ORTAÖĞRETİM TEMEL DİNÎ BİLGİLER (İSLAM, 1) ÖĞRETİM MATERYALİ YAZARLAR Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Yrd. Doç. Dr. M. Vehbi DERELİ DEVLET KİTAPLARI İKİNCİ BASKI ......................................, 2014 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI .......................................................................... : 5889 YARDIMCI VE KAYNAK KİTAPLAR DİZİSİ.................................................................... : 452 14.?.Y.0002.4368 Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kitabın metin, soru ve şekilleri kısmen de olsa hiçbir surette alınıp yayımlanamaz. EDİTÖR Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT GÖRSEL TASARIM UZMANI Barış CAN DİL UZMANI Özlem ESEN PROGRAM GELİŞTİRME UZMANI Toper AKBABA ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME UZMANI Mehtap ERMAN REHBERLİK UZMANI Naile SEVER ISBN: 978-975-11-3779-1 Milli Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulunun 15.08.2013 gün ve 2097147 sayılı yazısı ile eğitim aracı olarak kabul edilmi ş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 28.03.2014 gün ve 1310094 sayılı yazısı ile ikinci defa 369.972 adet basılmıştır. Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın; Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Mehmet Âkif Ersoy GENÇLİĞE HİTABE Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk EDİTÖRÜN NOTU Temel Dinî Bilgiler dersi öğrencilerin İslam’ın evrene ve hayata bakışı hakkında bilgi sahibi olmalarını amaçlamaktadır. Bu dersin içeriğinde, İslam’ın iman esasları, ibadetler ve bunların uygulamaları, temel ahlak konuları, toplumsal sorumluluklar, toplumu oluşturan ve devamını sağlayan ilkeler bulunur. Temel Dinî Bilgiler dersi, müfredatta yer alan genel amaçlara uygun olarak işlenmelidir. Derslerin planlama ve işlenişi sırasında her bir ünite için belirlenmiş olan kazanım ve ders saatlerine bağlı kalınmalıdır. Ancak öğretmenler bu konuda öğrenci seviyesi ve çevre şartlarına uygun değişiklikler yapabilirler. Temel Dinî Bilgiler dersi konuları görsel, işitsel materyallerden yararlanılarak ilgi çekici hâle getirilmelidir. Yapılandırıcı eğitim yaklaşımına göre öğrenci merkezli bir eğitim anlayışına uygun olarak öğrenciler konuların işlenişinde aktif rol almalıdırlar. Temel Dinî Bilgiler dersi özellikle ayet ve hadislere dayalı olarak işlenmelidir. Bu çerçevede, ders için hazırlanmış olan materyalde “Temel Ayet” veya “Temel Hadis” bölümleri öğretmenin kendi hazırlıkları doğrultusunda genişletilerek aktarılabilir. Öğretim materyalinde bulunan Temel Ayet ve Temel Hadis bölümlerinin konuyla ilgili olarak genişletilmesi ders öğretmeninin inisiyatifine bırakılmıştır. Öğrencilerin konularla ilgili olan ayet ve hadisleri ezberlemeleri zorunlu değildir. Ancak ezberlemek isteyen öğrencilere doğru ezberleme teknikleri ders öğretmenleri tarafından öğretilir. Ezberden çok ilgili ayet ve hadisleri öğrencilerin anlam bütünlüğü içerisinde kavramaları esastır. Temel Dinî Bilgiler dersinin ana kaynakları içinde yer alan Kur’an-ı Kerim mealleri ve temel hadis kaynakları, okul kütüphanesi veya branş sınıfı uygulaması olan yerlerde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersliklerinde kullanıma hazır bulundurulabilir. Böylece öğrencilerin bu kaynaklara ulaşmaları kolaylaştırılmış olur. Temel Dinî Bilgiler dersinde kolaylaştırıcı, ilgi ve merak uyandırıcı bir yöntem izlenmeli, öğrenciyi bıktıracak ve onlarda olumsuz duygular uyandıracak tutumlardan sakınılmalıdır. Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE: İSLAM TASAVVURU 1. İslam Nedir?.............................................................................................................................................................. 10 2. İslam’ın Temel Özellikleri...................................................................................................................................... 11 2.1. Tevhit Dinidir.................................................................................................................................................. 11 2.2. Akla Önem Verir............................................................................................................................................. 13 2.3. Barış Dinidir..................................................................................................................................................... 14 2.4. Sevgi Dinidir................................................................................................................................................... 16 2.5. Evrensel Dindir............................................................................................................................................... 18 2.6. Kolaylık Dinidir................................................................................................................................................19 2.7. Aşırılıklardan Uzak Bir Dindir.....................................................................................................................19 2.8. Dünya ve Ahiret Dinidir.............................................................................................................................. 21 2.9. Fıtrat Dinidir.................................................................................................................................................... 22 3. İslam ve Evren.......................................................................................................................................................... 23 4. İslam ve Hayatımız.................................................................................................................................................. 24 Değerlendirme Çalışmaları...................................................................................................................................... 26 2. ÜNİTE: İSLAM’IN TEMEL KAYNAKLARI 1. Kur’an-ı Kerim........................................................................................................................................................... 28 1.1.Kur’an-ı Kerim’in Temel Özellikleri........................................................................................................... 30 1.2. Temel Kaynak Olarak Kur’an-ı Kerim...................................................................................................... 32 1.3. Kur’an-ı Kerim’i Anlama Yolları: Meal ve Tefsir.................................................................................... 33 2. Hz. Muhammed’in Sünneti.................................................................................................................................. 35 2.1. Temel Kaynak Olarak Hadis ve Sünnet.................................................................................................. 36 2.2. Sünneti Anlama Yolları................................................................................................................................ 38 2.3. Temel Hadis Kaynakları............................................................................................................................... 39 3. Kur’an-ı Kerim Sünnet İlişkisi.............................................................................................................................. 41 Değerlendirme Çalışmaları...................................................................................................................................... 42 3. ÜNİTE: İSLAM İNANÇ SİSTEMİ 1. Allah’a İman.............................................................................................................................................................. 44 1.1. Allah’ın Birliği.................................................................................................................................................. 44 1.2. Allah’ın Sıfatları.............................................................................................................................................. 46 2. Meleklere İman........................................................................................................................................................ 48 2.1. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri.......................................................................................................... 48 2.2. Meleklere İnanmanın Sağladığı Yararlar............................................................................................... 49 2.3. Cin ve Şeytan.................................................................................................................................................. 50 3. Kitaplara İman.......................................................................................................................................................... 51 3.1. İlahî Kitaplara İnanmanın Gerekliliği...................................................................................................... 51 3.2. İlahî Kitaplar ve Özellikleri......................................................................................................................... 52 3.3. İlahî Kitaplara İnanmanın Sağladığı Faydalar..................................................................................... 53 4. Peygamberlere İman............................................................................................................................................. 54 4.1. Peygamberlere İnanmanın Gerekliliği.................................................................................................. 55 4.2. Peygamberlerin Özellikleri........................................................................................................................ 55 4.3. Peygamberlere İnanmanın Sağladığı Faydalar.................................................................................. 56 5. Ahirete İman............................................................................................................................................................. 57 5.1. Ahirete İnanmanın Gerekliliği ................................................................................................................. 57 5.2. Ahiret Hayatının Evreleri............................................................................................................................ 58 6. Kaza ve Kadere İman............................................................................................................................................. 60 6.1. Kaza ve Kaderin Anlamı.............................................................................................................................. 61 6.2. Kader ile İlgili Kavramlar............................................................................................................................. 61 6.3. Kaza ve Kadere İnanmanın Sağladığı Faydalar................................................................................... 63 Değerlendirme Çalışmaları...................................................................................................................................... 64 7 4. ÜNİTE: İBADET HAYATI 1. Namaz..........................................................................................................................................................................66 1.1. Namazın Önemi..............................................................................................................................................66 1.2. Namazın Kılınışı..............................................................................................................................................77 2. Zekât......................................................................................................................................................................85 2.1. Zekâtın Önemi................................................................................................................................................85 2.2. Zekâtın Verilişi.................................................................................................................................................86 3. Oruç..............................................................................................................................................................................88 3.1. Orucun Önemi................................................................................................................................................88 3.2. Oruç Çeşitleri...................................................................................................................................................90 3.3. Oruç Tutarken Dikkat Edilmesi Gereken Şeyler...................................................................................91 4. Hac ve Kurban...........................................................................................................................................................94 4.1. Haccın Önemi..................................................................................................................................................94 4.2. Hacla İlgili Kavramlar....................................................................................................................................96 4.3. Kurban ve Önemi...........................................................................................................................................99 Değerlendirme Çalışmaları.................................................................................................................................... 102 5. ÜNİTE: TEMEL SORUMLULUK ALANLARI 1. Sorumluluk Bilinci.................................................................................................................................................104 2. Allah’a Karşı Sorumluluklarımız.......................................................................................................................105 3. Peygamberimize Karşı Sorumluluklarımız...................................................................................................108 4. Kendimize Karşı Sorumluluklarımız...............................................................................................................110 5. Anne ve Babamıza Sorumluluklarımız..........................................................................................................112 6. Akrabalarımıza Karşı Sorumluluklarımız.......................................................................................................115 7. Komşularımıza Karşı Sorumluluklarımız.......................................................................................................116 8. Topluma Karşı Sorumluluklarımız...................................................................................................................118 9. Çevreye Karşı Sorumluluklarımız....................................................................................................................120 Değerlendirme Çalışmaları.................................................................................................................................... 122 6. ÜNİTE: İSLAM’DA HELALLER VE HARAMLAR 1. Helal - Haram ve Sevap - Günah Kavramları...............................................................................................124 2.Günlük Hayatta Helaller ve Haramlar.............................................................................................................127 2.1. Beslenme.......................................................................................................................................................128 2.2. Giyim, Kuşam ve Süslenme.....................................................................................................................130 2.3. Ekonomik Hayat..........................................................................................................................................132 2.4. İnsani İlişkiler................................................................................................................................................134 2.5. Oyun ve Eğlence.........................................................................................................................................137 3. Bid’at ve Hurafeler................................................................................................................................................138 Değerlendirme Çalışmaları.................................................................................................................................... 141 SÖZLÜK ....................................................................................................................................................................... 142 KAYNAKÇA................................................................................................................................................................148 8 1. ÜNİTE İSLAM TASAVVURU Hazırlık Çalışmaları 1. Tevhit, şirk, fıtrat, evrensel kelimelerinin anlamlarını sözlüklerden öğreniniz. 2. İslam dininin barışa verdiği önemi araştırınız. 3. Bir Kur’an-ı Kerim mealinden Bakara suresinin 285. ayetinin anlamını bulup defterinize yazınız. 9 1. İSLAM NEDİR? İnsan yeryüzünün en değerli varlığıdır. Her şey ona hizmet için yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’dir. Allah, Hz. Âdem’i ve eşi Havva’yı aynı özden yaratmıştır. Hz. Âdem’e, varlığa isim verme ve kavram üretme yeteneği verilmiştir. İnsan, diğer varlıklardan aklını kullanma ve yorum yapma becerisiyle ayrılır. İnsan toplumsal bir varlık olduğu için toplumu meydana getiren bireyler arası ilişkiler zorunludur. Bu nedenle farklı karakter yapılarına sahip olan fertler; bir araya gelme, toplanma, ayrılma ve anlaşmazlık kaynağı olabilirler. Bu sebeple toplumsal birliği sağlama ve aradaki anlaşmazlıkları çözmede ortak kurallar etrafında toplanmaya ihtiyaç duyulur. İşte Allah tarafından bildirilen bu ortak kurallar bütününe din denir. Din, insanın sadece Allah’la değil, aynı zamanda hem diğer insanlarla hem de diğer varlıklarla ilişkilerini düzenlemek üzere gönderilmiş değerler bütünüdür. Din, sosyal boyutu olan, toplumu birleştiren ve bütünleştiren bir kurumdur. Geniş halk kitlelerinin ortak değeridir. Farklılıklarla birlikte barış içinde yaşama, özveride bulunma, sosyal dayanışma ve paylaşma ahlakının pekişmesine büyük katkı sağlar. Dinî duygular, manevi ve ahlaki açıdan insanları iyileştirmede önemli bir eğitim aracıdır. Zira hayatın acı ve ıstırapları, ancak güçlü inanç sayesinde atlatılabilir. Bu bakımdan din, hayata disiplin katan bir olgudur. İnsan yaşadığı hayatı, güçlü bir inançla anlamlı hâle getirebilir. Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar gönderilen ilahî dinlerin ortak adı “İslam”dır. Bütün hak dinler Allah tarafından gönderilmiş ve bozulmadıkları sürece yürürlükte kalmışlardır. Tüm ilahî dinlerde inanç, ibadet esasları ve ahlak ilkeleri aynıdır. TEMEL AYET Kur’an-ı Kerim’de insanoğlu için din olarak İslam’ın seçildiği şöyle ifade edilmektedir: “Allah katında tek din İslam’dır.” (Âl-i İmran suresi, 19. ayet.) Allah’ın insanlar için seçtiği dine İslam adını verdiği şöyle belirtilmektedir: “Bugün size diΩ ninizi kemale erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Mâide suresi, 3. ayet.) İnsanlığın rehberleri olan bütün peygamberler, insanları, aynı inanç esaslarına davet etmişler ve onlara, Allah’a karşı sorumluluklarını hatırlatmışlardır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen peygamberlerin öğrettiği dinlerin gönderildikleri esnada kuralları bir olmasına rağmen, sonradan değişik sebeplerle ve mensuplarınca asılları bozulmuştur. Herhangi bir peygamberle birlikte gönderilen bir dinin aslı bozuldukça Allah, doğrusunu öğretmeleri için yeni peygamberler görevlendirmiştir. Hz. Muhammed, bu 10 peygamberlerin sonuncusudur. İşte Allah, son peygamber Hz. Muhammed aracılığıyla gönderdiği dine “İslam” adını vermiştir. Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin Allah’tan alıp insanlara ilettikleri dine hak din diyoruz. Bu açıdan İslam, hak dinin genel adıdır. Hak din, başlangıçtan Hz. Muhammed’e kadar, iman esasları ve ahlak ilkeleri bakımından aynı kalmış; ibadet şekilleri ve sosyal hayatla ilgili kurallar bakımından ise zaman zaman birtakım değişikliklere uğramıştır. Din koyucusu olan Allah tarafından yapılan bu değişiklikler, birey ve toplumların ihtiyaçları ve kültür düzeyleriyle paralel olmuştur. Böylece hak din, en mükemmel şekliyle Hz. Muhammed’in bildirimiyle bize kadar ulaşmıştır. Bu bildirimin özel adı İslam’dır, kitabı da Kur’an-ı Kerim’dir. İslam’ın kelime anlamı, barıştır. Ayrıca İslam, Allah’a teslim olmak, ona boyun eğmek, ondan gelenleri diliyle ikrar edip kalbiyle tasdik etmek gibi anlamlara da gelir. İslam, inanmanın da ötesinde barış ve güvenliği beraberinde getiren bir dindir. Bütün benliğiyle Allah’a teslim olmuş kişi, İslam’ın getirdiği barışa girmiş olur. Allah’a teslim olmuş olan insanlardan oluşan bir toplum da barış toplumudur. Bu bağlamda her Müslüman iyiyi eylem hâline getiren ve her türlü kötülükten kaçınan barışsever bir kimsedir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın İslam adını verdiği bu son din, Hz. Muhammed’le getirdiği hükümler bakımından tamamlanmıştır ve kıyamet gününe kadar geçerliliğini koruyacaktır. İslam dininin temel özellikleri vardır. Bu özellikler iyi bilinirse İslam’ın insanlığa getirdiği değerler daha doğru anlaşılacaktır. 2. İSLAM’IN TEMEL ÖZELLİKLERİ 2.1. Tevhit Dinidir Allah katında mümin sayılmak için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yeterli değildir, onun tek ilah olduğuna da inanmak gerekir. Bundan dolayı bütün peygamberlerin toplumlarına ilk mesajları: “Ey kavmim! Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.” olmuştur. Bu nedenle Allah’a imanda en temel şart, Allah’tan başka varlıkları ilah kabul etmemektir. Biz buna tevhit inancı diyoruz. Bir kimse İslam’a girmek istediği zaman “Allah’tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed Allah’ın peygamberidir.” anlamına gelen tevhit sözünü ya da “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” anlamına gelen kelime-i şehadeti söylemekle İslam’a girer. 11 TEMEL HADİS “Kim Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederse, Allah onu cehenneme asla göndermez ve mutlaka cennete koyar.” (Müslim, İman, 46.) Tevhit kelimesi “birlemek, bir şeyin bir olduğuna hükmetmek” demektir. Tevhit, Allah hakkında kullanıldığı zaman “eşi, ortağı ve benzeri olmayan bir ve tek varlık” demektir. “Sizin ilahınız bir tek İlah’tır.” (Bakara suresi, 163. ayet.) ayetinde geçen “vahid” ile “De ki: O Allah bir tektir” (İhlas suresi, 1. ayet.) ayetinde geçen “ehad” sözcüğü tevhit kelimesiyle aynı köktendir. Allah’ınyaratan,öldüren,dirilten,yaşatan,rızıkveren,dualarıkabuleden,helalveharamkoyan,evreni sevk ve idare eden, yegâne varlık olduğuna inanmak tevhit inancının gereğidir. TEMEL AYET Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın “bir” olduğunu en güzel ifade eden surelerden biri İhlâs suresidir. İhlâs suresinin ilk ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Allah birdir.” DÜŞÜNELİM Evrendeki mükemmel yaratılış ve eşsiz düzenle Allah’ın varlığı arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Tartışınız. 12 BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Tevhit; Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek kabul edip zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir başkasını ona ortak koşmamaktır. Bu bağlamda İslam’ı bir binaya benzetecek olursak tevhit, bu binanın temeli gibidir. Binanın temeli sağlam olamaması durumunda üzerine çıkılacak katlar her an yıkılma tehlikesiyle nasıl baş başa kalırsa, İslam’ın temelini oluşturan tevhit inancı da buna benzer. Allah’ı birleme esasına dayanmayan bir inanca dayalı ibadetlerin de sevap bakımından insana sağlayacağı bir şey yoktur. 2.2. Akla Önem Verir Akıl, duyu organları aracılığı ile kendisine ulaşan bilgileri değerlendirerek kavramlar ve fikirler arasında mukayeseler yapabilen, onlar hakkında doğru bilgiler ortaya koyabilen; güzel ile çirkini, iyi ve kötüyü, faydalı ile zararlı olanı birbirinden ayırt edebilen zihnî bir kuvvettir. Akıl, değişik fikirleri kategorilere ayırma yetisine sahip olan, analiz edici, bütünleyici ve birleştirici bir özellik taşır. İşte Kur’an’a göre aklın en önemli görevi bu olup, aklını doğru bir şekilde kullanmayanlar kınanır. İnsanı, diğer canlılardan ayıran temel nitelik aklını kullanarak düşünme faaliyetinde bulunmaktır. Gerçekten bizi diğer canlılardan ayıran en güçlü yapan şey, akıl ve bu aklın ürettiği bilgidir. Bazı hayvanlar bizden daha hızlı koşabilir, ancak biz herhangi bir hayvandan daha hızlı olmamızı sağlayacak arabalar yapabiliriz. Bazı hayvanların görme yetisi bizimkinden daha üstündür, ancak hiçbir hayvan, teleskop ya da mikroskop kullanan bir insandan daha iyi göremez. Kuşlar, bizden farklı olarak uçabilir, ancak bizler herhangi bir kuştan daha hızlı ve daha uzağa uçabilecek uçaklar üretmişizdir. Tüm bu örneklerde hayvanlarla aramızdaki farkı ortaya çıkaran şey arabalar, teleskoplar ve uçaklar icat etmemizi sağlayan, insan aklı ve bilgisidir. Bilgi ve akıl, güç demektir. İnsanoğlunu bütün canlıların en üstünü yapan işte bu akıl yetisi ve onun ürettiği bilgidir. DÜŞÜNELİM İnsan akıllı olmasaydı dünyada şimdiden farklı olarak neler olabilirdi? Beyin fırtınası yapınız. İslam’da, dinî yükümlülüklerin temel şartı da akıldır. Henüz aklını kullanamayacak çağda olan bebek ve çocuklar, aklını kullanma yeteneğini kaybetmiş ihtiyarlar ve zihinsel engelli insanlar dinin emir ve yasaklarına uyma konusunda sorumlu değildirler. Eğer İslam dini aklı önemsiz görseydi bu insanların durumu diğer insanlardan farklı olmazdı. Sorumluluk konusunda Hz. Peygamber şunları söylemiştir: “Üç sınıf insandan sorumluluk kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına varıncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar aklını yitirmiş olandan.”1 1 İbn Mâce, Talak, 15. 13 DÜŞÜNELİM Aklımız bizi Allah’a inanmaya nasıl götürür? Tartışınız. İslam körü körüne taklitçiliğe karşıdır. Ergenlik çağına gelmiş, akıl yürütme sağlığı yerinde olan insan, varlıklar, olaylar üzerinde sebep-sonuç bağlantıları yapabilecek bir düzeye erişmiş demektir. Nasıl ki insan aklını, sosyal ve fen bilimleri alanında kullanarak yeni teoriler geliştiriyor, yeni icatlar ve keşifler yapıyorsa dini anlama ve yorumlama alanında da kullanmalıdır. Bu sebeple, İslam anlayışına göre hiçbir şeyi düşünmeden kabullenmek doğru olmadığı gibi davranışları bilinçsizce yapmak da doğru değildir. İslam’a göre insan bilinçli bir şekilde inanmalı, ibadetlerini kendi istek ve iradesiyle yapmalıdır. “Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken, hep Allah’ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler.”2 Düşünme akıl ile yapılan bir iştir. Neyin düşünülmesi ve nasıl dersler çıkarılması gerektiği de aklın sorumluluklarındandır. 2.3. Barış Dinidir İslam; barış, teslimiyet, huzur ve kardeşlik gibi anlamlara gelir. İslam’da arzu edilen barış, düşünce, söz ve davranışların ortaklaşa bütünlüğüyle gerçekleşir. Güven, kurtuluş ve barış gibi huzur ve mutluluğu ifade eden İslam’ın ilkeleri; dilden kalbe, kalpten de organlara yansıtılmadıkça barış gerçekleşmez. Allah’ın en güzel isimlerinden birisi olan es-Selam; kendisi her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olduğu gibi başkalarına da esenlik ve güven veren, demektir.3 (Haşr suresi, 23. ayet.) Bir Müslüman’ın hayatında barış, önce aile hayatında gerçekleşmelidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.”4 Aile bireyleri arasında gönül dilinden dökülecek olan bu selam, ne zaman davranışlara yansıtılırsa, işte o zaman bir Müslüman’ın evi, “huzur yuvası” hâline dönüşecektir. Böyle bir evde sevgi, sadakat, mer2 Al-i İmran suresi, 191. ayet. 3 Nur suresi, 61. ayet. 4 Nur suresi, 61. ayet. 14 hamet hâkim olacaktır. İslam, barış dinidir. Dilimizde, iletişimimizde de barışa yönelmemizi ister. Kur’an-ı Kerim’de çok açık bir şekilde müminler barış dili geliştirmeye davet edilmektedirler: “Size Müslüman (esselam) olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek: ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin.”5 Çünkü bir kişiyi inancı nedeniyle dışlamak, Müslümanlığını sorgulamak müminler arasında barışı bozar. İnsanların inançlarını sorgulayacak olan makam insan değildir. Hz. Muhammed, müminler arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir: “İnsanların Allah katında en değerlisi ve ona en yakın olanı, önce selamı verendir.”6 Çünkü selam, Müslümanlar arasında sevgi ve kardeşliğin geliştirilmesinin anahtarıdır. Toplumda çatışmaların, anlaşmazlıkların ve ayrılıkların önüne ancak barışa önem vermekle geçilebilir. Bunun ilk adımlarından biri de insanlara güler yüzle selam vermektir. TEMEL AYET Allah iman edenlerin barış ve huzur içinde yaşamasının İslam’a girmekle eş anlamlı olduğunu şu ayetle ifade etmektedir: “Ey iman edenler! Hep birlikte barış (İslam) içinde olun. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara suresi, 208. ayet.) İslam barışa önem verir. Barışı bozan durumların şiddetle karşısındadır. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle ifade etmektedir: “…Kim bir kişiyi, haksız yere öldürürse muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur…” (Mâide suresi, 32. ayet.) DÜŞÜNELİM Barışın sağlanabilmesi için bireylere ve devletlere düşen görevler, sorumluluklar neler olabilir? Tartışınız. Kur’an’a göre kim toplumda barışı bozuyorsa o şeytanın yolunda gidendir. Şeytan ise Allah’a isyanın bir sembolüdür ve kötülük odağıdır. Onun bütün amacı, müminleri, bir barış yurdu olan cennete gitmekten alıkoymaktır. Ama unutulmamalıdır ki insan izin vermedikçe şeytanın üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Kur’an’da bildirildiğine göre Allah’ın ihlaslı kulları üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti olmayacaktır.7 Yaşadığımız toplumda çatışma ve kavgaları ancak barış dilini yaygınlaştırmakla durdurabiliriz. Çünkü selam, salt bir söz değil, “öteki”ne; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve onu insan yerine koymaktır. İşte bu İslam’ın insana bakışı ve getirdiği değerlerin yüceliğini gösterir. Böyle bir bakışın yaşam tarzı hâline geldiği bir toplumda, gerçek 5 Nisa suresi, 94. ayet. 6 Ebû Dâvud “Edeb” 33; Tirmizî “İsti’zân” 6. 7 Bkz. İsrâ suresi. 63. ayet. 15 anlamda barış ve güven sağlanabilir. İnsanlıktarihiboyunca,yeryüzündebarışyolundasürdürülenmücadelelerhiçdekolayolmamıştır.Birey vetoplumlarıbarışaçağıranveiçtenliklebarışıngönüllüelçiliğiniyapanbütünpeygamberlerinortakçabası, insanlığıbarışavehuzurakavuşturmaktır.DolayısıylaMüslüman’ınamacıdabudünyayıbirbarışyurduna çevirebilmekolmaktır.Ötedünyadaselamyurduna,cennetekavuşacakolanlar,ancakbudünyayıbirbarış ve esenlik yurduna dönüştürmek için çaba harcamalıdır. 2.4. Sevgi Dinidir NE DERSİNİZ? Sevmediğiniz biri ile dost olabilir misiniz? Sevgi ile dost olma arasında aşağıdaki hadiste nasıl bir ilgi bulunmaktadır? Ebu Hüreyre’den nakledilir Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Mümin, kendisiyle dostluk kurulabilen kişidir. (İnsanlarla) dost olmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kişide hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400.) Sevgi, insanın sevilen varlığa karşı içinde beslediği temiz ve saf duygudur. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın insanlarda birbirlerine karşı hoşlanma, sevgi ve şefkat duygusunu yaratmış olması onun varlığının delillerinden sayılmıştır.8 Bu bağlamda sevgi, biz yaratılırken Allah tarafından bize önceden verilen bir duygudur. Sevmeyi öğrenmemize gerek yoktur. Onu doğuştan getiririz. Gönülleri birbirine yaklaştıran Allah’tır. Kur’an-ı Kerim’de bir ayette önceden aralarında düşmanlık bulunan bir grubun Allah sayesinde gönüllerinin kaynaştığından bahsedilir.9 İslam’da, insanları hiçbir yarar ve çıkar ilişkisi gözetmeksizin sadece Allah için sevmek esastır. Böyle yapabilirsek toplumda barış egemen olur. Bir ayette bu saf ve katışıksız sevgi şöyle anlatılır: “Ey Muhammed! De ki: Ben tebliğ görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Sadece yakınlık ve dostluk bağları içinde sevgi (mevedde) bekliyorum.”10 Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Vedûd ismi, Allah ile kulları arasındaki sevgiyi ifade eder. el-Vedûd isminin asıl anlamlarından birisi, Allah’ın, yaratıklarına karşı olan sonsuz sevgisidir. Bu sevgiyle o, kullarına sayısız nimetler verir. Kendisine yöneleni asla geri 8 Rum suresi, 21. ayet. 9 Ali İmran suresi, 103. ayet. 10 Şûra suresi, 67. ayet. 16 çevirmez ve günahlarından pişmanlık duyanı da bu sevginin bir gereği olarak bağışlar. Ayette bu durum gayet açıktır: “Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir ve (kullarını) çok sever (vedûd).”11 İnsan ancak bir varlığı, bildiği ve özelliklerini kavradığı nispette sever. Allah’a olan sevgimiz, onun emir ve yasaklarına uymada, dua, niyaz, şükür gibi amellere bağlılıkta kendisini gösterir. TEMEL HADİS “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman, 22.) DÜŞÜNELİM İnsanları sevdiğinizi nasıl gösterirsiniz? Arkadaşlarınızla konuşun. Allah’tan başka herhangi bir varlığı Allah statüsünde bir sevgi ile sevmek insanı şirke düşürebilir. Bundan dolayı en üstün makamda olmalarına rağmen, bütün peygamberler, Allah’a kulluk ile övünmüştür. Nitekim Kur’an’da Hz. Nuh, şöyle nitelendirilir: “Doğrusu o, çok şükreden bir kuldu.” (İsrâ suresi, 3. ayet.) Hz. Muhammed, aşırı hürmet ve sevgi ile kendisine secde etmek isteyen bir kimseye, şiddetli tepki göstererek izin vermemiş (Ebû Davud, “Nikâh” 40; Tirmizî “Rada” 10); yine o, yanına giren bir zatın korkudan titrediğini görünce: “Sakin ol, ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” uyarısında bulunmuştur (İbn Mace “Et’ıme” 30). Müslümanın hayatında Allah’ı sevmenin bir ifadesi de Hz. Muhammed’i sevmektir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran suresi, 31. ayet.) Hz. Muhammed, müminlerin birbirlerini sevmelerinin yollarını da göstermiştir: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim “İman” 93.) Müslümanın hayatında bütün varlıklara karşı sevgi, “Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkatle muamele” şeklinde kendini gösterir. Bunun için Yunus Emre “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan 11 Hud suresi, 90. ayet. 17 ötürü” demiştir. Bu sebeple tarih boyunca bütün Müslümanlar Allah’a, Hz. Peygambere, akrabalarına karşı sevgi duydukları gibi; çevreye, Yaradan’a olan sevginin bir tezahürü olarak merhametle bakmışlardır. Onların dünyalarında şekillenen bu merhamet ahlakı, en küçük bir birim olan aileden, en büyük bir birim olan topluma, bitkilerin dünyasından hayvanlar âlemine varıncaya kadar kendini gösterir. Tarih boyunca Müslümanlar, toplumların dil, etnik köken ve din farklılıklarına göre değil, Allah’ın yarattığı bir varlık olarak baktıkları için onlara karşı adaletten ve merhametten ayrılmamışlardır. 2.5. Evrensel Dindir NE DERSİNİZ? Allah değişik zamanlarda yaşamış peygamberlere aynı esasları göndermiştir. Kur’an-ı Kerim’de buna şöyle örnek verilir: “O, ‘Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin’ diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı.” (Şûrâ suresi, 13. ayet.) Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen ilahî vahyin muhatabı insandır. Ancak önceki peygamberlerin her biri yerel ölçekte ve sadece kendi toplumlarına gönderilmiştir. Nitekim bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Önceki peygamberlerden hiçbirisine verilmeyen beş şey bana verildi:..“Benden önceki peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderildikleri hâlde, ben bütün insanlığa gönderildim.”12 Örneğin Tevrat’ın söyleminin dili, İsrailoğullarıyla sınırlıdır. Buna karşılık Hz. Peygamber’in mesajı tüm insanlığı kuşatmıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre Kur’an’ı tebliğ eden elçi Hz. Muhammed tüm âlemler için bir uyarıcıdır. Bu yönüyle Hz. Peygamberin risaleti; evrensellik ve süreklilik açısından öncekilerden ayrılır. Bunu biz, gerek Kur’an’da ve gerekse başta hadisler olmak üzere, özellikle Veda Hutbesi’nde: “Ey insanlar, Ey âdemoğulları…” şeklindeki ifadelerde görebiliriz. Kur’an’da geçen ayetlerde ve Hz. Muhammed’in hadislerinde İslam’ın evrenselliğine vurgu yapılır: “Kur’an, insanlar için hidayet rehberidir.” (Bakara suresi, 185. ayet.) “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ suresi, 107. ayet.) Yukarıdaki ayetlerde bildirilen İslam’ın evrenselliği, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde de dile getirilmiştir: “Ben kırmızı ve siyah, herkese peygamber olarak gönderildim.” (Müslim “Mesacid” 3.) DÜŞÜNELİM İslam’ınevrenselliğiileinsanlarıneşitliğiarasındanasılbirilişkikurulabilir?Tartışınız. 12 Buharî “Teyemmüm” 1; “Salat” 56. 18 Biz İslam’ın evrenselliğini üç noktada ele alabiliriz: a. İslam, hükümleri tüm zamanlar için geçerli olan bir dindir. Hükümleri, belirli bir zaman dilimiyle sınırlı değildir. b. İslam’ın kuralları belirli belirli bir bölge ya da ülkede değil dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için geçerlidir. c. İslam’ın bir başka evrensel yanı belirli bir topluma, ırka, insan grubuna değil, tüm insanlara gönderilmesidir. İslamiyet Arap, Türk, Çinli, Hindistanlı, zenci, beyaz ayrımı gözetilmeksizin tüm insanlara hitap eden bir dindir. Özetle, İslam’ın evrensel ölçekte getirdiği değerler sistemi, belirli bir zaman, belirli bir kültürel çevre ve belirli şartlarla sınırlı olmayıp kıyamete kadar bütün zamanlar için geçerlidir. İşte bu ilahî mesajın içerdiği değerler sistemini tebliğ için görevlendirilen bir elçi olarak Hz. Muhammed de Kur’an’da Allah’ın bütün evrene bahşettiği rahmetin bir delili ve peygamberlerin de sonuncusudur. 2.6. Kolaylıklar Dinidir İslam, kolaylık dinidir. Onda aşırılık, ölçüsüzlük ve zorluğun yeri yoktur. İlahî dinlerin sonuncusu ve en olgunu olan İslam dini, insanlığı dünya ve ahirette mutluluğa ulaştırmak için gönderilmiştir. Bu dinin evrensel ilkelerinden birisi de bütün zamanlarda ilkelerinin kolaylıkla uygulanabilir oluşudur. İslam, insanları zor durumda bırakmak için sorumluluklar getirmemiş, onları güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutmuştur. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı ayetler şöyledir: “Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef tutar...” (Bakara suresi, 285. ayet.) “Allah, sizin için kolaylık diler, zorluk istemez...” (Bakara suresi, 185. ayet.) Hz. Muhammed de “Bu din kolaylıktır.” (Nesai, İman, 28.) buyurmuştur. Her şeyde olduğu gibi İslam dininin kolaylık dini olmasında da onun sade hayatı ve uygulamaları bizim için açık bir örnektir. Hz. Peygamber, her konuda olduğu gibi dinin kolaylık prensibini hayata geçirme konusunda da en iyi örnektir. Onun bu konudaki açıklamaları bizim için uyarı niteliğindedir: “Bu din kolaylık dinidir. Kimse dini geçmeye çalışmasın, üstünlük dinde kalır.” (Buhari, İman, 29.) Hz. Muhammed, bizim için ibadetleri uygulamada da bir örnektir. Nitekim o, dini konularda iki şeyden birisini seçme konusunda özgür bırakıldığında daima kolay olanı seçmiştir. Onun bu konuda temel prensibi: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” ilkesidir. (Buharî, İlim, 7.) 