T.C SAĞLIK BAKANLIĞI ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM ve ARAŞTIRMA HASTANESİ III. KADIN HASTALIKLARI ve DOĞUM KLİNİĞİ Şef: Prof. Dr.Melahat Dönmez Kesim TEKRARLAYAN ERKEN GEBELİK KAYIPLARINDA MATERNAL TROMBOFİLİLER (UZMANLIK TEZİ ) Dr. FİLİP TAŞHAN İSTANBUL – 2007 İÇİNDEKİLER I- ÖNSÖZ 3 II- GİRİŞ VE AMAÇ 4 III- GENEL BİLGİLER 6 1. Spontan Abortus A- Sporadik Abortus B- Habituel Abortus 2. Provake Abortus A- Medikal Abortus B- Elektif Abortus C- Septik abortus IV- MATERYAL ve METOT 48 V– İSTATİSTİK 52 VI- BULGULAR 53 VII-TARTIŞMA 63 VIII- SONUÇ 72 IX- ÖZET – SUMMARY 73 X- KAYNAKLAR 75 XI – EKLER 87 Ek 1- ÇALIŞMA FORMU 87 Ek 2- KISALTMALAR 88 Ek 3- TABLOLAR 90 Ek 4- ŞEKİLLER 91 Ek 5- GRAFİKLER 92 Ek 6- ARAŞTIRMA KAPSAMINA ALINAN VAKALARIN DÖKÜMÜ 93 2 ÖNSÖZ İhtisas eğitimim süresince derin bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım, en iyi şekilde yetişmem için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, yakın ilgi ve desteğini her zaman hissettiğim, mesleki hayatım boyunca her an yanımda olduğunu hissedeceğim değerli hocam 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Prof. Dr. Melahat Dönmez Kesim’e sonsuz teşekkür ve saygılarımı sunarım. Asistanlığım süresince, bilgi ve deneyimlerini esirgemeyen, bugünlere ulaşmamda büyük yardımları olan başasistanlarım Op. Dr.İsmet Karlık, Op. Dr.Alev Atış ve uzmanlarım Op. Dr.Savaş Özdemir ve Op. Dr.Günseli Özdemir ‘e Rotasyonlarım sırasında emeği geçen, bilgi ve deneyimlerini paylaşan değerli klinik şefleri Prof.Dr. Adil Baykan, Prof.Dr. Erbil Ergenekon, Doç.Dr. Fevziye Kabukçuoğlu ve Uzm. Dr.Ayşe Hancı’ya, İhtisas sürem boyunca birlikte çalıştığım asistan arkadaşlarıma ve sağlık personeline, Herzaman desteği ile beni ayakta tutan Dr. Emine Özel ‘e Beni yetiştirirken hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, her zaman ellerinden gelenin fazlasını yapan, bugünlere gelmemi sağlayan, çok değerli anneciğim ve babacığıma; Sonsuz teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunarım. Dr. Filip Taşhan Kasım – 2007 3 II - GİRİŞ VE AMAÇ Erken gebelik kayıpları kadın hayatının en uzun dönemi olan reprodüktif döneminin sık karşılaşılan jinekolojik problemlerinden biridir. Gebelikte en sık karşılaşılan komplikasyon olduğu bilinmektedir. Günümüzde transvajinal ultrasonografinin kullanımının yaygınlaşması, serum β-hCG ve progesteron düzeyi gibi biyokimyasal belirteçlerin ölçülebilmesi ile erken gebelik kayıplarının tesbit edilmesi daha kolay olmaktadır. Dolayısıyla tıbbi tedavi ve/veya gözlem uygulanarak erken gebelik kayıpları belli bir oranda önlenebilmektedir. Erken gebelik kayıpları 12. gebelik haftasından önce meydana gelen spontan abortusları kapsamaktadır. Geniş bir yelpazeye sahip olan spontan abortus insidansı % 1540 civarındadır. Spontan abortusların % 75 ‘i 16. gebelik haftasından önce, % 62 si ise 12. gebelik haftasında önce görülmektedir. Abortus insidansı anne – baba yaşları, önceki kötü obstetrik hikaye, genetik faktörler vb. tarafından etkilenebilmektedir ( 1) . Etyolojik olarak birçok faktör bulunmakla beraber; bazı spontan abortus vakalarında etyoloji çok açık iken, bazılarında belli değildir. İnsanda üreme oldukça verimsizdir ve gebeliğin en sık rastlanan komplikasyonu olan abortus insidansı, klinik olarak tanısı konulmuş gebeliklerde yaklaşık %15’tir. Habituel abortuslar, obstetrikte etyolojik ve prognostik faktör tayininde en yetersiz kalınan konulardan biridir. Tekrarlayan erken gebelik kayıplarının %68’i idiyopatiktir. Hemostatik hataların plasental yatak damarlarında tıkanıklığa yol açarak, gebelik sırasında koagülasyon faktörlerindeki değişikliklerin abortusa neden olabileceği düşünülebilir. Gebeliğin başarılı gidişatı için etkili bir uteroplasental dolaşım şarttır ve bu dolaşım hemostaz bozukluklarından etkilenebilir. Bu yüzden maternal trombofililer (Faktör V Leiden, Faktör II mutasyonları, MTHFR {metilen tetrahidrofolat redüktaz} Protein C, Protein S eksiklikleri) obstetrik açıdan önemli patolojilerdir (2) . Faktör V Leiden mutasyonu ve ona bağlı aktive protein C rezistansı (APCR) kalıtsal trombofililerin en sık nedenidir. APCR’ı tromboemboli için bir risk faktörüdür ve trombozların %40’ından sorumludur (3) . APCR’nın %95’ten fazlası Faktör V Leiden mutasyonuna bağlıdır ve otozomal geçişlidir. Heterozigotlarda 7 kat, homozigotlarda 80 kat artmış tromboz riski söz konusudur. Kişisel yada ailesel tromboz öyküsü olanlarda taşıyıcılık %20-60’dır (4). 4 Rekürren fetal kaybı olan bazı hastalarda herediter ve akkiz APC rezistansının vasküler plasental yetmezliğin potansiyel sebepleri arasında olduğu ileri sürülmektedir (5). Bazı araştırmacılar Faktör V Leiden mutasyonunun tekrarlayan düşükler için predispozan bir faktör olabileceğini, ancak bunun böyle hastalarda sık rastlanan bir neden olamayacağını öne sürmüşlerdir (6, 7, 8). Faktör V Leiden ve 1. trimester kayıpları arasında bazı çalışmalarda belirgin bir ilişki saptanamamışken 2 ve 3. trimester kayıpları ile ilişki saptanmıştır ( 7 ) . Ayrıca böyle çalışmalarda kaybedilen fetüslerde de Faktör V Leiden taşıyıcılığı yüksek oranda bulunmuştur. Faktör V Leiden’e preeklampsi ve fetal kayıplarda sık rastlanır, Arias ve arkadaşları kötü obstetrik sonuç alınan hastaların %53,8’inde Faktör V Leiden varlığı saptamışlardır (9 ) . Protrombin geni 11. kromozomun uzun kolunda lokalize bir gendir. Son yıllarda tromboz riskini artıran bir protrombin geni mutasyonu olan G20210A mutasyonu saptanmıştır. Bu mutasyon varlığı yüksek plazma protrombin konsantrasyonları ile ilişkilidir. Sağlıklı bireylerde %2, tromboz öyküsü olanlarda %6 ve seçilmiş aile öyküsü olanlarda %18 oranında rastlanan Faktör II (protrombin) G20210A mutasyonuna sahip taşıyıcılarda da protrombin düzeyi artmıştır ve tromboz riski normal populasyondan 2,8 kat daha fazladır. Faktör II G20210A mutasyonunu tekrarlayan fetal kayıplarla ilişkili olduğunu destekleyen çalışmalar mevcuttur (5, 10 ) . Protrombin geninde G20210 A mutasyonunun miyokard infarktüsü için genetik risk faktörü olduğu öne sürülmektedir. Bu mutasyonun yalnızca fetal kayıplarda değil aterosklerotik kalp hastalığı olan genç hastalarda tromboz için risk faktörü olduğunu belirten çalışmalar mevcuttur (11) . Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde 2004–2007 yılları arasında yapılan bu çalışmada tekrarlayan erken gebelik kayıpları ile maternal trombofili arasındaki ilişki Faktor V leiden, protrombin gen ve MTHFR gen mutasyonları, Protein C ve S eksiklikleri incelenerek değerlendirilmiştir. 5 III - GENEL BİLGİLER Dünya sağlık örgütü (WHO) tarafından 1977 yılında, gebelik ürününün ağırlığı ve gebelik sürecini kriter alarak bir abortus tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre, 20. gebelik haftasından önce, 500 gramdan daha az embriyo veya fetüs ve eklerinin, tamamının ya da bir kısmının uterus kavitesi dışına atılması olayına abortus denilmektedir (1) . Abortus; suprapubik ağrı ve uterin kramplarla ortaya çıkan vajinal kanama ile beraber gebeliğin uterustan sonlanması, gebeliğe dair bulgu ve semptomların kaybolmasıdır (1, 12) . Abortus nedeniyle olan vajinal kanamalar birinci ve ikinci trimesterde olan kanamalar arasında ilk sırayı almaktadır. Abortus gebeliğin en sık görülen komplikasyonudur (12) . Klinik olarak tespit edilmeyen, sadece biyokimyasal olarak gebeliğin mevcudiyeti bilinen olgulardaki, zamanında ya da birkaç gün geciken menstrüel kanama ile oluşan abortuslara subklinik abortus (belirlenemeyen) denir (1) . Spontan abortusların çoğu embriyonun ölümünden bir ila dört hafta sonra gerçekleşir. Başlangıçta desidua bazaliste kanama vardır. İmplantasyon yerinde inflamasyon ve nekroz oluşur. İmplantasyon yerinden ayrılan embriyo uterus içinde yabancı cisim olarak algılanır ve uterin kontraksiyonlarla serviks açılır, sonunda gebelik ürünü dışarı atılır (1, 12). Abortus, gebelik mahsulünün mekanik ya da farmakolojik girişim olmaksızın gebeliğin 20. haftasından önce spontan olarak sonlanmasını ifade eder. 12. gebelik haftasına kadar olan abortuslar erken abortus, 12–20. gebelik haftaları arasında olan abortuslar ise geç abortus olarak adlandırılmaktadır (1, 12) . 20. haftadan önce uterin kaynaklı vajinal kanama olmasına rağmen servikal açıklık yok ise düşük tehditi (abortus imminens), servikal açıklık mevcut ve giderek artıyorsa kaçmılmaz düşük (abortus incipiens) ten bahsedilir. 20.gebelik haftasından önce fetüs ölmüş, 4 hafta veya daha uzun süre kavitede kalmış ise missed abortus adını alır. Enfekte bir abortus sonucu enfeksiyonun maternal dolaşıma yayılmasına septik abortus denir. (1,12,13) Geniş bir yelpazeye sahip olan spontan abortus % 15–40 lık bir insidansa sahiptir. Bunların % 75'i 16. haftadan önce, % 62'si ise 12. haftadan önce görülmektedir. Gebeliğin tanısı konulmadan gerçekleşen subklinik abortus adını verdiğimiz durum ise % 8 oranında izlenmektedir (1) . Abortusları 2 ana başlık altında incelemek mümkündür. 6 Bunlar: 1- Spontan abortus 2- Provoke abortus’ dur 1- SPONTAN ABORTUS Hekimler, hastanın kendisi veya bir başkası tarafından uygulanan provoke abortusların dışında kalan bütün abortuslar spontan abortuslar olarak adlandırılır. Özellikle etyolojilerdeki farklılık nedeniyle spontan abortusları iki başlık altında incelemek daha uygun olur. Bunlar; 1.A-Sporadik abortuslar 1.B-Habituel abortuslar'dır (tekrarlayan düşükler). 1.A- SPORADİK ABORTUSLAR Sporadik abortuslar altta yatan kronik bir patolojinin olmadığı durumlardır. Spontan abortusların çok büyük bir kısmını oluştururlar (% 97–99). (12) Popülasyonda klinik olarak saptanabilen abortus oranı %10-15'dir. Yaş ilerledikçe klinik abortus oranı %20'ye yaklaşmaktadır. Ülkemizde tahmini rakamlara göre yılda l milyonun üzerinde spontan abortus olmaktadır. Ancak abortus oranını tam olarak söyleyebilmek mümkün değildir. Çünkü çok erken dönemde ortaya çıkan düşüklerin klinik olarak tanınma şansları yoktur. 2–3 haftalık iken kaybedilen embriyolar kadın tarafından basit bir adet düzensizliği olarak yorumlanır, bunlara menstrüel düşükler denir. Çok erken gebelikleri saptayabilen hassas gebelik testleri kullanıldığında gebeliklerin yaklaşık %40-50'sinin abortusla sonuçlandığı iddia edilmektedir (12, 13). Bu hastalarda eğer erken dönemde hassas gebelik testleri kullanılırsa gebelik testi pozitif bulunabilir. Pek çok yazar tarafından bu gebelikler yalnızca biyokimyasal olarak saptandığından kimyasal gebelik olarak adlandırılmaktadırlar. Bu dönemdeki gebelik kayıplarını spontan abortus olarak kabul edenler olduğu gibi, bunları preimpiantasyon veya erken postimplantasyon gebelikleri olarak adlandıranlar vardır (12). 7 1.A.i- İNSİDANS İnsan üreme sisteminin çok önemli bir özelliği yüksek kayıp oranıyla çalışan bir sistem olmasıdır. Klinik olarak tanınan gebeliklerin %10-12’si kaybedilir. Eski verileri esas alan ve %15–40 arasında verilen oranların doğru olmadığı hem retrospektif hemde prospektif çalışmalarla ortaya konmuş durumdadır(13). Türün devamlılığı açısından ilk bakışta başarısızlık gibi görünen bu durum, türün sağlığının korunması açısından değerlendirildiğinde yüksek bir başarıyı yansıtmaktadır. Türlerin pek çoğunda kromozomal olarak anormal bir sperm veya ovum varlığında fertilizasyon gerçekleşmez. Yani gametogenez anormallik potensiyeli taşıyan bireyleri ayıklama basamağı olarak iş görür. İnsanlarda ise bu ayıklama basamağı gametogenez sürecinde son derece yetersizdir. Bu nedenle kromazomal olarak anormal olsalar bile ovum ile sperm yinede fertilize olabilmektedir. Fertilizasyondan sonra ise ayıklama süreci çok etkin bir hale gelir. Bu etkinlik insanlarda spontan gebelik kayıplarının temelini oluşturmaktadır. Bu kayıpların çoğu gebelik henüz tanınmadan gerçekleşir. Öyleki fertilizasyondan sonra ortaya çıkan 86 embriyonun 16 ‘sı implante olmadan 27’si ise klinik olarak tanınmadan önce kaybedilir(14). Gebe kalmaya çalışan ve geç luteal fazda yapılan ß-HCG ölçümleri pozitif sonuçlanan fertil kadınların %8-%57’sinde beklenen tarihinde mensin başlamış olması da bunu desteklemektedir. Bu bulgular kimyasal gebeliklerin sanılandan daha fazla olduğunu ve bunların önemli bir kısmının kaybedildiğini göstermektedir (15). ß-HCG testleriyle bir önceki siklusunda preklinik kayıp yaşadıkları saptanan olguların %35’i bu kaybı izleyen ilk ayda, %95’i ise daha ileri dönemde çocuk sahibi olabilir (16) . 1.A.ii- SPONTAN ABORTUS PATOLOJİSİ VE PATOGENEZİ Abortusların çoğu embriyo öldükten 1–3 hafta sonra gerçekleşir. Desidua bazalise kanama vardır. İmplantasyon yerinde nekroz ve inflamasyon olur. Ovum implantasyon alanından kısmen ya da tamamen ayrılır ve bu durum uterus içinde yabancı cisim olarak algılanıp uterus kramplarına yol açar, serviks açılır, gebelik ürünü dışarıya atılır. Gebelik kesesi açılınca küçük masere bir fetus ve etrafında sıvı saptanır. Bazen kese içinde fetus görülmez (blighted ovum-anembriyonik gebelik)(1, 12, 13) . 8 Gebelik ürünü embriyo öldükten uzunca bir süre sonra uterus kavitesi dışına atılmışsa (missed abortus) ovum etrafındaki kan pıhtıları organize olur ve sağlam, sert bir kapsül oluşturur. Buna karneöz mol veya Breus molü (kan molü) denir. Tüm abortuslarda plasental villuslarda hidropik dejenerasyon vardır. Bazen amnios sıvısı absorbe olur, fetus kurur ve bası altında kalarak parşömene benzer (fetus papiraceus). Bu duruma daha çok ikiz gebeliklerde fetusun bir tanesi öldüğünde rastlanır(12) . 1.A.iii- ETYOLOJİ Erken Gebelik kayıplarında (sporadik abortuslarda) etyolojik faktörleri başlıca 3 gurupta toplayabiliriz. A) Fetusa ait faktörler B) Anneye ait faktörler C) Babaya ait faktörler A) FETUSA AİT FAKTÖRLER İlk 6–8 haftadaki spontan abortusların %50-80'inde fetüse ait bir genetik bozukluk ya da bir malformasyon saptanmaktadır. 8–12. haftalar arasında bu oran %25'e düşer. Ortalama olarak ilk trimester düşüklerinde kromozom anomalisi ve ona bağlı malformasyon oranı %50'dir. Erken düşüklerde atılan gebelik kesesi incelenirse sık olarak kese içinde gözle görülebilir bir embriyo bulunamaz. Buna daha önce belirtildiği gibi ‘blighted ovum’ denilmektedir. Yapılan mikroskopik diseksiyonlarda bazen çok küçük ve anormal embriyolar tespit edilebilmektedir. Malformasyonu olan fetüsler geç gebelik haftalarında bile olsa uterus dışına atılmaya eğilimlidir (12, 13) . a) Malformasyonlar Malformasyonun nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber normal trofoblastın implantasyonunda ortaya çıkan bir bozukluk olduğu düşünülmektedir. Maternal viral hastalıkların ve sitotoksik ilaçların implantasyonu bozduğu iddia edilir. Ovum ve spermatozoadaki bir genetik bozukluğun malformasyonlrın nedeni olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak yapılan çalışmalarda spermatozoadaki anomalilerin malformasyona yol açmadığı yönü ağırlık kazanmıştır (1, 17) . 9 b) Kromozon ve Gen Bozuklukları Canlı doğan 200 bebekten birinde kromozom anomalisi vardır. Zigotlardaki gerçek kromozon anomalisi oranı çok daha fazladır. Ancak kromozom anomalisi olan zigotların %90'dan daha fazlası atılır. Bu doğal seleksiyon ile toplumdaki anomali oranı düşürülmeye çalışılır (18) . b-1. Kromozom bozuklukları: Daha çok anöploid (sayı anomalisi) tipte kromozom anomalisine rastlanır. İlk trimester düşüklerinde en çok rastlanan kromozom bozukluğu trizomidir. Kromozom anomalilerinin yaklaşık %50'sini otozomal trizomi oluşturur (trizomi 13, 16, 18, 21, 22 sıktır). Bunu %20 vakada monozomi-X (45 X0) , %15 vakada triploidi (3n kromozom sayısı) ve %5 vakada tetraploidi (4n kromozom sayısı) izler. Trizomiye yol açan temel mekanizma "nondisjunction"dır (mayoz sırasında kromozom çiftlerinin ayrılamaması). Ayrıca anne ya da babada dengeli translokasyon veya dengeli kromozomal inversiyon da otozomal trizomiye yol açabilir. Trizomi riski annenin yaşı arttıkça artar. Triploidi nedeni ise genellikle ovumun iki sperm ile döllenmesidir. Burada plasentada hidropik dejenerasyon (molar değişim) görülür. Bu olay anne yaşından bağımsızdır. Ancak kromozom bozukluklarının nasıl abortusa yol açtığı henüz kesin bilinmemektedir. Mitozun bazen durumu bozduğu iddia edilmektedir. Embriyo, trofoblast ve desiduada hızla artan hücre kitlesinin nükleik asidinin yapımında gerekli olan maddelerin eksikliğine neden olduğu ileri sürülmüştür, (folik asit eksikliği, protein eksikliği, vitamin B–12 vb) (19) . b-2. Gen bozuklukları: İzole bir mutasyon ya da poligenik (birden fazla sayıda genin beraberce bozuk olması) faktörler kromozom yapısını değiştirmeden genetik bozukluğuna yol açabilirler (öploid bozukluk) . Bu durum daha geç haftalarda düşük yapar ve maternal yaş arttıkça risk artar (18) . c) Fetal anoksi Annenin böbrek hastalıkları ve hipertansiyonu, dekolman, sirkumvallat plasenta, plasenta previa, molar hastalık ve plasentanın infeksiyonlan plasenta sirkülasyonunu bozarak fetal 10 anoksiye yol açarlar, Umbilikal kordonda meydana gelen düğümler ani fetal kayıplara neden olur. Annenin kalp, akciğer hastalıkları ve ciddi anemisi fetal anoksi yaratır (12) . d) Fetal anemi Rh uyuşmazlığı; anemi ve kalp yetmezliği yaratarak 2. trimesterde düşüğe neden olabilir (12) . B) ANNEYE AİT FAKTÖRLER a) Maternal enfeksiyonlar Akut sistemik infeksiyonlar spontan abortusa yol açabilir. Listeria, vibrio, salmonella ve vaksinia ile olan infeksiyonlarda abortus oluşabileceği iddia edilir. TORCHES (Toksoplazma, Rubella, Sitomegalovirüs, Herpes tip 2, Sifiliz) akut infeksiyonları ilk trimesterde geçirilirse abortusa yol açabilirler. Akut infeksiyonu tanıma kriteri infektif ajana karşı spesifik immünglobulin M (Rubella IgM, cMv İgM...) nin uygun gebelik haftasında kordon kanında yüksek olarak saptanmasıdır. Bir gebe kadında bir patojen ajana karşı immünoglobulin G'nin (IgG) saptanması ise sadece o ajanla daha önceden karşılaşılmış olduğunu ve organizmanın bir yanıt oluşturduğunu gösterir. Annenin aktif infeksiyon geçirdiğinin gösterilmesi için anne kanında IgM'in titrasyonunun arttığının gösterilmesi gerekmektedir ( 20 ) . Klamidyanın abortus yapabileceği bilinmektedir. Mikoplazmaların abortus yapan kadınlarda daha fazla bulunması abortus yapabilecekleri iddiasına yol açmıştır. Ancak bu iddiayı destekleyen yeterli veri yoktur (13, 20). b) Anatomik Anomaliler Kaviteyi bozan konjenital müllerien anomaliler, submüköz ve intramural myomlar, nadiren retrofleks uterus gibi uterin malpozisyonlar, geçirilmiş operasyonlar sonucu uterus duvarında oluşan skar dokusu, uterin sineşiler, özellikle ikinci trimester kayıpları açısından anatomik veya servikal yetmezlik gibi faktörler abortusa neden olabilirler (21) . 11 c) Sistemik Hastalıklar Hipertiroidizm, hipotiroidizm, diabetes mellitus gibi endokrin bozukluklar, kardiovasküler ve renal hipertansif hastalıklar, SLE gibi bağ dokusu hastalıkları abortusa neden olabilir. Protein ve vitamin eksikliklerine yol açan beslenme bozuklukları da sorumlu faktörlerdendir(12, 13, 47) d ) Toksik ve çevresel faktörler Maternal hipoksi, teratojenik ilaçlar, folik asit antagonistleri, antikoagülanlar, kurşun gibi zehirli metaller, özellikle sigara, alkol ve kokain kullanımı gibi faktörler mevcuttur. Anestezik gazlar hem abortus oranını ve hem de fetal anomali riskini yaklaşık 2 kat artırırlar. Radyasyon belli dozda alındığında abortusa yol açabilir. Ayrıca kolşisin, antineoplastik ilaçlar, lüteolitik ajanlar (östrojen vb.) kimyasal maddeler düşük nedeni olabilirler. (12) e) Travma ve Laparotomi Özellikle ikinci trimesterde gebe uterusa penetran ve künt travmalar, elektrik şoklar olası abortus nedenleridir (12) . Bazı cerrahi girişimlerde korpus gravidarumun bozulması ile abortus meydana gelebilir. İlk trimester içinde yapılan laparotomide %30 oranında abortus oluştuğu bildirilmektedir. Daha ileri haftalarda abortus oranı hızla düşmekte ve 16. hafta civarında %4 olmaktadır (12, 13) . C) BABAYA AİT FAKTÖRLER Abortuslarda paternal faktörler üzerinde ki araştırmalar halen yetersizdir. Babanın oligospermisi veya hiperspermisi, sperm DNA içeriğinin anormal miktarda azalmasına yol açarak abortusa neden olabileceği ileri sürülmektedir. Yaşlı gametlerle oluşan gebeliklerde de abortus oranı artmaktadır . Spermiumdaki anomalilerin veya paternal kromozom anomalilerinin abortuslarda artışa neden olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca spermiumlardaki DNA azlığının abortusa neden olabileceği belirtilmektedir. Bugüne kadar spontan gebelik kayıpları ile açık seçik ilişkisi konmuş tek paternal faktör spermatik kromozomal translokasyondur(15, 22) . 