Öğrencilere Sorduk? Bence Birlikte Yaşamak

advertisement
ADALET VE MEDENİYET DERGİSİ • KASIM-ARALIK-OCAK 2015-2016 YIL: 1 SAYI: 2 adaletvemedeniyet.com
20
Diyanet İşleri Başkanı
Prof. Dr. Mehmet Görmez:
Ülkemiz Birlikte Yaşama ve
Kardeşlik Hukukunun
Tesisinde Bir Umut Adasıdır…
Farklı Kültürlerin Birlikte
Yaşam Tecrübesi
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Kur’an Ve Sünnet Ekseninde Bir Arada
Yaşama Felsefesini Benimsemeliyiz
Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan
26
Prof. Dr. Adnan
Karaismailoğlu
Birlikte Yaşama Felsefesi
Öğrencilere
Sorduk?
Bence Birlikte
Yaşamak...
18
İsmail Yazıcıoğlu
Muhalefet Kültürümüz
48
Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili
İslam Ticaret Hukuku
Kongresi Günümüzdeki
Meseleler
32
Süleyman Kıran
İslam’da Ticaret
adaletmedeniyet
Sen adil olanların en adilisin, gerçek adil Sensin,
Bizlere adaletle davranacağın,
Her yaptığımıza kendimizden şahitler göstereceğin o güne bizi hazırla.
Yüzümüzü kara çıkaracak işlerden,
Adaletten sapmaktan, zulüm üzere olmaktan bizleri koru…
Allah’ım,
Adaleti bizler için bir şiar kıl.
Bizleri adaletiyle tanınan kullarından eyle.
Bizlere her türlü işimizde adaletli olma,
Canlı cansıza her türlü mahlûkuna karşı adaletle davranma,
Aleyhimize dahi olsa haktan ayrılmama melekesi, azmi, sebatı nasip eyle...
A
E MEDENİYET
T V
DE
RG
İSİ
AD
LE
Sinema
adalet ve medeniyet
.............................
6
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
adalet ve medeniyet
.............................
7
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
LE
MEDENİYET
D
GİS
İ
ADA
VE
ER
T
İngiliz Akademisyenlerden
İsrail’e Akademik Boykot
İngiltere’nin Akademisyenlerinden
Filistinlilerin Haklarına Bağlılık
adalet ve medeniyet
.............................
8
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Kendi yumurtasını
pişirmek için Dünya’yı ateşe verecek
karakterde olan terör devleti İsrail’in
haksız ve hukuksuz
u yg u l a m a l a r ı n a
dur demek maksadıyla 300’den fazla
İngiliz akademisyenin imzasıyla İngiliz Guardian gazetesinde tam sayfa
ilan yayınlandı. Yayınlanan ilanda İsrail'in yasa dışı
işgalleri, insan hakları ihlalleri ve bölgedeki yerleşimlere karşı duruşundan duyulan rahatsızlığa dikkat çekildi. Dünyanın köklü üniversitelerinden olan
Cambridge ve Oxford’da görev yapan birçok akademisyenin de destek verdiği “İngiltere'nin akademisyenlerinden Filistinlilerin haklarına bağlılık” başlıklı ilanda, “İngiltere üniversiteleriyle ilişkili olan
akademisyenler olarak, İsrail'in Filistin toprağını
yasa dışı olarak işgal etmesinden, Filistin halkının
tüm kesimlerine zarar veren kabul edilemez insan
hakları ihlallerinden ve uygulanabilir herhangi bir
yerleşime karşı bariz azminden dolayı derinden rahatsızlık duyuyoruz.” ifadelerine yer verildi.
Akademisyenler, Filistin halkıyla dayanışma çerçevesinde, İsrailli akademik enstitülerden kendilerine
gelecek ziyaret davetleri ile buralarda akademik hakem olarak hareket etmeyi reddedeceklerini belirterek, İsrailli enstitülerin finanse ettiği, düzenlediği
veya sponsor olduğu konferanslara katılmayacaklarını, bu enstitülerle işbirliği yapmaktan uzak duracaklarını bildirdi. 343 İngiliz akademisyenin imza
attığı ilanda, “Bu duruşumuzu İsrail devleti uluslararası hukukla uyumlu olana dek, insan haklarının
evrensel prensiplerine saygı gösterene kadar sürdüreceğiz. İngiltere genelindeki meslektaşlarımızı da
bu bağlılığa isimlerini ekleyerek katılmaları çağrısında bulunuyoruz” denildi.
Darbelerin Kahpesi ve Kahpelerin
Darbesi Devam Ediyor...
Darbe 900.
Gününe
yaklaşıyor:
Unutma,
Unutturma!..
3 Temmuz 2013 günü darbe gerçekleşti. Mısır saatiyle
19:51’de, Cumhurbaşkanı Mursi, karar verme sürecinden ordu tarafından dışlandı. Aynı gün saat 20.00’de
Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmadığı söylendi. Saat
21.00’de Nurullah Genç’in ifadesiyle darbelerin kahpesi ve kahpelerin darbesinin mimarı Sisi, TV’den resmî
açıklamayla yaptıkları darbeyi tüm dünyaya duyurdu.
Naklen canlı yayında darbeler, eylemler, sivillerin ölümü tüm dünyaya gösterildi.
Sisi “Cumhurbaşkanı Mursi uzlaşma taleplerini reddetmiştir. Bu nedenle de, askeri güçler görevini gerçekleştirmiş ve yol haritasını çizmiştir.” dedi ve Mısır’ın meşru,
seçilmiş ilk Cumhurbaşkanını tutuklattı, hapse attı. Ordu
darbe yaptı ve Sisi yönetime el koydu. 1 Kasım 2015 itibariyle Mısır’da zulüm tam 849 gündür devam ediyor.
İşin garip tarafı halkın oyları ile göreve gelmiş bir
Cumhurbaşkanına darbe yapanlar, Mursi’yi ve İhvanımüslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatını yargılıyorlar, yargıladılar. Mısır’ın bağımsız (!) ve tarafsız (!)
yargısı Mursi’ye önce 20 yıl hapis cezası verdi, daha
sonra idam cezası verdi.
Mısır’da yargılamalar devam ediyor. Yaklaşık 1700
idam kararı verildi.
Mısır yasaları gereği mahkeme tarafından verilen idam
cezaları hangi dava olursa olsun önce ülke müftülüğüne görüş almak için gönderilmektedir. Müftünün onayı
istişare amaçlı olup bağlayıcı değildir. Müftü reddetse
bile yargıç idamı infaz edebilir. Müftünün onayının ardından karara itiraz ve temyiz hakkı bulunuyor. Temyiz
Mahkemesi kararı bozarsa eğer, başka bir mahkemede
tekrar yargı süreci başlamaktadır. İdam kararının Temyiz Mahkemesi tarafından da bozulmaması durumunda ise geriye Cumhurbaşkanın affı kalıyor.
Mısır’da 400 küsur kişinin idamı Mısır’ın modern
bel’amları (müftülük) tarafından onaylandı. Mısır’ı,
yapılan darbeyi, 849 gündür oynanan tiyatroyu takip
ediyoruz, farkındayız, unutmadık, unutmayacağız.
25. Afrika Birliği Zirvesi Yapıldı
Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde yer alan Sandton Sergi Sarayı'nda 25'incisi düzenlenen Afrika Birliği
Zirvesi, Afrika liderlerini ağırladı.
Afrika Birliği Meclisi'nin 25. Olağan Oturumu'nun açılışına Afrika Birliği Başkanı ve Zimbabve Cumhurbaşkanı Robert Mugabe başkanlık etti. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma, Filistin Devlet Başkanı Mahmud
Abbas, Kenya Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta, Nijerya
Devlet Başkanı Muhammed Buhari, Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir açılışa katılan liderler arasındaydı.
25. Afrika Birliği zirvesindeki konuşmasının bir bölümünde bu konuya da değinen Mugabe, “Bize Allah'ın
verdiklerini çok görüyorlar, kaynaklarımızın onların
olmasını dilerler. Nerede barış varsa orada savaşı körüklerler. Şimdi bakın Irak ve Libya'daki karışıklığa;
Afrikalı Lider Mugabe: Batı, Nerede
Barış Varsa Orada Savaşı Körükler
bahaneler üreterek bu ülkelere giriyorlar ve yeraltı kaynaklarından zenginleşiyorlar.” dedi.
Amerika eski Devlet Başkanı George Bush'u, Irak Devlet
Başkanı Saddam Hüseyin'i yalan yere suçlayarak Irak'ı
işgal ettiğini söyleyen Zimbabve Cumhurbaşkanı Mugabe, Libya eski lideri Muammer Kaddafi'nin öldürülmesinden de Batı'yı sorumlu tuttu ve "Şimdi bakın Irak ve
Libya'daki karışıklığa; bahaneler üreterek bu ülkelere
giriyorlar ve yeraltı kaynaklarından zenginleşiyorlar."
dedi.
Mugabe aynı zamanda Afrikalı liderleri de ham maddenin ihraç edilmesi konusunda uyararak, sanayileşme
vurgusu yaptı ve Afrika kıtasının dünyanın en hızlı gelişen 10 ülkesine sahip olduğunu, bu ekonominin kapsayıcı olmasının önemine işaret etti.
İngiltere'de Şeriat Mahkemeleri'nin Durumu Tartışılıyor
.............................
9
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
2500’den fazla uyuşmazlığı çözüme kavuşturmuş.
Ağustos 2007’den itibaren resmi tahkim sistemine entegre olarak mahkeme şeklinde uyuşmazlık çözümü
gerçekleştiren Müslüman Tahkim Mahkemesi ve sayısı
86’yı bulan Şeriat Konseylerinin kararlarının resmen
tanınması konusu ise son dönemde çeşitli tartışmalara
konu oluyor.
İngiliz Lordlar Kamarası üyesi Baroness Caroline Cox
ilk defa 2011 yılında verdiği ve 2014 yılında yenilediği
yasa değişikliği önergesinde, Müslümanlar arasında
yargılama yapan Şeriat Konseylerinin boşanma, aile içi
şiddet, eşit olmayan miras paylaşımı konularında verdiği kararların kadınlar aleyhine olduğunu ve cinsiyet
ayrımcılığına sebebiyet verdiğini iddia ediyor. Cox’un
bu önergesi aynı zamanda İngiltere’de ‘herkes için tek
hukuk’ (one law for all) kampanyasının başlamasına
da neden oldu. Kampanya taraftarları ülke genelinde
Katolik Kilisesi, Yahudi Hahamlık Mahkemeleri ve Müslüman Şeriat Konseyleri gibi farklı yapılanmaların yaptığı yargılamalar sonucu ortaya çıkan çok hukukluluk
yerine, herkes için geçerli olacak tek bir hukuk sistemini
savunuyorlar. En son 23 Ekim 2015’de Lordlar Kamarasında tartışılan önergede bir sonuca varılamadı. Ancak
önerge kabul edilirse Şeriat Konseylerinin kararlarının
resmi makamlarca tanınmaması gündeme gelebilir.
adalet ve medeniyet
Kültürel, etnik ve dini çeşitliliğin oldukça yüksek olduğu İngiltere’de, yaklaşık yüz yıldır Ortodoks Yahudiler
arasında boşanma ve miras konularında Hahamlık
mahkemeleri (Beth Din) yargılama yapıyor ve kararları resmi makamlarca tanınıyor. Yılda ortalama 110
davaya bakan mahkemenin iş yükünün yüzde 20’sini
boşanma (get) başvuruları oluşturuyor. 2011 verilerine
göre 63 milyon nüfusu bulunan İngiltere’de, 3 milyondan fazla Müslüman bulunmakta. İslam hukuku ile
ilgili anlaşmazlıkları ülke genelinde sayısı 1600’ü bulan Camilerde çözmeye başlayan Müslümanlar, 1970
yılında Müslüman Organizasyonlar Birliğini, 1982’de
Müslümanlar arasında dini konularda fetva veren İslam Şeriat Konseyini (Islamic Sharia Council), 1992’de
Britanya Müslüman Parlamentosunu, 1997’de Britanya
Müslüman Konseyini, 2005’de Müslüman İngiliz Forumunu ve 2007’de Müslüman Tahkim Mahkemesini
(Muslim Arbitration Tribunal-MAT) kurdular.
İlk kurulduklarında
resmi bağlayıcılığı
olmasa da ülkedeki Müslümanların
yüzde 37’sinin desteklediği İslam Konseyleri 1999’a kadar
LE
MEDENİYET
D
GİS
İ
ADA
VE
ER
T
Suriyeli Muhtaçlara Yardım Çalışmalarımız
Mazlumlar Üşümesin Diye: Her Eve Üç Battaniye…
Suriye’deki iç savaş oradaki kardeşlerimiz kadar bizleri de vurdu. 100.000’lerce kardeşimiz öldü,
100.000’lercesi de yaralı. Milyonlarca insan evlerini ve ülkelerini terk ederek mülteci konumuna
düştü. Kara kış kapıda. Kardeşlerimizin her zamankinden daha çok bizlere ihtiyaçları var. Un ve battaniye en önemli ihtiyaç maddeleri arasında. Adalet
ve Medeniyet mensupları olarak gücümüz yettiğince
Ankara’daki Suriyeli muhtaçlara yardım etmeye çalıştık. Yardım gönüllüsü abilerimiz ihtiyaç sahipleriyle bizzat buluşarak yardımlarını ulaştırdılar. Şimdiye
kadar kira, eşya, gıda ve giyim yardımında bulunduk,
yönetimdeki kardeşlerimiz her hafta Suriyeli muhtaç
kardeşlerimiz için cüzi de olsa bütçelerinde yer açtılar.
