Numune Sağlık Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır ISSN 1309-9213 MAYIS 2011 GENÇ VE GÜZEL GÖRÜNME Uz. Dr. Fikri Ak ‘Yılın Doktoru’ Seçildi Kozmetik Mevzuatı Deri Yaşlanması Selülit Bir Hastalık mıdır? Yaşlılık ve Endokrin Sistem Liposuction Numuneli Ressamlar Paris’te 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 KÜNYE www.numunesaglik.com Numune Sağlık MAYIS 2010 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır Numune Sağlık Dergisi Yıl:02 Sayı:06 ISSN 1309-9213 15 Mayıs 2011 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adına Bilimsel Danışma Kurulu Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nurullah ZENGİN (Başhekim) Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Serdar GÜLER Haber Koordinatörü Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN Yayın Kurulu Doç. Dr. Hürrem BODUR Prof. Dr. Erol GÖKA Doç. Dr. Özlem Evren KEMER Dr. Abdulkadir ÖZBEK Dr. Adem ÖZKARA Dr. Ali EDİZER Ahmet ZENGİN Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Aysun PALALI Genel Yayın Koordinatörü Cumali KÖKTAŞ Hukuk Danışmanı Av. Çiğdem ALTINIŞIK Yönetim Merkezi Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3 GOP - Çankaya - ANKARA Tel: 0312 436 44 00 Fax: 0312 447 54 59 iletisim@numunesaglik.com www.numunesaglik.com Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 1.ABAYLI Ekrem 2.AK Fikri 3.ALLI Nuran 4.ALTIPARMAK Emin 5.ATAN Ali 6.AVŞAR Fatih 7.AYDOĞDU Sinan 8.BALABAN Neriman 9.BELEN Ahmet Deniz 10.BİÇİMOĞLU Ali 11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice 12.CENGİZ Ömer 13.ÇAKIR Bekir 14.COŞKUN Faruk 15.ÇETİNKAYA Mesut 16.DEDE Doğan 17.DERE Hacı Hüseyin 18.DİKMEN Bayazit 19.DİLBAZ Nesrin 20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak 21.ERDOĞAN Bülent 22.ERYILMAZ Adil 23.ESKİOĞLU Erdal 24.GÖĞÜŞ Nermin 25.GÖKA Erol 26.GÜÇTEKİN Ali 27.GÜL Ülker 28.GÜLER Serdar 29.GÜNEL Uğur 30.GÜVENER Engin 31.HASIRİPİ Hikmet 32.HENGİRMEN Süleyman 33.KAMA Nuri Aydın 34.KARAASLAN Yaşar 35.KARADEMİR Mehmet Alp 36.KOCA Yüksel 37.KOÇ Mahmut 38.KOPARAL Salih Suha 39.KULAÇOĞLU Sezer 40.KURAL Gülcan 41.MEMİŞ Ali 42.ODABAŞ Ali Rıza 43.ÖZBAKIR Şenay 44.ÖZDEM Cafer 45.ÖZET Gülsüm Gülistan 46.ÖZKARA Adem 47.ÖZMEN Mehmet Mahir 48.PEKSOY İrfan 49.SAKINCI Ünal 50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit 51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda 52.TABAK Abdullah Yalçın 53.TÜMÖZ Mehmet Ali 54.TÜMÖZ Mübeccel 55.UÇANER Ahmet 56.UĞURLU Mehmet 57.ULUSOY Feridun Vasfi 58.ÜNAL Adnan 59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin 60.YÜKSEL Enis Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tel: 0312 508 40 00 www.anh.gov.tr Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir. (İsimler soyadlara göre alfabetik olarak sıralanmıştır.) Tasarım AVEC reklam organizasyon www.avecreklam.com Baskı: Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat – Yenimahalle / ANKARA Tel: 03123971617 15.05.2011 02 PROF. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI Memnuniyet Anketinin Düşündürdükleri Ülkemizde ve dünyada pek çok şey zaman içinde değişiyor. Ancak sağlık hizmetlerinin ülkemizde sunumunda değişimin pek çok alandan daha hızlı olduğunu söylemek herhalde abartı olmaz. Sağlık göstergesi olarak kabul edilen pek çok parametrenin olumlu yönde geliştiği görülmektedir. Bütün bu gelişmeler sağlık hizmeti alan vatandaşlarımız açısından her yıl yapılan memnuniyet anketlerine yansımaktadır. Yakın zamanda ilan edilen 2011 yılı anketinde sağlık hizmetleri alanında memnuniyetin geçen yıla göre biraz daha artarak %73 ile tüm alanlar içinde ilk sırada çıkması dikkat çekicidir. Yaklaşık 10 yıl önce %30’larda olan memnuniyet oranlarının bu değerlere gelmesi vatandaşlarımız kadar sağlık çalışanlarını da memnun etmiştir. Bu başarıda hiç şüphesiz bir bütün olarak sağlık hizmeti organizasyonunun rolü ve çalışanların kişisel özverileri söz konusudur. Bazen bir başarının veya iyi bir haberin getirdiği olumlu hava konu ile ilgili sorunları soğukkanlı bir şekilde değerlendirme için bir fırsat olabiliyor. Halkımızın sağlık hizmetlerinden memnuniyet ifadesi de bu konudaki sorunlarımızı yorumlamamıza ve ifade etmemize yeni bir zemin hazırlamasını temenni ediyorum. Hiç şüphesiz konu çok geniş; ancak ben burada yaşadığımız pek çok sorunda rolü olduğunu düşündüğüm bir noktaya, sağlık alanında yetişmiş insan gücü yetersizliğine işaret etmek istiyorum. Artık sağlık konusunda dünyada standart kabul edilen tedavi, tetkik imkanlarına ve teknolojik gelişmelere sahip olmayı ve bunları halkımızın hizmetine sunmayı görev kabul ediyor ve daha azına hiç birimiz razı olmuyoruz. Ancak bu düzeyde bir sağlık hizmetini kendimizi kıyasladığımız Batı ülkelerine göre çok daha az insan gücü ile vermek zorundayız. 03 Öyle ki ülkemizde nüfus başına düşen hekim sayısı Avrupa ortalamasına göre en az yarı yarıya daha az. Başta hemşirelik olmak üzere diğer sağlık personeli açısından ise fark daha belirgin. Sağlık çalışanları sayısı yetersizliği bu kadar ortada iken ve daha iyi hizmet için en büyük engeli oluştururken hala konunun tıp camiasında yanlış bir zeminde tartışılmasını anlamak mümkün değildir. Ülkemizde sağlık çalışanı sayısını artırma çabalarına karşı çıkmanın iki temel dayanağı vardır: “Sağlık çalışanı sayısı yeterlidir, ama dağılımı bozuktur. Dağılım düzeltilirse sorun kalmaz” düşüncesi gerçekçi değildir ve Türkiye-dünya sağlık çalışanları sayıları ve kıyaslamaları ile açıklanamaz. “Evet, sağlık çalışanına ihtiyacımız vardır, ama nitelikli çalışan olmayacaksa olmasın” düşüncesini ise dikkate almak gerekiyor. Başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının iyi bir eğitimden geçmeleri, yeterli bilgi ve beceri ile donanmalarını sağlayacak tedbirleri almak hiç şüphesiz yetki sahibi herkesin temel görevidir. Konuyu nitelikli sağlık personeli yetişmesi için ne yapılması gerektiği zemininde ele almak en doğrusu olacaktır. Geçen on yıllar boyunca sağlık çalışanları temsilcilerinin temel sorunlarımıza ne kadar doğru teşhis koydukları ayrı bir tartışma konusudur. Artık sağlık çalışanları olarak temel problemlerimizi daha doğru tanımladığımızda gelecek günler bu özellikli hizmeti verenler için de alanlar için de daha iyi olacaktır. Hepinize saygılarımı sunuyorum. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 İÇİNDEKİLER KÜNYE ........................................................ 02 BAŞYAZI ..................................................... 03 EDİTÖRDEN ................................................ 07 BU SAYININ EDİTÖRÜ ............................... 08 YAZI İŞLERİ’NDEN ..................................... 09 14 MART TIP BAYRAMI 10 16 18 HASTANEMİZ KLİNİK ŞEFİ UZ. DR. FİKRİ AK SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN ‘YILIN DOKTORU’ SEÇİLDİ 16 KOZMETİK MEVZUATININ FELSEFESİ 22 DERİ YAŞLANMASI 18 22 DERİ YAŞLANMASINI ÖNLEME VE TEDAVİ ETMEDE CERRAHİ DIŞI UYGULAMALAR 24 YAŞLI YÜZ CERRAHİSİ 28 30 36 DERMATOKOZMETOLOJİK AÇIDAN KAMUFLAJ 30 KILLANMA VE TEDAVİSİ 32 ANDROGENETİK ALOPESİ VE TEDAVİSİ 24 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 04 36 KADINLARDA YAŞLANMA SÜRECİ MENAPOZLA BİRLİKTE Mİ BAŞLAR? 38 YAŞLILIK VE ENDOKRİN SİSTEM 40 SELÜLİT BİR HASTALIK MIDIR? 45 LİPOSUCTİON 48 38 GENÇ VE SAĞLIKLI KALMAK 52 GENÇ VE DİNAMİK GÖRÜNMEDE SPORUN ROLÜ 54 KOZMETİĞİ TÜKENMEDEN TÜKETİN 54 BURUN ESTETİĞİ 58 NUMUNELİ RESSAMLAR PARİS’TE 62 KOKLEAR İMPLANT 65 56 ÇOCUKLARDA GÖZ TEMBELLİĞİNE DİKKAT! 68 62 MÜZİK TARİHİ BESTECİSİ 72 CHARLESTON - ABD TARİHİNİN DÖNÜM NOKTASINDA BİBER ARAYIŞI 76 DOÇ. DR. ŞENAY ÖZBAKIR’IN EMEKLİLİK 79 80 05 TÖRENİNDE DUYGUSAL ANLAR 79 BEYHEKİM (MEVLÂNA’NIN DOKTORU) 80 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 DOÇ. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN Genç Kalmak Dergimiz geçen yıl yayına başladığında Ankara’da sıcak günleri yaşıyorduk. Numune Sağlık Dergisi olarak 6. sayımızı çıkardığımız şu günlerde ise, Ankara baharı doya doya yaşayamadan yaza yelken açmak için beklemekte. Tabii bu beklemede kendisine eşlik eden yoğun yağmurları da anmadan geçmek olmaz. Mayıs ayı tabiat için gençliğin göstergesi olarak kabul edilebilecek bir aydır desek yanlış olmaz kanaatimizce... Bir edebiyatçı edası ile dile getirecek olursak, baharla yenilenen sonrasında çocukluk evresine tamamlayan tabiat Mayıs ayı ile o yılın gençliğine ilk adımı atmaktadır denilebilir. Tabiatın yeni genç haline merhaba dediğimiz bu ayda bizlerde insanların gençlik mücadelelerine ışık tutan gelişmelere sayfalarımızda yer verelim istedik. Hava sıcak da soğuk da olsa hepimiz ‘genç kalmak’ istiyoruz. Çünkü gençlik zindelik, sağlamlık, atiklik, hızlılık, güçlülük ve kuvvetlilik ve hastalık gibi bir mevhumun olmaması demek. Kim bunları istemez ki? Evimize, eşyamıza ne kadar iyi bakıyorsak o kadar temiz, düzenli ve sağlam kaldığını biliyoruz. Vücudumuz ise sahip olduğumuz belki de en değerli varlığımız. O halde vücudumuzun da genç kalması için ona iyi bakmamız gerekiyor. Peki, iyi bakmayı nasıl tanımlarız. Bu sorunun cevabını yeni sayımızın ana konu editörü Doç. Dr. Ülker Gül ve arkadaşlarının yazılarında bulacaksınız. Konuyu uzmanlık alanları olan dermatolojini çok dışına çıkararak 07 yaygınlaştırmayı başarmışlar ve eksiksiz bir bilgi kaynağı haline getirmişler. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanları olarak, sanatla yoğrulmuş sosyal hayatta da var olmaya, üretmeye devam etmekteyiz. Hastanemizde görev yapan doktor, hemşire, teknik görevli arkadaşlarımızın üretimleri olan yağlıboya başta olmak üzere değişik teknikteki resimlerin ünü yurtdışına taşmış durumda. Şimdiye kadar Ankara’da iki defa açılan ve büyük beğeni toplayan ‘Numuneli Ressamlar Resim Sergisi’ Mart ayında Paris’te sergilendi. Sergi ile ilgili yazı ve fotoğrafları da yine sayfalarımız arasında bulabilirsiniz. Bu yağmurlu günlerde de sağlık çalışanlarının gündemleri de yoğun. Stresi zaten yoğun bir iş yapılırken rutin işin yanına bir de hekime ve/veya diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin eklenmesi, sağlık çalışanlarının çalışma hevesini ciddi etkileyebilecek bir sorun oluyor. Son aylarda daha yoğun yaşanan bu gelişmeler bizleri de derinden etkilemektedir. Dergimizin gelecek sayılarında bu konuyu detaylandırmayı planladık. Mart ayında kutladığımız ‘Tıp Bayramı’ vesileyle yurdumuzdaki tüm meslektaşlarımızın ve beraber hizmet verdiğimiz sağlık çalışanı arkadaşlarımızın bayramını tekrar kutluyoruz. Nice bayramlara sağlıklı, mutlu ve huzur içerisinde ulaşmak dileklerimizle… Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 BU SAYININ EDİTÖRÜ DOÇ. DR. ÜLKER GÜL Genç ve Güzel Görünme Yaşlanma doğum ile başlayan kaçınılamaz bir süreçtir. En erken yaşlanan lens hücreleridir, 2. sırada deri yaşlanması gözlenir. Deri dışındaki organlarda, yaş ilerledikçe ortaya çıkan fonksiyon bozuklukları yaşamı önemli derecede engellemedikçe kişilerin ilgi alanlarında olmamaktadır. Böylece hem görünür bir organ olması ve hem de bizi dış çevreye sunan bir organ olması nedeniyle deride ortaya çıkan değişiklikler çok önemsenmektedir. Yaşlanma bulgularının görülmesi ile birlikte kişilerin ‘genç ve güzel görünme’ arzusu ve buna paralel olarak da ‘genç ve güzel görünme yöntemlerine’ olan ilgisi artmaktadır. Bu ilgi sosyal iletişimde en göz önünde olan alanlara, özellikle de yüze odaklanmaktadır. Bu nedenle de uygulamaların çoğu yüze yapılmaktadır. ‘Genç ve güzel görünüm’ denilince akla ilk gelen kozmetik ürünlerdir. Kozmetik firmalarının ürünleri, büyülü 'anti-aging' logosu ile reklam dünyasında ve ekonomide büyük yer almaktadır. Fakat ne yazık ki yaşlanmayı tamamen önleyen ya da yok eden bir ürün yoktur. Yaşlanma bulgularını ve/veya ilerlemesini azaltmakta etkili olan ürünler kozmesötikler ve güneşten koruyuculardır. Hangi etken maddeli ürünün kullanılması gerektiği, nasıl ve ne sıklıkta kullanılacağı kişilerin deri özelliklerine göre farklılıklar taşır. Ürün kullanımı öncesi dermatologdan bilgi alınmasında yarar vardır. Ayrıca kozmetik amaçla kullanılan ürün çeşitliliği nedeni ile bu konudaki yasal düzenlemeleri ve ürün almada göz önüne alınacak faktörleri de bilmemiz gerekmektedir. Çoğu kez yaşlanma bulguları deriye sürülen kremler ile engellenemez. Bu nedenle de deride olduğundan genç görünüm yaratan kimyasal peeling, botulinum toksin ve dolgu uygulamaları gibi cerrahi dışı uygulamalar yazılı ve görsel basının gündeminden hiç düşmemektedir. Yine ileri yaşlanmış yüz görünümünü daha genç gösteren cerrahi yöntemler de ilgi uyandırmaktadır. Vitiligo (ala hastalığı), hemanjiom gibi bazı deri hastalıkları yüz, eller gibi görünür alanda bulunduklarında kişilerde psikososyal sorunlara neden olmaktadır. Bu gibi durumlarda hastalıklı bölgenin görünmemesi için, çeşitli ‘kamuflaj uygulamaları’ gündeme gelmektedir. Genç ve güzel görünmede kişilerdeki kıl dağılımının rolü de çok önemlidir. Erkeklerde gözlenen androgenetik alopesi (erkek tipi kellik) ve kadınlarda ortaya çıkan aşırı kıllanma gibi sorunlar ile ilgili reklamlar da sıklıkla medyada yer almaktadır. Yüz ve eller dışında vücudun daha biçimli ve düzgün görünmesi de ‘genç ve güzel görünümde’ önemli faktörlerden biridir. Bu durum genellikle yaz aylarına yaklaşırken gündeme gelmektedir. Bunun en iyi örneği de selülit için yapılan ürün ve uygulama reklamlarıdır. Bir diğer örneği de liposuction’dır. ‘Genç ve güzel görünüme’ sahip olmada en önemli unsurlardan biri de yaşam tarzımızı düzenlemektir. Buna en iyi örnek çevresel yaşlandırıcı faktörlerin başında gelen sigara içmek, aşırı güneşlenme, gün ışığı altında korumasız gezme, solaryum gibi alışkanlık ve davranışlarımızdan vazgeçmektir. Bir diğer açıdan değerlendirildiğinde ‘genç ve güzel görünmede’ sadece deri üzerine yapılan uygulamalar yeterli değildir. Beslenme ve spor gibi faktörlerin de önemli rolleri vardır. Ayrıca yaşlanma ile ortaya çıkan endokrinolojik değişiklikleri ve kadınlar için özellikle menopoza ait değişiklikleri bilmek de çok önemlidir. Bu özel sayıda yukarıda ana başlıklar halinde bahsettiğim konular ile ilgili bütün merak ettiklerinizi bulabileceğinizi umuyorum. Deneyimlerini bu özel sayımıza yazı hazırlayarak bizler ile paylaşan değerli meslektaşlarıma ve İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü yetkililerine teşekkür ederim. Bu özel sayının ‘genç ve güzel görünme yöntemleri’ konusunda yararlı bir başvuru kaynağı olmasını dilerim. Saygılarımla. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 08 AYSUN PALALI YAZI İŞLERİ’NDEN Gençlik ve Güzellik İnsanoğlu yaratılışından itibaren her zaman ölümsüzlüğü aradı. Ölümsüzlüğün sırrına erişebilmek için hayatlarını ortaya koyan düşünürler, alimler çıktı her dönem. Doktorların alimi olarak kabul edilen Lokman Hekim gibi gerçek karakterlerden tutun da Gılgamış gibi yarı insan yarı Tanrı olan bir çok mitolojik kahramanlar bile ölümsüzlüğün uğrunda bir ömür tüketmişlerdir. Ölümü yenemeyeceğini gören bazı düşünürler, ölümsüzlüğün anahtarının ölümün kendisinde gizli olduğunu ifade etmeye başlamış, bazıları ise ölümsüzlüğü ölmeyecek bir eser ortaya koyarak o eserin adıyla yaşamakta görmeye başlamışlardır. Ölüm, her dönem tüm gerçeklerin üstünde bir gerçeklik olarak var olmaya, yaşamaya devam etmiştir. İnsanoğlu, ölümü yenemeyeceğini görünce ölümsüzlük mücadelesini her dönem genç kalma mücadelesine dönüştürmüştür. Bu uğurda servetler harcamış, yer yer sağlığını bile genç kalmak için riske atmaktan çekinmemiştir. Çünkü, artık insanoğlu için gençlik ölümsüzlüğün yaşanabilecek en gerçek, en insani hali olmuştur. Gençlik, insanoğlu için güç demektir. Gençliğin getirilerinden olan güzellik bile insanoğlu için gücün bir tezahürüdür. Günümüzde de hala gençlik kudretini korumakta, insanoğlu için hedef olmaya devam etmektedir. 09 Tarihe mal olmuş kişilerin gençlik ve güzellik adına söylenmiş oldukları bir demet sözü sizlere aktararak sözlerime son vermek istiyorum. Saygılarımla.. ... İnsanın ömrü kısa ama yapıtları ölümsüzdür. William Faulkner ... Altınla her şeyi satın alabilirsin, ama gençliği asla ! George Raymond .... Gençlik, ömrün en güzel dönemidir. Ne yazık ki, sonu yaşlılıktır. William Shakespeare ... Güzellik kutsaldır, tarih boyunca onu ortadan kaldırmaya çalışsalar bile mutlaka kalıntıları kalacaktır. Anatole France ... Güzel her yerde baştacı edilir. Johann Goethe ... Erdemsiz güzellik, kokusuz çiçeğe benzer. Socrates .... Akıl olmadıkça güzellik bir işe yaramaz. Archimedes ... Gençlikte her şey güzeldir. Afrika Atasözü ... Güzel, bakan göze göre değişir. İngiliz Atasözü ... Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 14 Mart Tıp Bayramının Tarihçesi 14 Mart 1827 tarihinde, II. Mahmut devrinde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerileriyle ilk cerrahhanenin, Tıphane-i Amire ve Cerrah hane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul ediliyor. Bundan dolayı okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanmaktadır. Tıp Bayramı kutlamaları, ülkemizde Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında işgal altındaki İstanbul’da gerçekleşmişti. Hikmet Boran adındaki tıp öğrencisinin liderliğinde 19 Mart 1919’da işgali protesto etmek için tıp öğrencileri toplanmış ve doktorlarda öğrencilere destek vermiştir. Öğrencilerin düzenlediği bu etkinliğe dönemin ünlü doktorlarından Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Fevzi Paşa ve Dr. Akil Muhtar Özden’de destek vermiştir. Böylece Tıp Bayramı doktorların yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Hekimlik mesleği önemini hiçbir zaman kaybetmeyen, kutsal bir meslek olarak tarihinin her döneminde saygınlığını korumuştur. Doktorluk öğrenimi zor, eğitimi pahalı ve sürekli değişen bilgilere ulaşılması, zor olan bir meslektir. Doktorlarımızın mesleklerini daha rahat ve fiziki açıdan yeterli, güvenli bir şekilde icra etmeleri hastaların yararına olmaktadır. Ülkemizde Tıp Bayramı 1929 ile 1937 yılları arasında 12 Mayıs tarihinde kutlandı. Tıp Bayramı’nın bu tarihler arasında 12 Mayısta kutlanmasının sebebi ise; Bursa Yıldırım Darüşşifası’ nda ilk kez tıp derslerinin Türkçe okutulması idi. Ancak zamanla bu tarihten vazgeçildi ve tekrar Tıp Bayramı 14 Martta kutlanıldı. Günümüzde 14 Mart Tıp Bayramı, 14 Martın içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak “Sağlık Haftası” olarak kutlanmaktadır. 10 14 Mart Tıp Bayramı Ankara Numune’de coşkuyla kutlandı 14 Mart Tıp Bayramı Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi içerisinde çeşitli etkinliklerle kutlandı. ANEAH Dr. Münif İslamoğlu Konferans salonunda yapılan program ilk olarak saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. Daha sonra Fizik Tedavi Kliniği Klinik Şefi Doç. Dr. Hatice BODUR, “Hekimlik ve Sanat” konulu konuşmasında hekim kelimesinin anlamı, hekimlik sanatının unsurları, tıp ve edebiyat ilişkisinin neler olduğu hakkında bir konuşma yaptı. Hekimliğinin yanı sıra şair ve yazarlığı ile de tanınan Bodur, son yıllarda ressamlığı ile de kendinden söz ettirmeye başlamıştı. Bodur, kendisinin de yer aldığı ressamlardan oluşan, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının Paris’te açtığı “Anadolu’nun Renkleri” resim sergisi hakkında bilgi verdi. Doç. Dr. Hatice Bodur konuşmasına kendi yazdığı Çaylı Şiirler’i okuyarak son verdi. 11 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 modern tıbbın temelleri atıldı. Zengin: “Milli Mücadele yıllarında tıbbiye öğrencileri insiyatif almıştır” ANEAH Başhekimi Prof. Dr. Nurullah ZENGİN yaptığı konuşmasında tüm tıp camiasının ve Numunelilerin Tıp Bayramını kutladığı konuşmasında şunları söyledi, “Yoğun bir gün yaşıyoruz. Öğleden önce bakanlığımızın düzenlediği Tıp Bayramı etkinliğine katıldım. Daha sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın Tıp Bayramı nedeniyle verdiği davete icabet ettim. 14 Mart Tıp Bayramı bir vesile oluyor, rutin dışına çıkıp kendimizi değerlendirme fırsatını buluyoruz. Tıp bilimi sağlığı koruyan, bozulan sağlığı tedavi eden bir bilim dalıdır. İlk dönemlerde bitkisel ilaçlarla hastalıklar tedavi edilmeye çalışıldı. 18. yüzyılda denemeye ve gözlemlemeye dayalı tıp uygulamalarına geçildi. 20. yüzyıldan itibaren ise klinik araştırmalar başladı ve Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 12 14 Mart ilk Tıp Fakültesi’nin açılış tarihidir. Milli Mücadele yıllarında işgale karşı tıbbiye öğrencileri bir araya gelmişler ve bugünü kutlamaya başlayarak zor bir süreç olan işgal günlerinde insiyatif kullanmışlardır. Tıp Bayramları tıp hizmetlerinin ve sağlık çalışanlarının sorunlarının tartışıldığı ortamlardır. Öğleden önceki etkinlikte bu konular tartışıldı. Bazı temel tespitlerde zorluklar yaşıyoruz. Basit konularda bile farklı düşünüyoruz. Sağlık çalışanı sayısının yeterliliği konusunda bile farklı görüşler var. Batı ülkelerine göre doktor sayımız 1/3 oranında daha az. Hemşire sayımız ise 1/7 oranında daha az. Pek çok problemimizde ortak görüşe sahip olmakla bunları çözmede önemli yol kat edebiliriz. Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan toplantıda da önemli değerlendirmeler yapıldı. Hekime yönelik şiddet de bu toplantıda gündeme geldi. Bizlerin de hastane olarak yaşadığımız bazı olaylar var ve çok önemli bir problem. En son Kars’ta bir meslektaşımıza bir saldırı oldu. Bu doktor arkadaşımızı tedavisi için Sağlık Bakanlığımız ambulans uçakla hastanemize getirdi. Biz de tedavisini üstlendik. Numune Sağlık Dergisi’nin bir sayısını da bu konuya ayıracağız. Maalesef bu olaylar yaşanıyor. Bu tip olaylar hasta-hekim ilişkilerine çok zarar veriyor. Önümüzdeki dönemde bu konudaki duyarlılığımızı ortaya koymamız gerekir. Hepinizin Tıp Bayramı kutlu olsun.” ANEAH’ta 19 yeni doçente plaket verildi Daha sonra 2010 yılında doçent ünvanı kazanan hastanemiz uzman doktorların kutlama törenine geçildi. Doç. Dr. Bülent C.YÜKSEL, Doç. Dr. Münevver MORAN, Doç. Dr. Yavuz Fuat YILMAZ, Doç. Dr. Emine TAMER, Doç. Dr. Fatma Arzu KILIÇ, Doç. Dr. Müzeyyen ŞANLI GÖNÜL, Doç. Dr. Seray ÇAKMAK, Doç. Dr. İhsan Tuncer OKAY, Doç. Dr. Filiz ACAR SİVAS, Doç. Dr. Gönül ALTINTAŞ ERDEN, Doç. Dr. Bülent DAĞLAR, Doç. Dr. Bülent ÖZKURT, Doç. Dr. Dilek BERKER, Doç. Dr. Gül DAĞLAR, Doç. Dr. Fatih DEDE, Doç. Dr. Uğur GÖZALAN, Doç. Dr. Yunus Nadi YÜKSEK, Doç. Dr. İbrahim ÖZCAN, Doç. Dr. Mehmet Numan ALP’ e hocalarımız tarafından plaket verildi. ANEAH’a bağışta bulunanlara plaket verildi Törenin ikinci bölümünde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bağışta bulunanlara Başhekimlik tarafından plaket takdim edildi. 03 Eylül 2010 tarihinde kaybettiğimiz hastane çalışanı Dr. Aydın GÜRSOY’un ablası Gülümser GÜRSOY’a Başhekim Prof. Dr. Nurullah ZENGİN hastaneye yaptıkları yardımlardan dolayı teşekkür ederek plaket takdim etti. Başhekim Zengin konuşmasında şöyle dedi: “Dr. Aydın GÜRSOY’ un farklı bir kişiliği vardı. Olaylara hep olumlu açıdan bakardı. Tedavisini yapmak için elimizden geleni yaptık, ancak maalesef kendisini kaybettik. Kıymetli ailesi hatırasını yaşatmak için hastanemize bağışta bulundu. Biz de Dr. Aydın GÜRSOY’un hatırasını her zaman yaşatacağız.” Dr. Aydın GÜRSOY’un ablası Gülümser GÜRSOY ise yaptığı konuşmada aile olarak doktor kardeşinin bu şekilde anılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi, başhekimimize ve 13 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 çekilmesinden sonra Şef Kafeterya’sında başhekimimizin verdiği kokteyle geçildi. Tıp Bayramı pastası başhekimimiz Prof. Dr. Nurullah ZENGİN ve Dr. Aydın GÜRSOY’ un ablası Gülümser GÜRSOY tarafından kesildi. Anadolu’nun Renkleri resim sergisi açıldı Kokteyl sonrası Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının Paris’te açmış oldukları Anadolu’nun Renkleri resim sergisi Başhekimlik binasında tekrar ziyarete açıldı. Serginin açılış kurdelesini ANEAH Başhekimi Prof. Dr. Nurullah Zengin, Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Hürrem BODUR ve sergideki resimleri yapan Numune çalışanlarının resim hocası Hemşire Sema EFE birlikte kestiler. hastanemize teşekkür etti. ANEAH Plastik Cerrahi Kliniğinde merhum eşi Özcan DİNLER ve kendi adına iki odanın yenilenmesini sağlayan Sayın Nedime DİNLER’e de Başhekim Zengin tarafından teşekkür plaketi verildi. Son olarak hastane başhekimi Zengin, ANEAH Nöroloji Klinik Şefi Uz. Dr. Fikri AK’a Sağlık Bakanlığı tarafından, Ankara ilinde “Yılın Doktoru” seçilmesi nedeniyle bir plaket verdi. Uzm. Dr. Fikri Ak’a yılın doktoru ünvanını, ‘intravenöz ve intraarteriyel trombolitik tedavi, tanısal ve girişimsel nöro-radyolojik işlemler’ konularındaki başarılı çalışmaları nedeniyle verilmişti. Fikri AK yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Hepimizin Tıp Bayramı kutlu olsun. Yılın doktoru ödülü Ankara’da Sağlık Bakanlığımız tarafından bize verildi. Bu ödül sadece bana verilmiş değildir. Bu bir ekip işidir. Bu çalışma ve uygulamayı ilk başlatan şu anda Paris’te çalışmalarına devam eden Uz. Dr. Erdem GÜRKAN’dır. Daha sonra klinikte çalışmaları Uz. Dr. Gürdal ORHAN yürütmüştür. Bu ödül tüm klinik ve hastane çalışanlarına aittir. Bize bu imkanı hastanemiz sağladı. Bu Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 çalışmada emeği geçen tüm klinik doktor, hemşire ve çalışanlarına teşekkür ediyorum.” Başhekim Zengin ise yaptığı konuşmada, “Her başarı ekip işidir. Zor bir alanda Fikri AK hocanın hiç eksilmeyen heyecanı ve ekibini motive etmesi bu işin temel noktasıdır, kendisini başarısından dolayı kutluyorum.” dedi. Tıp Bayramı Kokteyli Plaket alanların toplu hatıra fotoğrafının 14 Başhekim Zengin yaptığı konuşmada, serginin ilk defa bir yıl önce hastane içerisinde, daha sonra Armada Alışveriş Merkezi’nde açıldığını, son olarak Paris’te başarılı bir sergi süreci yaşandığını, bunun yanı sıra ileriki günler için dört Avrupa kentinden teklif aldıklarını, bunları duymaktan büyük mutluluk duyduğunu belirterek, “sergimiz hayırlı, uğurlu olsun” dedi. Sergilenen resimler hastane çalışanları ve ziyaretçiler tarafından beğeni topladı. 