Dr. Konuralp Başol - Bursa Tabip Odası

advertisement
1
Tıp Fakültesinden mezun olan hemen herkes,
doktor olduktan sonra
kendisine bir yol çizebilmek için ihtisas yapmak istiyor ve ihtisastan
sonrasını düşünürken hele bir uzman olalım, o zaman bu konuyu günün
şartlarına göre yeniden değerlendiririz diyor. Ben de böyle düşünüp beyin
cerrahı olmak istedim. Tabii beyin cerrahisi o zamanlarda ülkemizde pek
bulunmayan bir branştı ve birkaç hastanede bu branş vardı. Benim de mezun
olduğum Ankara Tıp Fakültesinde de yeni kurulmuştu ve başında da
Amerika’da ihtisasını yapmış rahmetli Hocam Profesör Dr. Nurhan AVMAN
vardı. Ben imtihanı kazanıp onun yanında ihtisasa başladım ve 1972 yılında da
uzman oldum.
1973 yılında askerliğimi yapmak için Ankara Tıp Fakültesinden ayrıldım.
Askerliğime Ağrı 12. Tümen hastanesinde başladım. İki ay sonra Erzurum
Mareşal Çakmak Hastanesine atandım. Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Tıp
Fakültesinde Nöroşirürji Bölümü olmadığı için orada da konsültan olarak
görev yaptım, ameliyatlar yaptım ve dersler verdim. Askerlik sonunda da çok
sevdiğim Bursa’ya geldim. Yıl 1974 dü.
Bursa’da o zamanlar, Asker Hastanesi, Devlet Hastanesi, Çekirge’deki SSK
Hastanesi, Bursa Özel Hastanesi vardı; Bursa Tıp Fakültesi de yeni açılmıştı. Ama
Fakülte hastanesi dahil hiç bir hastanede ne Beyin Cerrahi Kliniği ve ne de
kadrosu vardı. Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Öncelikle bir
muayenehane açmam, sonra da Bursa’ya bir beyin cerrahının geldiğini
duyurmam gerekiyordu. Altıparmak’ta bir muayenehane açarak işe başladım.
Bizim branşta teşhis koyabilmek için hastanın muayenesinden sonra
MYELOGRAFİ,
DİSKOGRAFİ,
ANJİOGRAFİ,
SİSTERNOGRAFİ,
PNÖMOANSEFALOGRAFİ, VENTRİKÜLOGRAFİ gibi bir çok tetkikin yapılması
gerekiyordu. Bu tetkikleri yapacak kimse de yoktu. Ayrıca bu tetkikleri
değerlendirecek kimse de yoktu. İhtisas yaptığım hastanede de nöroradyoloji
bölümü olmadığı için hocamız kliniğe bir röntgen cihazı aldırmış, her ameliyat
olacak hastanın tetkiklerini bizler yapıyor ve hocamız da bizlerle birlikte
değerlendiriyor ve hastaları da ameliyat ediliyorduk. Tabii Bursa’da teşhis
koyabilmek için bunları yapmak da bana kalıyordu. Kaldı ki bizim bu
tetkiklerden önce istediğimiz direkt kranium grafilerinin çekiminde de bir
takım özellikler vardı. Bunları radyoloji teknisyenlerine izah etmem gerekiyordu.
2
Genellikle benden daha yaşlı olan doktor ağabeylerime bunları anlatmakta
zorluk çekiyordum. Ama anlatmasam da teşhis koyabilme olanağım olmuyordu.
Uzatmayalım adımız ukalaya çıkmadan en iyisi bir radyologla birlikte
çalışayım dedim. Öyle de yaptım. Rahmetli Prof. Dr. Celal Adanır Hocayı
tanıyordum, ona sıkıntımı anlattım, oda Uludağ Üniversitesinde çalışıyordu ve
muayenehanesi yoktu. Tabi hoca haklı olarak muayenehane açınca yeni cihaz
olsun istedi, önerisini kabul edip birlikte bir muayenehane tuttuk. Hocanın
istediği gibi yeni bir cihazı da Siemens’ten aldık.
Böylece
benim
radyoloji konusundaki sorunum çözülmüş oldu. Ama ben varım diye fizik
tedavi, nöroloji ve ortopedi başta olmak üzere diğer branşlardaki
doktorlar Celal Hocadan, ya pek az röntgen
istiyor ya da hocanın
beklediğinden daha az sayıda istiyorlardı. Bu nedenle de Celal Hoca bu işten
pek memnun görünmüyordu. Tabii ben her hastamı ona yolluyor her tetkikimi
onun cihazında yapıyordum. Bu da diğer röntgenci arkadaşların bana
gücenmelerine sebep oluyordu.
Teşhis için belden iğne yapmak zorunda kaldığım hastalarda, aldığım beyinomurilik suyundaki hücrelerin mikroskopta hemen sayılması gerekiyordu.
Onun için de mikroskop almamız lazımdı. Tahmin ettiğiniz gibi mikroskobu da
aldık. Onu da alınca iş laboratuar düzeyine kayıyordu. Tabii laboratuarı olan
arkadaşlarda bu durumdan pek memnun değildi.
