Rusya ve Orta Asya Politikası Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu

advertisement
“Hem Seviyeli Hem Keyifli”
Şubat 2015 | Yıl: 2 Sayı: 4
Rusya
Rusya ve Orta Asya Politikası
Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu
Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu
İlişkileri
Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya
Ekonomik Etkileri
The Slavic Union and Its Future
Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu
Röportaj: İyi Bir Uluslararası İlişkilerci
Olmak
Röportaj: Rusya Dış Politikası’nda Orta
Asya
Akademik Perspektif – Ocak 2015
Akademik Perspektif Enstitüsü Yayınıdır
1
2
Akademik Perspektif – Ocak 2015
AKADEMİK PERSPEKTİF
akademikperspektif.com
Aylık Süreli Sosyal Bilimler Dergisi
KÜNYE
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
OĞUZHAN YANARIŞIK
KOORDİNATÖR
SAMET ZENGİNOĞLU
EDİTÖRLER
AYŞE ÖZER - CAHİT KIRAĞA – OĞUZHAN TURHAN - İBRAHİM ÖZKAN
BU SAYIYA KATKIDA BULUNANLAR
ENES DEŞİLMEK - YUNUS EVEDENCİ - FIRAT PURTAŞ - ÇAĞLAR DIRMIKCI - BEGÜM HAZAL
KURT - SEHER GÖZDE USTAÖMER - DİDEM OKUMUŞ - SAMET ZENGİNOĞLU - CANSU
YÜRÜTEN - HACI MEHMET BOYRAZ - METİN EROL - SAİT AKŞİT - TALAT BURAK DÜZENLİ FATİH YILMAZ AKAN - CANER AKKAYA - SELİN DURAN - FURKAN BURCU AKSOY - LÜTFULLAH
SAYGILI - ENES ERDEM YERİNDE - MELİKE ŞENER - KÜRŞAT YALÇINKÖK
REKLAM ve İLETİŞİM
editor@akademikperspektif.com
YAYIMCI
Akademik Perspektif Enstitüsü
Yazı teklifi göndermek için gerekli bilgileri dergimizin sonunda bulabilirsiniz.
*Dergimizde yayınlanan bütün makalelerin içeriklerinden yalnızca yazarları sorumludur.
Her bir makale sadece yazarının görüşünü yansıtmaktadır.
3
Akademik Perspektif – Şubat 2015
AKADEMİK PERSPEKTİF’TEN
Saygıdeğer okuyucularımız,
Daha önce sizlere her geçen gün büyüyen
Akademik Perspektif ailesi olarak, yeni yıla
heyecan verici yeni projeler ve hedeflerle
giriyor olmanın mutluluğunu yaşadığımızı
ifade etmiştik. Öncelikle bu projelerden
birini çok yakında hayata geçirerek mobil
uygulamamızı yayınlayacağımız müjdesini
ilk olarak sizlerle buradan paylaşmak
istedik.
Bu yeni sayımızda, son dönemde
uluslararası arenada en çok konuşulan
ülkelerin başında gelen “Rusya”yı kapak
konusu olarak ele alıyoruz. Konuya değişik
açılardan yaklaşan makale ve röportajları
sizler için bir araya getirdik. Rusya’nın dış
politikasından ekonomik ilişkilerine kadar
birçok farklı boyutu kapsayan çalışmaları
derledik.
Bunun yanında, bizlere kapak konumuz
dışındaki
alanlarda
hazırlayarak
gönderdiğiniz güzel makalelere de
sayfalarımızda yer verdik.
Bu ay da yine Türk dış politikasında ve
Avrupa, Asya, Orta Doğu, Afrika ve
Amerika’da geçtiğimiz ay meydana gelen
önemli gelişmeleri sizler için derledik.
“Ayın Düşünürü” köşemizde ise Tolstoy’u
inceledik. Bundan böyle her ay
yayınlanacak olan yeni “Teori” köşemizde
“Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram”ı
işledik.
Bütün sayılarımız için de yoğun şekilde
makale teklifi gönderen bütün takipçi ve
okuyucularımıza teşekkür ederiz. Bir
sonraki kapak konumuzu “Amerika Birleşik
Devletleri” olarak belirledik. Başta bu
kapak konusu olmak üzere, ilgili
alanlardaki meseleleri kapsayan makale
tekliflerinizi bekliyoruz.
Keyifli okumalar…
Oğuzhan Yanarışık
Genel Yayın Yönetmeni
Bu ay yine sizler için birbirinden güzel
röportajlar hazırladık. Gazi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi
ve TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı
Prof. Dr. Fırat Purtaş ile Rusya ve Orta
Asya
konusunu
konuştuk.
Gediz
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor
Sait Akşit ile “İyi Bir Uluslararası İlişkilerci
Nasıl Olmalı?” sorusunu irdeledik.
4
Akademik Perspektif – Şubat 2015
İÇİNDEKİLER
Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu İlişkileri ..................................................... 7
Röportaj: Rus Dış Politikası’nda Orta Asya ........................................................ 17
Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya Ekonomik Etkileri ............................... 24
Rusya ve Orta Asya Politikası ............................................................................ 29
Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu ..................................................................... 32
The Slavic Union and Its Future ....................................................................... 35
Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu ....................................................................... 39
Amerikan Dış Politikasının Ortadoğu'da Yansımaları ........................................ 42
İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Olmak ................................................................... 50
Emperyalizm .................................................................................................... 57
Sosyal Medya ve Bilişim Suçları ........................................................................ 62
Türkiye Dış Politikasında Geçtiğimiz Ay ............................................................ 67
Avrupa’da Geçtiğimiz Ay .................................................................................. 71
Amerika'da Geçtiğimiz Ay ................................................................................. 76
Asya'da Geçtiğimiz Ay ...................................................................................... 78
Orta Doğu / Afrika’da Geçtiğimiz Ay ................................................................. 81
Ayın Düşünürü: Lev Nikolayeviç Tolstoy ........................................................... 84
Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram................................................................ 88
5
Akademik Perspektif – Ocak 2015
6
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu İlişkileri
Enes Deşilmek*
Bu çalışmada, Avrupa Birliği ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin tarihsel kökeni ele
alınacak olup, aralarında anlaşmazlıklar meydana gelmesine rağmen birbirlerinden
kopamamalarının sebepleri üzerinde durulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda “Ayrılsak da
Beraberiz” anlayışını benimseyen tarafların olaylara bakış açısındaki farklılıkları üzerinden
konu ele alınmaya çalışılacaktır.
Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin temeline
baktığımızda, Soğuk Savaş süresince
taraflar arasında esasında bir yakınlaşma
olmadığını söylemek mümkündür. 1980’li
yılların ikinci yarısından itibaren Rusya’da
reformlar sürecini başlatan Gorbaçov ile
birlikte ilk yakınlaşmanın olduğunu
söyleyebiliriz. Mihail Gorbaçov’un iç
politikada hayata geçirmek istediği
glasnost1 ve perestroyka2 politikaları, dış
politikasını da etkilemiştir. Bu bağlamda
Gorbaçov, her ne kadar Batı ile zıt
kutuplarda olunsa bile, iç politikada
başarıya ulaşmada Avrupa ile işbirliği
yapmak zorunda olduklarını düşünmüş ve
1
Glasnost: Sovyetler Birliği’nde ekonomik sorunlara
son vermek amacıyla uygulanmış politikaların
tümüne verilen addır.
2
Perestroyka: Sovyetler Birliği’nde ekonomik ve
siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform
hareketleridir.
Avrupa ile yakınlaşmaya başlamıştır.
Gorbaçov’dan sonra Rusya Devlet Başkanı
olan Boris Nikolayeviç Yeltsin de “batıcı”
bir politika izlemiştir. Nihayetinde
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve iki
kutuplu yapının sona ermesiyle birlikte
taraflar arasında ilişkiler gelişmeye
başlamıştır.
Sovyetler
Birliği’nin
dağılmasından
sonra
ortaya
çıkan
uluslararası konjonktürde, Sovyetlerin
varisi konumunda olan Rusya Federasyonu
ile Avrupa’nın ekonomik devi Avrupa
Topluluğu arasındaki ilişkilerin seyri, 1992
yılında Avrupa Topluluğu üye devletlerinin
imzalamış olduğu Maastricht Antlaşması3
ile belirlenmiştir. Bu antlaşma ile 3
sütunlu4 bir yapı haline gelen Avrupa
3
7 Şubat 1992’de imzalanan antlaşma, Kasım
1993’te yürürlüğe girmiştir.
4
3 sütunlu yapının içeriği:
7
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Topluluğu, artık Avrupa Birliği olarak
yoluna devam etme kararı almış, bunun
yanı sıra sütunlardan biri olan “ortak
dışişleri
ve
güvenlik
politikası”
çerçevesinde ortak bir politika oluşturma
isteği AB-Rusya ilişkileri açısından önemli
bir aşama olmuştur. Bununla birlikte AB ile
Rusya Federasyonu arasında ortaya çıkan
yakınlaşma, özellikle ekonomik ve ticari
alanlarda kendini daha çok belli etmiştir.
Avrupa Birliği’ni Rusya’ya yaklaştıran
nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:
1.
Rusya’nın önemi; sahip olduğu
doğal kaynaklar,
2.
Rusya’nın tehdit unsuru olarak
görülmesi;
Rus
ekonomisi,
çevre
problemleri ve toplumunun koşulları,
3.
İki kutuplu sistemin çöküşü ve
Sovyetlerin ardından ortaya çıkan ülkelerin
AT’ye üye olmak istemeleri,
4.
Rusya
gibi
üyelik
konusu
gündeminde olmayan ülkelerin, Avrupa’ya
entegre olmasını sağlamada izlenilecek
politikaların belirlenmesi gerekliliği,
5.
AB ile Rusya arasında oluşturulacak
güçlü siyasi ve ekonomik ilişkilerin yeni
bölünmelerin önünü alacağı düşüncesi,
6.
Rusya ile olan coğrafi ve tarihi
bağlar.
Rusya açısından da çöküş dönemini arkada
bırakarak, uluslararası arenada ‘büyük güç’
olma konumunu elde etmek için AB ile
ilişkiler büyük önem taşımaktadır.5 Büyük
güç olma yolunda olan Rusya, AB’yi,
gerekli olan hızlı ekonomik modernleşme
ve kalkınmayı gerçekleştirme yolunda
önemli bir ortak ve Avrupa’da güvenliğin
sağlanmasında potansiyel müttefik olarak
görmektedir.
1. Sütun: Avrupa Topluluğu
2. Sütun: Ortak dışişleri ve güvenlik politikası
3. Sütun: İçişleri ve Adalet
5
Galym ZHUSSİPBEK, “Avrupa Birliği İle Rusya
Federasyonu Arasındaki ‘Stratejik Ortaklığın’
Analizi”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt
7, Sayı: 25, 2011, s.48
Genel olarak özetleyecek olursak, AB
Rusya’nın ‘Batılı değerleri’ benimseyen
liberal bir güç olmasını isterken, Rusya ise
çöküş dönemini atlatarak uluslararası
arenada ‘büyük güç olma’ konumunu elde
etmeye çalışmaktadır.6
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması
Taraflar arasında başlayan yakınlaşmanın
bir sonucu olarak 1994 yılında Ortaklık ve
İşbirliği Anlaşması7 (Partnership and
Cooperation
Agreement-PCA)
imzalanmıştır.
Fakat
anlaşmanın
onaylanması
Rusya’nın
Çeçenistan
politikası sebebiyle ertelenmiş ve antlaşma
ancak 1997 yılında yürürlüğe girmiştir.
Fakat bu süre içerisinde taraflar arasında
sadece mal ticaretine imkân veren Geçici
Anlaşma
imzalanarak,
ilişkilerin
kopmaması sağlanmıştır. Bu da Avrupa
Birliği’nin siyasi olmaktan çok, ekonomik
yakınlaşmaya daha fazla önem verdiğini
göstermektedir.
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması ile birlikte
Rusya’yı kucaklama-çevreleme politikası
yürüten AB, Rusya’nın birliğe üye
olmasının önünü kesmekte, aksine ilişkileri
stratejik
ortaklık8
çerçevesinde
yürütmektedir. Aynı zamanda ortaklık
ilişkilerinin devam ettirilebilmesi için de,
anlaşma
yükümlülüklerinin
yerine
getirilmesi
gerekmektedir.
Taraflar
arasında siyasi ve ekonomik işbirliğini
geliştirmek maksadı ile imzalanan bu
6
ZHUSSİPBEK, a.g.m., s.51.
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması 112 madde, 10 ek, 2
protokol ve çok sayıda ortak deklarasyondan
oluşmaktadır. İlk etapta geçerlilik süresi 10 yıl
olarak belirlenen anlaşma, 2007 yılı sonrasında da
her yıl otomatik olarak yenilenmiştir.
8
Stratejik Ortaklık; iki veya daha fazla tarafın
belirledikleri stratejik hedefler doğrultusunda uzun
vadeli, geniş kapsamlı bir işbirliği içerisine girmesini
ifade etmektedir. Bir bölge veya uluslararası
düzenle ilgili daha köklü hedef veya çıkarları
öngörmektedir.
7
8
Akademik Perspektif – Şubat 2015
anlaşma, ticaret ve ekonomi, adalet ve
içişleri, bilim ve teknoloji, enerji, çevre,
ulaştırma
ve
uzay
araştırmaları
konularında işbirliğini öngörmesinin yanı
sıra, uluslararası konularda ve insan
hakları
ve
demokrasi
ilkelerinin
korunmasında işbirliğini içeren siyasi bir
ortaklığı da kapsamaktadır. Ayrıca bu
anlaşma ile taraflar arasındaki ilişki
kurumsallaşmıştır ve bu bağlamda her altı
ayda bir AB-Rusya Zirvesi yapılmasına, alt
komite ve çalışma grubu kurulmasına
karar verilmiştir. Anlaşmanın uzun
dönemdeki amacı ise, taraflar arasında bir
serbest ticaret bölgesi kurmaktır.9 Bunun
yanı sıra Rusya’nın Dünya Ticaret
Örgütü’ne üye olması hedeflenmektedir.
Bu anlaşmayı Rusya uluslararası siyasi
sisteme
dâhil
olma
arzusunu
gerçekleştirmede
bir
araç
olarak
görmekteyken, görüşmelerde GATT10
ülkeleri ile eşit koşullarda muamele
görmeyi talep etse de AB bu isteğe
olumsuz yaklaşmıştır. Ayrıca serbest
ticaret bölgesi oluşturulması konusunda
AB’nin Rusya’nın buna yeterli olup
olmadığı konusunu gündeme getirmesi
taraflar arasındaki ilişkilerde bir hayal
kırıklığı oluşturmuştur.
9
Dicle KORKMAZ, “Rusya Federasyonu-Avrupa
Birliği İlişkilerinin Üç Temel Belge Çerçevesinde
İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı:
Prof.Dr.Atila ERALP, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.10.
10
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması,
(General Agreement on Tariffs and Trade): 1947'de
23 ülke tarafından imzalanan bir anlaşma ile
kurulmuştur. 1 Ocak 1948'de de yürürlüğe
girmiştir. GATT'ın kuruluş amacı, ithalat vergilerini
azaltmak, uluslararası ticaretin önündeki tüm
engelleri kaldırmak ve ticarette ayrımcı
uygulamalara son vermek olarak belirlenmiştir.
Arthur Dunkel kuruluşun mimarı olarak
bilinmektedir. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), 1 Ocak
1995'te, uluslararası ticaretin en etkin kurumu
olarak, GATT’ın yerine kurulmuştur. Türkiye
anlaşmayı 1953 yılında imzalamıştır.
Ortak Strateji Belgesi
Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması ile
gündemine aldığı ortak dışişleri ve
güvenlik politikası çerçevesinde hayata
geçirilmek istenen dış politikada “tek
seslilik” konusundaki başarısızlık kendisini
Yugoslavya Savaşı süresinde çok net bir
şekilde göstermiştir. Bu süreçte üye
ülkeler arasındaki uyumsuz politikalar
sebebiyle Yugoslavya Savaşı’nda sınıfta
kalan AB,
1996 yılında ODGP’yi
güçlendirmek
için
Hükümetlerarası
Konferans düzenlemiştir. Amaç, ODGP
çerçevesinde
uygulamada
yaşanan
aksaklıkların giderilmesidir. Bu bağlamda
Amsterdam
Antlaşması
ile
“ortak
strateji”11
kavramı
Avrupa
Birliği
tarafından kabul edilmiştir. Hazırlanan bu
strateji ilk olarak Rusya üzerinde
uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda
Rusya Hakkında Ortak Strateji Belgesi
kabul edilmiştir ve buna göre taraflar
arasındaki stratejik ortaklığı güçlendirmek
maksadı ile bu belgenin kabul edildiği ifade
edilmiştir. Stratejinin ilk olarak Rusya’ya
yönelik hazırlanmasının sebepleri ise
şunlardır;
1.
Taraflar arasındaki güç mücadelesi
ve Avrupa’nın geleceği,
2.
AB’nin, Rusya ile yakın ilişkiler
kurma ve Rusya’nın Avrupa ekonomik
sistemine entegre olmasını istediği
konusunda samimi olduğunu göstermek
istemesi,
3.
Avrupa’nın güvenliği için Rusya ile
işbirliği yapılması gerekliliği,
4.
Ayrıca bu belgenin hazırlanmasında
Çeçenistan Savaşı’nda AB’nin başarısız
olması,
11
Fransa tarafından ortaya atılan ortak strateji
kavramı, tarafların çıkarlarını uzlaştırmayı
hedeflemektedir. Buna göre AB’nin önem verdiği
coğrafi alanlar için ortak stratejiler oluşturulması ve
karar alma mercii olarak Avrupa Konseyi
belirlenerek Zirve’nin güçlendirilmesi
önerilmektedir.
9
Akademik Perspektif – Şubat 2015
5.
1998 yılında Rusya’da yaşanan
ekonomik kriz ve siyasi olaylar da etkili
olmuştur.
Bunun yanı sıra Almanya tarihi ve coğrafi
sebepler dolayısı ile bu belgenin
hazırlanmasına önayak olmuştur. Bu
belgenin imzalanmasındaki amaçlar ise
şunlardır; birincisi, hukukun üstünlüğü,
açık ve çoğulcu demokrasi ilkelerinin
yaşandığı ve işleyen bir pazar ekonomisine
sahip Rusya yaratmak, ikincisi ise Avrupa
istikrarını sağlamak, küresel güvenliği
desteklemek ve Rusya’yla işbirliği yaparak
ortak tehditlere cevap verebilmektir.12
Ortak Strateji belgesinin kabulünden sonra
II. Çeçen Savaşı’nın patlak vermesi AB’yi
yeni bir sınavla karşı karşıya getirmiştir. Bu
süreçte AB, Rusya’nın toprak bütünlüğünü
tanıdığını, fakat kullanılacak gücün orantılı
olması gerektiğini vurgulamıştır. Rusya’nın
Çeçenlere karşı orantısız güç uygulaması,
AB’yi bir takım yaptırımlar yapmak
zorunda bırakmış fakat yine de Rusya’nın
Avrupa’dan soyutlanmaması gerektiği, AB
için Rusya’nın önemli bir ortak olduğu ve
Avrupa Birliği’nin geleceği için Rusya’nın
gelişiminin de çok önemli olduğu dile
getirilmiştir. Fakat bu dönemde Rusya’nın
Çeçenistan’a
karşı
izlemiş
olduğu
politikalara karşı, AB bir kurum olarak karşı
çıksa da, AB üyesi devletler, özellikle
büyük devletler, Rusya ile olan ikili
ilişkilerine devam etme ve geliştirme
yolunu seçmişlerdir.
Putin Dönemi ve Sonrası
26 Mart 2000 tarihinde Vladimir Putin’in
Rusya Devlet Başkanı seçilmesi ile birlikte
yeni bir dönem başlamıştır. Nitekim
Putin’in AB’yi Rus dış politikasında olması
gereken bir alan olarak görmesi ve
uluslararası sistemde Rusya’nın güvenilir
bir ortak olacağını belirtmesi bu görüşü
destekler niteliktedir. Fakat burada
12
KORKMAZ, a.g.e., s.26.
belirtmek gerekir ki “Rusya için AB, parçası
olunacak hegemonik bir merkez değil,
daha çok işbirliği geliştirilebilecek ‘eşit’ bir
aktör olarak değerlendirilmektedir.”13
Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte
Avrasyacı akım güç kazanmış ve Rusya
sahip olduğu kaynakları kullanarak
uluslararası arenada yeniden söz sahibi
olan bir ülke konumuna gelmiştir. Bu
bağlamda Avrasya Ekonomik Birliği’nin14
kurulması da bu görüşü destekler
niteliktedir. Birlik, AB ve ABD'nin
ekonomik
gücünü
dengelemeyi
hedeflemektedir. Avrasya Ekonomik Birliği
ile 2025'e kadar petrol ve petrol ürünleri
üretiminde
mevzuat
sınırlamaları
olmaksızın
ortak
pazara
geçilmesi
planlanmaktadır.15
Haziran 2000 tarihine geldiğimizde ise
Avrupa Konseyi Feira Zirvesi’nde bir eylem
planı kabul etmiştir. Buna göre, AB’nin
Rusya’ya Çeçenistan politikası sebebiyle
uyguladığı yaptırımlar kaldırılmıştır. Bunda
hem üye devletlerin etkisi olmuş, hem de
Putin’in açıklamaları etkili olmuştur. Diğer
taraftan AB’nin yeni bir girişimi olarak
karşımıza çıkan “Kuzey Boyutu Girişimi”,
özellikle Baltık denizi çevresinde bölgesel
işbirliği olanaklarını geliştirmeyi arzulayan,
hem ikili alanlarda, hem de genişleme
sürecine paralel bir süreçte geliştirilmiş bir
karşılıklı
girişimler
ve
politikalar
16
bütünüdür.
Bu bağlamda “Kuzey
13
Habibe ÖZDAL, “AB-Rusya İlişkilerinde Kuyruk
Köpeği Sallıyor”, USAK Analist Dergisi, Ağustos
2011, s.40.
14
Avrasya Ekonomik Birliği (AEB), 29 Mayıs 2014'te
Belarus, Kazakistan ve Rusya liderleri tarafından
imzalanan bir antlaşma ile temelleri atılan, resmen
ise 1 Ocak 2015'te kurulan siyasi ve ekonomik bir
birliktir. 9 Ekim 2014 tarihinde Ermenistan’da bu
birliğe dahil olmuştur.
15
http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25518443,
Erişim Tarihi: 12 Aralık 2014
16
Erhan BÜYÜKAKINCI, “Avrupa Birliği – Rusya
Federasyonu İlişkilerinde Güvenlik Sorunsalı”,
http://www.erhanbuyukakinci.com/avrupa-birligi-
10
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Boyutu’nun esas amacı, hem AB, Rusya ve
Baltık Denizi bölgesinde yer alan ülkeler
arasında gerçekçi bir karşılıklı bağımlılık
mekanizması oluşturarak bölgesel istikrarı
ve işbirliğini teşvik etmek, hem de AB ile
Rusya arasındaki global çerçevedeki
ilişkilerin gelişmesini desteklemektir.”17
Bu dönemde AB’nin Rusya’ya yönelik
girişimlerinin yanı sıra, Rusya’nın da AB’ye
yönelik girişimleri olmuştur. Rusya’nın
yayımlamış olduğu Orta Dönem Strateji
belgesi Rusya’nın 2000-2010 yılları
arasında
AB’ye
yönelik
izleyeceği
stratejileri içermekteyken, bunun amaç ve
araçlarını belirtmektedir. Buna göre
Rusya’nın amacı; Rusya’nın dünyadaki
rolünü ve imajını sağlamlaştırmak, AB ile
Rusya arasındaki stratejik ortaklığı
geliştirmek ve güçlendirmektir. Bunun için
yapılması gereken iki husus vardır:
1.
Avrupa’da kolektif bir güvenlik
sistemi yaratılması,
2.
İşleyen bir pazar ekonomisine sahip
ve demokratik, hukukun üstünlüğü
ilkesinin uygulandığı bir yapının kurulması
konusunda,
AB’nin
ekonomik
potansiyelinden
ve
tecrübesinden
yararlanılması.
Bunu izleyen süreçlerde AB ile Rusya
arasında 30 Ekim 2000 tarihinde Paris’te
gerçekleştirilen Zirve’de, enerji konusunda
adımlar atılmıştır. Böylelikle enerji
alanında
ilişkilerin
geliştirilmesi
hedeflenmiştir. Bunun ardı sıra Ekim 2001
tarihinde düzenlenen Zirve’de de tarafların
enerji piyasasının istikrarı, ihracatın ve
ithalâtın güvenilir olması, Rus enerji
sektörünün
güvenilirliği,
enerji
tasarrufunun artırılması gibi konular ele
alınmış ve ortak Avrupa ekonomi alanı
kurulmasının çalışmalarını yürütecek üst
rusya-federasyonu-iliskilerinde-guvenlik-sorunsali/,
Erişim Tarihi: 11 Aralık 2014
17
BÜYÜKAKINCI, a.g.m.
düzey
bir
grup
kurulması
kararlaştırılmıştır.
2002
yılında
gerçekleştirilen Zirve ile AB, Rusya’yı pazar
ekonomisi olarak tanımış, Ortaklık ve
İşbirliği Anlaşması’nın ticaretle ilgili
anlaşmazlıklarının
da
giderilmesi
konusunda taraflar arasında bir anlaşma
sağlanmıştır. 2003 yılının Mayıs ayında
düzenlenen St. Petersburg Zirvesi’nin
sonunda ise ilişkilerde ortak ekonomi alanı
(Common Economic Space), ortak
özgürlük, güvenlik ve adalet alanı
(Common Space of Freedom, Security and
Justice), ortak araştırma, eğitim ve kültür
alanı (Common Space of Research and
Education) ve ortak dış güvenlik alanı
(Common Space of External Security)
olmak üzere toplam dört ortak alanın
kurulması kararlaştırılmıştır. Rusya’nın
DTÖ üyesi olmasını destekleyen AB, 2005
yılında
gerçekleştirilen
Moskova
Zirvesi’nde Rusya’nın DTÖ üyesi olduktan
sonra yükleneceği mal ve hizmet
ticaretiyle ilgili taahhütleri ele alınmış ve
dört ortak alanla alakalı hayata geçirilmek
üzere, hedefler ve bunlara ulaşılması için
gerekli eylemleri ortaya koyan yol
haritaları hazırlanmıştır. Fakat bu konuda
hem AB’nin, hem Rusya’nın birbirinden
farklı yaklaşımlar benimsemesi, farklı
yorumlamalara sahip olmaları çok da
olumlu
neticeler
vermemiştir.
Bu
bağlamda AB ‘dört ortak alan’ ile birlikte
Rusya’da demokrasi, hukukun üstünlüğü
ve temel özgürlüklere saygı konularında
gelişmeler olmasını öngörürken, Rusya ise
‘ülke güvenliğini güçlendirme’ amacıyla bu
girişime onay vermiştir.
Rusya’nın 1993 yılı itibariyle DTÖ’ye üye
olmak için girişimlerde bulunmasının
sonuçları ancak 2012 yılında neticesini
vermiş ve Rusya örgüte üye olabilmiştir.
Rusya ile ilişkilerinin başladığı tarihten
itibaren
AB,
Rus
ekonomisinin
modernleşmesi ve serbestleşmesi için
girişimlerde bulunmuş ve Rusya’nın
11
Akademik Perspektif – Şubat 2015
DTÖ’ye üye olması bu çabalar için olumlu
bir gelişme olarak karşılanmıştır.
Rusya ile AB arasındaki ilişkiler daha çok
ekonomik temellere dayandırıldığı için,
siyasi alanda çok fazla bir ilerleme
kaydedilememiştir ve bu sebeple AB,
2000’li yılların başında Rusya’nın en
önemli dış ticaret ortağı ve en önemli dış
yatırım
kaynaklarından
biri
olma
konumuna sahip olmuştur. Şuan Rusya,
AB’nin en önemli 3. ortağı konumunda
iken, AB, Rusya’nın en önemli ticaret
ortağıdır. Bu bağlamda “AB’nin Rusya’ya
ihracatı,
ürün
grupları
bazında
incelendiğinde, en üst sırada makine,
ulaşım araçları, kimyasal ürünler, ilaç ve
tarımsal ürünlerin bulunduğu görülüyor.
AB’nin Rusya’dan ithal ettiği en önemli
ürünleri ise başta petrol ve doğalgaz
olmak üzere hammaddeler oluşturuyor.”18
AB’nin giderek genişleyen sınırları da
Rusya ile sorunlar yaşamasına sebep
olmuştur. Bu bağlamda 2004 ve 2007
yıllarında birlik sınırlarının Rusya’nın kendi
etki alanı olarak tanımladığı Doğu
Avrupa’ya genişlemesini Rusya kendine bir
tehdit olarak algılamıştır. Bunun yanı sıra
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
devam eden dondurulmuş ihtilaflar yani;
Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya ve
Transdinyester ihtilafları konularında
AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası
çerçevesinde Doğu Ortaklığı (Eastern
Partnership- EaP)19 ile çözüm arayışları,
Rus etkisinin olduğu bu konularda, taraflar
arasında anlaşmazlığa sebep olmaktadır.
AB’nin bu olaylara müdahil olmasını
istemeyen Rusya, çok taraflı girişimlere
destek vermektedir. Fakat yine de,
Rusya’nın arka bahçesi konumunda olan
bu bölgelerdeki sorunların çözümüne
Rusya çok da sıcak bakmamaktadır. Fakat
burada belirtmek gerekmektedir ki AB’de
bu olaylara askeri yönden müdahil
olmaktan kaçınmaktadır. AB daha çok
yumuşak güç vasıtaları ile olaylara müdahil
olma yolunu seçmektedir.
1997 yılında yürürlüğe giren PCA’nın
tarafların
ihtiyaçlarını
tam
olarak
karşılayamaması yeni bir
anlaşma
yapılmasını zaruri kılmıştır. Bu bağlamda
2008 yılında gerçekleştirilen KhantyMansiysk
Zirvesi’nde
müzakerelere
başlanması kararı alınmıştır. Fakat taraflar
arasındaki görüş ayrılıkları, farklı çıkarları
olması müzakerelerin sonuca bağlanmasını
çıkmaza sokmuştur. Enerji ve ticaret
alanındaki anlaşmazlıklar tarafların yeni bir
PCA imzalamasında en büyük engeli
oluşturmaktaydı. Bunun yanı sıra AB’nin
temel değerleri arasında yer alan
demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan
hakları vb. konularda Rusya’nın daha çok
otokratik eğilimleri taraflar arasındaki
görüşmeleri çıkmaza sokmaktadır. Fakat
burada belirtmek gerekir ki AB, üyeliği söz
konusu olmayan bir ülke için, Rusya için,
temel değerler yerine AB’nin çıkarlarını ön
planda tutmakta ve çıkarları (özellikle
enerji alanındaki bağımlılığı sebebiyle)
doğrultusunda bu konularda çok fazla ses
çıkarmamaktadır. Bu bağlamda 2008
yılında yaşanan Gürcistan-Rusya Savaşı,
daha sonrasında Ukrayna’da yaşanılan
olaylar karşısında AB’nin söylemlerden
öteye geçememesi ve Rusya’ya karşı ciddi
anlamda bir yaptırım uygula(ya)maması bu
görüşü destekler niteliktedir.
Enerji Faktörü
18
Yeliz ŞAHİN, “Stratejik Ortaklık İle Stratejik
Rekabet Arasında Rusya-AB İlişkileri”, İKV
Değerlendirme Notu, 2013, s.7.
19
EaP kapsamında bulunan ülkeler; Azerbaycan,
Gürcistan, Ermenistan, Moldova, Ukrayna, Beyaz
Rusya’dır.
Bilindiği üzere, Rusya, dünyanın en büyük
doğalgaz rezervlerine sahipken, en büyük
kömür rezervleri sırasında ikinci ve petrol
rezervlerinde de sekizinci sırada yer
12
Akademik Perspektif – Şubat 2015
almaktadır. Böyle kaynaklara sahip olan
Rusya,
doğal
olarak
en
büyük
ihracatçılardan biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu açıdan Rusya, AB’nin ithal
ettiği doğalgaz ve petrolün en önemli
tedarikçisi konumundadır. Bu bağlamda
AB üyesi ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılık
yüzdelikleri ülkeden ülkeye değişiklik
gösterirken, AB bir bütün olarak Rus
enerjisine bağımlı bir durumdadır.20
Avrupa ülkeleri, Rusya’ya olan enerji
bağımlılığının
artmasından
dolayı
endişelenmektedirler. Fakat “AB’nin enerji
konusunda marjinalleşmesi riski karşısında
Rusya’nın AB pazarı dışında alternatif
yaratamaması sorunu, ilişkilerde taraflar
arasındaki dengeyi ve “sıfır toplamlı
kazanç” yerine “kazan kazan” yaklaşımını
gerekli kılmaktadır.”21 Diğer taraftan enerji
kaynakları bakımından zengin bir ülke olan
Rusya’da ekonomi de doğal kaynaklara
bağımlı durumdadır. Bu sebeple Rusya için
enerji politikaları büyük bir öneme haizdir.
Dünya enerji piyasalarına yön verebilecek
kadar zengin karbon rezervlerini kontrol
etmesi Rusya’ya hem güvenebileceği bir
ekonomik kaynak hem de bu kaynakları
politik bir silah olarak kullanabilecek bir
jeopolitik
üstünlük
sağlamaktadır.22
Rusya’nın enerji piyasalarındaki avantajlı
konumunu korumak için geliştirdiği
stratejiler 4 başlıkta toplanabilir:23
20
Detaylı bilgi için bknz:
http://www.aa.com.tr/tr/rss/324101--abninenerji-denkleminde-ibre-rusyayi-gosteriyor, Erişim
Tarihi:09 Aralık 2014
21
Neziha MUSAOĞLU-Uğur ÖZGÖKER, “Rusya - AB
İlişkilerinde Stratejik Ortaklıktan Stratejik
Depresyona” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Harp
Akademileri Basımevi, 2008, s.89.
22
Birol AKGÜN, “Rusya-AB İlişkileri”,
http://www.circassiancenter.com/ccturkiye/arastirma/0363-rusya.htm, Erişim Tarihi:
11 Aralık 2014
23
Ufuk KANTÖRÜN, “Bölgesel Enerji Politikaları ve
Türkiye”, Bilge Strateji, 2010, s.93.
http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-
1.
Orta
Asya’daki
enerji
arzı
üzerindeki tekel konumunu korumak ve
buradaki enerji kaynaklarının kendi
kontrolünde olmayan alternatif boru
hatlarıyla dünya pazarlarına açılmasını
engellemek,
2.
Yeni boru hatları inşa ederek
Avrupa’daki ithalatçı ülkelere enerji naklini
transit
ülkelere
gerek
kalmaksızın
gerçekleştirmek,
3.
Avrupa’daki dağıtım sistemlerinin
Gazprom tarafından satın alınarak, Rus
projelerine alternatif projelerin hayata
geçmesini engellemek ve Gazprom’un
Rusya’daki
monopol
konumunun
korunması, yabancı enerji şirketlerinin
Rusya veya Orta Asya’daki enerji sahalarını
kontrol etmesinin, üretimde ve taşımada
söz sahibi olmalarının engellenmesi,
4.
Yabancı doğalgaz üreticilerinin
(Katar, İran) Avrupa pazarına girmemesi
için politikalar üretilmesi ve yabancı
doğalgaz üreticilerinin hisselerinin satın
alınarak, söz konusu üreticilerin doğalgaz
satış politikalarının etkilenmesi.
1994 yılında Batı Avrupa devletleri ile eski
Doğu Bloku ülkeleri arasında imzalanan ve
enerji sektörünü konu edinen Avrupa
Enerji Şartı (European Charter Threaty,
ECT), AB ile Rusya arasında anlaşmazlıklara
sebep olmuştur. Çünkü bu anlaşma enerji
sektöründe
yabancı
yatırımların
korunmasını
ve
teşvik
edilmesini
öngörürken, enerji kaynaklarının DTÖ
kurallarına uygun şekilde serbest ticareti
ve transitini istemekte, aynı zamanda
Gazprom’un Rusya boru hatları üzerindeki
monopol yapısının sona erdirilmesini
istemektedir. Bu bağlamda Rus yetkililer
AEŞ’in sadece enerji tüketicilerinin
çıkarlarını gözettiğini, enerji üreticilerinin
çıkarlarının ise gerektiği gibi korumadığını
ileri sürerek bu anlaşmaya karşı
114-2014040711bs2010-2-87-114.pdf, Erişim
Tarihi: 10 Aralık 2014
13
Akademik Perspektif – Şubat 2015
çıkmaktadır. Nitekim değişen konjonktür
ile birlikte şartların da değişmesi
gerektiğini vurgulamaktadırlar.
