T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI 1990’LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ Yüksek Lisans Tezi GÖKHAN GÖKALP İstanbul, 2009 T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI 1990’LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ Yüksek Lisans Tezi GÖKHAN GÖKALP Danışman: YRD. DOÇ. DR. SUAT YAVUZ İstanbul, 2009 GENEL BİLGİLER İsim ve Soyadı Anabilim Dalı Programı Tez Danışmanı Tez Türü ve Tarihi Anahtar Kelimeler : Gökhan Gökalp : İktisat : İktisat Teorisi : Yrd. Doç. Dr. Suat Yavuz : Yüksek Lisans – Aralık 2009 : Ekonomik Büyüme, Milli Gelir, İstihdam, İşsizlik ÖZET 1990'LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE'DE BÜYÜME, İSTİHDAM ve İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ Bu çalışmada, milli gelir, ekonomik büyüme, istihdam ve işsizlik ile ilgili teorik gelişmeler ile bu çerçevede 1990’dan günümüze Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik arasındaki ilişkiler analiz edilmeye çalışılmıştır. Ekonominin gelişmekte olduğu ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun nedenlerini, yetersiz gelir, sermaye kıtlığının neden olduğu üretken yatırımlardaki yetersizlikler, verimsizlik, hızlı nüfus artışı, bölgelerarası gelişme farklılıkları, eğitim politikasındaki yanlışlıklar, yüksek istihdam maliyetleri, iç ve dış göçler vs. şeklinde sıralayabiliriz. Tarım istihdamının ve gizli işsizliğin büyüklüğü, kadın ağırlıklı olmak üzere ücretsiz aile işçiliğinin tarımda yaygın olması, kayıt dışı ve eksik istihdamın büyüklüğü, işsizliğin daha çok kentsel işsizlik ve eğitimli genç işsizliği şeklinde görünmesi, işgücü kaynağının yaklaşık yarısının işgücüne katılmakta olması, tarım dışı sektörlerde, tarımdan ayrılan nüfusu emecek kadar iş meydana getirilememiş olması ise Türk işgücü piyasasının çarpıcı özelliklerindendir. Dışa açık sanayileşme stratejilerinin uygulandığı 1990’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan 1994 krizi, 1997 Asya Krizi ve 1998 Rusya Krizi büyüme hızında çok ciddi daralmalara neden olmuş, işsizlik yükselmiş, kişi başına gelir düzeyi ve işgücü verimlilik oranları buna paralel olarak devamlı olarak düşmüştür. Bir de dağılan Doğu Bloku ve eski Sovyetler Birliği alanından binlerce yoksul ve işsiz kişilerin Türkiye’ye akın etmesi süreci daha da olumsuz bir hale getirmiştir. 2000 ve 2001 yılında Türkiye’de peş peşe krizler yaşanmış ve negatif büyüme oranları işsizliği artırmıştır. 2002 yılından itibaren ise tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artan küresel rekabet sonucu istihdamsız bir büyüme meydana gelmiş ve işsizlik artmaya devam etmiştir. Kapasite kullanım oranları ve verimlilik artışları, ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlama, tüketim artışları ve stok birikimine yönelik üretim artışları, istihdamsız büyümenin kaynakları olmuştur. 2008 yılında başlayan küresel finans kriz ile birlikte Türkiye durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine girmiş ve işsizlik daha da ciddi boyutlara ulaşmıştır. i GENERAL KNOWLEDGE Name and Surname Field Programme Supervisor Degree Awarded and Date Keywords : Gökhan Gökalp : Economics : Theory of Economics :Asst Prof. Suat Yavuz : Master’s degree-December 2009 :Economic Growth, National İncome, Employment, Unemployment ABSTRACT THE ANALYSİS OF THE RELEATİON BETWEEN GROWTH, EMPLOYMENT and UNEMPLOYMENT İN TURKEY SİNCE 1990’S In this study, theorical developments of national income, economic growth, employment and unemployment and in this frame relations between the growth,employment and unemployment in the Turkish economy has been tried to be analysed since 1990. The reasons of employment and unemployment can be listed as, inadequacy of the income, the inadequacy of the productive investments because of the income shortage, unproductiveness, fast population increase, the differences of the development between the regions, the failures of the education policy, the high costs of the employment, migration etc. in our country which has a growing economy. The greatness of the agricultural employment and hidden unemployment, widespread of free family workers especially women in agriculture, greatness of the unregistered and deficient employment, accepting unemployment mostly as urban and educated young people’s unemployment, joining almost the half of the workforce source in the workforce,not producing the work absorbing the population departing from the agriculture in the non agricultural sectors ,are the striking specilities of the turkish work force market. In 1990’s during the strategies of external deficit industrialization, the 1994 crisis happened in Turkey, 1997 the Asian crisis and 1998 Russian crisis became the serious reasons of the shrink in speed of the economic growth, the unemployment decreased, income level per person and the productivity of workforce ratios and being related to this the speed of economic growth decreased continiously.Furthermore the flocks of the thousands of poor and unemployed people from the former USSR and scattered Eastern Block to Turkey made the things worse.In 2000 and 2001 the crisis happened in Turkey and negative growth ratios increased the unemployment. Since 2002, just like happening in the world, in Turkey, an unemployed growth occured because of the global rivalry and it continuined to increase.The ratios of capacity usage and productivity increases , discount in the costs of imports and fees, ii the increase of the consumption and the increase of production aimed at accumulation stock, became the sources of growth without employment. With the global financial crisis started in 2008, Turkey left a still period, entered a shrinking period and unemployment reached more serious dimensions. iii İÇİNDEKİLER Sayfa No VI VII TABLO LİSTESİ ŞEKİL LİSTESİ GİRİŞ……………………………………………………………………………………1 I. BÖLÜM MİLLİ GELİR, EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK TEORİLERİ 1. EKONOMİK BÜYÜME KAVRAMI ve TEORİSİ .1 .2 .3 .4 Milli Gelir Ekonomik Büyüme İlişkisi……………………………………………..3 Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi…………………………………………………14 Ekonomik Büyümeyi Sağlayıcı Politikalar………………………………………..15 Ekonomik Büyüme Modelleri……………………………………………………..16 1.4.1 Klasik Büyüme Modelleri…………………………………………………...16 1.4.2 Modern Büyüme Modelleri………………………………………………….21 2. İSTİHDAM KAVRAMI ve TEORİSİ 2.1 İstihdam Kavramı………………………………………………………………….29 2.2 İstihdam Teorileri………………………………………………………………….31 2.2.1 Klasik İktisatta İstihdam.……………………………………………………31 2.2.1.1 Mahreçler Kanunu……………………………………………………32 2.2.1.2 Faiz, Ücret ve Fiyat Teorisi.………………………………………….33 2.2.2 Modern İstihdam Teorisi……………………………………………………33 2.2.2.1 Keynes’in Kuramsal Yaklaşımı.……………………………………...35 2.2.2.2 Keynes’in İktisat Politikası Önerileri………………………………...36 3. İŞSİZLİK KAVRAMI ve TEORİSİ 3.1 İşsizlik Kavramı..………………………………………………………………… 37 3.2 Ekonomik ve Sosyal Bir Sorun Olarak İşsizlik Sorunu..………………………… 38 3.3 Esneklik Olgusu Ekseninde Kurumsal Anlayış ve Liberal Görüş Çatışması……..40 3.4 Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik………………………………………………………..41 3.5 Gelişmekte Olan Ülkelerde İşsizlik……………………………………………….42 3.6 İşsizliğin Maliyeti..………………………………………………………………. 44 3.7 İşsizliğin Ölçülmesi..……………………………………………………………...45 3.8 İşsizlik Çeşitleri..………………………………………………………………… 46 3.8.1 İradî İşsizlik..………………………………………………………………..46 3.8.2 Gayri İradi İşsizlik..…………………………………………………………47 3.8.3 Friksiyonel İşsizlik…..……………………………………………………...47 3.8.4 Eksik Talep İşsizliği…..…………………………………………………….48 iv 3.8.5 Mevsimlik İşsizlik……..……………………………………………………49 3.8.6 Yapısal İşsizlik……………………………………………………………...50 3.8.7 Teknolojik İşsizlik..………………………………………………………....51 3.8.8 Gizli İşsizlik………..…………………………………………………….....51 II. BÖLÜM 1990’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLER 4. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE BU KAPSAMDA EKONOMİK BÜYÜMENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ 4.1 Büyüme Oranının Davranışının Analizi………………………………………...53 4.2 Türkiye’de Ekonomik Büyüme ile Nedensellik İlişkisi Kurulan Faktörler..…...54 4.2.1 İstikrarsız Büyümenin Kaynakları ve Ekonomik Büyümeye Etkileri.........54 4.2.2 Enflasyon ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………………...54 4.2.3 Yabancı Sermaye ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………...55 4.2.4 Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………...56 4.2.5 Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ve Ekonomik Büyümeye Etkileri.............56 4.2.6 Verimlilik Performansı ve Ekonomik Büyümeye Etkileri………………..57 4.2.6.1 Ekonomik Büyümede Toplam Faktör Verimliliğinin Önemi...….....57 4.2.6.2 Ekonomik Büyümede Teknolojik Yeteneğin Önemi…………….....58 4.2.7 Kayıt Dışı Ekonomi ve Ekonomik Büyümeye Etkileri…………………...60 4.2.8 İşsizlik Oranları ve Büyüme İlişkisi...……………………………………60 5. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE İŞSİZLİĞİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ 5.1 Genel Olarak İşsizlik Sorunu ve İstihdam Politikaları………………………....61 5.2 İstihdam Piyasasının İkili Yapısı ve Tarım Kesiminin Değerlendirilmesi……..64 5.3 Nüfus, İşgücü ve İstihdam……………………………………………………...66 5.4 Ekonomik Faaliyet Kollarına Göre İstihdam………….……………………….70 5.5 İş Pozisyonlarına Göre İstihdam.……….……..……………………………....,71 5.6 Eğitim Düzeyine Göre İstihdam..……………..…………………………….....71 5.7 Kayıt Dışı İstihdam……………………………..……………………………...72 5.8 Eksik İstihdam..………………………………..………………………………74 6. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM ve İŞSİZLİK İLİŞKİLERİ 6.1 Büyüme, İstihdam ve İşsizlik İlişkilerini Birlikte Analiz Etme Zorunluluğu....75 6.2 Ekonomik Büyüme ve İstihdam Paralelliği……………………………………76 6.3 1990’lı Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler………………………………......76 6.4 2000’li Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler…………………………………..89 SONUÇ…………………………………………………..…………………………108 EKLER…………………………………………………..…………………………113 KAYNAKÇA ……………………………………………..……………………….123 v TABLO LİSTESİ Sayfa No Tablo 1 : Nüfus, İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Dağılımı..…………………………….114 Tablo 2 : İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Oranları………………………………………115 Tablo 3 : İstihdamın Cinsiyete, Tarım ve Tarım Dışı Kesimlere Göre Dağılımı…….116 Tablo 4 : 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre Dağılımı…………………………………………………………………….117 Tablo 5 : 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre Dağılımı…………………………………………………………………….118 Tablo 6 : 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre Dağılımı…………………………………………………………………….119 Tablo 7 : 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre Dağılımı…………………………………………………………………….120 Tablo 8 : 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı…….121 Tablo 9 : 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı…….122 vi ŞEKİL LİSTESİ Sayfa No Şekil 1 : Döngüsel Akımda Denge: W/J Yaklaşımı……………………………………9 Şekil 2 : İlavelerin J1’den J2’ye Artması……………………………………………..12 Şekil 3 : Sızıntıların Artması ve Azalması……………………………………………13 Şekil 4 : Eksik İstihdamda Denge……………………………………………………..35 vii GİRİŞ Sosyo-ekonomik bir olgu olan işsizlik, ortaya çıkış nedenleri farklı da olsa, gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde en büyük problemlerden biri olmaya devam etmektedir. Bu problemin çözümünde işsizliği, sadece ekonomik bir değer kaybı boyutuyla görmemek, aynı zamanda işsiz kalanların ve toplumun huzurunu da ilgilendiren psikolojik ve sosyal bir tehlike boyutunun olduğu gerçeğini de değerlendirmek gerekir. İşsizliğin azaltılmasında veya istihdamın artırılmasında en etkin yol sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesidir. Ekonomik büyüme ise istihdam meydana getirme potansiyeli yüksek üretken iş alanlarında yatırımların artırılması ile mümkündür. Yatırımların artması ise yerli ve yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasını teşvik edecek ekonomik istikrarın sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu yolla işsizliği azaltırken, öte yandan işgücünün eğitimli, nitelikli ve kalifiye hale getirilmesini sağlayacak istihdam politikaları üzerinde de dikkatle durulması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı; Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik olgularını ve bunların arasındaki ilişkileri ortaya koymaktır. Çalışmada uyguladığımız varsayım, Türkiye’de ekonomik büyümenin reel bir büyüme olduğunun ve bu büyümenin istihdam üzerindeki etkilerinin 1990’dan günümüze kadar olumlu yönde geliştiğinin belirlenmesidir. Sözü geçen konunun seçiliş nedeni, ekonomik büyüme, işsizlik ve istihdam sorunlarının, bu sorunlar arasındaki ilişkileri analiz etmek suretiyle getirilmeye çalışılan çözüm çabalarının, Türkiye’nin ve hatta dünyanın gündeminde hemen her dönem ilk sıralarda yer alıyor olmasıdır. Nitekim son küresel kriz ve bu krizin Türkiye’ye etkileri çalışma konumuz açısından değerlendirildiğinde ele aldığımız konunun ne denli önemli olduğu daha somut olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmamız iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde milli gelir, ekonomik büyüme, istihdam ve işsizlik ile ilgili teorik gelişmeler incelenmiş ve bunlarla ilgili görüş ve düşünceler analiz edilmiştir. Çalışmamızın ikinci ve son bölümünde ise 1990’dan günümüze kadar Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik arasındaki ilişkiler incelenmiş, analiz edilmiş ve değerlendirilerek gelecekle ilgili birtakım görüşler sunulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada, sözünü ettiğimiz dönemle ilgili ekonomik büyüme, işsizlik ve istihdam değerlendirmesi yapılmış, bu dönemin öncesi çalışmamızın kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca bu çalışmamızda, istidam konusu dar anlamda ele alınmış, yani sadece emek istihdamı karşılaştırma ve analizlere konu edilmiştir. İstihdamı oluşturan diğer üretim öğelerine bu öğelerin büyüme ile ilişkilerine yer verilmemiştir. Bu çalışmada kullandığımız araştırma metodu, alan araştırması şeklinde literatür taramasıdır. Çalışmamızda kullandığımız literatür de, konu ile ilgili kitaplar, makaleler, süreli yayınlar, tezler, raporlar ve güvenilir internet kaynaklarından oluşmaktadır. 2 I. BÖLÜM MİLLİ GELİR, EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK TEORİLERİ 1. EKONOMİK BÜYÜME KAVRAMI VE TEORİSİ Bu bölümümüzde ekonomik büyüme kavramının ne anlama geldiğini ortaya koymak amacıyla öncelikle milli gelir kavramı üzerinde durulmuş, bu anlamda milli gelirin değişik tanımları yapılarak, nasıl ölçüleceğine dair farklı yöntemler izah edilmiş, ayrıca milli gelirin denge noktasının belirlenmesi, artış ve azalışları şekiller yardımıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Ekonomik büyüme ile milli gelir kavramları arasındaki ilişkiler böylece ortaya konduktan sonra ekonomik büyümenin ölçülmesi ve büyümeyi sağlayan politikalara da değinilmiş, bölümün sonunda ise günümüzde büyüme olgusunu anlamamızda ve pek çok çalışmalar yapmamızda büyük katkıları olan ünlü iktisatçıların geliştirdiği büyüme teorileri, klasik ve modern büyüme teorileri başlığı altında ana noktaları itibariyle izah edilmeye çalışılmıştır. 1.1 Milli Gelir Ekonomik Büyüme İlişkisi İnsanlar asırlardır herhangi bir ekonomik büyüme olmadan yaşamışlardır. Bunun temel sebebi, toplumların bazı sosyal kurumlara ve ekonomik büyümenin ön şartı olan temel düzenlemelere sahip olmamasıdır.1 Günümüzde ise büyüyen bir ekonomi, tüketilebilecek daha fazla mal ve hizmet anlamına gelir. Geçen zaman içerisinde bazı ülkeler diğerlerinden daha hızlı büyürler. Bununla birlikte her ülkenin değişik dönemlerdeki kendi büyüme oranlarında da büyük farklılıklar görülmektedir. Bu arada hükümetler uzun dönemli büyüme yanında kısa dönemli büyüme sorunları ile de ilgilenirler. Ayrıca ekonomiler doğalarında mevcut olan istikrarsızlıktan olumsuz etkilendiklerinden ekonomik büyüme ve diğer makro ekonomik göstergeler, dalgalanma eğilimindedirler. İşte hükümetler bu yüzden uzun dönemli yüksek büyüme hızlarına ulaşmak yanında istikrarlı büyümek ve resesyondan uzak kalmak da isterler.2 1 2 İlker Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, Ezgi Kitabevi, 3.baskı, Bursa, 2008, s.10. Ahmet Çakmak, İktisat Makro, Economics, John Sloman, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2004, s.5. 3 Her ekonominin birinci önceliği kişi başına düşen geliri arttırarak halkın refah düzeyini yükseltmektir. Refah düzeyinin artması ise ekonominin büyümesi ile mümkündür. Yüksek büyüme hızları bir ekonomide başarının, düşük büyüme hızları ise başarısızlığın göstergesidir. Ancak ekonomide başarı için sadece büyüme hızının yüksekliği yeterli değildir. Yüksek oranlı, sürdürülebilir ve istikrarlı bir seyir izleyen büyümenin, aynı zamanda fiyat istikrarı ile iç ve dış dengenin korunmasıyla birlikte gerçekleştirilmesi gerekir.3 Öyleyse yukarıda sözünü ettiğimiz ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içerisinde milli gelir hesapları ile ölçülen toplam üretim düzeyindeki devamlı artışlar olarak tanımlanabilir.4 Ekonomik büyümeden, milli gelirde yani toplam üretim düzeyinde meydana gelen büyüme kastedilmekte ve ekonomik büyümenin tanımında da milli gelir ifadesi geçmektedir. Bu bakımdan ekonomik büyüme kavramının daha iyi anlaşılması amacıyla öncelikle milli gelir ile ilgili bazı konulara değinmek faydalı olacaktır. Milli gelirin geniş ölçüde kullanılan çeşitli tanımları bulunmaktadır: Gayri safi yurt içi gelir, bir ekonomide bir yıl boyunca üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin tamamının değeri olmaktadır.5 Gayri safi milli gelir, belli bir ülkede belli bir dönemde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin değeri olan gayri safi yurt içi gelir toplamına, yerleşiklerin dışarıda elde ettikleri ve ülkeye transfer ettikleri faktör gelirlerinin ilave edilmesi ve yabancıların ülkede elde ederek dışarıya transfer ettikleri faktör ödemelerinin eksiltilmesi sonucu bulunan değerdir.6 Safi milli gelir, gayri safi milli gelirden mevcut teknik sermayenin aşınmasına (amortismanına) ayrılan kısmın çıkarılması sonucu ulaşılan değerdir. Çünkü, milli servetin devamı ve yenilenmesi aşınma, yıpranma ve eskime paylarının ayrılmasına bağlıdır.7 Milli Gelirin söz konusu tüm tanımları piyasa fiyatları veya faktör maliyetleri cinsinden ifade edilebilir. Piyasa fiyatları, üretilen her çıktının piyasa fiyatlarıyla değerlendirilmesinde vergi ve sübvansiyonların sırasıyla yükseltici ve düşürücü 3 Recep Tarı, Funda Sera Kumcu, Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:1, Kocaeli, 2005, s.156. 4 Ahmet Haşim Köse, Büyüme ve Verimlilik, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, Ankara, 1992, s.2. 5 İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, Finansal Piyasalar ve Kurumlar, Frederıc S. Mıshkın, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2000, s.16. 6 Sami Taban, İktisadi Büyüme, Nobel Yayınevi, Ankara, 2008, s.4. 7 Ali Özgüven, İktisat Bilimine Giriş, 5. baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, s.400, 401. 4 etkilerini içerirken faktör maliyetleri, söz konusu unsurların saptırıcı etkisini ortadan kaldıran bir yaklaşımdır. Buna göre piyasa fiyatlarına göre oluşan değerden vergilerin çıkarılması ve kalan tutara sübvansiyonların eklenmesi sonucu faktör maliyetleri türünden milli gelire ulaşılmış olur.8 Milli gelirin tanımlarını böylece gördükten sonra doğal olarak karşımıza nasıl ölçüleceği sorunu çıkmaktadır. Bu konuya da kısaca değinmek gerekirse; bu amaçla kullanılabilecek her biri aynı sonucu veren bilinen üç farklı yöntem mevcut olup bunlar sırasıyla kaynaklar (üretim), gelir oluşumu ve harcama yöntemleridir.9 Gayri safi yurt içi gelir ölçümünün birinci yöntemi olan üretim yöntemi, ülkede her endüstri kolunda üretilen bütün mal ve hizmetlerin değerlerinin toplanmasını, ikinci yöntem olan gelir yöntemi mal ve hizmet üretiminin, hane halkı için ücret ve maaş, kar, kira ve faiz şeklinde meydana getirdiği gelirlerin toplanmasını, üçüncü yöntem olan harcama yöntemi ise ülkenin üretimini satın almak için gereken harcamaların toplanmasını gerektirir.10 Milli geliri oluşturan unsurların ne olduğunu yakından tanımak üzere söz konusu unsurları içeren gelirin döngüsel akımından ve bu akıma yapılan ilaveler ile bu akımdan meydana gelen sızıntılardan da söz etmek gerekecektir. Bir ekonomide denge gelir düzeyinin nasıl belirlendiğinin gösterilmesine ilişkin basit bir model olan ve sadece üreticiler ve tüketicilerin var olduğu, tasarrufun, yatırımın, kamu harcamalarının, vergi ve dış ticaretin bulunmadığı bir ekonomide; üretimin, gelirin ve harcamanın ve bunların arasındaki ilişkilerin kolayca görülmesine olanak sağladığından yararlı olan gelirin döngüsel akımı yaklaşımında, başlangıçta herhangi bir ilave ve sızıntı bulunmamaktadır.11 İlk olarak eğer tüketiciler elde ettikleri bütün gelirlerini yurt içinde üretilen mal ve hizmetlere harcıyorlarsa, ikinci olarak bu harcamalar üreticilerin gelirlerini oluşturduğuna göre üreticiler bu gelirlerini, harcamalarının kaynağını teşkil etmek üzere 8 Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman ve Suat Yavuz, İktisat Giriş, Economics, S. Ison, Stuart Wall 4. basımından (çev). Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.210. 9 Sabri Fehmi Ülgener, Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, Der Yayınevi, İstanbul, 1991, s.41. 10 Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.13, 14. 11 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.206. 5 tüketicilere faktör ödemesi olarak veriyorlarsa ve nihayet üçüncü olarak dolaşım hızı bu döngü sırasında değişmeden yani sabit duruyorsa, bu akım sonsuza kadar devam edecek ve gelirlerin parasal değeri herhangi bir ilave ve sızıntı bulunmadığından değişmeyecektir.12 Halbuki gerçek hayatta, gelirin döngüsel akımından bazı sızıntılar olduğu gibi söz konusu akıma bazı ilaveler de bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan sızıntıyı ya yerli bir tüketicinin aldığı ve yerli bir firmaya aktarmadığı gelir ya da yerli bir üreticinin aldığı ancak yerli bir tüketiciye aktarmadığı gelir şeklinde tanımlayabiliriz. Öyleyse yerli tüketici ve yerli üreticilerin aldıkları bazı gelirlerin döngüsel akıma girmediğini belirtmek mümkün olmaktadır. Döngüsel akıma girmeyen bu gelir unsurlarının neler olduğuna gelince bunlar sırasıyla, net tasarruflar, net vergiler ve ithalattır.13 Gelir ve istihdam teorisinde Keynes’in benimsediği tarife göre en kısa ve en açık şekli ile tasarruf, gelirden tüketim harcamaları çıkarıldıktan sonra kalan kısmı ifade eder. Robertson’un benimsediği ve zaman unsurunun önem kazandığı tarife göre ise tasarruf dün kazanılmış fakat bugün kullanılır hale gelmiş gelirden tüketime sarfedilmeyen bölümdür. İlk görüş, kapanmış bir devre sonunu hareket noktası olarak gördüğünden statik, ikinci görüş ise dünden başlayıp ileriye yönelik bir görüşü hareket noktası olarak ele aldığından dinamik bir görüş sayılabilir.14 İlk görüşün statik olmasının nedeni şöyle açıklanabilir: Milli gelirin denge noktası tasarruf ve yatırım eğrilerinin kesiştiği, tasarrufların yatırımlara eşit olduğu noktada oluşur. Böylelikle bütün bir ulus bakımından gerçekleşmiş yatırım ve tasarruf dönem sonunda zorunlu olarak birbirine eşit olmaktadır. İkinci görüş dinamiktir. Çünkü, dönem başında yapılmak istenen tasarruf, yapılmak istenen yatırımdan fazla ise her günkü efektif talep o günkü milli gelire göre yetersizleşerek, milli gelirin düşmesine ve bu yolla da fiilen yapılabilen tasarrufların azalarak fiili yatırımlara eşit olduğu noktaya 12 Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.10. Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, a.g.e., s.207. 14 Ülgener, s.206. 13 6 kadar gerilemesine neden olacaktır. Böylelikle dönem başı eşit olmayan tasarruf ve yatırım arzuları dönem sonunda eşitlenmiş olacaktır.15 Bu açıklamadan sonra net tasarrufun tarifine geçebiliriz: Döngüsel akıma girmeyen gelir unsurlarından biri olan net tasarruflar; yerli tüketicilerin kişisel ve yerli üreticilerin işletme tasarruflarından, yerli tüketicilerin yapmış olduğu borçlanmaların ve eski tasarruflardan yapılan aktarımların çıkartılması suretiyle bulunan değerdir. Net vergiler ise tüketicilerin gelirlerinden ve harcamalarından ödedikleri gelir vergisi, tüketim vergisi ve katma değer vergisi ile üreticilerin gelirlerinden ödediği kurumlar vergilerinden, transfer ödemelerinin (yardımlar) çıkartılması sonucu bulunmaktadır.16 Nihayet ithalat ise bir ülkeye diğer ülkelerden gelen, ülkeyi borçlu hale getirerek döviz talebini artıran ve içinde taşıma maliyeti, sigorta ve komisyon masraflarının bulunduğu mal ve hizmetlere yapılan toplam harcamalardır.17 Gelirin döngüsel akımına yapılan ilaveyi ise yerli tüketicilerin aldığı ve yerli üreticilerden gelmeyen gelirler veya yerli üreticilerin aldığı ve yerli tüketicilerden gelmeyen gelirler biçiminde tanımlayabiliriz. Öyleyse yerli tüketici ve yerli üreticilerin aldıkları diğer bazı gelirlerin ise döngüsel akıma girdiğini söyleyebiliriz.18 Döngüsel akıma giren ve toplam talebin bir kısmını oluşturan tüketim harcamalarının dışındaki diğer gelir unsurlarının neler olduğuna gelince bunlar sırasıyla, yatırım, hükümet harcamaları ve ihracattır.19 Gelecek dönemlerde reel gelirleri artıran bütün faaliyetler olan yatırım aynı zamanda, ülkenin mevcut sermaye stokuna yapılan net ilave şeklinde tanımlanabilir (yeni makine, teçhizat, fabrika vb).20 Hükümet harcamaları ise yerli firmaların, ürettiği mal ve hizmetlere harcama yapan hükümetten elde ettiği gelirler ile yerli hane halklarının hükümette çalışarak elde ettiği gelirlerden ibarettir.21 15 Sadun Aren, İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Savaş Yayınevi, Ankara, 2005, s.54. Çakmak, İktisat Makro, s.10. 17 Özgüven, s.492. 18 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.208. 19 Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.11. 20 Özgüven, s.419. 21 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, a.g.e., s.208. 16 7 Ancak herhangi bir prodüktif hizmet karşılığı olmayan veya gerçek bir gelir parçasının bir şahıstan diğerine aktarılmasından ibaret olan ve transfer ödemeleri de denilen devlet yardımları, negatif vergiler olarak net vergilerin hesaplanmasında kullanıldığından, gerekmektedir. 22 doğal olarak hükümet harcamaları arasında yer almaması Nihayet ihracat ise taşıma, komisyon ve sigorta masrafları dikkate alınmamak üzere, bunların ödenmesinin alıcı ülkelere bırakılması ve ülkeye döviz kazandırmak amacıyla bir ülkenin diğer ülkelere sattığı mal ve hizmetlerden elde ettiği gelirdir.23 Diğer bir ifadeyle ihracat, yabancıların bizim ürettiğimiz mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalardır. Şimdi ise milli gelirin döngüsel akımda denge yoluyla belirlenmesi konusunu şekil yardımıyla açıklamaya çalışalım: Şekil 1’de sızıntılar (W) ve ilaveler (J) in mevcut olduğu durumda hane halkları ve yerli firmalar arasında gelir ve harcamaların döngüsel akımı görülmektedir. Sızıntılar (W), tasarrufları (S), vergileri (T), ve ithalatı (M) gösterirken, ilaveler (J) ise hükümet harcamalarını (G), yatırım harcamalarını (I) ve ihracat harcamalarını (X) göstermektedir. Bu yaklaşıma göre döngüsel akımda denge koşulu W=J’dir. Şekil 1’de döngüsel akıma ilaveler (I, G, X) dışsal değişken, sızıntılar (S, T, M) ise içsel değişken olarak varsayılmıştır. Yani ilaveler milli gelirden bağımsız, sızıntılar ise milli gelire bağlı olarak değişmektedir. Diğer bir deyişle, milli gelir (Y) değişirken J (I, G, X ) aynı kaldığı halde W (S, T, M) milli gelir yükseldikçe artmakta, düştükçe azalmaktadır.24 Başlangıçta milli gelirin denge değeri Y1’dir. Y2 düzeyinde sızıntılar ilaveleri aştığı için bu talep eksikliği üretimin ve dolayısıyla milli gelirin (Y2), Y1 milli gelir düzeyine kadar düşmesine sebep olur. Y3 düzeyinde ise sızıntılar ilavelerin altında kaldığı için ekonomiye ilave edilen bu ek net harcama firmaları daha fazla üretmeye özendireceğinden milli gelir (Y3), Y1 milli gelir düzeyine kadar yükselir. Böylelikle, sadece W=J olan Y1 milli gelir düzeyinde milli gelirin değişmesi yönünde bir eğilim bulunmadığından, bu noktadaki denge düzeyi milli gelirin denge düzeyidir.25 22 Ülgener, s.29. Özgüven, a.g.e., s.492. 24 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.216,217. 25 Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.148. 23 8 18 W (S+T+M) 16 14 12 10 8 & J (I+G+X) 6 4 2 0 0 1 2 3 4 5 6 7 -2 -4 Y Şekil 1 Döngüsel Akımda Denge: W/J Yaklaşımı Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.216. Büyümeyi izah etmede milli gelir kavramının neyi ifade ettiğini, hangi unsurlardan oluştuğunu ve nasıl belirlendiğini gördükten sonra ekonomik büyüme kavramına kaldığımız yerden devam edebiliriz. Büyüme kavramı için en belirgin özelliğin, bir ekonominin üretim kapasitesinde sayısal/niceliksel olarak ölçülebilen genişleme veya miktar artışı olduğu, daha çok üretim faktörlerinin en yüksek verimi sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini içeren bir denge sorunuyla ilgilendiği söylenebilir.26 Ekonomik büyüme, iktisadi hayatın temel verilerinde (işgücü, tabii kaynaklar, teçhizat) kişi başına bir yıldan diğerine daha yüksek bir reel gelir sağlayacak şekilde görülen devamlı artışlar olduğuna göre27 iktisadi büyüme, bir ülkede yaşayan insanların yaşam standartlarını sürekli biçimde yükseltmenin tek yoludur. Bu nedenle tüm ülkelerin temel makro ekonomik hedeflerinden bir tanesi, hızlı bir iktisadi büyüme gerçekleştirmektir.28 26 Cengiz Yavilioğlu, “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,Cilt:3, sayı:1, httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008), s.74,75. 27 Ülgener, s.409. 28 Erdal Muzaffer Ünsal, Makro İktisat, İmaj Yayınevi, Ankara, 2000, s.11. 9 Büyüme bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin miktarında ve değerinde bir artışı ifade etse de miktar açısından değerlendirme yapabilmenin birtakım zorlukları mevcuttur.29 İktisadi büyüme; bir bakıma stok, akım ve değişkenlerde gövde ve hacim olarak artışları ifade etmektedir. Bu artışlar meydana gelirken beşeri ve fiziki sermaye birikimi, teknolojik gelişme iktisadi büyümeye kaynak oluşturmaktadır. Büyümenin gerçekleşebilmesi için bu üç kaynağın birlikte çalışması gerekmektedir.30 Bazı iktisatçılar, büyümeyi bir ekonomide belli bir döneme göre (genellikle bir yıl) bir miktar veya bir hacim artışı olarak nitelendirirler. Nüfus artışı, teçhizat artışı, tasarruf artışı, sermaye artışı, milli gelir artışı birer büyümedir. Ancak bu artış kapasitesi, aşağıda da belirtileceği üzere doğal kaynaklara, kaynakların kalitesine ve teknik seviyeye bağlıdır. Nüfusta, doğal kaynaklarda ve sermayede görülen artışlar ile teknik gelişmeler büyümeyi hızlandırırken, sosyal dengenin bozulması, doğal kaynakların israfı, dış ülkelerle her türlü ilişkinin kesilmesi, aşırı ve yersiz harcamalar, verimsiz veya vasıfsız işçiler ve işsizlik yüzünden üretimin kaybolması ve uluslar arası iktisadi ve siyasi istikrarın bozulması gibi etkenler ise büyümeyi frenlerler (yavaşlatırlar). Büyüme bu bakımdan dinamik, devamlı ve uzun dönemlidir. 31 İnsan emeği bedensel ve zihinsel olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bunlardan bedensel emeğin ekonomik büyümede ki katkısı oldukça sınırlıdır. Uzun dönemde doğanın sunduğu ürünleri ve bedensel emeği veri olarak kabul edersek ekonomik büyümenin gerçek ve kesintisiz kaynağı, zihinsel emeğin ürünü olan üretken bilgi, yani teknoloji olmaktadır.32 Aynı biçimde, ekonomik büyüme bir ülkenin prodüktif kapasitesini genişletmesi için kullandığı araçlarla ilgilenir. Ekonomik büyümeyi, işgücünün, doğal kaynakların ve reel sermayenin miktarı ve kalitesi ile toplumun teknolojik seviyede gösterdiği başarı düzeyi net ve esas olarak açıklar. Bunlar bir ekonominin üretim potansiyelinin parçalarıdır. Ekonomik büyüme, prodüktif kapasiteyi belirleyen bu faktörlerin geliştirilip yaygınlaştırılması faaliyetlerini konu edinmiştir. Fakat ekonomik 29 Hasan Gürak, Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Ekin Kitabevi, Ankara, 2006, s.15. Selman Yılmaz, Makroekonomik Teoride Yatırım, Büyüme ve Enflasyon, Beşir Kitabevi, İstanbul, 2004, s.17. 31 Özgüven, s.176,177. 32 Gürak, s.18. 30 10 büyümeden söz ederken, ekonominin potansiyeli yanında, kapasitenin kullanılmasını da ele almak gerekir. Ekonomik büyüme, toplumun maddi refahını artırması bakımından önemlidir. Ancak doğal olarak subjektif bir konu olan refah hakkında kabul edilebilir bir ölçü yoktur. Ancak maddi refah üretilen mal ve hizmetlerin miktarı ile çok yakından ilgilidir. Faydalı ve ekonomik değeri olan mal ve hizmetlerin üretiminde bir artış meydana geldiği takdirde bir toplum için maddi refah seviyesinin yükselmesi gerçekleşir.33 İşte tam bu noktada maddi refah bakımından ekonomik büyüme inceleniyorsa, göz önüne alınması ve üzerinde durulması gereken diğer çok önemli bir nokta da, ekonomik büyümede sadece kapasite ve üretim artışı üzerinde değil bunun yanında önem taşıyan fert başına üretim artışı üzerinde de durmaktır. Hem de bu artışın geçici değil, sürekli olması gerekir. Ancak bu takdirde zaman içinde kişi başına mal ve hizmet artışı olduğu takdirde refah seviyesinde gelişme olduğu söylenebilir.34 Ekonomik büyüme, üretim kapasitesindeki artışı ifade ettiğine ve temel hedefi toplumun refah düzeyini yükseltmek olduğuna göre söz konusu üretim kapasitesindeki artışların sürekli olması ve ekonominin üretim potansiyelinde yani faktör donanımı ve/veya verimlilik düzeyindeki artışların olması gerekir. Bu ise, altını tekrar çizelim ki büyüme sürecinin, ekonomideki yatırım oranları yani sermaye birikimi, teknoloji ve iş gücünün niteliğindeki artışlarla gerçekleşen üretim artışları süreci olması anlamına gelir.35 Büyüme konusuna böylece değindikten ve büyümenin kısaca milli gelirde meydana gelen devamlı artışlar anlamına geldiğini gördükten sonra söz konusu artışların nasıl gerçekleştiğini, yukarıda değindiğimiz döngüsel akımda ilave ve sızıntılarda meydana gelen değişmeler yoluyla açıklamak mümkündür. Konuyu şekil yardımıyla açıklamaya çalışalım: 33 Cengiz Yavilioğlu, “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,Cilt:3, sayı:1, httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008), s.65. 34 Erdal Muzaffer Ünsal, İktisadi Büyüme, İmaj Yayınevi, Ankara, 2007, s.11. 35 Köse, s.3. 11 Şekil 2’de görüleceği üzere ilavelerdeki J1’den J2’ye bir artış milli gelirin Y1’den Y2’ye yükselmesini sağlar. İlavelerde yukarı kayma ki artışı temsil etmektedir, yatırımlardaki, hükümet harcamalarındaki, ihracattaki veya üçünde birden bir artıştan kaynaklanıyor olabilir. Bu durumun tam tersi de geçerlidir. İlavelerdeki J2’den J1’e bir azalış ise bu kez yatırımlardaki, hükümet harcamalarındaki, ihracattaki veya üçünde birden bir azalıştan kaynaklanıyor olabilir. Bu azalış söz konusu harcama kalemlerinin hangisinde meydana gelirse gelsin milli gelirin azalmasına neden olarak yeni denge noktasını Y2’den Y1’e düşürür.36 18 W 16 14 12 10 J2 D 8 J1 & 6 4 2 0 0 1 2 3 4 5 6 7 -2 -4 Y Şekil 2 İlavelerin J1’den J2’ye Artması Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.227. Şekil 3’de ise bu kez sızıntılardaki artış ve azalışın milli gelir üzerindeki etkileri görülmektedir. Sızıntılardaki W2’den W1’e bir azalış, tasarruflar, vergiler, ithalat gibi çekiş kalemlerinin hangisinde veya hepsinde meydana gelirse gelsin milli gelirin artmasını sağlayarak yeni denge noktasını Y2’den Y1’e yükseltir. Sızıntılardaki azalış W eğrisinin tüm gövdesiyle sağa kaymasını ifade etmektedir. Bu durumun tam tersi de geçerlidir. Şimdi de sızıntıların arttığını düşünelim. Sızıntılardaki bu kez W1’den W2’ye bir artış, tasarruflar, vergiler, ithalat gibi çekiş kalemlerinin hangisinde veya hepsinde meydana gelirse gelsin milli gelirin azalmasına yol açarak yeni denge 36 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.226, 227. 