Çetin kış başlıyor. Önümüzdeki üç-dört ay Suriyeli kardeşlerimiz için daha zor geçecek gibi. Sizleri muhtaçların sesini duymaya ve onlarla bire bir ilgilenmeye davet
ediyoruz. En azından iki haftada bir hiç olmazsa ayda
bir Suriyeli bir aileyi ziyaret etmeye, onların derdine
ortak olmaya davet ediyoruz. Onları ziyaret ettiğinizde
muhtaç da olsalar ellerindekilerden sizlere ikram et-
tiklerini, çocukların sizlere bir umut
olarak baktıklarını fark edeceksiniz. Bu ziyaret
belki de size ensar-muhacir birlikteliğine ne kadar yabancı olduğumuzu hissettirecek. Acaba hiç düşündük
mü beş yıldan beri ülkemizde bulunan Suriyeli muhtaçların sofrasına bir kere olsun oturabildik mi?
Bizler bu kış Ankara’da en azından battaniyesiz bir ev
kalmaması için çalışacağız. Bir Suriyeli ailenin evine de
siz üç battaniye ulaştırın. Dernek adı, hesap numarası
vesaire yok çünkü battaniyeleri bizzat sizler ulaştıracaksınız ihtiyaç sahiplerine. Sizleri de bulunduğunuz
bölgelerde aynı şekilde bir çalışma yapmaya davet ediyoruz. Minik yavrularımız üşümesin!..
2015-2016 Cuma Söyleşileri Başladı…
“Muhittin Ataman: Değişen Dünya Düzeninde Orta Doğu”
adalet ve medeniyet
.............................
10
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Adalet ve Medeniyet Cuma Söyleşileri kapsamında 9
Ekim akşamı SETA Genel Koordinator Yardımcısı ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Ataman 'Değişen Dünya Düzeninde Orta Doğu'
konulu seminer verdi.
Hukuk öğrencilerinin yoğun ilgi gösterdiği programda
Ataman, Orta
Doğu'nun tarihi, coğrafi ve siyasi
durumu hakkında
çok önemli
açıklamalarda
bulundu.
Ataman’ın konuşmasından satır başları
şöyle:
"Türkiye
kelimesi İtalyanların
kullandığı bir kelimedir. Türkçe
olarak ifade edil-
mek istense Türkistan olurdu bu isim. Ortadoğu'daki
hiçbir ülkenin adı kendisi tarafından konulmamıştır. "
"Tunus, başörtüsü hususunda Türkiye'den de gerideydi. Toplumun bir bütün olarak terbiye edilmesi gerektiğini söyleyen bir yönetim vardı. "
"Müslümanın yabancılaşması firavunlaşmasıdır. Orta
Doğu'daki halklar yabancılaşma sürecine girmiştir.
Önümüzdeki yılların en büyük problemi budur. Sekülerleşme ise bu problemin bir boyutudur. BOP ise
toplumsal yabancılaşmanın derinleşmesi siyaseti ve
projesidir."
"Batının 're (yeniden)-form (şekillendirme)' süreci sonucu seküler bir şekilde yenilenmesi onları kendilerine getirmiştir. Ancak Müslümanlar İslamî düşünceden
uzaklaşmış ve halen bir geri dönüş başlatamamış vaziyettedir."
Adalet ve Medeniyet ÇASGEM Kampı Yapıldı
Uğur Elaman: Arabistanlı Lawrence
Adalet ve Medeniyet Derneği’nin Ankara öğrenci teşkilatının 16-18 Ekim 2015 tarihleri arasında Hukuk Fakültesi öğrencilerine yönelik olarak ÇASGEM’de düzenlemiş olduğu kampa konuşmacı olarak katılan Uğur
Elaman “Yakın Tarihin 5 Planlayıcısı” konulu söyleşide
oldukça dikkat çekici bilgiler aktardı. Yakın tarih derken İslâm dünyası olarak özellikle son üç yüz yılın iyi
anlaşılması gerektiğini belirten Uğur Elaman özellikle
öğrencilere tarih okumaları yapmaları gerektiğini tavsiye etti. Bu tarih okumalarını yaptıkları takdirde Batılı
Devletlerin, ajanlarıyla İslam coğrafyasını nasıl analiz
edip daha sonra edindikleri bilgilerle bu coğrafyada etkisi yüzlerce yıldır süren kaoslara yol açtıklarını daha iyi
anlayacaklarını kaydetti. Özellikle İngiliz misyoner Casus Hampher’ in kendi kaleme aldığı “İslam’ı Nasıl Yok
Edelim?” adlı esere dikkat çeken Uğur Eleman:”Batı’nın,
kitabın adından da anlaşıldığı üzere, gayesinin hiçbir
zaman değişmediğini” söyledi. Ajan Lawrence’a ve onun
Orta Doğu’daki misyonuna da değinen Uğur Eleman’ın
Lawrence hakkındaki görüşlerinden notlar:
Birinci Dünya Savaşın sonra Osmanlı Devleti yıkılınca, vazifesini tamamlamış olarak İngiltere'ye
döndü. Orta Doğu'ya empoze ettiği fikirleri Arap
milliyetçiliği ötesinde yayıldı. Arap âleminde, aynı din, dil, ülke ve ırka mensup
olmalarına rağmen birbirine düşman pek çok devlet kuruldu.
İsrail Devletinin kurulmasına
fırsat verdirip, Arap âlemini birbirine düşman hâline
getirdi.
Lawrence birkaç kere adını değiştirdi. John Hume Ross
adıyla İngiliz Hava Kuvvetlerine girdi. Casus olduğu anlaşılınca, uzaklaştırıldı. Thomas Edward Shaw adıyla önce
tank birliklerinde sonra da tekrar Hava Kuvvetlerinde vazife aldı.
Lawrence'ın 1914 öncesinde, inşaat halindeki Bağdat Demiryolu üzerinde, Almanlarla savaştığı ayrıca Osmanlı'ya
karşı kin beslediği kayıtlara geçmiştir.
1914 başlarında Lawrence, Filistin Araştırma Vakfı'nca
düzenlenen bir keşif çalışmasında yer alır. Artık üstü 'arkeolojik' faaliyetlerle örtülmüş yarı profesyonel casusluk
dönemini aşmıştır. Yüzbaşı S. F. Newcombe'la birlikte Süveyş'in doğusunda, Osmanlı sınırında yer alan Sina'nın
kuzey kesimindedir. Amacı, Gazze ile Akabe arasındaki
bölgenin haritasını çıkarmaktır. İngiliz istihbaratı, yakın
bir gelecekte, bu bölgenin büyük bir stratejik önem kazanacağını bilmektedir. Artık Lawrence'in 'resmi' görevi, Savaş Bakanlığı Harita Dairesi'nde sivil memurluktur.
Lawrence ve Lawrence gibi ajanların İslam topraklarında ektikleri fitne tohumlarına dikkat
edilerek Batılılar tarafından ajanları vasıtasıyla
İslam topraklarına atılan ayrılıkçı düşüncelerle
mücadele edilmeli ve bütün Müslümanların ümmetçi bir anlayışı benimsemesi noktasında fikri ve
fiili çalışmalar yapılmalıdır.
Adalet ve Medeniyet Yönetim Bilimleri Çalışmaları Başladı!..
MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) Başkanı İbrahim Hakkı Polat
Yönetim Bilimler Öğrencileriyle Buluştu
pılarak onların mesleki ve ahlaki
anlamda gelişimlerine katkı sağlanmasının yararlı olacağı kanaati
oluştu.
.............................
11
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
İlk Seminere Masak Başkanı İbrahim Hakkı Polat Katıldı
Yönetim Bilimleri öğrencilerine yönelik yapılan ilk
seminer programına MASAK Başkanı İbrahim Hakkı
Polat Bey katıldı. İbrahim Hakkı Polat Masak’ın hangi
amaçla kurulduğundan ne gibi işlerle ilgilendiğinden
bahsederek genel olarak MASAK tanıtımı yaptı.
adalet ve medeniyet
Yönetim Bilimleri (Siyasal Bilimler, İktisat, İşletme, Maliye, Kamu Yönetimi,
Uluslararası İlişkiler) alanında eğitim
alan öğrencilere dönük mesleki, teknik, ilmî ve fikrî katkılar sağlamak
amacıyla çalışmalar başlamıştır. Genel istişare ile birlikte tanışma programının yapıldığı ilk toplantıya 70’e yakın öğrenci katılım sağladı. Öğrencilerin yoğun ilgi ve isteğinin ilk
programdan hissedildiği çalışmada yönetim bilimleri
alanında eğitim alan öğrencilere haftalık seminerler,
mesleki geziler, kamplar, kitap tahlil programları ya-
LE
MEDENİYET
D
GİS
İ
ADA
VE
ER
T
Müslümanların Tarihi Okumaları
Biz Okuyoruz Siz de Okuyun!..
Tarih hayal kuranların mülküdür, denir. Tarih mülk edinilirse eğer hayra çağıranlarca zafer de yakın demektir.
Tarih öyle ilmi bir hakikat ve vakıadan ibarettir ki zamanın içinde cereyan etmekte, özel bir akışla seyretmekte ve değişmez ilmi kanunlarla hareket etmektedir.
Geçmişte nasıl değişmez kanunlar varsa geleceği de bu
değişmez kanunlar belirleyeceğinden münevver insanların bu değişmez kanunları, geçmişten geleceğe olan
bu akışı iyi tanıması lazımdır ki bu ilmî bilgiden ilham
alarak kendine, milletine, toplumuna ve bütün insanlara bir yaşam programı ve geleceğe giden yolu gösterebilsin.
Kendini değiştirip geliştirdiği gibi gerçek bir münevver
adalet ve medeniyet
.............................
12
.............................
bilinciyle çevresini de müsbet yönde etkileyen genç,
öncü nesiller yetiştirme ideali olan Adalet ve Medeniyet
Hareketi tarihin bugüne kadarki akışını anlama ve anlamlandırma çalışmalarının başlangıcı olarak ‘Müslümanların Tarihi’ okumaları yapıyor. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca’nın beş ciltlik ‘Müslümanların Tarihi’
eseri Ankara’da üniversite eğitimi alan hukuk öğrencilerinden oluşan yaklaşık 150 kişi tarafından 12 haftalık
bir sürede okunarak tahlil edilecek. Kitap tahlil programı 20 tahlil grubundan oluşuyor. Her tahlil grubunun
başında bir meslek büyüğü bulunuyor ve tahlil grupları
haftada bir gün bir araya gelerek o hafta yaptıkları okumaların kritiğini gerçekleştiriyorlar.
Kasım-Aralık-Ocak
Özetle Müslümanların Tarihi…
Eserin yazılış amacı İhsan Süreyya Sırma Hoca’mızın
ifadeleriyle ‘Hz. Adem’den günümüze kadar Müslümanların, tarihte gerçekleştirdiği güzellikleri ve yaptığı
yanlışları okuyucuyla paylaşmaktır.’ Kapsamı bakımından bu, ‘çılgınca bir hayal’ olmakla birlikte ‘Hayatının
kitabı olacak’ bir değere sahiptir.
Yazar eserde, tarihi bilmenin önemini ve gerekliliğini
çok net bir şekilde açıklamaktadır. Tarihlerini bilmeyen
birey ve toplumların başkalarına bağımlı ve uydu olmaya mahkûm olacağını ifade eden yazar, okuyucuda gerekli olan tarih şuurunu uyandırmak, ‘Tarih sömürgeciliği’ne dikkat çekmek için konuyu birinci ciltte detaylı
olarak ele almaktadır.
Eser genel bir tarih kitabı değildir. Kitapta Hz. Adem’den
günümüze kadar olan zaman diliminin siyasi tarih
boyutu ele alınmıştır. Yazar kitapta sadece durum ve
olay tespiti yapmamış, yaptığı yorumlarla geçmişteki
olayların günümüzdeki anlamına da işaret etmiştir. Bu
yöntem, okuyucuda belirli bir tarih perspektifi oluşturmakta ve çıkarılması gereken dersler konusunda bilinç
aşılamaktadır. Müslümanların, iyiliği emredip kötülük-
adalet ve medeniyet
.............................
13
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
ten menetme vazifeleri çok etkin bir üslupla okuyucuya
hatırlatılmaktadır.
‘Müslümanların Tarihi’ çalışmasında yazarın, kitapta
bilgileri dayandırdığı en temel kaynak Kur’an ve hadis-i
şeriflerdir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler metnin gerekli
yerlerinde detaylı olarak ifade edilmektedir. Eseri okuyup bitiren birisinde ciddi bir Kur’an ve hadis bilgisi
oluşacak ve Müslümanca düşünme melekesi gelişecektir. Böylece dün, bugün ve gelecek, okuyucunun gözünde daha belirgin ve anlamlı bir hal kazanacaktır.