O sıralarda Bursa’ya beyin cerrahı gelmiş diye duyanlar, hastanelerde özellikle
yoğun bakımda hastası olanlar, hastanedeki doktorlarına ısrarla “birde beyin
cerrahı görsün” ricaları ile ısrarcı olurlarsa benden konsültasyon istiyorlardı.
Ben de ilgili doktordan yazı gelmeyince konsültasyona gitmiyordum. Bu ve buna
benzer huzursuzlukları önlemek için süratle özel bir kliniğe dönüşmemiz
gerektiği fikri kafamda gelişiyordu.
Bu arada Bursa Asker Hastanesinde birkaç vakayı ameliat ederek tedavi ettiğim
için Bursa Asker Hastanesi Başhekimi Kd. Albay Jin. Op. Dr. İsmail Nevzat
Sekban “Bizim Hastanede çalışmak istersen sana bir kadro isterim” deyince
kendisine bu ilgisinden dolayı teşekkür ettim ve Bursa’da tek nöroşirürjien
olduğum için çağırıldığım her hastaneye gidebilmem koşulu ile önerisini kabul
ettim. Kısa bir süre sonra Bursa Asker Hastanesinde kadrolu olarak göreve
başladım.
3
Asker Hastanesinde bu kadar kısa zamanda kadroya alınmam daha önce
Konsültan hekim olarak başvurduğum SSK Hastanesinde de olumlu hava
oluşturdu ve SSK Hastanesine önce Konsültan Hekim daha sonrada Anlaşmalı
Hekim statüm oluştu. SSK Hastanesinde de bir çok vakayı ameliyat etmem
mümkün oldu.
Diğer taraftan vakaları tetkik için EEG de lazımdı. Bursa’da EEG de yoktu. Tabii
onu da aldık. Uzatmayalım, bizim muayenehane giderek nörolojik tanı
merkezine dönüşüyordu. Tabii bu işler için kredi gereksinimi nedeni ile bir şirket
kurmak gerekiyordu, bizde 1978 yılında KONUR TEŞHİS VE TEDAVİ MERKEZİNİ
kurduk.
Gerek Celal Hocanın işlerini artırmak ve gerekse konsültasyon istediğim
meslektaşlarımın bana iyi destek vermesi ile benim doğru tanıları koymam
mümkün olacağı için tıbbi bilgilerine güvendiğim kişilerle bir ekip oluşturmamız
ve tabii bunun için yeni bir yer bulunması gerekiyordu.
Çekirge’de eskiden Toplum Polisinin bulunduğu binayı tuttuk. Maksadımız
hastaların bir taraftan muayene ve tetkiklerinin yapılması ve diğer taraftan da
doğru tanı konulmasını sağlamak için ve ekibi oluşturan doktorların kendi
adına serbest hekim olarak çalışmalarını sağlamaktı. Bunun için herkes
yer, sekreter, temizlik vs için belli bir oranda giderlere katılım payı
vereceklerdi. Böylece 1979 yılında KONUR SAĞLIK HİZMETLERİ A.Ş. kuruldu.
Yapılan hesaplarda bir muayenehanedeki giderlere göre, ekip olarak çalışınca
masraflar daha az olduğu için kurumlarla ve özel sigortalarla anlaşmalar yaptık.
Sistem gayet iyi çalışıyordu. Bu kez ekibi oluşturan hekim arkadaşlar, hastalarını
sadece ayaktan değil, ameliyat ederek ve yatarak da tedavi etmek isteyince bu
defa da KONUR HASTANESİNİ artık kurmak şart oldu ve hastane için çalışmaya
başladık.
Buraya kadar işler iyi gitmişti. Hasta sayımız da giderek artıyordu. Ama ben,
hem hekimlik yaptığım ve hem de idari işlerle uğraştığım için bir hayli
yoruluyordum.
Bana verilen uzmanlık belgesinde “ Nöroşirürji dalında bir laboratuarı/ bir
kliniği müstakilen idare edebilecek niteliği kazanmış olduğunu bildirir
uzmanlık belgesidir” yazısı olduğu için ben de nihayet toplam yatak sayısı
4
bir klinik kadar olacağı düşüncesi ile küçük bir özel hastaneyi idare edebilirim
diye yola çıktım.
Önce Hastaneler Kanununu tetkik ettim. Bir de etrafımdaki hastanelere baktım.
Hepsinin başhekimleri kimler, özellikleri neler onları araştırdım. Ben araştırırken
bir hastanenin başhekimi değişti. Baktım başhekim olarak atanan arkadaş
hastane de çalışan hekimlerden biri idi ve tıp eğitimi dışında hastane
yönetimi ile ilgili başka bir eğitim almamıştı diğer başhekimler de öyle
atanmışlardı. Demek ki Sağlık Bakanlığının yayınladığı hastane yönetimi ile
mevzuatı uygulayarak hastaneler yönetebiliyor diye düşündüm. Diğer
başhekimler nasıl hastane yönetiyorlarsa ben de onlar gibi küçük bir özel
hastaneyi yönetebilirim dedim. Ayrıca onların yönettiği hastaneler çok daha
büyük hastaneler, hatta bölge hastaneleri idi. Oysa benim yöneteceğim
hastane onların yönettiği hastanelerin ancak bir kliniği kadar olacaktı. Gayret
edersem olur bu iş deyip yola çıktım.