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 Yılın Doktoru Ankara Numune’den Fikri Ak: “Doktorlar sevgi ve sabır ile mesleklerini icra ediyorlar” Ankara’da Yılın Hekimi, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Klinik Şefi Uzman Doktor Fikri Ak Oldu. Dr. Ak’a ödülü Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından verildi. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 16 Sağlık Bakanlığı tarafından 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında, Ankara’da yapılan anket sonuçlarına göre Ankara’da Yılın Doktoru seçilen Fikri Ak, insan hayatının kutsallığından ödün vermeksizin, sevgi ve sabır ile doktorluk mesleğini icra ettiklerini, halk sağlığı adına gösterilen samimi gayretlerin devam etmesi gerektiğini söyledi. Uzm. Dr. Fikri Ak, sağlık çalışanı olmanın, hekimliğin büyük ölçüde gönül insanı olmayı gerektirdiğini belirtti. Doktorluğun uzun zaman isteyen, bilgi, maharet ve yüksek analiz kabiliyeti, gerektirdiğini söyleyen Ak, hekimliğin, fedakârlık isteyen bir meslek olduğunu, aldığı ödülde hekimin normal rutin işlerinden başka; doktorun insana ve hastaya özverili davranmasının, Türkiye’de yeni bir buluş, yeni bir tedavi metodu ve yurtdışındaki tedavi yöntemlerinin ülkemizde kullanılmasının önemli olduğunu kaydetti. fedakârlıkların yapılmadığının altını çizdi. Fikri Ak, son günlerde bir hekim düşmanlığının toplumda oluştuğunu, bunların kendilerini çok rahatsız ettiğini, doktorlara yapılan bu haksız saldırıların doktorların çalışma düzenlerini bozduğunu belirtti. Sağlık çalışanlarına yapılan şiddet olaylarının hasta – doktor ilişkilerine telafisi güç zararlar verdiğini ifade eden Ak, “Sağlık çalışanlarının maruz kaldıkları bu tür şiddet olayların nedeni ne olursa olsun kabul edilmesi mümkün değildir. Bu tür olaylarda bakanlığımız her zaman sağlık çalışanlarını savunacağını, koruyacağını bilmek bizler için büyük bir moral kaynağıdır” dedi. Uzm. Dr. Fikri Ak özgür çalışma ortamında, doktorların hastalar üzerinde bazı bilimsel riskler aldığını, doktorlara baskı yapıldığı zamanlar doktorların bu riskleri alamadıklarını bunun da hastalara ve halk sağlığına zararlı olduğunu söyledi. Uzm. Dr. Fikri Ak doktorların özlük haklarının düzeltilmesini, çalışma şartlarının daha iyi olmasını, doktorların konsantrasyonun yüksek olmasının gerekliliğini ifade etti. Fikri Ak, bütün bu sorunlara rağmen bütün hekimlerin hastaları için elinden geleni yaptığını, onlarla üzülüp onlarla sevindiklerini, akıllarının sürekli hastalarında olduğunu sonuçta hekimliğin ayrı bir görev olduğunu vurguladı. Uzm. Dr. Fikri Ak, yaptığı açıklamada, doktorların en çok istediğinin hastalarının iyileşmesi olduğunu, görevini yerine getiren doktorların da mutlu olduklarını ifade etti. Son dönemlerde doktorların maddiyata önem verdikleri, parasız iş yapmadıkları gibi düşüncelerin kamuoyunda yer aldığını dile getiren Fikri Ak, bu düşüncelerin yanlış olduğunu, yapılan işin ve fedakârlıkların maddiyatla karşılaştırılmasının bile yanlış olduğunu, dünyada hiçbir meslekte böyle 17 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 UZ. ECZ. ASLI ESMA KARACA, UZ. ECZ. DENİZ ÖZAY, DR HANEFİ ÖZBEK SB İlaç Eczalık Genel Müdürlüğü Kozmetik Mevzuatının Felsefesi Kozmetikler, hemen her yaştan insanın yaşamında olmazsa olmaz rol üstlenen tüketici ürünleridir. Kolonyadan parfüme, makyaj ürünlerinden şampuanlara, tıraş kremlerinden sabunlara, diş macunlarından bebek kremlerine, saç boyalarından güneş ürünlerine kadar geniş bir yelpazede tüketiciye sunulan kozmetik pazarı, her yıl kullanılan teknoloji ve ürün çeşitliliği yönünden zenginleşerek büyümektedir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin 1976 yılından bu yana uygulamakta olduğu 76/768 EEC sayılı Kozmetik Direktifinin temel amaçlarından biri tüketicinin yüksek düzeyde korunması; diğeri üye ülkelerde aynı mevzuatın uygulanması yoluyla Avrupa tek pazarında malların serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Bu amaçları gerçekleştirmek için Kozmetik Direktifi net bir kozmetik tanımı vermiş ve temel ilkeleri belirlemiştir. Kozmetik ürünlerin topluma etkili ve güvenli biçimde ulaşmasını temin etmek için gerekli önlemleri almakla yükümlü otorite Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğüdür. İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, ülkemizin Avrupa Birliği adaylık sürecinde gerçekleştirmekle yükümlü olduğu mevzuat uyumunu tamamlayarak Avrupa Birliği Kozmetik Direktifi ile eklerini ülkemiz mevzuatına aktarmıştır. Avrupa Birliği Direktifine ve direktifle tam uyumlu olan ülkemiz Kozmetik Mevzuatı’na göre bir kozmetik ürün, “insan vücudunun epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve dış genital organlar gibi değişik dış kısımlarına, dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek, Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya iyi bir durumda tutmak olan bütün preparatlar veya maddelerdir.” Tanım dikkate alındığında kozmetik uygulamanın hedef organ/ organlarının “insan vücudunun dış bölümleri, dişler, oral mukoza olduğu”; kozmetik uygulamanın altı amacının ise “temizlemek, koku vermek, görünümünü değiştirmek, vücut kokularını düzeltmek, korumak, iyi durumda tutmak” olduğu görülmektedir. Direktifin ve ülkemiz mevzuatının temel ilkelerine uygun ve güvenli ürünlerin eşit koşullarda ve hızlı bir biçimde pazara sunulmalarını temin etmek için her aktörün tanımlanmış bir sorumluluğu vardır. 18 Ürünü piyasaya arz eden gerçek veya tüzel kişi, yetkili otorite olan Sağlık Bakanlığı’na mevzuatla belirlenen yeterli bilgiyi vermek, ürünün mevzuata uygunluğunu ve güvenliğini sağlamak zorundadır. Yetkili otorite olarak Sağlık Bakanlığı, mevzuata uyumun sağlanması için piyasa gözetim ve denetimi sistemini kurmak zorundadır. Avrupa Birliği Komisyonu üye ülkelerde kozmetik direktifinin uygulanmasını ve yürütülmesini izlemek ve gerektiğinde tedbir almak zorundadır. Yukarıda amaçları ve ilkeleri özetlenen Avrupa Birliği mevzuatı, ülkemiz mevzuatına 30 Mart 2005 tarihli 5324 sayılı Kozmetik Kanunu ve 23 Mayıs 2005 tarih ve 25823 sayılı Kozmetik Yönetmeliği ile aktarılmıştır. Kozmetik direktifinin teknik eklerinde, Avrupa Komisyonu’nun ilgili Genel Müdürlüğü bünyesinde yılda dört kez toplanan üye ülkelerin kozmetik yetkili otorite temsilcilerinden oluşan çalışma grupları toplantıları ile kararlaştırılarak yürürlüğe konulan ek değişiklikleri Kozmetik Yönetmeliği’ndeki 12 Ekim 2006 tarih ve 26317 sayılı ve 26 Nisan 2009 tarih ve 27211 sayılı değişikliklerle adapte edilmiştir. 2009 yılından bu yana yapılan değişikliklerin adapte edilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı’nın gerekleri yerine getirilmeden önce (2005 öncesi) ülkemizde piyasaya arz öncesi izin sistemi uygulanmakta ve ürünlerin teknik dosya incelemesi yapılarak izin belgesi düzenlenmekte idi. Bu sisteme göre ürünlerin teknik bilgilerini içeren dokümanları Sağlık Bakanlığı’na ulaştıran üretici/ ithalatçılar, ürün çeşitliliğinden kaynaklanan iş yoğunluğunda, dosyalarının belge bazında incelenme ve onaylanma prosedürünü beklemek zorunda idiler. Bu sürecin sonunda kozmetik ürün ambalajlarında “Sağlık Bakanlığı’ndan izinlidir” ibaresini kullanmak suretiyle ürünle ilgili sorumluluğu yetkili otoriteye aktararak ürünlerini pazara arz etmekte idiler. Piyasaya arz öncesi izin sisteminde kağıt üzerinde yapılan kontrollere uygunluğun, ürünün güvenliğini garantilediği varsayımdan hareket edilmekteydi. Ancak pazardaki ürünün otoriteye sunulan belgedeki ürünle aynı olup olmadığı, reel ürünün pazarda ne şekilde dolaştığı 19 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 iç piyasada kontrol edilmemekteydi. Aynı zamanda ürünle ilgili sorumluluğunun düzenlenen izin belgesi ile otoriteye aktarılması, üretici/ ithalatçının kendi kendini kontrolüne ve iç denetime ihtiyaç bırakmamaktaydı. 2005 yılı sonrası, yukarıda bildirilen gerekçelerle uyumu gerçekleştirilen Kozmetik Mevzuatı ile ülkemizde 1994 yılından beri uygulanmakta olan piyasaya arz öncesi izin sistemi kaldırılarak piyasada kontrol sistemine geçilmiştir. Piyasa kontrol sistemi üretici/ ithalatçı beyanına ve yükümlülüğüne dayanır. Yetkili otorite olan Sağlık Bakanlığı, ürünleri piyasada kontrol edip uygun olmayan ürünlerle ve üreticilerle ilgili gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Piyasaya güvenli ürün sunmakla ilgili tüm sorumluluk, ürünü piyasaya arz eden gerçek veya tüzel kişiye aittir. www.iegm.gov.tr adresinden ulaşılabilecek olan Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Kozmetik Mevzuatı’na göre ürün piyasaya arz edilmeden önce ilgili kişi veya firma kendini ve ürününü yetkili otoriteye tanıtmak, piyasaya sunacağı ürünün Mevzuata uygun olduğunu beyan etmek ve sorumluluğunu bildirmek amacıyla bildirim yapmak zorundadır. Sağlık Bakanlığı’na ulaşan bildirimler piyasa gözetim ve denetim faaliyetlerinde kullanılmak üzere kayıt altına alınır. Piyasa denetimleri, yetkili otorite tarafından yıllık olarak değerlendirilen riskli ürün gruplarında gerçekleştirilebileceği gibi tüketici/ firma şikayetlerine istinaden de gerçekleştirilebilir. Denetimlerde ayrıca güncel olaylar, medya haberleri, moda vb. gibi hususlar da göz önünde bulundurulur. Kozmetik ürünlerde 2005 yılı itibariyle uygulanmaya başlanan bildirim esasına dayanan piyasa gözetim ve denetimi sisteminde ürün ambalajlarında “Sağlık Bakanlığı’ndan izinlidir” ibaresi kullanılamaz. Zira piyasa gözetim ve denetiminde “izin” belgesi düzenlenmesi söz konusu değildir. Üretici/ ithalatçı mevzuata uygun ürünü piyasaya arz etmek; otorite ise bu ürünleri denetlemek görevini üstlenmiştir. Avrupa Birliği Kozmetik Mevzuatı ile Avrupa ülkelerindeki “kural”, “zorunluluk”, “sorumluluk” ve yaptırım felsefesini aşağıdaki basit örnekten izleyebiliriz: Avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamında toplu taşıma araçlarındaki bilet sistemine bakıldığında, biletlerin yolculuktan önce kontrol edilmediği görülecektir. Yolcu, biletini almakla ve denetimlerde ibraz etmekle yükümlüdür. Yolculuk esnasında denetim yapılmayabilir ama bu, bir sonraki seferde de denetlenmeyeceği anlamına gelmez. Denetimlerin sıklığı ve yaptırımların caydırıcılığı insanları kontrol edilme ihtimaline karşı tetikte olmaya zorlar. Avrupa’nın toplu taşımada uyguladığı bilet kontrol sistemi, kozmetiklerdeki piyasa gözetim ve denetimi sistemine adapte edilebilir bir örnektir. Tarih boyunca gerek sosyolojik gerek teknolojik geçiş süreçleri hep sancılı olagelmiştir. Doğaldır ki Kozmetik Mevzuatı’nda ön izin sisteminden piyasa gözetim ve denetimine geçişin de bir takım sancıları olacaktır. Sağlık Bakanlığı bu sancılı süreçte toplum sağlığını korumak için gerekli tedbirleri almakta ve uygulamaktadır. Bu noktada tüketicilere düşen, bilinçli ve dikkatli olmak, kozmetik ürünlerle ilgili yaşanan sorunları ilgililere ileterek, bir yanıyla da şikayete dayanan piyasa gözetim ve denetiminin işlemesine katkıda bulunmaktır. 20 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 DOÇ. DR. ARZU KILIÇ ANEAH 2. Dermatoloji Kliniği Deri Yaşlanması Yaşlılık biyolojik, kronolojik ve sosyal yönleri ile karmaşık bir olaydır. Gelişmiş ülkelerde yaşam süresi giderek uzamaktadır, fakat yaşam süresinin uzamasına rağmen yaşlılık ile ilgili gizem halen sürmektedir. Deri yaşlanması yapısal ve moleküler bozulma ile beraber derinin fonksiyon ve görüntüsünü etkileyen progresif seyirli karmaşık bir süreçtir . Patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır ancak oluşum mekanizmaları ve klinik farklılıkları göz önünde bulundurulduğunda deri yaşlanması 2 türlüdür): 1) Zamana bağlı oluşan ve engellenemeyen gerçek yaşlanma yani intrensek (kronolojik, gerçek, spontan, Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 doğal) yaşlanma 2) Ekstrensek yaşlanma Her ne kadar teorikte deri yaşlanmasını basitçe ayırabilsek de her iki yaşlanma da iç içe gelişen ve birbirlerini etkileyen olaylardır. İntrensek yaşlanma İntrensek yaşlanma zamanla ilişkilidir, gerçek yaşlanmadır, genetik olarak programlanır ve kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Bu yaşlanma tipi, derinin diğer iç organlarda da görüldüğü gibi kaçınılmaz, yavaş ilerleyen, geri dönüşümsüz bir yaşlanma sürecine girmesiyle oluşur. 22 İntrensek yaşlanmanın oluşumunun temelinde genetik faktörler yer almaktadır, bunun yanı sıra metabolik ve endokrinolojik faktörlerin etkisi de bulunmaktadır. İntrensek yaşlanmada, telomer uzunluğu her hücre siklusunda kısalmaktadır. Bu azalma belli düzeye geldiğinde, hücre siklusu kesintiye uğrar ve apoptoz meydana gelir. Deri yaşlanması yaşla birlikte giderek azalan hormon aktivitelerinden de etkilenmektedir. Yaşla birlikte özellikle azalma gösteren hormonlar arasında östrojen, testesteron, dehidroepiandrosteron gibi seks steroidleri, melatonin, insülin, kortizol, tiroksin ve büyüme hormonu yer almaktadır. Bunun yanı sıra bazı sitokin ve kemokin düzeylerinde ve bunların reseptörlerinde azalma çeşitli deri fonksiyonlarında bozulmaya yol açar. Yaşla birlikte oluşan kaslardaki değişiklikler, subkutan yağ dokusunun kaybı, yüzdeki kemik ve kıkırdakta oluşan kayıplar ve yerçekimi faktörü yaşlanmaya katkıda bulunur. Klinik olarak intrensek yaşlanmada deri kuru ve gevşek özellikte olup ince çizgilerle karakterizedir. Deri ince ve atrofiktir ve benign oluşum sıklığında artış görülür. Sonuçlarından deri ve beraberinde deri ekleri, sinirler, deri fonksiyonları da etkilenir. Ter ve yağ bezlerinin fonksiyonları azaldığı için deri kuru olma eğilimindedir. Ekstrensek yaşlanma (Fotoyaşlanma) Ekstrensek yaşlanmada pek çok çevresel faktörün rolü vardır: İonizan radyasyon, kronik güneş maruziyeti, sigara, alkol gibi çeşitli fiziksel faktörlere bağlı olarak oluşur. Bütün bu çevresel faktörlerin içinde ektrensek deri yaşlanmasının %90’ından fazlasında kronik güneş maruziyeti sorumludur. Deri yaşlanmasında özellikle de prematür yaşlanmada kronik güneş maruziyeti en önemli faktör olarak kabul edilmektedir. Ekstrensek yaşlanmaya bu nedenle fotoyaşlanma ya da aktinik yaşlanma da denilmektedir. Fotonların hücresel DNA’ya direkt etkisiyle birlikte ortaya çıkardığı serbest radikaller ve reaktif oksijen türevlerinin indirekt etkisi suçlanmaktadır. Çok güçlü antioksidan savunma mekanizmalarımız olmasına rağmen, ROT tarafından oluşturulan hasar hücre membranlarını, enzimlerini ve DNA’yı etkiler. Kollajen ve elastinde biyokimyasal değişikliklere neden olur. UVB özellikle epidermal düzeyde değişikliklere neden olur. Keratinosit ve melanositlerdeki DNA’ya hasar verir, solubl epidermal faktör ve proteolitik enzim üretimini indükler. Ayrıca timidin dimerlerinin oluşumuna neden olur. UVB maruziyeti sonrasında iki timidin dimeri arasında oluşan kuvvetli kovalan bağ yapısı yaşlanmayla birlikte kolaylıkla çözülemez ve mutasyonların oluşumu gerçekleşir. Maruziyetten 8-12 saat sonra hücreler etkilenir, sonraki 12 saatte DNA oluşumunda azalma görülmeye başlanır. UVA dermise daha derin penetre olduğundan hem epidermise hem de dermise hasar verir. UV radyasyonun tam olarak nasıl deri yaşlanması oluşturduğu bilinmese de fotohasarlı deride dermal konnektif dokunun miktar ve yapısında değişiklikler oluşturur. 23 Fotohasarlı deride kollajen fibrillerin düzenleri bozulmuştur, sertleşir, yapıları değişir ve elastin içeren materyalde artış olur. Elastik lifler kalınlaşır. Ekstrensek yaşlanmaya neden olan diğer bir çevresel faktör sigaradır. Sigara matriks metalloproteinazları (MMP) aktive eder, stratum korneum nemini ve vitamin A düzeylerini azaltır. Klinik olarak deride kalınlaşma, kabalaşma, sararma, esneklik kaybı, derin kırışıklıklar, düzensiz pigmentasyon, telenjiektaziler, benign, premalign, malign değişiklikler görülür. Klinik olarak hafif, orta ve şiddetli olmak üzere 3’e ayrılır. Hafif hasarda; kuruluk, kabalık, pigment bozuklukları (irregüler hiperpigmentasyon, solar lentigolar, guttat hiperpigmentasyon) ve ince kırışıklıklar görülür. Orta dereceli hasarda; derin kırışıklıklar, deride sarımsı renk değişikliği, vasküler lezyonlar, elastisite kaybı, kalınlaşmışkösele gibi deri ile karakterizedir. Şiddetli hasar; aktinik keratoz ve deri kanseri ile sonuçlanır. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 DOÇ. DR. ÜLKER GÜL ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi Deri Yaşlanmasını Önleme ve Tedavi Etmede Cerrahi Dışı Uygulamalar Deri vücudumuzun en büyük ve en göz önünde olan organıdır. Yaş arttıkça diğer dokularla birlikte deride de dejeneratif değişiklikler gözlenir. Deri yaşlanmasında kronolojik (intrensek) ve ekstrensek olmak üzere iki ana süreç bulunur. Kronolojik yaşlanma genetik yapıya bağlı olarak her kişide kendine özel seyreder; ama kaçınılamaz ve engellenemez. Ekstrensek yaşlanmada en önemli faktör güneştir (fotoyaşlanma). Ayrıca sigara, aşırı alkol kullanımı, iklim (rüzgar, soğuk gibi), kimyasallar ve diğer çevresel faktörler de etkilidir. Ekstrensek yaşlanma, kronolojik yaşlanmadan farklı olarak, kişisel önlemler ile engellenebilir ya da yavaşlatılabilir. Yaşlanma bulgularının fonksiyonel ve psikolojik etkileri nedeniyle, deri bakımı ve cerrahi olmayan kozmetik yaklaşımlar önem taşır. Bu yöntemler şunlardır: I. Güneşten korunma ve güneşten koruyucu ürünün doğru kullanımı II. Kozmesötikler III. Kimyasal peeling IV. Botulinum toksin uygulamaları V. Dolgu maddeleri kullanımı I. Güneşten korunma ve güneşten koruyucu ürünün doğru kullanımı Güneş en önemli ve en önlenebilecek çevresel yaşlandırıcı etkendir. Bu nedenle güneşten korunma, çocukluk yaşından itibaren alışkanlık edindirilmesi gereken bir konudur. Güneşten korunma önerilerine sadece yazın değil, diğer mevsimlerde özellikle de güneşin yoğun olduğu saatlerde uyulmalıdır. Yaşla birlikte melanositlerin sayısının azalacağı göz önüne alındığında yaşlandıkça korunmanın önemi de artmaktadır. Güneşten korunmanın en ideal yöntemi güneş temasından korunmadır. Korunmada en önemli bilinmesi gereken faktörler şunlardır: 1. En önemli koruma saat 10.00 ile 16.00 arası güneşe çıkmamaktır (Bina içinde kalmak en basit yöntemdir). 2. Gölgede bulunmak yeterli koruma sağlamaz: Deniz, kum, kar, beton, Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 24 cam, asfalt gibi yüzeylerde yansıma oldukça fazladır. 3. Güneşin etkisi bulutlu havalarda ancak %30-50 oranında azalmaktadır. 4. Giyinmek en ucuz ve yan etkisiz güneşten korunma yoludur: a. Gün ışığının yoğun olduğu saatlerde sık dokunmuş, kol/ etek/ paça boyu uzun ve yaka açıklığı az olan giysiler giyilmelidir. b. Geniş sperli şapkalar kullanılmalıdır; ancak şapka speri hem çepeçevre şapkayı çevirmeli ve hem de gün ışığı geçirmemelidir. Sadece yüz bölümünde speri bulunan şapkaların kullanımı sonucunda hem gün ışığının yandan yüze yansıması engellenemez ve hem de kulak ve boyun derisi korunamaz. c. Şemsiye kullanımı: Gün ışığının çok yoğun olduğu saatlerde bazen siperli şapka kullanımı da yeterli koruma sağlayamayabilir. Özellikle bu saatlerde şemsiye ile korunmak daha etkili olacaktır. d. Geniş çerçeveli güneş gözlükleri kullanılmalıdır. Güneşten koruyucu ürün seçimi: Deri yaşlanmasında UVA ve UVB'nin etkisi vardır. Bu nedenle güneşten koruyucu ürünler hem UVA ve hem de UVB'ye karşı koruyucu olmalıdır. UVB'den korunma, güneşten koruma faktörü SPF (sun protection factor) simgesi ile gösterilir. Koyu tenlilerde düşük, açık tenlilerde yüksek faktörlü ürün kullanılmalıdır. Deri tipi ne olursa olsun çocuklarda ve yaşlılarda seçilecek ürünün SPF'ü en az 25 olmalıdır. alışkanlık haline getirilmeli ve tekrar uygulayabilme amacı ile ürün çantada taşınmalıdır. Güneşten koruyucu ürünler yeterli miktarda (bol miktarda), güneş temasından 15-20 dakika önce sürülmelidir. Eğer güneş ile temas edilecek ise her 2-3 saatte bir tekrar sürülmelidir. Ancak yüzme, kurulanma, aşırı terleme, duş alma ya da kum gibi maddelere sürtünme varsa, 2-3 saat geçmesi beklenmeksizin tekrar sürülmelidir. Bu ürünlerin kontakt dermatite (temas dermatitine) neden olduğu unutulmamalıdır. Güneşten koruyucu ürünün doğru kullanımı: II. Kozmesötikler: Halk arasında en sık yapılan yanlışlıklardan biri de güneşten koruyucu ürünü güneşe çıkınca sürmek, bir diğeride gün içinde sadece bir kez kullanmaktır. Bu nedenle doğru kullanım Deri yaşlanmasını önleme ya da geciktirmede, ya da yaşlanmış deriyi daha iyi görünüme getirme amacı ile ‘kozmesötikler’ denilen bazı maddeler kullanılmaktadır. Bu maddeleri daha 25 yakından inceleyecek olursak: 1. Topikal A vitamini: Topikal A vitamini deri kırışıklıklarını hem önlemede hem de tedavi etmede kullanılan bir ajandır. Sıklıkla retinol ve retinil palmitat kullanılmaktadır. Bu ürünlerin gece kullanılması gerekir. 2. Topikal C ve E vitamini 3. Nikotinamid 4. Koenzim Q10 (Ubikinon) 5. Bitki özleri ve esansiyel yağlar: Bu ürünlerin bitkisel kökenli olmaları kullanıcılarda sempati uyandırmalarına karşın, kontak dermatit (temas dermatiti) yapabilecekleri unutulmamalıdır. Ayrıca bazı ürünler etken madde belirtilmeksizin sadece bitkisel diye tanıtılmaktadır. Bu ürünlerde saflaştırma yapılmadı ise, bitki içindeki diğer zaralı maddeler deri üzerinde bir çok istenmeyen yan etkilere Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 neden olabilir. Kozmetik ürünlerde kullanılan bitki özleri ve esansiyel yağlar aşağıdadır: Çay özleri Gingko biloba Üzüm çekirdeği ekstresi Limon yağı Lavanta yağı Soya proteinleri: Ek olarak pigmentasyona etkilidir. Etkinliği daha az belirgin olan ajanlar: Aloe vera, buğday proteini, deniz yosunu özü, nane özü, alg özü, salatalık özü. 6. Fitoöstrojenler: Kuvvetli antioksidan, böylece de fotoyaşlanmayı engelleyicidirler. Ayrıca derideki östrojen reseptörlerine bağlanarak, östrojen eksikliği ile oluşan deri yaşlılığı belirtilerini azaltabilir. Özellikle menapoza girmiş kadınlarda önerilebilirler. 7. Büyüme faktörleri: Son yıllarda büyüme faktörleri en umut bağlanan maddelerin başında yer almaktadır. İnsan fibroblastlarının 3 boyutlu kültürlerinden elde edilen, içinde çok sayıda büyüme faktörü bulunan karışımın kırışıklık azaltıcı ve derinin nem içerici etkinliğini arttırıcı etkinliği gözlenmiştir. Yine de molekül ağırlıkları büyük maddelerin deri yüzeyinden dermise ulaşamadıklarını da unutmamak gereklidir. 8. Peptit ve proteinler: Bitkisel ya da hayvansal kökenli olabildiği gibi sentetik olarak da üretilebilirler. Bu ürünlerin büyük çoğunluğu yüksek molekül ağırlıklı oldukları için deri yüzeyinden dermise ulaşamazlar. Sadece düşük molekül ağırlıklı maddeler dermise ulaşır. Yüksek molekül ağırlıklı peptit ve proteinler, deri yüzeyinde örtücü bir tabaka oluştururlar. Higroskopik (su tutucu) özellikleri ile su tutarak ince kırışıklıklar üzerinde geçici bir hoş görünüm yaratırlar. En sık kullanılanları kollajen, elastin ve fibronektindir. Daha az sıklıkta retikülin, süt proteinleri, yulaf proteinleri, ipek Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 proteinleri, soya proteinleri, buğday proteinleri gibi hidrolizatlar kullanılır. cevaba ve yaşlanma bulgularına göre işlem tekrarlanır. Genellikle bir sonraki uygulama için en az 3 hafta geçmelidir. III. Kimyasal peeling IV. Botulinum toksin uygulanımı Derinin kimyasal ajanlar ile kontrollü hasarı ve yara iyileşmesi sonrasında ki iyilik halidir. En sık meyve asitleri (alfa hidroksi asit) olmak üzere trikloroasetik asit , fenol ya da kombinasyonları kullanılır. Peeling uygulaması ile derinin epidermis ve dermis bölümlerinde yaşlılıkla ortaya çıkan bozuklukların bir kısmı iyileştirilmiş olur. Kimyasal peeling yaşlılık bulgularının özelliğine göre yüzeyel, orta ya da derin olarak uygulanır. Peeling uygulamasında kimyasal ajanlar kullanıldığı için mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır. İşlem sonrası uygulanan peelingin derinliğine bağlı olarak, iyileşme tanmamlana kadar güneşten korunmalıdır. Hasta uyumuna, alınan Clostridium botulinum isimli bir bakteriden elde edilen bir toksindir. Yıllar boyu yüzümüzde mimiklerimiz ile hareket eden kaslar sonucunda çeşitli kırışıklıklar oluşur. Botulinum toksini özellikle üst yüz bölgesindeki dinamik kırışıklıklar için kullanılır. Tedavi için en uygun bölgeler alın , göz çevresi ve kaşların arasıdır. Sulandırılmış ilacın çok küçük bir miktarları kaslara enjekte edilir. Etkisi uygulanır uygulanmaz ortaya çıkmaz; 10 gün içinde tam olarak gözlenir. Enjekte edildiği bölgede lokal, geçici kimyasal denervasyona yol açar. Hastalarca beğenilen bir etkinliğe sahiptir. Ancak etkisi yaklaşık 6 ay içinde kaybolur(. Bu nedenle arzu eden hastalarda 6 ayda bir tekrarlanır. V. Dolgu maddeleri kullanımı Bu uygulamada amaç derin kırışıklıkları doldurarak 3 boyutlu iyilik hali yaratmaktır. Kullanılan maddelerin doldurma özelliklerinin yanı sıra, genellikle yeni kollajen yapısını uyarıcı etkileri de vardır. Genellikle yüzün alt yarısındaki derin kırışıklıklar, dudak büyütme/ düzeltme ve el sırtı için kullanılır. Piyasada birçok ticari ürün vardır. Dolgu maddeleri ya biyolojik (hastanın kendisi veya başka canlıdan) ya da sentetik olabilir. Kullanılan ürüne bağlı olarak iyilik hali çeşitli sürelerde devam eder. Ancak biyolojik materyel kullanımında genellikle 6 ay kadar etki gösterirler. Dolgu maddesinin kimyasal yapısına bağlı olarak allerji, granülom gibi yan etkilerin gelişebileceği unutulmamalıdır. En az yan etki otolog yağ, otolog dermal dolgu materyelleri ve hyaluronik asit uygulamalarında gözlenir. 