“Hem Seviyeli Hem Keyifli” Şubat 2015 | Yıl: 2 Sayı: 4 Rusya Rusya ve Orta Asya Politikası Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu İlişkileri Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya Ekonomik Etkileri The Slavic Union and Its Future Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu Röportaj: İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Olmak Röportaj: Rusya Dış Politikası’nda Orta Asya Akademik Perspektif – Ocak 2015 Akademik Perspektif Enstitüsü Yayınıdır 1 2 Akademik Perspektif – Ocak 2015 AKADEMİK PERSPEKTİF akademikperspektif.com Aylık Süreli Sosyal Bilimler Dergisi KÜNYE GENEL YAYIN YÖNETMENİ OĞUZHAN YANARIŞIK KOORDİNATÖR SAMET ZENGİNOĞLU EDİTÖRLER AYŞE ÖZER - CAHİT KIRAĞA – OĞUZHAN TURHAN - İBRAHİM ÖZKAN BU SAYIYA KATKIDA BULUNANLAR ENES DEŞİLMEK - YUNUS EVEDENCİ - FIRAT PURTAŞ - ÇAĞLAR DIRMIKCI - BEGÜM HAZAL KURT - SEHER GÖZDE USTAÖMER - DİDEM OKUMUŞ - SAMET ZENGİNOĞLU - CANSU YÜRÜTEN - HACI MEHMET BOYRAZ - METİN EROL - SAİT AKŞİT - TALAT BURAK DÜZENLİ FATİH YILMAZ AKAN - CANER AKKAYA - SELİN DURAN - FURKAN BURCU AKSOY - LÜTFULLAH SAYGILI - ENES ERDEM YERİNDE - MELİKE ŞENER - KÜRŞAT YALÇINKÖK REKLAM ve İLETİŞİM editor@akademikperspektif.com YAYIMCI Akademik Perspektif Enstitüsü Yazı teklifi göndermek için gerekli bilgileri dergimizin sonunda bulabilirsiniz. *Dergimizde yayınlanan bütün makalelerin içeriklerinden yalnızca yazarları sorumludur. Her bir makale sadece yazarının görüşünü yansıtmaktadır. 3 Akademik Perspektif – Şubat 2015 AKADEMİK PERSPEKTİF’TEN Saygıdeğer okuyucularımız, Daha önce sizlere her geçen gün büyüyen Akademik Perspektif ailesi olarak, yeni yıla heyecan verici yeni projeler ve hedeflerle giriyor olmanın mutluluğunu yaşadığımızı ifade etmiştik. Öncelikle bu projelerden birini çok yakında hayata geçirerek mobil uygulamamızı yayınlayacağımız müjdesini ilk olarak sizlerle buradan paylaşmak istedik. Bu yeni sayımızda, son dönemde uluslararası arenada en çok konuşulan ülkelerin başında gelen “Rusya”yı kapak konusu olarak ele alıyoruz. Konuya değişik açılardan yaklaşan makale ve röportajları sizler için bir araya getirdik. Rusya’nın dış politikasından ekonomik ilişkilerine kadar birçok farklı boyutu kapsayan çalışmaları derledik. Bunun yanında, bizlere kapak konumuz dışındaki alanlarda hazırlayarak gönderdiğiniz güzel makalelere de sayfalarımızda yer verdik. Bu ay da yine Türk dış politikasında ve Avrupa, Asya, Orta Doğu, Afrika ve Amerika’da geçtiğimiz ay meydana gelen önemli gelişmeleri sizler için derledik. “Ayın Düşünürü” köşemizde ise Tolstoy’u inceledik. Bundan böyle her ay yayınlanacak olan yeni “Teori” köşemizde “Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram”ı işledik. Bütün sayılarımız için de yoğun şekilde makale teklifi gönderen bütün takipçi ve okuyucularımıza teşekkür ederiz. Bir sonraki kapak konumuzu “Amerika Birleşik Devletleri” olarak belirledik. Başta bu kapak konusu olmak üzere, ilgili alanlardaki meseleleri kapsayan makale tekliflerinizi bekliyoruz. Keyifli okumalar… Oğuzhan Yanarışık Genel Yayın Yönetmeni Bu ay yine sizler için birbirinden güzel röportajlar hazırladık. Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Fırat Purtaş ile Rusya ve Orta Asya konusunu konuştuk. Gediz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Sait Akşit ile “İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Nasıl Olmalı?” sorusunu irdeledik. 4 Akademik Perspektif – Şubat 2015 İÇİNDEKİLER Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu İlişkileri ..................................................... 7 Röportaj: Rus Dış Politikası’nda Orta Asya ........................................................ 17 Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya Ekonomik Etkileri ............................... 24 Rusya ve Orta Asya Politikası ............................................................................ 29 Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu ..................................................................... 32 The Slavic Union and Its Future ....................................................................... 35 Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu ....................................................................... 39 Amerikan Dış Politikasının Ortadoğu'da Yansımaları ........................................ 42 İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Olmak ................................................................... 50 Emperyalizm .................................................................................................... 57 Sosyal Medya ve Bilişim Suçları ........................................................................ 62 Türkiye Dış Politikasında Geçtiğimiz Ay ............................................................ 67 Avrupa’da Geçtiğimiz Ay .................................................................................. 71 Amerika'da Geçtiğimiz Ay ................................................................................. 76 Asya'da Geçtiğimiz Ay ...................................................................................... 78 Orta Doğu / Afrika’da Geçtiğimiz Ay ................................................................. 81 Ayın Düşünürü: Lev Nikolayeviç Tolstoy ........................................................... 84 Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram................................................................ 88 5 Akademik Perspektif – Ocak 2015 6 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu İlişkileri Enes Deşilmek* Bu çalışmada, Avrupa Birliği ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin tarihsel kökeni ele alınacak olup, aralarında anlaşmazlıklar meydana gelmesine rağmen birbirlerinden kopamamalarının sebepleri üzerinde durulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda “Ayrılsak da Beraberiz” anlayışını benimseyen tarafların olaylara bakış açısındaki farklılıkları üzerinden konu ele alınmaya çalışılacaktır. Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin temeline baktığımızda, Soğuk Savaş süresince taraflar arasında esasında bir yakınlaşma olmadığını söylemek mümkündür. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Rusya’da reformlar sürecini başlatan Gorbaçov ile birlikte ilk yakınlaşmanın olduğunu söyleyebiliriz. Mihail Gorbaçov’un iç politikada hayata geçirmek istediği glasnost1 ve perestroyka2 politikaları, dış politikasını da etkilemiştir. Bu bağlamda Gorbaçov, her ne kadar Batı ile zıt kutuplarda olunsa bile, iç politikada başarıya ulaşmada Avrupa ile işbirliği yapmak zorunda olduklarını düşünmüş ve 1 Glasnost: Sovyetler Birliği’nde ekonomik sorunlara son vermek amacıyla uygulanmış politikaların tümüne verilen addır. 2 Perestroyka: Sovyetler Birliği’nde ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleridir. Avrupa ile yakınlaşmaya başlamıştır. Gorbaçov’dan sonra Rusya Devlet Başkanı olan Boris Nikolayeviç Yeltsin de “batıcı” bir politika izlemiştir. Nihayetinde Sovyetler Birliği’nin dağılması ve iki kutuplu yapının sona ermesiyle birlikte taraflar arasında ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan uluslararası konjonktürde, Sovyetlerin varisi konumunda olan Rusya Federasyonu ile Avrupa’nın ekonomik devi Avrupa Topluluğu arasındaki ilişkilerin seyri, 1992 yılında Avrupa Topluluğu üye devletlerinin imzalamış olduğu Maastricht Antlaşması3 ile belirlenmiştir. Bu antlaşma ile 3 sütunlu4 bir yapı haline gelen Avrupa 3 7 Şubat 1992’de imzalanan antlaşma, Kasım 1993’te yürürlüğe girmiştir. 4 3 sütunlu yapının içeriği: 7 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Topluluğu, artık Avrupa Birliği olarak yoluna devam etme kararı almış, bunun yanı sıra sütunlardan biri olan “ortak dışişleri ve güvenlik politikası” çerçevesinde ortak bir politika oluşturma isteği AB-Rusya ilişkileri açısından önemli bir aşama olmuştur. Bununla birlikte AB ile Rusya Federasyonu arasında ortaya çıkan yakınlaşma, özellikle ekonomik ve ticari alanlarda kendini daha çok belli etmiştir. Avrupa Birliği’ni Rusya’ya yaklaştıran nedenleri şöyle sıralamak mümkündür: 1. Rusya’nın önemi; sahip olduğu doğal kaynaklar, 2. Rusya’nın tehdit unsuru olarak görülmesi; Rus ekonomisi, çevre problemleri ve toplumunun koşulları, 3. İki kutuplu sistemin çöküşü ve Sovyetlerin ardından ortaya çıkan ülkelerin AT’ye üye olmak istemeleri, 4. Rusya gibi üyelik konusu gündeminde olmayan ülkelerin, Avrupa’ya entegre olmasını sağlamada izlenilecek politikaların belirlenmesi gerekliliği, 5. AB ile Rusya arasında oluşturulacak güçlü siyasi ve ekonomik ilişkilerin yeni bölünmelerin önünü alacağı düşüncesi, 6. Rusya ile olan coğrafi ve tarihi bağlar. Rusya açısından da çöküş dönemini arkada bırakarak, uluslararası arenada ‘büyük güç’ olma konumunu elde etmek için AB ile ilişkiler büyük önem taşımaktadır.5 Büyük güç olma yolunda olan Rusya, AB’yi, gerekli olan hızlı ekonomik modernleşme ve kalkınmayı gerçekleştirme yolunda önemli bir ortak ve Avrupa’da güvenliğin sağlanmasında potansiyel müttefik olarak görmektedir. 1. Sütun: Avrupa Topluluğu 2. Sütun: Ortak dışişleri ve güvenlik politikası 3. Sütun: İçişleri ve Adalet 5 Galym ZHUSSİPBEK, “Avrupa Birliği İle Rusya Federasyonu Arasındaki ‘Stratejik Ortaklığın’ Analizi”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 7, Sayı: 25, 2011, s.48 Genel olarak özetleyecek olursak, AB Rusya’nın ‘Batılı değerleri’ benimseyen liberal bir güç olmasını isterken, Rusya ise çöküş dönemini atlatarak uluslararası arenada ‘büyük güç olma’ konumunu elde etmeye çalışmaktadır.6 Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması Taraflar arasında başlayan yakınlaşmanın bir sonucu olarak 1994 yılında Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması7 (Partnership and Cooperation Agreement-PCA) imzalanmıştır. Fakat anlaşmanın onaylanması Rusya’nın Çeçenistan politikası sebebiyle ertelenmiş ve antlaşma ancak 1997 yılında yürürlüğe girmiştir. Fakat bu süre içerisinde taraflar arasında sadece mal ticaretine imkân veren Geçici Anlaşma imzalanarak, ilişkilerin kopmaması sağlanmıştır. Bu da Avrupa Birliği’nin siyasi olmaktan çok, ekonomik yakınlaşmaya daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması ile birlikte Rusya’yı kucaklama-çevreleme politikası yürüten AB, Rusya’nın birliğe üye olmasının önünü kesmekte, aksine ilişkileri stratejik ortaklık8 çerçevesinde yürütmektedir. Aynı zamanda ortaklık ilişkilerinin devam ettirilebilmesi için de, anlaşma yükümlülüklerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Taraflar arasında siyasi ve ekonomik işbirliğini geliştirmek maksadı ile imzalanan bu 6 ZHUSSİPBEK, a.g.m., s.51. Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması 112 madde, 10 ek, 2 protokol ve çok sayıda ortak deklarasyondan oluşmaktadır. İlk etapta geçerlilik süresi 10 yıl olarak belirlenen anlaşma, 2007 yılı sonrasında da her yıl otomatik olarak yenilenmiştir. 8 Stratejik Ortaklık; iki veya daha fazla tarafın belirledikleri stratejik hedefler doğrultusunda uzun vadeli, geniş kapsamlı bir işbirliği içerisine girmesini ifade etmektedir. Bir bölge veya uluslararası düzenle ilgili daha köklü hedef veya çıkarları öngörmektedir. 7 8 Akademik Perspektif – Şubat 2015 anlaşma, ticaret ve ekonomi, adalet ve içişleri, bilim ve teknoloji, enerji, çevre, ulaştırma ve uzay araştırmaları konularında işbirliğini öngörmesinin yanı sıra, uluslararası konularda ve insan hakları ve demokrasi ilkelerinin korunmasında işbirliğini içeren siyasi bir ortaklığı da kapsamaktadır. Ayrıca bu anlaşma ile taraflar arasındaki ilişki kurumsallaşmıştır ve bu bağlamda her altı ayda bir AB-Rusya Zirvesi yapılmasına, alt komite ve çalışma grubu kurulmasına karar verilmiştir. Anlaşmanın uzun dönemdeki amacı ise, taraflar arasında bir serbest ticaret bölgesi kurmaktır.9 Bunun yanı sıra Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması hedeflenmektedir. Bu anlaşmayı Rusya uluslararası siyasi sisteme dâhil olma arzusunu gerçekleştirmede bir araç olarak görmekteyken, görüşmelerde GATT10 ülkeleri ile eşit koşullarda muamele görmeyi talep etse de AB bu isteğe olumsuz yaklaşmıştır. Ayrıca serbest ticaret bölgesi oluşturulması konusunda AB’nin Rusya’nın buna yeterli olup olmadığı konusunu gündeme getirmesi taraflar arasındaki ilişkilerde bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. 9 Dicle KORKMAZ, “Rusya Federasyonu-Avrupa Birliği İlişkilerinin Üç Temel Belge Çerçevesinde İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof.Dr.Atila ERALP, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.10. 10 Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması, (General Agreement on Tariffs and Trade): 1947'de 23 ülke tarafından imzalanan bir anlaşma ile kurulmuştur. 1 Ocak 1948'de de yürürlüğe girmiştir. GATT'ın kuruluş amacı, ithalat vergilerini azaltmak, uluslararası ticaretin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve ticarette ayrımcı uygulamalara son vermek olarak belirlenmiştir. Arthur Dunkel kuruluşun mimarı olarak bilinmektedir. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), 1 Ocak 1995'te, uluslararası ticaretin en etkin kurumu olarak, GATT’ın yerine kurulmuştur. Türkiye anlaşmayı 1953 yılında imzalamıştır. Ortak Strateji Belgesi Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması ile gündemine aldığı ortak dışişleri ve güvenlik politikası çerçevesinde hayata geçirilmek istenen dış politikada “tek seslilik” konusundaki başarısızlık kendisini Yugoslavya Savaşı süresinde çok net bir şekilde göstermiştir. Bu süreçte üye ülkeler arasındaki uyumsuz politikalar sebebiyle Yugoslavya Savaşı’nda sınıfta kalan AB, 1996 yılında ODGP’yi güçlendirmek için Hükümetlerarası Konferans düzenlemiştir. Amaç, ODGP çerçevesinde uygulamada yaşanan aksaklıkların giderilmesidir. Bu bağlamda Amsterdam Antlaşması ile “ortak strateji”11 kavramı Avrupa Birliği tarafından kabul edilmiştir. Hazırlanan bu strateji ilk olarak Rusya üzerinde uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda Rusya Hakkında Ortak Strateji Belgesi kabul edilmiştir ve buna göre taraflar arasındaki stratejik ortaklığı güçlendirmek maksadı ile bu belgenin kabul edildiği ifade edilmiştir. Stratejinin ilk olarak Rusya’ya yönelik hazırlanmasının sebepleri ise şunlardır; 1. Taraflar arasındaki güç mücadelesi ve Avrupa’nın geleceği, 2. AB’nin, Rusya ile yakın ilişkiler kurma ve Rusya’nın Avrupa ekonomik sistemine entegre olmasını istediği konusunda samimi olduğunu göstermek istemesi, 3. Avrupa’nın güvenliği için Rusya ile işbirliği yapılması gerekliliği, 4. Ayrıca bu belgenin hazırlanmasında Çeçenistan Savaşı’nda AB’nin başarısız olması, 11 Fransa tarafından ortaya atılan ortak strateji kavramı, tarafların çıkarlarını uzlaştırmayı hedeflemektedir. Buna göre AB’nin önem verdiği coğrafi alanlar için ortak stratejiler oluşturulması ve karar alma mercii olarak Avrupa Konseyi belirlenerek Zirve’nin güçlendirilmesi önerilmektedir. 9 Akademik Perspektif – Şubat 2015 5. 1998 yılında Rusya’da yaşanan ekonomik kriz ve siyasi olaylar da etkili olmuştur. Bunun yanı sıra Almanya tarihi ve coğrafi sebepler dolayısı ile bu belgenin hazırlanmasına önayak olmuştur. Bu belgenin imzalanmasındaki amaçlar ise şunlardır; birincisi, hukukun üstünlüğü, açık ve çoğulcu demokrasi ilkelerinin yaşandığı ve işleyen bir pazar ekonomisine sahip Rusya yaratmak, ikincisi ise Avrupa istikrarını sağlamak, küresel güvenliği desteklemek ve Rusya’yla işbirliği yaparak ortak tehditlere cevap verebilmektir.12 Ortak Strateji belgesinin kabulünden sonra II. Çeçen Savaşı’nın patlak vermesi AB’yi yeni bir sınavla karşı karşıya getirmiştir. Bu süreçte AB, Rusya’nın toprak bütünlüğünü tanıdığını, fakat kullanılacak gücün orantılı olması gerektiğini vurgulamıştır. Rusya’nın Çeçenlere karşı orantısız güç uygulaması, AB’yi bir takım yaptırımlar yapmak zorunda bırakmış fakat yine de Rusya’nın Avrupa’dan soyutlanmaması gerektiği, AB için Rusya’nın önemli bir ortak olduğu ve Avrupa Birliği’nin geleceği için Rusya’nın gelişiminin de çok önemli olduğu dile getirilmiştir. Fakat bu dönemde Rusya’nın Çeçenistan’a karşı izlemiş olduğu politikalara karşı, AB bir kurum olarak karşı çıksa da, AB üyesi devletler, özellikle büyük devletler, Rusya ile olan ikili ilişkilerine devam etme ve geliştirme yolunu seçmişlerdir. Putin Dönemi ve Sonrası 26 Mart 2000 tarihinde Vladimir Putin’in Rusya Devlet Başkanı seçilmesi ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Nitekim Putin’in AB’yi Rus dış politikasında olması gereken bir alan olarak görmesi ve uluslararası sistemde Rusya’nın güvenilir bir ortak olacağını belirtmesi bu görüşü destekler niteliktedir. Fakat burada 12 KORKMAZ, a.g.e., s.26. belirtmek gerekir ki “Rusya için AB, parçası olunacak hegemonik bir merkez değil, daha çok işbirliği geliştirilebilecek ‘eşit’ bir aktör olarak değerlendirilmektedir.”13 Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte Avrasyacı akım güç kazanmış ve Rusya sahip olduğu kaynakları kullanarak uluslararası arenada yeniden söz sahibi olan bir ülke konumuna gelmiştir. Bu bağlamda Avrasya Ekonomik Birliği’nin14 kurulması da bu görüşü destekler niteliktedir. Birlik, AB ve ABD'nin ekonomik gücünü dengelemeyi hedeflemektedir. Avrasya Ekonomik Birliği ile 2025'e kadar petrol ve petrol ürünleri üretiminde mevzuat sınırlamaları olmaksızın ortak pazara geçilmesi planlanmaktadır.15 Haziran 2000 tarihine geldiğimizde ise Avrupa Konseyi Feira Zirvesi’nde bir eylem planı kabul etmiştir. Buna göre, AB’nin Rusya’ya Çeçenistan politikası sebebiyle uyguladığı yaptırımlar kaldırılmıştır. Bunda hem üye devletlerin etkisi olmuş, hem de Putin’in açıklamaları etkili olmuştur. Diğer taraftan AB’nin yeni bir girişimi olarak karşımıza çıkan “Kuzey Boyutu Girişimi”, özellikle Baltık denizi çevresinde bölgesel işbirliği olanaklarını geliştirmeyi arzulayan, hem ikili alanlarda, hem de genişleme sürecine paralel bir süreçte geliştirilmiş bir karşılıklı girişimler ve politikalar 16 bütünüdür. Bu bağlamda “Kuzey 13 Habibe ÖZDAL, “AB-Rusya İlişkilerinde Kuyruk Köpeği Sallıyor”, USAK Analist Dergisi, Ağustos 2011, s.40. 14 Avrasya Ekonomik Birliği (AEB), 29 Mayıs 2014'te Belarus, Kazakistan ve Rusya liderleri tarafından imzalanan bir antlaşma ile temelleri atılan, resmen ise 1 Ocak 2015'te kurulan siyasi ve ekonomik bir birliktir. 9 Ekim 2014 tarihinde Ermenistan’da bu birliğe dahil olmuştur. 15 http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25518443, Erişim Tarihi: 12 Aralık 2014 16 Erhan BÜYÜKAKINCI, “Avrupa Birliği – Rusya Federasyonu İlişkilerinde Güvenlik Sorunsalı”, http://www.erhanbuyukakinci.com/avrupa-birligi- 10 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Boyutu’nun esas amacı, hem AB, Rusya ve Baltık Denizi bölgesinde yer alan ülkeler arasında gerçekçi bir karşılıklı bağımlılık mekanizması oluşturarak bölgesel istikrarı ve işbirliğini teşvik etmek, hem de AB ile Rusya arasındaki global çerçevedeki ilişkilerin gelişmesini desteklemektir.”17 Bu dönemde AB’nin Rusya’ya yönelik girişimlerinin yanı sıra, Rusya’nın da AB’ye yönelik girişimleri olmuştur. Rusya’nın yayımlamış olduğu Orta Dönem Strateji belgesi Rusya’nın 2000-2010 yılları arasında AB’ye yönelik izleyeceği stratejileri içermekteyken, bunun amaç ve araçlarını belirtmektedir. Buna göre Rusya’nın amacı; Rusya’nın dünyadaki rolünü ve imajını sağlamlaştırmak, AB ile Rusya arasındaki stratejik ortaklığı geliştirmek ve güçlendirmektir. Bunun için yapılması gereken iki husus vardır: 1. Avrupa’da kolektif bir güvenlik sistemi yaratılması, 2. İşleyen bir pazar ekonomisine sahip ve demokratik, hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulandığı bir yapının kurulması konusunda, AB’nin ekonomik potansiyelinden ve tecrübesinden yararlanılması. Bunu izleyen süreçlerde AB ile Rusya arasında 30 Ekim 2000 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen Zirve’de, enerji konusunda adımlar atılmıştır. Böylelikle enerji alanında ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Bunun ardı sıra Ekim 2001 tarihinde düzenlenen Zirve’de de tarafların enerji piyasasının istikrarı, ihracatın ve ithalâtın güvenilir olması, Rus enerji sektörünün güvenilirliği, enerji tasarrufunun artırılması gibi konular ele alınmış ve ortak Avrupa ekonomi alanı kurulmasının çalışmalarını yürütecek üst rusya-federasyonu-iliskilerinde-guvenlik-sorunsali/, Erişim Tarihi: 11 Aralık 2014 17 BÜYÜKAKINCI, a.g.m. düzey bir grup kurulması kararlaştırılmıştır. 2002 yılında gerçekleştirilen Zirve ile AB, Rusya’yı pazar ekonomisi olarak tanımış, Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın ticaretle ilgili anlaşmazlıklarının da giderilmesi konusunda taraflar arasında bir anlaşma sağlanmıştır. 2003 yılının Mayıs ayında düzenlenen St. Petersburg Zirvesi’nin sonunda ise ilişkilerde ortak ekonomi alanı (Common Economic Space), ortak özgürlük, güvenlik ve adalet alanı (Common Space of Freedom, Security and Justice), ortak araştırma, eğitim ve kültür alanı (Common Space of Research and Education) ve ortak dış güvenlik alanı (Common Space of External Security) olmak üzere toplam dört ortak alanın kurulması kararlaştırılmıştır. Rusya’nın DTÖ üyesi olmasını destekleyen AB, 2005 yılında gerçekleştirilen Moskova Zirvesi’nde Rusya’nın DTÖ üyesi olduktan sonra yükleneceği mal ve hizmet ticaretiyle ilgili taahhütleri ele alınmış ve dört ortak alanla alakalı hayata geçirilmek üzere, hedefler ve bunlara ulaşılması için gerekli eylemleri ortaya koyan yol haritaları hazırlanmıştır. Fakat bu konuda hem AB’nin, hem Rusya’nın birbirinden farklı yaklaşımlar benimsemesi, farklı yorumlamalara sahip olmaları çok da olumlu neticeler vermemiştir. Bu bağlamda AB ‘dört ortak alan’ ile birlikte Rusya’da demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklere saygı konularında gelişmeler olmasını öngörürken, Rusya ise ‘ülke güvenliğini güçlendirme’ amacıyla bu girişime onay vermiştir. Rusya’nın 1993 yılı itibariyle DTÖ’ye üye olmak için girişimlerde bulunmasının sonuçları ancak 2012 yılında neticesini vermiş ve Rusya örgüte üye olabilmiştir. Rusya ile ilişkilerinin başladığı tarihten itibaren AB, Rus ekonomisinin modernleşmesi ve serbestleşmesi için girişimlerde bulunmuş ve Rusya’nın 11 Akademik Perspektif – Şubat 2015 DTÖ’ye üye olması bu çabalar için olumlu bir gelişme olarak karşılanmıştır. Rusya ile AB arasındaki ilişkiler daha çok ekonomik temellere dayandırıldığı için, siyasi alanda çok fazla bir ilerleme kaydedilememiştir ve bu sebeple AB, 2000’li yılların başında Rusya’nın en önemli dış ticaret ortağı ve en önemli dış yatırım kaynaklarından biri olma konumuna sahip olmuştur. Şuan Rusya, AB’nin en önemli 3. ortağı konumunda iken, AB, Rusya’nın en önemli ticaret ortağıdır. Bu bağlamda “AB’nin Rusya’ya ihracatı, ürün grupları bazında incelendiğinde, en üst sırada makine, ulaşım araçları, kimyasal ürünler, ilaç ve tarımsal ürünlerin bulunduğu görülüyor. AB’nin Rusya’dan ithal ettiği en önemli ürünleri ise başta petrol ve doğalgaz olmak üzere hammaddeler oluşturuyor.”18 AB’nin giderek genişleyen sınırları da Rusya ile sorunlar yaşamasına sebep olmuştur. Bu bağlamda 2004 ve 2007 yıllarında birlik sınırlarının Rusya’nın kendi etki alanı olarak tanımladığı Doğu Avrupa’ya genişlemesini Rusya kendine bir tehdit olarak algılamıştır. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra devam eden dondurulmuş ihtilaflar yani; Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester ihtilafları konularında AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesinde Doğu Ortaklığı (Eastern Partnership- EaP)19 ile çözüm arayışları, Rus etkisinin olduğu bu konularda, taraflar arasında anlaşmazlığa sebep olmaktadır. AB’nin bu olaylara müdahil olmasını istemeyen Rusya, çok taraflı girişimlere destek vermektedir. Fakat yine de, Rusya’nın arka bahçesi konumunda olan bu bölgelerdeki sorunların çözümüne Rusya çok da sıcak bakmamaktadır. Fakat burada belirtmek gerekmektedir ki AB’de bu olaylara askeri yönden müdahil olmaktan kaçınmaktadır. AB daha çok yumuşak güç vasıtaları ile olaylara müdahil olma yolunu seçmektedir. 1997 yılında yürürlüğe giren PCA’nın tarafların ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamaması yeni bir anlaşma yapılmasını zaruri kılmıştır. Bu bağlamda 2008 yılında gerçekleştirilen KhantyMansiysk Zirvesi’nde müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. Fakat taraflar arasındaki görüş ayrılıkları, farklı çıkarları olması müzakerelerin sonuca bağlanmasını çıkmaza sokmuştur. Enerji ve ticaret alanındaki anlaşmazlıklar tarafların yeni bir PCA imzalamasında en büyük engeli oluşturmaktaydı. Bunun yanı sıra AB’nin temel değerleri arasında yer alan demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları vb. konularda Rusya’nın daha çok otokratik eğilimleri taraflar arasındaki görüşmeleri çıkmaza sokmaktadır. Fakat burada belirtmek gerekir ki AB, üyeliği söz konusu olmayan bir ülke için, Rusya için, temel değerler yerine AB’nin çıkarlarını ön planda tutmakta ve çıkarları (özellikle enerji alanındaki bağımlılığı sebebiyle) doğrultusunda bu konularda çok fazla ses çıkarmamaktadır. Bu bağlamda 2008 yılında yaşanan Gürcistan-Rusya Savaşı, daha sonrasında Ukrayna’da yaşanılan olaylar karşısında AB’nin söylemlerden öteye geçememesi ve Rusya’ya karşı ciddi anlamda bir yaptırım uygula(ya)maması bu görüşü destekler niteliktedir. Enerji Faktörü 18 Yeliz ŞAHİN, “Stratejik Ortaklık İle Stratejik Rekabet Arasında Rusya-AB İlişkileri”, İKV Değerlendirme Notu, 2013, s.7. 19 EaP kapsamında bulunan ülkeler; Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Moldova, Ukrayna, Beyaz Rusya’dır. Bilindiği üzere, Rusya, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahipken, en büyük kömür rezervleri sırasında ikinci ve petrol rezervlerinde de sekizinci sırada yer 12 Akademik Perspektif – Şubat 2015 almaktadır. Böyle kaynaklara sahip olan Rusya, doğal olarak en büyük ihracatçılardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan Rusya, AB’nin ithal ettiği doğalgaz ve petrolün en önemli tedarikçisi konumundadır. Bu bağlamda AB üyesi ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılık yüzdelikleri ülkeden ülkeye değişiklik gösterirken, AB bir bütün olarak Rus enerjisine bağımlı bir durumdadır.20 Avrupa ülkeleri, Rusya’ya olan enerji bağımlılığının artmasından dolayı endişelenmektedirler. Fakat “AB’nin enerji konusunda marjinalleşmesi riski karşısında Rusya’nın AB pazarı dışında alternatif yaratamaması sorunu, ilişkilerde taraflar arasındaki dengeyi ve “sıfır toplamlı kazanç” yerine “kazan kazan” yaklaşımını gerekli kılmaktadır.”21 Diğer taraftan enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke olan Rusya’da ekonomi de doğal kaynaklara bağımlı durumdadır. Bu sebeple Rusya için enerji politikaları büyük bir öneme haizdir. Dünya enerji piyasalarına yön verebilecek kadar zengin karbon rezervlerini kontrol etmesi Rusya’ya hem güvenebileceği bir ekonomik kaynak hem de bu kaynakları politik bir silah olarak kullanabilecek bir jeopolitik üstünlük sağlamaktadır.22 Rusya’nın enerji piyasalarındaki avantajlı konumunu korumak için geliştirdiği stratejiler 4 başlıkta toplanabilir:23 20 Detaylı bilgi için bknz: http://www.aa.com.tr/tr/rss/324101--abninenerji-denkleminde-ibre-rusyayi-gosteriyor, Erişim Tarihi:09 Aralık 2014 21 Neziha MUSAOĞLU-Uğur ÖZGÖKER, “Rusya - AB İlişkilerinde Stratejik Ortaklıktan Stratejik Depresyona” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Harp Akademileri Basımevi, 2008, s.89. 22 Birol AKGÜN, “Rusya-AB İlişkileri”, http://www.circassiancenter.com/ccturkiye/arastirma/0363-rusya.htm, Erişim Tarihi: 11 Aralık 2014 23 Ufuk KANTÖRÜN, “Bölgesel Enerji Politikaları ve Türkiye”, Bilge Strateji, 2010, s.93. http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0- 1. Orta Asya’daki enerji arzı üzerindeki tekel konumunu korumak ve buradaki enerji kaynaklarının kendi kontrolünde olmayan alternatif boru hatlarıyla dünya pazarlarına açılmasını engellemek, 2. Yeni boru hatları inşa ederek Avrupa’daki ithalatçı ülkelere enerji naklini transit ülkelere gerek kalmaksızın gerçekleştirmek, 3. Avrupa’daki dağıtım sistemlerinin Gazprom tarafından satın alınarak, Rus projelerine alternatif projelerin hayata geçmesini engellemek ve Gazprom’un Rusya’daki monopol konumunun korunması, yabancı enerji şirketlerinin Rusya veya Orta Asya’daki enerji sahalarını kontrol etmesinin, üretimde ve taşımada söz sahibi olmalarının engellenmesi, 4. Yabancı doğalgaz üreticilerinin (Katar, İran) Avrupa pazarına girmemesi için politikalar üretilmesi ve yabancı doğalgaz üreticilerinin hisselerinin satın alınarak, söz konusu üreticilerin doğalgaz satış politikalarının etkilenmesi. 