12 noktasını Y1’den Y2’ye azaltır. Yani milli gelirin Y1’den Y2’ye doğru kayarak azalmasına yol açar. Milli gelirdeki düşme sızıntılar ilk denge durumundaki ilavelere eşit olana kadar sürer. Sızıntılardaki artış W eğrisinin bu kez tüm gövdesiyle sola kaymasını ifade etmektedir.37 20 W 15 W 10 D & J1 5 0 0 1 2 3 4 5 6 7 -5 Y Şekil 3 Sızıntıların Artması ve Azalması Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.228. Yukarıda sözünü ettiğimiz gelirdeki artışın ilavelerdeki artışa oranına çarpan denir. Ekonomiye ilave olan her harcama başka harcamaları, onlarda daha başka harcamaları güdüler ve böyle devam eder. Sözgelişi, eğer firmalar daha fazla yatırım yapmaya karar verirlerse, istihdam artar, hane halkları daha fazla gelir sağlar. Artan bu gelirin sızıntılara gitmeyen kısmı yurt içinde üretilen mallara harcanır. Tüketim artışı firmaları daha fazla üretmeye özendirir. Böylelikle firmalar daha fazla kişi istihdam eder. Diğer üretim faktörlerinin istihdamı da artar. Bu kez hane halklarına sağlanan gelir yükselerek, tüketimi artırır ve süreç böylece devam eder. Çarpanın büyüklüğü, sızıntı fonksiyonunun eğimine bağlıdır. Bu marjinal sızıntı eğilimidir. Bu eğim ne kadar düşükse milli gelirdeki artış o kadar büyük olur. Yani her ekstra gelir artışında sızıntı ne kadar az olursa milli gelirdeki artış da o kadar büyük olur. Bu arada sızıntılarda meydana gelen bir azalma da gelirin çarpanlı artışını sağlayabilir. Gerek ilavelerdeki 37 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.227. 13 azalma ve gerekse sızıntılardaki artma çarpan mekanizmasını tersine işleterek milli geliri düşürür. Böylece çarpan formülünü marjinal sızıntı eğiliminin tersi olarak ifade etmek mümkündür (çarpan = 1/marjinal sızıntı eğilimi).38 Ancak yatırım çoğaltanı da denilen çarpan, ekonomi tam istihdam düzeyinin altında ise işleyebilir. Tam istihdam seviyesinde işlemesi söz konusu değildir. Çünkü, bu noktada yatırım harcamalarının artırılabilmesi tüketim harcamalarının kısılmasıyla mümkündür. Bu bakımdan tam istihdamda toplam harcamaların reel artışından söz edilemez.39 Gelir seviyesinde ve toplam tüketim malları talebindeki zaman birimi ile değişmelerin, safi yatırımı (sermaye, teçhizat malları) bir katsayı büyüklüğünce artırma veya eksiltmesine ise hızlandırma etkisi ve söz konusu katsayıya hızlandıran denilir. Yatırım sözü ile burada gelir ve tüketim seviyesine bağlı olan uyarılmış yatırımlar kastedilmektedir40 Bazı dönemlerde tüketiciler, gelecekte fiyatların daha da yükseleceği endişesini duyabilirler. Üreticiler de gelecekte kredilerin kısıtlanacağı haberini duyabilirler. Bütün bu gelişmeler yatırımları uyararak birikimli etkilere yol açan belli başlı faktörlerdir. Artan talebi karşılayabilmek amacıyla için firmalar üretim kapasitelerini genişletmek isterler. İşte bu yüzden tüketim değişmelerinin yol açtığı yatırımlara uyarılmış yatırımlar denir.41 Milli gelir çarpanı olduğu gibi istihdam çarpanı da vardır. Söz konusu çarpan istihdamda başlangıçtaki bir doğrudan artışın, doğrudan ve dolaylı (toplam) istihdam üzerindeki etkisini ölçer.42 1.2 Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi Ekonominin gerçek üretim gücünün hesaplanmasında, nominal değişkenlerden ziyade reel değişkenlerin hesaba katılması gerekmektedir. Dolayısıyla büyüme, gayri 38 Çakmak, İktisat Makro, s.149, 150. Aren, a.g.e., s.47. 40 Ülgener, a.g.e., s.320. 41 Özgüven, a.g.e., s.445. 42 Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.231. 39 14 safi milli gelir kavramlarından reel gayri safi milli gelirde görülen artış hızı olarak tanımlanabilir. İçinde bulunulan dönem t, bir önceki dönem t-1, reel gayri safi milli gelir y ve büyüme hızı g ile gösterilirse, t yılındaki büyüme hızı şu şekilde hesaplanır: g(t) = ( y (t) – y (t-1) ) / y (t-1) Bu değer 100 ile çarpılarak büyüme oranı yüzde cinsinden ifade edilebilir.43 Öte yandan, ekonomik büyüme ortalama büyüme hızı ile de ölçülebilir. Ortalama büyüme hızı, kişi başına gelirde uzun bir dönemde meydana gelen yıllık ortalama büyüme hızını verir. Ortalama büyüme hızı, yıllık büyüme hızı formülünden hareketle hesaplanır. Kişi başına reel gelir X, birinci yıl t ve ikinci yıl t + 1 ile gösterilirse, t + 1 yılındaki büyüme hızı (g) aşağıdaki gibi hesaplanır: g = ( X(t + 1) – X(t) ) / X(t) Bu değer de 100 ile çarpılarak büyüme oranı yüzde cinsinden ifade edilebilir.44 Reel gayri safi milli gelirin her yıl az olsa da belli bir oranda büyümesi, zamanla büyümeyi katlar. Bunun nedeni büyümenin birikimli bir süreç olmasıdır. Şayet ekonomi her yıl sabit bir oranda büyürse (g), üretimin kaç yıl içinde ikiye katlanacağı, 70 sayısı büyüme hızına bölünerek kolaylıkla hesaplanabilir.45 1.3 Ekonomik Büyümeyi Sağlayıcı Politikalar Ekonomik büyümeyi sağlayıcı politikalar ekonominin ya talep ya da arz yanına yoğunlaşmaktadır. Bir yanda firmaların yatırım yaparak potansiyel üretimin gerçekleşmesini sağlayan toplam talep düzeyini oluşturmaya yönelik politikalar olduğu gibi, diğer yanda toplam arzı artırmayı amaçlayan politikalar da mevcuttur. Bu tür politikalar, araştırma geliştirme, inovasyon ve eğitim teşviki gibi potansiyel üretimi artırmaya dönük önlemler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yine ekonomik büyümeyi sağlayıcı politikalar ya piyasa yönelimli ya da müdahalecidir. Birçok iktisatçı ve siyasetçi, özellikle politik olarak sağda olanlar, ekonomik büyümeyi teşvik eden en iyi 43 Taban, s.6. Ünsal, İktisadi Büyüme, s.13. 45 Taban, a.g.e., s.7. 44 15 ortamın, özel sektörün gelişmesine izin verilen ortam olduğuna inanırlar. Bu ortamda girişimciler yeni tekniklere ve ürünlere yapmış oldukları yatırımların karşılığında gereken ödülü alabilecektir. Bu sebeple söz konusu iktisatçılar piyasayı serbestleştirmek üzere tasarlanmış politikaları savunurlar. Diğer iktisatçılara göre serbest piyasada çevrimsel dalgalanmalar ortaya çıkmakta, bunların meydana getireceği belirsizlikler yatırımları engellemektedir. Bu nedenle, bu gruptaki iktisatçılar çevrimsel dalgalanmaları azaltmak üzere hükümetin aktif müdahalesini savunurlar.46 1.4 Ekonomik Büyüme Modelleri 1.4.1 Klasik Büyüme Modelleri Teoride, klasiklerden günümüze çeşitli büyüme modelleri geliştirilmiş ve bu modellerde işsizliğe direkt veya dolaylı olarak yer verilmiş ve analiz edilmiştir. Bu modellerin ilki klasik büyüme modelidir. Fakat klasik büyüme modeli realitelere uyduğu için değil, sadece ilk sistemli büyüme teorisi olması bakımından önem arz etmektedir.47 Klasik büyüme modelinin kurulmasında en önemli katkıyı Ricardo’nun yapmasından ötürü model Ricardo’nun büyüme modeli olarak anılmaktadır. Klasik teoriye göre yüksek tasarruflar yüksek yatırımlara öncülük ederler ve yüksek yatırımlar da yüksek büyümeye dönüşmektedirler. Buradaki varsayım, yüksek tasarrufların ekonomik büyümeye öncelik tanıması ve yine yüksek tasarrufların ekonomik büyüme ile sonuçlanmasıdır. Ancak sanayi sektöründeki verimlilik artışının sürekli olmasının olanaksızlığı, kar oranlarının düşmesine ve büyümenin eninde sonunda sona ermesine yol açmaktadır.48 Klasik teoride; yatırım-tasarruf eşitliğinden hareketle, tasarrufların azalması yatırımları azaltmakta dolayısıyla büyüme hızı azalmaktadır veya tasarrufların artması yatırımları arttırmakta ve büyüme hızı artmaktadır. Bu ilişki aynı zamanda Malthus’un nüfus kuramı çerçevesinde nüfusa bağlı olup, nüfus artış hızının çok yüksek olması durumunda kişi başına düşen gelir azalacak ve tasarruf miktarı düşecek ve büyüme hızı 46 Çakmak, İktisat Makro, s.30. Mükerrem Hiç, Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, Menteş Kitabevi, İstanbul, 1988, s.2. 48 Taban, s.30. 47 16 azalacaktır. Nüfus artışı ile gelir arasında doğrusal bir ilişki bulunmakta, kişisel gelirin azalması ile nüfus artış hızı yavaşlayacaktır. Diğer bir deyişle klasik teoride emek piyasasında ücretlerin esnek olma özelliğinden dolayı büyüme hızı ile işsizlik arasında doğrudan bir ilişki bulunmamaktadır. İşsizlik, bir tercih olarak kabul edilip, ekonomik sorun olarak ele alınmamaktadır.49 Ancak temel olarak klasik iktisat ekolü düşünce anlayışı Adam Smith ile 1776 yılından 1848 yılı arasındaki döneme damgasını vurmuştur. Bu dönemde iktisat bilimi daha geniş alanlarla ilgilenmiştir. Klasik iktisat sadece zenginlik artışı ile ilgili sorular değil, aynı zamanda kalkınmanın sosyal sonuçlarının özellikle toplumun en düşük kesimi üzerindeki etkileri ile ilgili de sorular sormuştur. Smith ünlü Ulusların Zenginliği eserinde ahlaki duyguların iktisadi davranışlar üzerindeki etkisine değinmiştir.50 Kişisel çıkarlarla toplum çıkarları arasında kesin bir uyumun var olduğuna inanan Smith’e göre temel adalet ilkelerini çiğnemedikleri sürece bireylerin kendi öz çıkarları peşinde koşmalarına izin verilmelidir. İnsanlardan sadece yardımseverlikleri için işbirliği ya da destek beklemek faydasızdır. Bunun yerine başkalarından yapmalarını beklediğimiz davranışlar için onların istek ve çıkarlarına uygun davranışlar sergilemeliyiz. Smith insanoğlunun bencilliğini ekonomik davranışların itici bir gücü olarak kullanmak istemiştir. Fakat bu bencillik hem insanların kendileri tarafından kontrol edilmeli hem de dışsal olarak kanunlar tarafından sınırlandırılmalıdır.51 Smith’e göre insan emeği servetin asıl kaynağı olduğu için bir ulusun serveti o ulusu oluşturan bütün emeklerin üretime katılması ile elde edilmektedir. Ekonomik büyümenin serbest ticaret sistemi içerisinde ahlaki ve kültürel temellere de sahip olması gerektiğine de inanan Smith serbest ticaret sistemi ile ticaret üzerinde hiçbir yapay engelin olmaması gerekliliğini kastetmektedir. Smith, neden bazı ulusların zenginleşip refaha kavuştuklarını, yani ekonomik büyüme gerçekleştirdiklerini, ve neden bazılarınınsa bunu gerçekleştiremediklerini açıklamaya çalışmıştır. Smith’e göre ekonomik büyüme ancak emeğin verimliliğinin arttırılmasıyla mümkündür. Bu konuda da işbölümü üzerinde durmuştur. Zenginliklerin temel kaynağı olan işbölümünün 49 Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, Filiz Kitabevi, 2.baskı, İstanbul, 1988, s.181. Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.14,15. 51 İlker Parasız, Kalkınma Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, 1.baskı, Bursa, 2005, s.5. 50 17 sağlayacağı yararlar da ancak uluslararasında kurulacak olan serbest ticaretle gelişebilir.52 Kalkınma kavramının tarihsel süreçte bir içerik ve anlam kazanmaya başlaması sürecini Adam Smith’le başlatmak mümkündür. Ancak Adam Smith ülkesi İngiltere’nin sanayileşme sürecini kalkınma kavramıyla değil, maddi ilerleme kavramıyla açıklamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da tam olarak iktisadi bir kalkınmadan değil, İngiltere’nin zenginleşme ve ilerlemeye yönelik iyileşmesinden bahsetmiştir. Maddi ilerleme kavramı, Smith’ten ikinci Dünya Savası’na kadar tüm iktisatçılar tarafından Batı’nın iktisadi kalkınması olarak isimlendirilen şeyi açıklamada kullanılan bir ifade olmuştur. Kendinden önce gelen merkantilist ve fizyokratik düşünceler ile karşıtlık ve benzerlik ilişkisi içerisinde bir etkileşim sonucu ortaya çıkan Klasik iktisat Ekolünün Adam Smith’ten sonraki iktisatçılar ile geliştiğini ve gelişen klasik iktisat ekolünün sahip olduğu klasik büyüme teorisinin esas olarak nüfus büyümesinin kişi basına gelir düzeyi tarafından belirlendiği görüşüne dayandığını belirtmek mümkündür.53 Değişik fikir ve düşünce akımları ile birlikte geçici değişkenler ve ekonomik büyümedeki dalgalanmalar sistematik bir biçimde teorileştirilmeye başlanmıştır. Fransız klasik iktisatçısı Jean Babtiste Say, 1803 yılında yayınladığı Politik Ekonomi Üzerine Risale isimli kitabında Say Yasası olarak bilinen görüşünü ortaya atmıştır. Buna göre işgücü, sahip olduğu emeği belirli bir kazanç sağlamak amacıyla arz eder ve bu yolla elde ettiği geliri de üretilen çıktıları satın almak için kullanır. İstihdam ile ortaya çıkan üretim süreci gelir doğurduğu için satın alma gücü de yaratır. Arz kendi talebini yaratır. Alfred Marshall tarafından fark edilen Say Yasası’ndaki zayıf noktalardan biri gelirlerin bir kısmının tasarruf edilebileceği ve böylece olası bir büyüme sürecinden bu paranın çekilmiş olabileceğidir. Ancak bunun açıklaması da kolaylıkla yapılabilir. Yapılan tasarrufların kişiler ve bankalar tarafından yeniden yatırımda kullanılması ile büyümeye 52 53 Taban, s.23. Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.20,21. 18 katkı sağlanacaktır. Bu entelektüel düşünce gelişimi John Maynard Keynes’e kadar devam etmiştir. 54 İkinci model ise Karl Marx’ın büyüme modelidir. Bu model emek–değer teorisine dayanmaktadır. Marx, emek değerini üç bölüme ayırmaktadır. Bunlar üretimde kullanılan sermaye olan sabit sermaye, emek girdisi olan değişken sermaye ve değerdir üretim sürecinde kullanılan emek ve sermayenin üstündeki ve ötesindeki aşırı değer olan artı değerdir. Artı değerin olduğu yerde, tüm girdi değerinden daha az ödendiği için emek girdisinin sömürüldüğü belirtilmektedir.55 Bir başka ifade ile sermaye birikimi sağlandıkça, üretimde sermaye birikimi artacak ve beşeri sermayesi yüksek emek ile üretim gerçekleştirilecektir. Bu sonuç da emeğin üretim verimliliğini arttıracak ve üretim daha az emek ile yapılacak dolayısı ile emek talebi azalacaktır. Girişimci üretimde az sayıda fakat verimi yüksek emekle bir başka deyişle daha az maliyetle daha çok kar elde etmiş olacaktır. Bu durumda ekonomide işsizlik oranını yükseltecektir. İşsizlik oranının yükselmesi Marx’ın büyüme modelinde, çalışan emeğin karının yükselmesine yol açtığı belirtilirken sermaye birikiminin zamanla daha az kişinin elinde toplanacağını uzun dönemde bu durumun toplam talep yetersizliği nedeni ile ekonomik ve sosyal krizlere neden olacağı belirtilmektedir.56 Marx’a göre üretimin değerini emek belirlemektedir. Emek aynı zamanda ekonomik büyümenin de motorunu teşkil etmektedir. Sermaye ise, emeğin ortaya koyduğu bir ürün olarak görülmektedir.57 Marx, kapitalizmi tarihi bir olay olarak ele almıştır. Marx’a göre kapitalizm, bünyesi gereği dinamik bir sistemdir ve devamlı olarak teknik gelişmeye sahne olmaktadır. Bu dinamizm ve büyümenin kaynağı teknik gelişmeler ve yatırımlardır.58 Marx, büyüme sürecini bir denge olayı olarak değil, devamlı bir dengesizlik olayı olarak ele almıştır. Dolayısıyla modelde, uzun dönemde büyümenin sürdürülmesi 54 Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.26,27. İlker Parasız, Ekonomi Sözlüğü, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1999, s.173. 56 Gürak, s.79. 57 Özgüven, s.137. 58 Mükerrem Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No: 372, İstanbul, 1975, s.34. 55 19 ya da durağan duruma gelmesi yerine, büyümenin kırılması söz konusudur. Marx maddi üretim kapasitesindeki bir artış ile kurumsal yapıdaki değişmeler arasında belirli bir gecikme sürecinin olduğunu varsaymaktadır. Marx’a göre teknik bilgi ve maddi sermaye üretim kapasitesinde sürekli büyüme oluşturmak için bir araya getirilir. Buna karşın kurumsal yapı kendini birdenbire yeni durumlara uyduramaz. İnsanların isteklerinin sağlanabilmesi için oluşturulan sosyal yapının işlevini en etkili şekilde gerçekleştirebilmesi için kalıcı ve istikrarlı olması gerekmektedir. Büyüme hedefinin gerçekleştirilebilmesi ise ancak ve ancak tüm üretim araçlarının kamuya devredilmesi ile mümkün olacak, kamu eliyle artı değerin isçi sınıfı adına bir büyümeyi gerçekleştirmesi ile de sürdürülebilecektir. Bu mekanizma, kapitalist sistemin kendi iç çelişkileri sonucu yerini sosyalizme bırakmasıyla başlayacaktır.59 Üçüncü ise bir büyüme modeli olmayıp, Keynes’in büyüme ile ilgili görüşlerini içermekte ve statik bir içerik taşımaktadır. Keynes’in iktisadi analizi; işsizlik, durgunluk ve enflasyona neden olan toplam yurtiçi üretimin satın alma miktarındaki dalgalanmalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Keynes’e göre ekonomide eksik istihdam söz konusudur. Ekonominin eksik istihdam halinden kurtulabilmesi için ekonominin durgunluk durumundan çıkması yani toplam talebin arttırılması gerekmektedir.60 19. yüzyıl Avrupa’sında görülmüş olan şartlar 20. yüzyılda değişmiş olduğundan ve yatırımların marjinal etkinliği eğrisinin sermaye yoğun yönde teknik gelişme, nüfus artışı ve yeni sürüm alanlarının açılması gibi dış faktörlerle yükselmesi, böylelikle maliye ve para politikasına ihtiyaç duyulmadan tam istihdam dengesinin sağlanması mümkün değildir. Bu bakımdan uygulanacak maliye ve para politikaları sonucunda toplam talebin arttırılması ile yatırım harcamaları artacak ve ekonomide büyüme sağlanacaktır. Büyümenin hızlanması ile birlikte ekonomide tam istihdam dengesine doğru yaklaşılacaktır.61 Keynes talebin arz tarafından yaratılması anlamına gelen Say Yasası’nın herhangi bir istihdam ve gelir düzeyinde de meydana gelebileceğini savunmuştur. 59 Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.23,24. Gürak, s.84. 61 Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.66. 60 20 Böylece tam istihdam sadece ekonomideki birçok olası durumdan bir tanesidir. Keynes’e göre istihdamın belirli bir seviyesi tüm ekonomi içerisindeki mal ve hizmetlerin toplam talebi tarafından belirlenir. Eğer hükümetin etkisinin nötr olduğunu varsayarsak toplam talebi etkileyen iki grup vardır: tüketim malları satın alan tüketiciler ve üretim malları satın alan yatırımcılar.62 Keynes, Say Yasası ile ilgili bu görüşlerinin yanında kitabında 150 yıldır süregelen bırakınız yapsınlar zihniyetine de karşı çıkıyordu. Bu bağlamda Keynes, piyasaların dokunulmazlığı ilkesinin kriz dönemlerinde işlemeyeceğini savunmuştur. Çünkü gelir ve istihdam bir kere düşmeye başlayınca, insanlar paralarını kurtarmanın yollarını arayacaklar, bunu durdurmak için de bankalar faiz oranlarını yükselteceklerdir. Sonuç olarak, işini genişletmek isteyen yatırımcının ihtiyacı olan kredi maliyetleri artacak, bu da iş hacmini düşürecektir. Bu, gelir artışının ve istihdam düzeyinin sıkıntıya girmesi anlamına gelmektedir. Bu yapı sadece doğrudan hükümet müdahalesi ile aşılabilirdi. Keynesçi iktisat kuramı 1929 krizinden sonraki 40 yıl boyunca ülkelerin ekonomik programlarının temelini oluşturmuştur. Keynesyen analizde piyasalar yoktur. Sadece toplam piyasa etkileri kurumsal düzeyde analiz edilir. Keynesyen analizde karar verici yoktur. Hükümet bile karar verici değildir. Hükümet sadece ekonominin tümünü etkileyen başka yerlerde verilmiş kararları toplam olarak analiz eder. Sonuç olarak Keynes, Klasik ve Neo-klasik anlamından farklı bir ekonomik fikir ve sosyal toplam düşüncesi ortaya koymuştur.63 1.4.2 Modern Büyüme Modelleri Dördüncü model Keynesyen yaklaşımın en bilinen örneği olan Harrod-Domar büyüme modelidir. Harrod-Domar modeli, kapitalist bir ekonominin dengeli bir şekilde tam istihdam düzeyinde büyümesini sağlayacak bir mekanizmanın piyasa sistemi içerisinde bulunmadığını, piyasa sinyallerinin ekonomiyi dengeye değil tam tersine devamlı bir dengesizliğe yöneltecek potansiyele sahip olduğunun üzerinde önemle durmaktadır.64 Aşağıda bunların ayrıntılarına değinilecektir. 62 Taban, s.46. Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.29. 64 Köse, s.23. 63 21 Harrod ve Domar birbirlerinden bağımsız olarak geliştirdikleri ve postkeynesyen büyüme modeli olarak da adlandırılan bu büyüme modeli, teoride büyümeyi ilk kez sistematik olarak ele alan model konumundadır. Model; Keynes’in büyüme ile ilgili statik görüşlerinin, dinamik hale getirilmesidir. Keynes’in göz ardı ettiği yatırımlarım kapasite arttırıcı etkisi modele dahil edilmiştir. Modelde otonom yatırımlara yer verilmemiş, tüm yatırımların uyarılmış yatırımlar olduğu varsayılmıştır.65 Harrod-Domar büyüme modelinin vurguladığı temel prensip net yatırımın ikili etkisidir. Net yatırım bir yandan üretime yönelik bir talep oluştururken öte yandan çıktı üretmek için ekonominin kapasitesini arttırmaktadır.66 Harrod-Domar modeli, gelişmiş bir ekonominin sorunlarını dikkate almakla beraber, kurduğu çatı şekilsel olarak az gelişmiş bir ekonominin sorunlarına ışık tutacak değerdedir. Hiç değilse bu modellerin düşünce tekniğinden yararlanarak bu tip ekonomiler için çok genel mahiyette de olsa bazı sonuçlara varmak mümkündür.67 Bir ekonomide herhangi bir dönemde gerçekleştirilen net yatırımın bir talep bir de kapasite etkisi olacaktır. Keynesgil modelde olmayan husus, bu net yatırım döneminin ayrıca kapasite etkisinin olacağıdır. Öte yandan ekonomide reel gayri safiş milli gelirdeki büyüme oranını açıklayan Harrod-Domar modeli az gelişmiş ülkeler için de uygulanabilir bulunmuştur. Bu modelde Harrod, Keynesyen modelini sanayileşmemiş ülkelerdeki işsizlik sorununun çözümü olabilecek şekilde geliştirmiştir. Keynesyen modeline sermaye-çıktı oranı kavramını da ekleyerek önce Harrod ve ardından Domar statik olan bu modeli az gelişmiş ülkelere de uygulanabilecek dinamik bir model haline getirmişlerdir. Harrod-Domar modelinin sonuçları 1950’lerde Robert Solow tarafından eleştirilmiştir.68 Ancak yukarıdakinin tersine bir görüş Harrod-Domar büyüme modellerinin gelişmiş ekonomiler için kurulmuş olduğunu savunan görüştür. Bu görüşe göre modellerin temel amacı; ekonomiyi, işsizlik ve enflasyon ortamına sokmadan 65 Cafer Unay, Makro Ekonomi, Vipaş AŞ, 7.baskı, Bursa, 1999, s.392. Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.89. 67 Ülgener, s.424, 426. 68 Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.32,33. 66 22 yürütebilmektir. Gelişmekte olan ülkelerde tek amaç bu olmayıp aynı zamanda ekonominin yeterli bir hızla büyümesi de önem taşımaktadır. Harrod-Domar ise modellerinde işin bu yönü üzerinde hiç durmamışlardır.69 Ayrıca Harrod-Domar modelinde hem üretimde hem tüketimde aynı ürünün tek olarak bulunduğu, sadece iki üretim faktörü olan emek ve sermayeye yer verildiği, ölçeğe göre sabit getirinin var olduğu, büyümenin tasarrufun bir fonksiyonu olduğu, sermayenin emeğe oranının sabit olduğu, planlanan tasarrufun çıktının sabit bir fonksiyonu olduğu, teknolojik yenilik ve nitelikli emeğin ve bunların büyümeye katkılarının mevcut olmadığı varsayılmıştır.70 Beşinci model ise Neo-klasik büyüme modelidir. Ekonomik büyüme teorisinde birinci devrim Adam Smith’e, ikinci devrim Neo-Klasik büyüme modellerine aittir. 1956 yılında Solow ve Swan birbirinden bağımsız olarak sonradan neo-klasik büyüme teorisi olarak adlandırılacak olan yeni bir büyüme teorisi ortaya attılar.71 Neo-klasik büyüme teorisinin temel çıkış noktası, Harrod-Domar’da olduğu gibi, Keynes’in klasik iktisat öğretisine getirdiği eleştirinin dinamik analizidir. Temel soru eksik istihdamın olmadığı dengeli bir büyüme seyrinin sağlanıp sağlanamayacağıdır. Ancak neo-klasik büyüme taraftarları, Harrod-Domar modelini iki noktada eleştirmektedirler. Birincisi, Harrod-Domar modelinde, üretim faktörlerinin ikamesinin mümkün olmaması, faktörler arasında sabit bir bileşim oranının düşünülmesidir. Neo-klasikleri göre, eğer faktörler arasında sabit bir bileşim oranı varsayılmış olsaydı, büyüme dengesi kararlı bir durum izleyebilirdi. İkinci olarak, Harrod-Domar modelinde kısa dönem araçları kullanılmış, uzun dönem büyüme analizi yapılmamıştır.72 Neo-klasik yaklaşımın temel amacı, üretimin sabit verimler ve değişen faktör oranları kuralına göre yapılması halinde, doğal ve gerekli büyüme oranları arasında herhangi bir uyuşmazlığın söz konusu olmayacağını, ekonominin istikrarlı bir dengeye ulaşacağını göstermektir. Gerekli büyüme oranı, yatırımların ortaya çıkardığı arz ve 69 Yalçın Acar, İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Vipaş AŞ, 4.baskı, Bursa, 2002, s.92. Gürak, s.87. 71 Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.131. 72 Ünsal, İktisadi Büyüme, s.141, 142 70 23 talep artışları arasında uyumu sağlayan büyüme oranıdır. Bu oran, işgücü piyasasında arz-talep eşitliğini sağlayan doğal büyüme oranına eşit olduğunda, istihdam, gelir düzeyi, işgücü arzı ve üretim kapasitesi gibi makro değişkenler, sürekli olarak belirli ve sabit bir oranda artacak ve ekonomi uzun dönem durağan dengesine ulaşmış olacaktır.73 1950’lerden 1980’lerin sonlarına kadar ekonomik büyüme literatürüne hakim olan neo-klasik yaklaşıma göre, kişi başına düsen sermaye miktarının artması sermaye faizinin düşmesine yol açar. Sermaye faizi sadece sermaye birikim hızının, işgücü artışındaki ve teknik gelişmedeki hıza eşit olması durumunda sabit kalır. Böylece işgücü artışının nicel etkisi ve teknik gelişmenin nitel etkisi sermaye faizini geriye çeker. Bu nedenle, neo-klasik yaklaşımda uzun vadeli büyümenin motoru olarak işgücü artışı ve teknik gelişme görülür. Neo-klasik büyüme teorisinde nüfusun büyüme oranı ekonomik büyüme oranını etkiler. Ancak ekonomik büyüme, nüfusun büyümesini etkilemez. Benzer şekilde, teknolojik değişme oranı ekonomik büyümeyi etkiler. Ancak ekonomik büyüme teknolojik değişmeyi etkilemez. Buna göre bu teoride nüfusun büyümesi ve teknolojik değişme dışsal değişkenlerdir.74 Bu model birçok iktisatçının çalışmaları sonucu doğmasına karşılık Robert Solow’u diğerlerine göre öne çıkarmıştır. Solow özetle neo-klasik büyüme modelinde, emek hacmindeki değişmeleri dikkate alarak emek ve sermayenin birbirlerine ikame olabileceklerini belirtmektedir. Solow, büyümenin değişken faktör oranları ve esnek faktör fiyatları nedeni ile istikrarsız olamayacağını kanıtlamaktadır. Bu modele göre nüfus artışı ve teknolojik ilerleme büyümenin kaynağını oluşturmaktadır. Solow; iş gücünün, dışsal bir faktör olduğunu ve nüfus artışına bağlı olarak arttığını düşünmektedir.75 Çünkü milli gelir büyüme oranı, emek büyüme oranından etkilenmektedir. Sermaye stoku büyürken emek stoku artmazsa, sermayenin marjinal verimi ve milli gelir büyüme oranı azalarak sıfıra düşmektedir. Özellikle iş gücüne katılan nüfustaki artış sermaye arzında meydana gelen artıştan daha büyük olursa, ekonomide faiz oranları yükselecek ve reel ücret oranlarında gerilemeler kaydedilecektir. Sermaye 73 Taban, s.86. Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.36,37. 75 Fuat Vural Savaş, İktisadın Tarihi, Siyasal Kitabevi, 3.baskı, Ankara, 1999, s.853. 74 24 birikimindeki büyüme emek arzındaki büyümeden fazla gerçekleşirse de bu takdirde faizlere oranla ücretler genel seviyesi yükselecektir. Solow, emek ve sermayenin farklı oranlarda gelişebileceğini belirterek modelini Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna dayandırarak açıklamaya çalışmaktadır.76 Altıncı model ise İçsel büyüme teorisidir. İçsel büyüme teorisinin öncülüğünü P.Romer ve R.Lucas yapmaktadır. İçsel büyüme teorisinde sermayenin hem fiziksel sermayeyi hem de emek girdisinin var olan sermayeyi veya kısaca beşeri sermayeyi kapsadığı kabul edilmektedir. Bir başka ifade ile içsel büyüme teorisi bilgiyi ve beşeri sermayeyi ön plana çıkaran bir model olmaktadır.77 Lucas’a göre, eğitim sektörüne yapılan yatırımlarla oluşan beşeri sermaye iktisadi büyümeyi belirleyen temel faktörü oluşturmaktadır. Çünkü eğitime yapılan yatırımlar üretimde verimi arttırmaktadır. Modele göre eğitimin yarattığı olumlu dışsallıklar nedeni ile büyüme sürecinde azalan verimler kanunu işlememektedir. Bu nedenlerle bir ekonomide tasarruf eğilimi yükselirse, ardından sermaye stoku ve büyüme hızı yükselecektir.78 Ancak Lucas’ın da itiraf ettiği gibi oluşturmaya çalıştığı büyüme kuramı mekanik model interaktif robotlardan oluşan yapay bir dünyayı yansıtıyordu. Modelin bilgisayarda testi her şey ölçülebileceğinden mümkündü. Bunlara rağmen Lucas, böyle bir modelin gerçek olguları yansıtabildiğini savunmuştur. Nüfus artışını veri olarak kabul eden Lucas, fiziksel sermaye birikimi ve teknolojik değişiklikler üzerine inşa ettiği birinci modelini, resmi eğitim kanalıyla beşeri sermaye birikimi üstüne kurduğu ikinci modelini ve yaparak öğrenme metoduyla uzmanlaşmış beşeri sermaye birikimini ön plana çıkardığı üçüncü modelini oluşturmuştur.79 Solow'un katkısından sonra konuya verilen önem artmasına rağmen teknolojik yenilikler uzun bir süre dışsal bir etken olarak kalmıştır. Ancak, Romer'in çalışmaları konuya yeni bir boyut kazandırdı. Azalan verimler yasasına dayanan durağan dengeci neoklasik büyüme teorisi ciddi bir darbe almıştı. Romer’in (1994) haklı olarak 76 Hüseyin Şahin, İktisada Giriş, Ezgi Kitabevi, 5.baskı, Bursa, 1997, s.555. Ünsal, Makro İktisat, s.283. 78 Unay, s.413. 79 Gürak, a.g.e., s.111. 77 25 eleştirdiği gibi, sadece homojen sermaye mallarını biriktirerek ve S=I eşitliğinden yola çıkarak sürekli büyümek veya büyüme olgusunu anlamak olanaksızdı. Çünkü homojen mallardan oluşan pazarlar belli bir süre sonra doyum noktasına ulaşınca, neoklasik doktrinin dengesine de ulaşılır ama büyüme de sona erer. Halbuki gerçek yaşamdan bildiğimiz gibi büyüme günümüzde insanlar zaman tercihine göre daha yüksek getiri meydana getiren araştırma ve geliştirmeye yöneldikçe sonsuza dek sürmektedir. Dolayısıyla ülkelerin zenginleşmesi dinamik ve konjonktürsel değişim gösteren bir süreçtir, ama asla dengede değildir. Romer’in kuramına göre beşeri sermayenin ürünü olan ve üretken bir girdi olarak üretim fonksiyonuna giren yeni teknolojilerin üretimde kullanılması sonucu tüm faktörlere göre artan verimler yasası geçerli olacaktır. Yeni teknolojiler, içsel dinamiklerin bir gereği olarak bilinçli bir şekilde ekonomiye kazandırılmaktadırlar. Nihayet durağan denge kavramı Romer tarafından dışlanır.80 Romer'e göre, büyümenin içsel etkeni olan bilgi sayesinde insanoğlu sınırsız sayıda teknolojik değişim yapabilme olanağına sahiptir. Böylece büyümenin sınırları ortadan kalkmakta, durağan denge geçerliliğini kaybetmektedir. Teknolojik yenilikler sayesinde karamsar iktisatçıların çizdiği karanlık sondan kurtulmak ve toplumsal refahın sürekli artışına daha gerçekçi bir açıdan yaklaşmak mümkün olmuştur.81 Ekonomik büyüme insanların kar ve buluş peşinde koşmalarının sebebi olan doyumsuz isteklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak yeni firmaların yeni ve daha iyi ürün üretmelerinin sonucu olarak eski firmalar sönmektedir. Bu süreç içinde iş imkanları bir yandan artarken diğer yandan azalmaktadır. Yeni ve daha iyi işlerin sonucunda, daha fazla boş zaman ve daha fazla tüketim elde edilecektir. Böylelikle yaşam standardı yükselecek, insanların doyumsuz arzuları devam ettikçe büyüme süreci de devam edecektir. Ekonomik büyüme oranı fertlerin buluş kabiliyetine, yeniliğin getiri oranına ve tasarruf oranını etkileyen zaman tercihi oranına bağlı olarak değişmektedir.82 Büyüme rüzgarlarının kesilmemesi, hatta artabilmesi için Romer, hükümetlerin en önemli görevinin teknolojik yenilikleri destekleyen kurumsal çerçeveyi yaratacak bir 80 a.g.e., s.126. Ünsal, İktisadi Büyüme, s.244. 82 Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.195. 81 26 iktisadi politika uygulamak olduğu düşüncesindedir (1994). Romer'in çalışmaları sayesinde teknolojik yenilikleri öne çıkaran içsel büyüme modeli, eleştirilebilecek birçok yönüne rağmen iktisat bilimine yeni boyutlar kazandırmıştır.83 Yaşamakta olduğumuz dijital çağda pek çok bilgiye ulaşmak günümüzde çok kolaylaşmıştır. Bu anlamda dünya elimizin altında gibidir. Öte yandan bilginin yaşam maliyetini düşürdüğü ve getirisini artırdığı da şüphe götürmez bir gerçektir. Peki bilgili kim olmalı veya bilgi kimin için vardır? Kendi yararına olsun diye yine kendisinin meydana getirdiği bilgiden yararlanan insanoğlu için vardır. Firmaları firma, makineleri makine, malları mal, eşyayı eşya, hizmetleri hizmet, akan zamanı süreç yapan bilgili bireylerdir. Beşeri sermaye olan insanın, insan kaynağı olması da herhalde kendisini farklı kılacak bilgi donanımına sahip olmasından geçmektedir. Bireyin farklılık meydana getirmesi, önünde bulunan süreçlerde bu farklılığını değişim ve gelişim adına devam ettirebilmesi ekonomik büyüme için olduğu kadar işinde kalıcılığını sağlayabilmesi ve bireysel refahının artması açısından da o ölçüde önemlidir. Bunun sonucunda farklılık, çeşitlilik, yenilik, teknoloji, kalite, verimlilik anlayışı kurumsallaşmaktadır. Çalışan bireylerin farklılıklarının birleşmesiyle en uygunu ortaya çıkaran ortak aklın işletildiği, duygusal zeka faktörünün önemsendiği, araştırma ve geliştirme çalışmalarının teşvik edildiği, katılımcılığın ve fikir yarışının arttığı, bilimsellikle tam örtüşen amaçların belirlendiği, her bir amaca yönelik araçların, ekipçe ve ortalama bir algı düzeyinde kabul edilebilir seçenekler arasından tercih edildiği, dinamik ve kesintisiz bir sinerji meydana getirildiği, beyin fırtınasına uygun zeminlerin hazırlandığı, dış dünyanın sürekli izlendiği, Einstein’in “hayal kurmanın bilgi edinmeye üstün olduğu” ifadesinden hareketle üyelerinin cesurca hayallerini projelendirerek aktarabilmesine fırsat verildiği, yönetenlerin ve girişimcilerin de aynı düşüncelerle bu etkenlerin oluşumunu sağlayan kurumsal yapılanmalara gittiği iş yerlerinin, çalışanlarını kendisine tutkulu, teknoloji üretebilecek ve verimli çalışacak hale getirmesi ve yine bu işyerlerinin sayıca arttığı ekonomilerde reel büyüme ve istihdam artışlarının meydana 83 Taban, s.98. 27 gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunu gerçekleştirecek olan da beşeri sermayeye önem veren insan kaynakları yönetimidir. Beşeri sermayenin teknoloji üretme ve verimliliği artırma fonksiyonunu icra ederek büyümeyi gerçekleştirebilmesi için insan kaynakları yönetimi, bir kuruluşta veya ülkede yukarıda sözünü ettiğimiz başarının elde edilebilmesi için gerekli insan kaynağının istihdamı ve geliştirilmesi ile ilgili stratejiler oluşturma, organize etme, güdüleme ve kontrol faaliyetlerinden oluşan ve tüm bu dinamikleri firma veya ülke hedeflerinin gerçekleşmesi ve çalışanların ihtiyaçlarının karşılanabilmesi amacıyla koordineli biçimde yöneten dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Kanaatimizce beşeri sermayeye önem insan kaynakları yönetimi sisteminin başarıyla işletilmesi kuruluşlar üzerinde önemli pozitif etkiler meydana getirir. Şöyle ki; çalışan insanlar, işyerleri için birer beşeri sermaye unsurudur. Çoğu kimse rastlamıştır: Maddi olan veya olmayan sermaye unsurları, kuruluşların bilançolarında gösterildikleri halde insan kaynaklarını temsil eden beşeri sermaye unsurları ülkemizde kuruluş bilançolarda ya hiç görünmezler ki bu çoğunluktadır, ya da firma değeri gibi bazı hesapların içerisinde firma değerini oluşturan başka unsurlar gibi erimiş vaziyettedirler, doğrudan görünmezler veya firma değerini tam yansıtacak biçimde görünmezler. Halbuki bilimsel metodlarla teşkil edilen insan kaynakları yönetim sisteminin ve bu sisteme tabi çalışanların, diğer sermaye unsurlarına göre ve personel yönetimi sistemindeki çalışanlara göre yıpranma ve değişik sebeplerle gerekliliğini yitirme süreleri (makineler gibi sermaye unsurlarında amortisman kavramına denk geliyor) oldukça uzundur. Hatta insanların bir potansiyel kaynak olma bilinciyle sürekli gelişimi ve farklılıklar meydana getirmeleri veya getirmelerine fırsat verilmesi söz konusu süreleri daha da ilerilere götürecektir. Bu durumda olağanüstü iç ve dış gelişmeler yaşanmadıkça kuruluşların orta ve uzun vadede etkinlik ve verimliliklerinin artması, maliyetlerinin düşmesi, pazar payları ve cirolarının yükselmesi, kalite ve teknoloji egemen duruma gelmesi, yatırımlarının artması, marka ve firma değerinin yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. 