AB-Rusya ilişkilerinin temel belgesi
niteliğinde olan ve 1997 yılında yürürlüğe
giren Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın
taraflar arasındaki sorunları çözmede
yetersiz kalması ve geçen sürede tarafların
birbirine olan karşılıklı bağımlılıklarının
artması, daha etkin bir mekanizmaya
ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu
bağlamda 2000 yılı Ekim ayında
gerçekleştirilen Zirve’de iki taraf arasında
enerji ortaklığı için çözüm ve düzenlemeler
yapılması amacı ile yeni bir diyalog süreci
başlatılmıştır. Enerji Diyalogu olarak
adlandırılan bu sürecin amacı; enerji
piyasalarının serbestleşmesi ve entegre
hale gelmesine yönelik politikalar vasıtası
ile Rusya ve AB’yi enerji alanında
buluşturmak
ve
Avrupa’nın
enerji
güvenliğini sağlamaktır. Ayrıca bu enerji
ortaklığı Rus enerji sektöründe, enerji
üretimi
ile
ulaşım
altyapısını
güçlendirmeyi,
enerji
piyasalarının
açılmasını teşvik etmeyi, piyasada çevre
dostu teknoloji, enerji kaynaklarını
artırmayı ve enerji verimliliğini ve
tasarrufunu sağlamayı amaçlamaktadır.24
Fakat
teoride
sağlanan
anlaşma,
uygulamada yerini bulamamıştır. Çünkü
AB’nin, enerji sektöründe liberalizasyon
politikaları izleyeceği beklentisine karşın
Rusya, Gazprom’un enerji sektöründeki
tekelini kuvvetlendirmiştir.25 Devam eden
süreçte enerji konusunda yaşanılan
anlaşmazlıklar sebebiyle ve AB’nin
Rusya’ya bağımlılığını azaltmak amacıyla
AB farklı girişimlerde bulunmuştur. Bu
bağlamda Avrupa Ortak Enerji Piyasası ve
Nabucco gibi alternatif boru hattı
projelerine yoğunlaşan AB’ye karşı Rusya,
24
İbrahim HASANOĞLU, “Rusya-Avrupa Birliği
İlişkilerinde Enerji Faktörü”, Akademik Perspektif,
Nisan 2014.
25
MUSAOĞLU, ÖZGÖKER, a.g.m., s.90.
Mavi Akım II, Kuzey Avrupa Gaz Boru Hattı
(NEPG) Güney Akım, Türkmen doğal gazını
Rusya’ya nakledecek alternatif nakil hatları
gibi projelere yoğunlaşmıştır. Böylelikle
Avrupa’yı enerji konusunda kendisine
bağımlı hale getirmek isteyen Rusya,
üçüncü ülkeleri aradan kaldırarak istediği
fiyatı belirleme politikası yürütmektedir.
Bu açıdan AB ile anlaşma imzalamak
yerine, AB üye ülkeleri ile ikili antlaşmalar
imzalayarak, fiyat avantajını da kendi
elinde tutarak Avrupa’nın en önemli enerji
tedarikçisi
konumundan
asla
vazgeçmemektedir.
Fakat
burada
belirtmek gerekir ki, sadece Rusya’nın
isteği doğrultusunda değil, AB içerisindeki
nüfuzlu devletler de kendi çıkarları
doğrultusunda bir politika izledikleri için
Rusya ile ikili antlaşmalar yapmayı daha
çok tercih etmektedir. Burada daha çok
zarar gören enerji konusunda tamamen
Rusya’ya bağımlı olan ve çok fazla nüfuz
sahibi
olmayan
küçük
devletler
olmaktadır.
Avrupa’nın enerji açısından Rusya’ya
bağımlı olması zaman zaman siyasi
konularda da kendisini göstermektedir.
Nitekim 2006 yılında Ukrayna ile Rusya
arasında yaşanan doğalgaz krizi sonrası,
Rusya’nın doğalgazı kısma yöntemini
seçmesi
Avrupa
devletlerini
de
endişelendirmiştir. Benzer bir olayın
Avrupa’da yaşanmaması için 2006 yılı Mart
ayında Avrupa Komisyonu tarafından
“Güvenilir, Rekabetçi ve Kesintisiz Enerji
İçin Avrupa Stratejisi” başlıklı “Yeşil Kitap”
yayınlanmıştır.
Buna
göre
Avrupa
açısından
‘enerji
güvenliği’,
enerji
kaynaklarının güvenilir arzına güvenilir
yollardan, sürdürülebilir bir şekilde ve
makul
fiyatlarla
ulaşılmasını
ifade
26
etmektedir.
Diğer taraftan Avrupa’nın Rusya’ya enerji
konusunda
bağımlı
olduğu
kadar,
26
ZHUSSİPBEK, a.g.e., s.70.
14
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Rusya’nın da Avrupa’ya bağımlı olduğunu
söylemek gerekir. Çünkü Rusya’nın en
önemli ihracat kalemi olan doğalgazın en
önemli alıcıları AB üyeleridir. Bununla
birlikte Rusya’nın dış ticaretinde AB’nin
payının % 50’den fazla olması Rusya’nın
neden bağımlı olduğunu açıklamaktadır.
Çünkü Avrupa’ya ihraç edilen enerji
kaynakları da Rus ekonomisinin temel
sabit kazanç kaynağıdır.27 Bunun yanı sıra
“AB, Rusya’nın ithalatında % 45,
ihracatında ise % 55’lik bir paya sahiptir.
Ayrıca AB, Rus petrolünün % 88’ini, toplam
doğal gazının % 70’ini ve toplam kömür
ihracatının % 50’sini tüketmektedir.
Kısacası, enerjide AB’nin Rusya’ya
bağımlılığı kadar, Rusya’nın da AB’nin
tüketimine
ihtiyaç
duyduğu
28
görülmektedir.
Kısacası
Rusya-AB
ilişkilerinin özünü karşılıklı bağımlılık
esasında, “enerji oyunları” ve “ekonomik
işbirliği” oluşturmaktadır. Fakat Rusya
Avrupa’ya bağımlılığını uzun vadede
azaltmayı hedeflerken, 2009 yılında
yayınlanan “2030 yılına Yönelik Rusya’nın
Enerji Stratejisi” başlıklı stratejik belgede
Rusya’nın en büyük enerji pazarının
Avrupa ve BDT olduğuna değinilerek bu
durumun ileriki dönemlerde de devam
edeceği belirtiliyor.
Son dönemdeki gelişmelere bakacak
olursak AB, Rusya’ya olan enerji
bağımlılığını azaltabilmek için Amerika
Birleşik Devletleri ile enerji alanında
işbirliği yapmak amacıyla müzakerelere
başlamıştır. Bu bağlamda Birlik adına Dış
İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton
ile Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ve
ABD Enerji Bakanı Ernest Moniz, heyetler
eşliğinde Brüksel’de bir araya gelmiştir.
Toplantının taslak karar metninde; Avrupa
ve Ukrayna'nın enerji güvenliğini Rusya'ya
karşı sağlamlaştırma ve Rusya'ya yönelik
yeni yaptırımlar üzerinde çalışmalar
27
28
ZHUSSİPBEK, a.g.e., s.74.
ÖZDAL, a.g.m., s.41.
yapıldığı, Avrupa'nın tedarik kaynaklarını
çeşitlendirmek için ABD'den sıvılaştırılmış
doğalgaz
(LNG)
alma
olasılığının
memnuniyetle
karşılandığı
29
belirtilmektedir.
Değerlendirme
Avrupa Birliği Karadeniz Bölgesi’ne yönelik
politikalarının yanı sıra, Karadeniz’e kıyısı
olmasına rağmen Rusya ile ayrı bir politika
izlemektedir. Bu bağlamda Rusya ile
yapılan
anlaşmalar,
müzakereler,
diyaloglar ilişkilerin temelini oluştururken,
taraflar arasında çok da büyük bir
işbirliğinden söz etmemiz mümkün
gözükmemektedir.
Çünkü
Rusya-AB
ilişkilerinin temelinde Rusya’nın AB üyesi
olmayacağı fikrinin olması, ilişkilerin
gelişmesine imkân vermemektedir. Çünkü
Rusya hegemon bir güç olarak, kendi
yetkilerini supranasyonel bir yapıya
devretmek istememektedir. AB’yi bir dış
politika konusu olarak değerlendiren
Rusya, uygulamada da bu düşüncesini
gerçekleştirmekte ve AB ile bir bütün
yerine, AB üye ülkeleri ile ikili ilişkiler
geliştirme yolunu seçmektedir. Burada
belirtmek gerekir ki, bu sadece Rusya’nın
isteği
doğrultusunda
gerçekleşmemektedir. Özellikle enerji
alanında Almanya, Fransa, İngiltere gibi
ülkeler de kendi çıkarları doğrultusunda
Rusya ile ikili ilişkileri geliştirmeyi
seçmektedir. Bunun bir sonucu olarak ise
Avrupa Birliği içerisinde ortak bir enerji
politikası oluşturulamamaktadır. 2006
yılında Ukrayna Krizi’nden sonra ortak bir
politika için çalışmalar yapılmış olsa da var
olan durum bu çalışmaların diğerlerinde
olduğu gibi sadece teoride kaldığını,
uygulamaya geçemediğini göstermektedir.
29
http://www.euractiv.com.tr/yazicisayfasi/article/ab-ve-abdden-rusyaya-karsi-enerjive-yaptirimlarda-birlik-mesaji-030678, Erişim
Tarihi: 15 Aralık 2014
15
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Diğer taraftan AB’nin ABD ile
yakınlaşması, özellikle enerji ve Ukrayna
konusunda işbirliği içerisine girmesi
Rusya’ya karşı bir tepki olabilir. Fakat hem
Rusya’nın, hem de AB’nin birbirlerine olan
bağımlılıkları
diğer
alternatifleri
zayıflatmaktadır. Nitekim AB’de ABD ile
yakınlaşmasına rağmen, ABD’nin Rusya’ya
karşı daha fazla yaptırım isteğine temkinli
yaklaşmıştır. Bu da gösteriyor ki, taraflar
arasında anlaşmazlıklar olsa da, ekonomik
ilişkiler her zaman baki kalacaktır.
“Ayrılsak da Beraberiz” anlayışında olduğu
gibi…
* Enes Deşilmek, Trakya Üniversitesi,
Uluslararası İlişkiler
16
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Röportaj: Rus Dış Politikası’nda Orta Asya
Röportaj: Yunus Evedenci
Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve TÜRKSOY Genel Sekreter
Yardımcısı Prof. Dr. Fırat Purtaş: “Entegrasyon girişimleri eğer sağlam temeller üzerine,
karşılıklı fayda anlayışına ve eşit sorumluluk ilkesine göre inşa edildiyse başarılı olmaktadır.
Ama sadece bir ülkenin hırsları ve istekleri doğrultusunda çok da gerçekçi olmayan ve
beklentileri karşılamayan bir yapıysa pek de uzun vadeli olmamaktadır.”
Rus Dış Politikası’nda Orta Asya önemli bir
yere sahiptir çünkü Rusya Orta Asya
ülkeleri ile hem tarihî hem de kültürel
bağlara sahiptir. Peki, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasıyla beraber Rusya ile Orta Asya
ilişkileri
nasıl
ilerlemektedir?
Dış
politikadaki değişiklikler ilişkileri nasıl
etkilemiştir? Putin’in bu ilişkideki rolü
nedir? Gazi Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve TÜRKSOY
Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Fırat
Purtaş
ile
Rusya’nın
Orta
Asya
politikalarını ele aldığımız çok keyifli bir
röportaj gerçekleştirdik.
Sovyetler
Birliği’nin
dağılmasının
ardından
Bağımsız
Devletler
Topluluğu’nun (BDT’nin) kurulması Orta
Asya cumhuriyetleri tarafından nasıl
karşılanmıştır? Yeni bir “çatı” fikrine
bakışları ne olmuştur?
BDT örgütü 8 Aralık 1991 tarihli Minsk
Anlaşması ile kurulmuştur ve bu anlaşma
Rusya, Ukrayna ve Belarus Sovyet
Federatif Cumhuriyetleri başkanlarının bir
araya gelmesiyle imzalanmıştır. Bu
devletler Minsk Anlaşması ile Sovyetler
Birliği’nin ortadan kalktığını ve onun yerine
yeni bir entegrasyon başlattıklarını bütün
dünyaya duyurmuşlardır. Başlangıçta BDT
bir Slav birliği olarak ortaya çıkmıştır.
Aslında bu Slav birliği düşüncesi de
Sovyetler Birliği’nin son döneminde
Aleksandr Soljenitsin’in gündeme getirdiği
bir fikirdir. Nobel ödüllü Aleksandr
Soljenitsin’in 1990 yılında kaleme aldığı
“Rusya’yı Yeniden İnşa Etmek” başlıklı
makalesinde Rus kültürünün ideoloji
altında ezildiğini ve Rus olmayan
devletlerin Rusya’ya yük olduğunu
anlatmıştır. Onun çizdiği sınırlar Slav
unsurlarının olduğu Rusya, Ukrayna,
Belarus ve Kazakistan’ın kuzey bölgesidir.
17
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Orta Asya açısından baktığımızda, bu üç
devlet BDT’yi kurduklarını ilan ettikten
sonra
o
dönemde
Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev bu
yapının içinde Orta Asya cumhuriyetlerinin
de yer alması gerektiği yönünde bir tepki
göstermiştir. Bunun üzerine Nazarbayev
Moskova ziyaretinde bulunmuş ve hem
Yeltsin hem de Gorbaçov ile görüşmüştür.
Nihayetinde, 21 Aralık’ta o dönemde
Kazakistan’ın başkenti olan Almatı’da
Minsk Anlaşması noktasına virgülüne
dokunulmadan tekrar imzalanmıştır. Bu
sefer 11 devlet tarafından imzalanmıştır.
Baltık cumhuriyetleri ve Gürcistan
imzalamamıştır. Almatı Anlaşması ile BDT
Orta Asya’yı da kapsayacak şekilde
genişlemiştir. Orta Asya cumhuriyetlerinin
BDT örgütüne olan olumlu bakış açılarını
Nazarbayev’in girişimlerinin yanında daha
somut örneklerde de görebiliriz. Sovyetler
Birliği’nin son döneminde milletler
meselesinin çözümüne ilişkin Gorbaçov’un
attığı adımlar vardı. Bu adımlardan en
önemlisi Egemen Devletler Birliği adıyla
Sovyetler Birliği’ndeki cumhuriyetlerin
yetkilerini artıran âdem-i merkeziyetçi bir
yapıydı. 9+1 şeklinde bir formül vardı (9
birlik cumhuriyeti + Moskova). Bu 9’un
içinde Orta Asya cumhuriyetleri de yer
alıyordu. Egemen Devletler Birliği için
referandum yapıldı ve Sovyetler Birliği’nin
Egemen Devletler Birliği adı altında devam
etmesi yönünde en fazla oy %90-%95
oranlarında Orta Asya cumhuriyetlerinde
çıktı. Bu coğrafyada, özellikle Tacikistan,
Kırgızistan gibi fakir olan devletler
bütçelerinin
%80’ini
merkezden
karşılıyorlardı. Ürettikleri değerlerden
değil merkezden aldıkları yardımlarla
ekonomilerini idare ediyorlardı. Dolayısıyla
o zaman SSCB’nin dağılmasını istemeyen
bu
ülkeler,
daha
sonra
Rusya
öncülüğündeki entegrasyon girişimlerinin
aktif destekçileri olmuşlardır. Öte yandan,
bağımsızlıkla
birlikte
Orta
Asya
cumhuriyetleri uluslararası topluma hızla
entegre olup, Rusya’ya olan bağımlılıklarını
minimize etme ve egemenliklerini
güçlendirme
çabasına
girmişlerdir.
Günümüzde de bu süreç devam
etmektedir. Orta Asya cumhuriyetlerinin
kuzey istikameti dışında dış dünyaya
açılma adına her yönde kurduğu
bağlantılar,
Rusya’nın
bölgedeki
hegemonik üstünlüğünü zayıflatmaktadır.
ATLANTİKÇİ OKUL ORTA ASYA’YI İHMAL
ETMEMİŞTİR
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber Rus Dış
Politikası’nda ilk yıllarda Batı ile
geleneksel ayrılıkları kaldırmayı ve Batı ile
siyasal ve ekonomik entegrasyonu
öngören Atlantikçi Okul’un hâkim olması
Rusya - Orta Asya ilişkilerini nasıl
etkilemiştir?
Atlantikçi Okul, Rusya’yı batılı değerlerle
bütünleşmiş, çok uluslu, demokratik bir
devlet olarak görmek istiyordu. Bu ideal
doğrultusunda eski Sovyet coğrafyası 1993
yılına kadar ihmal edildi. Ancak Atlantikçi
ekip, kısa süre içerisinde “Yakın Çevre” adı
verilen politikayı uygulamaya koydu. Bu
terimi ilk defa literatüre sokan 1991-1996
yılları arasında dışişleri bakanlığı yapan
Kozirev’dir ve Yakın Çevre’yi Rusya’nın
yaşam sahası olarak Batı’ya kabul
ettirmiştir. O dönemde Batı’da “Önce
Rusya (Russia First)” diye bir anlayış
hâkimdi. Bu anlayış, Rusya’da dönüşüm
sağlandığında domino etkisi ile bütün eski
Sovyet cumhuriyetlerine bu dönüşümün
yayılacağını öngörüyordu. Bu sebeple,
Rusya’nın “Yakın Çevre” talebini anlayışla
karşılamışlardı. Aynı zamanda, o dönemde
yaşanan
çatışmalar;
Tacikistan
ve
Gürcistan’da yaşana iç savaş, Dağlık
Karabağ yüzünden Azerbaycan
ve
Ermenistan arasında savaş; gibi krizler de
Batı’nın Rusya’nın bu teklifini anlayışla
karşılamasında önemli bir rol oynadı.
“Yakın Çevre” politikası ile birlikte Rusya
18
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Orta Asya dâhil olmak üzere eski Sovyet
coğrafyasında etkin hale gelmiştir. Bu
nedenle, Atlantikçi Okul’un Orta Asya da
dâhil olmak üzere eski Sovyet coğrafyasını
ihmal ettiği algısı yanlıştır. O dönemde
Rusya’nın ilgilenmesi gereken farklı alanlar
da vardı. Mesela, Rusya’nın uluslararası
toplum tarafından kabul edilmesi,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi
üyeliğinin Rusya tarafından devam
ettirilmesi, Sovyetler Birliği’nin sahip
olduğu nükleer silahların Rusya’da
toplanması, G7’ye üye olmak gibi. Bu
hedefler büyük ölçüde başarıldı ki,
bunlarda
Atlantikçi
Okul’un
azımsanmayacak başarılarıdır.
90’lı yılların ikinci yarısından itibaren
Atlantikçi
Okul
güç
kaybederken
Avrasyacılık’ın önem kazanması Rusya Orta Asya ilişkilerine nasıl yansımıştır?
Primakov’un başbakanlığı ile birlikte Rus
Dış Politikası’nda Avrasyacı Okul etkili
olmaya başlamıştır. Daha sonra Avrasyacı
Okul içerisinde Dugin gibi isimler öne
çıkmıştır. Ancak Primakov’un Avrasyacılığı
ile Dugin’in ki arasında fark vardır. Dugin’in
öncülük ettiği Avrasyacı Okul tamamıyla
Batı karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Batı ile
ilgili her şeye “hayır” düşüncesi baskındır.
Bu okula göre, Batı’nın temel amacı
Rusya’yı yok etmektir ve özellikle, NATO
Rusya’yı çevrelediği için Rusya’nın kendini
koruması gerekmektedir. Günümüzde
Putin de bu okula yakın bir yöneticidir.
Kendisini muhafazakâr bir lider olarak
tanımlamaktadır.
Batı’nın
demokratikleşme adı altında yaymaya
çalıştığı değerlerin karşısında yer alan
muhafazakâr değerleri savunmaktadır.
Avrasya coğrafyasında meydana gelen
renkli devrimlere ya da Arap Baharı’na
tamamen karşıdır. Mevcut iktidarlar
monarşi veya otoriter olsa bile korunması
gerekmektedir. Bunların karşısında eğer
halkın daha fazla demokratikleşme adına
bir talebi varsa bunlar tehdit ve tehlikedir.
Putin kendini muhafazakâr dünyanın
savunucusu
ve
lideri
konumunda
görmektedir. Bu anlamda günümüzde
Rusya’da hâkim olan Avrasyacılık anlayışı
tamamıyla Batı karşıtlığı üzerine inşa
edilmiş bir yapıdır.
ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ RUSYA’NIN
DESTEĞİNİ HİSSETMEKTEDİR
Putin anti-demokratik uygulamalarıyla
uluslararası terminolojiye “yönetilebilir
demokrasi” kavramını kazandırmıştır.
Avrasyacılık düşüncesinin yanı sıra
Putin’in ve mevcut Orta Asya liderlerinin
anti-demokratik yönetimlerinin Rusya ve
Orta Asya ilişkilerine ortak bir payda
sağladığı söylenebilir mi?
Putin, Batı’nın demokratikleşme adı
altındaki dayatmalarını ulusal güvenliğe ve
devletin egemenliğine açıkça müdahale ve
tehdit olarak görmektedir. 2004’de
Ukrayna’da meydana gelen Turuncu
devrim ve ardından Gürcistan ve
Kırgızistan’da meydana gelen siyasal
gelişmeler Orta Asya cumhuriyetlerinde
korumacı bir refleksi doğurmuştur. Eski
Sovyet coğrafyasındaki renkli devrimler
Rusya’nın bu ülkelerdeki rejimlerin
garantörü olarak konumunu güçlendirici
etki yaptı. Orta Asya cumhuriyetlerindeki
liderlerin Sovyet dönemindeki Komünist
Parti geçmişi, Rusya’nın bölge ülkelerinin
siyasal yapısı ve gelişimine etkisinde
önemli bir faktördür. Ancak bu olgu,
Komünist Parti organlarından yetişmiş tüm
yöneticilerin
anti-demokratik
olduğu
anlamına
gelmemektedir.
Mesela,
Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan
Nazarbayev başlı başına bir fenomendir.
Kazakistan’ın 23 yıllık bağımsızlık süresi
içerisinde ülkenin bütünlüğünü koruması,
ülkede herhangi bir etnik gerginlik
olmadan ekonomik kalkınmanın ve siyasi
dönüşümün sürdürülmesi Nazarbayev’in
19
Akademik Perspektif – Şubat 2015
yönetim başarısıdır. Bu noktada 2010
yılında Astana’da yapılan AGİT Zirvesi
sembolik bir anlam taşımaktadır.
uzun vadeli istikrarlı bir yapı olmasını
beklemek pek mümkün değil diye
düşünmekteyim.
Rusya, siyasi ve ekonomik ilişkileriyle
birlikte askeri anlamda da Orta Asya ile
ilişkilerini güçlendirmek istemektedir. Bu
bağlamda kurucuları arasında yer aldığı
ve Orta Asya’da ABD askeri varlığını
dengelemek için kurulan Şanghay İşbirliği
Örgütü (ŞİÖ) Orta Asya’nın NATO’su
olabilir mi?
HÂLİHAZIRDA, RUSYA VE ÇİN ORTA
ASYA’DA RAKİPLER
ŞİÖ, Orta Asya’nın NATO’su değildir. ŞİÖ,
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Rusya’nın ve
Orta Asya’nın kaynaklarından istifade
etmeye yönelik değerlendirdiği ve bir
şekilde batısını güvence altına alıp ilgisini
daha çok Asya Pasifik bölgesine yöneltmek
için kullandığı bir araçtır. Bu örgüt
sayesinde Çin Halk Cumhuriyeti Sovyetler
Birliği ile olan sınır sorunlarının tamamını
çözmüştür. Bu örgüt sayesinde Uygur
meselesinde Doğu Türkistan İslam
Hareketi olarak adlandırdığı ve terörist
örgüt olarak ilan ettiği yapıyı tasfiye etti.
Aşırıcılık, ayrılıkçılık ve köktendincilik
(extremism, separatism, fundamentalism)
ile olan mücadelesinde Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri’ni yanına çekmiştir. ŞİÖ,
daha çok Çin Halk Cumhuriyeti’nin
çıkarlarına hizmet eden bir yapıdır. Bu yapı
sayesinde Rusya da Çin Halk Cumhuriyeti
ile olan ticaretini, özellikle silah ticaretini
geliştirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin
askeri anlamda modernleşmesi büyük
ölçüde Rusya tarafından sağlanmıştır. ŞİÖ,
başlangıçta sınır güvenliğini sağlamak
amacıyla kurulurken daha sonra ekonomik
işbirliğine dönüşmüştür. Ancak, buradaki
en büyük sorun örgüt üyeleri arasındaki
asimetrik ilişkidir. Bir taraftan Çin Halk
Cumhuriyeti gibi dünyanın ikinci büyük
ekonomik gücü ve dünyanın en kalabalık
nüfusuna sahip ülkesi, diğer taraftan ise
siyasi ve ekonomik problemler yaşayan
Orta Asya ülkeleri… Dolayısıyla, bu yapının
Çin ve Rusya, ABD’nin iddia ettiği tek
kutupluluk tezine karşı çıkarak ortak
zeminde buluşup birbirlerini “sonsuza
dek iki kardeş ülke” ilan etmişlerdir.
Çin’in ilerleyen zamanlarda Orta Asya’da
ekonomik etkinliği ile birlikte siyasi
etkinliğini de artırması iki kardeşi
birbirine düşman edebilir mi? Orta
Asya’da müttefik iken rakip olabilirler mi?
Çin’de 1 Ekim 1949’da Mao liderliğinde
komünistler iktidara gelmiştir ve Çin Halk
Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devleti ilk
tanıyan Sovyetler Birliği olmuştur. Aradan
20 sene geçtikten sonra iki ülke sınır
sorunlarından dolayı savaşın eşiğine
gelmiştir. Her ne kadar iki ülkede de
komünist devrim gerçekleşmiş olsa da
ideolojik farklılıklar ilişkileri germişti.
Bugün de benzer risklerin olduğunu ve
sonsuza kadar kardeşlik gibi, üst düzey
stratejik ortaklık gibi tanımlamaların
gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum.
Ukrayna ve Rusya pek çok açıdan - Slav,
Ortodoks vs. - kardeş iki ülkeydi. Ancak
bugün bu iki ülke savaşmaktalar. Çin ile
Rusya gibi tarih içinde birbirlerine karşı
yayılma siyaseti izlemiş, rakip olmuş iki
devletin önümüzdeki dönemde de sonsuza
kadar kardeş olmasını beklemek pek
mümkün değil diye düşünüyorum.
Hâlihazırda, Orta Asya’da da rakip
durumdadırlar.
Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün
(KGAÖ) 2010’da Kırgızistan’daki olaylar
için birliğini Kırgızistan’a göndermemesi
ve Avrasya Ekonomi Topluluğu’nun (AET)
gümrük birliğiyle birlikte ortak fiyat
kontrolünü sağlayamaması, bu örgütlerin
20
Akademik Perspektif – Şubat 2015
var olma amacının sorgulanmasına sebep
olmasına rağmen Rusya için bu örgütler
ne anlam ifade etmektedir?
Rusya uzun süre BDT ülkelerini bir arada
tutmaya çalışmıştır. Ancak, bu örgüt
içerisinde Rusya ile entegrasyona ve
işbirliğine daha yakın olanlar olduğu kadar
uzak olanlar da vardı. Bu nedenle 90’lı
yılların ikinci yarısından itibaren AB
örneğinde olduğu gibi “farklı hızlarda
entegrasyon” stratejisi benimsenmiştir.
1998’de Rusya-Belarus Birleşik Devleti,
2001’de KGAÖ, daha sonra Avrasya
Ekonomik Topluluğu ve Dörtlü Gümrük
Birliği gibi girişimler bu şekilde ortaya
çıkmıştır. 1992 yılında BDT içerisinde
Kolektif Güvenlik Anlaşmasını imzalayan
devletler böylece Rusya ekseninde bir
kolektif
güvenlik
örgütüne
dâhil
olmuşlardır. Bu yapı içerisinde Ermenistan,
Tacikistan ve Beyaz Rusya gibi Rusya’nın
güvenlik şemsiyesi altına girmek isteyen
ülkeler bulunmaktadır. Ekonomi alanında
entegrasyona ilişkin de benzer bir durum
söz konusudur. BDT içinde 1993 yılında
serbest ticaret bölgesi kurulması, ardından
gümrük birliği ve ortak gümrük tarifesine
geçilmesi gibi kararlar alınmıştır. Sadece
kağıt üzerinde kalan bu kararları yürürlüğe
koymak için 2001 yılından itibaren sürekli
yeni adımlar atılmıştır. Avrasya Ekonomik
Topluluğu ve Dörtlü Gümrük Birliği
böylece ortaya çıkmıştır. Ancak bu alanda
varılan en somut gelişme Rusya, Beyaz
Rusya ve Kazakistan arasında 2012
yılından itibaren geçilen Gümrük Birliği’dir.
Normalde bu yapı içerisinde başlangıçta
Ukrayna’da yer almaktaydı. Ancak
beklentilerini karşılamadığı için bu
süreçten çekilmiştir. 1 Ocak 2015
tarihinden itibaren ise Avrasya Ekonomik
Birliği olarak adlandırılan yeni bir örgüt
faaliyete geçmektedir. Üç ülke arasındaki
gümrük birliği yapısına Ermenistan,
Kırgızistan ve Tacikistan’ında katılımıyla
ortak
bir
pazar
yaratılması
hedeflenmektedir.
Ancak
şunu
vurgulamak isterim ki bütün bu
bahsettiğim entegrasyon girişimleri eğer
sağlam temeller üzerine, karşılıklı fayda
anlayışıyla ve eşit sorumluluk ilkesine göre
inşa edildiyse başarılı olmaktadır. Ama
sadece bir ülkenin hırsları ve istekleri
doğrultusunda çok da gerçekçi olmayan ve
beklentileri karşılamayan bir yapıysa pek
de uzun vadeli olmamaktadır.
RUSYA İÇİN
MİLLİYETÇİLİK
MÜTTEFİKLİĞİ
EN
VE
BÜYÜK TEHLİKE:
KÖKTENDİNCİLİĞİN
Rusya, dini kimlik olarak yoğunlukla İslam
dinini benimseyen Orta Asya ülkeleri ile
ilişkilerinde İslam’ı bir tehdit olarak
görmekte midir?
Orta Asya cumhuriyetlerinde devletin
sistemi laik ama halkı müslümandır. Devlet
İslamiyet’i kontrol etmeye ve camileri,
mescitleri dışarıdan müdahalelere karşı
korumaya çalışmaktadır. Ancak, eğitim
alanındaki eksikliklerden kaynaklanan
problemler vardır. Arap, Pakistan veya
Türk kökenli yabancı misyonerler zaman
zaman
ülkenin
güvenliğine
tehdit
oluşturduğu düşüncesiyle tutuklanıp sınır
dışı edilmektedir. Ama özellikle Kazakistan,
Kırgızistan,
Türkmenistan
halk
Müslümanlığının hâkim olduğu ülkelerdir.
Buralarda gelenekle birlikte yoğrulmuş bir
İslam anlayışı vardır. Bu geleneksel yapı bu
ülkeler açısından bir bağışıklık sistemi
olarak görülmektedir. Rusya da İslami
fundamentalizm tehdidine karşı geleneksel
İslam’ı yaygınlaştırmak suretiyle bir tedbir
almayı
öngörmektedir.
Rusya’da
Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu
bölgelerde milliyetçilik de ciddi bir sorun
olarak kabul edilmektedir. Rusya için
milliyetçilik ve radikalizm iç güvenlik
tehdididir. Rusya’nın son dönemde en
önemli endişe kaynağı milliyetçilerle ile
radikallerin müttefiklik yapmasıdır. Bu
21
Akademik Perspektif – Şubat 2015
durumda Rusya’nın bütünlüğüne yönelik
tehdidin boyutunun daha da artacağı
üzerinde durulmaktadır.
*Prof. Dr. Fırat Purtaş kimdir?
1974 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk
ve
orta
öğrenimini
memleketinde
tamamladı. 1994 yılında Gazi Üniversitesi
İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden
mezun oldu. 1995 yılında aynı bölümde
asistan olarak çalışmaya başladı. Yüksek
lisansını
2000
yılında
Rusya
Federasyonu’nda St. Petersburg Devlet
Üniversitesi
Uluslararası
İlişkiler
Fakültesi'nde, Doktorasını 2004 yılında
Gazi
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü’nde tamamladı. 2008 yılında
doçent oldu. Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F.
Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim
üyeliği yanında, 28 Nisan 2008 tarihinden
itibaren Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı
(TÜRKSOY) Genel Sekreter Yardımcısı
görevini
yürütmektedir.
Akademik
çalışmaları
ağırlıklı
olarak
Rusya
Federasyonu ve Türk Cumhuriyetlerinin
siyasi tarihi ve güncel sorunları ile ilgilidir.
İngilizce ve Rusça bilmektedir.
22
Akademik Perspektif – Şubat 2015
23
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Petrol-Doğalgaz Çekişmesinin Rusya’ya Ekonomik
Etkileri
Çağlar Dırmıkcı*
Petrol ve doğalgaz ihracatından kazanılan para, Rusya ekonomisinin temelini
oluşturmaktadır. Rus ekonomisinin büyük ölçüde petrol ve doğalgaz enerji kaynaklarına
dayalı olması ve bu kaynaklardan elde edilen gelirlerde herhangi bir düşme yaşanması
ekonomisini resesyona sürüklemektedir. Son dönemdeki fiyat hareketleri ise bunu açıkça
göstermiştir.
Dünya konjonktürünün önemli bir unsuru
olan küreselleşmeyi, dünyanın çeşitli
bölgelerinde gerçekleşen bir olayın öteki
uçtaki bir bölgeyi etkilemesi olarak
tanımlamak mümkündür. Bu açıdan
düşünüldüğünde küreselleşme üretim,
sermaye ve işgücü gibi her tür değer ve
birikimin ulusal sınırları aşarak dünya
çapında yaygınlaşması ve engellerin
ortadan
kalması
olarak
da
tanımlanmaktadır.1
Küreselleşme
ile
birlikte oluşan yeni dünya düzeni
ekonomisinin üretim faktörleri arasında ilk
sırada yer alan enerji, geçmişten
günümüze en önemli para ve güç kaynağı
olarak uluslararası platformda ülkelerin
gelişimlerini
etkileyecek
düzeye
2
erişmiştir.
Soğuk savaş sonrası kömürün yerini alan
petrol günümüzde de yerini korumakla
beraber, yanına bir de doğalgaz faktörünü
eklemiştir. Böylece enerji, politik ve
ekonomik dengenin temel değerlerini
oluşturmuştur. Uluslararası ekonominin ve
enerjinin, uluslararası ilişkilerin ve dış
politikaların
vazgeçilmez
unsurunu
oluşturan bu denge tarihte devletler
tarafından askeri alanda yürütülmeye
çalışılırken, Soğuk Savaş sonrası dönemde
1
Ramazan Kurtoğlu, Küresel Ekonomik Kriz Ve Yeni
Dünya Düzeni (İstanbul: Orion Kitapevi, 2013), s.
25-35
2
Parag Khanna, Yeni Dünya Düzeni, (Pegasus
Yayınevi, 2011), s.250-258
24
Akademik Perspektif – Ocak 2015
enerji alanında devam etmiştir.3 Bu
süreçle enerji zengini ülkelerin ulusal
kaynakları üzerinde stratejik politikaları
doğrultusunda denetim kurma çabaları
önem kazanmış, serbest piyasa ekonomisi
kuralları dışına çıkarak yeni hamleler
geliştirmeleri
ile
yeni
ekonomik
yaklaşımların gelişmesine yol açmıştır.4
Aynı zamanda enerji, gelişme ve
güçlenmenin de en stratejik unsurlarından
birini oluşturmuştur. Enerji konusundaki
politika ve planlamalar sahip olunan
enerjinin pahalı ya da ucuz olmasına bağlı
olarak, o ekonomi içerisinde enflasyon,
işsizlik, durgunluk ile birlikte çeşitli risklere
yol açmıştır.5
Dünya enerji ihtiyacının karşılanmasında
en büyük paya sahip olan petrol, enerji
piyasasında önemli ve stratejik bir rol
oynamaktadır. Sahip olduğu petrol
kaynakları bakımından bunu bir avantaj
haline getiren ülkeler ile doğalgaz
kaynakları açısından zengin olan ülkeler
hem siyasi hem de ekonomik boyutta
çekişmektedir. Küresel aktörler arasındaki
ekonomik rekabete dönüşmüş bu çekişme
ile petrol-doğalgaz savaşı başlamış
görünmektedir.
