkekliklerinden vazgeçmek erkeklerin sorumluluğunda olmalıdır ve şiddete maruz kalmanın koşullar her ne olursa olsun hiçbir zaman mağdura sorumluluk yüklemeyeceğine önce henüz şiddete uğramamış olanlar inanmalıdır. Şiddeti azaltmanın ve şiddetten korunmanın yolu en son mağdurlardan geçmelidir. Cinsel şiddetle mücadelenin sadece şiddet mağdurlarına bırakılması şiddeti yeniden üreten üçüncü pratiktir. Cinsel şiddetle mücadele etmenin yolu erkek ya da kadın, mağdur ya da tanık ayrımı yapmadan oluşturulacak birlikteliklerden geçer ki, işte bu, asıl kabul edilmesi gerekenin, cinsel şiddetle mücadelenin bir siyasi pratik faaliyet olması gerektiğini gösterir.