1994 yılında Batı Avrupa devletleri ile eski Doğu Bloku ülkeleri arasında imzalanan ve enerji sektörünü konu edinen Avrupa Enerji Şartı (European Charter Threaty, ECT), AB ile Rusya arasında anlaşmazlıklara sebep olmuştur. Çünkü bu anlaşma enerji sektöründe yabancı yatırımların korunmasını ve teşvik edilmesini öngörürken, enerji kaynaklarının DTÖ kurallarına uygun şekilde serbest ticareti ve transitini istemekte, aynı zamanda Gazprom’un Rusya boru hatları üzerindeki monopol yapısının sona erdirilmesini istemektedir. Bu bağlamda Rus yetkililer AEŞ’in sadece enerji tüketicilerinin çıkarlarını gözettiğini, enerji üreticilerinin çıkarlarının ise gerektiği gibi korumadığını ileri sürerek bu anlaşmaya karşı 114-2014040711bs2010-2-87-114.pdf, Erişim Tarihi: 10 Aralık 2014 13 Akademik Perspektif – Şubat 2015 çıkmaktadır. Nitekim değişen konjonktür ile birlikte şartların da değişmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. AB-Rusya ilişkilerinin temel belgesi niteliğinde olan ve 1997 yılında yürürlüğe giren Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın taraflar arasındaki sorunları çözmede yetersiz kalması ve geçen sürede tarafların birbirine olan karşılıklı bağımlılıklarının artması, daha etkin bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu bağlamda 2000 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen Zirve’de iki taraf arasında enerji ortaklığı için çözüm ve düzenlemeler yapılması amacı ile yeni bir diyalog süreci başlatılmıştır. Enerji Diyalogu olarak adlandırılan bu sürecin amacı; enerji piyasalarının serbestleşmesi ve entegre hale gelmesine yönelik politikalar vasıtası ile Rusya ve AB’yi enerji alanında buluşturmak ve Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamaktır. Ayrıca bu enerji ortaklığı Rus enerji sektöründe, enerji üretimi ile ulaşım altyapısını güçlendirmeyi, enerji piyasalarının açılmasını teşvik etmeyi, piyasada çevre dostu teknoloji, enerji kaynaklarını artırmayı ve enerji verimliliğini ve tasarrufunu sağlamayı amaçlamaktadır.24 Fakat teoride sağlanan anlaşma, uygulamada yerini bulamamıştır. Çünkü AB’nin, enerji sektöründe liberalizasyon politikaları izleyeceği beklentisine karşın Rusya, Gazprom’un enerji sektöründeki tekelini kuvvetlendirmiştir.25 Devam eden süreçte enerji konusunda yaşanılan anlaşmazlıklar sebebiyle ve AB’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltmak amacıyla AB farklı girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda Avrupa Ortak Enerji Piyasası ve Nabucco gibi alternatif boru hattı projelerine yoğunlaşan AB’ye karşı Rusya, 24 İbrahim HASANOĞLU, “Rusya-Avrupa Birliği İlişkilerinde Enerji Faktörü”, Akademik Perspektif, Nisan 2014. 25 MUSAOĞLU, ÖZGÖKER, a.g.m., s.90. Mavi Akım II, Kuzey Avrupa Gaz Boru Hattı (NEPG) Güney Akım, Türkmen doğal gazını Rusya’ya nakledecek alternatif nakil hatları gibi projelere yoğunlaşmıştır. Böylelikle Avrupa’yı enerji konusunda kendisine bağımlı hale getirmek isteyen Rusya, üçüncü ülkeleri aradan kaldırarak istediği fiyatı belirleme politikası yürütmektedir. Bu açıdan AB ile anlaşma imzalamak yerine, AB üye ülkeleri ile ikili antlaşmalar imzalayarak, fiyat avantajını da kendi elinde tutarak Avrupa’nın en önemli enerji tedarikçisi konumundan asla vazgeçmemektedir. Fakat burada belirtmek gerekir ki, sadece Rusya’nın isteği doğrultusunda değil, AB içerisindeki nüfuzlu devletler de kendi çıkarları doğrultusunda bir politika izledikleri için Rusya ile ikili antlaşmalar yapmayı daha çok tercih etmektedir. Burada daha çok zarar gören enerji konusunda tamamen Rusya’ya bağımlı olan ve çok fazla nüfuz sahibi olmayan küçük devletler olmaktadır. Avrupa’nın enerji açısından Rusya’ya bağımlı olması zaman zaman siyasi konularda da kendisini göstermektedir. Nitekim 2006 yılında Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizi sonrası, Rusya’nın doğalgazı kısma yöntemini seçmesi Avrupa devletlerini de endişelendirmiştir. Benzer bir olayın Avrupa’da yaşanmaması için 2006 yılı Mart ayında Avrupa Komisyonu tarafından “Güvenilir, Rekabetçi ve Kesintisiz Enerji İçin Avrupa Stratejisi” başlıklı “Yeşil Kitap” yayınlanmıştır. Buna göre Avrupa açısından ‘enerji güvenliği’, enerji kaynaklarının güvenilir arzına güvenilir yollardan, sürdürülebilir bir şekilde ve makul fiyatlarla ulaşılmasını ifade 26 etmektedir. Diğer taraftan Avrupa’nın Rusya’ya enerji konusunda bağımlı olduğu kadar, 26 ZHUSSİPBEK, a.g.e., s.70. 14 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Rusya’nın da Avrupa’ya bağımlı olduğunu söylemek gerekir. Çünkü Rusya’nın en önemli ihracat kalemi olan doğalgazın en önemli alıcıları AB üyeleridir. Bununla birlikte Rusya’nın dış ticaretinde AB’nin payının % 50’den fazla olması Rusya’nın neden bağımlı olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Avrupa’ya ihraç edilen enerji kaynakları da Rus ekonomisinin temel sabit kazanç kaynağıdır.27 Bunun yanı sıra “AB, Rusya’nın ithalatında % 45, ihracatında ise % 55’lik bir paya sahiptir. Ayrıca AB, Rus petrolünün % 88’ini, toplam doğal gazının % 70’ini ve toplam kömür ihracatının % 50’sini tüketmektedir. Kısacası, enerjide AB’nin Rusya’ya bağımlılığı kadar, Rusya’nın da AB’nin tüketimine ihtiyaç duyduğu 28 görülmektedir. Kısacası Rusya-AB ilişkilerinin özünü karşılıklı bağımlılık esasında, “enerji oyunları” ve “ekonomik işbirliği” oluşturmaktadır. Fakat Rusya Avrupa’ya bağımlılığını uzun vadede azaltmayı hedeflerken, 2009 yılında yayınlanan “2030 yılına Yönelik Rusya’nın Enerji Stratejisi” başlıklı stratejik belgede Rusya’nın en büyük enerji pazarının Avrupa ve BDT olduğuna değinilerek bu durumun ileriki dönemlerde de devam edeceği belirtiliyor. Son dönemdeki gelişmelere bakacak olursak AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltabilmek için Amerika Birleşik Devletleri ile enerji alanında işbirliği yapmak amacıyla müzakerelere başlamıştır. Bu bağlamda Birlik adına Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Enerji Bakanı Ernest Moniz, heyetler eşliğinde Brüksel’de bir araya gelmiştir. Toplantının taslak karar metninde; Avrupa ve Ukrayna'nın enerji güvenliğini Rusya'ya karşı sağlamlaştırma ve Rusya'ya yönelik yeni yaptırımlar üzerinde çalışmalar 27 28 ZHUSSİPBEK, a.g.e., s.74. ÖZDAL, a.g.m., s.41. yapıldığı, Avrupa'nın tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek için ABD'den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) alma olasılığının memnuniyetle karşılandığı 29 belirtilmektedir. Değerlendirme Avrupa Birliği Karadeniz Bölgesi’ne yönelik politikalarının yanı sıra, Karadeniz’e kıyısı olmasına rağmen Rusya ile ayrı bir politika izlemektedir. Bu bağlamda Rusya ile yapılan anlaşmalar, müzakereler, diyaloglar ilişkilerin temelini oluştururken, taraflar arasında çok da büyük bir işbirliğinden söz etmemiz mümkün gözükmemektedir. Çünkü Rusya-AB ilişkilerinin temelinde Rusya’nın AB üyesi olmayacağı fikrinin olması, ilişkilerin gelişmesine imkân vermemektedir. Çünkü Rusya hegemon bir güç olarak, kendi yetkilerini supranasyonel bir yapıya devretmek istememektedir. AB’yi bir dış politika konusu olarak değerlendiren Rusya, uygulamada da bu düşüncesini gerçekleştirmekte ve AB ile bir bütün yerine, AB üye ülkeleri ile ikili ilişkiler geliştirme yolunu seçmektedir. Burada belirtmek gerekir ki, bu sadece Rusya’nın isteği doğrultusunda gerçekleşmemektedir. Özellikle enerji alanında Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler de kendi çıkarları doğrultusunda Rusya ile ikili ilişkileri geliştirmeyi seçmektedir. Bunun bir sonucu olarak ise Avrupa Birliği içerisinde ortak bir enerji politikası oluşturulamamaktadır. 2006 yılında Ukrayna Krizi’nden sonra ortak bir politika için çalışmalar yapılmış olsa da var olan durum bu çalışmaların diğerlerinde olduğu gibi sadece teoride kaldığını, uygulamaya geçemediğini göstermektedir. 29 http://www.euractiv.com.tr/yazicisayfasi/article/ab-ve-abdden-rusyaya-karsi-enerjive-yaptirimlarda-birlik-mesaji-030678, Erişim Tarihi: 15 Aralık 2014 15 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Diğer taraftan AB’nin ABD ile yakınlaşması, özellikle enerji ve Ukrayna konusunda işbirliği içerisine girmesi Rusya’ya karşı bir tepki olabilir. Fakat hem Rusya’nın, hem de AB’nin birbirlerine olan bağımlılıkları diğer alternatifleri zayıflatmaktadır. Nitekim AB’de ABD ile yakınlaşmasına rağmen, ABD’nin Rusya’ya karşı daha fazla yaptırım isteğine temkinli yaklaşmıştır. Bu da gösteriyor ki, taraflar arasında anlaşmazlıklar olsa da, ekonomik ilişkiler her zaman baki kalacaktır. “Ayrılsak da Beraberiz” anlayışında olduğu gibi… * Enes Deşilmek, Trakya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler 16 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Röportaj: Rus Dış Politikası’nda Orta Asya Röportaj: Yunus Evedenci Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Fırat Purtaş: “Entegrasyon girişimleri eğer sağlam temeller üzerine, karşılıklı fayda anlayışına ve eşit sorumluluk ilkesine göre inşa edildiyse başarılı olmaktadır. Ama sadece bir ülkenin hırsları ve istekleri doğrultusunda çok da gerçekçi olmayan ve beklentileri karşılamayan bir yapıysa pek de uzun vadeli olmamaktadır.” Rus Dış Politikası’nda Orta Asya önemli bir yere sahiptir çünkü Rusya Orta Asya ülkeleri ile hem tarihî hem de kültürel bağlara sahiptir. Peki, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber Rusya ile Orta Asya ilişkileri nasıl ilerlemektedir? Dış politikadaki değişiklikler ilişkileri nasıl etkilemiştir? Putin’in bu ilişkideki rolü nedir? Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Fırat Purtaş ile Rusya’nın Orta Asya politikalarını ele aldığımız çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT’nin) kurulması Orta Asya cumhuriyetleri tarafından nasıl karşılanmıştır? Yeni bir “çatı” fikrine bakışları ne olmuştur? BDT örgütü 8 Aralık 1991 tarihli Minsk Anlaşması ile kurulmuştur ve bu anlaşma Rusya, Ukrayna ve Belarus Sovyet Federatif Cumhuriyetleri başkanlarının bir araya gelmesiyle imzalanmıştır. Bu devletler Minsk Anlaşması ile Sovyetler Birliği’nin ortadan kalktığını ve onun yerine yeni bir entegrasyon başlattıklarını bütün dünyaya duyurmuşlardır. Başlangıçta BDT bir Slav birliği olarak ortaya çıkmıştır. Aslında bu Slav birliği düşüncesi de Sovyetler Birliği’nin son döneminde Aleksandr Soljenitsin’in gündeme getirdiği bir fikirdir. Nobel ödüllü Aleksandr Soljenitsin’in 1990 yılında kaleme aldığı “Rusya’yı Yeniden İnşa Etmek” başlıklı makalesinde Rus kültürünün ideoloji altında ezildiğini ve Rus olmayan devletlerin Rusya’ya yük olduğunu anlatmıştır. Onun çizdiği sınırlar Slav unsurlarının olduğu Rusya, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan’ın kuzey bölgesidir. 17 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Orta Asya açısından baktığımızda, bu üç devlet BDT’yi kurduklarını ilan ettikten sonra o dönemde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev bu yapının içinde Orta Asya cumhuriyetlerinin de yer alması gerektiği yönünde bir tepki göstermiştir. Bunun üzerine Nazarbayev Moskova ziyaretinde bulunmuş ve hem Yeltsin hem de Gorbaçov ile görüşmüştür. Nihayetinde, 21 Aralık’ta o dönemde Kazakistan’ın başkenti olan Almatı’da Minsk Anlaşması noktasına virgülüne dokunulmadan tekrar imzalanmıştır. Bu sefer 11 devlet tarafından imzalanmıştır. Baltık cumhuriyetleri ve Gürcistan imzalamamıştır. Almatı Anlaşması ile BDT Orta Asya’yı da kapsayacak şekilde genişlemiştir. Orta Asya cumhuriyetlerinin BDT örgütüne olan olumlu bakış açılarını Nazarbayev’in girişimlerinin yanında daha somut örneklerde de görebiliriz. Sovyetler Birliği’nin son döneminde milletler meselesinin çözümüne ilişkin Gorbaçov’un attığı adımlar vardı. Bu adımlardan en önemlisi Egemen Devletler Birliği adıyla Sovyetler Birliği’ndeki cumhuriyetlerin yetkilerini artıran âdem-i merkeziyetçi bir yapıydı. 9+1 şeklinde bir formül vardı (9 birlik cumhuriyeti + Moskova). Bu 9’un içinde Orta Asya cumhuriyetleri de yer alıyordu. Egemen Devletler Birliği için referandum yapıldı ve Sovyetler Birliği’nin Egemen Devletler Birliği adı altında devam etmesi yönünde en fazla oy %90-%95 oranlarında Orta Asya cumhuriyetlerinde çıktı. Bu coğrafyada, özellikle Tacikistan, Kırgızistan gibi fakir olan devletler bütçelerinin %80’ini merkezden karşılıyorlardı. Ürettikleri değerlerden değil merkezden aldıkları yardımlarla ekonomilerini idare ediyorlardı. Dolayısıyla o zaman SSCB’nin dağılmasını istemeyen bu ülkeler, daha sonra Rusya öncülüğündeki entegrasyon girişimlerinin aktif destekçileri olmuşlardır. Öte yandan, bağımsızlıkla birlikte Orta Asya cumhuriyetleri uluslararası topluma hızla entegre olup, Rusya’ya olan bağımlılıklarını minimize etme ve egemenliklerini güçlendirme çabasına girmişlerdir. Günümüzde de bu süreç devam etmektedir. Orta Asya cumhuriyetlerinin kuzey istikameti dışında dış dünyaya açılma adına her yönde kurduğu bağlantılar, Rusya’nın bölgedeki hegemonik üstünlüğünü zayıflatmaktadır. ATLANTİKÇİ OKUL ORTA ASYA’YI İHMAL ETMEMİŞTİR Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber Rus Dış Politikası’nda ilk yıllarda Batı ile geleneksel ayrılıkları kaldırmayı ve Batı ile siyasal ve ekonomik entegrasyonu öngören Atlantikçi Okul’un hâkim olması Rusya - Orta Asya ilişkilerini nasıl etkilemiştir? Atlantikçi Okul, Rusya’yı batılı değerlerle bütünleşmiş, çok uluslu, demokratik bir devlet olarak görmek istiyordu. Bu ideal doğrultusunda eski Sovyet coğrafyası 1993 yılına kadar ihmal edildi. Ancak Atlantikçi ekip, kısa süre içerisinde “Yakın Çevre” adı verilen politikayı uygulamaya koydu. Bu terimi ilk defa literatüre sokan 1991-1996 yılları arasında dışişleri bakanlığı yapan Kozirev’dir ve Yakın Çevre’yi Rusya’nın yaşam sahası olarak Batı’ya kabul ettirmiştir. O dönemde Batı’da “Önce Rusya (Russia First)” diye bir anlayış hâkimdi. Bu anlayış, Rusya’da dönüşüm sağlandığında domino etkisi ile bütün eski Sovyet cumhuriyetlerine bu dönüşümün yayılacağını öngörüyordu. Bu sebeple, Rusya’nın “Yakın Çevre” talebini anlayışla karşılamışlardı. Aynı zamanda, o dönemde yaşanan çatışmalar; Tacikistan ve Gürcistan’da yaşana iç savaş, Dağlık Karabağ yüzünden Azerbaycan ve Ermenistan arasında savaş; gibi krizler de Batı’nın Rusya’nın bu teklifini anlayışla karşılamasında önemli bir rol oynadı. “Yakın Çevre” politikası ile birlikte Rusya 18 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Orta Asya dâhil olmak üzere eski Sovyet coğrafyasında etkin hale gelmiştir. Bu nedenle, Atlantikçi Okul’un Orta Asya da dâhil olmak üzere eski Sovyet coğrafyasını ihmal ettiği algısı yanlıştır. O dönemde Rusya’nın ilgilenmesi gereken farklı alanlar da vardı. Mesela, Rusya’nın uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinin Rusya tarafından devam ettirilmesi, Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu nükleer silahların Rusya’da toplanması, G7’ye üye olmak gibi. Bu hedefler büyük ölçüde başarıldı ki, bunlarda Atlantikçi Okul’un azımsanmayacak başarılarıdır. 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Atlantikçi Okul güç kaybederken Avrasyacılık’ın önem kazanması Rusya Orta Asya ilişkilerine nasıl yansımıştır? Primakov’un başbakanlığı ile birlikte Rus Dış Politikası’nda Avrasyacı Okul etkili olmaya başlamıştır. Daha sonra Avrasyacı Okul içerisinde Dugin gibi isimler öne çıkmıştır. Ancak Primakov’un Avrasyacılığı ile Dugin’in ki arasında fark vardır. Dugin’in öncülük ettiği Avrasyacı Okul tamamıyla Batı karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Batı ile ilgili her şeye “hayır” düşüncesi baskındır. Bu okula göre, Batı’nın temel amacı Rusya’yı yok etmektir ve özellikle, NATO Rusya’yı çevrelediği için Rusya’nın kendini koruması gerekmektedir. Günümüzde Putin de bu okula yakın bir yöneticidir. Kendisini muhafazakâr bir lider olarak tanımlamaktadır. Batı’nın demokratikleşme adı altında yaymaya çalıştığı değerlerin karşısında yer alan muhafazakâr değerleri savunmaktadır. Avrasya coğrafyasında meydana gelen renkli devrimlere ya da Arap Baharı’na tamamen karşıdır. Mevcut iktidarlar monarşi veya otoriter olsa bile korunması gerekmektedir. Bunların karşısında eğer halkın daha fazla demokratikleşme adına bir talebi varsa bunlar tehdit ve tehlikedir. Putin kendini muhafazakâr dünyanın savunucusu ve lideri konumunda görmektedir. Bu anlamda günümüzde Rusya’da hâkim olan Avrasyacılık anlayışı tamamıyla Batı karşıtlığı üzerine inşa edilmiş bir yapıdır. ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ RUSYA’NIN DESTEĞİNİ HİSSETMEKTEDİR Putin anti-demokratik uygulamalarıyla uluslararası terminolojiye “yönetilebilir demokrasi” kavramını kazandırmıştır. Avrasyacılık düşüncesinin yanı sıra Putin’in ve mevcut Orta Asya liderlerinin anti-demokratik yönetimlerinin Rusya ve Orta Asya ilişkilerine ortak bir payda sağladığı söylenebilir mi? Putin, Batı’nın demokratikleşme adı altındaki dayatmalarını ulusal güvenliğe ve devletin egemenliğine açıkça müdahale ve tehdit olarak görmektedir. 2004’de Ukrayna’da meydana gelen Turuncu devrim ve ardından Gürcistan ve Kırgızistan’da meydana gelen siyasal gelişmeler Orta Asya cumhuriyetlerinde korumacı bir refleksi doğurmuştur. Eski Sovyet coğrafyasındaki renkli devrimler Rusya’nın bu ülkelerdeki rejimlerin garantörü olarak konumunu güçlendirici etki yaptı. Orta Asya cumhuriyetlerindeki liderlerin Sovyet dönemindeki Komünist Parti geçmişi, Rusya’nın bölge ülkelerinin siyasal yapısı ve gelişimine etkisinde önemli bir faktördür. Ancak bu olgu, Komünist Parti organlarından yetişmiş tüm yöneticilerin anti-demokratik olduğu anlamına gelmemektedir. Mesela, Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev başlı başına bir fenomendir. Kazakistan’ın 23 yıllık bağımsızlık süresi içerisinde ülkenin bütünlüğünü koruması, ülkede herhangi bir etnik gerginlik olmadan ekonomik kalkınmanın ve siyasi dönüşümün sürdürülmesi Nazarbayev’in 19 Akademik Perspektif – Şubat 2015 yönetim başarısıdır. Bu noktada 2010 yılında Astana’da yapılan AGİT Zirvesi sembolik bir anlam taşımaktadır. uzun vadeli istikrarlı bir yapı olmasını beklemek pek mümkün değil diye düşünmekteyim. Rusya, siyasi ve ekonomik ilişkileriyle birlikte askeri anlamda da Orta Asya ile ilişkilerini güçlendirmek istemektedir. Bu bağlamda kurucuları arasında yer aldığı ve Orta Asya’da ABD askeri varlığını dengelemek için kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Orta Asya’nın NATO’su olabilir mi? HÂLİHAZIRDA, RUSYA VE ÇİN ORTA ASYA’DA RAKİPLER ŞİÖ, Orta Asya’nın NATO’su değildir. ŞİÖ, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Rusya’nın ve Orta Asya’nın kaynaklarından istifade etmeye yönelik değerlendirdiği ve bir şekilde batısını güvence altına alıp ilgisini daha çok Asya Pasifik bölgesine yöneltmek için kullandığı bir araçtır. Bu örgüt sayesinde Çin Halk Cumhuriyeti Sovyetler Birliği ile olan sınır sorunlarının tamamını çözmüştür. Bu örgüt sayesinde Uygur meselesinde Doğu Türkistan İslam Hareketi olarak adlandırdığı ve terörist örgüt olarak ilan ettiği yapıyı tasfiye etti. Aşırıcılık, ayrılıkçılık ve köktendincilik (extremism, separatism, fundamentalism) ile olan mücadelesinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ni yanına çekmiştir. ŞİÖ, daha çok Çin Halk Cumhuriyeti’nin çıkarlarına hizmet eden bir yapıdır. Bu yapı sayesinde Rusya da Çin Halk Cumhuriyeti ile olan ticaretini, özellikle silah ticaretini geliştirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin askeri anlamda modernleşmesi büyük ölçüde Rusya tarafından sağlanmıştır. ŞİÖ, başlangıçta sınır güvenliğini sağlamak amacıyla kurulurken daha sonra ekonomik işbirliğine dönüşmüştür. Ancak, buradaki en büyük sorun örgüt üyeleri arasındaki asimetrik ilişkidir. Bir taraftan Çin Halk Cumhuriyeti gibi dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü ve dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkesi, diğer taraftan ise siyasi ve ekonomik problemler yaşayan Orta Asya ülkeleri… Dolayısıyla, bu yapının Çin ve Rusya, ABD’nin iddia ettiği tek kutupluluk tezine karşı çıkarak ortak zeminde buluşup birbirlerini “sonsuza dek iki kardeş ülke” ilan etmişlerdir. Çin’in ilerleyen zamanlarda Orta Asya’da ekonomik etkinliği ile birlikte siyasi etkinliğini de artırması iki kardeşi birbirine düşman edebilir mi? Orta Asya’da müttefik iken rakip olabilirler mi? Çin’de 1 Ekim 1949’da Mao liderliğinde komünistler iktidara gelmiştir ve Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devleti ilk tanıyan Sovyetler Birliği olmuştur. Aradan 20 sene geçtikten sonra iki ülke sınır sorunlarından dolayı savaşın eşiğine gelmiştir. Her ne kadar iki ülkede de komünist devrim gerçekleşmiş olsa da ideolojik farklılıklar ilişkileri germişti. Bugün de benzer risklerin olduğunu ve sonsuza kadar kardeşlik gibi, üst düzey stratejik ortaklık gibi tanımlamaların gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum. Ukrayna ve Rusya pek çok açıdan - Slav, Ortodoks vs. - kardeş iki ülkeydi. Ancak bugün bu iki ülke savaşmaktalar. Çin ile Rusya gibi tarih içinde birbirlerine karşı yayılma siyaseti izlemiş, rakip olmuş iki devletin önümüzdeki dönemde de sonsuza kadar kardeş olmasını beklemek pek mümkün değil diye düşünüyorum. Hâlihazırda, Orta Asya’da da rakip durumdadırlar. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün (KGAÖ) 2010’da Kırgızistan’daki olaylar için birliğini Kırgızistan’a göndermemesi ve Avrasya Ekonomi Topluluğu’nun (AET) gümrük birliğiyle birlikte ortak fiyat kontrolünü sağlayamaması, bu örgütlerin 20 Akademik Perspektif – Şubat 2015 var olma amacının sorgulanmasına sebep olmasına rağmen Rusya için bu örgütler ne anlam ifade etmektedir? Rusya uzun süre BDT ülkelerini bir arada tutmaya çalışmıştır. Ancak, bu örgüt içerisinde Rusya ile entegrasyona ve işbirliğine daha yakın olanlar olduğu kadar uzak olanlar da vardı. Bu nedenle 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren AB örneğinde olduğu gibi “farklı hızlarda entegrasyon” stratejisi benimsenmiştir. 1998’de Rusya-Belarus Birleşik Devleti, 2001’de KGAÖ, daha sonra Avrasya Ekonomik Topluluğu ve Dörtlü Gümrük Birliği gibi girişimler bu şekilde ortaya çıkmıştır. 1992 yılında BDT içerisinde Kolektif Güvenlik Anlaşmasını imzalayan devletler böylece Rusya ekseninde bir kolektif güvenlik örgütüne dâhil olmuşlardır. Bu yapı içerisinde Ermenistan, Tacikistan ve Beyaz Rusya gibi Rusya’nın güvenlik şemsiyesi altına girmek isteyen ülkeler bulunmaktadır. Ekonomi alanında entegrasyona ilişkin de benzer bir durum söz konusudur. BDT içinde 1993 yılında serbest ticaret bölgesi kurulması, ardından gümrük birliği ve ortak gümrük tarifesine geçilmesi gibi kararlar alınmıştır. Sadece kağıt üzerinde kalan bu kararları yürürlüğe koymak için 2001 yılından itibaren sürekli yeni adımlar atılmıştır. Avrasya Ekonomik Topluluğu ve Dörtlü Gümrük Birliği böylece ortaya çıkmıştır. Ancak bu alanda varılan en somut gelişme Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan arasında 2012 yılından itibaren geçilen Gümrük Birliği’dir. Normalde bu yapı içerisinde başlangıçta Ukrayna’da yer almaktaydı. Ancak beklentilerini karşılamadığı için bu süreçten çekilmiştir. 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren ise Avrasya Ekonomik Birliği olarak adlandırılan yeni bir örgüt faaliyete geçmektedir. Üç ülke arasındaki gümrük birliği yapısına Ermenistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ında katılımıyla ortak bir pazar yaratılması hedeflenmektedir. Ancak şunu vurgulamak isterim ki bütün bu bahsettiğim entegrasyon girişimleri eğer sağlam temeller üzerine, karşılıklı fayda anlayışıyla ve eşit sorumluluk ilkesine göre inşa edildiyse başarılı olmaktadır. Ama sadece bir ülkenin hırsları ve istekleri doğrultusunda çok da gerçekçi olmayan ve beklentileri karşılamayan bir yapıysa pek de uzun vadeli olmamaktadır. RUSYA İÇİN MİLLİYETÇİLİK MÜTTEFİKLİĞİ EN VE BÜYÜK TEHLİKE: KÖKTENDİNCİLİĞİN Rusya, dini kimlik olarak yoğunlukla İslam dinini benimseyen Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerinde İslam’ı bir tehdit olarak görmekte midir? Orta Asya cumhuriyetlerinde devletin sistemi laik ama halkı müslümandır. Devlet İslamiyet’i kontrol etmeye ve camileri, mescitleri dışarıdan müdahalelere karşı korumaya çalışmaktadır. Ancak, eğitim alanındaki eksikliklerden kaynaklanan problemler vardır. Arap, Pakistan veya Türk kökenli yabancı misyonerler zaman zaman ülkenin güvenliğine tehdit oluşturduğu düşüncesiyle tutuklanıp sınır dışı edilmektedir. Ama özellikle Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan halk Müslümanlığının hâkim olduğu ülkelerdir. Buralarda gelenekle birlikte yoğrulmuş bir İslam anlayışı vardır. Bu geleneksel yapı bu ülkeler açısından bir bağışıklık sistemi olarak görülmektedir. Rusya da İslami fundamentalizm tehdidine karşı geleneksel İslam’ı yaygınlaştırmak suretiyle bir tedbir almayı öngörmektedir. Rusya’da Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelerde milliyetçilik de ciddi bir sorun olarak kabul edilmektedir. Rusya için milliyetçilik ve radikalizm iç güvenlik tehdididir. Rusya’nın son dönemde en önemli endişe kaynağı milliyetçilerle ile radikallerin müttefiklik yapmasıdır. Bu 21 Akademik Perspektif – Şubat 2015 durumda Rusya’nın bütünlüğüne yönelik tehdidin boyutunun daha da artacağı üzerinde durulmaktadır. *Prof. Dr. Fırat Purtaş kimdir? 1974 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladı. 1994 yılında Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1995 yılında aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başladı. Yüksek lisansını 2000 yılında Rusya Federasyonu’nda St. Petersburg Devlet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi'nde, Doktorasını 2004 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı. 2008 yılında doçent oldu. Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyeliği yanında, 28 Nisan 2008 tarihinden itibaren Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreter Yardımcısı görevini yürütmektedir. Akademik çalışmaları ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu ve Türk Cumhuriyetlerinin siyasi tarihi ve güncel sorunları ile ilgilidir. İngilizce ve Rusça bilmektedir. 