Hastaneyi 1980 sonbaharında açabilecektik, ancak o dönemde ihtilal olduğu için
hastaneyi denetlemeye gelenler ihtilal yapanlardan çekindikleri için
Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerden kalma yasa ve yönetmeliklerin
gerektirdiklerini bulmazlarsa onay vermiyorlardı. Şimdiki neslin pek
anlamayacağı tarzda “Tababet ve şuabat-ı sanatların tarzı icrasına dair
kanun” gibi yasaların uygunluk bu yasalara göre hazırlanmış yönetmeliklerin
içerdiği hususlar arandığı için hastanenin açılması da gecikiyordu.
Örneğin hastane ile ilgili kanun yayınlandığı tarihte binalar sobalarla ısıtılıyordu.
Denetlemeye gelenler de hasta odalarında soba deliği arıyorlardı; oysa biz
ısınmanın kaloriferle yapıldığını anlatıp radyatörleri göstersek bile “kaloriferde
bir arıza olunca ve soba kurmak zorunda kaldığınızda boruyu nasıl dışarı
uzatacaksınız, bu delikleri açınca bize haber verin tekrar gelelim” diyorlardı.
Denilenlerin hepsini yaparak nihayet 2 Temmuz 1981 yılında 10 yataklı ÖZEL
KONUR HASTANESİ ‘ni açtık.
Bir hastane ister büyük olsun, ister küçük olsun hastaneler kanuna göre
kuruluyor ve yönetiliyor. Hastane yönetimi içinde insan kaynakları, muhasebe,
otelcilik, lokantacılık, soğuk hava depoculuğu, eczacılık, satın alma ve ihale
işleri, haberleşme, Kalite, SGK mevzuatı, vergi mevzuatı, adli mevzuat gibi pek
5
çok konu var. Başhekimler de bunların hepsinden sorumlu idi. Tıp fakültesinde
öğrenci iken bunların hiç birisinin dersini okumadım; kısaca ben bunları
öğrenmeden doktor olmuştum. Oysa yöneticilik ayrı bir meslek, hastane
yöneticiliği ise daha da ayrı bir meslek idi. Sağlık Bakanlığının yayınladığı
Hastane Yönetimi mevzuatı ile bir özel hastanenin yönetilemeyeceğini bizzat
yaşayıp gördüm. Hastane yönetimi tıpkı bir belediye yönetimi gibi, matriks bir
organizasyon. Ben de, hastane yöneticiliğini bilmeden hastaneciliğe
soyunmuştum. Hay soyunmaz olaydım!
O devirde ülkemizde hastane yöneticiliği eğitimi yok gibi bir şey. Ankara’ da
yeni açılmış bir Sağlık Meslek Yüksek Okulu var, oradan mezun olanlarında
sayısı çok az ve bazı hastanelerde idare müdürü olarak görev yapıyorlar. Ama
yasal olarak hastane yönetiminden başhekimler sorumlu. Yeni açılan yüksek
okulun mezun sayısı çok az, Sağlık Bakanlığı onları da hastane müdürü olarak
atıyor, resmi hastanelerde çalışan personel ve hekimler hastane müdürlerinin
de ne olduğunu bilmedikleri için, ne yaptıkları da pek belli değildi.
Ben de bunları nasıl ve nereden öğreneceğimin telaşı içindeyim. Neden mi
telaşlanıyorum ? Bir örnek ile açıklayayım.
Yıl 1982, ben hastane başhekimiyim. Resepsiyondaki sekreterler her hastadan
parayı alıyorlar, akşamları da ben onlardan alıyorum. Hesabı getiren sekreter
bana hesabı verirken o günün parası ile 3.680 TL lik bir de çek verdi. Hiç
unutmam, çek İş Bankasının çeki idi ve şimdi kent meydanı olan yerdeki İş
Bankası Garajlar şubesine ait bir çekti. Ben de çeki alıp paralarla birlikte
kasaya koydum. Ertesi günü çekin arkasını imzalayıp tahsil etmesi için
şoförümüze verdim. Aradan bir süre geçtikten sonra, telefonum çaldı. Arayan
şoförümüzdü. Bana İş Bankasının çekinin karşılıksız olduğunu, bunun için de
parayı alamadığını söyledi. Biraz canım sıkkın olarak “Öyle ise karşılığı
yoktur diye yazsınlar” dedim. Şoför “ ben de öyle söyledim, ama çeki bana
iade edip, yazamayız dediler” diye yanıt verdi. Ben biraz daha gergin bir ifade
ile “niye yazamıyorlarmış” diye sordum. Şoför “bilmem, ben de onun için
sizi aradım zaten” diye yanıt verince, bir hışımla “Sana yazamayız diyen
memuru ver bana” dedim. Telefonu alan memura kendimi tanıttıktan
sonra “Madem ki çeki verenin hesabında para yok, o halde niçin yoktur
diye yazmıyorsunuz ?” diye sordum. Memur bana “Eksik evrak, eksik
düzenlenmiş bu çek, resmi evrak sayılmaz da onun için yazamayız” cevabını
verince, ben tekrar “Allah Allah nesi eksikmiş çekin” dedim. Memur “Keşide
6
yeri yazılmamış, onun için karşılığı yoktur diye yazamayız” dedi. Tabii çeki geri
aldık ve ben o zamana kadar bilmediğim şeyi, yani çekteki keşide yerinin ne
olduğunu o zamanki para ile 3.685 TL ye öğrendim. Her bilmediğim hususu para
ödeyerek öğreniyordum. Kısacası çok ders ücreti ödedim. Bunları önlemek için
önce bir mali danışmanla çalışmaya başladım.