İhsan Hoca birinci cilde tarihe İslami bir perspektiften
nasıl bakılacağını anlatarak başlamış, tarih anlayışları, tarihçinin karşılaştığı zorluklar vb. tarih alanındaki
teknik konuları ele almış. Ardından Kur’an’da adı geçen
peygamberlerin hayatları ve Cahiliye dönemi anlatılmıştır.
İkinci ciltte Hz. Muhammed (s.a.v.)’e peygamberliğin
gelişi, Mekke Dönemi, Medine dönemi ve Peygamberimizin vefatı anlatılmıştır. Bu ciltte Peygamberimizin ve
ashabının tebliğ esnasında karşılaştığı sıkıntılar, maruz kaldıkları işkenceler, cihadın zorluğu ve mükâfatı
vurgulanmıştır.
Üçüncü ciltte Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile başlayan Örnek Halifeler Dönemi, ardından Emeviler dönemi, Abbasiler
dönemine kadar anlatılmıştır. Örnek halifelerin İslam’ı
tebliğ ve dinî ilkelere riayet konusundaki hassasiyet ve
gayretleri okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Emevilerle başlayan Saltanat Sistemi ve Müslümanlar arasında başlayan kırılma süreci de bu ciltte ele alınmıştır.
Dördüncü ciltte Abbasiler, Endülüs İslam Devleti, Selçuklular, Haçlı Seferleri, Eyyubiler, Moğollar ve Osmanlı Devleti’ne kadar olan süreç anlatılmıştır. Bu dönemde yaşanan kargaşa, taht kavgaları, istismar edilen dinî
kavramlar, dikdatörlük ve kutsal zümre anlayışlarının
din dışılığı, Müslümanların Kudüs mücadelesi, iniş ve
çıkışlar dördüncü ciltte istifadeye sunulmuştur.
Beşinci ciltte kuruluşundan yıkılışına kadar Osmanlı Dönemi detaylı bir şekilde ele alınıyor. Osmanlının
cihada verdiği önem, ulemanın şahsiyetli duruşu ve
ulemaya saygı, devlet başkanlarının ihtiyaç duyduğu
kalifiye elemanlar, devlet ricalinde ehliyetin önemi,
devletin çıkarlarının şahıs çıkarlarından önde tutulması, ilim, mimari ve sanat alanındaki gelişmeler, ıslahat
ve reformlar gibi çok çeşitli ve ibretlik konular beşinci
ciltte işlenmiş ve cildin sonunda tüm eseri kapsayan genel bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Çalışma, Müslümanların Tarihini genel hatlarıyla ortaya koyan eşsiz
bir eserdir.
Dosya
Birlik Çağrısı
Ey Azerbaycanlılar, Türkistanlılar, Kafkaslılar, Nijeryalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, Bağdatlılar, Amerika'daki Müslüman Zenciler,
Bosnalılar, Malezyalılar ve daha nice ülkelerde bulunan ve her biri kendi içinde suni
ayrılıklarla birbirinin boğazına sarılsın diye
kışkırtıcılığın her türlüsüyle karşı karşıya
gelen can kardeşlerim…
Her türlü doktrin, her türlü baskı, her türlü
savaşla kendi öz gerçeğine dönmekten alıkonan gök medeniyetinin çocukları..
Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doğurucu soluğunu omzumuzda
duyacağız?
adalet ve medeniyet
.............................
14
.............................
Sezai Karakoç
Kasım-Aralık-Ocak
>> Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü
Kur’an ve sünnette belirlenen temel prensipler çerçevesinde oluşan ve
zamanla gelişen bu devletlerarası hukuk, Müslüman devletlerin gayrimüslim toplumlarla olan ilişkilerinde uygulanırken, Batı dünyasında
Ortaçağ boyunca milletlerarası alanda keyfilik hâkim olagelmiştir.
Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, yaratılışın gayesini Allah’a
iman etmek ve onun iradesine uygun yaşamak şeklinde belirler1 ve insanları inananlar ve inanmayanlar diye iki gruba
ayırır.2 Bu temel ayırım dışında İslam dini insanlar arasında ırk, renk, dil ve ülke ayırımı yapmaz ve bunlar arasında
asla herhangi bir fark gözetmez. Kur’an’ın getirdiği mesajı
kabul edenleri ifade etmek üzere “mü’min” ve “Müslim” kelimeleriyle “iman” ve “İslam” köklerinin çeşitli fiil kalıpları
Kur’an’da ve hadislerde ifade edilir.
İslam hukuk doktrininde gayrimüslim fertler, kendilerine
uygulanacak hükümlere esas olmak üzere inanç farklılıkları ve İslam devletiyle olan siyasî ve hukukî bağları açısından çeşitli gruplara ayrılmışlardır. İnançları bakımından
gayrimüslimler de semavî kitap sahibi olanlar (Ehl-i kitap),
kitap sahibi olup olmadıklarında şüphe bulunanlar ve diğer
inanç sahipleri olmak üzere üçe ayrılmıştır. Müslüman iken
dinlerini değiştiren kimseler, bu konu ve değerlendirmenin
dışında tutulmuştur. İslam hukukçuları, Kur’ân-ı Kerim’deki açık ifadelerden3 hareketle Yahudi ve Hıristiyanların
Ehl-i Kitap olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır.
İslam dini, gayrimüslim kitlelerle milletlerarası hukukî
ilişkiler oluşturmuştur. İslam’da insanlar arasında sadece inanç esasına dayalı bir ayırım kabul edilmiş ve bu husustaki tercihin âhiret hayatında büyük bir mükâfat veya
cezayı gerektireceği, Allah
katında inananlarla inanmayanların
aynı muameleye tâbi tutulmayacağı
birçok âyette
ifade edilmiştir.4 Bununla
birlikte
adalet ve medeniyet
.............................
15
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>>>
dünya hayatında inananlarla inanmayanla- Hz.Ömer, yoksul ve içinde kabul etmiştir.
rın gerek ayrı toplumlar olarak, gerekse aynı
ihtiyar olduğundan Milletlerarası ilişkilerin barış içinde sürdürütoplum içinde bir arada yaşamaları için gelebilmesi ve bunun sağlam temellere oturması
dilenen bir zimmîyi
rekli düzenlemeler yapılmıştır. İslam dini, Aliçin karşılıklı güven ve haklara saygı büyük
görüp
ona
dilenme
lah’ın insanlığa yol göstermek üzere muhtelif
önem taşımaktadır. Bu nedenle İslam dini, gezamanlarda ve o zamanın şartlarına uygun sebebini sorduğunda rek özel gerekse milletlerarası ilişkilerde Müsbir çerçeve ve muhteva ile gönderdiği mesajın ihtiyacını karşılamak lümanlara, verdikleri sözleri tutarak karşılıklı
en son ve en mükemmel merhalesidir.5 Bu du- ve cizyesini ödemek güveni sarsacak davranışlardan sakınmalarıiçin dilendiğini
rum, İslam'ın aynı zamanda zaman ve mekân
nı,9 insanlar arasında hiçbir ayırım yapmadan
bakımından evrensel bir din olduğunu da söyleyince, hemen herkese karşı adaletle davranmalarını, kin ve
göstermektedir.6 İslam dini bu özelliğiyle hiç- cizyesini kaldırmış düşmanlıklar yüzünden zulüm ve haksızlığa
bir ırk, dil, cins, toplum ve zümre ayırımı yapve onu cizyeden yönelmemelerini emreder.10 Ve özellikle bunu
maksızın bütün insanları ilâhî vahyin muhayöneticilere bir görev ve sorumluluk olarak
tamamen muaf
tabı ve aynı insanlık ailesinin üyeleri olarak
yükler.
tutmuştu.
kabul eder. İnsanlara aynı anne babadan
Müslüman bir toplumun gayrimüslim topgeldiklerini bildirerek aralarındaki bazı farklumlarla ilişkilerinin barış esasına dayandığı
lılıkların düşmanlık sebebi değil, karşılıklı iyi ilişkilere bir ve bu ortamın ancak gayrimüslimlerin düşmanca tavırları
vesile olarak görülmesi gerektiğini anlatır. Bundan dolayı nedeniyle bozulabileceği ifade edilmektedir:
da aralarındaki tek üstünlük ölçüsünün, yeryüzünde arzu “Sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
edilen beşerî sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmekten çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara adaletle davranibaret olduğunu belirtir.7
maktan Allah sizi alıkoymaz. Çünkü Allah adaletli olanları
İnsanların farklı ırklardan gelmeleri ve ayrı toplumlar oluş- sever. Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtturmaları, kendilerine verilen nimetler konusunda bir sına- larınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardımma, insanlığın ortak ideal ve hedefleri için bir yarışma ola- da bulunanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost
rak görülmüştür.8 Böylece uluslararası hukukun en önemli olursa işte onlar zalimlerin bizzat kendileridir.”11
dayanağı olan milletlerarası topluluk fikri yani ümmet İslam hukukçularının büyük bir kısmı, Kur’an ve sünnette
anlayışı ilk defa Kur’ân’da ifadesini bulmuş ve Hz. Peygam- belirlenen temel prensipler çerçevesinde Müslümanlarla
ber devrinden başlayarak toplumlararası ilişkiler hukukî gayrimüslimler arasındaki milletlerarası ilişkilerin barış
esaslara dayandırılmıştır. Kur’an ve sünnette belirlenen te- esasına dayandığı, savaşın ancak onların Müslümanlara
mel prensipler çerçevesinde oluşan ve zamanla gelişen bu karşı düşmanca tavırlara başvurmaları halinde meşru sayıdevletlerarası hukuk, Müslüman devletlerin gayrimüslim lacağı görüşündedir. İşte Kur’ân-ı Kerim yeryüzünde insanî
toplumlarla olan ilişkilerinde uygulanırken, Batı dünyasın- bağları kuvvetlendirmeye, toplumları insanî gayelerle birbida Ortaçağ boyunca milletlerarası alanda keyfilik hâkim rine yaklaştırmaya, karşılıklı ilişkileri faydalı hususlarda iş
olagelmiş ve XVIII. yüzyılda Avrupa’da oluşmaya başla- birliğine dayandırmaya
yan devletler hukuku Batılı ve
Hristiyan
olmayan büyük önem vermiştir.
devletlere ancak XIX. yüzyılın
sonlarından itibaren Hz.Peygamber’in öğreuygulanmaya
başlanmıştır.
Oysa İslam ilk günden tilerine bakarsak İslam,
beri aynı toplum içinde yaşayan
Müslim, gayrimüslim kendi
mensuplarının
herkesi “ümmet toplumu” adını verdiği bir kavram oluşturduğu bir toplum-
adalet ve medeniyet
.............................
16
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
da bu inancı paylaşmayanların inanç özgür- İslam dini, gerek ne de yüceltmiştir. Resûlullah (s.a.v.) “Hiçbir
Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da
lüğüne, can ve mal güvenliğine sahip olarak
özel gerekse
Arab’a asla üstünlüğü yoktur. Üstünlük anyaşamalarını sağlamıştır. Tam bu noktada
milletlerarası
cak iman ve takvadadır.” buyururken evrenHz.Peygamber, hicretin hemen ardından Meilişkilerde
sel bir hukuk sisteminin temel kuralını belirdine’de bulunan müşrik ve Yahudi toplumları
Müslümanlara,
ile “Medine Sözleşmesi” diye adlandırılan bir
verdikleri sözleri lemiştir.
İnançla ilgisi bulunan bazı istisnalar dışında
sözleşme yaparak bunun ilk örneğini göstertutarak karşılıklı
İslam’ın koyduğu genel kural, Müslümanmiştir. İslam’ın ortaya koyduğu siyasî yapı,
güveni
sarsacak
larla zimmîlerin aynı hak ve görevlere sahip
birçok dinî-kültürel grubun bir arada yaşadavranışlardan
olmalarıdır. İslam zımmet ehli olarak kabul
masını mümkün kılan bir toplum modeline
sakınmalarını,
edilen Musevi ve Mesihîleri Müslümanlar gibi
örnek teşkil etmiştir.
İslam dini, toplum içindeki birliği sağlamayı insanlar arasında tam vatandaş olarak kabul etmiştir. 13
hiçbir ayırım
hedef edinmiş, ırk, renk, dil gibi farklılıkları
Gayrimüslimlerin zimmet akdi sayesinde
kabul etmiş ve bunları koruma altına almayı yapmadan herkese Müslümanlar gibi can ve mal güvenliğine
ilke ve bir inanç gereği görmüştür. Çağımız
sahip oldukları konusunda hukukçular gökarşı adaletle
ulus devletlerinde vatandaşlık, başlıca kan davranmalarını, kin rüş birliği içindedir. Hz.Peygamber zimmîye
ve toprak esasına dayandırılmaktadır. Hâlve düşmanlıklar zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üsbuki İslam, insanlar arasında elde olmayan yüzünden zulüm tünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu
dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü
her tür farklılığı bir yana bırakarak ümmet
ve haksızlığa
anlayışına dayalı vatandaşlığı esas almıştır.
yönelmemelerini bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiş
bir zimmîyi haksız yere öldüren kimsenin
Kur’ân-ı Kerim’deki mümin-kâfir ayırımı iki
emreder.
kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokufarklı ontolojik dinî yaklaşımı ortaya koyar ve
sundan mahrum olacağını belirtmiş ve “Bebu konudaki tercih aynı zamanda belli bir hayat tarzı ve sosyo-politik kimlik seçimini ifade eder. İslam’ı nim zimmetimi koruyunuz. Kim bir zımmiye eziyet ederse
din olarak benimseyenler aynı zamanda sosyo-politik İslam bana eziyet etmiş gibidir. Kim de bana eziyet ederse Allah’a
toplumunun bir üyesi olurken bu inancı paylaşmayanlar da eziyet etmiş olur.” buyurmuştur. 14
İslam devletinin siyasî hâkimiyetini kabul ederek çoğulcu Kur’ân-ı Kerim inanç ve din konusunda insanlara baskı
bir hukukî yapı içinde tercih ettikleri hayat tarzını yaşama yapılmasını kesinlikle yasaklamıştır.15 Hz.Peygamber ve
Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerinde gayrimüslim toplumlarla
hakkına sahiptirler.