12 1.A.iv.KLİNİK SINIFLAMA 1- Abortus imminens 2- Abortus insipiens 3- Abortus inkompletus 4- Abortus kompletus 5- Missed abortus 1- Abortus imminens Düşük tehdidi anlamına gelir. Gebeliğin ilk yarısında hafif uterus krampları ile birlikte olan vaginal kanamadır. Gebelerin %20-25'inde ilk aylarda spotting tarzında minimal vaginal kanama olur . Abortus imminenslerin yaklaşık yarısı düşükle sonuçlanır. Doku kaybı ya da membran rüptürü yoktur. Muayenede servikal os kapalıdır ve uterin kaviteden kanama olduğu görülür. Serviks silinmemiştir. Vaginal kanama yapabilen ektopik gebelik, trofoblastik hastalık, servikal lezyonlar, serviks kanseri ve desidual serviks polibine ait kanamalardan ayırtedilmelidir. Desidual servikal polip (psödoabortus sendromu) özellikle ilk trimesterde ve koitus sonrasında kanama ile ortaya çıkar ve abortus imminensi andırarak yanlış tedaviye gidilmesine neden olabilir. Bu gebelik desiduasının servikal kanaldan prolabe olması ve düzensiz gelişmesinden olur. Abortus imminensten farkı ağrının olmaması ile kanamanın az ve koyu renkli olmasıdır. Spekulumla muayene sırasında kollum ağzında desiduel polipler (koyu renkte dokununca kanayan) görülür. Ultrasonografi ve seri ß-hCG ölçümleri İle durum aydınlatılmaya çalışılır. Eğer gebelik 8 haftaya kadar gelebilmişse %90 normale dönecek demektir. Seri ß-hCG ölçümlerinde artış gözlenmiyorsa durum iyi değildir. ( 12, 15 ) Tedavide sadece yatak istirahati yeterlidir. Progesteron vermek fetal kayıp oranını değiştirmez, yalnızca abortusun missed abortusa dönüşme şansını arttırır. Kadının cinsel aktiviteden uzak kalması gereklidir. Cinsel aktivite ile erkek semeni yoluyla ulaşan prostaglandinler ve orgazm uterus aktivitesini arttırır ve prognozu kötüleştirir ( 12 ) . 2- Abortus İnsipiens Kaçınılmaz düşük anlamına gelir. Servikal yetmezlik olmayan kadında serviks 1,5 cm veya daha fazla dilate olmuştur. Doku kaybı olmamıştır. Ancak atılan koagülumlar ile karı13 şık doku kaybının olmadığını söyleyebilmek zordur. Prognoz kötüdür. Bu durumda bazen kanama hayatı tehlikeye atacak boyutlarda olabilir. İnkomplet abortusta olduğu gibi küretaj ile gebelik sonlandırılır (15) . 3- Abortus inkompletus Tam olmayan düşük demektir. 10. gebelik haftasından Önce abortus meydana geldiğinde plasenta ve fetüs genellikle beraberce atılırken daha sonraki haftalarda fetüs atılır fakat plasenta tamamen ya da kısmen uterin kavitede kalır. Burada doku kaybı ile birlikte vaginal kanama ve ağrılı uterus krampları vardır. Atılan doku parçaları dikkatle incelenmeli ve trofoblastik eleman aranmalıdır. Atılan materyalin sadece gebelik desiduası olduğu histolojik olarak tespit edilirse bu durumda ektopik gebelik düşünülmelidir (kadük atılması). Gebeliğin devamı mümkün değildir. Kanama ve infeksiyon gibi komplikasyonların önüne geçebilmek için uterus vakit geçirmeden boşaltılmalıdır. Vaginal muayenede vaginaya atılmış ya da dilate servikal kanalda gebelik ürününe ait parçalar görülür. Hastanın kan kaybı derecesi, vital bulguları değerlendirilir, uterus kavitesi ve servikal kanaldaki plasenta parçaları dilate serviksten vakum ya da keskin küretajla temizlenir. Bu sırada oksitosin perfüzyonu yapılır. Uterus boşaltıldıktan sonra uterotonik preparatlar (metil ergonovin maleat tabletleri) ve antibiyotik verilebilir (12, 15) . 4- Abortus kompletus Tam düşük demektir. Gebelik ürünü uterus kontraksiyonlan ile tamamen atılır. Ardından vaginal kanama ve ağrı azalır, ultrasonografi ile uterusta materyal kalıp kalmadığı kontrol edilebilir. Seri ß-hCG ölçümleri yardımcı olur. Ancak gebelik ürününün tamamen atıldığından emin olmak zordur; bu nedenle kavitenin keskin küretle kontrol edilmesi önerilir. (12, 15) 5- Missed abortus Ölü fetüsün bir aydan uzun bir süre uterin kavitede kalmasıdır. Herhangi bir faktör sorumlu olabilir ancak ikinci trimestrden önce missed abortus sıklıkla gözlenmez. Uterin bir anomali sorumlu olabilir. Neden konseptusun uterus tarafından dışarı atılmadığı sorusuna cevap bulunamamıştır. Bir hipoteze göre eksojen verilen progesteronun veya 14 normal salınmaya devam eden endojen progesteronun uterin kontraktiliteyi azalttığı öne sürülmüştür. (12, 13) Gebelik semptomlarının kaybı ve uterin boyutta azalma ile beraber, fetüsün en az bir aydır ölü olmasına rağmen dışarı herhangi bir dokunun atılmaması durumu vardır. Aktif kırmızı kanama yerine kahverengi vajinal akıntı mevcuttur. Ağrı ve hassasiyet izlenmez. Tanı ultrasonografı ile kolayca konur. Gebelik testi negatif, 4 haftayı geçen durumlarda plasma fibrinojen düzeyi düşüktür (13). Tanı ile beraber enfeksiyon ve belirgin derecede azalmış fibrinojen düzeyleri uterin kavitenin hemen boşaltılmasını gerektirir. Erken gebelikte suction küretaj, ikinci trimestrede ise prostoglandin E ile eylem indüksiyonu yapılmalıdır. Kanama ve hipofibrinojenemi varsa taze kan , fibrinojen veya plasma transfüzyonları yapılmalıdır (12) . B- HABİTUEL ABORTUS (Rekürren Abortus) (Tekrarlayan düşükler) 20. gebelik haftasından önce birbirini takip eden 3 gebeliğin kaybı ile tanımlanır. Daha öncede belirtildiği gibi spontan abortus riski % 15–40 arasındadır, birbirini takip eden 2 abortus riski % 2–3, 3 abortus riski ise % l'in altındadır. Maternal ve paternal yaş, önceki spontan düşük, ölü doğum ve konjenital malformasyonlu fetus hikayesi insidansı etkiler (1, 12). Vakaların 2/3' ünde genetik nedenler, reprodüktif sistemin anatomik bozuklukları, enfeksiyonlar, immünolojik faktörler ve sistemik hastalıklar sorumlu iken, 1/3' ünde neden bilinmemektedir. (1, 12, 13) a) HABİTUEL ABORTUS ETYOLOJİSİ Tekrarlayan gebelik kaybı sendromu her yıl 500.000’den fazla kadını etkileyen yaygın obstetrik bir problemdir. Tekrarlayan düşükler genellikle iyi tanımlanmış defektler nedeniyledir. Rodger ve arkadaşları habituel abortusun etyolojik faktörlerini; *Kan koagülasyon proteinleri ve trombosit defektleri %53 *Anatomik nedenler %15 *Hormonal anomaliler %15 15 *Kromozomal nedenler %7 *Diğer nedenler (enfeksiyon, immünolojik, çevresel) %10 olarak tanımlarken (14) daha eski ve klasik bir tanımlama ise şöyledir: 1) Genetik bozukluklar 2) Anatomik Anomaliler 3) Hormonal Bozukluklar 4) Enfeksiyonlar 5) İmmünolojik Faktörler 6) Sistemik Hastalıklar 7) Çevresel Faktörler 8) Koagülasyon sistemine ait patolojiler a-1 ) Genetik Bozuklukları (Mendelian , Multifaktöriyel ,Robertsonian ,Resiprokal , Diğer) İlk trimestr spontan abortuslarında % 50–60 anormal karyotip insidansı mevcuttur. En sık olarak trizomiler (% 52), izlenirken, poliploidi % 26, X monozomi ise % 15 oranında gözlenir. Eğer ilk abortus normal karyotip ile gerçekleşmişse, sonraki gebelikte anormal karyotip riski % 50, anormal karyotip ile olmuşsa ise sonraki gebelik % 80 anormal karyotipe sahip olacaktır. Bir kayıp sonrası ilk trimestr abortus şansı % 24, iki kayıp sonrası % 26, üç kayıp sonrası ise % 32 dır (12, 13, 15) . Olası genetik hatalar, kromozom translokasyonları, genetik geçişli biokimyasal bozukluklar, radyasyon, kimyasallar ve TORCH enfeksiyonu kaynaklıdır (12) . Trizomi, birinci mayotik bölünme sırasında en sık görülen nondisjunction (ayrılmama) sonucudur. Trizomi 21 vakalarının 2/3'ü maternal orijinlidir. Dengeli translokasyonlara sahip çiftlerde spontan abortus riski artmaktadır. Tekrarlayan abortusları olan çiftlerde % 10'dan fazla anormal karyotip insidansı mevcuttur. En sık izlenen anomaliler % 44 ile translokasyon , % 48 ile mozaisizm ve % 8 ile delesyon veya inversiyondur. Habitual abortusu olan çiftlerin % 10 ' undan fazlasında önceki çocuk ve yakınlarında nöral tüp defektleri, Potter sendromu, diyafram hernisi, omfolosel, yarık damak ve yarık dudak gibi mııltifaktöryel problemler gözlenmiştir. Hipermodal kromozomlara sahip olan çiftlerde habitual abortus ve aneuploidili çocuk riski 10 kat artmıştır.(12, 18) 16 Bu hastalarda çiftlerin dikkatli bir hikayesi alınmalı, 3 kuşak soy ağacı çıkarılmalıdır. Hem çiftlerin hem de abortus materyalinin karyotipik incelemesi yapılmalıdır. Paternal defekt varsa tek çare artifısyel inseminasyondur. Maternal defektte ise oosit donasyonu gerekir (12) . a- 2 ) Anatomik Anomaliler Müllerian anomaliler, Dietilstilbestrol kullanımına bağlı uterin anomaliler, iatrojenik,uterin septum, hemiuterus, çift uterus, servikal yetmezlik, myomlar,asherman sendromu gibi uterin patolojileri kapsar.(23) Tekrarlayan kayıpların % 15'inden sorumludur. Konjenital uterin anomaliler, servikal yetmezlik, submüköz myomlar, DES'e bağlı anomaliler, sineşiler sayılabilir. Aslında bu defektlere sahip kadınların % 50'sinde üreme ile ilgili bir problem yoktur. Bikornuat uterus ve tek uterin horn spontan abortuslann % 30'undan, septat uterus ise % 20-25'inden sorumludur. Genelde kayıplar ya implantasyon bölgesinin yetersiz kanlanması yüzünden erken dönemde, ya da yapısal defektlere bağlı ikinci trimestrde görülür (21) . Tanı histerosalpingografi, histeroskopi ve laparoskopi ile konur. Tedavide anomalilerin cerrahi olarak düzeltilmesi, metroplasti ameliyatları (Jones, Tompkins, Strassman), septat uterusta histeroskopik rezeksiyon, myomektomi, servikal yetmezlikte McDonald veya Shirodkar serklaj alternatifleri mevcuttur. Vakaların % 70'inde cerrahi tedavi başarılı olmaktadır (12, 24) . a-3) Hormonal Bozukluklar Tiroid disfonksiyonu, progesteron yetersizliği ve diabetes mellitus vakaların % 25'inden sorumlu olabilir. Tiroid fonksiyon testleri (T3, T4 ve TSH) yapılmalı olası bir hipotiroidizm ekarte edilmelidir. Bazı vakalarda tedavi ile başarılı sonuçlar alınmıştır (25, 146) . Çoğu habituel abortus vakasında progesteron yetmezliği en sık izlenen sebebtir. Tanı aslında retrospektif olarak konur. Serum progesteron düzeyleri ile gebelik kaybı arasında zayıf bir ilişki saptanmıştır. Serum progesteron düzeyleri, luteal fazda yapılan endometrial biyopsiler ve bazal vücut sıcaklığı ölçümleri ile tanıya gidilebilir. Günde 2 kez 25 mg 17 progesteron içeren vajinal suppozituarlar veya korpus luteum fonksiyonunu destekleyen eksojen hCG uygulamaları mevcuttur. Burada ayrıca fetüsün eksojen progesterona maruz kalma riski de değerlendirilmelidir (12, 26) . Kontrolsuz diabetes mellitus varlığında spontan abortus riski 3 kat artmaktadır. Bu nedenle habitual abortusta plasma glukoz ve HbAlC düzeyleri ölçülerek glukoz intoleransı taranmalıdır. Yüksek HbAlC düzeyleri ile spontan abortus arasında korelasyon saptanmıştır (27) . Tekrarlayan gebelik kayıpları olan hastalarda hiperprolaktinemi ve hiperandrojenizmin tedavisi ile daha sonraki gebelik kayıplarının önlenebileceği belirtilmiştir (28) . a-4) Enfeksiyonlar Başlıca enfeksiyonlar aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır (20) . · · · · Bakteriler o Listeria monocytogenes o Chlamydia trachomatis o Ureaplasma urealyticum o Mycoplasma hominis o Bakteriel vaginozis Virusler o Cytomegalovirus (CMV) o Rubella o Herpes simplex virus (HSV) o Human immunodeficiency virus (HIV) o Parvovirus B 19 Parazitler o Toxoplasma gondii o Plasmodium falsifarum Spiroketler - Treponema pallidum Habituel abortus hikayesi olan hastalardan servikal ve endormetrial doku örnekleri alınarak Mikoplasma, Klamidya, Listeria monositogenez, N.gonorrheae, sitomegalovirus, herpes simpleks kültürleri yapılmalıdır. Rubella, Toksoplazma, CMV, Herpes ve Listeria 18 bir kez düşüğe neden olsada, antikor oluşumu diğer gebelikleri korur. Toksoplasma gondii, Treponema pallidum, Brucella abortus için de serum titreleri çalışılmalıdır. Enfeksiyon saptanırsa gerekli antibiotik tedavisi ve yakın takip uygulanmalıdır. (1, 12, 13) a-5 ) İmmünolojik Faktörler ABO, Rh, Kell gibi kan grubu uyuşmazlıkları, maternal ve paternal HLA benzerliği nedeni ile fetusun yetersiz olarak tanınması, deprese olmuş maternal immunojik cevap gibi nedenlerde abortusa yol açabilir (29). Normal termde doğum yapan bir kadına göre habitual abortus vakaları: • Eşleriyle daha fazla HLA-A ve HLA-B antijenlerini paylaşırlar. • Daha az hücresel immünite inhibitörüne sahiptirler. • Transplantasyon antijenleri yoktur. • Transplantasyon antijen uyumu olan fetusleri taşırlar. Blokan antikorlar uyarılamadığı için blastokist rejeksiyonu olabilir. • Eşleriyle daha fazla transferrin G paylaşırlar. • Daha düşük serum antisitomegalovirus cevabı gösterirler. • Daha düşük lenfositotoksik antikor titresine sahiptirler. • Beklenenden daha düşük antisperm antikor titresi bulunur (30) . P veya PK kan gruplarına sahip kadınlar, tekrarlayan abortus için bir faktör olabilen anti-P antikorunu daha az salgılarlar. Plasmaferez bu hastaların tedavisinde başarılı olabilir. Bu nedenle immünolojik incelemede çiftlerin HLA-A ve B, transplantasyon antijeni, transferrin ve kan grubu tayinleri yapılmalıdır. Saflaştırılmış paternal lenfositler tedavide kullanılabilir. Ayrıca aktive edilmiş otolog kan transfüzyonunun da olumlu etkileri olabileceği düşünülmektedir. İV immunglobulin infüzyonu tedavileri konusunda çalışmalar mevcuttur (29, 30) . Habitual abortus hikayesi olan gebelerde serum NO ve IL–2 düzeylerinde belirgin artış gözlenmiştir. Gebelik öncesi değerler ise normalin altında bulunmuştur. Bu da immünolojik sistemdeki değişikliklerin bir göstergesidir (31, 32) . HLA-DR antijeni ile ilişkili immünolojik faktörlerin özellikle servikal yetmezlik gibi ortaya çıkan ve serklaj ile durdurulamayan geç düşüklerde rol oynadığı düşünülmekledir (33). 19 Antifosfolipid sendromunda (APS) plasental yatakta izlenen koagülopati ve vaskülopati sonucu tekrarlayan gebelik kayıpları olabilir. APS antikorları, anneksin V adı verilen potent antikoagulan miktarını azaltarak vasküler yatakta trombus formasyonuna yol açmaktadır (34) . İnsan lökosit antijen sistemi APS'da rol almaktadır. Antikardiolipın (aCL) ve lupus antikoagulan (LA) testleri, antifosfolipit antikorlarını saptamada kullanılır. aCL antikoru %15, LA ise % 7 gebede bulunabilmektedir (35) . Antikardiolipin antikorları bulunan gebelerde yapılan çalışmalarda abort olan konseptusta kromozomal anomali insidansının düşük olması bu antikorun rekürren abortustaki belirgin rolünü ortaya koymaktadır (36) . aCL ve LA antikoru negatif olan fakat klinik olarak APS düşündüren gebelerde ise anti beta-2 glikoprotein l düzeylerine bakılması önerilmektedir, bu protein APS antikorlarının fosfolipid yüzeylere yapışmasını sağlayan bir kofaktördür (37, 38) . Düşük doz heparin tedavisi ile % 70–80 fetal sürvi sağlanabilir ancak APS 'da prematurite ve intrauterin gelişme geriliği gözlenebilir (39) . Prekonsepsiyonel 80 mg/gün aspirin ve postkonsepsiyonel düşük doz heparin (5000 Ü x 2) ile mükemmele yakın başarı rapor edilmiştir (40) . Antifosfolipid antikorlarının yanında antiprotrombin, antitiroid, antinükleer antikorların da bulunduğu prednisolon ve aspirin kombinasyonu ile etkin tedavi yapılabildiği bildirilmiştir (29). İmmunosupresif tedavinin de kullanılabileceğini gösteren yayınlar vardır (30). Tekrarlayan gebelik kayıplarında plasental implantasyon bölgesinde trombus formasyonu, desidual nekroz, desidual inflamasyon, fibrin ve mononükleer infîltrasyonu gözlenmiş ve bu immünopatolojik mekanizma üzerinde durulmuştur (31). Tekrarlayan abortuslarda ağır metal maruziyeti sonucu ortaya çıkan hormonal ve immünolojik değişikliklerin de sorumlu olduğu söylenmektedir (41). a-6 ) Sistemik Hastalıklar Tekrarlayan abortus nedeni olarak kronik hipertansif ve kronik renal hastalıklar kolaylıkla saptanabilir. Kollajen doku hastalıkları da yüksek spontan abortus oranı (SLE'de % 40) ile beraberdir. Bu nedenle kollajen doku hastalıkları ve sistemik hastalıklar açısından tarama yapılmalı ve tedavisi gerçekleştirilmelidir. 20 Sebebi açıklanamayan tekrarlayan gebelik kayıplarında antikardiolipin antikor, hiperhomosistinemi ve faktör V Leiden mutasyonu insidansında artış saptanmıştır (42, 43) . Herediter veya sonradan kazanılmış aktive protein C direncinde tekrarlayan gebelik kayıplarına neden olabileceği öne sürülmüştür (5) . Doğum ve gebelik sırasında maternal ve fetal kanamayı engelleyen fizyolojik olarak salınan fıbrinojen ile bağlantılı prokoagulan (fgI2) proteininin, stres, endotoksin veya antijenik uyarı ile trofoblast ve desiduada aşırı salınarak trombüslere yol açtığı ve bu şekilde gebelik kayıplarına yol açtığı düşünülmektedir (44) . Ayrıca vitamin B12, folat eksiklikleri ve metionin-homosistein metabolizmasındaki eksikliklerin de rolü olduğu öne sürülmüştür (45) . a-7) Çevresel Faktörler Kurşun gibi zehirli metaller, özellikle sigara, alkol ve kokain kullanımı gibi faktörler, anestezik gazlar ,radyasyon abortusa yol açabilir (12). a-8.i Koagülasyon Sistemine Ait Patolojiler (trombofili, hiperkoagülabilite) Trombofili edinsel ya da kalıtsal olabilen trombotik bir eğilimdir. En sık görülen edinsel trombofililer lupus antikoagülan ve antikardiolipin anikorlardır. TGK etyolojsindeki rolü belirlenmiştir. Son yıllarda saptanan kalıtsal trombofili sayısı artmıştır ve kalıtsal trombofili ile TGK arasındaki ilişkiye dair çelişkili raporlar bildirilmektedir. Kalıtılabilir trombofililer tromboembolik hastalığın major nedenlerindendir ve anlamlı oranda maternal ve fetal sekellerden sorumludurlar. Trombofililere bağlı trombotik epizod riski 8 kat daha artmıştır. en sık görülen kalıtsal trombofili Faktör V Leiden için heterozigosite, Protrombin G 20210A mutasyonu ve MTHFR ‘ nin termolabil varyantıdır ki bu varyant hiperhomosistineminin en sık nedenidir. Daha nadir görülen trombofililer antitrombin, protein C ve protein S ‘ nin otozomal dominant bozuluklarıdır (47) . Erken ve/veya tekrarlayan gebelik kayıplarına sebep olan, etyolojisinde otoimmün faktörlerin rol oynadığı; Sistemik Lupus Eritomatozus ve Antifosfolipid sendrom edinsel Hiperkoagülabilite sebepleridir (47). Kalıtsal trombofiliye yol açtığı bilinen Protein C/S eksikliği, Antitrombin III eksikliği gibi bilinen hastalıkların yanısıra son 5 – 6 yılda aktive protein C rezistansı (Faktor V 21 Leiden gen mutasyonu), protrombin gen mutasyonu, MTHFR gibi yeni trombofili etkeni durumlar saptanmıştır (47). Normal Hemostaz Mekanizması ve Koagülasyon Sistemi • Bir kanama durumunda 3 hemostatik mekanizma çalışır; 1. Kan damarlarının kasılması (vazokonstrüksiyon) 2. Trombositlerin bir araya toplanıp tıkaç oluşturması-trombosit tıkacı(agregasyon) 3. Kanın pıhtılaşması (koagülasyon) Koagülasyon • Koagülasyon sisteminin son ürünü plazma proteini olan fibrinojenin fibrine çevrilmesidir. • Bu reaksiyonda trombin adı verilen enzime gereksinim duyulur. • Fibrin kan hücreleri ile birlikte pıhtıyı oluşturur. • Koagülasyon ekstrensek ve intrensek yollar ile gerçekleşir. Koagülasyon; Ekstrensek ve intrensek yol • Ekstrensek yol kan damarı yırtılıp doku hasar gördüğünde pıhtılaşma mekanizması hızlı bir şekilde aktive olur. • İntrensek yol ise damarın iç duvarı zarar gördüğünde ya da düzensizleştiğinde aktive olur. • Fibrinojenin fibrine çevrilmesi her iki yolda kullanılabilir. (ortak yol) 22 Şekil 1: Koagülasyonun Ekstrensek Yolu. Şekil 2: Koagülasyonun intrensek yolu. 23 Pıhtılaşmanın kontrolü, herbiri birkaç pıhtılaşma faktörünü inaktive eden inhibitörlerle ve fibrinolitik sistemle sağlanır. Normalde dengeli çalışan pıhtılaşma başlatıcı (protrombotik-prokoagülan) ve pıhtılaşma önleyici (antitrombotik-antikoagülan) mekanizmalar tromboz oluşmasını engeller. a-8.ii Gebelikte Hematolojik Değişiklikler Hemostatik sistem özellikle gebeliğin üç aşamasında önemli rol oynar; ovulasyon, implantasyon ve plasentasyon. Tromboz gelişimine eğilim oluşturan trombofilik bozuklukların sadece rekürren düşüklerin değil, aynı zamanda geç gebelik komplikasyonlarının da etyolojisinde potansiyel rol oynayabileceğine dair yayınlar mevcuttur (48). Gebelikte plazma volümü artışı en fazla 1. ve 2. trimesterde olmak üzere 24. haftada en yüksek düzeye ulaşır (13). Gebelikte artan plazma volümüne ek olarak hemostatik sistemde de önemli değişiklikler olmakta ve hemostatik mekanizmalar trombus oluşmasına yatkın olan yeni bir dengeye kavuşmaktadır. Bu fizyolojik değişiklikler fetoplasental dolaşımın sürdürülebilmesi açısından zorunlu olmakla beraber, kadınları gebelik ve puerperium sırasında tromboz açısından, gebe olmayan kadınlara göre daha riskli bir hale getirmektedir. Normal gebelikteki trombosit sayısına dair raporlar çelişkilidir (49,50). Normal gebeliklerin yaklaşık %6-10’unda özellikle 3. trimester sonuna doğru herhangi bir obstetrik komplikasyona yol açmayan hafif bir trombositopeni görülmektedir (49) . Gebeliğin koagulasyon faktörleri üzerindeki etkisi gebeliğin 3. ayından itibaren belirgin hale gelmektedir. Fibrinojen, Faktör VII, VIII, IX, X, XII, yüksek molekül ağırlıklı kininojen ve prekallikrein gebelik sırasında artış gösterir (50, 51) Bu artış özellikle fibrinojen, Faktör VII, VIII, X açısından çok belirgindir. Faktör VIII koagulan aktivitesi ve von Willebrand faktörü de gebelik boyunca progresif olarak artar. Gebeliğin 20. haftasında fibrinojen düzeyleri normalin iki katına ulaşır ve gebeliğin sonuna kadar da bu şekilde seyreder. Gebelikteki plazma artışı da gözönünde bulundurulursa fibrinojendeki artış en belirgin olanıdır. Aynı şekilde Faktör VII 2. trimesterde %200’lere varan bir artış gösterir ve gebeliğin sonuna kadar bu yüksek seviyelerini korur. Faktör VIII gebeliğin son trimesterinde en yüksek değerlerine ulaşırken, Faktör X gebeliğin son trimesterinde %200’lük bir artış gösterir. Faktör XII ise gebeliğin ikinci yarısında daha az düzeyde bir artış gösterir. Gebelik sırasında Faktör XI ve XIII düzeyi ise %70’lere varan 24 bir azalma göstermektedir. Faktör II ve V’in düzeyleri ile ilgili çelişkili raporlar olmakla birlikte esasen önemli bir değişiklik göstermedikleri söylenebilir (52). Mc Coll ve arkadaşlarının yaptıkları 239 kadının gebelikleri sırasında izlendiği prospektif bir çalışmada gebelerin %38’inde kazanılmış APC rezistansı geliştiği, bu durumdan Faktör V ve VIII düzeylerindeki artış ve serbest Protein S düzeylerindeki azalmanın sorumlu olduğu belirtilmiştir (51). Koagulasyon proteinlerinde görülen bu artıştan çeşitli hormonların, özellikle östrojenin sorumlu olduğu düşünülmektedir ( 50, 51, 53) . Gebelik sırasında hafif artış gösteren fibrin yıkım ürünleri (FDP) ise fibrin oluşumundaki artışı yansıtmaktadır. Gebelikte arttığı düşünülen fibrinopeptit A düzeyleri de (trombin etkisiyle fibrinojenin fibrine dönüşmesi sırasında açığa çıkar) yine fibrin oluşumunun arttığını göstermektedir. Doğal antikoagulanlar koagülasyon reaksiyonlarını çeşitli aşamalarında kontrol altına alan plazma proteinleridir. Bunlardan bir kısmı serin proteazları inhibe etmekle görevlidir. Serpinler adı verilen bu plazma proteinlerinden başlıcaları heparin/antitrombin III sistemi, Protein C, Protein S sistemi ve Tissue Factor Plasminogen İnhibition (TFPI) sistemleridir. Vasküler sistemde sürekli olarak düşük miktarlarda Faktör X ve Faktör V aktive olmakta ve bu aktive olmuş koagülasyon faktörleri trombosit reseptörlerine bağlanarak protrombinaz kompleksi ve trombin oluşumuna yol açmaktadır. Doğal antikoagülanlardan antitrombin III (AT III), trombin başta olmak üzere aktive olmuş Faktör X, IX, XII’yi inaktive eder. Gebelikte AT III’ün seviyesinde önemli bir değişiklik olmasa da doğum sırasında ve doğumu izleyen bir hafta içerisinde düzeylerinde azalma gözlenir (49, 54). Ancak gebelik sırasında artan plazma volümü gözönüne alınırsa gebelikte AT III düzeyinin sabit kalabilmesi, ancak sentezinin artmış olması ile mümkün olacaktır. Prokogülan proteinlerden Faktör V ve Faktör VIII bir doğal antikoagülan olan Protein C tarafından proteolizle parçalanarak inaktive edilir. Protein S ise Protein C’nin bu proteoliz ile inaktivasyon reaksiyonlarındaki kofaktörüdür. Protein C gebelikte sabit kalır yada hafif artışlar gösterirken Protein S önemli ölçüde azalır (2) . Prokoagülan ve antikoagülanların gebelik sırasında gösterdikleri bu değişiklikler prokoagülanların lehine, yani trombus oluşmasına yatkın yeni bir denge sağlayacaktır. Postpartum dönemde gebelik sırasında oluşan hemostatik parametre değişiklikleri hızla normale döner. Bunlar içerisinde en çabuk düzelen fibrinolitik aktivitedir. Plasentanın ayrılması ile birlikte plazminojen aktivatör inhibitörü (PAI) seviyesi düşer ve fibrinolitik aktivite hızla artar. Postpartum dönemdeki fibrinolitik aktivite artışından PAI seviyelerinin 25 hızla düşmesinin yanısıra doku plazminojen aktivatörü (tissue plasminogen activator, tPA) artışıda sorumludur tPA düzeylerindeki bu ani fakat kısa süreli artışın plasentanın ayrılması sırasında endotelden açığa çıkan tPA’ya bağlı olduğu düşünülmektedir (53, 55) . Sonuç olarak sağlıklı bir gebelikte çeşitli koagülasyon proteinlerinin artması, bazı antikoagülan proteinlerin ve fibrinolizin azalması ile geçici bir hiperkoagülabilite dönemi gelişmektedir. Asıl çalışmamızın ana konusu olan trombofililer ikiye ayrılır . − EDİNSEL TROMBOFİLİLER − KALITSAL TROMBOFİLİLER − EDİNSEL TROMBOFİLİLER Antifosfolipid sendrom (APS) ; Vasküler tromboz ve/veya obstetrik morbiditelere (TGK, intrauterin gelişme geriliği (IUGR), preeklampsi, açıklanamayan fetal ölüm gibi) yol açan yüksek seviyelerde antifosfolipid antikor (APA) konsantrasyonlarının tespit edildiği otoimmun bir hastalıktır (56) . Çeşitli APA’lar tariflenmişse de sadece Antikardiolipin antikor ve Lupus antikoagulant (LA) yaygın kabul görmüştür. Antikoagulan özelliği nedeniyle LA varlığında fosfolipid bağımlı pıhtılaşma testleri uzar. Bu testler aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT), kaolin pıhtılaşma zamanı, seyreltilmiş Russel yılan zehiri zamanı (dRVVT) ve plazma pıhtılaşma zamanıdır. Bu testler arasında daha pratik olduğu için aPTT yaygın kullanılmaktadır. Pıhtılaşma süresi uzayan örnekler mutlaka sağlıklı kontrol serumu ile karıştırılarak süredeki uzamanın faktör eksikliğine bağlı olup olmadığı test edilmelidir. Testin sonunda LA pozitif veya negatif olarak sonuç bildirilmelidir (57) . Antikardiolipin antikor sonuçları negatif, pozitif (hafif, orta, şiddetli) olarak bildirilebileceği gibi kantitatif yöntemle (ELİSA) ölçülebilmektedir. Dolaşımda geçici APA oluşabilmesi nedeniyle APA-pozitif sonuçlar en az 6 hafta sonra teyit edilmelidir. TGK’nın %5–10 kadarından APS sorumlu bulunmuştur (57) . 26 Abortusa yol açtığı iddia edilen mekanizmalar arasında uteroplasental dolaşımda tromboz oluşumu ve/veya oluşan antikorların trofoblastların maternal spiral arterlere yeterli invazyon yapmasını engellemesi ve bu sayede etkin fetoplasental dolaşımın gerçekleşememesi düşünülmektedir. Antifosfolipide bağlı TGK tedavisinde immunsupresyon amaçlı kortikosteroidler ve intravenöz immunglobulin (IVIG), dolaşımda trombozu önleme amacıyla düşük doz aspirin ve heparin veya bu ajanların çeşitli kombinasyonları önerilmiştir (58) . − KALITSAL (HEREDİTER ) TROMBOFİLİLER Normal gebelikte fibrinojen, faktör II, VII, X, XII ve plazminojen aktivatör inhibitör– 1(PAI–1) seviyelerinde artış ve protein S miktarlarında azalma sonucu pıhtılaşma eğilimi artmaktadır. Trombofili ise tromboz eğiliminin arttığı bir grup pıhtılaşma bozukluklarını içermektedir(59). Koagulasyona artmış eğilim edinsel veya kalıtsal nedenlerle olabilir. Edinsel trombofililerin tipik örneği APS’un TGK’daki önemli rolü önceki bölümde bahsedilmiştir. Son zamanlarda diğer edinsel ve herediter trombofililerin TGK’da önemine dikkat çekilmiştir. Bu grupta aktive protein C rezistansı (aPCR), protrombin mutasyonu, hiperhomosisteinemi, protein S, protein C ve antitrombin III eksiklikleri sayılabilir (49, 60) . Kalıtsal trombozların en sık sebebi olan aPCR’nın %95’inde sebep bir nokta mutasyonudur (Faktör V Leiden, FVL). Bu mutasyon taşıyıcılarında tromboz riski heterozigotlarda 5–10 kat, homozigotlarda 80–100 kat artmıştır. Tromboz riski Heterozigot Protrombin mutasyon taşıyıcılarında (Faktör II G20210A) 2 kat, heterozigot AT-III eksikliğinde 20–50 kat, homozigot hiperhomosistinemide (metilen tetrahidrofolat redüktaz; MTHFR C677T) ise 2 kat artmıştır ( 49 ) . 27 Şekil 3: Normal koagülasyon mekanizması ve doku faktörü. Trombofili ile ilişkili diğer obstetrik komplikasyonlar midtrimester abortusları, ölü doğumlar, erken preeklampsi, IUGR ve dekolman plasentadır (61) . Preeklampsi, IUGR, ablasyo, fetal ölüm gibi komplikasyonları yaşayan kadınlar arasında trombofilik gen mutasyonlarından birinin bulunma ihtimali %52 bulunurken, normal hastalardan oluşan kontrol grubunda aynı oran %17 bulunmuştur. Bu tip geç komplikasyonların tüm gebeliklerde görülme olasılığının %5 olması ve normal gruptaki gebeliklerde sorun oluşmaması trombofilik mutasyonlar ile TGK bağlantısını içeren iyi planlanmış yeni çalışmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir(54). a-8.iii. TROMBOFİLİLERDE TEKRARLAYAN DÜŞÜKLER − Aktive Protein C rezistansı ( APCR ) ve Faktör V Leiden Mutasyonu Faktör V Leiden mutasyonu, Faktör V molekülünde aminoasid 506 pozisyonunda glutamin ile arginin arasındaki yer değişikliğinin sonucudur. Normal pıhtılaşmada aktive protein C (APC) , faktör Va ve faktör VIII a ‘ yı spesifik bölgelerde ayrılma ile inaktive eder. Faktör V mutasyonunun varlığında bu faktörün ayrılması inhibe olur, böylece trombin üretimi ve 28 pıhtı oluşumu artar. Bu mutasyon gebe olmayan bireylerde APC direncinin yaklaşık % 95 inden sorumludur ve bilinen en sık tromboza genetik predispozisyondur (62) . Şekil 4: Aktive Protein C’nin normal koagülasyon sistemideki yeri. Genel insidans beyaz kadınlada % 3-7 arasında değişmektedir , kalıtımı otozomal dominattır. Ancak bir alleli olanlar (heterozigot), her iki alleli olanlara göre (homozigot) venöz tromboemboli (VTE) açısından daha az risk taşımaktadırlar. Tromboembolik hastaların % 20 – 40 ‘ ında Faktör V Leiden heterozigot mutasyonu mevcuttur. Emboli atağı geçirmeyen birçok kadında da heterozigot mutasyon bulunabilir .Gebelikte mutasyon varlığı DNA analizi ile kesin olarak gösterilebilir (63) . Faktör V Leiden mutasyonu nedeniyle var olan trombotik predispozisyonun takip eden gebeliklerde uteroplasental yatakta tromboza neden olabileceği hipotezi birçok yazar tarafından test edilmiş ve kanıtlanmıştır (7) . Faktör V Leiden mutasyonunun prevalansı ilk ve 2. trimestr gebelik kayıplarında daha çok göze çarpmaktadır , rekürren gebelik kayıpları ile de ilişkilidir . Ancak Faktör V Leiden Mutasyonu ile fetal kayıpları değerlendiren tüm raporlar bu ilşkiyi desteklememektedir (48 ,64) . 29 Grandone ve ark. yaptıkları bir çalışmada 2 veya daha fazla kaybı olan gebelerde 7/43 (% 16,3) ve normal kontrol grubunda 5/118 (%4,3) oranında Faktör V Leiden heterozigot mutasyonu saptamışlardı (65). Diğer bir çalışmada Faktör V Leiden heterozigot mutasyonunun TGK riskini 4,9 kat artırdığı bulunmuştur (66) . Aktive Protein C rezistansı (APCR) ve Faktör V Leiden Mutasyonunun 1. ve 2 . trimestr açıklanamayan TGK ‘daki insidansı açısından farklılık gösteren çalışmalar vardır. Yaunis ve ark . yaptıkları bir çalışmada 37 tane rekkürren 1 . trimestr gebelik kaybı ve 41 tane 2. trimester gebelik kaybını prospektif olarak incelemişlerdir. Faktör V Leiden Mutasyon insidansı ilk trimestr (% 16) ve 2. trimestr (% 22) gebelik kayıplarında , kontrol grubuna (% 6) göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (66). Ancak mutasyon insidansı 1. ve 2. trimester gebelik kayıpları arasında farklılık göstermemiştir. Yine de diğer çalışmalarda Faktör V Leiden Mutasyon prevalansının 2. trimester gebelik kayıplarında 1. trimester gebelik kayıplarına göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir ( 7 ,67) . Faktör V Leiden Mutasyonu ile TGK arasındaki ilişkiyi değerlendiren literatürler arasında bir çok tutarsızlık mevcuttur. Mutasyona atfedilen erken rekürren gebelik kaybı ile ilgili kanıtlar kesin değildir. Bu belirsizliğin bir kısmı daha önceki düşüklerin sayısı, düşük olduğu sıradaki gestasyonel yaş, TGK ‘ nın primer ya da sekonder olup olamaması ya da TGK için diğer nedenlerin belirlenmesi gibi kabul nedenlerindeki farklılıklardan kaynaklanmaktadır . Faktör V Leiden Mutasyon taramasının yapılması önerilen durum ve kişiler şunlardır: · 50 yaşından önce venöz tromboz geçirenler · Tekrarlayan venöz tromboz atakları geçirenler · Atipik damarlarda tromboz geçirenler · Gebelikte, lohusalıkta ya da doğum kontrol hapı kullanırken venöz tromboz geçirenler · Ailesinde venöz tromboz öyküsü olan kişilerde ilk kez venöz tromboz ortaya çıktığında · Ailesinde bilinen faktör V Leiden mutasyonu olanlar 30 · Gebeliğin ikinci ya da üçüncü trimesterinde nedeni açıklanamayan ani gebelik kaybı öyküsü olanlar · Gebeliklerinde açıklanamayan şiddetli preeklempsi, abruptio plasenta ve intrauterin gelişme geriliği olanlar · 50 yaşından önce kalp krizi geçiren ve sigara içen kadınlar. Aşağıdaki durumlarda ise Faktör V Leiden taramasının yapılması önerilmemektedir: · Genel popülasyonda tarama amacıyla · Hamilelik öncesi veya doğum kontrol hapı kullanmaya başlamadan önce rutin test olarak · Yenidoğanlarda rutin tarama testi olarak . − Protrombin G20210A Gen Mutasyonu Protrombin (faktör II) koagülasyon döngüsünde faktör Xa ve Va kompleksi ile trombine çevrilmektedir. Tek bir baz çiftinin yer değiştirmesiyle meydana gelen mutasyon protrombin seviyelerini artırmaktadır, dolayısıyla tromboemboli için risk artar. En sık görülen kalıtsal trombofililerden biridir . Heterozigot mutasyon beyaz popülasyonda % 23 olarak görülür. Gebelikteki tromboembolilerin % 17 sinden sorumludur. Asemptomatik Faktör V Leiden taşıyıcısında olduğu gibi VTE için benzer risk taşımaktadır (68) . Birçok yazar protrombin mutasyonu ile fetal kayıplar arasında bir birliktelik bulmamıştır (67, 68). Ancak bazı çalışmalar bu birlikteliği desteklemektedir. Pihusch ve ark . kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 1. trimestr düşüklerinde protrombin mutasyonunun daha sık olduğunu göstermişlerdir (6,7% vs. 0,8%, P = .027, OR 8,5) (69). Foka ve ark. yaptıkları çalışmada TGK olan 80 vakada 7 heterozigot mutasyon , kontrol grubunda ise 2/100 heterozigot mutasyon tespit etmişlerdir (7). Bu çalışmalar abortuslar ile protrombin mutasyonu arasında zayıf bir birlikteliği gösterseler de kanıtlar TGK ‘larında rutin protrombin mutasyonu araştırma yapılması için yeterli değildir. − Homosistein 5,10 metilentetrahidrofolat ve hiperhomosistinemi , metionin metabolizması sırasında oluşan bir aminoasittir. Transsülfürasyon yolu sırasında katabolize olur (sistationin B sentetaz) ya da remetilasyon 31 yolu ile metionine geri çevrilir (5,10 metilentetrahidrofolat redüktaz) (70) . Her iki yoldaki defektler homosistein artışına neden olur. Homosistein ateroskleroz ve VTE için bağımsız bir risk faktörüdür. Polimorfizmin nedeni ya sistationin B sentetazda otozomal dominant defekt (popülasyonun %0,3–1,4ü) ya da daha sık olarak 667C-T metilentetrahidrofolat (MTHFR) mutasyonu için otozomal resesif homozigositedir (beyazların % 6–12 sidir) (45) . Azalmış MTHFR aktivitesi ve takip eden hiperhomosistinemi sadece folat eksikliğinde belirgin hale gelebilir ya da B6, B12 vitaminlerinin eksikliğinde alevlenebilir. Yeterli folat desteği mutasyonun fenotipik ekspresyonunu önleyebilir(71). Şekil 5: Metionin – Homosistein metabolizması. Homosistein endotelde ve vasküler düz kas hücrelerinde advers etkileri modifiye ederek, endotel ile koagülasyon sistemleri arası etkileşimde rol oynar. Serbest radikaller oluşturarak hızla predispozisyon otooksidasyona oluşturabilir. Doku uğrar. Artmış faktörü oksidatif stres ekspresyonundaki preeklampsiye artış, protein C aktivitesindeki azalma, plazminojen aktivatörlerindeki düşüş koagülasyon eğiliminde artışa sebep olur (72). Tanı açlık plazma homosistein düzeyi ile konur . Hiperhomosistinemi açlık homosisteinindeki artışa göre 3 gruba ayrılır . 1) Şiddetli (> 100 µmol/ lt) 2) Orta (25 –100 µmol/lt) 3) Hafif (16-24 µmol/lt) Homosistein kan düzeyleri gebelikte genellikle % 30 - % 50 azalır (73, 74) . 32 TGK ile hiperhomosistinemi arasındaki ilişkiye dair çelişkili raporlar bulunmaktadır. TGK olan hastalarda MTHFR gen mutasyon prevalansı, anembriyonik gebeliklere göre anlamlı olarak yüksektir. Bu bulgular TGK ‘da anormal uteroplasental damarlanma ve hiperkoagülabilitenin rolüne dair kanıtları kuvvetlendirmektedir (75). Raziel ve ark. normal popülasyona göre TGK‘da hiperhomosistinemi ve MTHFR mutasyonlarının daha sık olduğunu göstermişlerdir (76) . Ancak rapor edilen birçok çalışmada da TGK ve MTHFR C667T mutasyonu ilişkilendirilememektedir (7, 77) Onaltı haftadan önce olan gebelik kayıpları ve hiperhomosistinemi arasındaki ilişki üzerine yapılan bir meta-analizde OR 1,4 ( 95%CI,1.0-2.0) olan zayıf bir ilişki bulunmuştur (78) . Günümüzde TGK‘da homosistein düzeylerinin tekikini destekleyecek yeterli kanıt bulunmamaktadır . − Antitrombin III yetmezliği Antitrombin (AT) karaciğer tarafından üretilen ve doğal olarak oluşan, antikoagülan özellikleri olan bir serin proteaz inhibitörüdür. Başlangıçta bir serin proteazın (pıhtılaşma faktörü) aktif rezidüsü ile AT‘in reaktif bölgesi arasında bir bağ oluşur. Takiben AT‘in ayrılması pıhtılaşma faktörünü irreversibl olarak kıskaca alan bir konformasyonel değişiklik ile sonuçlanır , böylece pıhtılaşma yoluna daha fazla katılmasını engeller. Faktor Xa, IXa, XIa ve XII yi inhibe eder ve aynı zamanda membrana bağlı doku faktör-VIIa kompleksi dissosiasyonunu hızlandırır (81) . AT yetmezliği otozomal dominant olarak kalıtılır ve kalıtsal trombofilik durumların en trombojenik olanıdır. Hayat boyu en az % 50 tromboz riski vardır (79). Heterozigot mutasyonun prevalansı düşüktür, 1/2000–1/5000 arasındadır (80) VTE öyküsü olan vakaların sadece % 1‘inde görülmektedir (81,82). İki çeşit antitrombin III yetmezliği vardır. En sık görülen protein düzeylerinde ve aktivitesinde azalma görülen tip 1‘dir. Tip 2‘de düzeyde azalma yoktur ancak disfonksiyonel aktivite mevcuttur. AT seviyeleri genellikle gebelikte değişmez ancak bir akut trombotik olay sırasında, nefrotik sınırda proteinürisi olan hastalarda ya da heparin tedavisi alan hastalarda azalabilir. AT yetmezliği fetal kayıpla ilişkilendirilmiştir. Preston ve ark . AT III yetmezliği olan hastalarda ölü doğum (OR 5,2 , 95% CI,1.5-18.1) ve abortus (OR 1,7 , 1.0-2.8) riskini artmış olarak bulmuştur (2) . 33 Ancak tekrarlayan gebelik kaybı (TGK) ile AT yetmezliğini değerlendiren çalışma bulunmamaktadır. TGK ile ilişkisini gösteren yeterince veri bulunamadığı için bu hastaların değerlendirilmesinde AT III bakılması önerilmemektedir. − Protein C ve Protein S Yetmezliği Protein C ve Protein S karaciğerde sentezlenen K vitaminine bağımlı serum proteaz inhibitörleridir . Protein S endotelyal hücreler ve megakaryositlerde de yapılmaktadır. Trombin trombomoduline bağlanır (endotel hücre reseptörü) ve fosfolipide bağlı protein C oluşturan aktive proteinden (APC) ayrılır .APC kofaktör Va ve VIIIa‘yı arjinin rezidülerini ayırarak inhibe eder, böylece trombin üretimini düzenleme yeteneğini azaltır (83). APC aynı zamanda lökosit adhezyonunu inhibe edip, monositlerin proinflamatuar sitokin ürünlerini azaltarak anti inflamatuar yanıtı indüklemektedir. Protein C yetmezliğinin genel popülasyondaki prevalansı % 0,15–0,8 arasındadır ancak VTE öyküsü olanlarda % 2,7 – 4,6 olarak bulunmuştur (81 , 82) . Şekil 6 : Protein C ve Protein S eksikliğinin normal koagülasyon sistemine etkisi. 34 Heterozigot hastaların 45 yaşında VTE geçirme riski % 50‘dir. Homozigot yetmezlik şiddetli tromboz ve neonatal purpura fulminans ile ilişkilidir. Tip 1 Protein C yetmezliğinde Protein C düzeyi azalmıştır, tip 2‘de ise protein C düzeyi normaldir ancak aktivite azalmıştır. Protein C düzeyleri gebelikte değişmez. Protein S‘nin etki mekanizması kesin olarak belli değildir ancak olasılıkla APC‘nin fosfolipid membrana bağlamasını artırmaktadır (84 ). Protein S‘nin yaklaşık % 60‘ı C4b-binding proteine bağlanmaktadır, bu protein de komplemanı düzenlemektedir. Gebelikte C4b-binding protein düzeyleri arttığı için Protein S serbest düzeyleri normalin % 40 – 60‘ına inmektedir. Protein S değerleri gebelikte azaldığı için bir bozukluk ancak gebeliğin dışında ya da postpartum 6 -8 . haftalarda doğrulanabilir. Genel populasyonda prevalansı % 0,1 den azdır ve VTE öyküsü olan hastaların % 2,2 inde bulunmaktadır (85) . Abortus riski Protein C (OR 1,4) ve Protein S (OR 1,2) yetmezliklerinde artıyor gibi görünmemektedir, ancak ölü doğum riski hafif de olsa artar (2) . b - ERKEN GEBELİK KAYIPLARINDA SEMPTOM VE BULGULAR Spontan abortus olgularında sıkça görülen 3 semptom vardır. Bunlar; 1)Vaginal kanama: Çoğu kez sekonder bir amenoreyi takip eden bir kanamadır. Kanama gebeliğin haftasına ve olayın ilerleyiş tarzına göre bol miktarda veya abondan vasıfta olabilir. Rengi siyahtan kırmızıya kadar değişebilir. Kısa sürebilir veya günlerce devam edebilir. Fazla miktarda devam edip giden bir kanama kötü prognoz için bir gösterge olarak kabul edilir. Sonuçta giderek artan kasık ağrısı ve parça düşürmesi ile gebelik sona erer. Eğer gebelik ürünleri tam olarak atıldıysa kanama ve ağrı azalır, hasta rahatlar. Bu gerçekleşmediyse kanama ve ağrı devam eder(1 , 12). 