22 Akademik Perspektif – Şubat 2015 23 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya Ekonomik Etkileri Çağlar Dırmıkcı* Petrol ve doğalgaz ihracatından kazanılan para, Rusya ekonomisinin temelini oluşturmaktadır. Rus ekonomisinin büyük ölçüde petrol ve doğalgaz enerji kaynaklarına dayalı olması ve bu kaynaklardan elde edilen gelirlerde herhangi bir düşme yaşanması ekonomisini resesyona sürüklemektedir. Son dönemdeki fiyat hareketleri ise bunu açıkça göstermiştir. Dünya konjonktürünün önemli bir unsuru olan küreselleşmeyi, dünyanın çeşitli bölgelerinde gerçekleşen bir olayın öteki uçtaki bir bölgeyi etkilemesi olarak tanımlamak mümkündür. Bu açıdan düşünüldüğünde küreselleşme üretim, sermaye ve işgücü gibi her tür değer ve birikimin ulusal sınırları aşarak dünya çapında yaygınlaşması ve engellerin ortadan kalması olarak da tanımlanmaktadır.1 Küreselleşme ile birlikte oluşan yeni dünya düzeni ekonomisinin üretim faktörleri arasında ilk sırada yer alan enerji, geçmişten günümüze en önemli para ve güç kaynağı olarak uluslararası platformda ülkelerin gelişimlerini etkileyecek düzeye 2 erişmiştir. Soğuk savaş sonrası kömürün yerini alan petrol günümüzde de yerini korumakla beraber, yanına bir de doğalgaz faktörünü eklemiştir. Böylece enerji, politik ve ekonomik dengenin temel değerlerini oluşturmuştur. Uluslararası ekonominin ve enerjinin, uluslararası ilişkilerin ve dış politikaların vazgeçilmez unsurunu oluşturan bu denge tarihte devletler tarafından askeri alanda yürütülmeye çalışılırken, Soğuk Savaş sonrası dönemde 1 Ramazan Kurtoğlu, Küresel Ekonomik Kriz Ve Yeni Dünya Düzeni (İstanbul: Orion Kitapevi, 2013), s. 25-35 2 Parag Khanna, Yeni Dünya Düzeni, (Pegasus Yayınevi, 2011), s.250-258 24 Akademik Perspektif – Ocak 2015 enerji alanında devam etmiştir.3 Bu süreçle enerji zengini ülkelerin ulusal kaynakları üzerinde stratejik politikaları doğrultusunda denetim kurma çabaları önem kazanmış, serbest piyasa ekonomisi kuralları dışına çıkarak yeni hamleler geliştirmeleri ile yeni ekonomik yaklaşımların gelişmesine yol açmıştır.4 Aynı zamanda enerji, gelişme ve güçlenmenin de en stratejik unsurlarından birini oluşturmuştur. Enerji konusundaki politika ve planlamalar sahip olunan enerjinin pahalı ya da ucuz olmasına bağlı olarak, o ekonomi içerisinde enflasyon, işsizlik, durgunluk ile birlikte çeşitli risklere yol açmıştır.5 Dünya enerji ihtiyacının karşılanmasında en büyük paya sahip olan petrol, enerji piyasasında önemli ve stratejik bir rol oynamaktadır. Sahip olduğu petrol kaynakları bakımından bunu bir avantaj haline getiren ülkeler ile doğalgaz kaynakları açısından zengin olan ülkeler hem siyasi hem de ekonomik boyutta çekişmektedir. Küresel aktörler arasındaki ekonomik rekabete dönüşmüş bu çekişme ile petrol-doğalgaz savaşı başlamış görünmektedir. Enerji piyasasında 2014 yeni bir savaşın başladığı yıl olarak görülmüş, petroldoğalgaz çekişmesinin Rusya’ya ekonomik etkilerini yer yer göstermesiyle başlamıştır. ABD’nin ucuz doğalgaz ihracatı, Rusya’nın önemli bir pazarı olan Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığından kurtarma çabaları, ekonomik açıdan Rusya’da sarsıcı etkiler yaratmıştır.6 Dünya’nın en önemli enerji üreticisi Rusya, sahip olduğu doğal rezervleriyle Dünya sıralamasında petrol ihracatında ikinci, doğalgaz ihracatında ise birinci sırada yer almıştır. Ayrıca Rusya, enerji üretici konumunun yanı sıra kontrolündeki boru hatları aracılığıyla da enerji pazarında en etkili ülkedir. Uluslararası Enerji Ajansı raporuna göre enerji alanındaki avantajlı konumu ile Rusya, enerji gücünü politik çıkarları doğrultusunda da kullanmıştır.7 Ancak Rusya’nın enerji ürünleri bakımından ihracatına gereğinden fazla bağımlı olması Rusya ekonomisinin son zamanlarda darbelerle karşılaşmasına neden olmuştur. Dünya ekonomisinde yürütülen enerji mücadelesinin en önemli aktörlerinden ABD ise, ihtiyacı olan enerji kaynaklarını kesintisiz, ucuz ve çeşitli kaynaklardan sağlamak için çok yönlü politikalar geliştirmiş, geliştirilen bu politikalar karşılıklı çekişmelerin 8 başlangıcını oluşturmuştur. Dünya ekonomisini önemli derecede etkileyen temel enerji politikaları, petrol ve doğalgaz fiyat savaşını başlatmıştır. Dünya ekonomisinin uzun soluklu durgunluk tehlikesi altında seyretmiş olması ve ABD’nin “kaya gazı ve petrol devrimi” nedeniyle daha az petrol ithal etmesi, dünya petrol piyasasında otomatik olarak yaşanan arz fazlası petrol fiyatları arkasında gizli bir fiyat savaşını 3 Mete Alpkan Karahasanoğlu, “Rusya’nın Enerji Hatları Ve Rusya-Ukrayna Doğalgaz Krizi” (Yüksek Lisans Tezi, K.T.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012), s. 11-14 4 Cenk Sevim, Küresel Enerji Stratejileri Ve Jeopolitik (Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2013), s. 125146 5 Yasin Şehitoğlu, “Rusya Federasyonunun Petrol Ve Doğalgaz Stratejileri” (Yüksek Lisans Tezi, Gebze Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2007), s. 10-22 6 Barış Ergin, “ Petrol-Doğalgaz Savaşı”, erişim tarihi 18.01.205, http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2014/10/24/p etroldogalgaz-savasi . 7 International Energy Agency, “Energy Policies Beyond IEA Countries-Russia 2014”, erişim tarihi 18.01.2015, http://www.iea.org/countries/nonmembercountries/russianfederation/ . 8 Yeni Dünya Petrol Düzeni Ve Körfez Savaşları (2. bs., İstanbul: İnkilap Yayınevi, 2003), s. 42-58. 25 Akademik Perspektif – Şubat 2015 başlatmıştır. ABD ekonomisinde büyüme etkisi yaratan bu devrim, Rusya ekonomisinde ise düşüş etkisi yaratmıştır.9 Tablo1: Petrol Fiyatlarındaki 10$’lık Bir Düşüşün 1 Yıl Sonra GSYH Düzeylerine Etkisi10 Tabloda da görülebileceği gibi petrol fiyatlarındaki düşüş en çok Rusya’yı etkilemiştir. 2014 yılında ABD’nin kur ve petrol fiyatı silahını çekmesi, Petrol-Doğalgaz çekişmesinde Ruble’nin Dolar karşısında ciddi anlamda değer kaybetmesine, petrolün varil fiyatının tarihte az görülür bir sürede dibe çökmesine neden olmuştur. Bu çekişmeden kuşkusuz en fazla Rusya etkilenmiştir. Ruble’nin düşmesi ise enflasyonun artması, faizlerin yükselmesi, rezervlerin erimesi ve daha pek çok kötü durumun habercisi demektir. Laçiner’e göre “ABD’nin umudu Rusya’nın siyasi anlamda geri adım atmasını sağlamak ve Batı kurallarını kabul ettirmeye zorlamaktır.”11 9 Vedat Özdan, “2015 Yılında Petrol Fiyatları Ne Olur? Potansiyel Kriz Tehlikesi Ne?”, erişim tarihi 18.01.2015, http://topraksuenerji.org/?p=9330 . 10 Sam Ro, “UBS: Here’s What A $10 Move In Oil Does To GDP Around The World”, erişim tarihi 18.01.2015, http://www.businessinsider.com/ubsgdp-impact-of-10-decline-in-oil-2014-12 . 11 Sedat Laçiner, “Petrol Fiyatlarındaki Düşüşe Sevinmeli miyiz?”, erişim tarihi 19.01.2015, http://www.internethaber.com/petrolfiyatlarindaki-dususe-sevinmeli-miyiz-17201y.htm Capital Economics Gelişmekte Olan Piyasalar baş ekonomisti Neil Shearing bu durumu “Batılı ülkelerin Rusya’ya uygulayacağı yaptırımların devam etmesi durumunda Rus ekonomisinde çok ciddi katı etkiler yaratacak, ekonomisi resesyona girecektir.” diye yorumlamıştır. Standart Bank Gelişen Piyasalar baş ekonomisti Timonthy Ash de Batı ülkelerinin Rusya’ya uygulayacağı yaptırımların Rus bankaları ve şirketlerinin uluslararası piyasalarda kendilerini finanse etmekte büyük zorluklar yaşayacağını belirtmiştir.12 Bu gelişmeler son zamanlarda “Rusya’da bir kriz olgusu mu var?” sorusunu akıllara getirmiştir. Rusya’da bir Rus taksi şoförünce: “Bizde en büyük bayram yılbaşıdır, rutin yılbaşı alışverişine bir de kriz alışverişi eklendi. Halk cebindeki rublenin her gün eridiğini görüyor.” diyerek bu soruyu dolaylı bir şekilde açıklamıştır.13 Son zamanlarda yaşanan fiyat savaşı, Rusya’nın doğalgaz ihracatını 2014 yılında bir önceki yıla göre %6,7 oranında azaltarak, üretiminde düşüş yaratmıştır. Ayrıca Uluslararası kredi derecelendirme kurulu Moody’s 16 Ocak 2015 tarihinde Rusya’nın kredi notu’nu Baa2’den Baa3’e indirmiş, yapılan açıklamada ise kredi notunun düşürülmesindeki temel etken olarak petrol fiyatlarındaki ciddi düşüş ve Ruble’nin aşırı değer kaybının ülke ekonomisinde yapacağı olumsuz etki olarak göstermiştir. Rusya Federasyonu 12 Enerji Enstitüsü, “Yaptırımlar Hem Batı’yı Hem Rusya’yı Olumsuz Etkiler”, erişim tarihi 18.01.2015, http://enerjienstitusu.com/2014/03/26/yaptirimla r-hem-batiyi-hem-rusyayi-olumsuz-etkiler/ . 13 Suat Taşpınar, “Rus Ekonomisi Fırtınanın Ortasında”, erişim tarihi 18.01.2015, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/12/1 41218_suat_rusya_analiz . 26 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Maliye Bakanı Anton Siluanov durumu “Petrol fiyatlarının 50 dolar civarında seyretmesi halinde Rusya bütçesinin 2015 yılında 45,5 milyar dolar açık verecektir” şeklinde yorumlamıştır. Moskova’da düzenlenen Gaydar Forumunda konuşan Rusya Maliye Bakanı Ukrayna krizi ve petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş ve Rublenin değer kaybetmesi nedeniyle zor bir dönem yaşayan Rusya’nın bütçe açığını kapatmak için giderlerinde azaltma planladıklarını ve kısıtlamalara gidebileceklerini 14 duyurmuştur. Sonuç olarak petrol ve doğalgaz ihracatından kazanılan para, Rusya ekonomisinin temelini oluşturmaktadır. Rus ekonomisinin büyük ölçüde petrol ve doğalgaz enerji kaynaklarına dayalı olması ve bu kaynaklardan elde edilen gelirlerde herhangi bir düşme yaşanması ekonomisini resesyona sürüklemektedir. Son dönemdeki fiyat hareketleri ise bunu açıkça göstermiştir. * Çağlar Dırmıkcı, Trakya Üniversitesi, Uluslararası Ticaret 14 Moskova Ticaret Müşavirliği, “Rusya’nın Uluslararası Rezervleri 385 Milyar Dolara Geriledi”, erişim tarihi 19.01.2015,http://www.ekonomi.gov.tr/portal/fac es/oracle/webcenter/portalapp/pages/content/ht mlViewer.jspx?contentId=UCM%23dDocName%3A EK-021732&parentPage 27 Akademik Perspektif – Şubat 2015 28 Akademik Perspektif – Ocak 2015 Rusya ve Orta Asya Politikası Begüm Hazal Kurt* Bu çalışmanın amacı Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik politikasını incelemek ve bölgenin RF için neden önemli olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Bunun için öncelikle RF’nin dış politikasını şekillendiren unsurlar üzerinde durulacak ve askeri işbirliği, ekonomik ilişkiler ve bölgedeki Rus azınlıkların konumu ele alınacaktır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya ve uluslararası sistem büyük bir değişim geçirdi, başlarda iki kutuplu dünya tek kutuplu hale geldi, ardından çok kutuplu bir sisteme doğru geçiş yaptı. Bu geçiş dönemi özellikle Rusya’yı derinden etkiledi, ciddi bir kimlik bunalımı yaşayan Rusya Federasyonu (RF), Boris Yeltsin döneminde Atlantikçi görüşlerin hakim olduğu Batıyla yakınlaşma sürecine girdi. Uluslararası sisteme ekonomik olarak eklemlenme, pazar ekonomisine geçiş ve demokratikleşme süreci1 RF’yi ciddi bir girdaba sürüklemiş, şok terapi ile başlayan ekonomik bunalım, ayrılıkçı hareketler, NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme dalgaları ile içerde siyasi istikrarsızlığa ve dışarıda prestij kaybına neden olmuştur.2 Tüm bu gelişmeler Atlantikçi anlayışa karşı tepkiye yol açmış ve Avrasyacı görüşlerin ülkede egemen olmasına yol açmıştır. 3 Özellikle Putin dönemi ile olgunluğa erişen bu hareket ülkenin uluslararası arenadaki konumunun ve ulusal çıkarların yeniden şekillendirilmesi ve Rusya’nın jeopolitik gücünün etkin olarak kullanılmasına dayanmaktadır. Bu bağlamda, ekonomik 1 Sait Sönmez, Yeni Batıcılık ve Yeni Avrasyacılık Akımları Bağlamında Yeltsin Yönetimi’nin Doğu Batı Politikaları’nın Analizi,s.75, Akademik Bakış Cilt 3 Sayı 6 Yaz 2010 http://ataum.gazi.edu.tr/posts/view/title/yenibaticilik-ve-yeni-avrasyacilik-akimlari-baglamindayeltsin-yonetimi%E2%80%99nin-dogu-batipolitikalari%E2%80%99nin-analizi-48620 2 Richard Sakwa,’New Cold War’ or ‘twenty years’ crisis?Russia and international politics, International Affairs Volume 84 Issue 2 March 2008,s.256, Erişim Tarihi:26 Şubat 2008 http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.14682346.2008.00702.x/abstract 3 Sönmez, S,s.75 29 Akademik Perspektif – Şubat 2015 istikrarsızlığın giderilmesi ulusal çıkarlar için hayati önem taşımaktadır. Tam da bu noktada enerji, Orta Asya ve RF arasındaki stratejik ilişki ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar Rusya ve Orta Asya coğrafyası arasındaki ilişki sadece enerji politikalarına indirgenemeyecek olsa da enerjinin buradaki rolü yadsınamayacak bir gerçekliktir. Orta Asya’nın bu kadar önemli olmasındaki bir diğer etken hem Rusya’ya olan coğrafi yakınlık hem de bölgenin jeopolitik önemidir. RF’nin dış politikasını belirleyen 1993 yılındaki Yakın Çevre Doktrini ve 2000’deki yeni dış politika konseptidir. Yakın Çevre (Orta Asya ve Kafkaslar) Rusya’nın yaşam alanı olarak kabul edilmiş ve yeni dış politika konseptiyle özellikle çok kutuplu bir uluslararası sistem üzerinde durulmuş ve NATO’nun yayılması olumsuz karşılanmıştır. Bunun için farklı işbirliği örgütleriyle ilişkiler teşvik edilmiştir.4 Rusya’nın bölgeye yönelik dış politikası 1990-1995 ve 1995 sonrası olmak üzere iki dönem olarak incelenebilir.5 RF’nin Orta Asya politikasının askeri işbirliği, ekonomik ilişkiler ve kültürel ilişkiler olmak üzere üçayağı bulunmaktadır. 6Askeri işbirliğini bölgedeki üsler, askeri eğitim desteği, 4 Yrd. Doç. Dr. Halit Mammadov.,Rus Dış Politikasında Stratejik-Zihinsel Süreklilik ve Putin’in Dış Politika Doktrini (Rapor), Ahmet Yesevi Üniversitesi,s.29-34 http://www.ayu.edu.tr/static/kitaplar/rus_dis_poli tika_rapor.pdf 5 Marlene Laruelle, Russia’s Central Asia Policy and the Role of Russian Nationalism (Silk Road Paper April 2008),s.154 http://edoc.bibliothek.unihalle.de/servlets/MCRFil eNodeServlet/HALCoRe_derivate_00002230/Russi a%C2%B4s%20Central%20Asia%20Policy.pdf;jsessi onid=xxvty2sen7z?hosts= 6 Dr. İlyas Kamalov, Rusya’nın Orta Asya Politikaları (Rapor- Haziran 2011), Ahmet Yesevi Üniversitesi, s.3-4 http://yayinlar.yesevi.edu.tr/static/kitaplar/rusya_ ortaasya_raporu.pdf Şangay İşbirliği Örgütü(ŞİÖ) ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü(KGAÖ) olarak ele alınabilir. Özellikle bölgedeki radikal İslamcı hareketler, Afganistan’da yaşanan istikrarsızlık, renkli devrimler, organize suçlar bölge güvenliği ve istikrarı açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. 7 1990ların başlarında başlayan ABD ve Orta Asya ülkeleriyle olan yakınlaşma ve bu ülkelerin bağımsız bir dış politika izleme arzusu onları Rusya’dan uzaklaştırmış ancak renkli devrimler ve Batı’dan gelen demokratikleşme baskıları rüzgarı tersine çevirmiştir. 8 RF, 1990ların ortalarından itibaren özellikle de Putin dönemiyle birlikte bölge ülkelerine terörle mücadele için ucuz silahlar verilmiş ve ordulara eğitim desteği sağlanmıştır. Bölgede güvenliği sağlamak için işbirliği örgütlerinden de yararlanılmıştır, KGAÖ bunlardan biridir. KGAÖ Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Ermenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dan oluşmuştur, 1999’da örgütten ayrılan Özbekistan 2006’da geri dönmüştür. Kolektif Güvenlik Anlaşması 1992’de imzalanmış ve Putin döneminde Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne dönüşmüştür. Örgütün amacı bölge güvenliğini sağlamak ve özellikle terörle ve uyuşturucu trafiğiyle mücadele etmektir.9 Diğer bölgesel örgüt 1996’da kurulan Şangay Beşlisi olarak anılan daha sonra 2001’de ismi değiştirilen Şangay İşbirliği Örgütüdür. ŞİÖ’ nün amaçlarından biri de ABD’yi bölgeden uzak tutmaktır.10 7 Anna Matveeva,Return to Heartland: Russia’s Policy in Central Asia,s.45, International Spectator Erişim Tarihi:1 Mart 2007 http://dx.doi.org/10.1080/03932720601160344 8 Laruelle, M., Russia’s Central Asia Policy and the Role of Russian Nationalism,s.10-11 9 a.g.e. s.16 10 Ed. Büyükelçi Hulusi Kılıç, Yrd.Doç. Dr. Elif Kılıç, Orta Asya ve Kafkaslar’da Siyaset,s.84 T.C Anadolu Üniversitesi yayını no:2698 Açıköğretim Fakültesi yayını no:1664(Ağustos 2012) 30 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Bölgedeki üsler Rusya için hayati öneme sahiptir. Türkmenistan dışında tüm bölge ülkelerinde üsleri bulunmakta veya bu ülkelerdeki askeri üsleri kullanma hakkına sahiptir. Bu Rusya’ya bölge üzerindeki etkinliğini arttırma açısından siyasi anlamda önemli bir kazanç 11 sağlamaktadır. Kırgızistan’da ki Kant askeri üssü ve Kazakistan’da ki Baykonur uzay üssü bunlardan sadece ikisidir. Her ne kadar Kazakistan ve Kırgızistan ile üsler konusunda sıkıntı yaşasa da RF Orta Asya’daki konumunu güçlendirmiştir. Ekonomik ilişkiler ayağını oluşturan enerji, RF’nin yeni dış politika araçlarından biridir, temel amaç enerji kaynaklarını kontrol etmek ve alternatif yollara engel olmaktır.121990larda bölgede aktif olmak için yeterli olmayan Rusya’nın kapasitesi,2000lerle değişmeye başlamış, Gazprom, Lukoil, Rosneft gibi şirketler bölgede aktif rol almaya başlamıştır. Özellikle Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi bölge ülkeleri sahip oldukları enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştırmak isteseler de alternatif boru hatlarına sahip olmamaları ve Rusya’nın sahip olduğu boru hatlarının kullanımını sınırlaması bu ülkeler için ciddi bir engel teşkil etmektedir.13.Her ne kadar ABD ve AB Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak istese de yeni projeler üretmede yeterli olmamaları ve üretilen projeler için yeterli enerji kaynağı bulamamaları RF’nin bölgedeki ve uluslararası sistemdeki konumunu güçlendirmiştir. Rusya’nın bölgedeki ekonomik ağırlığı sadece enerjiden ibaret değildir. Elektrik enerjisi sağlanması ve çeşitli yatırımlarla bölgede aktif hale gelen Rusya, bölge ülkelerden çalışmaya gelen vatandaşlar nedeniyle hem bölgedeki işsizliği azaltmakta hem de ülkelere enflasyonla başa çıkmaya yardım etmektedir. Dr. İlyas Kamalov’un belirttiği üzere Rusya, Özbekistan, Beyaz Rusya, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan arasında kurulan Avrasya Ekonomi Topluluğu’nun(AET) amacı ortak gümrük birliği kurmak ve ortak dış ekonomi politikası belirlemektir ki RF jeopolitik etkisini bölgede arttırsın. 14 Rusya ile ortak bir kültürel geçmişe sahip olan bölge ülkeleri, Rus azınlıklar yüzünden içişlerine müdahale ile karşı karşıya kalmakta ve yine aynı azınlık bölgede Rusya’nın etkinliğini arttırmasına yardımcı olmaktadır ancak bölgedeki Rusların Rusya’ya göçü ve nüfus artışında yaşanan düşmeler RF’nin bu yöndeki politikasını olumsuz etkilemektedir.15 Sonuç olarak,1990larda bölgede ciddi kan kaybı yaşayan Rusya, 2000lerle beraber sorunlarla başa çıkmaya başlamış ve bölgede aktif rol oynamaya başlamıştır. Ekonomik ve askeri alanlardaki örgütlerin önemi giderek artmış ve RF’nin bölgede siyasi, askeri ve ekonomik olarak etkin olmasını sağlamıştır. Özellikle Orta Asya’yı hayati çıkarlarının olduğu bölge olarak tanımlayan Rusya için bu son derece önemlidir. * Begüm Hazal Kurt, Hacettepe Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler 11 Dr. Kamalov, İ., s.39 Marlene Laruelle, Russia and Central Asia, The New Central Asia The Regional Impact of International Actors (Ed.Emilian Kavalski),s.166-168 Erişim Tarihi:20 Haziran 2007 http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/039 32720601160344?journalCode=rspe20#.VMTDBNK sXuo 13 Dr. Kamalov, İ., s.44 12 14 15 a.g.e., s.51 a.g.e., s.59-60 31 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu Seher Gözde Ustaömer* Ukrayna’da yaşanan hükümet krizinin ardından, Kırım’da başlayan protestolar sonucunda Rusya’nın Kırım’a müdahalesi ve yapılan bir referandumla Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanması uluslararası sistemde tartışılan bir konu olmuştur. Karadeniz için stratejik bir bölge olan ve Ukrayna’nın en güneyinde bulunan Kırım, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bir yarımadadır. 1992’den 2014’e kadar Rusların ağırlıklı olarak bulunduğu özerk bir cumhuriyet olan Kırım’da, Ruslar adanın %58’ini, Ukraynalılar %28’ini ve Tatarlar %14’ünü oluşturmaktadırlar. Gerek konumundan gerekse etnik yapısından dolayı Kırım Rusya için stratejik anlamda büyük önem taşımaktadır. Kırım’ın Rusya için en önemli yerlerinden biri Sivastopol limanıdır. Karadeniz’e açılan bu liman Rusya’nın en büyük donanmasının bulunduğu ve güvenlik açısından, Rusya’nın stratejik amaçlarla çok önem verdiği limandır. Aynı zamanda, Rusya’nın geçmişten beri var olan sıcak denizlere inme amacını devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu bir bölgedir. Bu bağlamda Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin amaçlarını, nedenlerini ve sonuçlarını inceleyebilir ve Kırım’da yaşanan gelişmelerin uluslararası boyutlarını görebiliriz. Ukrayna 1991’de bağımsızlığını kazanmasının ardından Batıyla yakınlaşmış ve Batı ile işbirliği içine girmiştir. Ama yine de Ukrayna’nın Rusya’ya karşı güçlü durabileceği kaynakları sınırlı, pozisyonu da yetersizdir1. 21 Kasım 2013’de Ukrayna hükümeti, Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşmasıyla ilgili görüşmelerini durdurdu ve Rusya ile 1 Ali Asker, “Tamamlanmamış Devrim: Doğu-Batı Ekseninde Ukrayna Krizi”, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, erişim tarihi 21.01.2015, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/ukrayna/201 4/02/22/7448/tamamlanmamis-devrim-dogu-batiekseninde-ukrayna-krizi. 32 Akademik Perspektif – Ocak 2015 ortaklığa yöneldi. Bu tarihten itibaren, Ukraynalılar, 2009’dan beri Avrupa Birliği ile görüşülen ortaklık ve gümrük birliği anlaşması yerine Rusya ile gümrük birliğine katılma görüşmelerine yönelmeyi tercih eden Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’e karşı protestolar başlatmışlardır. Bu hükümet aleyhine gerçekleşen protestolar sonucunda Ukrayna hükümeti Viktor Yanukoviç’in yetkilerinin geçici olarak Oleksandr Valentinoviç Turçinov’e verilmesi kararını almıştır2. Ukrayna’da Rusya’ya daha yakın bir hükümetin bulunması, Rusya için önemli bir durumdur. Bu nedenle gerçekleşen hükümet değişimine, Rusya’nın tepkisi olumsuz olmuştur. Bu siyasi değişim, Ukrayna’da hükümet karşıtı gösterilere neden olmuştur. Kırım’da, Ukraynalı Ruslar, hatta birçok Tatarlar yaptıkları karşıt protestolar çerçevesinde, Rus nüfusun tehdit altında olabileceği gibi bir durum göstermişlerdir. Bunun sonucunda Rusya’dan yardım çağrılarında bulunmuşlardır. Böylelikle, Rusya’nın Kırım’a müdahalesinde nedenler oluşturulmuştur. Bu müdahalenin altındaki ana neden Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanmasıydı. Bu amaç ve müdahale doğrultusunda, Ukrayna tek taraflı olarak bağımsızlığı ilan etmiştir ve bunun sonucunda Rusya, Kırım’ın statüsü için referandum talebinde bulunmuştur. Kırım parlamentosu, Kırım’ın Rusya’ya bağlanacağı kararını ve 16 Mart 2014’de referandum yapılacağını duyurmuştur. Rusya tarafından Ukrayna’ya bağlı, Kırım’a yapılan müdahale uluslararası sistem tarafından eleştirilmiştir. Batı dünyası, Rusya’nın müdahalesinin, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ihlal ettiği açıklanmasında bulunmuştur. 16 Mart 2014’de, Kırım seçmenleri %96,77 oyla Rusya’ya bağlanma kararlarını göstermişlerdir. Bu referandumu Kırım Tatar’ları boykot etmiş olsalar da, sonuç Rusya lehine sonuçlanmıştır. Bu referandum sonucunda, Kırım’da ki referandumun hukuka aykırı olduğu üzerine, dünyadan tepkiler kendini fazlaca göstermeye başlamıştır. Kırım’da kullanılan self determinasyon hakkının uluslararası hukuka aykırı olduğu tartışılan en önemli konudur. Çünkü bu hak sömürge yönetimi ve işgal altındayken kullanılabilir. Self determinasyon hakkı, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 1/2 ve 55. maddelerinde yer almıştır. Ama bu hak, ülke bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığı ihlal edemez. Şart’ın 1. maddesinin 2. fıkrasında “milletlerarasında, halkların eşit hakları ve kendi kaderlerini kendilerinin kararlaştırması ilkesine dayalı dostane ilişkilerin geliştirilmesi” konusundan 3 bahseder . Kırım’da gerçekleşen referandum barışçıl amaçlarla ve anlaşmalarla düzenlenmeyen bir referandumdur ve bu referandumun ancak Ukrayna hükümeti tarafından yapılabilmesi mümkündür. Kırım’ın ayrılmasında söz konusu olan durum “ayrılma” sürecidir. Bu durumda da ayrılma hakkı Birlemiş milletler Şartı tarafından zaten tanınmayan bir haktır. 2 Vügar İmanbeyli, “Ülke-İçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi”, Setav, erişim tarihi 17.01.2015, http://setav.org/tr/ulke-icikrizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirimmeselesi/perspektif/14602. 3 Abdullah Uz, “Teori ve Uygulamada SelfDeterminasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika 9, 2007: 65. 33 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Bunun nedeni “devletin bütünlüğü” prensibidir4. ülkesinin Kırım krizinin nedenlerinin bir boyutu da enerjidir. Günümüzde enerji, jeopolitik dengeler için önemli bir role sahiptir. Bu nedenle, enerji konusu da Ukrayna’da ortaya çıkan krizin dikkate alınması gereken bir boyutudur. Avrupa’ya Rus gazının bağlanmasında, Ukrayna bir geçiş bölgesidir. Bu nedenle hem Avrupa için hem de Rusya için önemli bir yere sahiptir. 2014’de Ukrayna’nın enerji ithalatını çeşitlendirme ve enerji bağımsızlığı stratejisi çevresinde, Rus gazına bağımlılığını azaltma stratejisi, Kırım meselesinin eklenmesi ile suya düşmüştür. Rusya, enerji ürünlerini, Avrupa’ya sağlayan birincil ülkedir. Avrupa’nın da, Rusya’ya enerji bağımlılığı, Avrupa’nın Kırım krizi üzerinde tutumunu etkileyen önemli bir faktördür. Sonuç olarak, Rusya geçmişten beri büyük güçler arasında yer alan ve gücünü her zaman pekiştirmek için yeni yollar arayan etkin bir ülkedir. Bu nedenle Rusya Kırım’ı kendi çıkarları doğrultusunda Ukrayna’dan ayrılıp kendine bağlanması için bazı stratejiler uygulamıştır. Kırım’daki Rus nüfusun fazlalığı çok önemli bir faktör ve bu durum Kırım’ın bağımsızlığı ve ardından Rusya’ya bağlanmasını kolaylaştıran en önemli nedenlerden biridir. Rusya’nın Kırım’a müdahalesi ve Kırım’da gerçekleşen referandum uluslararası hukuka aykırı olsa da Kırım Rusya’ya bağlanmıştır ama hala uluslararası sistemde tartışmalar devam etmektedir. * Seher Gözde Ustaömer, Yeditepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sonucunda, Avrupa Birliği, Rusya’ya karşı yaptırımlar uygulamak isteseler de, Rusya ve Avrupa arasında ki ekonomik ilişkiler, Avrupa’nın geniş çaplı yaptırım uygulamasını engellemiştir. Türkiye’ye baktığımızda ise, Türkiye’nin Kırım Tatarlarıyla tarihsel ve kültürel bağlara sahip olması nedeniyle, Kırım yarımadası çok önemli bir bölgedir5. Aynı zamanda, Tatarlar Ukrayna’da Müslüman bir unsurdur. Bu nedenle, Türkiye daha çok Ukrayna’nın bütünlüğü için bir tutum sergilemiştir. 4 Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi, erişim tarihi 19.01.2015, http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/12_36.pdf. 5 Vügar, İmanbeyli, “Ülke-İçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi”, Setav, erişim tarihi 17.01.2015, http://setav.org/tr/ulke-icikrizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirimmeselesi/perspektif/14602. 34 Akademik Perspektif – Şubat 2015 The Slavic Union and Its Future Didem Okumuş* Russian Federation which is the main successor of the Soviet Union aims to secure its position in the new world order. Since the country is aware of the fact that the doors of the European Union is closed for herself, Russia tries to enter in new organizations. For that aim, Russia has planned to establish an union together with one of its main supporter, Belarus. This union would be based on ethnic considerations and it would also include Ukraine where the Slavic people mostly lives in. After the dissolution of the Union of Soviet Socialist Republics, some newly independent states occured in the region as the successors of the USSR. Between those successors, Russian Federation has turned into the most important one. From the very beginning of its estbalishment, Russian Federation had to deal with several problems, both nationally and internationally. One of the biggest problems for the federation during that process was about the definition of the country. Within the borders of the country, people were asking the question if their country was an European or Asian country. On the other hand, Europeans were keeping saying that a country such as Russia which had practiced a nondemocratic political system for years, could not be an European country. So, Europeans had pointed to the exclusion of Russia from the European identity. When Russia had realized the doors of Europe were closed for herself, this situation brought the necessity of the establisment of an organization against the EU. With the establishment of that organization, Russia has aimed to organize a bloc which would be an actor against the European Union. This was the idea of the “Slavic Union”. In this article, The Slavic Union which has aimed to gather three Slavic countries together will be examined and the future of the union will be interpreted under the lights of current political conflicts of the region. 