İslam hukukçuları, İslam devletinin vatandaşlığını ifade yapılan zimmet antlaşmalarında bu husus açıkça belirtiletmek üzere hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler miştir. İnanç hürriyetinin bir gereği olarak dinî eğitim ve
(zimmîler) için “dârü’l-islam ehli” yani “İslam diyarının va- öğretim âyin ve ibadetlerle, mâbedler de hukukun himayetandaşları” tabirini kullanırlar.12 İslam dini aynı zamanda si altına alınmıştır. Gayrimüslimler mâbedlerinde
ırk ayırımını da reddettiği için bütün vatandaşlarını kardeş veya açtıkları okullarda dinî eğitim ve öğretimi
olarak kabul etmiş ve ayrı bir ırktan olanları ne aşağılamış tam bir serbestlik içinde verme imkânına
kavuşmuşlardır. Mabedlerinde
dinî âyin ve
ibadetlerini icra etmelerine, çan
çalmalarına,
dinî bayram günlerinde haç vb.
dolaştırmalarına asla engel olunmamıştır.
İlk fetih yıllarından yani Hz. Ömer devrinden
bugüne kadar
Mardin’in merkezinde hatta
mezra’ ve köylerinde hâlâ çanlar serbestçe çalmaktadır. Ancak Avrupa’da 21. yüzyılda ezan
hâlâ içeride ve
sessizce okunabilmektedir.
adalet ve medeniyet
.............................
17
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>>>
adalet ve medeniyet
.............................
18
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Gayrimüslimler için ikamet ve seyahat hürriyeti, çalışma ve
sosyal güvenlik hürriyeti açısından herhangi bir sınırlama
söz konusu olmamış, ticaret hayatının her alanında faaliyet
gösterebilmişlerdir. Diğer taraftan İslam toplumunda yaşayan ve azınlık durumunda olan Müslüman olmayanlar,
kamu hizmetleri ve sosyal güvenlik imkânlarından Müslümanlar gibi faydalanma hakkına sahiptirler.
Hz.Ömer, yoksul ve ihtiyar olduğundan dilenen bir zimmîyi görüp ona dilenme sebebini sorduğunda ihtiyacını karşılamak ve cizyesini ödemek için dilendiğini söyleyince,
hemen cizyesini kaldırmış ve onu cizyeden tamamen muaf
tutmuştu. Derhal ona hazineden maaş bağlanmasını emretmiş, kendisinden sonra gelecek halifeye tavsiyede bulunarak zimmîlerin haklarını korumasını ve onları himaye
etmesini istemiştir.16 Hâlid İbn Velîd, Hîre halkıyla yaptığı
antlaşmada güçsüz düşenlerden cizye alınmayacağını ve
bunların geçiminin hazineden karşılanacağını belirtmiştir,
saldırılar ve barışı bozacak davranışlar için de uluslararası
bir hukuk geliştirmiştir.
İslam tarihi boyunca Anadolu’da, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de ve birçok İslam beldesinde Müslümanlarla Hıristiyanlar hatta yer yer Yahudilerle birlikte sulh içinde
yaşanmıştır. Fakat bu bölgeler içinde birçok âlimin belirttiği
gibi Mardin farklı bir yapıya sahiptir. Müslüman-Hıristiyan
ve yakın zamana kadar Yahudilerin birlikte yaşadığı Türk,
Keldâni, Arap, Kürt, Ortodoks, Katolik, Protestan, Süryani
Kadim, Ermeni, Hanefi, Şafii, Yezidi mezhebine mensup,
farklı ırk ve kökene, farklı dinî inanç ve mezhebe değişik
sosyal hayata sahip kitleler bu şehirde asırlarca birlikte yan
yana komşu olarak sanki aynı dinin ve aynı ırkın mensuplarıymış gibi birlikte dostça yaşamışlardır.
Bu teorilerin ve hukuki düzenlemelerin bir sonucu olarak
Mardinlilerin komşulukları başka toplumlarda nadiren görülmüş komşuluklardır diyebiliriz. Tarih boyunca yanyana
Ömer İbn Abdülaziz de bu durumda olan gayrimüslimlere
devlet hazinesinden maaş bağlanması için yetkililere talimat vermiştir.17
İslam dini Musevi ve Mesihi kadınlarla evlenmeyi mubah
kılmış ve bunu gayet tabii bir davranış ve sosyal ilişki olarak
kabul etmiştir. Eşler arasındaki ilişkilerde bu evliliği dinler
arasında barışı sağlayacak bir ilke olarak görmüştür. Sosyal
ilişkiler bağlamında eşler arasındaki sevgi ve yakınlıktan
daha güçlü bir bağ düşünülemez. Bu ilişki yalnızca bir fertle sınırlı kalmamakta, kadının anne ve babası, kardeşleri ve
diğer akrabalarıyla Müslüman koca ve çocukları arasında
da bir akrabalık bağı oluşmaktadır. Bu da inanç farklılığına rağmen İslam’ın ayrı dinden olanlara tanıdığı hoşgörünün, karşılıklı iyi ilişkiler kurulmasına olan arzusunun bir
tezahürü olarak görülmelidir. Aynı şekilde Ehl-i Kitab’ın
yiyeceklerinin Müslümanlara helâl kılındığı gibi, kestikleri
hayvanların etlerinin helâl olduğu da kabul edilmiştir.
İslam dininin bu yaklaşımları birlikte yaşamayı daima kolaylaştırmış ve insanlar arasında sürekli bir barışın olmasını sağlamıştır. Birlikte yaşamayı ve barışı bozan taraf olmayı asla kabul etmeyen İslam dini, karşı taraftan gelebilecek
yaşayan Müslümanlar Hıristiyanların, Hıristiyanlar Müslümanların bayramlarını tebrik etmişlerdir ki bu önemli bir
anlayış ve gelenektir. Bizzat yaşayıp gördüklerimize gelince; bayramlarda dedemin birçok Hıristiyan arkadaşı onun
bayramını tebrik etmeye gelirdi. Her iki dinin mensupları
birbirlerinin taziyelerinde bulunur, vefat edenlerine rahmet okurlardı. Bu taziyelerde her iki kesim karşı tarafın dinî
ilkelerine göre dua ederlerdi. Yaptıkları yemeklerden akşamları komşularına ikramlarda bulunmayı ihmal etmez,
birbirlerini ziyafetlere ve birbirlerinin düğünlerine davet
ederler ve bu davetlere icabet edilirdi. Bir komşunun sıkıntısı olduğunda hemen ziyaret edilir ve derdine iştirak edilirdi. Hastalar karşılıklı ziyaret edilir, dua ve şifalar temenni
edilirdi.
Birbirinden etkilenen bu iki din mensubu unsurun, bazı
dinî yaşayışları da taklit ettikleri bir gerçektir. Mesela Mardin’deki Mevlit geleneğinde yapılan çörek ikramı, paskalya
çöreğinden aynen alınmış bir gelenektir. Hatta okutulan ve
hiç alakası almadığı halde Mardin’de okunan mevlid metninin İbn Hacer el-Heytemî’ye nisbet edilmesi, benim kanaatime göre tamamen Hıristiyan geleneğinden bir etkilen-
menin sonucudur. Mevlit metninde ifade edilen uydurma
hadislerin İslam’la hiç bir alakası olmadığı ve hadis usulü
kriterlerine göre tamamen mevzu olduğu gayet açıktır. Aynı
şekilde birçok Hristiyan’ın da Fatihâ’yı bildiğine ve Müslümanların taziyelerinde okuduğuna defalarca şahit olmuşuzdur.
Mardinli Müslüman ve Mesihiler birbirlerinden normal ve
veresiye alış veriş yaparlar. Keçeci Cercis’ten ve daha sonra
oğullarından hep keçelerini tamamen babam ve dedem satın alırdı. Hatta ihtiyacımız olmadığı halde ellerindeki stokları getirip bırakır, hesap işlemi haftalarca sonra yapılırdı.
Çocukluk arkadaşlarımız vardı. Hatta okulda birçok Hıristiyan arkadaşlarımız vardı. Onları kendimizden, onlar da
bizi kendilerinden hiç ayırmazdı. Futbolcu Hanna bütün
Mardinli Müslüman gençlerin en çok sevdiği hemşerilerimizdendi diyebilirim ve hâlâ da öyledir. Rahmetli annemin
taziyesine gelmiş, dua etmiş ve Fatiha’yı onun adına bizim
Çocukluk arkadaşlarımız vardı.
Hatta okulda birçok Hıristiyan
arkadaşlarımız vardı. Onları
kendimizden, onlar da bizi
kendilerinden hiç ayırmazdı.
Futbolcu Hanna bütün Mardinli
Müslüman gençlerin en çok
sevdiği hemşerilerimizdendi.
Dipnotlar
el-Bakara 2/21; ez-Zâriyât 51/56; el-Mülk 67/2
el A'râf 7/87; el-Kehf 18/29; et-Tegâbün 64/2
Âl-i İmrân 3/65-67; el-Mâide 5/68
Hûd 11/15-24; Fussilet 41/40; el-Câsiye 45/20-35
el-Mâide 5/3; el-Ahzâb 33/40
el-Enbiyâ 21/107; Sebe' 34/28
el-Hucurât 49/13
el-Mâide 5/48
el-Mâide 5/ 1; en-Nahl 16/ 91, 92, 94
en-Nisâ 4/58; el-Mâide 5/2, 8
el-Mümtehine 60/8-9
Serahsî, Şerhu's-Siyeri'l-Kebîr, IV, 1383; V, 1047; Kâsânî, Bedâyi, VI, 281.
Abdülkerîm Zeydân, s. 61-67; Abdülazîz Kâmil, I, 83-85, 92.
Beyhakî, Sünen, X, 205.
el-Bakara 2/256; Yûnus 10/99; el-Kehf 18/291.
Ebû Ubeyd, Kitabu’l-Emval, s. 57; Ebü Yûsuf, Kitabu’l-Harac, s.135.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, I, 38; M. Hamîdullah, İslam
Peygamberi, s.280-281.
18. el-Mâide 5/ 1; en-Nahl 16/ 91, 92, 94
.............................
19
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
adalet ve medeniyet
okumamızı istemişti.
Çarpıcı bir örnek olarak; bir Ramazan gününde sabahleyin
dükkânına gelen bir Mesihi amca, oğlunun dükkân kapısında sigara içtiğini görünce dehşete kapılır ve kendinden
geçmişçesine oğlunu sille tokat dövmeye başlayarak şunları söyler: “Utanmaz edepsiz adam! Bizim Ramazan’da Müslüman komşularımızın önünde hiç yemek yediğimizi veya
sigara içtiğimizi gördün mü? Bu ne biçim iş?”
Gerçekten Ramazan’da asla açıktan yemek yemez ve hiçkimsenin gözü önünde sigara içmezlerdi. Aynı şekilde Müslümanlar da Hıristiyanların kırk gün süren ve hayvansal
gıda yemedikleri oruç günlerinde yemek yerken Hıristiyan
bir komşu geldiğinde hemen toparlanır ve hayvansal gıdaları uzaklaştırırlardı. Ben bunu dedemde bir kez müşahede
ettim.
Bir gün biz öğle yemeği yerken aniden Keçeci Cercis Amca
çıkıp geldiğinde dedem hemen toparlandı ve sofradaki etli
yemekleri uzaklaştırmamızı istedi. “Cercis, kusura bakma,
buyur otur!” dedi. Cercis Amca gittikten sonra etli yemek
sofraya yeniden getirildi.
Annelerimizin terzileri hep Hristiyan bayanlardı. Terzi
Verde, sanki evimizin bir ferdi gibiydi. Kumaşla ilgili alış-
verişimizi yaptığımız Antuvan adlı bir bezzaz vardı. Bütün
alışverişimizi ondan yapardık ve babam onunla altı ayda bir
hesaplaşırdı. “Benabil” yani şimdiki Bülbül Köyü tamamen
Mesihi idi. Onların hayvanlarının semerlerini babam imal
eder, onlar da hesap yapmadan semerlerini alıp çeker giderlerdi. Sonbaharda meyve ve sebze satışlarını yaptıktan sonra gelir ve babama borçlarını öder giderlerdi. Aylar sonra yapılan bu alışveriş hesaplarında, kimsenin diğerine en ufak
bir itimatsızlığı söz konusu değildi. Mardinli Müslümanlar
her zaman Mesihilerin alış verişlerinde çok düzgün ve samimi olduklarını, güvenilecek kimseler olduklarını söyleyerek
onları takdir ederlerdi.
