209 DOĞUŞ VE “ÖTEKİ” EKSENİNDE ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ: VAHADA BİR SERAP AYHAN, Halis TÜRKİYE/ТУРЦИЯ ÖZET Milliyetçilikler çağında oluşan milliyetçiliklerden birisi de Arap Milliyetçiliğidir. Her millet gibi Araplar da 19. yüzyılın rüzgârından etkilenerek milliyetçilik aracıyla bağımsız olma yoluna başvurmuşlardır. Ancak ilk başlardaki Arap Milliyetçiliği daha çok kültürel bir niteliğe sahipken, sonraları özellikle 20. yüzyılın başından itibaren siyasi bir boyut kazanmaya başlamıştır. Arap Milliyetçiliği hem kültürel anlamda hem de siyasi anlamda ilk olarak Hristiyan Araplar arasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Zira onların Osmanlı devletine sadakat bağıyla bağlı kalmasını gerektirecek duygusal bağ Müslüman Araplara oranla daha zayıftı. Hristiyan Arapların başlatmış olduğu Arap Milliyetçiliği Osmanlı’dan ayrılma, bağımsız olma yönünde gelişerek sonraları Müslümanların da desteklediği bir hareket hâlini almıştır. Arap Milliyetçiliği’ni doğuran “öteki” nedir? Genel kanıya göre bu soruya “Türkler/Osmanlı Devleti” ve “Batı/Avrupa” şeklinde iki cevap verilmektedir. Çalışmada Arap Milliyetçiliği’ni doğuran edebi, dinî ve siyasi ortamdan bahsedildikten sonra Arap Milliyetçiliği’nin Türk anlayışı değerlendirilmiştir ve Arap Milliyetçiliği’nin başlangıcında mutlak ötekinin Türkler olmadığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Az gelişmiş Ülke Milliyetçiliği, Arap Milliyetçiliği, Arap Milliyetçiliği’nin Doğuşu, Arapların “Öteki”si, 1916 Arap İsyanı. ABSTRACT Emergence of Arab Nationalism and the Arab Nationalist Perception of the Turks Arab nationalism is one of the nationalist movements of the age of nationalism. Like other nations of the 19th century, the Arabs tried to gain their independence by using nationalism as a tool. While Arab nationalism was mostly cultural nationalism at its early stages, it became political nationalism as from early 20th century. Arab nationalism, both its cultural and political forms, first appeared among Christian Arabs; they lacked emotional ties that tied Muslim Arabs to the 210 Ottoman state. Later Arab nationalism demanded secession and independence from Ottoman Empire. As such it was supported by the Muslim Arabs. What is the “other” which caused Arab nationalism to emerge? It is generally believed that the “other” for Arab nationalism is either the Turks/Ottoman Empire or the West/Europe. This paper having explained literary, religious and political causes of Arab nationalism, examines Arab nationalist perception of the Turks and concludes that the Turks did not become the only ‘other’ for the Arabs at the early stages of Arab nationalism. Key Words: Underdeveloped Country, Nationalism, Arab Nationalism, the Birth of Arab Nationalism, the “Other” of the Arabs, 1916 Arab Rebellion. GİRİŞ Arap Milliyetçiliği, Orta Doğu’nun şekillenmesinde temel bir öğe olarak görülebilir mi? Aslında Araplar, Orta Doğu’da özgünlüğü olmayan bir halk olmakla birlikte, başatlığı olan bir halktır. Arap nüfusunun ve Arap devletlerinin niceliksel çokluğu ve geniş bir alana yayılmışlığı gibi etmenler bu konunun önemini ve potansiyel olma özelliğini hep diri tutmaktadır. Buna bölgedeki enerji kaynaklarının varlığından kaynaklanan önemi; dinsel, dilsel ve ırksal farklılıkları da eklediğimizde Arap Milliyetçiliği’nin, ve aynı zamanda diğer milliyetçiliklerin tavan yaptığı bir coğrafya ile karşılaşılır. Çalışmada Girişten sonra ilk bölümde milliyetçilik, ikinci bölümde Arap Milliyetçiliği’ni besleyen edebi, dinsel ve siyasi ortam; Batı ve Türklerin etkisinin Arap Milliyetçiliği’ni fikre dönüştürmesi incelenecektir. Bu bölümde esas olarak “öteki”lik çerçevesinde Batı ve Türkler değerlendirildikten sonra çalışma Sonuç ile bitirilecektir. I. Milliyetçilik, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği ve Arap Milliyetçiliği Milliyetçilik tanımı zor bir kavramdır. Bu itibarla milliyetçilik her şeyden önce bir zihniyettir. Bu zihniyetin de başlıca iki bilinç ögesi vardır: biz bilinci (olumlu öge) ve onlar bilinci (olumsuz öge). Milliyetçiliğe asıl rengini veren onlar ögesi olup, toplumların bunalımlı dönemlerinde daha da belirginleşir. (Oran, 1997: 34). Örnek/model tanımını Batı Avrupa’da bulan milliyetçilik; “toplumsal sadakatin odağı olarak millet birimini alan ve bunu ulusal devlet içinde örgütlemek isteyen bir tutunum ideolojisi ve toplumsal harekettir.” (Oran, 1997: 76). Kısaca ve anlaşıldığı hâliyle milliyetçilik; vatanını, milletini sevmeye, yüceltmeye ve onu üstün görmeye dayalı bir duyuş, düşünüş ve hareket biçimi ve de toplumsal-siyasi bir akımdır. Azgelişmiş ülke milliyetçiliği; birbirlerine tepki olarak, birbirinin içinden çıkan ve birbirinin ulaştığı başarıya ulaşma hareketidir. (Oran, 1997: 21). Azgelişmiş ülke milliyetçiliğinin özellikleri şunlardır: 1) Sömürge ülkelerindeki milliyetçiliğin felsefi kökenleri Batı’dadır. 2) Milliyetçiliğin taşıyıcıları, Batı 211 eğitimi görmüş yerel aydınlardır. (Tibi, 1998: 45). 3) Milliyetçilik hareketleri aydınlarca başlatılmış ve sürdürülmüştür. 4) Öykünmecidir. Yani “taklidi bir uyarlanma süreci”dir. (Tibi, 1998: 50). 5) Ezilmişlik, aşağılık ve geri kalmışlık ruhsalına sahiptir. 6) Tepkicidir. 7) Geçmişe özlem duygusu ağır basar. Milliyetçilikte yerli mitler ön plandadır. 8) Atalet. Azgelişmiş ülke milliyetçiliğinin geçmişe özlem duygusu, geçmişe sığınma niteliğine bürünerek ataletsizliği ortaya çıkarmıştır. (Tibi, 1998: 59). Emperyalist coğrafyada özgürlük için bağımsız olmayı hedefleyen az gelişmiş ülke milliyetçiliği, milliyetçiliği bir reçete olarak algılamış ve Batı Avrupa devletlerinin düzeyine ulaşmak istemiştir. Fakat değil Batılı devletlerin düzeyine ulaşmak, halkları esaretten kurtaramamıştır bile. (Tibi, 1998: 34). Şekli olarak bağımsız olsalar da hâla Batılı ülkelerin etkisi altındadırlar, dahası onlara muhtaçtırlar. Arap Milliyetçiliği de tipik bir azgelişmiş ülke milliyetçiliğidir. Arap Milliyetçiliği’nin bir tanımını yapmadan önce, Arap Milliyetçiliğiyle ilgili kavramları belirtmekte yarar vardır: Kavim; aynı soydan gelen akraba topluluklar, asabiye; bir topluluğun ilkelerinin desteklenmesi, savunulması ve bu topluluğa şiddetli arzuyla bağlılık olarak tanımlanmaktadır. (Okutan, 2001: 160). Arap Milliyetçiliği’ni, özellikle modern yüzyıla kadar, bu kavramlar şekillendirmiştir. Örneğin Arap dünyasında, “Arap Milliyetçiliği” terim olarak el-kavmiye el-Arabiye (Davişa, 2004: 10) demektir. Bu doğrultuda, kuramsal milliyetçiliğin özünde bulunan dil, din, ortak tarih gibi ögeleri de dikkate alarak, Arap Milliyetçiliğiyle ilgili olarak şu tanım yapılabilir: “Arapça konuşan insanları birbirine bağlayan dilsel, dinsel, tarihsel ve duygusal bağları aşan ve sınırları belli olan bir kara parçası üzerinde güçlü bir siyasal birlik kurma arzusu veya dile getirilmiş talebidir.” (Davişa, 2004: 11). Yazında Arap Milliyetçiliği, Arapçılık ve Pan-Arapçılık’ın birbirleri yerine kullanıldığı görülmektedir. Esasen bunlar farklı kavramlardır. Arapçılık (elUruba): Arapça konuşan insanları birbirine bağlayan dilsel, dinsel, tarihsel ve duygusal bağları aşan kültürel bir aynılıktır. Bu kavram siyasi boyutu dışarıda tutarak kültüre vurgu yapar. Pan-Arapçılık (pan-Arabism) ise; Arap siyasal birliği hareketi veya en azından arzusu olup, tek Arap milleti hayalidir.1 Arap Milliyetçiliği her iki kavramı da içerir. Arap Milliyetçiliği’nin esas işlev sahası Arap dünyasıdır. Arap dünyası coğrafya olarak; Kuzey Afrika’da Atlas sınırından başlayıp, doğuya doğru Asya’da Basra Körfezi’ne kadar uzanan, güneyde İran sınırlarında, kuzeyde Türkiye’de biten bölgedir.2 Arap Milliyetçiliği’nin fikir babası Sati el-Husri’ye 1 (Davişa, 2004: 8 ve 11); Arapça konuşulan bütün İslam ülkelerini, büyük bir ortak düzen içinde birleştirmeyi amaç edinen siyasi harekettir. (Caşın, 2003: 49-68). 