35 Akademik Perspektif – Ocak 2015 The Slavic Union The idea of the Slavic Union corresponded to the arguments about the existence of two big parties in the world’s political agenda. In the new world order which occured with the end of the Cold War, there were two main actors in the international agenda and all the countries were trying to be involved in one of those. One was European part and the other was the Euro-Atlantic part which includes the USA, in addition to the European countries. In that politically biased world agenda, Russia also aimed to create a new side for herself as well as the others. At the beginning of its establishment, it was not important how powerful this new side would be. The only important point was to build a new pole which would be a Russia based actor in the world’s politics. In the light of those arguments, Russia decided together with the Belarus that, The Slavic Union would be established. At the very beginning, Aleksander Lukaşenko, the president of Belarussia, had become one of the main spokesman of the union. This support of the president caused by his hope to be the president of that Slavic union.1 Later on, it was admitted that, without the membership of Ukraine, the Slavic Union would remain just as a dead idea.2 So, it has decided that, Ukraine where the Slavic people lives mostly, should join to the union. The union had been based on just ethnic considerations. Restoration of the unity of the Slav-Russian peoples who live in Russia, Belarus and Ukraine was the main aim.3 During that restoration process, full support for the political, economical and military reunification would be served. These ideas would be achieved in four stages. These stages were forming an union based on mutual agreements, forming a joint customs union, alignment of the legislatures and building supranational structures. At the end of those stages, the member countries would be enjoying in the ruble zone and practicing the same political arrangements. Views of the Members From the Belarussian point of view, that union would be useful for the future of their country. Actually, there was a quite realistic reason under that support for the establishment of the union.Since the president of Belarus is aware of the fact that, his country’s voice would not be heard by the others, he was quite interested in building close cooperations with Russia both economically and politically.4 Also Belarus was optimistic about Ukraine’s membership in that union. Because, there was not any doubt about two country’s sincerity in their relations and they were not claiming any interest over each other. With the effects of those ideas, beside the economic reunification, Belarussians were wishing that a political unification under the union might be expectable. On the other hand, from the Ukrainian point of view, the sitaution was different. Beside the two other members who practiced an authoritarian regime which also shows its presence today, there was a 1 İlyas Kamalov, Moskova’nın Rövanşı Putin Dönemi Rus Dış Politikası,İstanbul,2008,pg : 333 2 Alternative Confederal Concepts, The Slavic Union, in Russia and The Commonwealth of Independent States, Documents, Data and Analysis, ed: Zbigniew Brzezinski, Paige Sullivan, pg: 319 3 4 Alyaksandr Zhuk, Radio Minsk, 13 December 1993 A. Boroday, Krymskie Izvestiya, 11 August 1994 36 Akademik Perspektif – Şubat 2015 unique democratism in Ukraine.5 While those arguments about the political differences of three countries were in progress, at the very beginning of the union’s history, in 1994,Ukranian President Leonid Kravchuk had pointed that the concept of the Slavic union might be a dangerous idea. Because such kind of an union which based on just etnicity, might cause for the members split in two as Slavic and non-Slavic parts. According to the president, Ukraine which is a country with complex ethnicity would may effected by that threat of the union. So, Ukraine was more doubtful than the others about the Slavic Union. This doubts toward to the Slavic Union in Ukraine was increasing with some domestical developments. At the end of 2004, Orange Revolution occurred in the country. After that revolution Viktor Yushchenko who known as an ultranationalist in the Eastern part of Ukraine, had become the new president of the country.6 Nevertheless Yushchenko approved with his speeches that he would like to integrate his country to the European Union. These political developments which occurred with the Orange Revolution had shown Russia and Belarus that how their hopes was futile about the presence of Ukraine in their union. And today, this Ukranian opposition toward to the Slavic Union has increasing as a result of the latest political crisis between Russia and Ukraine which started with Russian annexation of Crimea. Future of the Union after Ukrainian Crisis According to a survey which had been held in Ukraine, by Ukrainian sociological organization Rating, Ukrainian support for the clamied union state between Russia, Ukraine, and Belarus has been declined dramatically over the country. The survey showed us that support for a single union state has decreased to 18 percent in June 2014 while it was 42 percent in July 2012. So, that survey also had become a proof for the expectation that Ukraine would not take a part in the Slavic Union.7 Of course, hostile actions of the Russian Federation against Ukraine is the most important reason of the decline toward the support for the Slavic Union. Russian annexation of the Crimea has become an important determinant in the Ukrainian support for such an union. Actually, we could say that, Ukraine had never been enthusiastic about the involvement in an union with Russia and Belarus. From the beginning of the idea, in Western Ukraine, the majority was againt the idea of that Slavic Union. But in Eastern Ukraine which is more attracted by the Russian population, the result shows that 59 percent of the population does not want to be involved in a Slavic Union.8 It is obvious that, even many Ukrainians who once support the idea of unification with the Russia and Belarus, because of their religious, cultural and historical ties, now have changed their ideas about a possible Slavic Union. 5 https://www.opendemocracy.net/odrussia/dmitri-travin/ukraine-belarus-russia%e2%80%94-family-reunited 6 http://www.foreignaffairs.com/articles/60620/ad rian-karatnycky/ukraines-orange-revolution 7 http://uacrisis.org/support-slavic-unionplummets-throughout-ukraine/ 8 http://uacrisis.org/support-slavic-unionplummets-throughout-ukraine/ 37 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Conclusion In the lights of the nowadays crisis in Ukraine, the future of the Slavic Union is more doubtful. It is obvious that, Ukraine will not take a part in that union which ethnicity is the only common point. So, here the question is that what would happen if the Slavic Union loses one of its claimed members? Since the Slavic Union aims to create a “ruble zone” across the members, possibly, the embargos which are proposed by the biggest economic partner, European Union, to the Russian Federation will also effect the other Slavic Union countries. So, these latest cases of the international relations will cause the states of the Slavic Union to question their presence in such an organization which would bring losses rather than revenues in the long term. * Didem Okumuş, Tallinn University of Technology, International Relations and European-Asian Studies 38 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu Samet Zenginoğlu* Charlie Hebdo olayları, İslam’ı, terörizm ve şiddet ile bir tutan kesimler için yeni bir meşruiyet kaynağı oldu. Öyle ki bu perspektiften, saldırganların bağlantıları ve gerçekleştiren eylemin şekli, İslam’ın ve Müslümanların, başta Batı olmak üzere bütün dünya için niçin düşman ve tehdit olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. 7 Ocak’ta Fransa’nın başkenti Paris’te Charlie Hebdo dergisine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırının ardından “İslam”, “terörizm” ve “şiddet” kelimeleri yeniden (kolaylıkla) birlikte anılmaya başlandı. Özellikle batı medyası, bu menfi hadisenin dâhili sosyo-kültürel faktörleri üzerinde durmaksızın, birkaç vetire üzerinden hareket ederek, 2001’den bu yana belli kesimler tarafından inşa edilmeye çalışılan “İslam-terörizm” algısını güçlendirici söylem ve görsellere, ekranlarında ya da manşetlerinde ısrarla yer verdi. Bununla birlikte, olayın akabinde, ifade edilen algıya yönelik olarak, bu algıyı ortaya çıkaran ve güçlendiren etmenlerin neler olduğuna dair de öz-eleştiri mahiyetinde tartışmalara şahit olundu. Şahit olunan bir diğer gelişme ise, Nijerya’da yaşananlardı. Zira aynı tarihlerde Nijerya’da Boko Haram terör örgütünün Baga kentine yaptığı saldırının ardından ölü sayısının iki binden fazla olduğu ajanslarda yer aldı. Charlie Hebdo saldırısının ardından, başta Batılı ülkeler olmak üzere birçok ülke, saldırıyı sert bir dille eleştirdi. Bu kapsamda 11 Ocak’ta Paris’te gerçekleştirilen yürüyüş de bu noktada ortak paydayı oluşturdu. Lakin yürüyüşün ön sıralarında yer alan liderler arasında İsrail başbakanının da yer alması, çelişkili bir tablonun ortaya çıkmasını kaçınılmaz kıldı. Terörizm, İslamofobia ve Batı’nın Düşman Algısı Charlie Hebdo olayları, İslam’ı, terörizm ve şiddet ile bir tutan kesimler için yeni bir meşruiyet kaynağı oldu. Öyle ki bu perspektiften, saldırganların bağlantıları ve gerçekleştiren eylemin şekli, İslam’ın ve Müslümanların, başta Batı olmak üzere 39 Akademik Perspektif – Ocak 2015 bütün dünya için niçin düşman ve tehdit olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. “Gerçek” İslam Tartışmaları ve Avrupa’ya Doğu’dan Bakmak Bu noktada, birbirini besleyen bir süreç söz konusu. Zira Avrupa’da yükselişte olan aşırı sağ eğilimler, dile getirilen perspektiften gelişmelere yaklaşarak söylemlerini ve politikalarını temellendirmektedirler. Böylece de, Avrupa kamuoyunun belli bir kısmı tarafından destek ve taraftar bulabilmektedirler. Charlie Hebdo saldırısının tasvip edilebilir hiçbir yönü bulunmamaktadır. Her ne kadar yukarıda da ifade edildiği üzere, bu olayın akabinde Avrupa özelinde Batı tarafında topyekûn suçlayıcı bir tavır geliştirilmiş olsa da, Müslümanların büyük bir çoğunluğunun hem saldırıdan hem de sonucunda oluşan bu durumdan rahatsız olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki bu ve benzeri gelişmelerin İslam ile ilişkili olamayacağı, İslam’a ve Müslümanlara en büyük zararı verenlerin de bu olaylar içerisinde yer alanların olduğu vurgulanan hususlar arasındadır. Şüphesiz, evrensel barışı gaye edinen bir dinin mensupları olduklarını iddia eden kesim ve kişilerin insanlığa karşı böylesi girişimlerde bulunmaları içinden çıkılması güç, girift bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Olayın bu boyutuna göre, İslam ve Müslümanlar Batılı değerlerle uyuşmamaktadırlar. Bu nedenle Charlie Hebdo olayının nedenlerine bakılırken, en başa faillerin bütün İslam dünyası olduğu düşünülmektedir. Oysa buradaki topyekûn dışlayıcı ve suçlayıcı tutum ve tavırların olayın hangi yönüne ne şekilde etki ettiği de sorulması gereken bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu bakış açısında göre, bu menfi hadisenin “tek” sebebi İslam, faillerin “tamamı” ise Müslümanlardır. Bu aynı zamanda, Avrupa içerisinde yaşayan Müslümanların tamamının da topyekûn yok sayıldığı, reddedildiği anlamına gelmektedir ki kamuoyuna ve siyasi kürsülere bu durum, düşmanlık olarak yansı(tıl)maktadır. Bastırılan/sıkıştırılan her sosyal organizma infilak etmeye hazırdır. Dolayısıyla, Avrupa özelinde Batı, hataların hiçbir yönünü üstüne almadan, öz-eleştiri yapmadan, aslında farkında olarak ya da olmayarak terörü besleyecek yapı ve ortamların ortaya çıkmasına ve hayat bulmasına kendi eliyle imkân tanıyor, zemin hazırlıyor, kolaylık sağlıyor görünümündedir. Avrupa’nın kendi içerisinde yaşayan ve fakat Avrupalı olmayan farklılıklarla birlikte yaşamak adına ne zaman kalıcı adımlar atacağı büyük bir merak konusu olmaya devam etmektedir. Olayın bu ikinci boyutu açısından İslam, özü itibariyle terörü lanetler. Dolayısıyla, İslam’ın terörizm ile anılmasına neden olanlar, bu dinin gerçekliğine aykırı davranmakta ve bu dine en büyük zararı vermektedirler. Bunun yanında, Batı’nın da “özgürlüğün sınırlarını belirleme”deki adaleti sağlaması beklenmektedir. Papa’nın, “kimsenin inancı ile dalga geçilemez” yönündeki ifadesini bu bağlamda okumak gerekmektedir. Ancak Batı medyası bu şekilde düşünmemekte ve “ben-merkezci” yaklaşımlarını sürdürmektedir. Dolayısıyla, yok sayılan bir toplumun inancını namüsait bir biçimde ele almak konusunda hiçbir sakınca görülmemektedir. Oysa Avrupa’ya Doğu’dan bakıldığı vakit bu ve benzeri yaklaşımların rahatsızlık uyandırdığını bilmek ve görmekte fayda vardır. Çünkü hassas konulara aynı hassasiyetle yaklaşılmadığı vakit, onulmaz sosyokültürel yaralar oluşabilmektedir. 40 Akademik Perspektif – Şubat 2015 “Je Suis Nigeria” Diyebilmenin Güçlüğü 8 Ocak’ta Boko Haram terör örgütünün Nijerya’nın Baga kentinde iki binden fazla kişiyi öldürdüğü haberleri yer aldı. Ancak, Charlie Hebdo şokunu henüz atlamamış olan Avrupa’nın, bu haberin üzerinde aynı şekilde durmadığına şahit olundu. Elbette ki, ölümleri sayıları itibariyle bir mukayeseye tabi tutmak doğru değildir ve burada anlatılmak istenen husus da bu değildir. Burada anlatılmak istenen husus, Nijerya’da ölen insanların Paris’te ölen insanlar kadar değerli görülmediği değerlendirilmesinin yanlış olmayacağıdır. Maalesef, yaşamda ayrımcı bir tutum sergileyen Avrupa’nın, ölümde de aynı tutumu sergilediğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte, Avrupa’nın buradaki tutumu ile kendi bakış açısından çelişmediği görülmektedir. Avrupa, Birlik ekseninde coğrafyasını “güvenli” bir kale haline getirmeyi hedeflemekte ve bu hedef doğrultusunda güvenlik-hukuk alanında gerekli adımları atmaktadır. Kale’nin içerisinde, kendisi ile tarihi ve kültürel bağı olmayan unsurları istememekte ve güvenli bir refah toplumu oluşması halinde kendisine zarar vermemesi şartıyla kale dışındaki gelişmeleri de görmezden gelmektedir. Dolayısıyla, Nijerya’daki olay da bu kapsamda ele alınmalıdır. Hükümetler ve kurumlar nezdindeki bu hedef elbette ki Avrupa kamuoyuna da çok uzak olmayan bir biçimde yansımaktadır. Savunma ve sahiplenme psikolojisinde “ben Charlie’yim” manasına gelen “Je Suis Charlie” sloganı, başta Avrupa olmak üzere bütün Batı’da yer bulurken, aynı durumun Nijerya için geçerli olmaması, bütün insanlık adına düşündürücü bir haldir. Samimiyet ya da “Dostlar Alışverişte Görsün” 11 Ocak’ta Paris’te, saldırıları protesto etmek amacıyla birlik yürüyüşü gerçekleştirildi. Yürüyüşe yüz binlerce kişinin yanı sıra birçok ülkenin devlet ve hükümet başkanları da katıldı. Yürüyüşe katılan liderlerden bazılarının şiddet ve teröre dolaylı yoldan destek verdikleri ya da kendi lehlerine görmezlikten geldikleri yönünde tartışılabilir. Lakin en ön safta İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yer alması, ironik bir tablo ortaya çıkarmıştır. O yürüyüş esnasında Filistin’de bir masumun öldürülmediği iddia edilemez. 1948 yılından itibaren dönem dönem azalan, dönem dönem de zirveye ulaşan şiddet ve terörün asıl müsebbiplerinin “terörü lanetleyen” bir yürüyüşte en ön sırada yer almaları samimiyetten ziyade, sadece orada bulunmak gayesinin taşındığını göstermektedir. Zira daha önce de ifade edildiği üzere, yeryüzünde yaşamını yitiren insanlara da ayrımcı/dışlayıcı bir gözle bakmak, bu noktada müşterek bakış açısını teşkil edebilmektedir. * Samet Zenginoğlu, Süleyman Demirel Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler A.B.D. 41 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Soğuk Savaş Dönemi'nden Günümüze Amerikan Dış Politikasının Ortadoğu'da Yansımaları Cansu Yürüten* Soğuk Savaş dönemi ve bu dönemin bitişini kapsayan süreçte dünyanın değişen yapısı (çift kutuplu dünya ekseninden tek hegemon güç anlayışı) nedeniyle ABD'nin İsrail merkezli Ortadoğu politikaları bu çalışmada iki farklı süreçte incelenmelidir. Bunun nedeni, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren süper güç olarak dünya sahnesine çıkan ABD'nin Ortadoğu politikalarının da bu iki dönemin koşulları içerisinde şekillenmesidir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Dünyasında güç boşluğunun belirmiş olması, ABD'nin bir daha terk etmemecesine dünya siyasetine ortak katılımına ortam hazırlamıştır. ABD'nin sahip olduğu ve daha önce hiçbir küresel güce benzemeyen siyasal gelişimi, farklı dış politika sentezlerinin oluşumuna hizmet etmiştir.1 Bu dönemde başlayan ilgi yakın tarihteki 11 Eylül saldırılarıyla öncelikli dış siyaset konusu haline gelmiştir. ABD'nin Afganistan ve Irak 1 Sümer, Gültekin, "Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü", Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008), s.119-144. işgaliyle geçen oğul Bush döneminden sonra Barack Obama'nın ilk döneminde "Obama Doktrini" olarak anılan ve ABD'nin İslam karşıtı olduğu söyleminden uzaklaşılmaya çalışılan uygulamaların Arap Baharı olarak anılan toplumsal hareketlerle seyri değişmiştir.2 Ülkenin, Ortadoğu coğrafyasına politik bakışını ve amaçlarını anlayabilmek açısından, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren yeni şekillenen dünya düzenin yapısı ve gerekleri çerçevesinde kapitalizm, fiili işgal ve sömürgeciliğin yok oluşuyla ortaya 2 Akbal, Özdemir, "Yeni Aktörler ve Geleneksel Politikalarla ABD'nin Ortadoğu Siyaseti", 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Amerika Araştırmaları, (23 Mart 2013),http://www.21yyte.org/arastirma/abd/2013 /03/23/6902/yeni-aktorler-ve-gelenekselpolitikalarla-abdnin-orta-dogu-siyaseti (Erişim Tarihi:25.12.2014). 42 Akademik Perspektif – Ocak 2015 çıkan yeni "ekonomik/yumuşak" emperyalizm kavramları önemli yer teşkil etmektedir. Amerikan dış politikası açısından Ortadoğu coğrafyasındaki en göze çarpan faktörler İsrail'in güvenliğinin korunması ve petrol kaynaklarının Amerikan kontrolünde olması arzusudur. İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki baş müttefikidir ve bölge üzerindeki hakimiyetini sürdürmesine yardımcı 3 olmaktadır. 1945'li yıllardan günümüze gelen bu süreçte ABD'nin Ortadoğu politikalarının bu iki önemli amaç etrafında şekillendiğini ve içinden geçilen dönemin diğer siyasi etkilerinden bağımsız olmadığını görmek mümkündür. 1. Soğuk Savaş Dönemi Dinamiklerinde Şekillenen Ortadoğu Politikaları ABD'nin Soğuk Savaş Dönemi Politikaları 2. Dünya Savaşı'nın bitişinden (1945), Sovyetlerin çöküşüyle, tüm dünyada küresel ölçüde etkiye sahip AmerikaSovyetler Birliği geriliminin sona erdiği süreyi kapsamaktadır. Soğuk Savaş yapısı itibariyle, farklı siyasal çıkar unsurlarını ve mekanizmalarını barındıran eşit güce sahip iki süper gücün, bu dünya düzeni ekseninde şekillenen denge politikaları günümüzün tek kutuplu sisteminden farklı ve bağımsız nitelik taşımaktadır. ABD'nin, Ortadoğu ve İsrail Politikaları da bu dönem koşullarıyla şekillenmiştir. ABD'nin Soğuk Savaş Dönemi Ortadoğu politikası Sovyetler Birliği'nin kendisine yakın rejimler vasıtasıyla Ortadoğu'daki etki alanını genişletmesini önleme ve 3 Terry, Janice J. "Ortadoğu'da Amerikan Dış Politikası: Lobiler ve Özel Çıkar Gruplarının Gücü", Çev: Selim Tezcan ve M.Akif Kireççi.Ankara:ASEM, 2013, http://www.asem.org.tr/tr/publication/details/83/ Orta-Do%C4%9Fu%E2%80%99da-AmerikanD%C4%B1%C5%9F-Politikas%C4%B1-Lobiler-ve%C3%96zel-%C3%87%C4%B1karGruplar%C4%B1n%C4%B1n-Rol%C3%BC (Erişim Tarihi: 25.12.2014). bölgedeki petrole Batı'nın ulaşmasını garanti altına alma temeline dayanmaktaydı. Bu amaçları gerçekleştirmenin yolu bölgede istikrarın korunmasını ve ABD'ye yakın rejimlerin ayakta durmasını gerektirmekteydi. İsrail'in bölgede Sovyet etkisine karşı bir bariyer görevi gördüğü ve askeri üstünlüğü ile "radikal" Arap rejimlerine karşı Amerika yanlısı Arap Ülkelerini koruyucu rol oynadığı görüşünün hakim olması ile İsrail bölgede ABD'nin vazgeçemeyeceği bir müttefiki oldu.4 ABD'nin o dönemlerde Sovyetlere karşı yürüttüğü çevreleme politikası da Ortadoğu'nun Amerika için stratejik konumunu ön plana çıkaran unsurlardan biridir. Amerika'nın Sovyet komunizminin giderek tüm coğrafyaya yayılması ve küresel ölçek kazanması ihtimalinden duyduğu endişe, dış politikasının dışa kapalı tutumundan tamamen sıyrılıp, başta Sovyet rejimini destekleyen ve/veya ona sempati kuran komşu devletler olmak üzere, tüm dünyada ABD yanlısı hükümetlere destek vererek yumuşak güç unsurlarını da dış siyaset mekanizmalarına dahil etmesine neden olmuştur. Bu dönemde günümüz Avrupa Birliği'nin temellerinin başlangıç noktası kabul edilen Marshall Planı ve Truman Doktrini de bu politik tutum çerçevesinde atılan adımlar olarak göze çarpmaktadır. Fakat o döneme dek sınırlı ilişkilerle süregelen ve dışa kapalı AmerikaOrtadoğu Devletleri hattı, bu tutumun Avrupa Devletleriyle yürütülen politikalar kadar başarı kazanması ve etkili olmasını imkansız kılmıştır. Amerika'nın o dönemde İran üzerinden yürüttüğü müdehalenin başarısızlığa uğraması, 1948 yılında günümüzde hala ABD'nin en yakın 4 Kamer, Kasım, " Soğuk Savaş Dönemi Sonrası A.B.D-İsrail İlişkileri", 21.yy Türkiye Enstitüsü, Avrasya Araştırmaları, http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/121138%20kamer%20kasim.PDF ( Erişim Tarihi:06.12.2014). 43 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Ortadoğu müttefiki kabul edilen İsrail Devleti'nin kurulmasıyla yeni bir sürece girmiştir. Noam Chomsky Ortadoğu ekseninde ABD-İsrail ilişkisini şu ifadelerle değerlendirmektedir: "İsrail neredeyse ABD'nin bir sömürgesi. 1976'da ABD'nin İsrail'e yaptığı 1.4 milyar dolarlık ihracatı sadece Suudi Arabistan ve İran'a yapılan ihracat geçiyor. Fakat Ortadoğu probleminin diğer her veçhesi eski rezervler çerçevesine oturtulduğundan, Amerika'nın İsrail'e karşı tutumu da Orta Doğu enerji kaynaklarının denetiminin muhafaza edilmesi sorununa bağlı olarak değişmektedir... İsrail güçlendikçe, bölgede ABD kontrolüne daha fazla yardımcı olabilecek ve bu yüzden ABD onu daha çok destekleyecektir. Bahane her zaman İsrail'i tehlikede olduğu için destekliyoruz olmasına karşın, tam tersi çok daha doğru bir ifade olur. İsrail'e sağlanan Amerikan desteği, İsrail'in gücüne ve Ortadoğu'daki Amerikan hakimiyetinin muhafaza edilmesine yardım edebilme kabiliyetine bağlıdır."5 Geçmiş dönemde ağırlıklı olarak yakın ilişkilerde olan İngiltere ile Ortadoğu Hükümetleri arasında giderek baş gösteren anlaşmazlıklar İsrail Devleti'nin Ortadoğu coğrafyasındaki siyasi etki gücü açısından avantaj niteliği taşımıştır. İsrail'in dönemin süpergücü Amerika tarafından siyasi, askeri ve ekonomik açılardan destekleniyor olması Arap devletlerinde İsrail destekçisi tutumları ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu petrollerinin odak noktası olduğu İngiltere- İran geriliminin üst noktaya tırmandığı Musaddık 5 Chomsky Naom, "Petrol Emperyalizmi ve ABDİsrail İlişkileri", Noam Chomsky ile Roger Hurwitz, David Woolf ve Sherman Teichman tarafından gerçekleştirilen söyleşi,Leviathan , 1: 1-3 , ilkbahar, 1977, sf . 6-9 , 86, (4.4.1977), http://bgst.org/dunya-gundem/petrolemperyalizmi (Erişim Tarihi:23.12.2014). Darbesi'yle Ortadoğu'ya yerleşen, Süveyş krizinden avantaj sağlayan Amerika Eisonhower Doktrini ile de bölgeyi sahiplendiği vurgusunu yapmıştır. Oral Sander'e göre Eisenhower doktrinin asıl amacı, İngiltere’nin zorunlu olarak bıraktığı boşluğu doldurmak ve batılı ülkeler için son derece önemli olan petrolün düşman eline geçmesini önlemek olsa gerekir. Ayrıca bu bölgeye komünist etkisinin girmesinin önlenmesi ve ilerde büyük anlaşmazlıklar çıkarabilecek Arap-İsrail savaşını, komünist müdahalesi olmadan serbestçe çözebilmek olanağının yaratılması da düşünülmüş olabilir. Kısaca Eisenhower doktrini’nin tüm Ortadoğu’ya yaygınlaştırılması çabası olarak değerlendirilebilir. Eisenhower doktrininin en önemli sonucu, soğuk savaşın yeniden hızlanmasında bir basamak oluşturması ve ABD’nin Ortadoğu’ya müdahale olanaklarını artırması aynı zamanda da Ortadoğu da İngiltere ve Fransa’dan bağımsız politika izleme olanağını 6 sunmasıdır. Yine Amerikan kaynaklarından anlaşıldığına göre, Ortadoğu petrolünün kontrolü bütün Avrupa’nın kontrolü demektir. Her ne kadar bir savaş durumunda ABD Ortadoğu petrol kaynaklarına bağımlı sayılmasa da, petrolün Avrupalı müttefiklerine akması, ABD’nin temel güvenliği içinde sayılmaktaydı.7Bu doktrinle başarısızlığa uğrayan ABD'nin 1960'lı yıllarda Arap-İsrail sorununda/savaşında İsrail yanlısı strateji izlemesi, Arapların SSCB'ye daha fazla yakınlaşması ile sonuçlanmıştır. 1960'ların ardından 1970'lerde uluslararası ortama hakim olan yumuşama (detant) döneminde Başkanlık yapan Nixon 6 Sander, Oral, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980’e Kadar, İmge Yayınları, Ankara, 1989, s. 207-208-209. 7 Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: AÜSBF Yayınları No. 427, 1979, ss. 126-127. 44 Akademik Perspektif – Şubat 2015 döneminde Vietnam başarısızlığının da etksiyle doğrudan müdahaleler rafa kaldırılmış, bölgedeki güçler aracılığıyla "dolaylı kontrol" stratejisi izlenmiştir.8 1973 yılında yayınlanan Nixon Doktrini’nin içerik itibariyle savaştan ziyade müzakere ve iletişim yoluyla küresel problemlere yaklaşım stratejisine sahip oluşu, 1970li yıllarda Amerika’nın Ortadoğu devletleriyle ilişkilerinde, yumuşak güç unsurlarına dayalı kontrol perspektifinde yeni bir bakış açısı yaratmıştır. Amerika'nın bu strateji değişiminde, yine aynı yıl patlak veren "Yom Kippur" olarak bilinen Arapİsrail Savaşı ve Ortadoğu'nun kritik petrol rezervlerini elinde tutan Ortadoğu ülkelerinin bu savaşa tepki olarak üçüncü ülkelere ambargo uygulamalarıyla ortaya çıkan petrol krizi önemli rol oynamıştır. 6 Gün Savaşı'yla yenilgiye uğrayan Arap aktörlerin İsrail’le olan anlaşmazlıklarda küresel platformda bir çözüm bulunamayacağı algısıyla, Yahudi toplumu için kutsal bir bayram olan Yom Kippur'da İsrail'e saldırmasıyla ortaya çıkan bu savaş Amerika'nın da desteğiyle İsrail'in lehine çevrildi. 1978'de, Camp David Anlaşması olarak bilinen İsrail-Mısır Barış Anlaşması bu savaşın sonunda imzalanmıştır. Fakat Ortadoğu'da artan bu gerilim, 1 yıl sonra Sovyetlerin Afganistan'a müdahalesi ve İran'da ABD yanlısı olan Şah'a karşı yürütülen İran İslam Devrimi Nixon dönemindeki yumuşama politikasının yönünü tamamen değiştirmiş ve AmerikaOrtadoğu Ülkeleri arasındaki ilişki Carter Doktrini ile yeni bir sürece girmiştir. 23 Ocak 1980’de kongrede ABD’nin yeni politikasını ayrıntılı olarak açıklayan Carter, herhangi bir yabancı gücün bölgede nüfuz kazanmak amacıyla yapacağı tüm girişimlerin ABD'nin stratejik çıkarlarına karşı tehdit sayılacağını ve böyle bir durumda askeri güç kullanımı da dahil her türlü tedbiri alacaklarını ilan etmiştir. ABD’nin Ortadoğu politikasının bir parçası olarak, “Körfez Bölgesi’nin güvenliği” ve “Sovyet saldırısını caydırma” gibi gerekçelerle Çevik Kuvvet-Acil Müdahale Gücü (Rapid Deployment Force) kurulmuştur. Bu gelişmenin ardından ABD edindiği askeri üslerle bölgedeki nüfuzunu arttırmıştır. Tayyar Arı, ABD’nin Carter Doktrini ile askeri müdahalelerini meşrulaştıran politikalarını başlattığını belirtmektedir.9 Devrimden sonra İran ile ilişkileri, devrimi destekleyen bir grup öğrencinin Amerika büyükelçiliğini basması ile başlayan Rehine Krizi sonrası ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımlarla birlikte iki ülkenin ilişkileri kopma noktasına geldi. Aynı dönemde Ortadoğu siyasetinde kritik etkilere sahip olan İranIrak Savaşı, bu coğrafyayı Amerika için içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Carter'den sonra gelen ve 1981-89 yılları arasında görev yapan ABD Başkanı Ronald Regan döneminde Amerika'nın Sovyet rejimini tamamen devirmeye yönelik geliştirdiği politikalar temelinde Irak'la yeniden yakınlaşmaya başlayan ABD, Ortadoğu'daki gelişmeleri stabil tutmak ve denge yaratmak adına çift yönlü bir dış siyaset izlemeye başlamıştır. 2. Soğuk Savaş'ın Ardından Günümüze ABD'nin Ortadoğu Yaklaşımı Sovyetler Birliği'nin dağılışı, uluslar tarihinde küresel düzeyde etkilere sahip bir dönemin kapanışı anlamını taşımaktadır. İki kutuplu uluslararası sistemdeki Sovyetlerin dağılışı,buna karşılık ABD’nin Soğuk Savaş’tan güç kazanması, dengelerin belirsiz bir konuma sahip yeni küresel sistemde çeşitli unsurlar çerçevesinde yeniden şekillenmesini gerektirmiştir. Buna bağlı olarak, Ortadoğu perspektifinde düşünüldüğünde SSCB'nin dağılışı nedeniyle ortaya çıkan güç dengesizliği 8 Arı , Tayyar, "Irak, İran ve ABD, Ankara, Alfa Yayınları", 2004. ss.154. 9 Tayyar, Irak …, ss. 242-243. 