26 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 DOÇ. DR. BÜLENT ERDOĞAN ANEAH 1. Plastik Cerrahi Klinik Şefi Yaşlı Yüz Cerrahisi Yüzdeki kırışıklıklar, solar hasar, solaryum (uva), yer çekimi, DNA hasarı ve metalloproteinazlar, reaktif oksijen türevleri, diyet ve çevresel faktörler, genetik hastalıklar, ve yaşlanma gibi çok nedene bağlı olarak oluşur. Asıl konumuz olan YAŞLANMA; bir atrofi sürecidir. Stratum corneum tabakası incelir. Dermoepidermal bileşkedeki papillalar silinir. Melanosit ve langerhans hücre popülasyonu azalır. Retiküler dermisin büyük kısmı yok olur. Dermal organizasyon bozulur. Kollajen miktarı azalır (%20). Glikozaminoglikanlar (gag) ve elastik lifler azalır. Tip III kollajen artar, tip I kollajen azalır (normal deride tip I / tip III kollajen oranı 6 / 1). Total dermis kalınlığı her dekad için % 6 oranında azalır. Sebase glandların boyutları artar. Paccini ve Meissner korpüskülleri sayıca azalır. YÜZDE YAŞLANMAYLA MEYDANA GELEN MORFOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER Alın ve glabellada çizgilenme, kaş lateralinde pitoz, orbitanın üst kısmının boşalması, alt göz kapağında laksite, kırışıklıklar, ve torbalanma, nazojugal oluğun derinleşmesi, üst göz kapağı derisinde sarkma, malar pitoz, boynun belirginliğinde kaybolma ve boyunda yağ artışı, platismal bantlar, yaygın deri laksitesi, nazolabial foldun derinleşmesi, perioral kırışıklıklar, oral komissürün aşağı dönmesi, labiomental sulkusun derinleşmesi, Jowls (gıdı) oluşumu. FACE LIFT (Yüz Germe) TARİHÇE HOLLANDER (1901) LEXER (1906-1921): Subkutan face lift BETTMAN (1919): Face lift insizyonu SKOOG (1968):SMAS diseksiyonu , Deri-platisma flebi MİTZ VE PEYRONİ (1976): SMAS’ın tanımlanması OWSLEY (1977): SMAS’ın ilk cerrahi kullanımı HAMRA (1990): Derin plan face lift RAMİREZ (1991): Genişletilmiş (extended) subperiosteal face lift HAMRA (1992): Composite face lift BAHMAN (1994): Multiplane face lift FACE LIFT AMELİYATLARI Subkütan Face Lift Geleneksel SMAS Diseksiyonu Genişletilmiş SMAS Diseksiyonu Lateral Smasektomi Subkütan Face Lift SMAS Plikasyonu Genişletilmiş (extended) smas diseksiyonuna göre daha iyi malar augmentasyon sağlar. Jowl (gıdı ) üzerinde geleneksel smas diseksiyonuna göre daha başarılı sonuç verir. Undermining yapılmadığı için SMAS fleplerine kıyasla devaskülarizasyon ve atrofi riski azdır. Dezavantajı, derin geçilecek süturlerle facial sinirin bukkal dalının zarar görebilmesidir. Derin Plan Face Lift (HAMRA 1990) Deri, SMAS ve malar pat pad enblok muskulokutanöz flep şeklinde diseke edilir ve asılır. Dezavantajları, fasial sinir hasar riskinin yüksek olması, aşırı ödem, uzamış iyileşme sürecidir. Kompozit Face Lift HAMRA Derin plan face lift flebine alt göz kapağındaki orbicularis oculi kasını da dahil etmiş ve bu modifiye ettiği tekniğe composite face lift demiştir. Subkütan Face Lift Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 28 Subperiosteal Face Lift (TESSİER , PSİLLAKİS, VASCONEZ VE RAMİREZ) Bikoronal ya da alına uzatılmış temporal insizyonla alında subgaleal diseksiyon yapılır. Orbital rimin 2.5 cm superiorunda subperiosteal plana geçilir, derin temporal fasyanın yüzeyel yaprağı insize edilerek aşağı ve öne doğru zigomatik ark diseke edilir. Caldwel-Luc benzeri insizyonla ağız içinden girilerek maksilla, zigomatik ark ve infraorbital foramenin lateralindeki zigoma üzerinden periost eleve edilir ve ağız içi diseksiyon planıyla bağlantı sağlanır. Multivektöryel Subperiosteal Midface Lift (MVSML) Transkonjonktival yaklaşımla infraorbital bölgede infraorbital sinir seviyesine kadar subperiosteal diseksiyon ve ağız içi insizyonla zigomatik butressler, zigomatik ark inferioru ve piriform apertura’ya subperiosteal diseksiyon yapılır. Lateral kantusa 1 cm insizyon yapılarak kantolizis ve kantotomi yapılır. Orta yüz yapıları suborbital yönde ilerletilerek periosta asılır. MACS Lift (Minimal Access Cranial Suspension Lifting) (TONNARD) Derin Plan Face Lift (HAMRA 1990) Transblefaorplasti - Subperiosteal Mid Face Lift (TSML) Subcilier insizyonla kas deri flebi eleve edilir. Alt göz kapağından deri ve kas eksizyonu yapılır. Subperiosteal diseksiyonla, periost infraorbital bölgede inferior, medial ve lateral yönlerde kesilir.Hareketlenen periost parçası ve üzerindeki yumuşak dokular, lateral orbital rim periostuna vertikal olarak asılır. Transeyelid-Midface Lift Temporal bölgede saçlı deri içinden açılan insizyonla girilerek subperiosteal diseksiyon yapılır. Alt göz kapağının medial yarısı korunarak lateral kantusun 5-10 mm lateralinden deri eksizyonu yapılır. Malar fat pad ve orbicularis oculi kası derin temporal fasyaya asılır. Genişletilmiş Santralateral Endoskopik Face Lift Lateral subperiosteal diseksiyonla orta yüze geçilerek soof ve malar fat pad süspansiyonu yapılır. Süperfisyel Yanak Lifti Subcilier insizyon ve suborbikuler diseksiyonla malar fat pad orbicularis oculi kası ile birlikte ıntermediate temporal fasyaya asılır. Sütür Suspansiyon Teknikleri FACE LİFT KOMPLİKASYONLARI Hematom – en sık Sinir yaralanması (En sık duyu: great auriküler sinir, En sık motor: facial sinirin frontal dalı) Frontal dal paralizisi Deride zedelenme, nekroz, skar Saç çizgisi değişiklikleri (alopesi) Peri kulağı (pixie ear) deformitesi ALIN GERME VE KAŞ KALDIRMA ENDİKASYONLARI Pitotik kaş Kaş derisinin orbitaya doğru sarkması ve göz kapağı derisinin fazlalığı şeklinde görülmesi Transvers alın derisi çizgileri Vertikal\oblik\transvers glabellar deri çizgileri Multivektöryel Subperiosteal Midface Lift Boyun, orta ve alt 1\3 yüze lift, submental liposuction yapılır. Preaurikular ve temporal saç çizgisi insizyonuyla limitli subkutan diseksiyonu izleyerek, güçlü pursestring süturlar ile SMAS derin temporal fasyaya asılır. 29 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 ŞÜKRAN TUNALI Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı Dermatokozmetolojik Açıdan Kamuflaj Bazı deri hastalıkları, yüz, el, sırt gibi görünür bölgelerde yerleşerek dikkat çekebilir. Bunun dışında yara-yanık izleri, lekeler (beyaz ve kahverengi) kişileri tedirgin etmekte ve önemli psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu tür şikayetleri olanlar “kendimi Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 beğenmiyorum ve bu görüntüden kurtulmak istiyorum” dilekleriyle bizlere müracaat ederler. Bu görüntü bozukluklarını gizlemek amacıyla yapılan kozmetik işlemler “kamuflaj” (gizlemek) olarak adlandırılır. Kamuflaj ürünleri 30 özelliklerine göre üç gruba ayrılır: 1. Korrektörler (renk örtücüler): Çok güçlü renk örtücü özellikleri vardır a) Yeşil renkli korrektörler kırmızı, kahverengi ve turuncu renkli lekeleri örtmek için kullanılır. b) Sarı renkli korrektörler ise mor, mavi ve gri renkli lekeleri örtmek için kullanılır. c) Bej renkli korrektörler ise yüzün doğal rengindedir ve yeşil veya sarı renkli korrektörlerle lekeler örtüldükten sonra lekelerin ve sağlam derinin üzerine sürülerek deride düzgün bir görüntü oluştururlar. 2. Fondötenler: Düşük oranda renkli maddeler içerirler. Tek başlarına örtücü özellikleri az olması nedeniyle öncelikle korrektörlerden sonra sürülmesi önerilir. Ancak fondötenlerin seçiminde 3. Pudralar: Korrektörler ve fondöten uygulandıktan sonra ince partiküllü toz pudralar yapılan makyajı sabitleştirmek amacıyla kullanılır. İyi bir kamuflaj elde etmek için ürün seçiminde dikkat edilmesi gerek özellikler: kolay uygulanmalı, en az sekiz saat süresince bozulmamalı, pürüzsüz olmalı, allerji yapmamalı, ter ve su ile akmamalıdır. Kamuflaj günlük makyajdan farklı bir uygulamadır ve bu işi bilen kişiler tarafından yapılması uygundur. Kamuflaj ürünleri değişik renk tonlarında palet şeklinde piyasada bulunmaktadır. İyi bir kamuflaj yapabilmek için en azından yeşil, sarı, bej korrektörler ile fondötenin altı farklı tonunun bulundurulması uygundur. En son tabaka olarak kullanılması gereken fondöten ve pudranın derinin kendi renginden bir ton koyu olması gerekmektedir. Kamuflaj uygulanabilecek deri hastalıkları: Kahverengi lekeler, dövmeler ve bener beyaz renkli korrektörler Damar benleri, kılcal damarlar, lazer sonrası gelişen kırmızı renk, rozasea gibi kırmızı rengin ön planda olduğu durumlar yeşil renkli korrektörler Beyaz lekelerle seyreden hastalıklar ve özellikle vitiligo kahverengi korrektörler Göz altı morlukları, mor-mavi renkte olmaları nedeniyle sarı korrektörler Aknede kırmızı renkli sivilceler ise yeşil korrektörlerle kapatılır. Derideki renk ve şekil bozuklukları korrektörler ile tek tek örtüldükten sonra kamuflajda ikinci aşamaya geçilir. Bu aşamada deri rengi ve yakın bej renkli korrektörler tüm açık alana sürülür. Üçüncü aşamada deri yapısına ve rengine uygun fondöten sürülür. Dördüncü aşamada ise deri rengine uygun pudra sürülerek işlem sonladırılır. Uygulanan kamuflajın yeterli olmadığı durumlarda aynı işlemler bir kez daha tekrarlanır. Ancak hiçbir zaman tam bir kamuflaj sağlanmayabilir. Abartılı kamuflaj, derideki değişikliklerden çok daha dikkat çekici olabilir. Kaş, kirpik ve saç dökülmelerinde uygulanan kamuflaj yöntemlerine gelince; hastanın saç rengine uygun kaş kalemi ile 31 çizgiler çizilebilir. Bu tür kamuflajın her gün yenilenmesi gerektiği için hasta tarafından pek tercih edilen bir yöntem olmamakla birlikte komplikasyonu olmayan, kişi tarafından uygulanabilir, ucuz bir yöntemdir. Son zamanlarda birçok kişi dövme şeklinde uygulanan kalıcı makyajı tercih etmektedir. Bu yöntem uygulandığında özellikle kişinin kaş yapısı ve şekli dikkate alınmalıdır. Örneğin, burun köküne yakın bir kaş şekli yapıldığında, çatık kaşlı yüz ifadesi; burun kökünden çok uzak alanda başlayan bir kaş şekli ise şaşkın bir yüz ifadesi görünümü vermektedir. Özelikle kirpik ve kaşlara yapılan kalıcı dövmenin çok dikkatli yapılmasıgerekmektedir. Ancak bu işlemin birçok yan etkisi vardır. Bunlar; enfeksiyonlar, kapanmayan ülserler, çirkin yara izleri şeklinde sıralanabilirler. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 PROF. DR. YALÇIN TÜZÜN, UZ. DR. ZEKAYİ KUTLUBAY, UZ. DR. BURHAN ENGİN İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Kıllanma ve Tedavisi Kadınlarda, erkeklere has vücut bölgelerinde terminal kılların varlığı hirsutizm diye adlandırılmaktadır. Kadınlardaki önemli sorunlardan birisidir ve tedavisi, hirsutizme yol açan nedene bağlıdır. Tedavi edilmeyen hirsutizm kadınlarda güven kaybına ve psikolojik morbiditeye yol açmaktadır. Hirsutizm için en önemli tetikleyici etmen hiperandrogenemidir. Doğurganlık çağındaki siyah ya da beyaz kadınların %510’unda hirsutizm olduğu bildirilmektedir. Hirsutizmde kıl fazlalığı androgen bağımlı vücut bölgelerinde olmakta iken hipertrikoz, androgen bağımlı olmayan bölgelerde, örneğin ekstremitelerde artmış terminal kılın bulunması durumudur ve endokrin orijinli değildir. Hipertrikoz konjenital ya da edinsel olabilir yani hastanın etnik kökeni, ailesel ve genetik özellikleri hipertrikozu açıklayabilir. Virilizm hirsutizmin daha ileri şekli olup; hirsutizmin Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 32 yanında ses kalınlaşması, erkek tipinde kas yapısı, temporal saç dökülmesi ve meme atrofisi gibi bulgularla beraber görülür. Hirsutizmin değerlendirilmesinde genetik ve ailesel özellikler önemli olabileceğinden, öncelikle hastanın Ferriman-Gallwey sınıflamasına göre skorunun en az 8 olduğundan emin olmak gerekir. Bu sınıflamada androgenlere duyarlı 9 vücut bölgesindeki kıllanma miktarı 0 ile 4 arasında derecelendirilmektedir. Bu skorun 8’in altında olması normal, 8-15 arası hafif, 15’in üzerinde olması ise ciddi hirsutizm olarak değerlendirilir. Bu sınıflamada değerlendirilen vücut bölgeleri yüz (dudak üzeri, çene altı), göğüs ön yüzü, meme areolası, göbek çizgisi, sırt, sakral bölge, kalça, uyluk iç yüzleri ve genital bölgedir. Hirsutizmin en sık nedeni polikistik over sendromu ve idyopatik hirsutizmdir. Polikistik over sendromunun (PKOS) hirsutizmle yakın ilişkisi nedeniyle hastada anovülasyon ya da menstrüel düzensizlik, infertilite, santral obezite, bozuk karbonhidrat ve lipid metabolizması, akantozis nigrikans ve ailede tip II diabet varlığı araştırılmalıdır. İdyopatik hirsutizm tanımlaması ovulatuvar disfonksiyon, hiperandrogenemi ve diğer tanımlanmış androgen artışı bozuklukları dışlandığında kullanılmaktadır. Hirsutizm tablosunun ortaya çıkmasından sorumlu ana neden; artmış androgen salınımı ve seks hormon bağlayıcı globulin (SHBG) konsantrasyonlarının azalması sonucu serbest androgen seviyelerinin artmasıdır. En önemli üç androgen; androstenedion, testosteron ve dihidrotestosteron (DHT) dur. Dolaşımdaki testosteronun neredeyse tamamı SHBG ve albumine bağlı olarak bulunur, serbest testosteron biyolojik olarak en aktif formdur. SHBG obezite, hiperinsulinemi, akromegali, hipotiroidi ve androgen, progesteron, glukokortikoid ve büyüme hormonu kullanımı gibi pek çok durumda azalabilir. Böyle durumlarda total testosteron seviyeleri normal bile olsa serbest testosteron seviyeleri artmış izlenecektir. En potent olan androgen ise dihidrotestosterondur, ancak androstenedion da deride doğrudan dihidrotestosterona dönüşebilir. Testosteron periferik dokularda 5αredüktaz enzimi aracılığı ile dihidrotestosterona dönüşür. Hirsutizmi değerlendirmek için istenmesi gereken ilk test serbest ve total testosteron ve dehidroepiandrosteron sülfat (DHEAS)’dır. Bu testler hirsutizmin kökeni ile ilgili fikir verebilecektir. Testosteron artışı genellikle over, DHEAS artışı adrenal kaynaklıdır. Hirsutizm nedeniyle başvuran kadınların çoğu, alışılmışın dışındaki kıllanma artışı sosyal açıdan rahatsız edici bir durum olduğu için, kozmetik kaygılarla tedavi istemektedirler. Cushing sendromu, hiperprolaktinemi, akromegali, tiroid disfonksiyonu ve insulin direnci sendromları da androgen artışına yol açarak hirsutizm nedeni olabilirler. Cushing sendromu adrenal hiperplaziye bağlı olup kılların çoğu vellüs özelliğindedir. Öyküde hastanın androgenik özelliği olan ilaçlar, anabolik ve androgenik steroid, danazol kullanımı sorgulanmalıdır. Kadınlarda, erkeklerin kendilerine has vücut bölgelerinde terminal kılların olması hirsutizm diye adlandırılmaktadır. Kadınlar için çok önemli sorunlardan birisi olan hirsutizmin tedavisi, bu soruna yol açan nedenlere bağlıdır. Tedavi edilmeyen hirsutizm kadınlarda güven kaybına ve psikolojik morbiditeye yol açmaktadır. Hirsutizm için en önemli tetikleyici etmen hiperandrogenemidir. Hirsutizm tanısında laboratuvar testlerinin amacı altta yatan bozukluğun açığa çıkarılmasıdır, bu nedenle istenecek tetkiklerin seçimi hastanın kliniğine göre bireyselleştirilmelidir. Hastaların %95’e yakınında PKOS veya idyopatik hirsutizm mevcuttur. Öykü ve fizik muayene ile altta yatan birçok bozukluk dışlanabilir, hormonal testlerin tamamı yalnız hirsutizm belirtileri ani ortaya çıkmış ve hızlı ilerleyen ya da virilizasyon belirtileri gösteren hastalarda istenmelidir. Hastanın seçimine ya da, hirsutizmin yaygınlığına bağlı olarak farmakoterapi ya da kıl yok etme yöntemleri önerilmektedir. FARMAKOLOJİK TEDAVİ Genellikle medikal tedavi yeni kıl gelişimini engeller ancak mevcut kıllar için fazla etkili değildir. Oral kontraseptifler, en sık önerilen preparatlardır. Özellikle son yıllarda daha yeni progestinler içeren östrogenprogesteron kombine preparatlarının iyi sonuçlar verdiği bildirilmiştir. Oral kontraseptifler daha çok normal vücut kitle indeksine sahip, sigara içmeyen kadınlarda rahatlıkla önerilmekle beraber, şişman kadınlarda tromboz riskinden dolayı antiandrogenler kullanılabilmektedir. Oral kontraseptifler LH ve FSH sekresyonunu baskılayarak 33 ovaryen androgen sekresyonunu azaltırlar. Bu etkisinden yararlanarak hiperandrogenemik hastalarda hirsutizm tedavisinde kullanılırlar. Bunlardan en sık kullanılan siproteron asetat adetin 515.günlerinde günlük 50-100 mg, günlük 20-35 mg etinil östradiol ile kombine verilmekte, adetin 15-25. günlerinde etinil östradiole yalnız devam edilmektedir. Spironolakton hem aldosteron antagonisti ve hem de androgen reseptör antagonistidir. Androgen reseptörlerini doza bağımlı ve kompetitif inhibe eder. 5α-redüktaz enzim aktivitesini de inhibe eder. Günlük 100-200 mg iki bölünmüş dozda önerilmektedir. Siproteron Asetat progestajenik etkileri olan bir 17-hidroksiprogesteron asetat derivesidir. Etki gücü megesterol asetata benzer. Antiandrogenik etkisini androgen reseptörlerine bağlanmada testosteron ve DHT ile yarışarak gösterir. Finasterid primer olarak tip 2 5αredüktaz enzimini inhibe ettiğinden bu ilaçla tedavi edilen idyopatik hirsutizmli hastalarda tedavi sonrası DHT konsantrasyonunda azalma ve testosteron konsantrasyonunda artma görülmektedir. Günlük 2.5-5 mg dozda kullanılabilmektedir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Flutamid androgen resptörüne DHT’un bağlanmasını inhibe eder. Hirsutizm tedavisinde spironolaktona göre daha etkili olduğu bulunmuştur. Bikatulamid yeni, güçlü ve saf bir nonsteroid antiandrogen ilaçtır. Topikal antiandrogenler önerilmemektedir. Gonadotropin salgılatıcı hormon agonistleri ciddi hirsutizmi olan ve oral kontraseptiflere ve/veya antiandrogenlere yeterli yanıtı olmayan hastalarda önerilmektedir. Tüm farmakolojik tedaviler için en az altı ay kullanım sonunda hastanın değerlendirilmesi, gerekirse doz ve ilacın bu süre sonunda değiştirilmesi önerilmektedir. DİREKT YÖNTEMLER Geçici Olan Yöntemler: Depilasyon da denilen bu yöntemler tıraş etme, ağda, koparma ya da cımbız gibi kılı geçici olarak tahrip eden yöntemlerdir. Bunların sürekli uygulanımı, folikülit, hiperpigmentasyon ve sikatris gelişimi gibi komplikasyonlara yol açabilmektedir. Kimyasal depilatuar kremler kıl yapısındaki keratinin disulfit bağlarını kopararak etki eder ve en sık kullanılanlar tioglikolat içeren kremlerdir. Kıl şaftını eritirler ancak kıl köküne etkisizdirler. Sarartma, hidrojen peroksit ve sülfatlarla kılların görünürlüğünü azaltan bir yöntem olup, irritasyon, kaşıntı ve deride diskolorasyon yapabilmektedir. Elektroliz (elektroepilasyon); elektrik akımı ile kıl kökünün tahrip edilmesidir. Galvanik elektroliz ve termoliz olarak iki türü vardır. Galvanik akımda iğneden direkt olarak elektrik akımı geçmekte ve dokulardaki serumla etkileşime girerek sodyum hidroksit oluşumuyla kıl kökünü ve dermal papillayı tahrip etmektedir. Termolizde ise alterne akım iğneden kıl folikülüne geçmekte ve sonuçta oluşan ısı kıl kökünü yok etmektedir. Her tip deriye uygulanabilir, eritem, postinflamatuar pigmentasyon ve sikatris gelişimi olası yan etkileridir. Fotoepilasyon; Lazerler ya da lazer olmayan ışık kaynağı kullanan IPL bu yöntemler arasındadır. Bu amaçla en sık kullanılan lazerler alexandrite, neodymium: yttrium- aluminum-garnet (Nd:YAG), diod ve ruby lazerlerdir. Bu tedavide temel prensip, koyu renkli kılların foliküllerinde direkt hasar oluşturmaktır. Lazerler en çok deri rengi açık, kalın ve koyu renkli kıllarda etkilidir. Sarı renkli ince tüylerin bulunduğu ya da koyu renkli deri üzerinde Kalıcı Yöntemler: Lazer, IPL (Intense Pulsed Light) ve elektroliz (iğneli epilasyon) bu amaçla kullanılan yöntemlerdir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 34 bulunan ve genellikle yüz ve kol bölgesindeki uygulamalar diğerlerinden daha uzun sürmektedir. Hirsutizmde lazer tedavisinin uzun süreli etkileri ile ilgili raporlar azdır. İki yıllık bir araştırmada tek bir tedavi seansı ile hastaların %31’inde kalıcı kıl kaybı, %46’sında ise parsiyel kıl kaybı gözlenmiştir. IPL ile radyofrekans kombinasyonlarının özellikle beyaz ya da açık renk kıllarda daha başarılı ve güvenli sonuçlar verdiği bildirilmektedir. Lazer IPL’den, IPL de genellikle elektrolizden daha pahalı bir yöntemdir ancak çalışmalarda lazer yönteminin hem fotoepilasyon hem de elektrolizden daha az ağrılı ve hızlı olduğu ve genellikle daha az seansta sonuç verdiği gösterilmiştir. Topikal Tedaviler; Kıl gelişimi için gerekli olan poliamin sentezinin hız kısıtlayıcı enzimi ornitin dekarboksilazdır. Bu enzimin geri dönüşümsüz inhibitörü olan eflornithine, topikal bir krem şeklinde uygulanabilmektedir. Genellikle yüz bölgesinde daha etkili olup, kılların gelişim hızını yavaşlatmaktadır. En iyi sonuç, uygulamadan 6-8 hafta sonra görülmektedir ve tedavi kesildiğinde etkinlik de sona ermektedir. PALALILAR inşaat&otomotiv Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta General Zeki Doğan Mahallesi’nde OTURMAYA HAZIR VEYA İNŞA ATTAN 2+1 3+1 4+1 5+1 LÜX DAİRELER Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan yatırıma uygun yaşam alanları... Konutlarımız belirli sayıdadır. Arayın fiyat avantajlarını konuşalım... w w w. t a s p a i n s a at.c o m www.p a l a l i l a r. c o m Satış O f i s i : Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B Tel: (0312) Mamak - ANKARA 365 52 90 www.avecreklam.com S AT I L I K PROF. DR. SERVER SERDAROĞLU, UZ. DR. ZEKAYİ KUTLUBAY İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Androgenetik Alopesi ve Tedavisi Androgenetik alopesi (AGA), hiç kuşkusuz en sık görülen saç dökülmesi şeklidir. Bu durum yaşla beraber çok sık görülen fizyolojik bir olay gibi algılanmasına rağmen yaşam kalitesini bozmakta ve insanları medikal bir çözüm arayışına itmektedir. Saç kaybı erken adolesan dönemden ileri yaşlara kadar herhangi bir dönemde görülebilir. Androgenetik alopesi genetik eğilimi olan her iki cinste, dolaşımdaki androjenlere yanıt olarak, belirli paternlerde ortaya çıkan saç kaybıdır. Bu durum erkek tipi saç dökülmesi, erkek tipi kellik, sıradan kellik ve androjene bağlı alopesi olarak da adlandırılır. AGA’nın sıklığı etnik ve ailesel faktörlere bağlıdır. 30’lu yaşlardaki erkeklerin yaklaşık %30’unda AGA mevcutken, bu oran 50’li yaşlarda %50’ye çıkmaktadır. Daha ileri yaşlarda ise %70’ini etkilemektedir. Otuz yaşın altı kadınlarda %5 oranında ve 70 yaşın üzerinde %30 oranında saptanmıştır. Etyolojide rol alan üç major faktör; genetik yatkınlık, yaş ve androjen düzeyleridir. Ancak halen patogenezi tam olarak açıklanamamıştır. Günümüzde en çok kabul edilen teori androgenetik teoridir. İnsan kıl foliküllerindeki değişiklikleri düzenleyen temel hormonlar androjenlerdir. Testesteron, 5-alfa redüktaz enzimi ile dihidrotestesterona (DHT) dönüşür. DHT hedef hücredeki reseptörüne bağlanır ve hormonun çoğu etkisinden temel olarak sorumlu olan RNA polimerazı aktifler. Androgenetik teoriye göre genetik olarak yatkın olan bireylerde saçlı deride daha fazla androjen reseptörü bulunmakta ve 5-alfa redüktaz tip 2 enzimi ile çok miktarda testesteron dihidrotestesteron hormonuna Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 dönüşmektedir. DHT dermal papillada kıl folikül minyatürizasyonuna ve temporal bölge, verteks ve şakak bölgelerindeki terminal kılların vellüs kıllarına dönüşümüne neden olur. Androjenlerin rolü çok iyi anlaşılmıştır ancak bu teori, neden bu hormonların sadece saçlı derinin bazı bölgelerinde saç kaybına neden olduğunu açıklamakta yetersizdir. AGA oluşumunda stres, anksiyete, iskemi ve çevresel faktörlerin de rol oynadığı bildirilmiştir. Örneğin, sigara içmenin AGA ile belirgin ilişkisi saptanmıştır. Genetik faktörlerin saç dökülmesinde etkili olduğu belirtilmiştir. Farklı çalışmalarda tek gen ve poligenik etki üzerinde durulmuştur. Kadın tip AGA’da birinci derece erkek akrabalardaki androjen tip dökülme bir risk faktörü olarak belirtilmiştir. Yüksek androjen seviyeleri hirsutizm veya menstrual bozukluğa eşlik eden alopesili hastaların %79’unda ve buna karşılık yalnızca alopesi şikayeti olan hastaların %16’sında saptanmıştır. Kadın tipi AGA’sı olan hastaların birçoğunda dolanan androjen seviyeleri normaldir fakat saçlı derinin androjenlere karşı duyarlılığında artış mevcuttur. Histopatolojik incelemede; total saç folikül sayısı değişmezken, saç folikül boyutlarında çeşitlilik ve vellus kıllarında artış ile progresif bir minyatürizasyon vardır. Telojen kılların sayılarının artması, subkutan yağ dokusunda terminal kıl folikül sayısının azalması, şaft çapında değişiklikler olması ve fibröz doku miktarının artışı diğer bulgulardır. Klinik olarak tanıyı doğrulamak ve ayırıcı 36 tanı yapmak için bazı testler yapılmalıdır. Kıl kökünün ve gövdesinin mikroskop altında incelenmesi için 25-30 adet saç teli deri yüzeyinden kesilmelidir. Saç çekme testi için 60 adet saç teli kuvvetlice çekilmeli ve kökleri incelenmelidir. AGA, erkeklerde erkek tipi saç dökülmesi, kadınlarda ise kadın tipi saç kaybı olarak da bilinir. Erkeklerde tipik olarak bitemporal çekilme olarak başlayıp, frontal ve verteks bölgesinde incelme olarak devam eder; frontal saç çizgisinde çekilme sıktır. Alopesi ilerler ve sonrasında vertekste kel bir alan olarak kalan saçlar kulaklar hizasında ensede taç şeklini oluşturur. Ayrıca bu bölgedeki saçlar daha ince ve güçsüzleşir ve daha yavaş büyümeye başlarlar. Kadınlarda frontal ve pariyetal bölgedeki saçlarda ilerleyici incelme şeklinde belirir; erkekteki dökülmenin aksine frontal saç çizgisi normaldir. Her iki cinste de oksipital saç çizgisi korunmuştur. Erkeklerdeki dökülmenin aksine, premenopozal kadınlarda etkilenen bölgelerde tam kellik nadiren gelişir. Ancak post menopozal kadınlarda erkeklerdeki benzeri dökülmeye daha sık rastlanır. Erkeklerde AGA’ nın ilerlemesi HamiltonNorwood sınıflaması ile yedi derece şeklinde sınıflandırılabilir. Kadın tipi AGA’da klinik değerlendirmede Ludwig I paterni saptanan hastalarda hafif derecede, Ludwig II paterni saptanan hastalarda orta derecede ve Ludwig III paterni saptanan hastalarda ciddi oranda saç kaybı mevcuttur. AGA tedavisi, etyolojide rol alan üç ana faktör değiştirilemediğinden çok zordur. Klinikte olduğu gibi tedavide de kadın ve erkek arasında bazı farklar bulunmaktadır. AGA’da tedavinin amacı foliküldeki androjen aktivitesini azaltmaktır. Bunu 5alfa redüktaz inhibitörleri ile testosteronun dihidrotestosterona dönüşümünü bloke ederek, androjen reseptör proteinlerini bloke ederek veya androjenden östrojene dönüşümü arttırarak yaparlar. Amaç minyatürizasyonu geri çevirmek ve/veya stabilize etmektir. TOPİKAL TEDAVİ Minoksidil: Hipertansiyon tedavisinde düz kas vazodilatatörü olarak etki eden potasyum kanal agonistidir. Fakat kıl büyümesinde de etkili olduğu görülmüştür. Minoksidil çok miktardaki androjenik hormonun etkisiyle küçülmeye başlamış olan kıl foliküllerinin büyümesini ve kalınlaşmasını uyarır. Anagen fazın uzamasına öncülük eden foliküler keratinositlerin proliferasyonu ve farklılaşmasında minoksidilin direkt etkisi vardır. AGA’ sı olanlarda uzun bir süre günde iki defa topikal olarak uygulanması gerekmektedir. %2’lik veya %5’lik minoksidil solüsyonu topikal tedavi olarak çok sık kullanılmaktadır. Yaşları 18-45 arasında değişen androgenetik alopesili 256 kadında yapılan çalışmada günde iki defa topikal minoksidil ile hastaların %63’ünde hafif orta derecede kıl büyümesi gözlenmiştir. Minoksidilin sistemik yan etkileri bulunmamaktadır. Tretinoin: Birçok farmakolojik ve fizyolojik etkisi olan biyolojik yanıt düzenleyicisi tretinoin epitelyal hücre büyümesi ve farklılaşmasını düzenleyen güçlü bir hücre mitojenidir. Saçların büyümesini stimüle edici etkisi olduğu ve minoksidil ile birlikte sinerjik etki gösterdiği bildirilmiştir. Fluridil: Yeni topikal antiandrojen bir ilaçtır. Androjen reseptörlerini baskılayarak etkisini göstermektedir. İrritasyon yapmamaktadır. SİSTEMİK TEDAVİ Finasterid: 5 alfa redüktaz 2 enzim inhibitörüdür. Bu enzimin inhibisyonu ile DHT sentezini azaltır ve kıl folikülündeki DHT’un yıkıcı etkisini azaltır. Uzun bir süre (en az 1 yıl) günde 1 mg dozunda kullanılmalıdır. Yan etki olarak erektil disfonksiyon, libido azalması, ejekulat hacminde azalma ve jinekomasti yapabilir. Ancak tüm bu yan etkiler geçicidir. Aynı zamanda finasteridin etkisi de geçicidir. Oral emilimi iyi, biyoyararlanımı %65’tir. Karaciğerde sitokrom p-450 enzimi ile metabolize edilir. 