2 (Davişa, 2004: 13). Bu bölgelemede İsrail ve Mısır, Arap coğrafyası içinde sayılmamaktadır. Nitekim siyasi Arap Milliyetçiliği’nin doğuşu sırasında da Arap dünyası olarak Afrika 212 (1880-1968) göre ise Arap coğrafyası, Arapçanın konuşulduğu tüm ülkelerdir. (Husri, 1998: 148). Gerek etken olarak gerekse edilgen olarak Arap ulusu Orta Doğu tarihini yönlendirmiştir. İslam uygarlığının görkemli dönemlerinde, 19. ve 20. yüzyıllardaki sömürgecilik ve milliyetçilik dönemlerinde, başat konumda olmuştur. Günümüzde ise Arap Milliyetçiliği her ne kadar ayakta olsa da, üzerinde geçmişe nazaran bir ataletlik vardır. Örgütçülüğü, halklar arasındaki bağlar, Arap Birliği ülküsüne duyulan umutsuzluk gibi sıkıntılar vardır. Ancak niceliksel olarak Arap nüfusu göz ardı edilemeyecek orandadır. Arap Milliyetçiliği’nin belirgin vasıfları şunlardır: 1. Arap Milliyetçiliği fikri, ister Cemal Abdul Nasırcı açıdan isterse Baasçı açıdan bakılsın Arap siyasal birliğiyle ilintili olmuştur. Amaç, Arap siyasi birliğinin ve tek Arap devletinin oluşturulmasıdır. (Davişa, 2004: 3-7). 2. Kalkınma sürecinin zorunlu bir parçasıdır. 3. Arap Milliyetçiliği, Avrupa etkisi altında gelişmiştir. (Tibi, 1998: 90). 4. Demokratik doğası. Tüm gelecek nesilleri için kendini yönetme ve kaderine karar verme hakkını Arap milletine verir. 5. Sosyalist içeriklidir. 6. Tüm Arapların hayatlarının her safhasında iş birliği yapmalarını gerektirir. 7. İlericidir. 8. Ruhsal bir temele sahiptir. (Gogoi-Abdulghafour, 1994: 76-77). II. Arap Milliyetçiliği İdeolojisi ve Gelişimi A. Arap Milliyetçiliği’ni Doğuran Ortam Arap Milliyetçiliği’nin doğuşuna ilişkin olarak İslam öncesi ve sonrası edebi alanda, ilk dönem İslam Arap toplumunda ve 19. yüzyılda Arap dünyasında oluşan milliyetçilik hareketleri incelenecektir. 1. Arap Milliyetçiliği’ni İlk Besleyen Ortam: Edebî Alan Arap Milliyetçiliği’nin ne zaman doğduğuna ilişkin farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre Arap Milliyetçiliği, Arap halkının ilk dönem tarihi kadar eskidir. (Tibi, 1998: 98). Buna karşıt görüş ise, Araplar arasında milliyetçilik oluşumlarının daha sonraki dönemlerde doğduğundan hareketle, bu savın savunulamaz olduğunu belirtir. (Tibi, 1998: 98). Biz de ikinci savı desteklemekteyiz. dışındaki Arap Orta Doğu’su kabul edilmiştir. Arap Milliyetçiliği, Atlas Okyanusu’ndan Arap Körfezi’ne kadar tek Arap ulusunun oluşmasına önem verir. (Gogoi-Abdulghafour, 1994: 8). 213 İslam öncesi dönemde bir Arap Milliyetçiliği hareketinin olduğundan bahsedilemez. Yalnızca bir kimlik bilincinin en hafif dereceleri söz konusudur. Bedevî aşiret üyeleri arasında bir kültürel kimlik duygusu vardır. Bu durum aşiret hayatı süren Arapların kendi aralarında örgütlü olmalarının3 hem sebebi hem de sonucudur. İslam öncesinde, Araplığa ilişkin en önemli eylem Arap dilinin kullanımıdır. Edebî, bilhassa şiir alanında ileri bir düzeyde olan Araplar, Arap hanedanlıklarının da desteğiyle Arap diline dayalı bir şiir geleneği oluşmuştur. Hatta o dönem şiirine Arapların divanı demek âdet olmuştur. (Hourani, 2005: 33-35). Böylece düzenli olarak yaptıkları şiir eğlenceleri ile Arap Milliyetçiliği’nin ön önemli araçlarından olan Arapçanın kullanımını ve gelişimini yaygınlaştırmışlardır. Zira Arapça, Arap Milliyetçiliği’nin bir unsuru ve belirleyicisi olarak Arap düşüncesinde birincil öneme sahiptir. Arapça, birliklerinin bir simgesi ve entelektüel ve teknik başarılarının bir ifadesidir. (Gogoi-Abdulghafour, 1994: 14-18). Ulusal bilincin şekillenmesinde doğal bir unsur olan Arapça, Arap Milliyetçiliği’ne de yardım etmiştir. (GogoiAbdulghafour, 1994: 85). Edebiyat daha sonraları Arapların hayatında ziyadesiyle yer almış, bazen siyasetle iç içe girerek Arap Milliyetçiliği’ne hizmet etmiştir. 19. yüzyılda Araplar arasında milliyetçilik duygularının belirmeye başlamasında edebiyatın desteği belirgin derecede olmuştur. Lübnanlı Hristiyan İbrahim Yazıcı’nın (1847-1906), ilk mısrasında ‘Arapları uyanıp ayağa kaldırmaya çağıran’ şiiri, “Arap milliyetçi hareketinin ilk çığlığı” olarak kabul edilmektedir. (Davişa, 2004: 28). Özellikle Nasıf Yazıcı (1800-71), Faris Şidyak (1805-87), Butros Bustani (1819-83) ve Abdurrahman el-Kavakibi (1849-1903) gibi isimlerin katkılarıyla oluşan edebi alandaki yeniden doğuş (rönesans) Araplık kavramına süreklilik ve istikrar kazandırmıştır. (Harbi, 1998: 84). 2. Dinsel Ortam: İslam ile Gelen Üstünlük İslamiyet’ten önce Araplar kabileler hâlinde ve ilkel bir hayat yaşamaktaydılar. Sürekli olarak birbirleriyle savaş hâlindeydiler. Neredeyse her kabile Arapçanın bir türünü konuşmaktaydı. Entelektüel bir kültürel yaşamları da yoktu. (Yahya, 1991: 53-54). Arapların uluslararası alanda etkinliği olmadığı gibi Orta Doğu coğrafyasında bile bir etkinliği yoktu. Fakat 7. yüzyılın başlarında, tüm Arap Yarımadası, Sasani ve Bizans topraklarının bir kısmını kapsayan bölgede yeni bir düzen kurulmuştur. Bu düzen ile sınırlar yeniden çizilmiştir. Bu yeni düzenin kurucuları ve efendileri Batı Arabistanlı ve büyük ölçüde Mekkeli Araplar idi. (Hourani, 2005: 36). Yeni düzen İslam, Arapları hâkim konuma getiren de İslam peygamberinin Araplardan çıkmış olmasıydı. Bu kişi Hz. Muhammed idi. 3 (Hourani, 2005: 33); Hourani’nin Arapların birbirleriyle örgütlü yaşadıklarını belirtmesine karşın Arsel, Arapların bu dönemde birbirlerinden kopuk yaşadıklarını belirtir. (Arsel, 1991: 19). 