2)Pelvik ağrı: Uterus kontraksiyonlarından ve servikal dilatasyondan kaynaklanır. Ağrı pelvis orta hatta ve simfisiz pubinsin hemen arkasında künt vasıflı veya kramp tarzında olabilir (1 , 13). 35 3)Parça düşürme : Gebelik objesi ve eklerinin tamamı veya bir kısmı olabilir. Kanamaya bağlı anemi veya preşok tablosu semptomları (halsizlik,bitkinlik,baş dönmesi,az idrar çıkarma v.s), enfeksiyon eklenirse pis kokulu kanlı vaginal akıntı, 38 derece ve üzeri vücut ısısı, koagülasyon bozukluğuna bağlı mukoza ve deride peteşiel kanamalar olabilir (1, 12 , 15). Ağrı ve kanamanın başladığı noktada gebeliğin geleceği büyük çoğunluğunda çoktan belirlenmiş durumdadır ve yapılacak girişimlerin hiç birisi bu kaçınılmaz sonu değiştirmeye yetmez. Embriyonun gelişmemiş olduğu bir gebelik, ne yapılırsa yapılsın devam etme şansına sahip değildir. Aynı şekilde, fizyolojik bir kanama söz konusu ise gerçek bir tehlike aslında zaten yoktur ve aslında hiçbir şey yapılmasa dahi gebelik devam edecektir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de gebeliğin devamı için bilimsel dayanağı olmayan pekçok önleme başvurulmuştur. Kanaması olan hastaya progesteron tedavisi bunlardan biridir. Böyle bir tedavi ancak luteal faz yetmezliği kanıtlanmış olgularda, ve bulgular ortaya çıkınca değil, konsepsiyondan hemen sonra progesteron desteğinin başlanması gerekmektedir. Sporadik spontan gebelik kayıplarında böyle bir tedavinin etkili olduğu gösterilememiştir (86). Yatak istirahati de sıklıkla önerilen başka bir önlemdir, ancak etkin olduğuna dair kanıt yoktur. Cinsel ilişkiye ara verilmesi; ilişki sırasında spermdeki prostaglandinlerle temasın uterin kontraksiyonlara neden olabilmesi, servikal uyarı nedeniyle endojen prostaglandin salınımının artması, orgazm ve hatta meme başı uyarılması nedeniyle teorik olarak savunulabilir. Gerçekte sağlıklı gebelikler cinsel ilişkiden olumsuz etkilenmezler ve bu nedenle cinsel ilişki, tek başına, gebeliğin prognozu üzerinde esaslı bir rol oynamaz. Cinsel ilişki yasağının bir başka nedeni de serviksin açık olması nedeniyle arttığı ileri sürülen enfeksiyon riskidir. Bunu destekliyecek verilerde yoktur. Vaginal kanamanın başladığı gün gebeliğin zaten sahip olduğu %50 ‘lik devam etme şansı gerçekleşir ise önlemlerin işe yaradığı ve başta hekim olmak üzere bu başarının herkesin başarısı olduğu; %50’lik kaybetme riski gerçekleşirse gebeliğin devam etmesi için elden gelen her şeyin yapıldığı ve yine başta hekim olmak üzere bunda kimsenin kusuru yada başarısızlığının olmadığı kolayca kabul edilecektir. Bu yaklaşımın gerçek adı “beklemek ve görmek”tir (12 , 15). 36 c- ERKEN GEBELİK KAYIPLARINDA TANISAL YAKLAŞIM *Anamnez: Erken gebelikte vaginal kanama ile başvuran hasta değerlendirilirken, hastanın önce menstruel, obstetrik ve jinekolojik öyküsü tam olarak alınır. Bu yapılırken, normal olarak görülen en son mensin başlangıç tarihini, siklusların süresini, en son kullanılan korunma yöntemini, biliniyorsa gebe kalınan günü, mevcut kanamanın başlangıç zamanını ve yapıldıysa mevcut gebelikle ilgili önceki muayene ve labarotuar (özellikle βhcg ve usg) bulgularını öğrenmeye çalışılır. Bilinen ürogenital anormallikler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, pelvik enfeksiyonlar ve jinekolojik operasyonlar sorgulanır. Yine ayrıca düşen parça öyküsü alınabilir. (1, 15) *Pelvik muayene: Dış genitallerin enspeksiyonu ile üretradan veya hemoroidlerden kaynaklanan bir kanama kolayca tanınabilir. Takiben spekulum ile kanamanın nereden olduğu (Vulvovaginal kondillomlar veya varisler, vulvovaginal travmalar, erezyon, polip veya neoplazi gibi servikal patolojiler, serviks portio vaginalisi, vagen duvarı, polipoid odaklar veya lezyone sahalar), servikal dilatasyonun olup olmadığı anlaşılır. Steril bir over pensi ile serviks yüzeyi yoklanarak frajilite olup olmadığı anlaşılır. Servikal kanalda abort meteryali görülürse forsepsle tutularak çıkarılır ve incelenir. Abort metaryalinin incelenmesi gebeliğin ekstrauterin yada intrauterin olduğu konusunda fikir verebilir. Bimanuel tuşe muayenesi ile de servikal açıklık, uterus büyüklüğü, kıvamı ve hassasiyet varlığı araştırılır (12). *Laboratuar bulguları: Transvaginal ultrasonografi erken dönemdeki sağlıksız gebeliklerin ortaya konmasında en pratik, en maliyet etkin ve en hızlı sonuç veren yöntemdir. Erken gebelikle ilgili normal transvaginal ultrasonografi bulguları gebelik süresiyle yakın ilişkili bir seyir gösterir. 4-5 haftalık döneme kadar uterus içinde hiçbir şey görülmez. Sonra 5. haftada gebelik kesesi ortaya çıkar. Gebelik kesesi başlangıçta boştur ve ektopik gebeliğin psödogestasyonel kesesiyle karışabilir. Normal bir kesenin, düzgün konturlu, yuvarlak ve fundal olması 37 beklenir. 5,5 gebelik haftasında küçük yuvarlak bir yapı olan yolk kesesi görüntülenebilir. Yolk kesesi embryonik bir yapı olduğundan intruterin gebeliğin kesin bir bulgusudur. 6-6,5 gebelik haftasında embryonun kendisi görüntülenebilir ve 6-8 mm ‘lik bir büyüklüğe ulaştığında kalp hareketleri saptanabilir. Transvaginal ultrasonografi ile ölçülen ortalama kese çapının 25 mm’in altında olduğu durumlarda tanısal ve prognostik bir değerlendirme yapmak zordur. Sağlıklı bir gebelik kesesinin çapı hergün 1mm kadar artar (12) . Ortalama kese çapı 25 mm’den büyük ise kese içerisinde embriyo gözlenmelidir. Eğer embryoda kalp atımı izlenirse bu gebeliğin canlı bir bebekle sonuçlanma şansı %97’dir(69) . Kesenin anormal görülmesi kötü bir prognoz göstergesidir. Subkoryonik bir hemoraji varlığında spontan gebelik kaybı riski %30’dur. Hemoraji plesentanın implantasyon yerine ne kadar yakınsa risk okadar yüksektir. Kanamalı hastada uterus içerisinde debrisilerin bulunması kısmi veya tam bir spontan gebelik kaybını akla getirir (13). Kötü prognoz göstergesi diğer faktörler şunlardır. Gebelik kesesinin anormal bir şekle sahip olması Ortalama kese çapının günlük 1 mm büyüme göstermemesi. Ortalama kese çapı 20-25 mm olduğu halde embryo görülmemesi. Embryo 5-8 mm ‘lik bir uzunluğa ulaştığı halde kalp atımının izlenmemesi. 8. haftadan sonra kalp atım hızının dakikada 85’ten az olması (64, 87) . *Serum βhCG değeri: Serum βhCG değeri sağlıklı gelişen gebelerde gebeliğin 8 haftasına kadar her 48 saatte bir %66 oranında artış gösterir. Gebeliğin 10-14.haftalarında en yüksek düzeylerine ulaşır ve bundan sonra azalmaya başlar. Bundan dolayı, bu dönemden sonra klinik karar vermede değeri çok azalır. Sonucun negatif çıkması ise fetal ölümün habercisidir (88) . *Serum progesteron düzeyleri: 25 ng/ml‘den yüksek progesteron düzeylerinde olguların %95’inden daha fazlasında sağlıklı bir gebelik olduğu söylenebilir. 5 ng/ml’den daha az serum progesteron düzeyleri canlı bir gebeliğin bulunmadığını öngörebilir, fakat intrauterin mi, ekstrauterin mi 38 olduğunu ayırt edemez . 5 ng/ml ile 25 ng/ml arasında çıkan değerler ise şüphelidir ve bu değerlere dayanarak bir yargıya varılmamalıdır (89) . Tablo 1: TGK ‘da önerilen testler. Tekrarlayan gebelik kayıplarında önerilen testler * Açlık kan şekeri, T3 , T4 ,TSH * HSG veya histeroskopi * Luteal fazda endometriyal biopsi, patolojik çıkarsa sonraki siklusda tekrarlanır * Parental karyotip incelemesi * Lupus antikoagulan ve antikardiolipin antikor testi * Öykü ve fizik muayeneye göre diğer testler Trombofili taraması?? (Aktive protein C rezistans oranı{Faktör V Leiden}, Protrombin ,Antitrombin III, Protein C ve S ölçümü?) d - KALITSAL TROMOFİLİLERDE TEDAVİ TGK ve kalıtsal trombofilisi olan hastaların tedavisi ile ilgili veriler düşük molekül ağırlıklı heparin (LMWH) ile tedavi alan küçük serileri içermektedir. Fraksiyone olmayan heparin ile karşılaştırıldığında LMWH‘nin birçok avantajı vardır. Yarı ömrü uzundur, daha iyi antikoagülan yanıt sağlar, günde bir kez enjeksiyona ihtiyaç duyulmaktadır. LMWH ile heparinin indüklediği trombositopeni ve osteoporoz riski daha düşüktür. Enoxaparin ile tedavi edilen TGK ‘lı 83 hastadan 93’ünde (% 89) gebelik sağlanmıştır (89) .Diğer bir çalışmada enoxaparin (20 mg/gün) ile, TGK olan kadınlarda % 80 konsepsiyon, % 81 canlı doğum bildirilmiştir (90). Brenner ve ark . yaptıkları çalışmada ; soliter defekti olanlarda 40 mg/ gün, kombine defekti olanlarda 80 mg/gün enoxaparin kullanarak 61 gebeliğin 46’sını (% 75) canlı doğum ile sonuçlandırmışlardır (91). Aynı hastalardadaha önceki tedavi edilmemiş gebelikleinde bu oran 38/193 (% 20)‘dir. Bu umut verici sonuçlara rağmen optimal LMWH dozu bilinmemektedir ve randomize kontrollü bir çalışmaya ihtiyaç vardır. LMWH‘nın plasentayı geçmediğine dair kanıtlar vardır(92). LMWH‘nın fetus için güvenli olduğu gösterilmiştir (93). Ancak prostetik kapak hastalarında birçok maternal ölüm bildirilmiştir. TGK için kullanılan birçok tedavide klinik deneyler eksiktir ve uzun 39 dönem etkileri bilinmemektedir . Hiperhomosistinemi için vitamin desteği ile spesifiktedavinin bazı yararları olabilir. Vitamin B6 (pridoksin) ile tedavinin homosistein seviyelerini % 50 azalttığı ve vasküler olayların sayısını azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir (94) . Pridoksine dirençli vakalarda folik asit ve vitamin B12 ile yanıt alınmıştır. Quere ve ark . 3-5 abortusu olan, sadece homozigot MTHFR mutasyonu olan TGK‘lı vakalara bir ay yüksek doz folik asit (15 mg/gün) ve vitamin B6 (750mg/gün) tedavisi vererek 20 vakadan 22 sinde gebelik oluşturmuşlardır (95). e - GEBELİK KAYIPLARINDA GENETİK YAKLAŞIM *Gebelik kayıplarının tıbbi önemi •Her 10 gebelikten birinde görülür. •Tüm ailelerin % 20’si en az bir kez spontan abort ile tanışır. •Toplumda rekürren gebelik kaybı sıklığı % 5’dir. •Önemli bir kısmı (%60) genetik kökenlidir ve sonraki gebeliklerin prognozunu etkiler (96). *Gebelik kaybı riski •Sağlıklı çocuk yoksa % 40 •Son gebeliği sağlıklı ise % 5 •Tüm gebelikleri sağlıklı ise % 4 •Son gebeliği spontan abort ile sonuçlandıysa % 20 (16). * Genetikte rekürrent gebelik kaybı kavramı •Genetik hastalıklar açısından bakıldığında rekürrent diyebilmek için kayıpların arka arkaya olması gereği yoktur. •Bunun nedeni genetik hastalıklarda rekürrens riskinin %0 -100 arası değişmesidir (97) . 40 * Genetikle konsülte edilmesi gereken olgu grupları 1. Diğer çalışmalar ile sebep saptanamayanlar 2. Embriyo ya da fetüse ulaşma imkanı olan tüm aileler 3. Daha önce anomalili veya mental retarde çocuğu olanlar 4. Ailesinde tekrarlayan gebelik kaybı hikayesi olanlar 5.Ailesinde veya kendisinde genetik hastalık veya konjenital anomali hikayesi olanlar 6. Daha önceki gebelik kayıplarında kromozomal bir değişiklik saptananlar 7. Daha önceki gebeliklerinde tekrarlayan mol gebeliği olanlar 8. Tekrarlayan blighted ovum hikayesi olanlar (96 , 97) Tablo 2:Tekrarlayan gebelik kayıplarında genetik etkenler Sitogenetik düzensizlikler (19) Moleküler düzensizliklikler –Anöplodi –tek gen defektleri –rekürren anöploidi –trombotik hastalıklar –yapısal düzensizlikler –otoimmunite ve HLA –plasental mozaisizm –X kromozomal hastalıklar –genomik imprinting * Sitogenetik Düzensizlikler •Tek gebelik kayıplarında ve tekrarlayan gebelik kayıplarında en büyük etkendir (%50). •Günümüzün yeni teknolojileri (FISH, PCR) ile sitogenetik etkenlerin önemi daha da belirginleşmiştir. •Özellikle preimplantasyon genetiği çalışmaları tespit edilemeyen erken dönem gebelik kayıplarında % 80’e varan oranlarda kromozom düzensizliklerinin etken olduğunu ortaya koymuştur (98) . * Anöploidi •Anöploidi: Kromozomlarda 23 ve katları olmayan sayısal düzensizliklerdir. Gebelik kayıplarında en sık görülen sebep ve en sık görülen sitogenetik düzensizliktir (%50). –Monozomi= bir kromozomun tek örnek olması 41 –Trizomi= bir kromozomun üç örnek olması •Ploidi: 23 ve katları şeklindeki düzensizlikler –Triploidi: 69,XXX- 69 XXY- 69,XYY –Tetraploidi: 92,XXXX, 92,XXYY (99). Anöploidi etyolojisi •Maternal kaynaklı anöploidilerde non-disjunction (Kromozom ayrılamaması) •Paternal anöploidilerde ise gonadal mozaisizm en sık sebeptir. •Non- disjuntionda anne yaşı riski arttıran faktörlerin başındadır (100). * Rekürren anöploidi •Rekürren gebelik kayıplarında en sık görülen genetik sebeptir. •İlk düşükte anöploidi görülen ailelerde ikinci düşükte anöploidi sıklığı % 80’dir. •Bu ailelerde düşükle sonlanmayan gebeliklerde termde Trizomi 21, 18, 13 sıklığı % 1’dir. Bu nedenle prenatal tanı yapılmalıdır. Down sendromlu çocuğu olan ailelerde gebelik kaybı sıklığı artar (101). * Gonadal Mozaisizm •Gonadlarda birden fazla tipte kromozom yapısı gösteren hücre populasyonu bulunmasıdır. •Çoğunlukla bir normal, birde anormal hücre populasyonu vardır. •Çoğu olguda diğer dokulardan (kan, cilt gibi) yapılan kromozom analizi normaldir. •Bu düzensizlikte normal/anormal hücre oranına göre değişen oranlarda gebeliklerde kromozom düzensizliği riski vardır. •Down sendromlu çocuğu olan ebeveynlerde mozaik Trizomi 21 sıklığı % 4’dür. Bu tür gonadal mozaisizmi olan ailelerde çocuklarında sadece Down sendromu değil diğer anöploidlerin sıklığı da artar. •Fertil Turner sendromlularda da anöploid çocuk sıklığı artar (101, 102). 42 * Yapısal kromozom düzensizlikleri •Gebelik tahliye materyallerinde %2,5-4 oranında görülürler. •Çoğunlukla eşlerden birinde aynı düzensizlik saptanır. •En sık karşılaşılan düzensizlik translokasyonlardır. (Eşlerde saptanma oranı %2-6) •Ortaya çıkacak fenotipik etki etkilenen kromozom bölgesinin –Büyüklüğü –Lokalizasyonu –Etkilenen kromozoma –Eşlerden hangisinden geldiğine göre değişkenlik gösterir. Kromozom düzensizliği tipleri Dengeli: Kromozomal madde kaybı yoktur. Fenotipik etki yaratmaz Dengesiz: Kromozomal madde kaybı veya artışı vardır ve fenotipik etki yaratır (102) . *Eşlerde kromozom değişikliği Tekrarlayan gebelik kaybı ailelerinde kromozom düzensizliği sıklığı %2,5-4 'dür. • Değişikliğin kadında görülme ihtimali 2-3 kat fazladır. • En sık rastlanan kromozom düzensizliği translokasyonlardır. • Eşlerde gözlenen kromozom değişikliğine bağlı sonraki gebeliklerde dengesiz kromozom değişikliği görülme oranı, etkilenen kromozom ve değişikliğin tipine göre % 1-100 arasında değişir. • Sonraki gebeliklerin takibi açısından önem taşıdığından sebebi saptanamayan tüm tekrarlayan gebelik kaybı ailelerinde araştırılmalıdır (102). *İnversiyonlar •Perisentrik: Sentromeri içeren •Parasentrik: Sentromer içermeyen •Sentromerden uzaklaştıkça fenotipik düzensizlik riski artar. •Perisentriklerde sağlıklı bebek ihtimali parasentriklere göre fazladır. 43 •Parasentrik inversiyon kadında ise %8, erkekte ise %4 fenotipik düzensizlik riski vardır. •İnversiyon taşıyıcılarının gebeliklerinde yapılacak olan prenatal tanı ve tahliye materyalinden kromozom analizi çalışması normal olsa bile submikroskobik delesyon riski mevcuttur (%1) (103) . *Plasental mozaisizm •Prenatal tanı amaçlı yapılan CVS’lerde %1-2 oranında plasental mozaisizm saptanır. •En sık görülen Trizomi 16’dır. •Defektif hücre/normal hücre oranına göre değişmek üzere plasental fonksiyonlar etkilenir. •Bazı çalışmalarda Anöploid olmayan fetüslerde ilk trimestr kayıplarında rakam %80-100 olarak bildirilmiştir (97). *Plasental mozaisizm –Plasenta mozaik fetüs normal –Normal sürebilir (%75-80) –IUGR –Abortus (%3-25) –Plasenta mozaik fetüs mozaik –Fetüs malforme –IUGR –Abortus –Plasenta mozaik fetüs karyotipi normal –Uniparental disomi (97) . * Moleküler Mekanizmalar Yeni tekniklerin ortaya çıkması ile abortus sebebi olan genetik hastalıkların sayısı artmıştır. –Tek Gen Defektleri –Trombotik Hastalıklar –Otoimmunite ve HLA 44 –X Kromozomal Hastalıklar –Genomik İmprinting * Tek gen defektleri •Tek gen defektleri ile ilgili insan çalışmaları henüz kısıtlı iken, hayvan çalışmalarında son 10 yılda PCR’ın keşfi ile belirgin bir ilerleme olmuştur. •Letal gen kavramı 50 yıl sonra yeniden gündeme gelmiştir. •Letal gen: Defektleri yaşamla bağdaşmayan genlerdir. •Kardiovasküler, hematopoetik ve plasental dokuların gelişiminde etken bazı genler bu gruptandır. •Akciğer, sindirim sistemi, kas iskelet sistemi gibi sistemlerin gelişiminden sorumlu genlerdeki defektler intrauterin hayatın sürdürülmesi için engel oluşturmazlar. •Serebral korteks gibi postnatal dönemde vital olan organlar intrauterin dönemde hayat süresini kısıtlamazlar (Anensefali) •Preimplantasyon döneminde blastokist formasyonunun oluşumundan sorumlu genler •Trofoblast ile maternal desidua arasındaki ilişkiyi sağlayan genler •Gastrulasyondan sorumlu genler olarak sınıflandırılabilir. İlk iki grup implantasyon öncesi , son grup implantasyon sonrası gebelik kayıplarından sorumludur. * HLA ve gebelik kaybı •Babanın bazı HLA allellerinı taşıması gebelik kaybı riskini arttırır. (HLADQA1/HLADQB1 lerde gebelik kaybı sıklığı % 95) •MHC genleri ile bazı embriyo gelişim genleri komşudur. (Komşu gen sendromu) * X- İnaktivasyonu Kadınlarda iki X kromozomundan birisi doz ayarlaması için rastgele inaktive olur. Bu inaktivasyon sırasında ilgili X kromozomu üzerindeki genlerin %70’i inaktive olur. Hücrelerin yarısında maternal yarısında paternal kaynaklı X inaktive olur. %50/ %50 oranı 45 bazı X kromozomal genlerin hastalıklarında X-otozom translokasyonlarında bu oran bozulur. Paternal yada Maternal X daha fazla inaktive olur.Rekürren gebelik kayıpları olan kadınlarda bu oranın bozulma sıklığı (%18) kontrol grubuna göre artmıştır (%2-4,5). Gebelik kaybı materyallerinde oran toplum oranlarından yüksektir (% 21).Aile ağacında bu ailelerde kadın /erkek oranında bozulmalar saptanır. ( 104 ) . * Genomik imprinting •İnsanlarda her kromozomdan iki örnek bulunur. Biri anneden biri babadan gelir. Bazı genler anneden gelen kromozomda aktif iken bazı genler sadece babadan gelen kromozomda aktiftir. Buna genomik imprinting denir. •Genler mayozun son aşamasında “Cinsiyet kazanır”. Babadan gelen genler daha çok büyüme ve plasenta ile ilgili iken anneden gelenler daha çok organ gelişiminin organizasyonundan sorumludur. Komplet molde 46 kromozom vardır ancak tüm kromozomlar babadan gelmiştir. •Triploid fetüslerde (69,XXX- 69 XXY- 69,XYY) –46 kromozom anneden, 23 kromozom babadan gelirse ciddi gelişme geriliği ve malformasyonlar gözlenir ve ilk trimestrda düşer. –46 kromozom babadan, 23 kromozom anneden gelirse gelişme geriliği, hidrops, makrosefali, sindaktili olur ve mozaik olan olgular doğabilir ve yaşamla bağdaşır. •İki allel kromozomun ikiside aynı ebeveynden gelirse ağır malformasyonlar, mental motor retardasyon, gebelik kayıpları görülebilir. Bu tabloda ortaya çıkan klinik düzensizlikler Genomik imprinting’in bir sonucudur (105). * Uniparental disomi 15p11-13 bölgesinin delesyonlarında anormal kromozom anneden gelirse AngelmanBabadan gelirse Prader-Willi sendromu ortaya çıkar. Delesyon bölgesi aynı olmakla birlikte klinik bulgular iki sendrom arasında oldukça farklıdır (22). 46 2 - PROVOKE (İNDÜKLENMİŞ) ABORTUS Uterus dışında fetal viabilite oluşmadan uterus kontraksiyonlannın uyarılması ya da doğrudan vaginal yoldan müdahale edilerek gebeliğin sonlandınlmasıdır. Medikal abortus, elektif abortus ya da septik abortus tipinde olabilir. A- Medikal Abortus (Terapötik Aborus) Fetal viabilite oluşmadan annenin sağlığını korumak amacıyla gebeliğin sonlandırılmasıdır. Gebeliğin tecavüz ya da ensest ilişki sonucu oluşması durumunda veya gebeliğin devamına izin verildiğinde fetusun yaşamla bağdaşmayacak büyük anomalilerle veya mental retardasyonla doğması bekleniyorsa yine medikal abortus endikasyonu vardır. Gebelikte annenin hayatını tehlikeye sokacak birçok hastalık bulunmakla beraber bunların içinde en iyi bilinenleri kardiyovasküler ve solunum sistemi ile ilgili olan rahatsızlıklardır. B- Elektif Abortus (İsteğe Bağlı Abortus) Doğrudan çiftin isteği üzerine fetal viabilite oluşmadan önce gebeliğin sonlandırılmasıdır. Burada fetal ya da maternal bir hastalık söz konusu değildir. Ülkemizde 1983 yılında çıkarılmış 2827 sayılı "nüfus planlamasına dair kanun" ile elektif abortus ve medikal abortus şartları belirlenmiştir. Buna göre annenin sağlığını tehdit eden bir hastalık olmadığı durumda gebeliğin 10. haftası doluncaya kadar elektif abortusa izin verilmektedir. 