2.7. Aşırılıklardan Uzak Bir Dindir Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlar “denge toplumu”13 olarak nitelendirilmiştir. Her Müslüman bu “ölçülü” yaşayışı itikattan ibadete varıncaya kadar hayatın her alanına yansıtmalıdır. Bu sebeple İslam, her türlü aşırılıktan uzak kalarak dengeli ve insanın yaratılışına uygun bir inanç ve ibadet hayatı ortaya koymuştur. 13 Bkz. Bakara suresi, 143. ayet. 19 Kur’an-ı Kerim’de dinî konularda aşırılığa giden kimseler kınanmıştır: “Ey ehl-i kitap! Dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın...” (Mâide suresi, 77. ayet.) Tarihe baktığımız zaman Hristiyanların Hz. İsa’yı ilahlaştırmaları,14 Yahudilerin Hz. Üzeyir’e,15 her iki din mensuplarının kendi din adamlarına16 ve müşriklerin meleklere17 ilahlık sıfatı vermeleri inanç konularındaki aşırılıklara bir örnektir. İbadetler konusunda düzenleme yapmak Allah’a aittir. Hiç kimse, ibadetlerle ilgili artırma ve eksiltme biçiminde yeni düzenlemelere gidemez. Dinimizde kökleri olmayan herhangi bir şey ibadet olarak benimsenirse bu, kabul edilmemesi gereken bir sapmadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ibadet alanındaki aşırılıklarından dolayı bazı kişiler kınanmıştır. Yeni ibadet türleri geliştirmek, helal ve haramlar koymak, dinî uygulama maksadıyla Allah’ın helal kıldığını kendisine haram kılmak, hiç ara vermeden oruç tutmak, nefislere eziyet için boyunlara zincir takmak, hiç evlenmemek ve insanlardan tamamıyla sosyal ilişkiyi kesmek gibi uygulamalar dinde aşırı gitmektir ve yanlıştır. İslam ibadet hayatında da kolaylıklar getirmiştir. Dinimizde namaz kılmak için temiz su ile abdest almak esastır. Ancak su bulunamadığı ya da bulunduğu hâlde hava çok soğuk olduğu veya ancak içmeye yetebilecek kadar bulunduğu durumlarda toprakla teyemmüm yapmayı önermiştir. Yine yolculuk durumlarında dört rekâtlı farzları iki rekât olarak kılmayı, farz olan oruçları kazaya bırakmayı bir kolaylık olarak getirmiştir. Namazda ayakta durabilecek gücü olmayan herhangi bir kimsenin kolayına geldiği şekilde namaz kılmasını serbest bırakmıştır. Ayrıca ramazan ayında oruç tutmaya gücü yetmeyen hastaların, yaşlıların, tutamadıkları günler sayısınca fidye verebileceklerini söylemiştir. Dinimizin tanıdığı bütün bu kolaylıklara rağmen zorlaştırıcı uygulamalara başvurmak, insanları dinden soğutabilir. İslam’ın hükümleri her zaman ve her yerde kolaylıkla uygulanabilir özelliklere sahiptir. DÜŞÜNELİM Dininkolaylaştırıcıolması,insanlar için neden önemlidir? Tartışınız. 14 Mâide suresi, 116. ayet. 15 Tevbe suresi, 30. ayet. 16 Tevbe suresi, 31. ayet. 17 Sebe suresi, 40. ayet. 20 2.8. Dünya ve Ahiret Dinidir Kur’an-ı Kerim’de dünya ve ahiret sözcükleri sıkça geçer. İslam’a göre dünyada yaşanacak hayatın karşılığı ahirette görülecektir. Çünkü ahiret, insanların ölümden sonraki yaşayacakları ebedî hayat, dünya ise ahiret öncesi yaşadıkları mekânın adıdır. Dünya ölüm öncesi hayat için bir hazırlık yeridir. İnsan dünya ve ahiret için çalışmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz ama onun ahirette bir payı bulunmaz.” (Şûrâ suresi, 20. ayet.) Dünya, ahiretin tarlasıdır. Bu sebeple İslam, insana dünya hayatını iyi değerlendirmeyi tavsiye eder. İyilik yapmayı ve kötülükten uzak durmayı emreder. Örneğin anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve yolda kalmışlara maddi yardımda bulunmak; çocukları açlık korkusuyla öldürmemek, zinaya yaklaşmamak, hayâsızlık yapmamak, cana kıymamak, yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak gibi emir ve tavsiyeler bu dünya hayatında yaşanacaktır. Herkese, ahiret âleminde, dünyada iyi ve kötü, sevap ve günah olarak yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir. DÜŞÜNELİM “Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu hâlde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (Â’lâ suresi, 16-17. ayetler.) İslam dünya ve ahiret dinidir; İslamiyette din ve dünya ayrımı yoktur. Allah yeryüzünde bulunan her şeyi insanlar için yaratmıştır. İnsanın yaratılan bu nimetlerden yararlanması dinimizde haram değildir. İnsan her iki dünyasının da güzel olmasını isteyebilir. Bu konuda şöyle bir dua öğretilir: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver.” (Bakara suresi, 201. ayetler.) Yine bir başka ayette de “Allah’ın sana verdiği imkânlar içinde ahiret mutluluğunu kazanmaya çalış, fakat dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas suresi, 77. ayet.) Bu konuda Hz. Muhammed de şöyle buyurmuştur: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış! ”18 İslam, bir yandan insanı üretim, emek ve çalışmaya çağırırken, öte yandan da bizi ahireti unutturacak hususlardan kaçınmaya davet eder. Eğer din-dünya ilişkileri böyle bir zemin üzerine kurulursa, insan her iki dünyada da mutluluğa erişir. 18 Suyûti, Camiu’s-Sağîr, II, 12. 21 İslam’da ne tamamen ahireti unutup dünya için çalışmak ne de tamamen dünyaya dalıp ahireti unutmak vardır. İslam düşünürü Hz. Mevlana dünya hayatını bir merdivene benzetir. Ona göre, nasıl ki merdivenin basamakları üzerinde kalmak için değil, daha yukarılara çıkmak için bir araç ise dünya hayatı da bir Müslüman’ın ahiretin güzelliklerini elde etmesinde bir araç konumundadır. Şunu unutmamak gerekir ki dünya kötü değildir. Kötü olan, dünyanın göz kamaştırıcı güzelliklerine ve cazibesine kapılıp ahireti unutmak, ahiret için hazırlık yapmamaktır. 2.9. Fıtrat Dinidir Fıtrat, ilk yaratmak demek olup yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan, hepsinde ortak bulunan genel yaratılış yasalarıdır. Fıtrat, yaratılıştır. Her bir canlının kendisine özgü bir yaratılış özelliği ve yasası vardır. Canlılar bu yaratılış yasasına uygun hareket ederler. Buna göre canlıların tehlikelerden göre nasıl korunacağı, açlıklarını gidermek için ne yiyip ne içecekleri, meskenlerini nasıl kuracakları ve diğer canlı türleriyle ilişkilerini nasıl sürdürecekleri Allah tarafından tabiatlarına yerleştirilmiştir. Örneğin bir civcivin yumurtadan çıkar çıkmaz yerde taneler araması, bir inek yavrusunun doğar doğmaz annesini emmeye çalışması vb. canlıların fıtratlarının yani yaratılış özelliklerinin bir gereğidir. Eğer bunların tersi olursa, fıtratta bir bozulma durumu ortaya çıkar. Bu gerçek Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: “(Rabbimiz) Her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra ona yol gösterendir...” (Tâhâ suresi, 50. ayet.) Fıtrat, insanda hakkı, doğruyu, gerçeği kabul etme yeteneğinin potansiyel olarak varlığıdır. Bu anlamda İslam dini ile fıtrat arasında yakın ilişki vardır: “Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.” (Rûm suresi, 45. ayet.) Bu ayetten, insanların tabiatında Allah’a inanma duygusunun mevcut olduğu anlaşılmaktadır. İnsanoğlu bir musibetle karşılaştığı zaman yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı duyar. Kur’an’da bu hususa işaret edilir: “Onları (insanları) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları karaya çıkarıp kurtarınca; onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise, ancak son derece kaypak ve nankörlükte ileri gidenler inkâr ederler.” (Lokman suresi, 32. ayet.) Hz. Peygamberden gelen bir rivayetten de “fıtrat”ın Allah’ı kabul etme yeteneği olduğunu anlıyoruz: “Her insan fıtrat üzere (Allah’ın varlığını ve birliğini kabule eğilimli olarak) dünyaya gelir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi yapar”19 Buradan, kişinin inanç seçiminde çevresinin önemli payı olduğunu anlıyoruz. İnsan, dine, Allah’a inanmaya yatkın olarak dünyaya gelir. Bundan dolayı bir kimseye ya da herhangi bir topluma bir peygamber gelmemiş olsa bile insanlar akıllarını kullanarak Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in kıssası, buna en güzel örneklik teşkil eder. (En’am suresi, 74-79. ayetler.) 19 Müslim, Kader, 25. 22 TEMEL AYET “Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.”(Rûm suresi, 45. ayet.) 3. İSLAM VE EVREN İslami literatürde âlem, duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen Allah’tan başka bütün varlıklara denir. Âlem kavramı sözlükte alamet, belirti manalarına gelir. Çünkü âlem, yaratanın varlığına belirti ve delildir. Varlıklara âlem denilmesi, onların Yaratıcı’ya işaret eden varlıklar olmalarındandır. Âlem, içine aldığı bütün varlıklarla birlikte topyekün kâinatı ifade ederse buna büyük âlem, sadece insanı ifade ederse buna da küçük âlem denilir. Çünkü evren gibi insan da Allah’ın varlığına ve sonsuz kudretine delildir. Kur’an, insanların yaşadığı bu evreni; “görülmeyen ve görülen âlem” şeklinde ikiye ayırır. Her iki âleme de hâkim olan sadece Allah’tır: “De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah!” (Zümer suresi, 46. ayet.) Bizim, âlemdeki nesneler yoluyla Allah’ı tanımamız mümkündür. Evrendeki mükemmel ve estetik düzen, insanı Allah’ın varlığı ve birliği inancına götürür. Kur’an’da bir ayette, gece ve gündüzün gelip gidişinden,20 bir başka ayette gökyüzünün kandillerle süslendiğinden ve kusursuz oluşundan21 söz edilir. Esasen Kur’an’da birçok ayette insan, varlık üzerinde doğal gözlem yapmak suretiyle düşünmeye davet edilir.22 Bundan amaç, yaratılandan hareketle yaratıcının varlığına ulaşmaktır. Çünkü tabiat, Allah’ın var ve bir oluşunun en büyük delilidir. İnsan kozmik sistemdeki bu güzelliği gözledikten sonra iman eder ve şöyle der: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın.”23 Böylece insan, kendisinin ve kâinattaki varlıkların yaratılış amacı olduğunu anlar. İnsan, varlıkların evrendeki mükemmel sanat eserlerini görüp, büyük sanatkârı yani Yüce Yaratıcı’yı tanıma özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılır. Yerin ve göklerin düzenine, kendi öz varlığına, dış dünyaya ve orada görülen hayret uyandırıcı şeylere bakmak suretiyle Allah’ı bilir, tanır. Gerek yer ve göklerde, gerekse hayvanlar ve bitkiler dünyasında Allah’ın yarattığı güzellikleri inceleyerek bunca güzellik ve düzenin bir yaratıcı olmaksızın düşünülemeyeceğini idrak eder. TEMEL AYET “İnsan,kendisininbaşıboşbırakılacağınımısanır?” (Kıyamet suresi, 35. ayet.) “Bencinleriveinsanlarıancakbanakulluketsinler diye yarattım” (Zâriyat suresi, 56. ayet.) Bu ayetler bize nasıl mesajlar vermektedir? 20 Âl-i İmrân suresi, 190. ayet. 21 Mülk suresi, 3-5. ayetler. 22 Ğâşiye suresi, 17. ayet. 23 Âl-i İmrân suresi, 191. ayet. 23 Kâinat, Yaratıcı’nın eşsiz sanat eserlerinin sergilendiği koskoca bir sanat galerisi niteliği taşımaktadır. İnsan, Allah’ın sanatının inceliklerini bildiği oranda ona karşı sevgisi ve hayranlığı artar. Âlem, çok mükemmel, oldukça düzenli ve milimetrik ölçümlere sahip bir sanat harikasıdır. Sağlam dokunmuş, çiçekleri yerli yerinde işlenmiş bir kumaşı gören kimsenin, bunu bir ölü veya aciz bir kimse dokudu demesi nasıl akılsızlıksa bu muhteşem kâinatın kendi kendine var olduğunu söylemek de mantıksızlıktır. Kâinatın varlığı, Allah’ın varlığına bir delildir. Kur’an’da kâinatın canlı bir delil olduğuna dikkatlerimiz çekilir: “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” (Zâriyat suresi, 20-21. ayetler.) Çevrenin kirlenmesiyle birlikte havanın ve suların kirlenmesi, bitkilerin zarar görmesi, neticede insan sağlığını tehdit eder boyutta hastalıklar ortaya çıkmaktadır ki bu hastalıkların ortaya çıkmasında elbette insanların payının olmadığını söylemek mümkün değildir. Hatta ziraata ve doğal bitki örtüsüne sirayet eden hastalıklar, çoğu zaman insanların yanlış uygulamalarından doğmaktadır. İlahî sanat galerisi olan bu evren üzerinde düşünenler Allah’ın varlığını kolayca bulabilirler. Çünkü ondaki varlık, Yaratan’ın damgasını taşımaktadır. Nitekim Yüce Allah, kendi varlığını kavramak için hem tabiatı ve hem de insanın yaratılışını örnek olarak gösteriyor: “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.”24 Bu açıdan İslam, evreni Allah’ın varlığının ve birliğinin bir delili kabul eder. Bütün bunlar sonunda âlem, varlıklar, tabiattaki güzellikler insanı Allah’a imana ulaştırır. 4. İSLAM VE HAYATIMIZ İnsan, başıboş olarak yaratılmamıştır. Bu varlık düzeninde insanın yerine getirmesi gereken birtakım sorumluluklar vardır. İslam’da buna “ibadet” denilmektedir. İbadet; Allah’a itaat, mütevazı olma, kulluk gibi anlamlara gelir. Dar anlamda ibadet, bir Müslüman’ın vakit ve mekânla kayıtlı Allah’ın emrettiği, hoşnut olduğu fiilleri yerine getirmesi demektir. Buna şekle bağlı ibadetler denir. Abdest, namaz, oruç, hac, zekât, kurban gibi belli vakit ve zamanlarla kayıtlı olan bütün ibadetler bu tanıma girer. Şekle bağlı ibadetlerin dışında bir de insanın bütün hayatını kuşatan ibadet hayatı vardır. Geniş anlamdaki bu ibadet bir Müslüma’nın Kur’an ve sünnet çerçevesinde Allah’ı hoşnut etmek adına yaptığı her türlü faaliyet olarak tanımlanabilir. Bu ibadet tarzı daha çok sosyal hayatla ilgilidir. Bunun en basit örnekleri bir Müslüman’ın insanlara selam vermesi, tebessüm etmesi, açları doyurması, yolda insanlara zarar verecek bir engeli kaldırması, hastaları ziyaret etmesi, birbirine dargın Müslümanları barıştırması gibi davranışlarıdır. İslam’da kulluk, belli biçim ve sembollerle sınırlı tutulmamıştır. Bununla birlikte bizden hayatımızı ibadet hâline dönüştürmemiz istenmektedir. Dar ve geniş anlamda ibadet hayatı 24 saa24 Fussilet suresi, 51. ayet. 24 timizi kuşatır. Kulluk bilinciyle dopdolu olan bir Müslüman’ın çalışması, dinlenmesi, ailesiyle vakit geçirmesi, arkadaşlarıyla ilgilenmesi gibi davranışları ibadet kapsamına girer. Kur’an-ı Kerim’e göre “Allah ve Peygamber, (insanı) hayat verecek olan şeylere çağırır.” (Enfâl suresi, 24. ayet.) Bu bağlamda, Müslüman’ın imanını ispat eden yaşama biçimine İslami hayat denilir. İslami hayat herkesin kendi düşünce ve yorumuna göre şekillenen soyut, anlaşılması zor ve uygulanması uzmanlık isteyen bir tarz değildir. Aksine son derece net, açık ve kolaydır. İslam dininin inanç ve ibadetle ilgili hükümleri yanında birey ve toplum hayatını düzenleyen ilkeleri de vardır. Bu ilkeler insanın ve toplumun huzur, güven, barış içinde yaşamasını sağlamaya yöneliktir. Barış, sevgi, kardeşlik, hoşgörü, yardımlaşma, bağışlama, cömertlik bu ilkelerdendir. Yalan, dedikodu, iftira, içki, kumar, zina gibi yasaklar da bu bağlamda değerlendirilir. İslam, inanan insana, bir bütün olarak Allah’tan gelen ilahî öğretiyi tasdik etmeyi emreder. İslami hayat bir bütün olarak yaşanmaya çalışılmalıdır. Çünkü İslam denildiği zaman iman, ibadet, ahlak ve sosyal hayata ilişkin uygulanması gereken kurallar aklımıza gelir. Kur’an-ı Kerim’de bu dört temel esas, ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Birey ve toplumlar hayatlarını bu kurallara göre yaşadıkları zaman hem bu dünyada ve hem de ahirette mutlu olurlar. Çünkü insan, yaratılmış bir varlıktır. Onu yaratan Allah, yaratılmış olan bu insanın kuvvetli ve zayıf yönlerini en iyi bilen varlık olduğuna göre insan hayatının en verimli bir biçimde yaşanmasının yol ve ilkelerini gönderdiği ilahî kitaplarla açıklamıştır. İslam dininin ortaya koyduğu ilkeler din, can, akıl, nesil ve mal gibi dünyada insan hayatı için büyük anlamlar ifade eden beş değerin korunmasını amaçlar. Çünkü bunların korunması, insana saygının da bir gereğidir. Bugün yaşadığımız küresel ölçekte bütün insanlığı ilgilendiren sorunların başında; yoksulluk, gelir dağılımında adaletsizlikler, cehalet, seçme ve seçilme özgürlüğünden yoksunluk, ifade özgürlüğünün olmayışı, cinsiyet ayrımcılığı, kadın ve çocuklara karşı şiddet kullanma, savaş ve çatışmalar gelmektedir. En mükemmel ve son dinin mensubu olan Müslümanların bütün bu sorunları biz üretmedik, dolayısıyla çözümden de sorumlu değiliz deme hakları yoktur. Müslüman önce yakın çevresindeki sonra da tüm dünyadaki sorunlara karşı duyarlı olmalıdır. Hayatında her zaman iyiyi, doğruyu hâkim kılmak için çalışmalıdır. Okulda, evde, işyerinde, sokakta, caddede her yer ve her zaman İslam’ın ilkelerine uymalıdır. Örneğin büyüklere saygılı olmalı, aile sorumluluklarını yerine getirmeli, çalışkan ve üretken olmalıdır. Bireye ve topluma zarar verecek davranışlardan, kötü alışkanlıklardan uzak durmalıdır. DÜŞÜNELİM Günlükhayattadinimizinemirveyasaklarınauymakbizenelerkazandırır? Arkadaşlarınızla ve ailenizle konuşunuz. 25 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İslam dini hakkındaki yanlış anlayışlara örnekler vererek doğrularını ifade ediniz. 2. İslam’ın hayat dini olma özelliğine dair uygulamalar neler olabilir? Madde hâlinde yazınız. 3. İslam’ın akla verdiği önemi örneklerle açıklayınız. 4. İslam’ın barışla ilgili belirlediği ilkeleri maddeler hâlinde yazınız. 5. İslam’ın evrensel bir din olması ne demektir? Açıklayınız. 6. “Dünya ahiretin tarlasıdır.” hadisini açıklayan bir kompozisyon yazınız. 7. İslam’ın doğayı ve çevreyi korumaya verdiği önemi örneklerle anlatınız. 8. Fıtrat kavramını açıklayınız. 26 2. ÜNİTE İSLAM’IN TEMEL KAYNAKLARI Hazırlık Soruları 1. Kur’an, sünnet ve hadis kavramlarının anlamlarını sözlükten bulunuz. 2. Mübîn, meal, tercüme ve tefsir kelimelerinin anlamlarını araş- tırıp öğreniniz. 3. Temel hadis kaynaklarıyla ilgili bir araştırma yapınız. 27 1. Kur’an-ı Kerim Kur’an-ı Kerim, Allah’ın, peygamberler silsilesinin son halkasını teşkil eden Hz. Muhammed’e, Arapça olarak peyderpey, vahiy yoluyla ve Cebrail vasıtasıyla indirilmiş olan; nesilden nesile bize kadar tevatüren1 hiçbir değişikliğe uğramadan gelen, Mushaflarda yazılı, Fatiha suresi ile başlayıp Nas suresi ile sona eren, okunması ile ibadet edilen ve sevap kazanılan ilahî kelamdır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bu mukaddes kitap, Kur’an ismiyle anılır. Bazı örnekler şöyledir: “İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’am suresi, 19. ayet.) “Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf suresi, 2. ayet.) TEMEL AYET “Kur’an, tüm insanlar için hidayet kaynağıdır.” (Bakara suresi, 185. ayet.) Yukarıdaki ayette Kur’an’ın hangi yönlerine değinilmektedir? “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür.” (İsra suresi, 9 ayet.) Yüce Allah’ın, Hz. Muhammed’e indirdiği bu kitabı, muhtelif surelerde yerine göre değişik isimlerle andığı da görülür. “el-Kitâb”, “Ümmü’l-Kitâb”, “Kitâb-ı mübîn, “elFurkân”, “el -Mesânî”, “Kelâmullah”, “Hüdâ”, “Şifâ”, “Rahmet”, “Müjde”, “Mev’iza”,“Zikir”, “Nûr” bunların başlıcalarındandır. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e 23 senede ve bölümler hâlinde, vahiy yoluyla indirilmiştir. Vahiy söz-lükte “hızlı ve gizli işaret etmek, gizlice söz söylemek, ilham” manalarına gelir. Terim olarak ise “Allah’ın bir emir, hüküm ya da bilgiyi doğrudan veya elçi vasıtasıyla peygamberine bildirmesi” diye tanımlanır. Son Peygamber Hz. Muhammed’e indirilmiş olan vahiyler, vahiy kâtiplerine yazdırılmak, ibadette okunmak ve ezberlenmek suretiyle korunmuştur. Bu korunma yöntemleri Hz. Peygamberden sonra güçlenerek devam etmiştir. Bugüne kadar yaşanan on beş asırlık İslam tarihinin bütün dönemlerinde yüz binlerce hafız tarafından bu mukaddes metin ezberlenmiş, milyonlarca Müslüman tarafından beş vakit namazda ve namaz dışında okunmuş ve sayısız defa yazıya geçirilmiş, hatta binlerce meal ve tefsir çalışması yapılmıştır. ! DİKKAT ÇEKME Yüce kitabımız ayet ayet nazil olmuştur. Ayetlerin birleşiminden meydana gelen bölümlere “sure” ismi verilmiş, kutsal kitabımızın tümüne de “Mushaf” denilmiştir. Kur’an- Kerim’de toplam 114 sure vardır. Sure geçişlerinde “besmele” vardır ve sureler besmelelerle birbirinden ayrılır. 1 Aklın yalan üzerine ittifak etmelerini kabul etmeyeceği kalabalık bir topluluğun, aynı şekilde kalabalık bir topluluktan aktardığı kesinleşmiş bilgiye verilen isimdir. 28 Kur’an-ı Kerim, “açık alamet, işaret, nişan” manalarına gelen, surelerin içinde lafız açısından ayrı olan, bir veya birkaç cümleden oluşan ayetlerden ibarettir. Ayet, uzun ya da kısa Kur’an ifadelerine verilen isimdir. Ayetlerin düzenlenmesi vahiyle belirlenmiştir. Melek Cebrail, indirilen her ayetin hangi surenin neresine konulacağını Hz. Peygambere söylemiş, o da vahiy kâtiplerine bildirmiştir. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim üzerinde noktalama çalışmaları yapılırken ayetlerin belirlenmesine bazı küçük farklıklar olmuş, söz gelimi bazı âlimlerin müstakil ayet olarak belirlediği bir ibare bazı âlimlerce iki ayet olarak düşünülmüş, böylece ayetlerin sayısı konusunda küçük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunlardan bizim kültürümüze, akılda kolay kalacağı için ayet sayısını 6666 olarak veren görüş yerleşmiştir. Bugün basılan nüshalardaki ayet sayısı ise 6236’dır. Kur’an-ı Kerim, sözlükte, “yüksek rütbe, mevki, şeref” manasına gelen ve her birinin özel ismi bulunan 114 sureden meydana gelmiştir. Her surenin birbirinden farklı sayılarda ayetleri vardır. el-Fâtiha’dan sonra gelen 7 uzun sureye “es-Seb’u’t-Tıvâl” (yedi uzun sure) denir. Kur’an-ı Kerim sureleri genel olarak Mekkî ve Medenî şeklinde ikiye ayrılmıştır. Bu bağlamda Mekke’de nazil olan ayetlere Mekkî, Medine’de nazil olan ayetlere Medenî denmiştir. Yine hicretten önce nazil olan ayetler Mekkî, hicretten sonra nazil olan ayetler de Medenî adını almıştır. Mekkî sure ve ayetlerin içeriği ağırlıklı olarak inanç esasları ve ahlaki değerler; Medine’de inen sure ve ayetlerin içeriği de daha çok ibadet-ler ve sosyal hayatla ilgili konulardan oluşmuştur. DİKKAT ÇEKME Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı ve toplanan nüshaya Mushaf adı verildi. Ashabın onayının da alınmasından sonra bu Mushaf, Halife Ebu Bekir’e teslim edildi. Onun vefatından sonra, Hz. Ömer’e, onun da vefatını müteakip de Hz. Ömer’in vasiyeti üzerine kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya intikal etti. Kur’an’ın ilk inen ayetleri Alak suresinin ilk beş ayetidir. Bundan sonra yaklaşık 23 yıl içerisinde Kur’an bölüm bölüm indirilerek tamamlanmıştır. Onun bölüm bölüm indirilmesi, anlaşılmasını ve uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Kur’an ayetleri indirilirken hem ezberleniyor hem de yazılıyordu. Sahabeler, inen ayetleri öğrenmek ve ezberlemek için büyük gayret gösteriyordu. Ayrıca namazda da Kur’an’dan belli bölümler okunması gerekiyordu. Peygamberimiz inen her ayeti “vahiy kâtipleri” olarak bilinen kişilere yazdırmış ve kontrol etmiştir. Kur’an ayetleri başta papirüs, deri, beyaz yassı taş gibi çeşitli yazı malzemelerine yazılmıştır. Cebrail, her yıl ramazan ayında o zamana kadar inen ayetleri Peygamberimize okumuş, daha sonra da Peygamberimiz Cebrail’e okumuştur. Bu uygulama Peygamberimizin vefatından önceki ramazan ayında iki defa tekrar etmiştir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in sağlığında hem sözlü hem de yazılı metotla tam ve sağlam olarak tespit edilip korumaya alınmakla beraber, yazılan ayet ve surelerin tamamı bir araya getirilerek kitap şeklini almış değildi. Çünkü Peygamberimiz hayatta olduğu sürece vahiy devam etmekteydi. Vahyin tamamlanmasıyla onun vefatı arasında geçen zaman da oldukça kısa olmuştur. Bu sebeple böyle bir girişimde bulunulmamış ve esasen buna ihtiyaç da duyulmamıştır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra yapılan savaşlarda şehit olan Müslümanlar arasında çok sayıda Kur’an hafızı da bulunuyordu. İşte bu durum Hz. Ömer’i telaşlandırdı. O, başka savaşlarda da aynı sonucun doğabileceğini, hafızların azalmasıyla da Kur’an’a zarar gelebileceğini düşünerek 29 Halife Hz. Ebubekir’e başvurdu ve Kur’an’ın bir kitap hâlinde bir araya getirilmesini önerdi. Halife Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin başkâtibi durumunda olan Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyon kurarak Kur’an’ı bir kitap hâlinde toplamalarını emretti. Müslümanlara çağrıda bulunularak ellerindeki nüshaları getirmeleri istendi. Ancak getirilen ayet ve surelerin kabul edilebilmesi için bunların getiren tarafından ezberlenmiş olması, Hz. Peygamber’in huzurunda yazılmış bulunması ve bunun da en az iki şahitle ispat edilmesi şartları arandı. Bir yıl kadar süren ciddi bir çalışmadan sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı ve toplanan nüshaya Mushaf adı verildi. Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerindeki fetihler sırasında İslamiyet yeni yeni beldelere yayılıyor ve değişik kültürlere mensup kitleler Müslümanlığı kabul ediyorlardı. Müslümanlar arasında herhangi bir anlaşmazlığa fırsat vermek istemeyen Hz. Osman, gerekli bilgi paylaşımlarından sonra yine Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyon kurdu. Hz. Ebu Bekir devrinde derlenen ve Hz. Hafsa’da bulunan Mushaf esas alınarak yeni mushafların yazılıp çoğaltılmasını istedi. Komisyon ciddi bir çalışma sonunda istenilen görevi tamamladı. Esas nüsha Hz. Hafsa’ya geri verildi. Yazılan Mushaf’lardan birisi Medine’de bırakıldı ve adına “İmam Mushafı” adı verildi. Diğerleri de Mekke, Kufe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Böylece bu ilahî kitap, hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcı’nın kıyamete kadar gelecek bütün insanlara indirdiği son ilâhî mesajıdır. O, bu yüce kelamı indirmekle beraber onun korunmasını da bizzat üzerine almıştır. Nitekim o, bu gerçekliği şöyle açıklamıştır: “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz! Onun koruyucusu da elbette Biziz” (Hicr suresi, 9. ayet.) Bu ilâhî beyan, onun korunmuşluğu konusunda müminler için en büyük güvencedir. Nitekim tarih de bunun canlı şahidi olmuştur. 1.1. Kur’an-ı Kerim’in Temel Özellikleri Her Müslüman; Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğuna, her tavsiye ve hükmünün, emir ve yasaklarının insanı en doğru yola ilettiğine, helal ve haramları bilmenin insanın yararına olduğuna, onun verdiği her bilgi ve haberin doğruluğuna, hükümlerinin her zaman ve mekânda uygulanabilirliğine yürekten inanır. 30 Kur’an, sadece Hz. Peygamber dönemine ait bir kitap değil, varlığını ve rehberliğini dünya durdukça sürdürecek olan, çağları aşan ve kucaklayan bir kitaptır. Sadece ilk indirildiği Arap toplumunun değil, bütün insanların kitabıdır. Kur’an, zamanın geçmesiyle eskiyen değil, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları daima ileriye götüren, ilim, teknik ve gelişmelerle örtüşen bir kitaptır. Emir ve yasakları, helal ve haramları, hüküm ve tavsiyeleri, öğüt ve ilkeleri, misal ve kıssaları, geçmişe, geleceğe, Allah’a, insana ve diğer varlıklara dair bildirdiği gerçekler, bilgiler ve tanımlar insan için çok önemlidir. Hz. Peygamber’e Cebrail aracılığıyla Arapça olarak indirilen ve bize kadar hiçbir değişikliğe uğramaksızın tevâtür yoluyla gelen Kur’an-ı Kerim’in birçok özelliğinden bahsedilebilir. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Kur’an-ı Kerim lafzı, üslubu ve içeriği bakımından büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin mûcizeleri, dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gördüğü hâlde Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecektir. Nitekim bu husus Kur’an’da Bakara suresinin 23 ve 24. ayetlerinde şöyle açıklanır: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız haydi onun benzeri bir sure getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) çağırın. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- ...cehennem ateşinden sakının!”2 DİKKAT ÇEKME Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in mucizesidir. “Yoksa onu uydurdu mu, diyorlar. De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp siz de onun gibi uydurma on sure getirin.” (Hud suresi, 13. ayet.) 2. Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e toptan değil, zamanın ve olayların akışına göre, Allah tarafından, Kadir Gecesi’nden itibaren, Cebrail vasıtasıyla Arapça olarak 610-632 yılları arasında parça parça indirilmiştir. 3. Kur’an-ı Kerim, en son kutsal kitaptır ve ondan sonra başka bir ilahî kitap gelmeyecektir: “...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” 3 (Mâide suresi, 3. ayet.) mealindeki ayet, bu duruma delildir. 4. Kur’an, bize kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir, kıyamete kadar da bu özelliğini koruyacaktır. 2 Bakara suresi, 23-24. ayetler; ayrıca bkz. Hûd suresi, 13. ayet.; Tûr suresi, 33-34. ayetler. 3 Mâide suresi, 3. ayet. 31 Kur’an vahyinin evrenselliği, onun üç özelliğinden ileri gelmektedir: İlki, Kur’an mesajı soy-sop, ırk ya da kültürel çevre gözetmeksizin bütün insanlığa hitap eder. İkincisi, özellikle insanın akıl ve sağduyusuna hitap etmektedir. Üçüncüsü ise Kur’an, on dört asır önce vahyedildiği gibi bugüne kadar gelmiştir. Çünkü Kur’an, “Onu muhakkak ki biz koruyacağız.”4 vaadi doğrultusunda eksiksiz kaydedilmiş ve bugünlere eksiksiz ulaştırılmış vahye dayalı tek mesajdır.5 Bu üç özelliği sayesindedir ki Kur’an ilahî vahyin son evresini temsil etmektedir ve bu vahyi insanlığa ulaştıran peygamber de peygamberlerin sonuncusudur.6 Dolayısıyla Kur’an mesajının içerdiği değerler sistemi; belirli bir zaman, belirli bir kültürel çevre ve belirli şartlarla kayıtlı olmayıp evrenseldir. 5. Kur’an-ı Kerim’in kapsadığı yüce gerçekler kıyamete kadar bütün insanların ve çağların ihtiyacını karşılayacak değerdedir. Çünkü o insanoğlunun ihtiyaç duyduğu her konuda yol gösterir. Onda, insanlar için gerekli olan her türlü örnek anlatılmıştır. 6. Kur’an-ı Kerim kolayca ezberlenebilir niteliktedir. Nitekim tarih boyunca yüz binlerce insan onu ezberlemiştir. Ezberlenerek hafızalara yazılmış, ayrıca Müslümanların inanç ve amelî dünyalarına taşınarak hayata yansıtılmıştır. 1.2. Temel Kaynak Olarak Kur’ an-ı Kerim Kur’an-ı Kerim, İslamiyetin temel kaynağı olup dinin temel esaslarını içerir. İslam’ın inanç, ahlak, ibadet ve insanlar arası ilişkiler gibi konularını öğrenmede birinci kaynaktır. Kur’an-ı Kerim’in bütün Müslümanlar için kesin bir delil olduğu konusunda görüş ayrılığı yoktur. Bu kitaba iman eden her Müslüman’ın ilahî kitabın ilkelerine uyması ve ayetlerden çıkarılan hükümlerden istifade etmesi gerekir. Kaynak olma bakımından Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri üç maddede toplamak mümkündür: • İnançlarla İlgili Hükümler İnanç konularını bize Kur’an-ı Kerim öğretir. İnanç esasları; zaman, mekân ve hitap edilen fertlere göre değişiklik göstermez. Bütün peygamberler insanları temelde aynı inanç esaslarına çağırmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de inanç esasları arasında yere alan; Allah, melekler, kitaplar, peygamberler, kader, ahiret günü hakkında ayrıntılı hükümler vardır. TEMEL AYET “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberlerine indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa suresi, 136. ayet.) 4 Hıcr suresi, 9. ayet. 5 Krş. Hicr suresi, 9. ayet. 6 Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir (çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul, 1999, II, 664–65. 32 • Davranışlarla İlgili Hükümler Dinî açıdan sorumluluk çağına ulaşan fertlerin yerine getirecekleri görevlerle ilgili hükümlerdir. Kur’an-ı Kerim dinî hükümleri açıklamıştır. Bunların başında namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler, helal ve haramlar; alışveriş, evlenme ve boşanma, aile hukuku, yönetim işleri gibi esaslar gelir. Sosyal hayat ve hukuki münasebetlerle ilgili hususları düzenleyen hükümlerin temelini adalet, uzmanlık, danışma ve yardımlaşma ilkeleri oluşturur. • Ahlakla İlgili Hükümler Kur’an’da ahlaklı, erdemli bir fert ve toplum oluşturulması için gerekli olan hükümler bulunmaktadır. İslam dininin ahlaki hükümlerinin kaynağı Kur’an’dır. İnsanlar kendi aralarında ve diğer canlılarla münasebetlerini âdâb-ı muâşeret (görgü kuralları) adı verilen bu kurallarla düzenlerler. Kur’an’da geçen ahlaki kurallar insanın eğitilmesini hedefler. Ahlaki hükümlerin özünü, “Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkat” ilkesi oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda model şahsiyet olarak Hz. Muhammed’in ahlakı gösterilir: “Ey Habibim! Şüphesiz ki sen yüce bir ahlaka sahipsin!.” (Kalem suresi, 4. ayet.) Hz. Peygamber de “Ben güzel ahlakı tamamlamak ve yerleştirmek için gönderildim.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381). DÜŞÜNELİM “Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkat” ilkesi ne demektir? Tartışınız. Kur’an-ı Kerim, insana Allah’ı tanıtır. Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini hüküm ve sınırlarını, ödül ve cezaları, iman, ahlak ve ibadet kurallarını, iman edip salih amel işleyenlerin mükâfatlarını, inkâr ve isyan edenlerin ahiretteki cezalarını, ibret alınması için geçmiş kavimlerin kıssalarını ve ahiret hayatını anlatır. Kişinin kendisine, Yaratıcısına, insanlara, çevreye ve diğer varlıklara karşı görevlerini bildirir. Geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin hayatından tarihî bilgiler verir. Kur’an’da anlatılan bu olayların asıl amacı, iyi insan yetiştirmeye katkıda bulunmaktır. 1.3. Kur’an-ı Kerim’i Anlama Yolları: Meal ve Tefsir Kur’an-ı Kerim okunup anlaşılmak ve ilkeleri hayata yansıtılmak üzere indirilmiştir. Kur’an, kitleleri ancak o zaman dosdoğru yola iletebilir. Bu okuma ve anlama olayı, belli bir yöntem dairesinde olmalıdır. Yöntem bilinmezse hedefe ulaşılamaz. Hangi tür yöntem seçilirse seçilsin, burada değişmeyen temel ilke, salt başkalarına anlatmak için değil, “Yaşama noktasında Kur’an bana ne diyor, ne söylüyor?” sorusuna cevap arama niyetiyle Kur’an’ı okumaktır. 33 TEMEL AYET “Üzerlerinde ince ince düşünsünler, öğüt ve ibret alsınlar, akıllarını kullansınlar diye, Allah ayetlerini insanlara açıklıyor.” (Bakara suresi, 221, 242. ayetler.) Yukarıdaki ayete göre Kur’an’ı niçin okumalıyız? Yüce Allah, kelamını peygamberlerinin diliyle bize ulaştırmıştır. Hz. Peygamberin görevi sadece Allah’tan aldığı ilahî mesajı insanlara duyurmak değil, o mesajın manasını da açıklamaktır. Bu vazife ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Kendilerine indirilen şeyi insanlara açıklayasın ve onlar da bunu düşünsünler diye sana zikri (Kur’an’ı) indirdik.” (Nahl suresi, 44. ayet.) Yüce Allah bu kitabı, akıl sahipleri anlasınlar diye kolaylaştırmıştır: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer suresi, 17. ayet.) Yüce Allah, Hz. Muhammed’i de son ilahî kitabı insanlara anlatıp açıklamakla görevlendirmiştir. Nitekim o, kendisini kitlelere tanıtırken “Ben apaçık bir uyarıcıyım” (Mülk suresi, 26. ayet.) buyurmuştur. Her insan kendi başına iman, ibadet ve ahlakla ilgili ayetleri anlayabilir ama ibadetlerin uygulamasına yönelik birtakım konular ve sosyal hayata ilişkin bazı ayetlerin yorumu özel uzmanlık alanını gerektirir. Hele hele günümüzde ilimlerin hızla ilerlediği bir çağda hem din dilini yenilemek ve hem de ayetlerin çağdaş yorumunu ortaya koymak daha çok önem taşır olmuştur. Bunun için okuyucunun Kur’an-ı Kerim’in içeriğiyle birebir buluşması, tercüme ve meal saye-sinde olacaktır. Hicrî IV. yüzyıldan itibaren günümüze kadar Kur’an’ın çeşitli dillere tercümesinin yapıldığı bilinmektedir. Tercüme, bir sözün anlamını, başka bir dilde dengi olan bir sözle ifade etmektir. Oysa bir dilden bir başka dile çeviri yapılırken ifade ve metinlerin anlamlarını tam olarak aktarmak mümkün değildir. Dillerin yapısı, edebî ve sanatsal üslup farkı, çeviri yapan kişinin ilmî ya da dinî kapasitesinin yetersizliği gibi nedenler tam bir çevirinin gerçekleştirmesini zorlaştırmaktadır. Ancak Arap dilini, bu dilin esaslarını, farklı ifade tarzlarını detaylarıyla bilen bir kimse Kur’an’ı çevirmeye güç yetirebilir. Meal, bir şeyin özü, varacağı yer ve sonuç demektir. Terim olarak ise bir sözün anlamının aynen değil de genel içeriği ve anlamıyla ifade edilmesine meal denilir. Kur’an-ı Kerim’in hiçbir dile tam olarak çevirisi yapılamayacağı için yapılan çevirilere meal adı verilmektedir. Yapılan mealler, sonuç itibariyle çeviri yapan kişinin Kur’an metninden anladığıdır. Bu sebeple tercüme ve mealler hiçbir zaman Kur’an hükmünde değildir. Kur’an, asıl lafzıyla okunurken insanlar üzerinde bıraktığı derin etkiyi, yapılan tercüme ve meallerde aynen hissetmek mümkün olmaz. Bu çabaların temel hedefi, Kur’an metninden Allah’ın maksadını ortaya çıkarabilmektir. Bunca yapılan mealler arasında eğer hala farklılıklar varsa bunun temel sebebi, tercümenin zorluğundandır. Örneğin “Mâliki Yevmi’d-dîn” (Fâtiha Suresi 1/4) ayetinin çevirisi bazı meallerde şöyle yapılmıştır: 34 “Din gününün (tek) sahibi ve mutasarrıfı.” (Hasan Basri Çantay). “O din gününün maliki Allah’ın.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır). “Hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki.” (Diyanet İşleri Başkanlığı). “(Hamd) ceza gününün sahibi Allah’adır.” (Mahmut Toptaş). “Karşılıkların verileceği/hesapların görüleceği yargı gününün tek sahibidir.” (Yusuf Işıcık). “O din/hesap gününün sahibidir.” (Said Şimşek) İNCELEYELİM Bir Kur’an meali bulup inceleyiniz. Kur’an’da yer alan konular ve Kur’an’ın iç düzeni hakkında bilgi edinmeye çalışınız. Tefsir ise mealden farklıdır. Tefsir, anlamı kapalı olan ve manası zor anlaşılan sözden ne kastedildiğini açığa çıkarma faaliyetidir. Tefsirde sadece kelimelerin tercümeleri, çevirileri değil, yorumlar da yapılır. Kelime ve cümlelerin anlam, hüküm ve hikmetleri açıklanır. Bu iş yapılırken dinî, sosyolojik, felsefi, bilimsel ve psikolojik pek çok veriden faydalanılır. Kutsal kitabımızı anlamak için meallerin yanı sıra tefsirlerden de yararlanırız. Türkçe yazılmış pek çok tefsir kitabı vardır. Bunları okumalıyız. Örneğin bu konuda Elmalı’lı M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı ese-rinden ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış olan “Kur’an Yolu” isimli tefsirden yararlanılabilir. Bunlar dışında yazılmış tefsirlerden de yararlanabiliriz. Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken Hz. Peygamberin sünneti, dinin pratik yönünü teşkil eder. Kur’an okunduğu zaman her insanın anlayabileceği öğütleri içeren ayetler olduğu gibi, anlaşılması ayrı bir ilim ve uzmanlığı gerektirecek ayetler de vardır. Bundan dolayı Kur’an’ın anlaşılmasında Hz. Peygamber’in sünnetine olan ihtiyacımız büyük önem arz eder. Bu açıdan Kur’an’ın anlaşılmasında Pey-gamberimizin sünnetinin büyük önemi vardır. 2. Hz. Muhammed’in Sünneti TEMEL AYET “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş sayılır.” (Nisa suresi, 80. ayet.) Yukarıdaki ayete göre Hz. Peygambere itaat etmek, onun sünnetine uymak niçin gereklidir? 35 Sözlükte sünnet; “tutulan yol, davranış, hüküm, âdet, kanun” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da yer alan şu ayet bu anlamları destekler: “Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu (sünnetullah) böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın.” (Ahzab suresi, 62. ayet.) Dinî bir kavram olarak sünnet, Kuran’dan sonra dinî kaynakların ikincisi olup, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri/onaylarıdır. “Söz, haber, yeni şey” anlamlarına gelen hadis ise sünnetle eş anlamlı sayılabilir. Hadislerin bütünü sünneti oluşturmaktadır. Yukarıda geçtiği gibi sünnet, üç bölümde ele alınır: Sözlü sünnet: Hz. Peygamber’in herhangi bir konuda yaptığı açıklamalardır. “Kâle Rasululah/Allah’ın elçisi şöyle dedi.” diye başlayan hadisler bu gruba girer. Örneğin “Ramazan hilâlini görünce orucu tutun, şevval hilalini görünce orucu yiyin.” (Buharî “Savm” 11; Müslim “Sıyâm” 4, 18.); “Bir kimse uyuyarak ya da unutarak namazını geçirirse hatırlayınca kılsın.” (Ebu Davud “Salat” 11; Darimî “Salat” 26.) şeklindeki hadisler sözlü sünnete örnektir. Fiilî sünnet: Herhangi bir konuda Hz. Peygamber’in yaptıklarının sahabe tarafından görülüp aktarıldığı haberlerdir. “Allah’ın elçisi abdesti şöyle alırdı.” şeklinde nakledilen ifade buna örnek olarak verilebilir. Sahabenin namazın kılınışı ve haccın yapılışı ile ilgili olarak Hz. Peygamberden naklettikleri şu haberler fiilî sünnete örnektir: “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın!” (Buharî “Ezan” 18.), “Hacla ilgili ibadetlerinizi benden öğrenin!” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 318.) Takrîrî sünnet: Hz. Peygamberin, huzurunda sahabe tarafından söylenen sözler ya da işlenen davranışları reddetmeyip susması, onaylaması veya güzel karşılamasıdır. Örneğin su bulunmadığı zaman teyemmümle namaz kılan bir sahabi, namazdan sonra su bulduğu hâlde namazı iade etmemiş, Hz. Peygamber de bunu onaylamıştır. TEMEL HADİS Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Girmek istemeyenler dışında ümmetimin tamamı cennete girecektir.” Bunun üzerine ashaptan orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Rasûlü! Kim girmek istemez?” diye sorduklarında o şöyle buyurmuştur: “Bana itaat eden cennete girer. Bana karşı gelen de cennete girmek istemiyor demektir.” (Buhârî, İ’tisâm, 2.) Sünnet, Kur’an’ı açıklama konusunda çok önemli bir kaynaktır. Dinî bir konuda hüküm verirken hem Kur’an’a hem de sünnete bakılır. Çünkü Kur’an daha çok genel hükümler içerir. Bu hükümlerin geniş anlamda açıklaması ise sünnet sayesinde olmuştur. Kur’an’ın lafzı ve manası Hz. Peygamber tarafından bize iletilmiş ve açıklanmıştır. Kur’an’da emredilen namaz, zekât, oruç vb. ibadetleri doğru bir biçimde ve eksiksiz yerine getirmek ancak sünnetle sağlanabilir. 2.1. Temel Kaynak Olarak Hadis ve Sünnet Hadis ve sünnet, dinî hükümler için Kur’an’dan hemen sonra gelen çok önemli bir ana kaynaktır. Kur’an’daki hükümlerin açıklaması ve Kur’an’da bulunmayan hükümler için sünnete bakılır. Helal ve haram kılma konusunda Kur’an’la sahih sünnet arasında fark yoktur. Temel kaynak olarak sünnetin delil oluşunu gösteren Kur’an’dan bazı ayetler şöyledir: 36 “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin!” (Nisa suresi, 59. ayet.) “Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa suresi, 80. ayet.) “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân suresi, 31. ayet.) “Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab suresi, 36. ayet.) Görüldüğü gibi bu ayetlerde Hz. Peygamber’in buyruklarına uymak gerektiği üzerinde durulmaktadır. Çünkü Kur’an metinleri, Hz. Peygamberin Allah’tan vahiy alarak konuştuğunu bildirmektedir: “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak indirilen bir vahiy iledir.” (Necm suresi, 3-4. ayetler.) Hz. Peygamberden rivayet edilen hadislerde de Kur’an ve sünnete sarılmanın önemi üzerinde durulmuştur. Bu konudaki bazı hadislerden biri şöyledir: “Size iki şey bıraktım. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla yolunuzu şaşırmazsınız; Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.” (Ebû Davud “Sünnet” 5.) ! DİKKAT ÇEKME “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Âl-i İmran suresi, 31. ayet.) Yukarıdaki ayetten hareketle sünnete niçin uymamız gerektiğini arkadaşlarınızla konuşunuz. Bu gibi hadisler, sünnetin dinde bir kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Sünnetin dindeki yerini üç maddede özetlemek mümkündür: Sünnet, Kur’an’ın kapalı ifadelerini açıklar. Buna namazı, zekâtı ve haccı örnek olarak verebiliriz. Namazın nasıl kılınacağını, kaç rekât olduğunu, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceğini, hac ibadetinin nasıl yapılacağını Peygamberimizin açıklama ve uygulamalarıyla öğrenebiliriz. Yine günlük hayatla ilgili helal ve haramlar gibi birçok konuda Peygamberimizin açıklamalarına ihtiyacımız vardır. (A’râf suresi, 157. ayet.) Sünnet, Kur’an’da yer alan hükümleri tamamlayıcıdır. Kur’an’ın mirastan bahseden ayetlerinde anne-babanın, eşlerin ve çocukların mirastan alacakları pay bildirilir.7 Bu hükümler geneldir. Ayetlerde mirastan hisse alacak kişinin özelliklerinden bahsedilmez. Fakat sünnet, her annebabanın ya da eşin vâris olamayacağını haber vermiştir.8 Örneğin vâris, mirasına konacağı kişiyi öldüren birisi olamaz.9 Bunu sünnetten öğreniriz. 7 Nisâ suresi, 11-12. ayetler. 8 Buhârî, Ferâiz 26; Müslim, Ferâiz 1. 9 Tirmizî, Ferâiz 17. 37 Sünnet, Kur’an’da bulunmayan bir kısım hükümler koyar. Buna da yırtıcı kuşların etinin yenmesini haram kılan ve diyetlerle ilgili hükümleri tespit eden hadisler örnek olarak gösterilebilir. Sünnetin açıkladığı ya da bağımsız olarak hüküm koyduğu hususlarda, bu Kur’an’da yoktur, diye karşı çıkmak doğru bir anlayış değildir. Çünkü Hz. Peygamber’e hüküm koyma yetkisini veren bizzat Allah’tır. Hadisler dikkate alınmadığında, sadece o hadis değil, aslında Peygamberimize uymayı emreden ayetler de görmezden gelinmiş olmaktadır. Dolayısıyla Rasulullah’ın yaşam biçimi anlamında sünnet, dinde temel kaynaklardan birisidir. 2.2. Sünneti Anlama Yolları Hadisler, senet ve metinden oluşur. Metne değerini senet kazandırır. Senet, hadisi birbirine aktaran isimlerin meydana getirdiği zincirdir. Hz Peygamber’in sözleri ve davranışlarını ifade eden kısma da metin denir. Hadisleri başta sahabe olmak üzere Peygamberimizden duyarak başkalarına aktaran kişilere ise ravi adı verilir. İşte, sünneti doğru bir şekilde anlamanın yollarının başında, hadisleri senet ve metin bakımından iyi araştırmak gelir. Hadis bilginleri senette yer alan ravileri çok dikkatli bir incelemeye tabi tutmuşlar ve hadisleri kabul etmede belirli şartlar ortaya koymuşlardır. Sünneti anlamada hadis metni üzerinde araştırma yapmanın da önemi büyüktür. Gerçekte Hz. Peygambere ait olduğu kesin olarak belirlenmiş hadisler, Kur’an’ın hükümlerine aykırı düşmez. Eğer düşüyorsa bu ya hadislerin makbul olmaması ya da bizim anlayışımızın eksikliğinden dolayıdır. Sünnetin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için izlenmesi gereken yöntemlerden bir diğeri de hadislere bütüncül bakabilmektir. Farklı rivayetlerde kastedilen anlam, ancak böyle bir bütüncül bakış açısıyla ortaya çıkarılabilir. Örnek olarak elbiseyi uzatma ve bu konuyla ilgili şiddetli ceza içeren hadisleri ele alalım. Bu konuyla ilgili bir rivayette şöyle buyrulur: “Üç kişi vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz: (1) Verdiğini başa kakmak için verip, başa kakan, (2) yalan yere yemin ederek malına revaç sağlayan, (3) elbisesini uzatan.” (Müslim “İman” 46.) Bir başka rivayette de “elbisesi, topuklarının altına uzanan kimsenin cehennemde olduğu” bildirilir. (Buhari “Libas” 4; Nesâî “Zinet” 103.) Bu rivayetlerde geçen “elbisesini uzatan” sözünü hadis bilginleri “kibirlilik/büyüklenme” hâli olarak yorumlamıştır. O hâlde, elbisenin kibirle sürüklenmesi şeklindeki bu belirleme, “elbisesini sürüyen” genel ifadesiyle sınırlandırılmıştır. Rivayetlerde elbisesini uzatan kimsenin şiddetle cezalandırılmasından maksat ise onu kibirle sürükleyen kişidir. Eğer kibir yoksa dinî açıdan elbisenin uzun olması bir şey gerektirmez, sonucuna ulaşılır. DİKKAT ÇEKME ! Hadisleri doğru anlamak bize neler kazandırır? Arkadaşlarınızla konuşunuz. Öte yandan, sabit olmuş hadislerde esas olan, bunların birbiriyle çelişmemeleridir. Eğer hadisler birbirleriyle mana olarak çelişkili gibi gözüküyorsa bize düşen görev, rivayetlerin arasını 38 uzlaştırmaktır. Bu işlem yapıldıktan sonra, bu rivayetlerden birisi tercih edilir. Buna, kadınların kabir ziyaretleriyle ilgili hadisler örnek verilebilir. Bu rivayetlerden birisinde kadınların kabir ziyaretinden men edildiği (Tirmizi “Cenâiz” 61; İbn Mâce “Cenâiz” 40), daha sonra gelen çok sayıdaki rivayette ise artık yasağın kaldırıldığı bildirilmektedir. (Müslim “Cenâiz” 36). Kabirleri ziyaret etmekten maksat “ölümü” hatırlamadır. Ölümü hatırlamaya sadece erkekler değil, kadınlar da muhtaçtırlar. Nitekim Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatıma, babasının amcası Hz. Hamza’nın kabrini her cuma ziyaret eder, ona dua eder ve kabrinin başında ağlardı. Bu nedenle kadınlara kabir ziyaretinin yasaklanması doğru ve mantıklı olmayacaktır. Hadislerin hangi ortam ve olaylarla ilgili söylenmiş olduğunu tespit etmek de sünneti anlama yollarından biridir. Peygamberimizin, ilgili sözünü hangi özel sebep ve gerekçeler üzerine söylediğini araştırmak son derece önemlidir. Buna hurmaların aşılanması ile ilgili hadisi örnek verebiliriz: Bir defasında Hz. Muhammed (s.a.), Medine’de hurmalarını aşılayan halkı görünce onlardan böyle yapmamalarını istemiştir. O yıl aşılanma terk edildiği için hurmalar üzüm vermemiştir. Bunun üzerine Rasûlul-lah: “Ben ancak bir insanım, size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi düşüncemle bir şey emredersem ben ancak ve ancak bir beşerim. Siz dünya işini daha iyi bilirsiniz.” buyurdular.10 Bu örnek bize Hz. Peygamberin peygamberlik yönüyle insani yönünü birbirinden ayırmamız gerektiğini göstermektedir. 2.3. Temel Hadis Kaynakları Hadis ilminin ilk ürünlerini, bazı sahabilerin bizzat Hz. Peygamberden duyup bir arada yazılı bir metin olarak topladığı sahifeler oluşturur. Sahifelere, Kur’an ayetlerinden sonra İslam kültürünün ilk yazılı kaynakları gözüyle bakılır. Bunların en meşhurları arasında Abdullah b. Amr b. As’ın (öl. 93/712) Hz. Peygamber’den bizzat duyduğu 1000 kadar hadisi yazıp bir araya getirdiği “es-Sahîfetü’s-Sâdıka”sı gelir. Ayrıca Hemmam b. Münebbih’in (öl. 101/719) Ebu Hureyre’den duyup yazdığı 138 hadisten oluşan “es-Sahîfetü’s-Sahîha” da bu konuda önemli örneklerdendir. Hemmam bin Münebbih’in talebesi Ma’mer bin Râşid’in (öl. 152/769) “el-Câmi’i” ve öğrencisi Abdurrezzak’ın (öl. 211/827) el-Musannef isimli eseri de bu konuda örnek olarak verilebilir. Herhangi bir konuda veya değişik konularda toplanmış kırk hadisten oluşan “erbeûn” adını taşıyan eserler de yaygındır. İlk erbeûn yazarı Abdullah b. Mübarek (öl. 181/797)’tir. Daha sonraki dönemlerde hadisler, farklı kriterlere göre sınıflandırılarak literatürdeki yerini almıştır. Bu sınıflandırmaları genel olarak iki kısma ayırabiliriz: 1. Hadisi Nakleden Sahabi İsimlerine Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları: Bu tür eserlere Müsned denilir. Elimizdeki en meşhur Müsned, Ahmed b. Hanbel’e (öl. 241/855) ait olan eserdir. DİKKAT ÇEKME ! 40 hadis geleneğinin en ünlüsü, İmam-ı Nevevi’ye aittir. 2. Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları: Bu tür eserlere el-Câmi’, Sünen ve Musannef adı verilir. 10 Müslim, Fedâil 140, 141. 39 Musanneflerin Sünenlerden farkı, sahabe ve onlardan sonraki tabiun neslinin sözlerine de yer vermeleridir. İmam Malik’in el-Muvatta’ adlı kitabı böyle bir eserdir. Sünenlerin en bilinenleri ise Ebu Davud, Nesâî, İbn Mâce ve Dârimî’nin sünenleridir. Konularına göre hadisleri bir araya toplayan eserlerden, daha kapsamlı olanlara ise câmi denir. Bunlarda, sünen ve musanneflerde bulunan fıkıh başlıkları dışında, kıyamet sahneleri, hadislerde yer alan Kur’an tefsirleri gibi dinin bütün alanlarına dair konuların tamamını bulmak mümkündür. Buharî ve Müslim’in kitapları bu türün en önemli örnekleridir ve Camiu’sSahih adıyla bilinir. Bu iki eser, Sahihayn (en sağlam iki hadis kaynağı) olarak bilinir ve kabul edilir. NOT EDELİM İslam dünyasında çok tanınan ve itibar edilen 6 meşhur hadis kitabı vardır. Bunlara kütüb-ü sitte denir. Kütüb-ü sitte; Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Nesâî ve İbn Mâce’nin eserlerinden oluşur. 9meşhurhadiskaynağı(Kütüb-ütis’a)denilincedebunlarailaveolarakAhmedb.Hanbel’in Müsned’i, İmam-ı Malik’in Muvatta adlı eseri ve Dârimi’nin Sünen’i anlaşılır. Hadis konusunda İslam bilginleri çok titiz çalışmalar yapmış ve bize muazzam bir hadis literatürü bırakmışlardır. Hadis olup olmadığı şüpheli olan ya da Peygamberimiz söylemediği hâlde ona nispet edilen rivayetlerle ilgili özel eserler kaleme almışlardır. Mesela Keşfu’l-Hafâ isimli eser, halk dilinde dolaşan meşhur rivayetleri değerlendiren son dönem çalışmalarından biridir. TEMEL HADİS Peygamberimize ait olmayan bir sözü, bile bile o söylemiş gibi aktarmak büyük bir günahtır. Bunu bizzat Allah’ın Rasulü şöyle belirtir: “Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim 38; Müslim, Zühd 72.) Yukarıdaki metin ışığında hadislerle ilgili titiz davranmamız gereken en önemli husus nedir? Arkadaşlarınızla konuşunuz. Emin olmadan, gerekli araştırmaları yapmaksızın her duyduğumuz sözü “Peygamberimiz şöyle buyurmuş…” diye başkalarına aktarmaktan mümkün olduğunca kaçınmalıyız. Böylelikle Peygamberimizin sözleri olan hadislerle ona ait olmayan sözleri birbirine karıştırmayacak ve dinimizi doğru bilgiler ışığında öğrenmiş olacağız. 40 ! DİKKAT ÇEKME Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygambere indirirken ona aynı zamanda Kur’an’ı açıklama görevi de vermiştir. Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken Hz. Peygamber’in sünneti ise dinin pratik yönünü teşkil eder. Kur’an’ın anlaşılmasında Hz. Peygamberin sünnetine olan ihtiyacımız, kayıkçının küreğe olan ihtiyacı gibidir. Nasıl ki bir kayıkçı, kürek olmadan kayığın yönünü tayin edemezse, bir Müslüman da Hz. Peygamberin nebevî sünnetinden yararlanmadan, doğrudan Kur’an’ı salt aklıyla bir bütün olarak anlamada zorlanabilir. Bu sebeple, Kur’an’ın anlaşılmasında ve İslam’ın bir bütün olarak yaşanmasında Hz. Peygamberin sünnetine başvurmak büyük önem taşır. Sünneti, hadisleri dikkate almadan İslam’ı tam olarak yaşamak mümkün değildir. Çünkü Kur’an’da dinin temelleri vardır. Hadisleri dikkate almamızı emreden ise bizat Kur’an’ın kendisidir. Namaz, zekât, hac gibi ibadetleri layıkıyla yerine getirmek, toplumsal meselelerde dinin kurallarını esas almak, ahlakı Kur’an olan Kutlu Peygamber’in uygulamalarını bilmekle mümkün olabilir. 3. Kur’an-ı Kerim Sünnet İlişkisi Kur’an-ı Kerim Yüce Allah tarafından Peygamberimize indirilmiştir. Dolayısıyla onu en iyi bilen ve anlayan kişi Hz. Peygamber’dir. Bu bağlamda Peygamberimizin hadislerinin ve sünnetinin Kur’an’ın anlaşılmasında büyük önemi vardır. Kur’an’da, Nahl suresinin 44. ayetinde, “... İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.” buyrularak Hz. Muhammed’in en önemli görevlerinden birinin Kur’an’ı açıklamak olduğu ifade edilir. Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’de geçen kapalı, mecaz ve anlaşılmayan hususları sözleri ve uygulamaları ile açıklamıştır. Örneğin, Kur’an’da Bakara suresinin 238. ayetinde geçen “ Namazlara ve orta namaza devam edin...” ifadesindeki “orta namaz” dan ne kastedildiği açık değildir. Hz. Peygamber “Orta namaz ikindi namazıdır.” (Tirmizi Tefsir, 3.) hadisi ile ayetteki kapalılığı gidermiştir. Kur’an-ı Kerim’de namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetler açık bir şekilde emredilir. Ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağı ile ilgili teferruatlı bilgiler yer almaz. Müslümanlar ibadetlerin niçin, nasıl, ne zaman yapılacağı gibi hususları Peygamber’imizin sünneti ve açıklamaları sayesinde öğrenirler. Örneğin, abdestin nasıl alınacağı, namazın nasıl kılınacağı, zekâtın hangi mallardan ne oranda verileceği, kurbanın hangi hayvanlardan kesileceği gibi ayrıntıları Hz. Peygamber’in açıklamaları ortaya koyar. Peygamber Efendimiz bir hadisinde, “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de namazınızı öyle kılın.” (Buhari, Ezan, 18.) Tüm bu nedenlerle Kur’an ile sünnet arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Sünnet olmadan Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak, İslam’da emredilen ibadetleri yerine getirmek, kısacası dinimizi doğru bir biçimde yaşamak mümkün değildir. Peygamberimiz de Veda Hutbesi’nde, Müslümanlara Kur’an ve sünneti emanet olarak bıraktığını, bu iki kaynağa uydukları müddetçe doğru yoldan sapmayacaklarını belirtmiştir. Öyleyse her Müslüman Kur’an ve sünneti öğrenmeli, bunlara uymaya önem vermelidir. 41 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İslam dininin temel kaynakları nelerdir? 2. Dinimizin anlaşılıp doğru bir şekilde yaşanmasında hadislerin rolü nedir? 3. Kütüb-ü sitte hangi eserlerden oluşur? 4. Hadisleri doğru anlayabilmek için hangi yöntemlere başvurulabilir? 5. Aşağıdakilerden hangisi Kur’an’ın isimlerinden değildir? A- Furkan B- Kelamullah C- Şifa D- Veda C- 148 D- 6666 6. Kur’an’da kaç sure vardır? A- 114 B- 134 7.Kur’an-ıKerim’ikitaphalinegetirenveçoğaltanhalifeleraşağıdakiseçeneklerdenhangisindedoğru verilmiştir? A- Hz. Ali/Hz. Osman B- Hz. Ebu Bekir/Hz. Osman C- Hz. Ömer/Hz. Osman D- Hz. Ebu Bekir/Hz. Ömer 8. Kur’an-ı Kerim’in temel özellikleri nelerdir? Aşağıdaki şemaya yazınız. 42 3. ÜNİTE İSLAM İNANÇ SİSTEMİ Hazırlık Soruları 1. Ulü’l-azm kelimesinin anlamını sözlükten bulunuz. 2. İman, kader, tevekkül, ecel ve şer kelimelerinin anlamlarını sözlüklerden öğreniniz. 3. Peygamberlerin sıfatları ile ilgili bir araştırma yapınız. 4. Ahiret hayatı hakkında ne biliyorsunuz? Defterinize yazınız. 43 1. Allah’a İman İman, “sözlükte, bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten ve yürekten inanmak” anlamına gelir. Terim olarak ise Allah tarafından getirdiği şeylerde Hz. Muhammed’i gönülden tasdik etmektir. “Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir.” anlamına gelen kelime-i tevhidi diliyle söyleyen ve kalbiyle tasdik eden kimse İslam’a girmiş olur. İmanın ileri derecesi, inanılacak şeylerin her birine açık ve ayrıntılı bir şekilde inanmaktır. İslam’ın inanç esaslarının ilki ve en önemlisi Allah’a imandır. Altı iman esasıyla oluşan İslam binasını bir çadıra benzetecek olursak Allah inancı bu çadırın direği gibidir. Bu sebeple Allah inancı bütün esasların özüdür. Nitekim Hz. Peygamber “İman nedir?” sorusuna, “Allah’a inanmaktır.” (Buharî “İman” 37.) cevabını vermiştir. Kişi, aklını kullanarak Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek zorundadır. Allah katında mümin sayılmak için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yeterli değildir, onun bir tek ilah olduğuna da inanmak gerekir. İnancın tarihinde asıl sorun, Allah’ın varlığına iman edip etmemekte değil, onun birliğine iman edip etmemekte ortaya çıkmıştır. YAZALIM İman esasları ile ilgili bildiklerinizi aşağıya birer cümle ile yazınız. Allah’a iman:…………………………………………...................……………… Meleklere iman:……………………………………..................……………......... Kitaplara iman:……………………………………….................……………….. Peygamberlere iman:………………………………................………………… Ahirete iman:………………………………………..................……………….... Kaza ve kadere iman:…………………………………...............……………….. 1.1. Allah’ın Birliği Allah’a imanda en temel şart, Allah’ın varlığının yanı sıra birliğine de inanmaktır. Onun zat, sıfat ve fiillerinde eşi, benzeri ve ortağı olmadığına iman etmektir. Buna tevhit inancı denir. İnsanlık tarihine baktığımız zaman her ne kadar Yaratıcı bir güç olarak Allah’ın varlığı kabul edilmişse de zaman zaman özellikle başka varlıklara, kurumlara ve nesnelere paylaştırılmak suretiyle tevhit ilkesinden sapılmıştır. Buna Allah’a ortak koşmak manasına gelen “şirk” denilir. Tevhide dayanmayan bir Allah inancı, geçerli değildir. Tevhit “birlemek, bir şeyin bir olduğuna hükmetmek” manalarına gelir. Bu anlamda tevhit, Allah hakkında kullanıldığı zaman “eşi, ortağı ve ben- 44 zeri olmayan bir ve tek ilah” demektir. Bu manada Allah’ın tek ve biricik oluşu “Sizin ilahınız bir tek ilahtır.” (Bakara suresi, 163. ayet.) ve “De ki: O Allah bir tektir.” (İhlâs suresi, 1. ayet.) ayetlerinde vurgulanır. Allah’ın birliği, onun zatında, sıfat ve fiillerinde ortaya çıkar. Allah’ın zatında birliği, onun dengi olarak görülen başka ilahların olmaması, ortağının bulunmaması ve diğer varlıklar gibi parçalardan birleşmiş olmamasıdır. Bir müminin tevhit inancına sahip olabilmesi için tüm bunlara inanması gerekir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın zati birliğini ifade eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: TEMEL AYET “Allah’tan başka ilah yoktur.” (Âli İmran suresi, 62. ayet.) “Allah ile beraber başka ilahlar edinmeyin!” (Nahl suresi, 51. ayet.) “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan bir Allah’tır.” (Bakara suresi, 255. ayet.) İslam öncesi Mekke’de yaşayan putperestler, Allah’la birlikte putları da ilah edindikleri, tarihte Hristiyanlar Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesiyle ulûhiyeti parçaladıkları, Maniheistler İyilik ve Kötülük Tanrısı diye iki tanrı edindikleri için Allah’ın zatında tevhidi ihlal etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan İhlâs suresi, İslam’ın Allah anlayışını ortaya koymaktadır: “De ki: O, Allah’tır, bir tektir. Her şey ona muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır.” (İhlâs suresi, 1-4. ayetler.) Yüce Allah, zatında bir olduğu gibi sıfatlarında da birdir. O, en mükemmel sıfatlara sahiptir. Allah’ın isim ve sıfatlarının başka hiçbir varlıkta bulunmadığını kabul etmek Müslümanların görevidir. Allah’ın bazı sıfatlarıyla insanların sıfatları arasında isim benzerlikleri bulunabilir. Örneğin Allah da işitir, insan da; Allah da görür, insan da; Allah da konuşur, insan da; Allah’ın da ilmi vardır insanların da…. Ancak arada çok temel farklılıklar bulunur. Allah’ın sıfatları sınırsızdır, sonradan kazanılmış değildir. Onda sürekli mükemmel bir şekilde mevuttur. 45 Yüce Allah fiillerinde de tektir. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre Hz. İbrahim, tevhit ilkesi üzerine Allah’ı anlatırken, onun diriltmesi, öldürmesi, güneşin hareketlerini belirlemesi gibi hiçbir insanın güç yetiremeyeceği fiillerini delil göstererek inanmayan muhataplarını susturmuştur. Allah’ı göremeyiz ama onu sıfat ve fiilleri ile tanırız. Allah’ın ortaya koyduğu eserler, yarattığı güzellikler onun mükemmel bir varlık oluşunun kanıtıdır. Bu bağlamda Yüce Allah, fiillerinde de eksiksizdir, mükemmeldir. TEMEL AYET Allah’ın tek ve biricik oluşu Kur’an’da, “Sizin ilahınız bir tek ilahtır.” (Bakara suresi, 163. ayet.) ve “De ki: O Allah bir tektir.” (İhlâs suresi, 1. ayet.) ayetlerinde vurgulanır. Allah’ın birliği, evrendeki mükemmel düzenden, varlıklar arasındaki uyumdan, kâinattaki eşsiz yaratılıştan da kolaylıkla anlaşılabilir. Uçsuz bucaksız evrenin mükemmel bir şekilde yaratılması, gezegenlerin kendi yörüngelerinden sapmaksızın hareketlerini milyonlarca yıldır sürdürmesi, güneşin doğuşu ve batışı, mevsimlerin düzeni, Allah’ın eşsiz yaratıcılığı gibi tek olduğunu da ortaya koyar. ! DİKKAT ÇEKME “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, yer ve gök (bunların düzeni) kesinlikle bozulup gitmişti.” (Enbiya suresi, 22. ayet.) Yukarıdaki ayeti yorumlayınız. Ayete göre Allah’ın birden fazla olması mümkün müdür? Niçin? Arkadaşlarınızla tartışınız. 1.2. Allah’ın Sıfatları Allah’a iman etmek, onun mükemmel sıfatlarını bilip öylece inanmak ve yüce zatını noksan sıfatlardan soyutlamaktır. Yüce Allah’ı bilmenin yollarından birisi de onun sıfatlarını bilmekten geçer. Kur’an’a göre en yüce sıfatlar Allah’a aittir. Biz Allah’ın zatının mahiyetini bilemeyiz. O, aşkın bir varlık olduğu için Hz. Peygamber, Allah’ın zatını değil, sıfatlarını düşünmeyi tavsiye etmiştir. Allah’ın zatını beş duyu organıyla kavramamız mümkün olmadığına göre onun mahiyetinin neden ibaret olduğu hakkında düşünmemiz de doğru değildir. Çünkü insan, ne aklı ne de sınırlı bilgisiyle onun mahiyetini kavrayabilir. Ancak, Allah’ın yüce sıfatlarını ve bunların ne anlama geldiğini kavrayabilir. Böylece Yüce Yaradan’ı tanıyabilir. a. Zatî Sıfatlar (Sadece Allah’a özgü sıfatlar) Vücud: Allah’ın var olması, demektir. Vücudun aksi olan yokluk, Allah hakkında düşünülemez. Onun varlığı kendisinden olup bir başkasından değildir. Kıdem: Allah’ın varlığının başlangıcı olmamasıdır. O, zatı ve sıfatlarıyla kadimdir, ezelîdir. “Evvel odur, Ahir de odur. Zâhir odur, Bâtın odur. Her şeyi hakkıyla bilen yine odur.” (Hadîd suresi, 3. ayet.) 46 Bekâ: Allah’ın varlığının sonunun olmamasıdır. Onun varlığı sonsuzdur. “Sen ölümsüz ve daima diri olan (Allah’a) güven.” (Furkan suresi, 58. ayet.) Kıyam binefsihî: Allah’ın kendisiyle kâim olması ve bu hususta bir başkasına ihtiyaç duymamasıdır. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengindir (hiç bir şeye muhtaç değildir) ve övülmeye en layık olandır.” (Fâtır suresi, 15. ayet.) Vahdâniyet: Tek bir olan, eşi, benzeri ve ortağı bulunmayan anlamına gelir. Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. “Eğer yerde ve gökte ondan başka tanrılar olsaydı yer ve gök (bunların düzeni) bozulurdu.” (Enbiyâ suresi, 22. ayet.) Muhâlefetün li’l-havâdis: Allah’ın sonradan olan yaratıklara benzememesidir. “Hiçbir şey onun benzeri değildir.” (Şûrâ suresi, 11. ayet.) b. Subûtî Sıfatlar (Allah’ın, diğer varlıklarda benzeri olan sıfatları) Hayat: Allah’ın canlı ve diri olması demektir. Hayatın zıddı olan ölüm, Allah hakkında düşünülemez: “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Daima diridir ve yarattıklarını gözetip durur.” (Bakara suresi, 255. ayet.) İlim: Allah’ın bilme sıfatıdır. O, her şeyi bilir. İlmin zıddı olan cehalet, Allah için imkânsızdır: “O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara suresi, 29. ayet.) Semî: Yüce Allah’ın her şeyi işitmesidir: “Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Bakara suresi, 181. ayet.) Basar: Allah’ın her şeyi görmesidir: “Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.” (Bakara suresi, 110. ayet.) Kudret: Allah’ın her şeye gücünün yetmesidir: “Şüphesiz Allah her şeye güç yetirir.” (Nahl suresi, 77. ayet.) İrade: Allah’ın dilemesi ve istemesi anlamına gelir: “Bir şeyi dilediği zaman onun emri, ancak “ol!” demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin suresi, 82. ayet.) Kelam: Allah’ın, seslere, harflere ve bu harflerden meydana gelen kelime ve cümlelere ihtiyacı olmaksızın konuşması demektir: “Allah Musa ile konuştu.” (A’raf suresi, 143. ayet.) Tekvîn: Yok olan bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak, yaratmaktır. 47 1.2.3. Fiilî Sıfatlar İlahî sıfatlar içerisinde, Allah, varlık ve insan ilişkisini ifade eden fiilî sıfatlar da vardır. Fiilî sıfatlar; Allah’ın ilim, irade ve yaratmasıyla meydana gelir. Fiilî sıfatlar, Allah’ın yaratma, şekil verme, yaşatma, gözetme, nimetlendirme, rızıklandırma gibi nitelikleridir. Yüce Allah’ın fiilî sıfatları pek çoktur; bunların hepsini saymak mümkün değildir. DİKKAT ÇEKME ! Allah’ı tanımanın yollarından biri onun sıfatlarını bilmekten geçer. Sıfatlar kavrandıkça Yüce Allah’a olan sevgimiz artar. Ona karşı olan görevlerimizi yerine getirme konusunda gevşeklik göstermeyiz. 2. Meleklere İman “Melek” kelimesi sözlükte elçi, güç ve kuvvet anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak ise melek, Allah’ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen, nuranî ve ruhanî varlık demektir. Melek kelimesinin çoğulu “melâike”dir. İslam’da melek inancı, iman esaslarından biridir. Kur’an-ı Kerim’de meleklere iman etmenin farz olduğunu bildiren birçok ayet vardır. Şu ayet melekleri inkâr etmenin sapkınlık olduğunu açıklar: “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa suresi, 136. ayet.) Ayrıca hadislerde de Hz. Peygamber, iman esaslarını sıralarken Allah’a imandan sonra ikinci sırada meleklere inanmayı saymıştır (Müslim, “İman”, 1.). 2.1. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri Melekler, insandan önce, nurdan yaratılmış; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, yorulmak, gençlik, ihtiyarlık gibi fiil ve özelliklerden uzak varlıklardır. Melekler kanatlı, son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır. Allah’ın emir ve izniyle çeşitli şekil ve kılıklara bürünebilmektedirler. Nitekim Hz. Peygambere Cebrail’in asli suretinde (Tekvir suresi, 23. ayet.); bazen de sahabeden Dıhyetü’l-Kelbi şeklinde göründüğü bildirilmektedir. Yine Cebrail, Hz. Meryem’e, bir insan şeklinde görünmüştür (Meryem suresi, 16-17. ayetler.) Ayrıca Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla bir grup meleğin Hz. İbrahim’e varıp bir erkek evlat müjdeledikleri ve ardından Hz. Lut’a giderek kendisine inananlarla birlikte şehri terk etmeleri gerektiğini söyledikleri haber verilmektedir (Hicr suresi, 59-69. ayetler.). 48 Melekler, Yüce Allah tarafından verilen görevleri eksiksiz yerine getiren itaatkâr varlıklardır. Günah işlemediklerinden dolayı masumdurlar. “İlliyyûn, Mukarrebûn” diye anılan bu melekler, daima Allah’a ibadet ve itaatle meşguldürler. Bunların ibadet hayatı ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onun katındaki melekler kendisine ibadet etmekten, ne çekinirler ne de yorulurlar. Gece gündüz Allah’ı tespih ederler ve usanmazlar.” (Enbiyâ suresi, 19-20. ayetler.) Meleklerin çok önemli diğer bir özelliği de Allah’ın kendilerine yüklediği görevleri içtenlikle yerine getirmeleridir: “Melekler kendilerine her şekilde hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarak ne emredilirse onu yaparlar.” (Nahl suresi, 50. ayet.) Dört büyük melek vardır. Bunlardan Cebrail, peygamberlere vahiy getirmekle görevli (Bakara suresi, 97. ayet.), Azrail, eceli gelenlerin ruhlarını almakla (Nisa suresi, 97. ayet.); Mikâil, tabiat işleriyle (Bakara suresi, 98. ayet.) ve İsrafil ise kıyametin kopması ve ahiret hayatının başlaması sırasında sur’a üflemekle görevlendirilmişlerdir (Neml suresi, 87. ayet.). Melekler, peygamberlere ve diğer müminlere destek olup manevi güç verirler, onları sıkıntılı ve üzüntülü anlarda teselli ederler, kâfirleri ise sıkıntıya sokarlar (Nahl suresi, 28, 32. ayetler.). “Müdebbirât” diye bilinen melekler, kâinatın düzen ve intizamını temin etmekle görevlidirler. Allah’ın yer ve göklerde irade ve kudretinin ortaya çıkmasına aracılık ederler (Nâziat suresi, 5. ayet.). Münker ve Nekir adı verilen sorgu melekleri de vardır. Bunlar ölüye mezarda “Rabb’in kimdir, dinin nedir, kitabın nedir, peygamberin kimdir?”gibi sorular sormakla görevlidirler. Öte yandan insanların iyi ve kötü amellerini yazmaya memur edilen “kiramen katibin” denilen melekler vardır. Bunlar da insanların davranışlarını kayıtlara geçirmekle görevlendirilmişlerdir (İnfitar suresi, 10. ayet.). Cehennemde Allah’ın kendilerine vermiş olduğu görevleri yerine getirmekle görevlendirilmiş meleklerden de bahsetmek mümkündür. Bunların başkanına ”Mâlik” denilmektedir (Tahrim suresi, 6. ayet.). Meleklerin bir başka görevi de insanı korumaktır. İnsanı korumak için önünde ve arkasında takip eden melekler vardır (Ra’d suresi, 11. ayet.). Meleklerden bazıları insanları iyiliğe yöneltip kötülüklerden sakındırır. Peygamberimiz bundan dolayı içimizde iyiliğe çağıran bir ses duyduğumuzda ona uymamızı ister. Onun, meleğin sesi olduğunu belirtir. Bunlardan başka, Allah tarafından verilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirmekle görevlendirilmiş daha birçok melekten bahsetmek mümkündür. 2.2. Meleklere İnanmanın Sağladığı Yararlar Meleklere iman etmenin hayatımıza katacağı birçok güzellikten söz edebiliriz. Her şeyden önce, meleklerin varlığına inanan bir kimse, âlemin başıboş ve sahipsiz olmadığını, her yerde Yaratıcıyı anan varlıkların bulunduğunu düşünür, kalben büyük bir huzur bulur. Meleklere iman, insanlarda sorumluluk duygusunu geliştirir ve otokontrol sistemini geliştirir. Söz ve davranışlarının her an kiramen kâtibin tarafından yazılıp kaydedildiğini düşünen bir kimse, iyi ve güzel davranışlar sergileme 49 ve kötülüklerden uzak durma gayreti içerisinde olur. Doğru ve faydalı işler yapar. Çünkü kıyamet gününde melekler tarafından yazılan iyi ve kötü bütün yaptıkları, insanın önüne getirilecek ve kendisine gösterilecektir (Zilzâl suresi, 6. ayet.). Melek inancına sahip olan bir kimse, kendisini iyiliğe çağıran sese kulak verir ve bu sesin meleğin sesi olduğunu düşünür. Aynı şekilde meleklere inanan bir kimse, karamsarlığa kapılmaz, Allah’ın izniyle darlık ve sıkıntılı durumlarda müminlere yardım eden meleklerin bulunduğunu düşünerek ümitli olur. Meleklere inanan ve bu doğrultuda davranan insanlardan oluşan toplumlarda sevgi, barış ve güven olur. Güzel davranışlar artar; kötülükler azalır. Böyle toplumlar mutlu ve huzurlu yaşarlar. İnsanları korumakla görevli meleklerin var olduğuna inanan kişi, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular da yaşamaz. 2.3. Cin ve Şeytan Cin, sözlükte “örtülü ve gizli varlık, görünmeyen şey” anlamına gelir. Duyu organlarıyla idrak edilemeyen bu varlıklar, duyu ötesi alana ait varlıklar olup bunların mahiyetini kavrayamayız. Cinlerin varlığı ve mahiyetlerine dair bilgiler ancak ilahî vahiy yoluyla kısmen bilinebilir. Kur’an-ı Kerim’de cinlerin dumansız, yalın ateşten yaratıldıkları belirtilir. Ayrıca Kur’an’da “Cin suresi” adıyla müstakil bir sure vardır. Bu bakımdan cinlerin varlığına her müminin inanması gerekir. Cinler, gaybı bilmezler. Zira gaybın bilgisi sadece Allah’a aittir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.” (Sebe’ suresi, 14. ayet.) Bu itibarla cinlerin insanların bilmediği, geçmişe ve şu ana ait bazı olayları bilebildikleri ileri sürülse de bu kesinlikle yanlıştır. Cinler de insanlar gibi Allah’a ibadet etmekle sorumlu tutulan varlıklardır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât suresi, 56. ayet.) Cin suresinde, cinlerin Allah’a iman eden ve iyi işler yapanları olduğu gibi, kötülerinin de bulunduğu belirtilir. Şeytan, insanları saptırmaya çalışan azgın, kibirli ve gözle görülmeyen bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim’de İblis kelimesi bir yerde şeytan (Sebe’ suresi, 20. ayet.), diğer yerlerde ise şeytanların atası olarak geçmektedir (Şuara suresi, 95. ayet.). Kur’an, şeytanın ateşten yaratıldığını nakleder (A’raf suresi, 12. ayet.). Yüce Allah, Kur’an’ın pek çok yerinde “Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara suresi, 208. ayet.) buyurmak suretiyle inananları uyarmıştır. Buna göre şeytan, insanın düşmanıdır ve onu saptırmak ister. Kötü işleri güzel göstermek için ona telkinde bulunur (Ankebût suresi, 38. ayet.). DÜŞÜNELİM Şeytanın kötü özellikleri ile ilgili neler biliyorsunuz? Eûzü besmele çekmekle şeytandan korunma arasında nasıl bir ilgi olabilir? Arkadaşlarınızla konuşunuz. Şeytan ve cinlerin inançlı ve ihlaslı insanlar üzerinde hiçbir gücü ve tesiri olamaz. İnanan bir kimsede iyi nitelikler bulunursa cin ve şeytanlardan gelebilecek kötülüklere karşı, Allah’ın koruyuculuğu devreye girecektir. (İsrâ suresi, 63. ayet.). Şeytanın ve inkârcı cinlerin hâkimiyeti ve zararı, ancak onları dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar için söz konusudur (Nahl suresi, 99-100. ayetler.). 50 NOT EDELİM Bizler Felak ve Nâs surelerini sık okuyarak kötü varlıklardan, zararlı şeylerden ve şeytandan Allah’a sığınmış oluruz. 3. Kitaplara İman NE DERSİNİZ? İlahî kitapların diğer kitaplardan ayrılan yönleri nelerdir? Allah’ın gönderdiği kitaplara inanmak, temel iman esaslarındandır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde birçok açıklama vardır. Söz gelimi, Kur’an’ın ikinci suresinin başında doğru yolda olanların özellikleri sayılırken, onların, Hz. Peygamber’e ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere iman ettikleri belirtilir. Aynı surenin sondan bir önceki ayetinde de “müminlerin Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandıkları” ifade edilir. Ayrıca bir ayette “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa suresi, 136. ayet.) buyrularak, ilahî kitapları inkâr eden kimsenin dalalet içinde olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber de bir hadislerinde, Allah’ın gönderdiği kitaplara inanmanın bir inanç esası olduğunu bildirmiştir. 3.1. İlahî Kitaplara İnanmanın Gerekliliği İnsan, Allah’ın sorumluluk yüklediği bir varlıktır. Allah, mesajlarını gönderdiği kitaplar ve görevlendirdiği peygamberlerle bildirmiş, insanın temel sorumluluklarını bu şekilde açıklamıştır. Ancak peygamberler ölümlü varlıklar oldukları için Allah’ın onlar vasıtasıyla bildirdiği mesajlar peygamberlerin vefatı ile son bulabilir. Kitaplar ise daha süreklidir. Bu bakımdan Yüce Allah peygamberlerine kitaplar göndermiştir. Şu ayette Allah’ın kitap göndermesindeki hikmetlere değinilmektedir: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi.” (Bakara suresi, 213. ayet.) İlahî kitaplara inanmak, peygamberlere ve meleklere imanın da gereğidir. Çünkü vahiyleri melekler peygamberlere iletir, peygamberler de insanlara açıklayıp öğretir. 51 İnsan, aklıyla Allah’ı bulabilir ama Rabb’ine nasıl kulluk edileceğini kitaplar olmadan bilemez. İşte insan bu ilahî kitaplar sayesinde hayatın anlamını kavrar, insani değerlerin önemli olduğunu idrak eder, iyi ve kötü davranışların neler olduğunu bilir. İnsanı yaratan Allah, kullarının kuvvetli ve zayıf noktalarını çok iyi bildiği için onların mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlayacak ilahî kitaplar göndermiştir. Dolayısıyla ilahî kitaplara inanmak, insanın huzur ve mutluluğu için de gereklidir. 3.2. İlahî Kitaplar ve Özellikleri Allah’ın gönderdiği büyük kitaplara ilahî kitaplar denir. Suhuf ise dar bir çevrede, küçük toplulukların ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen ve birkaç sayfadan oluşmuş küçük kitap ve risalelere denilir. Hz. Âdem’e 10 sayfa, Hz. Şît’e 50 sayfa, Hz. İdrîs’e 30 sayfa, Hz. İbrâhim’e 10 sayfa olmak üzere toplam 100 sayfa gönderilmiştir. Suhuflar günümüze kadar ulaşmamıştır. Biz suhufların varlığını Kur’an ve hadislerden öğreniyoruz. Yüce Allah, insanlığı eğitmek için sayfalardan başka kitaplar da göndermiştir. Bunlardan Zebur Hz. Davut’a indirilmiştir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davut’a da Zebur’u verdik.” (İsrâ suresi, 55. ayet.) Zebur, ilâhî kitapların en küçüğüdür. Allah’ın vahiy yoluyla Hz. Musa’ya gönderdiği ilahî kitabın adı Tevrat’tır. Kur’an-ı Kerim’de Tevrat ve diğer ilahî kitaplarla ilgili ayetler vardır. (Bakara suresi, 75; Âl-i İmrân suresi, 93; Mâide suresi, 44, 66, 68, Tevbe suresi, 111; Fetih suresi, 29; Sâf suresi, 6; Cum’a suresi, 5.). Tevrat, Hz. Musa’dan altı asır kadar sonra yazıya geçirilmiştir. Tarihî kayıtlara göre ilk kez Asur Kralı Buhtunnasr Kudüs’ü işgal edince Tevrat nüshalarını yaktırmıştır. Yahudilere göre Azra isimli biri yüz sene sonra Tevrat’ı ezberinden tekrar yazmıştır. Yine kaynaklara göre Roma Kralı Artiokus da Filistin’i işgal ettikten sonra Tevrat nüshalarını ikinci kez yaktırmıştır. Müslümanlar, Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği Tevrat’a, bu ilahî kitabın Allah’tan gönderildiği şekline inanırlar. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Kitap, “yazmak, dikmek, bağlamak ve farz kılmak gibi anlamlara gelen kitap, terim olarak “yazılmış sayfalardan oluşan eser” demektir. Suhufisedarbirçevrede,küçüktopluluklara,ihtiyaçlarınacevapverebilecekşekildeindirilensayfası çok olmayan küçük kitap ve risalelere denilir. 52 İncil, Hz. İsa’ya verilen kutsal kitabın adıdır. Hristiyan dünyasında genel kabul gören; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinden başka; Barnaba İncili ve Saint Thomas İncili de meşhur İncil metinleri arasında yer alır. Özellikle Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri, Hz. İsa’nın hayatı hakkında, sonraki nesillerden gelenlerin verdikleri bilgileri bir araya getiren kitaplardır. Hz. İsa Aramice konuştuğu hâlde bugün Hıristiyanların elinde bulunan kitapların hepsi Grekçedir. İncil Hz. İsa hayatta iken yazıya geçirilememiştir. İncil de Hz. İsa’dan altmış yıl kadar sonra yazıya geçirilmiştir. İncil’de Hz. İsa’nın öğütleri, vaazları ve tavsiyeleri önemli yer tutar. Biz bütün ilahî kitapların Allah tarafından indirildiğine iman ederiz. Bu kitapların gönderildiği peygamberlere de inanırız. Bu konuda her Müslüman Hz. Peygamber’in tavsiyesi doğrultusunda hareket etmelidir: “Ehl-i kitabı tasdik de etmeyiniz, tekzip de. Biz Allah’a ve bize indirilene, İbrahim, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle diğer peygamberlere verilenlere inandık” (Bakara suresi, 136. ayet.) deyiniz.” (Buharî, “İ’tisâm”, 25.) İlahî kitaplar arasında inanç esasları ve ahlaki ilkeler yönüyle ortak esaslar vardı. Bugün için bize kadar hiçbir değişikliğe uğramaksızın tevatür yoluyla gelen ilahî kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran birçok özellikten bahsedilebilir. Bunlardan bazıları şunlardır: Kur’an-ı Kerim’in hem lafzı ve hem de manası mucizedir. O, insanda hayranlık uyandıran bir eşsizliğe sahiptir. Onun bir benzerini getirmek, insanoğlu için imkânsızdır. Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e toptan değil, zamanın ve olayların akışına göre parça parça indirilmiştir. Bu da Kur’an’ın ezberlenmesini, yazıya geçirilmesini, anlaşılmasını ve yaşanmasını kolaylaştırmıştır. Kur’an evrensel bir kitaptır. tüm insanlığa gönderilmiştir. Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkeler çağlar üstüdür, belli bir zamanla sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir. Kur’an, indirildiği şekliyle günümüze kadar gelmiş, varlığını korumuştur. 3.3. İlahî Kitaplara İnanmanın Sağladığı Faydalar İnsan, gerek Yüce Rabbine gerekse diğer varlıklara karşı nasıl davranması gerektiğinin bilgisini ilahî kitaplardan öğrenir. İlahî kitaplar birçok ahlaki değerden bahseder. İnsan bu değerleri öğrenip yaşadıkça ahlaki anlamda yücelir. İnsan, her ne kadar Allah’ı, kendisine verilen akıl nimetiyle tanırsa da, Yaradan’ın isim ve sıfatlarını ayrıntılı bir biçimde ancak ilahî kitaplar sayesinde öğrenebilir. İnsan, Allah’ın isim ve sıfatları konusunda ne kadar doğru ve sağlıklı bilgi sahibi olursa Allah’a karşı sevgi ve saygısı da o oranda artar. İlahî kitaplar olmasaydı insanlar Allah’a nasıl kulluk edileceğini, ibadetlerin neler olduğunu ve yaratılış gayelerini bilemezlerdi. Biz Allah’a karşı kulluk görevlerimizin neler olduğunu, Rabb’imizin bizi niçin yarattığını ve hayatın anlam ve amacını ilahî kitaplardan öğrenebiliriz. İlahî kitaplar olmasaydı öldükten sonraki hayat, ahiret hâlleri, cennet, cehennem gibi konulardaki detaylı bilgileri bilemezdik. 53 İlahî kitaplara iman, hayatın anlamının ne olduğunu, insanın Allah’la, insanın hemcinsleriyle ve insanın diğer varlıklarla nasıl ilişki kurması gerektiğine dair bilgileri de ihtiva eder. Bütün bu bilgiler insanın kendisi ve çevresiyle barışık olmasını sağlar. Bugün dünyada bir düzen, hak-hukuk ve birbirine saygı temelli bir bakış açısı varsa bunun en önemli sebeplerinden biri ilahî kitapların ortaya koyduğu ilkelerin etkisidir. Genelde bütün ilahî kitaplar, özelde ise Kur’an-ı Kerim, bir yaşama kılavuzu olarak gönderilmiştir. Bütün insanlığın ve Müslümanların bu son ilahî mesajı iyi anlama ve yaşama yolunda gayret sarf etmeleri kendi yararlarınadır. 4. Peygamberlere İman Peygamberlere iman, insanlara doğru yolu göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah’tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah her Müslüman’a, aralarında herhangi bir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmayı emretmiştir: “Peygamber kendisine Rabbi tarafından indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız...” dediler. (Bakara suresi, 285. ayet.) Bu sebeple peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini tasdik etmemek küfür sayılmıştır: “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte gerçekten kâfirler bunlardır...” (Nisâ suresi, 150-151. ayetler.) ayeti bu durumu ifade eder. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Resul: Kendisine yeni bir şeriat ve ilahî kitap verilmiş peygamber. Nebi: Önceki peygamberin getirdiği ilke ve kitapları insanlara aktaran peygamber. İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin sayısı yirmi beştir. Gönderilen peygamberlerin tamamının sayısı konusunda Kuran’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bir hadiste peygamberlerin sayısının 124.000 olduğu haber verilmektedir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266). Fakat bir ayette “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıs- 54 salarını anlattığımız kimseler de var. Sana kıssalarını bildirmediğimiz kimseler de var...” (Mü’min suresi, 78. ayet.) buyrulması göz önünde bulundurulursa peygamberlerin sayısı ile ilgili kesin bir rakam olmamakla birlikte bütün peygamberlere inanmak gerekir. 4.1. Peygamberlere İnanmanın Gerekliliği İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere her zaman ihtiyacı vardır. Her ne kadar insan yaratılırken akıl, bilinç, idrak, seçme imkânı gibi birtakım yeteneklerle donatılmış ve bu yetenekler sayesinde kendisi, çevresi ve diğer yaratıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar yeterli değildir. İnsanın akılla bilmesinin mümkün olmadığı hususlarda elinden tutulması ve yolunun aydınlatılması gerekmektedir. İşte yarattığı insanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah, hikmetinin, lütuf ve yardımının bir sonucu olarak insanlara peygamberler göndermiştir. İnsanlar kendi akıllarıyla Allah’ın varlığını, birliğini anlayabilirlerse de ona ait birtakım yüce sıfatları tam olarak bilmeleri mümkün değildir. Allah’a nasıl ibadet edileceğini, ahiretle ilgili konuları da bilemezler. Dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak, fikir ve ahlak bakımından yücelmek, ancak peygamberlerin öğrettiği buyrukları yerine getirmekle mümkün olabilir. İşte yüce Allah, insanların bu ihtiyacını gidermek için peygamberler göndermiştir. Peygamberler gönderilmemiş olsaydı insanlar iyi, doğru ve güzeli bulmada, faydalı ve zararlıyı ayırt etmede zorlanacaklardı. Hatta çoğu zaman da bu hususlarda duygularının, geçici arzu ve isteklerinin ya da geleneklerin baskısı altında kalacaklar, gerçek doğru ile pratik yararı birbirine karıştıracaklardı. İşte bu ve benzeri sebeplerle Allah rahmetinin bir sonucu olarak peygamberler göndermiştir: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ suresi, 107. ayet.) İnsanın belli işlerle sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi ve bundan dolayı onlara sevap ve ceza verilebilmesi için bilgilendirilmesine, bunun için de peygamber gönderilmesine ihtiyaç vardır. Böylelikle ahirette insanların “bilmiyorduk, bize peygamber gönderilmedi” diye Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin önüne geçilmiş olmaktadır: “Biz müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra insanların, Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın...” (Nisâ suresi, 165. ayet.) 4.2. Peygamberlerin Özellikleri Yüce Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler insanlar arasından seçilmişlerdir. Onlar da diğer insanlar gibi oturup kalkar, yer içerler, gezerler, evlenip çoluk çocuk sahibi olurlar, hastalanır ve ölürler. Bu yönleriyle peygamberler, bütün insanlarla ortak özelliklere sahiptirler. İlâhî emir ve yasaklarla yükümlülük konusunda peygamberler de diğer insanlar gibidirler. Fakat onlar Allah’ın seçtiği elçileri olup insanların kendilerini örnek aldıklarının bilinci içindedirler. Bu sebeple varlıkta ve yoklukta, sevinç ve tasada Allah’a şükrederler. Haset etmek, içi 55 dışına uymamak gibi kötü huylardan hiçbiri onlarda bulunmaz. Her peygamberde bazı niteliklerin bulunması gerekli ve zorunludur. Bu nitelikler şunlardır: Sıdk: Peygamberler doğru sözlü ve dürüst insanlardır. Onlar asla yalan söylemezler. Eğer söyleyecek olsalardı halkın güven duygusunu kaybederlerdi. O zaman da peygamber gönderilmesindeki gaye ve hikmet gerçekleşmemiş olurdu. Emanet: Peygamberlerin hepsi emin ve güvenilir kişilerdir. Emanete asla hainlik etmezler. Bu konuda bir ayette şöyle buyrulur: “Bir peygamber için emanete hıyanet yaraşmaz...” (Âl-i İmrân suresi, 161. ayet.) Bu sebeple Hz. Muhammed’e Mekkelilerce ‘el-emîn’ yani güvenilir insan lakabı verilmiştir. İsmet: Peygamberler günah işlemezler, kötülüklerden kaçınırlar. Onlar masumdurlar. İnsan olmaları sebebiyle günah derecesinde olmayan birtakım ufak tefek hataları bulunabilir. Ancak onların bu hatası yüce Allah’ın kendilerini uyarmasıyla derhâl düzeltilir. Peygamberlerin bu tür küçük hatalarına “zelle” denilir. İsmetin karşıtı olan masiyetten (günah işlemek) Allah onları korumuştur. Peygamberler örnek ve önder kişiler oldukları için konumlarını zedeleyecek davranışlardan da uzaktırlar. Fetanet: Peygamberler zeki ve akıllı kişilerden seçilmiştir. Eğer onlar zeki ve akıllı olmasalardı hitap ettikleri kişileri ikna edemezler, toplumsal dönüşümü sağlayamazlardı. İnsanları kökleşmiş yanlış inançlarından vazgeçiremezler, hak dine inanmayanları ikna konusunda başarılı olamazlardı. Tebliğ: Peygamberler Allah’tan aldıkları ilahî mesajı artırma ve eksiltme yapmadan, olduğu gibi toplumlarına duyurmuşlardır. Onların bu niteliğine “tebliğ” denilir. Tebliğin karşıtı olan gizlemek (kitman) peygamberler hakkında düşünülemez. “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah’ın elçiliğini tebliğ etmemiş olursun” (Mâide suresi, 67. ayet.) mealindeki ayet, bu nitelik ve özellikten söz etmektedir. 4.3. Peygambere İnanmanın Sağladığı Faydalar Peygambere inanmanın birey ve topluma sağladığı birçok yarar vardır. İnsan akıl yardımıyla Allah’ı, nübüvvetin gerekliliğini, hayatta iyi ve kötü, faydalı ve zararlı olan şeyleri bilebilir. Ancak namazın nasıl kılınacağını, kaç rekât olduğunu, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceğini, hac ibadetinin nasıl yapılacağını peygamberlerin açıklama ve uygulamalarıyla öğrenebilir. Yine günlük hayatla ilgili helal ve haramlar gibi birçok konuda peygamberlerin açıklamalarına ihtiyacımız vardır (bkz. A’râf suresi ,157. ayet.). Bundan dolayı, Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy dinin teorik yanını oluştururken, peygamberlerin söz, davranış ve onaylamaya dayalı uygulamaları, dinin pratik yönünü teşkil eder. Peygamberler sadece dinin uygulanmasıyla ilgili konularda değil, birtakım sanat ve teknik konularında da toplumlarına yol göstermişlerdir. Örneğin Müslüman toplumlarda Hz. Nuh, ma- 56 rangozların; Hz. İdris terzilerin piri olarak nitelendirilir. Gerçekten de Kur’an’da her bir peygamberin kendi döneminde toplumlarının hem ahlaki alanda, hem sosyal hem kalkınma hem de uygarlık yolunda gelişmeleri için farklı örneklikleri anlatılmıştır. Örneğin bu bağlamda Hz. Lut ahlaki öğretilerin temsilcisi, Hz. Davut uygarlığın ham maddesi demirin nasıl işleneceğinin,savaş aletlerinin nasıl yapılacağının ve Hz. Musa hukukun öncüsü olarak gösterilmiştir. Peygamberler, ideal toplum hayatında huzurlu bir yaşam biçiminin odağına “tevhit, adalet ve hakkaniyet ilkelerini” koymakla sosyal barışın önderliğini yapmışlardır. Şu ayet, evrensel değerler alanında bu gerçeği çok güzel anlatır: “Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl suresi, 90. ayet.) Peygamberler, en büyük eğitimcilerdir. Onların bu alanda bize bırakmış oldukları miraslarından davranış modelleri çıkarmalıyız. Yoksa sadece “Peygamberlere iman ettim.” demek yetmez, “Peygamberlere iman etmem nasıl davranmamı, neler yapmamı gerektirir?” sorusuna verilecek cevap, asıl maksadı ortaya koyacaktır. 5. Ahirete İman Ahiret kelimesi sözlükte “son, sonra olan ve sonrakiler” anlamına gelir. Bununla bir yandan dünyanın sonu, bir yandan da ölümle başlayan dünya hayatından farklı sonsuz hayat kast edilir. Terim olarak ahiret, ölümden sonra başlayan ve yeniden dirilişten sonra ebediyete kadar devam edecek olan hayat demektir. Kur’an-ı Kerim’de ahiret gününe, orada mü’minler Allah’a kavuşacakları için “kavuşma günü” (Mü’min suresi, 15. ayet.), Allah’a iman etmeyenlerin kaybetmelerinden dolayı “aldanma günü,” insanlar ve bütün mahlûkat bir araya toplanacakları için “toplanma günü” (Tegâbün suresi, 9. ayet.), herkesin kabirlerinden çıkacağı için “çıkış günü” (Kâf suresi, 34. ayet.) gibi isimler verilmiştir. Ahirete iman İslam’ın temel inançlarından biridir. Bu konuda gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamberin hadislerinde birçok delil vardır. Bakara suresinin ilk ayetlerinde “kesin olarak ahirete iman etmek” vurgulanmıştır. Bir başka ayette “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa suresi, 136. ayet.) buyrularak ahireti inkâr eden kimsenin dalalet içinde olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber de iman esasları içerisinde ahiretin gerçek olduğuna inanmayı saymıştır. 5.1. Ahirete İnanmanın Gerekliliği Ahirete inanmanın gerekliliği konusunda birçok neden göstermek mümkündür. Başta bütün peygamberler, kıyametten, insanların hesaba çekileceğinden, dünya hayatından sonra ayrı bir hayat kurulacağından, iyilerin cennette, kötülerin cehenneme gideceğinden söz etmişlerdir. 57 İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsandaki adalet duygusu, ahirete inanmayı zorunlu kılar. Esasen insanlardaki adalet duygusunun temeli de Allah’ın adil olmasıdır. Çeşitli sebeplerden dolayı bu dünyada birçok insan, işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Bu açıdan, adaletin tam olarak gerçekleşeceği ahiretin olması zorunludur. İnsandaki sorumluluk duygusu, ahiretin varlığına inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki hâline! Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız.” (Sâd suresi, 27-28. ayetler.) İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, ahirete inanmanın gerekliliğini ortaya koyar. İnsan, ölümü istemez ve sevmez. Sevdikleriyle birlikte mutlu ve ebedî bir hayat arzular. İnsana bu isteği ve duyguyu veren, Allah’tır. İnsan ebedîliği bu dünyada değil, ahirette aramalıdır. Çünkü dünya geçicidir. İşte gerçek anlamda diriliş gününe inanan bir kimse, ebedîliği burada değil, ötede bulacağını bilir, ona göre bir yaşam biçimi belirler. Ahiret inancı insanın ebedî yaşama arzusu ve ihtiyacına cevap verir. 5.2. Ahiret Hayatının Evreleri Ahiret hayatının evreleri denince yeniden dirilişten sonra mizan, sual, hesap, organların konuşması, sayfaların açılması ve ondan sonraki durumlar kastedilir. Ahiret hayatının belli başlı evreleri şunlardır: Mizan Mizan, sembolik anlamda amelleri tartan bir terazi ve adalet manasına gelir. Allah, dinî açıdan sorumlu tutuğu kimselerin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduklarını belirlemek için ahirette teraziler kuracaktır. Burada sevap ve günahlar tartılacaktır. Bu tartıların mahiyetini tam olarak Allah’tan başkası bilemez. Mizanın gerçekliği ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de ayetler vardır: “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde adaletsizlik edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.”(Enbiyâ suresi, 47. ayet.) “Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin tartıları hafif gelirse artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir. (Çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler.” (Mü’minûn suresi, 102-103. ayetler.) Sayfaların Açılması Kıyamet gününde sayfaların açılması ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle bahsedilir: “(Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında.” (Tekvir suresi, 10. ayet.) Diğer taraftan organların konuşacağına dair bir haber de şöyledir: “Yapmış olduklarına dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerine şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Nur suresi, 24. ayet.) Bir başka ayette 58 de “Siz ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.” buyrulur. (Fussilet suresi, 22. ayet.) TEMEL AYET “Bizkıyametgünüiçinadaletterazilerikurarız.Artıkkimseyehiçbirşekildeadaletsizlikedilmez.(Yapılaniş)birhardaltanesikadardahiolsa,onu(adaletterazisine)getiririz.Hesapgörenolarakbiz(herkese) yeteriz.” (Enbiya suresi, 47. ayet.) Yukarıdaki ayete göre mümin dünyada nasıl yaşamalıdır? Arkadaşlarınızla konuşunuz. Sırat Sırat, cennetle cehennem arasında bir yoldur. Bu bağlamda sıratın varlığı da bir gerçekliktir. Kur’an’da buna şöyle delil getirilir: “Bize doğru yolu göster, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yolunu…” (Fatiha suresi, 6-7. ayetler.) Hesap görüldükten sonra sırat üzerinden cennetlikler hızla geçecek, cehennemlikler de ateşin üzerine düşeceklerdir. Bir başka açıdan, cennet ehli cehennemin kapısına uğrar, cehennem ehli orada alıkonularak içeri alınır, cennet ehli ise oradan geçerek kurtulur. Bu durum şu ayette açıklanan manaya uygundur: “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabb’in için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.” (Meryem suresi, 71-72. ayetler.) Şefaat Şefaat, “günahkâr müminin bağışlanması, günahı olmayanların ise derecelerinin yükseltilmesi için izin verilen kimselerin Allah nezdinde aracılık yapması” manasına gelir. Kur’an’dan şu ayetler şefaatın varlığına delildir: “(Onlar) Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler.” (Enbiyâ suresi, 28. ayet.) “Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” (Mü’min suresi, 7. ayet.) Hz. Peygamber de “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Tirmizî “Sıfatü’l-Kıyame” 2359) buyurmuştur. Bu ayetlerden ve hadisten anladığımız kadarıyla Allah’ın izin verdiği kimseler şefaat edecektir. Ahirete İnanmanın Sağladığı Faydalar Ahirete inanmanın birey ve toplum hayatı açısından pek çok faydası vardır. Öncelikle ahirete iman, ebediyet isteği olan ve ebedî saadet isteyen insana tatmin duygusu verir, onun huzurlu, mutlu ve kendisiyle barışık olmasını sağlar. Ahiret gününde, yaptıklarından hesaba çekileceğine, cennet ve cehenneme inanan bir kimse daha dikkatli, kontrollü ve erdemli bir hayat yaşar, sorumluluk duygusunu daima canlı tutar. Ahirete iman, insan hayatına bir hedef ve yön verir, yaratılıştaki gaye ve hedefi öğretir. Bu hedefler doğrultusunda insan, sevap kazanmak amacıyla iyi ve güzel davranışlarda bulunur. 59 Ahiret inancına sahip insanların oluşturduğu toplum doğruluktan ayrılmaz, ahlaki ilkelere önem verir ve onları uygulamaya çalışır. Özellikle ahiret inancı, insanların kalbine barış duyguları yerleştirir. Çünkü insan bu dünyanın geçici olduğunu bilir ve insanlarla iyi geçinmeye çalışır. Bağışlayıcı yönünü ön plana çıkarır. Ahiret gününün gerçek oluşuna yürekten inanan ve bu inancına göre yaşayan fertler; ölüm, acılar, felaketler hatta haksızlıklar karşısında sabırlı olur, metanetini korur ve dayanma gücü elde eder. Ahiret inancı birçok olumsuzluğun sebebini teşkil eden ihtiras hastalığını yok eder, insanlarda başkalarına iyilik ve yardım etme anlayışını geliştirir, paylaşma ahlakının yaygınlaştırılmasına güç katar. 6. Kaza ve Kadere İman Kaza ve kadere iman, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazaya da inanmış olur. Kader ve kaza, iman esaslarından söz eden ayetlerde zikredilmemiştir. Ancak her şeyin Allah’ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden ayetlerin yanı sıra, ilahî ilmin olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten ayetlerde bu esas vurgulanmıştır. Bu ayetlerin bir kısmı şunlardır: “...Onun (Allah’ın) katında her şey bir ölçü (miktar) iledir.” (Ra`d suresi, 8. ayet.) “...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân suresi, 2. ayet.) “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez...” (Tevbe suresi, 51. ayet.) Hz. Peygamber de Cibril hadisi diye bilinen hadiste olduğu gibi, çeşitli hadislerinde kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrail (a.s.) Peygamberimiz’e, “İman nedir?” diye sormuş, o da “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır.” cevabını vermiştir (bk. Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9). İşte belirtilen bu ayetler ve hadisler çerçevesinde kaza ve kadere inanmak gerekir. TEMEL HADİS Cebrâil (a.s.) Peygamberimize, “İman nedir?” diye sormuş, o da, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını vermiştir. (bk. Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9) 60 6.1. Kaza ve Kaderin Anlamı Sözlükte “ölçmek, tahmin etmek, ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret” anlamlarına gelen kader, terim olarak Allah’ın ezelden olmuş ve ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini bilip o şekilde takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah’ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O hâlde kader, Allah’ın ilmi doğrultusunda, kâinatı ve ondaki her çeşit varlığı belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilahî bir kanundur. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer suresi, 49. ayet.); “Onun katında her şey bir ölçüyledir.”(Ra’d suresi, 8. ayet.); “Kâinatta mevcut her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir miktar ile indiririz.” (Hicr suresi, 21. ayet.); “Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan suresi, 2. ayet.) Sözlükte “hükmetmek, emretmek, ödemek, ölçüp biçip yapmak, ihtiyacını gidermek, mahkeme etmek” gibi anlamlara gelen kaza ise bir inanç terimi olarak “Allah’ın ezelî ilmiyle takdir ettiği şeylerin zamanı gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır.” Nitekim şu ayetlerde kaza, bu anlamlarda geçer: “Allah bir şeyin olmasına hükmedince, ona ol, der, o da oluverir.” (Âl-i İmran suresi, 47. ayet.) 6.2. Kader ile İlgili Kavramlar İrade İrade, sözlükte “istek, arzu, dilek, emir, sevk ve güç” gibi manalara gelmektedir. Buna göre irade; bir şeyin yapılmasına da yapılmamasına da muktedir olan hayat sahibinin bu iki şıktan birine kendi isteğiyle seçmesidir. İrade, küllî ve cüz’î diye ikiye ayrılır: Küllî irade, Allah’ın mutlak iradesi demektir. Allah’ın sübutî sıfatlarından biri de irade sıfatıdır. Allâh dilediğini, dilediği zaman, dilediği şekilde yapar. O, bir şeyin olmasını istediğinde, kendisine engel olacak hiçbir güç yoktur. Bir şeyin olmasını dilediği zaman ona “ol” der, o da hemen oluverir. (Yâsin suresi, 82. ayet.). Kur’an’da Allah’ın iradesiyle ilgili olarak “Allah dilediğini yaratır.” (Âl-i İmrân suresi, 47. ayet.) denilmiştir. Hz. Peygamber de “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Edeb, 110.). Cüzi irade ise, Allah’ın kula verdiği, seçme yeteneği ve özelliğidir. İnsanı sorumlu kılan da budur. Eğer Allah insana irade özgürlüğü vermemiş olmasaydı kullarını yaptıklarından sorumlu kılmazdı. Nitekim irade sahibi olmayan melekler sorumlu değildir. Yüce Allah Kur’an’da, insanın irade sahibi bir varlık olduğundan söz etmektedir. Söz gelimi, “Ey peygamber! De ki: Rabbinizden hak ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin!” (Kehf suresi, 29. ayet.) ayeti bunu açıkça ortaya koymaktadır. O hâlde hiç kimse, kendisini kaderin mahkûmu olarak düşünüp yaptığı kötülük ve yanlışları kadere fatura etmemelidir. 61 TEMEL AYET “‘Ey Peygamber! De ki: Rabbinizden hak ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin!’ (Kehf suresi, 29. ayet.) Yukarıdaki ayeti inanç özgürlüğü ve insan iradesi açısından yorumlayınız. Tevekkül Sözlükte “güvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek” anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak, hedefe ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan sonra Allah’a dayanıp güvenmek ve sonucu ondan beklemek demektir. Mesela bir çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlayacak, tohumu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilaçlayacak, gerekirse gübresini de verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah’a dua edecek, ona sığınacak ve sonucu ondan bekleyecektir. Bunların hiçbirisini yapmadan “Kader ne ise o olur.” tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslam’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz. Yüce Allah bir ayette “...Kararını verdiğin zaman artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.) buyurmuş, müminlerin yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiştir. Tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir (Âl-i İmrân suresi, 122, 160. ayetler; Mâide suresi, 11. ayet; Tevbe suresi, 51. ayet; İbrâhim suresi, 11. ayet; Teğabun suresi, 13. ayet; Talâk suresi, 3. ayet.). Hz. Peygamber de devesini serbest bırakarak tevekkül ettiğini söyleyen bir kişiye, “Önce deveni bağla, sonra da Allah’a öyle tevekkül et!” (Tirmizî, “Kıyamet”, 60) buyurarak tevekkülden önce tedbirin alınması için uyarıda bulunmuştur. Hayır ve Şer Sözlükte “iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda” anlamlarına gelen hayır, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sözlükte “kötülük, fenalık ve kötü iş” demek olan şer de Allah’ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşru olmayan, işlenmesi durumunda kişinin cezaya müstahak olacağı davranışlar anlamına gelir. Hayır ve şerri, insan tercih eder, Allah ise yaratır. Rızık Sözlükte “azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey” anlamına gelen rızık, terim olarak “Yüce Allah’ın, canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey” diye tanımlanır. Bu tanıma göre rızık, helal olan şeyleri kapsadığı gibi haram olanları da kapsamaktadır. Her şeyin kader- 62 le bağlantısı olduğu gibi rızık konusunun da kaderle bağlantısı vardır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Allah’ın, rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine) kıstığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum suresi, 37. ayet.) Rızkı yaratan ve veren Allah’tır. Kur’an’da, “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir...” (Hûd suresi, 6. ayet.) buyrulmuştur. İnsan, Allah’ın evrende geçerli kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını yaratır. Allah’ın yegâne rızık veren olması, tembellik yapmayı, çalışmamayı, yanlış bir tevekkül anlayışına sahip olmayı gerektirmez. Ecel Sözlükte “önceden tespit edilmiş zaman ve süre” anlamına gelen ecel, terim olarak insan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin sonunu ifade eder. Her ferdin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup Allah’ın kaza ve kaderiyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve ölümlü kılan Allah olduğundan, eceli belirleyen de odur. “Aranızda ölümü takdir eden biziz...” (Vakıa suresi, 60. ayet.) ayeti bu hususu ortaya koymaktadır. Kur’an ayetlerinden anlaşıldığına göre ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de geciktirilebilir: “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (A`râf suresi, 34. ayet; Yûnus suresi, 49. ayet.) “Allah eceli geldiğinde hiçbir kimse için erteleme yapmaz...” (Münâfikun suresi, 11. ayet.) 6.3. Kaza ve Kadere İnanmanın Sağladığı Faydalar İnsan, Allah’ın sorumlu tuttuğu alanlarda seçme özgürlüğüne sahiptir. Bundan dolayı da yaptıklarından hesaba çekilecektir. Tabiat olayları başta olmak üzere doğum, anne ve baba, dil, cinsiyet, coğrafya gibi konularda seçme özgürlüğümüz olmadığı için sorumluluğumuz da yoktur. Her iki durumdaki kadere inanmak, insanı, çalışma yolunda emek harcamaya sevk eder. Kaza ve kadere iman, felaketlerle karşılaşıldığında insana teselli verir, sabır gösterme ve dayanma gücü kazandırır. İnsan, elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra istediği gerçekleşirse Allah’a şükreder; tersi olursa, isyan etmez. İslam bilgini Gazali’nin dediği gibi “kötülükler, kılık değiştirmiş iyilikler gibidir.” Kötülük gibi görülen şeyin, ileride ne olacağını önceden kestirmek zordur. Bunun için bir Müslüman, “olanda hayır vardır” der ve sabreder. Kişi, başarılı olunca sevinir. Bununla birlikte bir Müslüman başarısından dolayı büyüklenmez. İnanç ve davranışlarında ölçülü olmayı elden bırakmaz. Bütün çalışma ve gayretlerinin sonunda, başarılarının Allah’ın yardımı ile gerçekleştiğini aklından çıkarmaz. Kaza ve kadere iman, zorluklar karşısında insana güç ve gayret verir. Bu konuyla ilgili olarak 63 Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız…” (Hadid suresi, 22. ayet.) İşlerin, Allah’ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılgınlık, ümitsizlik ve karamsarlık göstermez. Onun bu konuda kesin inancı şudur: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki onu, ondan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse onun lütfunu engelleyebilecek de yoktur.” (Yunus suresi, 107. ayet.) Kaza ve kadere iman, insanda, iyilik ve cömertlik duygularını artırır. Bu inanca sahip kişi, aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur ve düşkünlere yardım eder. Çünkü Allah’ın rızık verici olduğunu bilir. DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. Allah’a ve ahirete inanmak, insana neler kazandırır? Düşününüz. 2. Allah’ın zâti ve subuti sıfatlarını söyleyiniz. 3. Peygamberlerin nitelikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? 4. Ahiret hayatı ile ilgili beş temel kavram söyleyiniz. 5. Tevekkül ne demektir? Açıklayınız. 6. Aşağıdakilerden hangisi meleklerin özelliklerinden değildir? A- Nurdan yaratılmaları C- İrade sahibi olmaları B- Erkeklik-dişilikleri olmaması D- Yeme-içme ihtiyaçları olmaması 7. Tabiat olaylarını idare etmekle görevli melek hangisidir? A- Cebrail B- Mikâil C- İsrafil D- Azrail 8. Aşağıdakilerden hangisi şeytanla ilgili olarak söylenemez? A- Şeytan Hz. Âdem’e secde etmemiştir. B- Şeytan Allah’a isyandan sonra pişman olup tövbe etmiştir. C- Şeytan insanın düşmanıdır. D- Şeytan insanların kötülüğü için çalışır. 9. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi doğrudur? A- Tevrat-Hz. İsa B- Kur’an- Kerim-Hz. Davut C- İncil-Hz. Musa D- Zebur-Hz. Davut 10. Aşağıdakilerden hangisi ahiretle ilgili bir kavramdır? A- Mizan B- Tevekkül C- Rızık D- İrade 11. Aşağıda verilen peygamberlerin sıfatlarını birer cümleyle açıklayınız. Sıdk: Fetanet: Tebliğ: İsmet: 12. Aşağıdaki kavramları birer cümleyle açıklayınız. Hayır: Şer: Rızık: Ecel: Kader: Kaza: 64 4. ÜNİTE İBADET HAYATI Hazırlık Soruları 1. Namazla ilgili bir ayet ve bir hadis araştırıp defterinize yazınız. 2. Namazın farzlarını araştırınız. 3. Zekât kimlere verilir? İlmihâl kitaplarından öğreniniz. 4. Kâbe, umre, tavaf kavramlarının anlamlarını sözlüklerden bulu- nuz. 65 1. Namaz 1.1. Namazın Önemi TEMEL AYET “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut suresi, 45. ayet.) Yukarıdaki ayetten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. İman esaslarını kabul edip İslam’ı benimseyen her Müslüman’ın yerine getirmesi gereken görevlerin başında namaz kılmak gelir. Namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah’ın huzuruna yücelten en büyük ibadettir. Namaz, kelime olarak dilimize Farsçadan geçmiştir. Arapçası “salat”tır. Salat; dua etmek, hayır duada bulunmak, ibadet yapmak, bağışlanma dilemek ve rahmet gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise belirli vakitlerde Peygamberimizin öğrettiği şekilde yerine getirilen özel ibadetin adıdır. Namaz, Peygamberimizin ifadesiyle dinin direğidir.1 Namaz, hayatımızı bütünüyle kuşatan bir ibadettir. Günlük, haftalık ve yılın belirli zamanlarında kılınan namazlar vardır. Günde beş vakit namaz kılmak her Müslümana farzdır. Cuma günleri öğle namazı vaktinde kılınan cuma namazı ise erkeklere farzdır. Yıl içerisinde iki kez kılınan bayram namazları ve yılda bir ay kılınan teravih namazı da namazın diğer çeşitleridir. Ayrıca vefat eden kimsenin ardından son görev olarak yerine getirilen cenaze namazı ise o kişi için yapılan bir tür duadır. TEMEL HADİS “Kulun kıyamet gününde ilk olarak hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer namazı iyi çıkarsa kurtulur ve umduğuna (cennete) kavuşur. Eğer kötü çıkarsa zarar eder ve hüsrana uğrar. Eğer farz namazlarından biraz eksik kalırsa aziz ve celil olan Allah: “Bakın, kulumun nafile namazı var mı? Farz namazlardan eksik kalan kısım onunla tamamlansın!” buyurur. Sonra sırayla diğer amellerinden de aynı şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizi, Salat, 188.) Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin hayatlarında da namaz ibadeti vardı. Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Zekeriya peygamberlerden bahseden ayetlerden bunu öğrenebiliyoruz.2 Namaz, son peygambere tabi olan Müslümanlara İslam’ın ilk yıllarında emredilmiştir. Başlangıçta sabah ve akşamleyin kılınan iki rekâttan ibaret olan namaz, hicretten önce Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükseldiği Miraç Gecesi’nde beş vakit olarak farz kılınmıştır.3 Kur’an-ı Kerim’de Allah’a derin bir saygı duyan takva sahiplerinin en belirgin özellikleri arasında, gereği gibi namaz kılmak da belirtilir.4 1 Tirmizî, İman, 8. 2 Meryem suresi, 54–55. ayetler; Âl-i İmran suresi, 39, 43. ayetler; Bakara suresi, 125. ayet. 3 Buhârî, Salât 1; Müslim, İman 263; Tirmizî, Salât 45. 4 Bakara suresi, 3. ayet. 66 ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM “Müminler öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman, (o ayetler) onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir.” (Enfâl suresi, 2-3. ayetler.) Yukarıdaki ayette Allah’a inanan insanların hangi özelliklerinden söz edilmiştir? Yüce Allah, günün belli vakitlerini özel olarak kendisine ayırmamızı ve özel olarak anmamızı şöyle emrediyor: “Rabbini içinden, yalvararak ve ondan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Sakın gafillerden olma!”5 Namaz Yüce Rabbimizi anmanın en güzel şekillerinden biridir. İnanan bir insanın bilerek namaz kılmamasının hiçbir haklı mazereti olamaz. Rasûlullah’ın biz müslümanları bu konuda uyarmıştır.”6 Namaz önemli bir ibadettir. Bu nedenle herhangi bir özür bulunmaksızın namazın kazaya bırakılması büyük günahtır ve hiçbir kaza namazı, sevap açısından vaktinde kılınan namaza denk değildir. Namazları mümkün olduğunca vaktinde kılmak gerekir. Namazı unutarak, uykudan uyanamayarak veya ihmal nedeniyle zamanında kılamayan kimse, mutlaka daha sonra kılmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:7 “Sizden biri, uyku veya gaflet sebebiyle bir vakit namazını kılmazsa hatırladığında onu kılsın. Çünkü Allah Teâlâ Beni zikretmek için namaz kıl! buyurmuştur.”8 Konu ile ilgili diğer bir hadis de şöyledir: “Bir kimse bir namazı unutursa hatırladığı zaman onu kılsın! Namazın bundan başka kefareti yoktur.”9 Ayrıca namazı özürsüz kazaya bırakma durumunda karşılığında tövbe etmek ve bağışlanma dilemek de gerekir. Hz. Muhammed, hayatı boyunca hiçbir namazı bilerek terk etmemiştir. Namazı sadece bir kaç kez bir özre bağlı olarak geciktirmiştir veya özür durumu ortadan kalkınca kılmıştır. Bunlardan biri Hendek Savaşı’nda Medine’yi savunurken çatışmanın şiddetinden dolayı kılamadığı namazıdır. Diğer bir olay ise bir yolculuk dönüşü yorgunluktan dolayı uyuyakalma sonucunda gerçekleşmiştir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de namazın bizler için ne anlama geldiğini ve işlevinin ne olduğunu şöyle belirtiyor: “(Rasulüm!) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”10 5 A’râf suresi, 205. ayet. 6 Müslim, İman 134. 7 Ebû Davud, Salât 11; Nesâî, Mevâkît 53. 8 Müslim, Mesâcid 316. 9 Buhârî, Mevâkît 37. 10 Ankebût suresi, 45. ayet. 67 ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM “Her işin başı İslam, onun direği ise namazdır.” (Tirmizî, İman, 8.) Yukarıdaki hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, müminlere Allah’ın birliğinden hemen sonra namaz emredilir. Çünkü Allah’a “tevhit”den hemen sonra namazdan daha sevimli gelen bir ibadet yoktur. Peygamberimiz Müslüman olmak isteyen kişiyi önce Allah’ın var ve bir olduğunu kabul etmeye çağırır, ardından da hemen namaz kılması gerektiğini söylerdi. Görevlendirdiği elçilerine de böyle davranmaları yönünde tavsiyede bulunmuştur. Şu olay bu konuda en güzel örneklerden biridir: “Hz. Muaz anlatıyor: Rasulullah beni Yemen’e gönderdi. Gitmeden önce bana şu tavsiyede bulundu: Gerçekten sen ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın Rasulü olduğumu kabule davet et. Eğer buna itaat ederlerse kendilerine bildir ki Allah onlara her gün ve gecede beş vakit namaz farz kılmıştır...”11 Allah’a inananların en başta gelen özelliklerinden biri namaz kılmalarıdır. Kur’an-ı Kerim bu konuya şöyle dikkat çeker: “İman eden kullarıma söyle, namazı gereği gibi yerine getirsinler.”12 Müminlerin özelliğini anlatan bir başka ayette de “Onlar, Kitab’a sımsıkı sarılırlar, namazı dosdoğru kılarlar. Biz iyiliğe çalışanların mükâfatını boşa çıkarmayız,”13 buyrulur. Namaz, insanları sadece kötülüklerden uzaklaştırmaz. Aynı zamanda onları iyi insanlar olmaya yönlendirir. Bu, kişinin namaz kılarken okuduğu sure ve duaların, söylediği ifade ve sözlerin anlamlarına uyması ile söz konusu olacaktır. Bizler namazda okuduğumuz surelerde Allah’a birçok söz veririz. Örneğin Fatiha suresini okurken günde ortalama kırk defa “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” ayetini tekrar ederiz. Bu söz bizi aynı zamanda namaz dışında da bağlar. Dolayısıyla verdiğimiz sözleri tutmaya özen göstermeli ve namazın dışında da namazda okuduğumuz ayetlere göre yaşamaya çalışmalıyız. Namaz Kimlere Farzdır? Namazın farz olması için kişinin; 1. Müslüman olması, 2. Ergenlik çağına girmiş olması, 3. Akıl sağlığının yerinde olması gerekir. 11 Buhari, Zekât 1–2; Müslim, İman 29; Ebu Davud, Zekât 5. 12 İbrahim suresi, 31. ayet. 13 A’raf suresi, 170. ayet. 68 TEMEL HADİSLER Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Mümin bir kul, abdest aldığı zaman yüzünü yıkar. Gözü ile baktığı her günah, yüzünden su ile birlikte çıkar. Ellerini yıkar. Ellerinin işlediği her günah, su ile beraber ellerinden akıp gider. Ayaklarını yıkar. Ayakları ile yürüyerek işlediği her günah, su ile beraber çıkar gider. Kul, sonunda günahlarından arınmış olarak namazı bitirir.” (Müslim, Tahâret 32.) Peygamber Efendimiz namaz vakitlerine çok dikkat ederdi. Namazlarını vaktin başında kılmaya dikkat eder, başkalarına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Günün birinde Peygamberimize “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Rasulullah “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. “Sonra hangisidir?” denildi. “Anne ve babaya iyi davranmaktır.” buyurdu... (Müslim, İman 137.) BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Rükün: Bir şeyin aslını oluşturan parçalardan her biri, cüz, unsur gibi anlamlara gelir. Dinî bir kavram olarak ise bu kavram ibadetlerin ve akitlerin temel unsurlarını ifade eder. Namazın Farzları: Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce yerine gelmesi gerekenlerdir ki bunlara şart da denir. Altısı da namazın geçerli olabilmesi için namazda iken yapılması gerekli rükünlerdir. Namazın Şartları (Dışındakiler): 1- Hadesten tahâret: Manevi kirlerden temizlenmedir. Su varsa abdest veya boy abdesti (gusül) alarak, su olmadığı durumlarda ise teyemmüm yapılarak gerçekleştirilir. 2- Necâsetten tahâret: Namazdan önce bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemektir. 69 3- Setr-i avret: Avret, sözlükte örtülüp gizlenmesi gereken yer anlamına gelir. Dinî bir terim olarak, bakılması haram; örtülmesi farz olan uzuvlara “avret yeri” denir. Namaz kılmak isteyen kişi örtünmelidir. Erkek ve kadınlarda örtülmesi gereken yerler birbirinden farklıdır. Erkekler diz kapağı ile göbek arasını örtmelidir. Kadınlar ise el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedenini örtmelidir. 4- İstikbâl-i kıble: Namazda kıbleye yönelmek yani namazı Mekke’de bulunan Kâbe’ye doğru kılmaktır. Mescid-i Haram’dan başka yöne doğru kılınacak namazlar geçerli değildir.14 Hac esnasında Kâbe’yi gören kişi bizzat ona yönelmelidir. Uzakta olanların Kâbe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Kıblenin ne taraf olduğunu kestiremeyen kimse, soracağı birisini de bulamazsa çevre şartlarına göre kıbleyi belirlemeye çalışır. Kişi, namaz esnasında yanlış tarafa yöneldiğini anlarsa hemen doğru tarafa döner ve namazını tamamlar. Yeniden kılması gerekmez. 5-Vakit: Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve bayram namazları için vakit şartı vardır. Ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak farz kılınmıştır.”15 Sabah namazının vakti, gece ile gündüzün birbirinden ayrıldığı şafak vaktinden, güneşin doğmasına kadar olan süredir. Öğle vakti, güneşin gökyüzünde en dik olduğu noktadan biraz batıya yönelmesiyle başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. Cuma namazı öğle namazının vaktinde kılınır. İkindi namazı vakti, öğle namazı vakti çıkınca başlar, güneş batınca son bulur. Ancak bu namazı, güneşin sararma anına kadar geciktirmek doğru değildir. Akşam namazı vakti, güneşin tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolmasıyla sona erer. Mezhep imamlarının çoğunluğuna göre şafak, ufuktaki kızıllıktır. Yatsı namazı ise kırmızı şafağın kaybolma anı ile sabah namazının başladığı şafak vakti arasında kılınmalıdır. Teravihle vitir namazlarının vakti de aynıdır ama bunlar yatsıdan sonra kılınır. Mekruh Vakitler: Şu üç vakitte farz, kaza, vacip, cenaze namazı ya da nafile hiçbir namaz kılınmaz: 1- Güneşin doğmasından, (Türkiye şartlarında) 40–50 dk. geçene kadar. Bayram namazları da bu kerahet vaktinin çıkması ile öğle vaktinin girmesinden önceki zaman arasında kılınır. 2- Güneşin en tepe noktada bulunuşundan, öğle namazının vakti girene kadar geçen zaman. 3-Güneşin sararması ile battığı zaman arası. 14 Bakara suresi, 144. ayet. 15 Nisâ suresi, 103. ayet. 70 Ayrıca şu vakitlerde yalnızca nafile namaz kılınmaz: 1- Sabah namazı vaktinin girmesinden, güneşin doğma anına kadar olan süre. Yalnız sabahın farzından önce, sabah namazının sünneti kılınabilir. Bu süre içinde farzdan sonra o da kaza edilemez. 2- İkindi namazı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar olan vakit. Bu ikisinde farz, vacip bir namazla cenaze namazı mekruh olmaz. 6- Niyet: Niyet, yönelmek, azim ve kararlılık göstermektir. Kalbin bir iş hakkında netleşmesi ve onu yapmaya karar vermesidir. Namazda niyet ise Allah için samimiyetle namaz kılmayı istemek ve kılınacak namaza yönelmektir. Niyet, kalp ile yapılır. Ancak dil ile söylenmesi de uygundur. Niyet namazın hemen öncesinde yapılır ve ardından başlangıç tekbiriyle namaza geçilir. Örnek olarak sabah namazının farzı için niyet ederken “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının farzına.” denir. Namaz imama uyularak kılınıyorsa “Uydum hazır olan imama” ifadesi niyetin sonuna eklenir. Namazın Rükünleri (İçindekiler): 1- İftitah (Başlangıç) tekbiri: Kişinin ayakta, kendisinin duyabileceği bir sesle “Allahü ekber.” diyerek namaza başlamasıdır. Bu tekbirle namaza girilmiş ve dış dünya ile ilişki kesilmiş olur. Peygamberimiz namaza başlanacağı zaman tekbir getirilmesi gerektiğini şöyle belirtir: “Namaza kalktığın zaman tekbir getir!”16 2- Namazda kıyam: Gücü yetenin namazı ayakta kılmasıdır. Ancak namaz kılan kişi hasta ise ve hastalığı ayakta durmasına imkân tanımıyorsa oturduğu yerden namaz kılar, rükû ve secdeyi imkân ölçüsünde yapar. Oturmaya da gücü yoksa hastalığı sırt üstü yatmasını gerektiriyorsa başını öne eğerek yaptığı işaretler (ima) ile namazı kılar. 3- Kıraat: Namazda Kur’an’dan bir miktar okumak farzdır. Bu Fatiha suresinin okunmasıyla yerine getirilmiş olur. Kıraatin farz oluşu Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilir: “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!”17 Hz. Peygamber de bir hadisinde, namazda bir miktar da olsa Kur’an okunması gerektiğine şöyle dikkat çekmiştir. “Kıraatsiz namaz olmaz.”18 16 Buhârî, Ezan 95; Müslim, Salât 45. 17 Müzzemmil suresi, 20. ayet. 18 Müslim, Salât 42; Ebû Davud, Salât 132. 71 Hanefi mezhebine göre namazda Fatiha suresini okumak ise vaciptir. Fatihasız namaz, mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Peygamberimiz “Fatiha’yı okumayanın namazı kabul edilmez.”19 demiştir. Bu hadis Hanefi Mezhebi bilginlerince “Fatiha’sız namaz mükemmel ve faziletli değildir.” anlamında değerlendirilmiştir. Diğer mezheplere göre namazın her rekâtında Fatiha suresi okumak gerekir. Şâfiîlere göre bütün namazlarda Fatiha okumak farzdır. İlk iki rekâtta Fatiha’dan sonra başka sure veya ayet okumak ise onlara göre sünnettir. Hanefilere göre imama uyan kimsenin kendi başına ayrıca Kur’an okuması gerekmez. Çünkü Kur’an okununca susmak ve dinlemek gerekir.20 Ayrıca imamın kıraatinin cemaat için de yeteceğini ifade eden hadisler vardır.21 Ancak diğer üç mezhepte kıraat görevi, hem imam hem de cemaat için geçerlidir. İmama uyan kişi de sessiz namazlarda Fatiha suresini ve ardından eklenecek sureyi okur. Sesli namazlarda ise yalnızca Şâfiîler, sadece Fatiha’yı okurlar. Şafiî mezhebine göre namazla ilgili bir farklılık da besmele konusundadır. Besmele Şâfiî mezhebine göre Fatiha suresinden bir ayet olduğu için mutlaka okunmalıdır. Çünkü bu, kıraatin gereklerindendir. Bu yüzden Şafiîler, Fatiha’yı açıktan okudukları zaman besmeleyi de aynı şekilde okurlar. 4- Rükû: Namazda ayaktayken “Allahu Ekber” deyip eğilmeye denir. Rükûda baş ve sırt düz tutularak eller diz kapaklarına konulur. Bu esnada baş ve sırtın yere paralel olması sağlanır. Kur’an-ı Kerim’de rükû ile ilgili şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Rükû edin ve secde yapın!”22 Rükûda üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm.” (Yüce Rabbim her türlü eksiklikten münezzehtir.); Rükûdan doğrulurken “Semiallahü li men hamideh.” (Allah, kendisine hamd edeni işitir.); Ardından da “Rabbenâ leke’l-hamd.” (Rabbimiz! Her türlü övgü (hamd) sanadır.) deriz. Bunları söylemek sünnettir. 5-Secde: Sözlükte itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak anlamlarına gelir. Secde yapılırken alın, yüz, burun, eller, ayaklar ve dizler yere konulur. Yedi organ üzere23 yapılan secde tam ve mükemmel olmalıdır. Bunlar iki el, iki ayak, iki diz ve yüzdür. Secdede üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ.” sözü söylenir. Bu ifade, “Allah, bütün eksikliklerden uzaktır.” anlamına gelir. 19 Tirmizî, Salât 69. 20 A’râf suresi 204. ayet. 21 İbn Mâce, İkâme 13. 22 Hac suresi, 77. ayet. 23 Buhârî, Ezan 133, 134, 137. 72 TEMEL HADİS Secde, namazın çok önemli bir bölümüdür. Allah’a gösterilen saygı, tevazu ve onu yüceltmenin en mükemmel ifadesidir. Bu konu şu hadiste vurgulanır: “Kulun, Rabbine en yakın olduğu durum, secdeye vardığı andır. Artık secdede çokça dua ediniz…” (Müslim, Salât, 215.) 6- Kâde-i ahîre: Namazın sonunda selam vermeden önce bir miktar oturmaktır. Oturmanın süresi Tahiyyat duası okumak kadardır. İki rekâtlı namazlarda ikinci, dört rekâtlılarda ise dördüncü rekâttan sonraki oturuşlar son oturuştur yani kâide-i âhiredir. Bu oturuş, terk edildiğinde namazı yeniden kılmak gerekir. Namazda son oturuş; farz, vacip, sünnet ve nafile namazların hepsinde farzdır. Tahiyyat duasını okuyup bitirmek vaciptir. Salavat dualarını okumak ise sünnettir. Şâfiîlere göre ise son oturuşta Tahiyyatla birlikte bir de salavat getirecek kadar oturmak, rüknün bir parçasıdır. Tahiyyat okurken eller, diz kapağının gerisinde dizde yayılı halde bırakılır. Ta’dîl-i erkân, namazın rukünlerini yerli yerince yapmak anlamındadır. Mezheplerin çoğuna göre namazın bir farzı veya farzın şartıdır. Hanefilerde ise vaciptir. Konunun önemini anlatan pek çok hadis göz önüne alındığında ta’dîl-i erkâna riayet edilmeksizin kılınan namazı yeniden kılmanın gerekli olacağı açıktır.24 24 Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul, 1991, s. 250. 73 TEMEL HADİS “Sizden birinin namazı, rükû ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça yeterli olmaz.” (Ebu Dâvud, Salât 143, 144; Tirmizî, Salât 81.) Rükûda yeterince beklemek, rükûdan doğrulunca bir süre dimdik durmak (kavme), iki secde arasını tam bir oturuşla ayırmak, ta’dîl-i erkânın önemli unsurlarından olup mutlaka uyulması gereken kurallardandır. Rabbimiz, Muminûn suresinin başında kurtuluşa eren müminlerin en başta gelen özelliğinin namazı huşû ile kılmak olduğunu ifade etmiştir. Burada huşû, Allah’a gönülden boyun eğerek ve bilinçli bir şekilde, içtenlikle, kalp huzuru duyarak namaz kılmak demektir. Bütün bunları hissetmek de usulüne uygun olarak Peygamberimizin öğrettiği şekilde namaz kılmakla gerçekleşecektir. Namazda ta’dil-i erkânın gereğine işaret eden pek çok hadis-i şerif vardır. Hz. Enes anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: “Secdeyi düzgün ve tam yapmaya riayet edin...”25 ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Hz. Peygamber bir gün arkadaşlarına (ashabına): “İçki içen, hırsızlık yapan ve zina eden kimse hakkında ne dersiniz?” diye sordu. “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!” diye cevap verdiler. Efendimiz: “Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazından çalmaktır.” buyurdu. Bunun üzerine:” Ya Rasûlallah, kişi namazından nasıl çalar?” diye sordular. Allah Rasulu şu cevabı verdi: “Rükûsunu ve secdelerini tam yapmayarak.” ÖRNEK OLAY Rifâa İbn Râfi anlatıyor: “Biz mescidde iken, bir adam çıkageldi. Namaza durup hafif bir şekilde (yani rükünleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Rasûlullah’a selam verdi: Efendimiz “Selam senin üzerine de olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!” buyurdu. Adam döndü (tekrar) namaz kılıp geldi, Rasulullah’a selam verdi. Efendimiz, onun selamını aldı ve “Dön namaz kıl! Çünkü sen namaz kılmadın!” dedi. Adam bu şekilde iki veya üç kez aynı şeyi yaptı, her seferinde Rasulullah: “Dön ve namaz kıl, sen namaz kılmış olmadın!” dedi. Orada bulunanlar korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese çok ağır geldi. Adam sonuncu defa: “Ben bir insanım, isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret!” dedi. Rasûlullah (s.a.): “Tamam. Namaz kılacağında önce AIIah’ın sana emrettiği şekilde abdest aI. Sonra (ezan okuyarak) şehadet getir. Kamet getir (namaza dur). Ezberinde Kur’an varsa oku, yoksa AIIah’a hamt et, tekbir getir, tehlîl (kelime-i tevhid) getir, sonra rükûya git. Rükû hâlinde bir süre bekle. Sonra kalk ve ayakta tam olarak bir süre dur, sonra secdeye git ve secde hâlinde bekle, sonra otur ve bir süre öyle bekle, sonra kalk! İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel kılmış olursun. Bundan bir şey eksik bırakırsan, namazını eksilttin demektir.” (Buhârî, Ezân 122; Tirmizî, Salât 110; Ebû Dâvud, Salât 143.) 25 Buhâri, Ezân 141; Müslim, Salât 233. 74 Namazın Vacipleri: 1. Namaza başlarken yalnız “Allah” ismiyle yetinmeyip tekbir anlamı taşıyan bir ifadenin ilâvesi vaciptir. “Allahü ekber.” gibi. 2. Fatiha suresini okumak Hanefîlere göre vaciptir. 3. Fatiha’dan sonra bir sure veya üç ayet miktarı Kur’an okumak, 4. Cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, teravih ve vitir namazlarının her rekâtında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında açıktan; öğle ve ikindi namazlarının bütün rekâtlarıyla akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının da son iki rekâtında içinden kıraatte bulunmak vaciptir. 5. Tek başına namaz kılan kimsenin öğle, ikindi ve gündüz vakti kılacağı nafile namazlarda kıraati gizli yapması vaciptir. Kişi, sabah, akşam ve yatsıda sesli veya sessiz okumakta serbesttir. 6. Vitir namazında Kunut duası okumak ve kunut tekbiri almak. 7. Secdede alınla birlikte burnu da yere koymak. 8. Namazların her oturuşunda Tahiyyat okumak. 9. Üç ve dört rekâtlı namazların ilk oturuşu. 10. Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı, tilâvet secdesi yapmak. 11. Yanılarak terk edilen vaciplerden dolayı sehiv secdesi yapmak da vaciptir. Sehiv, bir şeyde yanılmak, onu bilmeyerek terk etmek demektir. Sehiv secdesi farzın gecikmesi, vacibin yapılmaması veya vaciplerden birinin gecikmesi hâllerinde yapılır. Bir farzın terki hâlinde ise o namazı geçersiz olur. Sehiv secdesi son oturuşta sadece Tahiyyat okunur ve yalnız sağa yahut her iki yöne selam verilip peş peşe iki kez secdeye giderek yapılır. Tahiyyat, salâvatlar ve Rabbenâ duaları okunarak selam verilir. İmam Şâfiî’ye e göre ise sehiv secdesi, son oturuşta iki tarafa selâm vermeden önce yapılan secdelerle yerine getirilir. 12. Namazların sonunda selam vermek vaciptir. Vacip olan ifade “es-Selam”dır. “Aleyküm ve Rahmetullah.” demek ise sünnettir. 13. İlk oturuşta, Tahiyyatı okuduktan sonra hiç ara vermeden üçüncü rekâta kalkmak. 14. İki bayram namazının üçer ilave tekbirleri de vaciptir. Namazın Sünnetleri: 1. Beş vakit namazla cuma namazı için ezan ve kamet okumak. 2. İftitah tekbiri almak için elleri yukarı kaldırmak sünnettir. Şafiîlere göre rükûya eğilirken ve rükûdan doğrulurken de elleri kaldırmak sünnettir. 3. İmama uyan kişinin, iftitah tekbirini imamın tekbirine yakın ve ondan sonra alması sünnettir. 4. Tekbirden sonra kıyamda sağ eli, sol el üzerine koymak. 5. Namaza başlayınca Sübhaneke duasını okumak. Şafiîlerde Veccehtü duası da okunur. Hz. 75 Peygamber namazın açılış duasını farklı şekillerde okumuştur. 6. Daha sonra eûzü besmele çekip Fatiha’ya başlamak ve her Fatiha’dan önce besmele okumak. 7. Fatiha’dan sonra gizlice “Âmîn” (Dualarımızı kabul buyur Ya Rab!) demek. 8. Rükû ve secdeye eğilip kalkarken alınan tekbirler sünnettir. 9. Rükû, secde ve rükûdan doğrulma tespihlerini okumak sünnettir. 10. Kıyamda iken bir özür yoksa iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak. 11. Secde oturuşları ile teşehhüt oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp sağ ayağı dikmek ve ayak parmaklarını kıbleye yöneltmek. 12. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okurken “Lâ ilâhe” deyince sağ elin şehadet parmağını kaldırıp, “illâllah” derken indirmek sünnettir. Bu halde başparmakla orta parmak halka yapılıp, diğer iki parmak bükülmelidir. Bu işaretle, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığı ifade edilir. 13. Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekâtlarında Fatiha okumak. 14. Son oturuşlarda ve gayr-ı müekked sünnet/nafilelerin her oturuşunda Tahiyyattan sonra Peygamberimize salâvat getirmek. 15. Selam vermeden önce dua etmek de sünnettir. Alışılmış olanı Rabbenâ dualarını okumaktır. 16. Selam verirken yüzü önce sağa, sonra sola çevirmek. 17. Açık yerde namaz kılarken, sütre edinmek sünnettir. Önünden geçilmesine engel olmak için namaz kılan kimsenin, önüne koyduğu cisim ya da bir başka engele “sütre” denir. Namazın vaciplerinden ya da sünnetlerinden biri kasten terk edilirse mekruh olur. Mekruh, hoş karşılanmayan şey demektir. Namazı Bozan Şeyler: 1. Namazda konuşmak, birinin selamını almak, ağlamak namazı bozar. Ancak Allah korkusu veya cennet-cehennemi hatırlama, okunan ayetlerin anlamlarından etkilenme gibi durumlarda ağlamak namazı bozmaz. 2. Namazda iken bilerek veya unutarak yemek-içmek. Dişler arasındaki nohuttan büyük maddeyi yutmakla da namaz bozulur. 3. Namaz kılarken başka bir işle meşgul olmak: Dışarıdan bakan kimseyi “şu adam sanki namazda değil” diyebilecek duruma götüren uzun meşguliyete amel-i kesîr denir. 4. Özür yokken göğsünü kıbleden çevirmek, Hanefî ve Şafiîlerde namazı bozar. 5. Örtülmesi farz olan yerin açılması. 6. Namaz kılmakta olan kimsenin abdestinin bozulması. 7. Kendi işiteceği kadar gülmek. Yanındakilerin işiteceği kadar gülmek abdesti de bozar. 8. Namazın içindeki farzlarından birini veya özürsüz olarak bir şartını terk etmek. 76 9. Cemaatle namaz kılarken, bir rüknü imamdan önce yapmak. 10.OkunanKur’anâyetlerininbirkelimesikastendeğiştirilirvebununlaanlambozulursa,buokuyuşla namazınbozulacağındagörüşbirliğivardır.Kur’an’ı,manasıbozulacakşekildeyanlışokumakdanamazı bozar. ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM GününbirindeHz.Peygambernamazlailgilişöylebirsorusordu:“Söyleyinbakalım,birinizinkapısınınönündenbirnehiraksaveokişi,gündebeşdefabunehirdeyıkansavücudundakirdeneserkalır mı?”Arkadaşları:“Hayır,onunüzerindehiçbirşeykalmaz,”dediler.BununüzerineHz.Peygamber şöyle devam etti: “İşte beş vakit namaz buna benzer. Allah onunla günahları yok eder.” (Buhârî, Mevâkît 6.) Yukarıdakihadistenamazınhangiözelliğinevurguyapılmıştır?Düşünceleriniziarkadaşlarınızla paylaşınız. Namaz Çeşitleri: 1- Farz namazlar: Beş vakit namaz, farz-ı ayndır yani herkesin bizzat yapması gereken farzdır. Erkekler için cuma namazı da böyledir. Cenaze namazı ise farz-ı kifayedir. Yani toplumun belli bir kesiminde bir kısım insan tarafından cenazenin namazını kılıyorsa diğerlerinin sorumluluğu kalkar. 2- Vacip namazlar: Vitir ve bayram namazları. 3- Sünnet ve müstehap namazlar: Farz namazlardan önce ve sonra kılınan namazlar, teravih namazı, teheccüd ve kuşluk namazı bunların başlıcalarıdır. Ayrıca nafile olan başka namazlar da vardır. 1.2. Namazın Kılınışı26 A-Beş Vakit Namaz ve Kılınışı: Sabah Namazı: İki rekatlı farz, iki rekâtı da sünnettir. Sünneti ile farzı aynı şekilde kılınır. Niyet ve eûzü besmeleden sonra başparmaklar kulak yumuşağı hizasına, elin iç kısımları da kıbleye dönük olacak şekilde eller kaldırılır ve Allahü ekber denilerek tekbir alınır. Kadınlar, ellerini omuz hizasına kaldırırlar. Tekbirden sonra sağ el, sol elin üstünde olacak 26 Dereli, Muhammet Vehbi, İlmihal Bilgileri, Asude Yayınları, Konya, 2007, s. 130 vd. 77 şekilde eller göbek altında bağlanır. Sağ elin başparmağı ile serçe parmağı, sol bileği kavrar ve diğer üç parmak, sol kol üzerinde bulundurulur. Kadınlar, ellerini göğüsleri üzerine koyarlar. Bundan sonra sırasıyla şunlar okunur: 1.rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha suresi + bir sure veya Kur’an’dan bir bölüm Sure ya da ayetler bitince “Allahü ekber” denilerek rükûya varılır. Üç defa “Sübhane rabbiye’lazîm” denir.27 Doğrulurken de “Semiallahu li men hamideh.” denir ve “Rabbenâ leke’l-hamd.” eklenir. Ayakta bir süre dimdik bekledikten sonra tekbir alınır, secdeye varılır. Üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ.” denir. Hanımlar secdede erkeklerden farklı olarak karınlarını uyluklarına yapıştırırlar. Kollarını vücutlarından uzaklaştırmazlar. Sonrayinetekbirlebirliktebirincisecdedenkalkılır,ellerdizlerüzerindebirsüreoturulur.Ardındantekbir getirilerekaynışekildeikincisecdeyapılırveayağakalkılarakellerbağlanır.Artıkikincirekâtbaşlamıştır: Burada da okunur. 2. rekât: Besmele + Fatiha + bir sure veya Kur’an’dan bir bölüm Birinci rekâttaki gibi bir rükû ve iki de secde yapılır, sol ayak yatırılarak üzerine oturulur. Sağ ayak ise dikilir. Hanımlar, her iki ayağı sağ yandan dışarı çıkararak yere otururlar. Otururken bu, iki rekâtlı bir namazın son oturuşu olduğu için sırayla aşağıdaki dualar okunur. Tahiyyat + Salli - Barik + Rabbenâ duaları + selam Baş önce sağa sonra sola çevrilerek her ikisinde de “es-Selâmü aleyküm ve Rahmetu’llah.” denir.28 Böylece iki rekâtlık namaz tamamlanmış olur. Namazları selam vererek bitirdikten sonra üç defa “Estağfirullah” şeklinde istiğfar edilir ve “Allahümme Ente’s-selâm ve minke’s-selâm. Tebârakte yâ ze’l-celâli ve’l-İkram” duası okunur. Ayrıca farza başlamadan önce de kamet getirilir. Kamet, erkekler için sünettir. Öğle Namazı: Dörtrekâtıilksünnet,dörtrekâtıfarz,ikisidesonsünnetolmaküzeretoplamdaonrekâttır.Busünnetler, müekked/kuvvetli sünnettir. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Müekked sünnet: Peygamberimizin farz ve vacip namazlar dışında daima kıldığı, ender olarak terk ettiği nafile namazlardır. Sabah, öğle, akşam ve cuma namazlarının sünnetleri ile yatsının son sünneti müekked sünnettir. Mazeret olmadıkça bu namazları kılmaya özen göstermelidir. Şafii mezhebinde bu konudaki farklılık sadece öğle namazındadır. Şafiilerde öğle namazının öncesinde ve sonrasında kılınan ikişer rekât, müekked sünnettir.1 27 Bu tespihler, beşe, yediye kadar artırılabilir. 28 Anlamı: (Ey melekler!) Allah’ın selamı ve merhameti üzerinize olsun! 28 Anlamı: (Ey melekler!) Allah’ın selamı ve merhameti üzerinize olsun! 78 Öğle Namazının Dört Rekâtlık İlk Sünneti: İlk iki rekât, sabah namazında olduğu gibi kılınır. İkinci rekâtın sonundaki oturuş, ilk oturuş olduğundan burada sadece Tahiyyat okunur ve ayağa kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rekâtlarda besmele, Fatiha ve sure okunur. Aynı şekilde her rekâtın rükûsu ve secdeleri yapılır. Dördüncü rekâttan sonraki oturuş son oturuş olduğundan, burada Tahiyyat, Salli-Barik ve Rabbenâ duaları okunarak selam verilir. 1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure 2. rekât: Besmele + Fatiha + sure İlk oturuş: Tahiyyat 3. rekât: Besmele + Fatiha + sure 4. rekât: Besmele + Fatiha + sure Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam Öğle Namazının Farzı: İlk sünnet gibidir. Yalnızca öğle namazı ile diğer bütün dört rekâtlı farz namazlarda üç ve dördüncü rekâtlarda sadece besmele ve Fatiha okunur. Zamm-ı sure (bir sure ilavesi) yoktur. 1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha+ sure 2. rekât: Besmele + Fatiha + sure İlk oturuş: Tahiyyat 3. rekât: Besmele + Fatiha 4. rekât: Besmele + Fatiha Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam Öğle namazının iki rekâtlık son sünneti de aynen sabah namazındaki gibi kılınır. İkindi Namazı: Dört rekâtı gayr-ı müekked sünnet, dört rekâtı ise farzdır. Farz, aynen öğle namazının farzı gibidir. Sünneti, gayr-ı müekked sünnet olduğu için biraz farklı kılınır. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Gayr-ı Müekked Sünnet: Peygamberimizin bazen kılmadığı nafile namazlardır. İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti böyledir. Bunları da kılmaya çalışmalı, terk etmeyi alışkanlık hâline getirmemelidir. İkindinin sünneti öğlenin sünneti gibi kılınır. Ancak ondan farklı olarak ilk oturuşta, Tahiyyattan sonra Salli ve Bârik duaları eklenir. Üçüncü rekâta kalkışta da yeni namaza başlanır gibi Sübhâneke ve eûzü besmele vardır. 79 1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure 2. rekât: Besmele + Fatiha + sure İlk oturuş: Tahiyyat + Salli - Bârik 3. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure 4. rekât: Besmele + Fatiha + sure Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam Akşam Namazı: Üç rekâtı farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rekâttır. Akşam namazı diğer namazlardan, ezandan sonra kamet getirilerek farzının sünnetinden önce kılınması ve bir de farzının üç rekâttan oluşması yönleriyle ayrılır. Farzının Kılınışı: 1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure 2. rekât: Besmele + Fatiha + sure İlk oturuş: Tahiyyat 3. rekât: Besmele + Fatiha Son oturuş: Tahiyyat + Salavâtlar + Rabbenâ + selam Akşam namazının sünneti de diğer iki rekâtlı sünnetler gibi kılınır. Yatsı Namazı: Dörtrekâtısünnet-igayr-ımüekkede,dördüfarz,ikisisonsünnetolmaküzereonrekâttır.Yatsınınilk sünnetininkılınışı,ikindinamazınınsünnetigibidir.Farzınınkılınışı,öğleveikindinamazlarınınfarzları,son sünneti ise diğer iki rekâtlı namazlar gibidir. B-Vitir Namazı: Vitir namazı üç rekâttan ibarettir. Niyet edip tekbir aldıktan sonra aşağıdaki gibi kılınır; 1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure 2. rekât: Besmele + Fatiha + sure İlk oturuş: Tahiyyat 3. rekât: Besmele + Fatiha + sure + tekbir + Kunut duaları Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam 3. Rekâta Dair Açıklama: Besmele, Fâtiha ve ilave bir sûre okunduktan sonra daha ayakta iken eller kaldırılıp tekbir alınır. Eller yeniden bağlanarak ayakta Kunut duaları okunur. Rükû ve secdeden sonra normal şekilde son oturuş yapılarak namaz sona erdirilir. Vitir, ittifakla kılınması istenen bir namazdır. Bir hadiste “...vitir namazı kılınız ey Kur’an ehli!” buyrulmuştur.29 29 Tirmizî, Vitr 2. 80 Vitir namazı, Hanefilere göre vacip; diğer üç mezhebe göre ise müekked sünnettir. Hanefîlere göre vitir üç rekâttır ve sonunda selam verilir. Şâfiîlerde vitrin en azı bir, en çoğu on bir rekâttır. Vitir namazının sayısı ile ilgili bu görüş farklılıklarının nedeni, Rasûlullah’tan bu konuda birbirinden farklı hadislerin nakledilmesidir.30 Vitir, yalnız ramazan ayında cemaatle kılınır. Vitirden başka namazlarda Kunut duası okunmaz. Yalnız Şafiî ve Malikîlere göre her zaman sabah namazının farzında rükû sonrası ayakta Kunut duası okunur. C-Cuma Namazı Araplar, İslam öncesinde cuma gününe “Arûbe” derlerdi. Allah’ın elçisi, Akabe biatlarından sonra sahabeden Musab b. Umeyr’i Medine’ye öğretmen olarak göndermiş ve ona cuma günü toplanarak öğle vakti iki rekât namaz kılmalarını bildirmiştir. Bunun üzerine Müslümanlar, Esad b. Zürâre’nin Medine dışındaki yurdunda toplanıp cuma namazı kılmaya başlamışlardır. Cuma namazının farz oluşunu bildiren ayet, Medine’de inmiştir ve Hz. Peygamber’in kıldırdığı ilk cuma namazı ise hicret sırasında Ranûna vadisinde kılınmıştır. Cuma namazının farz oluşu şu ayetle sabittir: “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”31 İslam’da cuma gününün ayrı bir yeri olduğuna şu hadis delildir: Hz. Peygamber’e (s.a.), cuma gününe niçin bu adın verildiği sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Şüphesiz babanız Âdem’in yaratılışı o günde tamamlandı. Kıyamet o gün kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesap için toplanması o günde olacaktır...”32 Cuma Namazının Farz Olmasının Şartları: 1- Erkek olmak: Kadınlara cuma namazı farz olmayıp kıldıklarında öğle namazı yerine geçer. 2- Akıl sahibi ve ergin olmak: Bu ikisi zaten namazın farz oluşu için de şarttır. 3- Hür olmak: Esir veya cezaevindeki hükümlülerin öğle namazı kılmaları yeterlidir. 4- Mukîm (bir yerde yerleşik) olmak: Yolcuya cuma namazı farz değildir. 5- Hasta olmamak, özürlerden uzak bulunmak: Cuma namazı için mescide gidince hastalığı artacak olana, âciz, çok ihtiyar olana, gözü görmeyen veya kötürüm olana cuma namazı farz değildir. 30 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 40. 31 Cuma suresi, 9. ayet. 32 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 311. 81 Cuma Namazının Geçerli Olması İçin Gerekli Şartlar: 1- Vakit: Cuma namazı, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınır. 2- Namaz için cemaatin bulunması. Cuma namazı tek başına kılınamaz. Diğer farz namazlarda cemaat için imamla birlikte bir kişinin olması yeterli iken, cuma namazında Hanefi mezhebine göre imam hariç, üç kişinin daha bulunması şarttır. Şafiîlere göre cuma namazı için akıllı, hür, ergin ve mukîm (yerleşik) kırk erkeğin bulunması gerekir. 3- Cuma namazından önce hutbe okumak. Cuma Namazının Kılınışı ve Rekâtları: Ezandan sonra öğle namazının sünnetindeki gibi dört rekât kılınır. Bu namaz, müekked sünnettir. Daha sonra hatip, hutbe için minbere çıkar ve oturur. Müezzinin iç ezanından sonra, hatip hutbe okur. Bu sırada cemaat, sükûnet içinde konuşmayı dinler. Ardından müezzinin kameti ile farz olan iki rekâtlık cuma namazı, imamın açıktan okumasıyla kılınır. Cemaat, namazda sadece Sübhaneke’yi okur ve daha sonra imamı dinleyerek namazı eda eder. Farzdan sonra aynen ilk sünnetteki gibi cumanın dört rekâtlık son sünneti kılınır. Bunun ardından, isteyenlerin kılabileceği dört rekâtlık namaz, zuhr-i âhir adıyla bilinir. Bu namazı kılana da kılma ihtiyacı hissetmeyene de saygı duyulmalıdır. Son olarak kılınan sünnet ise “vaktin sünneti” olarak bilinen iki rekâtlık nafile bir namazdır. D-Bayram Namazı: Bayram namazı, biri Ramazan, diğeri Kurban Bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekâtlık bir namazdır. Rasulullah (s.a.) Medine’ye gelince Medine halkının yıl içinde eğlenip sevinç günü saydığı iki günlerinin olduğunu öğrenmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah o iki gün yerine size daha hayırlısını vermiştir: Biri Kurban Bayramı, diğeri Ramazan Bayramı’dır.”33 Hanefi mezhebinde, cuma namazı ile yükümlü olan kimselere bayram namazı kılmak da vaciptir. Bayram namazı, Şafiî ve Malikîlere göre müekked sünnet, Hanbelîlere göre ise farz-ı kifâyedir. Cuma namazında hutbe, namazın geçerli olmasının şartlarından olup farzdan önce okunur. Bayram namazında ise hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. Bayram namazının bir diğer farklılığı, her rekâtında fazladan üçer tekbir alınmasıdır. Bu fazla tekbirlere “zâid tekbirler” denir. Rasûlullah’ın (s.a.) kıldırdığı ilk bayram namazı, ikinci hicrî yıldaki Ramazan Bayramı namazı33 Ebû Davud, Salât 239. 82 dır. Sahabeden İbn Abbas’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber, bayram namazlarını ezansız ve kametsiz olarak kıldırmıştır.34 Bayram namazının vakti, mazeret sebebiyle birinci gün kılınamamışsa Ramazan Bayramı’nda ikinci gün, kurban bayramında ise kerahetle birlikte ikinci günde, yine olmazsa üçüncü günde kılınabilir. Ancak özürsüz olarak terk edilmişse veya cemaate hiç yetişilememişse sonradan kılınamaz. Kılınışı: Niyet ve tekbirden sonra imam ve cemaat, gizlice Sübhaneke’yi okurlar. Sonra imam açıktan, cemaat ise içinden üç kez tekbir alırlar. Her tekbirde eller kaldırılıp ilk ikisinde yana salınır ve tekbirler arasında kısa süre durulur. Üçüncü tekbirle eller bağlanır. İmam, içinden okuduğu eûzü besmele sonrası açıktan Fatiha okur ve bir sure ekler. Rükû ve secdelerden sonra ikinci rekâta kalkılır. Besmelenin ardından yine imam, Fatiha ile sureyi okur. Rükûya gitmeden, yine üç kez eller kaldırılıp yana bırakılarak tekbir alınır. Bundan sonra eller kaldırılmadan bir tekbir daha alınarak rükûya gidilir ve namaz tamamlanır. Şafiîlere göre bayram namazının cemaatle kılınması daha faziletliyse de bu namaz, tek başına ve hutbesiz olarak da kılınabilir. Bayram günleri erken kalkmak, temizlenmek, güzel koku sürünüp güzel elbiseler giymek, sadaka vermek müstehap yani iyi sayılmıştır. Ramazanda bayram namazı öncesinde tatlı yenmesi, Kurban Bayramında ise bir şey yenmemesi müstehaptır. E-Cenaze Namazı: Yıkanmış, temizlenmiş, musalla taşına konulmuş Müslüman ölü için abdestli ve kıbleye yönelerek kılınan bu namaz, ölen kimse için yapılan bir dua hükmündedir. Cenaze namazı, farz-ı kifâyedir. Topluma, bölge halkına yönelik bir vazifedir. Hiç kimse yerine getirmezse oradaki Müslümanların tamamı sorumlu ve günahkâr olur. Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyette, ölünün erkek veya kadın, kız veya erkek çocuğu olduğu belirtilir. Cenaze namazının farzı/rüknü, tekbirler ve kıyamdır. Bu namazda rükû, secde ve kıraat yoktur. Cenaze namazı ayakta kılınır ve dört tekbirden oluşur. Cenaze Namazı Kılınabilmesinin Şartları: 1- Ölen kişi Müslüman olmalıdır. 2- Kendisinin ve konulduğu yerin temiz olmalıdır. 3- Cemaatin önüne konulmuş olmalıdır. 4- Cenaze namazında cemaat, şart değildir. Yalnız bir kişinin bulunması da yeterlidir. 34 Ebû Davud, Salât 241. 83 Cenaze Namazının Sünnetleri ve Kılınışı: 1- İmam, cenazenin göğsü hizasına durur. 2- İlk tekbirden sonra Sübhaneke duası “ve celle senâük” kısmı ile birlikte okunur. Dua kastıyla Fatiha okunması câizdir. İmam Şafiî’ye göre Fatiha okumak farzdır. 3- İkinci tekbirden sonra Peygamberimize salat ve selam olarak Salli ve Bârik duaları okunur. 4- Üçüncü tekbirden sonra dua edilir. Bilenler cenaze duasını, bilmeyenler Rabbenâ vb. bir dua okur. 5- Bu duaların ardından imam, dördüncü tekbiri alır, sağa ve sola sesli olarak selam verir. F-Cemaatle Namaz Kılmak Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi beş ya da yirmi yedi derece daha faziletlidir.35 TEMEL HADİS “İnsanlar, ezan ile ilk safta namaz kılmanın sevabını bilseler, sonra bunlar için kura çekmekten başka çare bulamasalar kura çekerlerdi. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi bunun için yarışırlardı. Yatsı ile sabah namazlarının faziletini bilselerdi emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.” (Buhârî, Ezan 9, 32.) Peygamberimizin bu sözünden neler anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Hanefîlere göre cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten, akıl sahibi erkekler için müekked (kuvvetli) sünnettir. Şafiîlere göre farz namazlar için cemaate devam etmek ise hür ve mukîm (yerleşik) olanlar için farz-ı kifâyedir. Hanefî ve Şafiîlerde cemaatin sayısı en az, imam ve ona uyacak kimse olarak iki kişidir. Hatta imama uyan kişi, çocuk da olabilir. İmama uyan kişi, aşağıda sayılanları kendisi de yapar: 1- İftitah tekbirinde elleri kaldırmak. 2- Sübhaneke okumak. 3- Rükû tekbirlerini almak. 4- Secde tekbirlerini almak. 5- Rükû ve secdedeki tespihleri söylemek. 6- Rükûdan doğrulurken “Semia’llahu li men hamideh” demek. 7- Tahiyyat ve diğer duaları okumak. 8- Selam vermek. Cemaatle Namazda Saf Düzeni: Toplu hâlde namaz kılmaya cemaatle namaz denilir. İmamın ardında yan yana 35 Buhârî, Ezan 30; Müslim, Mesâcid 345. 84 duran cemaat, saf tutmuş olur. İmama kendi başına uyan kişi, onun sağına durur. Cemaat iki kişi ise arkasında dururlar. Bir cemaat içinde birlikte bulunduklarında, imamın arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, onların arkasında kadınlar, daha sonra da kız çocukları durur. İmamın tam arkasında, namaz kıldırmaya ehil kimselerin bulunması daha uygundur. Cemaatle namaz kılarken saflar düz ve sık olmalı, omuzlar bitiştirilmeli, kişiler arasında boşluk bulunmamalıdır. Buna dikkat etmeyen kimselere yönelik Peygamberimizin önemli uyarıları vardır.36Müezzinlik yapan kişinin, farzı cemaatten ayrı olarak tek başına kılması ise mekruhtur. 2. Zekât 2.1. Zekâtın Önemi TEMEL AYET Zekâtı verilen malın bereketlendiğine dair Allah şöyle buyurur: “İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat artıranlardır.” (Rûm suresi, 39. ayet.) Zekât, İslam toplumunda çok önemli bir yere sahiptir. Toplumsal dayanışmanın, başkasını düşünme alışkanlığı kazanmanın Allah için verebilme anlayışının yerleşmesinin temel araçlarından biridir. Her türlü ibadet temizlikle başlar. İbadetlerin başında önce niyetlerin temiz olması gerekir. Temiz niyetli olmayan, samimiyetten uzak yapılan bir ibadet Allah katında makbul değildir. Zekât ibadeti de yapılırken kişinin niyetinin temiz olması gerekir. Kişi bu ibadeti yaparken gösterişten uzak olmalı, bir menfaat beklentisi bulunmamalıdır. ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Zekâtın diğer bir anlamı da artma, çoğalmadır. Sizce zekâtı verilen maldaki artış hangi anlamdadır? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Zekât malın ve ruhun temizliğini sağlayan, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. Kelime olarak bereket, temizlik, çoğalma ve övme gibi anlamlara gelir. Akıllı, ergin ve dinen zengin sayılan bir Müslümanın, belli mallardan belirli bir miktarı, belli aralıklarla muhtaçlara vermesidir. Zekâtı verilmeyen mal dinimizce temiz sayılmaz, bereketsizdir. Zekâtı verilen mal ise bereketlenir. Çünkü böylelikle ondaki fakir, yetim hakkı ödenmiş olur. Kişi, malını artık tamamen hak etmiş hâle gelir. Bunu ifade eden ayetlerden biri şudur: “Müminlerin mallarından zekât al ki onunla kendilerini temizleyip mallarını bereketlendiresin.”37 36 Buhârî, Ezan 71. 37 Tevbe suresi, 103. ayet. 85 Müslüman, zekât sayesinde cimrilikten kurtulmuş olur, yoksulları daha çok düşünmeye başlar. Kendisine verdiği nimetler sebebiyle Allah’a daha fazla şükreder. Zekâtın yaygınlaşması toplumda ekonomik dengenin kurulmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Zekât, hicrî 2. yılda farz kılınmıştır. Kur’an’da yirmi sekizi namazla birlikte olmak üzere toplam otuz iki yerde zekât emri bulunmaktadır.38 Bu durum, namaz ile zekât arasında sıkı bir ilişkinin varlığını gösterir. Zekât, namaz ve oruç ibadetleri gibi İslam öncesi ümmetlerde de bulunan bir ibadettir. Mesela Hz. İsmail (a.s.) hakkında Kur’an’da şöyle deniyor: “O, ailesine (milletine) namazı ve zekâtı emrederdi.”39 Zekâtla yükümlü olduğu hâlde onu vermeyen kimse bundan sorumludur. Ahirette de ceza ile karşı karşıyadır: “Altın ile gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları yakıcı bir azapla müjdele...40 2.2. Zekâtın Verilişi TEMEL AYET Kur’an-ı Kerim zekâtın kimlere verilebileceğini şöyle ifade eder: “Zekât ancak fakirlerin, miskinlerin, zekât toplaması için görevlendirilmiş kişilerin, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlerin (müellefe-i kulûb), kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların, çalışanların ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır.” Bir kimsenin zekât vermekle yükümlü olması için Müslüman, akıl sağlığı yerinde, gençlik çağına erişmiş olması ve hür olması, borcundan ve temel ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Nisap; zekât, fitre ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Ayrıca nisap miktarı mala sahip olan kimsenin zekâtla mükellef olması için bu malın kazanç veya yarar sağlayan bir mal olması ve üstünden bir yıl geçmesi gerekir. Bu tanıma göre kişinin oturduğu ev, bindiği araç, kullandığı araç-gereçler, ev eşyaları gibi temel gereksinimleri zekât vermede zenginlik sınırını belirleyen nisap miktarının hesaplanmasına dâhil edilmez. Bunun için de bunların ortalama bir seviyede olması ve kazanç sağlamaması gerekir. Zekât, muhtaçlara verilir. Zekâtın verileceği yerler, sekiz sınıf olarak şu ayet-i kerîme ile belirlenmiştir: “Zekâtlar, ancak fakirlerin, miskinlerin, zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslam’a 38 Döndüren, İslam İlmihâli, s. 485. 39 Meryem suresi, 55. ayet. 40 Tevbe suresi, 34–35. ayetler. 86 ısındırılmak istenenlerin (müellefe-i kulûb), kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların, çalışanların ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır.”41 Bunlar dışında kalan cami, mescit, kurs, yol, köprü, çeşme vs. yapımı, cenaze kefenlenmesi gibi işler için zekât verilemez. Yine kişi, babasına, annesine ve onların ebeveynine; oğluna, kızına ve torunlarına zekât veremez. Çünkü zaten onlara bakmak zorundadır. Eşler de birbirine zekât veremez. Peygamberimizin neslinden olanlara zekât da verilemez. Zekât mallarında, aynı cinsten yıl içindeki artış, yıl sonuna kadar devam ederse, yılın başında da var kabul edilir ve o miktarın da zekâtı verilir. Oturacağıbirevyaptırmakiçinborçlananlara,birşeyiolmayıp,evlenmekisteyenerkeğedezekâtverilir. Kişi, kendinden ayrı yaşayan ihtiyaç sahibi damadına veya gelinine de zekât verebilir. Zekâtın Geçerli Olması İçin Gerekli Şartlar Şunlardır: 1- Niyet: Zekâtı yoksula verirken, bunun zekât olduğuna niyet edilmelidir. Ancak yoksula zekât verirken onu rencide etmekten kaçınılmalıdır. 2- Temlik: Temlik, zekât malını karşı tarafa ulaştırmak, bizzat onun eline geçmesini sağlamaktır. Yani zekât malının, yoksulun eline geçtiğinden emin olmak şarttır. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Nisap: Sözlükte “her şeyin aslı, kökü; güneşin battığı yer, bulunması gereken asgari miktar” gibi anlamlara gelen Nisap, dinî bir kavram olarak zekât fıtır sadakası, kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir; 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para, ticaret malı, 560 gr gümüş, 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu miktarların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği sonraki dönemlerde de aynen korunmuştur. Zekât verilecek mallardan bazıları şöyledir: Altın, gümüş ve para. Altının şeri ölçüye göre nisabı 80,18 gram, gümüşün nisabı ise 560 gramdır. Bu kadar altına, gümüşe veya o miktarda paraya sahip olan kimse bunların kırkta birini (yüzde iki buçuğunu) zekât olarak vermekle yükümlüdür. Ticaret malları: Nisap miktarında olan, üzerinden bir yıl geçen ve satın alınırken ticarete niyet edilen malların zekâtı verilir. Bir kimsenin bir miktar altın ile gümüşü, bir miktar da ticaret malı bulunup da bunların toplamının kıymeti bir nisap miktarına, mesela 80,18 gram altına denk bulunsa, kırkta bir oranında zekât gerekir. Hayvanlar: Tür olarak koyun, keçi, sığır, manda, deve ve at olmak üzere zekâtları verilmesi gereken altı sınıf hayvan vardır. Bunlardan bir yıllık mal durumundaki hayvanlardan zekât verilmelidir. Bunların ölçüleri vardır. 41 Tevbe suresi, 60. ayet. 87 Örneğin koyun ve keçi için 40’tan azına zekât düşmez. 120’ye kadar bir koyun, 121-200 arasında ise iki koyun zekât olarak verilir. 201-399 arasında üç, 400 koyunda da dört koyun verilir. Bundan sonraki her yüz için bir koyun daha verilir. Keçinin zekâtı da böyledir. Büyükbaş hayvanlarının, toprak ürünlerinin ve madenin zekâtı verilir. Fıtır Sadakası: Toplumsal dayanışmayı sağlayan diğer bir mali ibadet ise fıtır sadakasıdır. Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçları dışında en az nisap miktarı mala sahip bulunan her özgür Müslümanın vermesi vacip olan sadakadır.42 Buna fitre de denir. Yaratılışın, sağlığın gereği ve şükrü olarak verilen bir bağıştır. Fitre ile yoksullar mübarek oruç ayında biraz rahatlamış ve bayram sevincine katılma imkânı bulmuş olurlar. Fitreyi bayram namazına çıkmadan önce, hatta ramazanın başından itibaren herhangi bir günde vermek lazımdır. Küçük, büyük, erkek ve kadın her özgür Müslüman, nisap miktarı mala sahip ise fitre vermekle yükümlüdür. Anne ya da baba, evin küçük çocukları da dâhil olmak üzere bütün aile fertleri adına fıtır sadakası verir. 3. Oruç 3.1.Orucun Önemi TEMEL AYET “Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş kimselere farz kılındığı gibi size de sayılı günlerde farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara suresi, 183. ayet.) Oruç kelimesinin Arapçası “savm ve sıyam”dır. Bir şeyden kendini alıkoymak, el çekmek anlamındadır. Dinî bir ibadet olarak şöyle tanımlanabilir: Kişinin niyet etmek suretiyle imsak vaktinden itibaren güneş batana kadar kendisini yeme, içme ve cinsel isteklerden alıkoymasıdır. İslam’ın beş temel şartından biri de tutmakla mükellef olanların, ramazan ayı boyunca Allah için oruç tutmalarıdır. Oruç, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Oruç tutmanın kişi ve toplum açısından pek çok yararı vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: 1. Kişi beden ve ruh yönünden, oruçla huzur bulur. İradeyi güçlendirir. Yılın diğer günlerinde imkânları dâhilinde her isteğini yapmaya çalışan insanlar, oruç sebebiyle imkânları olsa da yemez, içmez. Böylece irade güçlenir. 2. Oruç, kısa süreli de olsa yoksulların hâlini hissetme, onlara karşı daha şefkatli olma bilinci kazandırır. 42 Buhârî, Zekât 70. 88 3. İnsan bedeni, bir ay boyunca rahatlamış olur. Belli bir düzende yemek ve içmek, mideyi dinlendirir. İnsan, oruçla vücudunu bir ay süreyle disipline eder. 4. Oruç ibadeti ile sevap kazanırız. Hz. Peygamber, hakkıyla oruç tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını söylemiştir.43 Yine tuttuğumuz oruç bize Allah’ın sevgisini kazandırır. 5. Oruç ibadeti kişiyi kötülüklere karşı korur. Oruçlu kişi her tür kötü düşünce ve davranıştan uzak durmaya her zamankinden daha çok önem verir. Hz. Muhammed bu şekilde tutulan orucun kişiyi cehenneme gitmekten kurtaracağına şu sözüyle dikkat çekmiştir: “Oruç savaşın tehlikelerinden koruyan bir kalkan gibi sizi ateşten koruyan bir kalkandır. Eğer kişi sevabını kaçırmazsa...”44 6. Sadece Allah emrettiği için bir süre isteklerinden uzak kalan insan, oruçla eğitilir, sabrı öğrenir. 7. Oruç, kişiliğin oluşumunda büyük pay sahibidir. İnsanların yanında değilken de bir şey yemeyen insan, iç ve dış yönüyle gösterişten uzaktır, samimi davranmayı öğrenmiştir. TEMEL HADİS Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yalanı, onunla iş yapmayı bırakmayan kimsenin, (oruç tutarak) yeme-içmesini bırakmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm 8.) Sizce Peygamberimiz bu sözüyle ne anlatmak istemiştir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinde oruç tutmayı emreden şu ayetler bulunur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş kimselere farz kılındığı gibi size de sayılı günlerde farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Sizden her kim, hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. Oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir. Kim de gönülden (fidyeyi artırıp) hayır yaparsa bu, onun için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüklere rağmen) oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu yanlıştan ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın, kendisinde indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler, onda oruç tutsun…”45 Bu ayetlerden ilki, orucun hem bize hem de önceki peygamberlerin halklarına farz olduğunu belirtmiştir. Son ayet ise farz orucun, ramazan ayında olduğunu, aynı zamanda ramazan ayının Kur’an’ın indirildiği ay olduğunu haber vermiştir. Oruç, sevabı çok olan ve kul ile Allah arasında özel yeri olan bir ibadettir. Hz. Peygamber bir hadisinde Rabbimizin oruç ibadetine ne kadar değer verdiğini şöyle ifade etmiştir: 43 Buhari, Savm 6. 44 Nesai, Sıyam 43. 45 Bakara suresi, 183-185. ayetler. 89 “Kutlu ve yüce olan Allah şöyle buyuruyor: Oruç benim içindir yani benim rızamı kazanmak için tutulur. Onun mükâfatını da fazlasıyla ben vereceğim. Oruçlu kimsenin iki sevinçli anı vardır. Önce iftar açarken sevinir. Ancak asıl sevinç Allah’a kavuştuğunda mükâfat alırken olacaktır. Allah’a yemin olsun ki oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha iyidir.”46 Orucun Farz Olmasının Şartları Şunlardır: 1- Müslüman olmak. 2- Ergenlik çağında ve akıl sahibi olmak. 3- Oruç tutmaya gücü yetmek. 4- Mukîm (yerleşik) olmak. Orucun geçerli olması için ayrıca bir kadının hayız (âdet dönemi) ve nifas (doğum sonrasındaki özür) hâllerinden uzak, temiz olması şarttır. Niyet de gereklidir. Bir de orucu bozan hâllere düşmemek şarttır. TEMEL HADİS “Ramazan ayı geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır...” (Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyam, 1.) Farz olan oruç her yıl ramazan ayında tutulur. Ramazan ayının bizim için özel bir değeri vardır. Ramazan ayı gelmeden hazırlıklar yapılır. Evlerde, mahallelerde ve işyerlerinde o aya kavuşmanın heyecanı yaşanır. Kadir Gecesi ramazan ayındadır. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği gece olan Kadir Gecesi bizim için çok değerlidir. O geceyi Kur’an ile meşgul olarak, dualarla, kaza namazları ve nafile namazlarla en güzel şekilde değerlendirmeliyiz. Bin aydan daha değerli olan bu gecede kendimizi 47 Rabbimize affettirmenin gayreti içerisinde olmalıyız. 3.2. Oruç Çeşitleri 1-Farz Oruç: a- Zamanı belirli olan ramazan orucu. b- Zamanı belirli olmayan oruç: Ramazan orucunun kazası ve keffareti için belli bir zaman yoktur. 2-Vacip Oruç: Adak oruçları böyledir. Belli günde tutulması adanan oruç, günü belli bir vaciptir. Günü belli edilmeden adanan oruç da vaciptir ama belli bir zamanı yoktur. 46 Nesai, Sıyâm 42. 47 Kadr suresi, 3. ayet. 90 3-Nafile Oruç: Farz olan ramazan orucunun dışında Hz. Peygamber’in tutmayı alışkanlık edindiği veya tavsiye ettiği oruçlar da vardır. Sünnet veya müstehap olan oruçlardan bazıları şöyledir: a- Hz. Davud’un (a.s.) orucu olarak ifade edilen, gün aşırı oruç tutmak.48 b- Pazartesi ve perşembe oruçları.49 c- Hacda olmayanların Kurban Bayramı’nın bir gün öncesinde (Arafe gününde) oruç tutmaları sünnettir.50 d- Şevval ayındaki altı gün oruç.51 e- Her aydan üç gün oruç. Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak müstehaptır.52 f- Şaban ayında oruç tutmak.53 g- Muharrem ayının dokuzuncu, onuncu (Aşûre günü) ve on birinci günlerinde oruç tutmak.54 4. Mekruh Olan Oruçlar: Ramazan Bayramı’nın birinci gününde, Kurban Bayramı’nın ise tamamında oruç tutmak, tahrîmen mekruhtur. Çünkü bunlar, sevinç ve ikram günleridir. Sadece aşûre gününde, tek başına cuma günü veya yine sadece cumartesi günü oruç tutmak, tenzîhen mekruhtur. Ancak bunlardan bir gün önce oruca başlanır yahut bu günlerin ardından bir gün oruç daha tutulursa veya kişinin belli bir oruç tutma âdeti, alışkanlığı var da o âdetine göre tuttuğu oruç, bu günlere denk gelmişse bunda bir sakınca kalmaz. 3.3. Oruç Tutarken Dikkat Edilmesi Gereken Şeyler ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM “Sahura kalkınız. Çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 18; Müslim, Sıyam, 9.) Yukarıdaki hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Farz olan ramazan orucuna niyet edilerek başlanır. Kişi oruç tutma niyetiyle sahur yemeği yemişse sözle niyet ettiğini beyan etmesine gerek yoktur. Kişi ramazan ayında sahur yapmamış ve niyet etmemişse bile ertesi günkü orucu tutmak zorundadır. Oruç, tan yerinin ağarmasıyla başlar. Gün batımına kadar devam eder. Gün içerisinde hiçbir şey yemeyiz, içmeyiz. Ancak oruç sadece yemeyi içmeyi bırakmak anlamına gelmez. Kişinin her tür kötü davranış ve arzudan uzak durması gerekir. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Oruç tutan kişi yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa onun yeme-içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”55 48 Müslim, Sıyâm 192. 49 Ebû Davud, Savm 60. 50 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VII, 297. 51 Tirmizî, Savm 53. 52 Buhârî, Savm 56. 53 Müslim, Sıyâm 176. 54 Buhârî, Savm 69. 55 Buhârî, Savm 8. 91 ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah ramazan ayı oruç tutmayı size farz kıldı, ben de size ramazan gecelerini namazla geçirmenizi sünnet olarak bırakıyorum. Allah’a inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ramazan ayında gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan kişi, anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınır.” (İbn Mâce, İkametü’s salât, 173.) Yukarıdakihadisteifadeedilen“Anasındanyenidoğmuşgibigünahlarındanarınır.”sözüneanlama gelmektedir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Oruç Tutma Zorunluluğunu Ortadan Kaldıran Haller Şunlardır: 1- Yolculuk: Zarar görmeyecekse yolcunun orucu tutması daha iyidir. Yolculukta oruç tutmayan, daha sonra kaza eder. 2- Hastalık: Bir kimse oruç tuttuğunda ölmekten ya da hastalığının artmasından korkarsa oruç tutmayabilir. İyileşince bunları kaza eder.56 3- Gebelik ve çocuk emzirme hâllerinde kadın, kendisi veya çocuğu zarar görecekse oruç tutmaz. Daha sonra kaza eder. 4- Özel durumları olan veya doğum yapmış olan kadınlar da oruç tutmazlar. Temizlendikten sonra tutamadıkları sayıda orucu kaza ederler. 5- Yaşlılık: Yılın bütününde oruç tutmaktan âciz olan çok ihtiyar ve düşkün erkeklerle kadınların oruç tutmama hakları vardır. Bunların oruçlarını kaza etmeleri de gerekmez. Çünkü zaten, hiç oruç tutacak durumda değillerdir. Keffâret olarak fidye verirler. Fidye, tutamadıkları gün sayısınca yoksulu sabahlı-akşamlı doyuracak miktardır. Fakirler fidye de vermezler. 6- Çok ağır şiddetteki açlık ve susuzluk da orucu bozmayı mübah kılar. Sonra bu da kaza edilir. İmsak: Kelime olarak; kendini tutmak, bir şeyden el çekmek demektir. Bu yüzden oruç tanımlanırken imsak kelimesi kullanılır. Bu kelime oruca başlama zamanı anlamında kullanılmaktadır. İftar: İmsak vaktinde başlayan oruç, akşam güneş batıncaya kadar devam eder. Güneş batınca yemek ve içmek suretiyle oruç açılır. Orucu açmaya iftar denir. 56 İlgili hadis için bkz. Nesâî, Sıyâm 51. 92 Oruç Nasıl Tutulur? Oruç, imsak vaktinde başlar. Oruca niyet eden kimse bu vakitten itibaren herhangi bir şey yiyemez, içemez ve orucu bozan şeyleri yapamaz. Bu durum akşam güneş batıncaya kadar devam eder. Güneş battıktan sonra yiyip içmek suretiyle orucunu açar. İşte niyet ederek imsak vaktinden akşam güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve orucu bozan şeylerden sakınmakla bir günlük oruç tutulmuş olur.57 İftar Duası: İftar vaktinde şöyle bir dua okumak sünnettir: “Allâhümme leke sumtü ve alâ rizgıke eftartü ve aleyke tevekkeltü ve bike Âmentü…”58 Anlamı: “Allah’ım! Sen’in rızan için oruç tuttum. Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım. Sana güvendim, Sana iman ettim…” Bu duayı yapmak şart değildir. İftar zamanı, herkes içinden geldiği şekilde Allah’a dua edilebilir. Kaza orucu: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır. ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Orucun ne kadar sevap kazandıran bir ibadet olduğuna ilişkin şöyle bir hadis bulunmaktadır: Ebu Umâme Rasûlullah’a şöyle sormuştu: “Hangi amel daha değerli ve kıymetlidir?” Rasûlullah da şöyle buyurdu: “Oruç tutmaya devam et! Çünkü sevap yönünden onun bir dengi yoktur.” (Nesai, Sıyâm 42.) Orucu Bozan Bazı Durumlar: 1. Bilerek bir şey yemek. 2. Bilerek bir şey içmek. 3. Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak. 4. Akşam vakti girmediği hâlde, akşam oldu zannederek iftar etmek, 5. İmsak vakti geçtiği hâlde, imsak vakti gelmedi zannıyla yemek içmek. 6. Oruçlu olduğunu unutarak bir şeyler yedikten sonra, orucu bozuldu zannı ile yemek-içmek. Orucu Bozmayan Şeyler 1. Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek: Unutarak yiyip içerken oruçlu olduğunu hatırlayan kişi, hemen ağzını yıkayıp oruca devam eder, oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse kişinin orucu bozulur. 2. Kulağına su kaçmak, 3. Göze ilaç damlatmak, 57 Yazıcı, Seyfettin, Müslüman Gençlere Din Bilgisi, DİB Yayınları, Ankara, 1998, s. 79. 58 Ebû Davud, Savm 22. 93 4. Kendi isteği olmayarak kusmak, 5. Kan aldırmak, 6. Ağızdaki tükürüğü yutmak.59 4. Hac ve Kurban 4.1. Haccın Önemi TEMEL AYET “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yoluna gücü yetenlerin Kâbe’yi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim bunu inkâr ederse şüphesiz Allah hiç kimseye muhtaç değildir.” (Âl-i İmran suresi, 96-97. ayetler.) 1. Bu ayeterden ne anlıyorsunuz? 2. Haccın diğer ibadetlerden farklı olduğu yönler nelerdir? 3. Haccın temel hedefi sizce ne olabilir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Hac ibadeti İslam’ın beş temel esasından biridir. Hem mali, hem de bedenî bir ibadettir. İmkânı olan ve şartlarını taşıyan her Müslüman, ömründe en az bir defa bu ibadeti yerine getirmekle yükümlüdür. Hac, bir şeyi kastetmek, yönelmek, ziyaret etmek anlamlarına gelir. İbadet kastıyla Arafat’ta belli bir süre durmak ve Kâbe’yi tavaf etmekten ibarettir. Allah hac ibadetini hicretin 9. yılında farz kılmıştır. Hac ibadetinin farz kılınışıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şu ayet bulunur: “Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”60 59 Yazıcı, Seyfettin, a.g.e., s. 81-82. 60 Âl-i İmran suresi, 97. ayet. 94 Hac, tüm dünya Müslümanlarının bir araya geldiği büyük bir toplantı niteliği taşır. Aynı amaç doğrultusunda aynı ibadeti yapmak üzere bir araya gelen Müslümanlar, aynı duyguları hissederler. Kutsal topraklarda kimse kendini yabancı hissetmez. Çünkü orada Müslümanlar, inanan herkesin eşit olduğunu, Allah katında hiç kimsenin farkı olmadığını canlı bir şekilde hissederler. İhrama girerek bembeyaz elbiselere bürünmek, insana mahşer yerini hatırlatır. TEMEL HADİS “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438.) Yukarıdaki hadis size ne anlatıyor? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Hac hem mal hem de bedenle yapılan bir ibadet olduğundan, kişinin bu ibadetle yükümlü olması için belli şartlar vardır. Hac hem zenginlik açısından hem de bedenen bazı şartları taşıyan Müslümanlar üzerine farzdır. Haccın farz olması için şunlar şarttır: 1. Müslüman olmak, 2. Ergenlik çağında ve akıl sağlığı yerinde olmak, 3. Hür olmak, 4. Sağlık açısından hac yapmaya elverişli olmak, 5. Gerekli maddî güce sahip olmak: Bunun anlamı İslam dini açısından zengin olmaktır. Bu şartın içinde ayrıca hac süresince ailesinin temel giderlerini karşılayabilme gücü de yer alır. 6. Hacca gidilecek yolların güvenli olması. Hac esnasında bulaşıcı hastalık, terör gibi güvenliği tehdit edecek herhangi bir durum bulunmamalıdır. 95 TEMEL HADİS “Hacla umreyi birlikte yapın. Çünkü bunlar, tıpkı körüğün demirdeki pisliği temizlemesi gibi günahı temizler.” (Nesâî, Menâsik, 6; İbn Mâce, Menâsik 3.) Üç çeşit hac vardır: 1. İfrad Haccı: İhrama girerken yalnız hac yapmaya niyet edilirse bu, ifrad haccı olmuş olur. Bunda umre yoktur. Mekkeliler bu haccı yapar. 2. Temettû Haccı: Önce umre için ihrama girip umreden sonra aynı mevsimde hac için yeniden ihrama girmekle yapılır. Yani ayrı ihramlarla hem umre, hem de hac yapılmış olur. Ülkemizden ve dışarıdan Mekke’ye giden hacıların çoğunlukla yaptığı hac çeşidi budur. 3. Kıran Haccı: Umreden sonra, ihramdan çıkmayıp aynı ihramla bir de hac yapılırsa kıran haccı gerçekleşmiş olur.61 Hac, Kurban Bayramı’nın arife günü ile bayramın ilk üç günü içinde yerine getirilir. Bu süre içinde yapılamayan hac için ertesi yıl beklenmek zorundadır. 4.2. Hacla İlgili Kavramlar İhram: Hac niyet edilerek ve ihrama girilerek başlar. İhram, haccın dışında helal olan bazı iş ve davranışların hac sırasında yasak olmasıdır. Hacılar bu yasaklara ihram elbisesi adı verilen özel bir giysiyi giyerek başlar. İhram elbisesi en son “Mîkat yerleri” adı verilen bölgelerden geçmeden giyilmiş olmalıdır. Erkekler için iki parçalı bir elbise, hanımlar için örtünmeye uygun sade bir elbisedir. Hacıların hep birlikte söyledikleri “Telbiye” ihramla başlar. İhrama girmek haccın şartı yani dışındaki farzlarındadır. 61 Bakara suresi, 196. ayet. 96 Mîkat: İhrama girme yeri ve zamanı demektir. Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade eder. Bir kimsenin, hac veya umre için mîkatları ihramsız geçmesi caiz olmaz. Ancak mîkat yerinden önce ihrama girilebilir. Mekke’de oturanların hac için ihrama girme yeri yine Mekke’dir. Türkiye, Suriye, Mısır, Fas ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mîkatı Cuhfe’dir. Cuhfe ile Mekke arası yaklaşık 187 km.dir. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Telbiye: Hacca niyetlenen Müslümanların gerek hac görevine başlarken gerekse hac sırasında hep birlikte söyledikleri sözlerdir. Telbiyenin okunuşu şöyledir: “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’nni’mete leke ve’l-mülk. Lâ şerîke lek.” Anlamı ise şöyledir: “Buyur Allah’ım! Senin davetine geldim. Emrin başım üstüne. Senin davetine geldim. Ey ortağı, eşi-benzeri olmayan Allah’ım! Emrin başım üstüne. Her türlü övgü sanadır. Nimet senin, mülk de senindir. Yoktur senin ortağın.” Vakfe: Durmak, beklemek demektir. Kurban Bayramı’nın arefe günü, öğle vaktinde Kurban Bayramı’nın birinci günü şafak sökünceye kadar Arafat Dağı’nda kısa bir süre de olsa durmaktır. Vakfe farzdır. Tavaf: Sözlükte ziyaret etmek, bir şeyin etrafını dolaşmak anlamlarına gelir. Kâbe’nin etrafında bir kez dolaşmaya “şavt” denir. Kâbe’yi yedi defa dolaşmakla bir tavaf tamamlanmış olur. Tavaf haccın farzlarındandır. 97 Üç çeşit tavaf vardır: a- Kudüm Tavafı: Mekke’ye yeni girenlerin yaptıkları tavaftır. Bu tavafı yapmak sünnettir. b- Ziyaret Tavafı: Haccın farzı olan tavaftır. Bayramın ilk üç gününden birinde yapılabilir. Bu tavaf olmadan hac tamamlanmış olmaz. c- Veda Tavafı: Mina’dan Mekke’ye inildiğinde yapılan vacip tavaftır. Tavafa, Kâbe’nin Haceru’l-Esved köşesinden, Kâbe sola alınarak başlanır. Her şavt başında Hacerü’l-Esved selamlanır. ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Hac ve umrenin faziletine dair Hz. Peygamber şöyle söylemiştir: “Umre, daha sonraki umreye kadar, ikisi arasında işlenen günahlar için kefârettir. Allah katında kabul edilmiş bir haccın karşılığı ise ancak cennettir.” (Buhârî, Umre, 1; Müslim, Hac, 437.) Yukarıdaki bu hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Hacerü’l-Esved: Siyah taş demektir. Kâbe’nin doğu köşesinde bulunan, esmer, parlak bir taştır. İbrahim ve İsmail (a.s.) tarafından Kâbe inşa edilirken Ebû Kubeys Dağı’ndan getirilmiştir. Kâbe’nin doğu köşesine, tavafa başlangıç işareti olarak konulmuştur. Peygamberimiz tarafından değer verildiği için biz Müslümanlar tarafından da değerli kabul edilir. Sa’y: Safa ile Merve tepeleri arasındaki hızlı yürüyüşün adıdır. Hanefilere göre vaciptir. Haccın vaciplerini terk etmek, ceza kurbanı gerektirir. Hanefîlerin dışındakilerde rukündür. Sa’y, Safa’dan başlanıp Merve’de bitirilir. Her gidiş bir şavttır. Dört gidiş, üç dönüş olmak üzere yedi şavttan oluşur. Tavaftan sonra yapılması gerekir. 98 Hervele: Safa-Merve arasında yeşil ışıklar arasında erkeklerin, hızlı bir şekilde yürümeleridir. Bunun yapılması sünnettir. Müzdelife Vakfesi: Arafat vakfesinin ardından, akşamleyin şafağın sökmesiyle güneşin doğması arasında Müzdelife denilen yerde bir an bile olsa bulunmak Hanefilere göre vaciptir. Mina’da Şeytan Taşlamak: Mina’da üç ayrı yerdeki küçük, orta, büyük (Akabe) cemre adı verilen taş yığınlarına bayram günlerinde; “Bismillâhi Allahü ekber.” denilerek taş atılır. Bayramın ilk günü yalnız Akabe cemresine yedi taş atılırken, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerde her bir cemreye yedişerden yirmi bir taş atılır. Böylece atılan toplam taş sayısı yetmiştir. Hedy Kurbanı: Taşları attıktan sonra Temettû ve Kıran haccı yapanların kesmeleri vacip olan kurbandır. Tıraş: Bunlardan sonra Mekke hareminde ve bayramın ilk üç gününden birinde saçların tıraş edilmesi veya kısaltılması vaciptir. Saçların tıraş edilmesi ile ihramdan çıkılır. Müslüman kişi bu şekilde haccını tamamlamış olur. Ziyaret tavafından sonra ise artık bütün yasaklar kalkmış olur. ÖĞRENELİM, TARTIŞALIM Daha önce hiç zemzem içtiniz mi? Zemzem suyu hakkında neler biliyorsunuz? Umre: Kutsal yerlerin ziyaret edilmesi ile ilgili diğer bir ibadet ise umredir. Belli bir vakti olmaksızın kişinin ihrama girerek tavaf ve sa’y yapması, sonrasında tıraş olup ihramdan çıkmasıdır. Ömürde bir kez umre yapmak sünnettir. Umre hac zamanının dışında yapılabileceği gibi hac zamanı da yapılabilir. Hatta Hz. Peygamber tarafından hac ile birlikte yapılması özel olarak vurgulanmıştır. Hz. Muhammed, bu konuda şöyle buyurur: “Hacla umreyi birlikte yapın. Çünkü bunlar, tıpkı körüğün demirdeki pisliği temizlemesi gibi günahı temizler.”62 4.3. Kurban ve Önemi Toplumsal dayanışma açısından önem taşıyan bir diğer ibadet kurbandır. Kurban kesmek, Hanefîlerde vacip, diğer mezheplerde müekked sünnettir. TEMEL AYET “O kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ona ulaşan, sizin takvanız/Allah’a olan bağlılığınız-dır.” (Hac suresi, 37. ayet.) Yukarıdaki ayetten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. 62 Nesâî, Menâsik 6; İbn Mâce, Menâsik 3. 99 Kurban, yakınlaşmak demektir. Allah’a yaklaşmak için ibadet niyetiyle belirli vakitte kesilen özel hayvanın adıdır. Kurban kesmek hicrî ikinci yılda meşru kılınmış olup “Kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın dininin alâmetleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır.”, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!”63 gibi ayetlerin yanı sıra pek çok hadisle sabittir.64 TEMEL HADİS “Âdemoğlu, kurban bayramında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş ile Allah’a yaklaşabilmiş değildir. Kanını akıttığı hayvan, kıyamette boynuzları, çatal tırnakları ve kılları ile gelecektir. Akan kan yere düşmeden önce, Yüce Allah katında yüksek bir makama ulaşır. Bu bakımdan, kurbanlarınızı gönül hoşluğuyla kesiniz.” (Tirmizî, Edâhî, 1.) Yukarıdaki bu hadis size neler anlatıyor? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. Kurban kesmek, ergin, akıl sahibi, yolcu olmayan ve maddi imkânı olan her Müslüman’a vaciptir. Bunun nisabı da fitre nisabıdır ve sahip olunan şeylerin üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaz. Bayram sabahı nisap miktarı paraya veya ticaret malına sahip olan kişi kurban kesmelidir. Kurban kesmeyip onun yerine parasını dağıtmak, kurban yerine geçmez. Kurbanlar, bayram namazından sonra kesilir. Kurban 63 Hac suresi, 36. ayet. 64 Kevser suresi, 2. ayet. 100 kesme zamanı, bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günüdür. Fakat ilk gün kesmek daha faziletlidir. Sadece Şafiîlerde dört gündür. Kurban, koyun, keçi, deve ve sığır türü hayvanlardan olur. Geyik gibi yabani hayvanlarla tavuk, horoz, kaz gibi evcil hayvanlardan kurban olmaz. Davarlar, bir yaşını bitirmiş olmalıdır. Yaşını doldurmadığı hâlde, gösterişli olan altı aylık koyun da kurban edilebilir. Deve en az beş, sığır da iki yaşını bitirmiş olmalıdır. Deve veya sığırı, yedi kişi ortak olarak kurban kesebilir. Koyun ile keçi, bir kişi tarafından kurban edilir. Hayvanın gözünün körlüğünün açıkça belli olması, belirgin hastalık, ileri derecede zayıflık, topallık, dişlerinin çoğunun olmaması, kulaklarının kesilmiş olması, kökünden kırık boynuzu olan, meme başları kopuk olan, doğuştan kulakları veya kuyruğu bulunmayan veya ayağı kesilmiş olan hayvanlar, Allah Teâlâ’ya kurban olarak sunulamaz. Kurban kesen kimse etin üçte birini aile bireylerine ayırır, üçte birini dost, akraba ve komşularına ikram eder, üçte birini de yoksullara verir. Böyle yapmak güzel görülmüştür. 101 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. Namazın İslam dinindeki önemini anlatınız. 2. Kaç çeşit oruç vardır? Açıklayınız. 3. Haccın yararları nelerdir? Belirtiniz. 4. Kurban ne demektir ve kimler bu ibadeti yapmakla mükelleftir? Söyleyiniz. 5. Aşağıdakilerden hangisi namazın farz olmasının şartlarından değildir? A- Müslüman olmak B- Ergenlik çağına girmiş olmak C- Akıllı olmak D- Hür olmak 6. Namazdan önce beden, giysi ve namaz kılacak yerin temiz olmasına ne denir? A- Hadesten Taharet B- Setr-i Avret C- Necasetten Taharet D- İstikbal-i Kıble 7. Namazda ayakta durmaya ne denir? A- Kıyam B- Kıraat C- Rükü D- Secde Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri doğru bir şekilde tamamlayınız. 8. Bütün namazların her bir rekâtında ....................... suresini okumak gerekir. 9. Namaza ................... ifadesi söylenerek başlanır ve buna iftitah tekbiri denir. 10. Öğle namazı ........... rekât ilk sünnet, ............ rekât farz, ............. rekât da son sünnet olmak üzere 10 rekâttır. Aşağıdaki cümlelerde bazı bilgiler verilmiştir. Bunların doğru olanlarını“D”, yanlış olanlarına“Y” ile işaretleyiniz. 11. ( 12. ( 13. ( 14. ( ) Müslüman bir kimse her sene hacca gitmekle yükümlüdür. ) Kişi anne, baba ve çocuklarına zekât verebilir. ) Tavuk, horoz gibi kümes hayvanlarından kurban olmaz. ) Oruca başlama vaktine iftar denir. 102 5. ÜNİTE TEMEL SORUMLULUK ALANLARI Hazırlık Soruları 1. İslam’a göre mükellef kime denir? Araştırınız. 2. İnanan bir insanın sorumlulukları nelerdir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. 3. Komşularımıza karşı sorumluluklarımız nelerdir? Düşüncelerinizi defterinize yazınız. 103 1. SORUMLULUK BİLİNCİ DÜŞÜNELİM Annelerimiz başımızın tacı olan en değeli varlıklarımızdır. İhtiyaç anımızda hep yanı başımızdadırlar. Anneler dünyaya getirdikleri çocuklarına karşı sorumluluklarını hep yerine getirirler. Acaba siz annenize karşı sorumluluklarınızı gereği gibi yerine getirebildiğinizi düşünüyor musunuz? Toplumda her insanın farklı rolleri ve görevleri vardır. Öğretmenimiz, evindeki çocuklarının babası olduğu gibi aynı zamanda kendisini büyütüp iş sahibi yapan bir babanın oğludur. O, ayrıca bir eştir. Meslektaşları ile birlikte, görev yaptığı okulun da bir çalışanıdır. Oturduğu apartmanda komşuları vardır. Bu rolleri çoğaltmak mümkün olsa da şurası kesindir: Her durumda ondan beklenen apayrı görevler vardır. Bu roller yerinde ve gerektiği şekilde sergilenmezse ortaya çıkan tablo rol çatışması olacaktır. Mesela bir idareci, evinde de aynı rolü sürdürmekten kendini kurtaramazsa aile içinde huzursuzluğa neden olacaktır. Toplumda farklı meslekler vardır. Her bir meslek, toplumun farklı bir ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Doktorlar sağlık alanında, öğretmenler eğitim, polisler de güvenlik alanında görev yüklenmişlerdir. Hepimiz üzerimize düşen görevleri eksiksiz yaparsak toplumumuzun sağlıklı ve huzurlu yaşamasına katkıda bulunmuş oluruz. Birbirimize karşı yapmamız gereken görevlerimizin yanında Allah’a karşı da bazı sorumluluklarımız vardır. İslam dini belli bir yaşa gelerek sorumluluk sahibi olmuş bireylere “mükellef” adını vermiştir. İnsan, Allah tarafından kendisine teklif edilen kulluk görevlerini kabul etmiş olduğu için mükelleftir. Kur’an-ı Kerim’de insanın yüklendiği sorumlulukların ağırlığına şöyle dikkat çekilmiştir: “Biz emaneti/sorumluluğu, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (ağırlığından) korktular. Onu insan yüklendi…”1 Mükellef olmak için de sadece insan olmak yeterli değildir. İnsanın mükellef sayılması için birkaç özellik taşıması gerekir. Bu özelliklerin başında akıl gelir. İnsanoğlu kendisine verilen akıl sayesinde sorumludur. Bu sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlayacak özellik de akıllı bir varlık olarak yaratılmasıdır. Mükellef olmak için gereken diğer şartlar da aklın kullanılmasına yönelik şartlardır. Örneğin kişinin mükellef sayılması için gençlik çağına girmiş olması gerekir. Çünkü bebekler ve çocuklar henüz yaptıklarından sorumlu olamayacakları bir çağdadır. Akıl gelişimleri sorumluluk almaya 1 Ahzab suresi, 72. ayet. 104 uygun çağa gelince de mükellef sayılırlar. Peygamberimiz mükellef sayılmayan üç grup insanı şöyle sıralamıştır: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: 1. Uyuyan kişi uyanana kadar, 2. Çocuk, aklı erinceye kadar, 3. Akli dengesi bozuk olanlar, düzelene kadar yaptıklarından sorumlu olmaz.”2 TEMEL HADİS Hz. Peygamber bir hadisinde Müslümanın sorumluluklarından bazılarına şöyle dikkat çekmiştir: “Mümininmüminüzerindealtıhakkıvardır:Hastaolduğundaonuziyareteder.Öldüğündecenazesindebulunur.Davetettiğindedavetinekarşılıkverir.Karşılaştığındaonaselamverir.Aksırdığında yerhamukâllah(Allahsanamerhametetsin)der.Yanındadaolsauzaktadaolsaiyiliğiniister.”(Nesâi, Cenâiz, 52.) Hepimizin Allah’a, Peygamberimize, kendimize, ailemize, akrabalarımıza, komşularımıza, topluma, çevre ve doğaya karşı pek çok sorumluluklarımız vardır. Gençlik çağına ulaştığımızda sorumluluklarımızı öğrenmemizin zamanı gelmiş demektir. Sorumluluklarımızın neler olduğu Allah tarafından bize bildirilmiş ve Peygamberimiz tarafından da bunları nasıl yerine getireceğimiz örnek olarak gösterilmiştir. Bu sebeple yaşadığımız sürece her bir sorumluluğumuzun farkında olmalı ve hesabını veremeyeceğimiz işler yapmamalıyız. DÜŞÜNELİM Sizcesorumluluklarınısürekliihmaledenbirkişinetürsıkıntılarlakarşılaşır?Düşününüz. 2. ALLAH’A KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Allah bize ne gibi iyiliklerde, lütuflarda bulunmuştur? Düşününüz. Allah’a karşı sorumlu olduğumuzu kabul etmek için öncelikle onu sevmek ve ona saygı duymak gerekir. Sevgi ve saygının birlikte hissedilmesi ise kısaca “takva” ile ifade edilir. Yaratıcımıza olan sevgi ve saygımızdan ötürü onun bizden beklediği işleri yapmaya da istekli oluruz. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de takva sahibi insanlardan bahsedilir. Allah’a duydukları sevgi ve saygı onları gayba inanmaya, namazlarını kılıp zekât vermeye yönlendirmiştir. Görmedikleri hâlde Allah’a ve ahirete inanmak, Allah’a olan bu sevginin eseridir. Bu durum aynı zamanda Allah’a güvenildi2 Tirmizî, Hudûd, 1. 105 ği anlamına gelir. Bu güven duygusu yoksa kişi Allah’a karşı sorumluluklarını ihmal edecektir. Diğer görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde bu güven duygusu etkindir. İslam’a göre mükellef/sorumlu olacağı çağa erişen kişi öncelikle inanç esaslarını kabul etmelidir. Allah’ın var ve bir olduğuna inanmak en temel sorumluluktur. Rabbimiz bizden her şeyden önce kendisinin var olduğuna inanmamızı ister. Sonra sırasıyla meleklere ve görmediğimiz bazı varlıklar yarattığına inanmamızı bekler. İnsanlardan, peygamberler gönderdiğini ve bu peygamberlere ilahî mesajlar gönderdiğini kabul etmemizi ister. Kendi huzuruna çıkacağımızı ve hesap vereceğimizi anlatır. İman konusunda üzerimize düşen görev şöyle bir ayetle açıklanmıştır: “Ey inananlar! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği Kitaba inanmakta ısrarcı olun. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.”3 Hz. Peygamberin bir hadisine göre de Allah’ın kulları üzerindeki en temel isteği, kendisine ortak koşulmamasıdır.4 PEYGAMBERİMİZİN ARKADAŞLARI (SAHABE) ANLATIYOR Allah Rasûlü “Din, samimiyettir.” buyurdu. “Kime yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da “Allah’a, kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara” diye cevap verdi. (Müslim, İmân, 95.) Allah’a karşı diğer bir sorumluluğumuz ise ibadet etmektir. Öyleyse onun rızasını kazanmak için namaz kılmalı, oruç tutmalı, zekât vermeli ve şartlarını taşıyorsak hac görevini yerine getirmeliyiz. İbadetlerin hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de yaratılış amacımızın kulluk olduğunu şöyle açıklar: “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım.”5 Kulluk etmek, Allah’a karşı ibadet görevlerini yerine getirmekle olur. Bir diğer sorumluluğumuz güzel ahlak sahibi olmak, dünyada buna göre davranmaktır. O bizi yarattıktan sonra bize doğru yolu öğretecek kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Bizi seçimimizde zorlamamış ancak iyi olanı seçmemizi tavsiye etmiştir. Allah bizim kötü ve çirkin işlerden uzak durmamızı, iyi ve güzel işler konusunda yardımlaşmamızı istemiştir. Güzel işler yapmamızdan razı olmuş, çirkin işler yaptığımızda ise tövbe fırsatları yaratmıştır. Yaptığımız bir kötülükten hemen vazgeçip ardından bir iyilik yaparak tövbe etmeliyiz. Tövbe etmek de üzerimizdeki sorumluluklardan biridir. 3 Nisâ suresi, 136. ayet. 4 Müslim, İman, 48. 5 Zâriyât suresi, 56. ayet. 106 Yüce Allah’ın verdiği nimetleri saymakla bitiremeyiz. Sahip olduğumuz her şeyi bize o vermiştir. Aldığımız nefesi, yediğimiz lokmaları, içtiğimiz bir damla suyu bile onun izni olmadan elde edemeyiz. O bizlere bu nimetleri verip karşılığında teşekkür etmemiz gerektiğini belirtir. Verdiği nimetlere karşılık Allah’a şükretmek de kulluğumuzun bir gereğidir. Allah’a olan şükrümüzü sözlerimizle, davranışlarımızla ve ona karşı duyduğumuz içten sevgimizle gösteririz. Dualarımızda onu sevdiğimizi söyler, namazlarda şükür için secdeye kapanırız. Onun bize verdiği nimetlerden razı olur, aç gözlülük yapmayız. Hz. Peygamber Ebu Hüreyre’ye uyması gereken bazı sorumlulukları öğretirken şunları söylemiştir: “Haramlardan kaç ki insanların en çok ibadet edeni olasın. Allah’ın sana yaptığı taksimata razı ol ki insanların en kanaatkârı olasın…”6 Dünyanın ahiret için bir sınanma yeri olduğunu unutmamalıyız. Hesaba çekileceğimiz gün gelmeden önce Allah’a karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Bize türlü nimetler veren o olduğu gibi, dilediğinde verdiği nimetleri kısabilir. Bolluk içinde yaşarken şükretmek nasıl sorumluluğumuz ise darlıkta sabretmek de öyledir. Hz. Peygamber, Allah’a inanan insanın iki durumda da nasıl bir tavır sergilemesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Müminin hâline şaşarım, çünkü onun işleri hep hayırdır. Bu da yalnız ona özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, bu kendisi için hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da kendisi için bir hayır olur.”7 İki durumda da bizlere düşen görev doğru seçim yapmak ve gerektiği gibi davranmaktır. Bazen başımıza beklemediğimiz musibetler, çeşitli hastalıklar gelebilir. Böyle durumlarda Allah’ın bizi sevmediği düşüncesine kapılmamalıyız. Karşılaştığımız sıkıntının bize verilmiş bir ceza olduğunu düşünmemeliyiz. Allah’a isyan etmemeli, yanlışlarımızı araştırmalı ve sabırla ona yönelmeliyiz. Hastalara şifa verenin o olduğu bilin6 Tirmizi, Zühd, 2. 7 Müslim, Zühd, 64. 107 cinde yaşamak, ona karşı sorumlu olduğumuz bir başka konudur. Allah’ın bize uymamız için gönderdiği emir ve yasaklar vardır. Bunlar tamamen bizim yararımıza yöneliktir. Bu emir ve yasakların neler olduğu Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. Bizim üzerimize düşen, Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlamaya çalışmak, içindeki ayetlerin bize ne mesajlar verdiğini öğrenmektir. Ancak kişinin kendisinin Kur’an okuması ve anlaması, sorumluluklarını tamamen yerine getirdiği anlamına gelmez. Sorumluluk sahibi olan Müslüman, Kur’an’ın istediği özelliklere sahip olmaya çalışır ve örnek bir insan olur. 3. PEYGAMBERİMİZE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ TEMEL AYET “Ey inananlar, Allah’a ve Peygamberine itaat edin, Kur’an’ı dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfâl suresi, 20. ayet.) Yukarıdaki ayete göre Hz. Peygamber’e yönelik sorumluluğumuz nedir? Hz. Muhammed tüm insanlığa gönderilen yol gösterici bir rehberdir. İslam’a girmek için Kelime-i Şehadet getirilir. Bu cümlenin içinde Allah’a imandan sonra hemen Peygamberimizin adı geçer. Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmak ona karşı sorumlu olduğumuz ilk konudur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de Allah’a itaatin emredildiği ayetlerde Peygamberimize uymak da açıkça emredilmiştir. Hz. Peygamber’e uymanın kaynağı Allah’ı sevmektir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle bir ayet bulunmaktadır: “(Rasulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”8 Hz. Peygamber de kendisine uyulması gerektiğini şu sözlerle belirmiştir: “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur; kim bana baş kaldırırsa Allah’a baş kaldırmış olur…”9 Peygamberimize uymak onun yaşadığı gibi yaşamaya çalışmaktır. Allah onu bize örnek olsun diye göndermiştir. İbadetlerimizde, inancımızda, nasıl bir ahlaka sahip olmamız gerektiği konusunda Allah Resulü bize örnek olmuştur. Çeşitli ibadetlerle ilgili “Benim bu ibadet nasıl yaptığımı görüyorsanız siz de aynısını yapınız.” derdi. Örneğin namaz ibadetini Müslümanlar 8 Âl-i İmrân suresi, 31. ayet. 9 Buhari, Cihad, 109; Müslim, İmâret, 32. 108 ondan öğrenmişler, yapılışı ile ilgili anlamadıklarını Peygamberimize sormuşlardır. İslam dininin iki temel kaynağından biri Peygamberimizin sünnetidir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. İçinde iman, ibadet, ahlak ve İslam’a ait hükümler yer alır. Geçmiş milletlerin kıssaları bulunur. Ancak Kur’an-ı Kerim ibadetler konusunda detaylı açıklamalarda bulunmaz. İbadetlerin nasıl yapılacağı ile ilgili detayları Peygamberimizin sünnetinden öğreniriz. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de Allah imkânı yetenlerin ömründe bir defa hac yapmalarını istemiş ancak haccın nasıl yapılacağı ile ilgili detay vermemiştir. Allah’ın kendisine verdiği yetki ile Hz. Muhammed, hac görevini yapmak isteyenlerin kendisini örnek alması gerektiğini şöyle ifade etmiştir: “Hac ibadeti için yapmanız gerekenleri benden öğreniniz!”10 Peygamberimizi örnek almak isteyen kimse öncelikle onu tanımalıdır. Allah Resulünü tanımadan, hayatını ve ahlaki özelliklerini öğrenmeden onu örnek almak mümkün değildir. Hz. Peygamber’i örnek almak aynı zamanda bir iman prensibidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de ancak Allah’a ve ahiret gününe inananların onun yaşam tarzını örnek aldıkları ifade edilir.11 Hz. Peygamber’in yaşam tarzını örnek almak için sözlerini bilmeye de ihtiyaç vardır. Hangi konularda ne söylediği bilinmeden onun gibi yaşamak mümkün değildir. Bunun için Hz. Muhammed’e ait olan sözler okunmalı, anlamları öğrenilmelidir. Hadisleri okumadan, onların anlamlarını öğrenmeden onun bizden istediği görevlerin ne olduğunu anlayamayız. Hz. Peygamber kendisine karşı sorumluluklarımızdan birisini şöyle anlatır: “Kim benim unutulmuş bir sünnetimi (hatırlatıp yayarak ve yaşayarak) diriltirse ve insanların onunla amel etmelerine vesile olursa o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltilmeden onların sevapları kadar kendisi de sevap alır…”12 Bu hadiste de açıklandığı gibi Hz. Peygamber’in unutulmuş ve artık yapılmayan bir davranışını yeniden uygulanır hâle getirmek ona vefa borcumuzdur. Bunu da ancak onun sözlerinden anlaşılanları yaşantımıza geçirerek yapabiliriz. Hz. Peygamber’i sevmek bizi onunla ilgili bir sorumluluk daha almaya yöneltir. İsmi her anıldığında salavat getirmeyi kendimize bir görev biliriz. Yeryüzünde ismi her nerede anılırsa orada bulunan her Müslüman çeşitli şekillerde ona dua eder. Peygamberimiz, ümmetinin kötü yollara gitmesini istemezdi. Bir Müslümanın nerede ve hangi şartlarda olursa olsun günah işlemesinden hoşlanmazdı. İşlenen bir günahın gizlenmesini ister, tövbe etmeye teşvik ederdi. Biz de ona layık bir birey olmanın gayretini göstermeli, ahlakımızı güzelleştirmeliyiz. 10 Buhari, Hacc, 32. 11 Ahzab suresi, 21. ayet. 12 İbn Mâce, Mukaddime, 15. 