Tabii bu arada çalışanlarla, hasta ve refakatçilerle, anlaşmalı kuruluşlarla,
sendikalarla, kısacası yasal mevzuatla ilgili sorunlarımız da oluyordu. Bunları
önlemek için anlaşmalı bir avukatla çalışmaya başladım.
Bu arada nereden eğitim alabilirim diye de araştırıyorum. Bu gün Gebze’de
TÜBİTAK’ın hemen yanında Başbakanlığa bağlı TÜSSİDE (Türkiye Sanayi Sevk ve
İdare Enstitüsü) diye bir kuruluş olduğunu öğrendim. Burada kuruluşların üst
düzey yöneticilerine ihtiyaç duydukları konularda eğitimler veriliyormuş. Paket
programlar, hatta sertifika programları eğitimleri veriliyormuş. TÜSSİDE’de
Gebze’ de, TÜBİTAK’n hemen yanındaki alanda kurulmuş, bir eğitim oteli,
restoranı, kafeterya hizmetleri de veren bir kuruluş. Hızlı okuma programları
bile yapılıyor. Ben ilk gittiğimde sekreterlerin dakikada 1000 - 1500 kelime
okuduklarını duyunca hayretler içinde kalmıştım. Bana okula başlamadan
okuma –yazmayı babam öğrettiği için ben o eski modelle okumayı
öğrendiğimden, dakikada ancak 100 kelime okuyabiliyordum. Tabii ilk
yazıldığım program hızlı okuma programı oldu. Sonra TÜSSİDE’nin pek çok
eğitim programına katıldım.
Burada öğrendiklerimle, hastaneyi biraz daha iyi idare etmeye başladım.
Örneğin 1987 yılında muhasebe servisimize ilk bilgisayarı aldık ve kayıtlarımızı
bilgisayarla tutmaya başladık daha sonra bilgi işlem bölümümüzü oluşturarak
giderek geliştirdiğimiz 3. hastane programımızı isteklerimize uygun bölümler
oluşturarak uygulamaya başladık.
Daha sonra TÜSSİDE’ye gelen profesörlerin çoğu işletme fakültelerinin hocaları
olduğu için Uludağ Üniversitesinin İşletme Fakültesine Yüksek Lisans yapmak
için başvurdum. İmtihanlar sonrası kaydım yapıldı.
Kaliteyi Uludağ Üniversitesinde İşletme Fakültesinde Sayın Prof. İsmail EFİL’den
öğrendim. Derhal hastanede eğitimler yaparak 1991 yılında KONUJR
HASTANESİNDE ve Türkiye’de hizmet sektöründe bir ilk olarak kalite
çalışmalarını başlattık.
7
Bu çalışmalarımız duyuldu. Sağlık Bakanlığı yeni sağlık sistemi için 1992 ve
1993 yıllarında birer hafta olarak düzenlediği ve Ankara’da yaptığı çalışmalarına
beni de Hastane Yönetimi gurubuna davet etti. Bu toplantılarda çok uğraş
vermeme karşılık sadece sağlık kuruluşlarının birer sağlık işletmesi olduğunu
guruba kabul ettirebildim.
Beni şahsen tanıyan veya bir vesile ile adımı duymuş olanlar, özellikle TBMM
Sağlık Komisyonlarında olan bazı milletvekilleri de ihtiyaç duydukları zaman
benimle irtibata geçerlerdi.
Sağlık Bakanlığı da hastanecilik ve özellikle özel hastanecilik konularında
hazırladığı tasarılara son şeklini vermek için benim görüşlerimi almaya özen
gösterirlerdi. Bir örnek olarak Sağlık Bakanı Dr. Doğan BARAN tarafından
gönderilen yazının fotokopisini ilişikte takdim ediyorum.
8
Bir sağlık işletmesi sağlık hizmeti verdiği için sağlık işletmecisinin öncelikle
hekimliği bilmesi gerekir. Çünkü hem hasta ve hem de hasta yakınlarının
psikolojisini iyi bilmesi, bunun yanında sağlık hizmetini veren hekim ve
yardımcı sağlık çalışanlarının dillerini anlaması ve hem de psikolojilerini iyi
bilmesi gerekir. Bu psikoloji çok önemlidir ve kitap okumakla, dersini görmekle
kazanılmaz; bu psikolojiyi bilmek için mutlaka sağlık elemanlarının bir arada
eğitilmeleri ve birlikte çalışmaları gerekir. Bunları da ancak hekimler ve yüksek
hemşireler bilir. O halde sağlık işletmesini yönetecek kişi hekim veya yüksek
hemşire olmalıdır.