214 Bir görüşe göre, özellikle dinî duyarlılığı az olanlara göre, Arap Milliyetçiliği’nin ilk mimarı Hz. Muhammed’dir. O, Arapları Allah’ın seçkin milleti, Arapçayı Allah’ın dili olarak göstermiş, İslam dinini Arap kültürüyle yoğurmuş, Arap çıkarlarını ön planda tutmuştur. Ayrıca Arapları ortak korkuda birleştirerek Arap Milliyetçiliği’nin temellerini atmıştır. (Arsel, 1991: 19-20).4 Ancak bu görüşün kabul edilebilirliği yok denecek kadar zayıftır. Zira Hz. Muhammed’in milliyetçilik yapması kendi davasına (İslam dinine) inanmama gibi bir çelişkiyi doğururdu. İslamiyet ile birlikte Arapların hayatında tahayyül edilemez iyileşmeler oldu. Denilebilir ki, Araplar İslamiyet ile yeni bir kimlik kazanmışlardır. Yaşamlarında coğrafi genişleme, kültürel kimliklerinin oluşması, entelektüel güçlenme gibi pek çok olumluluklar görülmüştür. Arapça, İslamiyet’in kanatları altında Arap Yarımadası’nın ve Orta Doğu’nun da ötesine aşarak Afrika, Anadolu ve Avrupa (Endülüs) gibi uzak coğrafyalara kadar ulaştı. Arapça konuşanların sayısı çığ gibi arttı ve böylece dünyanın en zengin lisanlarından biri hâline geldi. Ayrıca Araplar nicelik olarak artmıştır, şöyle ki, Müslümanların önemli bir kısmı İslamiyet’i kabul etmelerinin bir sonucu olarak Araplaşmışlardır. (Yahya, 1991: 52-54). Araplar başta bugünkü Orta Doğu coğrafyasında ve Afrika’da egemenlik kurmaya başladılar. İlk dönemlerdeki İslam fetihleri aslında bir nevi Arap fetihleri demekti. Yeni din İslam’ın etki alanı genişledikçe aynı zamanda Araplığın da etki alanı genişlemekteydi. İlk dönem Müslümanlar her ne kadar fetihlerini, Arap ırkı için değil, İslam için yaptıkları duygusundan hareket etseler de, buna ilaveten kendi ulusal etki alanlarını da büyütmekteydiler. Ayrıca İslam, Arap kültürünü ciddi derecede şekillendirmiştir. (Okutan, 2001: 167). Buna mukabil ilk dönem İslam tarihinde bir Arap Milliyetçiliği duygusu, fikri ve eylemi yoktur. Bunun başlıca nedenleri, İslam’ın milliyetçiliğe karşı olması5 ve ilk dönem Arap Müslümanların samimi Müslüman olmalarından dolayı bu duyguları taşımamalarıdır. Peygamber ve halifeler döneminde bu duygulara müsamaha edilmemiştir. Çünkü amaç, sadece Arap toplumunu İslamlaştırmak değil, tüm dünyayı İslamlaştırmaktı. İslam, ulusal değil, evrenseldi. Ancak belirtmek gerekir ki, İslam’ın Arap toplumunda doğmuş olması, peygamberin Arap olması ve İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in yazı 4 5 Eflak da Hz. Muhammed’in Arapların yaratılmasındaki öneminden bahseder. (Okutan, 2001: 167). Hz. Muhammed, Veda Hutbesi’nde, “Arabın Aceme (Arap olmayana), Acemin de Araba üstünlüğü yoktur.” diyerek milliyetçiliği reddetmiştir. Genelde Türk milliyetçileri İslam’da milliyetçiliğin olduğunu kabul eder. Müspet (ırkı üstün görmez) ve menfi (ırk dinden önce gelir) milliyetçilik ayrımına gider. Türk milliyetçiliğinin müspet olduğunu belirtirler. “İslam ve Milliyetçilik”, (2007). 215 dilinin Arapça olması nadir sayıda Arabın üstünlük anlayışında olmalarına neden olmuştur. Keza Ş. Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın da belirttiği gibi Araplar İslam ile birlikte uluslaşmaya başlamıştır. Araplar İslam nedeniyledir ki, farklı ve özel bir konumdadır. (Dawn, 1998: 80-84). 3. Arap Milliyetçiliği’nin Siyasi Zemini İlk dönem Arap-İslam medeniyetinin sonlarına doğru, Müslümanlar arasındaki ümmetçi ruh kaybolmaya başlamıştır. Müslümanlar arasında ayrışmalar ve mücadeleler başlamıştır. Ayrışmanın, mücadelenin ve Arap Milliyetçiliği’nin başlangıç noktası Emevilerdir. Emeviler döneminde uygulanan Arap Milliyetçiliği, hem genel manada Arap Milliyetçiliği’nin hem de siyasal Arap Milliyetçiliği’nin ilk somut tezahürüdür. Arap milletinin üstünlüğüne dayalı bir devlettir. İslami esaslardan ayrılıp, Arap milliyetine dayanan bir siyaset gütmüşler, Arap olmayan Müslümanları mevali (azat edilmiş köleler) saymışlar, onları hep kendinden aşağı görmüşlerdir. Emeviler döneminde “Araplık” üstün bir kimlik olmuştur. Fakat Emeviler Arap Milliyetçiliği konusunda şöyle bir açmazla karşılaşmışlardır. Birleştiricilikten çok ayırıcı özelliğe sahip olan milliyetçilik burada da kendini göstermiş, Emevi devleti Arap üstünlüğüne dayalı bir devlet olmakla birlikte Araplar arasında da ikiliğe neden olmuştur. Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin’in 680’de Emevi Halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid tarafından Kerbela’da öldürülmesi, hem Araplar hem de Müslümanlar arasında bugüne dek süren Sünni-Şii ayrımına neden olmuştur. Siyasi zeminde bir başka Arap Milliyetçiliği hareketinin Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile varlık gösterdiği anlaşılmaktadır. Mehmet Ali Paşa, Arap Milliyetçiliği’ni siyasi doğrultuda kullanarak Mısır’ı Osmanlı Devleti’nden ayırmış, kendine yeterli ve bağımsız bir devlet yapmak istemiştir. Mehmet Ali Paşa’nın bölgede nüfuz sahibi olmaya başlaması, Osmanlılık yerine Mısırlılık fikrini işlemesi, bağımsızlığa yönelmesi Mısır’da ileriki zamanlarda bir “ulus” bilincine evrilen birlik duygusu oluşturmuştur. (Güler, 2004: 28). Ayrıca Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da gerçekleştirdiği yenilikler başta Irak ve Suriye gibi diğer Arap ülkelerinde de kendini hissettirmiştir. Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ı, Arap Milliyetçiliği’nin doğuşunda önde gelmiştir. (Kürkçüoğlu, 1982: 11). Karşıt bir bakış açısıyla Mehmet Ali Paşa dönemindeki siyasi uygulamaları Arap Milliyetçiliği’nin parçası ya da sonucu olarak görmek yanlıştır. Sadece bu dönemdeki tutum ve durum Arap Milliyetçiliği’ne zemin hazırlamıştır. Ancak Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın eylemleri yadsınamaz. O, Arap millî bilincini canlandırma ve Arap ulusluğunu yeniden kurma gayretinde olmuştur. (Cleveland, 1997: 68). Batılı sömürgeci devletlerin de bulundukları ülkelerde Arap Milliyetçiliği’nin oluşumuna bazen isteyerek bazen de karşı çıkarak destekleri olmuştur. Napolyon’un işgaliyle devrim fikirleri Mısır’a girmiş, daha 216 sonrasındaki İngiliz işgali de milliyetçiliği perçinlemiştir. Bunlar, Orta Doğu’da baş gösteren milliyetçi hareketlerin ilk işaretleri olmuştur. Son olarak, 19. yüzyılın sonlarında çeşitli ülkelerde oluşan kuramsal ve eylemsel düzeydeki Arap milliyetçileri de Arap dünyasında milliyetçiliğin doğuşunu hızlandırmışlardır. Bu dönemde Avrupa’da eğitim almış kişiler, Avrupa’daki milliyetçi rüzgârları Arap coğrafyasına taşımıştır. Milliyetçiliğin ilk kuramcıları da bunlar olmuştur. Mısır’daki kuramcıların en önemlisi Rifa’a Rafi Tahtavi, çok erken bir tarihte Mısır’ın ulusal birliğini sağlamayı hedeflemiştir. (Güler, 2004: 37-39). Suriyeli ve eyaleti olan Lübnanlı Arap milliyetçileri de (Beyrut Amerikan Koleji merkezli) milliyetçiliği siyasi ele almışlardır.6 İ. Yazıcı, Arapların birleşerek egemen güce (Osmanlı Devleti) karşı ayaklanmaları çağrısı yapmıştır. Necip Azuri, “bağımsızlık” konusunu işlemiştir. (Davişa, 2004: 22-23). Mişel Eflak Arap birliği fikrinin temel savunucusu olan Baas’ın ideologu olmuştur. Burada bir hususu belirtmek gerekir. Yukarıda sayılan düşünce adamlarının hepsinin ortak özelliği Hristiyan olmalarıdır. Arap Milliyetçiliği’nin ilk tezahürleri Hristiyan Araplar arasında görülmüştür. Zira Türkler ile din bağı olmadığı için ayrılmak onlara vicdan azabı vermemiştir. (Davişa, 2004: 22). Arap Milliyetçiliği 1850’lerden itibaren