109 4. KENDİMİZE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Hz. Muhammed kişinin kendi değerini azaltacak davranışlardan kaçınmasını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Kendinize beddua etmeyiniz… (Zira bu durum) dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd, 74) Kişinin kendi değerini düşürecek davranışlardan kaçınması ona nasıl bir katkı sağlayacaktır? İnsan, Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır. Yeryüzü ve içindekiler insan için yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz biz insanı en güzel şekilde yarattık”13 ifadesi kullanılmaktadır. Ancak en değerli varlık olan insan, bu değerini bilmezse yine Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre “en aşağı varlık” olacaktır. İnsanın kendine karşı en büyük görevi kendi değerini korumak ve bu değerin farkında olmaktır. Bunu anlatan surelerden biri Tîn suresidir. Tîn Suresinin ele aldığı en temel gerçek şudur: Yüce Allah insanı tamamen düzgün bir fıtrat üzere yaratmıştır. Bu tabiat ve inançla kendisi için belirlenen olgunluğa ulaşması gerekir. Bu düzgün fıtrattan ayrıldığı takdirde insan düşüş ve alçalış yaşayacaktır.14 Allah tarafından en güzel şekilde yaratılan insan, bedensel ve zihnî kuvvetlerini, kabiliyetlerini kötülük için kullanıyorsa o zaman Allah da onun değerini dünyada ve ahirette düşünür. Örneğin kötülüğe yönelen insan hırs, bencillik, açgözlülük, ..., kin, nefret vb. alışkanlık ve huylar nedeniyle, yaratılışındaki bu güzellikten sıyrılır ve en aşağıya düşer.15 Çünkü o, iradesini kötüye kullanmış ve yaratılışının gereğini yerine getirmemiştir. İnsanlar, Rabb’lerini unutur ve Rûm suresinde belirtilen16 o saf - selîm fıtratlarını bozarlarsa, günahlara dalabilmektedirler. Buna her an çevremizde şahit olmakta ve iletişim araçları sayesinde bu gibi vahim hadiseleri okuyup öğrenmekteyiz. Bütün bu kötü huy ve davranışlar, insanı yozlaştıran ve Allah’ın yarattığı fıtrattan uzaklaştıran fiillerdir.17 Allah (c.c.) insana doğru ve eğri olmak üzere iki yol gösterdiğini bir başka ayette ifade etmekte,18 Leyl suresinde ise şöyle buyurmaktadır: “Cimrilik eden, kendini ihtiyacı yok sanan ve en güzeli (iyiyi, cenneti) 13 Tîn suresi, 4. ayet. 14 Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’an, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut-Kahire, 1992, VI, 3932. 15 Krş. Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (Çev. Heyet), İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, VII, 171. 16 Rûm suresi, 30. ayet. 17 Gazâlî, Muhammed, Kur’an’ın Konulu Tefsîri (Çev. Şahin Güven - Ekrem Demir), Şûrâ Yayınları, İstanbul, 2000, s. 664. 18 Beled suresi, 10. ayet. 110 yalanlayan kimseyi, en zor olana (cehennem ateşine) hazırlarız.”19 O hâlde insan, kendi değerini ancak kendisine bu değeri veren Allah’ın istediği yoldan giderse koruyabilir. Bunun için kişi yalnızca Allah’a inanmalı ve sadece ona kulluk etmelidir. Aksi hâlde en değerli insan özelliğini kaybetmiş olur. İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellik akıllı bir varlık olmasıdır. Ancak akıl, insanı diğer varlıklardan daha değerli yapmaz. Çünkü kişi aklını kötü yolda, Allah’ın istemediği şekilde kullanırsa hem dünya hem de ahirette zor durumda kalır. Bu sorumsuzluğunun bedelini ödemek zorunda kalır. Sorumlu insan aklını iyi yolda kullanır. Aklın kendisine verilen en güzel nimetlerden biri olduğunu bilir ve onu kendisine vereni hiç unutmaz. Aklı kendisine veren Allah’a minnettar kalır. Allah aklımızı iyi yönde kullanmamız için evrendeki düzen ve varlıklar üzerinde düşünmemizi ister ve aklımızı harekete geçirecek sorular sorar. Aklı doğru kullanma ile ilgili Kur’an-ı Kerim şöyle bir soru sorar: “Artık bu kadar açık delillerden sonra hangi şey sana dini yalanlatabilir?”20 Beden ve akıl sağılığı yerinde olan kimsenin dilenmesi toplum içinde değerini yok eder. Başkalarının verdikleriyle geçinmeyi huy hâline getirmek sorumsuzca bir davranıştır ve toplum içinde kişinin kınanmasına neden olur. Hz. Muhammed kendisine dilenmek için gelenleri geri çevirmezdi. Ancak bazı zamanlarda kişinin durumuna bakar ve onu dilencilikten kurtaracak çözümler arardı. Dünya hayatında güzel ve doğru işler yapmak için kendimizi iyi yetiştirmeliyiz. Yapacağımız işler bizi cennete götürmeli, kendimizi bu uğurda çalışmaya yöneltmeliyiz. Kendini iyi yetiştirmek isteyen kişi Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmeli, meal-tefsir gibi kaynaklardan, ayetlerin anlamlarını okumalıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hayatını okumalı ve onu daha yakından tanımaya çalışmalıdır. İbadetleri genç yaşlarda yapmaya çalışmalı, onları alışkanlık hâline getirmelidir. Hz. Peygamber genç yaşlarda ibadet etmeyi alışkanlık hâline getirmiş Müslümanların değerli olduğunu ifade etmiştir. O, kıyamette rahat ve huzurlu bir gölgelikte cennete girmeyi bekleyecek olan yedi grup insandan birinin de “Rabbine kullukla/ibadetle yetişen gençler.” olduğunu söylemiştir.21 Zamanımızı iyi değerlendirmeli, güzel ve yararlı işler yapmaya çalışmalıyız. Faydalı hobi ve alışkanlıklar edinmeli, kötü ve zararlı işlerden uzak durmalıyız. Ayrıca vaktimizi de boşa geçirmemeliyiz. Toplum içinde yapmaya çekindiğimiz kötü davranışları tek başımızayken de yapmamalıyız. Böylece değerimize yakışan şekilde davranmış oluruz. İnsanın kendine ait güzel prensipleri olmalıdır. Düzenli bir hayat sürmeli, başkalarından beklediği saygıyı önce kendi kendine göstermelidir. İbadetlerini yerine getirmeli, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınmalıdır. Örneğin hem beden hem de akıl sağlığını bozacak, aynı zamanda aile ilişkilerini zedeleyecek, 19 Leyl suresi, 8–10. ayetler. 20 Tîn suresi, 7. ayet. 21 Buhârî, Ezan, 36. 111 diğer kötülüklere zemin hazırlayacak olan içki, kumar, uyuşturucudan uzak durmalıdır. Bedeninin kendisine verilen bir emanet olduğunu unutmamalı ve ona zarar verecek işler yapmamalıdır. Hastalandığı zaman tedavi yolları aramalı, ümitsiz ve sıkıntılı olduğu zamanlarda Allah’a güvenmeli ve ondan yardım istemelidir. DÜŞÜNELİM Peygamber Efendimiz bir gün arkadaşlarına der ki: “Allah’a inanan insanın kendisini bile bile küçük düşürmesi doğru değildir.” Sahabe, şaşırarak sorarlar: “Ey Allah’ın Elçisi! Kişi kendini nasıl küçük düşürür?” O, şöyle cevaplar: “Altından kalkamayacağı sorumlulukları üzerine alır (yapamayacağı işlerle ilgili sözler verir).” (Tirmizi, Fiten, 67) Kişinin kendine karşı görevleri içinde, verdiği sözde durarak saygı değer olması da önemli yer tutar. İnsan, kendini toplum içinde küçük düşürmemek için başka 5. ANNE VE BABAMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Bir adam Hz. Peygamber’e bir soru sorar: “Ey Allah’ın Rasulü! Dünyada birine iyilik yapmayı düşünsem bunu en çok kim hak eder?” Peygamberimiz adamın dört kere ve ısrarla sorduğu bu soruya cevap olarak ilk üç seferinde “Annen.” demiştir. Sonuncusunda ise “Babandır.” cevabını vermiştir. (Buhari, Edeb, 2.) Sizce yukarıdaki hadisten anne-babanın çocukları açısından önemi ile ilgili nasıl bir ilke çıkarılabilir? Düşününüz. 112 İslam dini ana-baba haklarına ayrı bir önem verir. Onlar bizi büyük bir özveri ile yetiştiren insanlardır. Biz daha dünyaya gelmeden annemiz bizim için sıkıntı çekmeye başlar. Aylarca karnında bizi taşır. Biz doğduktan sonra yine aylarca üzerimize titrer. Şefkatiyle kucaklar, hastalığımızda uykusuz kalır, bir yerimiz acırsa çok üzülür. Doğumumuzla birlikte ilk aylarda genelde tek besin kaynağımız anne sütüdür. İhtiyacımız olan her madde anne sütünün içinde vardır. Kur’an-ı Kerim’de annemizin bizim için yaptıkları ile ilgili şöyle bir ayet bulunur: “Biz insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: ‘Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki bana ve anneme-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tövbe ile sana yöneldim ve ben gerçek Müslümanlardanım.’ der.”22 Anne ve babalar için en güzel hediye, çocuklarının hayırlı bir evlat olmasıdır. Yıllar geçtikçe anne-babaların çocuklarıyla aralarındaki roller de değişir. Önceleri anne babalarına daha çok muhtaç olan çocuklar, ilerleyen yıllarda büyürler. İhtiyaçları gün geçtikçe azalır. Artık kendi kendilerine yeten bireyler olurlar. Öte yandan anne babalar zamanla ihtiyarlar. Önceleri rahatlıkla yapabildikleri bazı işleri göremez olurlar. Artık onlara destek olma sırası onların çocuklarına gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu rol değişimi şöyle ifade edilir: “Onlar ihtiyarken ikisine de merhametle tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: “Ey Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye edip yetiştirmişlerse sen de kendilerine merhamet et!”23 TEMEL AYET “…Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının! Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.” (Nisâ suresi, 1. ayet.) Her anne-baba, evladından kendine karşı saygılı olmasını bekler. Bizler anne-babalarımıza karşı saygıda kusur etmemeliyiz. Onlara adlarıyla hitap etmek, konuşurken sözlerini kesmek, kızmak, bağırmak, onları susturmak veya onların isteklerine karşı duyarsız kalmak gibi çirkin davranışlar hem dinimiz hem de toplumumuz tarafından da hoş karşılanmaz. Ancak saygılı olmak, onların yanında hiç konuşmamak, fikirlerini ortaya koymamak demek değildir. Burada saygı ile kastedilen, fikrini ortaya koyarken kişinin konuşma ve davranış tarzına dikkat etmesidir. 22 Ahkaf suresi, 15. ayet. 23 İsrâ suresi, 24. ayet. 113 TEMEL HADİS “Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.” (Tirmizî, Birr, 3.) Hz. Peygamber, insan vefat ettikten sonra dünyadan alacağı bir sevap kalmadığını söyler. Ancak üç durumda kişi dünyadan ayrılmış olsa bile sevap kazanmaya devam eder. Üç durumdan biri, anne-babasının arkasından hayır dua eden iyi bir evlattır.24 Bu kimse her dua edişinde veya iyilik yapışında anne-babası da sevap kazanır. Çünkü onun böyle güzel davranışlar yapması için gerekli terbiyeyi onlar vermiştir. İnsanın güzel davranışlar sergilemesi başarıdır ve bu başarıya emek harcamış ebeveynler de sevaptan nasiplerini alırlar. Peygamberimizin bir tavsiyesi de anne ve babamızın iyi dileklerini, bizim için hayır dualarını almaya çalışmaktır. Bu da ancak onları memnun etmekle mümkün olabilir. Konuyla ilgili hadislerden biri şöyledir: “Üç dua vardır ki bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve anne-babanın evladına duası.” 25 Anne-babalarımıza karşı görevlerimiz onlar vefat etseler de bitmez. Onların değer verdikleri kimselere biz de değer vermeye devam etmeliyiz. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostları ile diyaloğu koparmamasıdır.”26 Hz. Muhammed (s.a.) bir babanın evladına bırakabileceği en güzel mirasın “onu güzel terbiye etmesi”27 olduğunu söylemiştir. Onların bize verdiği terbiyeye göre hareket etmemiz en çok onları sevindirir. Biz de böylece hayır dualarını almış oluruz. 24 Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36. 25 bn Mâce, Dua, 11. 26 Tirmizi, Birr, 8. 27 Tirmizi, Birr, 33. 114 DÜŞÜNELİM “Bir adam şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resulü! Annem-babam hayatta olmasa bile onlara karşı yapabileceğim bir iyilik var mıdır?’ Hz.Peygamber:‘Evet;onlaraduaetmek,onların(günahlarının)bağışlanmasınıAllah’tan dilemek,verdiklerisözleri(vasiyetleri)yerinegetirmek,anne-babanınakrabalarınakarşısıla-i rahimde bulunmak, anne babanın dostlarına ikram etmek vardır.’ buyurdu.” (Ebu Davud, Edeb, 129; İbn Mace, Edeb, 2.) Yukarıdaki konuşmaya göre anne-babamıza karşı ne tür görevlerimiz olabilir? Düşününüz. 6. AKRABALARIMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Akrabalarına karşı sorumluluk bilincine sahip bir insan, onlarla ilgili olarak nelere dikkat etmelidir? Ailemizden sonra en yakınlarımız olan akrabalarımıza karşı da bazı görevlerimiz bulunur. Akrabalarımıza karşı en temel sorumluluğumuz, onlarla ilişkilerimizi sürdürmek, ilgimizi kesmemektir. Hz. Peygamber akrabalarıyla görüşmeyen, onlardan ilgisini tamamen çekenler için şöyle söylemiştir: “Akrabayla ilgisini kesen, cennete giremez.”28 İslam dini akrabalarla olan ilişkiyi canlı tutmaya “sıla-i rahim” demiştir. Sıla-i rahim akrabalık bağını sağlam tutmak anlamına gelir. Sıla-i rahim tek taraflı olmaz. Akrabalar karşılıklı olarak birbirlerini gözetmeli, ilişkilerini devam ettirmelidir. Akrabayı gözetmenin doğrusu, gelmeyene de gitmektir. Bu konuda şöyle bir olay anlatılır: Bir adam Peygamberimize der ki: “Ya Rasulallah! Benim akrabalarım var, ben onları ziyaret ediyorum, onlar benimle ilişkiyi kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı ve yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Eğer dediğin gibiyse sen onlara kızgın kül yedirmiş gibi olursun. Sen böyle davrandıkça Allah’ın yardımı seninledir.”29 TEMEL AYET “…Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının! Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.” (Nisâsuresi,1.ayet.) Akrabalarımızla ilgili üzerimize düşen bir diğer görev de düğün, bayram gibi mutlu günlerinde onların sevinçlerini paylaşmaktır. Özel günlerde onlara yardım etmek, kederlerinde yanlarında olup acılarını paylaşmak da onlara karşı sorumluluklarımız arasındadır. 28 Buhari, Edep, 11; Müslim Birr, 18. 29 Müslim, Birr, 22. 115 Akrabalar her alanda birbirlerini düşünmelidirler. Birbirlerini kıskanmamalı, birbirinin ardından konuşmamalıdırlar. Birbirlerinin başarılarını kötülememelidirler. Birisi diğerinin başarısı ile sevinmeli, kötü bir şeyle karşılaşıldığı zaman birlikte çözüm aranmalıdır. Bunların dışında diğer insanlar arasında olduğu gibi akrabalar arasında da bazı sosyal yükümlülükler bulunur. Evine yemeğe çağırmak, sık sık arayıp sormak, hastalandığında ziyaret etmek, vefatında cenazesine katılmak bunlardan bazılarıdır. Akrabalık ilişkilerine dikkat etmek Allah tarafından emredilmiştir. Bu yüzden bu ilişkiyi sürdürmek farzdır. Ayrıca akrabalarıyla ilişkisini koparan kimse haram işlemiş demektir. Bir kutsî hadiste Yüce Allah, sıla-i rahim yani akrabalık bağını sürdürenle kendi ilişkisinin devam edeceğini söyler. Aksi durumda ise sıla-i rahimi koparan kimse ile ilişkiyi keseceğini bildirmiştir.30 TEMEL HADİS Ömrün bereketlenmesi ve Allah’tan rızık istenmesi bazen başkalarının eliyle olabilir. Örneğin yardım ettiğiniz amcanız ya da halanız şöyle bir dua etmiş olur: “Allah razı olsun, hayırlı uzun ömürler versin.” Elbette bu duanın içten yapıldığına inanırız. Belki de bu dualar nedeniyle aşağıdaki hadiste anlatılan mükâfatlar alınabilir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bir kimse rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isterse akrabasını kollayıp gözetsin!” (Buhari, Edeb, 12; Müslim, Birr, 20.) DÜŞÜNELİM Hz. Peygamber “Teyze anne yarısıdır.” buyurdu. (Tirmizi, Birr, 6.) Teyzelerimize karşı nasıl davranmamız gerekir? Düşününüz. 7. KOMŞULARIMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Sizce “Ev alma, komşu al!” sözüyle ne kastedilmiş olabilir? Bunun dışında komşu hakkı ile ilgili olarak bildiğiniz bir atasözü ya da deyim var mı? 30 Buhârî, Edeb, 13. 116 Komşular birbirlerine yakın insanlardır. Bu yüzden güzel geçinmeleri, birbirleri hakkında iyi şeyler düşünmeleri, birlikte mutlu olmayı hedeflemeleri gerekir. Bir kimse doğru olmayan bir iş yapmak istediğinde komşuları hemen onu engellemeye çalışmalıdırlar. Onun zor durumda kalmasına neden olacak bir şey yapmasına engel olmalıdırlar. Bir komşu bir konu hakkında komşusuna danışmak isterse komşuları ona doğru yolu göstermelidir. Bunlara ilave olarak zaman zaman birbirlerine hediye göndermeleri, karşılaştıkları zaman birbirine güler yüz gösterip selamlaşmaları, yardıma çağırdıkları zaman hemen gitmeleri gibi diğer komşuluk esaslarına da uymaya çalışılmalıdır. Öyle komşularımız vardır ki bizim için çok değerlidir. Onlarla aynı yerde birlikte yaşar, devamlı karşılaşır, yaşadığımız mekânları paylaşırız. Onlar zorda kaldığımızda imdadımıza koşar, biz yokken evimize göz kulak olur, ihtiyaç duyduğumuz anlarda karşılıksız olarak bize yardım ederler. İyi bir komşu birlikte yaşadığı insanlara mutluluk ve huzur sağlarken; kötü komşu kişiyi ve orada yaşayan diğerlerini rahatsız eder. Günümüzde çoğunlukla büyük binalarda yaşıyoruz. Şehir hayatının getirdiği imkânlarla birlikte bazı değerlerimiz de maalesef kaybolmaya yüz tutmuştur. Aynı apartman içindeki komşulukla bahçeli evlerdeki mahalle komşulukları birbirinden farklıdır. Yeri geldiğinde asansörde karşılaşan insanların hiç konuşmadığı, karşılaştıklarında selam vermedikleri söz konusu olabilmektedir. Oysa aynı apartmanda altlı üstlü yaşayan insanlar da birbirinin komşusudur. Birbirlerini tanımaları ve birlik içinde olmaları gerekir. TEMEL HADİS Akrabalık için kan bağı olması gerekir. Ancak arada kan bağı olmasa da neredeyse akraba kadar değerli olan başka bir sevgi bağı vardır. O da komşuluktur. Komşuluğun önemi ile ilgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Cebrail, bana komşu hakkıyla ilgili o kadar çok tavsiyede bulundu ki neredeyse ben (Allah’ın) komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim.” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.) Hz. Muhammed komşuların birbirlerine güvenmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun da imanın bir gereği olduğunu açıklamıştır. Bir gün arkadaşlarına hitaben üç defa “Vallahi iman etmiş olmaz.” dedikten sonra kendisine sorulan “Kim ey Allah’ın Rasulü?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Komşusunun, kendi kötülüklerinden güven içinde olmadığı kişi.”31 Herkesin maddi durumu, konumu, toplumsal statüsü aynı değildir. Komşular arasında da durum böyledir. Farklı zenginliklerde, farklı mesleklerde olan komşular arasında alay ve küçümseme olmamalıdır. İnsanlar asla küçük görülmemelidir. Çünkü bu durum komşular arası nefret ve çekememezliğe neden olacak kötü sonuçlar doğuracaktır. Hz. Muhammed komşular arasında sevginin artması, aradaki soğukluğun yok olması için hediyeleşmeyi tavsiye etmiştir. Ancak bir komşunun diğerine verdiği hediye küçük bile olsa küçümsenmemeli, hediyeyi veren kişi incitilmemelidir. Sürekli yüz yüze bakan insanlar arasında dargınlık yaşanmaması için komşular çaba harcamalıdır. Hz. Peygamber komşular arasındaki hediyeleşme ile ilgili şunları söylemiştir: “Birbirinize hediye verin, çünkü hediye kalpteki kuşkuları giderir. Bir kadın, komşusu olan kadına verdiği hediyeyi bir koyun paçası bile olsa küçümsemesin!”32 Hz. Peygamberin ailesi de komşularıyla iyi geçinir, onlara hediye verirlerdi. Kendilerine en 31 Müslim, İman, 73. 32 Buhârî, Hibe 1, Edeb 30; Müslim, Zekât 90; Tirmizî, Velâ’ 6. 117 yakın kapısı olandan başlayarak daha uzak evlere de hediye verme işi sürerdi. Hz. Peygamber’in Ebu Zer’e verdiği şu tavsiye çok dikkat çekicidir: “Ey Ebu Zer! Çorba pişirdiğin vakit suyunu çok koy ve komşularını da gözet!”33 Komşular arasındaki sorumlulukların bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: • Mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne ortak olmak • Borç, ödünç para ya da mal isteyince vermek. • Hastalanınca ziyaretine gitmek. • Yardım isteyince yardımına koşmak • Ölünce cenazesine katılmak. • Kokusu komşunun evine gidecek bir yemek yapınca ona da bir miktar göndermek. DÜŞÜNELİM Komşularınbirbirlerinidahaiyitanımaları,dahasağlamilişkileriçindeolmalarıiçinneler yapılabilir? Düşününüz. 8. TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, kötülüğü ve haksızlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl suresi, 90. ayet.) Yukarıdaki ayette toplumun huzurunu ilgilendiren hangi ilkeler bulunmaktadır? Hepimiz toplum içinde yaşarız. Birlikte yaşamanın gerektirdiği bazı kurallar vardır. Bu kurallar toplum yaşamında düzen ve huzuru sağlamak için vardır. Bizler kurallara uyarak toplumda huzura katkı sağlamış oluruz. 33 Müslim, Birr ve Sıla, 142. 118 Topluma karşı sorumluluklarımızın ilki, hak ve adalet ilkesinden ayrılmamaktır. Toplumların devamında adalet önemli bir ilkedir. Bu ilkenin zedelenmesi herkesin kendi hakkını kendisinin almaya çalışması anlamına gelir. O zaman da toplumda kargaşa hâkim olur ve bundan da toplum zarar görmeye başlar. Sorumluluk sahibi bir Müslümanın ne kendisi ne de başka bir tanıdığı için adaletten taviz vermesi doğru olur. Hz. Peygamber, suç işlemiş bir kadınla ilgili aracılık yapmak isteyen Üsame b. Zeyd’e kızmış, o suçu işleyenin kendi kızı da olsa cezasını vereceğini söylemiştir. Böyle bir adalet anlayışının egemen olduğu toplumda kimse kendi hakkını kendi almaya çalışmamıştır. Çünkü herkes, adalete güveneceğini bilerek yaşamıştır. DÜŞÜNELİM “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın! Yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğiyle davran!” (Tirmizî, Birr, 55.) Yukarıdaki hadiste size göre kişinin kimlere karşı sorumluluğundan söz edilmektedir? Her toplumda anlaşmazlık ve tartışmalar yaşanabilir. Ancak önemli olan, bunları aşırıya götürmemek ve toplumun bölünmesine neden olmamaktır. Peygamberimiz tartışmada aşırıya kaçmanın Müslümana yakışmadığını, bunun içi ve dışı bir olmayan münafık zihniyetindeki insanların çirkin bir özelliği olduğunu söyler.34 Günah işlemek başlı başına kötü bir davranıştır. Ancak bazen işlenen bir günah gizli kalmadığı takdirde çok daha zarar verici olur. İnsanlar yaptıkları günahlardan çekinmez ve açıktan yapmaya başlarlarsa herkes bundan zarar görür. Kötülükler yaygınlaşır. İnsanlar kötülük yapmaktan çekinmezler.35 Bizler toplum içinde başkalarına zarar verecek davranışlarda bulunmamalıyız. Örneğin trafikte giderken diğer araçları tehlikeye atacak davranışlar sergilememeliyiz. Toplumsal barışı, huzuru bozacak kötülüklerden uzak durmalıyız. Topluma karşı bir diğer sorumluluğumuz ise bütün insanların iyiliği için çalışmak, hep birlikte onu oluşturan insanlarla barış içinde yaşamaktır. Bunun için herkesin birbirine karşı düşüncelerinin temiz olması gerekir. Öyleyse toplumca güzel şeyler yapmaya çalışılmalı, güzel işlere öncü olunmalıdır. Toplumda var olan kötülüklere gücümüz yettiği kadar engel olmak da inancımızın bir gereğidir. Bunu belirten hadis şöyledir: “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.”36 Muhtaç olanlar da toplumumuzun önemli bir kısmını oluştururlar. Bir arada yaşamanın bir gereği olarak zenginler fakirleri korumalı ve kollamalıdır. İslam dini bunun için zekât ve 34 Müslim, İman, 106. 35 Tirmizi, Fiten, 4. 36 Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248. 119 sadaka gibi ibadetler emretmiş, böylece fakirleri korumuştur. Bize düşen görev, maddi durumumuz nispetince fakirlere destek olmak ya da bu amaçla çalışan kurum ve kuruluşlara yardımda bulunmaktır. Yoksul ve muhtaç durumda olan kimselere düşen ise eğer imkânları varsa dilenmekten kurtulmak ve kendi emekleri ile kazandıklarını yemektir. TEMEL HADİS Hz. Peygamber topluma karşı önemli bir görevin de herkesi ilgilendiren işlere layık olanların gelmesini sağlamak olduğunu söylemiştir. Aksi takdirde toplumun devamından bahsedilemeyecektir. Bu konuda şöyle buyurur: “İşler layık olmayanlara teslim edilince kıyameti bekleyin!” (Buhari, Rikak, 35, İlim 2.) Toplumsal sorumluluklarımızı özetleyen hadis-i şeriflerden biri şöyledir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”37 DÜŞÜNELİM “Bir adam yolda yürürken bir diken dalı buldu ve onu kenara çekti, Allah da onun bu hareketini takdir edip onu bağışladı.” (İbn Mâce, Edeb, 7; Ebû Dâvûd: Edeb, 159.) Yukarıdaki hadise göre toplumun iyiliği için başka neler yapılabilir? Düşününüz. 9. ÇEVREYE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ NE DERSİNİZ? Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi ve buzulların erimesinde biz insanların umursamazlığı ya da ihmalinin etkisi var mıdır? Düşününüz. Dünyamız her geçen gün biraz daha yaşlanıyor. İçinde yaşayanlar olarak onu istediğimiz gibi kullanıyoruz. Ancak Dünya her geçen gün güzelliğini biraz daha kaybediyor. Kirletilen su kaynakları, kesilen ağaçlar, yanan ormanlar yenilenmek için yüzlerce yıl beklemek zorundalar. Hâlbuki Allah yeryüzünü en mükemmel şekilde yaratmıştır. Her şeyi bir ölçüye göre ve olağanüstü bir ahenkle meydana getirmiştir. TEMEL AYET Allah, çevreye karşı sorumluluğumuzun onun düzenine müdahale etmemek, onu kirletmemek olduğunu şöyle ifade etmiştir. “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) o koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahmân suresi, 7-8. ayetler.). “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; umulur ki (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum suresi, 41. ayet.). 37 Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58. 120 İnsan yeryüzünü kullanırken genelde tüketendir. Eve ihtiyacı olunca ağaç, demir kullanır. Yiyeceğe ihtiyacı olunca hayvan ve bitkilerden yararlanır. Ancak yeryüzünün imkânları sınırsız değildir. Bir gün sona erecek olan bu imkânları israf etmemek gerekir. Kaynakların israf edilmemesi gerektiği ile ilgili şu hadis çok dikkat çekicidir: Hz. Peygamber, abdest almakta olan Sa’d’ın yanına uğradı ve ona: “Nedir bu israf?” dedi. Onun “Abdestte israf mı olurmuş?” ifadesine şöyle karşılık verdi: “Evet. Akarsuyun kenarında bulunsan bile (suyu boşa harcama)!”38 Günümüzde çevre sorunları denilince ilk olarak akla kaynakların kirlenmesi gelmektedir. Özellikle kış aylarında yoğunlaşan kirlilik kimi yerlerde ciddi boyutlardadır. Başta insan olmak üzere diğer canlı türleri de bu bozulmadan etkilenmekte ve doğal hayat ciddi tehlike altına girmektedir. Ancak son yıllarda bu konudaki duyarlılığın artmaya başlaması oldukça sevindiricidir. Bu konudaki bilinci canlı tutmalı, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmeliyiz. Herkes birey olarak üzerine düşenleri yapmalıdır. Örneğin daha çok toplu taşıma araçları kullanmak, kaçak yakıt kullanmaktan kaçınmak ve araçlarımızın bakımlarını, kontrollerini zamanında yaptırmak, çevre temizliğine katkı sağlayacak önemli önlemlerden bazılarıdır. TEMEL HADİS Çevremize karşı sorumlu olduğumuz konulardan biri de ağaç dikmektir. Peygamberimiz çevreyi yeşillendirmenin bize ayrıca sadaka sevabı kazandıracağını şu cümle ile ifade etmiştir: “Bir Müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10) Evimiz, evimizin etrafı, bahçemiz, mahallemiz, cadde ve sokaklar, denizler, ovalar, Dünya’mızı kuşatan atmosfer çevremizi oluşturur. Çevre kirliliğinin önlenmesi bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma sorumluluğunun bir gereğidir ve son derece önemlidir. Çünkü insanoğlu çevre ile iç içedir. Çevremizi iyi korumadığımız zaman hayatımızı sıhhat ve afiyet içerisinde devam ettirmemiz zorlaşır. Ayrıca temiz bir çevreye sahip olmak sadece insanlar için değil yaşayan tüm canlılar için gereklidir. DÜŞÜNELİM Çevreyi koruma konusunda tek bir kişi olarak size düşen görevler nelerdir? Çevremize karşı diğer insanlarla birlikte neler yapılabilir? Düşününüz. 38 İbn Mâce, Taharet, 48. 121 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. 2. 3. 4. 5. Toplumsal hayatta iş bölümü ve dayanışma niçin gereklidir? Belirtiniz. Allah’a karşı sorumluluklarımız nelerdir? Peygamberimizi sevdiğimizi nasıl gösterebiliriz? Anlatınız. Dinimizin anne-baba hakkına verdiği önemi belirtiniz. Aşağıdaki şemaya kimlere karşı sorumlu olduğumuzu yazınız. ............................... Allah’a karşı ............................... ............................... sorumluluklarımız Sorumluluklarımız ............................... ............................... ............................... ............................... ............................... 6. Anne-babamıza ne gibi sorumluluklarımız vardır? Belirtiniz. 7. Akraba hakkı denince ne anlıyorsunuz? 8. Peygamberimizin Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarını 6 olarak belirtmiştir. Bunları aşağıdaki şemaya yazınız. ............................... Ölünce cenaze ............................... namazına katılmak Müslümanın Müslüman Sorumluluklarımız üzerindeki hakları ............................... ............................... ............................... ............................... 9. İslam’ın komşu hakkına verdiği önemi anlatınız. 10. Çevreyi niçin korumalıyız ve onu korumak için neler yapmalıyız? Söyleyiniz. 122 6. ÜNİTE İSLAM’DA HELALLER VE HARAMLAR Hazırlık Soruları 1. Helal, haram, günah, sevap kav- ramlarının anlamlarını araştırı- nız. 2. Dinimizce haram kılınan şeylerin ortak özellikleri neler- dir? Araştırınız. 3. Çevrenizde yaygın hurafeler nelerdir? Örnekler belirleyiniz. 123 İSLAM’DA HELALLER VE HARAMLAR 1. Helal - Haram ve Sevap – Günah Kavramları TEMEL AYET “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Mâide suresi 87. ayet.) Bütün dinlerin, hukuk ve ahlak sistemlerinde beğenilen, olumlu görülüp yapılması istenen davranışlar olduğu gibi; yasak, çirkin ve kötü kabul edilen davranışlar da vardır. İlahî dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli olan İslam da birey ve toplum hâlinde insanlığın hayrına olmak üzere bazı yasaklara yer vermiştir. Bu yasaklar Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar insanlığın gelişim seyrine göre temelde aynı kalmakla beraber, bazen birtakım değişikliklere uğramış, son din İslamiyette en mükemmel şeklini almıştır. “Helal, sözlükte bir fiilin mübah, caiz, serbest olması ve yasağın kalkması gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak da helal, hukuki açıdan izin verilmiş, hakkında dinin herhangi bir yasaklama ve kısıtlama getirmediği davranışı ve onun dinî-hukukî hükmünü ifade eder. Kısaca helal, dinen yapılması ve yenilip içilmesi yasak olmayan şey demektir. Helal, caiz ve mübah kelimeleriyle eş anlamlı olmakla birlikte dinî literatürde daha çok haramın zıt anlamlısı olarak yani bir şeyin yasaklanmamış olduğunu bildiren bir terim olarak kullanılır.1 Haram ise sözlükte “bir şeyin bir kimseye yasak olması, yasaklanan, helal olmayan şey” gibi anlamlara gelir. Dinî terim olarak ise, Yüce Allah’ın yapılmasını veya yenilip içilmesini kesin olarak yasakladığı şeydir. Kur’an-ı Kerim, haram konusunda temel ölçüler koymuştur. Kur’an’a göre Allah, iyi ve faydalı şeyleri helal kılmış, insanın yararına sunmuştur. “Bugün size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılınmıştır....”2 ayetinde bu husus vurgulanır. Bir başka ayette de “Ey Peygamber! Temiz olan şeylerden yiyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.”3 buyrulur. Kendisine verilen türlü nimetler karşısında insanın yaratıcısını tanıması ve ona ibadet etmesi kulluğun özünü oluşturur. Kişinin kendi hayatını ve insani ilişkilerini, onun isteklerine göre şe1 Komisyon, İlmihâl, TDV, İstanbul, 1999, I, 172. 2 Mâide suresi, 5. ayet. 3 Mü’minun suresi, 51. ayet. 124 killendirmesi hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmasını sağlar. Allah insanı şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Onun bu üstünlüğünü koruyabilmesi için de yaratılışında var olan cahillik, acelecilik vb. zaaflarını kendisine bildirmiş ve bunlara karşı dikkat etmesini istemiştir. İnsan bu zaaflarına yenik düşerse hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını olumsuz yönde etkileyecektir. Fakat Allah’ın uyarılarına dikkat ettiği sürece yaratılıştan kendisine Allah tarafından verilen şerefi ve üstünlüğü koruyacak ve sonuçta meleklerden bile üstün bir konuma yükselecektir. İyi ve kötü, temiz ve çirkin bir değildir. İnanan kişi, bunlar arasındaki farkı mutlaka ayırt etmelidir. Kur’an buna da dikkat çeker: “De ki: Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile. Ey akıl sahipleri Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.”4 İslam dini hayatın bütün yönlerini ele almıştır. Bu sebeple her alanda bizim ihtiyacımız olacak hususları bildirerek mensuplarına yardımcı olmayı hedeflemiştir. İnanç dünyamız ve ibadet hayatımız kadar yeme-içme, beşeri ilişkiler, giyinme, süslenme, oyun ve eğlence, aile hayatımız ve daha pek çok şey dinin bilgilendirme ve yönlendirme alanında olmuştur. Bu yönlendirmeler hiçbir zaman insanın onurunu kırıcı bir müdahale değil, onun fıtratına uygun ve aklın kabul ettiği yönde olmuştur.İslam ‘dayasaklanan hususların, insana verilen geniş serbestlikler alanının yanında son derece az olduğu unutulmamalıdır. NOT EDELİM “Eşyada esas olan mübahlıktır (serbestliktir).” Bu temel hukuk kuralını arkadaşlarınızla tartışınız. Hayatınızdan örnekler veriniz. Haramları ve helalleri bilmek kulluğumuzu güzel yerine getirebilmek için önemlidir. İnsan, hayatında bu kurallara dikkat ederse mutlu olacaktır. Hem bu mutluluk sadece dünya ile de sınırlı kalmayacaktır. Bir defasında kendisine gelip: “Ya Rasulâllah! Ne buyurursun? Farz namazı kıldığım, haramı haram ve helali helal bildiğim zaman ben cennete girer miyim?” diye soran kimseye Peygamberimiz “Evet” cevabını vermişlerdir.5 Allah haramların işlenmesinden hoşlanmaz. Çünkü haramlar müminin korunması anlamına gelir. Peygamber (s.a.), şöyle buyurmuştur: “Müminleri Allah’tan ziyade fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Allah, müminlerin en büyük himaye edicisi olduğu içindir ki bütün fenalıkları haram kılmıştır…”6 Haram ve helallere dikkat etmesi bir müminin en önemli özelliklerindendir.”Bunun yanında yasaklanmamış her şey mübah ve helaldir. Helal ve haramı belirleyen yalnız Allah’tır.“ 4 Mâide suresi, 100. ayet. 5 Müslim, İman, 16. 6 Buhari, Tevhid, 15. 125 Sevap, yapılan iyi bir davranış karşısında Allah’ın vereceği ödüldür. Dinimize göre yaptığımız her güzel davranışın bir karşılığı vardır. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her güzel iş ya da faydalı bir davranış sevaptır. Allah’a ibadet etmek, insanlarla iyi geçinmek, herkese saygılı davranmak, muhtaçlara yardım eli uzatmak, görevlerimizi yerine getirmek, insanlara yararlı işler yapmak gibi güzel davranışlar Allah’ı memnun eder. Her iyiliği kat kat ödüllendiren Rabb’imiz de bunların karşılığını verir. Onun verdiği ödüllere genel olarak sevap diyoruz. Allah’ın kullarının güzel davranışlarına fazlasıyla sevap yazacağını anlatan ayetlerden biri şöyledir: “Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da yaptığı kötülük kadarıyla cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”7 İyi, güzel ve faydalı olan her söz ve eylem, Allah’ın rızasını kazanmayı sağlar ve Allah katında hak ettiği değeri bulur. Bu sebeple güzel ve yararlı sözler söylemeli, gereksiz ve zararlı davranışlardan kaçınmalıyız. Böylelikle hem kendimizi ve ailemizi mutlu etmiş oluruz hem de Rabb’imizden bunun karşılığını fazlasıyla almanın sevincini duyarız. TEMEL AYET “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.” (Nisâ suresi, 31. ayet.) Sevabın zıddı ise günahtır. Günah, dinimize göre suç sayılan, Allah’ın emirlerine aykırı olan iş ve sözlere denir. Yaptığımız her kötü davranışın da bir karşılığı vardır. Dinimizin yapılmasını yasakladığı şeylerin yapılması durumunda günah işlenmiş olur. Yalan söylemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, dedikodu yapmak, anne ve babaya saygısızlık etmek günah sayılan davranışlardan bazılarıdır. Günah olan davranışlar kötü ve çirkindir, pek çok açıdan zararlıdır. Allah’ın hoşnut olmadığı ve Allah katında değer ifade etmeyen davranışlardır. Bu sebeple günah olan davranışlardan mutlaka kaçınmamız gerekir. Allah’ın emirlerini yerine getirmemek günah olduğu gibi yasaklarını yapmak da aynı şekilde günahtır. Mesela Allah Kur’an’da namaz ve zekât gibi iki önemli ibadeti pek çok kez aynı ayette emrediyor. Mümin kişi, biri bedenî, diğeri mali olan bu ibadetleri yerine getirmekle hem arınacak hem de Allah’a daha yakın olacaktır. Ancak namazı kılmamak veya sorumlu olduğu hâlde zekâtı vermemek, Allah’ı memnun etmeyecek, dolayısıyla böyle yapmak bize sevap değil günah kazandıracaktır. Aynı şekilde hırsızlık, kumar oynamak, içki içmek gibi Allah’ın haram kıldığı şeylerin yapılması da suçtur ve kişiyi günahkâr yapar. Bireysel ve toplumsal zararları açısından günahların büyük ve küçük olanları vardır. Şirk ve zina gibi büyük günahlardan kaçınılırsa Allah’ın küçük günahları bağışlayacağını belirten birçok ayet vardır. 7 En’am suresi, 160. ayet. 126 2. Günlük Hayatta Helaller ve Haramlar TEMEL AYET “Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hâle getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur.” (Mâide suresi 4. ayet.) İslam, hayatımızı tümüyle kuşatan bir dindir. Nasıl ki iman ve ibadetler, bireyin yaratanına karşı bağlılık ve kulluğunu simgeleyen bir anlama sahipse dinin birtakım gayelerle koyduğu yasaklara ve sınırlara uymak da yine dindarlığın bir gereğidir. Allah’a karşı gösterilmesi gereken bağlılık ve kulluğun göstergesidir. Sahabeden İbn Abbas şöyle anlatır: “İslam öncesi Cahiliye Dönemde insanlar, bazı şeyleri yerlerdi, bazı şeyleri de tiksindiklerinden dolayı yemezlerdi. Derken yüce Allah, Peygamberini (s.a.) gönderdi ve Kitab’ını indirdi. Helalini ve haramını açıkladı. Artık onun haram kıldığı haramdır, helal kıldığı da helaldir. Hakkında açıklama yapmadığı ise affedilmiştir.8 Günlük hayatta insan çok çeşitli durumlarla karşı karşıya gelmektedir. Şayet dinimizin bu hususlarda yönlendirmeleri olmasaydı insan kendini boşlukta hissedebilirdi. Ancak Rabbimiz bizi başıboş bırakmayarak rahmetini bir kez daha göstermiştir. TEMEL HADİS Hz. Peygamber “Helal de açıklanmış haramda açıklanmıştır. Bu ikisinin arasında helalden mi haramdan mı olduğu belli olmayan, insanların pek çoğunun bilmediği şeyler vardır. Her kim bu tür şüpheli şeyleri terk ederse dinini ve ırzını korumuş olur, selamete erer. Kim de bunlardan birine girerse harama düşmesi pek yakındır. Yasak bölgenin çevresinde sürüsünü otlatan çobanın, sürüsünü o yasak bölgeye kaçırması çok çabuk olur. Dikkat edin her otorite sahibinin bir yasak bölgesi vardır. Allah’ın yasak bölgesi de haram kıldığı şeylerdir.” buyurmuştur. (Tirmizi, Büyu, 1.) Haramlardan korunup iyi bir kul olarak yaşayabilmek için Allah’ın koyduğu sınırlara uymak ve imanımızın gereğini yaşamak durumundayız. Kur’an ve hadislerde belirtilen haram ve helallerin dışında, hükmünü tam olarak bilemediğimiz bazı hususlar olabilir. Böylesi durumlarda bu din bilginlerinin içtihatları (görüşleri) doğrultusunda günlük yaşantımızı İslami bir şekilde devam ettirebiliriz. 8 Ebu Davud, Eti’me, 30. 127 BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM İçtihat: Sözlük anlamı, güçlüğe katlanmak ve gayret göstermektir. Terim olarak ise, bir din bilgininin, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde açıkça hükmü olmayan konularda kıyas yoluyla yeni sonuçlar çıkarma demektir. . ALLAH’IN VERDİĞİ BİR ÖRNEK Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Allah doğru yolun anlaşılması için bir misal verir. Bu misalde yolun iki yanı duvarlarla kaplıdır, duvarlarda açık kapılar ve kapıların üzerinde yere kadar uzanan perdeler bulunmaktadır. Yolun başında bir davetçi şöyle seslenir: ‘Ey insanlar, hepiniz yoldan gidin, ayrılmayın!’ Yolun ortasındaki bir başka davetçi de ‘bu yolda yürümeye’ çağırır, kapıların perdelerini açmaya çalışanlara şöyle seslenir: ‘Ne yapıyorsun! Orayı açma, eğer açarsan içeri dalarsın.’ (Dikkat edin!) Bu yol İslam’dır. Yolun iki tarafındaki duvarlar Allah’ın sınırlarıdır, açık kapılar Allah’ın yasaklarıdır, yolun başındaki davetçi izzet ve celal sahibi olan Allah’ın Kitabı’dır, yolun içindeki davetçi de Allah’ın her Müslüman’ın kalbine yerleştirdiği nasihatçi (imandır).” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 183) Haramlardan uzak durmaya riayet etmesi insanı cennete götürür. Numan b. Kavkal Hz. Peygamber’ e geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer helali helal, haramı haram kabul eder, farz namazları kılarsam, (bunlara da başka bir şey eklemezsem) cennete girer miyim? Rasulullah ona: ‘Evet’ dedi.”9 Allah Teala bizi yaratmış, bize sayamayacağımız kadar çok nimet vermiş ve bizden hem kendisine hem de Rasulüne itaat etmemizi istemiştir. İyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal; kötü, pis ve zararlı şeyleri haram kılmıştır. Öyleyse Allah’ın emirlerini dinleyip ona gönülden boyun eğerek bize helal kıldığı, temiz olduğunu belirttiği nimetlerden ölçülü bir şekilde istifade edilmelidir. Nefsimizin ve şeytanın tuzaklarına düşerek Allah’ın helal kıldığı şeyleri haram kılma hatasına düşmemeli ve Allah’ın koruluğu olan haramlara da asla yeltenilmemelidir. Rabb’imizin bize bahşettiği sayısız nimetlere şükredilmelidir. 2.1. Beslenme TEMEL AYET “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara suresi 168. ayet.) Beslenme, insanın vazgeçilmez temel ihtiyaçlarının başında gelir. Gerek kaynak gerekse sonuçları itibariyle insanın beden ve ruh sağlığını etkileyen ve bazı yönlerden sosyal düzeni ilgilendiren doğal bir gereksinimdir. İslam, bu ihtiyacın karşılanmasında insanın yararına olmak 9 İbn Hanbel, Müsned, III, 316. 128 üzere birtakım sınırlar belirlemiştir. Kur’an’da yeryüzünde ne varsa hepsinin insanın faydalanması için var edildiği ve insanın hizmetine sunulduğu belirtilmiş; her alanda olduğu gibi yiyecekler ve beslenme konusunda da ancak zorunlu hallerde yasaklama getirildiğine dikkat çekilmiştir. Buna işaret eden ayetlerden biri şudur: “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kime gazabım ulaşırsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.”10 Kur’an-ı Kerim’de “De ki: Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında ölmüş hayvan, akıtılmış kan, domuz eti -ki o başlı başına bir pisliktir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş (murdar) hayvandan başka haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” buyrularak, haram kılınan yiyecek maddelerinin dört şeyden ibaret olduğu belirtilmiştir.11 Konuyla ilgili ayetlerden biri de şöyledir: “Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun!”12 Kişinin beslenme konusunda en çok dikkat edeceği husus, kendi emeğiyle kazandığını yiyip içmesidir. Zira Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kişinin yediğinin en helali kendi kazancıdır. Çocuğu da kendi kazancındandır.”13 TEMEL HADİS Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim helal lokma yer ve İslam’a göre yaşarsa ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa o kişi cennete girer.” Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlu! Bugün bu özellikteki kişiler halk arasında pek çoktur.” deyince, Rasûlullah (s.a.): “Benden sonraki asırlarda da bu özellikte kimseler bulunacaktır.” (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 60) Sofrada haram şeyler bulundurmaktan yeme ve içme hususunda israf etmekten de kaçınılmalıdır. Haram bir şey yerken besmele çekmek saygısızlık olduğundan, yapılmaması gereken bir davranıştır. Domuz etinin yenmesi de gerek Kur’an’da gerekse14 hadislerde açık bir şekilde yasaklanmıştır. Başkasınınmalınıhaksızyollarlaveizinsizyemek,bedeninehastalıkverecekşeyleriyiyipiçmek,içki, sigara ve uyuşturucu gibi zararlı maddeleri kullanmak da doğru olmayan davranışlardan bazılarıdır. 10 TâHÂ suresi, 81. ayet. 11 En’am suresi, 145. ayet. 12 Mâide suresi, 88. ayet. 13 Nesai, Büyû’, 1. 14 Bakara suresi, 173. ayet. 129 2.2. Giyim, Kuşam ve Süslenme Giyinme belki de canlılar içerisinde insana has davranışların en özgün olanlarındandır. Dinimizde örtünme emri öncelikle kişinin ruh yapısının ve onurunun korunmasına yönelik olmakla birlikte aynı zamanda toplumun genel ahlakını korumayı ve karşı cinsler arası ilişkilerde dengeyi gözetmeyi hedefler. Bunu gerçekleştirme hususunda erkek ile kadın arasında farklı hükümlerin olması yaratılıştan gelen farklar sebebiyledir. BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM Setr-i avret: Vücudun açılması, gösterilmesi ve bakılması dinen haram olan yerlerini ve organlarını gizlemeye ve örtmeye denir. Namazın dışındaki şartlarından bir de setr-i avrettir. Hz. Âdem ve Havva ile başlayan örtünme, Allah’ın bir emri olarak tüm peygamberler tarafından ümmetlerine hatırlatılmıştır. Son Peygamber Muhammed (s.a.) de bu konuda birtakım prensipler ortaya koymuştur. Bu ilkelerin başında, toplumsal yaşamın gereği olan kadın ile erkek arasındaki beşeri ilişkilerin insani düzeyde tutulması amaçlanmıştır. İnsanın örtünmesi de bu yüce amaca dönük görülmelidir. Erkeğin ve kadının örtünmesiyle ilgili olarak İslam her alanda olduğu gibi itidal ve orta yolu esas almıştır. Kur’an’da çoğu kez ölçülü hareket etme, lüks ve aşırılığa kaçmama hususunda uyarılar yapılmıştır. Peygamberimiz de hayatı boyunca temiz, şık, sade ve güzel giyinmişler ve bu konuda aşırılığa kaçmaya karşı bizleri uyarmışlardır. Giyim kuşam konusunda yasaklamaların olmadığı durumlarda kişilerin zevk ve tercihlerine karışılmamış ve serbestlik alanları oluşturulmuştur. Bu yüzden belki de dinimizin giyinme ile ilgili yasakları sınırlı sayıda kalmıştır. Giyinme konusunda Müslümanlar arasında ayrıntı sayılacak bazı farklılıklar bulunmakla beraber, Peygamberimiz tarafından verilen ölçülerin ve yapılan tavsiyelerin bütün asırlarda ve bölgelerde genel hatlarıyla korunmuş olduğunu ve örtünmenin ahlaki, insani olduğu kadar dinî bir vecibe olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Şekil ve ayrıntı yönüyle mahalli, kültürel özellikler ve farklılıklar İslam ümmetinin hem dine bağlılıklarını hem bu dini yaşama taşıma hususundaki derin tefekkürlerini görmemize imkân tanır. Giyinme-örtünme ve süslenme hususunda Peygamberimizin davranışlarından çıkarabileceğimiz ana ilkeler şöyle sıralanabilir: § Başkalarına benzemekten sakınmalı: Peygamberimiz, Müslümanın her hâliyle kendine has olmasını istiyor. Bu yüzden özellikle başka dinin mensuplarına benzememe hususunda oldukça titiz davranıyor. O, yaşadığı dönemin özellikleri gereği bazen giyim modeli, bazen de renk tercihi hususunda birtakım uyarılarda bulunmuştur.15 15 Müslim, Libas ve Zinet, 27. 130 § Kibirli olmamalı: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Yiyiniz, sadaka veriniz, kibir ve israfa kaçmadan da giyininiz.”16 Yine o: “Elbisesini büyüklenerek sürüyen kimseye Allah merhamet etmez.” 17 buyurmuştur. Bu durumda imkânları olsa bile tevazu için ya da insanların genelini düşünerek orta yolu tercih edenlere Peygamberimiz şu müjdeyi vermiştir: “Her kim gücü yettiği hâlde Allah için tevazu göstererek aşırı pahalı ve gösterişli elbiseler giymeyi terk ederse Allah, kıyamet günü herkesin önünde onu çağırarak iman elbiselerinden hangisini dilerse giymesi için onu serbest bırakacaktır.”18 § Erkekler ipek kumaştan elbise giymemeli: Peygamberimizin altın ve gümüş kullanımında olduğu gibi ipeğin giyim ve kullanımında da kadınlar için daha toleranslı olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık erkeklere bunların kullanımında sınırlamalar getirmiştir. Aslında bunlar Kur’an’da cennet nimetlerinin anlatıldığı ayetlerde geçmektedir. (Kehf suresi, 31. ayet , Hac suresi, 23. ayet, Duhân suresi, 53. ayet…) Lüks, israf ve gösteriş konularının işlendiği bölümler dışında Kur’an’da bir belirleme yoktur. Konu daha çok hadislerde ele alınmıştır. Hz. Peygamber “İpek ve altın, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır.”19 buyurmuştur. Hz. Enes, Rasûlullah’ın en sevdiği elbisenin pamuklu olduğunu ifade etmiştir.20 § Temiz giyinmeli: Yüce Rabbimiz, daha dinin yeni tebliğ edildiği ilk dönem ayetlerinde “Elbiseni temizle.”21 buyurarak bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini bizlere bildirmiştir. Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.) bize geldiğinde saçları dağınık bir adam gördü ve: “Bu adam saçını düzeltecek bir şey bulamıyor mu?”22 buyurdu. Ebu Katade şöyle demiştir: “Saçlarım uzun ve gür idi. Rasûlullah (s.a.): “Onlara iyi bakmamı, temiz tutmamı ve her gün taramamı emretti.”23 Allah temiz olanı sever ve dualar ancak helal ve harama dikkatle değer kazanır. Ebu Hureyre 16 Nesai, Zekat, 66 17 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 42. 18 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 39. 19 Buhari, Libas, 30. 20 Müslim, Libas ve Zinet, 33. 21 Müddessir Suresi 4. ayet. 22 Nesai, Zinet, 60. 23 Nesai, Zinet, 60. 131 dedi ki: Rasûlullah (s.a.), bir adamdan bahsetti. Uzun seferler yapan, saçı dağınık, eli yüzü toz toprak içinde… Elini uzatıp Ya Rabbi, Ya Rabbi diye dua eder. Hâlbuki yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır ve devamlı haramla beslenmiştir. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir.”24 § Örtülmesi gereken yerler örtülmeli: TEMEL AYET “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb suresi, 59. ayet.) DÜŞÜNELİM TARTIŞALIM! Rasulullah (s.a.) kırda peştemalsiz (örtüsüz) olarak yıkanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a hamt ve senada bulunduktan sonra: “Muhakkak ki Aziz ve Celil olan Allah utangaçtır, (ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtünmeyi sever. Biriniz yıkandığı zaman örtünsün!” buyurmuştur. ( Ebu Davud, Hammam, 1) Bu hadiste verilmek istenen mesaj nedir? İslam’da, iyi ve güzel şeylerin helal, kötü ve pis şeylerin de haram kılındığı ifade edilmiştir. (Mâide suresi 4-5. ayetler.) Peygamberimiz güzel giyinme ile ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Allah güzeldir, güzeli sever.”25 Kişisel bakımına özen gösteren Efendimiz, ümmetinden de bunu isteyerek temiz ve sade elbiseler giymeyi tavsiye etmiştir. 2.3. Ekonomik Hayat TEMEL AYETLER “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haram ve haksız yollar ile yemeyin, karşılıklı rızâya dayanan ticaret hali müstesna.” (Nisâ suresi, 29. ayet.) “…Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz”. ( A’raf suresi, 31. ayet.) İslam son ilahî din olarak insan hayatını bütünüyle ele alan bir dindir. Onun bireye, topluma yönelik; dünya ve ahiret hayatıyla ilgili; inanç, ibadet, ahlak ve ekonomiye dair insanlara huzur ve güven getiren hükümleri mevcuttur. İslam’da ibadetler yalnızca namaz, oruç, hac ve zekâtla sınırlı değildir. Yüce Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün söz, fiil ve davranışlar geniş anlamda ibadet kapsamındadır. Bu bağlamda, kişinin yoldan bir taşı kaldırması, yükünü sırtına alamayan birisine destek vermesi, araca bineme24 Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2. 25 Müslim, Îman, 147. 132 yen hasta, yaşlı ve engellilere yardımcı olması ibadet olduğu gibi; kazancını helal yoldan elde etmesi, İslami prensiplere uygun olarak ticari ve iktisadi davranışlarda bulunması, iş ve icraat yapması da ibadet kapsamındadır. Hayatın bütün alanlarını geniş anlamda ibadet kapsamına alan İslam, ticareti de ibadet olarak değerlendirmiş; bunun gerçekleşmesi için de ticari hayatta uyulması gerekli birtakım ahlaki prensipler belirlemiştir. TEMEL HADİSLER Rasûlullah (s.a.) buyurdular ki: “Emin ve dürüst Müslüman tüccar, kıyamet günü şehitlerle beraberdir.” (İbn Mace, Ticaret, 1 ) Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir adam kendi el emeğinden daha helal bir kazanç elde etmiş olmaz. Bir adamın kendisi, ailesi, çocukları ve hizmetçileri için yaptığı harcamalar da sadakadır.” (İbn Mace, Ticaret, 1) Bizler hayatımızı sürdürebilmek ve temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için ekonomik faaliyetler içinde olmak zorundayız. Bu sebeple dinimiz her konuda olduğu gibi ekonomik ve ticari faaliyetler hakkında da önemli prensipler koymuştur. Müşteriyi aldatmamak temel bir esastır. Ticaret yapan kişi, dürüstlüğü ve doğru sözlülüğü ile müşteriye güven vermelidir. Rasulullah (s.a.) doğru sözlü ve güvenilir tüccarı “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar (ahirette) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber bulunacaktır.” hadisiyle övmüştür. (İbn Mace, Ticaret, 1) Müşterinin gafletinden veya bilgisizliğinden faydalanıp sağlam ve kullanılışlı olmayan bir malı ona satmak İslam ahlakıyla bağdaşmaz. Bir gün Peygamberimiz (s.a.) pazarı dolaşırken tahıl satan birisinin yanına gelmiş, elini buğday çuvalına daldırmış, altının ıslak olduğunu görünce sormuş: “Nedir bu?” Satıcı: “Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı.” diye cevap verince; Rasulullah: “Niçin o ıslak tarafı halkın görebilmesi için üste getirmedin?” diye sert bir şekilde uyarıda bulunduktan sonra “Bizi aldatan bizden değildir.”26 demiştir. Ticarette tartı ve ölçünün yeri son derece önemlidir. İslam, ölçü ve tartının dürüstlükle yapılması üzerinde önemle durmuştur. Yüce Allah, bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rab26 Müslim, İman, 164. 133 b’inin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?” (Mutaffifîn suresi, 1–4. ayetler.) İslam’ın yasakladığı haksız kazanç yollarından biri de ihtikar (karaborsacılık) tır. İhtikar lügatte toplamak ve hapsetmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise bir ticari malı, pahalanması gayesiyle stoklayıp piyasaya arzını geciktirmek anlamına gelir. İhtikar, fiyatların yapay bir şekilde yükselmesine ve normal piyasa seviyesinin üzerine çıkmasına sebep olur. İhtikar yapmak, özellikle temel ihtiyaç maddeleri söz konusu olduğunda toplumun zarar görmesine sebebiyet verdiği gibi uzun müddet devamı hâlinde de sosyal ve iktisadi bunalımlara yol açabilir. Çoğunlukla malın fiyat ve sürümünü artırmaya yönelik bir hile şeklinde ortaya çıkan neceş/ müşteri kızıştırmak, bu yönüyle haksız rekabet çeşitleri arasındadır. Bir pazarlık esnasında satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü bir kişi (veya kişiler) sanki alıcıymış gibi devreye girerek gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat teklif etmek suretiyle onu yanıltır. Böylece talip olduğu malı başkasına kaptırmak istemeyen ilk teklif sahibi, ister istemez daha yüksek meblağ ödemek zorunda kalabilmektedir. Bu durum pazarlık hâlindeyken olabileceği gibi akdin kesinleşmesinden sonra da olabilmektedir. İşte serbest rekabet ortamını zedeleyip haksız rekabete yol açan, kardeşlik ilişkilerini zedeleyen ve bir rantiye sınıfı oluşturarak tüketicinin zarar görmesine zemin hazırlayan bu tür muameleler Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Peygamberimiz “Öyle bir zaman gelir ki insanlar, haram helal demeden nereden ve nasıl olursa olsun kazanmaya çalışırlar.”27 buyurur. Allah’ın Rasulü bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: “Üç gurup insan vardır ki kıyamet gününde Allah onların yüzüne bakmayacak, onları günahlarından temize çıkarmayacaktır. Dahası onlar için acıklı bir azap vardır: Yaptığı iyiliği başa kakan kişiler, gösterişli elbiseler giyinerek çalım satıp dolaşanlar, yalan dolanla ticaret yapan esnaf.”28 2.4. İnsani İlişkiler TEMEL AYET “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinizi küçük düşürücü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra ‘günahkar’ ismi ne kötüdür! Kim de tövbe etmekten kaçınırsa, işte onlar zalimlerin ta kendisidir. “Ey iman edenler! Zannın pek çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Bir de birbirinizin kusurunu araştırmayın ve birbirinizi arkadan çekiştirmeyin....O hâlde Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat suresi,11–12. ayetler.) İnsanların yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşayabilmeleri için öncelikle birbirleriyle olan iliş27 Nesai, Buyu, 2 28 Nesai, Buyu, 5 134 kilerini sağlıklı bir zemine oturtmaları gerekir. Bunun için de birbirleriyle diyalogu kesmemeleri, aksine dostluğun devamını sağlayıcı tedbirler almaları lazımdır. Çağımızın en büyük problemlerinden biri iletişim sorunudur. İletişimin belli kuralları ve normları vardır. İnsani ilişkiler gündeme gelince burada son derce dikkatli olmamız gerekir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz “Doğru söyleyiniz.” (Ahzab suresi, 70. ayet.), “Verdiğiniz söze bağlı kalınız.” (İsrâ suresi, 34. ayet.), “Emaneti sahibine veriniz.” (Bakara suresi, 283. ayet.), “Adil olunuz.” (Mâide suresi, 8. ayet.), “Affediniz, bağışlayınız.” (Bakara suresi,109. ayet.), “Sabırlı olunuz.” (Âl-i İmran suresi, 200. ayet.) buyurarak, bize bu hususta dikkat etmemiz gereken bazı temel ilkelerden bahsetmiştir. Peygamberimiz de insanlara çok değer verir, onlardan biri gibi hayatını devam ettirirdi. İnsanlarla karşılaştığı zaman ilk selam veren kendisi olur, tokalaşır, karşısındakinin hal ve hatırını sorardı. Söylenenleri dikkatle dinler, muhatabı ayrılmadıkça yüzünü ondan çevirmezdi. İnsani ilişkilerde önemli olan bir konu da insanların dertleriyle ilgilenmek, sevinçlerine ortak olmaktır. Sevinçler paylaşılınca artar, kederler ise paylaştıkça azalır. BİLGİ KUTUSU “Allah’a ve ahiret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin!” (Buhari, Edeb, 31) Peygamberimizin bu hadisin dikkatimizi çeken husus, onun, insan ilişkilerinin saygı ve samimiyete dayalı olmasıdır. Gerek komşuluk gerekse insani ilişkilerde dikkat etmemiz gereken kurallardan bazıları şunlardır: 1. Hastalandığında geçmiş olsun ziyaretine gitmek. 2. Öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmak. 3. Borç istediğinde vermek. 4. Darda kaldığında yardımına koşmak. 5. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek. 6. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek. 7. Güvenini sarsacak davranışlardan uzak durmak. 8. Gıybet ve dedikodu yapmamak. Bu temel ilkelere uymayla gelişen ilişkiler 135 ağını,Hz. Peygamber şu sözleriyle pekiştirmiştir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz. Her Müslümanın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır (kalptedir). Bir kimsenin Müslüman kardeşini hor görmesi, kendisine yapacağı kötülük olarak yeter!”29. “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşmana teslim etmez. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır. Kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler (affeder).”30 İnsani ilişkilerde, başkalarına yardım ederken bile muhatabını rencide edecek, üzecek ve minnet altında bırakacak en küçük bir tavırda bulunmamak esas olmalıdır. Yine bu hususta dikkat etmemiz gereken en önemli kurallardan biri nazik ve yumuşak huylu olmaktır. KARŞILIKLI KONUŞALIM Hz. Peygamber “Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayırdan mahrum olur.” buyurmuşlardır. (Müslim, Birr ve Sıla, 74) Bu hadiste anlatılmak istenenle insani ilişkilerimizi yeniden gözden geçirelim. Yanlış davranışlarımız hakkında öz eleştiri yapalım. İnsanın misafirine ikram etmesi kadar bu ikramını güzel bir şekilde yapması da önemlidir. Nasıl güzel ve iyi bir şekilde misafirimizi karşılıyorsak aynı şekilde güzel bir şekilde de uğurlamalıyız. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Adamın, misafiri ile beraber evin kapısına kadar çıkması (onu uğurlaması) şüphesiz sünnettendir.”31 İlişkilerimizi kötü bir şekilde etkileyen olumsuz davranışlardan biri de bilgiye dayalı olmayan düşüncelerimizdir. “Zan beslemekten sakının. Çünkü zan beslemek, en yalan sözlere yol açar. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, özel ve mahrem hayatınızı da araştırmayınız. Birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz, birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz!”32 diyen Peygamberimiz, bu konuda yapmamız gerekenleri bize en güzel şekilde ifade etmiştir. 29 Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58, 72. 30 Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58. 31 İbn Mace, Et’ıme, 55. 32 Buhari, Edeb, 57. 136 DÜŞÜNELİM Hz. Ayşe’nin haber verdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) hediye kabul eder ve karşılığında hediye verirdi.” (Ebu Davud, Büyu, 80.) Hediyeleşmenin insan ilişkilerindeki etkilerini düşünelim. Size birisi hediye verince neler hissedersiniz? Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Mal ve namus meselesinde bir kulun bir kardeşinde bir hakkı bulunur da bu dünya hayatında onunla helalleşirse Allah o kuluna rahmet etsin. Çünkü kıyamette ne dinar ne de dirhem bulunacaktır. Eğer o kimsenin iyilik ve sevapları varsa onlar alınıp haksızlık edilen kimseye verilecektir. Şayet sevapları yoksa haksızlık yapılan kimsenin günahları buna verilmek suretiyle hesaplaşma tamamlanacaktır.” 33 Kul haklarından biri de insani ilişkilerde üçüncü şahısları rahatsız etmemektir. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Üç kişi olduğunuz vakit iki kişi diğer arkadaşlarından ayrı olarak fısıltı ile konuşmasın.”34 2.5. Oyun ve Eğlence TEMEL AYET “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabb’ine karşı seni ne aldattı?” (İnfitar suresi 6-8. ayetler.) İnsani bir ihtiyaç olan oyun ve eğlence konusuna İslam açısından bakıldığında, en başta oyun ve eğlencenin insanlık onur ve haysiyetini hiçe sayacak içerikten uzak olma gereği üzerinde durulmalıdır. İnsanın eğlenme ve dinlenme ihtiyacının, temel inanç ve ibadet ilkelerine aykırı olmayacak bir biçimde karşılanıp düzenlenmesi esastır. İslam dini kumarın her türlüsü yasaklandığı için içerisinde kumar bulunan her türlü oyun haramdır. Müzikle uğraşma veya dinleme, çeşitli spor dallarıyla uğraşma ya da yarışmaları izleme, eğlenmek ve dinlenmek için tercih edilen yöntemlerdendir. Peygamberimizin çeşitli spor dallarıyla ilgili uygulamalarının olduğunu biliyoruz. O, koşu 33 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 2. 34 Tirmizi, Edeb, 59;Ebu Davud, Edeb, 24. 137 yapmış ve yapılmasına onay vermiştir.35 Rükâne adındaki birisiyle güreşmiş ve onu yenmiştir. Ok atmayı öğrenmeyi teşvik etmiş36 ancak, talim ve uygulama yaparken hedef tahtası olarak canlı hayvanların kullanılmasını yasaklamıştır.37 Eğlence denilince akla ilk gelen şey belki de düğünlerdir. Evlenme ve sünnet merasimlerimizde, mutluluğumuzu başkalarıyla paylaşmak sevincimize sevinç katar. Ancak bizim sevinçlerimiz başkalarının üzüntüsü hâline gelmemelidir. Bu açıdan özellikle silah kullanımı, gürültülü eğlenceler düzenleme hususunda son derece dikkatli davranmalıyız. Sonuç itibariyle, kumara bulaştırılmadığı, gerek Allah’a gerek aile ve topluma karşı görevler aksatılmadığı, daha önemli ve gerekli bir şey ihmal edilmediği, haram ve helal duyarlılığı korunduğu sürece oyun ve eğlencede dinen bir sakınca olmadığını söylemek mümkündür.38 DÜŞÜNELİM Zamanı boşa harcamamalıyız. Kavgadan ve kırıcı olmaktan uzak durmalıyız. Haram ve haksızlıklara bulaşmamalıyız! Asıl görevlerimizi ihmal etmemeliyiz! İslam’ınyasaklamadığıoyunveeğlenceiçinilkelerbelirleyecekolsanız,yukarıdasayılan maddelere daha başka hangilerini eklersiniz? 3. Bidat ve Hurafeler TEMEL AYETLER “Bugün size dininizi tamamladım, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum.” (Mâide suresi, 3. ayet.) “İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Sizi Allah yolundan ayırıp parçalayacak yollara uymayın.” (En’am suresi, 153. ayet.) Yukarıdaki ayetler size ne anlatıyor? Fikirlerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız. 35 Ebu Davud, Cihad, 68. 36 İbn Hişam, Siyer, I, 390–391. 37 Buhari, Cihad, 78; Müslim, İmare, 169. 38 Buhari, Zebaih, 25. 138 Bidat, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey demektir. Kavram olarak da dine karşı olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık ya da noksanlığa neden olan şeydir.39 Bidat; İslam’a sonradan sokulan, İslam’da yeri olmayan ve İslam’a ters düşen dinî mahiyet ve amaçlı âdetlerdir. Hurafe ise uğuru ya da uğursuzluğu olduğuna inanılan, akla ve gerçeğe aykırı düşen batıl inanışlardır. İslam’ın en büyük temellerinden birini şu hadisin teşkil ettiği söylenebilir: “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o reddedilir, makbul değildir.”40 Bu temel, Kur’an ve sünnette olanın dışında sonradan ortaya çıkan her inanç, ibadet ve muamelatın kabul edilemez oluşudur. Sonradan ortaya çıkan birtakım icatlar ve ihtiyaçlar ise Kur’an ve sünnete aykırı bir yönü olmadıkça bu kapsamda değerlendirilemez. Hz. Peygamber: “Dinde sonradan ortaya çıkan her şey bidattir; her bidat sapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler.”41 buyurmuş; böyle bir şey ortaya çıkaran kimse için de “Allah bidat sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, hayır yolunda harcamasını, şahitliğini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi dinden çıkar.”42 diyerek konunun önemini ortaya koymuştur. Bidatte önemli ve ayırıcı olan özellik bir şeyin dine sonradan dahil edilmesi ve bunun dinin özüne aykırı olmasıdır. Bazı hayvanları görmek veya hayvan sesleri duymak, belirli günlerde ve zamanlarda iş yapmak, mavi boncuk vb. şeyleri takmak ve bazı rakamların uğursuz yahut uğurlu olduğuna inanmak, İslam’da temeli bulunmayan batıl inançlardandır. Aynı batıl inançlar çerçevesinde evden çıkarken kedi veya köpek görmek, baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elden ele sabun veya makas vermek, salı günü iş yapmak veya yolculuğa çıkmak, cuma günü çalışmak, iki bayram arasında nikah kıymak, cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin söküğünü dikmek gibi davranışları uğursuz saymak da batıl inançlardan bazılarıdır. Bütün bunların, İslam’ın ilkeleriyle bağdaşması söz konusu değildir. 39 İlmihal, II, 121. 40 Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, s. 87. 41 Buhari, Sulh, 5. 42 Müslim, Cuma, 43. 139 Yaygın hurafelerden biri de ölen kimselerin türbelerini ziyaret ederek onlardan yardım beklemektir. Dileklerin gerçekleşmesi için veya hastalıktan kurtulmak amacıyla din bilginlerine ve şeyhlere ait türbeleri ziyaret edip mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin ruhaniyetinden medet ummak, bu konudaki belli başlı hurafeleri teşkil eder. Ağaçlara bez parçası bağlamak da buna benzer inançlardandır. Oysa dua yalnızca Allah’a yapılır. Ayrıca kabir ziyaretinin de birtakım kuralları vardır. Kur’an ve sünnet bilgisinden uzaklaşma, dinî hassasiyetleri kaybetme, toplumlardaki kültürel değişmeler, İslam öncesinden kalan gelenek ve görenekler, çok sevap kazanmak veya dinî vecibeleri fazlasıyla ifa etmek düşüncesi gibi birtakım etkenler bidat ve hurafelerin ortaya çıkmasının sebepleri arasında sayılabilir. Geçmişten günümüze kadar gelen, akla ve bilime karşı olan bu tür inanışları “din”le eşdeğer tutmak İslam’a vereceğimiz en büyük zararlardandır. Bu nedenle her Müslüman, dinimizi öğrenmek için öncelikle Kur’an’ı okuyup anlamalıdır. Peygamberimizin hadislerini ve hayatını da öğrenmeli, onun güzel ahlakını örnek almalıdır. Müslüman, iyi ve yararlı alışkanlıklar edinmeli, güzel davranışlar sergilemeli, akıl ve bilime önem vermeli, her türlü hurafeden uzak durmalıdır. 140 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İslam dini niçin haramlardan kaçınmayı, helallere yönelmeyi emretmiştir? Açıklayınız. 2. Aşağıya sevap ve günah olan davranışlara örnekler yazınız. SEVAP Yoksula yardım etmek GÜNAH Yalan söylemek ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... 3. Beslenme, yiyecek ve içecek konusunda dinimizin ortaya koyduğu başlıca ilkeler nelerdir? 4. Müslüman giyim-kuşam konusunda nelere dikkat etmelidir? Belirtiniz. 5. İslamiyet ekonomik hayatla ilgili ne gibi ilkeler ortaya koymuştur? 6. Dinimizin insanlar arası ilişkiler hususundaki öğütlerine örnekler veriniz. 7. Bidat ve hurafe kavramlarını örneklerle açıklayınız. Aşağıdaki şemaya bidat ve hurafelerle ilgili örnekler yazınız. ............................................... ............................................... ............................................... ............................................... 8. Bidat ve hurafelerden korunmak için neler yapmalıyız? Tartışınız. 141 SÖZLÜK A Ahd-i Atik: Tevrat. ahit: Söz verme, anlaşma, yemin. amel: Yapılan iş, eylem, fiil. Bir kimsenin dinin emirlerini yerine getirmek için yaptığı davranışlar. amel-i salih: İçten davranış, gösterişsiz eylem. Dine göre makbul olan işler. arife günü: Dinî bayramlardan bir önceki gün. aşevi: Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. Lokanta. ayin: Dinî tören. B ba’s: Yeniden dirilme, diriltme. batıl inanç: Doğaüstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı, boş inanç. bidat: Sonradan ortaya çıkarılan şey. İslam’a sonradan sokulan, İslam’da yeri olmayan, dinî mahiyet ve amaçlı âdetlerdir. botanik: Bitki bilimi. budist: Budizm dininden olan kimse. büyü: Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, efsun, sihir. C-Ç cürüm: 1. Günah, suç, nota. çorak: Toprak damlara çekilen, su geçirmeyen killi toprak. Verimli olmayan toprak. D-E-F deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir. ebedî: Sonsuz, ölümsüz. ebru: Kâğıt süslemeciliğinde kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kâğıda geçirilen süs. ecel: Önceden tespit edilmiş zaman ve süre. İnsan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin sonunu ifade eder ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul. 142 Esma-i Hüsna: Allah’ın en güzel, en şerefli isimleri. estetik: Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu. ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz. fıtrat: İnsanın doğuştan sahip olduğu fiziki özellikler. Yaradılış, hilkat. fıtri: Doğuştan. fidye: Ramazan orucunu tutamayacak durumda olanların yoksullara verecekleri miktar. fitre: Fıtır sadakası. Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçları dışında en az nisap miktarı mala sahip bulunan her özgür Müslüman’ın vereceği sadaka. G gayr-ı müekked sünnet: Peygamberimizin zaman zaman kılmadığı nafile namazlar. gazi: İslam’da düşmanla savaşıp sağ olarak geri dönen kimse. gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane. gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme. görenek: Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı, âdet, alışkı. günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal. H-İ hafız: Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen kimse. haham: Yahudi din adamı. havali: Yöre. havari: Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği on iki yardımcısından her biri. hidayet: Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu. hile: Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika. hizp: Kur’an-ı Kerim’in beş sayfalık her bir bölümü. hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç. huşu: Alçak gönüllülük. Tanrı’ya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma. hutbe: Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt. 143 İbranice: Bugün İsrail’de kullanılan Sami dili. iftira: Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan. ihanet: Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme. Evlilikte, sevgide aldatma, sadakatsizlik. Hıyanet, hainlik. ihsan: İyilik etme, iyi davranma, bağışlama, bağışta bulunma. ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benimseme, onama, kabul, tasdik. ilham: Tanrı’nın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu ilahî âleme özgü duygu ve düşünceler. infak: Nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama. inkâr: Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma. inziva: Dış dünyayla bütün bağlarını keserek Allah’la birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması. Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama. irade: İstek, arzu, dilek. israf: Gereksiz yere para, zaman, emek vb. harcama, savurganlık, tutumsuzluk. K-L kavim: Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun. kıskançlık: Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum. kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik. kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, mukaddes. külfet: Zahmet, sıkıntı, zorluk, zorlu iş. külliye: Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütünü. lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ihsan, inayet, atıfet. M-N mahrem: Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen kimse. Başkalarına söylenmeyen, gizli. mahşer: Kıyamet günü dirilenlerin toplanacakları yer. Büyük kalabalık. materyal: Gereç. Yazılı, sözlü, görüntülü, kaydedilmiş her türlü belge. medrese: İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına uygun bilimlerin okutulduğu yer. Fakülte. 144 mescit: Genellikle minaresiz, küçük cami. mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri. mihrap: Cami, mescit vb. yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer. minber: Camilerde hutbe okunan merdivenli, yüksekçe yer. miras: Birine, ölen bir yakınından kalan mal mülk, para veya servet. Bir neslin kendinden sonra gelen nesle bıraktığı şey. mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay. muhkem: Sağlam, anlamı açık, yoruma gerek olmayan, okunduğunda manası hemen anlaşılan. mukim: Bir yerde oturan, yerleşik halde bulunan. musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey. mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Allah’a adamış kimse, sofi. mutmain: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan. müekked sünnet: Peygamberimizin farz ve vacip namazlar dışında daima kıldığı, ender olarak terk ettiği nafile namazlar. mükellef: Sorumlu olan, dinin emir ve yasaklarına uymakla yükümlü kişi. münafık: Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen. müstehap: Yapılması beğenilen şey. Yapılması dinen hoş ve güzel kabul edilen iş. müşrik: Allah’a ortak koşan kimse. mütevazı: Alçak gönüllü. Gösterişsiz, iddiasız. Nazm-ı Celil: Yüce söz, Kur’an-ı Kerim. nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber. O-Ö olağanüstü: Alışılmıştan, benzerlerinden farklı olan; beklenmedik bir zamanda yapılan, önceden tasarlanmamış olan; büyük bir hayranlığa yol açan; harikulade, fevkalade. örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, âdet. 145 P-R panayır: Belli zamanlarda ve genellikle küçük yerleşim birimlerinde kurulan, sergi niteliğini de taşıyan büyük pazar. put: Doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne. Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah. Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah. rivayet: Bir olay, bir haber veya sözü nakletme. rükün: Bir şeyin aslını oluşturan parçalardan her biri; cüz, temel unsur. İbadetlerin farzları. S-Ş sahabe: Hz. Muhammed’i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanlar, Hz. Muhammed’in arkadaşları. salat: Dua, namaz, yalvarma, anma. salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua. sebil: Karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu. sevap: Hayırlı bir davranış karşısında Allah tarafından verileceğine inanılan ödül. sıla-i rahim: Anne, baba ve akrabayı ziyaret etme. sırat: İnsanlar üzerinde yürüdükleri zaman, cennete gidecekler için genişleyen, cehennemi hak edenlere daralan, cennetle cehennem arasında bir yoldur. sinagog: Yahudilerin ibadet etmek için toplandıkları yer, havra. suhuf: Küçük topluluklara, ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen küçük kitap ve yazılı metinlerdir. sûr:İsrafil’inkıyametkopmadanönceveyenidendirilişibildirmeküzereüflediğiniteliğinibilmediğimizalet. şirk: Allah’ın birden çok olduğuna inanma, Allah’a ortak tanıma, eş koşma. T ta’dîl-i erkân: Rükünleri doğru ve düzgün yapma. Namazın rükünlerini yerli yerince yapmak. taharet: Temizlenme, arınma, temizlik. tahrif: Bir şeyin aslını bozmak, değiştirmek. takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirme. tarikat: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde 146 birbirinden ayrılan, Allah’a ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri. tebliğ: İnsanları dine davet etme. Bildirme, haber verme. tecvit: Kur’an’ın doğru okunmasını sağlayan bilim. Kelimelerin söylenişinde, seslerin çıkışlarına, uzunluk ve kısalıklarına göre okunması. telkin: Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama. Ölmek üzere olan kişinin yanında Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in peygamberliğini hatırlatmak amacıyla yüksek sesle “kelime-i tevhit” okuma. tesadüf: Yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi. Rastlantı, rast geliş. tevatür: Aklın yalan üzerine ittifak etmelerini kabul etmeyeceği kalabalık bir topluluğun, aynı şekilde kalabalık bir topluluktan aktardığı kesinleşmiş bilgi. tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma. tilavet: Kur’an’ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma. Ü-V-Y-Z ümmet: Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak, onun ilkeleri etrafında toplanan Müslümanların tümü. vaaz: Cami, mescit vb. yerlerde vaizlerin yaptığı, genellikle öğüt niteliği taşıyan dinî konuşma. Bir kimseye kalbini yumuşatacak, kendisini doğruluğa, iyiliğe götürecek biçimde söz söyleme. vacip: İslam dinine göre yapılması gerekli olan. vaftiz: Hristiyanlıkta yeni doğan çocuğa ilk günahı silmek ve onu Hristiyanlaştırmak amacıyla yapılan kutsal işlem. vasiyet: Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şey. yegane: Tek, eşsiz, biricik. yörünge: Bir gök cisminin hareketi süresince izlediği yol. Hareketli bir noktanın izlediği veya çizdiği yol, mahrek. zelletü’l-kârî: Namazda Kur’an okurken yanılma, okuyanın dilinin sürçmesi. zikir: Anma, söyleme, sözünü etme. Bir tarikata bağlı olanların Allah’ın adını art arda söylemesi. zuhr-i âhir: Son öğle namazı. Cuma namazının farz ve sünnetinden sonra isteyenlerin kılabileceği dört rekatlık namaz. zulüm: Güçlü bir insanın yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, acımasızlık, haksızlık, cefa. 147 KAYNAKÇA Ahmed bin Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara, 1984. Bilmen, Ömer Nasûhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul, tsz. Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, ÇağrıYayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte), Feza Gazetecilik, İstanbul, 1995. Cilacı, Osman, Günümüz Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1995. Darimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Dereli, Muhammet Vehbi, İlmihal Bilgileri, Asude Yayınları, Konya, 2007. Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul, 1991. Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000. Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı-Meal-Tefsir (Çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul, 1999. Gazâlî,Muhammed,Kur’an’ınKonuluTefsiri(Çev.ŞahinGüven- EkremDemir),ŞûrâYayınları,İstanbul, 2000. Gündüz, Şinasi (Editör) Yaşayan Dünya Dinleri, DİB Yayınları (2. Baskı), İstanbul, 2007. İbnMâce,EbûAbdullahMuhammedb.Yezîd el-Kazvînî, Sünen, ÇağrıYayınları, İstanbul-Tunus, 1992. İbn Rüşd, Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, tsz. Komisyon, İlmihal, TDV Yayınları, İstanbul, 1999. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, DİB Yayınları, Ankara, 2001. Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’an, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut-Kahire, 1992. Malik bin Enes, Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (Çev. Heyet), İnsan Yayınları, İstanbul, 1986. Müslim, İbnü’l-Haccâc, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Nesaî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Suyûtî, Celâlüddîn, el-Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2006. Şentürk, Lütfi- Yazıcı, Seyfettin, Diyanet İslam İlmihali, Ankara, 2001. Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992. Tirmizî, eş-Şemâil, Beyrut, 1992. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005. Yazıcı, Seyfettin, Müslüman Gençlere Din Bilgisi, DİB Yayınları, Ankara, 1998. 148 Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005. Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakim’in Açıklamalı Meali, Işık Yayınları, İstanbul, 2004. Yücel, İrfan, Peygamberimizin Hayatı, DİB Yayınları, Ankara, 1999. Zuhaylî, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi (Çev. Komisyon), Risale Yayınları, İstanbul, 1994. Büyük Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu http://tdkterim.gov.tr/ http://www.hikem.net/arama.asp. el-Mektebetü’ş-Şâmile, sürüm: 3.47. 149