Enerji piyasasında 2014 yeni bir savaşın
başladığı yıl olarak görülmüş, petroldoğalgaz çekişmesinin Rusya’ya ekonomik
etkilerini
yer
yer
göstermesiyle
başlamıştır. ABD’nin ucuz doğalgaz
ihracatı, Rusya’nın önemli bir pazarı olan
Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığından
kurtarma çabaları, ekonomik açıdan
Rusya’da sarsıcı etkiler yaratmıştır.6
Dünya’nın en önemli enerji üreticisi Rusya,
sahip olduğu doğal rezervleriyle Dünya
sıralamasında petrol ihracatında ikinci,
doğalgaz ihracatında ise birinci sırada yer
almıştır. Ayrıca Rusya, enerji üretici
konumunun yanı sıra kontrolündeki boru
hatları aracılığıyla da enerji pazarında en
etkili ülkedir. Uluslararası Enerji Ajansı
raporuna göre enerji alanındaki avantajlı
konumu ile Rusya, enerji gücünü politik
çıkarları doğrultusunda da kullanmıştır.7
Ancak
Rusya’nın
enerji
ürünleri
bakımından ihracatına gereğinden fazla
bağımlı olması Rusya ekonomisinin son
zamanlarda darbelerle karşılaşmasına
neden olmuştur. Dünya ekonomisinde
yürütülen enerji mücadelesinin en önemli
aktörlerinden ABD ise, ihtiyacı olan enerji
kaynaklarını kesintisiz, ucuz ve çeşitli
kaynaklardan sağlamak için çok yönlü
politikalar geliştirmiş, geliştirilen bu
politikalar
karşılıklı
çekişmelerin
8
başlangıcını oluşturmuştur.
Dünya ekonomisini önemli derecede
etkileyen temel enerji politikaları, petrol
ve doğalgaz fiyat savaşını başlatmıştır.
Dünya ekonomisinin uzun
soluklu
durgunluk tehlikesi altında seyretmiş
olması ve ABD’nin “kaya gazı ve petrol
devrimi” nedeniyle daha az petrol ithal
etmesi, dünya petrol piyasasında otomatik
olarak yaşanan arz fazlası petrol fiyatları
arkasında gizli bir fiyat savaşını
3
Mete Alpkan Karahasanoğlu, “Rusya’nın Enerji
Hatları Ve Rusya-Ukrayna Doğalgaz Krizi” (Yüksek
Lisans Tezi, K.T.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012),
s. 11-14
4
Cenk Sevim, Küresel Enerji Stratejileri Ve
Jeopolitik (Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2013), s. 125146
5
Yasin Şehitoğlu, “Rusya Federasyonunun Petrol
Ve Doğalgaz Stratejileri” (Yüksek Lisans Tezi, Gebze
Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2007), s. 10-22
6
Barış Ergin, “ Petrol-Doğalgaz Savaşı”, erişim tarihi
18.01.205,
http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2014/10/24/p
etroldogalgaz-savasi .
7
International Energy Agency, “Energy Policies
Beyond IEA Countries-Russia 2014”, erişim tarihi
18.01.2015, http://www.iea.org/countries/nonmembercountries/russianfederation/ .
8
Yeni Dünya Petrol Düzeni Ve Körfez Savaşları (2.
bs., İstanbul: İnkilap Yayınevi, 2003), s. 42-58.
25
Akademik Perspektif – Şubat 2015
başlatmıştır. ABD ekonomisinde büyüme
etkisi yaratan bu devrim, Rusya
ekonomisinde ise düşüş etkisi yaratmıştır.9
Tablo1: Petrol Fiyatlarındaki 10$’lık Bir
Düşüşün 1 Yıl Sonra GSYH Düzeylerine
Etkisi10
Tabloda da görülebileceği gibi petrol
fiyatlarındaki düşüş en çok Rusya’yı
etkilemiştir.
2014 yılında ABD’nin kur ve petrol fiyatı
silahını
çekmesi,
Petrol-Doğalgaz
çekişmesinde Ruble’nin Dolar karşısında
ciddi anlamda değer kaybetmesine,
petrolün varil fiyatının tarihte az görülür
bir sürede dibe çökmesine neden
olmuştur. Bu çekişmeden kuşkusuz en
fazla Rusya etkilenmiştir. Ruble’nin
düşmesi ise enflasyonun artması, faizlerin
yükselmesi, rezervlerin erimesi ve daha
pek çok kötü durumun habercisi demektir.
Laçiner’e göre “ABD’nin umudu Rusya’nın
siyasi anlamda geri adım atmasını
sağlamak ve Batı kurallarını kabul
ettirmeye zorlamaktır.”11
9
Vedat Özdan, “2015 Yılında Petrol Fiyatları Ne
Olur? Potansiyel Kriz Tehlikesi Ne?”, erişim tarihi
18.01.2015, http://topraksuenerji.org/?p=9330 .
10
Sam Ro, “UBS: Here’s What A $10 Move In Oil
Does To GDP Around The World”, erişim tarihi
18.01.2015, http://www.businessinsider.com/ubsgdp-impact-of-10-decline-in-oil-2014-12 .
11
Sedat Laçiner, “Petrol Fiyatlarındaki Düşüşe
Sevinmeli miyiz?”, erişim tarihi
19.01.2015,
http://www.internethaber.com/petrolfiyatlarindaki-dususe-sevinmeli-miyiz-17201y.htm
Capital Economics Gelişmekte Olan
Piyasalar baş ekonomisti Neil Shearing bu
durumu
“Batılı
ülkelerin
Rusya’ya
uygulayacağı yaptırımların devam etmesi
durumunda Rus ekonomisinde çok ciddi
katı
etkiler
yaratacak,
ekonomisi
resesyona girecektir.” diye yorumlamıştır.
Standart Bank Gelişen Piyasalar baş
ekonomisti Timonthy Ash de Batı
ülkelerinin
Rusya’ya
uygulayacağı
yaptırımların Rus bankaları ve şirketlerinin
uluslararası piyasalarda kendilerini finanse
etmekte büyük zorluklar yaşayacağını
belirtmiştir.12
Bu gelişmeler son zamanlarda
“Rusya’da bir kriz olgusu mu var?”
sorusunu akıllara getirmiştir. Rusya’da bir
Rus taksi şoförünce: “Bizde en büyük
bayram yılbaşıdır, rutin yılbaşı alışverişine
bir de kriz alışverişi eklendi. Halk cebindeki
rublenin her gün eridiğini görüyor.”
diyerek bu soruyu dolaylı bir şekilde
açıklamıştır.13
Son zamanlarda yaşanan fiyat
savaşı, Rusya’nın doğalgaz ihracatını 2014
yılında bir önceki yıla göre %6,7 oranında
azaltarak, üretiminde düşüş yaratmıştır.
Ayrıca Uluslararası kredi derecelendirme
kurulu Moody’s 16 Ocak 2015 tarihinde
Rusya’nın kredi notu’nu Baa2’den Baa3’e
indirmiş, yapılan açıklamada ise kredi
notunun düşürülmesindeki temel etken
olarak petrol fiyatlarındaki ciddi düşüş ve
Ruble’nin aşırı değer kaybının ülke
ekonomisinde yapacağı olumsuz etki
olarak göstermiştir. Rusya Federasyonu
12
Enerji Enstitüsü, “Yaptırımlar Hem Batı’yı Hem
Rusya’yı Olumsuz Etkiler”, erişim tarihi
18.01.2015,
http://enerjienstitusu.com/2014/03/26/yaptirimla
r-hem-batiyi-hem-rusyayi-olumsuz-etkiler/ .
13
Suat Taşpınar, “Rus Ekonomisi Fırtınanın
Ortasında”, erişim tarihi
18.01.2015,
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/12/1
41218_suat_rusya_analiz .
26
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Maliye Bakanı Anton Siluanov durumu
“Petrol fiyatlarının 50 dolar civarında
seyretmesi halinde Rusya bütçesinin 2015
yılında 45,5 milyar dolar açık verecektir”
şeklinde
yorumlamıştır.
Moskova’da
düzenlenen Gaydar Forumunda konuşan
Rusya Maliye Bakanı Ukrayna krizi ve
petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş ve Rublenin
değer kaybetmesi nedeniyle zor bir dönem
yaşayan Rusya’nın bütçe açığını kapatmak
için giderlerinde azaltma planladıklarını ve
kısıtlamalara
gidebileceklerini
14
duyurmuştur.
Sonuç olarak petrol ve doğalgaz
ihracatından kazanılan para, Rusya
ekonomisinin temelini oluşturmaktadır.
Rus ekonomisinin büyük ölçüde petrol ve
doğalgaz enerji kaynaklarına dayalı olması
ve bu kaynaklardan elde edilen gelirlerde
herhangi
bir
düşme
yaşanması
ekonomisini resesyona sürüklemektedir.
Son dönemdeki fiyat hareketleri ise bunu
açıkça göstermiştir.
* Çağlar Dırmıkcı, Trakya Üniversitesi,
Uluslararası Ticaret
14
Moskova Ticaret Müşavirliği, “Rusya’nın
Uluslararası Rezervleri 385 Milyar Dolara Geriledi”,
erişim tarihi
19.01.2015,http://www.ekonomi.gov.tr/portal/fac
es/oracle/webcenter/portalapp/pages/content/ht
mlViewer.jspx?contentId=UCM%23dDocName%3A
EK-021732&parentPage
27
Akademik Perspektif – Şubat 2015
28
Akademik Perspektif – Ocak 2015
Rusya ve Orta Asya Politikası
Begüm Hazal Kurt*
Bu çalışmanın amacı Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından Rusya’nın Orta Asya’ya
yönelik politikasını incelemek ve bölgenin RF için neden önemli olduğunu açıklamaya
çalışmaktır. Bunun için öncelikle RF’nin dış politikasını şekillendiren unsurlar üzerinde
durulacak ve askeri işbirliği, ekonomik ilişkiler ve bölgedeki Rus azınlıkların konumu ele
alınacaktır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından
Rusya ve uluslararası sistem büyük bir
değişim geçirdi, başlarda iki kutuplu dünya
tek kutuplu hale geldi, ardından çok
kutuplu bir sisteme doğru geçiş yaptı. Bu
geçiş dönemi özellikle Rusya’yı derinden
etkiledi, ciddi bir kimlik bunalımı yaşayan
Rusya Federasyonu (RF), Boris Yeltsin
döneminde Atlantikçi görüşlerin hakim
olduğu Batıyla yakınlaşma sürecine girdi.
Uluslararası sisteme ekonomik olarak
eklemlenme, pazar ekonomisine geçiş ve
demokratikleşme süreci1 RF’yi ciddi bir
girdaba sürüklemiş, şok terapi ile başlayan
ekonomik bunalım, ayrılıkçı hareketler,
NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme
dalgaları ile içerde siyasi istikrarsızlığa ve
dışarıda prestij kaybına neden olmuştur.2
Tüm bu gelişmeler Atlantikçi anlayışa karşı
tepkiye yol açmış ve Avrasyacı görüşlerin
ülkede egemen olmasına yol açmıştır. 3
Özellikle Putin dönemi ile olgunluğa erişen
bu hareket ülkenin uluslararası arenadaki
konumunun ve ulusal çıkarların yeniden
şekillendirilmesi ve Rusya’nın jeopolitik
gücünün etkin olarak kullanılmasına
dayanmaktadır. Bu bağlamda, ekonomik
1
Sait Sönmez, Yeni Batıcılık ve Yeni Avrasyacılık
Akımları Bağlamında Yeltsin Yönetimi’nin Doğu Batı
Politikaları’nın Analizi,s.75, Akademik Bakış Cilt 3
Sayı 6 Yaz 2010
http://ataum.gazi.edu.tr/posts/view/title/yenibaticilik-ve-yeni-avrasyacilik-akimlari-baglamindayeltsin-yonetimi%E2%80%99nin-dogu-batipolitikalari%E2%80%99nin-analizi-48620
2
Richard Sakwa,’New Cold War’ or ‘twenty years’
crisis?Russia and international politics,
International Affairs Volume 84 Issue 2 March
2008,s.256, Erişim Tarihi:26 Şubat 2008
http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.14682346.2008.00702.x/abstract
3
Sönmez, S,s.75
29
Akademik Perspektif – Şubat 2015
istikrarsızlığın giderilmesi ulusal çıkarlar
için hayati önem taşımaktadır. Tam da bu
noktada enerji, Orta Asya ve RF arasındaki
stratejik ilişki ortaya çıkmaktadır. Her ne
kadar Rusya ve Orta Asya coğrafyası
arasındaki ilişki sadece enerji politikalarına
indirgenemeyecek olsa da enerjinin
buradaki rolü yadsınamayacak bir
gerçekliktir. Orta Asya’nın bu kadar önemli
olmasındaki bir diğer etken hem Rusya’ya
olan coğrafi yakınlık hem de bölgenin
jeopolitik önemidir.
RF’nin dış politikasını belirleyen 1993
yılındaki Yakın Çevre Doktrini ve 2000’deki
yeni dış politika konseptidir. Yakın Çevre
(Orta Asya ve Kafkaslar) Rusya’nın yaşam
alanı olarak kabul edilmiş ve yeni dış
politika konseptiyle özellikle çok kutuplu
bir uluslararası sistem üzerinde durulmuş
ve
NATO’nun
yayılması
olumsuz
karşılanmıştır. Bunun için farklı işbirliği
örgütleriyle ilişkiler teşvik edilmiştir.4
Rusya’nın bölgeye yönelik dış politikası
1990-1995 ve 1995 sonrası olmak üzere iki
dönem olarak incelenebilir.5 RF’nin Orta
Asya politikasının askeri işbirliği, ekonomik
ilişkiler ve kültürel ilişkiler olmak üzere
üçayağı bulunmaktadır. 6Askeri işbirliğini
bölgedeki üsler, askeri eğitim desteği,
4
Yrd. Doç. Dr. Halit Mammadov.,Rus Dış
Politikasında Stratejik-Zihinsel Süreklilik ve Putin’in
Dış Politika Doktrini (Rapor), Ahmet Yesevi
Üniversitesi,s.29-34
http://www.ayu.edu.tr/static/kitaplar/rus_dis_poli
tika_rapor.pdf
5
Marlene Laruelle, Russia’s Central Asia Policy and
the Role of Russian Nationalism (Silk Road Paper
April 2008),s.154
http://edoc.bibliothek.unihalle.de/servlets/MCRFil
eNodeServlet/HALCoRe_derivate_00002230/Russi
a%C2%B4s%20Central%20Asia%20Policy.pdf;jsessi
onid=xxvty2sen7z?hosts=
6
Dr. İlyas Kamalov, Rusya’nın Orta Asya Politikaları
(Rapor- Haziran 2011), Ahmet Yesevi Üniversitesi,
s.3-4
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/static/kitaplar/rusya_
ortaasya_raporu.pdf
Şangay İşbirliği Örgütü(ŞİÖ) ve Kolektif
Güvenlik Anlaşması Örgütü(KGAÖ) olarak
ele alınabilir. Özellikle bölgedeki radikal
İslamcı hareketler, Afganistan’da yaşanan
istikrarsızlık, renkli devrimler, organize
suçlar bölge güvenliği ve istikrarı açısından
ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. 7
1990ların başlarında başlayan ABD ve Orta
Asya ülkeleriyle olan yakınlaşma ve bu
ülkelerin bağımsız bir dış politika izleme
arzusu onları Rusya’dan uzaklaştırmış
ancak renkli devrimler ve Batı’dan gelen
demokratikleşme baskıları rüzgarı tersine
çevirmiştir. 8 RF, 1990ların ortalarından
itibaren özellikle de Putin dönemiyle
birlikte bölge ülkelerine terörle mücadele
için ucuz silahlar verilmiş ve ordulara
eğitim desteği sağlanmıştır.
Bölgede güvenliği sağlamak için işbirliği
örgütlerinden de yararlanılmıştır, KGAÖ
bunlardan biridir. KGAÖ Rusya, Beyaz
Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Ermenistan,
Kırgızistan ve Özbekistan’dan oluşmuştur,
1999’da örgütten ayrılan Özbekistan
2006’da geri dönmüştür. Kolektif Güvenlik
Anlaşması 1992’de imzalanmış ve Putin
döneminde Kolektif Güvenlik Anlaşması
Örgütü’ne dönüşmüştür. Örgütün amacı
bölge güvenliğini sağlamak ve özellikle
terörle ve uyuşturucu trafiğiyle mücadele
etmektir.9 Diğer bölgesel örgüt 1996’da
kurulan Şangay Beşlisi olarak anılan daha
sonra 2001’de ismi değiştirilen Şangay
İşbirliği Örgütüdür. ŞİÖ’ nün amaçlarından
biri de ABD’yi bölgeden uzak tutmaktır.10
7
Anna Matveeva,Return to Heartland: Russia’s
Policy in Central Asia,s.45, International Spectator
Erişim Tarihi:1 Mart 2007
http://dx.doi.org/10.1080/03932720601160344
8
Laruelle, M., Russia’s Central Asia Policy and the
Role of Russian Nationalism,s.10-11
9
a.g.e. s.16
10
Ed. Büyükelçi Hulusi Kılıç, Yrd.Doç. Dr. Elif Kılıç,
Orta Asya ve Kafkaslar’da Siyaset,s.84 T.C Anadolu
Üniversitesi yayını no:2698 Açıköğretim Fakültesi
yayını no:1664(Ağustos 2012)
30
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Bölgedeki üsler Rusya için hayati öneme
sahiptir. Türkmenistan dışında tüm bölge
ülkelerinde üsleri bulunmakta veya bu
ülkelerdeki askeri üsleri kullanma hakkına
sahiptir. Bu Rusya’ya bölge üzerindeki
etkinliğini arttırma açısından siyasi
anlamda
önemli
bir
kazanç
11
sağlamaktadır. Kırgızistan’da ki Kant
askeri üssü ve Kazakistan’da ki Baykonur
uzay üssü bunlardan sadece ikisidir. Her ne
kadar Kazakistan ve Kırgızistan ile üsler
konusunda sıkıntı yaşasa da RF Orta
Asya’daki konumunu güçlendirmiştir.
Ekonomik ilişkiler ayağını oluşturan enerji,
RF’nin yeni dış politika araçlarından biridir,
temel amaç enerji kaynaklarını kontrol
etmek ve alternatif yollara engel
olmaktır.121990larda bölgede aktif olmak
için
yeterli
olmayan
Rusya’nın
kapasitesi,2000lerle değişmeye başlamış,
Gazprom, Lukoil, Rosneft gibi şirketler
bölgede aktif rol almaya başlamıştır.
Özellikle Kazakistan, Türkmenistan ve
Özbekistan gibi bölge ülkeleri sahip
oldukları enerji kaynaklarını dünya
pazarlarına ulaştırmak isteseler de
alternatif boru hatlarına sahip olmamaları
ve Rusya’nın sahip olduğu boru hatlarının
kullanımını sınırlaması bu ülkeler için ciddi
bir engel teşkil etmektedir.13.Her ne kadar
ABD ve AB Rusya’ya olan bağımlılığı
azaltmak istese de yeni projeler üretmede
yeterli olmamaları ve üretilen projeler için
yeterli enerji kaynağı bulamamaları RF’nin
bölgedeki ve uluslararası sistemdeki
konumunu güçlendirmiştir.
Rusya’nın bölgedeki ekonomik ağırlığı
sadece enerjiden ibaret değildir. Elektrik
enerjisi sağlanması ve çeşitli yatırımlarla
bölgede aktif hale gelen Rusya, bölge
ülkelerden çalışmaya gelen vatandaşlar
nedeniyle
hem
bölgedeki
işsizliği
azaltmakta hem de ülkelere enflasyonla
başa çıkmaya yardım etmektedir. Dr. İlyas
Kamalov’un belirttiği üzere Rusya,
Özbekistan, Beyaz Rusya, Tacikistan,
Kırgızistan ve Kazakistan arasında kurulan
Avrasya Ekonomi Topluluğu’nun(AET)
amacı ortak gümrük birliği kurmak ve
ortak dış ekonomi politikası belirlemektir
ki RF jeopolitik etkisini bölgede arttırsın. 14
Rusya ile ortak bir kültürel geçmişe sahip
olan bölge ülkeleri, Rus azınlıklar
yüzünden içişlerine müdahale ile karşı
karşıya kalmakta ve yine aynı azınlık
bölgede Rusya’nın etkinliğini arttırmasına
yardımcı olmaktadır ancak bölgedeki
Rusların Rusya’ya göçü ve nüfus artışında
yaşanan düşmeler RF’nin bu yöndeki
politikasını olumsuz etkilemektedir.15
Sonuç olarak,1990larda bölgede ciddi kan
kaybı yaşayan Rusya, 2000lerle beraber
sorunlarla başa çıkmaya başlamış ve
bölgede aktif rol oynamaya başlamıştır.
Ekonomik ve askeri alanlardaki örgütlerin
önemi giderek artmış ve RF’nin bölgede
siyasi, askeri ve ekonomik olarak etkin
olmasını sağlamıştır. Özellikle Orta Asya’yı
hayati çıkarlarının olduğu bölge olarak
tanımlayan Rusya için bu son derece
önemlidir.
* Begüm Hazal Kurt, Hacettepe
Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
11
Dr. Kamalov, İ., s.39
Marlene Laruelle, Russia and Central Asia, The
New Central Asia The Regional Impact of
International Actors (Ed.Emilian Kavalski),s.166-168
Erişim Tarihi:20 Haziran 2007
http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/039
32720601160344?journalCode=rspe20#.VMTDBNK
sXuo
13
Dr. Kamalov, İ., s.44
12
14
15
a.g.e., s.51
a.g.e., s.59-60
31
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Kırım Krizi ve Uluslararası Boyutu
Seher Gözde Ustaömer*
Ukrayna’da yaşanan hükümet krizinin ardından, Kırım’da başlayan protestolar sonucunda
Rusya’nın Kırım’a müdahalesi ve yapılan bir referandumla Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp
Rusya’ya bağlanması uluslararası sistemde tartışılan bir konu olmuştur.
Karadeniz için stratejik bir bölge olan ve
Ukrayna’nın en güneyinde bulunan Kırım,
Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bir
yarımadadır. 1992’den 2014’e kadar
Rusların ağırlıklı olarak bulunduğu özerk
bir cumhuriyet olan Kırım’da, Ruslar
adanın %58’ini, Ukraynalılar %28’ini ve
Tatarlar %14’ünü oluşturmaktadırlar.
Gerek konumundan gerekse etnik
yapısından dolayı Kırım Rusya için stratejik
anlamda büyük önem taşımaktadır.
Kırım’ın Rusya için en önemli yerlerinden
biri Sivastopol limanıdır. Karadeniz’e açılan
bu
liman
Rusya’nın
en
büyük
donanmasının bulunduğu ve güvenlik
açısından, Rusya’nın stratejik amaçlarla
çok önem verdiği limandır. Aynı zamanda,
Rusya’nın geçmişten beri var olan sıcak
denizlere
inme
amacını
devam
ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu bir
bölgedir.
Bu
bağlamda
Rusya’nın
Ukrayna
müdahalesinin amaçlarını, nedenlerini ve
sonuçlarını inceleyebilir ve Kırım’da
yaşanan
gelişmelerin
uluslararası
boyutlarını görebiliriz.
Ukrayna
1991’de
bağımsızlığını
kazanmasının ardından Batıyla yakınlaşmış
ve Batı ile işbirliği içine girmiştir. Ama yine
de Ukrayna’nın Rusya’ya karşı güçlü
durabileceği kaynakları sınırlı, pozisyonu
da yetersizdir1.
21 Kasım 2013’de Ukrayna hükümeti,
Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşmasıyla ilgili
görüşmelerini durdurdu ve Rusya ile
1
Ali Asker, “Tamamlanmamış Devrim: Doğu-Batı
Ekseninde Ukrayna Krizi”, 21.Yüzyıl Türkiye
Enstitüsü, erişim tarihi 21.01.2015,
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/ukrayna/201
4/02/22/7448/tamamlanmamis-devrim-dogu-batiekseninde-ukrayna-krizi.
32
Akademik Perspektif – Ocak 2015
ortaklığa yöneldi. Bu tarihten itibaren,
Ukraynalılar, 2009’dan beri Avrupa Birliği
ile görüşülen ortaklık ve gümrük birliği
anlaşması yerine Rusya ile gümrük
birliğine katılma görüşmelerine yönelmeyi
tercih eden Cumhurbaşkanı Viktor
Yanukoviç’e
karşı
protestolar
başlatmışlardır. Bu hükümet aleyhine
gerçekleşen
protestolar
sonucunda
Ukrayna hükümeti Viktor Yanukoviç’in
yetkilerinin geçici olarak Oleksandr
Valentinoviç Turçinov’e verilmesi kararını
almıştır2. Ukrayna’da Rusya’ya daha yakın
bir hükümetin bulunması, Rusya için
önemli bir durumdur. Bu nedenle
gerçekleşen
hükümet
değişimine,
Rusya’nın tepkisi olumsuz olmuştur.
Bu siyasi değişim, Ukrayna’da hükümet
karşıtı gösterilere neden olmuştur.
Kırım’da, Ukraynalı Ruslar, hatta birçok
Tatarlar yaptıkları karşıt protestolar
çerçevesinde, Rus nüfusun tehdit altında
olabileceği gibi bir durum göstermişlerdir.
Bunun sonucunda Rusya’dan yardım
çağrılarında bulunmuşlardır. Böylelikle,
Rusya’nın Kırım’a müdahalesinde nedenler
oluşturulmuştur.
Bu müdahalenin altındaki ana neden
Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya
bağlanmasıydı. Bu amaç ve müdahale
doğrultusunda, Ukrayna tek taraflı olarak
bağımsızlığı ilan etmiştir ve bunun
sonucunda Rusya, Kırım’ın statüsü için
referandum talebinde bulunmuştur.
Kırım parlamentosu, Kırım’ın Rusya’ya
bağlanacağı kararını ve 16 Mart 2014’de
referandum yapılacağını duyurmuştur.
Rusya tarafından Ukrayna’ya bağlı, Kırım’a
yapılan müdahale uluslararası sistem
tarafından eleştirilmiştir. Batı dünyası,
Rusya’nın müdahalesinin, Ukrayna’nın
toprak
bütünlüğünü
ihlal
ettiği
açıklanmasında bulunmuştur.
16 Mart 2014’de, Kırım seçmenleri %96,77
oyla Rusya’ya bağlanma kararlarını
göstermişlerdir. Bu referandumu Kırım
Tatar’ları boykot etmiş olsalar da, sonuç
Rusya lehine sonuçlanmıştır.
Bu referandum sonucunda, Kırım’da ki
referandumun hukuka aykırı olduğu
üzerine, dünyadan tepkiler kendini fazlaca
göstermeye
başlamıştır.
Kırım’da
kullanılan self determinasyon hakkının
uluslararası hukuka aykırı olduğu tartışılan
en önemli konudur. Çünkü bu hak
sömürge yönetimi ve işgal altındayken
kullanılabilir. Self determinasyon hakkı,
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 1/2 ve 55.
maddelerinde yer almıştır. Ama bu hak,
ülke bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığı
ihlal edemez. Şart’ın 1. maddesinin 2.
fıkrasında “milletlerarasında, halkların eşit
hakları ve kendi kaderlerini kendilerinin
kararlaştırması ilkesine dayalı dostane
ilişkilerin
geliştirilmesi”
konusundan
3
bahseder .
Kırım’da gerçekleşen referandum barışçıl
amaçlarla ve anlaşmalarla düzenlenmeyen
bir referandumdur ve bu referandumun
ancak Ukrayna hükümeti tarafından
yapılabilmesi
mümkündür.
Kırım’ın
ayrılmasında söz konusu olan durum
“ayrılma” sürecidir. Bu durumda da
ayrılma hakkı Birlemiş milletler Şartı
tarafından zaten tanınmayan bir haktır.
2
Vügar İmanbeyli, “Ülke-İçi Krizden Uluslararası
Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi”, Setav, erişim
tarihi 17.01.2015, http://setav.org/tr/ulke-icikrizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirimmeselesi/perspektif/14602.
3
Abdullah Uz, “Teori ve Uygulamada SelfDeterminasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve
Politika 9, 2007: 65.
33
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Bunun
nedeni
“devletin
bütünlüğü” prensibidir4.
ülkesinin
Kırım krizinin nedenlerinin bir boyutu da
enerjidir. Günümüzde enerji, jeopolitik
dengeler için önemli bir role sahiptir. Bu
nedenle, enerji konusu da Ukrayna’da
ortaya çıkan krizin dikkate alınması
gereken bir boyutudur.
Avrupa’ya Rus gazının bağlanmasında,
Ukrayna bir geçiş bölgesidir. Bu nedenle
hem Avrupa için hem de Rusya için önemli
bir yere sahiptir. 2014’de Ukrayna’nın
enerji ithalatını çeşitlendirme ve enerji
bağımsızlığı stratejisi çevresinde, Rus
gazına bağımlılığını azaltma stratejisi, Kırım
meselesinin eklenmesi ile suya düşmüştür.
Rusya, enerji ürünlerini, Avrupa’ya
sağlayan birincil ülkedir. Avrupa’nın da,
Rusya’ya enerji bağımlılığı, Avrupa’nın
Kırım krizi üzerinde tutumunu etkileyen
önemli bir faktördür.
Sonuç olarak, Rusya geçmişten beri büyük
güçler arasında yer alan ve gücünü her
zaman pekiştirmek için yeni yollar arayan
etkin bir ülkedir. Bu nedenle Rusya Kırım’ı
kendi çıkarları doğrultusunda Ukrayna’dan
ayrılıp kendine bağlanması için bazı
stratejiler uygulamıştır. Kırım’daki Rus
nüfusun fazlalığı çok önemli bir faktör ve
bu durum Kırım’ın bağımsızlığı ve ardından
Rusya’ya bağlanmasını kolaylaştıran en
önemli nedenlerden biridir. Rusya’nın
Kırım’a
müdahalesi
ve
Kırım’da
gerçekleşen
referandum
uluslararası
hukuka aykırı olsa da Kırım Rusya’ya
bağlanmıştır ama hala uluslararası
sistemde tartışmalar devam etmektedir.
* Seher Gözde Ustaömer, Yeditepe
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sonucunda,
Avrupa Birliği, Rusya’ya karşı yaptırımlar
uygulamak isteseler de, Rusya ve Avrupa
arasında ki ekonomik ilişkiler, Avrupa’nın
geniş
çaplı
yaptırım
uygulamasını
engellemiştir.
Türkiye’ye baktığımızda ise, Türkiye’nin
Kırım Tatarlarıyla tarihsel ve kültürel
bağlara sahip olması nedeniyle, Kırım
yarımadası çok önemli bir bölgedir5. Aynı
zamanda, Tatarlar Ukrayna’da Müslüman
bir unsurdur. Bu nedenle, Türkiye daha
çok Ukrayna’nın bütünlüğü için bir tutum
sergilemiştir.
4
Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından
Değerlendirilmesi, erişim tarihi 19.01.2015,
http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/12_36.pdf.
5
Vügar, İmanbeyli, “Ülke-İçi Krizden Uluslararası
Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi”, Setav, erişim
tarihi 17.01.2015, http://setav.org/tr/ulke-icikrizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirimmeselesi/perspektif/14602.
34
Akademik Perspektif – Şubat 2015
The Slavic Union and Its Future
Didem Okumuş*
Russian Federation which is the main successor of the Soviet Union aims to secure its
position in the new world order. Since the country is aware of the fact that the doors of
the European Union is closed for herself, Russia tries to enter in new organizations. For
that aim, Russia has planned to establish an union together with one of its main
supporter, Belarus. This union would be based on ethnic considerations and it would also
include Ukraine where the Slavic people mostly lives in.
After the dissolution of the Union of
Soviet Socialist Republics, some newly
independent states occured in the region
as the successors of the USSR. Between
those successors, Russian Federation has
turned into the most important one.
From the very beginning of its
estbalishment, Russian Federation had to
deal with several problems, both
nationally and internationally. One of the
biggest problems for the federation during
that process was about the definition of
the country. Within the borders of the
country, people were asking the question
if their country was an European or Asian
country. On the other hand, Europeans
were keeping saying that a country such as
Russia which had practiced a nondemocratic political system for years,
could not be an European country. So,
Europeans had pointed to the exclusion of
Russia from the European identity.
When Russia had realized the doors of
Europe were closed for herself, this
situation brought the necessity of the
establisment of an organization against
the EU. With the establishment of that
organization, Russia has aimed to organize
a bloc which would be an actor against the
European Union. This was the idea of the
“Slavic Union”.
In this article, The Slavic Union which has
aimed to gather three Slavic countries
together will be examined and the future
of the union will be interpreted under the
lights of current political conflicts of the
region.
35
Akademik Perspektif – Ocak 2015
The Slavic Union
The idea of the Slavic Union corresponded
to the arguments about the existence of
two big parties in the world’s political
agenda. In the new world order which
occured with the end of the Cold War,
there were two main actors in the
international agenda and all the countries
were trying to be involved in one of those.
One was European part and the other was
the Euro-Atlantic part which includes the
USA, in addition to the European
countries. In that politically biased world
agenda, Russia also aimed to create a new
side for herself as well as the others. At
the beginning of its establishment, it was
not important how powerful this new side
would be. The only important point was to
build a new pole which would be a Russia
based actor in the world’s politics.
In the light of those arguments, Russia
decided together with the Belarus that,
The Slavic Union would be established. At
the very beginning, Aleksander Lukaşenko,
the president of Belarussia, had become
one of the main spokesman of the union.
This support of the president caused by
his hope to be the president of that Slavic
union.1 Later on, it was admitted that,
without the membership of Ukraine, the
Slavic Union would remain just as a dead
idea.2 So, it has decided that, Ukraine
where the Slavic people lives mostly,
should join to the union.
The union had been based on just ethnic
considerations. Restoration of the unity of
the Slav-Russian peoples who live in
Russia, Belarus and Ukraine was the main
aim.3 During that restoration process, full
support for the political, economical and
military reunification would be served.
These ideas would be achieved in four
stages. These stages were forming an
union based on mutual agreements,
forming a joint customs union, alignment
of the legislatures and building
supranational structures. At the end of
those stages, the member countries would
be enjoying in the ruble zone and
practicing
the
same
political
arrangements.
Views of the Members
From the Belarussian point of view, that
union would be useful for the future of
their country. Actually, there was a quite
realistic reason under that support for the
establishment of the union.Since the
president of Belarus is aware of the fact
that, his country’s voice would not be
heard by the others, he was quite
interested in building close cooperations
with Russia both economically and
politically.4 Also Belarus was optimistic
about Ukraine’s membership in that
union. Because, there was not any doubt
about two country’s sincerity in their
relations and they were not claiming any
interest over each other. With the effects
of those ideas, beside the economic
reunification, Belarussians were wishing
that a political unification under the union
might be expectable.
On the other hand, from the Ukrainian
point of view, the sitaution was different.
Beside the two other members who
practiced an authoritarian regime which
also shows its presence today, there was a
1
İlyas Kamalov, Moskova’nın Rövanşı Putin
Dönemi Rus Dış Politikası,İstanbul,2008,pg : 333
2
Alternative Confederal Concepts, The Slavic
Union, in Russia and The Commonwealth of
Independent States, Documents, Data and
Analysis, ed: Zbigniew Brzezinski, Paige Sullivan,
pg: 319
3
4
Alyaksandr Zhuk, Radio Minsk, 13 December 1993
A. Boroday, Krymskie Izvestiya, 11 August 1994
36
Akademik Perspektif – Şubat 2015
unique democratism in Ukraine.5 While
those arguments about the political
differences of three countries were in
progress, at the very beginning of the
union’s
history,
in
1994,Ukranian
President Leonid Kravchuk had pointed
that the concept of the Slavic union might
be a dangerous idea. Because such kind of
an union which based on just etnicity,
might cause for the members split in two
as Slavic and non-Slavic parts. According
to the president, Ukraine which is a
country with complex ethnicity would may
effected by that threat of the union. So,
Ukraine was more doubtful than the
others about the Slavic Union.