28 Beşeri sermayeye önem insan kaynakları yönetimi sisteminin başarıyla işletilmesi kuruluşlar yanında genel ekonomi üzerinde de önemli pozitif etkiler meydana getirir. Bir an için insan kaynakları yönetim anlayışının belli bir hızla tüm ülkede yaygınlaştığını ve derinleştiğini varsayalım. Ülkenin üretim ve yatırım kapasitesi orta vadede artmaya başlayacaktır. İşsizlik azalacaktır. Kalifiye ve bilgili insan sayısı artışıyla, beşeri sermayenin doğrudan marjinal verimliliği ve dolaylı olarak da sermayenin marjinal verimliliği artacaktır. Teknoloji, kalite ve verimlilikte ülke çapında bir sıçrama meydana gelecektir. Böylelikle israf maliyetlerinin önü alınmış, kaynakların etkin kullanılması insan kaynakları dahil sağlanmış olacaktır. Bu da uzun dönemde büyüme ve kalkınma hızlarının artışıyla, zenginleşme ve refah düzeyinin yükselmesini beraberinde getirecektir. Beşeri sermayeye ve bunun tezahürü olan insan kaynakları sisteminin oluşumuna gereken önemin verilmesi, öncelikle insana önem verilmesiyle başlar. İnsanın bizatihi kendisine önem vermesi de bu kapsamdadır. İnsana salt materyalist bir gözlükle bakan gözler bu anlamda büyük bir yanılgının içindedir. İnsan kaynakları yönetim felsefesinin temelinde insan duygularını bir yana bırakmak, yok varsaymak, yoktur. 2. İSTİHDAM KAVRAMI VE TEORİSİ Büyüme ile ilişkilerini analiz etmeye çalıştığımız istihdam kavramının ele alındığı bu bölümde öncelikle istihdamın dar ve geniş tanımlamaları yapılmış, daha sonra istihdamın çeşitlerine yer verilmiş, nihayet öne çıkan ve önemli gördüğümüz klasik ve modern istihdam teorilerine değinilmiştir. Büyüme ve istihdam ilişkilerini analiz etmeye çalıştığımız inceleme konumuzda sözü geçen istihdam kavramından kastımız ise emek istihdamı olup istihdamı oluşturan diğer üretim öğelerine bu öğelerin büyüme ile ilişkilerine bu çalışmamızda yer verilmemiştir. 2.1 İstihdam Kavramı Bir ekonomik kavram olarak istihdamı üretim faktörlerinin gelir sağlamak amacıyla çalışması ya da çalıştırılması olarak özlü bir şekilde tanımlayabiliriz. Biliyoruz ki bir ülkenin ürettiği toplam mal ve hizmet miktarı yani milli geliri ile o ülkenin işe 29 koşup çalıştırabildiği üretim faktörleri sayısı arasında aynı yönlü bir ilişki vardır. Bir ekonomide üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin toplam parasal değerine milli gelir denilmektedir. Bu mal ve hizmetlerin üretilmesi için bir takım faktörlerin (emek, sermaye, toprak) istihdam edilmesi gerekmektedir.84 İstihdam dar ve geniş olmak üzere iki şekilde tanımlanmaktadır: Geniş anlamda istihdam, tüm üretim faktörlerinin üretim sürecinde kullanılması anlamına gelirken, Dar anlamda istihdam tanımında sadece emek faktörü yer almaktadır.85 Bu çalışmada, dar anlamda istihdam ele alınmakta ve emeğin istihdamı incelenmektedir. Aktif nüfus, bir işte çalışabilecek durumda olan nüfus kavramını ifade etmektedir. Buna göre dar anlamda istihdam, aktif nüfusun bir ücret karşılığında çalıştırılması demektir. Bu tanıma göre, çocuklar, emekliler, çalışabilecek durumda olmayanlar, bir kazanç karşılığı olmaksızın çalışan ev hanımları ve öğrenciler aktif nüfus kapsamında yer almazlar. Ancak para gibi bir ücret almadıkları halde aile içinde üretimde bulunanlar aktif nüfus kapsamına girerler.86 İstihdam; eksik, aşırı ve tam istihdam olmak üzere üç kısma ayrılır: Bir ekonomide üretim faktörlerinin tamamının üretimde bulunmaması, bir kısmının atıl (boşta) kalması durumunda eksik istihdam söz konusudur. Dar anlamda ise, eksik istihdam ekonomide çalışmak istediği halde is bulamayanların yani issizlerin bulunması halidir. Bir ekonomide eksik istihdamın var olduğunun göstergesi, üretilen mal ve hizmet miktarının talep yetersizliği nedeniyle, o ekonomide üretilebilecek mal ve hizmet kapasitesinin en üst sınırının altında gerçekleşmesi yani milli gelirin olması gereken düzeyin altında meydana gelmesidir. Bu durum, ekonomide refah kaybının olacağını, tüketilecek mal ve hizmet miktarının azalacağını göstermektedir. Buna bağlı olarak da müteşebbisler toplam talebin elverdiği ölçüde mal ve hizmet üretecek ve üretim hacmini daraltacaklardır. Bir ekonomide mal ve hizmet üretiminin azalması bir 84 Zeyyat Hatiboğlu, İktisadi Kalkınma, Hamle Matbaası, İstanbul, 1967, s.33. Özgüven, s.408. 86 Aziz Köklü, Makro İktisat, “S” Yayınları, Ankara, 1973, s. 67,68. 85 30 kısım işgücünü ise ister istemez işsiz kapsamına (atıl işgücü) sokacaktır. Söz konusu durum da eksik istihdamı meydana getirecektir.87 Bir ülke ekonomisinde emeğin tamamının kullanılması halinde bile bir toplam talep fazlası mevcutsa, emek talebi emek piyasasında enflasyonist bir baskı oluşturacak biçimde genişliyorsa, firmalar bos kadrolarını doldurmakta gittikçe artan zorluklarla karşılaşıyorlarsa ve bu talep baskısı kendisini yükselen fiyatlar seklinde gösteriyorsa, söz konusu ekonomide aşırı istihdam durumu var demektir.88 İstihdamın özel bir durumu olan tam istihdam ise ekonominin sahip olduğu üretim öğelerinin tamamının kullanılmasıdır. Eğer bir ekonomide üretim faktörlerinin tümü çalışıyor ve üretime katılıyorsa, söz konusu ekonominin tam istihdama ulaştığı söylenebilir. Ancak hiçbir üretim faktörünün boşta olmadığı bir durum, tam istihdamın teorik çerçevesini oluşturmaktadır. Bu nedenle tam istihdama ulaşmış bir ekonomi de % 4,5 ya da % 5,5 gibi düşük oranlarda doğal işsizlik görülmesi mümkündür.89 Dar anlamı ile ele alınacak olursa (sadece emek faktörünün yer aldığı) tam istihdam, iş arayanlardan daha çok veya tam o kadar boş yer bulunan bir ekonomide mevcut çalışma koşullarında ve cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen tüm emek sahiplerinin iş bulabildiği istihdam düzeyidir.90 2.2 İstihdam Teorileri 2.2.1 Klasik İktisatta İstihdam Klasik ücret teorisinde kısa dönemde firmanın işgücü talebi reel ücretlerin bir fonksiyonudur. Ücret ise işverenler açısından işin marjinal verimine, işçiler açısından ise işin marjinal zahmetine eşittir. Emek arzı içsel ve ücretin bir fonksiyonu olarak kabul edilir. Bu anlayış ile nüfusun büyüklüğü emek arzını belirlemektedir. İşgücü piyasasında denge emek arz ve talebinin kesiştiği noktada meydana gelecektir. Dengeden sapıldığı durumda fiyat mekanizması dengenin tekrar oluşmasını 87 Zeynel Dinler, İktisada Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2003, s.447. Köklü, s. 71. 89 İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, s.306. 90 Aren, s.5. 88 31 sağlayacaktır. Dolayısıyla uzun dönemde piyasalar daima dengededir. Emek talebi klasik teoriye göre reel ücretin fonksiyonudur. Reel ücretle, emek talebi arasındaki ilişki negatiftir. Fiyatlar genel düzeyi ile reel ücret arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla, fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi reel ücret üzerinde olumsuz bir etkiye yol açmaktadır. Sonuç olarak, bir ekonomide istihdam hacmi gerçek ücret düzeyindeki değişmeyle ters orantılı olarak belirlenir. Emek Arzı klasiklere göre, emek arzı ücretin pozitif bir fonksiyonudur. Yani, ücret arttıkça emek arzı da artar.91 Klasik iktisatçılar fiyat mekanizmasının, görünmeyen elin yardımıyla ekonomideki tüm piyasalarda dengeyi otomatik olarak sağlayacağını düşünmüşlerdir. İstihdam konusunda da bir dengenin yani tam istihdamın otomatik olarak sağlanacağını kabul etmişlerdir. Eğer işsizlik mevcutsa, bunun nedeni ücretin, emeğin marjinal verimliliğinden daha yüksek olmasıdır. Bu iki unsur eşitlendiği takdirde, işsizlik sorunu da çözülecektir. Bütün problem ve çözümü piyasa koşullarının mükemmel işleyip işlemediği ile ilgilidir.92 2.2.1.1 Mahreçler Kanunu Mahreç satış sürüm yerleri anlamına gelir. Bu kanuna göre ekonominin tamamında talep yetersizliğinden veya diğer deyimle aşırı üretimden kaynaklanan gayri iradi işsizliğin ortaya çıkması mümkün değildir. Bu kanuna göre arzda meydana gelen her artış kendisi kadar bir talep artışına yol açmakta yani "her arz kendi talebini yaratmaktadır" Her arz kendi talebini yaratacağından toplam talep toplam arza eşit olacaktır. İnsanlar ihtiyacı olan mallardan almak için kendi ürettiğini satar yoksa amaç para almak değildir; para yalnızca kendi ihtiyaçlarını temin etmek için kullandığı bir araçtır. İnsan ihtiyacı olan mallardan daha çok almak için daha çok üretecek böylece boşta üretim faktörü kalmayacak ekonomi tam istihdama kavuşacaktır. Mahreçler kanunu'nun geçerlilik koşulu her şeyden evvel kazanılan gelirlerin tümünün çok kısa zamanda harcandığı varsayımıdır. Fakat insanlar gelirlerinin bir kısmını tasarruf eder. Bu durumda ekonomide toplam talep arz edilen mallardan daha az olur. Böylece talep yetersizliği ve buna bağlı işsizlik hali ortaya çıkar. Bu da ekonominin tam istihdamda 91 92 Aren, s.20. Gürak, s.317. 32 olmadığını gösterir. Tasarruflar nedeniyle ekonomide ortaya çıkabilecek bu aksaklığın geçerli olmayacağını da klasik iktisatçılar aşağıda da değinileceği üzere faiz teorisi ile ortaya koymaya çalışmışlardır.93 2.2.1.2 Faiz, Ücret ve Fiyat Teorisi Klasik iktisatçılara göre faiz sermayenin fiyatıdır. Yatırımı tasarrufa eşitleyen ödünç verilebilir fonlar piyasasındaki esnek faiz oranlarıdır. Bu fiyat ya da bedel tasarruf edene tüketimden feragat ettiği için ödenmekte ve tasarruflar ekonomiye kazandırılmaktadır. Böylece gelirlerin tümü harcandığından toplam arz toplam talebe eşit olacaktır. Tasarrufu müteşebbisler talep eder. Yani firmalar yeni yatırım yapmak istediklerinde sermayeye ihtiyaç duyarlar. Faiz yükseldikçe borçlanmanın maliyeti yükseleceği için yatırımlar azalır. Çünkü girişimcilerin karı azalır. Tasarruflar ise ödünç verilebilir fon arzını temsil eder. Faiz oranları yükseldikçe tasarruflarda yükselir. Denge tasarrufların yatırıma eşitlendiği noktada meydana gelir.94 Klasik iktisatçılara göre emek arz ve talebinin kesiştiği yer ücret miktarı ve istihdam düzeyini belirler. Kaldı ki teori gereği emek arzı ve talebinin kesiştiği yerde ekonomi tam istihdamdadır. Emek arzını çalışmanın marjinal zahmeti (çalışılan sonuncu saatin verdiği zahmet) ve çalışma ile elde edilen gelirin marjinal faydası belirler. Buna göre emek arzı doğrudan doğruya ücretin fonksiyonudur. Fakat bu nominal değil reel ücrettir. Reel ücret nominal ücreti fiyatlar genel düzeyine bölerek bulunur.95 Para teorisinde gördüğümüz miktar teorisinin benzeridir. Bu teoriye ekonomide para arzında bir artış olduğunda daha fazla harcama olacak daha fazla üretmek mümkün olmadığından (ekonomi tam istihdamda) bu harcama fazlası fiyatlar genel düzeyinde bir artışa yol açacaktır.96 2.2.2 Modern İstihdam Teorisi Ekonominin kendiliğinden dengeye gelmediğini devletin ekonomiye müdahale edecek bir iktisat politikası olması gerektiği konusu bu teorinin konusudur. Ekonomide 93 Aren, a.g.e., s.15,16. Çakmak, İktisat Makro, s.105. 95 Aren, s.20. 96 Çakmak, a.g.e., s.108,109. 94 33 eksik istihdamda da dengeye gelinebileceğini ifade etmektedir. Bu teoriye göre toplam arzın toplam talebe, gelirlerin harcamalara, tasarrufların yatırımlara, emek arzının emek talebine eşit olması geçici bir tesadüftür. Tasarrufların faizin değil gelirin bir fonksiyonu olduğu kabul edilir. Ayrıca faizin sermaye arz ve talebine göre değil para arz ve talebine göre teşekkül ettiği ileri sürülmüştür. Dışa kapalı bir ekonomide toplam talebin gerek özel kesimin gerekse devletin yaptığı tüketim ve yatırım harcamalarından oluştuğunu, toplam arz ve toplam talebin kesiştiği noktadaki talebin de gerçekleşen talep olduğunu ve fiilen yapılan harcamaları gösterdiğini ve bu talebe Keynes'in efektif talep dediğini ve aslında efektif talebin belli bir dönemde o ekonomide yapılmış tüketim ve yatırım harcamalarının toplamına eşit olduğunu belirtmek mümkündür. Zaten belli bir dönemde bir ekonomide gerçekleşen ya da fiilen yapılmış bulunan bu harcamaların da milli geliri oluşturduğu bir gerçektir.97 Tüm bunlardan çıkan sonuç belli bir dönemde dışa kapalı bir ekonomide milli geliri belirleyen değişkenin o ekonomide fiilen yapılmış bulunan (efektif talep) tüketim ve yatırım harcamaları olduğudur. Yani Keynes'in damgasını vurduğu modern istihdam teorisine göre bir ekonomide milli gelirin hangi düzeyde olacağını efektif talep belirler.98 Yani bir ekonominin istihdam düzeyi söz konusu ekonomideki gelir ve harcama düzeyine bağlıdır. Gelirler ve harcamaların yükselmesi ise ekonomideki toplam talebi artıracaktır.99 İstihdamı ve dolayısıyla üretim kapasitesini artıran planlanmış yatırım harcamaları, geleceğe yönelik beklentilerin iyimser veya kötümser olmasından etkilenir. İstihdam arttıkça üretim kapasitesi daha çok kullanılacak böylece daha fazla mal ve hizmet üretilecek yani milli gelir artacaktır. İstihdam düzeyini ise yukarıda belirttiğimiz üzere girişimcilerin piyasa hakkındaki beklentileri belirler.100 O halde, özel kesim ve devlet tarafından yapılan tüketim ve yatırım harcamaları o ekonomide gelir düzeyini ve dolayısıyla istihdam düzeyini belirlemiş olacaktır.101 97 Aren, s. 33,34,35. İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, s.203. 99 Arslan Zafer Gürler, Ekonomi, MEB Yayınları, İstanbul, 2000, s. 125. 100 İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, a.g.e., s.203. 101 Gürler, s.125. 98 34 2.2.2.1 Keynes’in Kuramsal Yaklaşımı Keynes, ekonominin kendi iç dinamikleriyle tam istihdama gelmesi konusunda klasik doktrinle aynı görüşte değildi. Keynes, klasik analizin, toplumun ekonomik gerçeklerini yansıtmadığına ve kuram pratikte uygulanırsa sonucunun yanıltıcı ve felaket olacağına inanmıştır. Keynes’in kuramı dinamik bir süreci değil statik bir durumu yansıtmaktadır. Ancak, Keynes bir anlık durağan durumdan yola çıkarak dinamik bir süreç içeren devresel dalgalanma sorununa da çözüm önerileri sunmuştur. Tam istihdamda denge durumunu tamamen reddetmediğinden, marjinal tüketim eğilimini değiştirmeye ve yeni yatırımları arttırmaya yönelik, belli bir zaman sürecinde gerçekleşebilecek bir takım önerilerde bulunmaktadır. Dolayısıyla, Keynes’e göre, iki durağan durum arası dinamik sürecin başarılı olabilmesinin iki çok önemli önkoşulu bulunmaktadır. Teknolojik yenilik olmamalı ve piyasalar doyuma ulaşmamış olmalıdır. Keynes’in yaklaşımına göre, işçi ücretleri, emeğin marjinal verimliliğinin üstünde olmasa bile, piyasalarda eksik istihdam sorunu olabilir ve bazı kişiler, piyasa ücretlerinde çalışmayı arzu etmelerine rağmen, işsiz kalabilirler. Keynes’e göre bunun temel nedeni yeterli etkin talep olmamasıdır. Bu durumun sonucu, eksik istihdamda dengedir. ET Y* S d’ d* ET* ETt-1 Y,K Yt-1 Y* Lt-1 L* Şekil 4 Eksik İstihdamda Denge Kaynak: Hasan Gürak, Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2006, s.319. Şekil 4’de eksik istihdam dengesi d’ olarak gösterilmiştir. Yt-1, Lt-1, üretim ve istihdamın tam olmadığını, veri ücretlerde kişilerin çalışmak istemelerine karşın işsiz kaldıklarını göstermektedir. Etkili talep ETt-1 ’den ET*’ye yükseltilebilirse, işsizlik 35 azalacak, üretim artacaktır. Y*Y* çizgisi ile “tam istihdam” üretim limiti gösterilmektedir. İstihdamın ve üretimin bu çizgiden öteye artması söz konusu değildir. Üretim kapasitesinin durumuyla ilgilenmeyen Keynes için asıl önemli olan beklentiler ve yeni yatırım kararlarıdır. Bunlar da sermayenin marjinal etkinliği, marjinal tüketim eğilimi ve likidite tercihi ile yakından ilişkilidir.102 2.2.2.2 Keynes’in İktisat Politikası Önerileri Piyasaların kendiliğinden tam istihdama ulaşabilme olasılıkları düşük olduğunu düşündüğünden, Keynes devletin müdahalelerinin gerekli olduğu görüşünü savunur. Bu hedefe ulaşabilmek için yatırımın sosyalleşmesi önerisinde bulunur. Ancak, yatırımın sosyalleşmesi, üretim araçlarının mülkiyetinin devlete geçmesi veya özel sektörün dışlanması anlamında değildir. Aksine, özel sektörün genelde daha etkili olduğu inancındadır. Bazı merkezi kontrol mekanizmaları aracılığıyla toplumun marjinal tüketim eğilimini değiştirmenin ve yeni yatırımlar yapılmasının gerekli olduğu ve, örneğin, devletin vergi ve faiz politikalarının uygun araçlar olacağı görüşündedir. Ancak tam istihdama erişildikten sonra, Keynes’e göre piyasalar, neoklasik modellerin öngördüğü kaynak dağılımında etkinlik, göreceli fiyatların oluşması, özel ve sosyal faydanın en üst düzeye çıkması gibi hususlarda serbest piyasa ekonomisinin beklentilerini karşılayabilir.103 3. İŞSİZLİK KAVRAMI VE TEORİSİ Biri, diğeri olmadan izah edilemeyen işsizlik ve istihdam kavramları bir madalyonun iki yüzü gibidir. İşsizliği incelediğimiz bu bölümde ise tıpkı istihdam bölümünde belirttiğimiz gibi sadece emek faktörünün işsizliğinden söz edilmiştir. Bu bakımdan önce işsizlik konusuna genel olarak değinilmiş, değişik tanımlamaları yapılmış, ekonomik ve sosyal bir yara olma özelliği üzerinde durularak, bütün zamanların belki de en önemli sorunu olan bu sorunun çözümünde kurumsal ve liberal görüşlerin çatışmasına kısaca yer verilerek, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından bu sorun değerlendirilmiştir. Nihayet bölümün sonuna doğru, işsizliğin maliyeti ve ölçülmesi konularına değinilmiş ve değişik işsizlik türleri ele alınmıştır. 102 103 Gürak, s.318. a.g.e., s.321. 36 3.1 İşsizlik Kavramı İşsizlik, her şeyden önce ekonomik bir kavramdır. Bu bakımdan konuya bu açıdan yaklaşmak yerinde olacaktır. İşsizlik, belirli bir ücret seviyesinde işgücü arzının işgücü talebini aşması durumu biçiminde tanımlanabilir. Teorik olarak bu tanımlama yeterli ise de kavramı tam olarak vermekte yetersiz kalmaktadır. Belirli koşullar altında çalışacak iş aranmasına rağmen, iş bulunamayan durum şeklinde yapılan bir tanım kavramın tam açıklığa kavuşturulmasında yeterli olacaktır. Bu tanımlamaya göre, çalışamayacak durumda olanlar ile iş aramayan veya çalışmak istemeyenler işsizlik kapsamına girmemelidir.104 Geniş anlamıyla işsizlik, emeğin hiç ya da tam kapasitesi ile kullanılmaması veya gerektiği şekilde ve yerde kullanılmaması suretiyle boşa harcanması olarak tanımlanabilir.105 Bu anlamıyla işsizlik ise daha geniş bir yapıyı içermekte olup çalışma istek ve yeteneğinde olduğu halde çalışacak bir iş bulamayanlar olarak tanımladığımız somut işsizler yanında, eksik istihdam edilenleri ve gizli işsizleri de kapsamaktadır. Dar anlamda işsizlik ise genellikle, çalışma yetenek ve arzusunda olunmasına karşılık, cari ücret düzeyinde uygun bir iş bulunamaması nedeniyle istihdam dışında kalınması durumu olarak tanımlanmaktadır.106 Öte yandan çalışma yaşları arasında olduğu, çalışmaya engel bir hastalık veya rahatsızlığı bulunmadığı ve çalışma arzusuna sahip olduğu halde bazı kişilerin iş bulamaması durumuna işsizlik denilmektedir. Bir başka ifade ile işsizlik, çalışabilecek durumda olan kişilerin çalışmamayı tercih etmelerinden dolayı gönüllü işsiz olmalarından yani iradi bir durumdan kaynaklanmayıp aksine gayri iradi bir durumu anlatmaktadır. İşsizlik, bir ülkenin ekonomik yapısından doğmakta ve ekonomik yapıdaki gelişmişlik düzeyi farklılıkları, 104 işsizliği farklı nedenlerle meydana Selahattin Tuncer, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu”, 02.08.2000, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=11155, (18.05.2009), par.6. 105 Halil Dirimtekin, İşsizlik Sorunları, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No: 30/7, İstanbul, 1965, s.4. 106 Cahit Talaş, Sosyal Ekonomi, 6.baskı, Ankara, 1983, s.95. 37 getirmektedir. Az gelişmiş ülkelerde, daha çok sermaye yetersizliğinden, gelişmiş ülkelerde de teknolojik ilerleme nedeni ile işsizlik meydana gelmektedir.107 3.2 Ekonomik ve Sosyal Bir Sorun Olarak İşsizlik Sorunu İşsizlik, yalnızca ekonomik bir sorun değil aynı zamanda toplumsal ve kişisel konuları da içeren çok yönlü bir sorunlar kümesidir. İleri derecede işsizlik gelir akımlarını kesintiye uğratmakta, günlük faaliyetlerin düzenli cereyanını önleyerek, aile ve toplum ile ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz yönde etkilemektedir. İşsiz kalan insanlar, topluma ve mevcut sosyo-ekonomik düzene karşı güven duygularını kolayca kaybedebilmektedir. İşsizlik sorunu sosyal barışın bozulmasına ve ahlaki erozyona neden olarak toplumsal dengeleri temelin sarstığından ciddiyetle ele alınması gereken bir sorundur. İşsizlik, hem bireye ve bireyin yakın çevresine birtakım zararlar verir hem de sonuçta herkes tarafından yüklenilen sosyal maliyetleri olan bir konudur. İşsizliğin özellikle gençlerde başıboşluk, alkol uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar ile suç işleme eğilimlerini arttırdığı sıkça rastlanılan durumlardır. Bugün dünyada örnekleri görüldüğü üzere, yüksek işsizlik oranları sosyal huzursuzluklara, kentlerde şiddet eylemlerine, anarşiye, sosyal patlamalara yol açmakta, bu da yatırım ve iş kurmak için uygun ortamı zedelemektedir.108 İşsizliğin yaygın olması kaynak israflarını da beraberinde getirir. Hükümetler, izledikleri sosyo-ekonomik politikalarda işsizliği en düşük düzeyde tutmak istediklerinden, enflasyonu kontrol altına almak amacıyla deflasyonist politikaları izlemekten kaçınırlar. Ilımlı bir enflasyonu, tam istihdama yol açacağı için daima tercih ederler. Günümüzde işsizlik sorunu, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak farklılık göstermekle birlikte önemini sürdürmeye devam etmektedir. İşsizlik az gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerin önemli ortak bir sorunudur. Çalışma istem ve gücünde olan insanların işsiz kalmaları onların değil, esas itibariyle yerleşik ekonomik organizasyonun kusurudur. Bu işsizliğin toplumsal yönüdür ve getirilecek önlemlerin 107 Halil Seyidoğlu, Ekonomik Terimler, Güzem Can Yayınları, İstanbul, 1999, s.294. Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No: 2709, Ankara, 2007, s.1. 108 38 farklılaşmasının sebebini teşkil eder. Örnek olarak işsizlik sigortası kurumunun varlığı, işsizliğin kişisel bir yazgı değil, toplumsal bir sorun olduğunun bir göstergesidir.109 İşsizliğin sadece işsiz kalanı değil, çalışanı da ilgilendiren bir olgudur. İşsizlik oranlarının yüksek olduğu ülkelerde, örgütlenmemiş ve düşük vasıflı işgücünün düşük ücretle çalışmaya razı olması, işsiz yığınlarıyla kolayca ikame edilebilirliğinin bir sonucudur. Düşük gelir ve yoksullaşmada işsizliğin etkileri oldukça yüksektir. İşsizlik sorunu sosyal, ekonomik ve siyasal etkileri dikkate alınarak ele alınmalıdır. Sorunu sadece ekonomik gelişmeye bağımlı bir değişken olarak görmek çözümünü uzun vadedeki gelişmelere bırakma anlayışından vazgeçmek gerekmektedir.110 İşsizlik olgusunun ekonomik ve sosyal yönlerinin yanında, hem bu soruna çare olabilecek hem de istihdam edilenlere katkı sağlayabilecek başka bir unsur da beşeri sermayeyi ön plana çıkaran bir insan kaynakları yönetim sistemidir. Beşeri sermayeye önem veren insan kaynakları yönetimi sisteminin başarıyla işletilmesinin önceki bölümlerde ele aldığımız kuruluşlar ve genel ekonomi yanında pozitif etkilediği bir başka unsur toplumsal yapıdır, toplumsal psikolojidir, bireyin kendisidir. Toplumda; öz güven sahibi, kendisiyle barışık, bilgili, farklılık meydana getiren, araştıran, geliştiren, verimlilik ve kaliteyi amaç edinen, aile içi eğitime önem veren, bir yıl sonrasını değil bir asır sonrasını düşünen, diğer bireylerin gelişimine de katkıda bulunan, paylaşımcı, adil, çalışkan, kültürlü ve mutlu bireylerin sayıca artmaya başladığını varsayalım. Beşeri sermayeyi ön plana geçiren gerçek insan kaynakları yönetiminin de ana felsefesi kanımca bu olmalıdır. Öncelikle toplumsal ve ferdi suçlar hızla azalmaya başlayacaktır. Toplumda demokrasi hızla kökleşecektir. Giderek tahammül ve hoşgörü derecesi yükselecektir. Daha sonra ulus ve insan severlik ve sonra dayanışma ve toplumsal mutabakat artacaktır. Yani kısaca toplumsal yapıyı olumsuz yönde etkileyen parametrelere karşı toplumsal yapıyı iyi yöne götüren söz konusu gelişmeler eninde sonunda toplumsal yapının iyileşmesini sağlayacaktır. 109 Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001, http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.2. 110 Nur Serter, 1998’e Girerken İşsizlik ve Eğitim İlişkisi, Mercek Dergisi, MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9, İstanbul, 1998, s.52. 39 3.3 Esneklik Olgusu Ekseninde Kurumsal Anlayış ve Liberal Görüş Çatışması Günümüzde, esneklik tartışmaları ekonomilerin istihdam kapasitesi ekseninde yoğunlaşmakta ve özellikle karşılaştırmalı analizlerde; emek piyasalarını düzenleyen kurumsal yapının istihdam hacmindeki başarıyı belirleyen en önemli değişkenlerden biri olduğu yaklaşımı giderek önemini artırmaktadır. Liberal anlayış ise, sosyal refah devleti modellerindeki koruyucu kurumsal önlemleri serbest piyasadan sapma olarak nitelendirmekte ve serbest piyasayı tahrip eden hiçbir yaklaşımın başarılı olamayacağını savunmaktadır. Bu yaklaşım ışığında, Avrupa ülkelerinde gündemde olan yoğun işsizlik sorunu doğrudan emek piyasalarındaki katı yapı ile ilişkilendirilmekte ve işverenin katlanmakla yükümlü olduğu fesih maliyetleri başta olmak üzere istihdam güvencesine ilişkin diğer koruyucu hükümler, asgari ücret uygulamaları ve işsizlik sigortası kapsamında yer alan ödenekler piyasadaki katı kurumsal yapının temel unsurları olarak görülmektedir. Buna karşılık, liberal anlayışın ortaya koyduğu etkinlik savına karşı eşitlik prensibini benimseyen yaklaşımlar ise; esneklik olgusuna daha eleştirel bakarak koruyucu düzenlemelerin ortadan kalkmasıyla birlikte derinleşen sosyal adaletsizliğe dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, eleştirel yaklaşımın ortaya koyduğu argümanlar iş hukukunun gelişimine yön veren temel unsurların günümüzde geçerliliğini koruduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Emeğin sermaye karşısındaki güçsüz ve eşitsiz durumunu sürdürdüğü sürece koruyucu düzenleme ve hükümlere duyulan ihtiyacın geçerliliğini korumakta olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu anlamda eleştirel yaklaşımın esneklik olgusuna ilişkin kaygıları azgelişmiş ülkeler konusunda yoğunlaşmaktadır.111 Liberal ekonomik politikaların uygulanmaya çalışıldığı günümüzde bir ülke istediği kadar liberal olsun, çalışma yaşamına ilişkin politikalarda liberalliği tam olarak gerçekleştirememektedir. Meta ve sermeyenin mübadelesinde ve bu piyasaların işleyişinde liberal politikalar yürütülebilir. Bu tür piyasalar daha az müdahaleyi gerektirebilir. Ancak iş gücü piyasası böyle değildir. Çok yakından kontrol edilmeyi ve belli bir düzenlemeyi gerektirir. Bir yerde işsizlik çığ gibi büyüyorsa, ekonomik bir sorunun ötesinde yukarıda belirttiğimiz üzere sosyal bir soruna dönüşüyorsa, hiçbir ülke 111 Nilgün Tunçcan Ongan, “Esneklik Yaklaşımının İstihdam Hacmi Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum, 2004/3, httpwww.calismatoplum.orgsayi3makale4.pdf, (12.12.2008), s.123,124. 40 bu duruma kayıtsız kalamamakta, çeşitli müdahale yollarını aramakta ve buna uygun politikalar yürürlüğe koymaya çalışmaktadır.112 İşsizlik bugün birçok ülkenin çözüm aradığı ekonomik sorunlardan biridir. Ancak, işsizlik sorununu diğerlerinden ayıran önemli bir özellik; işgücü piyasalarının mal ve para piyasaları gibi değerlendirilemeyeceği, doğrudan insanı içerdiği için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğudur. Bu nedenle; işgücü piyasalarının izlenmesi, doğru verilerin elde edilmesi, işsizlik sorununa yaklaşılmasında ve izlenecek politikaların seçiminde temel oluşturması bakımından önemli ve gereklidir.113 3.4. Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik İşsizliğin nedeni, ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarıdır. Bu nedenle ülkeler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklara bağlı olarak işsizlikle savaşımda farklı yöntemler geliştirmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde görülen işsizliğin ana nedeni, toplam talebin mevcut iş gücü arzının tamamını çalışır durumda tutacak kadar olmamasıdır. Ekonomik organizasyon bu talebi yaratamamaktadır. Burada görülen işsizlik türü açık işsizliktir.114 Gelişmiş ülkelerde bu durumun en önemli nedeni teknolojik yeniliklerin daha az istihdam yaratmasıdır. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru geçildikçe işçi sınıfının önemi azalmakta ve işçi sınıfı toplumdaki etkin üretim gücü özelliğini yitirmektedir. Buna karşın, teknoloji sayesinde artan verimlilik üretim miktarını oldukça yüksek boyutlara getirmektedir. Toplam üretim hacmi artarken istihdam azalmakta ve çalışan başına üretim miktarı değeri yükselmektedir. Bütün bunlar da sanayileşmiş ülkelerde işgücüne katılım oranının giderek düşmesine yol açmaktadır.115 Endüstrileşmiş ülkelerdeki işsizliğin türü aslında bir açık işsizliktir. Bu işsizliği toplam talep yetersizliği, yapısal uyumsuzluklar, konjonktürel yapı, devri hareketler gibi nedenler açıklayabilir. Ancak bunların önünde yer alan önemli bir unsur politik 112 Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004, s.1. Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.1. 114 Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001, http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.3. 115 Tahir Baştaymaz, Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz: Aşırı İşsizlik veya Kırsal Eksik İstihdam, Mercek Dergisi, MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:10, İstanbul, 1998, s.20,21. 113 41 tercihlerdir. Bu ekonomi politikası ile ilgili çıkmazlardan ve zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. Hem işsizliği hem de enflasyonu önleyici bir politika yoktur. Ülkelerin öncelik verdikleri konulara göre ya işsizlik ya da enflasyonun boyutları azaltılmaya çalışılmaktadır. Endüstrileşmiş ülkelerdeki işsizliğin bir açık işsizlik niteliği taşıması sorunun çözümünün somut bir çerçevede değerlendirilmesine izin vermektedir. Bu işsizlik, yatırım kararlarıyla giderilebilecek bir işsizlik türüdür, Bu ülkelerde işgücü piyasalarının etkin işlerliği iş bulma sürecini kısaltır, boş işlere ulaşma kolaylığı sağlar. Üretkenliğin yüksek olması, işsizlik sorunun çözümünde önemli bir avantajdır. Çünkü üretkenlik artışı yüksek üretim demektir, gelir ve tasarruf artışı sağlar. Bu durum yatırımları teşvik eder. Bütün bunların yanında endüstrileşmiş ülkelerde ekonomik ve sosyal yapının kurumsallaşmış olması, piyasaların etkin işlerliği, izlenen politikaların başarılı olma şansını artırmaktadır.116 3.5 Gelişmekte Olan Ülkelerde İşsizlik Gelişmekte olan ülkelerde ise işsizliğin ana nedeni, toplam talep yetersizliğine değil, ekonominin yapısına bağlıdır. Bu ülkelerde işsizlik kendisini gizli işsizlik şeklinde gösterir.117 Gelişmekte olan ülke piyasaları etkin bir işlerlikten yoksundur. Bunun sonucu olarak bu piyasalara giriş ve çıkışları kontrol edebilecek mekanizmaları işletmek zordur. Çünkü bu mekanizmanın işlerliğini sağlayabilecek kurumsal alt yapı çok fakirdir. Dolayısıyla işgücü piyasasının izlenmesine yönelik verilerin elde edilmesinde izlenen yöntemler ve sonuçları sık sık tartışma konusu yapılmaktadır. Çalışanların çoğunluğunun kırsal kesimde olması, kendi hesabına veya aile işletmelerinde çalışmaları gibi özellikler bu ülkelerdeki işsizlik ve istihdam sorununa başka boyutlar getirmekte ve sorunu gelişmiş olan ülkelerinkinden ayırmaktadır. Gelir boyutu ile istihdamda gözüken bir kişinin gerçekte üretim boyutu ile işsiz olduğu gözlenebilir veya bunun tersi olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde üretkenliğin çok düşük olması, nitelikli işçi bulunamaması, etkin bir işgücü piyasası işlerliğinden yoksun olunması gibi sorunlar ön plandadır. İşsizlik sigortasının olmayışı işsizliğin hem sosyal, hem de ekonomik boyutunu ağırlaştırmakta; ayrıca, kişilerin belli bir sürenin üstünde 116 Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.2. 117 Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001, http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.3. 42 işsiz kalmaları olanaksız olduğundan, her ne koşulda olursa olsun çalışmaları zorunluluğu doğmaktadır. Bu durum, marjinal işlerin yoğunlaşmasına, hatta gayrı resmi bir sektör oluşmasına yol açmaktadır. Bu durumda, sosyal güvenlik ya çok azdır veya hiç yoktur. Ayrıca ciddi bir nitelik sorununu da ortaya çıkartmaktadır. Her ne koşulda olursa olsun istihdam yaratmak, bu ülkelerde olağan hale gelmiş ve gereğinden fazla insan uzun yıllar istihdam edilmiş ve sonuçta marjinal verimliliğin sıfır hatta negatif olduğu durumlara ücret ödenir duruma gelinerek, bir kısır döngü yaratılmıştır.118 Türkiye’de gelişmekte olan bir ülkedir. İstihdam ve işsizlik ülkemizin ekonomik ve sosyal yapısının yanı sıra uygulanmakta olan makro ekonomik politikalara bağlı olarak ta ortaya çıkan bir sorundur. Türkiye’de kırdan kente hızlı bir göç olgusunun yaşanması ekonominin yeterince güçlü olmadığı ülkemizde, bu sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Sermaye birikimi yetersizliği, kamu ve özel sektör yatırımlarının yeterince arttırılamaması, yabancı sermaye yetersizliği, işgücü niteliğinin modern sanayi ihtiyaçlarına uygun olmaması, mesleki eğitim işgücü piyasası arasındaki uyumsuzluk, hızlı teknolojik değişmeler gibi nedenlerle, Türkiye’de istihdam sorununun boyutları giderek artmakta ve ağırlaşmaktadır. İstihdamı tek başına bir işgücünün kullanılması olarak düşünmemek gerekir. Söz konusu işgücünün nitelikli ve kalifiye olması da, istihdam politikaları belirlenirken üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur.119 İşgücünün nitelikli ve kalifiye olmasından kastımız şudur: Öteden beri beşeri sermaye, üretim faktörleri içinde en önemli unsur olmuştur. 21. Yüzyılın en önemli sermayesi de nitelikli insan gücüdür. Bilindiği gibi, nitelikli insan gücü eğitim yoluyla insan ve bilgi ikilisinin oluşturulmasıyla meydana gelmektedir. İnsana yatırım denildiği zaman genellikle eğitim yatırımları kastedilmektedir. Okuryazarlık oranlarını ve insanların bilgi yetenek seviyelerini yükselten eğitim yatırımları, yalnızca az gelişmiş 118 Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.3. 119 Burcu Gediz ve Hakan Yalçınkaya, “Türkiye’de İstihdam-İşsizlik ve Çözüm Önerileri: Esneklik Yaklaşımı”, 2000, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı: 6, http://paribus.tr.googlepages.com/gediz3.doc, (05.10.2009), s.1. 43 ülkeler için değil, gelişmiş ülkeler için de üzerinde önemle durulan ve ekonomik büyüme ile ilişkileri özenle araştırılan bir konu olmuştur.120 Dünyamızın, son yıllarda hemen her alanda baş döndürücü gelişmelere sahne olduğunu ve hızla küçüldüğünü hepimiz gözlemlemekteyiz. Hiç kuşkusuz bunda rol oynayan en önemli faktörlerden birisi de zengin bilgi kaynakları ve bilgi teknolojilerinde meydana gelen akıl almaz gelişmelerdir. Günümüz modern insanı; bilgi toplumu gerçeğini, bu gerçeğin geleceği nasıl değiştirip şekillendirebileceğini ve bu hedefe ulaşan toplumların nasıl tartışmasız bir güç haline geleceğini artık kavramış durumdadır. Günümüz dünyası ise kendisine, alabildiğine geniş imkanlar bahşederek, bilgiye erişme, bilgiden faydalanma ve bilgiyi kullanma konularında oldukça cömert davranmakta; hızla gelişen bilgi kaynakları (Üniversiteler, bilimsel kuruluşlar, internet ve bilgi işlem sistemleri, bilimsel eserler, kütüphaneler, medya ve basın, süreli yayınlar, dergiler, makaleler, köşe yazıları, paneller, konferanslar, seminerler, vb.) bireyin ve toplumun bilgi açlığını ve bilgi açığını gidermede azami tatmini sağlayıcı bir işlevi yerine getirmektedir. Kanaatimizce “Bilgi toplumu bilgi bireylerinden oluşur” gerçeğinden hareketle; geleceğin dünyasında global güç dengelerinin lehlerine değişeceği ülkeler veya değişik saiklerle bir araya gelmiş ülke toplulukları, insana ve dolayısıyla bilgiye yatırım yapanlar ve bilgi bireyi sayısını artırarak bilgi toplumu olmayı hedefleyenler olacaktır. 