1997’de FDA tarafından AGA tedavisinde 1 mg/gün olarak kullanımı onaylanmıştır. Hafif-orta AGA’lı yaşları 18-41 arasında 933 erkekte, çift-kör, randomize, plasebo kontrollü çalışmada, 1mg/gün finasterid veya plasebo tabletler 1 yıl süreyle verilmiş. 1 yıl sonunda %51’inde saç kaybında stabilizasyon, %48’inde saçta büyüme bildirilmiştir. Siproteron asetat: Kimyasal yapısı steroid olan siproteron asetat, güçlü bir progestin oldugu gibi güçlü bir androjen reseptör antagonistidir. Kadınlarda hirsutismus ve aknede etkilidir. Saç 37 dökülmesini azaltır ancak gözle görülür artma genellikle olmaz. Kullanımı FDA tarafından onaylanmamıstır. Siklusun 514 günleri arasında 50-100 mg/gün önerilen dozdur. Spironolakton: Potasyum tutucu diüretik ve antihipertansif ajan olarak kullanılan bir aldosteron antagonistidir. Spironolakton ovaryen androjen üretimini inhibe eder. Sitokrom p-450’yi kullanarak adrenal glandda androjen biyosentezini zayıf bir şekilde inhibe eder. En çok hirsutismusta etkilidir. Androgenetik alopeside daha az etkili olduğu yapılan çalışmalarda bildirilmiştir. Dutasterid: Benign prostat hipertrofisinde kullanılan tip 1 ve tip 2 5-α redüktaz inhibitörüdür. Aknede ve AGA’de deneysel aşamadadır. Serum dihidrotestosteron oranlarında %94-98 oranında azalma olduğu bildirilmiştir. Flutamid: Alopesi ve hiperandrojenizmi olan kadınlarda etkili olduğu gösterilen bir nonsteroidal antiandrojendir. CERRAHİ TEDAVİ Günümüzde AGA’nin cerrahi tedavisinde “folliküler ünite nakli” en çok tercih edilen yöntemdir. Genel olarak bu işlem saç ekimi olarak adlandırılmaktadır. Bu yöntem basit anlamda oksipital bölgede bulunan androjenlere dirençli olan follikül gruplarının bir miktarının çeşitli tekniklerle buradan alınarak saç dökülmesinin olduğu alanlara nakledilmesidir. Saç ekiminde iki ana cerrahi teknik kullanılmaktadır: FUT (Follicular Unit Transfer), oksipital alanda cerrahi yöntemle uygun ölçülerde bir saçlı deri flebinin çıkarılmasıyla başlar. FUE (Follicular Unit Extraction), foliküler üniteler tek tek özel mikropunchlar ile çıkarılır. Bunun dışında yapılan diğer işlemler tamamen aynıdır. Her iki yöntemle elde edilen foliküler üniteler saçların nakledileceği alıcı alanda açılan küçük saç kanallarına yerleştirilir. I Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 DOÇ. DR. FERİT SARAÇOĞLU ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Kadınlarda Yaşlanma Süreci Menapozla Birlikte mi Başlar? Gelişmiş toplumlarda insan yaşamındaki uzamaya bağlı olarak menapoz yaşındaki kadın sayısı gittikçe artmaktadır. Menapozda geçirilen süreç ise toplam yaşamın yaklaşık 1/3 üne ulaşmaktadır. Menapoz birlikte getirdiği medikal , psikolojik ve kültürel değişimlerle kadın hayatının çok önemli bir evresini oluşturmaktadır. Kadının yaşam kalitesi değişmekte, bu evrede önemli sağlık sorunlarının gelişmesini önlemek yada gelişmişse tedavi etmek daha da önem kazanmaktadır. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Bir kadının adetlerinin kesilmesine menapoz denilmektedir. Genellikle aşamalı bir süreç olup yumurtalıklardaki hormon yapımının azalmasıyla başlayan premenapozu takiben (menapoz öncesi dönem) menapoza geçilmektedir. Ülkemizde menapozun başlama yaşı ortalama 48 dir. Ancak kişisel, ailesel yada bölgesel özelliklere göre menapoz yaşında farklılıklar görülebilmektedir. Çeşitli nedenlerle ameliyatlarla yumurtalıkların alınması da menapoza neden olmaktadır. 38 Menapoz sırasında bazı kadınların hiçbir sorunu olmazken bazılarının değişik derecelerde fiziksel yada psikolojik şikayetleri olabilmektedir. Şikayetler genellikle 1-5 yıl içerisinde hafiflemekte yada kaybolmaktadır. Menapoz öncesi dönemde genellikle adetler düzensizleşmekte , miktarı azalmakta , hafif sıcak basmaları , çarpıntı ve terlemeler olabilmektedir . Menapoza geçişle birlikte adetler tümüyle kesilmekte, sıcak basmaları ve terlemeler artmakta, genital organlardaki kuruluk nedeniyle cinsel ilişkiler zorlaşmakta, cinsel istekler azalmaktadır. Ciltte kuruluk ve incelme , kırışıklıklar başlamakta, saçlardaki dökülme artmaktadır. Çoğunlukla idrara çıkma sıklığı artmakta , idrar kaçırma problemleri başlayabilmektedir. Sıklıkla yorgunluk, halsizlik, diz ve eklem ağrıları sorunları ortaya çıkmaktadır. Menapoz bir kısım psikolojik değişiklere de neden olmakta, huzursuzluk, alınganlık, çabuk ağlama , uykusuzluk, dikkatte azalma ve unutkanlık görülebilmektedir. Menapozun fark edilebilen değişiklikleri yanında bir kısım erken dönemde fark edilemeyen değişiklikleri de söz konusudur. Örneğin kan yağları yükselmekte, kalp damar sisteminde ileride kendisini kalp hastalıkları , yüksek tansiyon vb sorunlarla gösterebilecek değişimler başlamakta, kilo alımı artmakta, kemiklerde kireç kaybı hızlanmakta ve kemik erimesine (osteoporoz) kadar gidebilen değişimler olmakta, şartların uygun olduğu hastalarda yaşlılığa bağlı şeker gelişimi , hafıza bozuklukları ve demans olasılığı artmaktadır. Vücut savunma sistemleri zayıflamakta , enfeksiyonlar daha kolay gelişmekte, kanser gelişme olasılığı artmaktadır. Yapılacak kan tahlilleriyle menapoza girilip girilmediği kesin olarak saptanabilmektedir. Ayrıca gerekli tıbbi bilgilerin alınmasını takiben yapılacak sistemik, meme ve jinekolojik muayene, tetkikler (smear, kanser erken tanı testleri, meme tetkikleri , kemik ölçümleri , ultrasonografi ve röntgen, kan, idrar tetkikleri ) sonucunda kişinin durumu değerlendirilerek, gerekli bilgilendirilmeler yapılmaktadır ( düzenli fiziksel egzersizler vb yaşam tarzı değişikleri, kalsiyum alımının artırılması , sağlıklı beslenme önerileri vd). Bazı hastalarda çeşitli tıbbi tedaviler de gerekebilmektedir. Bazı hastalara estrojenle hormon yerine koyma tedavileri gerekebilirken diğerlerine kemik erimesi ilaçları , kan yağlarını düşüren tedaviler vb gerekebilmektedir. Başlanacak tüm tedavilerin nedenleri , beklenebilecek yararlar ve zararlar konusunda hastaların bilgilendirilmesi gerekmektedir. Menapoz hastalarının düzenli kontrolleri, kendilerine önerilen değişikliklere ve tedavilere uymaları büyük önem taşımaktadır. Çünkü 39 oluşabilecek bazı değişimlerin geri dönüşümü çok zorlaşmakta bazen de imkansız hale gelebilmektedir. Yazının başlığındaki sorunun cevabına gelince , menapoz her ne kadar öncesinde premenapozal dönem dediğimiz bir geçiş süreci varsa da kadınlarda yaşlanmanın başlangıcı sayılabilir. Özellikle yukarıda belirtilen yoğun ve aynı anda, neredeyse tüm vücutta başlayan değişiklikler erkeklerdeki yaşlılık sürecinden daha farklı olarak kadınların klinik olarak ta olumsuz etkilenmesine neden olmakta, çoğunlukla yaşam kalitesi etkilenmektedir. Kadının yaşamının bu evresine de sağlıklı biçimde devam edebilmesini sağlamak amacıyla son yıllarda çok sayıda hastanın katıldığı önemli araştırmalar yapılmış, menapoz ve tedavisiyle ilgili pek çok ilerleme sağlanmıştır. Hastaların sağlıklarına önem vermeleri ve bu gelişmelerle ilgili olarak hekimleriyle bağlantıda olmaları gerekmektedir. Böylece yaşlanma sürecine daha kontrollü ve sağlıklı girmek mümkün olabilecektir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 DOÇ. DR. SERDAR GÜLER, UZM. DR. TÜRKAN METE, UZM. DR. SERHAT IŞIK ANEAH Endokrin ve Metabolizma Kliniği Yaşlılık Ve Endokrin Sistem GİRİŞ: 19.yüzyıldan bu yana yaşlılıkta görülen değişimleri bir endokrin patoloji ile ilişkilendirme ve çeşitli endokrin tedavilerle bu değişimleri tersine çevirme konusunda girişimler olmuştur. Hormonal ‘gençlik pınarını” arayış günümüzde de devam etmektedir. Bu nedenle, yaşa bağlı olarak büyüme hormonu ve insülin benzeri büyüme faktörü (GH/IGF-1) ve testosteronun azalması ( sırasıyla somatopoz ve andropoz) karşısında insan GH ve güçlü androjenik steroidlerin endikasyon dışı kullanımındaki artış önemli düzeydedir. YAŞLANMANIN FİZYOLOJİSİ: Biyolojik yaşlanma hücre ve doku fonksiyonlarında ilerleyici ve yaygın bir kayıp, dolayısıyla organizmanın üreme ve hayatta kalma becerisinin giderek azalmasıyla karakterizedir. Bu sürecin hızı türler arasında değişkenlik gösterir, değişiklikler birçok doku ve organı etkiler. Fonksiyon kaybı sistemler ve bireyler arasında değişkenlik gösterir, ilk olarak rezerv kapasitesinde azalma ve stres durumunda homeostazın korunması bozulması izlenirken, ilerleyen dönemde stres olmaksızın fonksiyon bozukluğu devam eder. Yaşlanmanın altında yatan temel mekanizma bilinmemektedir. En olası mekanizma, nükleik asit, protein ve lipid membranların fonksiyonunu bozan biyokimyasal değişikliklerin birikimidir. Bu değişiklikler arasında serbest radikaller tarafından oksidasyon, nonenzimatik glikolizasyon ve DNA metilasyonu ve histon asetilasyonu gibi epigenetik faktörler sayılabilir. Etkilenen doku veya kök hücre tipine göre fonksiyon kaybı veya tamir kapasitesi değişkenlik gösterebilir. Yaşlanmada iyi tanımlanmış bir fenomen de, sinyal iletim etkinliğinin yaygın olarak bozulmasıdır. Yaşlanmayla östrojen reseptör geninde progresif metilasyona bağlı olarak gelişen endotelin östrojene vazodilatör yanıtında azalma örnek gösterilebilir. ENDOKRİN DEĞİŞİKLİKLER: Yaşlı kişilerde endokrin fonksiyonlardaki değişiklikler değerlendirilirken, endokrin fizyolojisindeki yaşa bağlı değişiklikler ile yaşla ilişkili olarak sıklığı artan hastalıklar arasındaki farkı ayırt etmek önemlidir. Bu ayırımı yapmak teorik olarak basit olsa da pratikte zordur. Pratik yaklaşım olarak,çoğu yaşlı bireyde görülen endokrin bir değişiklik, özellikle ciddi kronik hastalığı olmayan hastalarda tespit edilmişse, büyük olasılıkla yaşlanmaya bağlıdır. Diğer yandan yaşlı kişilerin az bir kısmında görüldüğünde, muhtemelen hastalık ilişkilidir. Hangi durumun yaşla ilişkili, hangisinin hastalıkla ilişkili olduğunu ayırt etmek zordur. Çünkü yaşla ilişkili hastalığı olmayan çalışma grubunu “normal” kabul etmek veya kronolojik yaşına kıyasla biyolojik yaşı genç olan bireylerin Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 10 varlığı, çalışmada yanlılığa neden olabilir. Yaşla ilişkili veya hastalıkla ilişkili klinik durumların ayırt edilmesi, her zaman tedaviyi yönlenidirici olmayabilir; örneğin bir hekim menopozdaki hormonal değişiklikler için tedavi vermeyi tercih ederken subklinik hipotiroidizm için tedavi önermeyebilir. Yaşla ilgili endokrin değişiklikler hakkında genel olarak kabul gören bazı görüşler şunlardır: Yaşa bağlı iyi tanımlanmış ve universal olan fonksiyon değişikliği gösterdiği kanıtlanmış tek endokrin sistem; kadınlarda hipotalamus- hipofiz- gonad aksıdır. Yaşa bağlı olarak çoğu kişide GH IGF-1 sisteminde, erkek hipotalamus-hipofiz- gonad aksında ve adrenal korteksin dehidroepiandrostenodion (DHEA) sentezleyen kısmında (zona retikülaris) progresif fonksiyon kaybı olur. Serum IGF-1, total ve serbest testosteron ve DHEA-S düzeylerinin normal değer aralığı yaşla uyumlu olarak belirlenmelidir ancak bu değerlerin fizyolojik olark optimal olup olmadığı bilinmemektedir. Diğer bazı hormonların sekresyonu da yaşla birlikte değişir ancak bunlardaki değişimler daha az öngörülebilir; iyi tanımlanmış yaşla uyumlu normal değerleri bilinmemektedir. Bazı hormonların etkisi yaşla azalır, artan hormon sekresyonları doku yanıtındaki bu azalmayı kompanse edebilir ya da etmeyebilir. HİPOTALAMUS-HİPOFİZ FONKSİYONU: Normal yaşı bireylerde ACTH, TSH ve GH’un sirkadiyen ritminin sıklığı ve büyüklüğünde değişiklik olur. Bu değişikliklerin büyük bir kısmı az orandadır fakat GH ve muhtemelen ACTH için değişiklikler klinik olarak önemli olabilir. GH’de Değişiklikler: Yaşla birlikte hem bazal hem de uyarılmış serum GH sekresyonu ve IGF-1 konsantrasyonu azalır. GH sekresyonundaki azalma hipotalamustan GHRH sekresyonunda azalmaya ve somatotrofların GHRH’a yanıtının azalmasına bağlıdır.Düşük fiziksel aktivite ve yağ dokusundaki artış yaşlı bireylerde GH sekresyonundaki azalmaya katkıda bulunur. GH salınımının çoğu yavaş dalga uykusu esnasında gerçekleştiğinden, GH’un yaşla birlikte görülen uyku bozuklukları ile ilişkisi de göz önünde bulundurulmalıdır. İleri yaştaki bireylerde GH’nun diurnal salınımı ve nokturnal piklerin amplitüdü idame ettirilir, ancak gençlere göre daha düşük amplitüdlüdür. Evre 3 ve 4 yavaş dalga uykunun farmakolojik olarak restorasyonu, GH pulsatil epizodlarını arttırır, bu durumun yaşlılardaki klinik önemi açık değildir. 41 GH Tedavisi: Yaşlı bireyler görülen azalmış kas kitlesi ve kemik dansitesinin GH tedavisiyle düzelebildiğini gösteren bazı gözlemler vardır. 131 yaşlı bireyde yapılan randomize bir çalışmada rekombinant hGH tedavisinin kas kitlesini arttırırken yağ dokusunu azalttığı, östrojen-progesteron tedavisi ile birlikte uygulandığında kadınlarda ek yarar sağlamadığı oysa erkeklerde testosteron tedavisi ile birlikte verildiğinde kas kitlesinde daha fazla artış olduğu görülmüştür. GH tedavisi alan hastalarda görülen en belirgin önemli yan etkiler ödem, karpal tünel sendromu ve atraljiydi. Diyabet ve glukoz intoleransı erkeklerde daha sık görüldü. rhGH tedavisinin seks steroidleri ile kombine uygulanması hem kadın hem erkeklerde vücut kompozisyonu ve kas gücünde iyileşme sağlamıştır. Ancak, GH sekresyonunda azalma veya GH reseptörlerinde defekt olan farelerin daha uzun yaşadığının çeşitli çalışmalarla gösterilmesi, GH’un bir anti-aging hormonu olduğu fikriyle çelişmektedir. Yukarda verilen örnekler ışığında, rhGH tedavisi sadece, dökümante edilmiş GH eksikliği olan hastalar için saklanmalıdır. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 VAZOPRESSİN VE SU DENGESİ: Yaşlı bireylerde gençlere kıyasla vazopressine renal yanıtın azalmış olması, bu bireyleri su yoksunluğuna daha duyarlı hale getirir. Ozmotik stimulasyona vazopressin yanıtı yaşlı bireylerde artabilir veya artmayabilir, bunun yanında baroreseptörlerle algılanan volüm deplesyonuna vazopressin yanıtı artmıştır. Ozmotik stimulasyona yanıt olarak oluşan susama hissi azalır. Susama hissinde ve vazopressine renal yanıttaki azalmanın sonucunda yaşlı hastalar , vazopressin sekresyonu artsa bile daha kolay dehidrate kalırlar. Hiponatremi de yaşlılarda, daha çok kadınlarda sık görülebilen bir problemdir. Uygunsuz antidiüretik hormon salınımını (SIADH) mı yoksa renal tübüler disfonksiyonu mu yansıttığı açık değildir, her iki durumda da görülebilir. Bazı hiponatremik yaşlılarda rölatif olarak dehidratasyon ve mineralokortikoid eksikliği görülür. Bu nedenle, yaşlı bireylerde mineralokortikoide yanıt veren hiponatremi ile SIADH iyi ayırt edilmelidir. ACTH ile kortizolün birbirinin salınımı üzerine olan etkisi yaşla birlikte değişebilir. Bağımsız çalışmalarda aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir: Yaşlılarda serum kortizol konsantrasyonu 24 saatlik periyod içinde gençlere göre daha fazla değişkenlik gösterir. Yaşlı kadın ve erkeklerde ortalama 24 saatlik serum kortizol konsantrasyonu %20-50 oranında daha yüksektir. Yaşlı bireylerde akşam serum kortizol konsantrasyonundaki değişim daha erken ve daha yüksek olur. Deksametazonla ACTH ve kortizol sekresyonunun inhibisyonunun sensitivitesi yaşlı ve genç bireylerde benzerdir. Yaşlılarda egzojen ACTH uygulamasına yanıt olarak serum kortizol konsantrasyonundaki artış daha fazladır. Genç ve yaşlı bireylerde açlığa yanıt olarak serum konsantrasyonundaki artış benzer orandadır. Stres altında serum kortizol yanıtı yaşlılarda uzamıştır. Normal yaşı bireylerde üç major adrenokortikal hormonun sekresyonunda değişiklikler tanımlanmıştır. Bu değişiklikler, değişken ve sıklıkla önemsizdir, akut hastalılarla hipofizadrenal yanıtı üzerine etkisi var gibi görünmemektedir. Bununla beraber, kronik etkileri klinik olarak önemlidir. Örneğin akşam kortizol sekresyonundaki değişikliklerin uyku bozuklukları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Yapılan bir çalışmada yaşlılarda görülen yüksek kortizol sekresyonunun, kadınlarda daha zayıf hafıza , erkeklerde düşük kemik dansitesi, her iki cinsiyette artmış kırık riski ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. Kortizol: ACTH ve kortizol salınımı ve Aldosteron: PİNEAL FONKSİYON: Melatonin sekresyonu yaşlı bireylerde gençlere kıyasla daha düşüktür. Bu durum çoğu yaşlıda görülen uyku kalitesinde azalmanın nedeni olabilir, yaşlı bireylere düşük dozda ( 0.3-2 mg) melatonin verilmesiyle uyku kalitesinde iyileşme olması bunu destekleyici bir bulgudur. ADRENOKORTİKAL FONKSİYON: Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 42 Aldosteron salınımı ve serum konsantrasyonu yaşla birlikte azalır, 70 yaş civarında hemen hemen %50 oranında azalabilir. Bu düşüşün nedeni muhtemelen renin sekresyonunda azalmadır. Bu düşüş, hafif renal yetmezliği olan bireylerde, hipoaldosteronizm, idrarla sodyum kaybı, hiponatremi ve hipokalemi ile sonuçlanabilir. Atrial natriüretik peptit (ANP) serum konsantrasyonundaki artış da yaşlı bireylerdeki sodyum kaybına neden olabilir. Yaşla birlikte serum aldosteron konsantrasyonu ve üriner aldosteron atılımındaki azalma sebebiyle, çoğu laboratuarda primer hiperaldosteronizmden şüphelenilen yaşlı bireylerdeki değerler normal bulunabilir. Dehidroepiandosteron: DHEA ve sülfatlı formunun sekresyon ve serum konsantrasyonu yaşla birlikte belirgin oranda azalır, böylece 70-80 yaşındaki bireylerde serum konsantrasyonları 2030 yaşındaki bireylerdeki düzeyin %20’si kadardır. DHEA düzeyindeki bu düşüşün klinik önemi olup olmadı bilinmemektedir. Yaşla birlikteki bu azalma nedeniyle , bazı araştırmacılar yaşla birlikte oluşan davranış ve vücut kompozisyonu değişimlerinin DHEA uygulaması ile geri dönebileceğini öne sürmüştür.Normal yaşlılarda yapılan plasebo kontrollü çalışmalarda minimal fayda ve bazı yan etkiler bildirilmiştir. Bununla beraber DHEA-S halk arasında öneri yoluyla besin desteği olarak satılmaya devam etmektedir. ADRENOMEDULLER FONKSİYON: Serum norepinefrin konsantrasyonu yaşlı bireylerde gençlere kıyasla daha yüksekken, epinefrin düzeyi aynı veya bir miktar düşüktür. Daha yüksek serum norepinefrin konsantrasyonu adrenal medulla aktivitesini değil sempatik sinir sistemi aktivitesini yansıtmaktadır ve muhtemelen bazı dokuların noepinefrine yanıtının azalmasına cevap olarak artmaktadır. HİPOFİZ-TİROİD FONKSİYONU: Tiroid bezi hacmi yaşla birlikte bir miktar artar. Serum total ya da serbest tiroid hormon konsantrasyonu yaşla birlikte değişmez. Serum tiroksin bağlayıcı globulin konsantrasyonu hafif azalır, transtiretin düzeyi artar, toplam tiroksin bağlama kapasitesinde değişim olmaz.Tiroksin klirensi yaşla birlikte orta derecede azalır, TSH sekresyonundaki azalmaya bağlı olarak tiroksin üretimi de azalır. Sağlıklı yaşlı bireylerde, serum T3 konsantrasyonunun normal genç bireylere göre hafifçe daha düşük düzeydedir. Ayrıca T4’ün T3’e dönüşümünü bozan bazı tiroid dışı hastalıkları olan yaşlılarda T3 düşük bulunabilir. Bu nedenle, yaşlılarda serum T3 ölçümü hipotiroidiyi belirlemede daha az faydalıdır. Yaşla birlikte T4 klirensinin azalması nedeni ile hipotiroidizm tedavisinde gerekli tiroid hormon replasman dozu azalır. Bu yüzden yaşlı bireylerde tiroid hormon tedavisine başlama dozu daha düşük olmalıdır (0,05 mg/gün) ve yakın takiple izlenmelidir. TSH: Normal serum T4 düzeyine sahip olan yaşlılarda serum TSH düzey aralığı, genç bireylere göre biraz daha geniştir. Yaşla birlikte özellikle postmenopozal kadınlarda yüksek serum TSH düzeyi sıklığının artışı, %23 oranında bildirilen subklinik hipotiroidi insidansındaki artışa bağlıdır. Hafif tiroid fonksiyon bozukluğu bile yaşlılarda depresyon, hafızada zayıflama ve kognitif fonksiyon bozukluğuna yol açabilir. Bu nedenle yaşlı bireylerin hipotiroidi yönünden taranması önerilmektedir. 43 HİPOFİZ-GONAD FONKSİYONU: Yaşa bağlı fonksiyon kaybı sadece overlerde değil testislerde de görülmektedir. Kadınlarda 6. dekat civarında overlerde östrojen sekresyonu azalırken, FSH ve LH sekresyonu artar (menopoz). Erkeklerin çoğunluğunda da testis fonksiyonu yaşla birlikte azalma gösterir. Seksen yaşlarındaki bir erkekte serum testosteron konsantrasyonu, genç erkeklere göre yaklaşık 100 ng/dl (34,7 pmol/L) daha düşüktür. Serum seks hormonu bağlayan globulin düzeyinin yaşla birlikte artması nedeni ile serum serbest testosteron konsantrasyonu, total testeosteron düzeyinden daha fazla azalır. Hormon düzeylerindeki bu azalma kimi zaman‘andropoz’ olarak isimlendir. Ancak kadınlarda östrojen eksikliğine bağlı gelişen tipik klinik belirtileri olan menopozdan farklı olarak, yaşa bağlı erkeklerdeki androjen düzeyinde azalmanın klinik etkileri belirsizdir. Puberteden itibaren 70 yaşına kadar sperm üretimi stabil iken, 90 yaşındaki bireyde %50 azalmıştır. KALSİYUM DENGESİNİ SAĞLAYAN HORMONLAR: Yaşla birlikte kalsiyum dengesini sağlayan hormon üretimi ve kalsiyum dengesi ılımlı ancak belirgin düzeyde değişir. Parathormon: Serum PTH düzeyi yaşlılarda gençlere göre hafifçe daha yüksektir. Bu durum muhtemelen, hafif D vitamini eksikliğine ve renal fonksiyonda azalmaya bağlı fosfat retansiyonu nedeniyle gelişen serum kalsiyum düzeyindeki düşüşe bağlıdır. D vitamini:Yaşlılarda, D vitamini eksikliği yaygndır. Bunun nedenleri; diyetle yetersiz D vitamini alımı, azalmış absorbsiyon, güneş ışığına yeterince maruz kalmamak ve böbreklerde 25- Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 hidroksivitamin D’nin 1,25dihidroksivitamin D’ye azalmış dönüşümü olabilir. Yaşlılarda D vitamini eksikliğinin osteoporoz, düşme ve kırıklara yol açabileceği düşünülecek olursa, D vitamini eksikliğinin saptanmasının önemi anlaşılacaktır. Yetmiş yaş üzerindeki bireylerin diyetle en az 600 IU D vitamini almaları gereklidir. Gerekirse D vitamini desteği verilmelidir. Kalsiyum dengesi: Birçok yaşlı kişide, diyetle azalmış kalsiyum alımı ve alınan kalsiyumun azalmış emilimi nedeni ile negatif kalsiyum dengesi vardır. Bu nedenle 65 yaş üzeri kişilerin 1500 mg/gün kalsiyum almaları önerilmelidir. direncini azaltır, ateroskleroz riskinde azalma ve anti-inflamatuar özellikler ile ilişklidir. Yüksek adiponektin düzeyi, diyabet gelişme riskini azaltır. İnsanların büyük kısmında yaşla birlikte GH-IGF-1 sisteminde, erkek hipotalamus-hipofiz-gonad aksında ve DHEA sentezinde ilerleyici azalma olur. Bu nedenle bu hormonların yaşa uygun normal aralığı belirlenmelidir. Özetle; yaşlı bireylerde endokrin değişiklikleri incelerken, yaşa bağlı gelişen endokrin sistemdeki fizyolojik değişimleri, yaşla birlikte sıklığı artan endokrin hastalıklardan ayırt etmek gereklidir. Kadınlarda menopoz, yaşla birlikte ENERJİ METABOLİZMASI: Glukoz metabolizması: Yaşlılar, gençlere göre insüline karşı daha az duyarlıdır, bu nedenle hiperinsülinemi ve glukoz intoleransı mevcuttur. İnsülin direnci kısmen kas hücrelerinde glukoz taşıyıcı protein olan GLUT 4’ün azalmasına bağlıdır. İnsüline karşı doku yanıtının azalması ve insülin sekresyonunda hafif düzeyde azalma olması tip 2 diyabet sıklığının yaşlılarda daha fazla olmasıyla sonuçlanır. Leptin: Yağ dokusunda üretilen ve iştahı baskılayan bir hormondur. Serum leptin konsantrasyonu yaşla birlikte azalır. Bu durum da yaşla birlikte yağ dokusunun artışına katkıda bulunabilir. Adiponektin: Adipositlerden salınan bir hormondur. İnsülin Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 endokrin sistemde (hipotalamus-hipofizgonad aksı) gelişen değişime en iyi örnektir. 