This doubts toward to the Slavic Union in
Ukraine
was increasing with some
domestical developments. At the end of
2004, Orange Revolution occurred in the
country. After that revolution Viktor
Yushchenko
who
known
as
an
ultranationalist in the Eastern part of
Ukraine, had become the new president of
the country.6 Nevertheless Yushchenko
approved with his speeches that he would
like to integrate his country to the
European
Union.
These
political
developments which occurred with the
Orange Revolution had shown Russia and
Belarus that how their hopes was futile
about the presence of Ukraine in their
union. And today, this Ukranian
opposition toward to the Slavic Union has
increasing as a result of the latest political
crisis between Russia and Ukraine which
started with Russian annexation of
Crimea.
Future of the Union after Ukrainian Crisis
According to a survey which had been held
in Ukraine, by Ukrainian sociological
organization Rating, Ukrainian support for
the clamied union state between Russia,
Ukraine, and Belarus has been declined
dramatically over the country. The survey
showed us that support for a single union
state has decreased to 18 percent in June
2014 while it was 42 percent in July 2012.
So, that survey also had become a proof
for the expectation that Ukraine would
not take a part in the Slavic Union.7
Of course, hostile actions of the Russian
Federation against Ukraine is the most
important reason of the decline toward
the support for the Slavic Union. Russian
annexation of the Crimea has become an
important determinant in the Ukrainian
support for such an union. Actually, we
could say that, Ukraine had never been
enthusiastic about the involvement in an
union with Russia and Belarus. From the
beginning of the idea, in Western Ukraine,
the majority was againt the idea of that
Slavic Union. But in Eastern Ukraine which
is more attracted by the Russian
population, the result shows that 59
percent of the population does not want
to be involved in a Slavic Union.8
It is obvious that, even many Ukrainians
who once support the idea of unification
with the Russia and Belarus, because of
their religious, cultural and historical ties,
now have changed their ideas about a
possible Slavic Union.
5
https://www.opendemocracy.net/odrussia/dmitri-travin/ukraine-belarus-russia%e2%80%94-family-reunited
6
http://www.foreignaffairs.com/articles/60620/ad
rian-karatnycky/ukraines-orange-revolution
7
http://uacrisis.org/support-slavic-unionplummets-throughout-ukraine/
8
http://uacrisis.org/support-slavic-unionplummets-throughout-ukraine/
37
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Conclusion
In the lights of the nowadays crisis in
Ukraine, the future of the Slavic Union is
more doubtful. It is obvious that, Ukraine
will not take a part in that union which
ethnicity is the only common point. So,
here the question is that what would
happen if the Slavic Union loses one of its
claimed members? Since the Slavic Union
aims to create a “ruble zone” across the
members, possibly, the embargos which
are proposed by the biggest economic
partner, European Union, to the Russian
Federation will also effect the other Slavic
Union countries. So, these latest cases of
the international relations will cause the
states of the Slavic Union to question their
presence in such an organization which
would bring losses rather than revenues in
the long term.
* Didem Okumuş, Tallinn University of
Technology, International Relations and
European-Asian
Studies
38
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Charlie Hebdo’nun Dört Boyutu
Samet Zenginoğlu*
Charlie Hebdo olayları, İslam’ı, terörizm ve şiddet ile bir tutan kesimler için yeni bir
meşruiyet kaynağı oldu. Öyle ki bu perspektiften, saldırganların bağlantıları ve
gerçekleştiren eylemin şekli, İslam’ın ve Müslümanların, başta Batı olmak üzere bütün
dünya için niçin düşman ve tehdit olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
7 Ocak’ta Fransa’nın başkenti Paris’te
Charlie
Hebdo
dergisine
yönelik
gerçekleştirilen silahlı saldırının ardından
“İslam”, “terörizm” ve “şiddet” kelimeleri
yeniden (kolaylıkla) birlikte anılmaya
başlandı. Özellikle batı medyası, bu menfi
hadisenin dâhili sosyo-kültürel faktörleri
üzerinde durmaksızın, birkaç vetire
üzerinden hareket ederek, 2001’den bu
yana belli kesimler tarafından inşa
edilmeye çalışılan “İslam-terörizm” algısını
güçlendirici
söylem
ve
görsellere,
ekranlarında ya da manşetlerinde ısrarla
yer verdi. Bununla birlikte, olayın
akabinde, ifade edilen algıya yönelik
olarak, bu algıyı ortaya çıkaran ve
güçlendiren etmenlerin neler olduğuna
dair
de
öz-eleştiri
mahiyetinde
tartışmalara şahit olundu. Şahit olunan bir
diğer gelişme ise, Nijerya’da yaşananlardı.
Zira aynı tarihlerde Nijerya’da Boko Haram
terör örgütünün Baga kentine yaptığı
saldırının ardından ölü sayısının iki binden
fazla olduğu ajanslarda yer aldı. Charlie
Hebdo saldırısının ardından, başta Batılı
ülkeler olmak üzere birçok ülke, saldırıyı
sert bir dille eleştirdi. Bu kapsamda 11
Ocak’ta Paris’te gerçekleştirilen yürüyüş
de bu noktada ortak paydayı oluşturdu.
Lakin yürüyüşün ön sıralarında yer alan
liderler arasında İsrail başbakanının da yer
alması, çelişkili bir tablonun ortaya
çıkmasını kaçınılmaz kıldı.
Terörizm, İslamofobia ve Batı’nın Düşman
Algısı
Charlie Hebdo olayları, İslam’ı, terörizm ve
şiddet ile bir tutan kesimler için yeni bir
meşruiyet kaynağı oldu. Öyle ki bu
perspektiften, saldırganların bağlantıları ve
gerçekleştiren eylemin şekli, İslam’ın ve
Müslümanların, başta Batı olmak üzere
39
Akademik Perspektif – Ocak 2015
bütün dünya için niçin düşman ve tehdit
olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
“Gerçek” İslam Tartışmaları ve Avrupa’ya
Doğu’dan Bakmak
Bu noktada, birbirini besleyen bir süreç söz
konusu. Zira Avrupa’da yükselişte olan
aşırı sağ eğilimler, dile getirilen
perspektiften
gelişmelere
yaklaşarak
söylemlerini
ve
politikalarını
temellendirmektedirler.
Böylece
de,
Avrupa kamuoyunun belli bir kısmı
tarafından
destek
ve
taraftar
bulabilmektedirler.
Charlie Hebdo saldırısının tasvip edilebilir
hiçbir yönü bulunmamaktadır. Her ne
kadar yukarıda da ifade edildiği üzere, bu
olayın akabinde Avrupa özelinde Batı
tarafında topyekûn suçlayıcı bir tavır
geliştirilmiş olsa da, Müslümanların büyük
bir çoğunluğunun hem saldırıdan hem de
sonucunda oluşan bu durumdan rahatsız
olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Öyle ki bu ve benzeri gelişmelerin İslam ile
ilişkili
olamayacağı,
İslam’a
ve
Müslümanlara en büyük zararı verenlerin
de bu olaylar içerisinde yer alanların
olduğu vurgulanan hususlar arasındadır.
Şüphesiz, evrensel barışı gaye edinen bir
dinin mensupları olduklarını iddia eden
kesim ve kişilerin insanlığa karşı böylesi
girişimlerde bulunmaları içinden çıkılması
güç, girift bir durumun ortaya çıkmasına
sebebiyet vermektedir.
Olayın bu boyutuna göre, İslam ve
Müslümanlar
Batılı
değerlerle
uyuşmamaktadırlar. Bu nedenle Charlie
Hebdo olayının nedenlerine bakılırken, en
başa faillerin bütün İslam dünyası olduğu
düşünülmektedir. Oysa buradaki topyekûn
dışlayıcı ve suçlayıcı tutum ve tavırların
olayın hangi yönüne ne şekilde etki ettiği
de sorulması gereken bir soru olarak
karşımıza çıkmaktadır. Zira bu bakış
açısında göre, bu menfi hadisenin “tek”
sebebi İslam, faillerin “tamamı” ise
Müslümanlardır. Bu aynı zamanda, Avrupa
içerisinde
yaşayan
Müslümanların
tamamının da topyekûn yok sayıldığı,
reddedildiği anlamına gelmektedir ki
kamuoyuna ve siyasi kürsülere bu durum,
düşmanlık olarak yansı(tıl)maktadır.
Bastırılan/sıkıştırılan her sosyal organizma
infilak etmeye hazırdır. Dolayısıyla, Avrupa
özelinde Batı, hataların hiçbir yönünü
üstüne almadan, öz-eleştiri yapmadan,
aslında farkında olarak ya da olmayarak
terörü besleyecek yapı ve ortamların
ortaya çıkmasına ve hayat bulmasına kendi
eliyle imkân tanıyor, zemin hazırlıyor,
kolaylık sağlıyor görünümündedir.
Avrupa’nın kendi içerisinde yaşayan ve
fakat Avrupalı olmayan farklılıklarla birlikte
yaşamak adına ne zaman kalıcı adımlar
atacağı büyük bir merak konusu olmaya
devam etmektedir.
Olayın bu ikinci boyutu açısından İslam,
özü itibariyle terörü lanetler. Dolayısıyla,
İslam’ın terörizm ile anılmasına neden
olanlar, bu dinin gerçekliğine aykırı
davranmakta ve bu dine en büyük zararı
vermektedirler. Bunun yanında, Batı’nın
da “özgürlüğün sınırlarını belirleme”deki
adaleti
sağlaması
beklenmektedir.
Papa’nın, “kimsenin inancı ile dalga
geçilemez” yönündeki ifadesini bu
bağlamda okumak gerekmektedir. Ancak
Batı medyası bu şekilde düşünmemekte ve
“ben-merkezci”
yaklaşımlarını
sürdürmektedir. Dolayısıyla, yok sayılan bir
toplumun inancını namüsait bir biçimde
ele almak konusunda hiçbir sakınca
görülmemektedir.
Oysa
Avrupa’ya
Doğu’dan bakıldığı vakit bu ve benzeri
yaklaşımların rahatsızlık uyandırdığını
bilmek ve görmekte fayda vardır. Çünkü
hassas
konulara
aynı
hassasiyetle
yaklaşılmadığı vakit, onulmaz sosyokültürel yaralar oluşabilmektedir.
40
Akademik Perspektif – Şubat 2015
“Je Suis Nigeria” Diyebilmenin Güçlüğü
8 Ocak’ta Boko Haram terör örgütünün
Nijerya’nın Baga kentinde iki binden fazla
kişiyi öldürdüğü haberleri yer aldı. Ancak,
Charlie Hebdo şokunu henüz atlamamış
olan Avrupa’nın, bu haberin üzerinde aynı
şekilde durmadığına şahit olundu. Elbette
ki, ölümleri sayıları itibariyle bir
mukayeseye tabi tutmak doğru değildir ve
burada anlatılmak istenen husus da bu
değildir. Burada anlatılmak istenen husus,
Nijerya’da ölen insanların Paris’te ölen
insanlar kadar değerli görülmediği
değerlendirilmesinin yanlış olmayacağıdır.
Maalesef, yaşamda ayrımcı bir tutum
sergileyen Avrupa’nın, ölümde de aynı
tutumu
sergilediğini
söylemek
mümkündür.
Bununla birlikte, Avrupa’nın buradaki
tutumu ile kendi bakış açısından
çelişmediği görülmektedir. Avrupa, Birlik
ekseninde coğrafyasını “güvenli” bir kale
haline getirmeyi hedeflemekte ve bu
hedef doğrultusunda güvenlik-hukuk
alanında gerekli adımları atmaktadır.
Kale’nin içerisinde, kendisi ile tarihi ve
kültürel
bağı
olmayan
unsurları
istememekte ve güvenli bir refah toplumu
oluşması
halinde
kendisine
zarar
vermemesi
şartıyla
kale
dışındaki
gelişmeleri de görmezden gelmektedir.
Dolayısıyla, Nijerya’daki olay da bu
kapsamda ele alınmalıdır.
Hükümetler ve kurumlar nezdindeki bu
hedef elbette ki Avrupa kamuoyuna da çok
uzak olmayan bir biçimde yansımaktadır.
Savunma ve sahiplenme psikolojisinde
“ben Charlie’yim” manasına gelen “Je Suis
Charlie” sloganı, başta Avrupa olmak üzere
bütün Batı’da yer bulurken, aynı durumun
Nijerya için geçerli olmaması, bütün
insanlık adına düşündürücü bir haldir.
Samimiyet ya da “Dostlar Alışverişte
Görsün”
11 Ocak’ta Paris’te, saldırıları protesto
etmek
amacıyla
birlik
yürüyüşü
gerçekleştirildi. Yürüyüşe yüz binlerce
kişinin yanı sıra birçok ülkenin devlet ve
hükümet başkanları da katıldı.
Yürüyüşe katılan liderlerden bazılarının
şiddet ve teröre dolaylı yoldan destek
verdikleri ya da kendi lehlerine
görmezlikten
geldikleri
yönünde
tartışılabilir. Lakin en ön safta İsrail
Başbakanı Netanyahu’nun yer alması,
ironik bir tablo ortaya çıkarmıştır. O
yürüyüş esnasında Filistin’de bir masumun
öldürülmediği iddia edilemez.
1948 yılından itibaren dönem dönem
azalan, dönem dönem de zirveye ulaşan
şiddet ve terörün asıl müsebbiplerinin
“terörü lanetleyen” bir yürüyüşte en ön
sırada yer almaları samimiyetten ziyade,
sadece orada bulunmak gayesinin
taşındığını göstermektedir. Zira daha önce
de ifade edildiği üzere, yeryüzünde
yaşamını
yitiren
insanlara
da
ayrımcı/dışlayıcı bir gözle bakmak, bu
noktada müşterek bakış açısını teşkil
edebilmektedir.
* Samet Zenginoğlu, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler A.B.D.
41
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Soğuk Savaş Dönemi'nden Günümüze Amerikan Dış
Politikasının Ortadoğu'da Yansımaları
Cansu Yürüten*
Soğuk Savaş dönemi ve bu dönemin bitişini kapsayan süreçte dünyanın değişen yapısı (çift
kutuplu dünya ekseninden tek hegemon güç anlayışı) nedeniyle ABD'nin İsrail merkezli
Ortadoğu politikaları bu çalışmada iki farklı süreçte incelenmelidir.
Bunun nedeni, İkinci Dünya Savaşı'nın
bitiminden itibaren süper güç olarak
dünya sahnesine çıkan ABD'nin Ortadoğu
politikalarının da bu iki dönemin koşulları
içerisinde şekillenmesidir. İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Batı Dünyasında güç
boşluğunun belirmiş olması, ABD'nin bir
daha terk etmemecesine dünya siyasetine
ortak katılımına ortam hazırlamıştır.
ABD'nin sahip olduğu ve daha önce hiçbir
küresel güce benzemeyen siyasal gelişimi,
farklı dış politika sentezlerinin oluşumuna
hizmet etmiştir.1 Bu dönemde başlayan ilgi
yakın tarihteki 11 Eylül saldırılarıyla
öncelikli dış siyaset konusu haline
gelmiştir. ABD'nin Afganistan ve Irak
1
Sümer, Gültekin, "Amerikan Dış Politikasının
Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü",
Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008),
s.119-144.
işgaliyle geçen oğul Bush döneminden
sonra Barack Obama'nın ilk döneminde
"Obama Doktrini" olarak anılan ve ABD'nin
İslam
karşıtı
olduğu
söyleminden
uzaklaşılmaya çalışılan uygulamaların Arap
Baharı
olarak
anılan
toplumsal
hareketlerle seyri değişmiştir.2 Ülkenin,
Ortadoğu coğrafyasına politik bakışını ve
amaçlarını anlayabilmek açısından, İkinci
Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren yeni
şekillenen dünya düzenin
yapısı ve
gerekleri çerçevesinde kapitalizm, fiili işgal
ve sömürgeciliğin yok oluşuyla ortaya
2
Akbal, Özdemir, "Yeni Aktörler ve Geleneksel
Politikalarla ABD'nin Ortadoğu Siyaseti", 21. Yüzyıl
Türkiye Enstitüsü, Amerika Araştırmaları, (23 Mart
2013),http://www.21yyte.org/arastirma/abd/2013
/03/23/6902/yeni-aktorler-ve-gelenekselpolitikalarla-abdnin-orta-dogu-siyaseti (Erişim
Tarihi:25.12.2014).
42
Akademik Perspektif – Ocak 2015
çıkan
yeni
"ekonomik/yumuşak"
emperyalizm kavramları önemli yer teşkil
etmektedir. Amerikan dış politikası
açısından Ortadoğu coğrafyasındaki en
göze çarpan faktörler İsrail'in güvenliğinin
korunması ve petrol kaynaklarının
Amerikan kontrolünde olması arzusudur.
İsrail,
ABD’nin
Ortadoğu’daki
baş
müttefikidir
ve
bölge
üzerindeki
hakimiyetini
sürdürmesine
yardımcı
3
olmaktadır. 1945'li yıllardan günümüze
gelen bu süreçte ABD'nin Ortadoğu
politikalarının bu iki önemli amaç etrafında
şekillendiğini ve içinden geçilen dönemin
diğer
siyasi
etkilerinden
bağımsız
olmadığını görmek mümkündür.
1. Soğuk Savaş Dönemi Dinamiklerinde
Şekillenen Ortadoğu Politikaları
ABD'nin Soğuk Savaş Dönemi Politikaları 2.
Dünya Savaşı'nın bitişinden (1945),
Sovyetlerin çöküşüyle, tüm dünyada
küresel ölçüde etkiye sahip AmerikaSovyetler Birliği geriliminin sona erdiği
süreyi kapsamaktadır. Soğuk Savaş yapısı
itibariyle, farklı siyasal çıkar unsurlarını ve
mekanizmalarını barındıran eşit güce sahip
iki süper gücün, bu dünya düzeni
ekseninde şekillenen denge politikaları
günümüzün tek kutuplu sisteminden farklı
ve bağımsız nitelik taşımaktadır. ABD'nin,
Ortadoğu ve İsrail Politikaları da bu dönem
koşullarıyla şekillenmiştir. ABD'nin Soğuk
Savaş Dönemi Ortadoğu politikası
Sovyetler Birliği'nin kendisine yakın
rejimler vasıtasıyla Ortadoğu'daki etki
alanını
genişletmesini
önleme
ve
3
Terry, Janice J. "Ortadoğu'da Amerikan Dış
Politikası: Lobiler ve Özel Çıkar Gruplarının Gücü",
Çev: Selim Tezcan ve M.Akif Kireççi.Ankara:ASEM,
2013,
http://www.asem.org.tr/tr/publication/details/83/
Orta-Do%C4%9Fu%E2%80%99da-AmerikanD%C4%B1%C5%9F-Politikas%C4%B1-Lobiler-ve%C3%96zel-%C3%87%C4%B1karGruplar%C4%B1n%C4%B1n-Rol%C3%BC (Erişim
Tarihi: 25.12.2014).
bölgedeki petrole Batı'nın ulaşmasını
garanti
altına
alma
temeline
dayanmaktaydı.
Bu
amaçları
gerçekleştirmenin yolu bölgede istikrarın
korunmasını ve ABD'ye yakın rejimlerin
ayakta
durmasını
gerektirmekteydi.
İsrail'in bölgede Sovyet etkisine karşı bir
bariyer görevi gördüğü ve askeri üstünlüğü
ile "radikal" Arap rejimlerine karşı Amerika
yanlısı Arap Ülkelerini koruyucu rol
oynadığı görüşünün hakim olması ile İsrail
bölgede ABD'nin vazgeçemeyeceği bir
müttefiki oldu.4 ABD'nin o dönemlerde
Sovyetlere karşı yürüttüğü çevreleme
politikası da Ortadoğu'nun Amerika için
stratejik konumunu ön plana çıkaran
unsurlardan biridir. Amerika'nın Sovyet
komunizminin giderek tüm coğrafyaya
yayılması ve küresel ölçek kazanması
ihtimalinden duyduğu endişe,
dış
politikasının dışa kapalı tutumundan
tamamen sıyrılıp, başta Sovyet rejimini
destekleyen ve/veya ona sempati kuran
komşu devletler olmak üzere, tüm
dünyada ABD yanlısı hükümetlere destek
vererek yumuşak güç unsurlarını da dış
siyaset mekanizmalarına dahil etmesine
neden olmuştur. Bu dönemde günümüz
Avrupa Birliği'nin temellerinin başlangıç
noktası kabul edilen Marshall Planı ve
Truman Doktrini de bu politik tutum
çerçevesinde atılan adımlar olarak göze
çarpmaktadır. Fakat o döneme dek sınırlı
ilişkilerle süregelen ve dışa kapalı AmerikaOrtadoğu Devletleri hattı, bu tutumun
Avrupa Devletleriyle yürütülen politikalar
kadar başarı kazanması ve etkili olmasını
imkansız kılmıştır. Amerika'nın o dönemde
İran üzerinden yürüttüğü müdehalenin
başarısızlığa uğraması, 1948 yılında
günümüzde hala ABD'nin en yakın
4
Kamer, Kasım, " Soğuk Savaş Dönemi Sonrası
A.B.D-İsrail İlişkileri", 21.yy Türkiye Enstitüsü,
Avrasya Araştırmaları,
http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/121138%20kamer%20kasim.PDF ( Erişim
Tarihi:06.12.2014).
43
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Ortadoğu müttefiki kabul edilen İsrail
Devleti'nin kurulmasıyla yeni bir sürece
girmiştir. Noam Chomsky Ortadoğu
ekseninde ABD-İsrail ilişkisini şu ifadelerle
değerlendirmektedir: "İsrail neredeyse
ABD'nin bir sömürgesi. 1976'da ABD'nin
İsrail'e yaptığı 1.4 milyar dolarlık ihracatı
sadece Suudi Arabistan ve İran'a yapılan
ihracat
geçiyor.
Fakat
Ortadoğu
probleminin diğer her veçhesi eski
rezervler çerçevesine oturtulduğundan,
Amerika'nın İsrail'e karşı tutumu da Orta
Doğu enerji kaynaklarının denetiminin
muhafaza edilmesi sorununa bağlı olarak
değişmektedir...
İsrail
güçlendikçe,
bölgede ABD kontrolüne daha fazla
yardımcı olabilecek ve bu yüzden ABD onu
daha çok destekleyecektir. Bahane her
zaman İsrail'i tehlikede olduğu için
destekliyoruz olmasına karşın, tam tersi
çok daha doğru bir ifade olur. İsrail'e
sağlanan Amerikan desteği, İsrail'in
gücüne ve Ortadoğu'daki Amerikan
hakimiyetinin
muhafaza
edilmesine
yardım edebilme kabiliyetine bağlıdır."5
Geçmiş dönemde ağırlıklı olarak yakın
ilişkilerde olan İngiltere ile Ortadoğu
Hükümetleri arasında
giderek baş
gösteren anlaşmazlıklar İsrail Devleti'nin
Ortadoğu coğrafyasındaki siyasi etki gücü
açısından avantaj niteliği taşımıştır. İsrail'in
dönemin süpergücü Amerika tarafından
siyasi, askeri ve ekonomik açılardan
destekleniyor olması Arap devletlerinde
İsrail
destekçisi
tutumları
ortaya
çıkarmıştır. Ortadoğu petrollerinin odak
noktası olduğu İngiltere- İran geriliminin
üst
noktaya
tırmandığı
Musaddık
5
Chomsky Naom, "Petrol Emperyalizmi ve ABDİsrail İlişkileri", Noam Chomsky ile Roger Hurwitz,
David Woolf ve Sherman Teichman tarafından
gerçekleştirilen söyleşi,Leviathan , 1: 1-3 , ilkbahar,
1977, sf . 6-9 , 86, (4.4.1977),
http://bgst.org/dunya-gundem/petrolemperyalizmi (Erişim Tarihi:23.12.2014).
Darbesi'yle Ortadoğu'ya yerleşen, Süveyş
krizinden avantaj sağlayan Amerika
Eisonhower Doktrini ile de bölgeyi
sahiplendiği vurgusunu yapmıştır. Oral
Sander'e göre Eisenhower doktrinin asıl
amacı, İngiltere’nin zorunlu olarak bıraktığı
boşluğu doldurmak ve batılı ülkeler için
son derece önemli olan petrolün düşman
eline geçmesini önlemek olsa gerekir.
Ayrıca bu bölgeye komünist etkisinin
girmesinin önlenmesi ve ilerde büyük
anlaşmazlıklar çıkarabilecek Arap-İsrail
savaşını, komünist müdahalesi olmadan
serbestçe
çözebilmek
olanağının
yaratılması da düşünülmüş olabilir. Kısaca
Eisenhower doktrini’nin tüm Ortadoğu’ya
yaygınlaştırılması
çabası
olarak
değerlendirilebilir. Eisenhower doktrininin
en önemli sonucu, soğuk savaşın yeniden
hızlanmasında bir basamak oluşturması ve
ABD’nin
Ortadoğu’ya
müdahale
olanaklarını artırması aynı zamanda da
Ortadoğu da İngiltere ve Fransa’dan
bağımsız
politika
izleme
olanağını
6
sunmasıdır.
Yine
Amerikan
kaynaklarından
anlaşıldığına
göre,
Ortadoğu petrolünün kontrolü bütün
Avrupa’nın kontrolü demektir. Her ne
kadar bir savaş durumunda ABD Ortadoğu
petrol kaynaklarına bağımlı sayılmasa da,
petrolün Avrupalı müttefiklerine akması,
ABD’nin
temel
güvenliği
içinde
sayılmaktaydı.7Bu doktrinle başarısızlığa
uğrayan ABD'nin 1960'lı yıllarda Arap-İsrail
sorununda/savaşında İsrail yanlısı strateji
izlemesi, Arapların SSCB'ye daha fazla
yakınlaşması ile sonuçlanmıştır.
1960'ların ardından 1970'lerde uluslararası
ortama hakim olan yumuşama (detant)
döneminde
Başkanlık yapan Nixon
6
Sander, Oral, Siyasi Tarih Birinci Dünya Savaşının
Sonundan 1980’e Kadar, İmge Yayınları, Ankara,
1989, s. 207-208-209.
7
Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri 1947-1964,
Ankara: AÜSBF Yayınları No. 427,
1979, ss. 126-127.
44
Akademik Perspektif – Şubat 2015
döneminde Vietnam başarısızlığının da
etksiyle doğrudan müdahaleler rafa
kaldırılmış, bölgedeki güçler aracılığıyla
"dolaylı kontrol" stratejisi izlenmiştir.8
1973 yılında yayınlanan Nixon Doktrini’nin
içerik itibariyle savaştan ziyade müzakere
ve iletişim yoluyla küresel problemlere
yaklaşım stratejisine sahip oluşu, 1970li
yıllarda
Amerika’nın
Ortadoğu
devletleriyle ilişkilerinde, yumuşak güç
unsurlarına dayalı kontrol perspektifinde
yeni bir bakış açısı yaratmıştır. Amerika'nın
bu strateji değişiminde, yine aynı yıl patlak
veren "Yom Kippur" olarak bilinen Arapİsrail Savaşı ve Ortadoğu'nun kritik petrol
rezervlerini elinde tutan Ortadoğu
ülkelerinin bu savaşa tepki olarak üçüncü
ülkelere ambargo uygulamalarıyla ortaya
çıkan petrol krizi önemli rol oynamıştır. 6
Gün Savaşı'yla yenilgiye uğrayan Arap
aktörlerin İsrail’le olan anlaşmazlıklarda
küresel
platformda
bir
çözüm
bulunamayacağı algısıyla, Yahudi toplumu
için kutsal bir bayram olan Yom Kippur'da
İsrail'e saldırmasıyla ortaya çıkan bu savaş
Amerika'nın da desteğiyle İsrail'in lehine
çevrildi. 1978'de, Camp David Anlaşması
olarak bilinen İsrail-Mısır Barış Anlaşması
bu savaşın sonunda imzalanmıştır. Fakat
Ortadoğu'da artan bu gerilim, 1 yıl sonra
Sovyetlerin Afganistan'a müdahalesi ve
İran'da ABD yanlısı olan Şah'a karşı
yürütülen İran İslam Devrimi Nixon
dönemindeki yumuşama politikasının
yönünü tamamen değiştirmiş ve AmerikaOrtadoğu Ülkeleri arasındaki ilişki Carter
Doktrini ile yeni bir sürece girmiştir. 23
Ocak 1980’de kongrede ABD’nin yeni
politikasını ayrıntılı olarak açıklayan Carter,
herhangi bir yabancı gücün bölgede nüfuz
kazanmak
amacıyla
yapacağı
tüm
girişimlerin ABD'nin stratejik çıkarlarına
karşı tehdit sayılacağını ve böyle bir
durumda askeri güç kullanımı da dahil her
türlü tedbiri alacaklarını ilan etmiştir.
ABD’nin Ortadoğu politikasının bir parçası
olarak, “Körfez Bölgesi’nin güvenliği” ve
“Sovyet
saldırısını
caydırma”
gibi
gerekçelerle Çevik Kuvvet-Acil Müdahale
Gücü
(Rapid
Deployment
Force)
kurulmuştur. Bu gelişmenin ardından ABD
edindiği askeri üslerle bölgedeki nüfuzunu
arttırmıştır. Tayyar Arı, ABD’nin Carter
Doktrini
ile
askeri
müdahalelerini
meşrulaştıran politikalarını başlattığını
belirtmektedir.9 Devrimden sonra İran ile
ilişkileri, devrimi destekleyen bir grup
öğrencinin
Amerika
büyükelçiliğini
basması ile başlayan Rehine Krizi sonrası
ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımlarla
birlikte iki ülkenin ilişkileri kopma
noktasına geldi. Aynı dönemde Ortadoğu
siyasetinde kritik etkilere sahip olan İranIrak Savaşı, bu coğrafyayı Amerika için
içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Carter'den
sonra gelen ve 1981-89 yılları arasında
görev yapan ABD Başkanı Ronald Regan
döneminde Amerika'nın Sovyet rejimini
tamamen devirmeye yönelik geliştirdiği
politikalar temelinde Irak'la yeniden
yakınlaşmaya
başlayan
ABD,
Ortadoğu'daki gelişmeleri stabil tutmak ve
denge yaratmak adına çift yönlü bir dış
siyaset izlemeye başlamıştır.
2. Soğuk Savaş'ın Ardından Günümüze
ABD'nin Ortadoğu Yaklaşımı
Sovyetler Birliği'nin dağılışı, uluslar
tarihinde küresel düzeyde etkilere sahip
bir
dönemin
kapanışı
anlamını
taşımaktadır. İki kutuplu uluslararası
sistemdeki
Sovyetlerin dağılışı,buna
karşılık ABD’nin Soğuk Savaş’tan güç
kazanması, dengelerin belirsiz bir konuma
sahip
yeni küresel
sistemde çeşitli
unsurlar
çerçevesinde
yeniden
şekillenmesini gerektirmiştir. Buna bağlı
olarak,
Ortadoğu
perspektifinde
düşünüldüğünde
SSCB'nin dağılışı
nedeniyle ortaya çıkan güç dengesizliği
8
Arı , Tayyar, "Irak, İran ve ABD, Ankara, Alfa
Yayınları", 2004. ss.154.
9
Tayyar, Irak …, ss. 242-243.
45
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Amerika açısından yeni politikaların ve
stratejilerin
geliştirilmesini
zorunlu
kılmıştır. Bu değişimin, yakın tarihteki 11
Eylül saldırısı ve ardından Irak işgali gibi
küresel bazda olduğu kadar Ortadoğu
coğrafyası açısından da dramatik olayların
geri
planındaki
rolünü
görmek
mümkündür. Soğuk Savaş sonrasına
geldiğimizde Orta Doğu sadece petrolle
izah edilemeyecek ve tüm dünyayı
ilgilendirecek politikaların odağı haline
gelmiştir. Artık Orta Doğu olayları bölgesel
olmaktan çıkmış neredeyse bir numaralı
global fenomen haline gelmişti. Erken
Soğuk Savaş sonrası politikalarının ilk
manevrasının Körfez Savaşı’yla Orta
Doğu’da yapıldığını görüyoruz ve Soğuk
Savaş sonrası yeni dünya düzeninin
formülasyonu niteliğindeki Irak Savaşının
yine bu bölgede ortaya çıktığını
görüyoruz.101980-88 yıllarında devam
eden Irak-İran savaşının ardından Irak'ın
Kuveyt'e saldırması ve petrol kaynaklarını
ele geçirerek bölge de liderliğe soyunmak
istemesi Körfez Savaşı'nı başlatan faktör
olmuştur.
Körfez
Savaşı,
ABD’nin
hegemonik stratejisine örnek sayılabilir.
ABD’nin dominant bir güç olarak, krizin ve
savaşın yönetimini üstlendiğine, savaşın
büyük mali portresinin bir bölümünü
kendisi karşılarken diğer kısmını artık
güvenliğini sağlamayı görev edindiği Suudi
Arabistan ve Kuveyt’ ile bölge petrolünden
yararlanan Batılı ortaklarına ve Japonya’ya
yüklediğine dikkat edildiğinde, “Bir başka
deyişle, yapısal strateji içinde, ABD,
hegemonyasını diğer devletlere de finanse
ettirecek bir sistemi Körfez’de uygulamaya
koymuştur.”11 Körfez Savaşı'nın ardından
Başkan Bush,1991 yılında Birleşmiş
Milletler toplantısında Soğuk Savaş'ın
ardından ABD'nin dış politikasını şu şekilde
ifade etmiştir: "Soğuk savaşı aşan bir yeni
uluslar ortaklığı düşünüyoruz: Uluslararası
ve bölgesel organizasyonlar aracılığıyla
danışma, işbirliği ve ortak harekete
dayanan bir ortaklık; ilkelerin ve hukukun
üstünlüğünün birleştiği, maliyetlerin ve
yükümlülüğün eşit şekilde paylaşılmasıyla
desteklenen bir ortaklık; demokrasiyi,
refahı, barışı yaygınlaştırmak ve silahları
azaltmak amacında olan bir ortaklık."12
Amerika'nın tek hegemon güç olarak
uluslararası sahnede yer almaya başladığı
ve sıcak savaşlar ve müdahaleler
çerçevesinde şekillenmeye başlayan yeni
mekanizmalar ve ABD'nin eleştirilmeye
başlanan tek taraflı politikaları dünya
kamuoyunda , uluslararası sistemi kendi
çıkarlarına göre belirleme isteği olarak
algılanmış ve tepki görmüştür. 2001 yılına
gelindiğinde
11
Eylül
gibi
tüm
mekanizmaları ve politik ilişkileri geri
dönüşü olmayan bir noktaya taşıyacak
olan bir olay meydana gelmiş ve
Ortadoğu, ülkelerin dış siyaset ve güvenlik
politikalarında kilit nokta haline gelmiştir.
11 Eylül'ün ardından gelen Bush Doktrini
Amerika'nın değişen bakış açısını ve Irak' a
yapılan askeri müdahale gibi ABD'nin
giderek Ortadoğu meselelerinde söz sahibi
ve karar mekanizması haline geldiğini
anlamak açısından önem taşımaktadır.
Başkan Bush;, “ABD’nin, küresel uzantıları
olan teröristlere karşı savaş yaptığı” ve bu
savaştaki “düşmanın, masum kişilere karşı
11
10
Gürbüz, Vedat, "Petrol,Petrol Politikaları ve
Ortadoğu: Global Politikaların Bölgesel Yansımaları
ve Irak Savaşı", 21yy Türkiye Enstitüsü, Avrasya
Dosyaları,
,http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/133168%20vedat.pdf
ss. 133-168.
Bostanoğlu, Burcu, "Türkiye-ABD İlişkilerinin
Politikası", İmge Kitabevi, Ankara(1999) ,ss.304305.
12
Kissinger, Henry, "Başkan George Bush’un
Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’ndeki “Birleşmiş
Milletler:
Dünya Barış Parlamentosu” konuşması", Diplomasi,
ss.780.