45 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Amerika açısından yeni politikaların ve stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu değişimin, yakın tarihteki 11 Eylül saldırısı ve ardından Irak işgali gibi küresel bazda olduğu kadar Ortadoğu coğrafyası açısından da dramatik olayların geri planındaki rolünü görmek mümkündür. Soğuk Savaş sonrasına geldiğimizde Orta Doğu sadece petrolle izah edilemeyecek ve tüm dünyayı ilgilendirecek politikaların odağı haline gelmiştir. Artık Orta Doğu olayları bölgesel olmaktan çıkmış neredeyse bir numaralı global fenomen haline gelmişti. Erken Soğuk Savaş sonrası politikalarının ilk manevrasının Körfez Savaşı’yla Orta Doğu’da yapıldığını görüyoruz ve Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeninin formülasyonu niteliğindeki Irak Savaşının yine bu bölgede ortaya çıktığını görüyoruz.101980-88 yıllarında devam eden Irak-İran savaşının ardından Irak'ın Kuveyt'e saldırması ve petrol kaynaklarını ele geçirerek bölge de liderliğe soyunmak istemesi Körfez Savaşı'nı başlatan faktör olmuştur. Körfez Savaşı, ABD’nin hegemonik stratejisine örnek sayılabilir. ABD’nin dominant bir güç olarak, krizin ve savaşın yönetimini üstlendiğine, savaşın büyük mali portresinin bir bölümünü kendisi karşılarken diğer kısmını artık güvenliğini sağlamayı görev edindiği Suudi Arabistan ve Kuveyt’ ile bölge petrolünden yararlanan Batılı ortaklarına ve Japonya’ya yüklediğine dikkat edildiğinde, “Bir başka deyişle, yapısal strateji içinde, ABD, hegemonyasını diğer devletlere de finanse ettirecek bir sistemi Körfez’de uygulamaya koymuştur.”11 Körfez Savaşı'nın ardından Başkan Bush,1991 yılında Birleşmiş Milletler toplantısında Soğuk Savaş'ın ardından ABD'nin dış politikasını şu şekilde ifade etmiştir: "Soğuk savaşı aşan bir yeni uluslar ortaklığı düşünüyoruz: Uluslararası ve bölgesel organizasyonlar aracılığıyla danışma, işbirliği ve ortak harekete dayanan bir ortaklık; ilkelerin ve hukukun üstünlüğünün birleştiği, maliyetlerin ve yükümlülüğün eşit şekilde paylaşılmasıyla desteklenen bir ortaklık; demokrasiyi, refahı, barışı yaygınlaştırmak ve silahları azaltmak amacında olan bir ortaklık."12 Amerika'nın tek hegemon güç olarak uluslararası sahnede yer almaya başladığı ve sıcak savaşlar ve müdahaleler çerçevesinde şekillenmeye başlayan yeni mekanizmalar ve ABD'nin eleştirilmeye başlanan tek taraflı politikaları dünya kamuoyunda , uluslararası sistemi kendi çıkarlarına göre belirleme isteği olarak algılanmış ve tepki görmüştür. 2001 yılına gelindiğinde 11 Eylül gibi tüm mekanizmaları ve politik ilişkileri geri dönüşü olmayan bir noktaya taşıyacak olan bir olay meydana gelmiş ve Ortadoğu, ülkelerin dış siyaset ve güvenlik politikalarında kilit nokta haline gelmiştir. 11 Eylül'ün ardından gelen Bush Doktrini Amerika'nın değişen bakış açısını ve Irak' a yapılan askeri müdahale gibi ABD'nin giderek Ortadoğu meselelerinde söz sahibi ve karar mekanizması haline geldiğini anlamak açısından önem taşımaktadır. Başkan Bush;, “ABD’nin, küresel uzantıları olan teröristlere karşı savaş yaptığı” ve bu savaştaki “düşmanın, masum kişilere karşı 11 10 Gürbüz, Vedat, "Petrol,Petrol Politikaları ve Ortadoğu: Global Politikaların Bölgesel Yansımaları ve Irak Savaşı", 21yy Türkiye Enstitüsü, Avrasya Dosyaları, ,http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/133168%20vedat.pdf ss. 133-168. Bostanoğlu, Burcu, "Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası", İmge Kitabevi, Ankara(1999) ,ss.304305. 12 Kissinger, Henry, "Başkan George Bush’un Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’ndeki “Birleşmiş Milletler: Dünya Barış Parlamentosu” konuşması", Diplomasi, ss.780. 46 Akademik Perspektif – Şubat 2015 yürütülen önceden tasarlanmış siyasi amaçlı şiddet anlamında, terörizm” olduğu belirtildikten sonra, teröristler ve bilerek bunları barındıranlar veya yardım edenler arasında bir ayırım yapılmayacağı ve bunlar arasından da özellikle kitle imha silahlarını edinmeye veya kullanmaya çalışanların hedef alınacağı; ABD’nin, vatandaşlarını, nerede olursa olsun çıkarlarını korumak için “tehdit sınırlarına ulaşmadan teşhis ve imha” yoluna gidileceği ve bu konuda “gerekli olduğunda tek başına hareket etmekte” tereddüt etmeksizin “kendini koruma hakkını kullanarak bu teröristlere karşı önceden davranıp (by acting preemptively)” ülke ve halka zarar vermelerinin önleneceğini açıklamıştır.13 Bu gelişmelere ek olarak,11 Eylül Saldırılarının ardından gelen süreçte ortaya çıkan küresel terörizm olgusu, ABD'nin Ortadoğu'daki kilit noktası olan İsrail Devleti ile de yürüttüğü ilişkilerin ve İsrail'in güvenliği açısından yaklaşıldığında pek çok müdahalenin meşrulaştırıldığının da göstergesi haline gelmiştir. İsrail ile ortak güvenlik çıkarlarına ve tehditlerine sahip olduğu söylemi Amerika'nın dış siyaseti açısından gündem maddesi haline gelmiş ve bu iki aktörün bir nevi kader birliğiymişçesine Ortadoğu stratejilerini birbirlerine entegre etmelerini ve bölgesel konularda sıkı bir işbirliğinde olmalarını uluslararası kamuoyunda gerekçelendirmiştir. Amerika'nın yakın dönem Ortadoğu politikalarında Büyük Ortadoğu Projesi kilit noktadır. Bu nokta Bağcı ve Sinkaya'nın 13 "The National Security Strategy of The United States of America", September 2002, http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esr c=s&source=web&cd=1&ved=0CCsQFjAA&url=http %3A%2F%2Fwww.state.gov%2Fdocuments%2Forg anization%2F63562.pdf&ei=DimhVPrQIOvG7AbC8I CADw&usg=AFQjCNHdMz7Ou3bhFoPCoKscgBS_kJCEQ&sig2=NWF2GSKp_2JZkHNF9Wz7C w&bvm=bv.82001339,d.d2s "Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye" adlı makalesinde şu cümlelerle ifade edilmektedir: "11 Eylül saldırıları ABD‟nin Ortadoğu‟ya yönelik politikalarında çok önemli değişikliklere yol açtı. Saldırıları gerçekleştiren eylemcilerin kimlikleri ABD‟nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı aşırılığın ABD‟ye de zarar verebilen uluslararası tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini ortaya koydu. Bugüne kadar Afganistan ve Irak‟ta bunu yaptı da. George W. Bush idaresindeki Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı zamanda Amerika‟nın “yumuşak güç”üne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD‟nin “Ortadoğu‟da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”dir. ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) üzerine yoğunlaşarak sürdürdü. Böylece Ortadoğu‟da genellikle statükocu olan Amerikan politikaları yerini liberal demokrasinin, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesinin ve eğitim sisteminin reforme edilmesinin güçlü şekilde desteklenmesini –zira bu alanlardaki zayıflıkların uluslararası terörizme yol açtığı düşünülüyor --öngören politikalara bırakmaya başladı."14 ABD'nin bu projesiyle, bölgeye hakim olma arzusunun altında yatan nedeni Emin Gürses ve Mahir Kaynak'ın "Büyük Ortadoğu Projesi" adlı kitabında şu şekilde ifade edilmiştir: "Eğer, Büyük Ortadoğu'da 14 Bağcı,Hüseyin ve Sinkaya, Bayram, "Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti'nin Perspektifi", Akademik Ortadoğu, http://www.akademikortadogu.com/belge/ortado gu1%20makale/huseyin_bagci_bayram_sinkaya.pd f ss.1-17. (Erişim Tarihi: 23.12.2014) 47 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Avrupa etkili olursa, Avrupa dünyanın en büyük gücü haline gelir. eğer Rusya kontrol ederse, Rusya en büyük güç olur. eğer Amerika bu bölgeleri kontrol edemezse, büyümeyi bırakın küçülmek zorunda kalır. ve dünya üzerindeki etkinliği azalır. bu durum sadece askeri ve siyasi etkinliğini değil, ekonomik düzeyinin de gerilemesi sonucunu doğurur."15 * Cansu Yürüten, Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler 15 Gürses,Emin ve Kaynak Mahir, "Büyük Ortadoğu Projesi", İlk Yayınları,2004. 48 Akademik Perspektif – Şubat 2015 49 Akademik Perspektif – Ocak 2015 İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Olmak Röportaj: Hacı Mehmet Boyraz ve Metin Erol* Gediz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Sait Akşit: "Mümkün olduğu kadar farklı tecrübeler elde etmeleri gerekir. Farklı disiplinler açısından Uluslararası İlişkilerin nasıl beslendiğini anlamaları gerekir; çünkü disiplinin geçmişine baktığımız zaman Tarih, İktisat, Sosyoloji, Siyaset Bilimi ve hatta Antropoloji de başta olmak üzere birçok farklı disiplinden etkilenmiş durumda. " Öncelikle, kendiniz, kariyeriniz ve uzman olduğunuz akademik alanlar hakkında bilgi verebilir misiniz? Öncelikle, ben teşekkür ederim. Lisans eğitimimi 1993 yılında Galler Üniversitesi’nde İşletme alanında tamamladım. Sonrasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümünde Yüksek Lisansımı1999’da, 2006 yılında da Doktoramı tamamladım. Aynı dönemde ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünde Asistan; daha sonra ODTÜ Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalıştım. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi’nde de yarı zamanlı olarak dersler verdim. İlgi duyduğum alanlar arasında Uluslararası Siyasal İktisat, Orta ve Doğu Avrupa’da siyasi ve ekonomik dönüşüm süreçleri, Avrupa Birliği (AB) genişlemesi ve Türkiye – AB İlişkileri olmakla birlikte Kıbrıslı olduğum için Kıbrıs Sorunu da ilgi alanlarım arasında. Galler’de İşletme Lisansı aldınız. Haliyle, Uluslararası İlişkilere farklı bir disiplin üzerinden Yüksek Lisans ile başlamış oldunuz. Bu sizin için bir zorluk yarattı mı? Ya da farklı bir disiplinden gelmek size çalışmalarınızda yarar sağladı mı? Elbette! Odaklandıkları konular arasında ciddi farklılıklar var ama az da olsa kesişim kümeleri de var. Zaten ben de bu kesişim kümeleri üzerinden yola çıkarak kendime bir yol çizmeye çalıştım. Tabii, İşletme ağırlıklı olarak özel sektöre hitap etse de ben mezuniyet sonrasında özel sektör düşünmedim. Özel sektörü neden düşünmediniz? Açıkçası Yüksek Lisansa başladıktan sonra bunu daha iyi idrak ettiğimi düşünüyorum; 50 Akademik Perspektif – Ocak 2015 çünkü akademide daha serbest hareket edebileceğimi düşündüm. Yani, sabah 9 akşam 5 çalışmak yerine (tabi akademinin de kendince mesai saatleri var) daha serbest bir meslek tercihinde bulunmak istedim. Benim mezun olduğum dönemde birçok arkadaşım bankacılığı tercih ediyordu ama bana cazip gelmedi ve böyle bir tercihte bulundum. Uluslararası İlişkileri bir disiplin olarak nasıl tanımlayabiliriz? Ayrıca, bölüme yeni ilgi duyanlar için disiplinin tarihi yolcuğu ile ilgili olarak bilgi verebilir misiniz? Öncelikle, Uluslararası İlişkiler diğer disiplinlerle oldukça sıkı çalışan bir bölüm. Beni de cezbeden taraflarından birisi de buydu. İşletme çıkışlı olmama rağmen Uluslararası Siyasal İktisat ile birlikte bana ciddi yarar sağladı. Bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler çok da eski bir geçmişe sahip değil. Barış ve savaş odaklı olarak ortaya çıkmış bir disiplin olmakla birlikte 1970’lere kadar güvenlik boyutuyla ön plana çıkmıştır. Ancak, 1970’lerde ABD’nin hegemonyası sorgulanmaya başlayınca ve buna bir de petrol krizi gibi unsurlar eklenince yeni bakış açıları disipline girdi. Bu da Uluslararası İlişkilerin diğer disiplinlerle olan iletişimini arttırdı. Zaten, Uluslararası Siyasal İktisat da bu dönemde daha geniş yer bulmaya başladı ve 1980’ler ve 1990’larda kendine güçlü bir yer edinmeye başladı. Bugün, Uluslararası İlişkilerin güvenlik boyutu hala önemli bir unsur olsa da belirttiğim gibi zamanla kendi içinde farklılaştı. Örneğin, disiplin kapsamındaki araştırmacılar Uluslararası Siyasal İktisat kadar çevre konuları gibi ikincil konularla da ilgilenmeye başladı. Kimler Uluslararası İlişkiler uzmanı olabilir? Uluslararası İlişkiler uzmanı olmakla akademisyen olmak arasında bir fark mıdır? İlk olarak, akademisyen konulara daha geniş bir perspektiften bakabilecek bir rahatlığa sahipken Uluslararası İlişkiler uzmanı (özellikle kurumsal bir bağı varsa) ise daha çok güncel sorunlara odaklanmaktadır. İkinci olarak, bir uzman meseleleri açıklamaktan çok çözüm üretmeye çalışır. Üçüncü olarak, uzman politika yapım sürecine de katılıyorsa en büyük kaygısı sorunların çözümü olur ama akademisyen bu sorunları daha genel çerçevede ve uzun vadede değerlendirir. Yani, akademisyen her zaman çözüm bulma kaygısı taşımaz. Peki, uzmanlar böyle akademiden kopuyorlar mı? yaparak Bunu söylemek mümkün; çünkü bazı sorunlar çok hızlı hareket etmenizi gerektirebilir ve uzun zamandır savunduğunuz bakış açısına ters de düşebilir. Bu açıdan özellikle politika yapım sürecinde hızlı hareket etmenizi gerektirebilir. Bu da haliyle daha pragmatik davranmanızı gerektirir. İyi bir Uluslararası İlişkilerci nasıl olur ya da nasıl olmalıdır? Bu disiplinde eğitim gören öğrenciler kendilerini nasıl geliştirebilirler? Mümkün olduğu kadar farklı tecrübeler elde etmeleri gerekir. Farklı disiplinler açısından Uluslararası İlişkilerin nasıl beslendiğini anlamaları gerekir; çünkü disiplinin geçmişine baktığımız zaman Tarih, İktisat, Sosyoloji, Siyaset Bilimi ve hatta Antropoloji de başta olmak üzere birçok farklı disiplinden etkilenmiş durumda. Bunun yanı sıra, farklı bakış açılarını anlamalarını da gerekiyor; çünkü sonuçta baktığınız zaman Uluslararası 51 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Siyasal İktisat başta olmak üzere çalışılan konular yoruma açık konular. Yani, matematik gibi “1+1=2” olmuyor her zaman. Bu açıdan olayların nedenlerini ve etkilerini bilmek gerekir. İyi bir Uluslararası İlişkiler öğrencisinin kütüphanesinde olması gereken temel kitaplar nelerdir? Sizin her daim yararlandığınız ya da sizi derinden etkileyen kitapları nelerdir? Öncelikle, kuramsal olarak baktığımız zaman birincil kaynaklar önemli bir yer tutuyor. Daha çok kullanılan kaynaklar derleme ve teori kitapları olsa da Yüksek Lisans ve özellikle Doktorada derinlemesine araştırmalar yapıldığı için birincil kaynaklar çok önemli. Bunun yanı sıra, tarihi kaynaklara da başvurmaları gerekiyor. Bu tür eserler arasında Eric Hobsbawm’un “Kısa 20. Yüzyıl: 19141991” 20. yüzyılın anlaşılmasına yönelik önemli bir kitap. Eric Hobsbawm Marksist bir yazar olmasına rağmen farklı kesimler tarafından referans gösterilmektedir. Uluslararası Ekonomi Politik açısından Robert Cox’un kitapları ön plana çıkmaktadır. Robert Cox’un“hegemonya” gibi önemli bir kavramı ana akım teorilerden farklı yorumlaması birçok kesimi etkilemiştir. Susan Strange’in “States and Market” kitabı da benim açımdan önemli bir kitap. Uluslararası İlişkiler pratikten daha ziyade teoriğe dayalı bir alan gibi gözüküyor, dersek bize katılır mısınız? Uluslararası İlişkilerin teorik yanı pratikte de vuku buluyor mu? Aslında Uluslararası İlişkilerde teori ve pratik bir aradadır. Sonuçta kuramsal kısmı bilinçli olmayarak da kullanabiliriz. Mesela, Orta Doğu’yu anlamaya çalışırken belirli kavramları kullanarak bir çerçeveden hareket ediyoruz. Bu da politikanızı etkileyebiliyor. Ama Türkiye’de kuramsal çerçeve biraz ikinci plana itiliyor. Özellikle, kısa ya da dergi analizlerine baktığımız zaman kuramsal çerçeveye atıf göremiyoruz. Böyle bir sıkıntı var. Ancak, kuramsal çerçevenin olay/konu değerlendirmesinde her zaman olması da gerekli görülmüyor. Genel algımız bu yönde. Ülkelerin dış politikalarının mütemadiyen reel ve çıkar odaklı olduğu varsayımından hareket edersek, bu durumun Uluslararası İlişkiler sahasında da geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu alanda da genellikle realist ve çıkarcı politikalar mı hegemondur? Realizm ve Liberalizm uygulama açısından baktığımızda en iyi/ rahatlıkla uygulanabilir kuramlar olarak gözüküyor. Bu iki kuram politika yapım aşamasında kendilerine yer bulmuş. Bunlar dışında kalan kuramlar uygulama aşamasında pek de fazla kullanılmamıştır. Aslında, Robert Cox’dan hareketle ikili bir resim çizebiliriz. Realizm ve Liberalizm sorun çözücü teoriler. Bu açıdan statükonun devamından yanadırlar. Bu bağlamda realizm devlet odaklı olduğu için uygulama alanında kendine daha fazla yer bulabiliyor. Tabi, ekonomiyi ikinci plana atması da politika yapıcılar için uygulama sürecini kolaylaştırıyor. Cox’dan hareketle ikinci bakış açısı eleştirel kuramlar ve bunların amacı da haliyle “eleştirmek”. Anlamayı ve yorumlamayı ön plana çıkartıyorlar. Dolayısıyla, politika yapım sürecinde kendilerine yer bulmaları da zorlaşıyor. Türkiye’de Siyaset Bilimi alanında adım atılan akademik çalışmaların birçoğu Uluslararası İlişkiler disiplinine sıçrayarak son buluyor? Bunun sebebi nedir? Öncelikle, Uluslararası İlişkiler birçok yerde Siyaset Biliminin alt dalı olarak görülüyor. 52 Akademik Perspektif – Şubat 2015 ABD’de, kıta ve ada Avrupası’ndaki birçok üniversiteye baktığımızda Uluslararası İlişkiler, Siyaset Biliminin altında çalışılır. Bu açıdan, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler birbirlerini dışlayan alanlar değiller; aksine sürekli alış-veriş halindeler. Ayrıca, Siyaset Bilimi devletlerin içyapılarını incelerken uluslararası aktörleri göz önüne almak durumunda da kalıyor. Ama Siyaset Biliminin hala güçlü olduğu yanlar var. Türkiye’de de bunu görmek mümkün. Mesela, asker-sivil ilişkileri Siyaset Biliminin önemli bir konusu olmasına rağmen AB süreciyle bağlayınca Uluslararası İlişkilere de girmiş oluyorsunuz. Türkiye’nin Uluslararası İlişkiler disiplinindeki konumunu nasıl buluyorsunuz? Üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde akademisyen ve asistan açığı olduğunu düşünüyor musunuz? Aslında baktığımızda Türkiye iyi bir ilerleme aşamasında. Özellikle, değişim programlarının sağladığı avantajlarla uluslararası ortamda daha fazla etkileşim halinde olduğunu görüyoruz. Belirli üniversiteler kendilerini iyi konumlara oturtmuş durumdalar. Ama tabi hala daha gelişmeye açık bir alan. Birçok üniversitede sınırlı kadrolarla yürütülüyor. Merkez illerde kadro şişkinliği varken küçük illerdeki kamu ve devlet üniversitelerinde kadro açıkları var. Bu açıdan açık var, diyebiliriz. Ayrıca, yeni jenerasyonların akademiye katılması farklı fikirlerin katılması demektir. Bu da dinamiklik getirir. Uluslararası İlişkiler alanından devam edelim. Biraz önce uluslararası ilişkiler alanı üzerine yapılacak okumalarda gösterdiğiniz kaynakların birçoğu İngilizce kaynaklardı. Türkçe bir kaynak belirtmediniz. Bunun ana sebebi nedir? Türkiye’de uluslar arası ilişkiler alanında Türkçe akademik çalışmalar yok mu? Yoksa uluslararası ilişkilerin Avrupa merkezli olması mı bunda etkili? Buradaki durum tam olarak nedir? Şimdi tabi Türkçe kaynak bulmak sıkıntılı bir süreç çoğu zaman ancak bunun gittikçe aşılmaya başladığını söylemek mümkün. Buradaki önemli noktalardan biri; endeksli yayın teşviki nedeniyle insanların İngilizce yazmaya yönelmesidir. Daha iyi dergilerde yayın yapmaya yönelmeleri… Önemli noktalardan bir tanesi bu. Dolayısı ile bu durum aslında kendi diliniz olan Türkçede üretimin daha sınırlı olmasını da beraberinde getiriyor. Önemli Türkçe kaynaklar var elbette. Birkaç tanesini söyleyebiliriz. ODTÜ Uluslararası İlişkiler gurubunun “Devlet, Sistem, Kimlik” kitabı önemli bir teorik aktarımdır Türkçe literatüre. Siyasi tarih bakımından Fahir Armaoğlu’nun kitapları önemlidir. Baskın Oran ve Faruk Sönmezoğlu’nun çok önemli dış politika kitapları vardır. Özellikle Baskın Oran’ın 3 ciltlik Türk Dış Politikası kitabında Türk Dış Politikası’nın önemli bir uluslararası ortam anlatımıyla sunulduğunu görürüz. Artı bir değerdir bu. Uluslararası Hukuk alanında Hüseyin Pazarcı’nın çalışmaları çok kıymetlidir. Tamamen Türkçe kaynak olmadığını söylemek mümkün değil. Ancak ana konular dışına çıkınca detaylı kaynak, makale düzeyinde kaynağa ulaşmak sorun olabiliyor. Fakat durum son 2 - 3 senede Türkiye’de uluslararası ilişkiler alanında artan çalışmalarla gelişme gösteriyor. Yeni kitaplar yayınlanıyor ve farklı disiplin konularına/ alanlarına ilişkin kitapların oluşturulduğunu söylemek mümkün. Başa dönecek olursak. Röportajın başında Kıbrıslı olduğunuzu söylediniz. Bunu sizden her duyan muhakkak şu klasik soruyu soruyordur: “Kıbrıs meselesi, Türkiye ve Avrupa Birliği... 2004 yılında 53 Akademik Perspektif – Şubat 2015 yaşananlar, Annan Planı, Kıbrıs’ın artık bir Avrupa Birliği meselesi olarak Türkiye’nin karşısına çıkması, 8 faslın dondurulması vb.” Yaşananlar hakkında nasıl bir yorum yaparsınız? Kıbrıs meselesi çok sıkıntılı bir süreç. Bunu söylemek mümkün. Kıbrıs çözüm sürecine tarihsel olarak baktığımızda sürekli bir umut pompalanması ve başarısız olunması durumu söz konusu. Bunların en önemli dönüm noktası Annan Planı üzerinden bir çözüm, Avrupa Birliği genişleme süreci tamamlanmadan Annan Planı’yla çözüm bulunup meselenin tamamlanması umuduydu. Fakat bu aşamada da başarısız olundu. Durumun bu noktaya gelmesinde Avrupa Birliği kadar Türkiye’nin de kendi hataları var. Zaman zaman engel olamadığınız şeyler oluyor. 1995 Gümrük Birliği Antlaşması’nın oluşturulması sürecinde bir şekilde Kıbrıs’ın üyeliğe adaylık sürecinin ortaya çıkması ve Türkiye’nin buna engel olamaması… Yunanistan’ın Avrupa Birliği içerisinde Kıbrıs konusunun, Kıbrıs üyeliğinin Doğu Avrupa üyeliğiyle birlikte bir pazarlık konusu yapılması, önemli sorunlardı. Türkiye’nin son dönemde büyük yanlışlar yaptığını düşünmüyorum Kıbrıs konusunda. Çok da adım atacağı bir konum yoktu zaten. Sizin adım atabilmeniz için karşınızdakinin de uzlaşıya yakın olması gerekiyor. Türkiye aslında 2004 sürecine giden yolda benimsediği uzlaşmacı tutumu takınmaya devam ediyor. Ancak, uluslararası konjonktür pek müsait değil bu meselenin çözülmesi için. Birlik kendi sorunlarıyla meşgul. Türkiye Avrupa Birliği’nin taraf olduğunu düşünüyor, bu sebeple müzakereci konumda bulunmasını pek istemiyor. Fakat Avrupa Birliği’nin de taraf olmaması mümkün değil, çünkü Kıbrıs üyesi. doğalgazın bulunması durumları bir nebze olsun resmi değiştiriyor gibi… Kıbrıs ile olan ilişkilerimizde yeni bir noktaya mı geliniyor, sorusunu gündeme getirdi. Fakat burada Uluslararası Hukuk anlaşmazlıklarının ortaya çıktığı görünüyor. Türkiye’nin kapalı deniz savunması ancak Kıbrıs’ın İsrail, Lübnan ve Mısır’ın kendi ekonomik münhasır bölgesi olarak Ak denizi tanımlaması son 1- 2 ay içinde Yunanistan, İsrail, Kıbrıs ve Mısır’ın; Türkiye’ye karşı tavır alıyor görüntüsü, Türkiye’nin çok da engel olamadığı bir sürece doğru gidiyor. Tabi ki bu durum sürecin tıkanmasında önemli bir sebep . ABD’nin girişim yapmaya başladığı dönemde son 1 ila 1,5 senede kaygısının; sorunu çözmekten ziyade ortak bir zemin bularak doğal gazın Türkiye üzerinden aktarılmasına odaklanacağını düşünmüştüm ben. Fakat son siyasi gelişmelerle bunun da olup olamayacağı muallak. Her iki taraf açısından da özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti açısından doğal gaz gelirlerinin paylaşımı çözüm süreci sonrası kabul edilebilecek bir nokta olarak ön plana çıkıyor. Böyle bir sarmal içerisinde mesele şu anda. Şunu da söylemek gerek, Türkiye çevresindeki bütün uyuşmazlık alanlarına baktığımızda ki Avrupa Birliği’nin öncelikli ilgi duyduğu uyuşmazlık alanları bu bölge içinde, Kıbrıs Sorunu en az gergin olan uyuşmazlık olarak önümüze çıkıyor. Mevcut statüko kimseyi rahatsız etmiyor gibi duruyor. Bir şekilde sistem çalışıyor. Çözüm süreci sürekli erteleniyor bu sebeple. Bunu söylemek mümkün. Benim jenerasyonum açısından, yaşamış olduğumuz bir umuda kapılma ve hayal kırıklığına uğrama süreci bizi Kıbrıs sorunu hakkında biraz daha temkinli yaklaşmaya götürüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin son 1,5 yılda ortaya koyduğu girişimler ve 54 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Uluslararası ekonomi politikaları çalışıyor olmanızın bize sağladığı avantaj ile şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye Gümrük Birliği antlaşmasını imzalamış bir ülke ama bu son dönemde ABD ile AB arasında yapılmış bir ticaret anlaşması var ve AB, Türkiye’yi bu antlaşmaya dâhil etmek istemiyor. Türkiye için “sen buna dahil olamazsın, kendin ayrıca ABD ile bir anlaşma yapacaksın” tarzı bir tutum sergiliyor. Burada da aslında Kıbrıs meselesi gibi farklı bir mesele ortaya çıkıyor. Türkiye’nin başına bunlar neden geliyor? Belki de siyasetçilerimizin tez-canlı olmasıyla alakalıdır. Şöyle bir sorun var. Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması’nı yaptığı dönemde AB’nin üçüncü taraflarla imzalayacağı Serbest Ticaret Antlaşma yükümlülüklerini de kabul etme eğilimine girdi. Bu Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri. Bu arada ABD ile AB arasında müzakereler devam ediyor. Transatlantik Ticaret ve Yatırım, Ortaklığı konusundaki müzakereler henüz sonuçlanmış değil. Bu konudaki en büyük sorun, bizim ABD ile olan ticari ilişkilerimiz ve ABD’nin AB’nin gümrük muafiyetleri çerçevesinde Türkiye pazarına erişimiyle alakalı bir unsur. Bu noktada aslında ilgili Bakanlıklar ciddi itirazlarını sunuyorlar baktığımızda. Durumun gözden geçirilmesi gerektiği yahut Türkiye’nin müzakerelere bir Serbest Ticaret Antlaşması’yla eklenmesi gerektiği konusunda bilhassa. İlginç bir adım olarak değerlendirilecek süreçse AB’nin Dünya Bankası’na hazırlatmış olduğu, Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği Süreci ile ilgili rapor Dünya Bankası tarafından Mart 2014’te yayınlandı. Buradaki tespitler ilginç ve önemli. Raporda Gümrük Birliği sürecinin güncellenmesi gerektiği vurgulanıyor ve baktığımızda Türkiye’nin 3. ülkelerle yapılan Serbest Ticaret Antlaşmalarının kabulü, vize sıkıntıları dahil farklı konuları da gündeme getiriyor. Tabi burada net olmayan süreç, Türkiye’nin AB ile bu sorunları çözmede nasıl adımlar atacağı. AB’nin 2014 Türkiye İlerleme Raporunda da bunu görmek pek mümkün değil. Sadece ikili görüşmeler çerçevesinde değerlendirmeye çalışıldığı ifade ediliyor. Nasıl aşılacağı konusunda net bir mesaj ve ipucu görmek mümkün değil. Rakamlar Türkiye’nin ciddi boyutlarda olumsuz etkileneceğini ifade ediyor. Serbest Ticaret Bölgesi, Gümrük Birliği, Ortak Pazar, Parasal Birlik ve Tam Ekonomik Birlik… Son entegrasyon aşaması olarak Tam Ekonomik Birliği görüyoruz. AB yapısına bakıldığında Parasal Birlik olduğu görülüyor. Ancak yaşanan bazı gelişmeler, bu yapıyı etkiledi. Bilhassa 2008’de yaşanan malum krizde Yunanistan’ın ve birkaç AB ülkesinin krizden ciddi olarak etkilenmesinin sebebini; ortak maliye politikalarının olmamasıyla bağdaştırdılar. Bunun aksine Birleşik Krallık, Danimarka ve İsveç’in, yani parasal birlikte olmayan ülkelerin, krizden etkilenmemesinin de sebebinin parasal birlikte olmamalarından kaynaklandığını söyleyen bir cenap vardı. AB bulunduğu Parasal Birlik durumundan Ortak Pazar’a doğru mu tavizler verecek yoksa Tam Ekonomik Birlik olma yoluna doğru mu ilerleyecek? AB hibrid bir rejim olarak çalışmayı seviyor. AB geri adım atmak yerine hibrid yapı üzerinden eklemlenerek devam etmeye çalışıyor. AB’de de geri adım atmanın ters bir psikolojik etki yaratarak çöküşe doğru olumsuz bir yönelim ortaya çıkarabileceği endişesi de mevcut. 2008 krizi perspektifinde bakacak olursak, krizin en önemli nedenlerinden biri, iç politik ekonomik yapıdaki sıkıntılar kadar AB’nin hızlı ve ortak bir tedbir 55 Akademik Perspektif – Şubat 2015 alamamasından kaynaklanıyor. Çünkü parasal birliğin getirdiği süreç, ülkelerin krizleri aşmada kullanabileceği mekanizmaları sınırlandırıyor. Para basımı devalüasyon ve diğer para politikası mekanizmalarından, ekonomik politik kararlardan mahrum kalıyorsunuz. AB yapısı sizi kısıtlıyor. Tabi oradaki sistem yapısı içerisinde Avrupa Merkez Bankası’nın çok özerk bir yapısı var. Ulusal merkez bankalarıyla sistemi koordine etmeye çalışıyor bir taraftan ama ortak maliye politikası yok. Üye ülkelerin de aslında ortak maliye politikaları oluşturmak gibi bir dertleri yok. Bu ciddi bir uyum süreci gerektiriyor. Tabi ki egemenlik hakları konusu da ciddi bir sorun. Ulusal çıkarlar konusunda tıkanıp kalıyor devletler. Bunu istemeyecek ciddi ağırlığı olan ülkelerde mevcut Birleşik Krallık gibi. Birleşik Krallık’ın temel amaçlarından biri zaten AB’yi mümkün olduğu kadar hükümetler arası bir yapıda tutmaya çalışmak. Ortak bir maliye politikası geliştirmenin yakın dönemde pek mümkün olmadığını söyleyebiliriz çünkü 2004 sonrası genişlemede AB parçası olması beklenen Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de Euro’ya girişlerini ertelemeye çalışıyorlar krizden etkilenmemek adına. Çünkü maliye politikalarındaki serbestliği krizleri aşmada bir yöntem olarak görüyorlar. Polonya, İsveç gibi ülkeler taktiksel hamlelerle bu girişi önlüyorlar. Çünkü Maastricht’teki ortaya çıkan uyum kriterlerini gerçekleştiremediğiniz zaman otomatik olarak sistemin bir parçası olmayı ertelemiş oluyorsunuz. İsveç parasal birliğin bir parçası olabilir ama sürekli olarak iç politikalarını Maastricht kriterlerini gerçekleştirmeyecek ve kendi iç politikalarına zarar vermeyecek şekilde yöntemler uygulayarak parasal birliğin dışında kalıyorlar. O yüzden manevra kabiliyeti var orada. Ülkeler de bunu kullanıyorlar. 1970’li yılların sonunda Yunanistan ile Türkiye’ye yapılan AB teklifini eğer ki Türkiye kabul etmiş olsaydı, 81 de Yunanistan gibi AB’ye alınır mıydık? Tabi tahmin yapmak zor ancak şunu söylemek mümkün; o yıllarda Türkiye’deki siyasi bakış açısı sol ve sağda AB ile entegrasyona olumsuz bakan bir bakış açısı. 