3.6 İşsizliğin Maliyeti Bir ekonomide işsizlikle iki nedenle mücadele edilir. Birincisi, işsizlik iktisadi açıdan israfa neden olur ki buna işsizliğin iktisadi maliyeti denir. Ekonomide mevcut işgücünün örneğin %15’inin işsiz kalması 60 milyon işgücü olan bir ülkede 9 milyon işçinin üretebileceği gelirin kaybı demektir. İkincisi, uzun süren işsizlik dönemleri, ciddi geçim zorluklarına ve sefalete neden olur. Buna da işsizliğin sosyal maliyeti denir. Önceden de belirttiğimiz üzere insanların uzun süre iş arayıp bulamamaları cesaretlerini 120 Hilal Bozkurt, “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin Kointegrasyon Analizi”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=255, (10.09.2008), s.1. 44 kırar. İşsizlik arttıkça suç işleme oranı, ahlaksızlıklar, boşanmalar ve toplumsal huzursuzluklar artar.121 İşsizliğin en açık maliyeti işsiz kişinin kendisinedir. Bu doğrudan gelir kaybından kaynaklanan finansal maliyettir. Bu maliyet işsiz kişinin önceki geliriyle, almış olduğu işsizlik yardımı arasındaki fark olarak ölçülür. Bunun dışında, işsiz olmanın başka kişisel maliyetleri de vardır. İşsiz kalma süresi arttıkça, kişilerin keyifsizliği de artacak, kendilerine saygıları azalacak, stres kaynaklı hastalıklara yakalanma riski artacaktır. Üstelik işsizliğin, işsiz kalan kişilerin ailelerine ve arkadaşlarına getirdiği maliyetlerde vardır. İşsizliğin ekonomiye de maliyetleri vardır. Fiili üretim potansiyel üretimin altındadır. Devlet bu nedenle gelir kaybına uğradığı gibi çeşitli idari harcamaları da yükselecektir. Firmalar tam istihdamın sağlanması halinde gerçekleştirebilecekleri ilave karı kaybedeceklerdir. Diğer işçiler ise daha yüksek milli gelir olması halinde kazanabilecekleri ilave kazançları kaybedeceklerdir. Nihayet insanlar işsiz kaldıkça niteliklerini kaybetme riskleri vardır. Bu sebeple potansiyel ve fiili gelirleri azalabilir. İşsizliğin uzun dönemli ve istek dışı olması halinde durum çok daha vahimdir. Motivasyonunu ve niteliklerini kaybetmiş uzun dönemli işsizlerin oluşturduğu stok yukarıda da değinildiği üzere ciddi bir ekonomik ve sosyal sorundur.122 3.7 İşsizliğin Ölçülmesi Bir ülkedeki toplam nüfusun kışla, hapishane ve hastane gibi yerlerde bulunanlar dışında kalan kısmının 15 yaş üzerindeki bölümüne kurumsal olmayan sivil nüfus denir. Kurumsal olmayan sivil nüfus; çalışanlar, işsiz olan ve iş arayanlar, işsiz olan ve iş aramayanlar olmak üzere üç kategoriye ayrılır. Kurumsal olmayan sivil nüfusun çalışanlar ve işsiz olup iş arayanlar toplamından oluşan kısmı, işgücünü oluşturur. Kurumsal olmayan sivil nüfusun işsiz olan ve iş aramayanlar grubu, sivil nüfusun işgücünde olmayan kısmını temsil eder. İşgücünün kurumsal olmayan sivil nüfusa oranı, sivil nüfusun ne kadarının çalışmak istediğini yansıtır ve işgücü katılım haddi olarak nitelendirilir. İşgücü katılım haddinin yükselmesi, kurumsal olmayan sivil 121 122 İlker Parasız, İktisada Giriş, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1998, s.383. Çakmak, İktisat Makro, s.48,49. 45 nüfusun daha büyük bir kısmının çalışmak istediğini belirtir. İşgücünün bir bölümünün işinin olmaması durumunu ifade eden işsizlik, issizlik haddi ile ölçülür. İşsizlik haddi, iş arayan işsizlerin işgücüne, yani çalışanlar ve iş arayan işsizlerin toplamına oranı ile ölçülür. Emek piyasası ile ilgili diğer bir kavram, çalışma haddidir. Çalışma haddi, çalışanların kurumsal olmayan sivil nüfusa oranıdır.123 3.8 İşsizlik Çeşitleri 3.8.1 İradî İşsizlik Cari (piyasadaki) ücret düzeyinde ve mevcut çalışma koşullarında çalışmak istemeyenlerin meydana getirdiği işsizliktir. Bu işsizlikte cari olandan daha yüksek ücretler yani çok yüksek reel ücretler talep edildiği ve daha iyi çalışma imkanları arandığı için bilerek ve isteyerek işsiz kalınmaktadır. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi iradi işsizlik, ancak kendi istediği şekilde bir iş olursa çalışacaklarını söyleyen kişilerin oluşturdukları işsizliktir.124 İradi issizlikte, ailede bir veya iki kişi çalışırken, ailenin diğerleri mevcut iş olanaklarını kendilerine uygun görmeyerek çalışmaktan kaçınırlar. İşe girmeleri halinde ise, küçük bahanelerle islerini bırakırlar. Uzun bir dönem bu biçimde işsiz kalan ve çalışmayan kimseler, iyice tembelleşmek suretiyle çalışma arzularını tamamen kaybedebilirler.125 İradi veya başka bir deyişle ihtiyari işsizlik gerçek bir işsizlik sayılmamalıdır. Çünkü bu tip işsizler, tanım gereği cari koşullarda çalışmaya razı oldukları takdirde hemen iş bulabileceklerdir. Klasik iktisatçılar, gayri iradi işsizliğin var olabileceğini kabul etmemişler ve bütün işsizlerin ihtiyari işsiz olduklarını kabul etmişlerdir. Bu düşüncenin tabi bir sonucu olarak klasikler, işçilerin eğer gerektiği kadar düşük bir ücretle çalışmaya razı olurlarsa, hiçbir zaman işsiz kalmayacaklarını iddia etmişlerdir.126 123 Erdal Muzaffer Ünsal, Makro İktisat, Turhan Kitabevi, Ankara, 2004, s. 87,88,89. Özgüven, s.410. 125 Dinler, s. 451. 126 Aren, s.6,7. 124 46 3.8.2 Gayri iradi İşsizlik Gayri iradi işsizlik, piyasada cari ücret üzerinden çalışmaya hazır olduğu ve emeğini arz ettiği halde emek talebi noksanlığı nedeniyle mevcut çalışma koşularında iş bulunmaması durumudur.127 Başka bir ifadeyle Gayri iradi işsizlik, kişinin mesleğinde cari ücret düzeyinde çalışmaya razı olmasına karşın, çoğunlukla talep eksikliğinden ya da hem talep hem sanayi donanımı (teçhizatı) eksikliğinden kaynaklanan sebeplerle mevcut çalışma koşularında böyle bir iş bulamaması şeklinde tanımlanmaktadır. Gayri iradi işsizlikte sorumluluk bireysel bir nitelik taşımayıp, genel ekonomik sistemin güçlerine ya da daha özel olarak bu sistemi kontrol edenlere yani ekonominin bütününe aittir.128 3.8.3 Friksiyonel İşsizlik İnsanların gönüllü olarak, iş akitleri fesih edilerek veya emekli edilerek işlerinden ayrıldıklarında, yeni bir iş aradıkları süre içinde işsiz kalmalarından doğar. Bu tür işsizlik daha iyi çalışma imkanları ve daha yüksek ücret elde etmek amacıyla işçilerin yer ve meslek değiştirmelerinden de doğabilir. Yani boş iş olduğu halde ilk başvurdukları yere girmeyebilirler. İşveren de daha iyi donanmış nitelikli bir kişiye rastlamak amacıyla aramayı sürdürebilir.129 Emek arz ve talebi arasındaki kısa süreli dengesizlikler, emek sahipleri ile müteşebbislerin emek piyasası hakkındaki bilgisizlikleri, işgücünün mobilite noksanlığı friksiyonel (arızi) işsizliğin temel nedenleri arasındadırlar. Bir başka iş aramak üzere işten ayrılan kişilerin yeni bir iş bulmaları, mevcut işlere ilişkin bilgi yetersizliği nedeniyle zaman alacaktır. Bu zaman içinde kişilerin gelir kayıpları ve mülakatlar için yapılan seyahat harcamaları gibi iş arama maliyetleri bir tür yatırım olarak görülebilir.130 Normal bünyeye sahip her ekonomide işsizliğin nispeten zararsız şekli, meslek ve yer değiştirme esnasında katlanılan arızi işsizliktir ki süresi geçici ve kapsadığı alan 127 Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.260. Aren, s.6. 129 Çakmak, İktisat Makro, s.53. 130 Çakmak, Oktar, Şişman, Yavuz, İktisat Giriş, a.g.e., s.328. 128 47 kısmidir. Herkes dilediği işi tutmak ve yer değiştirmekte serbest olduğu sürece, en uygun koşullarda dahi bir kısım emek birimlerinin bir iş veya meslekten diğerine geçerken birkaç hafta veya daha fazla süreyle işsiz kalmaları mümkündür. Piyasada karşılaşılan bazı aksaklıklar nedeniyle istihdam dışında kalan bu işgücünün boşta bulunan işlerle eşleştirilmesi az ya da çok bir zamanı gerektirmektedir. Bu nedenledir ki, işsiz işgücünün istihdam dışına çıktığı andan kendisine uygun yeni bir işle eşleştirilmesine kadar geçici istihdam dışı kalma durumuna friksiyonel işsizlik adı verilmektedir. İş ve meslek kadroları kanun zoru ile dondurulmamış olan bir toplumda işgücünün bir kısmı yer ve yurt değiştirmekten dolayı geçici bir süreyle işsizliğe her zaman maruz kalabilir. Bu kadarı ise, işsizliğin daha fazla eritilmesi mümkün olmayan tortu ve kalıntısını oluşturur.131 3.8.4 Eksik Talep İşsizliği Talep yetersizliğinden kaynaklanan ya da çevrimsel işsizlik, resesyonlar ile ilgili olarak ortaya çıkan işsizliktir. Ekonomi durgunluğa girdiğinde tüketicilerin mal ve hizmetlere olan talebin düşmesine ve firmaların cari üretim düzeylerini satamamaları nedeniyle söz konusu üretimlerini kısmalarına bağlı olarak emek piyasasındaki işgücü taleplerini azaltmaları veya işçi sayılarını azaltmaları sonucunda, cari ücret üzerinden çalışmak isteyen işgücünün tamamına istihdam olanağı sağlanamaması söz konusudur. Resesyon derinleştikçe ve süresi uzadıkça talep yetersizliğinden kaynaklanan işsizlik de artacaktır. Başka bir deyişle, piyasada cari ücret üzerinden boşta bulunan işlere oranla daha büyük bir işgücü kitlesi bulunacaktır. Ekonomi canlanarak tekrar büyüdükçe söz konusu işsizlik türü de azalacaktır. Eğer ekonomi sürekli tam kapasitenin altında çalışırsa ve emek piyasası dengesizliklerini sürdürürse, talep yetersizliğinden kaynaklanan bu işsizlik türü uzun süre devam edebilir.132 İktisadi okulların makroekonomik çalışmalarının merkezinde üretim, istihdam ve enflasyon gibi makro değişkenlerde ortaya çıkan salınımların incelenmesi bulunmaktadır. Bu süreçte temel makroekonomik değişkenlerde ortaya çıkan dalgalanmaların, işsizliğin azalması veya artması yönünde etkilerinin ortaya çıkması da 131 132 Ülgener, s.115. Çakmak, İktisat Makro, s.52,53. 48 önem kazanmaktadır. İşte tüm bu nedenlerle, iktisadi konjonktürün bunalım ve daralma dönemlerinde ortaya çıkan bu tür işsizliğe konjonktürel işsizlik adı da verilmektedir.133 Bu işsizlik türü, genellikle Keynesçi işsizlik ya da çevrimsel işsizlik olarak da tanımlanır. Kısaca, toplam arza göre toplam talebin çok az olması, emek talebinin bir türev talep olması nedeniyle emek talebinin de azalmasına yol açarak eksik talep işsizliğinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.134 Hükümetler konjonktürel işsizliği gidermek için bir takım tedbirler alırlar. Genel bütçe harcamaları yoluyla mevcut depresyon halini bertaraf etmeye çalışırlar. Bunun için, hükümetler, vergilerin indirilmesi yoluna gidebilir. Uzun vadeli tedbir olarak devlet yeni harcamalara girişebilir. Ancak hükümetlerin uyguladıkları anti depresyonist politikalar yanında, aldıkları issizlik sigortası gibi çeşitli refah ekonomisi önlemleri, konjonktürel işsizliği ve bunun olumsuz etkilerini gidermekte kısmen başarılı olmuştur.135 3.8.5 Mevsimlik İşsizlik Turizm, tarım, inşaat gibi mevsime bağlı işlerde görülen dönemlik işsizliktir. Bazı ekonomik faaliyetlerin belirli mevsimlerde yapılabilmeleri sebebiyle ortaya çıkar. Bu alanlarda üretim faaliyeti bitince yeniden işsizlik dönemi başlar. Bu tür dalgalanmalar insan iradesi dışında meydana geldiği ve sık tekrarlandığı için mevsimlik işsizlik büyük bir sorun teşkil eder.136 Örneğin hava koşullarının en etkili olduğu istihdam alanlarının başında tarım ve tarıma bağlı yan sektörler gelmektedir. Bulunulan bölgenin iklim koşullarına ve üretilen ürüne göre emeğe olan talep belirli mevsimlerde yoğunlaşırken diğer mevsimlerde düşebilmektedir. Bu durumun istihdam üzerindeki etkisi hava koşullarında mevsimlere göre ortaya çıkan farklılıkların büyüklüğü ile orantılı olarak artmakta ya da azalmaktadır. Örneğin ölü aylarda geçimini sağlayacak bir iş tutmak isteyen yarıcı ve çiftçi yukarıdaki sebeplerden ötürü aradığı işi bulamadığı takdirde işsiz kalmış olabilir. Ancak hemen belirtelim ki, mevsim işsizliğinin geçici fakat yaygın bir işsizlik olarak 133 Hüseyin Mualla Yüceol, “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”, 2003, http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003, (03.02.2009), par.2. 134 Çakmak, Oktar, Şişman, Yavuz, İktisat Giriş, s.329. 135 Sabahaddin Zaim, Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, 10.baskı, İstanbul, 1997, s.190. 136 Özgüven, s.411. 49 değerlendirilebilmesi için, yıllık hasat şeklinin (örneğin hububat rekoltesinde) ülke tarımına hakim durumda bulunması ve üstelik ürün dalgalanmalarını hafifletecek ekim yöntemlerine geçilmemiş olması gerekir.137 Gelişmiş ülkelerde, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere göre mevsimlik issizlik önemini kaybetmektedir. Bunun nedenleri şöylece sıralanabilir: Kırsal kesimdeki mevsimlik issizlik, bir yandan kırsal nüfusun çok azalması ve tarımda makineleşmenin sağlanması diğer yandan seracılığın gelişmesiyle önemini kaybetmiştir. İnşaat sektöründeki mevsimlik işsizlik ise inşaat teknolojisinin kış aylarında da çalışmayı olanaklı kılacak biçimde gelişmesiyle azalmıştır. Nihayet turizm alanında, yaz mevsiminde deniz, kış mevsiminde dağ turizminin birlikte gelişmesi nedeniyle, turizmde tüm yıl istihdam olanakları ortaya çıktığı gibi, tesislerden tüm yıl yararlanabilmeye yönelik turizm programları düzenlenmesi yoluna gidilmiştir.138 3.8.6 Yapısal İşsizlik Strüktürel işsizlik de denir. Bir ülkenin ekonomik yapısında ve toplam talebin bünyesinde meydana gelen değişmelerden kaynaklanır. Gözde iş kollarında istihdam artarken önemini yitiren alanlarda bu tür işsizlik görülür. İş gücünün yapısıyla emek talebinin yapısı arasında bir uyumsuzluğun neden olduğu işsizlik olarak tanımlanabilir. Bazı malların modası tüketici zevklerinin değişmesi sonucu geçebilir. Rekabette aynı sonuçlara yol açabilir. İlkel metotlarla tarım yapılan bir yerde fabrikasyona veya makineleşmeye geçildiğinde insan gücüne olan ihtiyaç azalır. Yani aynı üretim miktarının daha az sayıda işçiyle üretimi mümkün olur. Bu sebeplerle doğan işsizlik yapısal işsizliktir. Yapısal işsizliğin bir özelliği de, bütün ekonomiye yaygın olmak yerine genellikle belirli endüstrilere, mesleklere veya bölgelere ilişkin olarak ortaya çıkmasıdır. İşsizliğin bu türüne yapısal işsizlik adının verilmesinin nedeni, oluşumunda endüstriyel yapıdaki değişmelerden, mesleki niteliklerin uyuşmamasından, coğrafi uyuşmazlıklardan, nüfus yapısındaki değişikliklerden, kurumsal faktörlerin rol oynamasındandır. 139 137 Ülgener, s.115,116. Dinler, s.456 139 Çakmak, İktisat Makro, s.54. 138 50 Ayrıca, yılbaşı ve bayram günleri gibi yılın belirli gün ve aylarında talep edilen mal ve hizmeti üretecek alanlarda emeği sürekli istihdam etmek zordur. Bu tür istihdam daralmaları, ekonominin sosyal yapısından kaynaklanmaktadır. İşte bu bir yapısal issizliktir.140 3.8.7 Teknolojik İşsizlik Bu işsizlik türünde, uzun dönemde yeni iş kolları yaratan teknoloji kısa dönemde istihdam azaltıcı etki yapar. Ancak yaratılan yeni olanaklar işsizlik sorununa çare olabilmekten çok uzak görünmektedir.141 Az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi arttıkça bu birikimin getirdiği yeni üretim tekniklerinin eski üretim tekniklerinden daha çok sermaye yoğun olduğu görülmektedir. Yani, yeni kabul edilen üretim tekniklerinde belli bir sermaye miktarı eskisinden daha az işgücü kullanımı gerektirdiğinden zaman içinde sermaye birikimi, işsizliği daha da arttırabilmektedir. Özellikle tarım kesiminde isletme büyüklükleri artıp üretim yöntemlerinde modernleşme arzusu belirginleştikçe el emeği ile yapılan bir kısım işlerin makinelere gördürülmesi teknolojik işsizliği meydana getirmektedir.142 Buna rağmen fert başına fiziki gelir artışını mümkün kılan her teknolojik gelişmenin kesinlikle işsizliğe yol açacağı iddia edilemez. Zira teknolojik gelişmenin açıkta bırakacağı işgücünü talep artışından aldıkları cesaretle genişleyebilen tüketim ve yatırım malları endüstrileri, işgücü talebi ve istihdam esnekliğinin elverişli olması ve tüketim ve yatırım mallarına karşı talebin kişi başına gelir artışı ile aynı hızda artması şartıyla sinelerinde kolaylıkla eritmek konusunda başarılı olurlar. Tam tersine herhangi bir alanda gelir artışı diğer sahalarda efektif talepten ve istihdam esnekliğinden daha yüksek oranlarda ilerlediği takdirde teknolojik işsizlik kaçınılmaz olacaktır.143 3.8.8 Gizli İşsizlik Herhangi bir üretim dalında gereğinden fazla kişinin çalışması yani bir kısım çalışanın üretime katkıda bulunmaması halinde ortaya çıkar. Teknik bilgi, organizasyon 140 Sevgi Güran, Makro Ekonomik Analize Giriş, Der Yayınevi, İstanbul, 1989, s.84,85. Gürak, s.332. 142 Özhan Uluatam, Makro İktisat, Savaş Yayınları, Ankara, 1998, s.329. 143 Ülgener, s.117. 141 51 ve sermaye miktarı ve kalitesinde bazı önemsiz değişmeler ile birlikte, bir kısım işçilerin çekilmesine rağmen toplam hâsıla aynı kalıyorsa bu işten çekilenler gizli işsizdirler. Genellikle iktisaden geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde çok rastlanan gizli işsizliği, marjinal verimliliği sıfır ya da sıfırın altında olan işçilerin durumu olarak tanımlayabiliriz. Bu tür işsizliğin tespit edilmesi açısından sağlıklı istatistik yapılması genellikle zordur. Bu tür işsizliğin sebebi üretim araçlarının yani sermayenin ve organizasyonun yetersizliğidir.144 Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde, işgücünün genellikle baştan itibaren verimli olarak istihdam edilemediği görülmektedir. Bu durum özellikle tarım sektöründe daha da belirgindir. Tarım sektöründe çalışanların başka bir sektöre geçmek istemeleri dahi genellikle bu sorunu çözmeye yetmemektedir. İyi işletme hesabı ve kontrolü yapamayan toprak sahipleri yahut kapitalist tarım kesiminin ücret ödeme karşılığı çalıştırdıkları işçilerin miktarı da iş hacminin gerektirdiği işçi miktarının üzerinde olabilir ki bu az da olsa gizli bir işsizliğin bulunduğuna işarettir. 145 Kırsal kesimde faaliyet gösteren gizli issizlerin sayısı bazen çok artar. Bu sebeple bu issizlerin bir kısmı, çalıştığı sektörü terk edip kentlere göç etmek zorunda kalırlar. Kentlerde is olanakları da sınırlı olduğundan, meslekleri de olmayan bu iş gücü, ayakkabı boyacılığı ve seyyar satıcılık gibi verimliliği çok düşük isler bularak geçimlerini temin etmeye çalışırlar. Verimliliği çok düşük hatta sıfır olan bu islerde çalışan işgücünü de gizli issizler sınıfına dahil etmek gerekir.146 Öte yandan sanayi, ticaret ve hizmetler kesiminde, birçok alanda firma büyüklüğünün ve her bir firmanın iş hacminin çok küçülmesi pahasına firmaların ve çalışanların adedinin artması, gizli işsizliğin bulunduğuna işaret edebilir. İstihdam ettiği personel miktarını tayin ederken verimlilik ve karlılık yanında politik amaçlarla veya sosyal adalet gayesiyle hareket eden, aynı zamanda bürokrasiye geniş yer veren devlet işletmelerinde ise gizli işsizliğin bulunacağı aşikardır.147 144 Özgüven, s.411. Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.259. 146 Dinler, s.451. 147 Hiç, a.g.e., s.259. 145 52 II. BÖLÜM 1990’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLER 4. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE BU KAPSAMDA EKONOMİK BÜYÜMENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ Bundan önceki bölümlerde genel olarak ele aldığımız büyüme, işsizlik ve istihdam konuları, izleyen bölümlerde Türkiye açısından ele alınacaktır. Bu bölüm ise bir geçiş niteliğinde olup ülkemiz özelinde ekonomik büyüme ile etkileşim içinde olan değişik konuların, ekonomik büyüme ile ilişkilerinin etki derecelerinin değişik araştırmacılar tarafından ortaya konulmasından ibarettir. Bütün bunlar izah edilirken ülkemizin büyüme yapısının şifreleri de bir nebze olsun ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu bakımdan öncelikle Türkiye’de büyüme oranlarının davranışının analizine yer verilmiş, daha sonra ise istikrarsız büyümenin kaynaklarının, enflasyonun, yabancı sermayenin, kamu büyüklüğünün, ticari ve finansal dışa açıklığın, verimlilik performansının, teknolojik yeteneğin, kayıt dışı ekonominin ve işsizlik oranlarının büyümeye etkileri ve tüm bu faktörlerin büyüme ile ilişkileri, değişik bilimsel çalışmalar referans gösterilerek ortaya konulmaya çalışılmıştır. 4.1 Büyüme Oranının Davranışının Analizi Türkiye ekonomik büyümesinin kaynaklarının araştırılmasından ziyade büyüme oranının davranışı üzerinde durulmuş olan ve 1950 – 2001 dönemini kapsayan bir çalışmada elde edilmiş olan bulgular özetle şöyledir: 1950 – 2001 dönemini kapsayan 50 yıllık bir süreç içerisinde, planlı veya plansız hangi dönemlere ait olursa olsun, hedeflenen, öngörülen büyüme oranlarının başarılı olamadığı ya da devam ettirilemediği ortaya çıkmıştır. Ancak büyüme oranının uzun dönemde yıllık sürekli bileşik %4,3 oranı ile büyüdüğü, bunun üzerine her çıktığında bir veya birkaç dönem sonra bu oranın altına indiği ve sürekli dalgalandığı belirlenmiştir. Bunun Türk ekonomisinin gelişme olanak ve potansiyellerinin değerlendirilmesi açısından bazı 53 önemli sonuçları olacağı açıktır. Kuşkusuz, büyüme oranındaki düşüş ve arazların ortaya çıkmasına her seferinde olmasa bile, en şiddetli derecede, dış ticaret krizleri ve müteakip devalüasyonlar eşlik etmiştir. Dolayısı ile bir dönem yükselişe geçen talep harcama büyüklükleri ve artan faktör gelirleri devalüasyon etkisi ile bastırılmış ve bazı dönemler yine bu gelişmelere paralel kaynak ve servet transferleri meydana gelmiştir.148 4.2 Türkiye’de Ekonomik Büyüme ile Nedensellik İlişkisi Kurulan Faktörler 4.2.1 İstikrarsız Büyümenin Kaynakları ve Ekonomik Büyümeye Etkileri Bir başka çalışmada da Türkiye’de istikrarsız büyümenin kaynakları ve ekonomik büyümeye etkileri 1983 – 2003 dönemi için araştırılmıştır. Bu çalışmada, 1983-2003 döneminde büyüme ile başlıca makro ekonomik istikrarsızlık göstergeleri olan; kısa vadeli sermaye hareketleri, cari açıklar, kamu açıkları, reel faiz ve enflasyon arasındaki ilişki belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonuçları, kısaca Türkiye’de büyümenin seyrini kısa vadeli sermaye hareketleri ve cari açıklar başta olmak üzere, sırasıyla kamu açıkları, reel faiz ve enflasyonun istikrarsız kıldığını göstermektedir. Ayrıca, istikrarsız büyümenin daha düşük bir ortalama büyümeye neden olduğu tespit edilmiştir.149 4.2.2 Enflasyon ve Ekonomik Büyümeye Etkileri 1990’lı yıllardan 2000’li yılların başlarına kadar ülkemizde süren kronik ve yüksek enflasyon özellikle incelenmeye değer bir konudur. Ancak araştırma konumuzun içeriği buna izin vermemekle beraber enflasyon büyüme ilişkisine biraz daha değinmek yerinde olacaktır. İktisat yazınında enflasyon ve büyüme arasındaki ilişki konusunda gerek teorik ve gerekse ampirik çalışmalarda genel bir eğilim ortaya çıkmamıştır. Günümüzde kabul gören görüş, kısa dönemde enflasyon ve büyümenin aynı yönde hareket ettikleri, orta ve uzun dönemde ise bu ilişkinin ters yönde olduğudur. Türkiye örneği incelendiğinde, enflasyonun büyümeyi olumsuz yönde etkilediği gözlenmektedir. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren enflasyonun hızla artması 148 Mehmet Fuat Beyazıt, Türkiye Ekonomisi ve Büyüme Oranının Sürdürülebilirliği, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Sayı:5, İstanbul, 2004, s.98. 149 Tarı, Kumcu, s.176,177. 54 ekonomik ve sosyal yaşamda belirsizliklerin ortaya çıkmasında etkili olmuş ve bu süreç potansiyel büyüme eğilimini azaltmıştır. Gerek 1970-1999 dönemine ait enflasyon ve büyüme seyri, gerekse yapılan pek çok ekonometrik çalışma bu görüşü doğrulamaktadır.150 4.2.3 Yabancı Sermaye ve Ekonomik Büyümeye Etkileri Başka bir çalışmada 1996 – 2006 döneminde yabancı sermaye ekonomik büyüme ilişkisi incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Yapılan söz konusu çalışmada, yabancı sermaye hareketleri ayrıştırılarak, yabancı sermayenin Türkiye’deki gerek tasarruf gerekse de büyüme üzerindeki etkileri VAR tekniği kullanılarak analiz edilmiştir. Yapılan ekonometrik analiz ile iki önemli sonuç elde edilmiştir. İlk olarak, doğrudan yatırımlar hem kısa hem de uzun vadede yurtiçi tasarrufları arttırırken, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yurtiçi tasarruflar üzerinde hem kısa hem de uzun dönemde negatif bir etki yarattığı tespit edilmiştir. İkinci olarak ise, uzun dönemde doğrudan yatırımlar ve kısa vadeli sermaye hareketleri ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilerken, kısa dönemde ekonomik büyümenin yurtiçi tasarrufları negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.151 Ancak bir başka çalışmada doğrudan yabancı sermaye ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiler konusunda nedensellik ilişkisine rastlanılmamıştır. Araştırma 1994 – 2004 dönemini kapsamış olup sonuçları şöyledir: Çalışmada doğrudan yabancı sermaye girişlerinin önceki dönemlere göre nispi olarak daha fazla hız kazandığı 1994 – 2004 döneminde, Türkiye’nin ihracat ve büyüme performansına olan etkileri araştırılmıştır. Ekonometrik testlere göre sadece ihracat ile gayrisafi yurt içi gelir arasında anlamlı bir sonuç bulunmuştur. Buna göre, ihracat ekonomik büyüme için bir neden oluşturmaktadır. Diğer kombinasyonlarda anlamlı bir sonuç bulunmamış, Granger nedenselliğine rastlanmamıştır. Buna göre ihracat kaynaklı büyüme hipotezi Türkiye örneğinde desteklenmekte, fakat doğrudan yabancı yatırımların ihracat ve büyüme 150 Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, “Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi: Genel Bir Değerlendirme”, 1999, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html, (03.02.2009), s.9. 151 İbrahim Örnek, “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurt İçi Tasarruf ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-2, httpwww.politics.ankara.edu.tr, (03.02.2009), s.215. 55 üzerindeki anlamlı bir etkiye yol açması için konu ile ilgili iktisat politikalarının geliştirilmesi gerekmektedir.152 4.2.4 Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyümeye Etkileri Bir başka çalışmada ise 1971 – 1999 döneminde kamu büyüklüğü ile ekonomik büyüme ilişkisi incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye’de 1970-1999 dönemine baktığımızda kamu büyüklüğünün arttığı gözlenmektedir. Kamu büyüklüğündeki bu artışın iktisadi büyüme ile birlikte gerçekleştiğini gösteren ampirik çalışmalar yapılmıştır. Çalışmada kamu büyüklüğü ile büyüme arasındaki ilişki, 19711999 yılları için, iki sektörlü üretim fonksiyonu esas alınarak analiz edilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de incelenen dönemde çok kuvvetli olmamakla birlikte kamu büyüklüğü (Kamu harcamaları/gayri safi yurt içi gelir) ile büyüme arasında negatif bir ilişkinin olduğu gözlenmektedir. Yani gayri safi yurt içi gelirden kamu harcamalarına ayrılan pay arttıkça büyüme azalmaktadır. Bunun en önemli sebebi, kamu harcamalarındaki artışın yozlaşmaya yol açması, dolayısıyla kaynakların etkin ve verimli kullanımını engellemesidir. Kamu harcamalarındaki artış ile büyüme arasında ise, pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Yani kamu harcamalarındaki artış, özel sektör yatırımları için uygun ortam yaratarak büyümeyi hızlandırmaktadır. Sermaye birikimindeki ve işgücü stoğundaki artışın da büyümeyi olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca kamu büyüklüğündeki artış, özel yatırımları dışlama etkisi yaratarak da büyümeyi geciktirebilir.153 4.2.5 Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ve Ekonomik Büyümeye Etkileri 1990: ila 2006:4 dönemini kapsayan bir başka çalışmada ise ticari ve finansal dışa açıklık ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenerek aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, uzun dönemde ekonomik büyüme ile ticari dışa açıklık arasında pozitif, finansal dışa açıklık arasında ise negatif ilişki söz konusudur. Buna göre finansal dışa açıklık sabitken, Türkiye’de ticari dışa açıklıktaki 1 152 Ali Şen, Murat Karagöz, “Türkiye’deki DoğrudanYabancı Sermaye Yatırımlarının Büyüme ve İhracata Etkisi”, httpiibf.kocaeli.edu.trcekosskkitap5042.pdf, (03.02.2009), s.1075. 153 Nısfet Uzay, “Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği (1970 – 1999)”, Temmuz-Aralık 2002, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, sayı:19, httpiibf.erciyes.edu.trdergi08_Uzay.pdf, (03.02.2009), s.169. 56 birimlik artış büyüme oranını 0,22 birim artırmaktadır. Benzer şekilde ticari dışa açıklık sabitken, finansal dışa açıklıktaki 1 birimlik artış ise büyüme oranını 0,50 birim düşürmektedir. Bu sonuç, Türkiye’de mali liberal politika uygulamalarının yabancı yatırımcı açısından risk unsurunu artırıcı şoklar ve krizler karşısında makroekonomik uyumu zorlaştırıcı etkilerinin olduğunu ve bu etkilerin büyümeyi olumsuz etkilediği göstermektedir. Elde edilen bir başka sonuç, uzun dönemde Türkiye’nin ekonomik büyümesi üzerinde finansal dışa açılmanın negatif etkisinin, ticari dışa açılmanın pozitif etkisinden daha büyük olduğunu söylemenin mümkün olduğudur. Ekonomik büyüme ile ticari ve finansal dışa açıklık arasında karşılıklı nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Ayrıca, büyüme oranında yaşanan en belirgin kırılmaların, ekonomik krizlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.154 4.2.6 Verimlilik Performansı ve Ekonomik Büyümeye Etkileri Günümüzde çok önem atfedilen bu konu biraz daha ayrıntılı ele alınacak ve konu verimlilik ve teknolojik yeteneklerin ekonomik büyümedeki önemleri olmak üzere iki ayrı aşamada incelendikten sonra verimlilik performansının ekonomik büyümeye etkisi konusu ele alınacaktır. 4.2.6.1 Ekonomik Büyümede Toplam Faktör Verimliliğinin Önemi Uluslararası büyüme kuramı, bize büyümenin kaynağının iki tür etkene bağlı olduğunu göstermektedir. Bunlar, emek ve sermaye faktörlerinin katkıları ve toplam faktör verimliliğidir. Ne yatırımlar, ne de toplam faktör verimliliği Türkiye’de sürekli bir artış göstermiştir.155 Gelişmiş ülkelerde ise büyümeye en önemli katkının toplam faktör verimliliğinden geldiğini görüyoruz. Ülkemizde ise büyümenin verimlilikten kaynaklanmadığı ampirik olarak da kanıtlanmış, büyümeyi özellikle sermaye birikimindeki artış olmak üzere girdi artışının sağladığı tespit edilmiştir. Ülkemizde verimlilik artışının önündeki en önemli engelleri ortadan kaldıracak önerilerden biri, doğru ve uygun teknolojilerin kullanımını öngören bir teknoloji politikasının 154 Sevda Yapraklı, “Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, 2007-06-08, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı:5, httpeidergisi.istanbul.edu.trsayi5iueis5m4.pdf, sayı:5, (03.02.2009), s.82,83. 155 Sumru Altuğ, “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür İzleme Dergisi, Sayı:1, httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009), s.5. 57 oluşturulması ve bu politikayı besleyecek ve teknolojik gelişmeyi sağlayacak araştırma ve geliştirme etkinliklerine destek olunması gerektiğidir.156 4.2.6.2 Ekonomik Büyümede Teknolojik Yeteneğin Önemi Bilgiyi üretme, kullanma ve yayma yeteneği olarak tanımlanabilecek teknolojik yetenek, uluslararası rekabet gücünün, ekonomik büyümenin ve toplumların refahının en belirleyici unsuru haline gelmiştir. Bir ülkenin bilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmesi, yeni teknoloji üretmeyi, onu özümsemeyi ve bu teknolojiyi tüm ekonomik faaliyet alanlarına yayarak ileri teknolojik kullanma yetkinliğidir. Ayrıca, bu süreç söz konusu teknolojileri bir üst düzeyde yeniden üretebilme becerisini kazanma ve bu becerileri bilimsel bilgi üretimi yönünde derinleştirmeyi de içine almaktadır. Teknolojik yeteneğin temel unsurlarından olan araştırma geliştirme harcamalarının önemli bir özelliği, bir ülkenin veya sektörün teknolojik yeteneğini tanımlamakta yaygın olarak kullanılan değişkenlerden biri olmasıdır. Bu kapsamda, araştırma geliştirme harcaması, sadece yeni bilimsel veya teknolojik bilgi ortaya koyma veya mevcut bilgilerin mal ve hizmet üretimine yönelik olarak uygulanması açısından değil, aynı zamanda teknoloji yeteneğini kazanma sürecinde büyük önem arz eden bilgi birikimi ve deneyim kazanmanın en temel araçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.157 Ancak günümüzde çağdaş araştırma ve geliştirme maliyeti o kadar yüksektir ki Avrupa ülkelerinin çoğunda araştırma ve geliştirme faaliyetleri öteden beri kamu fonlarıyla finanse edilmektedir. Dünyanın en büyük ve en zengin özel kuruluşlarının bulunduğu Amerika’da hiçbir kuruluş tek başına araştırma ve geliştirmeyi finanse edememekte ve bu amaçla özel firmaların araştırma fonlarını birleştirmek için özel bir yasa bile çıkarılmış bulunmaktadır.158 Ülkemizde ise durum farklıdır. Kamu ve özel kesim araştırma ve geliştirmeye yeterli kaynak ne yazık ki ayırmamaktadır. Türkiye’nin araştırma geliştirme harcamalarının gayri safi yurt içi harcamaya oranı petrol ihraç eden ülkeler ve Avrupa 156 Nısfet Uzay, Verimlilik ve Büyüme, Nobel Yayıncılık, No: 330, Ankara, 2005, s.114. İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.60,61. 158 Ahmet Kılıçbay, Türk Ekonomisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Yayın No:263, İstanbul, 1994, s.423. 157 58 Birliği ortalamasının yaklaşık dörtte biri kadardır.159 Buna rağmen insanlarımızın yetenekleri sayesinde yaparak öğrenme, taklit ve kopyalama uygulamaları ile araştırma geliştirme açığını geçici olarak kapattığını, fakat 1996 yılı başından itibaren gümrük birliğine katılan ülkemizin taklit ve kopyalama sürecini sürdürmesinin güçleştiğini söylemek mümkündür.160 Türkiye elektronik devrimin etkilerini 1990’lı yıllardan itibaren yoğun biçimde yaşamaya geçmiştir. Mikro-elektronik devrimi mal ve hizmet üretiminde sermaye yoğunluğunu artırarak emek ikamesi oluşturduğu ölçüde, teknolojik işsizlik meydana getirmiş ve getirmektedir. Krizlerde rekabet gücünü artırma ve ihracata yönelme baskısına giren firmalar maliyeti düşürmek için teknolojiyi yenilerken, krizlerin dolaylı etkisi olarak ister istemez teknolojik işsizliğin de kaynağı olmuşlardır. Bunlara örgütlenme beceriksizliklerinin, başta yüksek eğitim kademelerinde olmak üzere eğitimin piyasa talebine uygun olmayan yapısının ya da piyasanın kabul etmediği kadar düşük vasıfta insan gücü arzının meydana getirdiği, krizlerden bağımsız, uzun vadeli sorunlarla bağlantılı işsizliği de eklemek gerekir.161 Yukarıda söz ettiğimiz çalışmalara benzer önemli bir başka çalışmada ise 1972-1997 döneminde ve bu dönemde uygulanan gelişme stratejileri çerçevesinde, Türkiye ekonomisinin verimlilik performansı, toplam ve kısmi faktör verimliliği göstergeleri hesaplanarak başlıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalı olarak incelenmiştir. Bilindiği üzere bu dönem aralığı ithal ikameci ve dışa açık politikaların birbirinin ardından uygulandığı dönemleri kapsamaktadır. Çalışma sonucu elde edilen bulgular kısaca şöyledir: OECD ülkelerinde toplam faktör verimliliği düzeyi ve bu düzeydeki artışla, sırasıyla, milli gelir düzeyi ve milli gelir düzeyindeki artış arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu doğrulanmıştır. Türkiye ekonomisinde toplam faktör verimliliği diğer 159 İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.61. 160 Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.224. 161 Gülten Kazgan, “1990 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri İçin Çözümler Açısından Bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://www. kazgan.bilgi.edu.trmain.aspp=makaleler, (14.06.2009), s.3. 