Batı etkisinin çok güçlü bir şekilde hissedildiği Lübnan’daki Hristiyan Araplar öncülüğünde kültürel, sosyal ve tarihî araştırmalarla başlamış ve uzunca bir süre bu aydın kesimce yapılan çalışmalarla kuramsal altyapıya kavuşmuştur. (Bilgenoğlu, 2007: 18). Tüm çalışmalarda ve hareketlenmelerde, Arapların şanlı tarihine özlem ile siyasi bir uyanış doğmuştur. (Kürkçüoğlu, 1982: 14). B. Arap Milliyetçiliği’nde “Öteki” Ögesi 1. Geri Kalmışlığın Fikre Dönüşümü Milliyetçilik Avrupa’da çıkan bir ideoloji olmasına karşılık, asıl primini az gelişmiş coğrafyalarda yapmıştır: Güney Amerika, Asya, Afrika ve Orta Doğu. Orta Doğu coğrafyası, bilhassa petrolün keşfedilmesiyle birlikte, milliyetçiliğin hararetle uygulandığı bir yer olmuştur. a. Batı’nın Etkisi Milliyetçiliğin Arap halkları üzerinde, Batı tarafından kaynaklanan etkisi olumlu ve olumsuz olmak üzere iki yönlüdür. Her iki yön de birbirinin tezadı görünümündedir. Batı’nın ilk olumlu etkisi, Arap dünyasını ve milliyetçiliğini geliştirmesidir. Öncelikle tüm milliyetçilikler gibi Arap Milliyetçiliği de Batı Avrupa kökenli 6 Lübnan’da Türk karşıtlığında oluşan Arap Milliyetçiliği Batılı eğitim, Fransız Devrimi’nin siyasal ülküleri, Arap dili ve edebiyatının ihyası, matbaa, Arap gazetelerinin neşri, yurtdışı seyahatleri ve Lübnanlı göçmenlerin ABD’den geri dönmesi gibi etmenlerce beslenmiştir. Ayrılıkçı Arap Milliyetçiliği’nin Lübnan’da baskın olması da Batı ile sık temas kurulmuş olmasındandır. (Zeine, 2003: 44-45). 217 olup, onun içinden çıkmıştır. İkincisi, Arap Milliyetçiliği’nin tartışılmasına ve gelişmesine zemin hazırlamışlardır. Örneğin Mısır’ın İngiltere tarafından işgal edilmesinin ardından Arap ve Türk milliyetçileri fikirlerinin özgürce tartışılıp gelişmesine zemin hazırlayan Kahire ve İskenderiye’de toplanmışlardır. (Zeine, 2003: 57). Üçüncüsü mandacı devletler, örneğin Irak’ta, himayesindeki ülkelerde uygulanan Arap Milliyetçiliği’ne dayalı eğitim müfredatını desteklemişlerdir. (Simon, 1997: 95). Dördüncü olarak Arap Milliyetçiliği gibi fikirlerin olgunlaşmasına katkıda bulunmuşlardır. İlk Arap milliyetçileri Avrupa’da eğitim görmüş, Batı’daki özgürlükçü ortamı teneffüs etmiş kişilerdi. Bunlar ve sömürgeci devletler milliyetçilik fikrini bu bölgeye taşıyarak, entelektüel tartışmalar için ortam hazırlamışlardır. Son olarak Avrupalı devletler, Arap Orta Doğu’sunu sömürürken aynı zamanda bu bölgeleri ekonomik, kültürel, siyasi, toplumsal yönlerden geliştirmiştir. Örneğin I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan manda sisteminde mandater devletin sömürge ülkesinin kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlamak gibi bir (sözde) görevi vardı. Orta Doğu’yu imarına katkıda bulunmuşlardır. Batı’nın Arap dünyasına ve milliyetçiliğine etkisi, tahmin edileceği gibi ve daha fazla oranda olumsuz olmuştur. Bu etkinin ilki, milliyetçiliğin oluşumuna yaptığı katkıdır. 19. yüzyıldan itibaren Batı ile çok çeşitli yollardan ilişkiye geçilmesiyle misyonerler ve Batılı okullar, Arap Milliyetçiliği’nin duygu ve hareketlerini şekillendirmiştir. Batı’nın ikinci etkisi isyanlar şeklinde olmuştur. İsyanları da iki şekilde değerlendirmek gerekir. a) Sömürge devletlerinin çıkarttığı isyanlar, b) Sömürge devletlerine karşı çıkan isyanlar. 1) 1798’de Mısır’ı işgal eden Fransa, Mısır’ı Osmanlı’ya karşı tahrik etmiştir. Sömürge devletlerinin çıkardığı isyanların en önemlisi Osmanlı Devleti’ne karşı çıkarılan 1916 Arap İsyanı’dır. 2) Sömürge devletlerine karşı çıkan isyanlarda Mısır önemli bir ülkedir. İngiltere, Mısır’ı işgal etmiş fakat buradaki ayaklanmalardan dolayı hiç de rahat edememiştir. Mehmet Ali Paşa dönemi sonrasında Mısır yönetimi üzerinde bariz bir üstünlük kurmuş olan İngiliz yönetimine karşı ülke içinde oluşan direniş, kendisini “İslam modernizmi” ve “Mısır Milliyetçiliği” şeklinde iki ideolojik tavırla ifade etmiştir. 7 1881’deki Arabî Paşa Ayaklanması bunların en önemlilerindendir. Olumsuz etkisinin sonuncusu da Orta Doğu’nun bağımsızlıklarını kaybetmesi ve çoğunun bir sömürge ülkesi hâline gelmesidir. Böylece, Arap coğrafyasının kaynakları, uzun süre Batı başkentlerine akmıştır. Sömürgeciliğin doğası gereği, hâkim (sömürgeci) devlet zenginleşirken, zayıf (sömürülen) devlet de fakirleşmiştir. Bu durum, Arapların petrol zengini olmalarına rağmen, 7 http://209.85.135.104/search?q=cache:1UIFmOghms4J:www.ihh.org.tr/misir/tarih/somurg e.html+İslam+modernizmi+ihh&hl=tr&ct=clnk&cd=1&gl=tr, (Erişim: 9.8.2007). 218 bugün bile zengin olamamalarının ardında yatan nedenlerden birisini göstermektedir. b. Türklerin Etkisi Arap Milliyetçiliği’ni doğuran ve gelişimini sağlayan dışsal etmenlerden birisi de Türkler ve Türk milliyetçiliğidir. Osmanlının 1517’de Mısır’ı fethedip halifeliği devralması ve egemenliğini Arap ülkelerine genişletmesiyle Türklerin Araplar üzerinde etkisi artmıştır. Bu durum aynı zamanda Arapların Türklere karşı bir olumsuz harekette bulunmalarını da engellemiştir. Ancak 19. yüzyılın ortalarından, bilhassa son çeyreğinden itibaren bölgenin bir cazibe merkezi olup paylaşım alanı hâline gelmesiyle Türkler hakkında olumsuz duygular depreşmeye başlamıştır. Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesi Araplardaki Türk düşmanlığı duygularını uyandırmıştır. (Arsel, 1991: 185). Bunun yanında Avrupa’da eğitim görmüş olan ve bilhassa Hristiyan Arapların Arap Milliyetçiliği’ni şekillendirdiği görülmektedir. Bu doğrultuda Antonius’a göre, Arap millî kimliğinin uyanışında Türklerin etkisinin olmadığı açıktır. (Cleveland, 1997: 84). Arap Milliyetçiliği’nin oluşmasında Türk etmeniyle ilgili savların üç tür etki etrafında odaklandığı belirtilebilir. Bunlardan birincisi Türkçülük politikasıdır. İkincisi dinî etkendir. Sonuncusu da Türklerin Arapları geri bıraktırdığı ve sömürdüğüne ilişkin düşüncelerdir. Türkçülük etkeninin Arap Milliyetçiliği’ni doğurduğu ve büyüttüğü yönünde karşıt iki görüş belirtilebilir. İlkine göre; Osmanlı İmparatorluğu’nda 1913-1918 yılları arasında iktidarda olan (yönetimde 1908-1918 arasında etkili olmuştur) İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), iktidarında Türkçülük politikası takip etmiştir. Devleti kurtarmanın son aracı olarak görülen Türkçülük politikasına Türk olmayan milletlerden tepki gelmiştir. Arap Milliyetçiliği’nin oluşumunda bu etkinin payı vardır. Türkçülüğün yükselişi Arap milliyetçilerini bir kopuşa sürüklemiştir. (Harbi, 1998: 84). Bu kopuş ve tepki öncelikle Hristiyan Araplardan gelmiştir. Örneğin Lübnan’da, Hristiyan Araplar arasında Türk aleyhtarı fikir ve hareketlerin gelişmesinde bunların kendilerini Müslüman Türk idaresinde okyanusta bir ada gibi hissetmeleri etkili olmuştur. (Soy, 2004: 179). Arap şehirlerindeki müezzinler Cuma namazlarında, Türk sultanlar için dua etmişlerdir. (Davişa, 2004: 16) Hutbeler Türkçe okutulmuştur. Buna mukabil, ikinci görüşe göre; Türkçülük, Arap