Sağlık işletmesini yönetecek kişi doktor veya yüksek hemşire olduktan sonra
sağlık işletmeciliği eğitimi almalıdır. Hatta mümkünse üstüne doktora yapmalı,
sonrada bir hastanede belli bir süre de direktör yardımcılığı stajı yapmalıdır.
Tabii bu düşüncelere bu eğitimleri aldıktan sonra ki yıllarda sahip oldum.
10 yatakla başladığımız KONUR HASTANESİ’ni giderek 56 yatağa çıkardık. Bu
süre içinde 1986 yılında birlikte çalıştığız labratuvarlar ve röntgen dahil olmak
üzere hekim arkadaşları hastanenin karşısındaki binaya taşıyarak yukarıda
açkıladığımız ekip çalışması için KONUR DOKTOR OFİSLERİ’nde hizmet vermeye
başladık.
1988 yılında yurdumuzda ilk kez ÇAĞRI CİHAZLARIMIZLA hizmete koşuyorduk.
1989 da doğumhanelerimizde FÖTAL MONİTÖRLERLE DOĞUM hizmeti
veriyorduk. Yine bu tarihte EPİDURAL ANESTEZİ İLE AĞRISIZ DOĞUM
yaptırmaya başladık.
1990 yılında YOĞUN BAKIM ünitemizi faaliyete geçirdik. Yoğun bakımdaki
hastalarımızı monitörlerle takip etmeye başladık. Yoğun bakımın
sterilizasyonunu sağlamak amacı ile, hasta yakınlarının yoğun bakıma
girmemesi için hastalarını monitörden görüp ayni zamanda konuşabileceği bir
sistemi uygulamaya koyduk
1991 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme Fakültesinden destek alarak
KALİTE KONTROL ÇEMBERLERİMİZİ çevirmeye başladık ve Türkiye’de hizmet
sektöründe bir ilk olan KALİTE çalışmalarımıza başlamış olduk. Uygulamaya
koyduğumuz sistem HASTANELERDE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ idi.
9
1992 yılında uluslararası standartlarda hazırlanan KONUR AMBULANS’larımız
hizmet veriyordu.
1993 yılında ALO DOKTOR hizmeti ile evlere hekim ve bakım hizmeti vermeye
başladık.
1994 de HOUSE KEEPING hastanemizde hizmete başladı.
1994 de internet bankacılığına başladık.
1995 yılında HASTANELERDE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ SEMPOZYUMU’nu
organize ettik. Çok enteresandır bu toplantımıza davet ettiğimiz Bursa Tabip
Odası ne cevap verdi, nede katıldı. Nedenini sonradan öğrendik, Bursa Tabip
Odası özel sağlık girişimcilerine karşı imiş, bu toplantımıza da bu nedenle
katılmamışlar. Oysa o sıralarda tabip odalarının bulundukları kentlerde kamu
hastanelerinde görev yapan hekimler için değil, öncelikle serbest çalışan
hekimler için faaliyet göstermeleri gerektiğini de belirtmeliyim.
Bu toplantıda haddizatında Toplam Kalite Yönetimi Sistemi içerisinde olan TSE
9000 Kalite belgesini almamızın sadece yönetimsel uygulama ile kendimizi
kanıtlamamızın zaman alacağını, ancak bu işi kalite belgesi alarak
kanıtlayabileceğimizi düşünerek, kalite çalışmalarımıza başladık.
1996 da TSE HASTANELERDE LABORATUVAR YETERLİLİK BELGESİ’ni aldık.
Sonraları bu belgede bizi tatmin etmedi ve İngiltere’deki bir sisteme
bağlanarak 15 günde bir laboratuvarlarımızı test eder olduk.
1997 de Türkiye’de ilk kez TIBBİ CİHAZLARIN KALİBRASYONU çalışmalarını
başlatarak ve cihazlarımızın kalibrasyonunu sağladık daha sonra bu konuyu TSE
Başkanlığına da ilettik, bu konudaki uyarımız sonucu TSE Başkanlığı Ankara’daki
hastanelerde ki tansiyon aletlerinin kontrolu sonunda kabaca %80 ninin bozuk
olduğunun tespit edilerek gerekli önlemlerin alındığı bildirildi.
1997 de TSE ile müşterek çalışmalarımız sonu TIBBİ CİHAZ KALİBRASYON
belgesini de içeren TS - EN – ISO 9001 KALİTE GÜVENCE SİSTEM BELGESİ’ni
aldık. Böylece İstanbul ve İzmir’den önce ISO KALİTE GÜVENCE BELGESİ’ni
Bursa’ya kazandırmış olduk.
10
11
KALİTE = MUTLAK MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ olduğu için, o tarihlerde Bursa
Tabip Odası da ‘’Hasta müşteri değildir’’ söylemi içindeydi. Hatta
“Hastalananlar hasta mı ? müşteri mi ?” konulu toplantı yaparak benimle
uğraşıyorlardı.
Kalite yönetimine göre müşteriler iç müşteriler, dış müşteriler diye ikiye ayrılır.
İç müşteriler hastanede çalışan doktorlar, hemşireler, teknisyenler, sekreterler,
yani hastanenin tüm çalışanlarından oluşur.
Örneğin, ameliyatı yapacak doktor hem anestezistin ve hem de
ameliyathanenin müşterisidir. Hastasına ait tüm hizmetlerden, aletlerden,
yapılmasını istediği her şeyden memnun olmasını sağlayacak bir düzenin
oluşması demektir.