10. hafta üzerindeki abortus için medikal nedenler aranmaktadır. C- Septik Abortus Genellikle kontamine yabancı cisimle düşük yaptırma girişimini (Kriminal abortus) takiben ortaya çıkar1983 yılından sonra küretaj yasası çıkmış ve septik abortus olguları daha seyrek görülmeye başlamıştır Septik abortus serviks ve vajenden kötü kokulu akıntı, pelvik ve abdominal ağrı, belirgin suprapubik hassasiyet, peritonit bulguları, uterus veya serviks hareketlerinde ağrı, 38-40°C ateş (endotoksik şok varsa hipotermi), hemolize bağlı sarılık ve septisemi ile kendini gösterir. Kriminal bir hadise varsa serviks ve üst vajende travmaya bağlı bulgular saptanabilir. 47 IV – MATERYAL VE METOD Çalışmamıza 2004-2007 yılları arasında kliniğimize başvuran 196 hasta dahil edilmiştir . Çalışma grubu olarak 12. gebelik haftası öncesinde en az iki abortusu olan 102 vaka ile, kontrol grubu olarak en az bir canlı doğumu olan, abortusu veya gebelik komplikasyonu olmayan 94 lohusa dahil edilmiştir. Hastaların yaşı, abortus sayıları, abortus haftaları, önceki gebelik kayıplarının özellikleri, sistemik hastalık, ilaç kullanım, jinekolojik ve obstetrik enfeksiyonlar, eşler arasında genetik ilişki, anemi, diabet, tiroid, kardiyak, renal hastalık öyküsü belirlendi. Periferik kanda tam kan sayımı , biokimya, ferritin , folik asit, B12 vit, maternal karyotip, serolojik testler (TORCH), tiroid fonksiyon testleri, Maternal Faktor V Leiden gen mutasyonu, Protrombin gen mutasyonu, MTHFR gen mutasyonu, protein C ve S eksiklikleri incelendi. TROMBOFİLİ PANELİ MATERYAL VE YÖNTEM 1. DNA izolasyonu Çalışma grubunu oluşturan olgulardan 1cc 0,5 M Etilendiamintetraasetikasitli (EDTA) (Sigma, ABD) tüp içerisine 9 cc kan örneği alınmıştır. Alınan kan örneği falkon tüpü içerisinde 25 cc RBC (Red Blood Cell) lizis solüsyonu [155 mM Amonyum Klorid (AppliChem, Almanya); 10 mM Sodyum Bikarbonat (Merck, Almanya); 0,5 mM EDTA ْ C’ de (AppliChem, Almanya)] ile karıştırılarak 20 dk buzda bekletilmiştir. Daha sonra +4 ◌ 4000 rpm’ de 20 dk santrifüj (Hettich, Almanya) edildikten sonra süpernatant dökülüp, pellet üzerine tekrar 25 cc RBC Lizis solüsyonu eklenmiştir. Bu işlem tüm eritrositler giderilene kadar tekrarlanmıştır. Dipte kalan lökositler üzerine 1000 µl RBC lizis solüsyonu eklenmiş, bu karışımın 800 µl’ si ependorf tüpüne alınarak stok olarak saklanmıştır. Geriye kalan 200 µl’ lik karışım ependorf tüpüne alınarak üzerine 20 µg/ml olacak şekilde Proteinaz K enzimi (MBI Fermentas, Litvanya), son konsantrasyon %0,5 olacak şekilde %10’ luk Soydum Dodesil Sülfat (Merck, Almanya) ve lökosit hacminin 2,5 katı olacak şekilde nükleaz solüsyonu [10 mM Trisklorid (Amresco, ABD) pH: 8; 100 mM Sodyum Klorid (Merck, Almanya), 1 mM EDTA (AppliChem, Almanya) pH: 8] eklenerek bir gece 56 ْ◌C ‘ de sıcak su banyosunda (Kotterman, Almanya) bekletilmiştir. İkinci gün 1:1 oranında Fenol/Kloroform [Fenol (Merck, Almanya), Kloroform (Merck, Almanya), 48 İzoamilalkol (Merck, Almanya) eklenerek 10 dk çalkalanmıştır. Buz içerisinde 20 dk bekletildikten sonra +4 ْ◌C 4000 rpm’de 20dk santrifüj edilmiştir. İki faza ayrılan karışımın üst kısmı başka bir ependorf tüpüne alınarak üzerine toplam hacmin 1/10’ u kadar 3 M Sodyum Asetat (Sigma, ABD) ve toplam hacmin 2 katı kadar %95’ lik alkol (Tekel, Türkiye) eklenmiştir. Ependorf tüpü alt –üst edilerek DNA görünür hale getirildikten sonra -20 ْ◌C’ de bir gece bekletilmiştir. Üçüncü gün +4 ْ◌C 4000 rpm’de 20dk santrifüj edilerek DNA çöktürülmüştür. Süpernatant kısmı dökülerek tüpe 500 µl %70’lik alkol eklenmiş ve +4 ْ◌C 4000 rpm’de 20dk santrifüj edilmiştir. Santrifüj sonunda alkol dökülmüş ve tüp kurumaya bırakılmıştır. Kurutulduktan sonra tüp içerisine Trisْ C’ de bir gece bekletilerek EDTA (10 mM TrisHCl, 1 mM EDTA) solüsyonu eklenip 37 ◌ DNA’ nın çözülmesi sağlanmıştır. İzole edilen DNA +4 ْ◌C’ de saklanır. 2. Faktör V Leiden Mutasyonu, Protrombin G20210A Mutasyonu ve MTHFR Gen Mutasyonunun Saptanması Bu çalışmada her 3 mutasyonun analizi için PCR-RFLP yöntemi kullanılmıştır. Yapılan PCR’ da son konsantrasyonu 0,6 pikomol/µl olacak şekilde primer çiftleri kullanılmıştır. Diğer PCR bileşenleri; 10 mM Tris-HCl (25 °C pH: 8,8), 50 mM KCl, son konsantrasyonu 0,2 mM olacak şekilde deoksinükleotittrifosfatlar [dATG, dGTP, dCTP, dTTP (Fermentas, Litvanya)] ve 15 mM MgCl2’ dür. Toplam hacim 25 µl’ ye ddH2O ile tamamlanarak PCR reaksiyonu gerçekleştirilmiştir. Faktör V Leiden geni için: F: TGC CCA GTG CTT AAC AAG ACC A R: CTT GAA GGA AAT GCC CCA TTA Protrombin geni için: F: TCT AGA AAC AGT TGC CTG GC R: ATA GCA CTG GGA GCA TTG AAG C 49 MTHFR geni için: F: CCT TGA ACA GGT GGA GGC C R: CAA AGA AAA GCT GCG TGA TGA T primerleri kullanılarak PCR tekniği ile çoğaltılmıştır. PCR’ da sıcaklık koşulları; 95 °C’ de 5 dk denatürasyon, 35 döngü olarak 95 °C’ de 1 dk denatürasyon, 60 °C’ de 1 dk hibridizosyon , 72 °C’ de uzama ve 72 °C’ de 7 dk son uzama olarak gerçekleştirilmiştir (Biometra, ABD). PCR sonrası PCR ürünleri %2’lik agoroz jele 5µl yüklenerek agaroz jel elektroforezinde kontrol edilmiş; doğru gen bölgesinin amplifikasyonu görülmüşse restriksiyon endonükleaz ile kesim işlemi yapılmıştır. 3.PCR Ürünlerinin Restriksiyon Endonükleaz İle Kesimi Ampfiliye olan PCR ürünlerinde Faktör V Leiden mutasyonu, protrombin G20210A mutasyonu ve MTHFR gen mutasyonu tesbiti için sırasıyla Mnl I, Hind III ve Hinf I enzimleri kullanılmıştır. 12,5 µl hacimdeki PCR ürünleri, 33mM Tris-asetat, 10mM Magnezyum asetat, 66 mM Potasyum asetat ve 0,1 mg/ml BSA (37 C,pH:7,9) içeren RE tamponu ve her birey için 10 ünite/µl enzim olacak şekilde hazırlanan tampon-enzim karışımı ile muamele edilmiştir. PCR ürünü-enzim-tampon karışımı enzimin optimum çalışma sıcaklığı olan 37 °C’de 14-16 saat inkübasyona bırakılmıştır. 4.Restriksiyon Endonükleazı için Agoroz Jel Elektroforezi Restriksiyon enzim kesim sonuçları %3’ lük agoroz jelde değerlendirilmiştir. Enzim ile kesim yapılmış ürünler Brom-fenol mavisi (Merck,Almanya) ile muamele edilerek jele yüklenir. 90-100V akımda 30-50 dk kadar yürütülür (Biogen, ABD). Ultraviyole ışıkta (Spectroline, ABD) incelenir. %3’lük agoroz jelde yürütülen örnekler UV ışık altında değerlendirildiğinde Şekil 8’de gösterilen kesim peofillerine göre genotipleme yapıldı. 50 Şekil 7: Çalışmada incelenen mutasyon bölgelerine özgü PCR ürünleri ve enzimle kesim profilleri. Şekilde ölçeklendirme yapılmamıştır. 1 2 3 4 5 (A) (B) (C) Şekil 8: FVL, Protrombin ve MTHFR mutasyon analizini gösteren %3’ lük agaroz jel elektroforezi. (A) Hastalarda FVL mutasyon analizi 1: PCR ürünü; 2: homozigot FVL mutant; 3: heterozigot FVL mutant; 4: normal; 5: homozigot FVL mutant. (B) Hastalarda Protrombin mutasyon analizi 1: PCR ürünü; 2-4: normal; 5: heterozigot mutant. (C) Hastalarda MTHFR mutasyon analizi 1: 100 bç markır; 2: homozigot mutant; 3; heterozigot mutant; 4: normal; 5: PCR ürünü. 51 V- İSTATİSTİK Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi , nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi ve göreceli orantı (Odds Ratio) kullanılmıştır. Genlerin heterezigot ve homozigot olmaları göz önüne alınarak allel frekansları hesaplanmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde,%95 lik güven aralığında değerlendirilmiştir. 52 VI – BULGULAR Kliniğimize başvuran 196 olgunun 102‘si çalışma grubunu, 94‘ü kontrol grubunu oluşturdu. 12 haftadan önce erken gebelik kayıpları olan 102 olgunun yaş ortalaması 27,67±6,35, gebelik komplikasyonu bulunmayan kontrol grubunu oluşturan 94 lohusanın yaş ortalaması 27,8±6,36 idi. Her iki grup yaş, gravida yönünden incelendiğinde fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Doğal olarak çalışma grubunun doğumu, kontrol grubunun da abortusu olmadığı için istatistiksel yönden ileri derecede anlamlı sonuç çıktı (p=0,0001). ( Tablo : 3 ) Tablo 3: Çalışma ve Kontrol gruplarının yaş, gravida, parite, abortus yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu Kontrol Grubu ( n : 102) ( n : 94) t P Yaş 27,67±6,35 27,8±6,36 -0,14 0,885 Gravida 2,32±0,71 2,2±1,05 0,96 0,341 Parıte 0±0 2,2±1,05 -21,12 0,0001 Abortus 2,32±0,71 0±0 31,91 0,0001 Çalışma grubunda abortus haftası ortalama 8,49±1,78 bulundu. (Tablo:4 ) TGK olgularında en sık abortus görülme zamanı 8. gebelik haftası olarak saptandı. Tablo 4: Haftasına göre abortus görülme sıklığının değerlendirilmesi. Abortus 6 7 8 9 10 11 12 Toplam haftası Abortus sayısı 11 21 34 8 7 13 8 102 % 10,8 20,6 33,3 7,8 6,9 12,7 7,8 100,0 53 Tablo 5: Çalışma ve kontrol gruplarının Hb, Ferritin, Folik asit, vit B 12 yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu Kontrol Grubu (n : 102) (n : 94) Hemoglobin 12,04±1,09 11,53±1,42 2,81 0,005 t P Ferritin 41,07±21,87 25,65±25,55 4,55 0,0001 Folik Asit 9,18±4,73 8,51±4,05 1,07 0,288 B 12 247,01±81,54 156,24±54,98 9,06 0,0001 Tablo : 5 incelendiğinde olgu grubunun ferritin ve vitamin B 12 ortalamaları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,0001). Çalışma Grubu Kontrol Grubu 45,00 40,00 35,00 30,00 25,00 20,00 15,00 10,00 5,00 0,00 Hemoglobin Ferritin Folik asit Grafik 1: Çalışma ve kontrol gruplarının Hb , Ferritin , Folik asit yönünden karşılaştırılması. Çalışma grubunda hemoglobin ve folik asit de kontrol grubuna göre daha yüksek idi.(Grafik:1) 54 Tablo 6: Çalışma ve kontrol gruplarının Koagülasyon, Trombosit, CRP yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu Kontrol Grubu (n : 102) (n : 94) t p Fibrinojen 306,46±72,49 481,06±84,94 -15,52 0,0001 aPTT 23,58±2,01 25,3±2,78 -4,98 0,0001 PLT 259593,14±65727,86 223148,94±67775,71 3,82 0,0001 CRP 10,8±16,92 0,0001 25,4±23,59 -4,97 Çalışma grubunun fibrinojen , aPTT , CRP ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,0001). CRP normal laboratuvar değerlerine göre her iki grupta da yüksek saptandı. Trombosit sayıları ise çalışma grubunda anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0,0001). (Tablo:6) Tablo 7: Çalışma ve kontrol gruplarının Sigara içimi, Tirodi fonksiyon bozukluğu, Rh faktörü , akraba evliliği yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu n % Sigara Tiroid Fonksiyonu Rh Akraba Evliliği Kontrol Grubu n % Sigara (-) 90 88,20 83 88,30 χ²:0,001 Sigara (+) 12 11,80 11 11,70 p=0,998 Toplam 102 100,00 94 100,00 Normal Hipertiroidi 88 14 86,30 13,70 81 13 86,20 13,80 Toplam 102 100,00 94 100,00 Rh (-) Rh (+) 12 90 11,80 88,20 18 76 19,10 80,90 Toplam 102 100,00 94 100,00 Yok Var 95 7 93,10 6,90 82 12 87,20 12,80 Toplam 102 100,00 94 100,00 χ²:0,002 p=0,989 χ²:2,05 p=0,151 χ²:1,94 p=0,163 Çalışma ve kontrol grupları tiroid fonksiyon bozuklukları (hipotiroidi, hipertiroidi) , Rh faktörü, sigara kullanımı ve akraba evliliği yönünden karşılaştırıldığı zaman aralarında 55 istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. Her iki grupta saptanan tiroid fonksiyon bozukluğu hipertiroidi olarak bulundu , hipotiroidi gözlenmedi . ( Tablo : 7 , Grafik : 2 ) Çalışma Grubu Kontrol Grubu 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Sigara (-) Sigara (+) Sigara Negatif Pozitif Tiroid Fonksiyonu Rh (-) Rh (+) Rh Yok Var Akraba Evliliği Grafik 2: Çalışma ve gruplarının Sigara içimi, Tiroid fonksiyon bozukluğu, Rh faktör, Akraba evliliği yönünden karşılaştırılması. Tablo 8: Çalışma ve kontrol gruplarının Faktor V Leiden, Protrombin, MTHFR gen mutasyonları, protein C eksikliği ve kromozom analizi yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu n % Negatif 77 75,50 22,50 Faktör V Heterezigot 23 Homozigot 2 2,00 Leiden Toplam 102 100,00 Negatif 96 94,10 5,90 Protrombin Heterezigot 6 Toplam 102 100,00 Negatif 49 48,00 Heterezigot 47 46,10 6 5,90 MTHFR Homozigot Toplam 102 100,00 Negatif 100 98,00 2 2,00 Protein C Pozitif Toplam 102 100,00 Negatif 100 98,00 2 2,00 Kromozom Pozitif Toplam 102 100,00 Analizi Kontrol Grubu OR (%95 GA) n % 86 91,50 8 8,50 Χ²:9,44 OR:5,58 (0,26-118,1) 0 0,00 P=0,009 OR:3,21 (1,35-7,59) 94 100,00 92 97,90 Χ²::1,76 2 2,10 P=0,184 OR:2,87 (0,56-14,61) 94 100,00 52 55,30 40 42,60 Χ²::2,33 OR:1,24 (0,70-2,21) 2 2,10 P=0,312 OR:3,18 (0,61-16,53) 94 100,00 94 100,00 Χ²:1,86 0 0,00 P=0,172 OR:4,70 (0,22-99,28) 94 100,00 89 95,70 Χ²:0,89 4 4,30 P=0,345 OR:0,44 (0,07-2,48) 93 100,00 56 Çalışma Grubu Kontrol Grubu 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Negatif Heterezigot Homozigot Faktor V Negatif Heterezigot Protrombin Negatif Heterezigot Homozigot MTHFR Grafik 3: Çalışma ve kontrol gruplarının Faktör V Leiden, Protrombin, MTHFR gen mutasyonları yönünden karşılaştırılması. Tablo:8 ve Grafik:3 incelendiğinde çalışma grubunun Faktör V gen mutasyonu kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,009). Grafik 4‘te de gibi görüldüğü gibi çalışma grubunda heterozigot mutasyon oranı %22,5 (23 olgu) iken kontrol grubunda %8,5 (8 olgu) olduğu gözlendi; göreceli orantı (OR) 5,58 (0,26-118,1) idi yani hasta grubunda heterozigot olma olasılığı kontrol grubundan 5,58 kat daha fazla saptandı. Çalışma grubunda homozigot mutasyon oranı %2 (2 olgu) iken kontrol grubunda % 0 (0) olduğu gözlendi, OR 3,21 (1,35-7,59) olarak saptandı yani hasta grubunda homozigot mutasyon olma olasılığı kontrol grubundan 3,21 kat daha fazla idi . 57 Çalışma grubu Faktör V Kontrol Grubu 25,0% 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% Heterezigot Homozigot Grafik 4: Çalışma ve kontrol grubunda Faktor V Leiden gen mutasonu, heterozigot, homozigot mutasyon oranlarının karşılaştırılması . Protrombin gen mutasyonu; çalışma grubu ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmasa da (p=0,184) hasta grubunda daha yüksek bulundu. Çalışma grubunda heterezigot mutasyon oranı %5,9 (6 olgu) gözlendi. iken kontrol grubunda %2,1 (2) olduğu OR 2,87 (0,56-14,61) idi yani hasta grubunda heterozigot mutasyon olma olasılığı kontrol grubundan 2,87 kat daha fazla olarak saptandı. Her iki grupta da protrombin geninin homozigot mutasyonuna rastlanmadı ( tablo : 8 ) . Protrombin geni Çalışma grubu Kontrol Grubu 6,0% 5,0% 4,0% 3,0% 2,0% 1,0% 0,0% Heterezigot mutasyon Grafik 5: Çalışma ve konrol gruplarında Protrombin gen mutasyonu dağılımı 58 MTHFR gen mutasyonu için; çalışma grubu ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmasa da (p=0,312) hem heterozigot hem de homozigot mutasyonlar abortus grubunda daha yüksek idi. Çalışma grubunda heterozigot mutasyon oranı %46,1 (47 olgu) iken kontrol grubunda %42,6 (40 olgu) olduğu gözlendi, OR 1,24 (0,70-2,21) bulundu yani hasta grubunda heterozigot olma olasılığı kontrol grubundan 1,24 kat daha fazla idi. Hasta grubunda homozigot mutasyon oranı %5,9 (6 olgu) iken kontrol grubunda %2,1 (2 olgu) olduğu gözlendi, OR 3,18 (0,61-16,53) bulundu yani çalışma grubunda homozigot mutasyon olasılığı kontrol grubundan 3,18 kat daha fazla olduğu görüldü. Çalışma grubu MTHFR Kontrol Grubu 50,0% 40,0% 30,0% 20,0% 10,0% 0,0% Heterezigot Homozigot Grafik 6: Çalışma ve kontrol gruplarında MTHFR C677 gen mutasyonu heterozigot , homozigot mutasyon oranlarının dağılımı. Tablo 9: Çalışma ve kontrol gruplarında Faktor V Leiden ve MTHFR gen mutasyonları yönünden karşılaştırılması. Çalışma Grubu Kontrol Grubu n % n % 77 75,5 86 91,5 χ²:28,39 Pozitif 25 24,5 8 8,5 p=0,0001 Negatif 49 48,0 52 55,3 χ²:0,65 Pozitif 53 52,00 42 44,70 p=0,419 102 100 94 100 FaktörV Leiden Negatif MTHFR Toplam 59 Faktör V Leiden ve MTHFR C677 genleri için toplam mutasyon sayıları karşılaştırıldı. Olgu grubunda toplam Faktör V Leiden gen mutasyonu % 24,5, kontrol grubunda % 8,5 bulundu, çalışma grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek idi ( p=0.0001). MTHFR C677 gen mutasyonu çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla daha yüksek olmasına karşın (%52, % 44,7) , fark istatistiksel olarak anlamlı değildi . ( Tablo : 9 ) Has ta Grubu Kontrol Grubu Pozitif Negatif 100,00% 80,00% 60,00% 40,00% 20,00% 0,00% Negatif Faktör V Pozitif MTHFR Grafik 7: Çalışma ve kontrol gruplarında Faktor V Leiden ve MTHFR gen mutasyonlarının karşılaştırılması. Protein C eksikliğine abortus grubunda sadece 2 olguda (%2) rastlandı , kontrol grubunda hiç rastlanmadı ﴾ p=0,172 OR:4,70 (0,22-99,28) .﴿ Protein S eksikliğine her iki grupta da rastlanmadı . ( Grafik : 8 , Tablo : 9 ) Çalışma Grubu Kontrol Grubu 100,0% 80,0% 60,0% 40,0% 20,0% 0,0% Negatif Pozitif Protein C Grafik 8: Negatif Pozitif Kromozom Çalışma ve kontrol gruplarında Protein C eksikliği ve maternal kromozom analizi. 60 Maternal karyotip tayini sonucunda abortus grubunda 2 olgu 46 ,XX ,t (7 ;12 )(p32q13) translokasyon tespit edildi. Kontrol grubunda ise 4 olguda inversiyon anomalisi (inv(9)(p11q13)) tespit edilmiştir. Kromozom anomalileri açısından her iki grup arasında anlamlı bir fark tespit edilmemiştir . ﴾p=0,345 OR:0,44 (0,07-2,48)﴿ Tablo 10: Çalışma ve kontrol gruplarının Missed ve İncomplet abortuslarda trombofili görülme oranları. İnkomplet Abortus n % Negatif Faktor V OR (%95 GA) 47 75,80 30 75,00 Heterezigot 13 Homozigot 2 21,00 3,20 10 0 25,00 0,00 Toplam 62 100,00 40 100,00 Negatif 57 Heterezigot 5 91,90 8,10 39 1 97,50 2,50 62 100,00 40 100,00 29 29 4 62 46,80 46,80 6,40 100,00 20 18 2 40 50,00 45,00 χ²:0,15 0,42 (0,18-0,97) 5,00 p=0,925 0,35 (0,03-2,06) 100,00 Protrombin Toplam MTHFR Missed Abortus n % Negatif Heterezigot Homozigot Toplam χ²:1,46 1,20 (0,46-3,09) p=0,480 0,31 (0,01-6,71) χ²:1,36 p=0,244 0,29 (0,03-2,60) İnkomplet ve missed abortus grupları Faktör V Leiden gen mutasyonu yönünden karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,480). İnkomplet abortus grubunda heterozigot mutasyon oranı %25 (10 olgu) iken missed abortus grubunda %21 (13 olgu) olduğu gözlendi , OR 1,20 (0,46-3,09) bulundu yani inkomplet abortus grubunda heterozigot mutasyon olma olasılığı missed abortus grubundan 1,20 kat daha fazla idi. İnkomplet abortus grubunda homozigot mutasyon oranı %3,2 (2) iken missed abortus grubunda 0 (%0) olduğu gözlendi, OR 0,31 (0,01-6,71) bulundu yani inkomplet abortus grubunda homozigot mutasyon olma olasılığı 0,31 kat daha fazla idi. (Tablo : 10) 61 Tablo 11: Çalışma ve kontrol gruplarında Multipl gen mutasyonlarının dağılımı. Çalışma Grubu Kontrol Grubu n % n % Multiple Gen Mutasyonu (-) 82 80,4 92 97,9 χ²:15 Multiple Gen Mutasyonu (+) 20 19,6 2 2,1 P=0,0001 100 94 100 Toplam 102 Çalışma grubu ile kontrol grubu multipl gen mutasyonu açısından incelendi . Multipl gen mutasyonu sıklığı çalışma grubunda ( % 19,6 ), kontrol grubuna oranla ( % 2,1 ) istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek (p=0,0001) bulundu .