Milliyetçiliği’ni etkin şekilde besleyen bir etmen değildir. Bir kere İTC iktidara geldiğinde katı bir Türkçülük politikası uygulamamış, tersine bunu telaffuzdan mümkün mertebe kaçınmıştır. İktidarının ilk yıllarında Türkçülük değil, Osmanlıcılığa inanmışlardır. Bunun bir sonucu olarak Osmanlılarda ve İttihatçıların istikrarsız iktidarında bile Araplar için bir art niyet olmamıştır. Arapları darıltan birkaç uygulamadan sonraları vazgeçmişlerdir. Ancak Arnavut ve Arap tebanın milliyetçi girişimleri üzerine İTC Osmanlıcılığı terk etmiş (Emre, 2004: 62) ve 219 Türkçülüğe yönelmiştir. Kısacası Arapları milliyetçilik hareketlerine yönelten İTC ve Türkçülük olmayıp, tersine İTC’yi Türkçülüğe yönelten Müslüman Arnavut ve Arapların milliyetçi eylemleri olmuştur. (Emre, 2004: 62-63). Bu çerçevede belirtilebilecek bir başka husus da İTC’nin sadece Türkçülerden oluşan bir hareket olmadığına ilişkindir. İTC karma bir hareket olup kurucuları arasında Türk ve Türkçü olmayan kişiler de mevcuttu. Örneğin İTC’nin genel başkanlarından ve İTC iktidarının sadrazamlarından (başbakan) birisi de İslamcı kişiliğiyle bilinen Said Halim Paşa’dır. Bu karma yapı Arap ve diğer Müslüman tebaya karşı ayrımcı politikalar takip edilmediğinin bir göstergesidir. Din etmeni ise, İslamcı-Arap milliyetçisi fikir adamlarının Osmanlı Devleti/Türklere karşı savlarında kendini belli etmiştir. Örneğin Suriyeli Kavakibi Araplar ile Türkler arasındaki etnik farklılıkları işleyerek, Arapları Türklerden ayrıştırmıştır. Kavakibi Şehirlerin Anası kitabında, Türklerin, Ümmete İslam’ın çökmesine yol açan uygulamalar soktuğu ve Türkler İslamiyet’i kabul etmeselerdi İslam şimdikinden daha iyi konumda olacaktı, görüşünü savunur. Bu nedenle, Halifelik Türklerden alınıp Hicaz’a getirilerek, Kureyş soyundan seçilen Halife’ye verilmelidir. Böylece güçler dengesinde Türklerden Araplara bir kayma gerçekleşecektir. Halifelik ve Arapçılık hareketine yarı siyasal bir boyut kazandırır. Raşid Rıza (1865-1935) ise, halifeliğin İstanbul’daki Osmanlı hükümdarlarında olmasının gülünç birşey olduğunu belirtir. Hatta Rıza, İslam’ın “Osmanlı hükümdarlarından zarar gördüğünde” ısrar eder. Ona göre Türkler, halifeliği, İslam’ı yaymak için Allah’ın seçmiş olduğu millet olan Araplardan (Abbasilerden) zorla almışlardır. (Davişa, 2004: 19-21). Geri bırakma etmeninin de Arap dünyasında önemli bir inanırlığı vardır. Arap Milliyetçiliği’nin ilk fikir babalarından Suriyeli Hristiyan Necip Azuri (öl. 1916), Osmanlıyı parçalayıp bir Arap devleti kurmayı savunan ilk ayrılıkçıydı. Ona göre, “Türkler Araplara zarar vermişlerdir. Türkler müdahale etmeseydi Araplar, dünyadaki en medeni millet olacaktı.” İ. Yazıcı’ya göre de, “Arap medeniyetinin çökmeye başladığı an Türklerin, Araplar üzerinde egemenlik kurmaya geldiği andır. Arapların eski ihtişamlarına dönmeleri için Türkleri kendi içlerinden kovmaları gerekir.” (Davişa, 2004: 22-23). Arapların Osmanlı yönetiminde sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan durağanlaşmaya başladığını vurgulayan başka kaynaklar da vardır. Bunlara göre Abbasi devrinin sanat, edebiyat, bilim gibi alanlardaki kültürel zenginliği Osmanlı yönetiminde bir durgunluk yaşamıştır. (Tibi, 1998: 95). Türklere karşı gerçekleştirilen bir eylem olmasından dolayı Arap İsyanı’ndan bahsetmek gerekir. 1916 Arap İsyanı (1916-18), Türklere karşı somut bir tepki olarak kabul edilebilir. 1878’den sonra Osmanlı Devleti’ni ayakta tutma politikasını bırakan İngiltere, çıkarlarını korumak için Osmanlı mirasına konmaya başlamıştır. Hindistan ticaret yolunun güvenliği, Akdeniz ve Orta Doğu’daki varlığını devam ettirme ve en önemlisi de petrol kaynaklarına sahip olma gibi sebeplerle Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak istemiştir. Bu 220 nedenle Osmanlı ile husumet hâlinde olan, Osmanlı padişahının otoritesini yıkma fikrini beslemiş olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin8 ile anlaşarak, Osmanlı Devleti’ne saldırtmıştır. Aslında ilk fikir İngiltere’den değil, Ş. Hüseyin’den gelmiştir. (Kürkçüoğlu, 1982: 75-76). İlk başlarda İngiltere Arap Milliyetçiliği’ni desteklememişti ve bir Arap hareketinin başarıya ulaşacağı noktasında tereddütleri vardı. Ş. Hüseyin cihat çağrısına uymayacağını garanti etmiştir. Karşılıklı görüşmeler sonrasında İngiltere, Hicaz’daki bir ayaklanmanın kutsal yerlerden dolayı tüm Arapları tahrik ve teşvik edebileceği; Ş. Hüseyin’in itibarlı makamının nüfuzu; hac yolu üzerindeki mukaddes yerleri elinde tutarak dost olduğunu göstermek için Ş. Hüseyin ile anlaşmıştır. (Kürkçüoğlu, 1982: 76-77). 27 Haziran 1916’da Ş. Hüseyin, Osmanlı’nın halkı ezdiği, dine karşı uygulamalarda bulunduğu ve de Arabı Araba ezdirdiği gibi Arap Milliyetçiliği kokan suçlamalarla Osmanlı’ya isyan başlatmıştır. (Kürkçüoğlu, 1982: 116). Bu isyanın siyasi (milliyetçi) mi, dinî mi yoksa toplumsal bir isyan mı olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Birincisine göre, isyan siyasi/milliyetçi bir isyandır. Bu savı savunanlar tarihçi George Antonius ve daha çok Türk yazarlardır.9 Bu savı güçlendiren nedenler olarak, i) Hicaz dışındaki Araplar da destek sözü vermişlerdir. (Kürkçüoğlu, 1982: 82). ii) Halife II. Abdülhamit’in Cihat çağrısına uymamışlardır. iii) İsyanın Faysal tarafından belirlenen üç aracı vardır: altın, nüfuz ve mesaj. Esas araç, Arap aydınlanmasının özü (Davişa, 2004: 32) olarak nitelenen siyasi mesaj idi; yani özgürlüğü her şeyin üstünde bir değer olarak görmeleri ve bunu gerçekleştirmek için Faysal’ın arkasında savaşmaya yemin etmeleridir. iv) Ş. Hüseyin’in milliyetçiliğe (Arabı Araba ezdirmek gibi) ilişkin sözleri, v) İsyanın yönetim kadrosunda milliyetçilerin yer alması. Örneğin Ş. Hüseyin’in oğlu Abdullah, gizli bir Arap siyasi örgütünün üyesi olan bir Arap milliyetçisiydi. (Dawn, 1998: 64). O’na göre Araplar istisnai bir ulustur. Ayrıca Ş. Hüseyin milliyetçi Araplarla ilişki içerisinde olmuştur. (Dawn, 1998: 79). Temmuz 1915’te İngiltere’nin Mısır Komutanı McMahon’a sunduğu mesajında talep ettiği Arap devletinin sınırları ile tüm Arap milliyetçilerinin talep ettiği Arap sınırları örtüşmektedir. (Dawn, 1998: 100). vi) Arapların kendileri bu isyanı “Arap İsyanı” olarak adlandırmakta olup, isyanı Arap uyanışının en son noktası olarak görmektedirler. (Dawn, 1998: 7). İsyan, Arap Milliyetçiliği’nin bir kilometre taşıdır. Ş. Hüseyin Arapçılığın siyasi tasarısını hazırlamış ve uygulamaya koymuştur. (Dawn, 1998: 61). Bu da göstermektedir ki, Arapların ırken farklı oldukları Türklerden ayrılmak istediklerini, böylece millî duygu ve hareketin dinî duyguların önüne geçmeye başladığı görülmüştür. (Kürkçüoğlu, 1982: 90-91). Antonius’a göre, başlangıçta milliyetçilikle fazla ilgisi olmamakla beraber, İsyan, milliyetçi bellek ve tarih 8 9 Ş. Hüseyin 1914’e kadar Osmanlı’ya sadık kalmış, Hicaz’da babadan oğula geçen bir krallık talebinin Osmanlılarca reddedilmesi üzerine başkaldırmaya başlamıştır. (Davişa, 2004: 31). Bkz.: George Antonius, The Arab Awakening: The Story of Arab National Movements, Beirut: Khayat’s, 1938: Türk yazarlardan Bkz.: Kürkçüoğlu; Arsel. 