59 OECD ülkeleriyle kıyaslanmayacak ölçüde düşük çıkmıştır. Ayrıca bu ülkelerde gözlenen genel eğilimin aksine, önemli bir gelişme gözlenmemiştir.162 4.2.7 Kayıt Dışı Ekonomi ve Ekonomik Büyümeye Etkileri Türkiye’de kayıt dışı ekonominin 1970-2005 dönemi için tahminini ve büyüme ile arasındaki ilişkiyi test etmeyi amaçlayan bu çalışma kayıt dışı ekonomiyi belirtilen dönem içinde geliştirilmiş parasal oran yöntemine göre %17 ile %130 arasında değişen oranlarda bulmuştur. Kayıt dışı ekonominin büyüme üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiği konusunda tam bir fikir birliği bulunmamakla birlikte, etkinin pozitif, negatif ya da belirsiz olduğu tartışılan konular arasındadır. Türkiye’de kayıt dışı ekonominin boyutları yapılan tahmin sonuçlarına göre oldukça yüksek bulunmuştur. Bu seviyedeki bir kayıt dışı ekonominin ekonomik büyüme ile ilişkisini test etmek amacıyla ekonometrik bir tahmin yapılmıştır. Yapılan tahmin sonucunda elde edilen kayıt dışı ekonomi rakamlarına göre Türkiye’de kayıt dışı ekonomi ile büyüme arasındaki ilişki Granger Nedensellik testine göre test edilmiş; kayıt dışı ekonomiden büyümeye yönelik bir nedensellik ilişkisi olduğu gözlenmiştir. Kayıt dışı ekonominin büyüme üzerindeki etkisini ortaya koyabilmek amacıyla yapılan regresyon analizinde kayıt dışı ekonominin büyüme üzerinde pozitif bir etki meydana getirdiği görülmüştür. Bu sonuç, kayıt dışı ekonominin büyüme üzerinde pozitif yönlü bir etki meydana getirdiği şeklindeki teorik çerçeveyi destekler niteliktedir. Bu da ele alınan dönem içerisinde Türkiye’de yüksek kayıt dışı faaliyetlerin ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki meydana getirdiğini göstermektedir.163 4.2.8 İşsizlik Oranları ve Büyüme İlişkisi Yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmalara ek olarak yapılan bir başka çalışmada ise işsizlik oranları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenerek aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye ekonomisi tarihi incelendiğinde görülecektir ki, ekonomi daima büyüme eğiliminde olduğu halde sürdürülebilir bir büyüme sağlanamamıştır. 162 Şeref Saygılı, Cengiz Cihan, Hasan Yurtoğlu,”Verimlilik ve Büyüme: Türkiye Ekonomisi İçin Ülke Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 43, http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009), s.49. 163 Gülsüm Akalın, Ferdi Kesikoğlu,”Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Büyüme İlişkisi”, 2007, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:3, sayı:5, httpiibf.karaelmas.edu.trsbdmakaleler13039245200703005071087.pdf, (13.02.2009), s.85. 60 Ayrıca işsizlik sorununu da önlenememiştir. Bunun birçok ekonomik ve sosyal nedeni bulunmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda Türkiye ekonomisinde büyüme oranı ile işsizlik oranı arasında karşılıklı bir nedensellik ilişkisinin bulunmadığı ortaya çıkmıştır. Nedensellik ilişkisinin yönü sadece işsizlik oranından büyüme oranına doğru bulunmakta, büyüme oranından işsizlik oranına doğru bir nedensellik ilişkisi ise bulunmamaktadır. Bir başka ifade ile Türkiye ekonomisinde işsizlik, iktisadi büyümeyi etkileyen faktörler içinde yer aldığı halde iktisadi büyümenin yüksek veya düşük oranda gerçekleşmesi işsizliğin oluşmasında veya işsizliğin önlenebilmesinde her hangi bir etkiye sahip bulunmamaktadır. Bu sonuç da bize özellikle son yıllarda Türkiye ekonomisinde büyüme oranının yüksek seviyede gerçekleşmesine rağmen işsizlik oranında gerçekleşen yüksek oranları açıklamaktadır. Bir başka ifade ile işsizlik oranında gerçekleşen yüksek seviyenin nedenlerinin büyüme oranı ile ilişkisinin bulunmadığını işsizliğin oluşmasının başka faktörlere bağlı bulunduğunu açıklamaktadır. Türkiye ekonomisinde nedensellik ilişkisinin yönünün sadece işsizlik oranından büyüme oranına doğru olması, Solow büyüme modeli ile izah edilebilir. Solow modelinde iş gücü dışsal bir faktördür. Nüfus artışına bağlı olarak artar. Çünkü iktisadi büyüme oranı, işsizlik oranından etkilenmektedir.164 5. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE İŞSİZLİĞİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ Bu bölümümüzde ise ülkemizde işsizlik sorununun ele alınış biçimleri, istihdam politikaları, özel olarak tarım kesiminin, nüfus, işgücü ve istihdamın ana karakteristik yapıları, sektörlere, iş pozisyonlarına ve eğitim düzeyine göre istihdam konuları değerlendirilmiş, bölümün sonuna doğru ise ülkemiz için hayati önem arz eden kayıt dışı istihdam ve eksik istihdam olguları ele alınmıştır. 5.1 Genel Olarak İşsizlik Sorunu ve İstihdam Politikaları Türkiye’de istihdam politikalarının gelişimi incelendiğinde, işsizlikle mücadeleye yönelik önlemlerin ilk beş yıllık kalkınma planından itibaren tüm kalkınma planlarında yer aldığı görülmektedir. 164 Genel olarak, kalkınma planları Özlem Göktaş Yılmaz, Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları Arasındaki Nedensellik İlişkisi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2, İstanbul, 2005.11.29, s.74,75. 61 değerlendirildiğinde, planlarda işsizliğin temelde ekonomik büyümeye bağlı olarak azaltılabilecek bir problem olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca, planlarda izlenmesi öngörülen birçok politika belirsiz ifadelerle yer almakta, bir planda ısrarla üzerinde durulan önlem ve önerilere bir sonraki planda rastlanmamaktadır. Asıl önemlisi hükümet değişiklikleri nedeniyle hazırlanan plan ve projelere genelde süreklilik kazandırılamamıştır. Sonuç olarak ülkemizde planlı dönemden bugüne kadar kapsamlı bir ulusal istihdam politikasının belirlenemediği ve hayata geçirilemediği söylenebilir.165 İşsizlik, Türkiye’nin gündemindeki en önemli sorun olmaya devam etmektedir. İşsizliğin giderilmesi için ekonomik büyümenin sağlanması, yani yatırımların canlandırılması gerekmektedir. Türkiye’de mevzuat ve bürokrasiden kaynaklanan engeller devam etmekte, başta enerji ve istihdam maliyetleri olmak üzere, dünyanın en pahalı girdi maliyetleri ile üretim ve ihracat yapılmaya devam edilmektedir. Başta hukuk ve mevzuat reformu olmak üzere, kamu yönetiminde keyfiliğin terk edilerek, kural egemenliği anlayışı yerleşmediği sürece ve en az bunlar kadar önemli olan kamu sektörünün israfçı ve verimsiz yapısı giderilmeyip, vergi ve sosyal güvenlik primlerinin artırılmasıyla sorunlar çözümlenmeye çalışıldıkça, yatırım iklimi arzu edilen seviyeye ulaşamayacaktır. Bu olumsuz koşullar devam ettiği sürece, ekonomik büyümenin istihdama yansımayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.166 Türkiye’de gelir düzeyinin düşük olması iç talebi düşürerek, toplam talep yetersizliğinden kaynaklanan bir işsizliğe de neden olmaktadır. Bunlara ilaveten, günümüzde yaşanmakta olan işsizlik, teknolojik ilerleme ve çalışma yaşamında esneklikle bağlantılı bir sorun olarak gözükmektedir. İleri teknolojinin üretim sürecine girmesiyle yaygınlaşan otomasyon emek faktörünün kullanımını hem en aza indirmekte hem de esnek kullanımını uygun hale getirmektedir. Sonuç olarak ileri teknoloji, nitel ve nicel olarak işgücü talebini değişime uğratarak işgücü arzının işgücü talebine 165 Süleyman Özdemir, Halis Yunus Ersöz ve İbrahim Sarıoğlu, İşsizlik Sorununun Çözümünde KOBİ’lerin Desteklenmesi, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 45, İstanbul, 2006, s.129,130. 166 Neşe Algan, “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt dışı Sektörü Küçültme Konusunda Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009), par.11. 62 uyumsuzluğu durumunu ortaya çıkarmakta, bu da yapısal bir işsizliğe neden olmaktadır.167 İşsizlik sorunu giderilmeden işgücü piyasasına her geçen gün yeni işsizlerin katılması bu sorunun daha uzun süre devam edeceğinin bir göstergesi olmaktadır. Ekonominin yeterince güçlü olmadığı ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun önemini ve özelliklerini belirleyen başlıca nedenler arasında, hızlı nüfus artışını, iç ve dış göçleri, yetersiz geliri, teknolojik gelişmeleri, bölgelerarası gelişme farklılıklarını, yatırım politikalarındaki olumsuzlukları ve eğitim politikasındaki sorunları sıralamak mümkündür.168 İstihdam ile ekonomik büyüme ve sosyal bütünleşme arasında çok güçlü bir ilişki vardır. Ekonomi politikaları ve sosyal politikalar belirlenirken istihdam, bu politikaların merkezine konulmalıdır. İşsizlikle mücadelede ekonomi politikalarının yanı sıra başta insan kaynaklarının geliştirilmesi olmak üzere diğer aktif politikalara da önem verilmelidir. İş yaratan, girişimciliği ve yaratıcığı geliştiren, istihdamı cezalandırmayan, eğitim, mesleki eğitim ve yaşam boyu öğrenme ile işgücünün istihdam edilebilirliğini artıran, küresel rekabette karşılaştırmalı üstünlükleri öne çıkaran, istihdam dostu politikaların giderek daha da önem kazanacağı aşikardır. Sanayi istihdamı dünyada önemini hala korusa da, küresel yapı gereği; hizmetler, bilişim, mikro elektronik, nanoteknoloji ve bioteknoloji gibi sektörler istihdamda önemli roller oynamaya başlamışlardır. Bu süreç dünyayla bütünleşen Türkiye’deki istihdam yapısının da değişimini zorunlu kılmaktadır.169 Nihayet şu hususu da belirtmek gerekir ki; kısa dönemler için parasal ve fiziksel kaynaklar veri olduğuna, bu kaynakların insan kaynaklarından bağımsız bir şekilde kullanımı söz konusu olamayacağına ve işgücünün istihdamı diğer kaynakların istihdamını da belirleyeceğine göre gayri safi milli gelir, insan kaynaklarının istihdam derecesine ve işgücünün verimlilik oranına bağlı kalacaktır. Bu nedenle; Türk ekonomisinde enflasyonist karakter taşımayan sürekli, makul ve aşırı kaynak sıkıntısı 167 Berrin Ceylan Ataman, Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı: 239, Şubat, İstanbul, 2006, s.96,97. 168 Gediz ve Yalçınkaya, s.180. 169 Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.1,2. 63 yaratmayan ekonomik büyümeyi sağlamaya, daha yüksek düzeyde istihdam yaratarak işsizlik oranını azaltmaya dönük hükümet politikalarının uygulanması büyük önem taşımaktadır.170 5.2 İstihdam Piyasasının İkili Yapısı ve Tarım Kesiminin Değerlendirilmesi Türkiye’de istihdam piyasasının yapısı, gelişmekte olan ülkelerin gösterdikleri tipik özellikleri yansıtmaktadır. Bu yapı geleneksel ve modern kesim olarak ikili ve parçalanmış bir görünüm arz etmektedir. Kırsal kesimde mevcut olan sosyal ve ekonomik yapı içinde işgücünün incelenmesi ile yaşanan işsizliğin ve istihdam sorununun nedenleri önemli ölçüde açıklığa kavuşmaktadır.171 İşgücü talebinin birçok boyutu bulunmaktadır. Bu boyutlardan en önemlisi, işgücünün sektörel dağılımıdır. Ekonomideki sektörlerin çalışacak kişiler açısından yarattığı ve yaratacağı talep, ekonomik gelişmenin aşamalarına göre farklılıklar göstermektedir. Tarihsel olarak en eski istihdam alanları tarım sektöründe olmuştur. Türkiye’de ise tarım sektörü her zaman önemli bir istihdam alanı oluşturmuştur.172 Tarımsal istihdamın toplam içinde ortalama % 5’ lik bir paya sahip olduğu gelişmiş sanayi ülkeleri ile istihdamın % 45’ nin tarım sektöründe bulunduğu gelişmekte olan ülkeler arasında işsizlik açısından bir karşılaştırma yapıldığında önemli bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Tarımı çok büyük bir paya sahip ülkelerde toplam işsizlik oranları genellikle çok düşük çıkmaktadır.173 Gelişmiş ülkelerde sanayi ve hizmetler kesimi istihdamda büyük paya sahip iken, gelişmekte olan ülkelerde tarım kesimi ağırlıklı istihdam yapısı söz konusudur.174 170 Üzeyme Doğan, “İstihdam-Verimlilik-Eğitim İlişkileri”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424805574.pdf (07.06.2009), s.229. 171 Berrin Ceylan Ataman, İşgücü Piyasası ve İstihdam Politikasının Temel Prensipleri, A.Ü. SBF İstihdam ve Danışmanlık Hizmetleri Eğitim Programı, Ankara, 1999, s.92. 172 Dilek Eyüboğlu, 2001 Krizi Sonrasında İşsizlik ve Çözüm Yolları, MPM Yayınları, Yayın No: 674, Ankara, 2003, s.42. 173 Seyfettin Gürsel ve Veysel Ulusoy, Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 1999, s.82. 174 Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal Değişim, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.22. 64 Türkiye’de tarımsal istihdamda gizli işsizlik yaşanmakta ve işgücü verimliliği düşük seyretmektedir. Bütün istihdamın önemli bir bölümünü tarım sektörü karşılamakla beraber, tarımın toplam istihdam içindeki payı giderek azalmaktadır. Ayrıca sadece tarım kesiminde değil, Türkiye genelinde işgücü verimliliğinin düşüklüğünden de söz edilebilir. Bunun yanı sıra yeni iş meydana getirmede yetersiz kalınması da istihdamın yapısal özellikleri arasındadır. Çalışanların büyük çoğunluğunun gelir düzeyi yetersiz olup ücretliler istihdam edilenlerin içinde düşük bir oranı oluşturmaktadır. Kayıtsız çalışanların da oranı yüksektir.175 Türkiye, 1960’lardan bu yana işsizlikle mücadele etmektedir. İstihdam ve işsizlik sorunu her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Türkiye’deki işsizliğin nedeni, gelişmiş ülkelerdekinden farklı olarak küreselleşme ve teknolojik ilerleme değil, yetersiz büyüme ve sermaye kıtlığıdır. Ülkemizde istihdam artışları ekonomik büyümenin gerisinde kalmakta, tarım sektörünün istihdamdaki ağırlığı devam etmekte, toplam istihdam içinde ücretli kesimin payı artırılamamaktadır. Türkiye’de işsizliği doğuran bir diğer neden, tarım sektörünün gayri safi yurt içi gelirdeki payının düşmesine rağmen, bu sektörün istihdamdaki payının hala büyük olmasıdır. Tarımın ekonomideki önemi azalırken, nüfusun önemli bir kısmı geçimini tarımla sağlamaya devam etmektedir.176 Türkiye’de tarım istihdamının toplam istihdam içindeki payı yaklaşık %35 düzeyindedir. Tarımda egemen olan istihdam biçimi ise ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz aile işçiliğinin istihdam biçimi ise büyük çapta gizli işsizliktir. Bu nedenle işsizlik olgusuna bakılırken belki de tarım dışı sektörlerdeki işsizliği temel almak işsizlik ile mücadele politikaları geliştirirken daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Tarımda yaşanan gizli ve açık işsizliği ise tarımsal üretim ve tarım gelirleri politikaları ile ayrıca ele almak gerekir.177 Tarım sektörü, aile işletmelerine dayalı üretim yapan, kadın istihdam eden bir yapıya da sahiptir ve büyük ölçüde mevsimlik dalgalanmalardan 175 Eyüboğlu, a.g.e., s.31,32. Nusret Ekin, Türkiye’de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, İstanbul, 2000, s.244. 177 İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.9. 176 65 etkilenir. Son yıllarda tarım sektöründeki yoğunluğun hızlı kentleşmeyle birlikte şehirlere, burada da kayıt dışı istihdama yöneldiği görülmektedir.178 5.3 Nüfus, İşgücü ve İstihdam Tarihe baktığımızda geçmişten bu güne kadar gelen tüm sanayi öncesi toplumlarda ve sanayi toplumlarında nüfusun nicelik ve niteliği ile o toplumun ekonomisi arasında bir takım ilişkilerin var olduğu görülür. Nüfus, gerek nicelik gerekse de nitelik olarak ekonomi üzerinde dönüştürücü etkilere sahiptir.179 İşgücü piyasasının arz yönünü belirleyen faktör olan nüfusun miktarı; yapısı ve kullanılış şekline bağlı olarak istihdamın yapısını etkilemektedir. Nüfus artış hızı, işgücü artış hızını belirleyen temel değişkendir. Bu bakımdan işgücü arzındaki artış hızı dolaysız olarak nüfus artış hızı ile ilgilidir.180 İşgücü arzı, bir ekonomide toplam nüfus içinde ekonomik faaliyete katılmak isteyenlerin toplam sayısını ifade eder. Emek arzının kaynağı olan genel nüfus miktarı bütünüyle emek arzına dahil değildir. 15 yaşından aşağı çocuklarla, 64 yaşından yukarı yaşlılar çalışma çağı dışında kabul edilir.181 15-64 yaşları arasındakilerin oluşturdukları nüfusa ise aktif nüfus denilmektedir. Aktif nüfus tanımlaması, bu yaştakilerin aktif ve çalışır durumda olduğunu göstermemektedir. Bu yaş grubu çalışan nüfus olmayıp, çalışma çağına gelen nüfus olduğundan ve iktisaden faal olanların yanında faal olmayanları da kapsadığından, çağ nüfus deyimi daha doğru olmaktadır. Kısacası çağ nüfus, fiilen çalışanların veya çalışmak isteyenlerin sayısını değil, nüfusun istihdam potansiyelini göstermektedir.182 15 – 64 yaşları arasındaki nüfus için belirtilmesi gereken önemli bir nokta da üretim hayatında, çalışan bireylerin oluşturduğu topluluk olan aktif nüfusun iş kollarına göre dağılımında altı ana sektörün bulunmasıdır. Bunlar, tarım, sanayi, inşaat, ticaret, ulaştırma ve hizmetlerdir. Burada önemli bir nokta göze çarpmaktadır. 15-64 yaş 178 Ekin, s.246. Abdullah Mesud Küçükkalay, Ergun Türkcan, Nüfus ve Kalkınma, Ekin Kitabevi, Ankara, 2005, s.71, 72. 180 Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No:2556, Ankara, 2001, s.7. 181 Zaim, s.107, 108. 182 Aslan Eren, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, Muğla Üniversitesi İİBF Yayınları, Muğla, 2002, s.12, 13. 179 66 arasındaki nüfusun içinde çalışamayacak durumda olan hastalar, sakatlar, tutuklu ve hükümlüler, iş kazası geçirmiş olanlar ve diğer ekonomik alanda aktif olmayanlar vardır. Ancak bunlar nüfus sayımında aktif nüfus arasında sayılmışlardır.183 Türkiye’de nüfus hızla artmakta ve nüfusun önemli bir bölümünü de genç yaş grubu oluşturmaktadır. Nüfusun genç yapıda olması, bir taraftan çalışma çağındaki nüfusu, diğer taraftan işgücüne katılan nüfusu artırmaktadır. İşgücü artış hızının her yıl istihdam artış hızının üzerinde olması, işsizliğin sürekli artmasıyla sonuçlanmaktadır.184 İşsizlik konusunda önemle vurgulanması gereken bir diğer husus da, işsizliğin daha çok kentsel işsizlik ve eğitimli genç işsizliği şeklinde görünmesidir. Bu görünümüyle işsizlik, ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışı, genç nüfusun payının yüksekliği gibi genel demografik unsurlarla ilgili iken, iç göç ve kentleşmeyle beraber ortaya çıkan eğitim ve bölgesel dengesizlik eğilimleri de işsizliği arttırmaktadır.185 15-24 yaş arasında olan Türkiye’de genç işsizliğin hem kentsel hem de kırsal yerlerde çok yüksek oranlarda olması çözüm aranması gereken en ciddi sorundur. Özellikle eğitimli gençler arasındaki yaygın işsizlik dikkat çekicidir. Gençlerin yaşadığı işsizlik sorunu, genç nüfusun fazlalığını ve bu konuyu ekonomik ve sosyal gelişmede avantaj olarak değerlendiren kimi yaklaşımların da geçersizliğini göstermektedir. Genç nüfusun fazlalığı, genç işsizliğinin bu denli yüksek olduğu bir ülke için çok ciddi bir sosyal sorunun varlığını göstermektedir.186 Ülkemizin genç bir nüfusa sahip olması avantaj olmasının yanında istihdam ilişkileri açısından büyük bir çaba gösterme gereğini de gündeme getirmektedir. Ülkemizin genç bir nüfusa sahip olması yeni istihdam alanlarının açılmasını gerektirmektedir. Her yıl işgücüne dahil olan yeni nüfusa iş bulamamak işsizlerin sayısını artırmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde 0-14 yaş grubunda bulunan nüfusun toplam nüfusa oranı %15-20’ler civarında iken bu oran ülkemizde %30’lar civarındadır. Yine Avrupa Birliği ülkelerinde 15- 44 yas grubunun genel nüfusa oranı %40-45’ler 183 Koray Başol, Türkiye Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995, s.20, 21. Neşe Algan, Mustafa Ildırar, Güçlü ve Büyük Türk Ekonomisi İçin Üretim ve İstihdam Politikaları, TİSK Yayınları, Yayın No:236, Ankara, 2003, s.58. 185 Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003, httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.2,4. 186 Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.11. 184 67 arasında değişirken ülkemizde bu oran %50’dir. Nihayet Avrupa Birliği ülkelerinde 4564 yaş arasındaki nüfusun genel nüfusa oranı %23-24 civarında iken bu oran ülkemizde %14.3’ler düzeyindedir. Bu veriler çerçevesinde ülkemiz demografik açıdan Avrupa’dan avantajlı bir konumda gözükmekle beraber yine de işsizliği yenmek için büyük bir çaba gerekmektedir.187 Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde, 0-14 yaş grubu nüfusun %29’unu, 15-64 yaş grubu ise nüfusun %65’ini oluşturmaktadır. Nüfus artış hızının kesin olarak ve yeniden tersine dönmesi mümkün olmayan biçimde düştüğü döneme girmiş olan ülkemizde, nüfusun 21. yüzyıl ortalarında 95 – 98 milyonda istikrara kavuşacağı ve çoğunluğunu çalışma yaşındakilerin oluşturacağı tahmin edilmektedir. Yaşlı bir nüfusa sahip olan ve çalışma çağındaki nüfusları azalmakta olan Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında, sahip olduğumuz genç nüfusun demografik fırsat penceresi olabilmesi için, bu genç nüfusun iyi eğitilmesi ve istihdam edilmesi gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.188 İşte bu saydığımız nedenlerden ötürü genç nüfusunun varlığından övünen Türkiye’nin bu nüfusu aktif hale geçirebilecek hedef ve planlara ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye’de son yıllarda gerek ekonomik gerekse sosyal olarak önemli mesafeler kaydedilmiştir. İş yasasının değiştirilmesi ve esnek çalışma ilişkilerinin getirilmesi, sosyal güvenlik konusunda ilerlemelerin kaydedilmesi, e-devlet uygulamaları ve bu süreçte bürokratik işlemlerin azaltılması için sarf edilen çabalar, eğitime verilen önemin artırılması gibi hususular olumlu gelişmelerdir.189 15-64 yaş arası grubun toplam nüfus içindeki payının artması durumunda ortaya çıkacak olan işgücü arzının toplumsal ve ekonomik gelişmeye olumlu katkılar sağlayacak şekilde istihdam olanakları ile donatılmasının istihdamın yapısı açısından ne denli önemli olduğu böylelikle bir kez daha ortaya çıkmıştır.190 Türkiye nüfusu 1990’lı yılların başından itibaren sürekli artış göstermesine rağmen, yıllık nüfus artış hızı günümüze değin düşmektedir ve bu düşüş bağımlılık 187 İşkur Genel Müdürlüğü, Ulusal İstihdam Politikası Önerileri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004, s.3. İşkur Genel Müdürlüğü, 2004 yılı Faaliyet Raporu, Ankara, 2005, s.1. 189 Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.2. 190 Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, a.g.e., s.23,24. 188 68 oranındaki azalmayı desteklemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde görülen nüfus artış hızı ve işgücü arzı artış hızı ise % 2.5 civarında ve yüksek sayılabilecek bir düzeydedir. Bu ülkeler, ekonomik gelişme için gerekli olan işgücü ihtiyacı bakımından bir sorun yaşamamaktadır. Ancak, yüksek işgücü arzı artışını emebilecek bir istihdam artışı sağlamak için gerekli olan gelir artış hızına ulaşmak pek kolay değildir.191 İşsizlik sorunu irdelenirken dikkate alınması gereken bir diğer önemli gösterge de işgücüne katılma oranıdır. İşgücüne katılma oranı işgücünün çalışma çağındaki nüfus içindeki oranıdır. İşgücü, bilindiği gibi istihdam edilenler ve işsizlerden oluşmaktadır. Bu nedenle işgücüne katılma oranını istihdam edilenler ve işsizlerden oluşan işgücünün çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’de işgücüne katılma oranı çalışma çağındaki nüfusun yarısının işgücünün içinde olmadığını, başka bir deyişle üretim süreci içinde bulunmadığını göstermektedir.192 Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğundan, işgücü piyasasının gelişmiş ekonomilerden ayrılan birçok özelliği yanında işgücüne katılma oranın düşük olması da göze çarpan farklılıkların başında gelmektedir. Her ülkede ve her gelişme safhasında aynı olmayan işgücüne katılma oranı, ülkenin milli gelirini belirleme yönünden üretim faktörlerinden olan emeğin, yani insan gücünün miktar olarak potansiyel kapasitesini göstermesi açısından önemli bir göstergedir.193 Düşük ve giderek azalan işgücüne katılım oranları, Türkiye’de üreten kesimin giderek daha fazla kişiyi geçindirmek zorunda kalması ve üretime katılım sonucu elde edilen gelirin de daha fazla kişi arasında paylaşılması anlamına gelmektedir. İşgücüne katılma oranını ülkeler arasında farklılaştıran etkenler ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarına bağlı olarak değişmektedir. İşgücüne katılma oranının düşmesinin sebepleri arasında erken emeklilik, gençlerin okulda daha uzun süreler okumaları ve yüksek öğrenime daha fazla sayıda girmeleri gösterilmektedir. Bununla beraber, Türkiye’de işgücüne katılma oranının düşüklüğü, enformel sektörün yaygın olmasına, ücretsiz aile işçiliğinin ve kendi hesabına çalışmanın önemli ölçüde sürdürülmesine ve sosyo- 191 Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, s.7. Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.33. 193 Zaim, s.124. 192 69 kültürel nedenlerden dolayı kadınların bir işte çalışmalarının engellenmesine de bağlanabilmektedir.194 Son olarak tarım sektöründeki yüksek istihdam-düşük verimlilik, işgücüne katılma ve istihdam oranının özellikle kadınlarda çok düşük olması, ortalama eğitim seviyesinin düşüklüğü de Türkiye işgücü piyasasını diğer ülkelerden ayıran özellikler arasında sayılabilir.195 5.4 Ekonomik Faaliyet Kollarına Göre İstihdam İstihdam edilenlerin yaptıkları işler genellikle üç sektörde toplanmaktadır. Bu sektörler tarım, sanayi ve hizmetler sektörüdür. Her ülkede istihdamın sektörlere göre dağılımının farklı olması gelişmiş ülkeleri gelişmekte olan ülkelerden ayrılmasını sağlamaktadır. Çünkü bir ülkede mal üreten ana sektörler tarım ve sanayidir. Hizmet sektörünün durumu diğer iki sektörün gelişmesine bağlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde sanayi sektörü fazla gelişmiş olmadığından istihdamın büyük bir kısmı tarım alanında olur. İktisadi gelişmeye paralel olarak istihdam tarımdan sanayi sektörüne kayar. Sanayi sektörü iyice gelişince istihdam hizmet kesimine yayılır. Buna üç sektör kanunu da denir.196 Türkiye’de istihdamın büyüme ile paralel bir artış gösterememesinin nedenlerinden biri, tarım dışı sektörlerde, tarımdan ayrılan nüfusu emecek kadar iş meydana getirilememiş olmasıdır. Hizmetler sektöründe büyüme ile istihdam ilişkisi pozitif yönde gelişmiştir. Bununla birlikte, gerek hizmetler ve gerekse sanayi sektörlerindeki istihdam artışı tarım sektöründe ortaya çıkan atıl istihdamı eritemediği için toplam işsizlik oranında kayda değer bir düşüş sağlanamamaktadır.197 Türkiye’de hızlı nüfus artışı ve kırdan kente göç olayı ile birlikte kentlerde iş gücü potansiyeli artmakta, ancak bu işgücünü karşılayacak bir istihdam artışı tarım dışındaki sektörlerde yaratılamamaktadır. Örgütlenmiş ve oldukça koruyucu yasal 194 195 196 Mehmet Gök, İşgücü Piyasası ve Kobiler, Roma Yayınları, No:12, Ankara, 2004, s.18. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.29. Zaim, s.147. 197 Ahmet Tıktık, “Kayıt Dışı Ekonomi, İstihdam ve İşsizlik”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1020&id=58 (13.02.2009), par.14. 70 düzenlemelere sahip çalışanların yanı sıra, asgari ücretle ve güvencesiz koşullarda çalışan çok sayıda ücretli bulunmaktadır.198 5.5 İş Pozisyonlarına Göre İstihdam Bir ülkedeki ekonomik gelişme ile birlikte, işgücü içinde ücretlilerin payı artarken, kendi hesabına çalışanların ve ücretsiz aile işçilerinin payı azalmaktadır. Ekonomik gelişme ile istihdam edenler grubunun oranı arasında tersine ilişki bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde işverenler ve kendi hesabına çalışanların oranı düşük olduğu halde, gelişmekte olan ülkelerde özellikle kendi hesabına çalışanlar yüksek bir orana sahiptir. Sosyal, ekonomik ve siyasi yönden bir ülkenin en önemli özelliklerinden biri, ücretliler grubunun göreli önemidir. Gelişmiş ekonomilerde işgücünün yaklaşık % 70-80’ini ücretliler oluşturmaktadır.199 5.6 Eğitim Düzeyine Göre İstihdam Ülkemizde yüksek orandaki işsizliğin önemli bir sebebi de kişilere yeterli ve gerekli becerilerin kazandırılamamış olmasıdır. Bugün, öğretim kurumları mezunlarına iş bulabilmek için gerekli vasıf ve becerileri verememekte, kazandıramamaktadır. İşsizler arasında, meslek okulu ve üniversite mezunlarının bulunması ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Gerçekçi bir insan gücü planlamasının yapılamaması, yüksekokul ve fakülte kontenjanlarının rasgele artırılmasının yanında, üniversitelerle iş dünyası arasındaki ilişkilerin yetersiz kalması gibi faktörlerin bu sonuca etki ettiği aşikardır.200 Eğitimin işgücü arz ve talebi açısından taşıdığı önem günden güne artmaktadır. Tüm ülkeler için temel sorun, işgücü arz ve talebi arasındaki eğitimli iş gücünün gerek nitel gerekse nicel açığıdır. Bu anlamda, işgücünün ekonomik ve sosyal anlamda 198 Faik Aktürk, Türkiye’de İşgücü Piyasası, İstihdam ve İşsizlik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Sayı:3, Ankara, 1999, s.186, 187. 199 Sedat Murat, Nusret Ekin’e Armağan, TÜHİS (Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) Yayını, Yayın No: 38, Ankara, 2000, s.324. 200 Mehmet Zelka, İstihdam ve İşsizlik, Türkiye Ekonomisi Ansiklopedisi, YÖK Basımevi, Ankara, 1999, s.827. 71 etkinliği, niteliksel ve niceliksel yönüyle de bağlantılıdır. İşgücünün niteliği ancak iyi bir eğitimle geliştirilebilir ve iş arzında eğitimli işgücünün niceliği etkin olmaktadır.201 Türkiye’de tarım dışı istihdamın eğitim düzeyi incelendiğinde, geneldeki düzeyden farklı olmadığı görülmektedir. Tarım dışı istihdamda kadın işgücünün erkeklere oranla daha vasıflı olduğu gözlenmektedir. Kadınların işgücüne katılmalarında eğitim düzeyi belirleyici bir rol oynamakta ve kadınların istihdamı ile eğitim düzeyi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Kadınlar, eğitimli ve vasıflı oldukları ölçüde işgücüne katılmaktadırlar.202 5.7 Kayıt Dışı İstihdam Kayıt dışı istihdam, kayıt dışı sektörde kendi hesabına veya ücretli olarak çalışan, faaliyetleri istatistiklere yansımayan ya da tam olarak hesaplanamayan istihdam şeklidir. Kayıt dışı sektör, resmi olarak kayıtlı olmayan üreticiler veya çalışanlardan, kayıt içi sektörde kayıtlı olmadan çalışanlara kadar geniş bir faaliyet alanını kapsar. Kayıt içi sektörde çalışanlar; ücret düzeyi, çalışma koşulları, sendikalar veya devletin çalışma hayatındaki düzenlemeleri ile koruma altına alınmışlarken, kayıt dışı faaliyetler yasal ve kurumsal çerçevenin dışında yer almalarından dolayı sosyal koruma mekanizmalarından yararlanamayan, pazarlık gücü olmayan çalışanlardan oluşmaktadır.203 Kayıt dışı ekonomi ile yakından bir ilişkisi olan kayıt dışı işçilik olgusu, Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisidir. Türkiye'de ve dünyada yaşanan ekonomik ve sosyal olaylar, kayıt dışı işçiliğin asli nedenleri arasında sayılabilir. Bununla birlikte, artan nüfus ve kentleşme olgusu, eve iş verme, taşeronlaştırma, işçi ve işveren üzerindeki istihdamla ilgili mali yükümlülüklerin yüksekliği ve ücretten yapılan kesintiler, sendikalı işçi sayısının giderek azalması, Sosyal Sigortalar Kurumunun örgüt 201 Handan Kumaş, İşsizliğin Psiko-Sosyal Boyutu ve Çalışma Yaşamına İlişkin Değerler Üzerindeki Etkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, İzmir, 2001, s.34,35. 202 Şerife Türcan Özşuca, Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası, İmaj Yayınevi, Ankara, 2003, s.59,60. 203 Neşe Algan, “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt dışı Sektörü Küçültme Konusunda Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009), par.2,3,4. 72 yapısından kaynaklanan sorunlar kayıt dışı işçiliğinin yaygınlaşmasında rol oynayan diğer nedenlerdir.204 Kayıt dışı istihdam, çalışanların ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına hiç bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi nedeniyle, vergi ve sosyal güvenlik primleri vb. gibi yasal yükümlülüklerden kaçınılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hızlı nüfus artışı, bölgesel geri kalmışlık, iç göç nedenleriyle artan işsizlik herhangi bir işte çalışmayı zorlaştırmaktadır. Düşük eğitim seviyesi, kayıtlı sektörde istihdam edilemeyen işgücünü, piyasaya giriş ve çıkışın kolay olduğu sermaye gerektirmeyen, evde çalışma, fason üretim, işportacılık gibi işlerin yapıldığı enformel sektörde istihdama yönlendirmektedir. Kayıt dışı istihdamın en temel nedenlerinden biri, katma değeri düşük istihdamın yaygınlığıdır. Bir kişinin ürettiği katma değerin kendisine ücret olarak döneceği varsayımı altında, o ücretten vergi ve prim kesilmesinden sonra geriye kalanın geçinilebilecek en az gelire eşit olması gerekir. Bu sorunun aşılması için verimi yüksek, nitelikli istihdama ihtiyaç vardır. 205 Gelişmekte olan ülkelerde işgücünün büyük bir bölümü tarım sektöründe çalışmakta olup kayıt dışı istihdamda artış söz konusudur. Öte yandan tarım kesiminde aradığını bulamayan işgücü, daha fazla ücret elde etmek ve hayat standardını yükseltmek için kente göç edip değişik sektörlerde iş aramaya başlamaktadır. Tarım sektörünü bırakıp kente göç eden işgücünün bir kısmı hemen resmi sektörlerde iş bulamadığı için kayıt dışı sektörlerde çalışmaktadır.206 Kayıt dışı ve enformel istihdamın büyüklüğü de, Türk işgücü piyasasının çarpıcı özelliklerinden biridir. Yeni formel istihdam alanlarının yaratılamamasının kişileri enformel sektörde çalışmaya zorlaması bu durumun en önemli nedenidir. Kayıtlı ekonomide çalışanlara uygulanan yüksek vergi oranları ile çalışanın işverene maliyetinin yüksek olması gibi kamunun getirdiği katı sınırlamalar da kayıt dışının büyümesinde etkili olmaktadır. Kayıt dışı sektör, hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmayan istihdam şeklinde tanımlanırken, enformel sektör şirketleşmemiş, on 204 Oğuz Karadeniz, Türkiye’de Kayıt Dışı İşçilik ve Nedenleri, Ekonomide Durum (Güz), Ankara, 1999, s.252. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve İstihdamın Artırılması, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Genel Yayın No:117, Ankara, 2004, s.26,27. 206 Fatih Savaşan, Kalkınma Ekonomisi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2004, s.240. 205 73 kişiden daha az çalışanı bulunan, sabit olmayan işyerlerinde çoğunlukla kendi hesabına ve evde çalışma şeklinde faaliyetini sürdüren, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların istihdamı olarak tanımlanır. Enformel sektörü kayıt dışı sektörden ayıran en önemli özellik, bu sektörün kayıtlı ekonomiyi de içeriyor olmasıdır.207 Ülkemizde kayıt dışı istihdam hayli yüksektir. Bu, hem çalışanların bizatihi kayıt dışı olmasından, kayıtlı olanların pek çoğunun örneğin 1 aylık süre boyunca tam gün çalıştıkları halde eksik gün çalışıyormuş gibi gösterilmesinden, tam gün çalıştıkları gösterilmesine rağmen aldıkları ücretin daha da altında (genellikle asgari ücret) ücret alıyormuş gibi gösterilmesinden ve kaçak işçilikten kaynaklanmaktadır. Ayrıca, istihdam maliyetlerinin ve bunun içinde devlete ödenecek olan kısmın yüksek olması da bu durumu körüklemektedir. Kayıt dışı istihdamın var oluşu aslında kayıt dışı işgücü arzının daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olduğunun ve aslında işsiz olmadığının bir göstergesidir. Bu da ortalama ücret düzeyini düşüren bir etkendir. Kayıt dışı ekonominin büyüklüğüne göre işsizlik oranlarının daha düşük seviyede olması beklenir. İstihdam edilenler, işsizliğin daha da artmaması pahasına kayıt dışı olarak daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olmuşlardır. 5.8 Eksik İstihdam Gayri resmi sektör, sadece geçimini bu sektörden karşılayan kişileri değil, resmi sektörde çalışıp gelirini artırmak için gayri resmi bir sektörde ikinci bir işte çalışanları da kapsamaktadır. Gayri resmi sektörde yer alan kişiler işsiz nüfusa dahil değildir. Bu kişilerden bir kısmının ücret azlığı, sosyal güvenlik ve iş tatmini ihtiyacı gibi nedenlerle iş aradığı düşünülürse, gayri resmi sektör ile eksik istihdam arasında bağ kurulabilmektedir. Gayri resmi sektörde çalıştığı halde gelir azlığı, çalışma süresinin yetersizliği, işin güvenli olmaması, kendi mesleğinde çalışmak istemek gibi nedenlerle iş arayan kişiler, halihazırda bir şekilde istihdam edildiklerinden işsiz olarak değil, eksik istihdam olarak değerlendirilmektedir.208 207 Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.197. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, Tüsiad Yayınları, Yayın No:12354, İstanbul, 2002, s.98. 208 74 Eksik istihdam kavramının gayri resmi istihdam kavramı içinde değerlendirilmesi gerektiğinin ikinci gerekçesi ise elde edilen gelirin düzeyine bakılmaksızın herhangi bir işte çalışmak zorunda olmanın, istihdamı arttırıp işsizliği aşağıya çekmekte olmasıdır.209 Eksik istihdam, işsizlikle ilgili sorunları ağırlaştıran bir olgu olarak, kendi isteği dışında normal çalışma süresinin altında çalışanları kapsamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde istihdam kadar önemli olan eksik istihdam, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı hane halkı işgücü çalışmalarında, ekonomik nedenlerle 40 saatten az çalışanlar ve bu süreden daha fazla çalışmaya müsait olanlar, mevcut işindeki gelir azlığı nedeniyle yeni iş arayanlar ve esas mesleğinde çalışmadığı için iş arayanlar olmak üzere üç boyutta ele alınmaktadır.210 6. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK İLİŞKİLERİ Araştırmamızın bu son bölümünde ise öncelikle neden büyüme, işsizlik ve istihdam ilişkilerini birlikte analiz etmek gerektiğine değinilmiş, daha sonra ekonomik büyüme ile istihdamın ne derece paralellik arz ettiği, paralel olup olmadığı gibi konular ele alınmış, takiben ekonomik büyüme, işsizlik ve istihdam arasındaki ilişkilerin Türkiye özelinde analizi; bu analizin yapıldığı dönem iki parçaya ayrılarak 1990’lı yıllarda ve 2000’li yıllarda meydana gelen gelişmeler konu başlıkları altında gerçekleştirilmeye çalışılmış ve nihayet araştırmamızın sonunda ülke olarak başarısız olduğumuz işsizlikle mücadelede, bu başarısızlığın nedenleri ve çözüm önerileri üzerinde durulmuştur. 6.1 Büyüme, İstihdam ve İşsizlik İlişkilerini Birlikte Analiz Etme Zorunluluğu Bir ülke ekonomisinde reel gayri safi yurt içi gelir azalışı nedeniyle üretilen mal ve hizmet miktarı ve buna bağlı olarak emek talebi azaldığından istihdam edilmekte olan emek miktarı da azalmakta ve bu paralelde işsizlik artmaktadır. Tersine reel gayri safi yurt içi gelir arttığında ise üretilen mal ve hizmet miktarı ve buna bağlı olarak emek 209 210 Kuvvet Lordoğlu, Nurcan Özkaplan, Çalışma İktisadı, Der Yayınları, No: 358, İstanbul, 2003, s.128. Gök, s.25. 75 talebi arttığından çalıştırılmakta olan emek miktarı da artmakta ve sonuçta işsizlik azalmaktadır.211 Büyüme, kişilerin reel gelirlerinin sürekli artması olduğuna ve kişiler de toplumu oluşturduğuna göre büyüme hızları sürekli artış gösteren toplumlarda işsizlik sorununun olmaması gerekmektedir. Fakat işsizlik sorunu çok boyutlu bir konu olması nedeni ile bu konunun sadece ekonomide büyüme ile ilişkilendirilmesi veya tek başına işsizlik sorununun ele alınıp çözümlenmeye çalışılması iktisadi bir politika yanlışı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle iktisat politikası modellerinde işsizlik tek başına analiz edilmemekte ve çözümlenememektedir.212 6.2 Ekonomik Büyüme ve İstihdam Paralelliği İstihdamın ancak ve ancak ekonomik büyüme hızı ile yükseltilebileceği kanaati oldukça yaygın olmakla beraber bu düşünce kısmen veya büyümenin içeriğine göre doğruluk kazanmaktadır. Bir başka ifade ile büyümenin nasıl meydana geldiği, iç veya dış pazara mı yönelik olduğu, emek-yoğun veya sermaye-yoğun teknolojiye bağlı bir büyüme mi olduğu, üretimde emek sermaye bileşiminin her biri için oranlarının ne olduğu, büyümenin sektördeki hızının ne olduğu oldukça büyük önem arz etmekte ve büyüme–işsizlik ilişkisinin yönünü ve kuvvetini belirlemektedir. Ayrıca, işsizlik büyüme olmadan önlenebilir mi veya büyüme söz konusu olduğunda işsizlik oranında da artışlar gözlemlenebilir mi gibi sorulara cevap aranması gerektiği aşikardır.213 6.3 1990’lı Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler 1994 yılı hariç olmak üzere 1990’lı yılların ilk yarısında, ülkemizde oldukça hızlı bir ekonomik büyüme kaydedilmiştir. Bunun gerisinde içsel büyüme teorilerinin bulgularına benzer olgular bulunmaktadır. Ülkemizde, tasarrufların yetersizliğine rağmen finansal piyasaların küreselleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan düşük faizli fon kaynaklarından parasal ve reel sektör yeteri kadar yararlanmıştır. 1990 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından izlenen TL’nın ve finans piyasalarının istikrarına dönük politikalar, sonuçta TL nin aşırı değerlenmesine ve girişimci ve 211 Ünsal, Makro İktisat, s.12. Seyidoğlu, s.294. 213 Kılıçbay, s.268. 212 76 sanayicilerin yatırım malları ithalatını artırarak yeni fabrikalar kurmalarına ve mevcut olanları genişletmelerine ve modernleştirmelerine olanak sağlamıştır. 1980’li yılların sonlarından itibaren kullanılmış makine ithalatına izin verilmesi, 1990’lı yılların başlarında teknoloji düzeyi yüksek olan çok pahalı makineleri ithal edecek finansal gücü olmayan küçük ve orta ölçekli firmaların, sanayileşmiş ülkelerin terk ettiği makine ve teçhizatı çok düşük maliyetle ithal etmelerini sağlamış olup söz konusu teknolojiler ülkemizdeki geri teknolojiye göre daha ileri olduğundan, ülkemizdeki düşük ücret oranıyla birlikte sanayi üretiminde hem artışa hem de kalitenin yükselmesine neden olarak ülkemizin uluslar arası rekabet gücünü artırmıştır. Gümrük birliği sürecinin sübvansiyonları engellemesi, rekabetin kalite ve verimlilik artışıyla olmasını zorlaması, Marmara, Ege, Çukurova gibi bölgelerde kalkınma kutuplarının oluşması, genç nüfus yapısının yeni bilgi ve teknolojilere daha kolay ulaşabilmesi, üniversitelerin çoğalması ve yaparak öğrenme olgusunun beşeri sermayeyi artırması ekonomik büyümemize olumlu yönde katkı yapan dışsallıkların oluşmasına olanak vermiştir.214 1990 sonrasında sanayide önceki yıllarda başlayan değişme ve gelişme süreci devam etmiştir. Bu dönemde sınai üretimi artmış, üretim teknolojisi değişmiştir. Buna rağmen sanayinin o dönemde çözümlenmemiş bazı sorunları vardır. Bu sorunlardan en önemlisi, yukarıda olumlu tesirleri olduğunu belirttiğimiz, sınai üretim teknolojisinin ithal teknoloji olmakta devam etmesi, modern üretim teknolojisinin tam uygulanmaması ve teknoloji üretiminin zayıf ve cılız kalmış olmasıdır. İkinci büyük sorun sanayideki gelişmenin yatay bir karaktere sahip olmasıdır. Yatay gelişme benzer aşamada bulunan, teknolojide belli özellikler taşıyan sanayinin çoğalmasıdır. Türkiye’de sanayinin çoğu, tüketime ve nihai kullanıma yönelik dayanıklı tüketim malları ile diğer tüketim mallarını üretmektedir.215 Ne yazık ki ülkemiz günümüzde olduğu gibi bu dönemde de gelişmiş ülkelerin verimlilik olgusuna verdiği önemi verememiştir. Türkiye ekonomisinin performansı sanayileşme stratejileri bakımından değerlendirildiğinde, 1980’li yıllarda uygulanan ithal-ikameci sanayileşme dönemine göre dışa açık sanayileşme stratejilerinin uygulandığı 1990’lı yıllarda büyüme ve verimlilik performansında beklenen gelişmeler 214 215 Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.223, 224. Kılıçbay, s.415. 77 gerçekleşmemiştir. Önceki dönemde olduğu gibi, ekonomik büyümenin sermaye birikimine dayalı yapısının, yeni sanayileşme stratejisi döneminde de sürdüğü, ekonomide piyasa ekonomisinin kurumsallaşması ve dışa açılma yönünde atılan adımlara rağmen toplam faktör verimliliği düzeyinde belirgin bir iyileşmenin yaşanmadığı görülmektedir.216 Ülkemiz için verimlilik temelli büyüme olgusu ne kadar önemsizdir? Sürdürülebilir bir büyüme kanaatimizce verimlilik ve teknoloji ile gerçekleştirilebilir. Memleketimizin sermaye birikiminin oluşmasında da bu olgular önemli rol oynayabilir. Ancak verimlilik ve teknolojiyi (yani bilgiyi, bilimi, know how’u, ar ge’yi) işin içine katmadan büyüme ve kalkınmayı salt sermaye birikiminde arayan görüşe bu anlamda katılmak mümkün değildir. Verimsiz, teknolojisiz, bilgisiz bir sermaye birikiminin kalıcı olarak var olması zaten düşünülemez. Bu önemli hususlara önem vermeyen doğal kaynakları ile zengin ülkelerin de modern bir kalkınma gerçekleştiremediklerine şahit oluyoruz. Öte yandan teknoloji hırsızlığı yapan ve çok düşük ücretlerle çalışan işçileriyle zoraki verimlilik artışı sağlayan ülke örnekleri de önümüzdedir. Verimsizlik ve israf maliyetleri süreklilik arz ettiği halde bu hususu göz önüne almayarak üretim faaliyetlerini sürdüren işletmelerde gerçek anlamda optimal kapasitede üretim ve gerçek anlamda kar maksimizasyonu hiçbir zaman meydana gelmeyeceği gibi bu gelişmelerden toplumun refah seviyesi de olumsuz etkilenmektedir. Rekabet ortamında eskiye göre daha düşük karlılık oranlarıyla çalışmak zorunda olan işletmelerin ürettiği mal ve hizmetleri talep eden tüketiciler mevcut israf ve verimsizlik maliyetlerini finanse ederek, yani daha kaliteli ve/veya daha fazla mal ve hizmeti aynı maliyete katlanarak elde etmek suretiyle daha yüksek fayda düzeyinde tatmin ve mutlu olup bireysel refahlarını artırmak yerine, sahip olmadıkları söz konusu mal ve hizmet açıklarını bir başka deyişle üretilmesi gerekip de üretilmeyen mal ve hizmetlerin maliyetlerini de karşılayarak bireysel refahlarından ödün vermek zorunda kalırlar. Benzer durum yabancı tüketiciler için de söz konusudur. Global ticaret, dünya 216 Şeref Saygılı, Cengiz Cihan, Hasan Yurtoğlu,”Verimlilik ve Büyüme: Türkiye Ekonomisi İçin Ülke Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 43, http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009), s.50. 78 ticaretini daraltan ve dünya verimliliğini azaltan çok çeşitli ve malum kısıtlayıcı etmenlerin yanı sıra bir de bu cepheden darbe yer. İsraf ve verimsizlik maliyetleri ihraç edilmiş olur. Devlet ise söz konusu kayıplar olmasaydı elde edeceği vergi gelirlerinden mahrum kalır. Sözünü ettiğimiz kayıpların aynı zamanda döviz çıkışını artıran ithalatla karşılanması gibi olumsuz bir durumun da ortaya çıkması doğal karşılanmalıdır. Mal ve hizmet üreticileri, israf ve verimsizlik maliyetlerini gidermiş olsalardı yapmayı düşündükleri ve sıfır maliyetle gerçekleştirecekleri yatırımların ihtiyaç duyduğu, net işletme sermayelerini artırmak üzere firmalarına kayıtlı kimi döner varlıkların finansmanında kullandıkları yabancı kaynakların ödenmesinde gereken ve ek muhtelif girdilerin ve gider unsurlarının karşılanmasında kullanılacak olan fonların kaynağı olan ilave karlardan mahrum kalırlar. Nihayet finanse edilen israf ve verimsizlik maliyetlerinin sahipleri olan zaman, sabit sermaye malı, işgücü, enerji, yakıt, hammadde ve malzemeler, tüketilen diğer giderler vs. maliyetler üzerinde baskı meydana getirerek maliyet enflasyonunu artırırlar ve bu suretle büyümeyi frenlerler. Böylelikle, israf ve verimsizlik maliyetlerinin etkisiyle toplam talep, aynı fiyatlarda olması gereken miktarların altında; toplam arz ise aynı fiyatlarda yine olması gereken miktarların altında gerçekleşerek, ekonomiyi daha yüksek fiyat ve daha düşük milli gelir seviyesinde dengeye getirir. Nereden bakarsak bakalım israf ve verimsizlik maliyetleri cevabı kendi içinde çok açık göründüğü üzere kendisinden refahın artması adına yararlanılan kaynakların heba edilmesinden başka bir şey değildir. İmalat sanayini burada yeri gelmişken değerlendirdiğimizde, söz konusu noktada ekonominin motoru diyebileceğimiz özel imalat sanayinin performansına bakarsak, 1970-2000 yılları arasında katma değerdeki büyüme hızının %5,54 olduğunu görürüz. Buna karşın Kore’de benzer bir dönemde özel imalat sanayi katma değerinin büyüme hızı Türkiye’nin büyüme hızının neredeyse iki katı olup %11,02 olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca büyüme 1970-2000 yılları arasında esas olarak sabit sermaye birikimi kaynaklıdır. Türkiye’de 1980’den sonra ortaya çıkan toplam faktör verimliliğinin etkisi, 1994 yılında baş gösteren ve 1990’lı yılların ikinci yarısında devam eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların neden olduğu özel imalat sanayindeki 79 büyüme hızıyla birlikte azalmıştır. Türkiye uzun yıllar üretimde, yatırımlarda, ve toplam faktör verimliliğinde sürekli ve istikrarlı bir artış gösterememiştir. Türkiye’de emek verimliliğinin sektörün kendisinden kaynaklanan kısmı ile sektörler arası değişimden doğan kısmına baktığımızda, sektörün kendisinden kaynaklanan verimlilik artışının, 1991-2002 yılları arasında geçen on yıllık döneme göre % 2,75’den % 0,61’e düştüğünü; sektörler arası hareketlerden kaynaklanan verimlilik artışının ise, aynı dönemler itibariyle % 0,67’den %1,85’e çıktığını görürüz. Başka bir deyişle, kişi başına gelir artışının da temelini oluşturan verimlilik artışı 1991 yılından sonra esas olarak nüfusun daha düşük verimlilikteki sektörlerden daha yüksek verimlilikteki sektörlere kayması ile gerçekleşmiştir. Sorun istihdam artışındadır. Türkiye’de istihdam geçen on yıllık döneme göre %1,99 dan 1991-2002 yılları arasında % 0,97’ye düşmüştür. Toplam büyüme hızının önemli bir kısmının, emeğin düşük verimlilikteki tarım sektöründen daha yüksek verimlilikteki tarım dışı sektörlere kaymasından kaynaklandığını göz önüne alırsak, istihdamdaki artışın bu düzeyde olmasının, Türkiye’nin uzun vadeli büyümesi ve yapısal dönüşümünü gerçekleştirmesi önünde nasıl önemli bir engel oluşturduğunu görebiliriz.217 Özellikle 1995 yılında tüketim malları sanayinin katma değer içindeki payının tekrar yükselmeye başlamasına karşın ara ve yatırım malları sanayinin paylarında düşüşler yaşanmış ve bu durum tüketim malları sanayinin 1970-1995 döneminde istihdamdaki ağırlığını korumasını devam ettirmiştir. 1995 yılında istihdamın % 57.1'i tüketim malları sanayinde yer almıştır. İşgücü verimliliği ise 1990-96 döneminde % 10.5'dir. 1970-1996 döneminde verimliliğin istikrarlı bir şekilde yüksek olduğu sektörler, tütün, orman ürünleri, basın-yayın, kimya, kauçuk ürünleri, makine, elektrik makinaları, taşıt ve araç gereçleri sanayileri olmuştur.218 Devletin ekonomideki rolünün hızla azalması, doğrudan yabancı sermaye akımları üzerindeki kısıtların kaldırılması, dış ticarette miktar kısıtlamalarının kaldırılması, gümrük vergilerinin çok büyük ölçüde düşürülmesi, dış ticaretin 217 Sumru Altuğ, “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür İzleme Dergisi, Sayı:1, httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009), s.5,6,8,9. 218 Hüseyin Mualla Yüceol, “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”, 2003, http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003, (03.02.2009), par.11,13. 80 liberasyonu, sermaye hareketlerinin serbest bırakılması 1990’lı yıllarda etkisini gösteren diğer önemli gelişmelerdir. Ayrıca, Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunun yapılmasının ardından, gümrük birliği’ne girilmesi, dünya ticaret örgütü’ne üye olunması hep bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler imalat sanayinde, 1991-2000 döneminde ortalama %3,5’luk bir büyüme gerçekleşmesini sağlamıştır. 1990’lardan sonra çift rakamlı büyüme hızlarına da ulaşan sanayi sektörü, 1994 krizi nedeniyle % 6,2 ve 1999 yılında da % -5,2 oranına ulaşan negatif bir büyüme göstermiştir. Bu da 1963-1979 döneminde imalat sanayi yatırımlarının toplam yatırımlar içerisindeki %34,8’lik ortalama payını, 1980-1989 döneminde %23’e, 1990-2000 döneminde ise ortalama olarak %18,6’ya düşürmüştür.219 1990’lı yılların başları ile 2000’li yılların başları arasındaki dönemde Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler sonucunda hem ekonomi küçülmüş hem de kişi başına gelir düzeyi azalmıştır. Başka bir anlatımla 1994, 1999 ve 2001 yıllarında negatif büyüme gerçekleşmiş ve fert başına gelir amerikan doları cinsinden azalmıştır. Böylelikle 1992-2001 arası dönemin heba edildiği iddia edilebilir.220 Ayrıca Türkiye’de ekonomik krizlerin baş gösterdiği 1994, 1999 ve 2001 yıllarında, gayri safi yurt içi gelir büyüme hızındaki düşüşle birlikte, işgücü verimlilik oranları buna paralel olarak azalış göstermiştir. İstihdam artış oranı ise, krize rağmen 1994 yılında % 7.5 ve 1999’da % 2.6 seviyesinde gerçekleşmiştir. 2001 yılında istihdam artış oranı % -4.1 ile negatif değerdedir. Bu anlamda 2001 yılı, krizin istihdamı en kötü etkilediği yıl olmaktadır. 221 Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren, giderek iç ve dış borçları artırdığı ölçüde uzun vadeli yatırımsızlık ve durgunluk tehdidi yaratan krizler zinciri yaşamaya başlamıştır. Yıllık ortalama gayri safi milli gelir artış hızı daha önceki dönemlere oranla yarıya inmiştir. 1993 sonrası bunun da altına düşmüştür. Buna karşın, nüfusun doğal artış haddinde Türkiye ancak yüzde yarımlık bir düşüş sağlayabilmiştir. Krizler zinciri gayri safi milli gelir artışını nüfus artış haddinin altına düşürürken, 219 İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.46,47,50. 220 Gürak, s.37. 221 Eyüboğlu, s.41. 81 Türkiye bir de dağılan Doğu Bloku ve eski SSCB alanından binlerce yoksul ve işsiz kişilerin akınına maruz kalmıştır. Bu süreç, sürekli bir nüfus fazlasını ortaya çıkarmış, krizlerin düşürdüğü ortalama gayri safi milli gelir artışı, artan iç-dış borçlar, nüfus artışı ve göç hareketleriyle iç içe geçerek birlikte işsizlik ve düşük ücret tablosunu meydana getirmiştir.222 Finansal istikrarsızlık da iktisadi faaliyetteki ve büyüme oranlarındaki iniş çıkışlara yansımıştır. 1990-2001 yılları arasında, yukarıda sözünü ettiğimiz 1994 krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi ve ilave olarak 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi gibi dışsal faktörler, birtakım içsel faktörlerle birleşerek, dış şoklara açık olan ekonominin büyüme hızında çok ciddi daralmalara neden olmuştur.223 Yine başka ama yukarıdakine paralel bir görüşe göre ise 1989-2005 dönemi için hesaplanan yıllık ortalama büyüme hızı % 3,4 olarak gerçekleşmiş olup savaş yılları dışında Cumhuriyet tarihinin en düşük büyüme hızını göstermektedir. Üstelik büyümedeki yavaşlama, çalkantılı ve krizli bir süreç içinde gerçekleşmektedir. 2005 yılında sermaye birikim oranının on yedi yıl öncesine göre altı buçuk puan düşmüş olması düşündürücüdür. Bu durum kısa dönemli dalgalamaların ötesinde, ekonominin uzun dönemli büyüme potansiyelinin ciddi olarak aşınmakta olabileceğini göstermektedir.224 Sözünü ettiğimiz etkenlere bağlı olarak, 1990-2001 yılları arasında gayri safi milli gelirin ortalama büyüme oranı % 3 iken standart sapması 6,1 değişim katsayısı 2,03, Sanayi Sektörünün ortalama büyüme oranı % 3,8 iken standart sapması 6,3, değişim katsayısı ise 1,68 olmuştur. Bu dönem, Türkiye ekonomisinin en istikrarsız dönemidir. İktisadi faaliyet düzeyindeki bu istikrarsızlık, katma değer ve verimlilik artışı istatistiklerinde sert dalgalanmalar şeklinde yansımasını bulmuş ve bu durum, genelde ekonominin özelde ise sanayinin büyüme potansiyeli üzerinde olumsuz etkilere 222 Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.2. 223 İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.48. 224 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, 11.Baskı, Ankara, 2007, s.187,188. 82 neden olarak, istikrarsız bir büyüme trendine girmesine neden olan unsurlardan birisi olmuştur.225 Aslında Türkiye’nin 1990’lı ve 2000’li yıllarda yaşadığı ekonomik krizlerin temelinde, en yakın ve doğrudan etken olarak dönemin sermaye hareketleri serbestleşmesinden kaynaklanan sıcak para olayı yatmakta olup finansal kriz olarak adlandırılmalarının temelinde de bu olgu bulunmaktadır. Ne var ki, finansal kriz diye tanımlansalar da, sanayileşmenin belirli bir düzeye vardığı yıllarda doğan krizler artık reel kesimleri, istihdam hacmini ve ücretleri olumsuz yönde etkilemiş, ciddi sosyal sonuçlar meydana getirmiştir. Krizi en şiddetle yaşayan kesimler çoğunlukla bankalar, borsa, inşaat ve imalat kesimleri olmuştur. Firma ölçeği açısından bakıldığında, finans gücü zayıf küçük ve orta boy işletmeler en çok darbe yiyenler arasındadır. Çoğunlukla bunlar kayıt dışı işçi istihdam ettikleri için, resmi işsizlik tahminlerinde bu etkiyi görmek de mümkün olmamıştır. Özellikle çok şiddetli fakat kısa süren 1994 krizinde kitlesel işten çıkarmalar karşısında işçilerin işlerini koruyabilmek için ücretsiz çalışmaya razı olmaları, yaşanan krizlerin tarihinde ilk kez görülen bir olaydır. Reel kesimde üretim düşüşünün istihdama ve ücretlere yoğun biçimde yansıması bu krizin getirdiği bir diğer sonuçtur. 1994 krizini izleyen üç yılda ise gayri safi milli gelirde ve sanayide yaşanan hızlı büyüme reel ücret artışından çok istihdam artışına yansımıştır.226 1994 krizi en çok bankacılık sistemini etkisi altına almış, ekonomi %6,1 küçülmüştür. 1994 krizinin atlatılmasından sonra 3 yıl boyunca yüksek seyreden büyüme, aşağıda da belirteceğimiz üzere 1998 yılında büyük ölçüde gerilemiştir.227 Ardından patlak veren Asya-Rusya krizi, Türkiye’nin 1998 başından itibaren mal ve hizmet ihracat gelirlerini ve borsaya giren portföy yatırımlarını olumsuz yönde etkilemiştir. Sayılarının on bine vardığı tahmin edilen bankacı işsizler Türkiye’de yeni bir işsizlik türünü yaratmıştır. Öte yandan devlet kendi memur kadrolarını ve işçilerini 225 İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.49. 226 Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.4,5,6. 227 Tarı, Kumcu, s.163. 83 tasfiye etmek zorunda kalmıştır. Özel imalat sanayinde kapasite kullanımı %60’a doğru düşerken, inşaat duraklamış, perakende ticaret ile her daldaki küçük ve orta büyüklükte olan işletmeler darbe yerken üretim gerilemiş, onu izleyerek de işsizlerin sayılarına her gün yenileri eklenmiştir.228 Türkiye’de işsizliğin önlenmesinde ekonomik büyümenin istihdam yaratabilecek biçimde gerçekleştirilmesinin büyük önemi bulunmaktadır. Türkiye’de 1990 sonrası ortaya çıkan ekonomik yapının ve bu yapıda meydana gelen büyümenin işsizliğe çözüm üretemeyeceği görüşü oldukça yaygın olmuştur. Büyümenin istihdam artısına yol açabilmesi için hem bu yapıda ciddi değişikliklere gitme ve hem de daha çok istihdam yaratma kapasitesine sahip sektörlerin büyük ölçüde büyümenin gerçekleştirildiği sektörler haline gelmesi gerekmektedir.229 Bir yandan ekonominin büyümesinden bahsedilirken diğer yandan ise istihdamda daralmayı gösteren veriler ortadadır. Başka bir deyişle, ekonomi nüfus artışındaki hıza paralel olan bir istihdam büyümesi meydana getirememiştir. Bunun doğal sonucu ise işsizliğin giderek büyümesi olmuştur. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre 1990 yılında 1 milyon 612 bin olan işsiz sayısı, sonraki yıllarda sürekli olarak artmış (1996-97 yılları hariç) 2002 yılında 2 milyon 412 bine ulaşmıştır. Türkiye’de ki gerçek işsizliğin bu sayının en az 4-5 katı olduğu iddia edilmektedir. Burada işsizlerin sayısının az görünüyor olmasının önemli nedenlerinden bir tanesi Devlet İstatistik Enstitüsü’nün bu araştırmalarda kullandığı hesaplama yöntemidir. Bilindiği gibi istihdamın yaklaşık yüzde 35’i tarımda olup tarımda istihdam yapısının karakteri ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz aile işçiliği hem tarım kesiminde hem de tüm kesimlerin toplamında işsizliği örter niteliktedir. Tarım sektörünün gayri safi milli gelirde meydana getirdiği değer azaldıkça bu istihdam biçiminin çözülerek kentlere hareketlenmesi söz konusudur. Kentlere hareket eden niteliksiz işgücü işsizlik sorununu ağırlaştıran bir etken olarak karşımıza çıkabilecektir. Bu sorunla baş etmek için tarım 228 Gülten Kazgan, a.g.e., 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.7,12,13. 229 Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, s.115,116. 84 politikalarının istihdam boyutuyla birlikte yeniden değerlendirilmesine ve köklü bir biçimde değiştirilmesine gereksinim vardır.230 Nihayet bu 1990’lı yıllarda işgücü maliyetlerinin seyrini incelediğimizde de şu bulgulara ulaşılmıştır: İşgücü talebinin en önemli belirleyicileri, işgücü maliyeti ve büyüme oranıdır. İşgücü talebi, büyüme oranı arttıkça yükselmekte, işgücü maliyeti arttıkça da azalmaktadır. İşgücü talebinin etkileyicisi olan işgücü maliyetleri, ücretler ve istihdam maliyetlerinden oluşmaktadır. İmalat sanayinde işveren başına düşen ödemeler, ortalama olarak toplam işgücü ödemelerinin % 20’sini oluştururken, kurumsallaşmış bazı şirketler için söz konusu payın % 30’ların üzerinde olduğu, hatta bazı şirketler için % 40 civarına çıktığı gözlenmektedir.231 Yüksek işgücü maliyetlerinin düşürülmesinin istihdama yapacağı olumlu katkı dikkate değerdir. Türkiye’de 1990-2003 arası dönemde özel-kamu sektörü işçi ve memurlarının işgücü maliyetlerinin seyrini gösteren işgücü maliyetleri 1990-1998 arası dönemde önemli bir artış göstermemiştir ve özel-kamu sektörü işgücü maliyetleri arasında önemli bir farklılaşma yoktur. 1998-2003 arası dönemde ise, kamu sektörü işgücü maliyetlerindeki artışın dikkat değer olduğu söylenebilir. 1999 ve 2003 arası dönemde ise, işgücü maliyetleri hem yükselme göstermiş hem de kamu ve özel sektör işgücü maliyetleri arasındaki farklılaşma gittikçe belirginleşmiştir. Kamu sektörü işgücü maliyetlerindeki artış 1998’den sonra hızlanmıştır ve en yüksek işgücü maliyetleri kamu sektöründe gerçekleşmiştir. İşgücü maliyetlerinin artmasının, söz konusu dönemlerde ve sektörlerde işgücü talebini daraltıcı yönde etki yaptığını söylemek mümkündür. Büyüme rakamları ile işgücü talebi ele alındığında, 1980-1998 döneminde Gayri Safi Yurtiçi Gelirde yıllık ortalama artış hızı % 4.4 ve istihdamda yıllık ortalama artış hızı ise % 1.5’lik oranla oldukça durgun bir seviyede kalmıştır.232 1994-2004 döneminde gayri safi yurt içi gelirdeki % 2.8 ortalama yıllık artış hızı, istihdamda yıllık % 1.2 ortalama artış yaratmıştır. Sonuç olarak, 1994-2004 döneminde de büyümenin istihdama yansıtılması hedefinin etkin bir şekilde 230 Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.22,23,24. 231 Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.200. 232 Ansal, s.21. 85 gerçekleştirilemediğini söylemek mümkündür.233 Türk ekonomisinin istihdam yaratma kapasitesi ile ilgili sorunlarını ön plana çıkaran göstergeler, istihdam artış hızındaki durgunluk ve düşmeyen işsizlik oranlarıdır. Türkiye ekonomisinin büyüme performansının ortalamada yüksek olması, maalesef iş alanı yaratma performansının da yüksek olduğu anlamına gelmemektedir.234 1990 yılı için Türkiye’de tarım sektörünün istihdamdaki payı % 43,8, sanayi sektörü payı % 15,2 ve inşaat ve hizmet sektörünün payı da % 41 seviyesindedir. Bu oranlar 1999 yılında ise sırasıyla; tarımda % 34,5, sanayide % 17,4 ve inşaat ve hizmet sektöründe ise % 48,1 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı 1990-1999 yılları arası incelendiğinde, tarım sektörünün istihdamdaki payının, azalma eğilimde olduğu görülmektedir. Ancak, tarım sektöründeki istihdam payının hâlâ yüksek olduğu söylenebilir. Aynı dönemde sanayi ve hizmetler kesiminin payı ise hizmetler kesiminin payı daha hızlı olmak üzere yükselmiştir. Bu yüzden istihdamın sektörel kompozisyonunda 1990 yılından itibaren tarım ağırlıklı yapıdan, hizmetler ağırlıklı yapıya doğru bir geçişin olduğu gözlenmektedir (Tablo: 8 ). Tarım dışı istihdam ise 1990 yılında % 54,1 iken 1999 yılında % 63,3’e yükselmiş, tarım istihdamı ise aynı yıllar itibariyle % 45,9’dan % 36,7’ye düşmüştür. Tarım istihdamında kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı azalmış, tarım dışı istihdamda ise kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı artmıştır. Tarım dışı istihdamda kırdan kente gelmeyen kadın ve erkek istihdamında artış çok daha yavaş gerçekleşmiştir. 1990’lı yıllarda kırdan kente olan göçler, başta hizmetler sektörü olmak üzere sanayi sektörünün istihdamını artırmıştır (Tablo: 3 ). Krizli bir dönem olan 1990’lı yıllarda Türkiye’de nüfusun kırsal ve kentsel artışları ve dağılımları da çarpıcı bir biçimde değişmiştir. Türkiye’de şehirlerde bulunan nüfusun oranı son on yılda önemli bir artış göstererek 1990 yılında %59 iken, 2000 yılında % 64.9’a ulaşmıştır. Şehirlerde bulunan nüfus köylerde bulunan nüfusa nazaran büyük bir hızla artmıştır. 1990-2000 döneminde şehirlerde bulunan nüfusun yıllık artış hızı binde 26.8 iken, köylerde bu hız binde 4.2 olarak gerçekleşmiştir. Yıllık nüfus artış 233 Eyüboğlu, s.41. Hacer Ansal, Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000, s.21. 234 86 hızı 1990-2000 döneminde binde 18.3’e düzeyindedir. 1945 yılından sonra ilk kez 1990-2000 döneminde nüfus artış hızı binde 20’nin altına düşmüştür.235 1990 yılında kurumsal olmayan nüfus 55.294 iken 1999 yılında 65.139’a yükselerek % 17,8’lik bir artış göstermiştir. İşgücü arzı ise 20.150 iken 1999 yılında 23.878’e yükselerek % 18,5’luk bir artış göstermiştir. 1990 yılında % 56,6 olan işgücüne katılım oranı ise 1999 yılında % 52,7 seviyesine gerilemiştir. Nüfus artış hızının işgücü artış hızından daha düşük artmış olmasına rağmen işgücüne katılım oranının düşmesi 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun aynı dönemde % 27,3’lük artış kaydetmesi nedeniyledir. Bu da genç nüfusun payının giderek yükselmesine rağmen, işgücüne giderek azalan miktarlarda dahil olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni ise krizlerin istihdamın artırılamamasına yol açması ve işsizlik oranlarını yükseltmesidir (Tablo: 1 ). Nüfusun yapısı ve miktarında söz konusu değişmeler meydana gelirken öte yandan etkin nüfusta da birtakım gelişmeler ortaya çıkmıştır. Türkiye’de işgücü kaynağının yaklaşık yarısının işgücüne katılmakta olması, insan gücü kaynağının verimli kullanılmadığının da bir göstergesidir. Etkin nüfus ya da bunun bir göstergesi olan işgücüne katılım oranları sürekli düşmüştür.236 Aynı yıllar itibariyle istihdam oranı % 52,1 den % 48,7 ye, kayıt dışı istihdam oranı % 55,6 dan % 52,1 e, işsizlik oranı % 8,0 dan % 7,7 ye düşmüştür. Ancak eksik istihdam oranı % 6,5 dan % 9,1 e yükselmiştir. İstihdam oranı düşmüş olmasına karşın işsizlik oranının artmamış tersine düşmüş olması, işgücüne katılım oranı azalış hızının istihdam azalış oranının üstünde gerçekleşmesinden kaynaklanmıştır (Tablo: 2 ). Türkiye’de ise istihdamın işteki durumuna göre dağılımı incelendiğinde, işgücü içinde ücretlilerin payı sürekli artış halindedir. 1990 yılında % 33,7 olan bu oran, 1999 yılında % 36,4’e yükselmiştir. İşgücünün işteki durumuna göre dağılımı cinsiyet açısından ele alındığında ücretliler, işveren ve serbest çalışanların çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu görülmektedir. Ücretsiz aile işçiliğinde ise kadınların payı yüksektir. Ücretsiz aile işçiliğinin payının özellikle kadınlarda yüksek olması Türk 235 236 İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.16. Gök, s.17. 87 işgücü piyasasının ayırt edici bir özelliği olmaktadır. Ancak toplam istihdam içinde bu oran kadınlarda 1990 yılında % 20,6 iken, 1999 yılında % 15,1’e düşmüştür. Aynı dönemde kadınlar her yıl erkeklerden fazla olduğu halde toplam istihdam içinde payının erkeklerden daha hızlı düştüğü görülmektedir. Türkiye’de kendi hesabına çalışanların payının yüksek olması da işgücü piyasası açısından anlamlı bir durumdur. Çünkü, işverenler en az bir kişiyi çalıştırdıkları halde, kendi hesabına çalışanlar kimseyi istihdam etmemektedir ve etse de bu ücret karşılığı değildir. Ekonomi geliştikçe de işveren ve kendi hesabına çalışanların payının azalması beklenmektedir. Türkiye’de ise bu grup, 1990 yılında % 31,7 düzeyinde iken çok düşük bir oranda azalarak 1999 yılında % 29,8’e gerilemiştir (Tablo: 6 ). Türkiye’de her yaş grubu için demografik fırsat penceresinden yararlanma şansı bulunmaktadır. İstihdamın büyümesi halinde hane halkı geliri artacak ve tasarruflarda bir artış ortaya çıkacaktır. Bu, okul çağındaki gençlerin daha uzun süre okula devamını ve dolayısıyla daha iyi bir eğitim almasını sağlayabilecektir.237 Türkiye’de istihdamın eğitim düzeyine göre dağılımında dikkati çeken nokta, 1990-1999 yılları arası dönemde toplam istihdam içinde okur yazar olmayanların payının önemli ölçüde gerilemesi ve tüm eğitim seviyelerinde artışların olmasıdır. Toplam istihdam içinde okuma bilmeyenlerin oranı 1990 yılında % 15.5 iken, 1999 yılına kadar müthiş bir gerileme kaydederek % 9,1 olarak gerçekleşmiştir. Bu bulgular, demografik fırsat penceresini destekler niteliktedir. Aynı yıllar itibariyle lise altı mezunlarının oranı, % 68,9’dan %67,3’e düşmüş olup toplam istihdamın yaklaşık üçte ikisini oluşturmaktadır. Lise ve dengi mezunlarının ise istihdam içindeki payı % 9,9’dan, % 15.5’e, yüksek öğretim görenlerin payı ise % 5.6’dan % 8,2’ye yükselmiştir. Okul mezunlarının toplam istihdam içindeki payı 1990-1999 döneminde artış eğiliminde olmasına rağmen, istihdamın eğitim seviyesi lise altı oranın yüksek olması nedeniyle düşüktür ve büyük ölçüde vasıfsızlardan oluşmaktadır (Tablo: 4 ). 1990’lı yılların sonlarında tarım sektöründeki nüfus yoğunluğunun hızlı kentleşmeyle birlikte şehirlere, burada da kayıt dışı istihdama yöneldiği görülmektedir. Kayıt dışı istihdamda özellikle kadın ve çocuk isçileri büyük yer tutmaktadır. 10-14 yaş 237 Ansal, s.52,53. 88 arası çocukların çalışma oranı söz konusu dönemde %24’e ulaşmıştır. Birçok ülkede bu oran azalırken ve çocuk isçiler ortadan kalkarken, Türkiye’de artmaktadır. Kentlerde, yoksullukla doğru orantılı olarak kayıt dışı istihdam da artmaktadır. Hatta bir işte çalışanların ek gelir elde edebilmek için bu işten geri kalan zamanlarında kayıt dışı çalıştıkları bilinen bir gerçektir.238 Türkiye’de 1990 yılında % 6.5 olan yıllık eksik istihdam oranı 1991, 1994 ve 1999 ekonomik kriz yıllarında yükselme ve hemen sonrasındaki yıllarda dalgalanma göstermiş, 1994 krizinde % 8.5 ve 1999’da % 9.1 oranı ile en yüksek düzeyine çıkmıştır. Son 14 yılda Türkiye’de eksik istihdamın yıllık ortalaması ise % 7.2 olmuştur. Kriz dönemleri ve krizi izleyen yıllarda eksik istihdam oranlarının artış göstermesi, işten atılma ve uzun süre iş bulamama riskinin arttığı dönemlerde, işin niteliğini ve ücretinin miktarını dikkate almaksızın kişilerin buldukları işe girmeyi tercih ettiklerini göstermektedir. Eksik istihdam oranlarındaki artış, açık işsizlik oranındaki artışı sınırlamakta ve kişiler daha düşük ücretlerle enformel sektörde iş bulmaya yönelebilmektedir.239 6.4 2000’li Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler 2000 yılı istikrar programıyla ekonomi yeni bir canlılık dönemine girmiştir. Hemen ardından yaşanan 17 Kasım 2000 kriziyle mali piyasalarda yaşanan sorunlar hızlı sermaye çıkışlarına neden olmuştur. Bu krizin sebebi bankacılık kesimi ile birlikte yüksek cari açıklardır.240 2000 yılının son çeyreğiyle birlikte ekonominin çöküşünde, aşırı yükselen işsizlik, aşırı düşen reel ücretler ve patlayan sosyal sorunlarda ve çöken borsa göstergelerinde, uluslar arası para fonu politikalarının hataları ile finans kesimindeki kırılganlık ve hükümetin hataları rol oynamıştır.241 Ardından yaşanan şubat 2001 döviz krizi ile artan cari açıklar ve ağır dış borç geri ödemeleri adeta karşılanamaz duruma gelmiştir. Krizin ardından büyüme yine artış trendine girmiştir.242 238 Ekin, s.244, 246. Özşuca, s.77,78. 240 Tarı, Kumcu, s.163. 241 Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.9. 242 Tarı, Kumcu, a.g.e., s.163. 239 89 Ekonomik büyüme için doğrudan yabancı sermayenin ve büyüme için gerekli sabit sermaye yatırımlarının finansmanında doğrudan dış borçlanmanın toplam sermaye birikimine ve işsizlik sorununun çözümlenmesine olabilecek katkısı, 1994 yılından itibaren krizlerin içinde olan ekonomimiz açısından bir kez daha ortaya çıkmıştır. Aslında kırılgan bir ekonomik yapıya yol açan etken, yüksek cari açıkların finansmanında kullanılan ve sıcak para olarak bildiğimiz portföy yatırımlarıdır. Bilindiği üzere, net ithalat fazlalığı nedeniyle artan mal, gelir ve harcama akımı bu fazlalığın dışarıdan doğrudan borç, yabancı sermaye gibi yabancı kaynak artışını sağlayan fon girişlerini veya uluslar arası rezervlerin azalması gibi varlık azalışlarını gerektiren fon çıkışlarını gerekli kılmaktadır. Ödemeler bilançosunun finansmanı için bu gereklidir. Başlangıçta uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı olmadığını, dış ticaret açığının finansmanında sadece portföy yatırımlarının bulunduğunu, dış açık ortaya çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere yabancı sermaye (portföy yatırımları) girişlerinin uluslar arası rezervleri yükselttiğini varsayıyoruz. Dış ticaret dengesi açığından kaynaklanan net dış borç portföy yatırımları ile finanse edildiğinden, ödemeler bilançosu finansmanı sağlanacak ancak borcun miktarı değişmeyecek, niteliği değişecektir. Yerleşikler de dış borç kadar artırdıkları iç harcamalarını aslında dış borcun başka bir türüyle finanse etmektedirler. Çünkü net ithalat vardır ve dış borcun sebebi de budur. Net dış borcun portföy yatırımlarının sağladığı rezerv artışıyla kapandığını ama ülkenin net dış borcunun aslında değişmediğini, sadece nitelik değiştirdiğini kastediyoruz. Sonuçta da yerleşiklerin net ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar, sonraki dönemlerde yine kendilerinin ödeyecekleri net dış borç artışı ile karşılanmış olacaktır. Görüldüğü üzere portföy yatırımları, yüksek reel faiz yoluyla ülke dışına net kaynak transferi meydana getiren, büyümeyi frenleyen ve dış borcu artıran bir dış finansman kalemidir. Ne var ki Ülkemiz risk primi yüksek ve ihracatı, yapacağı ithalata bağlı olan bir ülke konumundadır. Bu nedenle portföy yatırımlarını devamlı olarak çekmek ve kalıcılığını sağlamak zorundadır. Bunun için ise TL yi aşırı değerlemek bahasına yüksek reel faiz politikasına devam etmektedir. 