Hatta bazen yemin etmek gerektiğinde her iki taraf “bi hakıdineyn” (iki din adına yemin olsun) diye yemin ederlerdi.
Bu Mardin’e özgü ve ayrı bir yemin türü idi. Hatta gelenek
olarak böyle yemin eden birine karşıdaki “Din tektir, Allah’ımız birdir ve aynıdır.” şeklinde karşılık verilirdi.
Bütün bu örneklere bakıldığında Mardinlilerin dinleri, mezhepleri, ırkları çok farklı olmasına rağmen uzun yıllar beraber yaşamış ve hiçbir sıkıntıları ve birbirinden şikâyetleri
olmamıştı.
Ancak Mardin’in eski köklü aileleri bu geleneği daima sürdürmelerine rağmen sonradan Mardin il merkezindeki etnik yapının zamanla değişmesi ve dışarıdan Mardinli olmayan bazı unsurların şehre gelip yerleşmesiyle Hristiyanların
huzuru kaçırılmış oldu. Gerçekten onlar zamanla rahatsız
edildiler. Mallarına ve sosyal hayatlarına zarar verilmeye
başlandı. Bu durumlar Mardinli köklü ve asil aileleri çok
üzüyordu. Gerçekten şerir insanların bu güzel gayrimüslim
komşuları rahatsız etmesi, Müslümanları da derinden üzüyordu. Ancak şirret saçan kimselerle de hiçkimse dalaşmak
istemiyordu.
Buna rağmen Müslüman ve Hıristiyan asil Mardinli ailelerin birbirleriyle ilişkileri hiç zedelenmeden aynen devam etmiştir. Kısacası Mardin örneği, her zaman ve her mekânda
birlikte yaşamak isteyenler için güzel bir örnek ve mükemmel bir projedir.
>>>
lu/Yı
ail Yazıcıoğ
İsm
>> Arş. Gör.
esi
kuk Fakült
itesi Hu
zıt Ünivers
ldırım Beya
e ve
n
i
r
e
l
ecek
n
edik
l
ü
y
ş
ö
ü
s
mda d na
şinin
i
a
l
k
n
;
l
a
i
i
ye değ lıdır. Siyas politikaları
i
ş
i
k
t
a
feda
n
efe
m
i
l
l
e
n
a
r
o
i
e
h
s
ı
l
i
ş
u
t
t
M
a kar
r par
sume
n
a
u
ı
d
h
r
i
ikalar
t
a
l
t
l
i
e
k
l
i
k
s
ı
o
i
t
t
ş
p
e
i
p
ya
halef
leri k
ler ve
u
e
e
l
k
m
e
l
s
,
i
e
k
,
l
olursa idir. Ülke m inden deği
el
zer
yönelm li, kişiler ü
ir.
d
i
l
e
e
m
l
i
m
edilme n hareket ed
de
üzerin
adalet ve medeniyet
.............................
20
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Muhalefet denilince çoğu zaman aklımıza ilk gelen,
onun siyasetle ilgili bir kavram olduğudur. Oysa muhalefet, siyasi yönünün yanında, sosyal boyutu da olan bir
kavramdır. Evde, okulda, iş yerinde, sokakta, dolmuşta
kısacası sosyal hayatın her aşamasında bir şeylere karşı
gelir; bilerek ya da bilmeyerek muhalefet ederiz. Dolayısıyla en basit ifadeyle, bir düşünce veya davranışa karşı
gelmek olan muhalefet, insanın bulunduğu her yerde
vardır. Zira farklı düşünme ve farklı davranışlarda bulunma isteği insanın özünde bulunmaktadır. Bu da bir
başkasının düşüncesine veya davranışına karşı gelmeyi
beraberinde getirmektedir.
Muhalefet, insan ürünü olduğuna göre her toplumun
az-çok muhalefet kültürü bulunmaktadır. Ancak muhalefet kültürünün gelişebilmesi, farklı düşünce ve davranışlara saygı gösterilen, çoğulculuğun sağlandığı, başta
ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin
güvence altına alındığı demokratik bir toplumda mümkündür. Bunun yanında karşıt düşüncelerin nasıl ifade
edildiği ve ne ölçüde karşılık bulduğu bir toplumun muhalefet kültürü hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
İşte ülkemiz bakımından sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Bu sorunlarla ilgili tespitlerimizi şu şekilde
sıralayabiliriz:
• Karşıt düşüncelere sahip kişiler, kendileri için beklediği saygıyı düşüncelerini ifade ederken başkalarına
da göstermelidir. Bunun için kullandıkları dile, üsluba
ve araca dikkat etmeleri oldukça önemlidir. Ülkemiz
bakımından bu konudaki en vahim tablo, sosyal medya aracılığıyla gerçekleşen paylaşımlardır. Gerçekten
de günümüzde sosyal medya kullanımının artması ile
birlikte internet üzerinden düşüncelerin açıklanması
yaygınlaşmış, özellikle siyasi konularda sosyal medya,
hakaret aracı haline gelmiştir. Eleştiri sınırlarını aşan
hakaret içeren sözlerle, yakıp yıkan ve şiddete başvuran eylemlerle gerçekleşen bir karşı çıkışın demokratik
toplumlarda karşılığı bulunmamaktadır.
• Bir düşünce veya davranışın muhalefet kapsamında
Namık Kemâl’in deyimiyle “Bârika-i
hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.” İktidarı elinde bulunduranlar,
muhalefetin görüş ve düşüncelerini
değerlendirmeli, öneri ve tekliflerini dikkate almalıdır.
.............................
21
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
• Güçlü bir muhalefet kültürünün oluşması bakımından sadece muhalefet edene değil, muhalefet edilene
de önemli görevler düşmektedir. Bu noktada farklı görüş ve düşünceleri saygıyla karşılamak, eleştirilmekten
korkmamak, uygun bir dil ve üslup kullanılarak yapılan muhalefete açık olmak gerekmektedir. Çoğu zaman
doğrulara farklı görüş ve düşüncelerin çatışması neticesinde ulaşılır. Namık Kemâl’in deyimiyle “Bârika-i
hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.” İktidarı elinde
bulunduranlar, muhalefetin görüş ve düşüncelerini değerlendirmeli, öneri ve tekliflerini dikkate almalıdır. Bu
yaklaşımın aksine muhalefetin değişik ölçülerde bastırıldığı veya engellendiği toplumlarda gerçek bir demokrasinin varlığından bahsedilemez. Zira demokrasiler,
herkesin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına
alan ve azınlığın çoğunluk olma hakkına sahip olduğu
sistemlerdir. Bugünün muhalefeti, yarının iktidarı olabilir. Bu anlamda muhalefetin, seçim dönemleri dışında
herhangi bir baskı hissetmeden faaliyetlerde bulunması; belli aralıklarla yapılan seçimlerde iktidar olma hakkına sahip olması kadar önemlidir. Bu durum iktidarı
elinde bulunduranların sorumluluğundadır.
Sonuç olarak, ülkemizde gerek sosyal gerekse de siyasi
hayatın her aşamasında muhalefetin varlığından bahsedilebilirken, yeterli bir muhalefet kültürünün oluştuğu söylenemez. Sosyal hayatta bu durumun düzeltilmesi için toplumun tamamına görev düşmektedir. Siyasi
hayatta muhalefet kültürünün oluşmasında ise muhalefetin olduğu kadar, iktidarın da sorumluluğu bulunmaktadır. 7 Haziran seçimlerinden sonra koalisyonun
kurulamayışı ve yakın geçmişte yeni anayasa konusunda uzlaşılamaması, ülkemizin siyasi aktörlerinin bu
konuda sicilinin parlak olmadığını tekrar gözler önüne
sermiştir. Yeterli bir muhalefet kültürüne sahip olduğumuzda, iktidar ve muhalefetin ülkenin temel meselelerine ilişkin konularda, siyasi hesaplara girişmeden
beraber çözüm araması mümkün olacaktır.
adalet ve medeniyet
değerlendirilmesi için farklı öneriler sunması veya alternatif politikalar üretmesi zorunlu değilse de siyasi
iktidara yönelik muhalefet faaliyetlerinde bu durum
önem arz etmektedir. Özellikle muhalefet partilerinin,
siyasi iktidarın programlarına karşı gelmekle yetinmeyip, kendi programlarını ortaya koyması gerekmektedir.
Zira siyasi partiler, iktidarı ele geçirmek veya ona ortak
olmak amacıyla kurulan ve faaliyetlerini sürdüren kuruluşlardır. Demokrasilerde muhalefet konumundaki
siyasi partiler, iktidarın alternatifidir. Bu nedenle muhalefet partilerinin, yalnızca siyasi iktidara karşı gelmesi beklenemez, her an iktidar olacak gibi alternatif
politikalar üretmesi gerekir. Sırf muhalefet etmiş olmak
için muhalefet eden siyasi partiler, özelde kendilerine
genelde ise ülkeye kazanç sağlamazlar. Kendilerine kazanç sağlamazlar çünkü halkın karşısına çıktıklarında
teveccüh görmezler. Sadece eleştirenler değil; eleştirdiği konuların çözümü için politika üretenler ve bu politikaları fırsat tanındığında nasıl icra edeceklerini doğru
bir biçimde izah edenler, halkın desteğini kazanabilir.
Günlük hayatta da aslında durum böyledir. Sürekli eleştiren ancak eleştirdiği konular için önerisi olmayan,
sorumluluk almaktan kaçınan kişiler, başkaları tarafından pek sevilmezler. Diğer yandan sırf muhalefet etmiş
olmak için muhalefet eden siyasi partiler, ülkeye de kazanç sağlamazlar. Çünkü iktidarı elinde bulunduranlar,
güçlerini her an kaybedebileceklerini düşünmez, kendilerine alternatif oluşumun varlığını hissetmezlerse
rehavete kapılabilirler. Bu nedenle muhalefet partileri,
iktidarın politikalarına alternatif politikalar geliştirerek
bir yandan “göreve hazırım” mesajı verirken, diğer yandan iktidarın daha fazla çalışmasını ve icraatlarda bulunmasını sağlayabilir. Bundan da ülke kazançlı çıkar.
• Muhalefet kişiye değil; kişinin söylediklerine ve yaptıklarına karşı olmalıdır. Siyasi anlamda düşünecek olursak,
muhalefet iktidar partisinin politikalarına yönelmelidir.
Ülke meseleleri kişisel husumetlere feda edilmemeli, kişiler üzerinden değil, ilkeler ve politikalar üzerinden hareket edilmelidir. Bu anlamda muhalefetin öncelikle hedefi
iktidarı engellemek değil, onu sınırlandırmak olmalıdır.
Elbette muhalefet, iktidarın politikalarını eleştirerek, iktidar değişimini savunabilir, hatta iktidar değişimine yol
açacak birtakım mekanizmaları başlatabilir. Ancak demokratik toplumlarda bu durum hukuki ve siyasi bazı
koşullara bağlanmıştır. Bunun dışında muhalefetin asıl
görevi, iktidarı sınırlandırmaktan ibarettir.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI
PROF. DR.
MEHMET GÖRMEZ
adalet ve medeniyet
ÜLKEMİZ BİRLİKTE
YAŞAMA VE KARDEŞLİK
HUKUKUNUN
TESİSİNDE BİR UMUT
ADASIDIR
.............................
22
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>> Röportaj: Hüseyin Üşenmez
Dünyada var olan bütün kültürlerde medeniyetlerde üç sınıf insan
cübbe giymektedir. Din adamları,
hukuk adamları ve üniversite hocaları. Bunun sembolik anlamı çok
büyüktür. Üç sınıf insan da kendi
nefsi arzularına, sübjektif görüş ve
düşüncelerine göre hareket edemeyen insanlardır.
Muhterem Hocam, Siz Diyanet İşleri Başkanı olarak
ve kurumunuz yakın zamanda birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu çok dillendirdiniz? Bunun sebebi
nedir? Niçin birlikte yaşama ahlakı ve hukuku?
Bismillahirrahmanirrahim.
Modern dünya, tarihî tecrübeleri fazla dikkate almadan kendi değerler dünyasını, kendi hayat tarzını, kurumlarını, insan ilişkilerini, dilini üretmiş durumdadır.
Ancak hayata bakışı hikmet ve merhamet değil, güç ve
menfaat eksenli olmuş ve sürekli bir çatışma kültürü
meydana gelmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları,
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan trajediler,
son yıllarda Arakan’da, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de
ve Yemen’de yaşanmakta olan savaş, çatışma, işgal
ve soykırımlar nedeniyle zorunlu yer değiştirmeler ve
göçler yaşanmış ve halen de yaşanmaya devam etmektedir.
Dünyanın sınır kavramını unuttuğu ve alabildiğince
çalkalanıp alt üst olduğu günümüzde, farklı din, dil,
ırk, renk, ülke, kültür, inanç, mezhep ve meşrebe sahip insanlar, tarihte hiç görülmemiş bir yoğunlukta bir
arada yaşamaya başladılar. Küresel ölçekte bilimsel,
teknolojik, ekonomik, siyasi, dinî ve kültürel etkileşimler yaşanmaktadır. Bu durum pek çok problemin
yanında “öteki” problemini, yani ötekini tanıma, kabullenme ve onunla bir arada yaşama problemini de
beraberinde getirmiştir.