( Tablo : 11 , Grafik : 9 ) Multiple Gen Mutasyonu (-) Multiple Gen Mutasyonu (+) 100% 80% 60% 40% 20% 0% Çalışma Grubu Kontrol Grubu Grafik 9: Çalışma ve kontrol gruplarında Multipl gen mutasyonlarının dağılımı 62 VII - TARTIŞMA Erken gebelik kayıpları reprodüktif dönemin sık karşılaşılan jinekolojik problemlerinden biridir. Gebelikte en sık karşılaşılan komplikasyon olduğu bilinmektedir. Kalıtsal trombofililer son zamanlarda yapılan destekleyici yayınlar nedeniyle erken ve tekrarlayan gebelik kayıpları etolojisinde araştırma kapsamına alınmaktadır. Toplumda rekürren gebelik kaybı sıklığı % 5’dir. Önemli bir kısmı (%60) genetik kökenlidir ve sonraki gebeliklerin prognozunu etkiler. Genetik hastalıklar açısından bakıldığında rekürren diyebilmek için kayıpların arka arkaya olması gereği yoktur. Bunun nedeni genetik hastalıklarda rekürrens riskinin %0-100 arası değişmesidir (97, 98) . Yapılan çalışmalarda abortus riskinin ileri maternal yaş ile arttığı gösterilmiş, abortus hızının 30 yaşından sonra arttığı tespit edilmiştir. Ancak TGK olguları açısından, rekkürrens riski genç ve ileri yaş bayanlarda farklılık göstermemektedir. Bu bulgu TGK patogenezinde yaştan bağımsız diğer faktörlerin rol oynayabileceğini düşündürmektedir (102, 104-107). Bizim çalışmamızda abortus grubunun yaş ortalaması 27,67± 6,35 olarak bulunmuştur. Bizim toplumumuzda abortus sıklığının daha erken yaşlarda artış göstermesini; akraba evliliklerinin sıklığı, dolayısıyla genetik defektlerin de artmış olmasına bağlayabiliriz. Çalışmalarda TGK’da en sık abortus görülme haftasını 8- 10. haftalar olarak vermektedirler (86, 137, 144). Sitogenetik anomaliler gebelik haftası küçüldükçe artar. Bizim çalışmamızda ise çalışma grubunun ortalama abortus haftası 8,49 ±1,78 bulunmuş olup genel literatür ile uyumlu sayılabilir. Abortusların erken haftalarda meydana gelmesi populasyondaki akraba evliliği ve genetik mutasyonların sıklığına bağlanabilir. Literatürde spontan veya tekrarlayan erken gebelik kayıpları anemi açısından değerlendirildiğinde; genellikle pernisiyöz anemi, orak hücreli anemi, α talasemi olguları tespit edilmiştir. B 12 vitamin düzeyinin 150 ng/ml altında olduğu olgularda artmış gebelik kayıplarından söz edilmiştir (13, 49, 50). Çalışmamızda abortus grubunun hemoglobin ortalaması 12,04±1,09 , B 12 vitamini ortalama değeri 247,01±81,54 bulunmuştur. Abortus grubunda anemi tespit edilmemiş olup, kontrol grubuna göre hemoglobin, B12 vitamini ve ferritin değerleri anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (Tablo 5). Bunun nedeni kontrol grubu olarak alınan lohusaların; hem gebelik süresince kayıplarının, hem de doğum sırasındaki kayıplarının daha fazla olmasına bağlı olduğu düşünülmüştür. Ayrıca B12 63 düzeyinin beslenme ile ilişki olduğu düşünüldüğünde, literatürdeki mevcut çalışmalar ile olan farklılıklar doğal karşılanabilir. Tekrarlayan spontan erken gebelik kayıplarında folik asit düzeyinin düşük olması bazı çalışmalarda bir risk faktörü olarak gösterilmiş, 8,4 nmol/L’nin altındaki değerler anlamlı bulunmuştur(45, 132, 136). Bizim çalışmamızda abortus grubunun folik asit ortalama değeri 9,18±4,73 nmol/L tespit edilmiş olup literatür ile uyumludur. Ancak bu değerin çalışmamızdaki kontrol grubundan daha yüksek bulunmuş olması, kontrol grubu olan lohusalarda gebeliğe bağlı kayıpların daha fazla olmasına bağlanmıştır. Çalışmamızda fibrinojen ve aPTT kontrol grubumuza oranla anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Bilindiği gibi gebelikte fibrinojen artar, aPTT değişmez. Kontrol grubunda fibrinojenin daha yüksek bulunması gebeliğin devamına bağlı doğal yükselişi olarak değerlendirilmiştir. aPTT değeri çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha kısa tespit edilmiş olsa da normal sınırlar içerisindedir. Çalışmamızın ana konusu olan kalıtsal trombofililerde olduğu gibi hiperkoagüabiliteye sebebiyet veren durumların spontan veya tekrarlayan abortus etyolojisinde yer aldığı birçok yazar tarafından kabul edilmiştir (118, 119, 131-136). CRP değeri yapılan bir çalışmada aynı gebelik haftasıdaki sağlıklı ve missed abortus olgularında karşılaştırılmış ve abortus olgularında ileri derecede anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Abortus olgularının CRP değeri ortalama 15,4±2,4 olarak verilmiştir(92). Bizim çalışmamızda abortus olgularının ortalama CRP değeri 10,8±16,92 olarak saptanmıştır. Bu da yapılan diğer çalışmalarda olduğu gibi abortus vakalarında CRP değerinin yükseldiğini göstermektedir. Fibrinojen gibi bir akut faz reaktanı olan CRP çalışma grubunda, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük saptanmıştır. Kontrol grubunda anlamlı derecede daha yüksek bulunmalarının sebebi travayın, abortusa oranla vücut için daha büyük bir travma olmasına bağlanmıştır. Çalışmamızda ortalama trombosit sayısı çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla anlamlı derecede daha yüksek bulunmuş, ancak her iki grupta da normal sınırlar içerisinde saptanmıştır. Literatürde de trombosit sayları ile abortus ilişkisi yönünden bir bağlantı kurulamamıştır. Yapılan çalışmaların çoğunda TGK ile hipotiroidi arasında anlamlı ilişliler tespit edilmiştir (146). Bizim çalışmamızda literütürün aksine abortus grubunda hipertiroidi olgularına rastlanmıştır, ancak kontrol grubu ile anlamlı istatistiksel fark saptanmamıştır (Tablo 7). İyodun ekstrensek ortamdan besinlerle ve solunumla temin edildiği düşünülecek 64 olursa, coğrafi bölgelerin özelliklerinin ve kişilerin beslenme alışkanlıklarının tiroid fonksiyon bozuklukları üzerinde etkili faktörler olduğu ve yapılan çalışmalarda farklı sonuçlara sebebiyet verecekleri düşünülebilir. Finan ve ark . habituel abortuslarda bir risk faktörü olarak sigara kullanımını, kontrol grubuna oranla daha sık bulmuşlardır(OR1.76; 95% CI= 0.79-3.94) (118). Bizim çalışmamızda abortus grubu ile kontrol grubu arasında sigara kullanımı açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Rh izoimmünizasyonu ile abortus sıklığı artabilir. Ancak çalışmamızda, literatürle uyumlu olarak Rh faktörü yönünden çalışma ve kontrol grupları arasında anlamlı farklar tespit edilmemiştir(12, 13). Habituel abortus olgularında etyolojik faktörlerin değerlendrilidiği çalışamalarda, akraba evliliğinin klinik başarı oranlarını etkilemediği yayınlamıştır. Bizim çalışmamızda da abortus olguları ile kontrol grubu arasında anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. Literatürde herediter trombofili ile TGK olgularının ilişkisinin değerlendirildiği birçok yayın mevcut olup, bazı yazarlar kuvvetli pozitif ilişkilerden bahsederken (7, 86, 107, 118, 119, 126, 127, 131-136, 138-142), bazı yazarlar ise hiçbir ilişki olmadığı konusunda çalışmalar yayınlamışlardır (60, 64, 108, 112, 113, 123-125). Önderoğlu ve ark . TGK ve trombofilik anomaliler arasındaki ilişkiyi değerlendirdikleri çalışmalarında; FVL, F II G20210, Protein S, Protein C, antirombin III eksikliğini TGK olgularında, kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulmuşlardır. Çalışmanın sonucunda trombofili insidansını, TGK olgularında yüksek tespit ederek, TGK olgularında genetik trombofililerin major etyolojik faktör olarak araştırılması gerektiğini bildirmişleridir (107).Tal ve ark .’nın yaptıkları çalışmada olduğu gibi; genel sonuç tekrarlayan gebelik kayıplarında (TGK) Factor V leiden mutasyonunun sık görüldüğü ancak Protrombin gen mutasyonunun ve MTHFR homozigot mutasyonunun sık görülmediği şeklindedir (106 ). Bizim çalışmamızın sonucu da genel literatürle uyumulu olup, tekrarlayan erken gebelik kayıpları ile faktör V leiden mutasyonu arasında diğer trombofilik gen mutasyonlarına göre daha sıkı bir ilişki olduğunu göstermiştir (Tablo 8). Tekrarlayan erken gebelik kayıpları ve trombofilik faktörler arasındaki ilişki genellikle Faktör V Leiden gen mutasyonunun varlığı, homozigosite veya heterozigositesinin araştırılması ile gösterilmeye çalışılmıştır. TGK olgularında Faktör V Leiden gen mutasyonları çeşitli yayınlarda %1,7 ile 49 arasında değişen oranlarda bildirilmiştir (60, 77, 106, 107, 109 , 114, 118, 119, 125-127). Kontrol grubu olarak alınan normal 65 populasyonda ise Faktor V Leiden gen mutasyon insidansı % 2,7 ile % 25 arasında değişmektedir (7, 86, 110, 119, 123, 125). Brenner ve ark. çalışmalarında TGK olgularında, kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark tespit etmişlerdir (% 49 vs % 22) (60,109). Reznikoff ve ark 10 hafta ve altında TGK olan 260 olgu ve 240 kontrol grubu ile yaptıkları çalışmada Faktör V Leiden gen mutasyonlarını kontrol grubuna oranla anlamlı derecede yüksek oranda saptamışlardır. (OR 2,4 ( %95 CI 1-5)) (86). Sarig ve ark . çalışmalarında Faktör V Leiden gen mutasyon oranını çalışma grubunda % 25, kontrol grubunda % 7,6 olarak bildirmişlerdir. Ridker ve ark TGK olgularında FVL prevalansını (% 8), kontrol grubuna oranla (% 3,7) yüksek bulmuşlardır (110). Younis ve ark APCR ve FVL mutasyonlarını TGK olgularında araştırmış, kontrol grubuna kıyasla her ikisinin de prevalansını anlamlı olarak yüksek bulmuşlardır (111). Foka ve ark; 80 TGK ‘lı olgunun 15‘inde (%19), 100 kişilik kontrol grubunun 4‘ünde (%4) FVL gen mutasyonuna rastlamışlardır ( p= 0,003, OR:5,5 , CI:1.7-17). Finan ve ark . 110 habituel abortusu içeren çalışmalarında FVL gen mutasyonunu % 40,91 (45 vaka) olarak saptamışlardır. Bunlardan 7‘si homozigot (%6), 38’i heterozigot (% 34) olarak tespit edilmiştir. Kontrol grubunda ise FVL heterozigot gen mutasyonunu % 16,42 bulmuşlardır (118). Wramsby ve ark . 3 ve daha fazla erken gebelik kaybı olan 84 vakada FVL mutasyonunu çalışma grubunda % 27,8 oranında bulmuştur, kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak yüksektir (77). Dana Cohen ve ark . değişik toplumlarda Factor V leiden gen mutasyonu görülme sıklığını; % 5-9, erken gebelik kayıplarında saptamışlardır (145). Bu çalışmaların sonucuna göre FVL ise % 19 gen mutasyonu TGK olgularında major kalıtsal risk faktörü olarak düşünülebilir. Bizim çalışmamızda Faktör V Leiden gen mutasyonu çalışma grubunda %24,5 (%22,5 heterozigot, %2 homozigot), kontrol grubunda %8,5‘luk (tümü heterozigot) oranlar ile istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuş olup (p=0,009), genel literatür ile paralellik göstererek, Faktör V Leiden gen mutasyonu ile tekrarlayan gebelik kayıpları arasında pozitif bir ilişki olduğunu desteklemektedir. Ortalamadan çok düşük veya çok yüksek derecede mutasyon oranının varlığı o popülasyonun etnik kökenine , akraba evlilği sıklığına bağlanabilir . Bizim çalışmamızda olduğu gibi, literatür genelinde de TGK ile Faktör V leiden gen mutasyonu arasında olumlu ilişkiden bahseden çalışmalar çoğunluktadır ancak FVL mutasyonu ile TGK arasında anlamlı bir ilişki olmadığını iddia eden yayınlar da mevcuttur (60 ,64, 65, 69, 89, 91, 108, 112, 113, 123, 124). Rai ve ark . yaptıkları çalışmada FVL mutasyon oranını çalışma ve kontrol gruplarında benzer oranda (% 3,3) bulmuşlardır (60). Grandone ve ark. birinci trimester kayıpları ile kontrol grubu arasında 66 Faktör V leiden gen mutasyonu sıklığı açısından istatistiksel olark anlamlı bir fark tespit etmemişlerdir (65, 89, 91) . Carp ve ark . 3 veya daha fazla erken gebelik kaybı olan 108 hastadan oluşan çalışma grubu ile normal doğum yapan 82 kontrol grubu olgularında, FVL prevalansı çalışma grubunda % 3,7, kontrol grubunda % 6,1 bulunmuştur. Çalışma grubunda mutasyon prevalansları kontrol grubuna göre düşük bulunmuş olup, istatistiksel olarak anlamlı değildir (123). Pauer ve ark . 2 veya daha fazla abortusu olan 101 hastadan oluşan çalışma grubu ile 122 vakadan oluşan kontrol grubunu kalıtsal trombofili açısından araştırmışlardır. Gen mutasyon oranlarını FVL için; çalışma grubunda % 10 (11/101), kontrol grubunda % 7 (9/122), tespit etmişlerdir. Gruplar arasında gen mutasyonu oranları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır ( 124 ). Dilley ve ark . çalışmalarında 3 ve daha fazla erken gebelik kaybı olan 60 vaka içeren çalışma grubu ile sağlıklı olarak gebeliği sonlanan 92 vakadan oluşan kontrol grubunu karşılaştırmışlardır. FVL gen mutasyonu olan kadınlarda, kontrol grubuna kıyasla TGK için istatistiksel olarak anlamlı bir risk tespit etmemişlerdir. FVL gen mutasyonu çalışma grubunda % 1,7, kontrol grubunda % 14 (OR 0.10, 95% CI 0.01-0.81) olup TGK ile ilişkisi bulunamamıştır. Genel populasyonda FVL taşıyıcılığı % 5 iken , bu çalışmada % 14 gibi yüksek bir değer bulunmuştur. FVL taşıyıcılığının erken gebelikte kanamayı önleyici bir etken olabileceği düşünülmüştür ( 125 ). Bu çalışmalarda FVL gen mutasyonu ile TGK arasında anlamlı bir ilişkinin ortaya koyulamamış olması, çalışmalardaki vaka sayılarının azlığına, çalışmanın yapıldığı popülasyonun etnik özelliğine, akraba evliliklerinin sık olmaması dolayısıyla genetik mutasyonların daha az olmasına bağlanabilir . Çalışmamızda protrombin gen mutasyonu; fark istatistiksel olarak anlamlı olmasa da (p=0,184) çalışma grubunda kontrol grubuna oranla daha yüksek bulunmuştur. Literatür genelinde çalışmamızda olduğu gibi istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı olmasa dahi protrombin gen mutasyonunun kontrol gruplarına oranla daha sık rastlandığı, mutasyon aranının TGK ile arttığını gösteren , TGK ‘da protrombin gen mutasyonunun araştırılmasının yararlı olacağını bildiren yayınlar mevcuttur (7, 69, 86, 107, 118, 119, 126, 127, 131-136, 138-142 ). Reznikoff ve ark 10 hafta ve altında TGK olan 260 olgu ve 240 kontrol grubu ile yaptıkları çalışmada FII G 20210A mutasyonlarını kontrol grubuna oranla anlamlı derecede yüksek oranda saptamışlardır. (2,7 (% 95 CI 1-7)) (86). Santoro ve ark . habituel abortus ile protrombin ( F II G20210A) gen mutasyonu ilişkisini ortaya koydukları çalışmalarında; 99 TGK ‘lı olguda Protrombin geni için % 8,1, kontrol grubunda ise % 2,6‘lık mutasyon oranlarını bulunmuşlardır (FII G20210A için p=0,13) 67 (119). Foka ve ark . yaptıkları çalışmada Protrombin G20210A polimorfizmi çalışma grubunda % 9, kontrol grubunda % 2 bulumuşlardır.(p=0.038, OR 4.6, CI:0.9-23.2) (7). Pihusch ve ark çalışmalarında Protrombin gen mutasyonlarının kontrol grubuna göre TGK’lı olgularda daha sık (% 6,7 vs. % 0,8 p= 0,027, OR 8,5) görüldüğünü bildirmişlerdir (69). Dana Cohen ve ark . değişik toplumlarda Protrombin gen mutasyonu görülme sıklığını; % 2-4, TGK olgularında ise % 7,8 saptamışlardır(145). Bizim çalışmamızda protrombin gen mutasyonu tümü heterozigot mutasyon olmak üzere; çalışma grubunda %5,9 (6 olgu) iken kontrol grubunda %2,1 (2 olgu) bulunmuştur (OR 2,87 (0,56-14,61)). Fark istatistiksel olarak anlamlı olmasa da çalışma grubunda protrombin gen mutasyonunun arttığı gösterilmiştir. Her iki grupta da protrombin geninin homozigot mutasyonuna rastlanmamıştır. TGK etyolojisinde Protrombin gen mutasyonunun, Faktör V Leiden gen mutasyonu ile birlikte major risk faktörü olarak gösteren çalışmalar çoğunlukta olsa da ( 118, 139-142, 145), literatürde TGK ile protrombin gen mutasyonu arasında anlamlı bir ilişki olmadığını belirten yayınlar da mevcuttur (64 , 77, 108, 112, 123-125, 144). Carp ve ark . 3 veya daha fazla erken gebelik kaybı olan 108 hastadan oluşan çalışma grubu ile normal doğum yapan 82 kontrol grubu olgularında FII G20210A gen mutasyonlarını çalışma grubunda % 4,6, kontrol grubunda % 6,1 bulunmuştur. Çalışma grubunda mutasyon prevalansları kontrol grubuna göre düşük bulunmuş olup, istatistiksel olarak anlamlı değildir (123). Pauer ve ark . 2 veya daha fazla abortusu olan 101 hastadan oluşan çalışma grubu ile 122 vakadan oluşan kontrol grubunu kalıtsal trombofili açısından araştırmışlar sonucunda Protrombin gen mutasyonunu; çalışma grubunda % 1 (2/101), kontrol grubunda %2 (3/122) tespit etmişlerdir (124). Çalışmamız protrombin gen mutasyonu açısından değerlendirildiğinde hem çalışma grubu, hem de kontrol gruplarının mutasyon oranları, TGK ile protrombin gen mutasyonunun olumlu ilişkisi yönünden genel literatür ile uyumlu bulunmuştur(118, 139-142, 145). Protrombin gen mutasyonunun çalışma ve kontrol gruplarındaki oranlarının, TGK ile ilişkilerinin çalışmalarda gösterdiği farklılıklar; çalışmaların yapıldığı populasyonların etnik özelliklerine, toplumda akraba evliliği sıklığına, çalışmalara alınan vaka sayılarının az olmasına göre değişmektedir. MTHFR gen mutasyonu, diğer gen mutasyonlarına oranla toplumda daha sık görülmektedir. Literatürü gözden geçirerek değerlendirme yapacak olursak; MTHFR gen mutasyonunun genellikle TGK insidansını etkilemediğini (7, 64, 69, 77, 106, 108, 112, 123-125 ,127) ancak bazı yayınlarda istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmese de 68 kontrol gruplarına oranla TGK‘da MTHFR mutasyonuna daha sık rastlandığını söyleyebiliriz (107, 122, 131, 132-136, 138). Bizim çalışmamızda da MTHFR gen mutasyonu açısından çalışma ve kontrol grupları arasında anlamlı fark tespit edilememiş (p=0,312), ise de MTHFR gen mutasyonu; hem heterozigot hem de homozigot mutasyon açısından çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla daha fazla bulunmuştur (OR 1,24, OR 3,18). Foka ve ark . yaptıkları bir çalışmada MTHFR C677T homozigot mutasyon oranlarını çalışma grubunda %8, kontrol grubunda %15 olarak tespit etmişler ve TGK’da MTHFR mutasyonunun etken olamayacağını bildirmişlerdir (7). Carp ve arkadaşlarının 3 veya daha fazla erken gebelik kaybı olan olguları değerlendirmeye aldıkları çalışmalarında MTHFR C677T gen mutasyonu çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla yüksek saptanmış ancak istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (123). Pauer ve ark . benzer bir çalışmada MTHFR homozigot gen mutasyonunu çalışma grubunda %14, kontrol grubunda % 12 tespit etmişler, istatistiksel olarak anlamlı fark bulamamışlardır (124). Bizim çalışmamızda çalışma grubunda heterozigot mutasyon oranı %46,1 (47 olgu) iken kontrol grubunda % 42,6 (40 olgu) tespit edilmiştir(OR 1,24 (0,70-2,21)). Çalışma grubunda homozigot mutasyon oranı %5,9 (6 olgu) iken kontrol grubunda %2,1 (2 olgu) bulunmuştur (OR 3,18 (0,61-16,53) ). Çalışmamızı MTHFR gen mutasyonları yönünden değerlendirecek olursak, literatür ile uyumlu olarak, TGK insidansını genellikle etkilemediklerini, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da kontrol gruplarına oranla daha sık gözlendiklerini söyleyebiliriz. Literatür ile çalışmamızın MTHFR gen mutasyonu açısından yegane farkı, mutasyon oranlarının hem çalışma hem de kontrol gruplarında diğer çalışmalara oranla daha yüksek tespit edilmiş olmasıdır. Bu fark ülkemizde akraba evliliklerinin sık olması, etnik gruplar arasındaki genetik farklılıklara bağlı olabilir. Literatürde Protein C ve Protein S eksikliği ile ilgili çalışmalara diğer herediter trombofili faktörlerinde olduğu kadar sık rastlanmamaktadır . Mevcut yayınlarda genellikle Protein C ve S eksikliği ile TGK arasında anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir ( 108, 112, 126, 127, 129) . Ancak Protein C ve S eksiklikleri ile TGK arasında zayıf da olsa olumlu bir ilşiki olduğunu gösteren yayınlar da vardır (42, 107, 109, 128, 138). Herediter trombofili etkenlerinin değerlendirildiği Önderoğlu ve ark . ‘larının yaptıkları çalışmada protein C ve S eksikliği kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (107). Coumans ve ark . Protein S eksikliği ile TGK arasında anlamlı bir ilişki tespit ederler iken (42), Rey ve ark . Protein S eksikliği ile TGK arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ancak Protein C eksikliği ile TGK‘nın anlamlı bir ilişkisi olmadığı yönünde bir çalışma 69 yayınlamışlardır (126, 127). Brenner ve ark . yaptıkları bir meta-analizde, Protein S eksikliği olan olgularda, kontrol grubuna oranla 15 kat artmış TGK riski olduğunu saptamışlar; ancak Protein C eksikliği ile fetal kayıp arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmadığını belirtilmişlerdir (109). Sanson ve ark . protein C ve Protein S eksikliği olan 129 vaka ile yaptıkları çalışmada abortus relatif riski kontrol grubuna göre 2.0 (95% C.I. 1.2-3.3) kat daha yüksek olarak bulmuşlardır (%22,3, %11,4)(128). Suguria; 10 hafta öncesi gebelik kayıpları ile Protein C eksikliği arasında anlamlı bir ilişki olmadığını bildirmiştir (129). Çalışmamızda Protein C eksikliğine abortus grubunda sadece 2 vakada (%2) rastlanmış olup, kontrol grubunda hiç rastlanmamıştır ﴾p=0,172 OR:4,70 (0,2299,28) ﴿ . Protein S eksikliğine ise her iki grupta da rastlanmamıştır. Çalışmamız Protein C ve S eksiklikleri ile TGK arasındaki ilişki bakımından bazı literatürler ile uyumlu gözükmektedir(108, 112, 126, 127, 129). TGK ile Protein C ve S eksikliklerinin ilişkisi zayıf bulunmuştur. Protein C ve S eksikliği olan olguların çok az olmasının nedeni, diğer çalışma gruplarındaki olgular ile toplumumuzun etnik farklılığı, genetik yapısının farkı ve olgu sayısına bağlı olabilir. TGK ile multipl trombofilik gen mutasyonu ilişkisini ortaya koyan Coulam ve ark.‘nın yaptığı çalışmada da; TGK‘larında multipl gen mutasyonlarının spesifik tek gen mutasyonlarına oranla daha etkili olduğu bildirilmiştir (130). Sarig ve ark . yaptıkları çalışmada; multipl trombofilik gen mutasyonu oranını ise TGK’da %21, kontrol grubunda % 5,5 olarak bulmuşlardır (114) . Literatürle uyumlu olarak; çalışmamızda multipl trombofilik gen mutasyonu oranı çalışma grubunda, kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur(%19,6 vs %2,1) (p=0.0001). Çalışmamıza dahil ettiğimiz TGK olgularında abortus haftası incelendiğinde, ortalama 8,49 hafta tespit edilmiştir. Verilerimizi göz önüne alarak, ilk trimester TGK ile kalıtsal trombofililer arasında olumlu bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Zammiti ve ark idiopatik tekrarlayan erken gebelik kayıpları için Faktor V Leiden mutasyonunun daha çok 10-12. gebelik haftalarında pik yaptığını, 8 . gebelik haftası öncesinde etkili olmadığını yayınlamışlardır (137). Roque ve ark.10 hafta öncesi erken gebelik kayıpları ile kalıtsal trombofililerin ilişkisi olmadığını bildirmişlerdir (144). Bu konuda literatür ile olan çelişkiyi çalışmalara dahil edilen populasyonların etnik ve genetik özellikleri ayrıca çalışma kapsamına alınan olgu sayılarının farklılıkları ile açıklayabiliriz. 