221 literatüründe Arap Milliyetçiliği hareketini ateşleyecek, Arap bağımsızlığını gerçekleştirecek ve Arapların tek devlet içinde ve tek hükûmet altında siyasal birlik istemlerine yol açacak bir vatanseverlik kıvılcımı olarak saygın bir hareketti. (Davişa, 2004: 30). Buna karşılık isyanın milliyetçi bir hareket olmadığı görüşü vardır. Bunun göstergeleri olarak, i) Osmanlı’nın Arapça konuşan diğer topraklarındaki halklar isyana kayıtsız kalmışlar ve destek vermemişlerdir.10 ii) Söylemleri itibarıyla İslamcı bir harekettir. Ş. Hüseyin’in, İslam bayrağı altında birleşme ve Genç Türkleri İslam’ı tehlikeye sokan kafir yenilikçiler gibi düşünceleri vardır. Batılı11 ve Arap12 tarihçilerden kesinlikle İslami bir hareket olduğunu savunanlar vardır. Bunlara göre, isyan Arap’tır ama Arap milliyetçisi değildir. Araplar adına değil, Ş. Hüseyin öncülüğünde Mekkeli hilafet adına girişilen İslamcı bir harekettir. (Davişa, 2004: 31). İsyanın, ne milliyetçi ne de İslamcı bir hareket olduğuna ilişkin üçüncü bir görüş vardır. Buna göre isyan yalnızca para uğruna yapılmış bir savaşım idi. İngiliz altınları, Faysal’ın mesajından ve Emir’in nüfuzundan daha etkili olmuştur. T. Edward Lawrance, Faysal’ın kabileleri satın almasını İngiliz altınlarının mümkün kıldığını ifade eder. Kabile liderleri o kadar sıkı pazarlık etmişlerdir ki, çoğu paralarını aldıktan sonra Emir’in savaşından çekilmiştir. (Davişa, 2004: 33). İsyanın tasarlanan tarihten geç başlamasının bir nedeni de bu pazarlıklardır. 2. “Öteki” Sorunsalı Arap Milliyetçiliği’nin oluşum ve yerleşme (ilk ortaya çıkıştan Arap devletlerin bağımsızlıklarına kadarki) dönemlerinde “öteki” kimdir? Türkler midir yoksa Batı mıdır? Öteki sorunsalı esas olarak bu iki unsur bazında incelenmelidir. Türkler, 16. yüzyıldan itibaren Arap bölgelerinin çoğu kesimlerini hâkimiyet altına almışlardır. 20. yüzyılın başlarına kadar Arap halklarını yönetmiştir. Bu süre zarfında Müslüman olmaları nedeniyle İslam’a büyük hürmet göstermişlerdir. Kabe’nin örtüsü ve yıkamada kullanılan gülsuyu, yanında hediyelerle birlikte her yıl Osmanlı Devleti/Türkiye’den gitmiştir.13 Hicaz’dan 10 (Davişa, 2004: 33). Mısır’da yayınlanan, el-Ahram gazetesi isyanın kesinlikle milliyetçi bir hareket olmadığı sonucuna varmıştır. Mısır; yerelciliğin ve Osmanlıcılığın güçlü olmasından dolayı Suriye; Filistin; Şii özelliğinden ve “kafir İngilizlerle Müslüman Osmanlı’ya karşı” ittifaktan ve Seyid Talib’in Emir olması yerine Ş. Hüseyin’in hükümdar olma isteğinden dolayı Mezopotamya; ve hatta Emir’in kendi arka bahçesi olarak gördüğü Hicaz bile isyana tam destek vermemiştir. (Davişa, 2004: 31-35). 11 Örneğin William Cleveland, isyanın İslam’ı korumak adına başlatıldığını belirtir. (Davişa, 2004: 30-31). 12 Örneğin Aziz el-Azmeh, “isyan Arap Milliyetçiliği kayıtlarından çıkarılmalıdır” der. (Davişa, 2004: 32). 13 Hâlen de zaman zaman gönderilmektedir. 1990’a kadar gülsuyu Isparta’dan gönderilmekteydi. Dört asırdan fazla bir süreyle her hac mevsiminde Mekke ve Medine’ye gönderilen Sürre 222 vergi ve asker almamış, diğer Arap bölgelerinde de müsamahalı davranmıştır. Araplar, Hz. Muhammed’den dolayı “Kavm-i Necip” (asil halk) olarak kabul edilmiş, (Zeine, 2003: 25) büyük saygı görmüşlerdir. Hatta bundan dolayı Türkçü olarak bilinen İTC döneminde bile, Arapları gücendirecek uygulamalara gidilmemeye çalışılmıştır. Peygamber soyuna hürmeten Mekke ve Medine kalelerine bayrak bile çekmemiştir. Arapça konuşulan bölgelerdeki halka Osmanlı’nın diğer bölgelerindeki halka bahşedilmeyen bir yaklaşım sergilenmiştir. (Zeine, 2003: 25). Osmanlı Türkleri Arap alfabesini kullanmışlardır. Arapçayı kutsal dil kabul ederek ona saygı göstermiştir. Arapça üstün önemini korumaya devam etmiştir. (Davişa, 2004: 16). Bunun yanında Mekke ve Medine başta olmak üzere eğitim kurumlarının sayıları sürekli artırılmıştır. (Dawn, 1998: 10). Türklerin penceresinden bakıldığında tüm bunlar Türklerin Araplar için bir mutlak “öteki” olamayacağına delalet eder. Bir başka husus, Araplar 4 asır boyunca Osmanlı Türklerinin hâkimiyetinde kalmalarına rağmen asimile olmamışlar, millet olarak varlıklarını korumuşlardır.14 Son olarak Osmanlı hâkimiyetinde iken hiçbir Arap coğrafyasında büyük çaplı savaş, çatışma yaşanmamıştır. Osmanlı hâkimiyetindeki yıllar huzurlu bir dönem olmuştur. Yukarıda bahsedilen Türklerin Arapları geri bıraktırdığı hususunun da mutlak bir doğruluğu yoktur. Arapların geri kalmışlığı ve 400 yıl boyunca kültürel durgunluklarının ana sorumlusunun Türkler olduğunu ispatlayacak hiçbir tarihî kanıt yoktur. (Zeine, 2003: 25). Bu sav bir zan ve siyasi saldırıdan ibarettir. Tersine Arap bölgeleri Türklerin hâkimiyetinde kalmaktan kârlı çıkmışlardır. Örneğin Suriye ticari bir merkez hâline gelmiştir. (Zeine, 2003: 25). Arapların penceresinden bakıldığında ise, 19. yüzyılın sonlarına doğru oluşan Arap Milliyetçiliği daha çok Suriye ve Lübnanlı Hristiyan Araplarla başlamış, Osmanlıya ve Türklere düşmanlık bu kesimce beslenmiştir. Bunlar ayrılma yönünde çalışırken, Müslüman Araplar ise Osmanlı ile birlikten memnun idiler. Osmanlı’nın bölgeye gelişi bir lütuf olarak algılanmıştır.15 1916 Arap İsyanı’nda Osmanlı’ya başkaldıran bir kısım Arab’a karşılık çoğu Osmanlı’ya sadık kalmıştır. Ayrıca Arapların 4 asır boyunca herhangi bir isyana başvurmaması Osmanlı yönetiminden memnuniyetini gösterir. Zaten Arap Alayları ve yöre halkına takdim edilen sayısız hediye ve yardımlar, bu beldelere gösterilen saygının bir başka ifadesidir. Arabistan ahâlisi, Osmanlıların hâkimiyetinde kaldıkları 15171918 yılları arasında bolluk içinde yaşayıp, ihtiyaçları bu şekilde ziyâdesiyle karşılanmıştır. Son Sürre Alayı 1918’de gönderilmiş olup, Osmanlı savaş zamanı paraya ihtiyaç duymasına rağmen bu beldelere 3.650.000 kuruş göndermiştir. (Pala, 2005: 16). 14 Bununla ilgili olarak bir olayı nakletmek çalışmaya ışık tutacaktır: Cezayirli bir genç Necip Fazıl Kısakürek’e Osmanlı’nın emperyalist olup olmadığını sormuştur. Kısakürek hazır cevaplılığıyla, “Osmanlı emperyalist olsaydı bu soruyu bana Fransızca değil, Türkçe sorardın.” demiştir. (Hancıoğlu, 2007: 18). 15 İbn Haldun, “Araplar çöküşe geçtiğinde, Türkler Allah’ın dinini, Hristiyan Haçlılardan ve putperest Moğollardan, kurtarmıştır.” der. (Caşın, 2003: 51). 