44 DOÇ. DR. ÜLKER GÜL ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi Selülit Bir Hastalık mıdır? Selülit, subkutan doku ve dermisin lokalize bozukluğu ile oluşan kozmetik bir durumdur. "-it" eki tıbta inflamasyon veya infeksiyonu gösteren bir ektir, ancak burada bahsedilen klinik durum infeksiyon hastalığı değildir. Son yıllarda postpubertal kadınların normal bir anatomik yapısı, puberte sonrası gelişmesi nedeni ile de ‘kadınların sekonder seksüel karakteri’ olarak değerlendirmektedir. gibi andojen yetersizliği veya prostat kanserinin östrojen tedavisi gibi durumlarda erkeklerde ortaya çıkabilir. Etyopatogenezi Selülit etyopatogenezi tam olarak bilinememektedir. Predispoze edici ve/veya tetikleyici faktörlerin etkisi altında subkutan yağ dokusu ve dermiste bazı bozuklukların ortaya çıktığına ve sonucunda da selülit oluştuğuna inanılır. Görülme sıklığı Postpubertal beyaz kadınların %8598'inde herhangi bir derecede sellülit bulunur. Zenci kadınlar ve sağlıklı erkeklerde gözlenmez. Klinefelter sendromu, hipogonadizm, postkastrasyon Predispoze edici ve/veya tetikleyici faktörler Bayan cinsiyet ırk Biotip: Latin kadınlarda uyluklarda Beyaz 45 daha fazla iken, anglo-sakson veya kuzey ülkelerindeki kadınlarda abdomende daha fazladır Aile hikayesi Yağ doku dağılımı Etkilenen hücrelerdeki hormon reseptörlerinin sayısı, yeri ve duyarlılığı Periferal anjiopati gelişimine duyarlılık Sedanter yaşam: Fiziksel egzersiz insülinin plazma konsantrasyonunu azaltır, böylece lipogenezi azaltır. Egzersiz ile kas pompalama mekanizması artar; sonucunda venöz dönüş kolaylaşır ve ödem oluşmaz. Sedanter yaşamda tersine lipogenez artar. Ayrıca venöz dönüş azalarak ödem ortaya çıkar. Böylece sedanter yaşam ile selüliti artar. Alışkanlıklar: Sigara mikrosirkülasyonu azaltır ve serbest radikal oluşumunu artırarak selülit oluşumunu kolaylaştırır. Alkol lipogenezi artırır. Giyim alışkanlığı: Dar kıyafetler, yüksek topluklu ayakkabılar kaslarda disfonksiyon yapar ve sonucunda pompalama mekanizmasında hasara neden olarak venöz dolaşımı azaltır. Kemik yapısı ve postural problemler: Postural ve spinal vertebra değişiklikleri, ortopedik ayak problemleri veya kötü ayakkabı. Pozisyon: Uzun süre aynı pozisyonda oturma veya ayakta durmak stazı artırır. Diyet: Yağ ve karbonhidrattan zengin diyet lipogenezi uyarır. Aşırı tuz alımı sıvı retansiyonuna neden olur. Az lifli Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 diyet konstipasyona yol açar ve bacaklardaki venöz rezistansı artırarak staza ve kapiller permeabilite artışına neden olur. Emosyenel durum/ mutsuzluk: Ketokolaminler yolu ile selüliti artırır. İlaçlar: Östrojenler, antihistaminikler, antitiroid ilaçlar, beta blokörler selülit oluşumunu artırır. Gebelik: Hem hormonal etki ile lipogenezin artması ve hem de venöz dönüşte oluşturduğu mekanik bariyerle selüliti artırır. Hormonal faktörler: Selülit çoğunlukla kadınlarda gözlenir, puberteden sonra başlar, hamilelik ve menstruasyon ile şiddetlenir; erkekte de östrojen tedavisi sırasında gözlenir. Östrojen lipogenezi ve fibroblast proliferasyonunu artırır.Takiben interstisyal ödem ve septalarda fibroskleroz tetiklenir. Sonucunda mikro ve makronodüller oluşur. İnsülin lipogenezi stimüle eder, lipoprotein lipaz aktivasyonu ile lipolizi inhibe eder. Obezite: Toplumda selülitin obeziteden (şişmanlık) kaynaklandığına dair yanlış bir inanış bulunmaktadır. Obezite ve selülit farklı durumlardır. Obezitede yağ dokusunun aşırı birikimi varken, selülit basit bir yağ birikimi değildir. Ancak obez kişilerde selülit görünümü daha belirgin olmaktadır. Klinik bulgular ve sınıflama Selülit subkutan yağ dokusu bulunan herhangi bir vücut bölgesinde ortaya çıkabilir. En sık uyluk, gluteal bölge (kalça), meme, alt karın ve kol üst bölgesinde gözlenir . Etkilenen alanda portakal kabuğu görünümü ve/veya çeşitli büyüklüklerde yumru ve çukurcuklar ile karakterize düzensiz deri görünümü vardır. Bu bulgular ile selülit görünümü 3 derece altında sınıflandırılır.: 1. Derece: Klinik bulgu ve kozmetik problem yoktur. İstirahat halinde deri Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Portakal kabuğu görünümü (ikinci derece selülit) yüzeyi normaldir. 2. Derece: Deri sıkıştırıldığında veya kas kontraksiyonu sonrası deri yüzeyinde girintili çıkıntılı portakal kabuğu görünümü ortaya çıkar. 3. Derece: İstirahat halinde bile deri yüzeyi pürüzlü ve portakal kabuğu görünümündedir. 4. Derece: 3. derecedeki görünümden daha fazla belirgin olan palpabl ve ağrılı büyük nodüller ve çukurcuklar bulunur.. Bu son safha genellikle kozmetik tedavilere dirençli irreversible bir klinik tablo gösterir. TEDAVİ Hastalar selüliti tamamen tedavi eden mucizevi bir tedavi seçeneğinin bulunmadığı konusunda aydınlatılmalıdırlar. Hastanın tedaviden beklentisi öğrenilmelidir. Tedaviden farklı beklentisi olanlar tedaviye alınmamalıdır. Tedavi ile ancak daha kabul edilebilir kozmetik görünüme ulaşacakları konusunda bilgilendirilmelidirler. Ayrıca bazı invaziv tedavi yöntemlerinin kozmetik olmayan kalıcı yan etkileri de 46 anlatılmalıdır. Tedaviden önce hastanın öyküsü dikkatlice alınmalı ve fizik muayene yapılmaldır. Sellülitin lokalizasyonu ve ciddiyeti belirlenmelidir. Gebe ve emziren kadınlar, sistemik hormonal bozukluğu olanlar, diabetes mellitus , lipid bozukluğu olanlar, sistemik hastalıklar, viral hepatit, derin venöz tromboz, arteriel hastalık, konjestif kalp yetmezliği ve gıda veya ilaç allerjileri olanlara zarar verici tedavi uygulamalarından kaçınılmalıdır. Sigara, alkol kullanımı ve varsa diğer alışkanlıkları öğrenilmelidir. Hastalara predispoze edici ve/ veya tetkleyici faktörler konusunda ayrıntılı bilgi verilmeli ve onlardan uzak durma yöntemleri anlatılmalıdır. Predispoze eden ve /veya tetikleyen faktörlerin uzaklaştırılması: Diyetin düzenlenmesi, kabızlığın Üçüncü derece selülit veriler yok denecek kadar azdır. Hastalar tedaviden önce bu durumun bir hastalık olmadığı, memeler gibi kadınların ‘sekonder seksuel karekteri’ olduğu konusunda tekrar tekrar bilgilendirilmelidir. Ayrıca, tedavi uygulansa da selülitin yok olmayacağı vurgulanmalıdır. önlenmesi, düzenli egzersiz, anksiyete ve stres kontrolü, giyim alışkanlıklarının düzeltilmesi, sellüliti artıran ilaçlardan uzaklaşılması selülitli olguların dikkat etmesi gereken faktörlerdir. Her ne kadar selülitin obezite (şişmanlık) ile ilişkisi olmasa da; selülit tedavisinde kilo kaybı ve egsersiz birçok araştırmacı tarafından ilk tercih edilen yöntemdir. Hastalar selüliti obezite ile karıştırarak doktor bilgisi dışında aşırı kilo verdirici diyetler uygularlar. Aşırı kilo verme ile dermal, subkutan yağ ve kas doku yapısında geriye dönüşsüz olumsuz değişiklikler meydana getirir, sonucunda selülit daha da belirginleşebilir. Ancak zayıf olmayan olgularda ılımlı kilo verdirici diyetler ile yavaş kilo kaybı adipozitlerin büyüklüğünü azaltır, böylece yağ dokusunun dermise herniasyonu da bir miktar azalmış olur. Egzersiz ise kas kitlesini artırarak daha güzel bir kozmetik görünüm yaratır. Tedavide kullanılan yöntemler Selüliti ortadan kaldıran bir tedavi ajanı yoktur. Hastanın klinik özellikleri, doktorun seçimi ve başvurulan kurumdaki cihazların çeşitliliği tedaviye yön verir. Selülit tedavisi için bir çok tedavi ajanı ve yöntem önerilse de, aslında etkinlikleri konusunda bilimsel Tedavide genellikle birden çok tedavi ajanı birlikte kullanılır. Bazı tedavi ajanlarının kalıcı yan etkilere sebep olabileceği belirtilerek, tedavi uygulamadan önce hasta onam formları imzalatılmalıdır. Tedavi yöntemleri 3 ana başlıkta incelenir: I. Fiziksel ve mekanik yöntemler 1. İyontoforez 2. Ultrason 3. Termoterapi 4. Presoterapi 5. Lenfatik drenaj 6. Elektrolipoferez 7- Elektrikli kas stimülatörleri 8- Liposuction 9. Derin eksizyon ( Subcision ) 10. Vücut sargılar 11. Radyofrekans, ifrared ışını ve mekanik stimülasyon 12. Karboksiterapi 13. Endermoloji (LPG, Starvac) 14. Lazer: VelaSmooth system: ve TriActive intradermal veya subkutan çeşitli maddelerin enjeksiyonunu içerir. Kullanılan maddeler vazodilatatörler ve antiinflamatuvar ilaçlar, bitkiler, hormonlar, antibiyotikler, enzimler veya koenzimlerdir. Bunların birçoğu ülkemizde ruhsatlı değildir. Genellikle bu maddelerin birkaçı kombine olarak kulanılır. Sellülit için standart bir karışım yoktur. Mezoterapi popüler olduğu kadar da tartışmalı bir yöntemdir. Çok sık kullanılmasına rağmen bu konuda çok az bilimsel yayın vardır. En sık fosfatidilkolin kullanılır. Fosfatidilkolin kendini çözünür kılan deoksikolat ile birlikte uygulanır. Fosfotidilkolin lokal yağ ablasyonu yapar, selüliti azaltıcı değildir. III. Deriye topik olarak uygulanan farmakolojik ajanlar Bu ürünlerin selülitin yerleştiği dermise ve subkutan yağ dokusuna absorbe olup olmadığı ve olduğunda dokuda ne kadar bulundukları bilinememektedir. Bu nedenle kullanıcılar, bu ürünler ile selülitin tamamen geçeceği hayaline kapılmamaları yönünden uyarılmalıdırlar. Ayrıca allerjik veya irritan kontak dermatit gibi yan etkilerinin görübileceği de belirtilmelidir. Dördüncü derece selülit II. Mezoterapi Lipoliz, konnektif dokunun onarılması ve dolaşımın artırılması amaçları ile lokalize 47 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 DOÇ. DR. BÜLENT ERDOĞAN ANEAH Plastik Cerrahi Klinik Şefi Liposuction (LİPOPLASTY, LİPOSCULPTURE, SUCTİON-ASSİSTED LİPECTOMY) Kozmetik amaçlı liposuction ilk olarak 20. yy başlarında kullanılmış, ancak sonuçların olumsuz olması nedeniyle yıllar boyunca yaygınlaşmamıştır. Teknik ilerlemeler ve yeni yöntemlerin uygulanmasıyla birlikte 1970’li yılllardan itibaren popülarite kazanmaya başlayan liposuction, günümüzde en yaygın yapılan estetik cerrahi girişimlerden biri olmuştur. LİPOSUCTİON Liposuction, vakum pompasına bağlanmış bir kanül yardımıyla vücuttaki lokalize derialtı yağ dokularının cerrahi olarak uzaklaştırılması işlemidir. infiltre etmiş ve takibinde aspire ederek ıslak ( wet) tekniğin uygulayıcısı olmuştur. Lipoplasty, liposculpture ve suctionassisted lipectomy terimleri bu işlemi tanımlamak amacıyla kullanılan terimler olmasına rağmen, liposuction terimi daha yaygın kabul görmüştür. TARİHÇE Kozmetik amaçlı kanülle ilk yağ çekme işlemi Dujarrier tarafından 1921 yılında tanımlanmıştır. 1977 yılında Fransa da Illouz tarafından yeni kanüller geliştirildi. Ayrıca Illouz, hipotonik saline ve hyalorinidaz karışımı hazırladığı solüsyonu yağ dokusuna Pierre Fournier aspiratöre bağlı kanül yerine şırınga kullanarak liposuction yapma fikrini ortaya atarak daha da atravmatik bir tekniği kullanıma sokmuştur. 1980’li yılların ortasında Fodor tarafından Superwet teknik popularize edilmiştir. Modern liposuction’da en önemli gelişme tumescent anestezinin kullanılmaya başlanmasıdır. 1987 yılında Jeffery Klein tumescent tekniği geliştirmiştir. Laser liposuction, laser enerjisi ile yağları aspire etmek esasına dayanan yeni bir tekniktir. 1990 yılında Apfelberg tarafından kullanılmıştır. Günümüzde çok fazla kullanılmayan bir yöntemdir. Rotatif kanülle liposuction, Fransa’da D. Lecam tarafından geliştirilen bir yöntemdir. 1990’lı yılların başında M. Zocchi kendi dizayn ettiği bir makine ile yıllardır tıbbın başka alanlarında kullanılan ultrasonik enerji ile liposuction plastik cerrahi alanına katan kişidir. Preoperatif Değerlendirme Liposuction ameliyatında en önemli yanlış kanı, zayıflama ameliyatı olarak algılanmasıdır. Bu yanlış kanıyı gidermek için hastalara, ameliyatın Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 48 içeriği, sonrası hakkında ayrıntılı bilgi verilmelidir. Asıl olarak liposuction, primer olarak diet ve egzersize cevap vermeyen lokalize yağ depozitlerinin tedavisinde endikedir. BÖLGELERE GÖRE ENDİKASYONLAR 1. Kalça ve gluteal bölge kombine deformiteleri 2. Bacakların arka yüzleri “Banana” deformitesi”, konveks bir yapıda infraguluteal çizgiyi takip eder ve daha aşağıda ikinci bir çizgi oluşturarak kalçanın düşük görünümüne neden olur. En iyi tedavi yüzeyel liposuctiondır. 3. Bacakların iç yüzleri 4. Diz Medial yüzü metabolik olarak dayanıklı olan yağ dokularının, en sık biriktiği yerlerden biridir. 5. Patella üzerinde yağ birikimine bağlı deformite Quadriceps femoris kasının üzerindeki yağ dokusunun blok olarak aşağı kayması ile oluşur. 6. Baldırlar ve ayak bilekleri Aktif flebit ve ciddi varikositleri olan hastalarda kesin olarak kontrendikedir. 7. Kolların alt konturları 8. Karın bölgesi Deride fazlalık varsa liposuction yapılmaz. 9. Bel altı bölgesi 10. Çene altı bölgesi 11. Sırtta görülen deformiteler Kabaca latissumus dorsi kasının alt yapışma hattının yaptığı yay üzerinde biriken yağ kitleleridir. 12. Diğer kullanım alanları Primer ve sekonder lenfödem, aksiller bölgedeki ekrin ter bezlerinin azaltılması, Jinekomasti. LİPOSUCTİON TEKNİKLERİ A-Klasik teknik: Aspiratöre bağlı kanül vasıtası ile yapılan liposuction’dur. Kullanılan enerji, aspiratör vasıtası ile elde edilen vakumdur. Klasik liposuctionda dry (kuru), wet (ıslak), superwet ve tumescent teknikler yıllar içinde gelişme göstermiştir. Aralarındaki temel fark liposuction öncesi kullanılan infiltrasyon mayi ve mayinin içeriğindeki farklılıklardır. geliştirilmiştir. Daha sonra bu hücre artıklarını aspirasyonla dışarı almak gerekmektedir. Ultrasonik liposuction öncesi mutlaka subkutanöz 1-Kuru ( Dry) teknik: Lipoaspirasyon öncesi alana infiltrasyon yapılmaz. 2-Islak (Wet) teknik: Illouz, hipotonik saline ve hyalorinidaz karışımı hazırladığı solüsyonu yağ dokusuna infiltre etmiş ve takibinde aspire ederek ıslak ( wet) tekniğin uygulayıcısı olmuştur. 3-Superwet teknik: Bu teknik 1980’lerde Fodor tarafından popularize edilmiştir. Bu teknikte, her 1cc yağ aspirasyonu için 1 cc infiltrasyon olacak şekilde, büyük miktarlarda subkutanöz infiltrasyon yapılmış ve çalışmalarda aspirat volümündeki kan kaybı %1 civarında bulunmuştur. 4-Tumescent teknik: 1987 yılında Klein tarafından, büyük miktarlarda subkutanöz infiltrasyonu içeren tumescent teknik tanımlanmıştır. Bu teknikte her 1cc yağ aspirasyonu için 3-4cc infiltrasyon sıvısı, deride belirgin turgor olacak şekilde, büyük miktarlarda subkutanöz infiltrasyon yapılmaktadır. Tumescent teknik kullanılması ile kan kayıpları çok azalmış, teknik karşılaştırmalarda kan kaybı oranı birçok çalışmada %1’in altında bulunmuştur. B-Ultrasonik liposuction: Zocchi ve arkadaşları tarafından, ultrasonik enerjinin yağ hücrelerinde kavitasyon, boşalma yaratma özelliğinden yararlanarak 49 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 geliştirilen, daha güçlü bir ultrason çihazıdır. Ultrason enerjisi sürekli kullanılarak yağ dokularının parçalanması ve sonrasında da aspirasyonu 1980’lerin sonunda Zocchi tarafından popularize edilen bir tekniktir. AMELİYAT SONRASI BAKIM Dren kullanımı önerilmez. Baskılı bandaj ve korse kullanılmalıdır. Erken mobilizasyon ilk 6 saatte önerilir. Medikal tedavi ağrı kesici dışında gerekmez. Fizik tedavi masaj şeklinde kullanılabilir. KOMPLİKASYONLAR Ödem ve Ekimoz, Estetik komplikasyonlar, Hayatı tehtid eden komplikasyonlar, Derin ven trombozu ve pulmoner tromboembolism, Enfeksiyon, Kanama, Perforasyon, Lidokain toksitesi, Hematom ve Seroma , Hipoestezi, Lenfödem, Sinir yaralanmaları, Amputasyon: infiltrasyon yapılmalıdır. En sık komplikasyonu deride yanık oluşturmasıdır. C-Şırınga ile liposuction: Fournier kanüle bir şırınga bağlayarak negatif basınçla lipoaspirasyonu gerçekleştirmiştir. D-Power-assisted liposuction (Vibroliposuction): 1990’lı yılların sonunda kullanılmaya başlanan kompresyonlu hava yardımıyla çalışan bir sistemin kullanıldığı liposuction işlemidir. E-Rotatif kanülle liposuction: Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 F-Liposuction ve LASER: 1990’lı yılların sonunda, bir fiberoptik kablo ile enerjiyi içeri taşıyabilen bir YAĞ laser kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Laser, mekanik yolla, yağ dokusunda koagulasyon ve buharlaşma oluşturur, termal etki ile de, yağ dokusu membranındaki proteinleri denature ve koagule ederek etki gösterir. Yapılan çalışmalar sonucunda; yağ dokusunda yaygın nükleus kaybı ve yağ hücresi lizisi gözlenmiştir. G-Liposuction ve VASER: Vaser, yeni 50 Yağ embolisi sendromu: Yağ embolisi sendromu (YES), yağ partiküllerinin dolaşım sistemine girmesinin neden olduğu solunum, hematolojik, nörolojik ve deri belirtileri ile seyreden klinik bir bozukluktur. Klasik YES tablosu genellikle travmadan 24-72 saat sonra ortaya çıkmaktadır. . Tedavi YES tedavisinde destek tedavi çoğu kez yeterli olmaktadır. Önlemler Günümüzde geçerli olan önlemler; hastanın aspire edilecek yağ miktarına göre gerekli replasmanın yapılması ve en önemlisi alınacak yağ dokusu miktarının olabildiğince korkak davranılarak, alt seviyelerde tutulmaya çalışılmasıdır. 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 DYT. BELGİN DEMİRYELLİ ANEAH 2. Dermatoloji Kliniği Genç ve Sağlıklı Kalmak Yaşlanmayı durdurmak ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak yaşlanmayı geciktirmek bizim elimizde. Yaşlanmanın etkilerini geciktirmek için birçok insan sayısız çeşitli besin desteği alması gerektiğini düşünür. Ancak iyi bir beslenme alışkanlığı kazanarak ve vücutta yıpranmaya, yaşlanmaya sebep olan yiyeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durarak, hareketimizi artırarak daha genç daha sağlıklı bir yaşam sürdürülebilir. Daha genç olabilmek için; Uygun vücut ağırlığı korunmalı Sebze ve meyve tüketimi artırılmalı Düşük kalorili vitamin, mineral, posa yönünden zengin olan bu yiyeceklerden günde en az beş porsiyon Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 tüketilmelidir. Mevsimine uygun her çeşit sebze ve meyve tüketilmeye çalışılmalı, büyük bir kısmı çiğ kullanılmalıdır. Kabuklu yenilebilen meyveler kabukları soyulmadan veya soyulması gerekiyorsa mümkün olduğunca ince soyulmalıdır. Besin içeriği açısından en değerli sebzeler koyu yeşil ve bol yapraklı olanlardır. Su tüketimine dikkat edilmeli Besinlerin emilimi, sindirimi, hücrelere taşınması, vücutta oluşan toksik maddelerin atılması,vücut denetimi görevleri yönünden önemlidir. Günde en az 1,5-2 lt su tüketilmelidir. 52 Yeme alışkanlıkları düzenlenmeli Az ve sık aralıklarla yemek yenilmelidir. Güne kahvaltı ile başlanmalı, öğün arasındaki süre 2,5-3 saat olarak ayarlanmalı, mümkün olduğu kadar yavaş yenilmeli. Öğünlerdeki protein kaynağı az yağlı olmalı ve dengeli dağıtılmalı, her öğünde sebze ve salataya yer verilmelidir. Kalorisi düşük yiyecekler daha çok tercih edilmelidir. Yemeklerde sıvı yağ kullanılmalı, tüketilen tuz ve şeker miktarı azaltılmalıdır. Yeterli miktarda protein alınmalı Protein kaynağı olarak yumurta, yağsız et, kümes hayvanları, balık, süt ve ürünleri, kurubaklagiller sayılabilir. Et olarak kümes hayvanları ve balığa önem verilmeli etle pişirilen yemeklere yağ konulmamalı,haşlamaızgara-fırında pişirme pirinç yerine bulgur,daha fazla kurubaklagil her öğünde sebzemeyve kullanılmalıdır. yöntemleri tercih edilmelidir. Haftada en az iki kere balık ve kurubaklagil, günde ortalama iki su bardağı az yağlı süt veya yoğurt tüketilmelidir. Antioksidan içeren yiyeceklere diyette yer verilmeli Antioksidan olarak adlandırdığımız öğeler hücrelere serbest radikallerin zarar vermesini engeller. Vücutta serbest radikallerin oluşumu ve bunların etkisiz hale getirilmesi normal bir süreçtir. Fakat ilerleyen yaş ,yanlış beslenme tarzı sonucu vücuttaki antioksidanlar yetersiz kalabilmekte ve bunun sonucunda hücreler zarar görmektedir. Vücuttaki antioksidanları artırmanın en iyi yolu da antioksidan bakımından zengin yiyecekleri tüketmektir. Et, balık, yumurta, brokoli, patates, soya yağı, tam buğday, pirinç,fasülye gibi Koenzim Q10 kaynakları, süt, koyu yeşil yapraklı sebzeler, havuç, kayısı gibi A vitamini kaynakları, yeşil biber, brokoli, kivi, turunçgiller, karnabahar, çilek, domates, yeşil yapraklı sebzeler gibi C vitamini kaynakları, mısır özü yağı, ayçiçeği ve yağı, ceviz-fındıkbadem gibi yağlı tohumlar, ton balığı gibi E vitamini kaynakları fındık, ceviz, deniz, ürünleri, tavuk gibi selenyum kaynaklarını günlük beslenmemizde yer vermeliyiz. Bunun dışında beslenmemizde soğan, sarımsak, yeşil-siyah çay, domates, domates suyu, salça, karpuz, çekirdekli üzüm,keten tohumu, zeytinyağ, yabanmersini, kurubaklagiller gibi yiyecekleri aşırıya kaçmamak şartı ile tüketmeliyiz. Su tüketimi artırılmalı Besinlerin emilimi, sindirimi, hücrelere taşınması, vücutta oluşan toksik maddelerin atılması, vücut denetimi görevleri yönünden önemlidir. Günde en az 1,5-2ltsu tüketilmelidir. Alkol ve kafein tüketimi azaltılmalı Posa içeren yiyecekler artırılmalı Beyaz un yerine mümkün olduğu kadar kepekli, çavdar, tam buğday unu, 53 Vücutta yıpranmaya ve yaşlanmaya sebep olan yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Bunlar; İçeriği bilinmeyen hazır yiyecekler İşlenmiş yiyecekler Katkı maddeleri, koruyucular, renklendirici içeren yiyecekler Kaymak, krema, mayonez gibi yağlı yiyecekler Salam, sucuk, sosis gibi yağlı ve işlenmiş etler Kızartmalar Margarin gibi katı yağlar Kola, gazoz gibi meşrubatlar Bu şekilde beslenmemize dikkat eder, düzenli spor yapar, stresle başa çıkmanın yollarını öğrenirsek hepimiz sağlıklı ve huzurlu bir yaşlılık dönemi geçiririz ve yanlış yaşam tarzının yaşla beraber getirdiği olumsuz sağlık sorunlarından korunmuş oluruz. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 OP. DR. AHMET UÇANER, OP. DR. MURAT GÜLÇEK ANEAH 1. Ortopedi Kl. Genç ve Dinamik Görünmede Sporun Rolü Yaklaşık 2400 önce Hipokrat "...genel olarak konuşacak olursak, beden ılımlı miktarlarda kullanılıp ve alışık olduğu biçimde çalıştırılırca, sağlığa kavuşur, iyi gelişir ve daha yavaş yaşlanır; ancak beden kullanılıp, atıl bırakılırsa hastalanır, büyümesi sorunlu olur ve daha hızlı yaşlanır..." demiştir. Bu düşünce günümüzde de değişmemiştir ve bu bilgeliğin sırrına günümüzde erişilmeye çalışılmaktadır. uzamıştır. Sadece geçen yüzyılda insanın doğuştan itibaren özellikle yaşam beklentisi 25 yıldan daha fazla uzamıştır. Artık, azalan doğum oranları nedeniyle de 80 yaş üstündeki nüfus, nüfus piramidinde gözle görülür bir artış sergilemiştir. İnsanların çevre ve sağlık koşulları düzeltilse de kişinin, yaşam süresine ilişkin genetik potansiyelini aşması mümkün değildir. Ancak uygun diyet ve egzersiz, yaşam koşulları ve çevre koşulları kişilerin enerji kapasitelerinin erkenden tükenmesini ve biyoenerjetik zayıflamanın oluşmasını engelleyecektir. Sanayileşmiş ülkelerde insan ömrünün süresi Yaşlanma farklı biçimlerde açıklanmaktadır. Holloszy ve ark. yaşlanmayı birincil ve ikincil yaşlanma biçiminde sınıflamaktadır. Birincil yaşlanma, içsel (intrensek) nedenlere bağlı yapı ve işlevlerde ilerleyen bozulma olarak ifade edilmektedir (Örn. Proteinlerin çaprazlanma (cross-linking) yapması, postmitotik hücrelerde kayıp ve somatik mutasyonlar gibi "normal yaşlanma" süreci). İkincil yaşlanma ise hastalık, yaralanma, çevre ve yaşam biçimde bağlı Düzenli sporsal alıştırmalarda bulunmak, yaşlılığa bağlı fizyolojik işlev kaybını azaltmaya ya da önlemeye yaramaktadır. Bu etkinliklerin tamamı yaşlı bireylerin işlevsel kapasitelerini geliştirmektedir Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 54 yapısal ve işlevsel hasarların birikimi olarak tanımlanmaktadır. İnsanın yaşam süresine ilişkin potansiyel genetik olarak belirlenmiş olsa da, çocuk çağında ve genç erişkinlik çağında hayati organların (beyin, kas, kemik, damarlar gibi) uygun biçimde büyüyüp, gelişmeleri; ilerideki yaşamda destekleyici reservler yaratacaktır. Böylece çocuk çağında yapılan bedensel etkinliğin, uygun yağ asidi tüketimi ya da bilişsel maruziyetler, kalsiyum alımı vb; ileri yaşlarda katkısı olacaktır. Diğer koruyucu önlemler yanı sıra birçok ülke ve Dünya Sağlık Örgütü ve ilişkin Amerikan Spor Hekimliği Koleji'nin (ACSM) , bedensel etkinliğin yaşam niteliğini artırmada, birincil korumada yararlan nedeniyle sağlık hedefleri arasına sokmuşlardır. Ergenlik çağından itibaren başlayan yaşlanma, ömür boyu süren bir süreçtir. Yaşlanma ile birlikte organ sistemlerinde meydana gelen değişiklikler, genellikle normal koşullar altında beden işlevleri üzerine etkili olmayıp, daha çok sistemlerin yedek kapasiteleri azaltmaktadır. Sporun etkili olabileceği yaşlılığa bağlı değişiklikler ise özellikle kalp damar sistemi, kas ve kemikler ve psikolojik duruma ilişkin değişikliklerdir. Kas ve kemik kütlesinin kaybı (sarkopeni) yaşla birlikte gerçekleşen bir süreçtir. Bu değişiklikler özellikle kadınlarda daha fazla olmaktadır. Kas liflerinde de sayıca azalma olmaktadır. Kas kütlesinin azalmasına bağlı yaşla birlikte kuvvet kaybı olmaktadır. Yaşlanmayla beraber yapısal değişiklikler yanı sıra işlevsel değişiklikler de olmaktadır. Örneğin, postural stabilitede ve esneklikte kayıplar olmaktadır. Yaşlanmayla beraber ruhsal işlevlerde de değişiklikler olur. Bu alana 55 ilişkin birçok araştırma yapılmasına rağmen, temelde spordan yarar gören üç temel ruhsal işlev üzerinde durulacaktır: bilişsel işlevler, depresyon ve denetim ya da kendi kendine yetme (self-efficacy) algısı. Bundan öte, tek bir yüklenme seansıyla bile sporun antidepresan etkisinin ortaya çıktığını bildiren bir metanaliz çalışması bulunmaktadır. Düzenli sporsal alıştırmalarda bulunmak, yaşlılığa bağlı fizyolojik işlev kaybını azaltmaya ya da önlemeye yaramaktadır. Bu etkinliklerin tamamı yaşlı bireylerin işlevsel kapasitelerini geliştirmektedir ve yaşam kalitesini artırmaktadır (1). Dinamik ve aktif bir görünüm ve yaşam kalitesinin artırılması için yer yaştaki insanın düzenli ve bilinçli spor yapması gereklidir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 UZ. ECZ. DENİZ ÖZAY, DR. HANEFİ ÖZBEK SB İlaç Eczalık Genel Müdürlüğü Kozmetiği Tükenmeden Tüketin Kozmetik ürünler, hayatımızın vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Hiç kozmetik kullanmıyorum diyenler bile her gün bir veya birkaç tane kozmetik ürünü kullanmaktadır. Elimizi ve yüzümüzü yıkadığımız sabunu, dişlerimizi fırçaladığımız diş macununu, saçımızı yıkadığımız şampuanı hiç göz ardı edebilir miyiz? Ancak tüketici olarak, kozmetik ürünleri bilinçli ve etkin ne kadar kullanabilmekteyiz? Kullanırken nelere dikkat ediyoruz veya nelere dikkat etmeliyiz? Bu soruları aslında tükettiğimiz tüm ürünler için soruyor olmamız Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 ve tükettiğimiz ürünlerin bizleri tüketip tüketmediği bilincine varmamız gerekir. Tüketicinin korunması ve bilgilendirilmesi amacı ile kozmetik ürünlerin ambalaj bilgilerine dair esaslar Kozmetik Yönetmeliği’nde ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Kozmetik üreticileri, Yönetmelikteki bu esasları ambalajlarında belirtmek ve gerekli bilgileri tüketiciye ulaştırmak zorundadır. Kozmetik ürünlerin ambalajlarlarında silinemez, kolayca görünebilir ve okunabilir olarak aşağıdaki bilgiler bulunmak zorundadır. 