46
Akademik Perspektif – Şubat 2015
yürütülen önceden tasarlanmış siyasi
amaçlı şiddet anlamında, terörizm” olduğu
belirtildikten sonra, teröristler ve bilerek
bunları barındıranlar veya yardım edenler
arasında bir ayırım yapılmayacağı ve
bunlar arasından da özellikle kitle imha
silahlarını edinmeye veya kullanmaya
çalışanların hedef alınacağı; ABD’nin,
vatandaşlarını, nerede olursa olsun
çıkarlarını korumak için “tehdit sınırlarına
ulaşmadan teşhis ve imha” yoluna
gidileceği ve bu konuda “gerekli
olduğunda tek başına hareket etmekte”
tereddüt etmeksizin “kendini koruma
hakkını kullanarak bu teröristlere karşı
önceden
davranıp
(by
acting
preemptively)” ülke ve halka zarar
vermelerinin önleneceğini açıklamıştır.13
Bu gelişmelere ek olarak,11 Eylül
Saldırılarının ardından gelen süreçte
ortaya çıkan küresel terörizm olgusu,
ABD'nin Ortadoğu'daki kilit noktası olan
İsrail Devleti ile de yürüttüğü ilişkilerin ve
İsrail'in güvenliği açısından yaklaşıldığında
pek çok müdahalenin meşrulaştırıldığının
da göstergesi haline gelmiştir. İsrail ile
ortak güvenlik çıkarlarına ve tehditlerine
sahip olduğu söylemi Amerika'nın dış
siyaseti açısından gündem maddesi haline
gelmiş ve bu iki aktörün bir nevi kader
birliğiymişçesine Ortadoğu stratejilerini
birbirlerine entegre etmelerini ve bölgesel
konularda sıkı bir işbirliğinde olmalarını
uluslararası
kamuoyunda
gerekçelendirmiştir.
Amerika'nın yakın dönem Ortadoğu
politikalarında Büyük Ortadoğu Projesi kilit
noktadır. Bu nokta Bağcı ve Sinkaya'nın
13
"The National Security Strategy of The United
States of America", September 2002,
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esr
c=s&source=web&cd=1&ved=0CCsQFjAA&url=http
%3A%2F%2Fwww.state.gov%2Fdocuments%2Forg
anization%2F63562.pdf&ei=DimhVPrQIOvG7AbC8I
CADw&usg=AFQjCNHdMz7Ou3bhFoPCoKscgBS_kJCEQ&sig2=NWF2GSKp_2JZkHNF9Wz7C
w&bvm=bv.82001339,d.d2s
"Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye" adlı
makalesinde
şu
cümlelerle
ifade
edilmektedir: "11 Eylül saldırıları ABD‟nin
Ortadoğu‟ya yönelik politikalarında çok
önemli değişikliklere yol açtı. Saldırıları
gerçekleştiren
eylemcilerin
kimlikleri
ABD‟nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu
bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi
koşulların yol açtığı aşırılığın ABD‟ye de
zarar verebilen uluslararası tehditlerin
kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi,
uluslararası
terörizmi
desteklediğine
inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme
niyetini ortaya koydu. Bugüne kadar
Afganistan ve Irak‟ta bunu yaptı da.
George W. Bush idaresindeki Amerikan
yönetimi
sadece
askeri
gücünü
kullanmıyordu; aynı zamanda Amerika‟nın
“yumuşak güç”üne başvuruyordu. Bu
yöndeki
esas
aracı
da
ABD‟nin
“Ortadoğu‟da demokrasinin ve insan
haklarının gelişimini, iktisadi kalkınmayı
vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu
“Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”dir. ABD bu
yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında
ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi”
(BOP) üzerine yoğunlaşarak sürdürdü.
Böylece Ortadoğu‟da genellikle statükocu
olan Amerikan politikaları yerini liberal
demokrasinin, serbest pazar ekonomisinin
yerleşmesinin ve eğitim sisteminin
reforme edilmesinin güçlü şekilde
desteklenmesini –zira bu alanlardaki
zayıflıkların uluslararası terörizme yol
açtığı düşünülüyor --öngören politikalara
bırakmaya
başladı."14
ABD'nin
bu
projesiyle, bölgeye
hakim
olma
arzusunun altında yatan nedeni Emin
Gürses ve Mahir Kaynak'ın "Büyük
Ortadoğu Projesi" adlı kitabında şu şekilde
ifade edilmiştir: "Eğer, Büyük Ortadoğu'da
14
Bağcı,Hüseyin ve Sinkaya, Bayram, "Büyük
Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti'nin
Perspektifi", Akademik Ortadoğu,
http://www.akademikortadogu.com/belge/ortado
gu1%20makale/huseyin_bagci_bayram_sinkaya.pd
f ss.1-17. (Erişim Tarihi: 23.12.2014)
47
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Avrupa etkili olursa, Avrupa dünyanın en
büyük gücü haline gelir. eğer Rusya
kontrol ederse, Rusya en büyük güç olur.
eğer Amerika bu bölgeleri kontrol
edemezse, büyümeyi bırakın küçülmek
zorunda kalır. ve dünya üzerindeki etkinliği
azalır. bu durum sadece askeri ve siyasi
etkinliğini değil, ekonomik düzeyinin de
gerilemesi sonucunu doğurur."15
* Cansu Yürüten, Akdeniz Üniversitesi,
Uluslararası İlişkiler
15
Gürses,Emin ve Kaynak Mahir, "Büyük Ortadoğu
Projesi", İlk Yayınları,2004.
48
Akademik Perspektif – Şubat 2015
49
Akademik Perspektif – Ocak 2015
İyi Bir Uluslararası İlişkilerci Olmak
Röportaj: Hacı Mehmet Boyraz ve Metin Erol*
Gediz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Sait
Akşit: "Mümkün olduğu kadar farklı tecrübeler elde etmeleri gerekir. Farklı disiplinler
açısından Uluslararası İlişkilerin nasıl beslendiğini anlamaları gerekir; çünkü disiplinin
geçmişine baktığımız zaman Tarih, İktisat, Sosyoloji, Siyaset Bilimi ve hatta Antropoloji de
başta olmak üzere birçok farklı disiplinden etkilenmiş durumda. "
Öncelikle, kendiniz, kariyeriniz ve uzman
olduğunuz akademik alanlar hakkında
bilgi verebilir misiniz?
Öncelikle, ben teşekkür ederim. Lisans
eğitimimi
1993
yılında
Galler
Üniversitesi’nde
İşletme
alanında
tamamladım. Sonrasında Orta Doğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler
Bölümünde Yüksek Lisansımı1999’da,
2006 yılında da Doktoramı tamamladım.
Aynı dönemde ODTÜ Uluslararası İlişkiler
Bölümünde Asistan; daha sonra ODTÜ
Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde doktora
sonrası araştırmacı olarak çalıştım. Aynı
zamanda Hacettepe Üniversitesi’nde de
yarı zamanlı olarak dersler verdim.
İlgi
duyduğum
alanlar
arasında
Uluslararası Siyasal İktisat, Orta ve Doğu
Avrupa’da siyasi ve ekonomik dönüşüm
süreçleri, Avrupa Birliği (AB) genişlemesi
ve Türkiye – AB İlişkileri olmakla birlikte
Kıbrıslı olduğum için Kıbrıs Sorunu da ilgi
alanlarım arasında.
Galler’de İşletme Lisansı aldınız. Haliyle,
Uluslararası İlişkilere farklı bir disiplin
üzerinden Yüksek Lisans ile başlamış
oldunuz. Bu sizin için bir zorluk yarattı
mı? Ya da farklı bir disiplinden gelmek
size çalışmalarınızda yarar sağladı mı?
Elbette! Odaklandıkları konular arasında
ciddi farklılıklar var ama az da olsa kesişim
kümeleri de var. Zaten ben de bu kesişim
kümeleri üzerinden yola çıkarak kendime
bir yol çizmeye çalıştım. Tabii, İşletme
ağırlıklı olarak özel sektöre hitap etse de
ben mezuniyet sonrasında özel sektör
düşünmedim.
Özel sektörü neden düşünmediniz?
Açıkçası Yüksek Lisansa başladıktan sonra
bunu daha iyi idrak ettiğimi düşünüyorum;
50
Akademik Perspektif – Ocak 2015
çünkü akademide daha serbest hareket
edebileceğimi düşündüm. Yani, sabah 9
akşam 5 çalışmak yerine (tabi akademinin
de kendince mesai saatleri var) daha
serbest bir meslek tercihinde bulunmak
istedim. Benim mezun olduğum dönemde
birçok arkadaşım bankacılığı tercih
ediyordu ama bana cazip gelmedi ve böyle
bir tercihte bulundum.
Uluslararası İlişkileri bir disiplin olarak
nasıl tanımlayabiliriz? Ayrıca, bölüme
yeni ilgi duyanlar için disiplinin tarihi
yolcuğu ile ilgili olarak bilgi verebilir
misiniz?
Öncelikle, Uluslararası İlişkiler diğer
disiplinlerle oldukça sıkı çalışan bir bölüm.
Beni de cezbeden taraflarından birisi de
buydu. İşletme çıkışlı olmama rağmen
Uluslararası Siyasal İktisat ile birlikte bana
ciddi yarar sağladı.
Bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler çok
da eski bir geçmişe sahip değil. Barış ve
savaş odaklı olarak ortaya çıkmış bir
disiplin olmakla birlikte 1970’lere kadar
güvenlik boyutuyla ön plana çıkmıştır.
Ancak, 1970’lerde ABD’nin hegemonyası
sorgulanmaya başlayınca ve buna bir de
petrol krizi gibi unsurlar eklenince yeni
bakış açıları disipline girdi. Bu da
Uluslararası İlişkilerin diğer disiplinlerle
olan iletişimini arttırdı. Zaten, Uluslararası
Siyasal İktisat da bu dönemde daha geniş
yer bulmaya başladı ve 1980’ler ve
1990’larda kendine güçlü bir yer edinmeye
başladı.
Bugün, Uluslararası İlişkilerin güvenlik
boyutu hala önemli bir unsur olsa da
belirttiğim gibi zamanla kendi içinde
farklılaştı. Örneğin, disiplin kapsamındaki
araştırmacılar Uluslararası Siyasal İktisat
kadar çevre konuları gibi ikincil konularla
da ilgilenmeye başladı.
Kimler Uluslararası İlişkiler uzmanı
olabilir? Uluslararası İlişkiler uzmanı
olmakla akademisyen olmak arasında bir
fark mıdır?
İlk olarak, akademisyen konulara daha
geniş bir perspektiften bakabilecek bir
rahatlığa sahipken Uluslararası İlişkiler
uzmanı (özellikle kurumsal bir bağı varsa)
ise
daha
çok
güncel
sorunlara
odaklanmaktadır. İkinci olarak, bir uzman
meseleleri açıklamaktan çok çözüm
üretmeye çalışır. Üçüncü olarak, uzman
politika yapım sürecine de katılıyorsa en
büyük kaygısı sorunların çözümü olur ama
akademisyen bu sorunları daha genel
çerçevede ve uzun vadede değerlendirir.
Yani, akademisyen her zaman çözüm
bulma kaygısı taşımaz.
Peki,
uzmanlar
böyle
akademiden kopuyorlar mı?
yaparak
Bunu söylemek mümkün; çünkü bazı
sorunlar çok hızlı hareket etmenizi
gerektirebilir
ve
uzun
zamandır
savunduğunuz bakış açısına ters de
düşebilir. Bu açıdan özellikle politika yapım
sürecinde
hızlı
hareket
etmenizi
gerektirebilir. Bu da haliyle daha
pragmatik davranmanızı gerektirir.
İyi bir Uluslararası İlişkilerci nasıl olur ya
da nasıl olmalıdır? Bu disiplinde eğitim
gören öğrenciler kendilerini nasıl
geliştirebilirler?
Mümkün olduğu kadar farklı tecrübeler
elde etmeleri gerekir. Farklı disiplinler
açısından Uluslararası İlişkilerin nasıl
beslendiğini anlamaları gerekir; çünkü
disiplinin geçmişine baktığımız zaman
Tarih, İktisat, Sosyoloji, Siyaset Bilimi ve
hatta Antropoloji de başta olmak üzere
birçok farklı disiplinden etkilenmiş
durumda. Bunun yanı sıra, farklı bakış
açılarını anlamalarını da gerekiyor; çünkü
sonuçta baktığınız zaman Uluslararası
51
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Siyasal İktisat başta olmak üzere çalışılan
konular yoruma açık konular. Yani,
matematik gibi “1+1=2” olmuyor her
zaman. Bu açıdan olayların nedenlerini ve
etkilerini bilmek gerekir.
İyi bir Uluslararası İlişkiler öğrencisinin
kütüphanesinde olması gereken temel
kitaplar nelerdir? Sizin her daim
yararlandığınız ya da sizi derinden
etkileyen kitapları nelerdir?
Öncelikle, kuramsal olarak baktığımız
zaman birincil kaynaklar önemli bir yer
tutuyor. Daha çok kullanılan kaynaklar
derleme ve teori kitapları olsa da Yüksek
Lisans
ve
özellikle
Doktorada
derinlemesine araştırmalar yapıldığı için
birincil kaynaklar çok önemli. Bunun yanı
sıra, tarihi kaynaklara da başvurmaları
gerekiyor. Bu tür eserler arasında Eric
Hobsbawm’un “Kısa 20. Yüzyıl: 19141991” 20. yüzyılın anlaşılmasına yönelik
önemli bir kitap. Eric Hobsbawm Marksist
bir yazar olmasına rağmen farklı kesimler
tarafından referans gösterilmektedir.
Uluslararası Ekonomi Politik açısından
Robert Cox’un kitapları ön plana
çıkmaktadır. Robert Cox’un“hegemonya”
gibi önemli bir kavramı ana akım
teorilerden farklı yorumlaması birçok
kesimi etkilemiştir. Susan Strange’in
“States and Market” kitabı da benim
açımdan önemli bir kitap.
Uluslararası İlişkiler pratikten daha ziyade
teoriğe dayalı bir alan gibi gözüküyor,
dersek bize katılır mısınız? Uluslararası
İlişkilerin teorik yanı pratikte de vuku
buluyor mu?
Aslında Uluslararası İlişkilerde teori ve
pratik bir aradadır. Sonuçta kuramsal kısmı
bilinçli olmayarak da kullanabiliriz. Mesela,
Orta Doğu’yu anlamaya çalışırken belirli
kavramları kullanarak bir çerçeveden
hareket ediyoruz. Bu da politikanızı
etkileyebiliyor. Ama Türkiye’de kuramsal
çerçeve biraz ikinci plana itiliyor. Özellikle,
kısa ya da dergi analizlerine baktığımız
zaman
kuramsal
çerçeveye
atıf
göremiyoruz. Böyle bir sıkıntı var. Ancak,
kuramsal
çerçevenin
olay/konu
değerlendirmesinde her zaman olması da
gerekli görülmüyor. Genel algımız bu
yönde.
Ülkelerin dış politikalarının mütemadiyen
reel ve çıkar odaklı olduğu varsayımından
hareket
edersek,
bu
durumun
Uluslararası İlişkiler sahasında da geçerli
olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu alanda da
genellikle realist ve çıkarcı politikalar mı
hegemondur?
Realizm ve Liberalizm uygulama açısından
baktığımızda en iyi/ rahatlıkla uygulanabilir
kuramlar olarak gözüküyor. Bu iki kuram
politika yapım aşamasında kendilerine yer
bulmuş. Bunlar dışında kalan kuramlar
uygulama aşamasında pek de fazla
kullanılmamıştır. Aslında, Robert Cox’dan
hareketle ikili bir resim çizebiliriz. Realizm
ve Liberalizm sorun çözücü teoriler. Bu
açıdan statükonun devamından yanadırlar.
Bu bağlamda realizm devlet odaklı olduğu
için uygulama alanında kendine daha fazla
yer bulabiliyor. Tabi, ekonomiyi ikinci
plana atması da politika yapıcılar için
uygulama sürecini kolaylaştırıyor. Cox’dan
hareketle ikinci bakış açısı eleştirel
kuramlar ve bunların amacı da haliyle
“eleştirmek”. Anlamayı ve yorumlamayı ön
plana çıkartıyorlar. Dolayısıyla, politika
yapım sürecinde kendilerine yer bulmaları
da zorlaşıyor.
Türkiye’de Siyaset Bilimi alanında adım
atılan akademik çalışmaların birçoğu
Uluslararası İlişkiler disiplinine sıçrayarak
son buluyor? Bunun sebebi nedir?
Öncelikle, Uluslararası İlişkiler birçok yerde
Siyaset Biliminin alt dalı olarak görülüyor.
52
Akademik Perspektif – Şubat 2015
ABD’de, kıta ve ada Avrupası’ndaki birçok
üniversiteye baktığımızda Uluslararası
İlişkiler, Siyaset Biliminin altında çalışılır.
Bu açıdan, Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler birbirlerini dışlayan alanlar değiller;
aksine sürekli alış-veriş halindeler. Ayrıca,
Siyaset Bilimi devletlerin içyapılarını
incelerken uluslararası aktörleri göz önüne
almak durumunda da kalıyor. Ama Siyaset
Biliminin hala güçlü olduğu yanlar var.
Türkiye’de de bunu görmek mümkün.
Mesela, asker-sivil ilişkileri Siyaset
Biliminin önemli bir konusu olmasına
rağmen
AB
süreciyle
bağlayınca
Uluslararası
İlişkilere
de
girmiş
oluyorsunuz.
Türkiye’nin
Uluslararası
İlişkiler
disiplinindeki
konumunu
nasıl
buluyorsunuz?
Üniversitelerde
ve
araştırma merkezlerinde akademisyen ve
asistan açığı olduğunu düşünüyor
musunuz?
Aslında baktığımızda Türkiye iyi bir
ilerleme aşamasında. Özellikle, değişim
programlarının
sağladığı
avantajlarla
uluslararası ortamda daha fazla etkileşim
halinde olduğunu görüyoruz. Belirli
üniversiteler kendilerini iyi konumlara
oturtmuş durumdalar. Ama tabi hala daha
gelişmeye
açık
bir
alan.
Birçok
üniversitede sınırlı kadrolarla yürütülüyor.
Merkez illerde kadro şişkinliği varken
küçük
illerdeki
kamu
ve
devlet
üniversitelerinde kadro açıkları var. Bu
açıdan açık var, diyebiliriz. Ayrıca, yeni
jenerasyonların akademiye katılması farklı
fikirlerin katılması demektir. Bu da
dinamiklik getirir.
Uluslararası İlişkiler alanından devam
edelim. Biraz önce uluslararası ilişkiler
alanı üzerine yapılacak okumalarda
gösterdiğiniz kaynakların birçoğu İngilizce
kaynaklardı.
Türkçe
bir
kaynak
belirtmediniz. Bunun ana sebebi nedir?
Türkiye’de uluslar arası ilişkiler alanında
Türkçe akademik çalışmalar yok mu?
Yoksa uluslararası ilişkilerin Avrupa
merkezli olması mı bunda etkili? Buradaki
durum tam olarak nedir?
Şimdi tabi Türkçe kaynak bulmak sıkıntılı
bir süreç çoğu zaman ancak bunun gittikçe
aşılmaya başladığını söylemek mümkün.
Buradaki önemli noktalardan biri; endeksli
yayın teşviki nedeniyle insanların İngilizce
yazmaya yönelmesidir. Daha iyi dergilerde
yayın yapmaya yönelmeleri… Önemli
noktalardan bir tanesi bu. Dolayısı ile bu
durum aslında kendi diliniz olan Türkçede
üretimin daha sınırlı olmasını da
beraberinde getiriyor. Önemli Türkçe
kaynaklar var elbette. Birkaç tanesini
söyleyebiliriz. ODTÜ Uluslararası İlişkiler
gurubunun “Devlet, Sistem, Kimlik” kitabı
önemli bir teorik aktarımdır Türkçe
literatüre. Siyasi tarih bakımından Fahir
Armaoğlu’nun kitapları önemlidir. Baskın
Oran ve Faruk Sönmezoğlu’nun çok önemli
dış politika kitapları vardır. Özellikle Baskın
Oran’ın 3 ciltlik Türk Dış Politikası
kitabında Türk Dış Politikası’nın önemli bir
uluslararası
ortam
anlatımıyla
sunulduğunu görürüz. Artı bir değerdir bu.
Uluslararası Hukuk alanında Hüseyin
Pazarcı’nın çalışmaları çok kıymetlidir.
Tamamen Türkçe kaynak olmadığını
söylemek mümkün değil. Ancak ana
konular dışına çıkınca detaylı kaynak,
makale düzeyinde kaynağa ulaşmak sorun
olabiliyor. Fakat durum son 2 - 3 senede
Türkiye’de uluslararası ilişkiler alanında
artan çalışmalarla gelişme gösteriyor. Yeni
kitaplar yayınlanıyor ve farklı disiplin
konularına/ alanlarına ilişkin kitapların
oluşturulduğunu söylemek mümkün.
Başa dönecek olursak. Röportajın başında
Kıbrıslı olduğunuzu söylediniz. Bunu
sizden her duyan muhakkak şu klasik
soruyu soruyordur: “Kıbrıs meselesi,
Türkiye ve Avrupa Birliği... 2004 yılında
53
Akademik Perspektif – Şubat 2015
yaşananlar, Annan Planı, Kıbrıs’ın artık bir
Avrupa Birliği meselesi olarak Türkiye’nin
karşısına çıkması, 8 faslın dondurulması
vb.” Yaşananlar hakkında nasıl bir yorum
yaparsınız?
Kıbrıs meselesi çok sıkıntılı bir süreç. Bunu
söylemek mümkün. Kıbrıs çözüm sürecine
tarihsel olarak baktığımızda sürekli bir
umut pompalanması ve başarısız olunması
durumu söz konusu. Bunların en önemli
dönüm noktası Annan Planı üzerinden bir
çözüm, Avrupa Birliği genişleme süreci
tamamlanmadan Annan Planı’yla çözüm
bulunup
meselenin
tamamlanması
umuduydu. Fakat bu aşamada da başarısız
olundu. Durumun bu noktaya gelmesinde
Avrupa Birliği kadar Türkiye’nin de kendi
hataları var. Zaman zaman engel
olamadığınız şeyler oluyor. 1995 Gümrük
Birliği
Antlaşması’nın
oluşturulması
sürecinde bir şekilde Kıbrıs’ın üyeliğe
adaylık sürecinin ortaya çıkması ve
Türkiye’nin buna engel olamaması…
Yunanistan’ın Avrupa Birliği içerisinde
Kıbrıs konusunun, Kıbrıs üyeliğinin Doğu
Avrupa üyeliğiyle birlikte bir pazarlık
konusu yapılması, önemli sorunlardı.
Türkiye’nin son dönemde büyük yanlışlar
yaptığını
düşünmüyorum
Kıbrıs
konusunda. Çok da adım atacağı bir
konum yoktu zaten. Sizin adım atabilmeniz
için karşınızdakinin de uzlaşıya yakın
olması gerekiyor. Türkiye aslında 2004
sürecine
giden
yolda
benimsediği
uzlaşmacı tutumu takınmaya devam
ediyor. Ancak, uluslararası konjonktür pek
müsait değil bu meselenin çözülmesi için.
Birlik kendi sorunlarıyla meşgul. Türkiye
Avrupa
Birliği’nin
taraf
olduğunu
düşünüyor, bu sebeple müzakereci
konumda bulunmasını pek istemiyor.
Fakat Avrupa Birliği’nin de taraf olmaması
mümkün değil, çünkü Kıbrıs üyesi.
doğalgazın bulunması durumları bir nebze
olsun resmi değiştiriyor gibi… Kıbrıs ile
olan ilişkilerimizde yeni bir noktaya mı
geliniyor, sorusunu gündeme getirdi. Fakat
burada
Uluslararası
Hukuk
anlaşmazlıklarının
ortaya
çıktığı
görünüyor. Türkiye’nin kapalı deniz
savunması ancak Kıbrıs’ın İsrail, Lübnan ve
Mısır’ın kendi ekonomik münhasır bölgesi
olarak Ak denizi tanımlaması son 1- 2 ay
içinde Yunanistan, İsrail, Kıbrıs ve Mısır’ın;
Türkiye’ye karşı tavır alıyor görüntüsü,
Türkiye’nin çok da engel olamadığı bir
sürece doğru gidiyor. Tabi ki bu durum
sürecin tıkanmasında önemli bir sebep .
ABD’nin girişim yapmaya başladığı
dönemde son 1 ila 1,5 senede kaygısının;
sorunu çözmekten ziyade ortak bir zemin
bularak doğal gazın Türkiye üzerinden
aktarılmasına
odaklanacağını
düşünmüştüm ben. Fakat son siyasi
gelişmelerle bunun da olup olamayacağı
muallak. Her iki taraf açısından da özellikle
Kıbrıs Cumhuriyeti açısından doğal gaz
gelirlerinin paylaşımı çözüm süreci sonrası
kabul edilebilecek bir nokta olarak ön
plana çıkıyor. Böyle bir sarmal içerisinde
mesele şu anda.
Şunu da söylemek gerek, Türkiye
çevresindeki bütün uyuşmazlık alanlarına
baktığımızda ki Avrupa Birliği’nin öncelikli
ilgi duyduğu uyuşmazlık alanları bu bölge
içinde, Kıbrıs Sorunu en az gergin olan
uyuşmazlık olarak önümüze çıkıyor.
Mevcut statüko kimseyi rahatsız etmiyor
gibi duruyor. Bir şekilde sistem çalışıyor.
Çözüm süreci sürekli erteleniyor bu
sebeple. Bunu söylemek mümkün. Benim
jenerasyonum
açısından,
yaşamış
olduğumuz bir umuda kapılma ve hayal
kırıklığına uğrama süreci bizi Kıbrıs sorunu
hakkında biraz daha temkinli yaklaşmaya
götürüyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin son 1,5
yılda ortaya koyduğu girişimler ve
54
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Uluslararası ekonomi politikaları çalışıyor
olmanızın bize sağladığı avantaj ile şu
soruyu sormak istiyorum: Türkiye
Gümrük Birliği antlaşmasını imzalamış bir
ülke ama bu son dönemde ABD ile AB
arasında yapılmış bir ticaret anlaşması
var ve AB, Türkiye’yi bu antlaşmaya dâhil
etmek istemiyor. Türkiye için “sen buna
dahil olamazsın, kendin ayrıca ABD ile bir
anlaşma yapacaksın” tarzı bir tutum
sergiliyor.
Burada da aslında Kıbrıs
meselesi gibi farklı bir mesele ortaya
çıkıyor. Türkiye’nin başına bunlar neden
geliyor?
Belki de siyasetçilerimizin tez-canlı
olmasıyla alakalıdır. Şöyle bir sorun var.
Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması’nı
yaptığı dönemde AB’nin üçüncü taraflarla
imzalayacağı Serbest Ticaret Antlaşma
yükümlülüklerini de kabul etme eğilimine
girdi.
Bu
Türkiye’nin
en
büyük
sorunlarından biri. Bu arada ABD ile AB
arasında müzakereler devam ediyor.
Transatlantik Ticaret ve Yatırım, Ortaklığı
konusundaki
müzakereler
henüz
sonuçlanmış değil. Bu konudaki en büyük
sorun, bizim ABD ile olan ticari ilişkilerimiz
ve ABD’nin AB’nin gümrük muafiyetleri
çerçevesinde Türkiye pazarına erişimiyle
alakalı bir unsur. Bu noktada aslında ilgili
Bakanlıklar ciddi itirazlarını sunuyorlar
baktığımızda. Durumun gözden geçirilmesi
gerektiği yahut Türkiye’nin müzakerelere
bir
Serbest
Ticaret
Antlaşması’yla
eklenmesi gerektiği konusunda bilhassa.
İlginç bir adım olarak değerlendirilecek
süreçse
AB’nin
Dünya
Bankası’na
hazırlatmış olduğu, Türkiye-Avrupa Birliği
Gümrük Birliği Süreci ile ilgili rapor Dünya
Bankası
tarafından
Mart
2014’te
yayınlandı. Buradaki tespitler ilginç ve
önemli. Raporda Gümrük Birliği sürecinin
güncellenmesi gerektiği vurgulanıyor ve
baktığımızda Türkiye’nin 3. ülkelerle
yapılan Serbest Ticaret Antlaşmalarının
kabulü, vize sıkıntıları dahil farklı konuları
da gündeme getiriyor. Tabi burada net
olmayan süreç, Türkiye’nin AB ile bu
sorunları çözmede nasıl adımlar atacağı.
AB’nin 2014 Türkiye İlerleme Raporunda
da bunu görmek pek mümkün değil.
Sadece ikili görüşmeler çerçevesinde
değerlendirmeye çalışıldığı ifade ediliyor.
Nasıl aşılacağı konusunda net bir mesaj ve
ipucu görmek mümkün değil. Rakamlar
Türkiye’nin ciddi boyutlarda olumsuz
etkileneceğini ifade ediyor.
Serbest Ticaret Bölgesi, Gümrük Birliği,
Ortak Pazar, Parasal Birlik ve Tam
Ekonomik Birlik… Son entegrasyon
aşaması olarak Tam Ekonomik Birliği
görüyoruz. AB yapısına bakıldığında
Parasal Birlik olduğu görülüyor. Ancak
yaşanan bazı gelişmeler, bu yapıyı
etkiledi. Bilhassa 2008’de yaşanan malum
krizde Yunanistan’ın ve birkaç AB
ülkesinin
krizden
ciddi
olarak
etkilenmesinin sebebini; ortak maliye
politikalarının
olmamasıyla
bağdaştırdılar. Bunun aksine Birleşik
Krallık, Danimarka ve İsveç’in, yani
parasal birlikte olmayan ülkelerin,
krizden etkilenmemesinin de sebebinin
parasal
birlikte
olmamalarından
kaynaklandığını söyleyen bir cenap vardı.
AB bulunduğu Parasal Birlik durumundan
Ortak Pazar’a doğru mu tavizler verecek
yoksa Tam Ekonomik Birlik olma yoluna
doğru mu ilerleyecek?
AB hibrid bir rejim olarak çalışmayı
seviyor. AB geri adım atmak yerine hibrid
yapı üzerinden eklemlenerek devam
etmeye çalışıyor. AB’de de geri adım
atmanın ters bir psikolojik etki yaratarak
çöküşe doğru olumsuz bir yönelim ortaya
çıkarabileceği endişesi de mevcut.
2008 krizi perspektifinde bakacak olursak,
krizin en önemli nedenlerinden biri, iç
politik ekonomik yapıdaki sıkıntılar kadar
AB’nin hızlı ve ortak bir tedbir
55
Akademik Perspektif – Şubat 2015
alamamasından kaynaklanıyor. Çünkü
parasal birliğin getirdiği süreç, ülkelerin
krizleri
aşmada
kullanabileceği
mekanizmaları sınırlandırıyor. Para basımı
devalüasyon ve diğer para politikası
mekanizmalarından, ekonomik politik
kararlardan mahrum kalıyorsunuz. AB
yapısı sizi kısıtlıyor. Tabi oradaki sistem
yapısı
içerisinde
Avrupa
Merkez
Bankası’nın çok özerk bir yapısı var. Ulusal
merkez bankalarıyla sistemi koordine
etmeye çalışıyor bir taraftan ama ortak
maliye politikası yok. Üye ülkelerin de
aslında
ortak
maliye
politikaları
oluşturmak gibi bir dertleri yok. Bu ciddi
bir uyum süreci gerektiriyor. Tabi ki
egemenlik hakları konusu da ciddi bir
sorun. Ulusal çıkarlar konusunda tıkanıp
kalıyor devletler. Bunu istemeyecek ciddi
ağırlığı olan ülkelerde mevcut Birleşik
Krallık gibi. Birleşik Krallık’ın temel
amaçlarından biri zaten AB’yi mümkün
olduğu kadar hükümetler arası bir yapıda
tutmaya çalışmak. Ortak bir maliye
politikası geliştirmenin yakın dönemde pek
mümkün olmadığını söyleyebiliriz çünkü
2004 sonrası genişlemede AB parçası
olması beklenen Orta ve Doğu Avrupa
ülkeleri de Euro’ya girişlerini ertelemeye
çalışıyorlar krizden etkilenmemek adına.
Çünkü maliye politikalarındaki serbestliği
krizleri aşmada bir yöntem olarak
görüyorlar. Polonya, İsveç gibi ülkeler
taktiksel hamlelerle bu girişi önlüyorlar.
Çünkü Maastricht’teki ortaya çıkan uyum
kriterlerini gerçekleştiremediğiniz zaman
otomatik olarak sistemin bir parçası
olmayı ertelemiş oluyorsunuz. İsveç
parasal birliğin bir parçası olabilir ama
sürekli olarak iç politikalarını Maastricht
kriterlerini gerçekleştirmeyecek ve kendi iç
politikalarına zarar vermeyecek şekilde
yöntemler uygulayarak parasal birliğin
dışında kalıyorlar. O yüzden manevra
kabiliyeti var orada. Ülkeler de bunu
kullanıyorlar.
1970’li yılların sonunda Yunanistan ile
Türkiye’ye yapılan AB teklifini eğer ki
Türkiye kabul etmiş olsaydı, 81 de
Yunanistan gibi AB’ye alınır mıydık?
Tabi tahmin yapmak zor ancak şunu
söylemek mümkün; o yıllarda Türkiye’deki
siyasi bakış açısı sol ve sağda AB ile
entegrasyona olumsuz bakan bir bakış
açısı. 70’li yıllar Türkiye siyasetinde çok içe
dönük bir yapı. Dış politikada ise Kıbrıs
sorunu sonrası yaşanan sıkıntıların mevcut
olduğu bir durum var. Ambargolar, ikili
ilişkilerdeki olumsuz yapı Türkiye’yi 3.
Dünya boyutuna, yani daha çok
bağlantısızlarla ilişki kurma çalışma
çerçevesine ve Orta Doğuya yönelik
politika geliştirme çabasına yönlendiriyor.
Hem sağda hem solda Batı karşıtı bir
yaklaşım var. Böyle bir ortamda
Türkiye’nin AB’ye yönelmesinin pek
mümkün olacağını düşünmüyorum. Bizim
buradaki en büyük farkımız, İspanya,
Yunanistan ve Portekiz’de otoriter
rejimlerden
demokratik
rejimlere
dönüşüm sonrasında AB’ye ciddi bir
yönelim oluşurken, farklı ulusal aktörler
arasında
bir
uzlaşmanın
mevcut
olduğudur. Sağ ve sol ile işveren ve işçi
çevreleri arasında uzlaşma vardı AB
konusunda. Türkiye’de ise tam tersi durum
vardı. Sağ ve sol partiler kadar işveren
çevreleri de ekonomik kalkınma adına AB
ile yakınlaşmayı sorunlu görüyorlardı.
Dolayısı ile biz toplumsal uzlaşıyı
sağlayamadık o yıllarda AB konusunda.
Zaten siyasi bir kutuplaşma da mevcuttu.
Böylesi bir toplumsal ve siyasi ortamda
uzlaşma yakalamak da çok mümkün
değildi diye düşünüyorum. Demirel bir
siyasi manevra unsuru olarak Avrupa
Birliği üyeliğini 1980 yılında dile getiriyor
üye olmak için; ancak çok geç kalınıyor.
Zaten Türkiye söylem dışında uygulamaya
yönelik bir adım da atmıyor.
56
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Emperyalizm
Talat Burak Düzenli*
Bu çalışma, Emperyalizm kavramının ne olduğunu, ne anlama geldiğini, farklı yazar ve
yaklaşımların görüşlerini, hangi tarihsel dönemlerde nasıl kullanıldığını ve kavramın
kullanımına dair eleştirileri bilimsel ve sosyolojik perspektiften incelemeye çalışmaktadır.
Emperyalizm Nedir?
Bir başka kaynakta emperyalizm:
Emperyalizm veya yayılmacılık, bir devletin
veya ulusun başka devlet veya uluslar
üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda
etkide
bulunmaya
çalışmasıdır.
Emperyalizm, bir nevi diktatörlük gücü,
merkezi
hükümet,
keyfi
yönetim
anlamlarına da gelmektedir.
Bir devletin başka bir devleti siyasal ve
ekonomik egemenliği altına alması ya da
almak istemesi, sömürgecilik veya
anamalcılığın tekelcilik biçiminde görülen
en yüksek en son aşaması (1) olarak
adlandırılmaktadır.
Emperyalizm,
ilk
defa
İngiltere'de
19.yüzyılda kullanıldı. Başlarda neredeyse
bütünüyle siyasi bir içeriğe sahipti. Louis
Napolyon'un icraatları veya Disraeli'nin
maceraperestliği gündeme geldiğinde
olumsuz, metafor İngiltere ile kendi
kendini yöneten sömürgelerin ilişkisi akla
geldiğinde olumlu anlamda kullanılıyordu
(Koebner,1949:2,7).Bu
bağlamda
emperyalizm kavramı ilk defa İngiltere'de
kullanılmıştır.
(Imperialism) Fransızca "imperialisme"
kelimesinden geçme. Bir devletin, diğer
devletler aleyhine genişlemesi, onları
siyasal ve ekonomik egemenliği altına
almasına dayanan yayılmacı politikalar
izlemesi.
Siyasal emperyalizmin tarihte pek çok
örnekleri vardır. Kendisini güçlü gören
birçok ülke veya imparatorluk, diğerlerini
kendisine katarak veya boyunduruğu
altına alarak genişlemeye çalışmıştır.