223 Milliyetçiliği en son noktaya kadar ayrılıkçı olmamıştır. Arapların birçoğu Osmanlı’yı yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap olmayan bir hanedan olarak görmüşler ve kendilerine saygılı davrandıkça, dindaş kaldıkça, kendilerini Batı işgaline karşı korudukça itaat etmişlerdir. Örneğin Iraklı bir bürokrat-siyasetçi olan Talib Müştak, Irak’ın Osmanlı yönetimindeyken asla sömürgeci yönetim altında olmadığını belirtir. (Davişa, 2004: 29). Günümüzde bile bazı Araplar arasında Osmanlı yönetimi özlemi vardır. Örneğin Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, Nisan 2005’te, Türkiye’ye Osmanlı’dan kopan ülkeler arasında bir Osmanlı Birliği kurulmasını önermiştir. Önerisi esnasında, “Biz (Cezayir) Osmanlı’ya daha sıcak ve benimseyerek bakarız. Osmanlı asırları bizim millî tarihimizin de gurur duyduğumuz bir bölümüdür” şeklinde konuşmuştur. (Akyol, 2005). Buna karşılık Osmanlı’yı “öteki” görme durumu da vardır. Arap Milliyetçiliği, en Batı karşıtı olduğu zamanlarda bile Osmanlı karşıtı olmuştur. Örneğin Mısır, Arap Dünyasının lideri olma konumundan dolayı Osmanlı’yı pek çok zaman “öteki” olarak görmüştür. Türkleri nefret derecesinde “öteki” olarak gören Araplar olduğu gibi köpeğinin ismine “Arap” diyecek kadar Araplardan nefret eden Türkler de vardır. Osmanlı tarafında İTC, Araplar tarafında ise 1916 Arap İsyanı ilişkilerin kırılma noktalarıdır. Türkler, Arap coğrafyasından çekildikten sonra Türkler ile Arapların ilişkileri hem yoğunluğunun azalması hem de eşit devletler arası ilişkilere dönüşmesi bakımından nitelik olarak değişime uğramıştır. Soğuk Savaş yıllarında ise Arap Orta Doğu’sunun ABD karşıtlığı ve Doğu Bloku’nun lideri Sovyetler Birliği’ne yakın olmaları Türkiye’nin ise ABD yanında yer alması nedeniyle soğukluklar yaşanmıştır. Genel olarak ve neticede Arap Milliyetçiliği ve bilincinin doğuşu ve Arapların bağımsız devlet kurmalarına kadarki aşamada Türklerin “öteki” konumunda olduğu belirtilebilir. Ancak yukarıda Türklerin “öteki” olduğuna ilişkin sava karşın gerçekte Araplar nezdinde Türklerin ötekiliğinin etkin ve mutlak bir ötekilik olmadığı ifade edilebilir. Zira şu etmen esaslı bir şekilde göz önünde bulundurulmalıdır: Arap Milliyetçiliği’nin doğuşu milliyetçilikler yüzyılı olarak kabul edilen 19. yüzyılın doğal bir sonucudur. Denilebilir ki, Arap Milliyetçiliği sadece bir Osmanlı/Türk karşıt ögesine karşı oluşmayıp, “onlar” unsurunun olmadığı (veya çok belirsiz olduğu) ve “biz” unsurunun baskınlığında doğan bir harekettir. Bir Türk karşıtlığı olmasaydı da yüzyılın gereği olarak bir Arap Milliyetçiliği doğacaktı. O hâlde Arap Milliyetçiliği başlarda “biz” (Arap) merkezli olup; sonraları buna “onlar” (Osmanlı/Türkler ve Batı/Avrupa) eklenmiştir. Batılıların “öteki” olduğu (veya olması gerektiği) savı daha gerçekçidir. Bunun bulguları olarak şunlar sıralanabilir: 1. Arap coğrafyasını sömürmüştür. Avrupalıların Orta Doğu’ya gelişi, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yoğunluk kazanmıştır. Bu zamanlar, bilhassa 224 20. yüzyıl başı, petrolün Orta Doğu’da keşfedilme zamanlarıdır. Avrupalı Batılılar, petrol için Osmanlı Devleti’ni bölme amacıyla Araplara milliyetçilik duygularını aşılamıştır. Arap coğrafyasını işgal ederek neredeyse tüm Arapları sömürgeleştirmiştir. Arap coğrafyası başta İngiltere ve Fransa arasında pay edilmiştir. Fransa, Suriye, Cezayir’i; İngiltere Arap Yarımadası, Irak, Mısır’ı işgal etmiştir. Araplar, uzunca bir süre Batılılarca yönetilmiş, doğal kaynakları Batı başkentlerine aktarılmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında “Manda”, I. Dünya Savaşı sonrasında da “Vesayet” sistemiyle Arap coğrafyası Avrupalı devletlerin resmi sömürgesi olmuştur. Örneğin Suriye 1946’ya kadar Fransızlarca, Ürdün 1957’ye kadar İngilizlerce sömürülmüştür. Bu sömürü nitelik değiştirmiş hâliyle günümüzde bile devam etmektedir. Pek çok Arap ülkesinde ABD etkisi sürmekte hatta Irak 2003’te işgal edilerek Irak petrollerini Amerikan ve İngiliz firmalarına aktarmak için Irak Meclisi’nde kanunlar çıkartılmaktadır. Yani Arap coğrafyasının sömürüsü hâlâ sürmektedir. 2. Arap toplumunu bölmüştür. Sömürge devletleri, her yönettiği bölgenin kendi sınırlarını çizerek, onların bağımsız birimler olmalarını sağlamışlardır. Batı, Arap devletlerini sözde bağımsızlığa kavuşturmuştur. Ancak bu bağımsızlaştırmayı Arap ulusunu ayrı ayrı devletçiklere bölerek yapmıştır. Elbetteki bu tarz bağımsızlaştırma Arapların çıkarına ve istediği bir yol olmayıp tamamen Batının çıkarlarına uygun idi. Zira Batı bu yolla: a. Güçlü Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırarak mirasına (petrolün bulunduğu Arap Orta Doğu’suna) yerleşmeyi, b. Arapların tek vücut olmalarını engellemeyi, hedeflememiş ve başarmıştır. Arapları “böl-yönet” politikasına uygun olarak güçsüz, küçük ve birbiriyle husumetli devletçikler hâline getirmişlerdir. Araplar devletlerinin olduğuna sevinirken aslında bölünerek ve birbirlerinin düşmanı hâline gelerek kazandıklarından daha fazlasını kaybetmişlerdir. Arap Milliyetçiliği’nin ideologlarından Husri de bunu kabul eder. O, Arap devletlerinin sınırlarının ne bu ülkelerin ne de halkların çıkarlarına göre değil, buraları hâkimiyeti altında tutan ve paylaşan emperyalist devletlerin kendi çıkarlarını sağlama alma amacıyla kendi aralarında uzun pazarlıklar ve hileler sonucu oluşturulduğunu ifade eder.16 3. Manda ve vesayet sistemleri ile onurlarını kırmışlardır. I. Dünya Savaşı sonrasında, Milletler Cemiyeti zamanında sömürgeci Batılı devletler Orta Doğu devletlerini, “kendilerini yönetme yeteneğini kazanmalarını sağlama” amacıyla yönetmiştir. Bu sistem Birleşmiş Milletler (BM) zamanında da “Vesayet Rejimi ve Kendi Kendini Yönetmeyen Ülkeler Rejimi” adıyla devam ettirilmiştir. Yani Arap halkları kendi kendini yönetme yeteneği olmayan, geri halklar olarak dünyaya tanıtılmıştır. Bu bir halk için onur kırıcıdır. 4. Huzuru ortadan kaldırmışlardır. Osmanlı hâkimiyetindeyken Orta Doğu coğrafyası en huzurlu ve barışçıl dönemlerini yaşamıştır. Ne zamanki 16 (Husri, 1998: 149). Bölgesel devletlerin oluşturulması Arap Milliyetçiliği’ni Batı karşıtı yapmıştır. (Harbi, 1998: 85). 225 Osmanlı’nın bölgedeki egemenliği sona erdi/erdirildi, o zaman savaşlar, çatışmalar ve huzursuzluk bölgenin kaderi hâline gelmiştir. Bugün bile, Irak’taki iç savaş niteliğindeki çatışmalar, Filistin-İsrail sorunu bölgedeki huzursuzluğun dışavurumlarıdır. 5. İsrail etmeni. İsrail’i Orta Doğu’ya, Arap denizinin içinde bir ada olarak yerleştiren Batı’dır. 1917 Balfour Bildirisi ile İngiltere, Yahudilere Filistin bölgesinde yurt vaad etmiş, buraya göçlerine izin vermiştir. 1948’de devlet kurulduğunda da ilk tanıyanlar yine Batılı güçler olmuştur. İsrail’in kurulması, siyonizmin gelişmesi ve Yahudilerle Arapların (başta Filistinliler) bir arada yaşama sorunu hem Arap Milliyetçiliği’nin şiddetini hem de Araplardaki Batı’ya karşı “öteki” duygusunu artırmıştır. (Harbi, 1998: 85). Batı’nın “öteki” olmadığına ilişkin karşıt bir görüş vardır. Buna göre, Batı bedevi Arap toplumunu çağdaşlaştırmış, bu nedenle de Batı’nın Orta Doğu’ya sömürgecilik şeklinde de olsa gelmesi iyi olmuştur. Araplar, İngiltere ve Fransa’yı kendilerine örnek alarak laik, liberal ve anayasal bir sultanlık olacaktır. (Davişa, 2004: 23). Tarihçiler ve sosyal bilimciler, Fransa’nın Mısır’ı işgal ettiği yıl olan 1798’in çağdaş Orta Doğu tarihinin ve Mısır’ın çağdaşlaşmasının başlangıcı olduğunda hemfikirdirler. 