56 Ürünü piyasaya arz eden firmanın adı, unvanı, açık adresi, Uğırlık veya hacim olarak ambalajlama anındaki nominal miktar, Sinimum dayanma tarihi veya ürün açıldıktan sonra tüketiciye zarar vermeden kullanılabileceği süre, Mullanımda alınması gereken özel tedbirler, Üretim kodu veya şarj numarası, Ürünün fonksiyonu, Ürünün içerik maddeleri listesi (formülü) Bu başlıkları detaylandırırsak; İthal veya imal eden üreticinin adı ve adresi mutlaka olmalıdır. Çünkü tüketici memnuniyetsizliğinin bildirilebilmesi için bir yazışma adresinin olması gereklidir. Ambalaj içeriğinin, gram veya ml. olarak net miktarının belirtilmesi gerekir. Tüketicilerin merak ettikleri ve yaygın olarak bilinen “Son kullanma tarihi” denen kozmetik mevzuatında “minimum dayanma tarihi” olarak geçen tarih ambalajların üzerinde aranır. Ancak kozmetik ürünlerde ürünün dayanma süresi 30 ayı geçmiyor ise minimum dayanma tarihini yazmak mecburiyeti vardır. Örneğin bir kozmetik ürünün 24 ay minimum dayanma tarihi var ise bu tarihi ay ve yıl olarak ambalajda belirtmek zorundadır. Eğer bu süre 30 ayı geçiyor ise bu tarihi belirtmek zorunda değildir. Tüketici ambalajda minimum dayanma tarihini görmediği takdirde, üzerinde kapağı açılmış kavanoz sembolünü aramalıdır. Tüketicinin ürünü kullanmaya başladığı andan itibaren en fazla kullanabileceği süreyi belirten bu sembolün kapalı sistem ürünlerde (örneğin deodorantlar, parfüm, EDT) yer alması gerekmez. Bazı ürünlerin içeriğinde yer alan maddelerden ileri gelen uyarıların ambalajlarda belirtilmesi gerekir. Örneğin ter önleyici bir madde olan alüminyum zirkonyum klorit içeren ürünün ambalaj bilgisinde, “tahriş olmuş hasarlı ciltlere uygulamayın” ifadesinin ambalaj üzerinde bulunması zorunludur. Bu uyarıların ambalajda yer alması, tüketicinin ürünü kullanırken bilgilenmesi açısından önemlidir. Ürün ambalajının gereken bilgileri içeremeyecek düzeyde küçük olması durumunda ambalaj üzerinde “kullanma talimatına bakınız” sembolünün yer alması gerekir. Tüketici güvenliği açısından önemli olan diğer bir ambalaj bilgisi de seri numarasıdır. Bir üründe mevzuata bilgisinde mutlaka ürünün fonksiyonu, yani ne amaçla ve ne şekilde kullanıldığı ambalajda belirtilmelidir. Tüketici kullandığı ürünün içeriğindeki maddelerin ne olduğunu bilme hakkına da sahiptir. Bu nedenle ürünün içeriğindeki maddeler, oranı yüksek olandan az olana göre ambalaj üzerinde belirtilmelidir. Tüketicinin ürünün içeriğinde yer alan parfüm veya aromanın hangi türden olduğunu oluşabilecek alerjik reaksiyonlar nedeniyle bilme hakkına sahiptir. Bu nedenle ürünün içeriğinde yer alan parfüm ve aromaların hangi maddeler olduğunun ambalaj üzerinde verilmesi gereklidir. Tüm bu bilgiler ambalajın küçük olması, pratik olarak bilgilerin yer almasının mümkün olmadığı uygunsuzluk tespiti durumunda ürünün piyasadan geri çekilmesinde seri numarası bilgisi önem kazanmaktadır. Ambalajda seri numarası bulunmuyor ise, ürünün tüm serileri piyasadan toplatılır. Uygunsuz olmayan ürünler de bu arada toplatılmış olur. Bu durum, üretici ve ülke ekonomisi açısından değerlendirildiğinde önem kazanmaktadır. Tüketici kullandığı bir ürünü ne amaçla kullandığını bilmek zorundadır. Bu nedenle ambalaj 57 durumlarda ürüne ekli olarak etiket, bant veya kartla verilebilir. Ayrıca ambalaj bilgilerinde tanıtım, reklamların da kullanılan metin, isimler, ticari marka, resim, figüratif desenler veya şekiller, ürünlerin gerçekte sahip olmadıkları nitelikler varmış gibi kullanılamaz ve imada bulunamaz. Bu türden bilgi veya imaları içeren kozmetik ürün ambalajları tüketiciyi yanıltacaktır. Bilinçli bir tüketicinin kozmetik ürünleri satın alırken yukarıda sayılan hususlara dikkat etmesi gerekmektedir. Ayrıca kozmetik ürün kullanırken istenmeyen bir etki oluştuğunda en yakın sağlık kuruluşuna gidilmeli ve ürün ile ilgili şikayetin üretici firmaya ve Sağlık Bakanlığına bildirilmesi gerekir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 OP. DR. TAHA MEHMETOĞLU Estetik ve Plastik Cerrahi Doktoru, Nevşehir Burun Estetiği ve Matematik Burun estetiğini anlatmadan önce güzellik kavramından ve bunun matematiksel anlamlarından bahsetmekte fayda vardır. Güzellik göreceli midir? Her zaman değil! İsviçreli bir doktor onu ölçmenin çok eski bir prensibini keşfetti. Ve ortaya şu sonuç çıktı: Güzelliğin asıl önemli detayı orandır. Burun estetiğindeki oranları anlatmadan önce doğadaki ve her zaman karşımıza çıkan örneklerdeki estetik oranlardan ve bunun tarihçesine biraz göz atalım. arasındaki ortak özellik rakamlarda gizlidir. Bunlar, matematiğin altın oran olarak adlandırdığı bir oranı gösterir. Bir başka ünlü matematikçi olan Fibonacci’nin ortaya koyduğu sayı dizisi, bir sayının kendinden önce gelen iki sayının toplamına eşit olduğu sayı dizisini gösterir. Bu dizi 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181, 6765... şeklinde devam eder. Altın Oran arasında ilginç bir ilişki vardır. Dizideki ardışık iki sayının oranı, Ünlü matematikçimiz Cahit Arif bir matematikçiydi ve evrene matematiğin gözüyle bakıyordu. Sayılar ve bu sayıların ifade ettikleri aslında çevremizi sarmalayan evrenin temel öğelerini oluşturuyordu. Gerçekten de çevremize baktığımızda doğanın çevremizdeki tezahürünü mükemmel bir biçimde algılayabiliriz. Altın oranın nasıl hesaplandığının göz önüne getirmenin en kolay yolu şu: Bu, bir uzunluğu ikiye böldüğünüzde kısa parçanın uzun parçayla olan oranıyla, uzun parçanın bütüne olan oranın aynı olması durumudur. Bu bize 1,618 sayısını verir. Bu oran vücudumuzdaki başka organlarımız için de geçerli, vücutta kaşların uzunluğu, yüzün eni ve uzunluğu, ağız ve burun genişliği vs gibi. Altın Oran’ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanı sıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında var olan çeşitli oranların da yakın ilişkisi bulunduğu bütün öteki oranlara üstünlüğünün ise çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre insanlar, Altın Oran’a yaklaşan Bir insan, Mısır'daki piramitler, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa adlı tablosu, ayçiçeği, salyangoz, çam kozalağı ve parmaklarınız Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 sayılar büyüdükçe Altın Oran'a yaklaşır. Bu oran 1,618 sayısıdır. İşte piramitlerde, bir insanın yüzünde, Leonardo da Vinci'nin tablosunda ve daha pek çok şeyde var olan bu altın oran, evrenin bir mimar elinden çıkmışçasına hesaplanmış geometrik düzeninin temel sayılarından biridir ve fi (phi) sayısı olarak ifade edilir. 58 orantıları daha çok beğenmektedir. Plastik cerrahi, bilimle sanatın buluşmasıdır. Altın oranın plastik cerrahi alanında da önemli yeri bulunmaktadır. Plastik cerrahi sayısız estetik cerrahi girişimi bünyesinde barındırmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan estetik girişimlerde liposuction, meme büyütme ve göz kapağı ameliyatları ilk üç sırada yer alırken, Türkiye de burun ameliyatları ön plana çıkmaktadır. Bunu ise liposuction olarak da bilinen yağ çekme ameliyatları takip etmektedir. 1960’lı yıllar estetik plastik cerrahinin başlangıç yılları olarak bilinmekte. Daha sonra 1980’lerden sonra estetik plastik cerrahiye olan talep arttı ve estetik ameliyatlar çok yaygınlaşmaya başladı. Şu an estetik plastik cerrahi alanında Türkiye dünyanın en önde gelen ülkeleri arasında yer almaktadır. Burun yüzün en dikkat çeken noktalarından biridir. Büyük, kemerli ya da deforme olması çoğu kez kişide psikolojik sıkıntı yaratır. Burun şekli ırksal ve yöresel özellikler gösterir. Aşırı büyük ve kemerli bir burnun dışında burun şeklinin çirkin olduğunu söyleyebilmek genelde zordur. Zaman ve moda, toplumun genel estetik düşünceleri de güzel burun anlayışında etkilidir. Estetik cerrahlar için güzel burun, yüz oranlarına uyumlu olması gerektiği gibi; kişinin sosyal ve kişisel özelliklerine de uyumlu olmalıdır. İdeal burun ameliyatı için kişinin deri yapısı önemlidir. İnce derili ve çok büyük olmayan burunlarda alınan sonuçlar, kalın, yağlı derili ve çok büyük burunlara göre daha başarılıdır. Nefes alma problemi olanlarda deviasyon ameliyatı muhakkak estetik burun ameliyatı ile aynı seansta yapılır. Burun yüzümüzün ortasında, uzunluk olarak yüzün 1/3 orta bölümünde yerleşen, üzerinden geçen bir vertikal hayali çizgi ile yüzü sağ ve sol hisseye bölen bir organımızdır. Hem fonksiyonel, hem de yüzün estetik görünümü ile plastik cerrahinin önemli ameliyatlarındandır. Burundaki fonksiyonel ve estetik şekil bozukluğu ile çok sık karşılaşıyoruz. Burun operasyonuna rutin, klasik bir operasyon gibi bakmamak lazım. Aynı zamanda sanatsal bir bakış açısını göz önünde bulunduran bir operasyondur. Burun ameliyatlarının temel ilkesi, ameliyattan önce hastanın problemlerinin iyice dinlenmesi, psikolojisinin değerlendirilmesi ve doktorun bunları birleştirerek sanatsal bir yeteneğinin ortaya konması ve hedefin de hastanın mutluluğu yönde olmasıdır. Kısacası bilimin ışığında hastanın psikolojisi ve de güzelliktir. Güzellik gerçek, gerçek do da Vinci Leonar 59 isteklerini de dikkate alarak sanatsal yetenekleri de birleştirilmesi gerekir. Burnumuz sadece yüz estetiğindeki önemi dışında nefes alma organımızdır. Operasyondan önce hastanın şikâyetlerini dinledikten sonra muayene sırasında burundaki yapılar iyice değerlendirilir ve burundaki organlarda patoloji varsa gerek muayene, gerekse de radyolojik yöntemlerle ortaya konulur. Ameliyatta temel amaç solunum yolunu geliştirmek ve buradaki yapılara özenle ve saygı ile yaklaşarak bu yapıları korumaktır. Operasyona karar vermeden önce muayene (elle hissetme, burun içini uygun gereçlerle görüntüleme, endoskopi ve s.gibi) radyolojik değerlendirme (düz röntgen, bilgisayarlı tomografi vs.) gerekmektedir. Hastanın yaşı, psikolojisi, beklentisi her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Yüz gelişiminin tamamlanması ve aynı zamanda hastanın ameliyata kendisinin karar vermiş olması Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 (ailesinin değil) beklentilerini bilmesi bu ameliyat için çok önemlidir. Ameliyat hakkında genel bilgi verilir. (Tampon her zaman gerekmeyebilir, alçı her zaman gerekmeyebilir.) Ameliyat sonrası gelişmeler, bakımlar hakkında bilgilendirilir. Fotoğraflamalar yapılır. Bütün bunlar yapıldıktan sonra ameliyat öncesi psikoloji ve laboratuar işlemlerine başlatırlar. Hospitalizasyondan sonra ameliyat öncesi rahatlatıcı ilaçlar verilebilir. Ameliyat süresi yaklaşık 1–2 saat arasında değişmektedir. Burun şekline göre burundaki probleme göre ameliyat için çoğunlukla 2 teknik kullanılmaktadır. Açık rinoplasti. Burundaki problem açılarak görülerek ameliyat gerektirecek bir durum ise bu yöntem tercih edilir Burun altında 3–4 mm. zaman içinde gözle görünmez hale gelen bir çizgi kalır. Kapalı tekniğe göre şişlikler biraz daha uzun sürer. Kapalı rinoplasti Burundaki sorunlar fazla değilse, tamamen burun içinde yapılan burun estetiği işlemidir. Ameliyat sonrası Tampon konulmuşsa tampon çıkartılır. Alçı genellikle burundaki gerçekleştirilmiş şekli korumak, şişleri azaltmak ve dış etkenlerden korumak için kullanılır. 7–10 gün sonra alçı çıkartılır. Ameliyattan sonra baş yüksekte yatırılır ve burnun darbelerden korunması gerekir, gerekli rahatlatıcı ilaçlar ve 36 saatlik zaman zaman buz uygulamaları yapılabilir,1–2 gün sonra tamponlar (varsa) çıkartılır. Burun temizliği yapılır. Ve önerilerde bulunarak, bakımlar tarif edilir. Burun içi salgı ve küçük pıhtılarla tıkanabilir. Serum fizyolojik spreyler ile sürekli nemli tutulur. Kulak temizleme çöpleri pıhtıları yumuşatır ve kolay çıkmalarını sağlar Sıcak yiyecekler ve aşırı çiğneme gerektiren, hapşırmaya neden olabilecek baharatlı yiyecekler yenmemesi önerilir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Alkol ve sigara (kullanıyorsa) 10 gün yasaklanıyor.1 ay spor yasaklanılabilir. (hatta yüzme bile) Bunun dışında diğer sosyal faaliyetler ve bakımlar hakkında bilgilendiriliyor ve bu konudaki tereddütlerinde doktoruna ulaşması tavsiyesi edilir. Ameliyat sonrası ilk üç ay burun ucunda hafif düşme görülebilir. İlk 3 haftada yumuşak bir şişlik gözlenir. Ancak bu giderek sertleşir. İlk aylardan sonra şişlik çok belli olmaz. Bu şişliklerin çoğu 6 ay sonra kaybolur. Özellikle burun ucunda uyuşukluk vardır. Burna giden üç önemli duyu sinirinden özellikle burun kemikleri arasından çıkan dalın zedelenmesi buna neden olur. Düzelmesi bir yılı geçmez. İlk 1–2 yıl sürecek olgunlaşma ve oturma dönemidir. Burun estetiğinde en önemli noktalardan biri de buruna şekil verirken cinsiyeti de mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Burundaki açılar da bu konuda bizlere çok yardımcı olur. Erkekte feminal bir burun ameliyattan sonra oluşan rahatsızlık ve memnuniyetsizlikler arasındadır. Burun ameliyatlarından sonra erkeklerin yeni burunlarına ve yüzlerine alışmaları daha uzun süreç gerekmektedir. Psikolojik destek gereksinimleri kadınlara göre biraz daha fazladır. Estetik Cerrahi diğer uğraşı alanları arasında estetik ve fonksiyonel burun düzeltilmesi (Rinoplasti, septorinoplasti) dışında, yüz yenileştirme (Yüz germe- göz kapağı ve ağız çevresi revizyonları, kırışıklıkların tedavisi), endoskopik yüzalın germe, kaş kaldırılması, göz kapağı estetiği (Blefaroplasti), kepçe kulak ve kulak kepçesindeki diğer estetik problemlerin düzeltilmesi, çene büyütme ve küçültme operasyonları (Mentoplasti), deride skar (yara izi) ve düzensizliklerin 60 giderilmesi, saç ekimleri- replasmanları, lazer uygulamaları (Yüz soyma, lekelerin ve damar malformasyonlarının giderilmesi, estetik meme operasyonları: Büyütme, küçültme ve dikleştirme, aşırı deri-derialtı yağ dokusunun azaltılmasına yönelik operasyonlar (liposuctionlipektomi), karın germe (Abdominoplasti), bacak kontur düzeltme (yağ alınması, enjeksiyonları veya bacak implantları ile), implantlarla kontur düzeltmeleri (Kalça ve uyluk implantları, erkekte pektoral (göğüs) implantlarbacak implantları gibi), cilt bakımları ve girişimleri mevcuttur. Estetik cerrahide yukarıda listelenen major operasyonlar dışında, lekeler, ince kırışıklar, akne veya eski yara izleri için cilt soyma yöntemleri (lazerle, kimyasal veya mekanik peeling); çukurluk ve kontur bozuklukları için yağ enjeksiyonları (lipofilling); deprese skarlar ve kırışıklıklar için dolgu maddeleri (kollajen, hyaluronik asit gibi); alın ve göz kenarı çizgileri için botoks uygulamaları, dudak kalınlaştırma için yağ ve çeşitli dolgu maddeleri enjeksiyonu gibi yardımcı yöntemler de uygulanmaktadır. 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 Numuneli Ressamlar PARİS’te Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının Ressam Sema Efe öncülüğünde yaptıkları eserlerinden oluşan Anadolu’nun Renkleri Resim Sergisi 10-13 Mart 2011 tarihleri arasında Fransa’da sergilendi. Fransa’nın başkenti Paris’te açılan sergi, başkanlığını Türk kardiyolog Dr. Fıtrat Demir ONGER’in yaptığı Paris Anadolu Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle buluştu. Sergiye Türkiye'nin Paris Başkonsolosu Uğur Arıner başta olmak üzere Paris’te yaşayan sanatseverler büyük ilgi gösterdiler. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 62 Sergide ANEAH Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Hürrem Bodur ve sergide eserleri yer alan ressamlarımız da hazır bulundular. Onger: “Bu güzel eserlerin burada sergilenmesinden büyük mutluluk duyuyorum.” Serginin açılışında bir konuşma yapan Paris Anadolu Kültür Merkezi Başkanı Dr. Fıtrat Demir Onger, “Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan değerli meslektaşlarımızın mesai dışında yaptıkları çalışmalar sonucu ortaya çıkan bu güzel eserleri bugün burada sergilemekten büyük mutluluk PARİS ANADOLU KÜLTÜR MERKEZİ LE CENTRE CULTUREL ANATOLIE DE PARIS Présente Les Couleurs d’Anatolie ANADOLU’NUN RENKLERİ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının eserlerinden oluşan 10 Mart 2011 Perşembe 11 Mart 2011Cuma 12 Mart 2011Cumartesi Saat 17:00 – 21:00 Saat 13:00 – 19:00 Saat 10:00 - 14:00 PARİS ANADOLU KÜLTÜR MERKEZİ • Web : www.cca-anatolie.com T.C. Sağlık Bakanlığı’nın desteğiyle... www.anh.gov.tr T.C. Kültür Bakanlığı’na katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Serginin Tarihçesi: Serginin ilk adımları Hemşire Selma Efe’nin mesai saatleri sonrası Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde verdiği resim dersleri ile başladı. Yoğun katılımın olduğu resim derslerinin ardından sergide sergilenecek resimler oluşmaya başladı. 2010 Yılı Haziran ayında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binasında açılan sergi, yine 2010 yılı Aralık ayında Ankara Armada AVM’de sergilendi. Sergi 10-13 Mart 2011tarihleri arasında Paris-Fransa’da ve sonrasında 14 Marttan itibaren tekrar Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binasında ziyarete açıldı. duyuyoruz. Doktor ve sağlıkçılar yalnız hastalarının sıhhatiyle değil, aynı zamanda fırsat buldukları zaman, kültür ve sanat ile de ilgileniyorlar. Bu ilgi alanları resim oluyor, müzik ve yazı oluyor. İşte bu sergide gördüğünüz eserler bu ilgi sonucu ortaya çıkan güzellikler "dedi. Bodur: “Bu resim sergisini Paris’te açtığımızdan dolayı mutluyum.” Dr. Onger'den sonra söz alan, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Hürrem Bodur ise yaptığı konuşmada, hastanemiz çalışanlarının eserlerinin sergilendiği böyle güzide bir serginin 63 açılışında bulunmaktan son derece memnun olduğunu ifade etti. Bodur, serginin 2010 yılı içerisinde Ankara’da iki defa açıldığını ve büyük beğeni topladığını belirterek, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla birkaç gün sonra tekrar Ankara’da açılacaktır dedi. Efe: “Paris’te resim sergisi açmak yıllardır hayalimdi” Ressam hemşire Sema Efe ise yaptığı konuşmada, dünya sanat başkenti Paris'te Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 436 44 00 Adres: 77 rue La Fayette 75009 PARİS - FRANSA Tel: 01 42 80 04 74 • Fax: 01 42 80 61 12 Metro: Cadet • Otobüs: 26, 32, 42, 43, 48, 85 E-mail: cca-anatolie@wanadoo.fr reklam organizasyon • • • • 0312 10-13 Mart 2011 tarihlerinde FRANSA’da Paris Anadolu Kültür Merkezi’nde sergilenecektir. SERGİ ZİYARET SAATLERİ AVEC ANADOLU’NUN RENKLERİ RESİM SERGİSİ resim sergisi açmayı yıllardır hep hayal ettiğini ve bugün bunun gerçekleşmiş olmasından dolayı büyük sevinç duyduğunu, Paris Anadolu Kültür Merkezi'nin Başkanı Dr. Onger'in kendilerine böyle güzel bir fırsat sunmasından ötürü çok sevinçli olduğunu ifade etti. Sema Efe, Sergilenen eserlerde genel olarak Türkiye'nin özel yerlerini, doğal güzelliklerini ve kültürel yapısını tuvale aktardıklarını belirtti. Arıner: “Bu resimler keyifle yapılmış” Serginin açılış konuşmalarında son sözü Türkiye’nin Başkonsolosu Uğur Arıner yaptı. Başkonsolos Arıner, “Böyle bir güzel serginin açılışına davet edilmek güzel bir şey, ama ortaya konulan eserler bence daha da güzel. Bu serginin açılmasına öncülük eden ve mesai dışında yorgun-argın bir halde yapılan bu eserler bana göre hiç de yorgun bir halde yapıldığını sanmıyorum. Zira bu resimler keyifle yapılmış ve bu kadar güzel eserler yaratılmış. Sanatçıları kutluyorum. Burada bu serginin açılmasına katkı sağlayan, Paris'teki Türk toplumunun yakinen tanıdığı ve Türk kültürüne yaptığı katkılarla her zaman gurur duyduğumuz Dr. Demir Onger'e sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum" dedi. Zengin: “Bu serginin Türk ve Fransız halkları arasındaki işbirliğinin pekişmesine katkı sağlamasını dilerim.” Ankara’daki yoğun programından dolayı Paris’teki sergiye katılamayan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Nurullah Zengin’in sergiye katılanlara hitaben gönderdiği mesajda şöyle dedi: “Binlerce yıllık geçmişi ile Anadolu’nun mirası olan renkleri tuvale taşıyan, kendileri ile aynı hastanede birlikte çalışmaktan mutlu olduğum, onur duyduğum mesai arkadaşlarımın Paris Anadolu Kültür Merkezi’nde açmış bulundukları Anadolu’nun Renkleri Resim Sergisi’nde sizlerle birlikte olamamanın hüznünü yaşıyorum. Yüzlerce yıllık tarihi Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 geçmişimiz olan Fransız halkı ile aramızda ki işbirliğinin daha da pekişmesine katkı sağlayacağını düşündüğüm bu serginin hayırlı olmasını dilerim. Bu vesile ile eserleri sergilenen ressamlarımıza, serginin Paris’te açılmasında katkı sağlayanlara, özellikle Büyükelçilik yetkililerimize, Paris Anadolu Kültür Merkezi Yöneticilerine teşekkür ederim.” Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Sağlık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dış İşleri Bakanlığı, Devlet Bakanlıklarımız adına gönderilen mesajların okunmasından sonra serginin açılış kurdelesi kesildi. Daha sonra Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi adına Paris Başkonsolosu Arıner’e ve Anadolu Kültür Merkezi Başkanı Onger’e günün önemini ve hatırası olarak birer plaket takdim edildi. Eserleri Paris’te sergilenen ressamlarımız: Alp Karademir, Aysel Ç. Hamamcı, Aysel Bilgiç, Ayfer Salman, Aysun Eraslan, Bahadır Külah, Dilek Öztaş, Feriha Karadeniz, Filiz Akyazı, Gül R. Yılmaz, Gülşen Kadıoğlu, Hatice Bodur, Hatice Dirkeç, Işıl Koparal, Kiraz Küçük, Mehmet Acılar, Mine Serpin, Muhterem Erdoğdu, Nalan Akgül, Nevin Türk, Nuran Allı, Saliha Yücel, Serap Şahin, S. Emine Gökçe, Sema Efe, Serpil Duran, Serpil Berktaş, Sevinç Dural, Şengül Can, Yusuf Duran. 64 DOÇ. DR. ALİ TİTİZ ANEAH 1.KBB Kliniği Koklear İmplant İşitme kaybına bağlı olarak gelişen sorunların çözümü, bireyin toplumsal yaşama güçlü bir şekilde katılımını sağlamakta ve yaşam kalitesini arttırmaktadır. Bu sorunun çözümünde, bireyin sahip olduğu işitme kaybı düzeyine bağlı olarak çeşitli seçenekler karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde, bu seçenekler arasında en dikkat çekici uygulamalardan biri de koklear implant ile işitmenin sağlanabilmesidir. Koklear İmplant, işitme cihazlarından az veya hiç yarar sağlayamayan ileri ve çok ileri derecede sensörinöral (sinirsel) işitme kaybı olanlara yardımcı olmak için tasarlanmış elektronik bir aygıttır. Bir Koklear İmplant sistemi iki kısımdan meydana gelir. Bunlar; ameliyat ile yerleştirilen implant parçasının oluşturduğu iç kısım ile konuşma işlemcisi, kontrol ünitesi (mikrofon, hassasiyet ve ses ayar kontrolü), pil yuvası ve aktarıcı mıknatısı içeren dış kısımdır (kulak arkasına takılır). Koklear İmplantın çalışma şekline baktığımızda; sesler, dış parçadaki mikrofon tarafından alınır ve elektriksel sinyallere dönüştürülür. Dış seslerin oluşturduğu sinyaller konuşma işlemcisine ulaşır ve burada kodlanır (özel biçimde şifrelenmiş elektriksel uyarımlar). Uyarımlar aktarıcıya yollanır ve buradan radyo dalgaları vasıtasıyla deriden geçip implant'a ulaşır. İmplantın, koklea'da bulunan elektrotlarına bir dizi elektriksel uyarım kurgusu yollanır. Elektriksel olarak direkt uyarılan işitme siniri uyarımları alır ve beyindeki üst merkezlere yollar. Beyin bu sinyalleri ses olarak algılar. Doğuştan veya sonradan sensörinöral (sinirsel) işitme kaybına uğrayan çocuklar veya yetişkinler, Koklear İmplant’ tan her iki kulak içinde etkin bir biçimde yarar sağlayabilir. Tabii ki bu sistemin uygulanmasından ne kadar yarar sağlanacağını kesin tahmin etmek mümkün olmamakla birlikte çeşitli değerlendirmeler uygulamanın başarısı için gereklidir. Bu değerlendirmeler özel implant merkezi olan kurumlarda, pek çok aşamayı içerecek şekilde multidisipliner bir ekip tarafından gerçekleştirilir. 