Günümüzde daha çok söz konusu olan
57
Akademik Perspektif – Ocak 2015
iktisadi
emperyalizmdir.
İktisadi
Emperyalizm, sanayi devriminin ortaya
çıkarttığı bir sonuçtur. Bir yandan yabancı
ülkelerdeki ham madde kaynaklarını, diğer
yandan da dış pazarları ele geçirme amacı
güder.
Bir başka yaklaşımda Mommsen, şöyle
bahsetmektedir:
Geç
19
erken
20.yüzyıllarda Avrupa güçlerinin hızlı
kolonyal genişlemesiyle birlikte yeni
kavramın kullanımı bütün Batı dünyasına
yayıldı. Bu bağlamda, emperyalizmden
ulus devletlerin kendi sınırları dışına
yayılması ve dünya gücü olması
anlaşılıyordu. Otto Hintze'nin 1907'de
belirttiği gibi "büyük güç statüsü için savaş,
modern dünyadaki emperyalizmin gerçek
özünü oluşturur (Mommsen,1982:5).
Buradaki
devlet
odaklı
kavramsallaştırmada, emperyalizm belli bir
devletin ve milliyetçiliğin gücünün ve
üstünlüğünün
artması
anlamına
gelmektedir.
David landes ise emperyalizmi "Batı
ülkeleri ve dünyanın geri kalanı arasındaki
güçler dengesinin bozulmasının doğal bir
sonucu
olarak görmektedir;
güçlü
güçsüzün güçsüzlüğünden her alanda
faydalanıyordu" (Landes,1961:511-512)
Lenin'e göre emperyalizm kapitalizmin
tekelci aşamasıydı. Tekelci finansörlerle
sanayicilerin birleşmesi finans kapitali
yarattı; finans kapitalde sermaye ihraç
edecek yeni ekonomik alanlar arıyordu.
Emperyalizm "dünyanın ekonomik olarak
paylaşılmasıydı"(Lenin,1975). (6)
"Tekeller, oligarşi, özgürlük tutkusu yerine
egemenlik tutkusu, giderek artan sayıda
küçük veya güçsüz ulusun, en zengin ve en
güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi;
bütün bunlar, emperyalizmin, onu asalak
ve çürümeye yüz tutmuş kapitalizm olarak
tanımlamamıza neden olan özelliklerini
yaratmıştır. Burjuvazisinin, sermaye ihracı
gelirleriyle ve "kupon keserek" giderek
artan ölçüde yaşadığı "rantiye devletin",
tefeci devletin kuruluşu, emperyalizmin
gün geçtikçe ete kemiğe bürünen bir
eğilimi olarak ortaya çıkmaktadır. Egemen
devlet,
kendi
egemen
sınıfını
zenginleştirmek ve alt sınıflara rüşvet
kabilinden sus payı vermek için, eyaletleri,
sömürgeleri
ve
bağımlı
ülkeleri
sömürmektedir. İşçi önderleriyle ve işçi
aristokrasisini satın almayı mümkün
kılacak ve proletaryanın üst katmanını alt
katmanından sistemli biçimde ayırmaya
yarayacak olan böylesi bir rüşvet, hangi
biçimde olursa olsun, ekonomik açıdan
yüksek tekel karları gerektirecektir (2)."
Son olarak çeşitli kaynaklar emperyalizmi
aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır:
Bir ülkenin topraklarını genişletmesi
Bir ulusun veya toplumun başka bir ulusu
veya toplumu vergiye bağlaması
Bir ulusun veya toplumun başka bir ulus
veya
toplumun
topraklarındaki
kaynaklardan yararlanması
Bir ülkenin veya toplumun başka bir
bölgeye kendi kültürünü yayması ve
oranın halkını köle olarak kullanmasıdır.
Kuramsal Yaklaşımlar
a. Toplumsal-psikolojik kuram:
Joseph
Schumpeter,"Emperyalizm
karakter bakımından atavistiktir, varlığını
büyük ölçüde sürdürerek bugünkü her bir
somut
sosyal
durumda
önemli
belirleyiciliği
bulunan
ilk
çağların
kalıntılarındadır.
Diğer
bir
deyişle
bugünden çok geçmiş yaşam koşullarından
kaynaklanmaktadır, tarihin ekonomik
yorumuyla ifade edilirse, mevcut üretim
ilişkilerinden ziyade geçmiş ilişkilerden
58
Akademik Perspektif – Şubat 2015
kaynaklanır. Sosyal yapıda, bireylerde ve
psikolojik duygusallık alışkanlığındaki bir
atavizmdir."
(Schumpeter,1968,65;cohen,1973,73)
Schumpeter'e
göre
kapitalizm
emperyalizmin ortaya çıkışında belirleyici
faktör değildir; bu nedenle emperyalizmin
kaynağı başka yerlerde özellikle de
ulusların sosyal yapısında aranmalıdır
(Cohen,1973;72).
Schumpeter'e göre modern kapitalist
toplumda sosyal işlevini kaybetmiş sınıf
artıkları vardır. Bu sınıf, savaşçı sınıftır. Bu
savaşçı sınıf bir süre sonra kendine yeni
alanlar arar ve böylelikle içinde kültürel
miras olarak alınan tutumları kullanarak
emperyalist dürtülerine popüler destek
sağlar; yani geçmiş askeri zaferlerin
milliyetçiliğinden
vazgeçmez
(Cohen,1973;72-73).
Özetle, Schumpeter geniş bir yorumla
emperyalizmin kapitalizmden önce var
olduğunu ve kapitalizm ve emperyalizm
arasında bir ilişkinin bulunmadığını
savunmuştur. Bu yaklaşıma göre, savunma
gereksiniminin bir gerekliliği olan savaşçı
sınıfın varlığını sürdürebilmesinin bir
sonucu olarak emperyalizm ortaya çıkar.
Mchael
Barrant
Brown'a
göre
emperyalizm,"dünya
ekonomisindeki
eşitsiz ilişkiler sistemini tanımlayan en
uygun kelimedir."
b. Marksist kuram:
1900'lerle birlikte, Rudolph Hilferding,
Lenin ve Nikolai Bukharin basit
sömürgecilik yerine ekonomik nüfuzun
daha karmaşık şekillerine dikkat çekmişler
ve pazarların, arz kaynaklarının ve yatırım
yollarının hakimiyet altına alınması ile
ilgilenmişlerdir.
Hilferding,
Marx'ın
kapitalizmin yayılmasına ilişkin görüşlerini
ele alarak bir sonuca ulaşmıştır. Bankaların
kredi kaynakları üzerindeki kontrollerini,
sermayenin
yoğunlaşmasını,
merkezileşmesini
ve
bankaların
endüstriyel büyümeyi finanse etmedeki
rolünü vurguladı (Cohen,1973;45-46).
"Emperyalizm,
tekellerin
ve
mali
sermayenin egemenliğinin kurulduğu;
sermaye ihracının birinci planda önem
kazandığı; dünyadaki bütün toprakların en
büyük
kapitalist
ülkeler
arasında
bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu
bir
gelişme
evresine
ulaşmış
kapitalizmdir"(Lenin,1969:111).
Lenin emperyalist yayılmanın temelini
kapitalist sistemin doğasında görür ve
analitik yaklaşımını Hilferding'den alır.
Lenin, kapitalist mücadelenin artık
sermayenin
dışarı
çıkışından
kaynaklandığını ileri sürer.
I.Dünya savaşından önce dünya başlıca
kapitalist ülkeler tarafından paylaşılmıştı;
ama
yatırım
alanlarının
yeniden
paylaşılması savaşa yol açtı. Lenin’e göre
savaş, kapitalist gelişmenin zorunlu
sonucuydu. Lenin,"eşitsiz gelişme yasasını"
geliştirerek
emperyalist
devletler
arasındaki
ilişkilerin
süreklilik
göstermeyeceğini savunmaktadır (3).
Piérre Jaléé, emperyalizmi "uluslararası iş
bölümünde
ticarette
ve
sermaye
hareketinde belirli ilişkileri vurgulayan
ekonomik
bir
fenomen
olarak
(1968:15);Richard
D.
Wolff,
"bir
ekonominin diğer ekonomi üzerinde
uyguladığı
kontrol
araçları
ağı"
olarak(1970:225) Thomas E.Weisskopf ise
"kapitalizmin uluslararasılaşması olarak
(1972:408) tanımlamaktadır.
c. Liberal kuram ve diğer yaklaşımlar:
Emperyalizmin
siyasal
boyutunu
vurgulayan yazarlar farklı tanımlamalarda
bulunurlar. Hans Neisser emperyalizmi
59
Akademik Perspektif – Şubat 2015
“bir ulusun doğal sınırlarının ötesindeki
nüfusu kendi siyasal yönetimi altına almak
amacıyla bu sınırların ötesinde bir
imparatorluk kurma süreci” olarak
tanımlar.
Diğer yazarlar ise emperyalizm terimini
askerî veya diplomatik baskı ve ekonomik
nüfuz gibi dolaylı mekanizmaları da
dikkate
alarak
genişletmektedirler;
örneğin George
H.
Nadelve Perry
Curtis emperyalizmi “egemenliğin veya
kontrolün dolaylı veya dolaysız şekilde
genişletilmesi” olarak tanımlarlar.(3)
d. Muhafazakar kuram:
1870'li
yıllarda
İngiltere'de
Başbakan Benjamin Disraeli’nin sömürge
imparatorluğunu
güçlendirme
ve
genişletme politikalarını tanımlamak için
emperyalizm kavramına başvurulmuştur.
Böylece emperyalizm, sömürgecilikle eş
anlamda kullanılmaya başlanmıştır.
Bu yaklaşıma göre emperyalizm, gelişmiş
ülkelerde mevcut durumun muhafaza
edilmesi için bir gereklilik ve hak olarak
görülmektedir.
Tarihsel Dönem ve Kullanım
Collier's Encyclopedia emperyalizm tarihini
üç büyük evreye ayırmaktadır: Birincisi, 16.
yüzyıla kadar
devam
eden
ve
imparatorlukların genişlemesi ile ilgili olan
evredir;
ikincisi
coğrafi
keşiflerle
başlayıp 19.yüzyıla kadar devam eden
emperyalizmdir, eski emperyalizm olarak
adlandırılmaktadır;
üçüncüsü
yeni
emperyalizmdir ve yaklaşık 1880’lerde
başlamış ve sömürgelere yeniden büyük
ilgi
duyulmasına, Asya ve Afrika’nın
paylaşılmasına yol açmıştır.
15. yüzyılın sonlarından başlayarak
farklı Avrupa devletlerinin dünyanın
genişçe alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan
etmeleriyle ortaya çıkan siyasal ve
ekonomik aşama veya olgu. Batı Avrupa
ülkelerinin kapitalizmin eşiğine yabancı
halklardan öncesinde ulaşmaları temelinde
yükselmiş, dünya üzerindeki doğal
zenginliklerin, hazırlıklı servetlerin ve
pahalı
olmayan
emek
depolarının
yağmalanması yoluyla gene Avrupa’da
sermaye birikimini hızlandırmıştır. Asya,
Afrika ve Latin Amerika’da ise yerel kaynak
ve kültürlere, tarih, inanç, lisan ve
örgütlenme deneyimlerine zarar vererek
bu halkların uzun süre boyunduruk altında
tutulmasına, yoksulluğa, geriliğe, kendi
sanayi devrimlerini ve modernleşme
süreçlerini özgürce yaşayamamalarına yol
açmıştır. Sözcüğün Batı dillerindeki karşılığı
olan ”kolonileştirme ” , sömürgecilik buna
benzer aksi çağrışımlar taşımaz; koloni
kurma, Hıristiyanlığı yeni topraklara
götürme, uygarlaştırma buna benzer
anlamlara yüklüdür.
Emperyalizmin tarihi başlıca 4 aşamada
incelenebilir. Bunlardan ilk ikisi Avrupa’nın
genişleme dönemini kapsar ve birincisi
kabaca 1763 Paris Antlaşması’na değin,
ikincisi 1763’ten yaklaşık 1875′e değin
uzanır. Üçüncü aşamayı 1875 – 1914
arasındaki yeni emperyalizm döneminde
çağdaş
sömürge
imparatorluklarının
tekrardan
oluşturulması
veya
tamamlanması ile iki dünya savaşı
aralarında zorla da olsa varlıklarını
koruması oluşturur. 1945′in ardından ise
yeryüzünün genç uluslarının bağımsızlık ve
egemenliklerine
kavuşmalarıyla
sömürgesizleşme zamanı sürat kazanır. Bu
aşamalardan ilkinde önce Portekiz ve
İspanya, sonrasında Fransa ve Hollanda,
en son da İngiltere öne çıkmış, ikinci
aşamayı İngiliz egemenliği belirlemiş,
üçüncü aşamada İngiliz, Fransız, İtalyan,
Alman, Rus, Japon ve Amerikan çıkarları
arasındaki rekabet iki büyük savaşın
maddi, siyasal ve ideolojik temelini
oluşturmuştur.
60
Akademik Perspektif – Şubat 2015
15. ve 16 yüzyıllarda gerçekleşen coğrafi
keşifler yeni kıtaların Avrupa ülkelerince
sömürgeleştirilmelerine yol açtı. İlk coğrafi
keşifler ile sömürgeci yayılma Portekiz ve
İspanya krallarının ayrıcalık tanıdığı ticari
şirketler vasıtası ile gerçekleşti. 1494′de
papa yeni keşfedilen toprakları Portekiz ile
İspanya aralarında paylaştırdı. Afrika
kıyıları, Hindistan ve Brezilya Portekiz’e,
geride olan yerler İspanya’ya bağışladı (5).
Ardından 2.dünya savaşıyla sömürü altında
olan ülkelerin çoğu bağımsızlığını kazandı.
Ama emperyalist ülkeler, bu ülkeler
üzerindeki ekonomik, teknolojik ve
sanayisel hâkimiyetlerini hep sürdürdüler
ve böylelikle bugün de emperyalizmin
hayatını
sürdürdüğünü
kolaylıkla
görebiliyoruz.
* Talat Burak Düzenli/On dokuz Mayıs
Üniversitesi/Siyaset Bilimi Ve Kamu
Yönetimi
61
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Sosyal Medya ve Bilişim Suçları
Fatih Yılmaz Akan*
Geçtiğimiz günlerde tarih alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan
Prof. Dr. Engin Akarlı ile hayatı ve ülkemizde tarihçilik üzerine kısa bir sohbet yaptık.
Hocamız hem tarih öğrencilerine öğütlerde bulundu hem de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü’nün ülkemiz için öneminden söz etti.
Bilgiye ulaşmak çok daha kolay olmalıydı!
Dünyadaki her bilgiye ulaşmalı her an
kontrol edebilmeleri gerekiyordu. Intranet,
Internet derken tahmin bile edemedikleri
bir hızla stratejiler teknolojiyi iteleye
iteleye bugünlere getirdi. Baktılar böyle
olmuyor bilgiye ulaşmak her an mümkün
olmalı fikrinden hareketle dünyanın
kaderinin önünden çekildiler. Kader de bizi
bugünlere getirdi.
Online olmanın bir adım gerisinde,
telefonu
almadan
ekmek
almaya
çıktığınızda unuttuğunuzu hatırladığınız
andan itibaren hızlanan adımlar vardır. Ya
biri arar da ulaşamazsa diye! Nefesiniz
hızlanır, çoğu zaman geri dönerdiniz
telefonu almak için. Artık o devir de bitti,
gerçek zamanlı yaşıyoruz her şeyi! Hiçbir
şeyi kaçırmıyoruz, kaçırmamalıyız! Hayat
şimdi daha hızlı akıyor.
Evet, herkesin bir IP'si olmalıydı. Önceleri
üniversiteler arasında kurulan iletişim
ağları intranetlere daha sonra internete
dönüştü. Bir zamanlar internet sadece
bilgisayarlarda
kullanılabiliyorken
şimdilerde cebimize girdi. Büyüdü büyüdü
ve artık herkes bu mecrada kendine bir yer
satın almış ya da alma gayretine girmiş
durumda. Artık herkes her an “online”
olma gayretinde.
Şimdi artık kim kiminle arkadaş? Kim kimi
tanıyor? Kimin kiminle tanışma ihtimali var
biliniyor? Kim ne zaman neredeydi? Hatta
ne zaman nerede olacağa kadar! Devasa
kapasitelerde veri tabanları bizim gerçek
zamanlı hayatımızı an be an kaydediyor.
Artık istedikleri bilgiye her an erişebilme
imkânları var. Çünkü herkesin bir IP’si var
artık. 11 Eylül hadisesinden sonra 10 yıl
süreli olarak çıkarılan PatriotAct yasası ise
62
Akademik Perspektif – Şubat 2015
bütün bu yukarıda saydıklarımıza kanuni
zemin oluşturuyor. Süresi güvenlik riskleri
nedeniyle uzatıldı. Yani Amerika interneti
yasal olarak dinliyor!
Evet, buraya kadar çizdiğimiz perspektif
80'lerde strateji, 90'lardan sonra teknoloji
ve şimdilerde de sosyoloji ile harmanlanan
dünyamızın kısa ve net bir özeti ve bir
çoğumuzun da bilmediği sonucu idi. Sosyal
medyanın asosyal insanları olmanın
dayanılmaz hafifliğiyle bulutların üzerinde
surf yaparken eğer dikkat etmezseniz
birileride diğer tarafta aynı hafiflikle
hesaplarınız arasında surf yapıyor olabilir!
İşte en temel örnekle buna da biz bilişim
suçu diyoruz!
Sanal âlemde her insan iyi niyetli
olmayabilir. Hatta iyi niyetli olmayan insan
sayısının her geçen yıl suç oranına bakacak
olursak %100 arttığını görüyoruz. Buda
bize artık internet ortamında daha dikkatli
olmamız gerektiğini kanıtlıyor. Bilişim
suçları temelde birçok farklı alanı
kapsamaktadır. Kredi kartı hırsızlığından
tacize,
dolandırıcılıktan
hakarete,
pornografik içerikten çocuk istismarına,
şirketlerin bilişim sistemlerine izinsiz
erişimden bir yazılımı izinsiz kullanıma
kadar farklı birçok konu bilişim suçu olarak
değerlendirilmektedir.
İnternet ortamında son zamanların en
popüler konuları Sosyal Medya olarak
adlandırılan çeşitli paylaşım platformları
olarak öne çıkmaktadır. En yoğun suç
işlenen ortamlar da yine bu platformlar
olarak görülmektedir. Sosyal Medya
platformları insanların internet ortamında
her türlü bilgi ve belgeyi ister sınırlı ister
sınırsız
erişim
seçenekleriyle
paylaşabildikleri ortamlardır. İnternet,
insana mahsus duygu ve düşünce
kavramlarına sahip olmadığından üzerinde
yaşattığı platformalar da böyle bir
kavrama sahip değildir. Yani bir web sitesi
bilgisayarın başındaki insanın cinsiyetini,
yaşını veya ruh hali gibi hiçbir bilgiyi
anlayamaz algılayamaz. Sadece aldığı
cevaplar ile yetinmek ve bu bilgilere göre
hareket etmek durumundadır.O halde bir
internet sitesi örneğin 18 yaşından
küçükler için uyguniçerik barındırmıyorsa
ana sayfasına bu seçenekleri koyması
bilgisayar karşısındaki insanın bu siteye
girmesine engel teşkil etmez. Kişi 18+
butonuna basarak siteye girebilir. Bu
durum ise suça sebebiyet vermenin en
temel
noktalarından
birini
oluşturmaktadır.
Öte yandan twitter veya facebook
üzerinden kanunen suç teşkil eden bir
resim veya yazının başka bir kişi tarafından
paylaşılmasının suç olabilmesi için o kişinin
hangi niyetle paylaştığından
emin
olunması gerekir. Amaç suçu yaymaksa
suça ortak olunabileceği gibi paylaşılan
içeriği protesto amacıyla tekrar paylaşmak
suç olmayabilir. Bilgisayar ve internet
siteleri bu duygu ve düşünceleri de
anlayamaz ve yorumlayamaz.
Gerçek hayatta suç olan, sosyal medyada
da suçtur. Özgürlük kavramı her ne kadar
sosyal medya ortamlarında çok daha geniş
anlamlar ifade etse de belirli sınırlar
içerisinde hareket etmek, duygudan
anlamayan klavyenin diliyle yazıp çizmek
her zaman için bir adım daha güvende
olmamıza yardımcı olacaktır.
Sosyal Medya’da maalesef her geçen gün
kötü niyetli insanların hızla arttığı göz
önünde bulundurulduğunda söylenecek ve
hiç akıldan çıkarılmaması gereken en güzel
söz “Güven, kontrole mani değildir”
sözüdür. Facebook üzerinden en yakın
arkadaşınızdan dahi enteresan bulduğunuz
bir paylaşım aldığınızda yüzde yüz doğru
düşüncesiyle hareket etmek en büyük
yanlış olur. Bu bakıp geçilecek bir resim ya
da fıkra olabileceği gibi aksiyon gerektiren
63
Akademik Perspektif – Şubat 2015
bir durumda olabilir. Dolayısı ile
arkadaşınızın başkası tarafından ele
geçirilmiş hesabı üzerinden gelen bilgi ne
derece doğru olabilir? Bu ve benzeri
durumlar sosyal medya ortamında
karşılaşılan en fazla suç öneklerindendir.
Özellikle aksiyon alınması gereken bir
hadise var ise telefon v.s ile teyit edilmesi
her açıdan sağlıklı olacaktır.
kişilerin
ve
kurumların
haklarının
korunması amaçlanmıştır. Lakin birçok
noktası eksik ve geliştirilmesi gerektiği
bütün uzmanlarca belirtilmektedir. En son
Şubat 2014 tarihinde güncellenen kanun
her geçen gün gelişmekte olan
teknolojilerin ortaya çıkardığı farklı sosyal
medya platformları üzerinde işlenen
suçlara maalesef cevap verememektedir.
Öte yandan insanlar bazen internet
ortamındaki rahatlıktan dolayı hakarete
varan yazışmalar yapmakta bir mahzur
görmedikleri durumlarla artık sıkça
karşılaşıyoruz. Ancak internet ortamında
da olsa bir hakaret alenen yapıldığı
delillerle tespit edilirse cezası yüz yüze
yapılan
hakaretten
daha
ağır
olabilmektedir. Bunun nedeni internet
ortamında aleni olarak yapılan hakaretin
bir anda yüzlerce hatta binlerce insana
ulaşarak yayılabilmesidir. Uzmanlar sosyal
medya ortamlarında hakarete maruz
kalındığında mutlaka suç duyurusunda
bulunulmasının toplum nezdinde sosyal
medya ortamında işlenecek suçlar
hakkında
insanların
daha
hızlı
bilinçlenmesine
katkı
sağlayacağını
belirtmektedirler.
Bilişim suçları ayrıca TCK içerisindeki
Bilgisayar yoluyla sahtecilik, dolandırıcılık
v.s gibi 503, 507, 316, 368’nolu maddeler
ve 5846'nolu Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu kapsamında değerlendirilir ve
cezalandırılır. Adli Bilişim çalışması
gerektiren durumlar ise CMK 134'de
tanımlanmıştır.
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte internet
ortamındaki suçlarda her geçen gün
farklılaşarak artmaktadır. Türkiye’nin de
taraf olduğu Avrupa Konseyi Siber Suç
Sözleşmesinde internet ortamında veya
bilişim sistemlerine karşı işlenen suçların
nasıl cezalandırılacağı açıkça belirtilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü Bilişim Suçları
Araştırma Büro Amirliği bu konuda tam
yetkili olarak çalışmaktadır.
Türkiye’de bilişim suçları hakkında 5651
sayılı “İnternet Ortamında Yapılan
Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele
Edilmesi” hakkında kanun vardır. Bu kanun
ile internet ortamında işlenen suçlara karşı
İnternet de özellikle sosyal medya
platformlarında işlenen suçların kanun
karşısında karşılık bulması için ilgili
uygulamanın suçun işlendiği ülke de
yerleşik bir adresinin bulunması ve o ülke
mahkemelerini tanıması gerekir. Örneğin
facebook ve twitter üzerinden bir resim ya
da hakkınızda hakaret içeren belgeyi
kaldırtmanız için Amerika mahkemelerinde
dava açmanız gerekebilir. Bilindiği
kadarıyla Twitter’ın ülkemizde ofisi
bulunmamaktadır.
Yazıya başlarken kısaca bahsettiğimiz
herkesin bir şekilde takip altında olup
yapılan her işlemin kaydedilmesi konusuna
geri dönecek olursak, PatriotAct yasasının
Gmail ve Hotmail gibi email sistemlerinin
milyonlarca veri tabanları içerisinde arama
yapabilecek kadar yetki ile hükümeti
donatmasının mutlaka çok önemli bir
sebebi olduğu kanısına varırız. O halde hiç
farkında olmadan bir suça ortak olmak ya
da suç teşkil eden hiç girmediğiniz bir
siteden hiç çıkmadığınız suçlamasıyla karşı
karşıya kalmak internet dünyasında pekâlâ
mümkün olabilecek durumlardır. Her ne
kadar tüm dünya internet ortamlarında
64
Akademik Perspektif – Şubat 2015
işlenen suçlar ile mücadele konusunda
kararlılıkla mücadele ediyormuş gibi
görünse de istihbarat örgütlerinin en
yoğun bilgi kaynaklarının yine sosyal
medya platformları olduğunu unutmamak
gerekir.
Biraz hayalî gelebilir ancak yıllarca
facebook ile aile, eş dost ve akraba
ilişkilerimizi
paylaştığımız
istihbarat
birimleri resimlerden tam olarak bizi tespit
edemediği için vesikalık resimlerimizi
toplamak adına çıkardığı selfie çılgınlığı
tüm dünyayı kasıp kavururken foursquare
ile ayak izlerimizi kaydetmekteler. Bütün
bunları birleştirdiğinizde aslında büyük
fotoğrafın
daha
da
netleştiğini
göreceksiniz.
Bu demek değildir ki sosyal medyayı
kesinlikle kullanmayın. Bilinçli ve dikkatli
kullanın. İyi niyet her zaman iyi meyve
verir derler. Bu söz Sosyal Medya’da böyle
olmayabilir!
* Fatih Yılmaz Akan, İstanbul Bilgi
Üniversitesi
65
Akademik Perspektif – Şubat 2015
66
Akademik Perspektif – Ocak 2015
Türkiye Dış Politikasında Geçtiğimiz Ay
Hazırlayan: Caner Akkaya
1 Ocak 2015: Türkiye ile İran arasında
karşılık vergi indirimi getiren Tercihli
Ticaret Anlaşması yürürlüğe girdi.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Türkiye ile
İran arasında imzalanan ve bugün itibariyle
yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşması
ile “Türkiye’den 140, İran’dan 125 olmak
üzere toplamda 265 üründe gümrük
vergilerinin çok aşağıya çekileceğini ve
bazılarının hemen hemen sıfırlanacağını”
söyledi.
Anlaşma ile halihazırda 13-14 milyar dolar
aralığında olan iki ülke dış ticaret hacminin
2015 sonuna kadar 35 milyar dolar olması
hedefleniyor.
İlerleyen
süreçte
karşılaşılabilecek muhtemel sorunların
çözümü
ve
anlaşmanın
işleyişini
denetlemek üzere iki ülke tarafından
teknik heyetler her ay düzenli olarak
toplanacaklar. Bakan Zeybekci bununla
ilgili olarak; “Bu heyetler, anlaşmanın her
maddesini tek tek kontrol edecekler.
Tercihli Ticaret Anlaşması nasıl işliyor,
sonuçları ne, engeller var mı, bunları
inceleyecekler. Ayrıca bu yıl sonuna kadar,
265 olan ürün grubunu 290’a, 300’e
çıkarmakla ilgili de bir çalışma sürecini bu
şekilde
başlatmış
oluyorlar.”
açıklamasında bulundu.
10 Ocak 2015: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
Afganistan görev süresi uzatıldı.
NATO liderliğinde icra edilmekte olan ISAF
Harekâtı
2014
yılı
sonunda
tamamlanmıştır. Bu tarihten sonra
NATO’nun Afganistan’la ilişkilerinin temel
unsurlarından birini Kararlı Destek
Misyonu oluşturacaktır. 20-21 Mayıs 2012
tarihlerinde Şikago’da ve 4-5 Eylül 2014
tarihlerinde Galler’de gerçekleştirilen
NATO Devlet ve Hükümet Başkanları
Zirvelerinde alınan kararlar çerçevesinde,
1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması
öngörülen Kararlı Destek Misyonu’nun
muharip bir nitelik taşımaması ve Afgan
makam
ve
kurumlarına
eğitim,
danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla
iki yıl icra edilmesi planlanmakta; Afgan
ulusal güvenlik güçlerinin ülke genelinde
67
Akademik Perspektif – Şubat 2015
güvenlik
sorumluluğunu
üstlenmesi hedeflenmektedir.
bütünüyle
NATO üyesi olan Türkiye ise bu
doğrultuda, TSK’nın NATO bünyesinde 2 yıl
daha Afganistan’da kalmasını sağlayan
kararı aldı. Bu karara göre; TSK
unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra
edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı
kapsamında yurtdışına gönderilmesi, aynı
amaçlara
yönelik
yabancı
silahlı
kuvvetlerin anılan misyona katılmak için
Türkiye üzerinden Afganistan'a intikali ile
geri intikali kapsamında Türkiye’de
bulunması ve bunlara imkan sağlayacak
düzenlemelerin
hükümet
tarafından
belirlenecek esaslara göre yapılması
için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca
Hükümete iki yıl süreyle izin verilmiştir.
11 Ocak 2015: Fransa’daki terör saldırısı
üzerine
Türkiye
Cumhuriyeti
yetkililerinden çeşitli açıklamalar geldi.
7 Ocak 2015 tarihinde, Fransızca yayın
yapan karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun
Paris ofisine düzenlenen, 12 kişinin ölümü
11 kişinin yaralanması ile sonuçlanan terör
saldırısı
ve
sonrasında
yaşanan
gelişmelere, Türkiye de sessiz kalamadı.
Saldırıyı kınadığını Cumhurbaşkanlığı ve
hükümet düzeyinde dile getiren Türkiye,
terör saldırılarında devletlerin dayanışma
içinde bulunması gerektiğini vurguladı.
Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı R.
Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı
Fransuva Hollande’ı telefonla arayarak
başsağlığı dileklerini iletti. Erdoğan, olayın
bir terör saldırısı olduğunu ve terörizmle
mücadele de her türlü işbirliğine açık
olunduğunu sözlerine ekledi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, bu
terör saldırısını kınadı ve bu olayın
Avrupa’da var olduğunu iddia ettiği;
ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamafobi
gibi kavramlarla ilişkilendirdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da benzer
açıklamalarda bulunarak her türlü terör
faaliyetinin kabul edilemez olduğunu dile
getirdi.
Ayrıca
Davutoğlu,
Paris’te
düzenlenen teröre karşı dayanışma
yürüyüşüne de katıldı. Böylece kanlı
saldırıları kınayan devlet yetkilileri
arasındaki yerini almış oldu.
12 Ocak 2015: Başbakan Ahmet Davutoğlu
beraberindeki heyet ile Almanya’yı ziyaret
etti.
Berlin’de bir araya gelen Ahmet Davutoğlu
ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel,
görüşme sonrası düzenlenen basın
toplantısında, çeşitli konularda soruları
yanıtladılar ve açıklamalarda bulundular.
Şansölye Merkel görüşmeye ilişkin,
‘’Türkiye’deki siyasi konuları ele aldık. Fikir
özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın
özgürlüğü bu konulardan bazılarıdır. Sayın
Davutoğlu’nun da desteklediği dini
konulardaki gelişmelerin, tarafımızdan çok
önemsendiğini dile getirdik. Tabii ki terör
konusunu da ele aldık, Türkiye IŞİD’den
yakından etkilenmektedir. Irak’taki yeni
hükümet ile ilgili de benzer düşüncelere
sahip
olduğumuzu
dile
getirdik.’’
açıklamasında bulundu.
Davutoğlu ise, Fransa’da gerçekleşen terör
saldırısına da atıfta bulunarak Almanya ve
tüm
Avrupa’da
bulunan
Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarına seslenerek,
yaşanan
gelişmelerden
endişe
duyulmaması gerektiğini dile getirdi.
IŞİD konusuna değinen Davutoğlu,
‘’IŞİD’den en fazla zarar gören ülke
Türkiye’dir. 2
milyon
dolaylarında
mülteciye ev sahipliği yapıyoruz. Biz
sınırlarımızı masum siviller için açtık, terör
unsurları için değil.’’ sözleriyle konuya
açıklama getirdi.
68
Akademik Perspektif – Şubat 2015
12 Ocak 2015: Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, Türkiye ile Hamas arasındaki
ilişkilerin ABD tarafından eleştirilmesine
yönelik olarak bir açıklama getirdi.
Çavuşoğlu Türkiye’nin Ortadoğu’da barışa
katkı sağlamak istediğini dile getirerek,
‘’bir çözüm olduğu zaman, Hamas’ı
bağımsız bir İsrail’i tanıma noktasında dahi
ikna etmiştik.’’ dedi. Dolayısıyla eleştirilere
anlam veremediğini dile getiren bakan
Çavuşoğlu, ‘’Türkiye demokratik bir hukuk
devletidir. Ayrıca bir de uluslararası hukuk
kuralları var. Bu doğrultuda yapılan
eleştirileri doğru bulmuyoruz. Türkiye’ye
kimin girip, kimin giremeyeceği kanunlarla
bellidir. Terör amaçlı ise giremez, diğer
türlü üçüncü aktörlerin duruma saygı
göstermesi
gerekir’’
açıklamasında
bulundu.
Çavuşoğlu
açıklamasının
devamında,
‘’Filistin çözüm istiyor ama maalesef İsrail
istemiyor. İsrail’in bu tutumunu gören
Avrupa ülkeleri de en azından Filistin’i
tanıyarak çözüme ulaşmak istiyor. ABD gibi
müttefiklerimizin bunu görmesi lazım.
Koşulsuz desteğin çözüme katkısı yok. Yani
ABD’nin çabalarının bir karşılığı yok ve
İsrail’in tutumunda bir değişiklik yok.
Dolayısıyla Avrupa’daki bu anlayışa herkesi
sahip olması gerekir.’’ sözlerini dile getirdi.
15 Ocak 2015: İran, karşılıklı taşımacılık
yapmak üzere İran topraklarına giren
Türkiye taşıtlarından aldığı fiyat farkını
düşürdü.
Transit taşımacılık faaliyetlerinde 1 Şubat
2015'ten
itibaren
mühürleme
uygulamasına geçilmek suretiyle İran
topraklarına giren Türk taşıtlarından
akaryakıt fiyat farkı adı altında herhangi
bir ücret alınmayacak. Kalkınma Bakanı
Cevdet Yılmaz ve İran İletişim ve
Enformasyon Bakanı Mahmud Vaizi,
Ankara Palas'ta bir araya geldi.
Yılmaz ve Vaizi, burada Türkiye ile İran
arasında
akaryakıt
fiyat
farkı
uygulamasından kaynaklanan sorunların
çözümüne yönelik olarak yürütülen
görüşmelere ilişkin toplantı zaptını
imzalandı. Buna göre, transit taşımacılık
faaliyetlerinde 1 Şubat 2015'ten itibaren
mühürleme
uygulamasına
geçilmek
suretiyle İran topraklarına giren Türkiye
taşıtlarından akaryakıt fiyat farkı adı
altında herhangi bir ücret alınmayacak.
İkili taşımacılık yapmak üzere İran
topraklarına giren Türkiye araçlarından 15
0cak 2015 tarihinden itibaren akaryakıt
fiyat farkı litre başına 1,60 avrodan 0,30
avroya düşürülecek. Tüm sınır kapılarında
ilk gelen ilk geçer kuralı uygulanacak.
15 Ocak 2015: Başbakan Ahmet
Davutoğlu,
Brüksel’de
gerçekleşen
Avrupa’nın Dostları toplantısında, Avrupa
Birliği’nin Türkiye ile ilişkileri donduracağı
yönündeki açıklamaları yorumladı.
‘’AB, Türkiye’yi almazsa beklemeyiz.’’
diyen Davutoğlu, Türkiye’nin üyeliğinin
AB’ye
getirileri
olacağı
yönündeki
düşüncelerini ise, “Buna tarih karar
verecek ve bir gün eminim Avrupalı
liderler, Türkiye’nin üyeliğinin getirilerini
anlayacak.” sözleriyle ifade etti.