17 Tarihsel olarak Arap Milliyetçiliği için “öteki”; doğuş dönemlerinde Türkler, 20. yüzyılın ilk yarısında sömürgeci Avrupalı Batılılar, ikinci yarısında ABD’nin başını çektiği Batılı devletler ve İsrail’dir. Günümüzde de İsrail ve ABD tek “öteki”dir. Bunun göstergeleri olarak Arap devletlerinin çoğunun hâlâ İsrail’i bir devlet olarak tanımamaları ve ABD’yi “büyük şeytan” olarak telakki etmeleri sayılabilir. SONUÇ Farklılıkların ayrışması benzerliklerin ayrışmasına göre daha kolay ve belirgindir. Gayrimüslim toplumların Osmanlı’dan ayrılması da Müslüman toplumların ayrılmasına nazaran daha erken dönemlerde ve keskin bir biçimde olmuştur. Ancak Arnavutlar, Araplar gibi Müslüman toplumların ayrılmaları ruhsal açıdan daha sancılı olduğu gibi net bir kopuş şeklinde de olmamıştır. Dinî ve kısmen de kültürel yakınlık nedeniyle Arap ve Türk halkı birbirlerini mutlak manada reddetmemişlerdir. Hz. Peygamber, Kur’an dili, Kabe’nin Arap topraklarında olması gibi nedenlerden dolayı Araplara sevgiyle bakan pek çok Türk olduğu gibi Osmanlı’dan dolayı Türklere sevgi besleyen pek çok Arap vardır. Ötekilik daha çok farklı birimlere karşı olur. Keskin derecede ayrışmış bir birime karşı olan ötekilik daha sert, kesin ve mutlak iken; benzerlikleri olan birimlere karşı olan ötekiliğin rengi daha açıktır ve dönemsel olup geçicidir. Bu 17 (Tibi, 1998: 97). 19. yüzyıl Doğu’nun (aynı zamanda Arap Orta Doğusu’nun) Batılılaştırılma sürecinin başladığı bir yüzyıl olmuştur. Bu süreçte Fransız işgali büyük rol oynamıştır. (Piterberg, 1997: 50). 226 durum “öteki” kavramının kimler için söz konusu olduğunun bir ispatı niteliğindedir. Araplardan Türklerle yaşamaya devam eden olduğu gibi pek Arap da Türkleri “öteki” görmez. Ayrıca Türklerin egemenliği altında geçirdiği yılları kendi tarihinin onurlu yılları sayanların (örneğin Cezayir) olduğu bir Arap toplumu için Türkler “öteki” olamaz. Dinî, kültürel, tarihî, coğrafi anlamlarda Araplardan çok farklı olan ve Arap dünyasını sömüren bir Batı/Avrupa varken; Türklerle dini, coğrafi ve tarihî anlamlarda türdeşliği olan Arapların Türklere karşı “öteki” olarak bakamayacağı aşikârdır. Şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Arap Milliyetçiliği’nin doğuşu ve bağımsızlıklarını elde ettikleri dönemlerde Türkler Araplar için “öteki” olmuşsa bile yukarıda da belirtildiği üzere, Türk-Arap ilişkisinin, Arap-Batı ilişkisine nazaran türdeşliğinin olması nedeniyle Arapların Türkleri “öteki” olarak görmesi de hem mutlak olmamıştır hem de büyük oranda bu dönemle sınırlı kalmıştır. Mutlak olmamıştır çünkü tüm Araplar bu düşüncede olmamıştır. Sadece bu dönemle sınırlı kalmıştır çünkü Araplar bağımsız olduktan sonra bu hâleti ruhiyeden kurtulmuşlar ve ilişkiler yöneten-yönetilen düzeyinden eşitlik düzeyinde gerçekleşmeye başlamıştır. KAYNAKÇA Akyol, Taha, (2005), “Millî Tarihin İnşa Edilmesi”, Milliyet, 12 Nisan. AlHusri, Sati, (1998), “Arap Milliyetçiliği Üzerine: Arap Milliyetçiliği Nedir?”, Jean LECA (haz.), Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev.: Siren İdemen, İstanbul: Metis Yayınları, 148-149. Arsel, İlhan, (1991), Arap Milliyetçiliği ve Türkler, 4. Baskı, İstanbul: İnkılap Kitabevi. Caşın, M. Hakkı vd., (2003), “ABD’nin Irak Harekâtı Sonrasında Orta Doğu’da Değişen Uluslararası Konjonktür ve Arap Milliyetçiliği’nin Yeni Parametreleri”, Jeopolitik, 2(6), 49-68. Cleveland, William L., (1997), “The Arab Nationalism of George Antonius Reconsidered”, James Jankowski and Israel Gershoni (edi.), Rethinking Nationalism in the Arab Middle, New York: Columbia University Press, 6586. Davişa, Adid, (2004), Arap Milliyetçiliği, Zaferden Umutsuzluğa, Çeviren: Lütfi Yalçın, İstanbul: Literatür Yayınları. Dawn, C. Ernest, (1998), Osmanlıcılıktan Arapçılığa, İstanbul: Yöneliş Yayınları. Emre, İsmet, (2004), “Türk Duygusu Mecmuası Üzerine Bir İnceleme”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VIII(1), 61-74, http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/871.pdf, (Erişim: 7. 8. 2007). 227 Gogoi, Aparajita and Gazi Ibdewi Abdulghafour, (1994), Arab Nationalism: Birth, Evolution And The Present Dilemma, New Delhi: Lancers Boks. Güler, Zeynep, (2004), Süveyş’in Batısında Arap Milliyetçiliği: Mısır ve Nasırcılık, İstanbul: Yenihayat Kütüphanesi. Hancıoğlu, Selim, (2007), “Bir Akşam Şam’a Gitmeli”, Zaman, 17 Mart. Harbi, Mohammad, (1998), “Arap Ulusal Mitini Sorgularken”, Jean Leca (Haz.), Uluslar ve Milliyetçilikler, Çeviren: Siren İdemen, İstanbul: Metis Yayınları, 84-88. Hourani, Albert, (2005), Arap Halkları Tarihi, Çev.: Yavuz Alogan, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları. “İslam ve Milliyetçilik”, (2007), http://209. 85. 129. 104/search?q=cache: 1l1bJdw3EUYJ: www. doguturkistan. net/modules. php%3Fname%3 DNews%26file%3Darticle%26sid%3D5032+arab%27%C4%B1n+acem% 27e+%C3%BCst%C3%BCn&hl=tr&ct=clnk&cd=4&gl=tr. (Erişim: 26. 7. 2007). http://209.85.135.104/search?q=cache: 1UIFmOghms4J: www. ihh. org. tr/misir/tarih/somurge.html+İslam+modernizmi+ihh&hl=tr&ct=clnk&cd= 1&gl=tr, (Erişim: 9.8.2007). Kürkçüoğlu, Ömer, (1982), Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları. Okutan, Çağatay, (2001), “Arap Milliyetçiliği”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 56(2), 158-172. Oran, Baskın, (1997), Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği, Kara Afrika Modeli, 3. Basım, İstanbul: Bilgi Yayınları. Pala, İskender, (2005), “Hac Yollarında Meş’ale-i Yi Kârbân Gibi”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 169, 16-19. Piterberg, Gabriel, (1997), “The Tropes of Stagnation and Awakening in Nationalist Historical Consciousness: The Egyptian Case”, James Jankowski and Israel Gershoni (edi.), Rethinking Nationalism in the Arab Middle, New York: Columbia University Press, 42-61. Simon, Reeva S., (1997), “The Imposition of Nationalism on a Non-Nation State: The Case of Iraq During the Interwar Period, 1921-1941”, James Jankowski and Israel Gershoni (edi.), Rethinking Nationalism in the Arab Middle, New York: Columbia University Press, 87-104. Soy, Bayram, (2004), “Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışından 1918’e Kadar”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 30, 173-202. 228 Tibi, Bessam, (1998), Arap Milliyetçiliği, İstanbul: Yöneliş Yayınları. Yahya, Muhammed, (1991), “Arap Milliyetçiliği Fikrinin Bir Pratiği”, M. Gıyaseddin (Edi.), İslam Dünyası ve Milliyetçilik, Tür.: Taha Cevdet, İstanbul: Pınar Yayınları, 49-81. Zeine, Zeine N., (2003), Türk-Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliği’nin Doğuşu, Çev.: Emrah Akbaş, İstanbul: Gelenek Yayınları.