Her ne kadar insanlık birlikte yaşama konusunda ciddi bir birikime sahip olsa da sürekli demokrasiden,
insan hak ve özgürlüklerinden, çoğulculuktan ve çok
kültürlülükten söz edilse de dünyamızda medeniyetler, dinler ve kültürler arasında çatışma senaryoları,
yabancı düşmanlığı, ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme,
asimilasyon ve izolasyon politikaları bir türlü sona erdirilememiştir.
Ayrıca Batı dünyasının İslamofobik dalgalarla hızla
çok kültürlülükten uzaklaşması, Batı’da yaşayan millet
varlığımıza ve Müslüman kimliğine yönelik ayrımcılıklar birlikte yaşamaya olan ihtiyacımızı göstermektedir.
adalet ve medeniyet
.............................
23
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Sayın Başkanım, Efendimiz (sav) ve ilk örnek Sahabe-i Kiram birlikte yaşama üzerinde Medine'de
önümüze eşsiz örnek sundular. Ensar muhacir
kardeşliği başta olmak üzere Müslümanların farklı dine mensup insanlarla beraber yaşayabildiği
Medine bizim için güzel bir örnek. İlk örnek nesil
bunu nasıl başardı? Tarihteki örnekleri nelerdir?
Rasul-i Ekrem Efendimiz (sas), bütün âlemlere rahmet
Kin ve nefret yerine merhamet ve adaleti; düşmanlık ve husumet yerine
dostluk ve kardeşliği; riyakârlık ve gösteriş kültürü yerine içtenlik ve
samimiyeti ikame etmek; zedelenen insan haysiyet ve onurunu yüceltmek
için daha çok çaba göstermeye ihtiyacımız bulunmaktadır.
olarak gönderilmiştir. O Rahmet Elçisi (sas) ki Medine’ye
hicretle önce Ensar ve Muhacir arasında benzeri görülmemiş bir kardeşlik bağı tesis ettiğini görmekteyiz. Sadece Müslümanların kendi aralarındaki birlikte yaşamalarını değil diğer din mensupları ile de birlikte yaşamayı
tesis etmiştir. Allah Rasûlü (sas) döneminde Hıristiyanlarla ilk ilişkiler, Müslümanların Habeşistan’a hicretiyle;
Yahudilerle ilk ilişkiler ise bizzat Hz. Peygamberin (sas)
Medine’ye hicretiyle başlamıştır.
adalet ve medeniyet
.............................
24
.............................
Medine İslâm toplumunda üç ilahi dinin
mensupları arasında örnek ilişkiler kurulmuş.
Kasım-Aralık-Ocak
Medine İslâm toplumunda üç ilahi dinin mensupları arasında örnek ilişkiler kurulmuş, antlaşmalar imzalanmış,
birlikte yaşama hukuku geliştirilmiş ve bu hukuk Medine
Vesikası ile yazılı hâle getirilmiştir. Bu sözleşme ile farklı
din ve kültüre mensup insanların aynı toplum yapısında huzur ve güven içinde bir arada yaşamalarını temin
edecek hukuki zemini oluşturmuş ve bunun mümkün
olabileceğini bütün dünyaya göstermiştir. Ayrıca Hz.
Peygamber (sas) ve Hulefa-i Raşidin döneminde Müslü-
man olmayanlar, azınlık statüsünde değerlendirilmeyip
asli unsur olarak kabul edilmiş, yapılan antlaşmalarda
her ferde din ve vicdan hürriyeti tanındığı açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre dinî eğitim, öğretim, ayin ve
ibadetler ile mabetler, inanç hürriyetinin gereği olarak
hukukun güvencesi altına alınmıştır.
Hz. Peygamber (sas) ve ashabının temellerini attıkları
birlikte yaşama hukuku tek taraflı bir süreçte gelişmemiş, diğer din mensuplarının da bu anlayışa katkıları olmuştur. Asr-ı Saadetten tevarüs ettikleri bu bakış açısını ve
evrensel mesajı Endülüs’ten, Maveraunnehir’e Afrika’dan
Asya’ya gittikleri tüm coğrafyalara taşıyan Müslümanlar
rahmet medeniyetleri inşa etmişlerdir.
Başta Anadolu olmak üzere Endülüs’ten Hindistan’a, Afrika’dan Asya’ya İslâm coğrafyasının dört bir köşesinde örnek
toplum modelleri ortaya konulmuştur. Farklı millet, kültür
ve dinlerin kavşak noktaları olarak nitelendirebileceğimiz
Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire, İskenderiye, Kurtuba, Üsküp,
Saray Bosna, Antakya, Edirne, Bursa, Mardin, İstanbul gibi
İslâm şehirleri, hoşgörünün, anlayışın, saygının hüküm
sürdüğü huzur ve barış merkezleri olmuşlardır.
Fatih’in ahidnamesi, Medine Sözleşmesinden
ve Selahaddin Eyyubi’nin emannamelerinden ilham almıştır.
Osmanlı Devleti de millet sistemiyle farklılıklarla birlikte
yaşamayı bir hukuka kavuşturmuş ve bir ahlaka dönüştürmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinden
sonra yayınladığı, farklı inanç ve kültür mensuplarının
bir arada güven içerisinde yaşamasını temin eden ahidnamesi, ilhamını Medine Sözleşmesinden, Kudüs fatihleri Hz. Ömer ve ardından Selahaddin Eyyübi’nin emannamelerinden almıştır.
desteklenmediği için barış, huzur ve kardeşlik yolunda
istenen neticeler bir türlü alınamamıştır. Maalesef bütün
bu amaçlar için kurulan birçok uluslararası kuruluş bile
hiçbir zaman iyilik ve adalette birleşemedi. Adetâ bu konuda iyi bir sınav veremediler, sınıfta kaldılar.
Üzülerek ifade edelim ki modern zamanlarda insanlık,
dinler ve Peygamberler aracılığıyla tüm zamanları ve insanları muhatap alan, bütün inanmış yüreklere duyurulan çağlar üstü hikmet ve hakikatlerden uzak düşmüştür.
İnsanlık, manevi değerlerden uzaklaştıkça hırs, kin, nefret, gaflet ve vahşetin sarmalında maalesef insanlığından da uzak düşmektedir.
Dolayısıyla bugün birlikte yaşama konusunda genelde
insanlığın özelde ise Müslüman toplumların karşılaştıkları sorunların çözümü için seferber olunmasına; dinlerin, özellikle de son hak din olan İslâm’ın bakış açısının
bir kez daha yeniden ortaya konmasına; tarih boyunca
Müslümanların bu konuda geliştirdikleri hukukun fark
edilmesine; tarihî tecrübenin günümüze yansıtılmasına
ve birlikte yaşama ahlâkı konusunda bir bilinç oluşturulmasına ihtiyaç vardır.
.............................
25
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Muhterem Hocam, Sevgili Peygamberimizin (sas)
Mekke’den Medine’ye hicretiyle birlikte ensar-muhacir kardeşliğini tesis ettiğinden, birlikte yaşama ahlakı ve hukukuna dair Medine vesikasından ve tarihteki örneklerinden bahsettiniz, bugüne geldiğimizde
durum nasıl?
Tüm bu olumsuzluklar içerisinde her şeye rağmen ülkemiz -Allah’a hamdolsun- bir umut adası olmaya devam
etmektedir. Hepimizin bildiği gibi Anadolu’muzun güzel
insanları, uzun asırlar boyunca başka inanç ve kültürden
insanlarla huzur ve güven içinde bir arada yaşamanın
en anlamlı örneklerini vermiştir. Ancak bütün bunlarla
birlikte bugün ülkemizde de insanlar, birlikte yaşama
ahlakını ortaya koymada zaman zaman ciddi zaaflar
gösterebilmektedirler. Etnik, ideolojik, mezhebi ve meşrebi
adalet ve medeniyet
Muhterem Hocam, İslam Dünyası ve Müslümanlar tarihten getirdikleri bu tecrübesine rağmen şu an birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu niçin kaybettiler?
Modern dünyanın etkisi nedir? Uluslararası kuruluşların bu konudaki durumu nedir?
Günümüze geldiğimizde İnsanlığı topyekûn barışa davet
eden bir dinin mensupları ve cihanşümul bir rahmetin
temsilcisi olan Hz. Peygamberin (sas) müntesiplerinin
bugün ortaya koydukları davranışlar ve sergiledikleri
tavırlar çoğu zaman Kur’an ve Sünnet’in rahmet yüklü
mesajlarının çok uzağına düşmektedir. Özellikle son iki
asırda Müslümanlar, tarihte insanlığa eşsiz örneklerini
sergiledikleri birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu güncelleyerek hayata aktarmada zorlandılar. Ne yazık ki aynı
inancın mensupları arasında bile şiddet, çatışma ve savaş baş göstermiş durumdadır.
Tarihte selam ve eman yurdu olarak bilinen İslam coğrafyası, bugün, artık şiddetle, çatışma ve savaşla anılır
duruma gelmiştir. Ekonomik kaynakların paylaşımındaki dengesizlikten, siyasi temsiliyetteki mağduriyetlerden,
haksızlığa uğramaktan ve emniyetsizlik halinden neşet
eden gerilimler aslında bir mezhep savaşı gibi aksetmekte, zalimane tavırların ve cahilane tepkilerin faturası ise
maalesef din-i mübin-i İslam’a kesilmektedir.
Aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı, aynı güneşin ışığını
ve ısısını paylaşan insanlar arasında saygıya dayalı sağlıklı
bir iletişim örüntüsü kurmak; kendi yaşamı adına diğerinin
yaşama hakkını elinden almayan, hukuka ve ahlâka riayet
ederek birlikte yaşamayı başarabilen toplumlar inşa etmek
gerekmektedir. Ne yazık ki insanlık, ortak yurdumuz olan
dünyayı barış içinde imar ederek birlikte yaşama ahlak ve
hukukunu yeryüzünde egemen kılamadık.
Dünyada her ne kadar farklılıklardan kaynaklanması
muhtemel çatışmaların önlenmesi adına uluslararası sözleşmeler imzalanmış, bu amaçlar doğrultusunda
uluslararası kurum ve kuruluşlar ihdas edilmişse de
bütün bu girişimler, dünyamızdaki farklılıkların tamamını kuşatmadığı ve dinî, ahlâki ve kültürel alt yapı ile
Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinden sonra yayınladığı, farklı inanç
ve kültür mensuplarının bir arada güven içerisinde yaşamasını temin eden
ahidnamesi, ilhamını Medine Sözleşmesinden, Kudüs fatihleri Hz. Ömer ve
ardından Selahaddin Eyyübi’nin emannamelerinden almıştır.
Aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı, aynı güneşin ışığını ve ısısını paylaşan insanlar arasında saygıya dayalı sağlıklı bir iletişim örüntüsü kurmak; kendi yaşamı adına diğerinin yaşama hakkını elinden almayan,
hukuka ve ahlâka riayet ederek birlikte yaşamayı başarabilen toplumlar
inşa etmek gerekmektedir.
farklılıklar, bazen çatışma nedeni olarak görülebilmektedir.
Farklı görüşlere tahammül ve anlayış göstermek ne yazık
ki kimi zaman zayıflayabiliyor. Her geçen gün insanların
birbirlerini daha az anladığını hatta anlayamaz hale geldiğini üzülerek müşahede ediyoruz. Kin ve nefret yerine merhamet ve adaleti; düşmanlık ve husumet yerine
dostluk ve kardeşliği; riyakârlık ve gösteriş kültürü yerine içtenlik ve samimiyeti ikame etmek; zedelenen insan
haysiyet ve onurunu yüceltmek için daha çok çaba göstermeye ihtiyacımız bulunmaktadır.
Hukuksal normlar ve kurallar bir arada yaşamayı bir yere kadar sağlayabilir.
adalet ve medeniyet
.............................
26
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Birlikte yaşamayı tekrar nasıl tesis edebiliriz?
Elbette bu konuda bütün insanları barış içinde birlikte
yaşatacak hukuk temelleri son derece önemlidir. Ancak
unutmamak gerekir ki bir takım hukuksal normlar ve
kurallar bir arada yaşamayı bir yere kadar sağlayabilir.
Hukuksal zemin ahlaki ilkelerle beslenmedikçe ırkçılık,
ayrımcılık, ötekileştirme artık neredeyse bir endüstriye
dönüşerek yaygınlaşan İslamofobinin önüne geçilmesi
mümkün görünmemektedir. Zira her geçen gün şiddetini arttıran bu çatışma ve ayrıştırma, hukukun tek başına
yeterli olmadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Aslında bütün din ve kültürlerde söz konusu ahlakın temel ilkeleri öz olarak mevcuttur. Her biri birbirinin kardeşi olan Kutlu Peygamberler hayatları boyunca her daim
birleştirici, uzlaştırıcı, affedici barış elçileri olmuş, örnek
hayatlarıyla yüksek insani değerleri ortaya koymuşlardır. Bu değerler ve örnek uygulamalar, Hz. Musa’nın on
emrinde, Hz. Davud’un Zebur’daki yakarışlarında, Hz.