Yemek zamanı gelince doktorlarda, hemşirelerde, teknisyenlerde
müstahdemlerde bu defa yemekhanenin müşterisi olurlar. Yani hepsinin
yemekhaneden memnun ayrılmalarını gerektiren bir yönetim sistemidir.
Bir doktor bir servise geldiğinde, doktor o servisin müşterisi sayılır. Servisteki
tüm çalışanların o doktoru güler yüzle karşılayıp, hastasına istediği her şey
yapılmış, odası temiz, tahlilleri ve tetkikleri hazır, tüm tedavileri saatinde
yapılmış, yemekleri yedirilmiş, hasta ve refakatçilerinin hasta bakımından
memnun olmasını sağlayan bir yönetim sistemdir.
Başta hastalar olmak üzere, hasta refakatçileri, hasta ziyaretçileri, resmi
kuruluşlar, sosyal güvenlik kuruluşları, sivil toplum örgütleri, siyasal partiler,
basın, kısaca hastane dışında kalan herkes dış müşterileri oluşturur.
Sisteme göre doktor ve tüm hastane personeli ne kadar memnunsa, dış
müşteriler de beklediklerinden daha iyi bir sağlık hizmeti alacakları için
memnun olacaklardır.
Tabip Odalarının amacı da hekimlerin memnuniyetini sağlamak ve halkın sağlık
hizmetinden memnun olmalarını istemek değil midir?
Bursa Tabip Odasına bunları anlatamadık. Hatta bir defasında da biz hastane
olarak hastaneye yatan her hastaya torbalar içinde fıstık çam fidesi vermeyi
düşündük. Fıstık çamı nedir?, nasıl dikilir?, nasıl yetiştirilir? gibi hususları
12
matbaada yazdırdığımız bir bilgi kağıdını da üzerine koyarak, hastanemize yatan
hastalara taburcu olurlarken, naylon torbalar içinde sunulmak üzere hazırladık.
Bu kampanyamıza doğayı sevdiklerine inandığımız Bursa Tabip Odasındaki
görevlilerden başlamayı düşünerek, halkla ilişkiler görevlisi arkadaşımızla
fidelerimizi gönderdik. Arkadaşımız elindeki fidelerle geri geldi ve kendisine “Biz
özel sağlık girişimcilerinin hediyesini almayız” denildiğini üzülerek söyledi.
Bursa Tabip Odası KALİTE YÖNETİMİNİ anlamamakta ısrar ediyordu. Yerel
basındaki köşe yazılarımdan birinde o zamanki Tabip Odası Başkanına “Temenni
ederim ki sizin çalıştığınız hastanede de bir gün KALİTE ÇALIŞMALARI yapılır”
diye yazdım. Daha sonra temennim gerçekleşti, bundan da mutluluk duydum.
1998 yılında kuruluş olarak Bursa’da ilk kez SWOT ANALİZİ’mizi yaptık. Swot
Analizinden sonra Prof. Zeyyat Sabuncuoğlu ile Prof. Erkan Işığıgür’ün yaptığı
kamu oyu araştırmasında KONUR HASTANESİnin özel sağlık kuruluşları içinde
durumu şöyle rapor ediliyordu.
En sık gidilen özel sağlık
kuruluşu
40
37.4
35
30
25
20
15
10
5
0
Op. Dr. Konuralp BAŞOL
8.2
4.6
2.2 1.7 1.4 1.2 0.7
Kuruluşlar
Konur
Vatan
Özel Bursa
Setbaşı
İhlas
Kızılay
Ataevler P.
Hayat
13
1998 de 1997 verilerine göre Bursa Ticaret ve Sanayi Odasının yayınladığı ilk
500 de olan işletmeler sıralamasında Konur Sağlık Hizmetleri 187.sırada idi.
Aynı yıl kuruluş günümüz olan 2 Temmuz 1998 de İzmir yolu ile FSM bulvarının
kesiştiği, şimdiki Acıbadem Bursa Hastanesinin olduğu yerde 2000 lerin
hastanesi olacak diye düşündüğümüz 2000 LERİN KONUR HASTANESİ’nin
temelini attık.
1999 da TÜP BEBEK SERVİSİ’mizi faaliyete geçirdik bu servisimiz ve aynı yılın
sonunda da GENETİK LABORATUARI’mızı devreye soktuk.
Yine 1999 yılında kalite güvence sistemimizi TS - EN – ISO 9002 den bir derece
daha yükseltip ISO 9001 KALİTE GÜVENCE BELGESİ sahibi olduk.
2000 yılında da TSE EN 900’ in 2000 VERSİYONU’nu aldık.
14
Bu yazıda büyük harflerle yazılı olanların bir kısmının Türkiye’de, büyük bir
kısmının da Bursa’da ilk kez tarafımızdan
yapıldığını da
burada
belirtmeliyim.