90 Halbuki doğrudan yatırımlar, ödemeler bilançosu açığını net olarak azaltan bir finansman kalemidir. Başka bir deyişle doğrudan yatırımlar söz konusu açığın finansmanını sağlarken, ülkenin net dış borcunu sabit bırakmaz, azaltır. Tersine doğrudan borçlanma veya portföy yatırımları gibi dış finansman kalemleri ödemeler bilançosu açığını finanse ettikleri halde ülkenin net dış borcunu azaltmazlar, sabit bırakırlar. Yapılan doğrudan yatırım, yabancı para girişini ifade ettiğinden ilk anda ihracat artışı gibi değerlendirilebilir. Ancak ihracattan farkı, döviz girişi karşılığında iç üretim parçasının (mal ve hizmet üretimi) dış topluma gitmemesi, içeride kalmasıdır. Başka bir anlatımla ekonomide atıl kapasite, dış ticaret açığı kaynaklı bir ödemeler bilançosu açığı, sermaye birikimi yetersizliği mevcut iken yapılan doğrudan yatırım temelde iç yatırım harcamalarına (I) bir ilavedir. Böylece ülkenin üretim kapasitesinin yatırım harcamaları sebebiyle arttığını, söz konusu doğrudan yatırımın işletme dönemine geçtiği andan itibaren de üretim kapasitenin tüketim harcamaları nedeniyle arttığını söylemek mümkündür. Doğrudan yatırımlarla istihdam artar, işsizlik azalır. Büyüme meydana gelir. Kar transferleri dışarıya yapıldığı takdirde, doğrudan yatırımın diğer faktör gelirlerini artırmasına karşın karlar dışarıya transfer edildiğinden uzun dönemde milli gelir artışı transfer edilen söz konusu karların tutarı kadar eksik olur. Devletin hem istihdam vergi gelirleri hem de kurumsal vergi gelirleri artar. Kamu açıkları, kamu harcamaları sabitken kapanmaya başlar. Devletin iç borçlanma miktarı ve maliyeti (iç borçlanma faizi) azalır. Bu azalma ile meydana gelen fonlar özel yatırımları finanse etmeye başlar. Doğrudan yatırım finansman yöntemi ile ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç harcama artışlarının finansmanı sağlandıktan sonra milli gelir artışı da söz konusudur. Halbuki portföy yatırımları ve doğrudan borçlanma ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç harcama artışlarını finanse etmekteydi ve net dış borç sabit kalmaktaydı. Başlangıçta uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı olmadığını, dış ticaret açığının finansmanında sadece doğrudan yatırımların bulunduğunu, dış açık ortaya çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere doğrudan yatırımların girişiyle uluslar arası rezervlerin yükseldiğini varsayıyoruz . 91 Dış ticaret dengesi açığından kaynaklanan net dış borç doğrudan yatırımlar ile finanse edildiğinden, hem ödemeler bilançosu açığının finansmanı sağlanacak hem de borç ödenecektir. Yerleşikler de net dış borç kadar artırdıkları iç harcamalarını ilk sermaye girişiyle finanse ederler. Çünkü net ithalat vardır ve dış borcun sebebi de budur. Ayrıca bu kez gelir artıran doğrudan yatırım girişleri milli geliri de artırır. Sonuçta da yerleşiklerin net ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar net dış borcu azaltan ve sonrasında milli geliri artıracak olan doğrudan yatırımlarla karşılanmış olacaktır. Yabancıların yaptığı özelleştirme yatırımı finansman yöntemi ile yatırım geliri yatırım dönemi boyunca yabancı para ile elde edilir. Yapılan özelleştirme yatırımı, yabancı sermayeli kuruluşun bilançosunun aktifindedir. Özelleştirilen yatırım konusu ise Devlet’in aktifinden çıkmıştır. Bir nev’i yeni milli gelir artışı eski milli gelir azalışı ile gerçekleşmiştir. Yabancıların yaptığı özelleştirme yatırımları, ödemeler bilançosu açığını tıpkı doğrudan yatırımlar gibi net olarak azaltan bir finansman kalemidir. Başka bir deyişle özelleştirme yatırımları söz konusu açığın finansmanını sağlarken, yine tıpkı doğrudan yatırımlar gibi ülkenin net dış borcunu sabit bırakmaz, azaltır. Halbuki doğrudan borçlanma veya portföy yatırımları gibi dış finansman kalemleri ödemeler bilançosu açığını finanse ettikleri halde ülkenin net dış borcunu azaltmazlar, sabit bırakırlar. Yabancı sermayedarın satın aldığı Devlet kurumunun eskisi gibi faaliyetine devam ettiği, teknoloji ve verimlilik yatırımlarının yapılmadığı varsayımı altında özelleştirme yatırımlarının doğrudan yatırımlardan farkı, milli gelir artışı meydana getirmeden elde edilen bir gelir olmasıdır. Doğrudan yatırımlar da yapılan yatırım karşılığında istihdam ve milli gelir artmaktaydı. Burada ise aynı istihdam devam etmekte ilave bir üretim olmamaktadır. Özelleştirme yatırımı ile elde edilen ilk satış geliri, tıpkı doğrudan ve portföy yatırımlarında olduğu gibi ödemeler bilançosunun finansmanını sağlamakta ama doğrudan yatırımlar gibi dış borcu azaltmakta ve ancak portföy yatırımlarına benzer biçimde milli geliri artırmadan ithalat iç harcamalarını finanse etmektedir. 92 Doğrudan yatırımlar hem ilk elde edilen bir gelirdir, hem de geliri devamlı artıran bir yatırım türüdür. Özelleştirme yatırımları ise eski milli gelirin satılması karşılığında ilk elde edilen bir gelirdir. Doğrudan yatırımlar, gelir ve varlık artışı ile borç azalmasını gerçekleştirir. Özelleştirme yatırımları gelir ve varlık artışı olmaksızın borç azalmasını gerçekleştirir. Portföy yatırımlarında ise gelir ve varlık artışı olmaksızın borç değişmeden kalır. Yapılan özelleştirme yatırımı da, yabancı para girişini ifade ettiğinden ilk anda ihracat artışı gibi değerlendirilebilir. Ancak ihracattan farkı, döviz girişi karşılığında önceden üretilen bir iç üretim parçasının (tesis) dış topluma gitmemesi, içeride kalmasıdır. Özelleştirme yatırımlarında net istihdam yoktur, hatta azalma ihtimali bile vardır. Özelleştirme yatırımının diğer faktör gelirlerini artırmaması ile birlikte karlar dışarıya transfer edildiğinden uzun dönemde yabancı sermaye sahibi, daha önce ödediği varlık için katlandığı maliyeti geri alır. Doğrudan borçlanma ve portföy yatırımları ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç harcama artışlarını yine elde edilen ilk gelirle finanse etmekteydi, ancak net dış borç sabit kalmaktaydı. Doğrudan yatırımlar ile ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç harcama artışlarının hem ilk defa elde edilen gelirle finansmanı söz konusuydu, hem milli gelir artışı meydana gelmişti, hem de net dış borç azalmaktaydı. Öyleyse özelleştirme yatırımları etkileri itibariyle birbirine zıt iki yatırım türü olan doğrudan yatırım ile portföy yatırımları veya doğrudan borçlanma arasındadır. Başlangıçta uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı olmadığını, dış ticaret açığının finansmanında sadece özelleştirme yatırımlarının bulunduğunu, dış açık ortaya çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere Yabancıların özelleştirme yatırımları girişiyle uluslar arası rezervlerin yükseldiğini varsayıyoruz. Özelleştirme yatırımları ile hem ödemeler bilançosu finansmanı sağlanmakta hem de borç ödenmektedir. Yerleşikler de net dış borç kadar artırdıkları iç harcamalarını bu kez bir defalık gelir sağlayan özelleştirme yatırım girişleri ile finanse etmektedirler. Çünkü net ithalat vardır ve dış borcun sebebi de budur. Sonuçta da yerleşiklerin net ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar, net dış borcu azaltan ve sonrasında bir defalık gelir sağlayan özelleştirme yatırımları ile karşılanacaktır. 93 Dış borçlar meselesi günümüz dünyasında ve ülkemizde gündemin ilk sıralarında yer almakta ve önemini gittikçe artırmaktadır. Gerçekten bu soruna ciddi olarak yaklaşılmalı ve popülizmden uzak teknik ve etkin tedbirlerle bu meselenin sorun olmaktan çıkarılarak, kalkınmada hangi ölçüler içerisinde yararlanılabileceği bilimsel metotlarla ortaya konulmaya çalışılmalıdır. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde belli sınırlar dahilinde dış borçlanmanın kalkınmayı gerçekleştirmede rol oynayabileceği kanaatindeyiz. Aşağıda belirtilen şartlar dahilinde yapılacak dış borçlanma söz konusu ülkelerde kalkınmaya ivme kazandırabilecektir. Büyüme ve kalkınma, yeterli tasarruf hacmi ve dolayısıyla yeterli yatırımla gerçekleşebilir. Dış borçlanma ilk yapıldığında bu mevcuda ilave niteliğindedir. Ancak devlet reel faiz oranının altında borçlanmayı başarabilmelidir. Bu da finansal kırılganlık düzeyinin düşük olmasıyla mümkündür. Yüksek faizli ve kısa vadeli mevcut dış borçları, düşük faizli ve uzun vadeli yeni borçlanma yaparak ödemeli ve dış ödeme sıkışıklığını kısa dönemde rahatlatmalıdır. Dış borçlar üretken yani verimli alanlara, istihdamı ve ihracatı artırıcı, sermaye malı ithalatına imkan veren, turizmi geliştiren atıl kapasiteyi harekete geçirebilecek, sanayileşmeyi hızlandıracak ve bu doğrultuda tarım kesimindeki gizli işsizlerin sanayi ve hizmetler kesiminde iş bulabilmelerini sağlayacak, eş zamanlı olarak da tarımda modern teknolojiyi, ucuz girdi teminini gerçekleştirecek tarzda kullanılmalıdır. Dış borçlar sermaye hasıla katsayısı yüksek olan bu tip ülkelerde, hiç olmazsa bu katsayının nispi olarak düşük olduğu sektörlere aktarılmalıdır. Dış borçlar maliye politikası ile ahenkli bir biçimde, yatırımları, üretimi, istihdam ve ihracat kapasitesini ve dolayısıyla vergi kapasitesini artırıcı alanlara yönelik kullanılmalıdır. Gelir meydana getirici alt yapı, baraj, modern tarım, limanlar, havayolları, hammadde merkezleri arasında kolay ulaşımı sağlayacak karayolları, ihracata yönelik yük taşımacılığı, şehir içi ulaşım, metro, telekomünikasyon, elektrik, doğalgaz, moral ve sosyal tesisleri vb. bu alanlara örnek olabilir. 94 Dış borçlar para ve kur politikası ile de ahenkli olarak yürütülmelidir. Dış borçlanma gerçekleştikten sonra, bu borcun geri ödenmesini sağlayacak toplam arzı artıran alanlara yatırım yapıldığı esnada ihtiyaç duyulan para arzı artarken enflasyona sebep olunmamalı, artan yabancı para arzı ise döviz kuru istikrarını bozmamalıdır. Dış borçlar ülke içi sermaye birikimini sağlayan sermaye malı üretimi ve ihracat kapasitesini genişletmek kaydıyla sermaye malı ithalatında kullanılmalıdır. Dış borçlar enflasyonu körüklememeli, tüketim malı talebini azdırmayacak, toplam tasarruf hacmini artıracak biçimde kullanılmalıdır. Dış borçlar turizm, eğitim ve sağlık alanlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını sağlayacak tarzda kullanılmalıdır. Dış borçlar ülke içinde Küçük ve orta boy işletmeleri geliştirmek ve onlara finansman desteği sağlamak amacıyla da kullanılmalıdır. Böylelikle stratejik olarak büyüme potansiyeli olan, üretimi artırma ve işsizliği azaltma fonksiyonu bulunan ve kanaatimizce gelir dağılımında da adaleti sağlamaya yardımcı olacak bu sektöre ucuz kaynak temini milli gelirin artırılmasını da sağlayacaktır. Yabancı sermaye çeşitleri ve dış borçlanmadan söz ettikten sonra 2000’li yıllardaki gelişmelere baktığımızda, 2000 ve 2001 yılında peş peşe yaşanan söz konusu krizlerin ve ekonomideki belirsizliklerin işsizliğin artmasında etkili olduğunu görürüz. 2001 krizi özellikle bankacılık sektörünü derinden etkilediğinden çok sayıda beyaz yakalının, dolayısıyla eğitimli kişilerin işsiz kalmasına sebep olmuştur. İşsizliğin çok yüksek olduğu Türkiye’de istihdam yaratılamamakta, ekonomik büyümeye rağmen işsizlik azalmamaktadır. Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren özellikle 2001 krizinin beraberinde getirdiği ekonomik sorunlarla birlikte ekonomik anlamda oldukça zor bir döneme girmiştir. 2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyümeyle birlikte enflasyon tek haneli rakamlara düşmüş, ekonomi reel olarak yüksek bir büyüme hızına ulaşmış, Yeni Türk Lirası değer kazanmış, ihracat artmış, kamu borçlanması giderek azalmış, merkez bankasının rezervleri artmış, reel faizler düşmüştür. Ancak, bütün bu olumlu gelişmelerden işgücü piyasası pay alamamış, işsizlik önemli bir sorun haline gelmiştir.243 243 Ataman, Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar, s. 94,96,97. 95 İşsizlikle mücadelede bilinen en etkin yol ekonomik büyüme olduğu halde değinildiği üzere 2000’li yılların başlarında Türkiye’de ve dünyada istihdamsız bir büyüme süreci yaşanmıştır. Bu süreçte dünyada özellikle imalat sanayinde üretim artarken, istihdam artmamış, hatta birçok ülkede azalmıştır. Bu dönemdeki büyüme daha çok verimlilik artışı kaynaklıdır. İstihdamsız büyüme artan küresel rekabetin bir sonucu olmuştur. Küresel rekabet, firmaları daha az istihdamla daha çok üretmenin yollarını aramaya zorlamıştır. Söz konusu problemler ülkemiz açısından da geçerlidir. İşgücü piyasasında arzın karşılanabileceği yeterli talebin yaratılamaması, işgücüne her gün yeni katılımların olduğu genç nüfusa sahip ülkemizde bu problemi daha da ağırlaştırmaktadır. Özellikle istihdamın sektörel dağılımındaki dengesizlik işsizlikle mücadelede köklü yapısal değişimlerin gerekliliğini ortaya koymuştur. Gelişmiş ülkelere bakıldığında tarımın en az istihdam yarattığı, ardından sanayi ve hizmetler sektörü istihdamının geldiği bir yapı ile karşılaşılmaktadır. Türkiye’de ise istihdam yoğunluğu sırasıyla hizmetler, tarım ve sanayi sektörlerindedir.244 Bilindiği üzere Türkiye ekonomisi 1998’den bu yana dolaylı ya da dolaysız biçimde uluslararası para fonu (IMF) tarafından yönetilmekte ve denetlenmektedir. Özellikle Şubat 2001 krizi sonrasında şekillenen uluslararası para fonu (IMF) programının temeli piyasalara güven sağlama yoluyla istikrar görüşüne dayanmaktadır. Türkiye söz konusu fon tarafından kendisine sunulan yapısal uyarlama reformlarını gerçekleştirmeyi taahhüt edecek; belli aralıklarla da bizzat bu fon tarafından denetime tabi tutulacaktır. Bu denetimler sonucunda Türk hükümeti ve bürokrasisi başarılı bulunduğu ölçüde piyasalar tarafından güvenilir olarak algılanacak, böylece de faizler üzerindeki risk marjı düşerek, tüketim ve yatırım talebi uyarılacak ve Türkiye büyüme patikasına girecektir.245 Kriz yılı olan 2001 yılında ekonomi 1987 yılı fiyatlarıyla bir önceki yıla göre yıllık ortalama %9,4 oranında küçülmüştür. Söz konusu küçülmenin başta ithalat vergisi olmak üzere sırasıyla mali kuruluşlar, ticaret, sanayi, serbest meslek ve hizmetler ile tarım ve inşaatta yoğunlaştığı görülmektedir. 244 Harcama yöntemiyle Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.2. Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009), par.1. 245 96 yapılan hesaplamalarda ise en fazla azalmanın gayri safi sabit sermaye oluşumunda meydana geldiği, mal ve hizmet ithalatı harcamalarında da ciddi bir azalma kaydedildiği görülmektedir.246 2001 mayıs ayına kadar geçen sürede çöken 15.317 firma dahil, krizin başladığı 1998’den bu tarihe kadar toplam 94.905 firma kapanmış, işsizlik oranı da %6.8’den %8.6’ya atıl işgücü oranı %16.7’ye yükselmiştir. Ancak kayıt dışı çalışan işçiler ya da kayıt dışı firmalardaki işsizlerin sayısının ne olduğu tespit edilememiştir. Yalnızca işsizlerin sayısında bir milyonluk artış olduğu tahmin edilmiştir. Dolar üzerinden birim ücret endeksi 1997 sabit fiyatlarıyla 1990-1993 arası 140-150 civarında seyrederken 2000 ve sonrasında önce 100’e sonra bunun da altına inmiştir. Söz konusu dönemde işsizliği artıran başka bir faktörde kaçak olarak ülkemize gelen yabancı işçiler olmuştur. 2002 yılında 500 bin ile 1 milyon arasında yabancı işçi, kaçak olarak Türkiye’de çalışmıştır. Bunlar hem yerli işgücünü ikame ederek işsizliği artırmışlar, hem daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olduklarından reel ücretlerin düşmesine neden olmuşlardır.247 İşsizlik, planlı dönemin başından itibaren önemini koruyan ekonomik ve sosyal nitelikli bir problemdir. 2002 yılında ekonomimizde büyüme yaşanmasına rağmen 2003 yılı hane halkı işgücü anket sonuçlarına göre işsizlik oranı %12’lere ulaşmıştır. Türkiye’de işsizliğin bu seviyelerde olması AB ülkeleri ortalamaları ile karşılaştırıldığında yanıltıcı sonuçlar çıkarılmasına neden olmaktadır. Çünkü Türkiye’de kırsal kesim istihdamının göreli olarak yüksek olması dolayısıyla ücretsiz aile işçiliğinin yaygın olması, işgücüne katılma oranının düşüklüğü ve sosyal güvenceden yoksun düşük verimle çalışanların fazlalığı, işsizlik oranlarının gelişmiş ülkelere göre ister istemez düşük seviyelerde görünmesine neden olmaktadır.248 Bilindiği üzere mayıs 2001 tarihli güçlü ekonomiye geçiş programı ve sonrasında taahhüt edilen niyet mektuplarının makroekonomik hedefleri, 2006 sonuna 246 Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.1-3,6. 247 Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.9,14,31,32. 248 Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003, httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.1. 97 kadar kamu kesimi faiz dışı bütçe dengesinin milli gelire oranının %6.5 düzeyinde bir fazla oluşturmasını öngörmektedir. Hükümet ve kamu bürokrasisi, Türkiye ekonomisinin 2002 ve 2003’ün birinci çeyreğindeki %7’yi aşan büyüme performansını da faiz dışı fazla hedeflerini tutturmadaki ve genel olarak yapısal reformları uygulamadaki başarıların bir sonucu olarak yorumlamıştır. Oysa 2002 ve 2003 başında gerçekleşen büyümenin kaynaklarını yakından incelediğimizde, söz konusu büyümenin hükümetin iktisadi politikaları ile hiç ilgisi bulunmadığını; büyümeyi sağlayan ana kaynağın öncelikle ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlamaya dayandığını ve üretimin de çoğunlukla stok birikimine yöneldiğini görmekteyiz.249 Ekonomide 2001 yılında tarihi bir küçülme yaşanmasını takiben 2002 yılının tamamı ve 2003 yılının ilk yarısı itibariyle ekonominin bir büyüme süreci içine girmiş olduğunu görüyoruz. 2002 yılının tümünde gayri safi milli gelirde %7,8 artış sağlanmıştır. 1987 yılı fiyatlarıyla yapılan hesaplamaya göre en yüksek büyüme sırasıyla ithalat vergisi, ticaret ve sanayi sektörlerinde gerçekleşmiştir. Harcamalara göre yapılan gayri safi milli gelir hesabında ise en yüksek büyüme sırasıyla mal ve hizmet ithalatı, mal ve hizmet ihracatı ve devletin nihai tüketim harcamalarında gerçekleşmiştir. 2002 yılında gayri safi sabit sermaye oluşumu için yapılan harcamalarda yaşanan % 0,8’lik negatif büyüme dikkat çekicidir. 2003 yılının ilk yarısı itibarıyla gayri safi milli gelir büyümesi %5,4 oranındadır. 2003 yılı ilk altı ayında en yüksek oranlı büyüme ithalat vergisinde meydana gelmiştir. Büyüme hızları dönemsel olarak incelendiğinde büyüme hızının 2002 yılı 4. döneminden itibaren düşmeye başladığı görülmektedir. Hem 2002 yılında hem de 2003 yılının ilk altı ayında mal ve hizmet ihracatı ve ithalatı harcamalarındaki yüksek büyüme hızları ise dikkate değerdir.250 Veriler 2002’de gayri safi yurt içi gelirdeki artışın %90’ının stok artışları olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Bunun anlamı, 2002’deki reel büyümenin halkın refah gücüne yansımamış olup reel kişisel gelirlerde durgunluk yaşanırken ve sabit sermaye yatırımları gerilerken, bütünüyle stok birikimine yönelen bir üretim artışının 249 Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009), par.2,3. 250 Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.12,13,14,15,17. 98 gerçekleştirilmiş olmasıdır. 2003 için de benzer tespitleri yapmak söz konusudur. Ayrıca 2003 yılı başında tüketim talebinde gözlenen canlanma tümüyle gayri safi yurt içi gelirdeki artışın %115’ine ulaşan ithalattaki olağanüstü genişlemenin eseridir. İthalattaki bu yüksek sıçrama ise doğrudan doğruya döviz kurundaki aşırı değerlenmeye bağlanabilir.251 2002 yılında sektörler itibariyle katma değer artış hızları tarımda %6.9, sanayide %9.4 ve hizmetlerde %7.5 oranında gerçekleşmiştir. Ekonomideki canlanma 2003 yılında da devam etmiştir. Mali krizleri aşmak için uygulamaya konulan programda öncelikle ihracat, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ve işletmelerin finansal sorunlarına ilişkin çeşitli önlemler alınmıştır.252 2002 ve 2003 yıllarında gayri safi milli gelirde artış meydana gelmiş olmasına yani ekonomide bir büyüme gerçekleşmiş olmasına rağmen, işsizlik artmıştır. Bu durumun temel sebebi, mevcut işletmelerin yeni yatırımlar yapılmaksızın kapasite kullanım oranlarını ve verimliliklerini arttırmış olmalarıdır. Başka bir anlatımla istihdam yaratmayan büyüme olgusu ortaya çıkmıştır. Ancak, yatırım yapılmaksızın büyüme sağlanmasının sınırı olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de istihdamın arttırılması için kaçınılmaz olan, yeni yatırımların yapılması gerekliliğidir.253 Başka bir görüşe göre ise 2002 yılında yüksek oranlı bir büyüme gerçekleşmiş olmasına rağmen istihdam düzeyindeki gerileme, tarımsal istihdamdaki azalmanın tarım dışı sektörler tarafından bütünüyle emilememesinden kaynaklanmıştır.254 Türkiye’nin ticaret fazlası verdiği emek-yoğun sektörlerde uluslararası rakipleri yine Türkiye’ye benzer koşullarda üretimin gerçekleştiği çevre ülkeleridir. Rekabet gücünü artırmak, birim emek maliyetlerinin aşağı çekilmesiyle gerçekleşmektedir. Döviz kuru politikalarının giderek devre dışı kaldığı ve üretim teknolojisinde büyük farkların olmadığı koşullarda, birim emek maliyetlerinin düşmesi, reel ücret ve istihdam hareketlerinin bastırılması yani işgücü verimliliğinin yükselmesi 251 Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009), par.4,5. 252 İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.1. 253 Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003, httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.5. 254 Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009), par.4. 99 ile mümkün olmaktadır. Sonuç olarak gelişmekte olan ülkelerde üretim ve verim artışlarına rağmen çalışanların reel kazançları baskı altında kalmakta; ekonomik büyümeye paralel istihdam artışları gerçekleşmemekte; işsizlik oranları giderek artmaktadır.255 Bu dönemlerde sanayi üretimi gerilemiş ancak üretimde çalışan kişi başına verimlilikte bir gerileme kaydedilmemiştir. Ancak üretimde çalışanların sayısının düştüğü görülmektedir. Bu tablo krizin başlıca mağdurlarının işsiz kalan işçilerle, işsiz kalanın işini de yapmak zorunda kalan işçiler olduğunu göstermektedir. İşveren kriz dönemi ile birlikte üretimindeki gerilemeyi işgücü maliyetlerini azaltarak telafi etmektedir. Kısmi verimlilik endeksi incelendiğinde sanayi üretimi ile üretimde çalışan kişi başına verimlilik endeksinin paralel bir eğilim içinde olduğu ama üretimde çalışanlar endeksi ile sanayi üretimi endeksi arasındaki ilişkinin tam bir paralellik arz etmediği görülmektedir. Nihayet tamamlayıcı bir diğer veri de reel ücret kazançlarıdır. Devlet İstatistik Enstitüsünün (1997=100) temelinde imalat sanayi üretiminde çalışan kişi başına reel ücret kazancı ile ilgili yaptığı çalışmada, kriz döneminde reel kazancın keskin bir biçimde düştüğü tespit edilmiştir.256 Büyüme süreci 2004 yılında da devam etmiş ikinci çeyrekte gayri safi milli gelir % 14.4 ve gayri safi yurt içi gelir ise % 13.4 oranında büyümüştür. Gayri safi milli gelir ve gayri safi yurt içi gelir artışları sanayi üretim endeksi ve diğer ekonomik göstergelerdeki olumlu gelişmeler çerçevesinde yüksek oranlarda gerçekleşmiştir. Bu olumlu gelişmede, sanayi, ithalat vergisi, ve ticaret sektörlerindeki yüksek büyüme oranları etken olmuştur. 2000 yılından 2004 yılına kadar olan dönemde düşüş eğilimi içerisinde olmasına rağmen hala yüksek oranlarda seyreden eksik istihdam, istihdam edilmiş olan kişilerin potansiyel kapasitelerinden tam olarak yararlanılmadığını göstermekte olup işgücü piyasasında işsizlik kadar önemli bir sorun teşkil etmiştir.257 255 Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara, Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı Raporu, httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf, (13.02.2009), s.36. 256 Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.39,40. 257 İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.2,3,9,11. 100 2004 yılında gayri safi milli gelir büyüme hızı % 9.9 olmasına rağmen, istihdam artış oranı % 2 gibi düşük bir seviyede seyretmektedir. Gayri safi milli gelirdeki bu büyümenin istihdamsız bir büyüme olduğu söylenebilir. Ekonomide 2002 ve 2004 yılları arasında gözlenen ihracat odaklı büyümenin kaynağını da bu dönemdeki verimlilik artışları oluşturmaktadır. Verimlilik artışlarının yükseldiği bu süreçte, reel ücretlerde artış gözlenmezken, yeni istihdam da yaratılamamıştır.258 2004 yılında tarım sektörünün istihdamın büyük bir bölümünü barındırdığı görülmektedir. Ekonomideki yapısal dönüşüm sürecinde bazı sektörler küçülürken bazı sektörler büyümüş ve bu durum istihdamın da sektörel dağılımını etkilemiştir. Son yıllarda tarımda yeniden yapılanma sürecinde bu sektörde rekabetin tesis edilmesi çabaları devam etmektedir. Bu durum, tarım sektöründe işgücünden kopmalar meydana getirmiştir. Tarım sektörünün çözülmesi sonucu sanayi ve hizmetler sektörünün payı hem üretim hem de istihdam açısından ciddi olarak artış göstermiştir. Bunun yanı sıra tarım sektöründeki istihdam ve sektörün gayri safi yurt içi gelir içindeki payları arasında hala bir paralellik söz konusu değildir. Bu durum çoğunlukla tarımda verimliliğin düşük olmasından kaynaklanmaktadır. 2004 yılı itibarıyla, verimlilik artışlarında doyma noktasına ulaşılması, 2003 ve 2004 yıllarında gerçekleşen yüksek oranlı özel kesim sabit sermaye yatırım artışlarının gecikmeli olarak istihdama yansıması ve böylece daha fazla büyüme için daha fazla istihdam yaratılmasının zorunlu hale gelmesi ve ekonomik istikrarın kalıcı olduğuna olan inancın artması sonucunda, istihdamda % 3 oranında artış kaydedilmiştir. Böylece, üretim faktörlerinin büyümeye katkıları açısından, önceki yıllara kıyasla çok daha dengeli bir yapı oluşmuştur. Ancak Türkiye İstatistik Kurumunun verileri 2004 yılında kayıt dışı istihdamın da arttığı ve 2004 yılındaki istihdam artışının büyük çoğunlukla kayıt dışı alanda gerçekleştiğini göstermektedir.259 2005 yılında 2004 yılına göre düşmekle beraber yüksek bir büyüme performansı yakalanmıştır. Büyüme %7.6 olarak gerçekleşmiştir. Büyüme rakamlarının tartışmalı tarafı, bu kadar yüksek büyümenin ardından istihdamda yeterince artış 258 259 Eyüboğlu, s.42. Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.26,27,29,30. 101 olmaması, başka bir deyişle işsizliğin azaltılamamış olmasıdır. Bu dönemde de büyümenin aksine işsizlik oranları düşürülememiş ve %10.3 olarak gerçekleşmiştir.260 Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı rakamlara göre; 2006 yılının dördüncü üç aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla gayri safi millî gelir % 4.6’lık bir artış göstermiş olup yılın tamamında ise sabit fiyatlarla % 6.0’lık artış kaydedilmiştir. Gayri safi yurtiçi gelir ise 2006 yılının dördüncü üç aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla % 5.2, yılın tamamında ise % 6,1 oranında bir artış göstermiştir. Büyümenin kaynaklarına bakıldığında istihdamın yeterince artmamasının ve yüksek büyüme oranları açıklanmasına rağmen işsizliğin azaltılamamasının nedenleri açıkça görülmektedir. Sonuç olarak, ithalata ve tüketime dayalı bir büyüme söz konusudur. Bu sağlıklı ve sürdürülebilir bir durum değildir. Önemli istihdam sağlayan tarım sektörü de ancak revizyonlarla büyütülebilmektedir. Bu durumda işsizlik de azaltılamamaktadır. Yüksek büyüme oranları açıklanmasına rağmen, işsizlik oranı hâlâ yüzde 10’lar düzeyinde devam etmektedir. İşsizlik oranı 2004’te ve 2005 % 10.3 olarak gerçekleşmiş olup ekim 2006 itibarıyla % 9.1’e düşmüştür. Genç ve eğitimli nüfusta işsizlik oranı çok yüksektir.261 1997-2006 döneminde gayri safi milli gelir ortalama artış hızının gayri safi yurt içi gelirinkinden yaklaşık 0,5 puan düşük gerçekleşmesi, net dış alem faktör gelirlerinin 2000 sonrasında negatif değerlere geçmesi nedeniyledir. Türkiye’nin dış kaynak açıkları büyüyerek sürdükçe ve bu açıkları kapatan yabancı sermaye girdilerine yüksek getiri sağlandıkça bu eğilim kalıcı olacaktır. İmalat sanayi kapasite kullanım oranları, 20042006 yıllarında hem özel sektör, hem kamu sektörü için konjonktürel zirve değerlerine ulaşmıştır. Tarımsal gelirin 1997-2006 döneminde yılda ortalama yüzde 1 civarında bir hızla artması sonucunda, sabit fiyatlarla hesaplanan tarımsal gelir / gayri safi milli gelir oranı 1997’de yüzde 13.3 iken, 2006’da yüzde 11.1’e gerilemiştir. Sanayinin gayri safi yurt içi gelir içindeki payı ise 1997’den bu yana oldukça istikrarlı seyretmiş olup sabit ve cari fiyatlarla hesaplanan paylar sırasıyla %29 ve %25 düzeylerindedir. Dolayısıyla 260 Ahmet Ay, Zeynep Karaçor, “2001 sonrası dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden Büyümeye Geçiş Üzerine Bir Tartışma”, httpwww.sosyalbil.selcuk.edu.trsos_makmakalelerAhmet%20AY%20%20Zeynep%20KARA%C3%87ORAY,%20AHMET.pdf (13.02.2009), s.74. 261 Mehmet Günal, “Büyüme Sanal mı, Gerçek mi?”, 2007, www.2023.gen.tr/nisan2007/5.htm, (13.02.2009), par.4,9,10,11. 102 tarımsal gelir paylarındaki daralma hemen tümüyle hizmet sektöründeki göreli genişlemeye yansımıştır. 1997-2006 döneminin tamamında ekonomik büyümeye en büyük katkıyı yüzde 59 ile tüketim sağlanmış olup sabit sermaye yatırımlarının pozitif katkısı yüzde 26 dolayında gerçekleşmiş, stok artışlarının katkısı ise yüzde 14 olmuş, net mal ve hizmet ihracatının katkısı ise yüzde 1 gibi, ihmal edilebilir düzeyde gerçekleşmiştir. 1997-2006 döneminin üç aylık bazda düzenlenmiş imalat sanayi verilerini kullanarak yapılan bir ekonometrik sınamada sanayi sektöründe istihdamın uzun dönemli gelir esnekliği 0.5 çevresinde tahmin edilmiş, daha açık bir deyişle sınaî istihdamın sınai gelir artış hızının yarısı kadar bir hızla artabileceği kestirilmiş, öte yandan işgücü maliyeti esnekliği istatistik olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu sınamalar işverenler çevresinde sık sık dile getirilen ve işgücü maliyeti düşürüldüğü takdirde istihdamın artacağını iddia eden görüşlerin geçerliliğini kuşkulu kılmaktadır.262 2001-2006 döneminde gerçekleşen ortalama yüzde 7,2’lik büyüme hızına rağmen, işsizlik oranları 2006 yılında 2002 yılına göre sadece yüzde 0,7 oranında düşerek % 9,9 olarak gerçekleşmiştir. Görüldüğü gibi 2001-2006 döneminde ekonomik büyümenin istihdam üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır. Başka bir deyişle söz konusu yıllar içerisinde istihdam dostu olmayan bir büyüme gerçekleşmiştir. 2007 yılında yüzde 4,5’lik bir büyüme ile son 6 yılın en düşük rakamı gerçekleşmiş olmasına rağmen ülkemiz 24 çeyrektir kesintisiz büyümektedir. 24 çeyrektir kesintisiz süren bu büyümeye rağmen işsizlik sorununa kalıcı çözümler bulunamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, mevcut işletmelerin yeni yatırımlar yapmaksızın kapasite kullanım oranlarını ve verimliliklerini artırmış olmalarıdır. Yeni yatırımlar yapılmaksızın sağlanan büyümenin sürekli olamayacağı böylelikle apaçık ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de yeni yatırımlar yapılarak yeni istihdam alanlarının açılması gerekmektedir. Bunun için özel sektör mantığını ön plana çıkaracak yeni düzenlemelere ihtiyacımız bulunmaktadır.263 262 Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara, Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı Raporu, httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf, (13.02.2009), s.19,20,37. 263 İzmir Ticaret Odası, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu Çıkmaz Sokakta”, Mayıs 2008, Arge Bülten, httpwww.izto.org.trNRrdonlyres7475BDA1-95B7-4855-B351-9ADCE4362AFE9931issizlik_saiterdem.pdf (13.02.2009), s.8,9. 103 2008 yılında ise yeni bir küresel finans krizinin başladığı yıldır. Bu yılın tamamına ait ekonomik büyüme oranını vermeden önce söz konusu krizin ilk 9 ayda pozitif büyüme kaydetmiş olan ülkemizin son çeyrekte nasıl negatif oranda büyüyerek, yılın tamamı için büyüme oranını düşürdüğüne dikkat çekmek gerekir. 2008 yılının son çeyreğinde hızlanan küresel kriz ve bunun öncesinde gelişen diğer bazı iç ve dış dinamikler, Türkiye’nin büyüme ivmesini daha da azaltmıştır. 2008 yılında ortaya çıkan küresel kriz ile birlikte Türkiye’nin artık durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine girdiği görülmektedir. 2008 yılının ilk dokuz aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla hesaplanan gayri safi yurtiçi gelir % 3.0’lık artışla 77 547 milyon YTL olurken, 2008 yılının ilk dokuz aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre bu kez cari fiyatlarla hesaplanan gayri safi yurtiçi gelir %15.6’lık artışla 731 277 Milyon YTL olmuştur. Gayri safi yurt içi gelir artarken işsizlik oranında bir düşüş meydana gelmemiş, bu oran % 10.3 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 295 bin kişi artarak 2 milyon 548 bin kişiye yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 1 puanlık artış ile % 10.3 seviyesinde gerçekleşmiştir.264 2008 yılında gayri safi yurt içi gelir birinci çeyrekte %6.7, ikinci çeyrekte %2.3 ve üçüncü çeyrekte sadece %0.5 düzeyinde büyürken, beklenen esas daralma ise % -6.2 ile son çeyrekte gelmiştir. Böylece yıl ortalaması olarak ekonomi %1.1 büyüyerek, gayri safi yurt içi gelir cari fiyatlarla 950 milyar TL, 1998=100 sabit fiyatlarıyla 102,3 milyar TL olmuştur. Global ekonomik krizin ve Türkiye’deki makroekonomik konjonktürün etkisi ile işsizlik hızla artmaya devam etmektedir. Yükselen işsizlik rakamlarının ardında işgücü piyasasına yeniden giren kadınların etkisi dikkate değerdir. Buna karşılık istihdam rakamları bu kadınların ancak bir kısmının iş bulabildiğini göstermektedir. 264 Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, “Ekonomik Gelişmeler Raporu”, Kasım 2008, Arge Müdürlüğü, httpwww.tesk.org.trtrguncelsoneko0811.pdf (13.02.2009), s.2,3. Türkiye İstatistik Kurumu web Sitelerinde bulunan; Türkiye’de nüfus, Gayri Safi Yurt İçi Gelir ve Kişi Başı Gelirdeki Gelişmeler tablolarındaki bilgilerden yararlanılmıştır. 104 Tarım dışı işsizlik açısından aralık 2007’den aralık 2008’e (yani 2008 yılında) tarım dışı işsizlerdeki 937 bin artışın 688 bini erkeklerden 249 bini kadınlardan oluşmuştur.265 2000 yılı için Türkiye’de tarım sektörünün istihdamdaki payı % 36,0 sanayi sektörü payı % 17,7 ve inşaat ve hizmet sektörünün payı da % 46,3 seviyesindedir. Bu oranlar 2008 yılında ise sırasıyla; tarımda % 26,4, sanayide % 20,1 ve inşaat ve hizmet sektöründe ise % 53,5 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı 2000-2008 yılları arası incelendiğinde, tarım sektörünün istihdamdaki payının, azalma eğilimde olduğu görülmektedir. Ancak, tarım sektöründeki istihdam payının 1990’lı yıllardaki gibi hâlâ yüksek olduğu söylenebilir. Aynı dönemde sanayi ve hizmetler kesiminin payı ise hizmetler kesiminin payı daha hızlı olmak üzere yükselmiştir. Bu yüzden istihdamın sektörel kompozisyonunda 2000 yılından itibaren tıpkı 1990’lı yıllardaki gibi tarım ağırlıklı yapıdan, hizmetler ağırlıklı yapıya doğru bir geçişin olduğu gözlenmektedir (Tablo: 9 ). Tarım dışı istihdam ise 2000 yılında % 64,0 iken 2008 yılında % 73,8’e yükselmiş, tarım istihdamı ise aynı yıllar itibariyle % 36,0’dan % 26,2’ye düşmüştür. Tarım istihdamında kadın nüfus erkek nüfustan daha yavaş azalmış, tarım dışı istihdamda ise kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı artmıştır. Tarım dışı istihdamda kırdan kente gelmeyen kadın ve erkek istihdamında artış çok daha yüksek gerçekleşmiştir. 2000’li yıllarda kırdan kente olan göçler, başta hizmetler sektörü olmak üzere sanayi sektörünün istihdamını artırmıştır (Tablo: 3 ). 2000 yılında kurumsal olmayan nüfus 66.187 iken 2008 yılında 69.724’e yükselerek % 5,3’lük bir artış göstermiştir. İşgücü arzı ise 23.078 iken 2008 yılında 23.805’e yükselerek % 3,2’lik bir artış göstermiştir. 