65 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Bu ekip içerisinde aşağıdaki branşlar yer almaktadır; yapılamayacağı tıbbi sorunların olmaması, 1. Otolog (Kulak Burun Boğaz Uzmanı); Medikal değerlendirme (işitme kaybı sebeplerinin araştırılması ve genel sağlık durumunun değerlendirilmesi) ve koklear implant cerrahisinin uygulayıcısı, 2. Odyolog; İşitmenin değerlendirilmesi, konuşma işlemcisinin programlanması ve takip, 3. Eğitim odyoloğu; Ameliyat öncesi ve sonrası konuşma ile lisan değerlendirilmesi ve ameliyat sonrası konuşma eğitiminin düzenlenmesi, 4. Psikolog; Psikolojik değerlendirme ve aile desteği, 5. Radyolog; Ameliyat öncesi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans ile radyolojik değerlendirme, 6. Nörolog, Göz Hastalıkları Uzmanı ve Psikiatri Uzmanı; İmplant adaylarında karşılaşılan özel durumlarda destek için ekibe dahil olan uzmanlık dalları (burada adı geçmeyen diğer uzmanlık dalları ile de her zaman irtibat kurulabilir). Genel olarak bu koşulları sağlayan adaylarda, 5 yaşından önce tercihen 3 yaştan önce Koklear İmplant uygulaması yapılırsa çalışmalar implant başarısının en yüksek olduğunu göstermektedir. Ne kadar uzun süre ileri derecede işitme kaybı ile yaşanmışsa, implant'tan yarar elde etme de o kadar azalacaktır. Koklear İmplant’ ın kimlere uygulanabileceği konusundaki genel kriterlere bakacak olursak; 1. Çocuklar için; a. Bilateral ileri veya çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı, b. Hastanın işitme cihazı ile ses deneyiminin olması, c. İşitme cihazından çok az veya hiç yararlanmaması (hasta en az 3 ila 6 ay izlenmeli), d. Alilenin iyi motive ve beklentilerinin gerçekçi olması, e. Ailenin ameliyat öncesi ve sonrası eğitim programlarını takip edebilecek karalılıkta olması, f. İşitme cihazı ile yapılan uygun konuşma testlerinde ve rehabilitasyon programında yeterli performansı göstermesi g. Uygulamanın kesin olarak Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 2. Erişkinler için; a. Bilateral çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı ( Saf ses hava yolu ve kemik yolu işitme eşikleri; 1000, 2000, 3000 ve 4000 Hz’ lerdeki ortalama eşiklerin 90 dB’den daha kötü olması ve işitme cihazı ile konuşmayı ayırt etme skorunun %30’un altında olması ), b. Çocuklar için olan genel kriterler erişkinler içinde geçerlidir, Çocuklarda olduğu gibi lisan yaşı ile kronolojik yaş arasındaki fark 3-4 yaş üzerinde ve işitme cihazı deneyimi olmamış ise implant uygulaması başarısı büyük ölçüde azalmaktadır. Uygun hastaların belirlenmesinde yukarıdaki kriterlerin içinde niçin Koklear İmplant’ ın uygun olmayacağının cevabının da verilmesi gereklidir. 66 Koklear İmplant sistemleri dünyanın her yerinde binlerce insan tarafından başarıyla kullanılmasına rağmen bazı özel durumlar Koklear İmplant'ı birey için uygun kılmayabilir. Bu özel durumların bazıları şunlardır: 1. İşitme "çok iyidir"; İyi ayarlanmış bir işitme cihazı bir kişiye yeterli konuşma ve anlama kapasitesi sağlıyorsa (dudak okuma yardımı ile bile olsa) bu seçenek Koklear İmplant'tan daha iyidir, 2. Çok uzun süre ileri derecede işitme kaybı; Eğer işitsel sinir hiç veya çok uzun zamandır uyarılmadıysa, ses bilgilerinin beyine yeterli biçimde iletilmesi mümkün olmayabilir, 3. İşitme kaybının ana nedeni koklea değildir; İşitme kaybının nedeni iç kulak ile ilgili değilse Koklear İmplant yarar sağlayamaz, 4. Ameliyatın başarısız olma olasılığı; Eğer Koklea, elektrotları alamayacak kadar kötü durumda veya işitsel sinir hasarlı veya mevcut değilse standart Koklear İmplant'ın yarar sağlaması olanaksızdır, 5. Tıbbi olarak uygunsuzluk; Hasta anestezi ve ameliyata dayanabilecek kadar sağlıklı olmalıdır. Ayrıca hasta ameliyat sonrası programlara uyacak ve cihazın dış parçalarını takacak koşullarda olmalıdır. 6. Uygun olmayan beklentiler; Hastalar ve ailelerinin Koklear İmplant sistemlerinin sağlayacağı yararlar konusunda gerçekci beklentiler içinde olmaları çok önemlidir. 7. Aile veya eğiticilerin yetersiz desteği; Koklear İmplant sistemin başarılı olması için ailenin veya hastaya bakanların desteği çok önemli bir faktördür. Özellikle çocuklarda bu tür destek yaşamsal önem taşır. Koklear İmplant için uygun adayın belirlenmesi ile implanttan nasıl yarar sağlanacağını şu şekilde özetlenebilir; 1. Günlük sesleri işitme; neredeyse tüm kullanıcılar, çevresel sesleri duyma yeteneğine sahip olurlar ki, bu şekilde trafik, alarım veya siren gibi sesleri duyacaklarından daha güvenli olacaklardır, 2. Konuşmayı anlama; özellikle çocuklarda bu algılama zaman almaktadır. Bu şekilde bireyin günlük iletişimi kolaylaşmakta ve dudak okumaya gereksinim azalmakta hatta bazılarında ortadan kalkmaktadır, 3. Konuşma becerisi; kullanıcı kendi konuşmalarını ve başkalarının konuşmalarını işiterek kendi konuşmasını düzeltebilir. Bu şekilde müzik faaliyetlerini de içerebilen sosyal ve eğitsel faliyetlerde başarı şansını yakalayabilirler, 4. Telefon kullanımı; Dudak okuma olmaksızın konuşmayı anlamaya başlayan kullanıcılar telefonla konuşma yeteneğinide kazanabilirler. Her açıdan ameliyat için hazır olan aday için Koklear İmplant operasyonu genel anestezi altında yaklaşık 2-4 saat sürer. Koklear İmplant operasyonu riski diğer kulak operasyonları ile eş değerdedir. Kulak arkasındaki operasyon bölgesinde saç traş edilir. Kulak arkası kemikte implant için yer açılır. İç kulağa küçük delik açılır. Elektrot taşıyıcısı kokleaya (iç kulağa) sokulur. Elektrot taşıyıcısı ve implant paketi sabitlenir. Yara kapatılmadan önce elektrot fonksiyonu test edilir. Genellikle hastalar ayıldığında rahatsızlık duymaz. Ameliyat sonrası infeksiyon riski açısından koruyucu antibiyotik tedavisi verilir. Hastanın ihtiyacı olursa ağrı kesici verilebilir. Hastalar genellikle aynı gün içinde ayağa kalkarlar. Hastanede kalış süresi genellikle 3 ila 5 gün kadardır. Konuşma işlemcisi operasyondan 3-6 hafta sonra takılır. Bu işlem odyolog tarafından yapılır. Her kullanıcı için özel olarak ayarlanır. Konuşma işlemcisinin programı sesin tınısı, gürlüğü ve zamanlama ayarlarını içermektedir. Bu ayarlama sırasında konuşma işlemcisi bilgisayara bağlanır. Bilgisayar, kontrol edilmiş seviyelerde sinyaller üretir. Kullanıcı için duyabileceği en az ses seviyesi (eşik seviyesi) ve en yüksek fakat rahatsız etmeyen ses seviyesi (en rahat seviyesi) belirlenir Kokleanın içindeki tüm elektrotlar için bu iki seviye ayrı ayrı saptanır. Bu bilgi kullanılarak bir program yaratılır. Bu program, sesleri bu iki seviyenin arasında yerleştirir. Böylece sesler duyulur, fakat hastayı rahatsız etmez. Takip eden seanslarda bu program tekrar ayarlanır. Takip sürecinde, kullanıcı ve ailesi koklear implant ekibi tarafından en büyük yararı sağlamak için düzenlenmiş takip programına mutlaka uymalıdır. Takip programı, kliniklere bağlı olmakla birlikte aşağıdakileri aşamaları kapsayabilir; 1. Yardım, tavsiye ve destek; yardım sadece teknik sorunlar için değil, genel sorunlar içinde sağlanmalıdır. Ekip koklear implant kullanıcıları ve aileleri için destek grupları hakkında bilgi verir. Koklear İmplant sistemlerin kullanımı genellikle kolay olmasına karşın, bazı 67 önlemler alınmalıdır; a. Cihazın dış parçası daima kuru olmalı, b. Radyo dalgaları bazı kullanıcılar için geçici olarak sesin bozulmasına neden olabilir, c. Başa ciddi darbe etkisi yapabilecek boks ve benzeri sporlardan kaçınılmalı, d. Cihazın bozulması riski; herhangi teknik bir cihazda olduğu gibi, İmplant'ın da küçük bir bozulma riski vardır. Çok ender olarak görülmesine rağmen, böyle bir durumda, yeni bir cihaz ile değişim yapılmalı, 2. Düzenli tıbbi muayeneler; ameliyat sahası ve bireyin genel sağlık durumu düzenli olarak doktor tarafından kontrol edilir, 3. Konuşma işlemcisinin düzenli olarak tekrar programlanması; kullanıcılar işlemcinin yeniden programlanması için düzenli olarak takibe gelmelidir. Bu sayede odyolog implantın fonksiyonlarını kontrol edebilir. Odyolog küçük değişiklikler, iyileştirmeler yapabilir, böylece kullanıcı sistemden en büyük yararı sağlamaya devam eder, 4. Konuşma ve dil terapisi; özellikle çocuklar için düzenli konuşma ve dil terapisi eğitim odyoloğu tarafından düzenlenir, 5. Çocuklar için eğitsel tavsiye ve destek; çocuklar, işitme engelliler ile çalışmaya yetkili eğitimci uzman ile düzenli bir bağlantı kurarlar. Bu şekilde çocuğun gelişimi kayıt altına alınmış olur. Sonuç olarak, ilk tek kanallı implantın takıldığı 1961’den bugüne koklear implant uygulanan hastalarda dikkat çekici sonuçlar alınacağını kimse tahmin edemezdi. Ülkemizde de 1987 yılında Eskişehir’ de Dr. Bekir Altay tarafından başlatılan ve 2005 yılından beri Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniklerinde de yoğun bir şekilde başarı ile yapılan Koklear İmplant uygulamalarında ki gelişmelerin gelecek yıllarda artarak devam edeceği açıkça görülmektedir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 OP. DR. SEDEF KUTLUK ANEAH 1. Göz Kl. Başasistanı Çocuklarda Göz Tembelliğine Dikkat! Göz tembelliği (ambliyopi), çocukluk döneminde normal görmenin gelişmediği, yapısı normal görünse de gözlük veya kontakt lens düzeltmesi ile görme azlığı sorununun devam ettiği bir durumdur. Genellikle tek gözde görülür ama her iki gözde de görme azlığı gelişebilir. Erken çocukluk döneminde sağlıklı görmenin sağlanamasıyla oluşan göz tembelliği, toplumda %3 oranında görülür. Çocukların meslek seçimi ve yaşam kalitesini etkileyecek kalıcı görme azlığı gelişmemesi için, bu çocukların erken bebeklik-çocukluk yıllarında tedavi edilmesi gerekir. Eğer bir göz tüm düzeltmelere rağmen tam kapasiteli göremiyorsa, bu durum kişinin hayatında olumsuz bazı etkilere de yol açacak ve bazı meslekleri seçmesi sorun olacaktır. Ayrıca, gözlerden birinin kaza sonucu Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 68 kaybedildiği bir durumda diğer gözün durumu kişinin hayatını sürdürebilmesi için önem kazanacaktır. Bu nedenle, göz tembelliği tanısı erken yaşlarda konmalı ve tedavi edilmelidir. Normal görme nasıl gelişir? Bebekler doğduklarında belirli oranlarda görebilirler, gözlerini kullandıkça görme potansiyelleri artar. Üç boyutlu görme ilk 6 ay içinde gelişmeye başlar ve elastik bir yapıya sahip olan görme sistemi, ilk 9 yaş içinde gelişimini tamamlar, daha sonra belirgin bir değişiklik olmaz. Bu süreçte, bir veya her iki gözden gelen görüntünün beyne gitmesini engelleyen bir göz patolojisi olursa görme gelişimi ve üç boyutlu görme yavaş yavaş bozulur. Normal görsel gelişim için, her iki gözde görmeler eşit ve net olmalı ve gözlerde kayma olmamalıdır. Gözlerden biri, değişik nedenlerle, yeterince kullanılmazsa görme gelişemez, hatta azalabilir. İlk 9 yaş içinde, görme gelişimi gözdeki patolojilerden etkilenebileceği gibi, gelişebilecek görme azlığının tedavisine yanıtlar da en iyi bu dönemde alınmaktadır. Kalıcı görme azlığını önlemenin tek yolu, çocukların bu süreçte muayenesi ile tanı konması ve tedavi başlanmasıdır. Çocuklarda göz muayenesi ne zaman yapılmalıdır? Herhangi bir sorunu olmasa da tüm çocukların 3 yaşına kadar bir göz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir. Gerekli hallerde, ailede benzer bir hastalık varsa veya aile bireyleri veya çocuk doktoru tarafından bir göz problemi tespit edilmişse, çok erken dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir. Bebeklik ve çocukluk döneminde göz muayenelerinin sıklığı ne olmalıdır? Göz hastalıklarının tarama ve muayene yöntemleri çocuğun yaş grubuna göre farklılık gösterir, gözle ilgili şikayeti veya hastalık belirtisi olmayan sağlıklı çocukların göz muayenelerinin aşağıda belirtilen aralıklarla yapılması önerilmektedir: - Bebek doğduğunda, doğum travması hasarının, doğuştan katarakt veya diğer göz anomalilerinin tespiti için, - Erken çocukluk (2-3 yaşları) döneminde, gözlerdeki kırılma kusurlarının veya şaşılığın tespiti ve göz tembelliğinin ortaya çıkarılması için göz doktoru tarafından görülmesi gereklidir. – Çocukluk döneminde; okul öncesi ve okul çağında kırılma kusurlarının ve göz tembelliğinin tespiti, tedavisi ve takibi için, -18-20 yaş döneminde; kırılma kusurlarındaki ilerlemenin durduğunun tespiti ve uygun tedavinin önerilmesi açısından göz muayenelerinin yapılması önerilmektedir. Göz tembelliği nasıl teşhis edilir? Göz tembelliğinin aileler tarafından fark edilmesi zordur; çocuk tek gözünün az gördüğünün farkında değildir veya iki gözü de az gören çocuk herkesin öyle gördüğünü zannederek şikayet etmez. Bu nedenle, şikayeti olmasa da her çocuğun 3 yaşına kadar bir göz doktoru tarafından görülmesi gerekir. Çocuklarda görme muayeneleri, 3,5-4 yaş öncesinde oldukça zordur. Büyük çocuklarda göz tembelliği tanısı, iki göz arasında görme farkının bulunmasıyla konur. Daha küçük çocuklarda ve bebeklerde görme keskinliğinin tespiti zor olduğu için, sağlam gözün doktor tarafından kapatılmasına bebeğin verdiği tepki değerlendirilerek göz tembelliği olan göz tespit edilmeye çalışılır. Dört yaş öncesi çocukların muayenesinde, gözlerde herhangi bir kayma olup olmadığı, gözün saydam ortamlarında herhangi bir bulanıklık olup olmadığı değerlendirilir ve göz bebeği bir damla ile genişletilerek gözlerin refraksiyon değerleri (kırma kusuru) ölçülür. Muayenede, her iki gözde veya gözlerden birinde diğerine göre yüksek kırma kusuru tespit edilmesi göz tembelliği gelişimi açısından risk oluşturacağından, tedavi başlanması gerekir. Kırma kusuru muayenesi dışında, göz dibi muayenesi ile retina (görme zarı) ve optik sinir (görme siniri) değerlendirilmesi de yapılarak çocukların muayenesi tamamlanır. 69 Neler göz tembelliğine yol açabilir? Göz tembelliği, erken bebeklik ve çocukluk döneminde gözlerin normal kullanımını engelleyen her türlü durumda ortaya çıkabilir. Göz tembelliğine yol açan durumlar çoğu kez kalıtsaldır, bu nedenle ailesinde göz tembelliği olan çocuklar erken yaşlarda mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmelidir. Göz tembelliğinin 3 temel nedeni vardır; I Şaşılık; şaşılığa bağlı her iki gözde de görme azlığı oluşabileceği gibi, özellikle tek gözde kayma olan çocuklarda kayan gözde genellikle tembellik gelişmektedir. Aileler çoğu kez, çocuklarının gözlerindeki kaymayı erken yaşta fark ederek doktora getirdikleri için bu tip göz tembelliğinin tespiti ve tedavinin başlanması daha erken yaşlarda olmaktadır. I Kırma kusurları; mevcut yüksek kırma kusuru nedeni ile bir göz diğerine göre Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 çok bulanık görmekte ise bu göz görsel gelişimini tamamlayamayarak tembel hale gelmektedir. Dış görünüşte gözlerde herhangi bir problem olmadığı için, tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği tipi budur. Aileler çocuklarının gözünde görme azlığını fark edemedikleri için bu çocukların göz muayenesi okul dönemine kadar gecikmekte ve bu durumda da çoğu kez geç kalınmış olmaktadır. Bu nedenle 3 yaş öncesinde tüm çocukların, şikayet olsun olmasın, mutlak surette göz muayenesi olmaları gerekmektedir. I Saydam olması gereken göz dokularında bulanıklık olması; en sık nedeni katarakt varlığıdır. Özellikle doğuştan katarakt varlığına bağlı göz tembelliği en erken gelişen ve en ciddi göz tembelliğidir. Bu nedenle, her yeni doğanın çocuk doktoru tarafından bu açıdan değerlendirilmesi ve uygulanması kolay bir test olan “kırmızı yansıma test”ine tabi tutularak bir anormallik tespiti halinde acilen göz doktoruna yönlendirilmesi gerekir. Doğumsal katarakt mümkün olan en kısa zamanda cerrahi olarak tedavi edilmeli ve göz tembelliğini önleyici tedavi başlanmalıdır. Katarakt dışında, göz içi Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 tümörleri de göz dokularında bulanıklık yaratarak gözde görme azlığı ve kaymaya neden olmaktadır. Özellikle bu çocuklarda, erken yaştaki göz muayeneleri ile erken tanı ve tedavinin bu çocuklar için hayati önem taşıdığı aşikardır. geçilir. Tedavinin başında, çocuk ve ailesine tedavinin önemi ve tedavi süresince yapılacaklar anlatılır, tedavi uzun süreli ve işbirliği gerektiren bir tedavi olduğu için tedavinin çocuğun kendi ve geleceği için önemi vurgulanmalıdır. Göz tembelliği nasıl tedavi edilir? Göz tembelliği tedavisinin esası, az gören gözün kullandırılmasına dayanır; bu durum sağlam gözü bandajla kapatarak veya damla ile sağlam gözün görmesini bulanıklaştırarak sağlanır, bu sırada çocuğun az gören gözünü, özellikle yakın işler sırasında, kullanması istenir. Tedavi genellikle, sağlam gözün özel bir bandajla aylar bazen yıllar boyunca kapatılması ile yapılır. Tedavinin süresi; göz tembelliğinin hangi yaşta tespit edildiğine, çocuğun yaşına, görme azlığının düzeyine (göz tembelliğinin ciddiyetine) göre ayarlanır, bu kriterler tedavinin başarısını da etkileyen kriterlerdir. Az gören gözleri ile sevdikleri işleri yapmaya zorlanan çocuklar genellikle bu tedaviden hiç hoşlanmazlar ve çoğu kez yapmayı reddederler. Yaşamları boyunca göz tembelliği nedeniyle yaşayacakları Göz tembelliği tedavisi, çocuğun ve ailenin doktorla işbirliği içinde olmasını gerektiren, sabır isteyen, uzun süreli bir tedavidir. Az görmenin teşhis ve tedavisinin, ilk 9 yaş içinde, tercihen erken çocukluk yıllarında yapılması gerekir. Doğuştan katarakt gibi derin görme bozukluğu yapan göz problemlerinde ilk bir-üç ay içinde katarakt alınarak tedavinin başlaması gerekir. Göz tembelliği tedavisi, ne kadar erken yaşta başlarsa o kadar başarılı ve görme artışı o kadar kalıcı olacaktır. Göz tembelliği tedavisinde öncelikle, göz doktoru tarafından tespit edilen kırma kusuru reçete edilerek çocuğun bu gözlükleri kullanması önerilir. Bir kaç ay sonra yapılan muayenesinde, az görme devam ediyorsa göz tembelliği tedavisine 70 sıkıntıları anlamış ve idrak etmiş aile bireylerinin çocuklarına sabırla yaklaşarak onların bu tedavi sürecine katılımlarını sağlamak tedavinin esasını oluşturmaktadır. Şaşılığı olan ve buna bağlı göz tembelliği olan çocuklarda da, genellikle ameliyat öncesi belli bir dönem kapama tedavisi yapılarak göz tembelliği giderilmeye çalışılır, bu tedavi aynı zamanda cerrahi tedavinin başarısını da etkileyecektir. Aileler, kayma ameliyatı sonrası her şeyin yoluna girdiğini düşünerek kapama tedavisini bırakabilirler, kapama tedavisinin şaşılık ameliyatı sonrası da gerekirse devam edebileceği ailelere anlatılmalıdır. Katarakt gibi görmeyi engelleyen göz problemlerinde de cerrahi ile katarakt alındıktan sonra görme azlığının tedavisi gerekir. Tek başına cerrahi müdahale, oluşmuş olan göz tembelliğini gidermez! Cerrahi tedavi, göz tembelliği nedenini ortadan kaldırır, ancak az görmenin kapama tedavisi yapılarak arttırılması gerekir. Unutulmamalıdır ki, ambliyopi, az gören gözde görme azlığına yol açan nedenin ortadan kaldırılmasıyla tedavi edilmez. Az görme nedeninin ortadan kaldırılması tedavinin bir bölümüdür, ama tedavinin esas önemli ve uzun süren bölümü az gören gözün uygun yaşta verilecek uygun bir tedavi ile kuvvetlendirilmesidir. Göz tembelliği tedavisinin başarısı, görme azlığının ciddiyetine ve tedavinin ne kadar erken yaşta başladığına bağlıdır. Göz tembelliği tedavi edilmezse ne olur? Az gören gözde ciddi bir görme azlığı oluşabilir. Göz tembelliği, çocukluk döneminde çocukların öğrenmesini ve okul başarısını olumsuz etkileyeceği gibi, sonraki yaşlarda da bu çocukların bazı meslek gruplarına girmesine engel teşkil edecektir. Birçok meslek için (pilotluk, polislik, askerlik gibi) her iki gözde tam görme şart tutulmaktadır, göz tembelliği olanların bu meslekleri seçmesi imkansız olacaktır. Az gören gözde ilerde, görmemeye bağlı kayma gelişebilir, bu durum az görme yanında onlar için estetik bir problem oluşturacak ve sosyal bir kaygı yaratabilecektir. İki gözle derinlik hissi kaybedilebilir. Bu durum çocukların, derinlik hissinin önemli olduğu pilotluk, cerrahlık gibi bazı meslek gruplarına girmesine engel teşkil edeceği gibi, masa tenisi, tenis gibi spor dallarında başarısız olmalarına neden olacaktır. İyi gören göz kaza ile yaralanırsa veya az görme gelişirse, gözlerde hayat boyu ciddi bir görme azlığı oluşacaktır. 9 yaş sonrasında yapılacak tedavilerde başarı şansı çok azalmakta ve görme artışı kalıcı olmamaktadır. Çocukluk yaş grubunda, özellikle katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinin tanı ve tedavisinde çok hızlı davranmak gerekir, özellikle erken bebeklik döneminde yapılacak uygun cerrahiyi takiben göz tembelliğini önleyici tedaviler önünde uzun bir ömür olan çocukların geleceği açısından oldukça önemlidir. Tekrar vurgulamak gerekirse; göz tembelliği önlenebilir bir göz problemidir! Önlerinde uzun bir yaşam olan çocuklarımızın mesleki tercihlerinde ve hayat başarısı ve yaşam kalitesinde oldukça önemli olan görmenin, erken değerlendirilmesi, göz problemleri ve/veya göz tembelliğinin erken tespiti ve tedavisi için, tüm çocukların-şikâyet olsun olmasın- 3 yaşına kadar mutlaka göz muayenesi olmaları gerekmektedir. I Geçtiğimiz sayıda yazının yazarı sehven yanlış yazılmıştır. Yazarımızdan özür diler, düzeltiriz. Göz tembelliği önlenebilir bir problemdir! Göz tembelliği tedavisinin başarısında en önemli nokta, göz tembelliğinin teşhis zamanıdır. Erken teşhis ve hemen başlanacak uygun tedavi ile çoğu kez normal görme seviyesine ulaşılabilmektedir. Dokuz yaşına kadar yapılan tedavilerde başarı şansı daha yüksek iken, 71 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Murat YAKIN Müzik Tarihi ve Zoraki Besteci Bir besteci oturup günlerce, aylarca bir beste üzerine düşünüp sonunda çalışmasını tamamlar. Bu gerçekleştiğinde besteci büyük bir haz duyar. Bir bestecinin işini buraya kadar, bu çok özet hali ile, önceki yazımızda ele almıştık. O yazının sonunda bestenin seslendirilmesi aşamasının ayrı bir hikaye olduğundan bahsetmiştik. Aslında demek istediğimiz şey şuydu: Bir bestenin bitmiş olması iyi bir şey midir, kötü bir şey mi? Önceki yazıyı okumuş olanların soru dolu bakışlarını görür gibiyim. Ama bu soruyu çok ciddi olarak soruyorum. Şöyle ki: Bazen bir besteci projesini, daha önce bahsettiğimiz üzere, ortaya konulmuş estetik problemler ve onlara getirilen çözümler ile birlikte, son derece başarılı bir şekilde bitirmiş olsa ve büyük bir haz yaşasa bile acı çekmeye devam eder. Nasıl mı? Bunu açıklamak için ufacık bir felsefe hamlesi yapalım: Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 72 Ortaya konulmuş ve çözüme ulaştırılmış estetik problemler duyulup, görülüp, anlaşılmayı bekler. Bu bilinmek isteme eğilimidir. Bilinmek isteme eğilimi, genellikle bestecinin şahsına atfedilen bir şeydir, fakat çoğu durumda aslında bestecinin egosu değildir; aslında bu bilinmek isteme eğilimi dediğimiz şey, çözümlenmiş bir problemin doğal isteğidir. Çünkü bu duygu diğer disiplinlerde de mevcuttur. Newton fiziğinin açıklayamadığı bazı gezegen hareketlerini gayet başarılı bir şekilde açıklayabilen Einstein’ın Görelilik Kuramı, eğer öylece sayfalarda kalsaydı ve Einstein’dan başkası tarafından bilinmeseydi insanlık adına ne kadar büyük bir “yazık” olmuş olacağını bir düşünün! Felsefik önermeyi biraz daha açıklayalım: Problemleri görmek, teşhis etmek, ortaya atmak ve çözümlemek insan beyninin üretim sürecidir. Bu yetisini kullanarak alet yapan ve evrim sürecinde yeryüzündeki yırtıcı canlılardan üstün konuma geçen biz insanların bu gezegende varoluş şekli de, zaten, budur. Dahası, biz bir problemi teşhis edip onu çözdüğümüzde çözümün başkalarınca da tekrarlanabilir olması şartını arayan ve böyle bir çözümü yakaladığımızda da o çözüme yegane eserimiz gözüyle bakan bir ırkın bireyleriyiz. Bu yüzden çözdüğümüz problemler bizden bağımsız olarak var olup diğer zeki canlılar tarafından da uygulanabilirler. Bizim böyle yaşamamızı sağlayan şey bizim beynimiz, ve bugün dünyadaki evrimin en üst basamağında durmamızı sağlayan şey de beynimizin bu şekildeki aktivitesi. Kısacası, insan ırkının varoluşu budur. Onun için, insan, başka zeki canlılar tarafından da uygulanabilecek bir çözümleme yaptığında kendini tamamlanmış hisseder. Bir besteci için eserinde çözümlediği ya da ortaya attığı estetik problemlerin başkalarınca duyulması, anlaşılması ile bir fizikçi için bulduğu bir fizik kuramının başka akıllı canlılar tarafından da bilinmesi ve anlaşılması aynı şeydir. Besteci eserinde problem ortaya atma ve/veya çözümleme güdüsünü eğer samimi bir şekilde yönlendirmiş ve bir sonuca ulaşmışsa, o eser artık bestecinin kendi parçası olmaktan çıkmış, kendi başına var olabilen, başkalarınca da anlaşılabilecek bir bütün halini almıştır. Bu anlamda, bestecinin eseri artık kendi kendine bilinmek istemektedir; nasıl ki Einstein’ın Görelilik Kuramını bilmeseydik o kurama yazık olurdu, bahsettiğimiz şekilde yazılmış bir eserin de bilinmemesi aynı derecede yazık olurdu. Bu tür kuramların ya da eserlerin yaratıcıları, çalışma tamamlandıktan sonra, sadece onların başkalarınca tanınması için çalışmanın sözcüsü olabilirler. eseri) tanıtan kişi olmak