İsa’nın dağdaki vaazında ve Hz. Muhammed Mustafa
(sas)’nın Medine Vesika’sında ve Veda Hutbesinde bütün
insanlığa ilan ettikleri evrensel bir mesaja bürünmüştür.
Muhterem Başkanım, İslami referanslardan hareketle, özü insana, inanca, kutsala, düşünceye, kültüre ve
medeniyete saygıya dayalı birlikte yaşama ahlakının
temel ilkeleri neler olmalıdır? Tarihten getirdiğimiz
bu tecrübeyi günümüze aktarmak için hangi ilkelere
dikkat etmemiz gerekmektedir?
Hz. Peygamber (sas) zamanından günümüze İslâm toplumları, Müslüman olmayan toplumlarla ilişkilerinde
her zaman belli ölçüleri gözetmiştir. Bu ölçüleri belirleyen bizzat Kur’an ve Hz. Peygamberin (sas) sünnetidir.
Kerim Kitabımızda dini kabul noktasında insanlara baskı
yapılmasını yasaklayan ayetler bulunması (Bakara 2/256;
Yunus 10/99; Kehf 18/29), başka din ve inanç mensuplarına anlayış gösterilmesini gerekli kılmaktadır. Birlikte
yaşama ahlak ve hukukunun tesisinde belli başlı prensiplerimiz olmalıdır.
Bütün insanlık, Âdem ve Havva’nın çocukları olmaları
hasebiyle birbirini insanlık ailesinin fertleri olarak görmeli, kardeşliğe yakışır davranışlar sergilemeli ve her
türlü ayırımcılığa karşı çıkmalıdır.
Bütün insanlığın aynı özden yaratıldığı, insanlık onur ve
değeri bakımından eşit olduğu bilinmeli, herkese insanca muamele edilmelidir.
Dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun her insanın canının, haysiyetinin ve malının dokunulmaz olduğu
bilinmelidir. Her insanın kimliğine, kişiliğine ve farklılığına saygı gösterilmelidir. İnsan, başkalarının kendisine
nasıl davranmasını istiyorsa, kendisi de başkalarına öyle
davranmalıdır.
Bütün insanlar, yaratılış gayelerinden birinin insanlığın
ortak evi ve yurdu olan yeryüzünü imar etmek olduğunu
hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıdır.
Kâinat, tüm insanlığa aittir. Tabiatın havası, suyu, toprağı, denizleri, bitkileri, hayvanları ve diğer canlıları ile korunmayı hak ettiği bilinciyle hareket edilmelidir. Yeryüzü
her şeyden önce bizden sonrakilerin bize bir emanetidir.
Onlara yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için her türlü
ifsat ve bozgunculuktan uzak durulmalıdır.
Dünya toplumu olma adına, dar görüşlü kavgaları bırakıp, kalpleri birbirine açmalı, dayanışma ve yardımlaşmaya dayalı bir hayat için sürekli çaba gösterilmelidir.
Hayatı anlamlı kılan, insanın sadece kendisi için değil
başkaları için de yaşayabilmesidir. Çocukların, gençlerin, kadınların, yaşlıların, fakirlerin, engellilerin, hastaların, yetimlerin, kimsesizlerin ve mültecilerin mağdur
edilmediği bir dünya 21. Yüzyılda artık bir özlem olmaktan çıkarılmalıdır.
adalet ve medeniyet
.............................
27
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
ile karşılık verdiğinizde mahza adaleti sağMuhterem Hocam son olarak dergimizin
layamamış olabilirsiniz. O yüzden Hz.
hitap ettiği kitle hukuk camiası. MesPeygamberin hayatında ve öğretisinlekteki hâkim savcılarımıza ve
de rahmet yüklü adalet kavramı
hukuk fakültesi öğrencilerine
Hayatı
anlamlı
son derece önemlidir. Adalet
tavsiyeleriniz nelerdir?
kılan, insanın sadece
sadece bir ceza olarak değerDünyada var olan bütün
lendirilmemelidir. Adalet
kültürlerde medeniyetlerkendisi için değil başkalayeryüzünde iyiliği egemen
de üç sınıf insan cübbe
rı için de yaşayabilmesidir.
kılmaktır. Bunu sağlayagiymektedir. Din adamÇocukların, gençlerin, kacak olan da sizlersiniz.
ları, hukuk adamları ve
dınların, yaşlıların, fakirlerin,
Adaletten ve ihsandan
üniversite hocaları. Buengellilerin, hastaların, yetimhiçbir zaman ayrılmamanun sembolik anlamı
lerin, kimsesizlerin ve mültecinız gerekmektedir.
çok büyüktür. Üç sınıf
insan da kendi nefsi arlerin mağdur edilmediği bir
Muhterem Hocam son
zularına, sübjektif görüş
dünya 21. Yüzyılda artık
olarak neler söylemek isve düşüncelerine göre habir özlem olmaktan
tersiniz?
reket edemeyen insanlardır.
çıkarılmalıdır.
Her türlü olumsuzluğa, saldıDin adamları inanç değerlerine
rıya, oyuna, strateji ve plana rağgöre hareket etmek zorundadır.
men Müslümanlar olarak, Kur’an’ı
Üniversite hocaları da doğru bilgiye
Kerim’in ve Son Peygamberin (sas) çağlar
göre hareket etmek zorundadırlar. Hukuk
üstü örnekliğini esas almakla mükellef olduğuadamları adalet öğretisine göre hareket etmek zorundadırlar. Bunun anlamı sadece kendi vücutlarını örtmek muzu burada bir defa daha hatırlamakta fayda mülahaza
değildir. Vicdanlarına, adalet öğretilerine, ahlak değerlerine, ediyorum. İslâm ümmeti, bir taraftan çağı doğru okuyan,
insan haklarına ve kanunların ruhuna göre karar verecekleri diğer taraftan da dinin sahih bilgisini günümüze taşıyarak vazgeçilmez değerlerine sahip çıkan bir bilinç düzeyianlamındadır.
İslam Peygamberi insanlığa adaletle birlikte rahmeti de ka- ne eriştiğinde şiddet sarmalından kurtulacaktır. İslâm’ın
zandırmak istemiştir. Sevgili Peygamberimizin (sas) öğretisi medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine, tarihte bu ilkelerin
rahmet yüklü adalettir. Zaman zaman adalet, merhametsiz- üzerinde yükselen model toplumlara, onların farklılıklalik olarak telakki edilir. Ancak öyle değildir. Adalet rahmet rı çatışma ve yıkım sebebi değil, gelişme ve zenginleşme
yüklü olmak demektir. Allah insanlara adaleti ve ihsanı em- fırsatı olarak nasıl değerlendirdiğine odaklandığımız zareder. Adalet ve ihsan kavramı Peygamberimizin sürekli bir- man, coğrafyamız yeniden selam ve eman yurdu hâline
likte kullandığı ve mukayese ettiği kavramlardır. Adalet, bir gelecektir. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa
insan kötülük yaptıysa kötülüğünün karşılığını bulmasıdır. barış, huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet
Kamu hukukunda adalet üstündür. Bireyler arasındaki ilişki- aşılamanın yolu, birlikte yaşama hukukunu ve ahlâkını
lerde affetmek demek olan ihsan üstündür. Kötülüğe bir ceza yeniden yaşanır kılmaktan geçmektedir.
>>>
Gel! Birbirimizin kıymetini bilelim.
Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım.
Mevlana
BiRLiKTE YAŞAMA
FELSEFESi
>> Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu /Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Bir bucuk asırdır yaşananlara rağmen, gerçekte ülkemizde birlikte yaşamaktan
yana büyük bir tercihin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu varlığa daha ciddi bir
şekilde sarılmak ve dayanaklarını yeni bir dille hatırlamak yeni neslin ve nesillerin başarısı olacaktır. Anadolu ile sınırlarsak Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus
Emre gibi dayanakları vardır bu tercihin.
adalet ve medeniyet
.............................
28
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Beraber yaşama kültürü günümüzde birlik ve beraberlik, anlayış ve
hoşgörü, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma, empati kurma ve ötekileştirmekten kaçınma gibi sözcük ve tanımlamalarla gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bugün konunun vurgulanma ihtiyacı elbette
vardır. Ancak bu, bir zafiyetin itirafı niteliğindedir aynı zamanda. Yine
de bu vurgulamalar, hem ihmal edilen kültürel değerleri, hem de giderek artan bir ihtiyacı dillendirmeye yol açarsa çok anlamlı olacaktır.
Bir bucuk asırdır yaşananlara rağmen, gerçekte ülkemizde birlikte yaşamaktan yana büyük bir tercihin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu
varlığa daha ciddi bir şekilde sarılmak ve dayanaklarını yeni bir dille
hatırlamak yeni neslin ve nesillerin başarısı olacaktır. Anadolu ile sınırlarsak Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi dayanakları
vardır bu tercihin.
Bu yazı, konunun bu yönüyle ilgilidir ve burada birlikte yaşama anlayışına özellikle Mevlana (1207-1273) ve Yunus Emre’yle (öl. 1321) yeniden
yakınlaşma arzusu bulunmaktadır. Birlikteliği, birbirini destekleyen
ve sağlamlaştıran şu üç aşama veya basamakla ele almak doğru olacaktır: Kişisel bütünlük, arkadaşlık ve dostluk, toplumsal beraberlik.
Birlik düşüncesi, geleneksel düşüncede önce fertlerin iç dünyasında
güçlendirilmiştir. Zihinde ve gönülde birlik, kişisel huzur için gereklidir. Düşüncelerde ve duygulardaki uyumluluğun oluşması ve korunması için özel tavsiyeler vardır. Yunus Emre’nin şu dizesi, bir bakıma
içteki bütünlüğü ve eylemdeki kararlığı ifade etmektedir:
Aşk imâmdur bize gönül cemâat
Kıblemüz dost yüzi dâimdür salât1
Kültürümüzdeki halvet ve uzlet kavramları, özellikle gönüldeki birlik
için oluşturulmuştur, denebilir. Yunus Emre’nin yukarıdaki beytinde
şekil bulduğu gibi halk arasındayken gönülde Hak ve hakikatle baş
başa olmak, yani halvette bulunmak ve günlük hayatta bütün aykırı
duruş ve davranışlardan uzak kalmak, yani uzlette olmak. İşte asırlarca üzerinde düşünülmüş güçlü kişilik için, özlü bir tanım ve tercih.
Mevlana anlatıyor:
Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykeltıraş gibi taştan arkadaş yont.
Çünkü kervanın kalabalıklığı ve çokluğu,
yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar.
.............................
29
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Güzel dostlukların oluşmasında engel olan benlik duygusuna yönelik bir hikaye Mesnevi’de şu şekildedir:
Biri geldi, arkadaşının kapısını çaldı. Arkadaşı, “Ey güvenilir
kişi! Kimsin?” dedi.
“Ben” dedi. -Arkadaşı- ona dedi: “Git, zamanı değildir. Böyle
bir sofrada ham kişiye yer yoktur.
Ham kişiyi ayrılık ve hicran ateşinden başka kim olgunlaştırır? İki yüzlülükten kim kurtarır?”
O zavallı gitti. Bir yıl yolculukta dostunun ayrılığında alevlerle yandı.
O yanmış, olgunlaştı. Sonra geri döndü. Yine arkadaşının
evinin etrafında dolaştı.
Dudağından edepsizce bir söz çıkmaması için yüz korku ve
edeple kapının halkasını vurdu.
Dostu seslendi: “Kapıdaki kimdir?” O, “Kapıda da sensin, ey
sevgili” dedi.
-Arkadaşı- dedi: “Şimdi benim gibisin, ey ben! Gir. Evde iki
bene sığacak yer yok.” 10
Sözün kısası,
Biz ve benle dostu incitme; dost, sana düşman ve hasım olmasın.
Zihninde bütünlük, gönlünde kararlılık bulunan kişilerin
edindikleri dostluk ve beraberlikle oluşturacakları toplumlar, aykırı duranlar karşısında daim muzafferdir. Çünkü Mevlana’nın anlatımıyla hayat yolunda ilerleyen iyiler, ne kadar
kalabalık olursa kötüler o kadar ümitsiz ve güçsüz kalacaktır:
Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykeltıraş gibi taştan
arkadaş yont.
Çünkü kervanın kalabalıklığı ve çokluğu, yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar.11
İkinci beyitteki kervan insan topluluklarını, bel ve mızrak
sözcükleri de hakikat yolunu kapatmaya çalışanların ümit
ve beklentileridir.
Toplumda buluşturucu, yakınlaştırıcı ve bütünlüğü sağlayıcı kişilere elbette ihtiyaç vardır. Sorun çözücü, yol açıcı
kişilerin gerekliliğini ve değerini bir Mesnevi hikayesinde
görmek mümkündür:
Bir adam dört kişiye bir dirhem verdi. Biri, “Bunu engûra vereyim” dedi.
Diğer biri Arap’tı “Hayır, ben ineb istiyorum. Ey düzenci!” dedi.
Biri, Türk’tü ve “Bu, benim; ben ineb istemiyorum, üzüm istiyorum” dedi.
Bir Rum, “Bu konuşmayı bırakın. İstâfîl istiyoruz” dedi.