2000 yılında % 49,9 olan işgücüne katılım oranı ise 2008 yılında % 46,9 seviyesine gerilemiştir. Nüfus artış hızının işgücü artış hızından daha yüksek artmış olmasına rağmen işgücüne katılım oranının düşmesi 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun aynı dönemde % 9,9’luk artış kaydetmesi nedeniyledir. Bu da genç nüfusun payının giderek yükselmesine rağmen, işgücüne giderek azalan miktarlarda dahil olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni ise 265 Seyfettin Gürsel, Gökçe Uysal Kolaşin, Mehmet Alper Dinçer, İşsizlik Büyük Ölçüde Erkeklerde Yaşanan İşgücü Artışı ile İstihdam Kayıplarından Kaynaklanıyor, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi Araştırma Notu, 031, İstanbul, 2009, s.1. 105 verimlilik ve kapasite kullanım artışlarının istihdamın artırılamamasına yol açması ve işsizlik oranlarını yükseltmesidir (Tablo: 1 ). Aynı yıllar itibariyle istihdam oranı % 46,7 den % 41,7 ye, kayıt dışı istihdam oranı % 50,6 dan % 43,5 a, eksik istihdam oranı % 6,9 dan % 3,3 e düşmüştür. Ancak işsizlik oranı % 6,5 dan % 11,0 a yükselmiştir. İstihdam oranı düşmüş olmasına karşın işsizlik oranı ise artmıştır (Tablo: 2 ). Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki çalışma çağındaki nüfus 2004 yılında 49 milyon 944 bin kişidir. Buna karşılık, işgücü 25 milyon 265 bin kişidir ve işgücüne katılma oranı % 50.6 olarak gerçekleşmiştir. Bunun anlamı, çalışabilecek yaştaki her 100 kişiden ancak 50 kişinin çalışmakta veya iş aramakta olduğudur.266 İstihdamın işteki durumuna göre dağılımı incelendiğinde, işgücü içinde ücretlilerin payı sürekli artış halindedir. 2000 yılında % 38,7 olan bu oran, 2008 yılında % 58,9’a yükselmiştir. İşgücünün işteki durumuna göre dağılımı cinsiyet açısından ele alındığında ücretliler, işveren ve serbest çalışanların çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu görülmektedir. Ücretsiz aile işçiliğinde ise kadınların payı yüksektir. Ücretsiz aile işçiliğinin payının özellikle kadınlarda yüksek olması Türk işgücü piyasasının ayırt edici bir özelliği olmaktadır. Ancak toplam istihdam içinde bu oran kadınlarda 2000 yılında % 14,0 iken, 2008 yılında % 10,0’a düşmüştür. Aynı dönemde kadınlar her yıl erkeklerden fazla olduğu halde toplam istihdam içinde payının erkeklerden daha hızlı düştüğü görülmektedir. Türkiye’de kendi hesabına çalışanların payının yüksek olması da işgücü piyasası açısından anlamlı bir durumdur. Çünkü, işverenler en az bir kişiyi çalıştırdıkları halde, kendi hesabına çalışanlar kimseyi istihdam etmemektedir ve etse de bu ücret karşılığı değildir. Ekonomi geliştikçe de işveren ve kendi hesabına çalışanların payının azalması beklenmektedir. Türkiye’de ise bu grup, 2000 yılında % 29,8 düzeyinde iken çok düşük bir oranda azalarak 2008 yılında % 27,2’ye gerilemiştir (Tablo: 7 ). Türkiye’de istihdamın eğitim düzeyine göre dağılımında dikkati çeken nokta, 2000-2008 yılları arası dönemde toplam istihdam içinde okur yazar olmayanların 266 Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, Tüsiad Yayınları, Yayın No:11/381, İstanbul, 2004, s.29. 106 payının önemli ölçüde gerilemesi ve tüm eğitim seviyelerinde çok düşük artışların olmasıdır. Toplam istihdam içinde okuma bilmeyenlerin oranı 2000 yılında % 8,9 iken, 2008 yılına kadar olağan üstü bir gerileme kaydederek % 1,2 olarak gerçekleşmiştir. Bu bulgular, demografik fırsat penceresini destekler niteliktedir. Aynı yıllar itibariyle lise altı mezunlarının oranı, % 65,9’dan % 64,7’ye düşmüş olup toplam istihdamın yaklaşık üçte ikisini oluşturmaktadır. Lise ve dengi mezunlarının ise istihdam içindeki payı % 16,5’dan, % 19,8’e, yüksek öğretim görenlerin payı ise % 8,8’den % 14,2’ye yükselmiştir. Okul mezunlarının toplam istihdam içindeki payı 2000-2008 döneminde artış eğiliminde olmasına rağmen, istihdamın eğitim seviyesi lise altı oranın yüksek olması nedeniyle düşüktür ve büyük ölçüde vasıfsızlardan oluşmaktadır (Tablo: 5 ). 107 SONUÇ Bu çalışmanın konusu, öncelikle milli gelir, ekonomik büyüme, istihdam ve işsizlik ile ilgili teorik gelişmelerin, görüş ve düşüncelerin incelenmesi, analiz edilmesi ve bu çerçevede 1990’dan günümüze Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik olguları ile bunların arasındaki ilişkilerin analiz edilmesi olmuştur. Çalışmamızda uyguladığımız araştırma metodu, alan araştırması şeklinde literatür taraması olup kullandığımız literatür, konu ile ilgili kitaplar, makaleler, süreli yayınlar, tezler, raporlar ve güvenilir internet kaynaklarını kapsamıştır. Çalışmanın başında ortaya koyduğumuz hipotez, Türkiye’de ekonomik büyümenin reel bir büyüme olduğunun ve bu büyümenin istihdam üzerindeki etkilerinin 1990’dan günümüze kadar olumlu yönde geliştiğinin belirlenmesi olduğu halde çalışmamızın sonunda elde ettiğimiz bulgular söz konusu hipotezimizi kanıtlar nitelikte olmamıştır. İşsizlik, planlı dönemin başından günümüze kadar ekonomik ve sosyal nitelikli önemli bir problem olmaya devam etmiştir. Kalkınma planlarında ekonomik büyüme ile işsizliğin azaltılabileceği belirtildiği halde bugüne kadar kapsamlı bir ulusal istihdam politikasının oluşturulamamış ve uygulanamamıştır. 1990 yılından 1994 krizine kadar geçen dönemde, ülkemizde oldukça hızlı bir ekonomik büyüme kaydedilmiştir. TL nin aşırı değerlenmesi girişimci ve sanayicilerin yatırım malı ithalatını artırmıştır. Ne yazık ki düşük maliyetle ithal edilen makine ve teçhizat sanayileşmiş ülkelerin artık kullanmadığı teknolojileri içermektedir Buna rağmen eski teknoloji ürünü ithal yatırım malları, ülkemizdeki geri teknolojiye göre daha ileri olduğundan, reel ücret düşüklüğü avantajı ile birlikte sanayi üretimi artmıştır. Ancak, sınai üretim teknolojisinin ithal teknoloji olmakta devam etmesi, teknoloji üretiminin zayıf kalmış olması takip eden dönemde büyük sorun teşkil etmiştir. Öte yandan ekonomik büyümesine rağmen istihdamda daralma meydana gelmiştir. Başka bir deyişle, ekonomi nüfus artışındaki hıza paralel olan bir istihdam büyümesi meydana getirememiştir. Bunun doğal sonucu ise işsizliğin giderek büyümesi olmuştur. 108 Dışa açık yeni sanayileşme stratejilerinin uygulandığı 1990’lı yıllarda da, İthal ikameci sanayileşme politikalarının uygulandığı 1980’li yıllardaki gibi ekonomik büyümenin sermaye birikimine dayalı yapısı sürdürülmüştür. Ancak, piyasa ekonomisinin yerleşmesine ve dışa açılma yönünde harcanan çabalara rağmen toplam faktör verimliliği düzeyinde belirgin bir iyileşme gerçekleştirilememiştir. Sanayileşmenin belirli bir düzeye vardığı yıllarda sırasıyla 1994 krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi meydana gelmiştir. Bu olumsuz gelişmeler Ülkemizin yapısal sorunlarıyla birleşerek ekonominin büyüme hızında büyük düşüşlere neden olmuştur. Büyüme oranında meydana gelen bu düşüşler, istihdam hacmini, işgücü verimlilik oranlarını ve dolar bazında kişi başına gelir düzeyini düşürerek ciddi sosyal sonuçlar meydana getirmiş, işsizlik artmıştır. Ayrıca krizler zinciri gayri safi milli gelir artışını nüfus artışının altına düşürmüştür. 2000 ve 2001 yılında peş peşe yaşanan krizler ve ekonomideki belirsizlikler işsizliğin daha da artmasına yol açmıştır. 2001 krizi özellikle bankacılık sektörünü derinden etkilemiş ve pek çok eğitimli ve bankacı kişi işsiz kalmıştır. İşsizlik oranı ve atıl işgücü oranı yükselmeye, dolar cinsinden birim ücret endeksi düşmeye devam etmiştir. Krizler nedeniyle artan işsizliğe bir de dağılan Doğu Bloku ve eski Sovyetler Birliği’nden Ülkemize gelen binlerce yoksul ve işsizin eklenmesi, hızla yükselen işsizlik ve düşük ücret sonucunu daha da perçinlemiştir. 2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyüme ve temel makro ekonomik göstergelerdeki iyileşmeye rağmen işsizlik artmaya ve önemli bir sorun olmaya devam etmiştir. İşsizlikle mücadelede bilinen en etkin yol ekonomik büyüme olduğu halde 2000’li yılların başlarında Türkiye’de ve dünyada artan küresel rekabetin bir sonucu olarak istihdamsız bir büyüme süreci yaşanmıştır. Bu durumun temel sebebi, mevcut işletmelerin yeni yatırımlar yapılmaksızın kapasite kullanım oranlarını ve verimliliklerini arttırmış olmalarıdır. Verimlilik artışlarının yükseldiği bu süreçte, reel ücretlerde artış gözlenmezken, yeni istihdam da yaratılamamıştır. Ayrıca büyüme gerçekleşmiş olmasına rağmen istihdam düzeyindeki gerilemenin bir nedeni de, tarımsal istihdamdaki azalmanın tarım dışı sektörlerin istihdam artışlarına tam yansımaması olmuştur. 109 2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyümenin kaynakları analiz edildiğinde, büyümenin öncelikle ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlamaya dayandığını ve üretimin de çoğunlukla stok birikimine yöneldiğini görmekteyiz. Ayrıca tüketim talebinde gözlenen canlanma tümüyle ithalattaki olağanüstü genişlemenin eseri olmuştur. İthalattaki bu yüksek sıçramanın nedeni ise doğrudan doğruya döviz kurundaki aşırı değerlenme olmuştur. 2002 yılından itibaren işsizliği azaltamayan ve artış hızı yavaşlayarak devam eden ekonomik büyüme, 2008 yılının dokuzuncu ayının sonuna kadar devam etmiştir. 2008 yılı küresel finans krizinin başladığı yıldır. Söz konusu kriz ülkemizin son çeyrekte negatif oranda büyümesine yol açmıştır. 2008 yılının son çeyreğinde hızlanan küresel kriz ve bunun öncesinde gelişen diğer bazı iç ve dış dinamikler, Türkiye’nin büyüme ivmesini daha da azaltmıştır. 2008 yılında ortaya çıkan küresel kriz ile birlikte Türkiye’nin artık durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine girdiği ve işsizliğin daha da arttığı görülmektedir. Türkiye’de büyüme, istihdam ve işsizlik arasındaki ilişkiler ile Türk işgücü piyasasının karakteristik özellikleri arasında sürekli bir etkileşim meydana gelmiştir. Ekonominin gelişmekte olduğu Ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun şekillendirdiği işgücü piyasasının ortaya çıkan olumsuz karakteristik özellikleri çarpıcı bir niteliğe sahiptir. Araştırmamızın kapsadığı dönemlerde, Türkiye’de çalışanların büyük çoğunluğunun gelir düzeyinin yetersiz olduğu ve ücretlilerin istihdam edilenlerin içinde düşük bir oranı oluşturduğu tespit edilmiştir. İşsizliğin görünümü daha çok kentsel ve eğitimli genç işsizliği şeklindedir. Türkiye’de işgücüne katılma oranı, çalışma çağındaki nüfusun yarısının işgücünün içinde olmadığını, başka bir deyişle insan gücü kaynağının verimli kullanılmadığını göstermektedir. İstihdam oranı kadınlarda istihdam başta olmak üzere çok düşük bulunmuştur. Araştırmamızın kapsadığı dönemlerde, Türkiye’de tarım sektörünün gayri safi yurt içi gelirdeki ve toplam istihdamdaki payı giderek düşmesine rağmen, bu sektörün istihdamdaki payının günümüzde hala çok yüksek seviyede olduğu belirlenmiştir. 110 Tarımda egemen olan istihdam biçimi ise ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz aile işçiliğinde kadınların payı yüksektir. Ücretsiz aile işçiliğinin istihdam biçimi büyük çapta gizli işsizliktir. Bu nedenle işgücü verimliliği düşük seyretmektedir. Araştırmamızın kapsadığı dönemlerde, Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı, tarım sektöründe devamlı azalışlar, sanayi ve hizmetler sektöründe ise yavaş ve istikrarsız artışlar şeklinde gerçekleşmektedir. Kayıt dışı ve eksik istihdamın büyüklüğü de, araştırmamızın kapsadığı dönem itibariyle Türk işgücü piyasasının çarpıcı özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkmıştır. Kayıtlı ekonomide çalışanlara uygulanan yüksek vergi oranları ile çalışanın işverene maliyetinin yüksek olması gibi maliyet etkenleri kayıt dışının büyümesinde rol oynamıştır. Ekonomik krizler nedeniyle işten atılma ve uzun süre iş bulamama riskinin arttığı dönemlerde, işin niteliğini ve ücretinin miktarını değerlendirmeksizin kişilerin buldukları herhangi bir işe girmeyi tercih etmeleri ise eksik istihdamın artmasında rol oynamıştır. Çalışmamız sonucunda sosyo-ekonomik bir olgu olan işsizliğin, sadece ekonomik bir değer kaybı meydana getirmediği aynı zamanda ciddi bir sosyal sorun haline geldiği ortaya çıkmıştır. Ekonominin gelişmekte olduğu ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun ve bu sorunların şekillendirdiği işgücü piyasasının olumsuz özelliklerinin başlıca nedenleri; hukuki alt yapı eksikliği ve doğru işlemeyen bir bürokrasi, yüksek girdi ve istihdam maliyetleri, verimsizlik ve israf, teknolojik gelişmeler, bölgelerarası gelişme farklılıkları, yerli ve doğrudan yabancı sermaye yetersizliği, katma değeri, ihracatı ve istihdamı artırmayan yanlış yatırım politikaları, kırılgan finansal yapı, iç ve dış borçların yüksekliği, istihdamı artıracak sanayi-mesleki eğitim ve emek-eğitim politikasının belirlenememesi, hızlı nüfus artışı, genç nüfusun payının yüksekliği, iç ve dış göçler, ekonomik istikrarsızlıklar ile iç ve dış siyasi istikrarsızlıklardır. Beşeri sermaye unsuru olan insanı merkeze koyan, işgücünü eğitim düzeyine, vasıf ve yeteneğine uygun ve devamlı işlerde çalıştırabilme koşullarını sağlayan, normal çalışma usullerinin dışında çalışanların haklarını güvenceye alacak ve esnek çalışma 111 modellerine uygun mevzuat düzenlemeleri gerçekleştiren, girişimciliği desteklemek, iş meydana getirmek, kayıtsız ekonomiyi daraltmak ve özellikle küçük ve orta boy işletmeler üzerinde üretim ve istihdam artışını sağlamak amacıyla, istihdam ve işgücü maliyetlerini düşürücü önlemler alan, işsizliğin kadınlar ve eğitimli gençler gibi bazı kesimlerde yüksek olması nedeniyle bu gruplara yönelik özel politikaların geliştirilmesini sağlayan bir istihdam politikası oluşturulmalıdır. Ayrıca, istihdamın artırılmasında yerli ve yabancı sermayeyi ülkede yatırım yapmasını özendirecek makroekonomik ortamın ve istikrarın sağlanması gereklidir. Bu anlamda kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, iş ve istihdam yaratma gücü yüksek olan üretken alanlara yatırımların yönlendirilmesi gerekmektedir. 112 EKLER Tablo 1 Nüfus, İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Dağılımı (000) Yıllar Kurumsal Olmayan Nüfus 15 ve Daha Yukarı Yaştaki Nüfus 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 55.294 56.407 57.521 58.478 59.455 60.585 61.724 62.871 64.008 65.139 66.187 67.296 68.393 69.479 70.556 71.611 72.606 68.901 69.724 35.601 36.869 37.984 38.957 40.038 41.176 42.243 43.299 44.295 45.311 46.211 47.158 48.041 48.912 49.906 50.826 48.485 49.994 50.772 İşgücüne Kayıt Dahil İşgücü İstihdam Eksik İşsizler Dışı Olmayan Arzı Edilenler İstihdam İstihdam Nüfus 15.451 15.859 16.720 18.643 18.161 18.890 19.546 20.544 20.910 21.433 23.133 23.667 24.223 25.272 25.616 26.261 25.235 26.880 26.967 20.150 21.010 21.264 20.314 21.877 22.286 22.697 22.755 23.385 23.878 23.078 23.491 23.818 23.640 24.290 24.565 23.250 23.114 23.805 18.539 19.288 19.459 18.500 20.006 20.586 21.194 21.204 21.779 22.048 21.581 21.524 21.354 21.147 21.791 22.046 20.954 20.738 21.194 1.309 1.513 1.748 1.568 1.856 1.568 1.539 1.398 1.449 2.164 1.591 1.404 1.297 1.143 995 817 890 693 786 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 114 1.611 1.722 1.805 1.814 1.871 1.700 1.503 1.551 1.606 1.830 1.497 1.967 2.464 2.493 2.499 2.519 2.295 2.376 2.611 10.314 9.878 9.578 8.784 9.138 10.134 11.153 10.946 10.953 11.494 10.925 11.382 11.133 10.943 11.549 11.050 10.160 9.423 9.220 Tablo 2 İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Oranları (%) Yıllar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Kayıt İşgücüne Eksik İstihdam İşsizlik Dışı Katılma İstihdam Oranı Oranı İstihdam Oranı Oranı Oranı 56,6 57,0 56,0 52,1 54,6 54,1 53,7 52,6 52,8 52,7 49,9 49,8 49,6 48,3 48,7 48,3 48,0 46,2 46,9 52,1 52,3 51,2 47,5 50,0 50,0 50,2 49,0 49,2 48,7 46,7 45,6 44,4 43,2 43,7 43,4 43,2 41,5 41,7 6,5 7,2 8,2 7,7 8,5 7,0 6,8 6,1 6,2 9,1 6,9 6,0 5,4 4,8 4,1 3,3 3,8 3,0 3,3 8,0 8,2 8,5 8,9 8,6 7,6 6,6 6,8 6,9 7,7 6,5 8,4 10,3 10,5 10,3 10,3 9,9 10,3 11,0 55,6 51,2 49,2 47,5 45,7 49,2 52,6 51,6 50,3 52,1 50,6 52,9 52,1 51,7 53,0 50,1 48,5 45,4 43,5 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 115 Tablo 3 İstihdamın Cinsiyete, Tarım ve Tarım Dışı Kesimlere Göre Dağılımı (000) YILLAR TARIM ERKEK KADIN TARIM DIŞI ERKEK KADIN 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 8.734 9.079 8.691 7.606 8.416 9.205 9.525 8.321 9.388 7.894 7.769 8.089 7.458 7.165 7.399 6.493 6.088 5.601 5.646 4.306 4.468 4.603 4.328 4.530 4.950 4.934 4.746 5.031 4.257 4.261 4.309 3.784 3.718 4.100 3.550 3.272 2.985 3.016 4.428 4.611 4.088 3.278 3.886 4.255 4.591 3.575 4.357 3.637 3.508 3.780 3.674 3.447 3.299 2.943 2.816 2.616 2.630 10.295 10.130 10.870 11.073 11.610 11.707 12.023 12.760 12.945 13.613 13.812 13.436 13.896 13.982 14.391 15.553 16.242 15.588 15.925 8.822 8.859 9.166 9.455 9.895 9.985 10.362 10.841 10.926 11.409 11.591 11.246 11.448 11.538 11.922 12.796 13.248 12.676 12.823 1.473 1.271 1.704 1.618 1.715 1.722 1.661 1.919 2.019 2.204 2.221 2.190 2.448 2.444 2.469 2.757 2.994 2.912 3.102 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 116 Tablo 4 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre Dağılımı (000) YILLAR (EKİM) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 CİNSİYET Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam OKUR YAZAR DEĞİL LİSE ALTI LİSE VE DENGİ YÜKSEK OKUL 1.068 1.890 2.958 1.001 1.862 2.863 901 1.538 2.439 707 1.049 1.756 724 9.858 3.261 13.119 10.172 3.396 13.568 10.554 3.478 14.032 10.270 2.968 13.238 10.681 1.431 456 1.887 1.423 367 1.790 1.581 453 2.034 1.886 518 2.404 2.024 771 294 1.065 732 258 990 734 322 1.056 920 361 1.281 997 1.266 3.430 489 416 1.990 806 1.399 2.205 748 14.111 10.878 3.566 14.444 11.072 2.513 2.290 589 2.879 2.512 1.413 961 422 1.383 963 1.444 3.734 660 414 2.192 769 1.129 1.898 711 1.316 2.027 665 1.291 1.956 14.806 11.285 3.221 14.506 11.479 3.729 15.208 11.152 3.314 14.466 3.172 2.472 659 3.131 2.623 766 3.389 2.661 668 3.329 1.377 1.061 485 1.546 1.145 565 1.710 1.187 569 1.756 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 117 Tablo 5 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre Dağılımı (000) YILLAR 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 CİNSİYET OKUR YAZAR DEĞİL LİSE ALTI LİSE VE DENGİ YÜKSEK OKUL Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 670 1.247 1.917 634 1.266 1.900 490 1.159 1.649 451 1.042 1.493 504 976 1.480 398 867 1.265 371 817 1.188 309 720 1.029 72 175 247 11.041 3.163 14.204 10.719 3.356 14.075 10.265 3.505 13.770 10.029 3.322 13.351 10.642 3.314 13.956 10.562 3.178 13.740 10.532 3.171 13.703 9.908 2.976 12.884 9.965 3.067 13.032 2.807 760 3.567 2.894 706 3.600 3.042 753 3.795 3.202 768 3.970 3.341 772 4.113 3.661 840 4.501 3.759 906 4.665 3.588 907 4.495 3.588 403 3.991 1.262 632 1.894 1.309 642 1.951 1.435 704 2.139 1.574 759 2.333 1.536 705 2.241 1.725 815 2.540 1.857 917 2.774 1.856 926 2.782 1.996 868 2.864 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 118 Tablo 6 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre Dağılımı (000) YILLAR (EKİM) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 CİNSİYET ÜCRETLİ YEVMİYELİ İŞVEREN Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam KENDİ HESABINA ÜCRETSİZ AİLE İŞÇİSİ 5.296 1.125 812 186 929 31 4.447 631 1.644 3.929 6.421 998 960 5.078 5.573 5.184 982 1.080 189 944 23 4.232 448 1.888 4.240 6.166 1.269 967 4.680 6.128 5.206 1.115 1.221 209 1.036 24 4.295 749 2.011 3.694 6.321 1.430 1.060 5.044 5.705 5.391 1.181 1.270 235 1.076 25 4.118 419 1.928 3.036 6.572 1.505 1.101 4.537 4.964 5.480 1.217 1.503 347 1.054 31 4.456 563 1.933 3.444 6.697 1.850 1.085 5.019 5.377 5.601 1.306 1.485 295 1.134 44 4.701 507 2.014 3.824 6.907 1.780 1.178 5.208 5.838 5.929 1.366 1.592 323 1.192 32 4.541 505 2.042 4.026 7.295 1.915 1.224 5.046 6.068 6.230 1.516 1.894 292 1.068 48 4.688 530 1.707 3.109 7.746 2.186 1.116 5.218 4.816 6.329 1.631 1.712 313 1.252 45 4.692 521 1.973 3.866 7.960 2.025 1.297 5.213 5.839 6.250 1.588 1.950 352 1.175 40 4.588 612 1.703 3.250 7.838 2.302 1.215 5.200 4.953 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 119 Tablo 7 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre Dağılımı (000) YILLAR CİNSİYET ÜCRETLİ YEVMİYELİ İŞVEREN 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam KENDİ HESABINA ÜCRETSİZ AİLE İŞÇİSİ 6.566 1.788 1.875 259 1.066 43 4.638 687 1.635 3.024 8.354 2.134 1.109 5.325 4.659 6.667 1.718 1.506 265 1.100 40 4.596 769 1.686 3.179 8.385 1.771 1.140 5.365 4.865 7.086 1.275 1.125 4.326 1.421 1.893 371 61 763 3.034 8.979 1.646 1.186 5.089 4.455 7.142 1.901 1.320 345 1.010 42 4.533 716 1.250 2.888 9.043 1.665 1.052 5.249 4.138 7.353 1.927 1.461 338 971 49 4.805 583 1.433 2.870 9.280 1.799 1.020 5.388 4.303 8.178 2.180 1.273 318 1.081 51 4.664 774 1.150 2.377 10.358 1.591 1.132 5.438 3.527 8.629 2.388 1.274 326 1.132 69 4.485 761 999 2.267 11.017 1.600 1.201 5.246 3.266 9.636 2.681 0 0 1.088 72 4.062 666 876 2.110 12.317 0 1.160 4.728 2.986 9.863 2.847 0 0 1.162 74 3.978 654 836 2.157 12.710 0 1.236 4.632 2.993 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 120 Tablo 8 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı (000) YILLAR (EKİM) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 CİNSİYET TARIM SANAYİ İNŞAAT HİZMETLER Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 4.306 4.428 8.734 4.468 4.611 9.079 4.603 4.088 8.691 4.328 3.278 7.606 4.530 3.886 8.416 4.950 4.255 9.205 4.934 4.591 9.525 4.746 3.575 8.321 5.031 4.357 9.388 4.257 3.637 7.894 2.468 565 3.033 2.457 422 2.879 2.671 737 3.408 2.499 597 3.096 2.678 605 3.283 2.759 550 3.309 2.932 544 3.476 3.286 694 3.980 3.049 651 3.700 3.221 775 3.996 916 11 927 1.013 9 1.022 1.092 22 1.114 1.192 19 1.211 1.245 29 1.274 1.268 22 1.290 1.350 36 1.386 1.345 29 1.374 1.356 35 1.391 1.429 23 1.452 6.337 898 7.235 6.229 840 7.069 6.348 944 7.292 6.764 1.001 7.765 7.053 1.082 8.135 7.106 1.148 8.254 7.162 1.083 8.245 7.408 1.196 8.604 7.856 1.335 9.191 8.164 1.405 9.569 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 121 Tablo 9 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı (000) YILLAR 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 CİNSİYET TARIM SANAYİ İNŞAAT HİZMETLER Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 4.261 3.508 7.769 4.309 3.780 8.089 3.784 3.674 7.458 3.718 3.447 7.165 4.101 3.299 7.400 3.550 2.943 6.493 3.272 2.816 6.088 2.985 2.616 5.601 3.016 2.630 5.646 3.080 730 3.810 3.071 703 3.774 3.137 817 3.954 3.083 762 3.845 3.201 786 3.987 3.453 830 4.283 3.571 836 4.407 3.399 785 4.184 3.495 805 4.300 1.331 33 1.364 1.089 21 1.110 935 23 958 936 29 965 1.004 26 1.030 1.145 28 1.173 1.231 36 1.267 1.191 33 1.224 1.041 10 1.051 7.108 1.529 8.637 7.086 1.465 8.551 7.377 1.607 8.984 7.517 1.654 9.171 7.717 1.657 9.374 8.197 1.899 10.096 8.446 2.122 10.568 8.086 2.094 10.180 8.123 2.259 10.382 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009). 122 KAYNAKÇA Kitaplar 4.baskı, Acar, Yalçın. İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Bursa: Vipaş AŞ, 2002. Ansal, Hacer. Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, 2000. Aren, Sadun. İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Ankara: Savaş Yayınevi, 2005. Başol, Koray.Türkiye Ekonomisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1995. Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 11.Baskı, 2007. Çakmak, Ahmet. İktisat Makro, İstanbul: Economics, John Sloman, Bilim Teknik Yayınevi, 2004. Çakmak, Ahmet. Oktar, Suat. Şişman, Mehmet. Yavuz, Suat. İktisat Giriş, İstanbul: Economics, S. Ison, Stuart Wall 4. basımından çeviri, Bilim Teknik Yayınevi, 2007. Dinler, Zeynel. İktisada Giriş, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, 2003. 123 Dirimtekin, Halil.İşsizlik Sorunları, İstanbul: Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No: 30/7, 1965. Ekin, Nusret. Türkiye’de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2000. Gürak, Hasan. Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Bursa: Ekin Kitabevi, 2006. Güran, Sevgi. Makro Ekonomik Analize Giriş, İstanbul: Der Yayınevi, 1989. Gürler, Arslan Zafer. Ekonomi, İstanbul: MEB Yayınları, 2000. Gürsel, Seyfettin. Ulusoy, Veysel. Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam, İstanbul: Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, 1999. Hatiboğlu, Zeyyat. İktisadi Kalkınma, İstanbul: Hamle Matbaası, 1967. Hiç, Mükerrem. Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No: 372, 1975. Hiç, Mükerrem. Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, İstanbul: Menteş Kitabevi, 1988. Karadeniz, Oğuz. Türkiye’de Kayıt Dışı İşçilik ve Nedenleri, Ekonomide Durum (Güz), Ankara: 1999. Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal Değişim, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2002. 124 Kılıçbay, Ahmet. Türk Ekonomisi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Yayın No:263, 1994. Köklü, Aziz. Makro İktisat, Ankara: “S” Yayınları, 1973. Köse, Ahmet Haşim. Büyüme ve Verimlilik, Ankara: Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, 1992. Küçükkalay, Abdullah Mesud. Türkcan, Ergun. Nüfus ve Kalkınma, Ankara: Ekin Kitabevi, 2005. Özgüven, Ali. İktisat Bilimine Giriş, 5. baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi. Özşuca, Şerife Türcan. Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası, Ankara: İmaj Yayınevi, 2003. Parasız, İlker. İktisada Giriş, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1998. Parasız, İlker. Ekonomi Sözlüğü, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1999. Parasız, İlker. Kalkınma Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1.baskı, 2005. Parasız, İlker. Ekonomik Büyüme Teorileri, Bursa: Ezgi Kitabevi, 3.baskı, 2008. Paya, Merih. Para Teorisi ve Para Politikası, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2.baskı, 1988. 125 Savaş, Fuat Vural. İktisadın Tarihi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 3.baskı, 1999. Savaşan, Fatih. Kalkınma Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi, 2004. Seyidoğlu, Halil. Ekonomik Terimler, İstanbul: Güzem Can Yayınları, 1999. Şahin, Hüseyin. İktisada Giriş, Bursa: Ezgi Kitabei, 5.baskı, 1997. Şıklar, İlyas. Çakmak, Ahmet. Yavuz, Suat. Finansal Piyasalar ve Kurumlar, İstanbul: Frederıc S. Mıshkın, Bilim Teknik Yayınevi, 2000. Taban, Sami. İktisadi Büyüme, Ankara: Nobel Yayınevi, 2008. Talaş, Cahit. Sosyal Ekonomi, Ankara: 6.baskı, 1983. Uluatam, Özhan. Makro İktisat, Ankara: Savaş Yayınları, 1998. Unay, Cafer. Makro Ekonomi, Bursa: Vipaş AŞ, 7.baskı, 1999. Uzay, Nasfet. Verimlilik ve Büyüme, Ankara: Nobel Yayıncılık, No: 330, 2005. Ülgener, Sabri Fehmi. Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, İstanbul: Der Yayınevi, 1991. Ünsal, Erdal Muzaffer. Makro İktisat, Ankara: İmaj Yayınevi, 2000. 126 Ünsal, Erdal Muzaffer. Makro İktisat , Ankara: Turhan Kitabevi, 2004. Ünsal, Erdal Muzaffer. İktisadi Büyüme, Ankara: İmaj Yayınevi, 2007. Varçın, Recep. İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2004. Yılmaz, Selman. Makroekonomik Teoride Yatırım, Büyüme ve Enflasyon, İstanbul: Beşir Kitabevi, 2004. Zaim, Sabahaddin. Çalışma Ekonomisi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 10.baskı, 1997. Zelka, Mehmet. İstihdam ve İşsizlik, Türkiye Ekonomisi Ansiklopedisi, Ankara: YÖK Basımevi, 1999. 127 Süreli Yayınlar Aktürk, Faik. Türkiye’de İşgücü Piyasası, İstihdam ve İşsizlik, Ankara: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Sayı:3, 1999. Algan, Neşe. Ildırar, Mustafa. Güçlü ve Büyük Türk Ekonomisi İçin Üretim ve İstihdam Politikaları, Ankara: TİSK Yayınları, Yayın No:236, 2003. Ataman, Berrin Ceylan. İşgücü Piyasası ve İstihdam Politikasının Temel Prensipleri, Ankara: A.Ü. SBF İstihdam ve Danışmanlık Hizmetleri Eğitim Programı, 1999. Ataman, Berrin Ceylan. Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar, İstanbul: İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı: 239, Şubat, 2006. Baştaymaz Tahir. Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz: Aşırı İşsizlik veya Kırsal Eksik İstihdam, İstanbul: MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9, 1998. Beyazıt, Mehmet Fuat. Türkiye Ekonomisi ve Büyüme Oranının Sürdürülebilirliği, İstanbul: Doğuş Üniversitesi Dergisi, Sayı:5, 2004. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve İstihdamın Artırılması, Ankara: T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Genel Yayın No:117, 2004. Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, Ankara: Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No:2556, 2001. Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, Ankara: Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No: 2709, 2007. 128 Eren, Aslan. Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, Muğla: Muğla Üniversitesi İİBF Yayınları, 2002. Eyüboğlu, Dilek. 2001 Krizi Sonrasında İşsizlik ve Çözüm Yolları, Ankara: MPM Yayınları, Yayın No: 674, 2003. Gök, Mehmet. İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara: Roma Yayınları, No:12, 2004. Gürsel, Seyfettin. Kolaşin, Gökçe Uysal. Dinçer, Mehmet Alper. İşsizlik Büyük Ölçüde Erkeklerde Yaşanan İşgücü Artışı ile İstihdam Kayıplarından Kaynaklanıyor, İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi Araştırma Notu, 031, 2009. İşkur Genel Müdürlüğü, Ulusal İstihdam Politikası Önerileri, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004. İşkur Genel Müdürlüğü, 2004 yılı Faaliyet Raporu, Ankara: 2005. Kumaş, Handan. İşsizliğin Psiko-Sosyal Boyutu ve Çalışma Yaşamına İlişkin Değerler Üzerindeki Etkileri, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, 2001. Lordoğlu, Kuvvet. Özkaplan, Nurcan. Çalışma İktisadı, İstanbul: Der Yayınları, No: 358, 2003. Murat, Sedat. Prof.Dr.Nusret Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS (Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) Yayını, Yayın No: 38, 2000. Özdemir, Süleyman. Ersöz, Halis Yunus. Sarıoğlu, İbrahim. İşsizlik Sorununun Çözümünde KOBİ’lerin Desteklenmesi, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 45, 2006. 129 Serter, Nur. 1998’e Girerken İşsizlik ve Eğitim İlişkisi, İstanbul: MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9, 1998. Tarı, Recep. Kumcu, Funda Sera. Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:1, 2005. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Tüsiad Yayınları, Yayın No:11/381, 2004. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, İstanbul: Tüsiad Yayınları, Yayın No:12-354, 2002. Yılmaz, Özlem Göktaş. Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları Arasındaki Nedensellik İlişkisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2, 2005. 130 Diğer Yayınlar Akalın, Gülsüm. Kesikoğlu, Ferdi. ”Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Büyüme İlişkisi”, 2007, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:3, sayı:5, httpiibf.karaelmas.edu.trsbdmakaleler1303-9245200703005071087.pdf, (13.02.2009). Algan, Neşe. “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt dışı Sektörü Küçültme Konusunda Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009). Altuğ, Sumru. “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür İzleme Dergisi, Sayı:1, httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009). Arısoy, İbrahim. “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008). Ataman, Berrin Ceylan. “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009). Ay, Ahmet. Karaçor, Zeynep. “2001 sonrası dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden Büyümeye Geçiş Üzerine Bir Tartışma”, httpwww.sosyalbil.selcuk.edu.trsos_makmakalelerAhmet%20AY%20%20Zeynep%20KARA%C3%87ORAY,%20AHMET.pdf (13.02.2009). Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara, Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı Raporu, httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf, (13.02.2009). 131 Berber, Metin. httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009). Bozkurt, Hilal. “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin Kointegrasyon Analizi”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=255, (10.09.2008). Canbay, Feray. “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Doç. Dr. Birsen Ersel”, 22.02.2001, http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009). Doğan, Üzeyme. “İstihdam-Verimlilik-Eğitim İlişkileri”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424805574.pdf (07.06.2009). Gediz, Burcu. Yalçınkaya, Hakan.Türkiye’de İstihdam-İşsizlik ve Çözüm Önerileri: Esneklik Yaklaşımı, 2000, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı: 6, http://paribus.tr.googlepages.com/gediz3.doc, (05.10.2009). Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008). Günal, Mehmet. “Büyüme Sanal mı, Gerçek mi?”, 2007, www.2023.gen.tr/nisan2007/5.htm (13.02.2009). İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008). İzmir Ticaret Odası, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu Çıkmaz Sokakta”, Mayıs 2008, Arge Bülten, httpwww.izto.org.trNRrdonlyres7475BDA1-95B7-4855-B3519ADCE4362AFE9931issizlik_saiterdem.pdf (13.02.2009). 132 Kazgan, Gülten. “1990 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri İçin Çözümler Açısından Bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://www. kazgan.bilgi.edu.trmain.aspp=makaleler, (14.06.2009). Kılıç, Cem. “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003, httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008). Ongan, Nilgün Tunçcan. “Esneklik Yaklaşımının İstihdam Hacmi Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum, 2004/3, httpwww.calismatoplum.orgsayi3makale4.pdf, (12.12.2008). Örnek, İbrahim. “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurt İçi Tasarruf ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-2, httpwww.politics.ankara.edu.tr, (03.02.2009). Saygılı, Şeref. Cihan, Cengiz. Yurtoğlu, Hasan. ”Verimlilik ve Büyüme: Türkiye Ekonomisi İçin Ülke Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 43, http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009). Şen, Ali. Karagöz, Murat. “Türkiye’deki DoğrudanYabancı Sermaye Yatırımlarının Büyüme ve İhracata Etkisi”, httpiibf.kocaeli.edu.trcekosskkitap5042.pdf, (03.02.2009). Tıktık, Ahmet. “Kayıt Dışı Ekonomi, İstihdam ve İşsizlik”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1020&id=58 (13.02.2009). Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, “Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi: Genel Bir Değerlendirme”, 1999, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html, (03.02.2009). 133 Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, “Ekonomik Gelişmeler Raporu”, Kasım 2008, Arge Müdürlüğü, httpwww.tesk.org.trtrguncelsoneko0811.pdf (13.02.2009). Tuncer, Selahattin. “Türkiye’de İşsizlik Sorunu”, 02.08.2000, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=11155, (18.05.2009). Uzay, Nısfet. “Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği (1970 – 1999)”, Temmuz-Aralık 2002, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, sayı:19, httpiibf.erciyes.edu.trdergi08_Uzay.pdf, (03.02.2009). Yapraklı, Sevda. “Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, 2007-06-08, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı:5, httpeidergisi.istanbul.edu.trsayi5iueis5m4.pdf, sayı:5, (03.02.2009). Yavilioğlu, Cengiz. “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,Cilt:3, sayı:1, httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008). Yeldan, Erinç. “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009). Yüceol, Hüseyin Mualla. “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”, 2003, http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003, (03.02.2009). 134