Özellikle Almanya, Fransa, Birleşik Krallık
gibi Batı Avrupa ülkelerine atıfta bulunan
Davutoğlu, ‘’Nüfus sebebiyle Türkiye
üyeliğinden korkuyorsanız, kendinize
güvenmiyorsunuz demektir.'' dedi.
Davutoğlu, ‘’Açıkça söylemek gerekirse,
süreç 2-3 yıldır zaten durmuş durumda.’’
diyerek, sürecin bir ivme kazanamadığını
fakat bu durumun Türkiye’den değil,
Avrupa
Birliği
politikalarından
kaynaklandığını vurguladı.
19-21 Ocak 2015: Başbakan Ahmet
Davutoğlu, Birleşik Krallık Başbakanı David
69
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Cameron ile görüştü ve liderler görüşmeye
ilişkin bazı açıklamalarda bulundu.
Türkiye ile İngiltere arasında birçok alanda
stratejik ortaklığın önemini vurgulayan
Davutoğlu, Londra ziyareti çerçevesinde
İngiliz yatırımcılar ve finansal sektör
yetkilileriyle bir araya gelme fırsatı
bulduğunu dile getirdi.
Davutoğlu,
Cameron
ile
yaptığı
görüşmelere ilişkin ise; iki ülke arasında
stratejik ortaklığın bozulamayacağına
kanaat
getirdiğini
söyledi.
‘’İster
Ortadoğu'da olsun, ister Suriye'de, ister
Irak'ta, ister Ukrayna'da ya da başka bir
yerde olsun, Türkiye ve İngiltere zorluklara
karşı omuz omuza duracaktır.’’ Diyen
Davutoğlu böylece, uluslararası arenadaki
verilen önemli kararlar üzerinde İngiltere
ile ortak hareket edildiğini vurgulamış
oldu.
Birleşik Krallık Başbakanı Cameron ise,
"Ülkelerimiz NATO üyesi. Dolayısıyla
Ukrayna konusunda Rusya'ya karşı
durmanın önemini konuşmalıyız. Bir diğer
konu da aşırıcı teröre karşı verilen
mücadele. IŞİD'le birlikte gördüğümüz
korkunç durum ve Suriye'deki geçiş
sürecinin gerekliliği gibi konuları da bu
akşam görüşeceğiz." diyerek görüşmelere
açıklık getirdi.
70
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Avrupa’da Geçtiğimiz Ay
Hazırlayan: Selin Duran
1 Ocak 2015: 7 yıllık bir gecikmenin
ardından Euro’lar geniş güvenlik önlemleri
çerçevesinde kamyonlarla Litvanya’ya giriş
yaptı. Ülke para birimi Lita’nın 2002
yılından bu yana Euro’yla değiştirilmesi
bekleniyordu fakat beklenmedik ekonomik
kriz planları alt üst etti. Yakın zamanda
Euro’ya geçen diğer iki Baltık ülkesi
Estonya ve Letonya’nın yeni para biriminin
ardından yaşamış olduğu olumlu tecrübe
Litvanya’ya güven verdi. Baltık ülkesi
Litvanya’nın da katılımıyla da 27 üyeli
Avrupa
Birliği’nde
resmi
para
birimi Euro olan ülkelerin sayısı 19’a çıktı.
Euro’yu kullanan AB vatandaşlarının sayısı
337 milyona ulaştı. Nüfusu 3 milyona
ulaşan Litvanya’da Euro’ya geçilmesiyle
ülkenin uzun vadede gayri safi yurt içi
hasılasının yüzde 1,3 artacağı tahmin
ediliyor. 2015’teyse bu oranın 2,9 olması
bekleniyor. 2009 krizinde Litvanya
ekonomisi yüzde 15 küçüldü. Ancak ülke
sıkı bir tasarruf politikasıyla zorlukları
aşmayı başardı. Litvanya’nın bu başarısı AB
Komisyonu’nun ekonomik ve parasal
işlerden sorumlu üyesi Pierre Moscovici
tarafından fark edildi ve övüldü.
Litvanya’nın Euro ile akıbeti
önümüzdeki dönemlerde belli olacak.
ise
5 Ocak 2015: Ocak ayının ilk haftasında
Alman Der Spiegel dergisinde yayınlanan
bir haber konu ile ilgili tartışmaları yeniden
alevlendirdi. Der Spiegel Yunanistan’da
anketlerde önde giden radikal sol Syriza
partisinin iktidara gelmesi halinde ülkenin
Euro Bölgesi’nden ayrılmasının kaçınılmaz
olacağını yazdı. Avrupa Komisyonu ise
Euro Bölgesi üyeliğinin geri dönüşü
olmadığını,
antlaşmalarda
Euro
Bölgesi’nden ayrılmaya dönük herhangi bir
mekanizma
bulunmadığını
belirtti.
Yunanistan’ın içinde bulunduğu durumu
değerlendiren Avrupa Politika Çalışmaları
Merkezi Direktörü Daniel Gros Euro
Bölgesi’nde kalıp kalmamak Yunanistan’a
bağlı dedi: “Durum 2012 yılından çok farklı
zira hiç kimse Yunanistan’ın ayrılması için
baskı yapamaz. Eğer Yunanistan Euro
Bölgesi’nde kalmak istiyorsa, bunun için
fazla para gerekmiyor. İki yıl önce durum
çok farklıydı. Eğer Yunanistan borcumuzu
ödemiyoruz ancak Euro Bölgesi’nde
kalmak istiyoruz derse diğerlerinin yasal ve
71
Akademik Perspektif – Ocak 2015
pratik anlamda buna karşı yapabileceği çok
şey yok.” Anketlerde önde giden radikal
sol Syriza, Yunanistan’ın kurtarma
programının
şartlarını
yeniden
müzakereye açma sözü veriyor.
6 Ocak 2015: Belçika’da tecavüz ve cinayet
suçlusu Frank Van Den Bleeken’in ötanazi
talebi
Adalet
Bakanlığı
tarafından
reddedildi. Ötanazi talebinin yerine
getirilmesine 5 gün kala mahkûmu
muayene eden doktorlar ötanazi sürecine
son verme kararı aldı. 26 yıldır cezaevinde
bulunan Van Den Bleeken’in Gent
şehrinde bir psikiyatri kliniğine yatırılacağı
belirtildi. Belçika Adalet Bakanı KoenGeens
talebin yerine getirilemeyeceğini söyledi:
“Bazı insanlar ile yakından ilgilenemedik.
Bu konuda başarısız olduk. Medeni bir
devlet olarak bunun bir an önce değişmesi
gerekiyor.” 52 yaşındaki mahkûmun
avukatı
müvekkilinin
‘katlanılmaz
psikolojik sıkıntılarını dindirmek için’
yıllardır ötanazi talebinde bulunduğunu
belirtti. Ötanazi talebinde bulunan kişinin
kararı verirken muhakeme yeteneğinin ve
bilincinin yerinde olması koşulları aranıyor.
Belçika
2002
yılında
ötanaziyi
yasallaştırmıştı.
7 Ocak 2015: Avrupa Birliği (AB) ile ABD
arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve
Yatırım Ortaklığı Anlaşması’na yönelik
tepkiler
giderek
artarken,
Avrupa
Komisyonu konu ile ilgili bazı gizli belgeler
yayınladı.
Avrupa
Komisyonu’nun
ticaretten
sorumlu
üyesi
Cecilia
Malmström her şeye rağmen bazı hassas
konuların gizli kalması gerektiğini belirtti:
“Daha önce de belirttiğim gibi özellikle
pazara erişim, kotalar ve tarifeler
konusunda bazı bilgiler yayınlanamaz.
Bunlar
çok
hassas
konular
ve
görüşmelerde belli bir gizlilik gerektiriyor.”
AB
vatandaşlarının
şikayetlerini
incelemekten
sorumlu
Avrupa
Ombudsmanı sözcüsü GundiGadesmann
gelişmeleri memnuniyetle karşıladığını
belirtti ancak daha fazla şeffaflık
gerektiğini söyledi: “Üzerinde anlaşılan
metinler hakkında daha fazla şeffaf
olunması
gerektiğini
düşünüyoruz.
Müzakereler tamamlanmadan önce hem
Avrupa Birliği’nin hem de Amerika Birleşik
Devletleri’nin
pozisyonunu
görmek
gerekiyor.”
Avrupa
Birliği
(AB)
ile ABD arasında yürütülen Transatlantik
Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın
dünyanın en büyük serbest ticaret
bölgesini
oluşturması
planlanıyor.
Vatandaşlar
hayat
standartlarının
düşmesinden endişe ediyor.
7 Ocak 2015: Daha önce Muhammed
peygamberle ilgili karikatür yayımladıkları
gerekçesiyle ırkçı saldırıların hedefinde
olan Fransız mizah dergisi Charlie
Hebdo'nun Paris'teki bürosuna bir silahlı
saldırı düzenlendi. Saldırıda 10'u gazeteci,
ikisi polis olmak üzere 12 kişinin yaşamını
yitirdi. Saldırıda en az 10 kişinin yaralandığı
ve yaralılardan beş kişinin durumunun
kritik olduğu kaydedildi.Fransa İçişleri
Bakanı Bernard Cazeneuve, saldırıyı üç
kişinin gerçekleştirdiğini tespit ettiklerini
açıkladı.Cazeneuve, "Bu üç suçluyu
yakalayacağız" dedi.
Fransız basını, saldırıda ülkenin en önemli
karikatüristleri arasında yer alan derginin
genel
yayın
yönetmeni
StephaneCharbonnier (Charb) ile çizer
Jean
Cabut'nun
(Cabu)
öldüğünü
duyurdu. Georges Wolinski ve 'Tignous'
olarak da bilinen Bernard Verlhac'nın da
ölenler
arasında
yer
aldığı
kaydedildi.Ekonomist,
yazar Bernard
Maris'nin
de
yaşamını
yitirdiği
açıklandı.Dergide bir toplantı düzenlendiği
için tüm çalışanların binada bulunduğu,
saldırının
bu
sebeple
bugün
gerçekleştirildiği
kaydedildi. Bazı
çalışanların saldırı sırasında çatıya çıkarak
kurtulduğu belirtildi. Charlie Hebdo'nun
72
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Genel Yayın Yönetmeni GerardBiard ise
Londra'da
olduğu
için
saldırıdan
kurtuldu.Fransız polisi derginin ve bazı
basın organlarının son günlerde tehdit
aldığını kaydetti. Fransa'da alarm seviyesi
en üst düzeye çıkarıldı. Dergi binasının
bulunduğu 11'nci bölgedeki okullarda
tahliye işleminin başladığı kaydedildi.Dergi
binasına gelen Fransa Cumhurbaşkanı
François Hollande, "Bu bir terörist
saldırıdır. Kimse özgürlüğe saldıramaz.
Bugün 11 kişi yaşamını yitirdi ve Fransa bu
olayın sorumlularını bulacaktır. Fransa şu
anda tam bir şokla yüz yüze, birlik içinde
olduğumuzu
göstermeliyiz"
dedi. Hollande, saldırının Müslümanlara
mal
edilmemesi
gerektiğini
vurguladı.Hollande ayrıca ülkede alarm
seviyesinin yükseltildiğini ve geçmiş
haftalarda bazı terörist saldırıların
engellendiğini duyurdu.Beyaz Saray da
saldırıyı kınayan bir açıklama yayımladı.
Başkan Barack Obama'nın sözcüsü,
"ABD'nin yaşamını yitiren kişilerin aileleri
ve
yakınlarıyla
dayanışma
içinde
olduğunu" söyledi.Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Ban Ki-moon ise "Bu,
demokrasi, basın ve ifade özgürlüğüne
doğrudan bir saldırıdır. Saldırı bizi bölmeyi
amaçlıyor. Bu tuzağa düşmeyelim, şimdi
birlik
zamanıdır"
dedi.Fransa'daki
Müslüman kamuoyunun önde gelen
isimleri de dergi binasına giderek saldırıyı
kınadı. Liderler, "Saldırı bizi de hedef aldı,
hepimiz kurbanız. Onlar *saldırganlar+
sadece bir azınlığı temsil ediyor"
dedi.Saldırının
ardından
yaşamını
yitirenleri anmak ve dergiyle dayanışma
göstermek için Twitter'da'#JeSuisCharlie'
(Ben Charlie'yim) etiketi açıldı ve yüzlerce
destek mesajı paylaşıldı.
8 Ocak 2015: Paris’te Charlie Hebdo’ya
düzenlenen ve 12 kişinin ölümüne sebep
olan kanlı saldırıya tüm dünyadan tepki
yağdı. Olayın gerçekleiştiği 7 Ocak günü
akşam saatlerinde Avrupa başkentlerinde
binlerce
kişi
“Hepimiz
Charlie’yiz”
sloganlarıyla sokağa indi. Tıpkı Avrupa
Parlamentosu’nun önündeki Lüksemburg
Meydanı’nda olduğu gibi. Charlie Hebdo
saldırısında katledilenler Londra’da da
anıldı.
Başkentin
ünlü
Trafalgar
Meydanı’nda bir araya gelenler “ifade
özgürlüğünü vurgulamak” için havaya
kalem kaldırdı:Berlin’de de protesto
gösterisi
vardı. Fransa Büyükelçiliği
önünde
toplananlar,
teröre
lanet
yağdırdı:Saldırının
protesto
edildiği
adreslerden biri de Madrid’di. Ellerinde
“Hepimiz Charlie’yiz” yazan pankartlarla
Fransa Büyükelçiliği önünde toplanan
kalabalık, saldırıyı kınadı. Charlie Hebdo’ya
düzenlenen kanlı saldırı sadece Avrupa’da
değil, ABD ’de de yankı buldu. Soğuk
havaya rağmen Manhattan’da toplanan
toplanan yüzlerce kişi, saldırıyı protesto
etti.
14 Ocak 2015: Fransız mizah dergisi
Charlie Hebdo, ekibin yarısının katledildiği
saldırıya rağmen son sayısını zamanında
çıkarmayı başardı. Haftada bir Çarşamba
günleri bayilerde yerini alan Charlie
Hebdo'nun yeni sayısı, dergi merkezinin
basılmasından tam bir hafta sonra
dağıtıma verildi.Son sayının 25 ülkede, 3
milyon adet basıldığı açıklandı. Son sayının
kapağında Hz. Muhammed yer alıyor.
Beyazlar
içindeki
figür,
"Hepimiz
Charlie'yiz" (Je Suis Charlie) yazılı bir döviz
tutuyor. Gözlerinden yaşlar gelen figürün
üstünde
ise
"Her
şey
affedildi
(toutestpardonne)" ibaresi yer alıyor.
16 Ocak 2015:Belçika’da terör hücrelerinin
polise saldırı hazırlığı içinde oldukları
istihbaratı üzerine 12 adrese baskın
düzenlendi. 2’si Fransa’da olmak üzere
toplam 15 kişi terör şüphesi ile gözaltına
alındı. En fazla 4’e çıkabilen tehdit düzeyi
ülke genelinde 2’den 3’e yükseltildi.Belçika
Başbakan Yardımcısı Alexander De
Croo tehdit düzeyinin yükseltilmesinin
73
Akademik Perspektif – Şubat 2015
normal olduğunu söyledi. Operasyonlar
sırasında Verviers şehrinde polis ile
çatışmaya giren 3 şüpheliden 2’si
öldürülmüş, 1’i gözaltına alınmıştı. Silah,
mühimmat ve patlayıcı maddenin yanı sıra
polis üniformaları da ele geçirildi. Savcı
Eric Van Der Sypt operasyonların ‘büyük
bir terör saldırısı düzenlenmek üzereyken’
yapıldığını duyurdu.
19 Ocak 2015: Yunanistan’da 25 Ocak’ta
yapılacak genel seçimlere günler kala,
kamuoyu
yoklamaları
AlexisÇipras’ın
partisi
Syriza’nın
önde
gittiğini
gösteriyor.Uzun yıllardır süren kemer
sıkma politikalarından yorulan halk, radikal
sol partinin genç liderine güvenmek
istiyor. Çipras Yunan halkına kamu
borcunun kısmen silinmesi vaadinde
bulunurken
aynı
zamanda
yardım
programını da yeniden müzakereye
sunmayı
hedefliyor.
Başbakan
AntonisSamaras’ın partisi Yeni Demokrasi
(ND) ise Çipras’ın aksine ekonomi
politikasını mali disiplin ve büyüme
üzerine inşa ediyor. Yeni Demokrasi Partisi
adayı Dora Bakoyanni “Yunan seçmen
önemli bir karar alacak: Ya bizi seçip,
ekonomik reform programları sayesinde
ekonomik krizden tamamen kurtulacak ya
da Syriza’ya oy verip Yunan ekonomisini
sonuçlarını tahmin edemediğimiz riskli bir
maceraya sevk olmasını izleyecek”
dedi.Ancak siyasilerin merak ettiği asıl
soru
Syriza’nın
parlamentodaki
sandalyelerin
151’ini
alıp
mutlak
çoğunluğa sahip olup olamayacağı.
20 Ocak 2015: Paris’teki terör saldırılarıyla
ilişkisi olduğu düşünülen dört kişi
mahkemeye sevk edildi.Paris Başsavcılığı,
saldırılarla ilgili gözaltına alınan 12
şüpheliden dördünün, Charlie Hebdo
saldırganları Said-Şerif Kouachi kardeşler
ve market saldırganı AmediCoulibaly ile
bağlantısı olduğunun düşünüldüğünü
duyurdu.Bu sırada New York Belediye
Başkanı Bill De Blasio Paris’e gitti. Sabah
saatlerinde Fransız mevkidaşı Anne
Hidalgo ile görüşen Blasio daha sonra
saldırıya uğrayan Charlie Hebdo dergisi ile
koşer marketini ziyaret ederek, saldırıların
kurbanlarını andı.Paris’te 7 Ocak’ta Charlie
Hebdo dergisine saldırıyla başlayan ve üç
gün art arda devam eden üç ayrı terör
saldırısında 17 kişi hayatını kaybetmiş,
polisin düzenlediği operasyonlarda üç
terörist ölü ele geçirilmişti.Öte yandan
saldırılar sırasında hayatını kaybeden 26
yaşındaki kadın polis memuru Clarissa
Jean-Philippe
doğum
yeri
olan
Martinique’detoprağa verildi. Fransa’ya ait
Martinique adasında düzenlenen törene
yüzlerce kişi katıldı.
21 Ocak 2015: Almanya’da Dresden
Savcılığı, “Batı’nın İslamlaşmasına Karşı
Vatansever Avrupalılar” adlı aşırı sağcı
Pegida hareketinin lideri LutzBachmann
hakkında, “halkı kışkırtma” iddiasıyla
soruşturma başlattı.Eleştirilerin odağındaki
isim LutzBachmann ise bıyık takıp kendisini
Adolf Hitler’e benzettiği bir fotoğrafın
sosyal medyada yayılmasının ardından
istifa etmiş ve fotoğrafın sadece bir şaka
olduğunu
söylemişti.Öte
yandan
Pediga’nın her pazartesi Dresden’de
düzenlediği gösterilere katılanların sayısı
giderek artıyor. En son 12 Ocak’ta yapılan
gösteride bu sayı 25 bine çıktı.Almanya’da
Pegida karşıtı gösteriler de yapılmıyor
değil. Geçtiğimiz günlerde ülkenin birçok
kentinde İslam ve göçmen karşıtı hareketi
protesto eden binlerce kişi sokağa
döküldü. Sadece Münih’teki gösteriye
yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı belirtildi.
22 Ocak 2015: Rusya’nın geçirdiği derin
mali kriz Davos Forumu’na damgasını
vurdu. Ülkenin en büyük otomobil
fabrikası Avro Vaz’ın sahibi RenaultNissan’ın patronu Carlos Ghosn otomobil
piyasasının bu sene en az yüzde 20
küçüleceğini düşünüyor:“Sadece pazar
74
Akademik Perspektif – Şubat 2015
gerilemiyor, Rus para birimi de zayıflıyor.
Otomobil
üreticileri
ürünlerini
bölgeselleştiriyor. Fakat bu henüz
tamamlanmadı. Bu da Rusya’ya halen çok
sayıda parça ithal edilmesine yol açıyor. Bu
şekilde sizin de tahmin edeceğiniz gibi
Ruble üzerinden araç satıyorsanız,
masraflarınızın bir kısmı Euro ya da Yen
cinsinden yapılıyor. Bu da sizin çok
aleyhinize bir durum.”Petrol fiyatlarındaki
düşüş ve Ukrayna krizinden dolayı
Rusya’ya uygulanan mali yaptırımlar
yatırımcılara ülkeyi terk ettiriyor. Ruble de
bu süreçte hızla değer kaybetti.
Ekonomistler Rusya’nın bu yıl ve
sonrasındaki büyüme tahminlerini aşırı
derecede
düşürdü.
Çünkü ülkedeki ekonomik sıkıntının
süreceği
sanılıyor.
Uluslararası
yaptırımların kaldırılacağına dair hiçbir
işaret yok. Petrol fiyatlarının artması da
beklenmiyor. Uluslararası Para Fonu’na
(IM F ) göre Rusya’yı çok zorlu bir 2015
bekliyor. Fakat Fon yetkilileri bu durumun
olumlu
sonuçlar
doğurabileceğini
belirtiyor:“Düşük petrol fiyatları ve
baskılar Rusya’ya reformları uygulamak
için bir fırsat kapısı açabilir. Rusya ve
dünyanın geri kalanı için ülkenin bu
kırılganlığından reformları uygulayarak
kurtulması kesinlikle çok önemli.”
Uluslararası Para Fonu’na göre Rusya’nın
reformlarla çözmesi gereken ilk konu
ekonominin petrol tekelinden kurtarılması.
Fakat şu ana kadar Kremlin yönetimi bu
yönde adım atmamış durumda.
75
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Amerika'da Geçtiğimiz Ay
Hazırlayan: Furkan Burcu Aksoy
02 Ocak 2015:3 dönem valilik yapan
MarioCumo'nun, Demokrat Parti'den bu
sefer 2. defa New York Valiliğine seçilen
oğlu Andrew Cuomo'un Dünya Ticaret
Merkezi'nde
düzenlenen
yemin
töreninden
kısa
bir
süre
sonra
Manhattan'daki evinde vefat ettiği
bildirildi. MarioCuomo Eski ABD Başkanı
Ronald Regan döneminde valilik yapmış,
idam cezasına karşı vali olarak çalışmalar
başlatmıştı.
02 Ocak 2015: Uluslararası koalisyon ile
birlikte ABD öncülüğündeki IŞİD'in kalesi
Suriye'nin Rakka kentinde rehine kurtarma
operasyonu girişiminde bulunduğu iddia
edildi. Yapılan operasyonların şuana kadar
gerçekleştirilen en yoğun operasyon
olduğu bildirildi.
06 Ocak 2015: Bugün öğle saatlerinde
başkan Obama Meksika Başkanı Pena
Nieto’yu ve görevli heyetini misafir etti. Bu
ziyaret Nieto’nun Meksika Başkanı olarak
ilk ziyaretiydi. İki başkanın esas
görüştükleri konu ise göçmenlik, ekonomik
büyüme, güvenlik ve Küba meselesi oldu.
07 Ocak 2015:Sabah saatlerinde, Paris’teki
Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının
ardından Başkan Obama saldırıyı sert bir
şekilde kınadı. Öğleden sonra ise bu konu
hakkında Başkan yardımcısı Biden ile
birlikte Dışişleri Bakanı Kerry ile buluştular.
Başkan Obama bu görüşmeden önce yine
saldırı ile ilgili açıklamalarda bulunarak bu
saldırının konuşma ve basın özgürlüğüne
karşı yapılan bir saldırı olduğunu belirtti.
07 Ocak 2015: bugün öğle saatlerinde
Başkan Obama Ford’un Michigan,
Wayne’deki montaj fabrikasını otomobil
sektörünün tekrar canlanması hakkında
konuşmak için ziyaret etti.
08 Ocak 2015: Aralık ayı para politikası
toplantısında
FED
daha
öncede
kararlaştırdığı gibi faizlerin arttırılmasına
ilişkin
planların
uygulanması
için
kararlılığını sürdürdü ve bu durumun
76
Akademik Perspektif – Ocak 2015
ABD’nin kendi durumunu koruduğunu
belirtti.
08 Ocak 2015: Başkan Obama bugün ülke
çapında geçerli olması düşünülen 2 yıllık
ücretsiz bölge okullarını sorumluluk sahibi
öğrencilerin ücretsiz faydalanabileceği
Amerikan Kolej sözünü açıkladı. Eğer her
eyalet Başkan’ın teklifini kabul ederse
yaklaşık 9 milyon öğrenci her sene bu
fırsattan yararlanabilecek.
09 Ocak 2015: FED Minneapolis başkanı
NarayanaKocherlakotabugün
yaptığı
açıklamada petrol fiyatlarındaki düşüşün
ABD ekonomisine çok faydalı olduğunu
bildirdi. Bu açıklamalara göre Amerikan
tüketicisi bu düşüşten gelirlerinin artışı
sayesinde faydalanmaktadır.
12 Ocak 2015: Bugün başkan Obama San
AntonioSpurs’ı 2014 NBA şampiyonluğu
onuru adına Beyaz Sarayda ağırladı. Bu
şampiyonluk ile beraber geçen 15 sezonda
5. Şampiyonluğunu almıştı.
14 Ocak 2015:CENTCOM'a(Amerikan
Merkez Komutanlığı) yapılan siber
saldırının ardından Washington harekete
geçti. Başkan Obama ciddi bir karar alarak,
siber güvenlik konusunda somut önlemler
içeren kanun tasarısını Kongre'ye sunma
kararı aldı. Siber saldırının arkasında ise,
"Siber halifelik" adlı bir grubun olduğu
ihtimali üzerinde duruluyor.
15 Ocak 2015: başkan Obama bugün öğle
saatlerinde Baltimore, Maryland’de hızlı
bir yaptı. ‘Charmington’sCafe’ de 3 kadın
Amerikan vatandaşı ile buluştu. Amanda,
Vika ve Mary isimli bu vatandaşlarla tüm
ülkede çalışan ailelere yardım yönetimi
kurulması
için
yapılan
çalışmalar
konusunda haberleri ilan etmeden önce
görüşlerini almak istedi. En çok ise hastalık
durumlarında işten ayrıldıktan sonra ücret
alamamak yüzünden sıkıntı yaşadıkları
üzerinde duruldu.
21 Ocak 2015: Başkan Obama, dün
Kongre'de yaptığı "Birliğin Durumu"
konuşmasında Küba ile diplomatik
ilişkilerin onarılması ve 50 yıldır süren
ticaret ambargosunun gevşetilmesine
yönelik adımlarının önemini vurguladı.
Küba'nın başkenti Havana'da bu çerçevede
yapılacak ve iki gün sürecek müzakereler
için üst düzey ABD heyeti bugün ülkeye
geldi.
22 Ocak 2015: Bugün Beyaz Saray’ın Doğu
Odası 3 Youtube starı tarafından dizayn
edilmiş bir oda ve kütüphane haline
getirildi. Bu düzenlemenin ardından ise
Başkan Obama ile röportaj yaptılar. Bu
röportajda eğitim sorunları ve kördüğüm
haline gelen Küba politikalarının üzerinde
duruldu.
26 Ocak 2015: Hindistan ziyaretinde
Başkan Obama, Hindistan Başbakan
NarendraModi ile düzenlediği ortak basın
toplantısında, ABD'nin Yemen'deki terörle
mücadele çabalarının başarılı olup
olamadığı yönündeki eleştirilerine yanıt
verdi. Obama, karışıklığın devam ettiği
Yemen'de yürütülen terörle mücadele
stratejisini
savunarak,
ülkedeki
operasyonların aralıksız devam edeceğini
bildirdi.
28 Ocak 2015: bugün Başkan Obama ve
Almanya Başbakanı Merkel Ukrayna
çözümü
için
telefonda
görüşme
gerçekleştirdiler. Görüşmenin ardından
Saray’dan yapılan açıklamaya göre iki lider,
Ukrayna'nın
doğusunda
şiddet
olaylarındaki ciddi artışın yanı sıra
Rusya'nın
Ukrayna'nın
doğusundaki
ayrılıkçılara
materyal
desteğinde
bulunması ve Moskova yönetiminin Minsk
Anlaşması altında yükümlülüklerini yerine
getirmemesinden
dolayı
duydukları
endişeyi ifade ettiler.
77
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Asya'da Geçtiğimiz Ay
Hazırlayan: Lütfullah Saygılı
01 Ocak 2015 Çin'in resmi haber ajansı
Şinhua’nın haberine göre , Şangay'da deniz
kenarındaki Bund bölgesinde yapılan yeni
yıl kutlamalarında izdiham çıktı. İzdihamda
36 kişinin öldüğü, 47 kişinin yaralandığı
belirtildi. Yaralılar Şangay Hastanesi'ne
kaldırıldı.Yılbaşı kutlamalarında hayatını
kaybedenlerin ailelerine sekiz yüzer bin
yuen (yaklaşık 130 bin ABD Doları)
ödenmesinin
yanı
sıra
olayda
yaralananlara da belirli miktarlarda
tazminat verileceği belirtildi. Çin'deki
izdihama sahte dolar saçılmasının sebep
olduğu iddia ediliyor.
Bir diğer felaket haberi de Tayland’dan
geldi. Tayland'da yılbaşı eğlenceleri
nedeniyle içkinin dozunu kaçıran halk
yüzlerce kaza yaparak yolları kan gölüne
çevirdi. Tayland'da meydana gelen
kazalarda 58 kişi öldü, 517 kişi yaralandı.
En çok kaza meydana gelen şehirler 23
kaza rekoruyla Chiang Mai ve Surat Thani
oldu. Trafik kazalarına alkol ve aşırı hızın
neden olduğu belirtildi. Polis yılbaşı gecesi
trafik kurallarını ihlal eden toplam 71,168
kişi hakkında hukuki işlem başlattı.
01 Ocak 2015 Rusya, Kazakistan ve Belarus
liderliğinde kurulan Eski Sovyet ülkelerinde
mal, hizmet ve paranın serbest dolaşımını
öngören Avrasya Ekonomik Birliği 1 Ocak
2015 itibariyle yürürlüğe girdi. Avrasya
entegrasyonunun yeni bir başlangıcı olarak
kurulan birliğin ilk başkanlığını Belarus
yapacak.
Birliğe ilk katılan ülke Ermenistan olurken
Kırgızistan’ın üyeliği ise 1 Mayıs 2015’te
gerçekleşecek.Türkmenistan
ve
Özbekistan,
birliğe
katılmayacağını
belirtirken Tacikistan birliğe katılmaları
hususunda kendilerine teklif geldiğini ve
konuyu değerlendireceklerini açıkladı.
Birlik, 180 milyon nüfusa hitap ederek üye
ülke vatandaşlarına serbest ticaret ve
istihdam açısından da fırsatlar sunacak.
Moskova'nın liderliğinde oluşturulan bu
78
Akademik Perspektif – Ocak 2015
ticari blok, Sovyetler Birliği'nin tekrar
oluşturulma
girişimiolduğu
şeklinde
yorumlanıyor.
15 Ocak 2015 Japonya'nın 2015 mali yılı
bütçesi için 42 milyar dolarlık savunma
harcaması Çin'de endişeye yol açtı
Japon kabinesinin nisan ayında geçerli
olacak 2015 mali yılı bütçesi için 42 milyar
dolarlık savunma harcamasını onayladığı
ve yüzde 2 artırılacak savunma
harcamasının şu ana kadarki en büyük
savunma bütçesi olduğu bildirildi.
Bu durumdan endişeli olduklarını ifade
eden Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hong
Ley,
Japonya'nın
kendi
tarihini
derinlemesine düşünerek bölgesel istikrar
ve barışın ilerletilmesi çerçevesinde yapıcı
rol oynamasının yanı sıra barışçıl gelişme
yolunu izlemesini arzuladıklarını kaydetti.
Ayrıca, Japonya Başbakanı ŞinzoAbe'nin
2012'de iktidara gelmesinden bu yana
ülkenin askeri harcamalarında yükseliş
olduğuna dikkat çekildi.
Japonya'nın savunma yönetmelikleri, 2013
yılı aralık ayında Doğu Çin Denizi'ndeki
adalarla ilgili olarak Çin ile yaşanan gerilim
üzerine yeniden düzenlenmişti.
19 Ocak 2015 Türkmenistan, Kazakistan ve
İran arasında yapılan yeni demiryolu
hattında taşınan ilk ticari ürünler İran’a
teslim edildi. Kazakistan da üretilen 465
ton buğday Türkmenistan’dan İran’a InceBarun istasyonuna getirildi.
Türkmenistan - Kazakistan-İran demiryolu
geçen sene Aralık ayında üç ülke
Cumhurbaşkanlarının katılımıyla açılmıştı.
Hazar Denizi'nin doğu kıyısından geçen bu
ulaşım yolu Orta Asya Cumhuriyetlerinde
üretilen
malların
Basra
Körfezi’ne
ulaşmasını sağlıyor.
20 Ocak 2015 *Çin Devlet Konseyi Basın
Ofisi, 2014’te yüzde 7,4'lük büyüme
gerçekleştiğini bildirdi. Bu rakam son 24
yılın en düşük büyümesi oldu.
Başkent Pekin'deki basın toplantısında
konuşan Milli İstatistik Kurumu Başkanı
MaJiantang, bu rakamla Çin’in 1990’daki
yüzde 3,8’lik büyümesinin ardından
yaşanan en düşük büyüme olduğunu
söyledi. Çin Başbakanı LiKeqiang, Mart
2014’te büyüme hedefini yüzde 7,5
olacağını açıklamıştı. Böylelikle 16 yıldan
beri ilk kez büyüme hedefi tutturulamamış
oldu. Çin, 2010’da yüzde 10,4, 2011’de
yüzde 9,3, 2012’de yüzde 7,7, 2013’te de
yine yüzde 7,7 büyümüştü.
ABD Başkanı Barack Obama, Cumhuriyet
Bayramı kutlamalarının onur konuğu
olarak geldiği Hindistan'da geniş güvenlik
önlemleri altında karşılandı.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi
tarafından havaalanında karşılanan ABD
Başkanı
Obama,
daha
sonra
cumhurbaşkanlığı
sarayı
RashtrapatiBhavan'a geçti.
Obama'nın Hindistan Cumhurbaşkanı
PranabMukherjee ve Başbakan Modi ile
yaptığı görüşmelerde nükleer enerji,
savunma teknolojisi, terörle mücadele,
iklim değişikliği, sınır yönetimi, ticaret ve
finansal düzenlemelerin ele alındığı
belirtildi.
Obama,Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin
Abdulaziz'in
hayatını
kaybetmesinin
ardından 3 gün olarak planlanan Hindistan
ziyareti programını değiştirerek Hindistan
dan erken ayrılmak zorunda kaldı.
Uluslararası
kredi
derecelendirme
kuruluşu Standard &Poor's (S&P),
Rusya'nın "BBB-" olan kredi notunu
"yatırım yapılamaz" seviye olarak kabul
edilen "BB+"ya düşürdü. S&P'den yapılan
79
Akademik Perspektif – Şubat 2015
yazılı açıklamada, Rusya'nın kredi notunun
"BBB-"den "BB+"ya çekildiği belirtilerek,
karara gerekçe olarak ülkenin zayıflayan
parasal esnekliği gösterildi. Açıklamada,
ayrıca Rusya'nın not görünümünün negatif
olarak korunduğu ve bunun parasal
esnekliğin daha da kötüleşebileceğine
yönelik beklentileri yansıttığı ifade edildi.
S&P'nin aldığı indirim kararıyla Rusya'nın
kredi notu son 10 yılın ardından ilk kez
"yatırım yapılamaz" seviyeye gerilemiş
oldu.
Standard &Poor's için "BBB-" ve yukarısı
"yatırım yapılabilir" seviye olarak kabul
edilirken, "BB+" ve aşağısı ise "yatırım
yapılamaz" ya da "çöp" seviye anlamına
geliyor.
28 Ocak 2015 IŞİD, 20 Ocak ta, kaçırdığını
açıkladığı iki Japon rehine için Japon
Hükümetinden
yayınladığı
video
aracılığıyla 72 saat içinde 200 milyon dolar
ödemesini aksi taktirde rehinelerin
öldürüleceğini
duyurmuştu.Japon
hükümetinin Ortadoğu’dan 8 bin 500 km
uzaklıkta olduğu halde ABD öncülüğündeki
koalisyona ‘destek vermesini’ eleştiren
örgüt fidye talebinin cevap bulmaması
üzerine
elindeki
rehinelerden
HarunaYukawayı infaz ettiğini diğer rehine
KenjiGotoJogo'yu ise2 milyon dolar fidye
ödendiği takdirde serbest bırakacaklarını
açıkladı.