70 Dana Cohen’ in hem normal populasyonun hem de TGK olan vakaların herediter trombofili insidansını sunduğu çalışması, bizim aynı mantık ile yürüttüğümüz trombofili ve tekrarlayan erken gebelik kayıpları çalışmamızla yüksek oranda benzerlik göstermekte, sonuç olarak birbirini desteklemektedir (145). Literatür ile karşılaştırıldığında çalışmamız, hem gen mutasyonlarının prevalansları, insidansları, hem de istatistiksel olarak anlamlılık oranları açısından uyumlu bulunmuştur . 71 VIII - SONUÇ Çalışmamızın sonucunda erken gebelik kaybı olan vakalarda (abortus sayısı artmakla birlikte–habituel abortus), kontrol grubuna göre Faktor V leiden gen mutasyonu anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Protrombin ve MTHFR gen mutasyonları Factor V Leiden gen mutasyonu kadar anlamlı olmasa da kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur. Maternal kromozom analizi sonucu gruplar arası anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. Multipl trombofilik gen mutasyonları, tek gen mutasyonlarına oranla tekrarlayan gebelik kayıplarında daha etkili etyolojik faktör olarak dikkati çekmektedir. Özgeçmiş veya soygeçmişinde tromboz öyküsü olan kadınların, gebelik öncesinde FVL ve Protrombin gen mutasyonları açısından taranmaları gebelik komplikasyonlarının önlenmesi açısından faydalı olacaktır (118). Trombofililerin gebelikteki maternal venöz tromboembolilerin yarısından daha fazlasından sorumlu olduğu düşünüldüğü için tromboembolik hastalığa dair kişisel ya da ailesel öyküsü olanların test edilmesi gereklidir. Erken başlangıçlı preeklampsi, şiddetli IUGR gibi obstetrik komplikasyonlar ya da aile üyelerinden birinde trombofili saptanması gibi durumlarda testler hızlandırılabilir. Kromozom anomalileri, enfeksiyonlar, anatomik bozukluklar, endokrin disfonksiyon ve antifosfolipid antikor sendromu gibi TGK’nın diğer nedenleri ekarte edildikten sonra Faktör V Leiden mutasyonunun araştırılması önerilmektedir. Çünkü TGK olan vakaların anlamlı bir yüzdesinde bu mutasyonun taşıyıcılığı görülmektedir. Ancak elimizdeki mevcut veriler TGK‘nın başlangıç değerlendirmesine kalıtsal trombofilileri dahil etmek için yeterli değildir. Erken gebelik kayıplarında (özellikle tekrarlayan gebelik kayıpları-habituel abortuslar) trombofili etyolojide önemli bir yere sahiptir. Habituel abortusu olan , tekrarlayan erken gebelik kayıpları olan, tromboz hikayesi olan vakalarda Faktor V Leiden ve MTHFR genlerinin mutasyon açısından incelenmesi hem tanı hem de tedavi açısından faydalı olacaktır. 72 IX - ÖZET AMAÇ: Tekrarlayan erken gebelik kayıplarında trombofilik gen mutasyonlarının etyolojideki önemini, önceliğini ve kalıtsal trombofililerin toplumdaki prevalansını ortaya koymaya çalıştık. MATERYAL - METOD: Çalışmamıza 2004-2007 yılları arasında kliniğimize başvuran 196 hasta dahil edilmiştir. Çalışma grubu olarak 12 . gebelik haftası öncesinde en az iki abortusu olan 102 olgu ile, kontrol grubu olarak en az bir canlı doğumu olan, abortusu veya gebelik komplikasyonu olmayan 94 lohusa dahil edilmiştir . Hastaların yaşı, abortus sayıları, abortus haftaları, önceki gebelik kayıplarının özellikleri, sistemik hastalık , ilaç kullanım, jinekolojik ve obstetrik enfeksiyonlar, eşler arasında genetik ilişki, anemi, diabet, tiroid, kardiyak, renal hastalık öyküsü belirlendi. Periferik kanda tam kan sayımı ,biokimya, ferritin ,folik asit , B12 vit, maternal karyotip, serolojik testler (TORCH), tiroid fonksiyon testleri, Maternal Faktor V Leiden gen mutasyonu, Protrombin gen mutasyonu, MTHFR gen mutasyonu, protein C ve S eksiklikleri incelendi. BULGULAR: Çalışma grubu ile karşılaştırıldığında trombofilik gen mutasyonlarının her üçünün de kontrol grubuna oranla daha sık rastlandığı tespit edildi. Ancak sadece Faktor V Leiden gen mutasyonu için iki grup arasıda hasta grubu lehine istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p= 0,009). Multipl gen mutasyonları açısından iki grup değerlendirildiğinde, hasta grubu lehine istatstiksel olarak anlamlı derecede fark tespit edildi . (p= 0,0001) SONUÇ: Erken gebelik kayıplarında (özellikle tekrarlayan gebelik kayıpları-habituel abortuslar) trombofili etyolojide önemli bir yere sahiptir. Habituel abortusu olan, tekrarlayan erken gebelik kayıpları olan, tromboz hikayesi olan olgularda Faktor V Leiden ,Protrombin ve MTHFR genlerinin mutasyon açısından incelenmesi hem tanı hem de tedavi açısından faydalı olacaktır. Multipl gen mutasyonlarının tespit edildiği olgular, tekrarlayan gebelik kayıplarında etyolojide spesifik tek gen mutasyonlarına oranla daha anlamlı ve değerlidir . 73 SUMMARY OBJECTİVE : We evaluated the importance and priority of thrombophilic gene mutations in the etiology of recurrent miscarriages and the prevelance of hereditary trombophilies in our society. MATERIALS AND METHODS: 196 woman who were admitted to our clinic between 2004-2007 were included in our study. The study group consisted 102 women who had at least 2 abortions before the 12th week of pregnancy and the control group had 92 women who had at least one live birth and had no abotions and birth complications. Age, number of abortions,week of abortions, the characteristics of the past miscarriages, systemic diseases, use of drugs, history of gynecological and obstetrical infections, genetic relationship between partners, history of anemia,dibates thyroid and renal disease were recorded. Blood count , biochemistry parameters,ferritin, folic asid , vit B12, maternal karyotype, serological tests (TORCH), thyroid function tests, maternal factorV Leiden gene mutation, prothrombine gene mutation, MTHFR gene mutation, protein S and C deficiency were measured. FINDINGS: Compared to the controls, all three of the gene mutations were more frequent in the study group but the difference was significant statistically only for factor v Leiden mutation between the two groups (p = 0.009). For the multiple gene mutations, they were frequent in the study group and it was statistically significant (p = 0.0001). RESULT: Thrombophilia has an important role in early miscarriages specially in recurrent miscarriages and habitual abortions. Investigating factorV Leiden, ,MTHFR and prothrombine gene mutations in the cases of recurrent miscarriages , habitual abortions and cases who has a history of thrombosis is useful both for diagnosis and treatment. Multiple gene mutations are more important and worthy in the etiology of recurrent miscarriages when compared to single gen mutations. 74 X - KAYNAKLAR 1) Beksaç S, Demir N, Koç A, Yüksel A: Erken gebelik problemleri ve düşükler. Obstetrik, Maternal – Fetal Tıp ve Perinatoloji, 1. baskı, Medikal&Nobel, Ankara, 2001, 1076-1085. 2) Preston F, Rosendaal F et al: İncreased fetal loss in women with heritable thrombophilia. The Lancet, 348(5): 913-916, 1996. 3) Aznar J, Villa P, Espana F, Estelles A, Grancha S, Falco C: Activated protein C resistance phenotype in patients with antiphospholipid antibodies. J Lab Clin Med, 130(2):202-8, 1997. 4) Vincenso S, Vincenso A, Francesco M: The impact of the Factor V Leiden mutation on pregnancy. Hum Reprod, 6(3):301-306, 2000. 5) Brenner B, Mandel H, Lanir N, Younis J, Rothbart H, Ohel G, Blumenfeld Z: Activated protein C resistance can be associated with recurrent fetal loss. Br J Haematol 97(3):551-554, 1997. 6) Donna S, Dizon-Townson, Sanja K, D Ware B, Kenneth W: The factor V Leiden mutation is not a common cause of recurrent miscarriage. J. Reprod Immunol ,34:217-223, 1997. 7) Foka ZJ, Lambropoulos AF et al: Factor V leiden and prothrombin G20210A mutations, but not methylenetetrahydrofolate reductase C677T, are associated with recurrent miscarriages. Hum Reprod, 15(2):458-62, 2000. 8) Hashimoto K, Shizusawa Y, Shimoya K, Ohashi K, Shimizu T, Azuma C, Murata Y: The factor V Leiden mutation in Japanese couples with recurrent spontaneous abortion. Hum Reprod, 14 (7):1872-4, 1999. 9) Arias F, Romero R, Joist H and Kraus FT: Thrombophilia: a mechanism of disease in women with adverse pregnancy outcome and thrombotic lesions in the placenta. J Maternal Fetal Med, 7 :277-286, 1998. 10) Grandone E, Margaglione M, Colaizzo D, Pavone G, Paladini D, Martinelli P, Di Minno G: Lower birth-weight in neonates of mothers carrying factor V G1691A and factor II A(20210) mutations. Haematologica, 87(2):177-81, 2002. 75 11) RF Franco et al: The 20210G A mutation in the 3' untranslatedregion of the prothrombin gene and the risk for arterial thrombotic disease. B J Haematol, 104:5054, 1999. 12) Atasü T, Şahmay Ş: Abortus. Jinekoloji, Nobel, 2. Baskı, İstanbul, 2001, (37) : 533-545 13) Kişnişçi, Gökşin, Durukan, Üstay, Ayhan, Gürgan, Önderoğlu: Rekürren abortus. Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 1.Baskı, Güneş Kitabevi, Ankara,1996,1312-1318 14) Bick RL: Recurrent miscarriage syndrome and infertility caused by blood coagulation protein or platelet defects. Hematol Oncol Clin North Am,14(5):111731, 2000. 15) Jonathan SB, Eli YA, Paula AH: Reküran spontan erken gebelik kayıpları. Novak Jinekoloji, 12. Baskı, İzmit, 1998, 965-979. 16) Aledort LA. Some aspects on the manegement of hemophilia: Thromb Haemost, 74:81-89, 1995. 17) Üstün M, Özbilim G, Üner M, Karaveli Ş: Multipl Konjenital Anomalileri Olan Habitüel Abortus Olgusu. Perinatoloji Dergisi, 11(1-2): 41-45, 2003. 18) Sierra S, Stephenson M. Genetics of recurrent pregnancy loss: Semin Reprod Med, 24(1):17-24, 2006. 19) Yamada H, Sata F, Saijo Y, Kishi R, Minakami H. Genetic factors in fetal growth restriction and miscarriage. Semin Thromb Hemost, 31(3):334-45, 2005. 20) el-Sayed Zaki M, Goda H: Relevance of parvovirus B19, herpes simplex virus 2, and cytomegalovirus virologic markers in maternal serum for diagnosis of unexplained recurrent abortions. Arch Pathol Lab Med, 131(6):956-60, 2007. 21) Devi Wold AS, Pham N, Arici A: Anatomic factors in recurrent pregnancy loss. Semin Reprod Med, 24(1):25-32, 2006. 22) Demirhan O, Tastemir D: Partial trisomy 1p due to paternal t(1;9) translocation in a family with recurrent miscarriages . Fertil Steril, 86(1):219.e15-9, 2006. 23) Propst AM, Hill JA: Anatomic factors associated with recurrent pregnancy loss. Semin Reprod Med, 18(4):341-50, 2000. 24) Valli E, Zupi E, Marconi D, Vaquero E, Giovannini P, Lazzarin N, Romanini C: Hysteroscopic findings in 344 women with recurrent spontaneous abortion .J Am Assoc Gynecol Laparosc, 8(3):398-401, 2001 76 25) Ouzounian S, Bringer-Deutsch S, Jablonski C, Theron-Gerard L, Snaifer E, CedrinDurnerin I, Hugues JN: Hypothyroidism from the desire for pregnancy to delivery . Gynecol Obstet Fertil, 35(3):240-8, 2007. 26) Sugino N: Luteal phase defect . Nippon Rinsho, 4: 440-6, 2006. 27) Arredondo F, Noble LS: Endocrinology of recurrent pregnancy loss. Semin Reprod Med, 24(1):33-9, 2006. 28) Glueck CJ, Streicher P, Wang P: Treatment of polycystic ovary syndrome with insulin-lowering agents. Expert Opin Pharmacother, 3(8):1177-89, 2002. 29) Reznikoff Etievant MF, Cayol V, Zou GM, Abuaf N, Robert A, lohanet C, Milliez L: Habitual abortions in 678 healthy patients investigation and prevention. Hum Reprod, 14:2106-9,1999. 30) Takakuwa K, Arakawa M, Honda K, Imai T, Tamura M, Kurayashi T, Tanaka K: Immunosuppressive therapy for recurrent aborters with positive antiphospholipid antibodies and alteration of 6 keto PGF 1 alpha/TXB2 ratio. Perinat Med, 25 :50911, 1997. 31) Kwak JY, Beer AE, Kim SH, Mantouvalos HP: Immunopathology of the implantation site utilizing monoclonal antibodies to natural killer cells in women with recurrent pregnancy losses. Am J Reprod Immunol, 41: 91-8, 1999. 32) Wilson R, Mclnnes I, Leung B, McKillop JH, Walker N: Altered interleukin 12 and Nitric Oxid levels in recurrent miscarriage. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol, 75:211-4, 1997. 33) RA Rainsbury, DA Viniker: Practical Guide to Reproductive Medicine 1998, 337. 34) Mohapeloa H, Christiansen OB, Grunnet N: HLA-DR typing of women with recurrent Late spontaneous abortion and unsuccessful cervical cerclage. Hum Reprod, 13:1079-82, 1998. 35) Festin MR, Limson GM, Maruo T. Autoimmune causes of recurrent pregnancy loss. Kobe J Med Science, 43: 143-57, 1997. 36) Takakuwa K, Asano. K, Arakawa M, Yasuda M, Hasegawa L, Tanaka K: Chromosome analysis of aborted conceptuses of recurrent aborters positive for anticardiolipin antibody. Fertil Steril, 68:54-8, 1997. 37) Rand JH, Wu XX, Andree HA, Lockwood CJ, GuIler S, Scher J, Harpel Pc: Pregnancy loss in the antiphospholipid-antibody; syndrome a possible thrombogenic mechanism. N Engl J Med, 337:154- 60, 1997. 77 38) Bahisch J, Reverter JC, Creus M, Tassies D, Fabregues F, Carrnona F, Font J, Vanrel LA: Human reproduçtive failure is not a clinical feature associated with beta(2) glycoprotein-I antibodies in anticardiolipin and lupus anticoagulant seronegatiye patients (the antiphospholipidlcofactor syndrome). Hum Reprod, 14:8,1956-9, 1999. 39) Lockshin MD: Pregnancy loss and antiphospholipid antibodies. Lupus, 2:86-9, 1998. 40) Bick RL, Madden J, Heller KB, Toofanian A: Recurrent miscarriage: causes, evaluation, and treatment. Medscape Womens Health, 3:3, 2, 1998. 41) Gerhard I, Waibel S, Daniel V, Runnebaum B: Impact of heavy metals on hormonal and immunological factors in women with repeated miscarriages. Hum Reprod, 4:301-9, 1998. 42) Coumans AB, Huijgens PC, Iakobs C, Schats R, de Vries I, van Pampus MG, Dekker GA: Haemostatic and metabolic abnormalities in women with unexplained recurrent abortion. Hum Reprod, 14:211-4, 1999. 43) Meinardi JR, Middeldorp S, de Kain PI, Koopman MM, van Pampus EC, Hamulyak K, Prins MH, Büller HR, van der Meer I: Increased risk for fetal loss in carriers of the factor V Leiden mutation. Am Intem Med, 130:736-9, 1999. 44) Clark DA, Ding JW, Chaouat G, CQulam CB, August C, Levy GA: The emerging role of immunoregulation of fibrinogen-related procoagulant Fgl2 in the success or spontaneous abortion of early pregnancy in mice and humans. Am J Reprod Immunol, 42:37 43, 1999. 45) Ray JG, Laskin CA. Folic acid and homocysteine metabolic defects and the risk of placental abruption, pre-eclampsia and spontaneous pregnancy loss. Placenta, 20: 519–29 , 1999. 46) Emine Seda Güvendağ Güven, Süleyman Güven, Göksel Arıkan İslamoğlu, Bülent Demir, Serdar Günalp: Tekrarlayan gebelik kayıplarında güncel algoritma. Hacettepe Tıp Dergisi, 37:117-123, 2006. 47) Yamaç G , Gürsoy R , Çakır N: Gebelik ve Hiperkoagülabilite. Gebelik ve Sistemik Hastalıklar . Medikal&Nobel,1. Baskı, İstanbul, 2002 , ( 20 ) : 277-291. 48) Rai R, Shlebak A, Cohen H, Backos M, Holmes Z, Marriott K, Regan L: Factor V Leiden and acquired activated protein C resistance among 1000 women with recurrent miscarriage. Hum Reprod, 16(5):961-5), 2001. 78 49) Letsky EA, Swiet M: Maternal hemostasis coagulation problems of pregnancy in; Thrombosis and Hemorrhagie Loscalzo J, Schafer AI, Blackwell Scientific Publications, 965-998, 1994. 50) Hellgren M: Hemostasis during pregnancy and puerperium. Haemostasis 26 (Supplement 4):224-247, 1996. 51) Mc Coll, Walker G: The rol of inheriteed thrombophilia in venous thromboembolism associated with pregnancy. BJ Obstet Gynaecol, 106:756-766, 1999. 52) Matsuura T, Kobayashi T, Asahina T, Kanayama N, Terao T: Is factor XII deficiency related to recurrent miscarriage? Semin Thromb Hemost , 27(2):115-20, 2001. 53) Yuanne S, Linda W, WRS N, MJ S; TW M: Haemostasis in Normal Pregnancy 52(2):176-182, 1984. 54) Greer IA: The challenge of thrombophilia in maternal fetal medicine. N Engl J Med, 342:424-425, 2000. 55) Perry KG, Martin JN: Abnormal hemostasis and coagulopathy in preeclampsia and eclampsia. Clin Obstet Gynecol, 35(2):338-350, 1992. 56) Francis J, Rai R, Sebire NJ, El-Gaddal S, Fernandes MS, Jindal P, Lokugamage A, Regan L, Brosens JJ: Impaired expression of endometrial differentiation markers and complement regulatory proteins in patients with recurrent pregnancy loss associated with antiphospholipid syndrome. Mol Hum Reprod, 12(7):435-42, 2006. 57) Bertolaccini ML, Khamashta MA: Laboratory diagnosis and management challenges in the antiphospholipid syndrome. Lupus, 15(3):172-8, 2006. 58) Carp HJ, Sapir T, Shoenfeld Y: Intravenous immunoglobulin and recurrent pregnancy loss. Clin Rev Allergy Immunol, 29(3):327-32, 2005. 59) Rai R, Backos M, Elgaddal S, Shlebak A, Regan L: Factor V Leiden and recurrent miscarriage-prospective outcome of untreated pregnancies. Hum Reprod, 17(2):442-5, 2002. 60) Rai R, Shlebak A, Cohen H, Backos M, Holmes Z, Marriott K, Regan L: Factor V Leiden and acquired activated protein C resistance among 1000 women with recurrent miscarriage. Hum Reprod, 16(5):961-5, 2001. 61) Clark DA: Are there immune abortions? Res Immunol, 141:202-207, 1990. 62) Zöller B, Svensson P, He X et al: Identification of the same factor V gene mutation in 47 out of 50 thrombosis-prone families with inherited resistance to activated protein. Can J Clin Invest, 94:2521-2524, 1994. 79 63) Lockwood C: Inherited thrombophilias in pregnant patients. Prenat Neonat Med, 6:3-14, 2001. 64) Kutteh W. Park V, Deitcher S: Hypercoagulable state mutation analysis in white pateints with early first trimester recurrent pregnancy loss. Fertil Steril, 71:1 0481053, 1999. 65) Grandone E. Margaglione D, Colaizzo M et al: Factor V Leiden is associated with repeated and recurrent unexplained fetal losses. Thromb Haemost , 77:822-824, 1997. 66) Souza S. Ferriani R. Pontes A et al: Factor V Leiden and factor II G2021 OA mutations in patients with recurrent abortion. Hum Reprod, 14:2448-2450, 1999. 67) Rai R. Regan L. Hadley E et al: Second-trimester pregnancy loss is associated with activated protein C resistance. Br J Haematol, 92:489-490, 1996. 68) Gerhardt A. Scharf R. Beckmann M et al: Prothrombin and factor V mutations in women with a history of thrombosis during pregnancy and the puerperium. N Engl J Med, 342:374-380, 2000. 69) Pihusch R, Buchholz T, Lohse P et al: Thrombophilic gene mutations and recurrent spontaneous abortion. Prothrombin mutation increases the risk in the first trimester. Am J Reprod Immunol, 46 (2):124-131, 2001. 70) Ueland P, Refsum H, Stabler S et al: Total homocysteine in plasma or serum: Methods and clinical applications. Clin Chem, 39:1764-1779, 1993. 71) Jacques P, Bostom A, Williams R: Relation between folate status a common mutation in methylenetetrahydrofolate reductase and plasma homocysteine concentrations. Circulation, 93:7-9, 1996. 72) Welch G, Loscalzo J: Homocysteine and atherothrombosis. N Engl J Med, 338:1042-1051, 1998. 73) Lockwood C: Inherited thrombophilias in pregnant patients: Detection and treatment paradigm. Obstet Gynecol, 1999:333-341, 2002. 74) Kang S-S, Wong P, Zhou J et al: Total homocysteine in plasma and amniotic fluid of pregnant women. Metabolism, 35:889-891, 1986. 75) Lissak A, Sharon A, Fruchter O et al: Polymorphism for mutation of cytosine to thymine at location 677 in the methylenetetrahydrofolate reductase gene is associated with recurrent early fetal loss. Am J Obstet Gynecol, 181 :126-130, 1999. 80 76) Raziel A, Kornberg Y, Friedler S et al: Hypercoagulable thrombophilic defects and hyperhomocystelnemia . In patlents with recurrent pregnancy loss. Am J Reprod Immunol 45:6571, 2001. 77) Wramsly M, Sten-Linder M, Bremme K. Primary habitual abortions are associated with high frequency of Factor V Leiden mutation. Fertil Steril, 74:987-991, 2000. 78) Nelen W, Blom H, Steegers E et al: Hyperhomocysteinemia and recurrent early pregnancy loss: A meta-analysls. Fertil Steril, 74:1196-1199, 2000. 79) Finazzi G, Caccia R, Barbui T: Different prevalence of thromboembolism in the subtypes of congenital antithrombin III deficiency: A review of 404 cases. Thromb Haemost, 58: 1094, 1997. 80) Tait R, Walker I , Perry D et al:Prevalence of antithrobin deficiency In the healthy population. Br J Haemotol, 7: 106-112, 1994. 81) Koster T, Rosendaal F, Briat E et al: Protein C deficiency in a controlled series of unselected outpatients: An infrequent but clear risk factor for venous thrombosis. Blood, 85:2756 – 2761, 1995. 82) Heijboer H, Brandjes D, Buller H et al: Deficiencies of coagulation-inhibiting and fibrinolytic proteins In out-patlents with deep-venous thrombosis. N Engl J Med, 323:1512-1516, 1990. 