70’li yıllar Türkiye siyasetinde çok içe dönük bir yapı. Dış politikada ise Kıbrıs sorunu sonrası yaşanan sıkıntıların mevcut olduğu bir durum var. Ambargolar, ikili ilişkilerdeki olumsuz yapı Türkiye’yi 3. Dünya boyutuna, yani daha çok bağlantısızlarla ilişki kurma çalışma çerçevesine ve Orta Doğuya yönelik politika geliştirme çabasına yönlendiriyor. Hem sağda hem solda Batı karşıtı bir yaklaşım var. Böyle bir ortamda Türkiye’nin AB’ye yönelmesinin pek mümkün olacağını düşünmüyorum. Bizim buradaki en büyük farkımız, İspanya, Yunanistan ve Portekiz’de otoriter rejimlerden demokratik rejimlere dönüşüm sonrasında AB’ye ciddi bir yönelim oluşurken, farklı ulusal aktörler arasında bir uzlaşmanın mevcut olduğudur. Sağ ve sol ile işveren ve işçi çevreleri arasında uzlaşma vardı AB konusunda. Türkiye’de ise tam tersi durum vardı. Sağ ve sol partiler kadar işveren çevreleri de ekonomik kalkınma adına AB ile yakınlaşmayı sorunlu görüyorlardı. Dolayısı ile biz toplumsal uzlaşıyı sağlayamadık o yıllarda AB konusunda. Zaten siyasi bir kutuplaşma da mevcuttu. Böylesi bir toplumsal ve siyasi ortamda uzlaşma yakalamak da çok mümkün değildi diye düşünüyorum. Demirel bir siyasi manevra unsuru olarak Avrupa Birliği üyeliğini 1980 yılında dile getiriyor üye olmak için; ancak çok geç kalınıyor. Zaten Türkiye söylem dışında uygulamaya yönelik bir adım da atmıyor. 56 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Emperyalizm Talat Burak Düzenli* Bu çalışma, Emperyalizm kavramının ne olduğunu, ne anlama geldiğini, farklı yazar ve yaklaşımların görüşlerini, hangi tarihsel dönemlerde nasıl kullanıldığını ve kavramın kullanımına dair eleştirileri bilimsel ve sosyolojik perspektiften incelemeye çalışmaktadır. Emperyalizm Nedir? Bir başka kaynakta emperyalizm: Emperyalizm veya yayılmacılık, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Emperyalizm, bir nevi diktatörlük gücü, merkezi hükümet, keyfi yönetim anlamlarına da gelmektedir. Bir devletin başka bir devleti siyasal ve ekonomik egemenliği altına alması ya da almak istemesi, sömürgecilik veya anamalcılığın tekelcilik biçiminde görülen en yüksek en son aşaması (1) olarak adlandırılmaktadır. Emperyalizm, ilk defa İngiltere'de 19.yüzyılda kullanıldı. Başlarda neredeyse bütünüyle siyasi bir içeriğe sahipti. Louis Napolyon'un icraatları veya Disraeli'nin maceraperestliği gündeme geldiğinde olumsuz, metafor İngiltere ile kendi kendini yöneten sömürgelerin ilişkisi akla geldiğinde olumlu anlamda kullanılıyordu (Koebner,1949:2,7).Bu bağlamda emperyalizm kavramı ilk defa İngiltere'de kullanılmıştır. (Imperialism) Fransızca "imperialisme" kelimesinden geçme. Bir devletin, diğer devletler aleyhine genişlemesi, onları siyasal ve ekonomik egemenliği altına almasına dayanan yayılmacı politikalar izlemesi. Siyasal emperyalizmin tarihte pek çok örnekleri vardır. Kendisini güçlü gören birçok ülke veya imparatorluk, diğerlerini kendisine katarak veya boyunduruğu altına alarak genişlemeye çalışmıştır. Günümüzde daha çok söz konusu olan 57 Akademik Perspektif – Ocak 2015 iktisadi emperyalizmdir. İktisadi Emperyalizm, sanayi devriminin ortaya çıkarttığı bir sonuçtur. Bir yandan yabancı ülkelerdeki ham madde kaynaklarını, diğer yandan da dış pazarları ele geçirme amacı güder. Bir başka yaklaşımda Mommsen, şöyle bahsetmektedir: Geç 19 erken 20.yüzyıllarda Avrupa güçlerinin hızlı kolonyal genişlemesiyle birlikte yeni kavramın kullanımı bütün Batı dünyasına yayıldı. Bu bağlamda, emperyalizmden ulus devletlerin kendi sınırları dışına yayılması ve dünya gücü olması anlaşılıyordu. Otto Hintze'nin 1907'de belirttiği gibi "büyük güç statüsü için savaş, modern dünyadaki emperyalizmin gerçek özünü oluşturur (Mommsen,1982:5). Buradaki devlet odaklı kavramsallaştırmada, emperyalizm belli bir devletin ve milliyetçiliğin gücünün ve üstünlüğünün artması anlamına gelmektedir. David landes ise emperyalizmi "Batı ülkeleri ve dünyanın geri kalanı arasındaki güçler dengesinin bozulmasının doğal bir sonucu olarak görmektedir; güçlü güçsüzün güçsüzlüğünden her alanda faydalanıyordu" (Landes,1961:511-512) Lenin'e göre emperyalizm kapitalizmin tekelci aşamasıydı. Tekelci finansörlerle sanayicilerin birleşmesi finans kapitali yarattı; finans kapitalde sermaye ihraç edecek yeni ekonomik alanlar arıyordu. Emperyalizm "dünyanın ekonomik olarak paylaşılmasıydı"(Lenin,1975). (6) "Tekeller, oligarşi, özgürlük tutkusu yerine egemenlik tutkusu, giderek artan sayıda küçük veya güçsüz ulusun, en zengin ve en güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi; bütün bunlar, emperyalizmin, onu asalak ve çürümeye yüz tutmuş kapitalizm olarak tanımlamamıza neden olan özelliklerini yaratmıştır. Burjuvazisinin, sermaye ihracı gelirleriyle ve "kupon keserek" giderek artan ölçüde yaşadığı "rantiye devletin", tefeci devletin kuruluşu, emperyalizmin gün geçtikçe ete kemiğe bürünen bir eğilimi olarak ortaya çıkmaktadır. Egemen devlet, kendi egemen sınıfını zenginleştirmek ve alt sınıflara rüşvet kabilinden sus payı vermek için, eyaletleri, sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri sömürmektedir. İşçi önderleriyle ve işçi aristokrasisini satın almayı mümkün kılacak ve proletaryanın üst katmanını alt katmanından sistemli biçimde ayırmaya yarayacak olan böylesi bir rüşvet, hangi biçimde olursa olsun, ekonomik açıdan yüksek tekel karları gerektirecektir (2)." Son olarak çeşitli kaynaklar emperyalizmi aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır: Bir ülkenin topraklarını genişletmesi Bir ulusun veya toplumun başka bir ulusu veya toplumu vergiye bağlaması Bir ulusun veya toplumun başka bir ulus veya toplumun topraklarındaki kaynaklardan yararlanması Bir ülkenin veya toplumun başka bir bölgeye kendi kültürünü yayması ve oranın halkını köle olarak kullanmasıdır. Kuramsal Yaklaşımlar a. Toplumsal-psikolojik kuram: Joseph Schumpeter,"Emperyalizm karakter bakımından atavistiktir, varlığını büyük ölçüde sürdürerek bugünkü her bir somut sosyal durumda önemli belirleyiciliği bulunan ilk çağların kalıntılarındadır. Diğer bir deyişle bugünden çok geçmiş yaşam koşullarından kaynaklanmaktadır, tarihin ekonomik yorumuyla ifade edilirse, mevcut üretim ilişkilerinden ziyade geçmiş ilişkilerden 58 Akademik Perspektif – Şubat 2015 kaynaklanır. Sosyal yapıda, bireylerde ve psikolojik duygusallık alışkanlığındaki bir atavizmdir." (Schumpeter,1968,65;cohen,1973,73) Schumpeter'e göre kapitalizm emperyalizmin ortaya çıkışında belirleyici faktör değildir; bu nedenle emperyalizmin kaynağı başka yerlerde özellikle de ulusların sosyal yapısında aranmalıdır (Cohen,1973;72). Schumpeter'e göre modern kapitalist toplumda sosyal işlevini kaybetmiş sınıf artıkları vardır. Bu sınıf, savaşçı sınıftır. Bu savaşçı sınıf bir süre sonra kendine yeni alanlar arar ve böylelikle içinde kültürel miras olarak alınan tutumları kullanarak emperyalist dürtülerine popüler destek sağlar; yani geçmiş askeri zaferlerin milliyetçiliğinden vazgeçmez (Cohen,1973;72-73). Özetle, Schumpeter geniş bir yorumla emperyalizmin kapitalizmden önce var olduğunu ve kapitalizm ve emperyalizm arasında bir ilişkinin bulunmadığını savunmuştur. Bu yaklaşıma göre, savunma gereksiniminin bir gerekliliği olan savaşçı sınıfın varlığını sürdürebilmesinin bir sonucu olarak emperyalizm ortaya çıkar. Mchael Barrant Brown'a göre emperyalizm,"dünya ekonomisindeki eşitsiz ilişkiler sistemini tanımlayan en uygun kelimedir." b. Marksist kuram: 1900'lerle birlikte, Rudolph Hilferding, Lenin ve Nikolai Bukharin basit sömürgecilik yerine ekonomik nüfuzun daha karmaşık şekillerine dikkat çekmişler ve pazarların, arz kaynaklarının ve yatırım yollarının hakimiyet altına alınması ile ilgilenmişlerdir. Hilferding, Marx'ın kapitalizmin yayılmasına ilişkin görüşlerini ele alarak bir sonuca ulaşmıştır. Bankaların kredi kaynakları üzerindeki kontrollerini, sermayenin yoğunlaşmasını, merkezileşmesini ve bankaların endüstriyel büyümeyi finanse etmedeki rolünü vurguladı (Cohen,1973;45-46). "Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme evresine ulaşmış kapitalizmdir"(Lenin,1969:111). Lenin emperyalist yayılmanın temelini kapitalist sistemin doğasında görür ve analitik yaklaşımını Hilferding'den alır. Lenin, kapitalist mücadelenin artık sermayenin dışarı çıkışından kaynaklandığını ileri sürer. I.Dünya savaşından önce dünya başlıca kapitalist ülkeler tarafından paylaşılmıştı; ama yatırım alanlarının yeniden paylaşılması savaşa yol açtı. Lenin’e göre savaş, kapitalist gelişmenin zorunlu sonucuydu. Lenin,"eşitsiz gelişme yasasını" geliştirerek emperyalist devletler arasındaki ilişkilerin süreklilik göstermeyeceğini savunmaktadır (3). Piérre Jaléé, emperyalizmi "uluslararası iş bölümünde ticarette ve sermaye hareketinde belirli ilişkileri vurgulayan ekonomik bir fenomen olarak (1968:15);Richard D. Wolff, "bir ekonominin diğer ekonomi üzerinde uyguladığı kontrol araçları ağı" olarak(1970:225) Thomas E.Weisskopf ise "kapitalizmin uluslararasılaşması olarak (1972:408) tanımlamaktadır. c. Liberal kuram ve diğer yaklaşımlar: Emperyalizmin siyasal boyutunu vurgulayan yazarlar farklı tanımlamalarda bulunurlar. Hans Neisser emperyalizmi 59 Akademik Perspektif – Şubat 2015 “bir ulusun doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasal yönetimi altına almak amacıyla bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma süreci” olarak tanımlar. Diğer yazarlar ise emperyalizm terimini askerî veya diplomatik baskı ve ekonomik nüfuz gibi dolaylı mekanizmaları da dikkate alarak genişletmektedirler; örneğin George H. Nadelve Perry Curtis emperyalizmi “egemenliğin veya kontrolün dolaylı veya dolaysız şekilde genişletilmesi” olarak tanımlarlar.(3) d. Muhafazakar kuram: 1870'li yıllarda İngiltere'de Başbakan Benjamin Disraeli’nin sömürge imparatorluğunu güçlendirme ve genişletme politikalarını tanımlamak için emperyalizm kavramına başvurulmuştur. Böylece emperyalizm, sömürgecilikle eş anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bu yaklaşıma göre emperyalizm, gelişmiş ülkelerde mevcut durumun muhafaza edilmesi için bir gereklilik ve hak olarak görülmektedir. Tarihsel Dönem ve Kullanım Collier's Encyclopedia emperyalizm tarihini üç büyük evreye ayırmaktadır: Birincisi, 16. yüzyıla kadar devam eden ve imparatorlukların genişlemesi ile ilgili olan evredir; ikincisi coğrafi keşiflerle başlayıp 19.yüzyıla kadar devam eden emperyalizmdir, eski emperyalizm olarak adlandırılmaktadır; üçüncüsü yeni emperyalizmdir ve yaklaşık 1880’lerde başlamış ve sömürgelere yeniden büyük ilgi duyulmasına, Asya ve Afrika’nın paylaşılmasına yol açmıştır. 15. yüzyılın sonlarından başlayarak farklı Avrupa devletlerinin dünyanın genişçe alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeleriyle ortaya çıkan siyasal ve ekonomik aşama veya olgu. Batı Avrupa ülkelerinin kapitalizmin eşiğine yabancı halklardan öncesinde ulaşmaları temelinde yükselmiş, dünya üzerindeki doğal zenginliklerin, hazırlıklı servetlerin ve pahalı olmayan emek depolarının yağmalanması yoluyla gene Avrupa’da sermaye birikimini hızlandırmıştır. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ise yerel kaynak ve kültürlere, tarih, inanç, lisan ve örgütlenme deneyimlerine zarar vererek bu halkların uzun süre boyunduruk altında tutulmasına, yoksulluğa, geriliğe, kendi sanayi devrimlerini ve modernleşme süreçlerini özgürce yaşayamamalarına yol açmıştır. Sözcüğün Batı dillerindeki karşılığı olan ”kolonileştirme ” , sömürgecilik buna benzer aksi çağrışımlar taşımaz; koloni kurma, Hıristiyanlığı yeni topraklara götürme, uygarlaştırma buna benzer anlamlara yüklüdür. Emperyalizmin tarihi başlıca 4 aşamada incelenebilir. Bunlardan ilk ikisi Avrupa’nın genişleme dönemini kapsar ve birincisi kabaca 1763 Paris Antlaşması’na değin, ikincisi 1763’ten yaklaşık 1875′e değin uzanır. Üçüncü aşamayı 1875 – 1914 arasındaki yeni emperyalizm döneminde çağdaş sömürge imparatorluklarının tekrardan oluşturulması veya tamamlanması ile iki dünya savaşı aralarında zorla da olsa varlıklarını koruması oluşturur. 1945′in ardından ise yeryüzünün genç uluslarının bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşmalarıyla sömürgesizleşme zamanı sürat kazanır. Bu aşamalardan ilkinde önce Portekiz ve İspanya, sonrasında Fransa ve Hollanda, en son da İngiltere öne çıkmış, ikinci aşamayı İngiliz egemenliği belirlemiş, üçüncü aşamada İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman, Rus, Japon ve Amerikan çıkarları arasındaki rekabet iki büyük savaşın maddi, siyasal ve ideolojik temelini oluşturmuştur. 60 Akademik Perspektif – Şubat 2015 15. ve 16 yüzyıllarda gerçekleşen coğrafi keşifler yeni kıtaların Avrupa ülkelerince sömürgeleştirilmelerine yol açtı. İlk coğrafi keşifler ile sömürgeci yayılma Portekiz ve İspanya krallarının ayrıcalık tanıdığı ticari şirketler vasıtası ile gerçekleşti. 1494′de papa yeni keşfedilen toprakları Portekiz ile İspanya aralarında paylaştırdı. Afrika kıyıları, Hindistan ve Brezilya Portekiz’e, geride olan yerler İspanya’ya bağışladı (5). Ardından 2.dünya savaşıyla sömürü altında olan ülkelerin çoğu bağımsızlığını kazandı. Ama emperyalist ülkeler, bu ülkeler üzerindeki ekonomik, teknolojik ve sanayisel hâkimiyetlerini hep sürdürdüler ve böylelikle bugün de emperyalizmin hayatını sürdürdüğünü kolaylıkla görebiliyoruz. * Talat Burak Düzenli/On dokuz Mayıs Üniversitesi/Siyaset Bilimi Ve Kamu Yönetimi 61 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Sosyal Medya ve Bilişim Suçları Fatih Yılmaz Akan* Geçtiğimiz günlerde tarih alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan Prof. Dr. Engin Akarlı ile hayatı ve ülkemizde tarihçilik üzerine kısa bir sohbet yaptık. Hocamız hem tarih öğrencilerine öğütlerde bulundu hem de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün ülkemiz için öneminden söz etti. Bilgiye ulaşmak çok daha kolay olmalıydı! Dünyadaki her bilgiye ulaşmalı her an kontrol edebilmeleri gerekiyordu. Intranet, Internet derken tahmin bile edemedikleri bir hızla stratejiler teknolojiyi iteleye iteleye bugünlere getirdi. Baktılar böyle olmuyor bilgiye ulaşmak her an mümkün olmalı fikrinden hareketle dünyanın kaderinin önünden çekildiler. Kader de bizi bugünlere getirdi. Online olmanın bir adım gerisinde, telefonu almadan ekmek almaya çıktığınızda unuttuğunuzu hatırladığınız andan itibaren hızlanan adımlar vardır. Ya biri arar da ulaşamazsa diye! Nefesiniz hızlanır, çoğu zaman geri dönerdiniz telefonu almak için. Artık o devir de bitti, gerçek zamanlı yaşıyoruz her şeyi! Hiçbir şeyi kaçırmıyoruz, kaçırmamalıyız! Hayat şimdi daha hızlı akıyor. Evet, herkesin bir IP'si olmalıydı. Önceleri üniversiteler arasında kurulan iletişim ağları intranetlere daha sonra internete dönüştü. Bir zamanlar internet sadece bilgisayarlarda kullanılabiliyorken şimdilerde cebimize girdi. Büyüdü büyüdü ve artık herkes bu mecrada kendine bir yer satın almış ya da alma gayretine girmiş durumda. Artık herkes her an “online” olma gayretinde. Şimdi artık kim kiminle arkadaş? Kim kimi tanıyor? Kimin kiminle tanışma ihtimali var biliniyor? Kim ne zaman neredeydi? Hatta ne zaman nerede olacağa kadar! Devasa kapasitelerde veri tabanları bizim gerçek zamanlı hayatımızı an be an kaydediyor. Artık istedikleri bilgiye her an erişebilme imkânları var. Çünkü herkesin bir IP’si var artık. 11 Eylül hadisesinden sonra 10 yıl süreli olarak çıkarılan PatriotAct yasası ise 62 Akademik Perspektif – Şubat 2015 bütün bu yukarıda saydıklarımıza kanuni zemin oluşturuyor. Süresi güvenlik riskleri nedeniyle uzatıldı. Yani Amerika interneti yasal olarak dinliyor! Evet, buraya kadar çizdiğimiz perspektif 80'lerde strateji, 90'lardan sonra teknoloji ve şimdilerde de sosyoloji ile harmanlanan dünyamızın kısa ve net bir özeti ve bir çoğumuzun da bilmediği sonucu idi. Sosyal medyanın asosyal insanları olmanın dayanılmaz hafifliğiyle bulutların üzerinde surf yaparken eğer dikkat etmezseniz birileride diğer tarafta aynı hafiflikle hesaplarınız arasında surf yapıyor olabilir! İşte en temel örnekle buna da biz bilişim suçu diyoruz! Sanal âlemde her insan iyi niyetli olmayabilir. Hatta iyi niyetli olmayan insan sayısının her geçen yıl suç oranına bakacak olursak %100 arttığını görüyoruz. Buda bize artık internet ortamında daha dikkatli olmamız gerektiğini kanıtlıyor. Bilişim suçları temelde birçok farklı alanı kapsamaktadır. Kredi kartı hırsızlığından tacize, dolandırıcılıktan hakarete, pornografik içerikten çocuk istismarına, şirketlerin bilişim sistemlerine izinsiz erişimden bir yazılımı izinsiz kullanıma kadar farklı birçok konu bilişim suçu olarak değerlendirilmektedir. İnternet ortamında son zamanların en popüler konuları Sosyal Medya olarak adlandırılan çeşitli paylaşım platformları olarak öne çıkmaktadır. En yoğun suç işlenen ortamlar da yine bu platformlar olarak görülmektedir. Sosyal Medya platformları insanların internet ortamında her türlü bilgi ve belgeyi ister sınırlı ister sınırsız erişim seçenekleriyle paylaşabildikleri ortamlardır. İnternet, insana mahsus duygu ve düşünce kavramlarına sahip olmadığından üzerinde yaşattığı platformalar da böyle bir kavrama sahip değildir. Yani bir web sitesi bilgisayarın başındaki insanın cinsiyetini, yaşını veya ruh hali gibi hiçbir bilgiyi anlayamaz algılayamaz. Sadece aldığı cevaplar ile yetinmek ve bu bilgilere göre hareket etmek durumundadır.O halde bir internet sitesi örneğin 18 yaşından küçükler için uyguniçerik barındırmıyorsa ana sayfasına bu seçenekleri koyması bilgisayar karşısındaki insanın bu siteye girmesine engel teşkil etmez. Kişi 18+ butonuna basarak siteye girebilir. Bu durum ise suça sebebiyet vermenin en temel noktalarından birini oluşturmaktadır. Öte yandan twitter veya facebook üzerinden kanunen suç teşkil eden bir resim veya yazının başka bir kişi tarafından paylaşılmasının suç olabilmesi için o kişinin hangi niyetle paylaştığından emin olunması gerekir. Amaç suçu yaymaksa suça ortak olunabileceği gibi paylaşılan içeriği protesto amacıyla tekrar paylaşmak suç olmayabilir. Bilgisayar ve internet siteleri bu duygu ve düşünceleri de anlayamaz ve yorumlayamaz. Gerçek hayatta suç olan, sosyal medyada da suçtur. Özgürlük kavramı her ne kadar sosyal medya ortamlarında çok daha geniş anlamlar ifade etse de belirli sınırlar içerisinde hareket etmek, duygudan anlamayan klavyenin diliyle yazıp çizmek her zaman için bir adım daha güvende olmamıza yardımcı olacaktır. Sosyal Medya’da maalesef her geçen gün kötü niyetli insanların hızla arttığı göz önünde bulundurulduğunda söylenecek ve hiç akıldan çıkarılmaması gereken en güzel söz “Güven, kontrole mani değildir” sözüdür. Facebook üzerinden en yakın arkadaşınızdan dahi enteresan bulduğunuz bir paylaşım aldığınızda yüzde yüz doğru düşüncesiyle hareket etmek en büyük yanlış olur. Bu bakıp geçilecek bir resim ya da fıkra olabileceği gibi aksiyon gerektiren 63 Akademik Perspektif – Şubat 2015 bir durumda olabilir. Dolayısı ile arkadaşınızın başkası tarafından ele geçirilmiş hesabı üzerinden gelen bilgi ne derece doğru olabilir? Bu ve benzeri durumlar sosyal medya ortamında karşılaşılan en fazla suç öneklerindendir. Özellikle aksiyon alınması gereken bir hadise var ise telefon v.s ile teyit edilmesi her açıdan sağlıklı olacaktır. kişilerin ve kurumların haklarının korunması amaçlanmıştır. Lakin birçok noktası eksik ve geliştirilmesi gerektiği bütün uzmanlarca belirtilmektedir. En son Şubat 2014 tarihinde güncellenen kanun her geçen gün gelişmekte olan teknolojilerin ortaya çıkardığı farklı sosyal medya platformları üzerinde işlenen suçlara maalesef cevap verememektedir. Öte yandan insanlar bazen internet ortamındaki rahatlıktan dolayı hakarete varan yazışmalar yapmakta bir mahzur görmedikleri durumlarla artık sıkça karşılaşıyoruz. Ancak internet ortamında da olsa bir hakaret alenen yapıldığı delillerle tespit edilirse cezası yüz yüze yapılan hakaretten daha ağır olabilmektedir. Bunun nedeni internet ortamında aleni olarak yapılan hakaretin bir anda yüzlerce hatta binlerce insana ulaşarak yayılabilmesidir. Uzmanlar sosyal medya ortamlarında hakarete maruz kalındığında mutlaka suç duyurusunda bulunulmasının toplum nezdinde sosyal medya ortamında işlenecek suçlar hakkında insanların daha hızlı bilinçlenmesine katkı sağlayacağını belirtmektedirler. Bilişim suçları ayrıca TCK içerisindeki Bilgisayar yoluyla sahtecilik, dolandırıcılık v.s gibi 503, 507, 316, 368’nolu maddeler ve 5846'nolu Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında değerlendirilir ve cezalandırılır. Adli Bilişim çalışması gerektiren durumlar ise CMK 134'de tanımlanmıştır. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte internet ortamındaki suçlarda her geçen gün farklılaşarak artmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesinde internet ortamında veya bilişim sistemlerine karşı işlenen suçların nasıl cezalandırılacağı açıkça belirtilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Bilişim Suçları Araştırma Büro Amirliği bu konuda tam yetkili olarak çalışmaktadır. Türkiye’de bilişim suçları hakkında 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi” hakkında kanun vardır. Bu kanun ile internet ortamında işlenen suçlara karşı İnternet de özellikle sosyal medya platformlarında işlenen suçların kanun karşısında karşılık bulması için ilgili uygulamanın suçun işlendiği ülke de yerleşik bir adresinin bulunması ve o ülke mahkemelerini tanıması gerekir. Örneğin facebook ve twitter üzerinden bir resim ya da hakkınızda hakaret içeren belgeyi kaldırtmanız için Amerika mahkemelerinde dava açmanız gerekebilir. Bilindiği kadarıyla Twitter’ın ülkemizde ofisi bulunmamaktadır. Yazıya başlarken kısaca bahsettiğimiz herkesin bir şekilde takip altında olup yapılan her işlemin kaydedilmesi konusuna geri dönecek olursak, PatriotAct yasasının Gmail ve Hotmail gibi email sistemlerinin milyonlarca veri tabanları içerisinde arama yapabilecek kadar yetki ile hükümeti donatmasının mutlaka çok önemli bir sebebi olduğu kanısına varırız. O halde hiç farkında olmadan bir suça ortak olmak ya da suç teşkil eden hiç girmediğiniz bir siteden hiç çıkmadığınız suçlamasıyla karşı karşıya kalmak internet dünyasında pekâlâ mümkün olabilecek durumlardır. Her ne kadar tüm dünya internet ortamlarında 64 Akademik Perspektif – Şubat 2015 işlenen suçlar ile mücadele konusunda kararlılıkla mücadele ediyormuş gibi görünse de istihbarat örgütlerinin en yoğun bilgi kaynaklarının yine sosyal medya platformları olduğunu unutmamak gerekir. Biraz hayalî gelebilir ancak yıllarca facebook ile aile, eş dost ve akraba ilişkilerimizi paylaştığımız istihbarat birimleri resimlerden tam olarak bizi tespit edemediği için vesikalık resimlerimizi toplamak adına çıkardığı selfie çılgınlığı tüm dünyayı kasıp kavururken foursquare ile ayak izlerimizi kaydetmekteler. Bütün bunları birleştirdiğinizde aslında büyük fotoğrafın daha da netleştiğini göreceksiniz. Bu demek değildir ki sosyal medyayı kesinlikle kullanmayın. Bilinçli ve dikkatli kullanın. İyi niyet her zaman iyi meyve verir derler. Bu söz Sosyal Medya’da böyle olmayabilir! * Fatih Yılmaz Akan, İstanbul Bilgi Üniversitesi 65 Akademik Perspektif – Şubat 2015 66 Akademik Perspektif – Ocak 2015 Türkiye Dış Politikasında Geçtiğimiz Ay Hazırlayan: Caner Akkaya 1 Ocak 2015: Türkiye ile İran arasında karşılık vergi indirimi getiren Tercihli Ticaret Anlaşması yürürlüğe girdi. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Türkiye ile İran arasında imzalanan ve bugün itibariyle yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşması ile “Türkiye’den 140, İran’dan 125 olmak üzere toplamda 265 üründe gümrük vergilerinin çok aşağıya çekileceğini ve bazılarının hemen hemen sıfırlanacağını” söyledi. Anlaşma ile halihazırda 13-14 milyar dolar aralığında olan iki ülke dış ticaret hacminin 2015 sonuna kadar 35 milyar dolar olması hedefleniyor. İlerleyen süreçte karşılaşılabilecek muhtemel sorunların çözümü ve anlaşmanın işleyişini denetlemek üzere iki ülke tarafından teknik heyetler her ay düzenli olarak toplanacaklar. Bakan Zeybekci bununla ilgili olarak; “Bu heyetler, anlaşmanın her maddesini tek tek kontrol edecekler. Tercihli Ticaret Anlaşması nasıl işliyor, sonuçları ne, engeller var mı, bunları inceleyecekler. Ayrıca bu yıl sonuna kadar, 265 olan ürün grubunu 290’a, 300’e çıkarmakla ilgili de bir çalışma sürecini bu şekilde başlatmış oluyorlar.” açıklamasında bulundu. 10 Ocak 2015: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afganistan görev süresi uzatıldı. NATO liderliğinde icra edilmekte olan ISAF Harekâtı 2014 yılı sonunda tamamlanmıştır. Bu tarihten sonra NATO’nun Afganistan’la ilişkilerinin temel unsurlarından birini Kararlı Destek Misyonu oluşturacaktır. 20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde Şikago’da ve 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler’de gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde, 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması öngörülen Kararlı Destek Misyonu’nun muharip bir nitelik taşımaması ve Afgan makam ve kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla iki yıl icra edilmesi planlanmakta; Afgan ulusal güvenlik güçlerinin ülke genelinde 67 Akademik Perspektif – Şubat 2015 güvenlik sorumluluğunu üstlenmesi hedeflenmektedir. bütünüyle NATO üyesi olan Türkiye ise bu doğrultuda, TSK’nın NATO bünyesinde 2 yıl daha Afganistan’da kalmasını sağlayan kararı aldı. Bu karara göre; TSK unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurtdışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için Türkiye üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye’de bulunması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Hükümete iki yıl süreyle izin verilmiştir. 11 Ocak 2015: Fransa’daki terör saldırısı üzerine Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinden çeşitli açıklamalar geldi. 7 Ocak 2015 tarihinde, Fransızca yayın yapan karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun Paris ofisine düzenlenen, 12 kişinin ölümü 11 kişinin yaralanması ile sonuçlanan terör saldırısı ve sonrasında yaşanan gelişmelere, Türkiye de sessiz kalamadı. Saldırıyı kınadığını Cumhurbaşkanlığı ve hükümet düzeyinde dile getiren Türkiye, terör saldırılarında devletlerin dayanışma içinde bulunması gerektiğini vurguladı. Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Fransuva Hollande’ı telefonla arayarak başsağlığı dileklerini iletti. Erdoğan, olayın bir terör saldırısı olduğunu ve terörizmle mücadele de her türlü işbirliğine açık olunduğunu sözlerine ekledi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, bu terör saldırısını kınadı ve bu olayın Avrupa’da var olduğunu iddia ettiği; ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamafobi gibi kavramlarla ilişkilendirdi. Başbakan Ahmet Davutoğlu da benzer açıklamalarda bulunarak her türlü terör faaliyetinin kabul edilemez olduğunu dile getirdi. Ayrıca Davutoğlu, Paris’te düzenlenen teröre karşı dayanışma yürüyüşüne de katıldı. Böylece kanlı saldırıları kınayan devlet yetkilileri arasındaki yerini almış oldu. 12 Ocak 2015: Başbakan Ahmet Davutoğlu beraberindeki heyet ile Almanya’yı ziyaret etti. Berlin’de bir araya gelen Ahmet Davutoğlu ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel, görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında, çeşitli konularda soruları yanıtladılar ve açıklamalarda bulundular. Şansölye Merkel görüşmeye ilişkin, ‘’Türkiye’deki siyasi konuları ele aldık. Fikir özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü bu konulardan bazılarıdır. Sayın Davutoğlu’nun da desteklediği dini konulardaki gelişmelerin, tarafımızdan çok önemsendiğini dile getirdik. Tabii ki terör konusunu da ele aldık, Türkiye IŞİD’den yakından etkilenmektedir. Irak’taki yeni hükümet ile ilgili de benzer düşüncelere sahip olduğumuzu dile getirdik.’’ açıklamasında bulundu. Davutoğlu ise, Fransa’da gerçekleşen terör saldırısına da atıfta bulunarak Almanya ve tüm Avrupa’da bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına seslenerek, yaşanan gelişmelerden endişe duyulmaması gerektiğini dile getirdi. IŞİD konusuna değinen Davutoğlu, ‘’IŞİD’den en fazla zarar gören ülke Türkiye’dir. 2 milyon dolaylarında mülteciye ev sahipliği yapıyoruz. Biz sınırlarımızı masum siviller için açtık, terör unsurları için değil.’’ sözleriyle konuya açıklama getirdi. 68 Akademik Perspektif – Şubat 2015 12 Ocak 2015: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ile Hamas arasındaki ilişkilerin ABD tarafından eleştirilmesine yönelik olarak bir açıklama getirdi. Çavuşoğlu Türkiye’nin Ortadoğu’da barışa katkı sağlamak istediğini dile getirerek, ‘’bir çözüm olduğu zaman, Hamas’ı bağımsız bir İsrail’i tanıma noktasında dahi ikna etmiştik.’’ dedi. Dolayısıyla eleştirilere anlam veremediğini dile getiren bakan Çavuşoğlu, ‘’Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Ayrıca bir de uluslararası hukuk kuralları var. Bu doğrultuda yapılan eleştirileri doğru bulmuyoruz. Türkiye’ye kimin girip, kimin giremeyeceği kanunlarla bellidir. Terör amaçlı ise giremez, diğer türlü üçüncü aktörlerin duruma saygı göstermesi gerekir’’ açıklamasında bulundu. Çavuşoğlu açıklamasının devamında, ‘’Filistin çözüm istiyor ama maalesef İsrail istemiyor. İsrail’in bu tutumunu gören Avrupa ülkeleri de en azından Filistin’i tanıyarak çözüme ulaşmak istiyor. ABD gibi müttefiklerimizin bunu görmesi lazım. Koşulsuz desteğin çözüme katkısı yok. Yani ABD’nin çabalarının bir karşılığı yok ve İsrail’in tutumunda bir değişiklik yok. Dolayısıyla Avrupa’daki bu anlayışa herkesi sahip olması gerekir.’’ sözlerini dile getirdi. 15 Ocak 2015: İran, karşılıklı taşımacılık yapmak üzere İran topraklarına giren Türkiye taşıtlarından aldığı fiyat farkını düşürdü. Transit taşımacılık faaliyetlerinde 1 Şubat 2015'ten itibaren mühürleme uygulamasına geçilmek suretiyle İran topraklarına giren Türk taşıtlarından akaryakıt fiyat farkı adı altında herhangi bir ücret alınmayacak. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve İran İletişim ve Enformasyon Bakanı Mahmud Vaizi, Ankara Palas'ta bir araya geldi. Yılmaz ve Vaizi, burada Türkiye ile İran arasında akaryakıt fiyat farkı uygulamasından kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik olarak yürütülen görüşmelere ilişkin toplantı zaptını imzalandı. Buna göre, transit taşımacılık faaliyetlerinde 1 Şubat 2015'ten itibaren mühürleme uygulamasına geçilmek suretiyle İran topraklarına giren Türkiye taşıtlarından akaryakıt fiyat farkı adı altında herhangi bir ücret alınmayacak. İkili taşımacılık yapmak üzere İran topraklarına giren Türkiye araçlarından 15 0cak 2015 tarihinden itibaren akaryakıt fiyat farkı litre başına 1,60 avrodan 0,30 avroya düşürülecek. Tüm sınır kapılarında ilk gelen ilk geçer kuralı uygulanacak. 15 Ocak 2015: Başbakan Ahmet Davutoğlu, Brüksel’de gerçekleşen Avrupa’nın Dostları toplantısında, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkileri donduracağı yönündeki açıklamaları yorumladı. ‘’AB, Türkiye’yi almazsa beklemeyiz.’’ diyen Davutoğlu, Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye getirileri olacağı yönündeki düşüncelerini ise, “Buna tarih karar verecek ve bir gün eminim Avrupalı liderler, Türkiye’nin üyeliğinin getirilerini anlayacak.” sözleriyle ifade etti. Özellikle Almanya, Fransa, Birleşik Krallık gibi Batı Avrupa ülkelerine atıfta bulunan Davutoğlu, ‘’Nüfus sebebiyle Türkiye üyeliğinden korkuyorsanız, kendinize güvenmiyorsunuz demektir.'' dedi. Davutoğlu, ‘’Açıkça söylemek gerekirse, süreç 2-3 yıldır zaten durmuş durumda.’’ diyerek, sürecin bir ivme kazanamadığını fakat bu durumun Türkiye’den değil, Avrupa Birliği politikalarından kaynaklandığını vurguladı. 19-21 Ocak 2015: Başbakan Ahmet Davutoğlu, Birleşik Krallık Başbakanı David 69 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Cameron ile görüştü ve liderler görüşmeye ilişkin bazı açıklamalarda bulundu. Türkiye ile İngiltere arasında birçok alanda stratejik ortaklığın önemini vurgulayan Davutoğlu, Londra ziyareti çerçevesinde İngiliz yatırımcılar ve finansal sektör yetkilileriyle bir araya gelme fırsatı bulduğunu dile getirdi. Davutoğlu, Cameron ile yaptığı görüşmelere ilişkin ise; iki ülke arasında stratejik ortaklığın bozulamayacağına kanaat getirdiğini söyledi. ‘’İster Ortadoğu'da olsun, ister Suriye'de, ister Irak'ta, ister Ukrayna'da ya da başka bir yerde olsun, Türkiye ve İngiltere zorluklara karşı omuz omuza duracaktır.’’ Diyen Davutoğlu böylece, uluslararası arenadaki verilen önemli kararlar üzerinde İngiltere ile ortak hareket edildiğini vurgulamış oldu. Birleşik Krallık Başbakanı Cameron ise, "Ülkelerimiz NATO üyesi. Dolayısıyla Ukrayna konusunda Rusya'ya karşı durmanın önemini konuşmalıyız. Bir diğer konu da aşırıcı teröre karşı verilen mücadele. IŞİD'le birlikte gördüğümüz korkunç durum ve Suriye'deki geçiş sürecinin gerekliliği gibi konuları da bu akşam görüşeceğiz." diyerek görüşmelere açıklık getirdi. 70 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Avrupa’da Geçtiğimiz Ay Hazırlayan: Selin Duran 1 Ocak 2015: 7 yıllık bir gecikmenin ardından Euro’lar geniş güvenlik önlemleri çerçevesinde kamyonlarla Litvanya’ya giriş yaptı. Ülke para birimi Lita’nın 2002 yılından bu yana Euro’yla değiştirilmesi bekleniyordu fakat beklenmedik ekonomik kriz planları alt üst etti. Yakın zamanda Euro’ya geçen diğer iki Baltık ülkesi Estonya ve Letonya’nın yeni para biriminin ardından yaşamış olduğu olumlu tecrübe Litvanya’ya güven verdi. Baltık ülkesi Litvanya’nın da katılımıyla da 27 üyeli Avrupa Birliği’nde resmi para birimi Euro olan ülkelerin sayısı 19’a çıktı. Euro’yu kullanan AB vatandaşlarının sayısı 337 milyona ulaştı. Nüfusu 3 milyona ulaşan Litvanya’da Euro’ya geçilmesiyle ülkenin uzun vadede gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 1,3 artacağı tahmin ediliyor. 2015’teyse bu oranın 2,9 olması bekleniyor. 2009 krizinde Litvanya ekonomisi yüzde 15 küçüldü. Ancak ülke sıkı bir tasarruf politikasıyla zorlukları aşmayı başardı. Litvanya’nın bu başarısı AB Komisyonu’nun ekonomik ve parasal işlerden sorumlu üyesi Pierre Moscovici tarafından fark edildi ve övüldü. Litvanya’nın Euro ile akıbeti önümüzdeki dönemlerde belli olacak. ise 5 Ocak 2015: Ocak ayının ilk haftasında Alman Der Spiegel dergisinde yayınlanan bir haber konu ile ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Der Spiegel Yunanistan’da anketlerde önde giden radikal sol Syriza partisinin iktidara gelmesi halinde ülkenin Euro Bölgesi’nden ayrılmasının kaçınılmaz olacağını yazdı. Avrupa Komisyonu ise Euro Bölgesi üyeliğinin geri dönüşü olmadığını, antlaşmalarda Euro Bölgesi’nden ayrılmaya dönük herhangi bir mekanizma bulunmadığını belirtti. Yunanistan’ın içinde bulunduğu durumu değerlendiren Avrupa Politika Çalışmaları Merkezi Direktörü Daniel Gros Euro Bölgesi’nde kalıp kalmamak Yunanistan’a bağlı dedi: “Durum 2012 yılından çok farklı zira hiç kimse Yunanistan’ın ayrılması için baskı yapamaz. Eğer Yunanistan Euro Bölgesi’nde kalmak istiyorsa, bunun için fazla para gerekmiyor. İki yıl önce durum çok farklıydı. Eğer Yunanistan borcumuzu ödemiyoruz ancak Euro Bölgesi’nde kalmak istiyoruz derse diğerlerinin yasal ve 71 Akademik Perspektif – Ocak 2015 pratik anlamda buna karşı yapabileceği çok şey yok.” Anketlerde önde giden radikal sol Syriza, Yunanistan’ın kurtarma programının şartlarını yeniden müzakereye açma sözü veriyor. 6 Ocak 2015: Belçika’da tecavüz ve cinayet suçlusu Frank Van Den Bleeken’in ötanazi talebi Adalet Bakanlığı tarafından reddedildi. Ötanazi talebinin yerine getirilmesine 5 gün kala mahkûmu muayene eden doktorlar ötanazi sürecine son verme kararı aldı. 26 yıldır cezaevinde bulunan Van Den Bleeken’in Gent şehrinde bir psikiyatri kliniğine yatırılacağı belirtildi. Belçika Adalet Bakanı KoenGeens talebin yerine getirilemeyeceğini söyledi: “Bazı insanlar ile yakından ilgilenemedik. Bu konuda başarısız olduk. Medeni bir devlet olarak bunun bir an önce değişmesi gerekiyor.” 52 yaşındaki mahkûmun avukatı müvekkilinin ‘katlanılmaz psikolojik sıkıntılarını dindirmek için’ yıllardır ötanazi talebinde bulunduğunu belirtti. Ötanazi talebinde bulunan kişinin kararı verirken muhakeme yeteneğinin ve bilincinin yerinde olması koşulları aranıyor. Belçika 2002 yılında ötanaziyi yasallaştırmıştı. 7 Ocak 2015: Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’na yönelik tepkiler giderek artarken, Avrupa Komisyonu konu ile ilgili bazı gizli belgeler yayınladı. Avrupa Komisyonu’nun ticaretten sorumlu üyesi Cecilia Malmström her şeye rağmen bazı hassas konuların gizli kalması gerektiğini belirtti: “Daha önce de belirttiğim gibi özellikle pazara erişim, kotalar ve tarifeler konusunda bazı bilgiler yayınlanamaz. Bunlar çok hassas konular ve görüşmelerde belli bir gizlilik gerektiriyor.” AB vatandaşlarının şikayetlerini incelemekten sorumlu Avrupa Ombudsmanı sözcüsü GundiGadesmann gelişmeleri memnuniyetle karşıladığını belirtti ancak daha fazla şeffaflık gerektiğini söyledi: “Üzerinde anlaşılan metinler hakkında daha fazla şeffaf olunması gerektiğini düşünüyoruz. Müzakereler tamamlanmadan önce hem Avrupa Birliği’nin hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin pozisyonunu görmek gerekiyor.” Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturması planlanıyor. Vatandaşlar hayat standartlarının düşmesinden endişe ediyor. 7 Ocak 2015: Daha önce Muhammed peygamberle ilgili karikatür yayımladıkları gerekçesiyle ırkçı saldırıların hedefinde olan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'teki bürosuna bir silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda 10'u gazeteci, ikisi polis olmak üzere 12 kişinin yaşamını yitirdi. Saldırıda en az 10 kişinin yaralandığı ve yaralılardan beş kişinin durumunun kritik olduğu kaydedildi.Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, saldırıyı üç kişinin gerçekleştirdiğini tespit ettiklerini açıkladı.Cazeneuve, "Bu üç suçluyu yakalayacağız" dedi. Fransız basını, saldırıda ülkenin en önemli karikatüristleri arasında yer alan derginin genel yayın yönetmeni StephaneCharbonnier (Charb) ile çizer Jean Cabut'nun (Cabu) öldüğünü duyurdu. Georges Wolinski ve 'Tignous' olarak da bilinen Bernard Verlhac'nın da ölenler arasında yer aldığı kaydedildi.Ekonomist, yazar Bernard Maris'nin de yaşamını yitirdiği açıklandı.Dergide bir toplantı düzenlendiği için tüm çalışanların binada bulunduğu, saldırının bu sebeple bugün gerçekleştirildiği kaydedildi. Bazı çalışanların saldırı sırasında çatıya çıkarak kurtulduğu belirtildi. Charlie Hebdo'nun 72 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Genel Yayın Yönetmeni GerardBiard ise Londra'da olduğu için saldırıdan kurtuldu.Fransız polisi derginin ve bazı basın organlarının son günlerde tehdit aldığını kaydetti. Fransa'da alarm seviyesi en üst düzeye çıkarıldı. Dergi binasının bulunduğu 11'nci bölgedeki okullarda tahliye işleminin başladığı kaydedildi.Dergi binasına gelen Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, "Bu bir terörist saldırıdır. Kimse özgürlüğe saldıramaz. Bugün 11 kişi yaşamını yitirdi ve Fransa bu olayın sorumlularını bulacaktır. Fransa şu anda tam bir şokla yüz yüze, birlik içinde olduğumuzu göstermeliyiz" dedi. Hollande, saldırının Müslümanlara mal edilmemesi gerektiğini vurguladı.Hollande ayrıca ülkede alarm seviyesinin yükseltildiğini ve geçmiş haftalarda bazı terörist saldırıların engellendiğini duyurdu.Beyaz Saray da saldırıyı kınayan bir açıklama yayımladı. Başkan Barack Obama'nın sözcüsü, "ABD'nin yaşamını yitiren kişilerin aileleri ve yakınlarıyla dayanışma içinde olduğunu" söyledi.Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon ise "Bu, demokrasi, basın ve ifade özgürlüğüne doğrudan bir saldırıdır. Saldırı bizi bölmeyi amaçlıyor. Bu tuzağa düşmeyelim, şimdi birlik zamanıdır" dedi.Fransa'daki Müslüman kamuoyunun önde gelen isimleri de dergi binasına giderek saldırıyı kınadı. Liderler, "Saldırı bizi de hedef aldı, hepimiz kurbanız. Onlar *saldırganlar+ sadece bir azınlığı temsil ediyor" dedi.Saldırının ardından yaşamını yitirenleri anmak ve dergiyle dayanışma göstermek için Twitter'da'#JeSuisCharlie' (Ben Charlie'yim) etiketi açıldı ve yüzlerce destek mesajı paylaşıldı. 8 Ocak 2015: Paris’te Charlie Hebdo’ya düzenlenen ve 12 kişinin ölümüne sebep olan kanlı saldırıya tüm dünyadan tepki yağdı. Olayın gerçekleiştiği 7 Ocak günü akşam saatlerinde Avrupa başkentlerinde binlerce kişi “Hepimiz Charlie’yiz” sloganlarıyla sokağa indi. Tıpkı Avrupa Parlamentosu’nun önündeki Lüksemburg Meydanı’nda olduğu gibi. Charlie Hebdo saldırısında katledilenler Londra’da da anıldı. Başkentin ünlü Trafalgar Meydanı’nda bir araya gelenler “ifade özgürlüğünü vurgulamak” için havaya kalem kaldırdı:Berlin’de de protesto gösterisi vardı. Fransa Büyükelçiliği önünde toplananlar, teröre lanet yağdırdı:Saldırının protesto edildiği adreslerden biri de Madrid’di. Ellerinde “Hepimiz Charlie’yiz” yazan pankartlarla Fransa Büyükelçiliği önünde toplanan kalabalık, saldırıyı kınadı. Charlie Hebdo’ya düzenlenen kanlı saldırı sadece Avrupa’da değil, ABD ’de de yankı buldu. Soğuk havaya rağmen Manhattan’da toplanan toplanan yüzlerce kişi, saldırıyı protesto etti. 14 Ocak 2015: Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo, ekibin yarısının katledildiği saldırıya rağmen son sayısını zamanında çıkarmayı başardı. Haftada bir Çarşamba günleri bayilerde yerini alan Charlie Hebdo'nun yeni sayısı, dergi merkezinin basılmasından tam bir hafta sonra dağıtıma verildi.Son sayının 25 ülkede, 3 milyon adet basıldığı açıklandı. Son sayının kapağında Hz. Muhammed yer alıyor. Beyazlar içindeki figür, "Hepimiz Charlie'yiz" (Je Suis Charlie) yazılı bir döviz tutuyor. Gözlerinden yaşlar gelen figürün üstünde ise "Her şey affedildi (toutestpardonne)" ibaresi yer alıyor. 16 Ocak 2015:Belçika’da terör hücrelerinin polise saldırı hazırlığı içinde oldukları istihbaratı üzerine 12 adrese baskın düzenlendi. 2’si Fransa’da olmak üzere toplam 15 kişi terör şüphesi ile gözaltına alındı. En fazla 4’e çıkabilen tehdit düzeyi ülke genelinde 2’den 3’e yükseltildi.Belçika Başbakan Yardımcısı Alexander De Croo tehdit düzeyinin yükseltilmesinin 73 Akademik Perspektif – Şubat 2015 normal olduğunu söyledi. Operasyonlar sırasında Verviers şehrinde polis ile çatışmaya giren 3 şüpheliden 2’si öldürülmüş, 1’i gözaltına alınmıştı. Silah, mühimmat ve patlayıcı maddenin yanı sıra polis üniformaları da ele geçirildi. Savcı Eric Van Der Sypt operasyonların ‘büyük bir terör saldırısı düzenlenmek üzereyken’ yapıldığını duyurdu. 19 Ocak 2015: Yunanistan’da 25 Ocak’ta yapılacak genel seçimlere günler kala, kamuoyu yoklamaları AlexisÇipras’ın partisi Syriza’nın önde gittiğini gösteriyor.Uzun yıllardır süren kemer sıkma politikalarından yorulan halk, radikal sol partinin genç liderine güvenmek istiyor. Çipras Yunan halkına kamu borcunun kısmen silinmesi vaadinde bulunurken aynı zamanda yardım programını da yeniden müzakereye sunmayı hedefliyor. Başbakan AntonisSamaras’ın partisi Yeni Demokrasi (ND) ise Çipras’ın aksine ekonomi politikasını mali disiplin ve büyüme üzerine inşa ediyor. Yeni Demokrasi Partisi adayı Dora Bakoyanni “Yunan seçmen önemli bir karar alacak: Ya bizi seçip, ekonomik reform programları sayesinde ekonomik krizden tamamen kurtulacak ya da Syriza’ya oy verip Yunan ekonomisini sonuçlarını tahmin edemediğimiz riskli bir maceraya sevk olmasını izleyecek” dedi.Ancak siyasilerin merak ettiği asıl soru Syriza’nın parlamentodaki sandalyelerin 151’ini alıp mutlak çoğunluğa sahip olup olamayacağı. 20 Ocak 2015: Paris’teki terör saldırılarıyla ilişkisi olduğu düşünülen dört kişi mahkemeye sevk edildi.Paris Başsavcılığı, saldırılarla ilgili gözaltına alınan 12 şüpheliden dördünün, Charlie Hebdo saldırganları Said-Şerif Kouachi kardeşler ve market saldırganı AmediCoulibaly ile bağlantısı olduğunun düşünüldüğünü duyurdu.Bu sırada New York Belediye Başkanı Bill De Blasio Paris’e gitti. Sabah saatlerinde Fransız mevkidaşı Anne Hidalgo ile görüşen Blasio daha sonra saldırıya uğrayan Charlie Hebdo dergisi ile koşer marketini ziyaret ederek, saldırıların kurbanlarını andı.Paris’te 7 Ocak’ta Charlie Hebdo dergisine saldırıyla başlayan ve üç gün art arda devam eden üç ayrı terör saldırısında 17 kişi hayatını kaybetmiş, polisin düzenlediği operasyonlarda üç terörist ölü ele geçirilmişti.Öte yandan saldırılar sırasında hayatını kaybeden 26 yaşındaki kadın polis memuru Clarissa Jean-Philippe doğum yeri olan Martinique’detoprağa verildi. Fransa’ya ait Martinique adasında düzenlenen törene yüzlerce kişi katıldı. 21 Ocak 2015: Almanya’da Dresden Savcılığı, “Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” adlı aşırı sağcı Pegida hareketinin lideri LutzBachmann hakkında, “halkı kışkırtma” iddiasıyla soruşturma başlattı.Eleştirilerin odağındaki isim LutzBachmann ise bıyık takıp kendisini Adolf Hitler’e benzettiği bir fotoğrafın sosyal medyada yayılmasının ardından istifa etmiş ve fotoğrafın sadece bir şaka olduğunu söylemişti.Öte yandan Pediga’nın her pazartesi Dresden’de düzenlediği gösterilere katılanların sayısı giderek artıyor. En son 12 Ocak’ta yapılan gösteride bu sayı 25 bine çıktı.Almanya’da Pegida karşıtı gösteriler de yapılmıyor değil. Geçtiğimiz günlerde ülkenin birçok kentinde İslam ve göçmen karşıtı hareketi protesto eden binlerce kişi sokağa döküldü. Sadece Münih’teki gösteriye yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı belirtildi. 22 Ocak 2015: Rusya’nın geçirdiği derin mali kriz Davos Forumu’na damgasını vurdu. Ülkenin en büyük otomobil fabrikası Avro Vaz’ın sahibi RenaultNissan’ın patronu Carlos Ghosn otomobil piyasasının bu sene en az yüzde 20 küçüleceğini düşünüyor:“Sadece pazar 74 Akademik Perspektif – Şubat 2015 gerilemiyor, Rus para birimi de zayıflıyor. Otomobil üreticileri ürünlerini bölgeselleştiriyor. Fakat bu henüz tamamlanmadı. Bu da Rusya’ya halen çok sayıda parça ithal edilmesine yol açıyor. Bu şekilde sizin de tahmin edeceğiniz gibi Ruble üzerinden araç satıyorsanız, masraflarınızın bir kısmı Euro ya da Yen cinsinden yapılıyor. Bu da sizin çok aleyhinize bir durum.”Petrol fiyatlarındaki düşüş ve Ukrayna krizinden dolayı Rusya’ya uygulanan mali yaptırımlar yatırımcılara ülkeyi terk ettiriyor. Ruble de bu süreçte hızla değer kaybetti. Ekonomistler Rusya’nın bu yıl ve sonrasındaki büyüme tahminlerini aşırı derecede düşürdü. Çünkü ülkedeki ekonomik sıkıntının süreceği sanılıyor. Uluslararası yaptırımların kaldırılacağına dair hiçbir işaret yok. Petrol fiyatlarının artması da beklenmiyor. Uluslararası Para Fonu’na (IM F ) göre Rusya’yı çok zorlu bir 2015 bekliyor. Fakat Fon yetkilileri bu durumun olumlu sonuçlar doğurabileceğini belirtiyor:“Düşük petrol fiyatları ve baskılar Rusya’ya reformları uygulamak için bir fırsat kapısı açabilir. Rusya ve dünyanın geri kalanı için ülkenin bu kırılganlığından reformları uygulayarak kurtulması kesinlikle çok önemli.” Uluslararası Para Fonu’na göre Rusya’nın reformlarla çözmesi gereken ilk konu ekonominin petrol tekelinden kurtarılması. Fakat şu ana kadar Kremlin yönetimi bu yönde adım atmamış durumda. 75 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Amerika'da Geçtiğimiz Ay Hazırlayan: Furkan Burcu Aksoy 02 Ocak 2015:3 dönem valilik yapan MarioCumo'nun, Demokrat Parti'den bu sefer 2. defa New York Valiliğine seçilen oğlu Andrew Cuomo'un Dünya Ticaret Merkezi'nde düzenlenen yemin töreninden kısa bir süre sonra Manhattan'daki evinde vefat ettiği bildirildi. MarioCuomo Eski ABD Başkanı Ronald Regan döneminde valilik yapmış, idam cezasına karşı vali olarak çalışmalar başlatmıştı. 02 Ocak 2015: Uluslararası koalisyon ile birlikte ABD öncülüğündeki IŞİD'in kalesi Suriye'nin Rakka kentinde rehine kurtarma operasyonu girişiminde bulunduğu iddia edildi. Yapılan operasyonların şuana kadar gerçekleştirilen en yoğun operasyon olduğu bildirildi. 06 Ocak 2015: Bugün öğle saatlerinde başkan Obama Meksika Başkanı Pena Nieto’yu ve görevli heyetini misafir etti. Bu ziyaret Nieto’nun Meksika Başkanı olarak ilk ziyaretiydi. İki başkanın esas görüştükleri konu ise göçmenlik, ekonomik büyüme, güvenlik ve Küba meselesi oldu. 07 Ocak 2015:Sabah saatlerinde, Paris’teki Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının ardından Başkan Obama saldırıyı sert bir şekilde kınadı. Öğleden sonra ise bu konu hakkında Başkan yardımcısı Biden ile birlikte Dışişleri Bakanı Kerry ile buluştular. Başkan Obama bu görüşmeden önce yine saldırı ile ilgili açıklamalarda bulunarak bu saldırının konuşma ve basın özgürlüğüne karşı yapılan bir saldırı olduğunu belirtti. 07 Ocak 2015: bugün öğle saatlerinde Başkan Obama Ford’un Michigan, Wayne’deki montaj fabrikasını otomobil sektörünün tekrar canlanması hakkında konuşmak için ziyaret etti. 08 Ocak 2015: Aralık ayı para politikası toplantısında FED daha öncede kararlaştırdığı gibi faizlerin arttırılmasına ilişkin planların uygulanması için kararlılığını sürdürdü ve bu durumun 76 Akademik Perspektif – Ocak 2015 ABD’nin kendi durumunu koruduğunu belirtti. 08 Ocak 2015: Başkan Obama bugün ülke çapında geçerli olması düşünülen 2 yıllık ücretsiz bölge okullarını sorumluluk sahibi öğrencilerin ücretsiz faydalanabileceği Amerikan Kolej sözünü açıkladı. Eğer her eyalet Başkan’ın teklifini kabul ederse yaklaşık 9 milyon öğrenci her sene bu fırsattan yararlanabilecek. 09 Ocak 2015: FED Minneapolis başkanı NarayanaKocherlakotabugün yaptığı açıklamada petrol fiyatlarındaki düşüşün ABD ekonomisine çok faydalı olduğunu bildirdi. Bu açıklamalara göre Amerikan tüketicisi bu düşüşten gelirlerinin artışı sayesinde faydalanmaktadır. 12 Ocak 2015: Bugün başkan Obama San AntonioSpurs’ı 2014 NBA şampiyonluğu onuru adına Beyaz Sarayda ağırladı. Bu şampiyonluk ile beraber geçen 15 sezonda 5. Şampiyonluğunu almıştı. 14 Ocak 2015:CENTCOM'a(Amerikan Merkez Komutanlığı) yapılan siber saldırının ardından Washington harekete geçti. Başkan Obama ciddi bir karar alarak, siber güvenlik konusunda somut önlemler içeren kanun tasarısını Kongre'ye sunma kararı aldı. Siber saldırının arkasında ise, "Siber halifelik" adlı bir grubun olduğu ihtimali üzerinde duruluyor. 15 Ocak 2015: başkan Obama bugün öğle saatlerinde Baltimore, Maryland’de hızlı bir yaptı. ‘Charmington’sCafe’ de 3 kadın Amerikan vatandaşı ile buluştu. Amanda, Vika ve Mary isimli bu vatandaşlarla tüm ülkede çalışan ailelere yardım yönetimi kurulması için yapılan çalışmalar konusunda haberleri ilan etmeden önce görüşlerini almak istedi. En çok ise hastalık durumlarında işten ayrıldıktan sonra ücret alamamak yüzünden sıkıntı yaşadıkları üzerinde duruldu. 21 Ocak 2015: Başkan Obama, dün Kongre'de yaptığı "Birliğin Durumu" konuşmasında Küba ile diplomatik ilişkilerin onarılması ve 50 yıldır süren ticaret ambargosunun gevşetilmesine yönelik adımlarının önemini vurguladı. Küba'nın başkenti Havana'da bu çerçevede yapılacak ve iki gün sürecek müzakereler için üst düzey ABD heyeti bugün ülkeye geldi. 22 Ocak 2015: Bugün Beyaz Saray’ın Doğu Odası 3 Youtube starı tarafından dizayn edilmiş bir oda ve kütüphane haline getirildi. Bu düzenlemenin ardından ise Başkan Obama ile röportaj yaptılar. Bu röportajda eğitim sorunları ve kördüğüm haline gelen Küba politikalarının üzerinde duruldu. 26 Ocak 2015: Hindistan ziyaretinde Başkan Obama, Hindistan Başbakan NarendraModi ile düzenlediği ortak basın toplantısında, ABD'nin Yemen'deki terörle mücadele çabalarının başarılı olup olamadığı yönündeki eleştirilerine yanıt verdi. Obama, karışıklığın devam ettiği Yemen'de yürütülen terörle mücadele stratejisini savunarak, ülkedeki operasyonların aralıksız devam edeceğini bildirdi. 28 Ocak 2015: bugün Başkan Obama ve Almanya Başbakanı Merkel Ukrayna çözümü için telefonda görüşme gerçekleştirdiler. Görüşmenin ardından Saray’dan yapılan açıklamaya göre iki lider, Ukrayna'nın doğusunda şiddet olaylarındaki ciddi artışın yanı sıra Rusya'nın Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçılara materyal desteğinde bulunması ve Moskova yönetiminin Minsk Anlaşması altında yükümlülüklerini yerine getirmemesinden dolayı duydukları endişeyi ifade ettiler. 77 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Asya'da Geçtiğimiz Ay Hazırlayan: Lütfullah Saygılı 01 Ocak 2015 Çin'in resmi haber ajansı Şinhua’nın haberine göre , Şangay'da deniz kenarındaki Bund bölgesinde yapılan yeni yıl kutlamalarında izdiham çıktı. İzdihamda 36 kişinin öldüğü, 47 kişinin yaralandığı belirtildi. Yaralılar Şangay Hastanesi'ne kaldırıldı.Yılbaşı kutlamalarında hayatını kaybedenlerin ailelerine sekiz yüzer bin yuen (yaklaşık 130 bin ABD Doları) ödenmesinin yanı sıra olayda yaralananlara da belirli miktarlarda tazminat verileceği belirtildi. Çin'deki izdihama sahte dolar saçılmasının sebep olduğu iddia ediliyor. Bir diğer felaket haberi de Tayland’dan geldi. Tayland'da yılbaşı eğlenceleri nedeniyle içkinin dozunu kaçıran halk yüzlerce kaza yaparak yolları kan gölüne çevirdi. Tayland'da meydana gelen kazalarda 58 kişi öldü, 517 kişi yaralandı. En çok kaza meydana gelen şehirler 23 kaza rekoruyla Chiang Mai ve Surat Thani oldu. Trafik kazalarına alkol ve aşırı hızın neden olduğu belirtildi. Polis yılbaşı gecesi trafik kurallarını ihlal eden toplam 71,168 kişi hakkında hukuki işlem başlattı. 01 Ocak 2015 Rusya, Kazakistan ve Belarus liderliğinde kurulan Eski Sovyet ülkelerinde mal, hizmet ve paranın serbest dolaşımını öngören Avrasya Ekonomik Birliği 1 Ocak 2015 itibariyle yürürlüğe girdi. Avrasya entegrasyonunun yeni bir başlangıcı olarak kurulan birliğin ilk başkanlığını Belarus yapacak. Birliğe ilk katılan ülke Ermenistan olurken Kırgızistan’ın üyeliği ise 1 Mayıs 2015’te gerçekleşecek.Türkmenistan ve Özbekistan, birliğe katılmayacağını belirtirken Tacikistan birliğe katılmaları hususunda kendilerine teklif geldiğini ve konuyu değerlendireceklerini açıkladı. Birlik, 180 milyon nüfusa hitap ederek üye ülke vatandaşlarına serbest ticaret ve istihdam açısından da fırsatlar sunacak. Moskova'nın liderliğinde oluşturulan bu 78 Akademik Perspektif – Ocak 2015 ticari blok, Sovyetler Birliği'nin tekrar oluşturulma girişimiolduğu şeklinde yorumlanıyor. 15 Ocak 2015 Japonya'nın 2015 mali yılı bütçesi için 42 milyar dolarlık savunma harcaması Çin'de endişeye yol açtı Japon kabinesinin nisan ayında geçerli olacak 2015 mali yılı bütçesi için 42 milyar dolarlık savunma harcamasını onayladığı ve yüzde 2 artırılacak savunma harcamasının şu ana kadarki en büyük savunma bütçesi olduğu bildirildi. Bu durumdan endişeli olduklarını ifade eden Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hong Ley, Japonya'nın kendi tarihini derinlemesine düşünerek bölgesel istikrar ve barışın ilerletilmesi çerçevesinde yapıcı rol oynamasının yanı sıra barışçıl gelişme yolunu izlemesini arzuladıklarını kaydetti. Ayrıca, Japonya Başbakanı ŞinzoAbe'nin 2012'de iktidara gelmesinden bu yana ülkenin askeri harcamalarında yükseliş olduğuna dikkat çekildi. Japonya'nın savunma yönetmelikleri, 2013 yılı aralık ayında Doğu Çin Denizi'ndeki adalarla ilgili olarak Çin ile yaşanan gerilim üzerine yeniden düzenlenmişti. 19 Ocak 2015 Türkmenistan, Kazakistan ve İran arasında yapılan yeni demiryolu hattında taşınan ilk ticari ürünler İran’a teslim edildi. Kazakistan da üretilen 465 ton buğday Türkmenistan’dan İran’a InceBarun istasyonuna getirildi. Türkmenistan - Kazakistan-İran demiryolu geçen sene Aralık ayında üç ülke Cumhurbaşkanlarının katılımıyla açılmıştı. Hazar Denizi'nin doğu kıyısından geçen bu ulaşım yolu Orta Asya Cumhuriyetlerinde üretilen malların Basra Körfezi’ne ulaşmasını sağlıyor. 20 Ocak 2015 *Çin Devlet Konseyi Basın Ofisi, 2014’te yüzde 7,4'lük büyüme gerçekleştiğini bildirdi. Bu rakam son 24 yılın en düşük büyümesi oldu. Başkent Pekin'deki basın toplantısında konuşan Milli İstatistik Kurumu Başkanı MaJiantang, bu rakamla Çin’in 1990’daki yüzde 3,8’lik büyümesinin ardından yaşanan en düşük büyüme olduğunu söyledi. Çin Başbakanı LiKeqiang, Mart 2014’te büyüme hedefini yüzde 7,5 olacağını açıklamıştı. Böylelikle 16 yıldan beri ilk kez büyüme hedefi tutturulamamış oldu. Çin, 2010’da yüzde 10,4, 2011’de yüzde 9,3, 2012’de yüzde 7,7, 2013’te de yine yüzde 7,7 büyümüştü. ABD Başkanı Barack Obama, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının onur konuğu olarak geldiği Hindistan'da geniş güvenlik önlemleri altında karşılandı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi tarafından havaalanında karşılanan ABD Başkanı Obama, daha sonra cumhurbaşkanlığı sarayı RashtrapatiBhavan'a geçti. Obama'nın Hindistan Cumhurbaşkanı PranabMukherjee ve Başbakan Modi ile yaptığı görüşmelerde nükleer enerji, savunma teknolojisi, terörle mücadele, iklim değişikliği, sınır yönetimi, ticaret ve finansal düzenlemelerin ele alındığı belirtildi. Obama,Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in hayatını kaybetmesinin ardından 3 gün olarak planlanan Hindistan ziyareti programını değiştirerek Hindistan dan erken ayrılmak zorunda kaldı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard &Poor's (S&P), Rusya'nın "BBB-" olan kredi notunu "yatırım yapılamaz" seviye olarak kabul edilen "BB+"ya düşürdü. S&P'den yapılan 79 Akademik Perspektif – Şubat 2015 yazılı açıklamada, Rusya'nın kredi notunun "BBB-"den "BB+"ya çekildiği belirtilerek, karara gerekçe olarak ülkenin zayıflayan parasal esnekliği gösterildi. Açıklamada, ayrıca Rusya'nın not görünümünün negatif olarak korunduğu ve bunun parasal esnekliğin daha da kötüleşebileceğine yönelik beklentileri yansıttığı ifade edildi. S&P'nin aldığı indirim kararıyla Rusya'nın kredi notu son 10 yılın ardından ilk kez "yatırım yapılamaz" seviyeye gerilemiş oldu. Standard &Poor's için "BBB-" ve yukarısı "yatırım yapılabilir" seviye olarak kabul edilirken, "BB+" ve aşağısı ise "yatırım yapılamaz" ya da "çöp" seviye anlamına geliyor. 