Olay sonrası acil olarak kabineyi toplayan
Japonya Başbakanı ŞinzoAbe, gazetecilere
çok öfkeli olduğunu söylerek "Terörizme
boyun eğmeyeceğiz" dedi.
yolcu uçağı 162 yolcusuyla 28 Aralık'ta
Endonezya'nın
Surabaya
kentinden
Singapur'a uçarken kaybolmuştu. Arama
çalışmaları neticesinde uçağın ana gövdesi
Java Denizi'nde bulundu.
Endonezya Deniz Kuvvetleri Komutanı
Vidodo
yaptığı
açıklamada,
deniz
kuvvetlerinin
arama
çalışmalarında
bulunmayacağını belirterek, çalışmalara
Endonezya Ulusal Arama ve Kurtarma
Ajansı ekiplerinin devam edeceğini
kaydetti.
Vidodo, bir aydır Deniz Kuvvetleri'nin
arama
çalışmalarında
büyük
çaba
sarfettiğini belirterek şunları söyledi:
"Bundan sonra Deniz Kuvvetleri ekipleri
arama çalışmalarında bulunmayacak.
Düşen
uçakta
bulunan
yolcuların
ailelerinden özür dilerim. Dalgıçlarımız
hayatlarını tehlikeye atarak bir aydır
arama çalışmalarında büyük çaba gösterdi.
Ancak, dalgıçlarımız hem ruhen hem de
bedenen
yorgun
düştü.
Başkent
Cakarta'da rehabilitasyon merkezlerinde
tedavi görmeleri gerekecek."
Diğer yandan Endonezya Ulusal Arama ve
Kurtarma Ajansı'ndan yapılan açıklamada,
bir aylık arama çalışmalarında denizden
çıkarılan toplam ceset sayısının 70 olduğu,
cesetlerin çoğunun halen uçağın gövde
kısmında bulunduğunun tahmin edildiği
kaydedildi.
Olayı “Zalimce ve kabul edilemez” olarak
değerlendiren Abe, Japon gazeteci
Goto'nunsağsalim
bırakılmasını
istediklerini açıkladı. Japon Başbakan,
Goto'nun güvenliği için hiçbir çabadan
kaçınmayacaklarını belirtti.
AirAsia Havayolları'na ait Airbus A320 tipi
80
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Orta Doğu / Afrika’da Geçtiğimiz Ay
Hazırlayan: Enes Erdem Yerinde
17 Aralık 2014: 17 Aralık sabahı Pakistan
tarihinin en kanlı saldırılarından biriyle
sarsıldı. Hayber-Pahtunhva eyaletinin
merkezi Peşaver kentinde orduya ait bir
okulu basan Taliban militanları, çoğunluğu
öğrenci olmak üzere en az 148 kişiyi
öldürdü. Özel timlerin 5 saat süren
operasyonu
sonucunda
saldırıyı
düzenleyen 6 militan da ölü olarak ele
geçirildi.
Militanların
okula
askeri
üniformayla
girip
hiçbir
engelle
karşılaşmadıkları tespit edildi. Pakistan’da
ordunun yönetimindeki 128 okulda 150
binden fazla öğrenci eğitim alıyor ve
bunların %90’ı muvazzaf askerlerin
çocukları. Her ne kadar ordu tarafından
yönetilseler de, bu okullar da diğerleri gibi
savunmasız.
Saldırıyı
üstlenen
Taliban,
yaptığı
açıklamada Kuzey Vezeristan bölgesine
ordu
tarafından
düzenlenen
operasyonların intikamını aldığını belirtti.
Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde
Paris’te meydana gelen ve 17 kişinin
hayatını kaybettiği terör saldırıları bütün
Dünya’da şiddetli bir şekilde kınanmıştı.
Kınamaktan ziyade, birçok devlet başkanı,
başbakan ve bakanın katılımıyla da Paris’te
teröre
karşı
birlik
yürüyüşü
de
düzenlenmişti. Çoğunluğu çocuk olmak
üzere 148 kişinin ölümü ve en az 120
kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bu
saldırının
benzer
bir
tepkiyle
karşılaşmamasını
da
siz
değerli
okuyucularımızın yorumuna bırakıyoruz.
31 Aralık 2014: İsrail’in işgal ettiği Filistin
topraklarından çekilmesi ve başkenti Doğu
Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin
kurulmasını öngören Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi (BMGK) karar tasarısı
New York’ta oylandı. Geçici süreliğine
BMGK üyesi olan Ürdün’ün sunduğu ve
İsrail’in 1967 öncesi sınırlara geri
dönmesini öngören bu tasarı kabul
edilmedi. Karar tasarısında, 12 ay içinde
kalıcı bir barışa ulaşılması ve İsrail ile
Filistin'in demokratik ülkeler olarak yan
yana barış içinde yaşamalarının temini
81
Akademik Perspektif – Ocak 2015
isteniyordu. Gazze’ye uygulanan ablukanın
kaldırılmasının da talep edildiği tasarıda
sınır
kapılarının
açılarak
Gazze’ye
insanların ve eşyalarının giriş çıkışlarının da
normale dönmesi isteniyordu. Oylama
sonucunda 8 ülke (Rusya, Çin, Fransa, Şili,
Ürdün, Arjantin, Lüksemburg, Çad) “evet”
oyu kullanırken 2 ülke (ABD, Avustralya)
“hayır” oyu kullandı. 5 ülkenin (İngiltere,
Ruanda, Litvanya, Güney Kore, Nijerya) de
“çekimser” oy kullandığı tasarı, gerekli
çoğunluğun sağlanamaması sebebiyle
reddedildi.
Tasarının kabul edilmesi için 15 üye
ülkeden 9’unun destek vermesi ve daimi
üyeler Rusya, Çin, ABD, Fransa ve
İngiltere’den herhangi birinin veto hakkını
kullanmaması gerekiyordu.
16 Ocak 2015: Uluslararası Ceza
Mahkemesi (UCM) olası savaş suçları için
İsrail’e ön soruşturma açma kararı aldı. Söz
konusu soruşturmanın, Filistin’in 2 Ocak’ta
mahkemenin kuruluşuna kaynaklık eden
Roma Antlaşmasını imzalaması ve 1
Ocak’ta
UCM’ye
verdiği
“Filistin
topraklarında işlenen suçlarla ilgili
mahkemenin otoritesini 13 Haziran 2014
itibariyle kabul ettiğine dair beyanı”
üzerine açıldığı ifade edildi. Resmi olarak
bir ilk adım olan bu hamle ile birlikte İsrail
askeri yetkililerinin mahkum olabilecekleri
belirtiliyor.
UMC’nin Filistin’deki savaş suçlarıyla ilgili
ön soruşturma kararına tepki gösteren
İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin,
soruşturmayı “uluslararası hukuka karşı
küfür” olarak nitelendirip ironik bir
soruşturma olduğunu ifade etti. İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu ise
“Maalesef bu soruşturma, UCM’yi
çözümün değil, sorunun bir parçası haline
getirmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.
20 Ocak 2015: 16 Ocak Cuma günüGana
Cumhurbaşkanı
John
Dramani
Mahama’nın
yaptığı
açıklamaların
ardından gözler Batı Afrika Ülkeleri
Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) zirvesine
çevrildi. Boko Haram’a karşı Batı Afrika
ülkelerinin yeni bir askeri birlik kurmak için
harekete geçeceğini ve bu konunun ertesi
hafta gerçekleşecek olan ECOWAS
zirvesinde gündem belirleyeceğini ifade
eden Mahama, Afrika Birliği’nin harekete
geçmeye davet etmişti.
Bu doğrultuda, 20 Ocak günü Nijer’in
başkenti Niamey’de, Afrika Birliği, AB, BM
ile Kamerun, Nijer, Çad ve Nijerya’nın üye
olduğu Çad Gölü Komisyonu’nun da
aralarında bulunduğu yaklaşık 20 ülkeden
yetkilinin katıldığı zirvede, Çad Gölü
Havzası bölgesinde sadece Çok Uluslu
Ortak
Görev
Gücü’nün
(MNJTF)
bulunduğunu ve bu gücün Boko Haram’ın
Nijerya’dan
Kamerun’un
kuzeyine
ilerlemesine engel olamadığı ifade edildi.
Nijerya'nın Niamey Büyükelçisi Aliu
Sokoto, katılımcı Afrika ülkelerine Boko
Haram örgütü ile daha iyi mücadele için
MNJTF'ye desteğini artırması ya da yeni bir
gücün oluşturulması çağrısında bulunarak,
asker sayısının artırılmasını istedi.
22 Ocak 2015: 20 Ocak Salı günü,
Yemen’de
Şii
Husi
militanları
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı bastı. Güvenlik
güçleriyle kısa bir çatışmanın ardından Şii
milisler,
Cumhurbaşkanı
Abdurabbu
Mansur Hadi’nin sarayına girdi.Husilerin
sarayın kontrolünü ele geçirmesinden 2
gün
sonra
mevcut hükümet
ve
Cumhurbaşkanı
Hadi
görevlerini
bıraktıklarını açıkladı.
Husiler, 2004 yılından bu yana daha
özerklik için mücadele veriyorlar. Eylül
ayından bu yana başkent Sana’yı
kontrolünde bulunduran Şii Husiler, ülkeyi
6 eyalete ayıran anayasa taslağına da karşı
82
Akademik Perspektif – Şubat 2015
çıkıyorlar.
Onların
görüşüne
göre
federasyon sistemi bölgeler arasındaki
zenginliği eşit derecede dağıtmayacak ve
ülkeyi zengin ve fakir bölgeler olarak
bölecek. Bu taslağın sunulacağı toplantı
öncesinde Husilerin Cumhurbaşkanlığı
Ofisi Müdürü Mübarek’i kaçırmasının
ardından Güney Yemen’de yer alan petrol
zengini Shabwa vilayetinin yönetimi tepki
gösterip Mübarek’in serbest bırakılmaması
halinde petrol vanalarını kapatacağı
yönünde tehditte bulundu.
Yemen’de meydana gelen bu çatışmaların
temeline indiğimizde, İslam dünyasında
görmeye alışık olduğumuz Şii-Sünni
ayrımıyla karşılaşıyoruz. Ülkedeki mevcut
iktidar Sünnilerden oluşuyor ve Suudi
Arabistan’ın bu yönetimi desteklediği iddia
ediliyor. Şii Husilerin ise, İran tarafından
desteklendiği öne sürülüyor. Yemen’de
Arap Yarımadası El Kaide’si de etkili olup
birçok terör eylemleri düzenliyor. Husilerin
lideri Abdul-Malik al-Houthi, mevcut
Cumhurbaşkanı Hadi’yi ise El Kaide’ye
karşı yeterince mücadele etmemekle
suçluyor.
22 Ocak 2015: Somali’nin başkenti
Mogadişu’da bomba yüklü bir araç Türk
heyetinin kaldığı otelin karşısında infilak
etti.
Afrika’da
temaslarda
bulunan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
ertesi gün Somali’de yapacağı ziyaret
öncesi gerçekleşen saldırıda en az 5 Somali
vatandaşının hayatını kaybettiği ifade
edildi. Saldırıyı, daha önce Türkiye’yi hedef
alan açıklamalarıyla dikkat çeken El-Kaide
bağlantılı Eş Şebab örgütü üstlendi. Örgüt,
daha önce THY güvenlik şefine suikast
girişiminde bulunması ve Mogadişu’daki
Türk konsolosluğuna saldırı düzenleyip bir
polis memurumuzu şehit etmesiyle
dikkatleri üzerine çekmişti.
İsviçre’nin Davos kentinde temaslarda
bulunan Başbakan Davudoğlu, “Doğrudan
heyetimizin hedef alınıp alınmadığı
araştırılıyor. Riskler olur ama Türkiye
kararlı tutumunu sürdürür” ifadelerini
kullandı.
Öte yandan Erdoğan’ın
Mogadişu ziyaretini iptal etmediği de
gelen bilgiler arasında.
23 Ocak 2015: Bir süredir zatürre
şikayetiyle kaldırıldığı hastanede tedavi
gören Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin
Abdülaziz El Suud vefat etti. Ölüm
haberinin ardından 24 Ocak günü
ülkemizde de bir günlük milli yas ilan
edildi.
91 yaşında hayata gözlerini yuman Kral
Abdullah’ın cenaze törenine, Afrika
Boynuzu ülkelerine resmi ziyarette
bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan da katıldı. Dünyanın sayılı
zenginlerinden olan, altın sarayda oturup
seyahatlerini kendisine ait 48 uçakla yapan
Kral Abdullah’ın Suudi Arabistan’ın
başkenti Riyad’da isimsiz bir mezara
gömülmesi
de
dikkat
çeken
ayrıntılardandı.
2005 yılından beri tahtta bulunan Kral
Abdullah’ın yerine Birinci Veliaht ve
Savunma Bakanı olan 80 yaşındaki kardeşi
Prens Selman bin Abdülaziz geçti.
Böylelikle yeni Kral Selman bin Abdülaziz,
Suudi Arabistan’ın 7. Kralı oldu. 1935
yılında başkent Riyad’da dünyaya gelen
Prens Selman, Suudi Arabistan devletinin
kurucu
ailesinin
erkek
çocuklar
sıralamasında
25’inci
sırada.
83
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Ayın Düşünürü: Lev Nikolayeviç Tolstoy
Hazırlayan: Melike Şener
Rus
edebiyatında
olduğu
kadar,
zamanımızın fikir ve edebiyat sahasındaki
realist
görüşleriyle
derin
izler
bırakanlardan
biridir.
19.yy
Rus
Edebiyatının önde gelen dramatik
yazarlarından olan Tolstoy, 9 Eylül 1828'de
varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak
Moskova'nın 150 km. güneyinde, Tula
eyaleti, Yasnaya-Polyana kasabasında
ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya
gözlerini açtı. Soylu ve kökleri 14. yüzyıla
kadar giden ve I.Petro zamanında sivrilmiş
toprak zengini bir aileye mensuptu. Babası
bir kont, annesi ise prensesti. Babası Kont
Nikolay İlyiç, aynı zamanda 1812 yılı
Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir
yarbaydı. Tolstoy'un kendisinin de kont
unvanı vardı. 26 Nisan 1831'de, henüz üç
yaşındayken, annesinin ölümüyle öksüz
kaldı. Annesinin ölümü üzerine eğitim ve
öğrenimiyle babası Kont Nikolay Tolstoy
ilgilendi. Çocuk yaşta aldığı dinsel eğitim,
Tolstoy'u derinden etkiledi aynı zamanda o
yaşlarda Fransızca ve Almanca'yı öğrendi.
Tolstoy, sekiz yaşına geldiğinde, babası
artık onların ciddi bir eğitim alma
zamanının geldiğini düşündü ve çiftlik
hayatını bırakıp Moskova'ya taşındı.
Moskova'daki bu yıllarda, Tolstoy'un
başarılarını halası "Bu çocukta bir deha
var. O küçük bir Moliere." diyerek ifade
eder. Gün geçtikçe Tolstoy, kendi
sahasında ilerliyordu. Henüz dokuz
yaşındayken, 1837 yazında babası bir
cinayete kurban gitti. Bir seyahat
esnasında uşağı, yanındaki para için onu
zehirledi.
Babalarının
ölümüyle,
babaanneleri de fazla dayanamadı ve
hayata gözlerini yumarak çocukları
tamamen halalarına terk etmiş oldu. Bu
olaydan sonra büyük çocuklar Nikola ve
Serge, Moskova'da kalırken; Dimitri, Levve
Maşa çiftliğe geri döndüler. 1840 yılına
kadar çiftlikte kaldılar.1841 yılı sonlarında
ölen Aleksandra hala, onları Tatiana halaya
bıraktı ve yeni vasî, onları kocasının
yaşadığı
Kazan
şehrine
götürdü.
Eniştesinin
davranışlarındaki
kötü
örnekler, Tolstoy üzerinde derin bir tesir
bıraktı ve onun hayatına yeni bir yön verdi.
Delikanlılık çağına henüz girmiş olan
Tolstoy,
şimdi
Fransızca
konuşan,
84
Akademik Perspektif – Ocak 2015
kıyafetlerine aşırı derecede özen gösteren,
uzun tırnaklı bir zamane züppesiydi.
Gençlik Yılları
1843'te Doğu dilleri okumak üzere Kazan
Üniversitesi'ne girdi, ama iyi bir öğrenci
değildi. Kendisini tamamen eğlence, dans,
içki ve kadına kaptırmış olarak geçen bir
yılın ardından sınıfta kaldı ve okulu bıraktı.
Kısa bir süre sonra, 1845'te daha kolay
bulduğu Hukuk Fakültesi'ne geçti. 1847'de
burayı da bıraktı. 19 yaşına gelen Tolstoy'a
miras olarak düşenlerin arasında Yasnaya
Polyana çiftliği de vardı. İmtihanlı ve
disiplinli okullarda yapamayacağını anladı
ve kendisine 12 maddelik bir program
hazırlayarak kendini yetiştirmeye karar
verdi. "İnsan, ancak başkaları yararına
fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir."
diyerek toprak işleriyle uğraşmak,
köylülerin
durumunu
düzeltmek
düşüncesiyle çiftliğe döndü. Bir süre
burada çiftçilerin ve köylülerin hayat
şartlarını
düzeltmek
için
çalıştı.
Topraklarını yönetti, kendini yetiştirmeye
devam etti. Daha sonra Moskova ve
Petersburg'un hareketli ortamını tercih
etti. 1847-1851 yılları arasında çiftlikte
kaldı ve şu yanlışları sıraladı günlüğüne:
Kararsızlık ya da güç eksikliği, kendi
kendini aldatma, acelecilik, yersiz utanç,
keyifsizlik, şaşkınlık, taklitçilik, döneklik,
düşüncesizlik.
1851 yılında, üzerinde derin etkiler
bırakacak
olan
Kafkasya'ya
gitti.
Kafkasya'da bir askerî okula devam
ederken 1853'te Osmanlılara karşı
savaşmak üzere görev aldı. Burada
gördüğü yoksul Kafkas halkının yaşantıları,
gerçekçiliğinin esin kaynağı oldu. Sert ve
Farklı iklimli Kafkaslar, zor tabiat şartları,
kır ve dağ havasıyla Tolstoy'da büyük
etkiler yaratmıştı; çünkü o eski, genç,
yaramaz Tolstoy daha ağırbaşlı olmuştu.
Kırım savaşına girmesiyle dünya görüşü
değişmiş ve tecrübeleri artmıştı. İlk yapıtı
olan Destvo'yu (Çocukluk) burada,
çarpışmalardan ve askerce eğlencelerden
arta kalan zamanında yazdı. Böylece,
henüz 23 yaşındayken yazdığı ilk eseriyle
kendini tanıtan Tolstoy, usta yazarlar
arasında yerini almıştı. Tolstoy, bu
eserindeki
kahramanlarını
yaşadığı
çevreden, ailesinden, hatta tamamen
kendi
hayatından
almıştır.
İlerde
Tolstoy'un
en
güçlü
romanlarında
görülecek olan ayrıntı zenginliği, bu ilk
yapıtında da izleniyordu. Kırım Savaşı'nda
topçu teğmeni olarak görev yaptığı sırada
amirlerinin arzusu üzerine "Sivastopol
Hikayeleri" isimli meşhur eserini yazdı.
"Savaş, mızraklı, trampetli bir bayram
değildir. Manzarası kan ve ölümdür!" diye
ifade eder bu hikâyesinde savaşı.
Kırım Savaşı'na da katılan Tolstoy,
gördükleri
karşısında
daha
fazla
dayanamayıp
ordudan
ayrıldı
ve
St.Petersburg'a yerleşti. Burada, birini
radikal demokrat N. Çernisevski'nin,
öbürünü
muhafazakâr
liberal
I.
Turgenyev'in temsil ettikleri iki edebi
kampla
da
uzlaşamadı
ve
YasnayaPolyana'ya döndü. 1857'de Batı
Avrupa'ya gitti; bir süre Almanya, Fransa
ve İsviçre'de dolaştı. Bu gezi sırasında
sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı.
Bu dönem, eğitim kurumlarıyla ve özellikle
de köylülerin eğitimsizlik sorunuyla
ilgilenmeye başlamıştı. Öğrenimin her
öğrencinin kişisel ilgi ve yönelimine göre
uygulanması gerektiğini düşünüyordu.
YasniyaPolyana'da serbest terbiyeye göre
çalıştırdığı bir köy mektebi açtı. 1860'ta
yine Almanya, Fransa ve Belçika'ya gitti. Bu
ülkelerdeki
eğitim
kuram
ve
uygulamalarını daha ayrıntılı olarak
inceledi. Bu incelemelerin neticesinde,
Batı'nın yapay ve maddeci uygarlığını
insanı bozan bir etken olarak görmeye
başladı. Geliştirdiği düşünceleri yaymak
için bir pedagoji dergisi çıkarmaya başladı.
85
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Basit, anlaşılır ders kitapları yayımladı.
Aynı dönemde ahlak felsefesi de
biçimlenmekteydi. Batı'nın aşırı incelmiş,
yapay ve maddeci uygarlığını, doğal insanı
bozan bir etken olarak görmeye
başlamıştı.
Evliliği ve Sonrası
1861 yılında Rusya'ya geri döndü ve
Moskova'nın tanınmış doktorlarından
Bers'in kızı Sofya ile 22 Eylül 1862
tarihinde evlendi. Evlendikten sonra,
Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve
eğitim etkinliklerini bıraktı. Aşırılıklardan
uzak bir yasam sürmeye başladı.
Gençliğindeki
içki,
kumar
ve
çapkınlıklardan zevk alan Tolstoy, artık
hayatına bir yön vermiştir. Karısının
üzerindeki etkisini "Hiç böyle aşık
olacağımı düşünmemiştim. Ben bir
deliyim, böyle devam ederse intihar
edeceğim!" diye belirtmiştir. İlk on beş yılı
çok mutlu geçen bu evlilikten Tolstoy'un
13 çocuğu oldu.
Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra
hayatı bir sükûn devresine girdi. Bu
dönemde Tolstoy, sakin bir aile erkeği ve
hesaplı bir çiftçi olarak toprağını işletirken,
bir yandan ona asıl ürününü kazandıracak
olan büyük romanlarını yazıyordu. En güzel
eserlerini bu devrede yazmış, daha sonra
bazı ruh bunalımları geçirmiş, Rusya'daki
mustarip halkın hüsranını bu zamanlarda
daha çok anlamış ve yazmıştır. Kendini
eserlerini yazmaya verdi.1863 yılında en
büyük eseri sayılan Savaş ve Barış'ı
yazmaya başladı. Bu kitabın yazımını
1869'da tamamladı. 1873 yılında Savaş ve
Barış'tan sonraki en güçlü eseri sayılan
AnnaKarenina'yı kaleme almaya başladı.
Üç çocuğunu ve halalarını yitirdiği
talihsizliklerle dolu üç yıla yakın bir dönem
içinde bu eserini bitirdi. Hasta olan erkek
kardeşinin
ölümünün
kendisinde
uyandırdığı etkiyle, yaşamının sonuna
kadar hiç eksilmeyecek ve sonu
gelmeyecek olan karmaşalarını anlattığı
"İtiraflarım"ı kaleme almaya başladı.
"Savaş ve Barış" ile "AnnaKarenina" dan
dan sonra bir diğer güçlü eseri olan
Diriliş'i,
AnnaKarenina'yı
yazmayı
tamarnladığı 1876 yılından yirmi yıl sonra
yazmaya başladı. Bu zaman süresince
yaşamında büyük sarsıntılar geçirdi ve
dünyaya, insana, yaşama bakışında köklü
değişimler yaşadı. Bu değişimlerle birlikte
teolojinin ağırlığının hissedildiği, Allah,
insan, yaşam ve ölümün sorgulandığı
eserler kaleme aldı. "Din Nedir", "İvan
İlyiç'in Ölümü", "İnsan Ne İle Yaşar", "Üç
Ölüm" ve "Ölüm Manifestosu" gibi roman
ile hikâyelerinde bu temalar yoğun
biçimde yer aldı. 1891-92 yıllarında
Rusya'da yaşanan kıtlık ve salgın hastalık
döneminde şahit olduklarının, bunun
hemen ardından da en sevdiği çocuğu olan
kızı Vanişka'nın yedi yaşında ölmesinin
getirdiği ruh haliyle manevî yaşamı alt üst
oldu. 1896 yılında ilk cümlesini kurduğu
Diriliş, 1899 yılında tamamladı. Aynı
tarihte, giderek artan huzursuz ruh hâlinin
yansımalarının
yer
aldığı
"KreutzerSonatı"nı
yazmaya
başladı.
Evliliğinin ilk yıllarında başlayan aile
kavgalarının artık dayanılmaz hâl aldığı bir
anda, ardında karısına yazılmış bir mektup
bırakarak YasnayaPolyana'daki evini terk
ettiğinde
tarih
9
Kasım
1910'u
gösteriyordu ve Tolstoy seksen iki
yaşındaydı.
Kendisini, yaşamın anlamını ve Allah'ı
arayışı bütün ömrü boyunca süren Tolstoy,
evini terk ettikten birkaç gün sonra Odesaİstanbul üzerinden Bulgaristan'a gitme
hazırlığı yaparken yolda zatürreye
yakalandı. Astapovo'daki metruk tren
istasyonunun bir odasında 20 Kasım 1910
sabahı saat 06.05’te gözlerini yaşama
kapadı. Vasiyeti üzere, yaşamının en güzel
dönemi olarak nitelendirdiği çocukluğunun
geçtiği kardeşleriyle birlikte oyunlar
86
Akademik Perspektif – Şubat 2015
oynadığı, YasnayaPolyana'daki çiftliğinin
gölgeli ve sessiz bir köşesine gömüldü.
Eserleri:
Romanları: Çocukluluğum / İlk Gençlik /
Gençlik / Sivastopol Serisi / Kazaklar /
Savaş ve Barış / İnsan Ne İle Yaşar? /
IvanIlyiç'in Ölümü / AnnaKarenina /
Kroyçer Sonat / Diriliş / Hacı Murat / Sergi
BabaEfendi İle Uşağı
Öyküleri: Toprak Ağasının Sabahı / Baskın /
Ormanın Kesimi / Notes of a Billiard
Marker / İki Süvari Subayı / Bir Karşılaşma
/ Tipi7Lucerne / Albert / Üç Ölüm / Aile
Saadeti / Polikuska / TheDecembrists /
CaucasusMahkûmu / İvan İlyiç'in Ölümü /
Holstomer / İnsanlar Arasında Boş Bir
Konuşma / Usta ve Çırak/Köyde Şarkı
Söylemek /Köyde Dört Gün / Yanlış Kupon
/ Oyun'dan Sonra
Kaynakça:
Hacı Murat Romanı, Tolstoy'un Hayatı
İvan İlyiç'in Ölümü, s.5-15.
"Tolstoy'un Romanlarında İnanç Motifleri", KSÜ
Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü (lisans tezi), Kahraman Maraş, Ekim 2004
87
Akademik Perspektif – Şubat 2015
Uluslararası İlişkilerde Realist Kuram
Hazırlayan: Kürşat Yalçınkök
Realizm
veya
Gerçekçiliken
genel
anlamıyla uluslararası sistem içerisinde,
kendi güç vepozisyonları doğrultusunda,
kendi ulusal çıkarları için her türlü
rekabete hazır devletlerarasında bir
mücadele olduğu nazariyesine dayalı bir
paradigmadır. Realizmfelsefi-siyasi kökleri
antik Yunan’a hatta Sun Tzu’ya kadar
götürülebilecek olan ve özellikle II. Dünya
Savaşı sonrası çok popüler olan bir
Uluslararası İlişkiler teorisidir. Thucydides
(Peleponnez Savaşlarının Tarihi), Makyavel
(Prens), Hobbes gibi düşünürler Realizm’in
öncüsü kabul edilebilirler.
savunmuştur.
Morgenthau’ya
göre
uluslararası politika bir güç mücadelesidir.
Morgenthau’ya göre Realizm’in 6 önemli
ilkesi bulunmaktadır. Bunlar şöyle
sıralanabilir;
Realizmin felsefesi, devletin uyması
gereken ahlaki ilkeler ile, varlığını
düşmanlarından korumak için başvurmak
zorunda olduğu politikalar arasındaki
uzlaşmazlıkta, devletin çıkarları yönünde
hareketi
yeğleyeceği
savından
kaynaklanmaktadır.
2-) Ulusal çıkarlar güç perspektifinden
tanımlanmalıdır.
Devletlerin
amacı
güçlerini
arttırmaktır,
dolayısıyla
hareketlerini bu bağlamda değerlendirmek
gerekir.
1-) Uluslararası politika evrensel ve
objektif
kurallar
tarafından
yönetilmektedir ve bu kuralların kaynağı
insan doğasıdır. Realistlere göre insan
doğası İdealist veya Liberallerin belirttiği
gibi iyi değildir. İnsanlar tam tersine bencil
canlılardır
ve
çıkarlarının
peşinde
koşmaktadırlar.
Modern Realizm’in en önemli kurucusu
Hans Morgenthau’dur. Morgenthau, II.
Dünya Savaşı sonrası oluşan konjonktürde
uluslararası politikanın güç açısından
tanımlanan ulusal çıkara dayalı objektif ve
evrensel
kurallarla
yönetildiğini
88
Akademik Perspektif – Ocak 2015
3-) Güç açısından çıkarlar sabittir ve
değişmez, ancak çıkarın içeriği ve bu çıkarı
gerçekleştirmek için uygulanması gereken
politikalar zamana ve içinde bulunulan
kültürel
ortama
göre
değişiklik
gösterebilir.
4-) Moral-ahlaki değerlerin uluslararası
politikada
Security Dilemma
herhangi
bir
(Güvenlik İkilemi):En
etkisi yoktur.
temel tanımıyla
güvenlik ikilemi, bir
5-) Uluslararası
devletin başka bir
politika,
devletten tehdit
ekonomi
ve
algılayıp silahlanması
hukuk
gibi
durumunda buna
alanlardan farklı
tehdit algılanan
otonom (özerk)
devletin de aynı
bir alandır ve
şekilde cevap
esas
olan
vermesini ifade
devletlerin
etmektedir.
askeri-siyasi
gücü ve çıkarlarıdır.
6-) Uluslararası politikayı şekillendiren
temel
aktörler
ulus-devletlerdir.
Uluslararası ya da ulusüstü yapılar
etkisizdir.
Klasik Realizm’e Liberalizm’den gelen
yoğun eleştiriler sonrası Neo-Realizm
akımı ortaya çıkmıştır. Kurucusu 1979
yılında yazmış olduğu Uluslararası Politika
Teorisi kitabı ile Kenneth Waltz’dur. Waltz
bu eserinde klasik Realizm’in eksikliklerini
gidermeye çalışmış ve Klasik Realizm’in
sadece
ulus
devletler
üzerinde
yoğunlaşması geleneğini değiştirmeye
çalışmıştır. Waltz’a göre devletler kadar
sistemin geneli de uluslararası politikayı
analiz etmek için iyi incelenmelidir. Waltz
uluslararası siyasi yapıyı üç temel boyutta
tanımlamaktadır;
1-) Uluslararası sistem anarşiktir ve
ülkelerin içyapıları gibi belirgin değildir.
Sistem kendi kendine oluşur ve devletlerin
temel amacı ayakta kalabilmektir.
2-)
Devletler
sistemin
temel
aktörleridir.
Uluslararası
ve
ulusüstü
yapılarda
da
devletler kendi
çıkarlarını
savunurlar.
3-)
Devletler
farklı özelliklerine
rağmen sistemde
fonksiyonel olarak
kapasiteleri farklıdır.
National Interest
(Ulusal Çıkar):
Devletlerin giderek
artan ihtiyaçları ya da
zamanın yıpratıcı
etkileri karşısında
sahip olunan şeyleri
artırmak, çoğaltmak
veya tüm bunları
maksimize etmek için
amaç edindiği herşey
olarak tanımlanabilir.
aynıdırlar
sadece
Genel olarak realist kuramın özellikleri ve
ilişkili olduğu kavramları 5 madde üzerinde
açıklarsak:
1.
İnsan doğası gereği, bencil, çıkarına
düşkün ve hatta günahkârdır. İnsanın
doğal
günahkârlığı,
devletlerin
davranışlarına da yansımaktadır. Devletler,
birbirlerinden farksız olarak, ilişkilerinde
güçlerini mümkün olan en üst düzeye
çıkarma (maksimizasyon) doğrultusunda
hareket etmektedir.
2.
Realizm çıkarlar ile ahlak arasında
bir çatışmanın var olduğu her durumda,
kararı çıkarların belirlediği varsayımından
hareket etmektedir. Realizme göre devlet,
ulusal çıkarlarını (national interest)koruma
hakkına sahiptir.
3.
Güç dengesi sistemi, esas olarak
XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupa’da yaşanan
klasik güç dengesi sisteminden yola
çıkılarak
geliştirilmiştir.
Devletlerin
rasyonel davranarak çıkarlarını maksimize
edecek politikalar izledikleri, bu ilişkilerin
de güçler arasında bir hiyerarşik
yapılanmanın söz konusu olduğu bir güç
dengesi içinde gerçekleştiği varsayımına
dayanmaktadır.
89
Akademik Perspektif – Şubat 2015
4.
Uluslararası anarşi ve devletlerarası
güven eksikliği uluslararası sistemde
güvenlik ikilemine neden olmaktadır. Buna
göre bir devlet kendi güç potansiyelini
ikilem yaşadığı devlete göre artıracaktır.
Türkiye ve Yunanistan'ın 1990'lı yıllar
boyunca birbirine karşı silahlanmasının da
bir güvenlik ikilemine neden olduğu
söylenebilir.
5.
Devletlerarası
antlaşmalara
uymayanları cezalandırabilecek merkezi
bir gücün yokluğunda işbirliği hiçbir zaman
garantili değildir ve çatışma her zaman
ciddi bir ihtimaldir. Böylece anarşik bir
ortamda bir arada varolmak devletler için
kendi gücüne dayanmasını (self-help)
gerekli kılmaktadır. Self help bir ortamda
devletlerin en baştaki amacı hayatta
kalmalarıdır, bu yüzden rasyonel birer
aktör olarak güvenliği maksimize etmeye
çalışırlar. Güvenliğe ulaşmanın yoluise
göreli gücü artırmaktan geçmektedir. Bu
yüzden devletler mutlak avantajlar yerine
göreli kazançlar/güç (relative gains) elde
etmek peşindedirler.
Relative Gains (Göreceli Kazanç):
Devletler
herhangi
bir
işbirliği
durumunda mutlak kazançlarını değil
göreceli kazançlarını düşünmektedirler.
Göreceli kazançla kastedilen işbirliği
nedeniyle karşı tarafın kazancı ve o
ülkenin kazancı arasındaki dengedir. Bu
nedenle bir devlet ancak diğer devletten
göreceli olarak daha çok kazandığı veya
eşit ölçüde kazandığı zaman işbirliğine
yanaşmalıdır. Böyle zor bir sistemde
doğal olarak devletlerin kendilerine
yeterli ve her tehlikeye karşı güçlü
olmaları gerekmektedir.
Kaynakça:
W. Kegley, Charles, ‘‘World Politics Trend And
Transformation’’, 2010-2011 Edition.
Linklater, Andrew, ‘‘Beyond Realism and Marxism’’,
Palgrave Foundation, First Edition, February, 1990.
Sönmezoğlu, Faruk, “Uluslararası İlişkiler Sözlüğü”,
Der Yayınları, 2010.
Çakmak, Haydar, ‘‘Uluslararası İlişkiler’’, Platin
Yayınları,
2007.
Self Help:
Uluslararası sistem
içerisinde herkes
kendi çıkarını gözetir
ki bu da kaotik bir
düzene yol açar. Tüm
bu devletler üstünde
onları domine
edebilecek uluslar
üstü bir otoritenin
olmayışı bu kaosu
perçinlemektedir.
İşte burada realistler
devletlerin devamının
ancak devletlerin
kendi çabalarıyla
sağlanacağını
düşünür.
Balance of Power (Güç
Dengesi): Bir ülkenin
askeri, siyasi, ekonomik
ve bilimsel olarak
diğerlerinin aleyhine
her şeyin kontrolünü
ele geçirmesine izin
vermeyerek, ülkeler
arasındaki dengeyi
muhafaza etmeyi
öngören siyasal
nazariye ve bu
nazariyenin
uygulanması güçler
dengesi olarak
tanımlanmaktadır.
90
Akademik Perspektif – Şubat 2015
91
Akademik Perspektif – Ocak 2015
Download