83) Kalafatis M, Rand M, Mann K: The mechanism of inactivation of human factor V and human factor Va by activated protein. Can J Biol Chem, 269:1869-1880, 1994. 84) Dahlback B: The protein C anticoagulant system. inherited defects as abasis for venous thrombosis. Thomb Res, 77:1-43, 1995. 85) Koster T, Rosendaal F, de Ronde H et al: Venous thrombosis due to poor anticoagulant response to activated protein. Leiden Thrombophilia Study. Lancet ,342:1503-1506, 1993. 86) Reznikoff-Etievan MF, Cayol V, Carbonne B, Robert A, Coulet F, Milliez J: Factor V Leiden and G20210A prothrombin mutations are risk factors for very early recurrent miscarriage. BJOG, 108(12):1251-1254 , 2001. 87) Pauer HU, Neesen J, Schloesser M, Hinney B, Rauskolb R: Homozygous factor V Leiden mutation in a woman with multiple adverse pregnancy outcomes. Arch Gynecol Obstet ,264(3):164-5, 2000. 88) Bloomenthal D, Delisle MF, Tessier F, Tsang P: Obstetric implications of the factor V leiden mutation . Am J Perinatol,19(1):37-47, 2002. 89) Sanson B, Lensing A, Prins M et al: Safety of low-molecularweight heparin in 81 pregnancy. Thromb Haemost, 81 :668-672, 1999. 90) Gris J, Neveu S, Tailland M et al: Use of low-molecular weight heparin (Enoxaparin) or of a phenformin-like substance (Moroxydine Chloride) in primary early recurrent aborters with an impaired fibrinolyitic capacity. Thromb Haemost,73: 362-367, 1995. 91) Brenner B, Hoffman R, Blumenfeld Z et al: Gestational outcom e in throbophilic women with recurrent pregnancy loss treated by enoxaparin. Thromb Haemost,83:693-697, 2000. 92) Forestier F, Daffos F, Capella-Pavlovsky L: Low molecular weight heparin (PK 10169) does not cross the placenta during the second trimester of pregnancy: study by direct fetal blood sampling under ultrasound. Thromb Res,34:557-560, 1984. 93) Scott J, Branch D, Kochenour N et al: Intravenous immunoglobulin treatment of pregnant patients with recurrent pregnancy 1055 caused by antiphospholipid antibodies and Rh immunlzation. Am J Obstet GynecoI,159:1055-1056,1988. 94) Mudd S, Levy L, Skovby G: Disorders of transsulfuration. The Metabolic Basis of Inherited Disease. New York: McGraw-Hill, 693-734, 1989. 95) Quim L, Mercier E, Bellet H et al: Vitamin supplementation and pregnancy outcome in women with recurrent early pregnancy loss and hyperhomocysteinemia. Fertil Steril ,75:823- 825, 2001. 96) Franssen MT, Korevaar JC, Leschot NJ,Bossuyt PM, Knegt AC: Risk factors for structural chromosomal abnormality in > or = 2 miscarriages, as an instrument for selective karyotyping . Ned Tijdschr Geneeskd, 14;151(15):848-9 ,2007. 97) Laurino MY, Bennett RL, Saraiya DS, Baumeister L, Doyle DL, Leppig K, Pettersen B, Resta R, Shields L, Uhrich S, Varga EA, Raskind WH: Genetic evaluation and counseling of couples with recurrent miscarriage: recommendations of the National Society of Genetic Counselors. J Genet Couns,14(3):165-81, 2005. 98) Franssen MT, Korevaar JC, Leschot NJ, Bossuyt PM, Knegt AC, Gerssen-Schoorl KB, Wouters CH, Hansson KB, Hochstenbach R, Madan K, van der Veen F, Goddijn M: Selective chromosome analysis in couples with two or more miscarriages: case-control study. BMJ. 16;331(7509):137-41, 2005. 99) Goddijn M, Joosten JH, Knegt AC, van derVeen F, Franssen MT, Bonsel GJ, Leschot NJ Clinical relevance of diagnosing structural chromosome abnormalities in couples with repeated miscarriage. Hum Reprod. 19(4):1013-7, 2004. 82 100) Findikli N, Kahraman S, Saglam Y, Beyazyurek C, Sertyel S, Karlikaya G, Karagozoglu H, Aygun B: Embryo aneuploidy screening for repeated implantation failure and unexplained recurrent miscarriage. Reprod Biomed ,13(1):38-46, 2006. 101) Mantzouratou A, Mania A, Fragouli E, Xanthopoulou L, Tashkandi S, Fordham K, Ranieri DM, Doshi A, Nuttall S, Harper JC, Serhal P, Delhanty JD. Variable aneuploidy mechanisms in embryos from couples with poor reproductive histories undergoing preimplantation genetic screening. Hum Reprod. 22(7):1844-53, 2007. 102) Nelen WL, Braat DD: Selective karyotyping in repeated miscarriage . Ned Tijdschr Geneeskd ,151(15):863-7 , 2007. 103) Sasiadek M, Haus O, Lukasik-Majchrowska M, Slezak R, Paprocka-Borowicz M, Busza H, Plewa R, Bułło A, Jagielski J: Cytogenetic analysis in couples with spontaneous abortions . Ginekol Pol,. 68(5A):248-52, 1997. 104) Hogge WA, Prosen TL, Lanasa MC, Huber HA, Reeves MF: Recurrent spontaneous abortion and skewed X-inactivation: is there an association? Am J Obstet Gynecol,196(4):384.e1-6, 2007. 105) Slavin TP, Kousseff BG:. Triploidy and trisomies in the offspring of a mother with a balanced translocation. Prenat Diagn,25(7):623-4, 2005. 106) Tal J, Schliamser LM, Leibovitz Z, Ohel G, Attias D: A possible role for activated protein C resistance in patients with first and second trimester pregnancy failure. Hum Reprod, 14: 1624-1627, 1999. 107) Onderoglu L, Baykal C, Al RA, Demirtas E, Deren O, Gurgey A: High frequency of thrombophilic disorders in women with recurrent fetal miscarriage. Clin Exp Obstet Gynecol. 33(1):50-4, 2006. 108) Sotiriadis A, Vartholomatos G, Pavlou M, Kolaitis N, Dova L, Stefos T, Paraskevaidis E, Kalantaridou SN: Combined thrombophilic mutations in women with unexplained recurrent miscarriage. Am J Reprod Immunol. 57(2):133-41, 2007. 109) Brenner B, Sarig G, Weiner Z, Younis J, Blumenfeld Z, Lanir N: Thrombophilic polymorphisms are common in women with fetalloss without apparent cause. Thromb Hoemost, 82:6-9, 1999. 110) Ridker PM, Miletich JP, Buring jE, Ariyo AA, Priee DT, Manson JE, Hill JA: Factor V Leiden mutation as a risk factor for recurrent pregnancy. Am Intem Med, 128: 1000-1003, 1998. 111) Younis JS, Brenner B, Ohel G, Tai J, Lanir N, Ben-Ami M: Activated protein C 83 resistance and factor V Leiden mutation can be associated with first-as well as second-trimester recurrent pregnancy . Am J Reprod Immunol, 43:31-35, 2000. 112) Alonso A, Soto I, Urgelles MF, Corte JR, Rodriguez MJ, Pinto CR: Acquired and inherited thrombophilia in women with unexplained fetallosses. Am J Obstet Gyneeol, 187: 1337-1342, 2002. 113) Dizon-Townson DS, Kinney S, Braneh DW, Ward K: The factor V Leiden mutation is not a common cause of recurrent miscarriage. Reprod Immunol, 34:217-223, 1997. 114) Sarig G, Younis JS, Hoffman R, Lanir N, Blumenfeld Z, Brenner B. Thrombophilia is common in women with idiopathic pregnancy loss and is associated with late pregnancy wastage , Fertil Steril. 77(2):342-7, 2002. 115) Souza SS, Ferriani RA, Pontes AG, Zago MA, Franco RF: Factor V Leiden and factor ii G20210A mutations in patients with recurrent abortion. Hum Reprod, 14:2448-2450, 1999. 116) Pickering W, Marriott K, Regan L: G20210A prothrombin gene mutation: prevalence in arecurrent miscarriage population. Clin Appl Thromb Hemost, 7:2528, 2001. 117) Deiteher SR, Park VM, Kutteh WH: Prothrombin 20210 G A mutation analysis in Caucasian women with early first trimester recurrent pregnancy. Blood , 92:11 8b, 1998. 118) Finan RR, Tamim H, Ameen G, Sharida HE, Rashid M, Almawi WY: Prevalence of factor V G 1691A (factor V-Leiden) and prothrombin G20210A gene mutations in arecurrent miscarriage population. AmJ Hemotol, 71 :300-305, 2002. 119) Santoro R, Iannaccaro P, Sottilotta G. Prothrombotic gene mutations in women with recurrent abortions and intrauterine fetal death. Minerva Ginecol. 57(4):44750, 2005. 120) Kornberg A, Raziel A, Rahimini-Levene N, Yona R, Sela BA, Ron-EI R: Hypercoagulability and recurrent abortions. Blood, 92:12Ib, 1998. 121) Nelen WL, Blom HJ, Thomas CM, Steegers EA, Boers CH, Eskes TK: Methylenetetrahydrofolate reductase polymorphism affects the change in homocysteine and folate concentrations resulting from low dose folic acid supplementation in women with unexplained recurrent miscarriages. Nutr, 128:1336-1341, 1998. 122) Nelen WL, Blom HJ, Steegers EA, den Heijer M, Eskes TK: Hyper84 homocysteinemia and recurrent early pregnancy 1055: a meta-analysis. Fertil Steril, 74:1196-1199, 2000. 123) Carp H, Salomon O, Seidman D, Dardik R, Rosenberg N, Inbal A: Prevalence of genetic markers for thrombophilia in recurrent pregnancy loss. Hum Reprod. 17(6):1633-7, 2002. 124) Pauer HU, Voigt-Tschirschwitz T, Hinney B, Burfeind P, Wolf C, Emons G, Neesen J: Analyzes of three common thrombophilic gene mutations in German women with recurrent abortions. Acta Obstet Gynecol Scand. 82(10):942-7, 2003. 125) Dilley A, Benito C, Hooper WC, Austin H, Miller C, El-Jamil M, Cottrell S, Benson J, Evatt BL, Patterson-Bamett A, Eller D, Philipp C: Mutations in the factor V, prothrombin and MTHFR genes are not risk factors for recurrent fetal loss. J Matern Fetal Neonatal Med. 11(3):176-82, 2002. 126) Rey E, Kahn SR, David M and Shrier I: Thrombophilic disorders and fetal loss: a meta-analysis. Lancet 361,901–908, 2003. 127) Kwang-Hyun Baek: Molecular Human Reproduction, Aberrant gene expression associated with recurrent pregnancy loss , Vol. 10, No. 5, 291-297, 2004 128) Sanson BJ, Friederich PW, Simioni P, Zanardi S, Hilsman MV, Girolami A, Cate JW, Prins MH: The risk of abortion and stillbirth in antithrombin-, protein C-, and protein S-deficient women. Thromb Haemost. 75(3):387-8 , 1996. 129) Sugiura M. Pregnancy and delivery in protein C-deficiency. Curr Drug Targets. Aug;6(5):577-83, 2005. 130) Coulam CB, Jeyendran RS, Fishel LA, Roussev R: Multiple thrombophilic gene mutations rather than specific gene mutations are risk factors for recurrent miscarriage . Am J Reprod Immunol. 55(5):360-8, 2006. 131) Middeldorp S: Pregnancy failure and heritable thrombophilia. Semin Hematol. 44(2):93-7, 2007. 132) Coppens M, Kaandorp SP, Middeldorp S: Inherited thrombophilias. Obstet Gynecol Clin North Am. 33(3):357-74, 2006. 133) Greer IA: Thrombophilia implications for pregnancy outcome. Thromb Res. 25;109(2-3):73-81, 2003. 134) Goodman CS, Coulam CB, Jeyendran RS, Acosta VA, Roussev R: Which thrombophilic gene mutations are risk factors for recurrent pregnancy loss? Am J Reprod Immunol. 56(4):230-6, 2006. 85 135) Kutteh WH, Triplett DA: Thrombophilias and recurrent pregnancy loss. Semin Reprod Med. 24(1):54-66, 2006. 136) Regan L, Rai R: Thrombophilia and pregnancy loss. J Reprod Immunol. 55(12):163-80, 2002. 137) Zammiti W, Mtiraoui N, Mercier E, Abboud N, Saidi S, Mahjoub T, Almawi WY, Gris JC: Association of factor V gene polymorphisms (Leiden; Cambridge; Hong Kong and HR2 haplotype) with recurrent idiopathic pregnancy loss in Tunisia. Thromb Haemost. 95(4):612-7, 2006. 138) Kempf Haber M, Klimek M: Thrombophilia in pregnancy and its influence on venous thromboembolism and recurrent miscarriages. Przegl Lek. 62(3):164-8, 2005. 139) Paidas MJ, Ku DH, Langhoff-Roos J, Arkel YS. Inherited thrombophilias and adverse pregnancy outcome: screening and management. Semin Perinatol. 29(3):150-63, 2005. 140) Adelberg AM, Kuller JA. Thrombophilias and recurrent miscarriage. Obstet Gynecol, 57(10):703-9, 2002. 141) De Stefano V, Rossi E, Paciaroni K, Leone G. Screening for inherited thrombophilia: indications and therapeutic implications. Haematologica, 87(10):1095-108, 2002. 142) Sottilotta G, Oriana V, Latella C, Luise F, Piromalli A, Ramirez F, Mammi C, Santoro R, Iannaccaro P, Muleo G, Lombardo VT: Genetic prothrombotic risk factors in women with unexplained pregnancy loss. Thromb Res, 117(6):681-4, 2006. 143) Mtiraoui N, Borgi L, Hizem S, Nsiri B, Finan RR, Gris JC, Almawi WY, Mahjoub T: Prevalence of antiphospholipid antibodies, factor V G1691A (Leiden) and prothrombin G20210A mutations in early and late recurrent pregnancy loss. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol,119(2):164-70, 2005. 144) Roque H, Paidas MJ, Funai EF, Kuczynski E, Lockwood CJ: Maternal thrombophilias are not associated with early pregnancy loss. Thromb Haemost, 91(2):290-5, 2004. 145) Application Note Inherited thrombophilia and pregnancy: Complications, diagnosis, and treatment. APRIL2002 (Memory of Prof. Amiram Eldor, april 2002) 146) Dönmez M, Şişli T, Atış A, Aydın Y, Spotan abortus ve tiroit fonksiyonları, Perinatoloji dergisi , 13(2):110-113, 2005. 86 XI - EKLER EK-1 : ÇALIŞMA FORMU Erken gebelik kayıplarında etyoloji ve markerlar Ad soyad Sigara Yaş Alkol G P E A D&C Akrabalık Alerji Abortus incompletus : Missed Abortus : Önceki abortusların hikayesi : Anemi DM Guatr Hiperprolaktinemi Sistemik hastalık İlaç kullanımı Kan grubu Hb. Koagülasyon faktörleri Tiroid horm : fT3: fT4: TSH : PRL : CRP : C-peptid : Ferritin : Folik asit : Faktör V leiden mutasyonu . MTHFR gen mutasyonu Protein C Protein S Maternal Kromozom : Plasenta patolojisi : 87 EK – 2 : KISALTMALAR FVL : Faktor V Leiden MTHFR : Metilen tetrahidrofolat redüktaz WHO : Dünya Sağlık Örgütü TGK : Tekrarlayan gebelik kaybı hCG : Human koryonik gonadotropin TORCHES : Toksoplazma , Rubella , Citomegalovirüs, Sifiliz Ig: İmmünglobülin SLE: Sistemik Lupus Eritematozus DNA : Deoksiribonükleik asit USG : Ultrasonografi cm : santimetre mm :milimetre µ : mikro ng : nanogram TSH : Tiroid stimülan hormon HSG : Histerosalpingografi DES : Dietilstilbestrol Ü : Ünite Hb : Hemoglobin FDP : Fibrin yıkım ürünleri CMV : sitomegalovirüs HSV : Herpes simpleks HIV : Humman immun deficiency virüs HLA : Human lökosit antijen TFPI : Doku faktör plazminojen inhibitörü AT : Antitrombin PAİ : Plasminojen aktivatör inhibitörü tPA : Doku plasminojen aktivatörü Rh : Rhesus İUGR : İntrauterin gelişme geriliği İV : İntravenöz 88 APA : Antifosfolipid antikor APC : Aktive protein C APTT : Aktive parsiyel tromboplastin zamanı APS : Antifosfolipid sendrom LA : Lupus antikoagülanı aCL : Antikardiyolipin antikor NO : Nitrik oksit İL : İnterlökin İVİG : İntravenöz immunglobulin LMWH : Düşük molekül ağırlıklı heparin VTE : Venöz tromboemboli EDTA : Etilendiamintetraasetikasit FİSH : Floresan insitu hibridizasyon CI : confidence indeks ( güvenlik aralığı ) OR : odd ratio ( göreceli orantı ) PCR : Polimeraz zincir reaksiyonu RFLP : Restricted fragment length polimorfism CVS : koryon villus örneklemesi KCL : potasyum klorür Rpm : round per minute Dk : dakika V : Volt C : Celcius ( derece santigrad ) t test : Student test p: olasılık χ²: Ki kare testi CRP : C reaktif protein inv: İnversiyon t: Translokasyon DM : Diabetes mellitus PRL : Prolaktin ABD: Amerika Birleşik Devletleri 89 EK – 3 : TABLOLAR Tablo 1 : Tekrarlayan gebelik kayıplarında önerilen testler Tablo 2 : Genetik etkenler Tablo 3 .Çalışma ve kontrol gruplarının yaş , gravida , parite , abortus yönünden karşılaştırılması Tablo 4 : Haftasına göre abortus görülme sıklığının değerlendirilmesi Tablo :5 Çalışma ve kontrol gruplarının Hb , Ferritin , Folik asit , vit B 12 yönünden karşılaştırılması Tablo 6 : Çalışma ve kontrol gruplarının Koagülasyon , Trombosit sayısı , CRP karşılaştırılması Tablo 7 : Çalışma ve kontrol gruplarının Sigara , Tirodi fonksiyon bozukluğu , Rh faktörü , akraba evliliği karşılaştırılması Tablo 8 : Çalışma ve kontrol gruplarının Faktör V Leiden , Protrombin , MTHFR gen mutasyonları , protein C eksikliği ve kromozom analizi karşılaştırılmaları Tablo 9 : Çalışma ve kontrol gruplarının Faktor V Leiden ve MTHFR gen mutasyonları yönünden karşılatırılması Tablo 10 : Çalışma ve kontrol gruplarının Missed ve İncomplet abortuslarda trombofili görülme oranları Tablo 11 : Çalışma ve kontrol gruplarının Multipl gen mutasyonlarının dağılımı 90 EK - 4 : ŞEKİLLER Şekil 1 : Koagülasyonun Ekstrensek Yolu Şekil 2 : Koagülasyonun İntrensek Yolu Şekil 3 : Normal koagülasyon mekanizması ve doku faktörü Şekil 4 : Aktive Protein C’nin normal koagülasyon sistemideki yeri Şekil 5 : Metionin – Homosistein metabolizması Şekil 6 : Protein C ve Protein S eksikliğinin normal koagülasyon sistemine etkisi Şekil 7 : İncelenen mutasyon bölgelerine özgü PCR ürünleri ve enzimle kesim profilleri. Şekil 8 : FVL, Protrombin ve MTHFR mutasyon analizini gösteren %3’ lük agaroz jel elektroforezi. 91 EK - 5 : GRAFİKLER Grafik : 1 . Çalışma ve kontrol gruplarının Hb , Ferritin , Folik asit yönünden karşılaştırılması Grafik : 2 . Çalışma ve kontrol gruplarının Sigara kullanımı , Tiroid fonksiyon bozukluğu , Rh faktör , Akraba evliliği yönünden karşılaştırılması Grafik : 3 Çalışma ve kontrol gruplarının Faktör V Leiden , Protrombin , MTHFR gen mutasyonları yönünden karşılaştırılması Grafik : 4 Çalışma ve kontrol gruplarının Faktor V Leiden gen mutasonu , heterozigot , homozigot mutasyon oranlarının karşılaştırılması Grafik : 5 . Çalışma ve kontrol gruplarının Protrombin gen mutasyonu dağılımı Grafik 6 : Çalışma ve kontrol gruplarının MTHFR C677 gen mutasyonu heterozigot ,homozigot mutasyon oranlarının dağılımı Grafik : 7 . Çalışma ve kontrol gruplarının Faktor V Leiden ve MTHFR gen mutasyonlarının karşılatırılması Grafik : 8 Çalışma ve kontrol gruplarının Protein C ve kromozom analizi Grafik : 9 . Çalışma ve kontrol gruplarının Multipl gen mutasyonlarının dağılımı 92 EK – 6 : VAKA DÖKÜMÜ ÇALIŞMA GRUBU : Ad Soyad Protokol Ad Soyad Protokol 1 S.Y 2007116494 52 F.A 1190754 2 G.T 2007110248 53 H.Y 1183020 3 S.K 2007116200 54 S.H 16009/1612 4 B.K 4459/541 55 B.D 16010/1611 5 Y.Ç 2007105277 56 S.G 1154020 6 A.Ş 2005164375 57 Ş.E 675548 7 S.A 2007081733 58 N.E 1160236 8 N.Ö 2007082830 59 H.T 784076 9 Z.K 2007081955 60 S.T 1169967 10 G.Ö 2007081516 61 N.G 1172686 11 S.C 2007081138 62 Ü.A 698047 12 E.K 2007141791 63 H.K 717374 13 F.A 2004613221 64 D.K 1169293 14 B.B 2007061641 65 N.Y 1120326 15 N.A 2007051906 66 Ö.K 576526 16 A.C 2007003814 67 P.D 1142117 17 F.O 2007038088 68 H.B 906865 18 S.S 2004031725 69 H.K 717374 19 H.T 2007020637 70 A.Y 1124497 20 A.C 2007003814 71 E.S 1123794 21 G.K 2004891399 72 L.O 1127381 22 H.T 2005075678 73 A.B 1129302 23 M.I 2004516465 74 F.G 1055564 24 Y.G 2007019023 75 H.U 894116 25 H.T 2004438206 76 S.A 1141782 26 İ.Ç 2007014939 77 A.K 805735 27 A.K 2007014760 78 N.A 1117945 93 28 İ.C 2007012680 79 B.Y 1146836 29 S.C 2004827812 80 A.B 596283 30 M.S 2006048900 81 D.K 1193405 31 F.S 2006042850 82 M.E 1192562 32 K.K 2006012600 83 F.A 1190754 33 S.S 2006036882 84 H.Y 1183020 34 A.K 2005192985 85 M.Ö 414460 35 M.G 2006033773 86 N.Ç 514657 36 A.Ö 2006020315 87 A.G 1124814 37 N.S 2005078318 88 Y.Y 730720 38 M.A 2004290881 89 A.G 731706 39 Y.C 2004113691 90 G.Y 1191381 40 A.G 2006017549 91 N.E 2006001147 41 M.Ç 2006011518 92 N.S 1100552 42 Ş.A 2006011145 93 R.B 475469 43 S.A 2004281500 94 D.A 225362 44 N.E 2006001147 95 M.G 210341 45 G.B 2006006282 96 B.R 964547 46 R.T 2006001044 97 S.N 1102541 47 H.Z 16567/1659 98 E.N 2006021242 48 G.Y 165611/658 99 Y.G 1201482 49 M.E 1192562 100 G.A 1134919 50 D.K 1193405 101 Ç.N 415756 51 T.R 2004136547 102 F.B 190706 94 KONTROL GRUBU : Ad Soyad Porotokol Ad Soyad Porotokol 1 O.G 2004358253 48 S.Y 2007061655 2 H.Y 2004943235 49 Z.B 2007050163 3 K.E 2007115083 50 S.A 2006037700 4 A.Ö 2005045200 51 Y.K 2007056879 5 M.A 2007014152 52 O.G 2004358253 6 H.M 2007109435 53 H.K 2004635467 7 S.A 2007109606 54 Z.K 2005128845 8 G.Y 2004571250 55 İ.E 2007047080 9 H.Ö 2007103738 56 F.A 1129543 10 D.T 2004045645 57 Ç.D 1122128 11 A.B 2007105578 58 G.A 1095909 12 S.E 2007108472 59 V.A 989143 13 S.A 2007100871 60 D.K 304357 14 G.B 2004802304 61 S.B 1126031 15 E.K 2004764136 62 T.K 1116747 16 N.B 2007101797 63 S.B 1122454 17 E.A 2007098332 64 H.S 1069896 18 H.T 2004201117 65 S.I 940752 19 S.Y 2005148206 66 S.Ç 1132871 20 A.Ş 2004952405 67 Ş.Ç 1110461 21 Ş.K 2005101569 68 İ.D 1103197 22 E.B 2005171109 69 G.K 1134507 23 G.G 2004650618 70 E.A 632350 24 M.S 2007093512 71 E.D 518703 25 F.S 2006104215 72 F.T 1134364 26 H.B 2005176676 73 S.A 11865438 27 G.B 2007095133 74 G.Y 1134103 28 İ.K 2005164759 75 A.K 482678 29 S.Y 2007092618 76 F.B 1036973 95 30 E.Ö 2005179433 77 S.A 1146734 31 G.T 2007093315 78 H.K 1104053 32 N.K 2007089274 79 S.A 1146702 33 MŞ 2007086748 80 D.B 1146844 34 T.M 2007080240 81 G.K 570657 35 L.K 2007088735 82 F.K 1146101 36 S.A 2007087009 83 H.T 528385 37 N.D 2007081514 84 F.D 1018150 38 Y.G 2005142807 85 M.Ç 810191 39 D.C 2007081578 86 F.Ö 619550 40 G.S 2007081527 87 S.Y 1152152 41 F.K 2004388596 88 S.Ö 94267 42 N.D 2007078931 89 A.K 1144060 43 A.G 2007071150 90 E.A 1167553 44 Y.B 2006003392 91 B.Y 998972 45 A.Y 2005090002 92 G.B 768395 46 M.S 2005178017 93 T.Ş 1042359 47 S.Ç 200713166,00 94 Ö.O 1167153 96