28 Ocak 2015 IŞİD, 20 Ocak ta, kaçırdığını açıkladığı iki Japon rehine için Japon Hükümetinden yayınladığı video aracılığıyla 72 saat içinde 200 milyon dolar ödemesini aksi taktirde rehinelerin öldürüleceğini duyurmuştu.Japon hükümetinin Ortadoğu’dan 8 bin 500 km uzaklıkta olduğu halde ABD öncülüğündeki koalisyona ‘destek vermesini’ eleştiren örgüt fidye talebinin cevap bulmaması üzerine elindeki rehinelerden HarunaYukawayı infaz ettiğini diğer rehine KenjiGotoJogo'yu ise2 milyon dolar fidye ödendiği takdirde serbest bırakacaklarını açıkladı. Olay sonrası acil olarak kabineyi toplayan Japonya Başbakanı ŞinzoAbe, gazetecilere çok öfkeli olduğunu söylerek "Terörizme boyun eğmeyeceğiz" dedi. yolcu uçağı 162 yolcusuyla 28 Aralık'ta Endonezya'nın Surabaya kentinden Singapur'a uçarken kaybolmuştu. Arama çalışmaları neticesinde uçağın ana gövdesi Java Denizi'nde bulundu. Endonezya Deniz Kuvvetleri Komutanı Vidodo yaptığı açıklamada, deniz kuvvetlerinin arama çalışmalarında bulunmayacağını belirterek, çalışmalara Endonezya Ulusal Arama ve Kurtarma Ajansı ekiplerinin devam edeceğini kaydetti. Vidodo, bir aydır Deniz Kuvvetleri'nin arama çalışmalarında büyük çaba sarfettiğini belirterek şunları söyledi: "Bundan sonra Deniz Kuvvetleri ekipleri arama çalışmalarında bulunmayacak. Düşen uçakta bulunan yolcuların ailelerinden özür dilerim. Dalgıçlarımız hayatlarını tehlikeye atarak bir aydır arama çalışmalarında büyük çaba gösterdi. Ancak, dalgıçlarımız hem ruhen hem de bedenen yorgun düştü. Başkent Cakarta'da rehabilitasyon merkezlerinde tedavi görmeleri gerekecek." Diğer yandan Endonezya Ulusal Arama ve Kurtarma Ajansı'ndan yapılan açıklamada, bir aylık arama çalışmalarında denizden çıkarılan toplam ceset sayısının 70 olduğu, cesetlerin çoğunun halen uçağın gövde kısmında bulunduğunun tahmin edildiği kaydedildi. Olayı “Zalimce ve kabul edilemez” olarak değerlendiren Abe, Japon gazeteci Goto'nunsağsalim bırakılmasını istediklerini açıkladı. Japon Başbakan, Goto'nun güvenliği için hiçbir çabadan kaçınmayacaklarını belirtti. AirAsia Havayolları'na ait Airbus A320 tipi 80 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Orta Doğu / Afrika’da Geçtiğimiz Ay Hazırlayan: Enes Erdem Yerinde 17 Aralık 2014: 17 Aralık sabahı Pakistan tarihinin en kanlı saldırılarından biriyle sarsıldı. Hayber-Pahtunhva eyaletinin merkezi Peşaver kentinde orduya ait bir okulu basan Taliban militanları, çoğunluğu öğrenci olmak üzere en az 148 kişiyi öldürdü. Özel timlerin 5 saat süren operasyonu sonucunda saldırıyı düzenleyen 6 militan da ölü olarak ele geçirildi. Militanların okula askeri üniformayla girip hiçbir engelle karşılaşmadıkları tespit edildi. Pakistan’da ordunun yönetimindeki 128 okulda 150 binden fazla öğrenci eğitim alıyor ve bunların %90’ı muvazzaf askerlerin çocukları. Her ne kadar ordu tarafından yönetilseler de, bu okullar da diğerleri gibi savunmasız. Saldırıyı üstlenen Taliban, yaptığı açıklamada Kuzey Vezeristan bölgesine ordu tarafından düzenlenen operasyonların intikamını aldığını belirtti. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde Paris’te meydana gelen ve 17 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırıları bütün Dünya’da şiddetli bir şekilde kınanmıştı. Kınamaktan ziyade, birçok devlet başkanı, başbakan ve bakanın katılımıyla da Paris’te teröre karşı birlik yürüyüşü de düzenlenmişti. Çoğunluğu çocuk olmak üzere 148 kişinin ölümü ve en az 120 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bu saldırının benzer bir tepkiyle karşılaşmamasını da siz değerli okuyucularımızın yorumuna bırakıyoruz. 31 Aralık 2014: İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) karar tasarısı New York’ta oylandı. Geçici süreliğine BMGK üyesi olan Ürdün’ün sunduğu ve İsrail’in 1967 öncesi sınırlara geri dönmesini öngören bu tasarı kabul edilmedi. Karar tasarısında, 12 ay içinde kalıcı bir barışa ulaşılması ve İsrail ile Filistin'in demokratik ülkeler olarak yan yana barış içinde yaşamalarının temini 81 Akademik Perspektif – Ocak 2015 isteniyordu. Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılmasının da talep edildiği tasarıda sınır kapılarının açılarak Gazze’ye insanların ve eşyalarının giriş çıkışlarının da normale dönmesi isteniyordu. Oylama sonucunda 8 ülke (Rusya, Çin, Fransa, Şili, Ürdün, Arjantin, Lüksemburg, Çad) “evet” oyu kullanırken 2 ülke (ABD, Avustralya) “hayır” oyu kullandı. 5 ülkenin (İngiltere, Ruanda, Litvanya, Güney Kore, Nijerya) de “çekimser” oy kullandığı tasarı, gerekli çoğunluğun sağlanamaması sebebiyle reddedildi. Tasarının kabul edilmesi için 15 üye ülkeden 9’unun destek vermesi ve daimi üyeler Rusya, Çin, ABD, Fransa ve İngiltere’den herhangi birinin veto hakkını kullanmaması gerekiyordu. 16 Ocak 2015: Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) olası savaş suçları için İsrail’e ön soruşturma açma kararı aldı. Söz konusu soruşturmanın, Filistin’in 2 Ocak’ta mahkemenin kuruluşuna kaynaklık eden Roma Antlaşmasını imzalaması ve 1 Ocak’ta UCM’ye verdiği “Filistin topraklarında işlenen suçlarla ilgili mahkemenin otoritesini 13 Haziran 2014 itibariyle kabul ettiğine dair beyanı” üzerine açıldığı ifade edildi. Resmi olarak bir ilk adım olan bu hamle ile birlikte İsrail askeri yetkililerinin mahkum olabilecekleri belirtiliyor. UMC’nin Filistin’deki savaş suçlarıyla ilgili ön soruşturma kararına tepki gösteren İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, soruşturmayı “uluslararası hukuka karşı küfür” olarak nitelendirip ironik bir soruşturma olduğunu ifade etti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise “Maalesef bu soruşturma, UCM’yi çözümün değil, sorunun bir parçası haline getirmiştir.” değerlendirmesinde bulundu. 20 Ocak 2015: 16 Ocak Cuma günüGana Cumhurbaşkanı John Dramani Mahama’nın yaptığı açıklamaların ardından gözler Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) zirvesine çevrildi. Boko Haram’a karşı Batı Afrika ülkelerinin yeni bir askeri birlik kurmak için harekete geçeceğini ve bu konunun ertesi hafta gerçekleşecek olan ECOWAS zirvesinde gündem belirleyeceğini ifade eden Mahama, Afrika Birliği’nin harekete geçmeye davet etmişti. Bu doğrultuda, 20 Ocak günü Nijer’in başkenti Niamey’de, Afrika Birliği, AB, BM ile Kamerun, Nijer, Çad ve Nijerya’nın üye olduğu Çad Gölü Komisyonu’nun da aralarında bulunduğu yaklaşık 20 ülkeden yetkilinin katıldığı zirvede, Çad Gölü Havzası bölgesinde sadece Çok Uluslu Ortak Görev Gücü’nün (MNJTF) bulunduğunu ve bu gücün Boko Haram’ın Nijerya’dan Kamerun’un kuzeyine ilerlemesine engel olamadığı ifade edildi. Nijerya'nın Niamey Büyükelçisi Aliu Sokoto, katılımcı Afrika ülkelerine Boko Haram örgütü ile daha iyi mücadele için MNJTF'ye desteğini artırması ya da yeni bir gücün oluşturulması çağrısında bulunarak, asker sayısının artırılmasını istedi. 22 Ocak 2015: 20 Ocak Salı günü, Yemen’de Şii Husi militanları Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı bastı. Güvenlik güçleriyle kısa bir çatışmanın ardından Şii milisler, Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin sarayına girdi.Husilerin sarayın kontrolünü ele geçirmesinden 2 gün sonra mevcut hükümet ve Cumhurbaşkanı Hadi görevlerini bıraktıklarını açıkladı. Husiler, 2004 yılından bu yana daha özerklik için mücadele veriyorlar. Eylül ayından bu yana başkent Sana’yı kontrolünde bulunduran Şii Husiler, ülkeyi 6 eyalete ayıran anayasa taslağına da karşı 82 Akademik Perspektif – Şubat 2015 çıkıyorlar. Onların görüşüne göre federasyon sistemi bölgeler arasındaki zenginliği eşit derecede dağıtmayacak ve ülkeyi zengin ve fakir bölgeler olarak bölecek. Bu taslağın sunulacağı toplantı öncesinde Husilerin Cumhurbaşkanlığı Ofisi Müdürü Mübarek’i kaçırmasının ardından Güney Yemen’de yer alan petrol zengini Shabwa vilayetinin yönetimi tepki gösterip Mübarek’in serbest bırakılmaması halinde petrol vanalarını kapatacağı yönünde tehditte bulundu. Yemen’de meydana gelen bu çatışmaların temeline indiğimizde, İslam dünyasında görmeye alışık olduğumuz Şii-Sünni ayrımıyla karşılaşıyoruz. Ülkedeki mevcut iktidar Sünnilerden oluşuyor ve Suudi Arabistan’ın bu yönetimi desteklediği iddia ediliyor. Şii Husilerin ise, İran tarafından desteklendiği öne sürülüyor. Yemen’de Arap Yarımadası El Kaide’si de etkili olup birçok terör eylemleri düzenliyor. Husilerin lideri Abdul-Malik al-Houthi, mevcut Cumhurbaşkanı Hadi’yi ise El Kaide’ye karşı yeterince mücadele etmemekle suçluyor. 22 Ocak 2015: Somali’nin başkenti Mogadişu’da bomba yüklü bir araç Türk heyetinin kaldığı otelin karşısında infilak etti. Afrika’da temaslarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ertesi gün Somali’de yapacağı ziyaret öncesi gerçekleşen saldırıda en az 5 Somali vatandaşının hayatını kaybettiği ifade edildi. Saldırıyı, daha önce Türkiye’yi hedef alan açıklamalarıyla dikkat çeken El-Kaide bağlantılı Eş Şebab örgütü üstlendi. Örgüt, daha önce THY güvenlik şefine suikast girişiminde bulunması ve Mogadişu’daki Türk konsolosluğuna saldırı düzenleyip bir polis memurumuzu şehit etmesiyle dikkatleri üzerine çekmişti. İsviçre’nin Davos kentinde temaslarda bulunan Başbakan Davudoğlu, “Doğrudan heyetimizin hedef alınıp alınmadığı araştırılıyor. Riskler olur ama Türkiye kararlı tutumunu sürdürür” ifadelerini kullandı. Öte yandan Erdoğan’ın Mogadişu ziyaretini iptal etmediği de gelen bilgiler arasında. 23 Ocak 2015: Bir süredir zatürre şikayetiyle kaldırıldığı hastanede tedavi gören Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud vefat etti. Ölüm haberinin ardından 24 Ocak günü ülkemizde de bir günlük milli yas ilan edildi. 91 yaşında hayata gözlerini yuman Kral Abdullah’ın cenaze törenine, Afrika Boynuzu ülkelerine resmi ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı. Dünyanın sayılı zenginlerinden olan, altın sarayda oturup seyahatlerini kendisine ait 48 uçakla yapan Kral Abdullah’ın Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da isimsiz bir mezara gömülmesi de dikkat çeken ayrıntılardandı. 2005 yılından beri tahtta bulunan Kral Abdullah’ın yerine Birinci Veliaht ve Savunma Bakanı olan 80 yaşındaki kardeşi Prens Selman bin Abdülaziz geçti. Böylelikle yeni Kral Selman bin Abdülaziz, Suudi Arabistan’ın 7. Kralı oldu. 1935 yılında başkent Riyad’da dünyaya gelen Prens Selman, Suudi Arabistan devletinin kurucu ailesinin erkek çocuklar sıralamasında 25’inci sırada. 83 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Ayın Düşünürü: Lev Nikolayeviç Tolstoy Hazırlayan: Melike Şener Rus edebiyatında olduğu kadar, zamanımızın fikir ve edebiyat sahasındaki realist görüşleriyle derin izler bırakanlardan biridir. 19.yy Rus Edebiyatının önde gelen dramatik yazarlarından olan Tolstoy, 9 Eylül 1828'de varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak Moskova'nın 150 km. güneyinde, Tula eyaleti, Yasnaya-Polyana kasabasında ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Soylu ve kökleri 14. yüzyıla kadar giden ve I.Petro zamanında sivrilmiş toprak zengini bir aileye mensuptu. Babası bir kont, annesi ise prensesti. Babası Kont Nikolay İlyiç, aynı zamanda 1812 yılı Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı. Tolstoy'un kendisinin de kont unvanı vardı. 26 Nisan 1831'de, henüz üç yaşındayken, annesinin ölümüyle öksüz kaldı. Annesinin ölümü üzerine eğitim ve öğrenimiyle babası Kont Nikolay Tolstoy ilgilendi. Çocuk yaşta aldığı dinsel eğitim, Tolstoy'u derinden etkiledi aynı zamanda o yaşlarda Fransızca ve Almanca'yı öğrendi. Tolstoy, sekiz yaşına geldiğinde, babası artık onların ciddi bir eğitim alma zamanının geldiğini düşündü ve çiftlik hayatını bırakıp Moskova'ya taşındı. Moskova'daki bu yıllarda, Tolstoy'un başarılarını halası "Bu çocukta bir deha var. O küçük bir Moliere." diyerek ifade eder. Gün geçtikçe Tolstoy, kendi sahasında ilerliyordu. Henüz dokuz yaşındayken, 1837 yazında babası bir cinayete kurban gitti. Bir seyahat esnasında uşağı, yanındaki para için onu zehirledi. Babalarının ölümüyle, babaanneleri de fazla dayanamadı ve hayata gözlerini yumarak çocukları tamamen halalarına terk etmiş oldu. Bu olaydan sonra büyük çocuklar Nikola ve Serge, Moskova'da kalırken; Dimitri, Levve Maşa çiftliğe geri döndüler. 1840 yılına kadar çiftlikte kaldılar.1841 yılı sonlarında ölen Aleksandra hala, onları Tatiana halaya bıraktı ve yeni vasî, onları kocasının yaşadığı Kazan şehrine götürdü. Eniştesinin davranışlarındaki kötü örnekler, Tolstoy üzerinde derin bir tesir bıraktı ve onun hayatına yeni bir yön verdi. Delikanlılık çağına henüz girmiş olan Tolstoy, şimdi Fransızca konuşan, 84 Akademik Perspektif – Ocak 2015 kıyafetlerine aşırı derecede özen gösteren, uzun tırnaklı bir zamane züppesiydi. Gençlik Yılları 1843'te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi'ne girdi, ama iyi bir öğrenci değildi. Kendisini tamamen eğlence, dans, içki ve kadına kaptırmış olarak geçen bir yılın ardından sınıfta kaldı ve okulu bıraktı. Kısa bir süre sonra, 1845'te daha kolay bulduğu Hukuk Fakültesi'ne geçti. 1847'de burayı da bıraktı. 19 yaşına gelen Tolstoy'a miras olarak düşenlerin arasında Yasnaya Polyana çiftliği de vardı. İmtihanlı ve disiplinli okullarda yapamayacağını anladı ve kendisine 12 maddelik bir program hazırlayarak kendini yetiştirmeye karar verdi. "İnsan, ancak başkaları yararına fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir." diyerek toprak işleriyle uğraşmak, köylülerin durumunu düzeltmek düşüncesiyle çiftliğe döndü. Bir süre burada çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı. Topraklarını yönetti, kendini yetiştirmeye devam etti. Daha sonra Moskova ve Petersburg'un hareketli ortamını tercih etti. 1847-1851 yılları arasında çiftlikte kaldı ve şu yanlışları sıraladı günlüğüne: Kararsızlık ya da güç eksikliği, kendi kendini aldatma, acelecilik, yersiz utanç, keyifsizlik, şaşkınlık, taklitçilik, döneklik, düşüncesizlik. 1851 yılında, üzerinde derin etkiler bırakacak olan Kafkasya'ya gitti. Kafkasya'da bir askerî okula devam ederken 1853'te Osmanlılara karşı savaşmak üzere görev aldı. Burada gördüğü yoksul Kafkas halkının yaşantıları, gerçekçiliğinin esin kaynağı oldu. Sert ve Farklı iklimli Kafkaslar, zor tabiat şartları, kır ve dağ havasıyla Tolstoy'da büyük etkiler yaratmıştı; çünkü o eski, genç, yaramaz Tolstoy daha ağırbaşlı olmuştu. Kırım savaşına girmesiyle dünya görüşü değişmiş ve tecrübeleri artmıştı. İlk yapıtı olan Destvo'yu (Çocukluk) burada, çarpışmalardan ve askerce eğlencelerden arta kalan zamanında yazdı. Böylece, henüz 23 yaşındayken yazdığı ilk eseriyle kendini tanıtan Tolstoy, usta yazarlar arasında yerini almıştı. Tolstoy, bu eserindeki kahramanlarını yaşadığı çevreden, ailesinden, hatta tamamen kendi hayatından almıştır. İlerde Tolstoy'un en güçlü romanlarında görülecek olan ayrıntı zenginliği, bu ilk yapıtında da izleniyordu. Kırım Savaşı'nda topçu teğmeni olarak görev yaptığı sırada amirlerinin arzusu üzerine "Sivastopol Hikayeleri" isimli meşhur eserini yazdı. "Savaş, mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Manzarası kan ve ölümdür!" diye ifade eder bu hikâyesinde savaşı. Kırım Savaşı'na da katılan Tolstoy, gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp ordudan ayrıldı ve St.Petersburg'a yerleşti. Burada, birini radikal demokrat N. Çernisevski'nin, öbürünü muhafazakâr liberal I. Turgenyev'in temsil ettikleri iki edebi kampla da uzlaşamadı ve YasnayaPolyana'ya döndü. 1857'de Batı Avrupa'ya gitti; bir süre Almanya, Fransa ve İsviçre'de dolaştı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Bu dönem, eğitim kurumlarıyla ve özellikle de köylülerin eğitimsizlik sorunuyla ilgilenmeye başlamıştı. Öğrenimin her öğrencinin kişisel ilgi ve yönelimine göre uygulanması gerektiğini düşünüyordu. YasniyaPolyana'da serbest terbiyeye göre çalıştırdığı bir köy mektebi açtı. 1860'ta yine Almanya, Fransa ve Belçika'ya gitti. Bu ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını daha ayrıntılı olarak inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı'nın yapay ve maddeci uygarlığını insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Geliştirdiği düşünceleri yaymak için bir pedagoji dergisi çıkarmaya başladı. 85 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Basit, anlaşılır ders kitapları yayımladı. Aynı dönemde ahlak felsefesi de biçimlenmekteydi. Batı'nın aşırı incelmiş, yapay ve maddeci uygarlığını, doğal insanı bozan bir etken olarak görmeye başlamıştı. Evliliği ve Sonrası 1861 yılında Rusya'ya geri döndü ve Moskova'nın tanınmış doktorlarından Bers'in kızı Sofya ile 22 Eylül 1862 tarihinde evlendi. Evlendikten sonra, Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve eğitim etkinliklerini bıraktı. Aşırılıklardan uzak bir yasam sürmeye başladı. Gençliğindeki içki, kumar ve çapkınlıklardan zevk alan Tolstoy, artık hayatına bir yön vermiştir. Karısının üzerindeki etkisini "Hiç böyle aşık olacağımı düşünmemiştim. Ben bir deliyim, böyle devam ederse intihar edeceğim!" diye belirtmiştir. İlk on beş yılı çok mutlu geçen bu evlilikten Tolstoy'un 13 çocuğu oldu. Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra hayatı bir sükûn devresine girdi. Bu dönemde Tolstoy, sakin bir aile erkeği ve hesaplı bir çiftçi olarak toprağını işletirken, bir yandan ona asıl ürününü kazandıracak olan büyük romanlarını yazıyordu. En güzel eserlerini bu devrede yazmış, daha sonra bazı ruh bunalımları geçirmiş, Rusya'daki mustarip halkın hüsranını bu zamanlarda daha çok anlamış ve yazmıştır. Kendini eserlerini yazmaya verdi.1863 yılında en büyük eseri sayılan Savaş ve Barış'ı yazmaya başladı. Bu kitabın yazımını 1869'da tamamladı. 1873 yılında Savaş ve Barış'tan sonraki en güçlü eseri sayılan AnnaKarenina'yı kaleme almaya başladı. Üç çocuğunu ve halalarını yitirdiği talihsizliklerle dolu üç yıla yakın bir dönem içinde bu eserini bitirdi. Hasta olan erkek kardeşinin ölümünün kendisinde uyandırdığı etkiyle, yaşamının sonuna kadar hiç eksilmeyecek ve sonu gelmeyecek olan karmaşalarını anlattığı "İtiraflarım"ı kaleme almaya başladı. "Savaş ve Barış" ile "AnnaKarenina" dan dan sonra bir diğer güçlü eseri olan Diriliş'i, AnnaKarenina'yı yazmayı tamarnladığı 1876 yılından yirmi yıl sonra yazmaya başladı. Bu zaman süresince yaşamında büyük sarsıntılar geçirdi ve dünyaya, insana, yaşama bakışında köklü değişimler yaşadı. Bu değişimlerle birlikte teolojinin ağırlığının hissedildiği, Allah, insan, yaşam ve ölümün sorgulandığı eserler kaleme aldı. "Din Nedir", "İvan İlyiç'in Ölümü", "İnsan Ne İle Yaşar", "Üç Ölüm" ve "Ölüm Manifestosu" gibi roman ile hikâyelerinde bu temalar yoğun biçimde yer aldı. 1891-92 yıllarında Rusya'da yaşanan kıtlık ve salgın hastalık döneminde şahit olduklarının, bunun hemen ardından da en sevdiği çocuğu olan kızı Vanişka'nın yedi yaşında ölmesinin getirdiği ruh haliyle manevî yaşamı alt üst oldu. 1896 yılında ilk cümlesini kurduğu Diriliş, 1899 yılında tamamladı. Aynı tarihte, giderek artan huzursuz ruh hâlinin yansımalarının yer aldığı "KreutzerSonatı"nı yazmaya başladı. Evliliğinin ilk yıllarında başlayan aile kavgalarının artık dayanılmaz hâl aldığı bir anda, ardında karısına yazılmış bir mektup bırakarak YasnayaPolyana'daki evini terk ettiğinde tarih 9 Kasım 1910'u gösteriyordu ve Tolstoy seksen iki yaşındaydı. Kendisini, yaşamın anlamını ve Allah'ı arayışı bütün ömrü boyunca süren Tolstoy, evini terk ettikten birkaç gün sonra Odesaİstanbul üzerinden Bulgaristan'a gitme hazırlığı yaparken yolda zatürreye yakalandı. Astapovo'daki metruk tren istasyonunun bir odasında 20 Kasım 1910 sabahı saat 06.05’te gözlerini yaşama kapadı. Vasiyeti üzere, yaşamının en güzel dönemi olarak nitelendirdiği çocukluğunun geçtiği kardeşleriyle birlikte oyunlar 86 Akademik Perspektif – Şubat 2015 oynadığı, YasnayaPolyana'daki çiftliğinin gölgeli ve sessiz bir köşesine gömüldü. Eserleri: Romanları: Çocukluluğum / İlk Gençlik / Gençlik / Sivastopol Serisi / Kazaklar / Savaş ve Barış / İnsan Ne İle Yaşar? / IvanIlyiç'in Ölümü / AnnaKarenina / Kroyçer Sonat / Diriliş / Hacı Murat / Sergi BabaEfendi İle Uşağı Öyküleri: Toprak Ağasının Sabahı / Baskın / Ormanın Kesimi / Notes of a Billiard Marker / İki Süvari Subayı / Bir Karşılaşma / Tipi7Lucerne / Albert / Üç Ölüm / Aile Saadeti / Polikuska / TheDecembrists / CaucasusMahkûmu / İvan İlyiç'in Ölümü / Holstomer / İnsanlar Arasında Boş Bir Konuşma / Usta ve Çırak/Köyde Şarkı Söylemek /Köyde Dört Gün / Yanlış Kupon / Oyun'dan Sonra Kaynakça: Hacı Murat Romanı, Tolstoy'un Hayatı İvan İlyiç'in Ölümü, s.5-15. "Tolstoy'un Romanlarında İnanç Motifleri", KSÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (lisans tezi), Kahraman Maraş, Ekim 2004 87 Akademik Perspektif – Şubat 2015 Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram Hazırlayan: Kürşat Yalçınkök Realizm veya Gerçekçiliken genel anlamıyla uluslararası sistem içerisinde, kendi güç vepozisyonları doğrultusunda, kendi ulusal çıkarları için her türlü rekabete hazır devletlerarasında bir mücadele olduğu nazariyesine dayalı bir paradigmadır. Realizmfelsefi-siyasi kökleri antik Yunan’a hatta Sun Tzu’ya kadar götürülebilecek olan ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası çok popüler olan bir Uluslararası İlişkiler teorisidir. Thucydides (Peleponnez Savaşlarının Tarihi), Makyavel (Prens), Hobbes gibi düşünürler Realizm’in öncüsü kabul edilebilirler. savunmuştur. Morgenthau’ya göre uluslararası politika bir güç mücadelesidir. Morgenthau’ya göre Realizm’in 6 önemli ilkesi bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir; Realizmin felsefesi, devletin uyması gereken ahlaki ilkeler ile, varlığını düşmanlarından korumak için başvurmak zorunda olduğu politikalar arasındaki uzlaşmazlıkta, devletin çıkarları yönünde hareketi yeğleyeceği savından kaynaklanmaktadır. 2-) Ulusal çıkarlar güç perspektifinden tanımlanmalıdır. Devletlerin amacı güçlerini arttırmaktır, dolayısıyla hareketlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. 1-) Uluslararası politika evrensel ve objektif kurallar tarafından yönetilmektedir ve bu kuralların kaynağı insan doğasıdır. Realistlere göre insan doğası İdealist veya Liberallerin belirttiği gibi iyi değildir. İnsanlar tam tersine bencil canlılardır ve çıkarlarının peşinde koşmaktadırlar. Modern Realizm’in en önemli kurucusu Hans Morgenthau’dur. Morgenthau, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan konjonktürde uluslararası politikanın güç açısından tanımlanan ulusal çıkara dayalı objektif ve evrensel kurallarla yönetildiğini 88 Akademik Perspektif – Ocak 2015 3-) Güç açısından çıkarlar sabittir ve değişmez, ancak çıkarın içeriği ve bu çıkarı gerçekleştirmek için uygulanması gereken politikalar zamana ve içinde bulunulan kültürel ortama göre değişiklik gösterebilir. 4-) Moral-ahlaki değerlerin uluslararası politikada Security Dilemma herhangi bir (Güvenlik İkilemi):En etkisi yoktur. temel tanımıyla güvenlik ikilemi, bir 5-) Uluslararası devletin başka bir politika, devletten tehdit ekonomi ve algılayıp silahlanması hukuk gibi durumunda buna alanlardan farklı tehdit algılanan otonom (özerk) devletin de aynı bir alandır ve şekilde cevap esas olan vermesini ifade devletlerin etmektedir. askeri-siyasi gücü ve çıkarlarıdır. 6-) Uluslararası politikayı şekillendiren temel aktörler ulus-devletlerdir. Uluslararası ya da ulusüstü yapılar etkisizdir. Klasik Realizm’e Liberalizm’den gelen yoğun eleştiriler sonrası Neo-Realizm akımı ortaya çıkmıştır. Kurucusu 1979 yılında yazmış olduğu Uluslararası Politika Teorisi kitabı ile Kenneth Waltz’dur. Waltz bu eserinde klasik Realizm’in eksikliklerini gidermeye çalışmış ve Klasik Realizm’in sadece ulus devletler üzerinde yoğunlaşması geleneğini değiştirmeye çalışmıştır. Waltz’a göre devletler kadar sistemin geneli de uluslararası politikayı analiz etmek için iyi incelenmelidir. Waltz uluslararası siyasi yapıyı üç temel boyutta tanımlamaktadır; 1-) Uluslararası sistem anarşiktir ve ülkelerin içyapıları gibi belirgin değildir. Sistem kendi kendine oluşur ve devletlerin temel amacı ayakta kalabilmektir. 2-) Devletler sistemin temel aktörleridir. Uluslararası ve ulusüstü yapılarda da devletler kendi çıkarlarını savunurlar. 3-) Devletler farklı özelliklerine rağmen sistemde fonksiyonel olarak kapasiteleri farklıdır. National Interest (Ulusal Çıkar): Devletlerin giderek artan ihtiyaçları ya da zamanın yıpratıcı etkileri karşısında sahip olunan şeyleri artırmak, çoğaltmak veya tüm bunları maksimize etmek için amaç edindiği herşey olarak tanımlanabilir. aynıdırlar sadece Genel olarak realist kuramın özellikleri ve ilişkili olduğu kavramları 5 madde üzerinde açıklarsak: 1. İnsan doğası gereği, bencil, çıkarına düşkün ve hatta günahkârdır. İnsanın doğal günahkârlığı, devletlerin davranışlarına da yansımaktadır. Devletler, birbirlerinden farksız olarak, ilişkilerinde güçlerini mümkün olan en üst düzeye çıkarma (maksimizasyon) doğrultusunda hareket etmektedir. 2. Realizm çıkarlar ile ahlak arasında bir çatışmanın var olduğu her durumda, kararı çıkarların belirlediği varsayımından hareket etmektedir. Realizme göre devlet, ulusal çıkarlarını (national interest)koruma hakkına sahiptir. 3. Güç dengesi sistemi, esas olarak XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupa’da yaşanan klasik güç dengesi sisteminden yola çıkılarak geliştirilmiştir. Devletlerin rasyonel davranarak çıkarlarını maksimize edecek politikalar izledikleri, bu ilişkilerin de güçler arasında bir hiyerarşik yapılanmanın söz konusu olduğu bir güç dengesi içinde gerçekleştiği varsayımına dayanmaktadır. 89 Akademik Perspektif – Şubat 2015 4. Uluslararası anarşi ve devletlerarası güven eksikliği uluslararası sistemde güvenlik ikilemine neden olmaktadır. Buna göre bir devlet kendi güç potansiyelini ikilem yaşadığı devlete göre artıracaktır. Türkiye ve Yunanistan'ın 1990'lı yıllar boyunca birbirine karşı silahlanmasının da bir güvenlik ikilemine neden olduğu söylenebilir. 5. Devletlerarası antlaşmalara uymayanları cezalandırabilecek merkezi bir gücün yokluğunda işbirliği hiçbir zaman garantili değildir ve çatışma her zaman ciddi bir ihtimaldir. Böylece anarşik bir ortamda bir arada varolmak devletler için kendi gücüne dayanmasını (self-help) gerekli kılmaktadır. Self help bir ortamda devletlerin en baştaki amacı hayatta kalmalarıdır, bu yüzden rasyonel birer aktör olarak güvenliği maksimize etmeye çalışırlar. Güvenliğe ulaşmanın yoluise göreli gücü artırmaktan geçmektedir. Bu yüzden devletler mutlak avantajlar yerine göreli kazançlar/güç (relative gains) elde etmek peşindedirler. Relative Gains (Göreceli Kazanç): Devletler herhangi bir işbirliği durumunda mutlak kazançlarını değil göreceli kazançlarını düşünmektedirler. Göreceli kazançla kastedilen işbirliği nedeniyle karşı tarafın kazancı ve o ülkenin kazancı arasındaki dengedir. Bu nedenle bir devlet ancak diğer devletten göreceli olarak daha çok kazandığı veya eşit ölçüde kazandığı zaman işbirliğine yanaşmalıdır. Böyle zor bir sistemde doğal olarak devletlerin kendilerine yeterli ve her tehlikeye karşı güçlü olmaları gerekmektedir. Kaynakça: W. Kegley, Charles, ‘‘World Politics Trend And Transformation’’, 2010-2011 Edition. Linklater, Andrew, ‘‘Beyond Realism and Marxism’’, Palgrave Foundation, First Edition, February, 1990. Sönmezoğlu, Faruk, “Uluslararası İlişkiler Sözlüğü”, Der Yayınları, 2010. Çakmak, Haydar, ‘‘Uluslararası İlişkiler’’, Platin Yayınları, 2007. Self Help: Uluslararası sistem içerisinde herkes kendi çıkarını gözetir ki bu da kaotik bir düzene yol açar. Tüm bu devletler üstünde onları domine edebilecek uluslar üstü bir otoritenin olmayışı bu kaosu perçinlemektedir. İşte burada realistler devletlerin devamının ancak devletlerin kendi çabalarıyla sağlanacağını düşünür. Balance of Power (Güç Dengesi): Bir ülkenin askeri, siyasi, ekonomik ve bilimsel olarak diğerlerinin aleyhine her şeyin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyerek, ülkeler arasındaki dengeyi muhafaza etmeyi öngören siyasal nazariye ve bu nazariyenin uygulanması güçler dengesi olarak tanımlanmaktadır. 90 Akademik Perspektif – Şubat 2015 91 Akademik Perspektif – Ocak 2015