2001 yılında üçüncü defa kalp ameliyatı geçirdim. Halk söylemi ile adeta
çizgiden döndüm ve frene bastım. Bursa’ya modern bir hastane kazandırmak
istemi ile 1998 de temelini attığımız 2000’lerin Konur Hastanesini, kabası
bitmeye yakın vaziyette Acıbadem Sağlık Gurubuna sattım. Onlar da bu günkü
Acıbadem Bursa Hastanesini tamamlayıp hizmete açtılar ve sağ olsunlar
Konferans salonuna da benim adımı verdiler.
Ben Acıbadem Sağlık Gurubundan paramı peşin olarak aldığım için Çekirgedeki
Konur Tıp Merkezini de birlikte çalıştığımız doktor arkadaşlara, istedikleri
oranda ve 40-50-60 ve hatta 70 aylık taksitler halinde devrederek hastanecilik
ve hekimlik hayatıma son verdim.
Hastane içi eğitimlerimiz hep devam etmişti. Hastaneyi kapattığımızda bizden
ayrılan personellerimiz adeta kapışıldı, hepsi de gittikleri hastanelerde en az
bölüm sorumlusu oldular. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarla her zaman iftihar
ediyorum. Onlar vardiya saatlerinden çok önce gelip bahçede çay içiyorlar,
vardiyadan çıkanlar da evlerine gitmek yerine yine bahçede oturup çay içiyor,
sohbet ediyorlardı. Yıllar sonra dahi bir araya gelmekte “Konurlular” toplantıları
yapmaktalar hatta beni ve eşimi de bu toplantılarına devamlı olarak
çağırmaktalar. Bundan da ayrıca mutluluk duyuyorum.
Ticaret Lisesi mezunu olarak işe başlayan, daha sonra hafta sonlarında
çalıştırdığımız ve yeteneği nedeni ile Uludağ Üniversitesi İşletme Fakültesini
bitiren, hastanemizdeki kalite ve denetim eğitimlerine katılan, muhasebe
Müdürlüğüne kadar yükselen, daha sonra aynı fakültede Yönetim Organizasyon
Yüksek Lisansı yaptıktan sonra ayrılıp eşi ile birlikte kurdukları şirketlerde Genel
Müdür olan Neşe Aşçı adlı çalışanımızdan bahsedebilirim.
Başhekimimiz Dr. Ergun Şenel, başlangıçta Sağlık Müdürlüğünde çalışan, maddi
nedenlerle hastanemizde nöbet tutan pratisyen bir hekimdi. Kendisini teşvik
ettik ve Uludağ Tıp Fakültesinde Toplum Sağlığı ihtisası yaparak Toplum Sağlığı
Uzmanı oldu. Tabii bu aşaması onun bir süre sonra Bursa Sağlık Müdürü
olmasını sağladı. Sağlık Müdürü olunca yanlış anlamalara meydan vermemesi
15
için hastanemizdeki görevinden istifa etti. Kendisine “Bursa’ya hizmet etmek
tabii ki Konur Hastanesindeki görevinden daha önemli bir görevdir. Öncelikle
seni kutlarım. Sen düzgün bir insansın. Sağlık Müdürlüğü görevinde eğer
dayanamayacak kadar baskılar altında kalırsan bilesin ki kapımız sana daima
açık olacaktır.” dedim.
Birkaç yıl sonra geldi ve Konur Hastanesine önce Başhekim Yardımcısı sonrada
Başhekim oldu. Önceleri işleri birlikte yürüttük. Bu arada Anadolu
Üniversitesinde Hastane Yönetimi ön lisans eğitimini tamamladı. Daha sonrada
Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde, İşletme Fakültesince
verilen “Yönetim ve Organizasyon” Yüksek Lisans diplomasını aldı. Tabii bu
arada hastane içi eğitimlerde alıyordu. Ayrıca kalite çalışmalarımıza katılarak
TSE Bursa Bölgesinde Hastane Tetkikçisi de oldu. Bizden ayrıldıktan sonra Konur
Hastanesindeki çalışmaları nedeni ile İstanbul Memorial Hastanesinde önce
Başhekim yardımcısı olarak göreve başladı, şu anda Memorial Hastanesinin
Başhekimidir.
Şimdi sizlere o yıllar da Konur Hastanesinde çalışan daha sonra evlenip
Eskişehir’e giden bir hemşiremizin Sağlık Kurumları İşletmeciliğinde Yüksek
Lisans Eğitimi yaparken, içinden gelerek 07 Haziran 2012 de bana yolladığı bu
maili sizlerle paylaşmak istiyorum.
16
Bunları yapabilmek için yukarıda söylediğim hastane yönetimi eğitimlerini
almanın gerekli olduğunu bir kez daha belirtmeliyim.
KONUR HASTANESİNDE UYGULADIĞIMIZ YÖNETİM SİSTEMİ bizi nereye getirdi,
ne yarar sağladı, sorularının cevabı, BURSA SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜNÜN 2000 yılı
istatistiklerine bakılarak kolayca anlaşılır. 2000 yılının en verimli hastanesinin
de KONUR HASTANESİ olduğu ortaya çıkar.
Burada Bursa Sağlık Müdürlüğünün 2000 yılına ait, yani benim Konur Hastanesi
olarak faaliyette bulunduğum yılda, Tophanedeki Devlet Hastanesi, Çekirgedeki
SSK Hastanesi ve Tıp Fakültesi Hastaneleri ile Konur Hastanesinin Poliklinik
sayısı, Yatan hasta sayısı, Büyük ameliyat sayısı, Orta ameliyat sayısının, Küçük
17
ameliyat sayılarının yıllık olarak belirtilmesi siyah renklerle yazılmış olarak
yapılmaktadır.