yerine, onu gözden kaçıran ilk kişi olurlar. Şişmiş egolarıyla küçük dağları ben yarattım, derler. Çok basit gibi görünen bu durum, özellikle de bizimki gibi çağdaş müziğe sırtını dönmüş ülkelerde ya da şehirlerde çok karmaşık bir hal alır. Eserinizi çaldırmak için enstrumancılara ihtiyaç duyarsınız. Ama eğer enstrumancılar, ülkemizde olduğu gibi, çağdaş repertuvardan bihaber yetişmeyi tercih etmiş ya da o şekilde yetiştirilmişlerse, sizin yazdığınız gıcırtı sesinin varoluşunu anlamaya çalışmazlar. Siz de böyle bir insana, kesinlikle ve kesinlikle bu konuda hiç bir şey anlatamazsınız. Aksine, o enstrumancı size “Mozart gibi güzel bir melodi yazsaydın ya, niye gıcırtı yazıyorsun”, der. Öyle der, çünkü Mozartın yaklaşık 200 - 250 yıl önce yaşadığını ona okuduğu okullarda hissettirmezler; belki Mozart’ın doğum ve ölüm tarihlerini bilir, fakat “hissetmek” dediğimiz şey bundan çok farklı bir şeydir. Bunun için Mozart’ın zamanının müziğinin daha sonraki kuşaklarda ne şekilde devam ettirildiğini ta günümüze varıncaya değin izlemek gerekir. Biz bu işi müzik okullarında “Müzik Tarihi” adındaki derslerle yapmaya çalışırız, ama ne var ki ülkemizde ancak bir elin parmaklarıyla sayılabilecek sayıda bu dersleri hakkıyla verebilen kurum mevcuttur. Yazık! İşiniz sadece eseri tamamlayarak bitse iyiydi, ama sonrasında da onu tanıtmak için dengeli bir ruh halinde olmak gerekiyor. Dengede kalmak, içsel bir disiplini gerektirir. O da, takdir edersiniz ki, mesaisi olan bir uğraş değildir. Fakat bu içsel bir süreç. Fiziksel dünyada başka zorluklar da besteciyi bekler: Eser bitti, peki, şimdi ne yapmak lazım? Onu çaldırmak lazım. Hadi bakalım!.. Ülke içindeki entellektüel düzeyi görece çok da ileri olmayan diğer ülkelerdeki şehirlerde de durum, zaman zaman, benzer olabilir, fakat en azından müzik tarihini düzgün öğrendikleri için işlerini daha ciddiye alarak yaparlar. Bir de, oralarda çağdaş müziği icra ettikleri oda müziği çalışmalarını konu alan, yeni besteciler tarafından yazılmış parçaların seslendirilmesinin çalışıldığı dersler olur. Çoğu zaman isteyen o dersi tercih eder. Bu kısa felsefik açıklamadan sonra konumuza geri dönelim: Bir besteci, sancılı yaratı sürecini geride bırakıp eserini tamamladıktan sonra bir başka sancılı süreç işlemeye başlar, demiştik. İşte, yukarıda bahsettiğimiz çalışmanın / eserin başkalarınca tanınması için sözcü olma noktasında, bazen, besteciler kendileriyle beraber anılan “ego” kavramının kurbanı olurlar ve kendi başına duran bütünü (bitmiş bir 73 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 Buna karşın, bizim kurumlarımızda, genellikle, bu tür dersler müfredata konulmaz. Hal böyle olunca, bizim kurumlarımızda “dimağları sansürlenmiş” müzisyenler yetişir ve o sansürlenmiş alan tam da sizin işinizi yaptığınız alandır. Bu profilde bir enstrumancıya, herkesin eksiği kendinedir, deyip, eserinizi çalması için teklif dahi götürmezsiniz. Neyse ki, ülkemizde bu konuda istisna olanlar da var. Bu ikinci gruptakiler okullarının eksikliğini bir şekilde fark ederek, ya da kendi düşünsel süreçleri sırasında bazı şeyleri sorgulayıp merak ederek, araştırma yapmaya ve sansürlenen alan hakkında bir şeyler öğrenmeye yönelirler. İşte bu gruptakiler sizin beraber çalışabileceğiniz enstrumancılardır. Şimdi bu kısa tanıtımdan sonra matematiksel hesaba başlayalım: Eserinizde 3 tane enstruman varsa ve son bahsettiğimiz profilde 3 tane enstrumancı bulabiliyorsanız çok şanslısınız demektir. Eserinizde 3 tane enstruman varsa ve son bahsettiğimiz profilde 2 tane enstrumancı bulabiliyorsanız, öbür enstrumancıyı ilk bahsettiğimiz profile sahip gruptan yalvar yakar bulabilirsiniz. Bu tür durumlarda, eserin seslendirilmesi ile ilgili verimin genellikle düştüğünü deneyimlediğimi söyleyebilirim. Şöyle ki, bu ilk bahsettiğimiz profildeki enstrumancı, genellikle, çalışmayı ve/veya eseri yeterince ciddiye almaz, işi “bitse de gitsek” tarzında yapar ve siz, ya zaten gıcırtı yazmış bir sabıkalı olarak rica minnet gelmiş bu kişiyi zorlayıp ölüm fermanınızı imzalamaya başlarsınız, ya da yukarıda işinizin doğasını açıklığıyla anlatan satırlara Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 yüzde yüz katılıyor olmanıza rağmen, bu nazlı şahsa müdahale etmekten vazgeçip eserinizin başka bir eser olarak ama en azından sizin yazmış olduğunuz esere daha yakın bir eser olarak duyulmasına razı olur ve bunun için çabalarsınız. Eğer eserinizde 3 tane enstruman varsa ve ilk bahsettiğimiz profilden 2, ikinci profilden 1 adet enstrumancı ile çalışıyorsanız, eserinizin yazmış olduğunuz esere mümkün olduğunca yakın duyulması için kaygılanmanıza gerek de olmayabilir. Elbette ki bunları ilk profildeki enstrumancıları kötülemek için söylemiyoruz, ama genel olarak tecrübe edilen durumlar da bu şekilde tezahür etmekte. Bu konuda genel besteci tecrübesi aşağı yukarı bu şekildedir. Şimdi, lütfen, ikinci paragrafı bir daha okuyup, oradaki anlamın ciddiyetini ve ağırlığını hatırlayınız; sonra, eserin performansında gelinen aşamadaki durumlarla kıyaslayınız: İlk bahsettiğimiz profilden enstrumancılarla çalışmakta olan bir besteci acılar içinde kıvranmaktadır! İkinci paragrafın anlamsal ağırlığının etkisi ile eserinizi çalanların her notasını doğru ifadeyle çalmasını istemeli, bunun üzerinde durmalısınız; bu konularda talepkar olmalısınız. Bu işlerin normali budur. Ama bunları kaldıramayacak müzisyenlerle çalışmak sizin adınızı kötülemekten başka bir işe yaramaz. Çünkü provalar sırasında iş öyle bir raddeye gelir ki karşınızdaki insanla palazlanırsınız, sinirleri bu şekilde bozulmuş bir insanın da karşısındaki 74 hakkında olumlu düşünmesi genellikle pek mümkün olmaz. Amerika’da insanların böyle durumları daha rahat atlattıklarına şahit oldumsa da, şahsım adına, bir Akdeniz ülkesi olan ülkemden bu konuda çekinirim. Şimdi, size soralım: Bir eserin tamamlanmış olması, ilk yazımızda anlattığımız onca kaygıyı dindirip tamamen bir rahatlama mı getiriyor, yoksa rahatlama beklerken yeni problemleri beraberinde mi getiriyor? Çoğu zaman, enstrumancıların yeni yazılmış bir eserin icrası konusuna bakış açılarını haklı göstermek için kullandıkları argümanlar vardır. Bunların başında yazılan eserin enstrumanın yazı stiline uygun olmadığı argümanı gelir. Eğer besteci çok büyük bir hata yapmadıysa, bu önerme sansürlenmiş müzik tarihi parçasına ait bilgiden ve görgüden yoksun olarak yapılmış bir önermedir. Fakat sinir bozucu tartışmalara yol açar. Bir besteci arkadaşım, bir saksofoncu için, saksofoncunun siparişi üzerine bir eser yazmıştı. Saksofoncu siparişi verirken arkadaşım “eserin zorluk derecesi nasıl olsun”, dediğinde “sky is the limit”, yani Türkçesi, istediğin kadar zor olsun, cevabını almıştı. Parça bitip de provalarına başlandığında bu kişi (bir kaç ay yatıp konsere 1 ay kala parçayı çalışmaya başlamanın verdiği stres altında) yazılan parçayı zor buldu ve hep tartışma çıkardı. Olumsuz enerji bir toplulukta çabuk yayılır; bu müzik grubunda da aynısı oldu ve arkadaşıma “zoraki besteci” gözüyle bakılmaya başlandı. Arkadaşım, en sonunda youtube’dan kullandığı tekniklerden daha zor tekniklerle yazılmış parçaları dinletti onlara ve grup o videoları ağızları bir karış açık dinledi. Sonra “sky is the limit” sözünü hatırlattı, sonra da buyrun der gibi bir el hareketi yaparak önce videoları izlettiği bilgisayarını, sonra yazmış olduğu görece çok daha basit eserinin partisyonunu işaret etti ve böylece kendini aklayabildi. Arkadaşım için çok yıpratıcı bir süreçti. Burada ve bu gibi örneklerde besteci olarak bizlerin aklına gelen soru şu: Enstrumancılar çaldıkları enstrumanın teknik kapasitesine ne kadar hakimler? Örneğin, bir flütçü sadece Mozart çalmakla yetinerek ve enstrumanı için 1950’lerden sonra araştırılıp keşfedilen ileri çalma tekniklerinin kıyısına bile yanaşmayarak profesyonel müzisyen sıfatını taşımalı mı? bahsettiğimiz profildeki enstrumancılarla ilgili bestecilerin yaşadıkları sorunlardan bazıları böyle. Bu tür senaryolar genellikle herkesin mutsuzluğu ile son buluyor. Bazen bir müzisyenin hangi profilden olduğunu çok iyi ayırt edemiyorsunuz ve süreç istemeseniz de mutsuzlukla sonuçlanıyor. Buna bazen enstrumancı da katkı yapıyor: Sizinle diyaloğunun başında kendini size başka biri olarak, çağdaş müzik çalabilen (bazı enstrumancılar bunu pozitif anlamda bir prestij meselesi olarak görüyorlar) bir müzisyen olarak tanıtıyor, fakat süreç ilerledikçe maske düşüyor ve arkasından hırçınlık hali ortaya çıkıyor. Arkadaşımın başına gelen, kanımca, böyle bir şeydi. Haliyle siz besteci olarak o an “ben güzel bir şeyden bahsediyorum (eserde), oysa şimdi eserin doğru çalınmasını geçtim, neyle uğraşmaktayım!”, diyorsunuz. Fakat olumsuzlukları çok da abartmayalım; bazen de çok şanslı olabiliyorsunuz: İleri çalma teknikleri içeren bir parça yazmıştım. Konsere 3 gün kalana kadar 3 flütçü parçayı geri çevirmişti ve ben konserden çekilmek üzereydim. Bir arkadaşım bana başka bir flütçünün numarasını verdi. Onunla buluştuk. Parçayı ilk provada, tam da istediğim gibi çaldı. Buyrun! İşte o an sizden daha mutlu bir insan olmuyor. İşte, önceki yazımızda anlattıklarımızdan dolayı bir eserin yazılması ayrı bir macera, yukarıda anlattıklarımızdan dolayı bitmiş bir eserin seslendirilmesi de ayrı bir macera. Bir besteciyi bütünleyen, enstrumancılarla ortaklaşa yaşanan bu ikinci süreci bir besteci gözüyle, bestecilerin yaşadıkları problemleri gözlemleyebildiğim kadarıyla burada özetlemeye çalıştım. Fakat söylediklerimin subjektif olması, gözlem ve tecrübelerden kaynaklanması itibarıyla, kaçınılmazdır. Hal böyle olunca, madalyonun diğer tarafında da tecrübeler ve gözlemler vardır, diye düşünerek, bu noktada, mikrofonu biraz da çağdaş müzik de çalan bir enstrumancıya bırakmak istiyorum. İşte madalyonun öbür yüzü: Bir sonraki yazıda!.. İşte ilk 75 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 ERDEM SEVGİ www.erdemsevgi.com Charleston ABD tarihinin dönüm noktasında biber arayışı Türkiye'de tükettiğimiz Charleston biberinin peşine düşüp Amerika'nın güneyine kadar geliyoruz ve South Carolina eyaletine ulaşıyoruz. Yolumuz bir hayli uzun... Sonunda Atlantik Okyanusu'nun kıyısındaki Charleston'dayız. Akşam saatlerinde varıyoruz kente... Biber tarlalarını aramak için bir sonraki günü beklemek durumundayız. Sabırsızlanıyoruz... Ertesi gün erkenden yola çıkıp biberlerin peşine düşüyoruz. Kent merkezinde insanlara Charleston biberini sorduğumuzda yanıt alamıyoruz. Southernlerin genişliğine verip kent dışına açılıyoruz. Tarım üreticileri bize Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 yardımcı olabilir. Fakat onlardan da umut yok. Charleston'ın çiftçisi, Charleston biberini bilmiyor. Şaşkınlıkla karışık Türkiye'deki Charleston biberini anlatıyoruz ve yetiştirmeyi düşünüp, düşünmediklerini soruyoruz. Aldığımız yanıt çok çarpıcı: “Böylesine sıcak bir iklim bölgesinde neden toprakları biber ekerek meşgul edelim?” Özetle yıllar boyu kandırıldığımızı anlıyoruz. Ve bundan sonra da hiçbir zaman gerçek Charleston biberi yiyemeyeceğimiz gerçeğiyle yüzleşip kent merkezine dönüyoruz. Uğradığımız hüsranı dağıtmak için kent merkezine odaklanıyoruz. İşin şakası bir yana ABD 76 tarihinin kritik dönemlerine sahne olan Charleston'dayız. Okyanusun nemli havası burnumuzda, yakıcı güneş tepemizde... Anlayacağınız yalnız değiliz ve turumuz başlıyor. Dört yüzyıllık geçmiş... Genç Amerika Birleşik Devletleri'ne zor yıllar yaşatan iç savaşta ilk bombanın atıldığı kent Charleston. Koloniyal dönem, iç savaş derken yaşamlarını düzene sokabilmek Charlestonlular'ın yüzyıllarına mal olmuş. 1600'lerde İngilizlerce keşfedilen bölgede dört yüzyıl sonra her şey yoluna girmişken 1989'da Hugo kasırgası vurmuş. Gördükleri zarar sonrası pes etmemişler. Kentlerini onarıp ülkenin en önemli turizm merkezlerinden biri haline getirmişler. Bugün yerli yabancı binlerce turist Charleston'ı ziyaret ediyor. İç Savaş'ın ilk top atışı Charleston'ı dolaşmaya limandan başlıyoruz. White Point Parkı'ndayız. Atlantik okyanusuna uzanan iki nehrin arasında kalan kentin en uç noktası burası. Batarya olarak da anılıyor. Zira federal eyaletlere karşı birleşen güney eyaletleri, 12 Nisan 1861 tarihinde bu noktadan beş kilometre açıktaki Sullivan Adası'nda bulunan Fort Sumter'ı top ateşine tutuyor. İşte bu Amerika'daki iç savaşın ilk kıvılcımı. Fort Sumter 34 saat içinde düşüyor ve güney eyaletlerinin eline geçiyor. Federal güçlerin adayı geri alabilmeleri dört yıl sürüyor. Ulusal park olarak kullanılan Forth Summer'a feribotla ulaşıp ziyaret edebilirsiniz. Bu yönüyle Charleston, Amerikan İç Savaşı'na ışık tutan bir açık hava müzesi. Faytonlu kent turu Sokaklarda dolaşırken bir film setindeymişsiniz gibi hissettiren en önemli unsur mimari. Dört yüzyıldır kendini yenileyen Charleston'da Roma, Gotik ve Rönesans gibi üç mimari anlayışı bir arada görebiliyorsunuz. Daha fazlası da var. “Demir işçiliğinin şaheserleri” olarak anılan büyük bahçe kapıları, üretildikleri soğuk metale inat sizi sıcak bir “merhaba” ile karşılıyor. Kentin içine saklanan bu hazineleri görmek istiyorsanız fayton turuna çıkmanız gerekiyor. İstanbul Adalar'daki gibi faytona binip kentte nostaljik bir tur atabilirsiniz. Bu arada Charleston'daki fayton turları, diğerlerinden biraz farklı. Tura başlamadan önce sadece faytonu ve atları idare edeceğini sandığınız kişi, profesyonel bir turist rehberi çıkıyor ve güzergahınız üzerinizdeki tüm detayları anlatıyor. Böylece fayton turunuz, eğlenceli bir hal alıyor. Haydi alışverişe! Kent turunun ardından Charleston'da alışverişe çıkıyoruz. Market Caddesi üzerindeki kapalı çarşıyı baştan sona gezmelisiniz. Önceleri köle pazarı olan bu mekanda ilginç şeyler bulacağınıza emin olun. Çarşı gezinizin ardından burnunuza gelen o muhteşem kokuyu takip edebilirsiniz. Sizi Charleston Tatlı Mutfağı'na (Charleston's Candy Kitchen) götürecektir. Praline adı verilen, ceviz ve şeker şurubundan yapılan müthiş tatlıyı muhakkak deneyin. Keza siz içeri girer girmez taze praline ikramınızı tadıyor olacaksınız. Mutfaktan çıkmakta güçlük çekebilirsiniz çünkü burada türlü türlü el yapımı şekerlemeler, tatlılar, çikolatalar var. Hepsini almak isteyeceksiniz. Kendinizi tatlılardan uzaklaştırabilirseniz, çarşı etrafındaki diğer mağazalara da uğramayı unutmayın. Ananas'ın anlamı ne? Okyanusa açılan nehir kolu üzerinde yürürken sizi üzerinden sular fışkıran büyük bir ananas heykeli karşılayacak. Ananas, Güney Amerikalıların misafirperverliğini simgeliyor. Bu nedenle şehrin en güzel yerine bir ananas heykeli yerleştirilmiş. Bu güzergahta yürürken dikkatinizi çekecek bir diğer unsur da büyük köprü olacaktır. Charlestonluların, kendi içlerinden çıkan kongre üyesi Arthur Ravenel'in adını 77 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 verdikleri köprü özellikle gece aydınlatması ile kente ayrı bir hava katıyor. Köprünün yakınında gözünüze takılan savaş gemisi ise ABD Deniz Kuvvetleri'ne ait 724 - USS Laffey. İkinci Dünya Savaşı'nda 22 kamikazenin saldırısına uğrayan ve ardından “Batmayan gemi” ünvanını alan Laffey, emekliye ayrılmasının ardından Charleston'daki Maritime Müzesi'nin limanına demirlemiş ve ziyarete açılmış. Pearl Harbor'dan batmadan kurtulmayı başaran savaş gemisi görülmeye değer. Hollywood starları ile aynı restoranda... Charleston'dan ayrılmadan önce uğramanız gereken yerlerden biri de Rainbow Row. Rengarenk boyanmış binaların arasında dolaşıp, pencerelerinden sarkan çiçekleri Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 koklayabilirsiniz. South Carolina mutfağından lezzetleri denemek için S.N.O.B. Restoran'daki menüye göz atabilirsiniz. Okyanus kıyısına kadar gelmişken taze deniz ürünlerini tatmak isterseniz, en ünlü adres Meeting Caddesi üzerindeki Hyman adlı restoran. Hafta sonları burada yemek için dışarıdaki uzun sırada beklemeniz gerekiyor. Ayrıca fayton turlarının başlama noktasındaki Anson Restoran'da Charleston'u ziyaret eden ünlülerin uğrak noktası. Anson'da yemeğinizi yerken bir Hollywood starı ile karşılaşabilirsiniz. Okyanus'ta yüzelim mi? Charleston turunuzu eksiksiz sonlandırmak istiyorsanız muhakkak Atlantik'in serin suları ile buluşmalısınız. Kent merkezi ve yakın çevresi yük gemilerinin yanaştığı limanlarla dolu, yüzmek için biraz uzaklaşıp adalara gitmeniz gerekiyor. “Adalar” deyince aklınıza feribot yolculuğu gelmesin. Charleston civarındaki adalar CHARLESTON’DAN KISA KISA... kıyıya paralel konumlanmış ve Charleston'ı tamamen gezmek isterseniz, bunu ana karadan sadece yapmanız üç gün sürecektir. birkaç kilometre Kent ismini Kral Charleston'dan almış. uzak. İnşa edilen Charleston önceleri tehlikeli bir kentken daha büyük köprülerle bu sonra tüm dinlere özgürlük tanınmış ve çok sorun da çözülmüş. sayıda insan din özgürlüğü olduğu için buraya Okyanusta yüzmeye göç etmiş. karar verdiğinizde Kent merkezi 1861'de çıkan yangında adalara karayoluyla tamamen yok olmuş ve sonra yeniden inşa ulaşabilirsiniz. edilmiş. Daha sonra kaza ile yeniden yanmış ve Kuzeyde Isle of iç savaş esnasında bombardımana maruz kalmış. Palms ve Sullivan's Charleston'da dolaşırken yolun ortasından Island, Güneyde ise üzerine kırmızı bayrak dikilmiş bir limon Folly Beach, Kiawah görürseniz sakın dokunmayın! Fayton sürücüleri Island, Seabrook atların pislediği yerlere bunları işaret olarak Island ve Edisto bırakıyor. Hem insanlar üzerine basmasın hem de Island var. temizlik ekipleri farkına varıp o alanı temizlesin diye. Kentteki binalar yeniden boyanabiliyor ama renklerinin değiştirilmesi kesinlikle yasak. Charleston, iç savaşta nüfusunun yüzde beşini, parasının yüzde 75'ini yitirmiş. 78 Doç. Dr. Şenay Özbakır’ın Emeklilik Töreninde Duygusal Anlar Yaşandı Hastanemiz 1. Nöroloji Kliniği Şefi Uzm. Dr. Şenay Özbakır hocamız ANEAH Dr. Münif İslamoğlu Konferans Salonu’nda yapılan bir törenle emekli oldu. Yüzlerce Numunelinin katılımıyla gerçekleştirilen törende duygusal anlar yaşandı. Törende Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sezer Ş. Komşuoğlu başta olmak üzere birçok katılımcı konuşma yaptılar. Uzm. Dr. Fikri Ak: “Özbakır hekim olduğu kadar iyi bir aydındır” ANEAH Nöroloji Klinikleri adına törende konuşma yapan 2. Nöroloji Klinik Şefi Uzm. Dr. Fikri Ak, Şenay Özbakır’ın çevresinde olup biten her şeye duyarlı olduğunu belirtti. Şenay Hoca’nın hayatının her döneminde gördüğü aksaklıkları, yanlışları yer, zaman, kişi fark etmeden düzeltmeye çalıştığını ifade eden Dr. Ak, bir aydın olarak bizlerin yapması gereken görevleri Şenay Özbakır’ın eksiksiz yerine getirdiğini vurguladı. Fikri Ak, “Şenay Hoca bizim iyi bir nöroloji uzmanı olmamızın yanında, yaşadığımız çevrede birer aydın olarak yapmamız gerekenleri de öğretmesinden dolayı ona huzurlarınızda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.” dedi. Doç. Dr. Şenay Özbakır: “Numune Ruhu; Sevgi, Saygı ve Güvendir” Törende konuşan Şenay Özbakır ANEAH’a ilk geldiği zamanlar hemen gitmeyi düşündüğünü ancak zamanla hastaneye alıştığını ve emekliliğine kadar da burada çalıştığı için çok mutlu olduğunu söyledi. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde zaman içinde Numuneli Ruhunu anladığını kaydeden Özbakır, Numune Ruhunu güven, sevgi, saygı ve birbirini gözetmek olarak anladığını söyledi. Şenay Özbakır, “Sevgili dostlarım şairin dediği gibi artık demir alma vakti geldi. Yaşananlar kliniğimde, sağlık kurulunda, bu hastanenin merdivenlerinde, koridorlarında birer hoş seda olarak kalacaktır. Bende yaşadığım sürece hastanemi ve sizleri hep özlemle anacağım. Sizlerle vedalaşmamı sağlayan ve böyle bir törenin yapılmasını sağlayan hastanemiz başhekimi sayın Prof. Dr. Nurullah Zengin’e teşekkürlerimi sunuyorum. Buradan herkese gönül dolusu sevgiler ve saygılar hoşcakalın.” dedi. Prof. Dr. Nurullah Zengin: “Şenay Hocamız iş disiplini ile örnek olmuştur” Törende konuşan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Nurullah Zengin emeklilik törenlerinin insan hayatında ayrı bir yeri olduğunu ifade ederek, Şenay Hoca’nın yıllarını ANEAH’a verdiğini bu yüzden kendisine teşekkürü borç bildiğini söyledi. Şenay Özbakır’ın iş disiplinin çok özverili olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Nurullah Zengin hastaneye en erken Şenay Hoca’nın geldiğini söyledi. Başhekim Zengin, Numune Ruhu’nun kullanmaktan zevk aldıkları bir terim olduğunu dile getirerek, amaçlarının Numunenin geçmişinde güzel olan ne varsa almak olduğunu, geçmişte alınan referans hastane rolünü günümüzde de oynamanın herkesin görevi olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Nurullah Zengin hastanemizde pek çok noktada, çok değerli hizmetleri bulunan Şenay Özbakır’a emeklilik hayatında mutluluklar dileyerek plaketini takdim etti. Törende ANEAH Nöroloji Klinikleri adına Fikri Ak, Hastanemiz adına Başhekimimiz Prof. Dr. Nurullah Zengin ve diğer misafirler kurumları adına Doç. Dr. Şenay Özbakır’a plaketlerini takdim ettiler. I 79 Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 YASİN YARDIMCI Mevlâna’nın Doktoru Doğum ve ölüm yılı bilinmeyen bu büyük hekimin esas ismi EKMELÜDDİN MÜEYYED EL NAHCUVANİ'DIR. Kendisi "Tabipler Sultanı" ve "Tabipler Maliki" olarak anılmaktadır. Hz. Mevlâna’nın müridi olan Beyhekim’in Hz. Mevlâna ve onun oğlu Sultan Veled’e doktorluk yaptığı kayıtlarda geçmektedir. Selçuklular döneminde yetişen tabiplerin en değerlisi, belki de birincisi BEYHEKİM'dir. Kendisi bir süre Kayseri’de bulunan Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’nde başhekimlik yapmıştır. Dünyanın ilk tıp fakültesi olan Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’nde okuyan tıp öğrencileri mezun oldukları zaman mezuniyet tezi hazırlarlardı. Tezi başarılı bulunan kişiye BEYHEKİM tarafından Selçuklu topraklarında doktorluk yapabileceğine dair belge verilirdi. Bu dönemin hükümdarı tıp alanına büyük önem vermişti. Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakülltesi’nde bir başhekim (BEYHEKİM) 2 başhekim yardımcısı ve 1 eczacı da görev yapmaktaydı. Bu dönemde yapılan çalışmalar Avrupa’dan önde olup hatta Avrupa’dan bazı öğrencilerin bu fakültede ders aldığı da bilinmektedir. Bugün Konya'da Mevlâna'nın doktoru olarak bilinen BEYHEKİM onu çeşitli hastalıklarında tedavi etmiş, ölümünde de yanında bulunmuştur. Dönemin önde gelen hekimi özellikle bitkilerin hangi hastalığa iyi geldiğini çok iyi bildiğini bu konuda çok yönlü araştırma yaptığını insanın üstün varlık olduğunu ve dünyada olan tüm bitkilerin onun şifası için var olduğunu kasidelerde belirtilmektedir. BEYHEKİM tıp ve tasavvuf alanındaki yaptığı Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011 BEYHEKİM hizmetlerde hoşgörüyü ön planda tutmuştur. Özellikle eğitimlerde tıp öğrencilerine tıbbın yanında tasavvuf konularını da öğrettiği “İnsanoğlunun yaratılış amacının, iyinin güzelin ve halka hizmetin önemini” dile getirmiştir. BEYHEKİM’in o dönemdeki yaptığı çalışmaları öğrencilerine birebir öğrettiği bu sebeple yazılmış eserlerin günümüze ulaşmadığını ancak çeşitli kasidelerle yaptıkları yazılmaktadır. Hz. Mevlâna'nın ve ailesinin doktoru olan BEYHEKİM " Mektubat-ı Mevlana Celaleddin-i Rumi" de büyük bir saygı ile anılmıştır. Hz. Mevlana ona bir mektubunda : "HEKİMLERİN BÜYÜĞÜ, HAYAT CEVHERİNİN EN ARINMIŞI, BELALARIN VE ZEHİRLERİN PANZEHİRİ, AKIL AĞAÇLARININ MEYVESİ, HOYRAT KİŞİLERİN MEYDANA GETİRMEK İSTEDİKLERİ KÖTÜLÜKLERİN SÖKÜP ATICISI, MARİFET DERYASININ CEVHERİ" olan diye takdirkâr ifade kullanmıştır. Yine bir diğer mektubunda: "HÜNERLER SAHİBİ, GÜZEL İNANÇLI, ÖZÜ DOĞRU OĞLUMUZ, HEKİMLERİN İFTİHAR ETTİĞİ, DİNİN VE DEVLETİN EKMEL'İ" ifadesi vardır. Bahaeddin Veled' in de BEYHEKİM' e çok hürmetkârane yazılmış bir mektubu vardır. Kırk bir beyitlik bir kaside ile BEYHEKİM' i övmektedir, üstelik bu kasidenin ilk harfleri okunduğunda EKMELÜDDİN MÜEYYED EL NAHCUVANI adının çıktığı dikkati çekmektedir. Konya'ya Camii ve Darüşşifa yaptırmış 80 olan BEYHEKİM' in şifahanesi maalesef günümüzde mevcut değildir. Fatih Sultan Mehmet Han adına Konya vakıflarını tespit eden bir heyet bugünkü mescidinin bulunduğu yeri şöyle kaydetmektedir: VAKF-I MESCİD-İ BEYHEKİM DER MAHALLE-İ DEVLAT HAN Beyhekim Mescidi Selçuklu Sarayının başhekimi olan Ekmelüddin tarafından yaptırılmıştır. Mevlana ve ailesinin de saygı duyduğu doktorları olan Beyhekim’in türbesi, mescidinin girişinde sağ taraftadır. Mescidi tuğla örtülü bir kubbe örter. Mescidin içi, kubbesi, türbe kısmındaki kapılar çini kaplı iken dökülmüştür. “Selçuklu Çini Mihrapları grubunun son şaheseri” olan çini mihrabı ise Almanlar tarafından alınmış ve Berlin’de sergilenmektedir. Bu güzel mescidin Türk ağaç işçiliği ve oymacılığının mükemmel örnekleri olarak bazı parçaları Konya Müzesi’ne kaldırılmıştır. Mescidin orijinal mihrap, pencere ve kapıları bulunmamakla birlikte ibadete açıktır. 1 Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012 PALALILAR inşaat&otomotiv Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta General Zeki Doğan Mahallesi’nde OTURMAYA HAZIR VEYA İNŞA ATTAN 2+1 3+1 4+1 5+1 LÜX DAİRELER Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan yatırıma uygun yaşam alanları... Konutlarımız belirli sayıdadır. Arayın fiyat avantajlarını konuşalım... w w w. t a s p a i n s a at.c o m www.p a l a l i l a r. c o m Satış O f i s i : Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B Tel: (0312) Mamak - ANKARA 365 52 90 www.avecreklam.com S AT I L I K