605 yataklı Tophanedeki Devlet Hastanesinin 56 yataklı Konur Hastanesinin
yaklaşık olarak 11 katı, 690 yataklı Çekirgedeki SSK Hastanesinin de yaklaşık
olarak 12 katı büyüklükte olduğunu kabul ederek, yatak sayısına göre Konur
Hastanesinin uyguladığı yönetim uygulansaydı Poliklinik sayısı, Yatan hasta
sayısı, Büyük ameliyat sayısı, Orta ameliyat sayısı ve Küçük ameliyat sayıları
ne olurdu sorgulamasını yaptığımızda çıkan sonuçlar şöyle olurdu.
BURSA HASTANE İSTATİSTİKLERİ
2000
Konu
Yatak sayısı
Poliklinik sayısı
Konur
Devlet
56
1
87.765
605
11
495.502
965.415
24.217
53.504
5.137
16.687
3.198
9.240
1.061
18.172
Yatan hasta
4.864
Büyük Ameliyat
1.517
Orta Ameliyat
Küçük Ameliyat
840
1.652
SSK
690
12
875.531
1.053.180
41.195
58.368
8.816
18.204
6.363
10.080
2.572
19.824
Üniversite
611
399.351
29.847
9.210
3.291
2.940
Kaynak : Bursa Sağlık Müdürlüğü 2001
Eğer Konur Hastanesi gibi yönetilse idi Çekirgedeki SSK Bölge Hastanesinin
875.531 olan Poliklinik sayısının 1.053.180 olması; Yatan hasta sayısının 41.195
yerine 58.368 olması ; Büyük ameliyat sayısının 8.816 yerine 18.204 olması
(yaklaşık 2 kat fazla); Orta ameliyat sayısının 6.363 yerine 10.080 olması
(yaklaşık 2 misline yakın fazla); Küçük ameliyat sayısının da 2.578 yerine 19.824
(yaklaşık 8 misli fazla) olması gerekirdi.
18
Eğer Konur Hastanesi gibi yönetilseydi Bursa Devlet Hastanesinin 495.502 olan
Poliklinik sayısının yerine 965.415 olması (yaklaşık 2 misli fazla); Yatan hasta
sayısının 24.217 yerine 53.504 olması (yaklaşık 2 misli fazla); Büyük Ameliyat
sayısının 5.198 yerine 16.687 olması (yaklaşık 3 misli fazla); Orta Ameliyat
sayısının 3.198 yerine 9.240 olması (yaklaşık 3 misli fazla); Küçük Ameliyat
sayısının da 1.061 yerine 18.172 olması (yaklaşık 18 misli fazla) olması gerekirdi.
Ancak Fakülte Hastanesini eğitim ve araştırma ile yükümlü olduğu için onu
ayrı tutuyoruz. İşte Devlet Hastanesi ve SSK Hastanesinin olması gereken
sayılar; işte Konur Hastanesinin sayıları ve işte Toplam Kalite Yönetiminin farkı.
(Lütfen Bursa Sağlık Müdürlüğünün 2001 yılına ait istatistiğine bir kere daha
bakınız.)
Ancak Konur Hastanesinin bu sayıları Sağlık Müdürlüğüne bildirirken diğer
Devlet kuruluşlarına ve özellikle maliyeye de aynı sayıları bildirdiğimizi var
sayarsanız Toplam Kalite Yönetimi ile Bursa’ en çok vergi veren hekim ve sağlık
kuruluşu olduğumuzu da burada belirtmeliyim.
Konur Hastanesi olarak, şimdi Acıbadem Bursa Hastanesi olan, yeni binanın
temelini attığımız 1998 yılında, 1997 verilerine bakılarak Bursa’da vergi veren
kuruluşlara göre gelişme gösteren ilk 500 kuruluş içerisinde 187. sırada
idik. Uyguladığımız yöntemle hem sağlık hizmetinin daha verimli olmasını
sağladık ve hem de Devletimize daha fazla maddi katkı sağladık.
Bu konuda son olarak 2004 yılında Hürriyet Gazetesin’de yayınlanan Prof. Ali
Atıf Bir’in yurt çapında “Sizce en bilinen ve en güvenilen özel sağlık kuruluşu
hangisidir” sorusu ile yaptığı kamuoyu araştırmasında da Konur Hastanesinin,
Hastanemizi kapattığımız 2001 yılından 3 yıl sonra dahi sadece Bursa’da değil
TÜRKİYE’de bilinen ve güvenilen ilk beş özel sağlık kuruluşu içerisinde olmamız
KONUR HASTANESİ’nin bir marka olduğunun tescilidir diyebiliriz.
Sözlerimi SÜLEYMAN tekerlemesi ile bitirmek istiyorum.
Bir zamanlar biz de SÜLEYMAN idik,
Ateşe, rüzgara hükümran idik,
Zannetme ki SULTAN SÜLEYMAN idik,
Tersanede körükçü SÜLEYMAN idik.
Download