O kişiler çekişerek savaşa girişti; çünkü adların sırrından habersizdiler.
adalet ve medeniyet
Bir alçak kişi bir gün bir dervişe, “Burada seni kimse bilmez” dedi.
Dedi: “Halk beni bilmiyorsa da ben kendimi, kim olduğumu
iyi biliyorum.
Dert ve yara aksine olsaydı; o beni görseydi, ben kendimi görmeseydim, eyvahlar!”2
İnançlı ve duyarlı kişi günlük hayatta kararsız ve dağınık olmaz. Madem hak ve hakikatle buluşmuştur, öyleyse şikayet
ve ıstıraptan uzaktır, buluşmuşluğun verdiği sükuneti ve yakınlık duygusunu taşımaktadır. Yunus Emre Diyor ki:
Ger vuslata irdünise bu derdile firâk nedür
Dostı gördünise bu bakdugun ırak nedür3
Çünkü sözler ve davranışlar, çözümü göstermeli, yolu açmalıdır. Üzüntü ve ümitsizliğe yol açan iddialı konuşmalar özden, kaynaktan haber verebilir mi? İyi düşündüğünü, doğruyu söylediğini ileri süren kişiye, iradeli olduğunu anlatan
şahsa sesleniyor Mevlana:
Madem pınardan geldin, niçin kurusun sen? Madem ceylan
göbeğisin nerde misk kokun?
Ey büyük kişi! Söylediğin ve anlattığından sende bir işaret nasıl bulunmadı?4
Zihin dünyası berrak ve gönül dünyası huzurlu kişiler, kalıcı
dostluklar için adım atar, dünyada büyümeye devam ederler. Arkadaşlık ve dostluk, ilk beraberlikler için kullanılmış
isimlendirmelerdir. Dostluğun gerekliliği üzerine pek çok
vurgu yapılmıştır. Arkadaş edinmek için çaba göstermek
gerekir. Tesadüflerden daha ileri adım atılmalı, gayret gösterilmelidir:
Dost ol, sayısız dost gör. Dostun olmazsa yardımsız kalırsın.5
Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykel yapan gibi taştan
arkadaş yont.6
Büyükler dost aramada sınır ve engel oluşturmamayı öğütlemektedir. Aynı mefhumu hem Mevlana’dan, hem de Yunus
Emre’den dinlemek imkanımız vardır. Mevlana’nın Türkçe
beytiyle yön verelim konuya:
Ol çicegi kim yazıda buldun
Kimseye virme hasmına virgil7
Yunus Emre, aynı tavırda kararlılık göstermektedir. Onun,
Mevlana’nın çayırdan derleyip herkese, hatta hasma, düşmana sunduğu çiçek misali duaları vardır:
Her kim bana agyârısa Hak Tanrı yar olsun ana
Her kancaru varurısa bâg u bahâr olsun ana
Bana agu sunan kişi şehd şeker olsun aşı
Gelsün kolay cümle işi eli irer olsun ana8
Yabancılık gösterene, düşmanlık yapana Hak Tanrı’dan yardım dilemek, zehir suna kişiye “aşı bal-şeker olsun” diye dua
etmek, nasıl bir bakış tarzıdır!
Kazanılan dostlukların korunması da önemli bir konudur.
Buna dikkat çekmeyi de unutmamıştır, rehberlik edenler:
Dost senin gözündür. Ey avcı! Onu çer çöpten temiz tut.
Sakın! Dil süpürgesiyle toz etme. Göze çöpten armağan yapma.9
Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikene su vermek.
Adalet, nimeti yerine koymaktır; su çeken her köke değil.
Zulüm nedir? Yersiz yere koymak. Bu, sadece belaya kaynak olur.
Aptallıkla birbirlerini yumrukladılar; cahillikle dolu ve bilgiden
boştular.
Bir sır sahibi, yüz dilli bir aziz kişi bulunsaydı onları barıştırırdı.
Sonra o derdi: “Ben, bu bir dirhemle hepinizin arzusunu veriyorum.
Gönlünüzü hilesiz olarak teslim ederseniz, bu dirheminiz birkaç iş yapar.
Bir dirheminiz, dört olur; istek, tamamdır. Dört düşman birleşerek bir olur.
Her birinizin dediği, savaş ve ayrılık doğurur; benim sözüm, sizi
birleştirir.
Öyleyse siz susun. Susunuz da, konuşmada sizin diliniz ben
olayım.” 12
Toplumdaki düzene ve beraberliğe zemin hazırlayan ve onu
koruyan adalettir. Adalet zihinlerde tarifiyle, toplumlarda
ise uygulamalarıyla mutlaka yer bulmalıdır. Mevlana’nın
özlü adalet ve zulüm tanımı:
Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikene su
vermek.
Adalet, nimeti yerine koymaktır; su çeken her köke değil.
Zulüm nedir? Yersiz yere koymak. Bu, sadece belaya kaynak
olur.13
Bireylerin hak ve hukukunu çiğneyen zalim kişiler, yeryüzündeki en kötü kişilerdir ve yaptıklarıyla şüphesiz yüz yüze
geleceklerdir. Ali Şîr Nevâî’nin (ö.1501) gönülden bağlandığı
bir kişi olan ve Mevlana’ya hayranlığını ilan eden âlim, arif
ve şair Abdurrahmân-ı Câmî (ö.1492), devlet idaresinde adalet ve insafın önemini çok önemli ikazlar taşıyan bir ifadeyle
dile getirmektedir:
Bilmelisin ki, devletin korunup devamının sağlanmasında
lüzumlu olan adalet ve insaftır, ne inkârdır ne de din.
Dünya düzeni için dinsizin adaleti, dindar şahın zulmünden
daha iyidir.14
Hz. Peygamberimizden bir niyaz şöyledir: “Allah’ım! Bize
fazlınla muamele et, adaletinle muamele etme!”
Buradaki saklı nüktenin açıklaması Molla Cami’nin dilinden
şu şöyledir:
“Suçu affetmek fazilet, intikamını almak ise adalettir. Fazilet
ile adalet arasında yüce sema ile yeryüzü arası kadar mesafe
vardır.
adalet ve medeniyet
.............................
30
.............................
Bu ikisinin arasındaki farkı bilen âlim kişi nasıl fazileti bırakır da adaleti tercih eder.” 15
Başlangıçtan bu satırlara kadar sıralan bireysel kazanımlar,
ikili dostluklar ve üçüncü olarak toplumsal dayanışma, toplumda beraber yaşamayı sağlayan özelliklerdir. Her üç alanda daha olgun yapılara ulaşmak için daima yardımlaşmaya
ihtiyaç vardır. Dostluklar, bireysel olgunlaşmaya ve toplumsal yakınlaşmaya yardımcı olurken, dayanışma halindeki
toplum hem dostluklara hem de kişisel kazanımlara yardımcı olmakta ve fırsatlar doğurmaktadır. Bu nedenle her
üç alandaki gelişme birbirini etkileyici ve birbirine yardımcı
olacak yönler taşımaktadır.
Sözü yine Mevlana’yla ve insani duygularla tamamlamak
anlamlı olacaktır:
Gel! Birbirimizin kıymetini bilelim. Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım…
Ben ölünce, beni hoşça anacaksın. Niçin ölü severiz, diriye
düşmanız biz?
Şimdi öldüğümü kabul et, barış yap, anlaş. Çünkü biz barışta ölüler gibi teslimiz.
Madem mezarımın üzerini öpeceksin, yanağımı öp. Şimdi
ikimiz de hayattayız.16
Dipnotlar
1. Yunus Emre Divanı, Hazırlayan Mustafa Tatçı, Ankara, 1990 (Kültür Bakanlığı Yay.), s. 36.
2. Mevlânâ, Mesnevî, Çev. Adnan Karaismailoğlu, I-III, Ankara, 2007, VI.
Defter, beyit 4329-4331.
3. Yunus Emre Divanı, s. 53.
4. Mevlânâ, Mesnevî, V, 2438-2439.
5. Mevlânâ, Mesnevî, VI, 498.
6. Mevlânâ, Mesnevî, II, 2143.
7. Mevlânâ Celâleddîn, Kulliyât-i Sems, nşr. B. Furûzânfer, Tahran, 1345ş.,
Gazel nu: 1353, beyit 3.
8. Yunus Emre Divanı, s. 30.
9. Mevlana, Mesnevi, II, 28-29.
10. Mevlana, Mesnevi, I, 3055-3062.
11. Mevlana, Mesnevi, II, 2143-2144.
12. Mevlânâ, Mesnevî, II, 3667-3678
13. Mevlânâ, Mesnevî, V, 1089-1091.
14. Abdurrahmân-ı Camî, Bahâristân, nşr. İsmâ’îl-i Hâkimî, Tahran, 1371ş. s. 46.
15. Abdurrahmân-i Camî, Bahâristân, s. 51.
16. Mevlânâ Celâleddîn, Kulliyât-i Sems, Gazel nu. 1535.
Kasım-Aralık-Ocak
Suriye’yi terk ederek ülkemize
sığınanlara kapılarımızın
sonuna kadar açık olmasına
ve imkânlar ölçüsünde her
türlü desteğin Suriyelilere
verilmesine rağmen
ülkemizde yaşayan Suriyeliler
neden Türkiye üzerinden
Avrupa'ya gitmek istiyor diye
düşünebiliriz.
ÜLKEMiZDEKi
SURiYELiLERiN
HUKUKiDURUMU
>> Muhammet Seyid Okan Akyazı
.............................
31
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
pa'ya gitmek istiyor diye düşünebiliriz. Ancak Suriyelilerin Türkiye'de çalışma hakkı olmaması ve Suriyelilere
vatandaşlık verilememesi, gelecek kaygısına sebebiyet
verdiğinden ölüm riskine rağmen Avrupa’ya gitmeyi zorluyorlar.
Ülkemizde yaşayan Suriyelilerin hukuki olarak sığınmacı mı yoksa mülteci mi olduğuna değinmek gerekirse
mültecilik, kendi ülkesinde dini, siyasi düşüncesi, ırkı ya
da sosyal konumu nedeniyle kendisine baskı uygulandığını hissederek kendi devletini terk edip başka bir ülkeye
sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından
kabul edilen kişidir. Sığınmacı ise; yukarıda saydığım
nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve henüz sığınma
talebi soruşturma safhasında olan kişidir.
Türk hukukunda mülteci kavramı, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu md 61'de “Avrupa ülkelerinde
meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti,
belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya
da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen
yabancı veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya
söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız
kişi.” olarak tanımlanmıştır. Tanımdaki Avrupa ifadesinin kullanılmasından dolayı Avrupa dışındaki ülkelerden gelenlere ''mülteci'' statüsü verilmemektedir.
Mevzuat gereği mültecilik kadar hukuki hak barındırmayan sığınmacılık statüsünde kalmak özellikle Suriyelilerin geleceğinden kuşku duymalarına sebep vermektedir.
adalet ve medeniyet
Adaletsiz küresel sistem her geçen gün yeni coğrafyaları
sömürmeye, yeni canları katletmeye, yeni hayalleri sürgün etmeye devam ediyor. Özellikle 2011 yılından beri
Suriye iç savaşı ile birlikte tekrar büyüyen göç dalgaları
binbir türlü dram ve trajedinin kamuoyu önünde net bir
şekilde görülmesi sonucu bu tip travmalar toplum zihninde normalleşmeyi de beraberinde getiriyor. Akdeniz
kıyılarına vuran insanlığımızın, düştüğü bu çukur halinden kurtulabilmesinin çaresini arıyoruz.
2011 yılından bu yana Türkiye'ye iltica eden Suriyeli göçmenlerin sayısında dramatik biçimde artış yaşanmıştır.
2013 yılında, kayıtlı mülteci sayısı kamplarda 200 bin,
kamp dışında ise 300 bin iken; 2014 yılı resmi rakamlarına göre 1.6 milyonu bulmaktadır. 2015 yılı ekim ayı itibariyle 2.5 milyona yakın Suriyeli ülkemizde barınmaktadır.
Ayrıca Tesev'in aktardığı Sağlık Bakanlığı 2014 verilerine
göre, Türkiye'de 35 bin Suriyeli doğumu gerçekleşmiştir.
Son tahlilde dünyadaki en fazla mülteciye ev sahipliği
yapan ülke olan Türkiye, şu anda bölgedeki Suriyeli mültecilerin yaklaşık yüzde 45’ine ev sahipliği yapıyor.
2014 yılı sonu itibariyle 4 milyon göç eden Suriyeliden,
1.805.255’i Türkiye’de, 249.726’sı Irak’ta, 629.128’i Ürdün’de, 132.375’i Mısır’da, 1.172.753’ü Lübnan’da, 24.055’i
Kuzey Afrika’da ve diğer ülkelerde hayatını devam ettirmektedir. Bu sayıya, Avrupa’daki 270.000’den fazla sığınma başvuru sahibi Suriyeli ve bölgeden üçüncü ülkelere
yerleştirilmiş olan binlerce Suriyeli dâhil değil.
Suriye’yi terk ederek ülkemize sığınanlara kapılarımızın
sonuna kadar açık olmasına ve imkanlar ölçüsünde her
türlü desteğin Suriyelilere verilmesine rağmen ülkemizde yaşayan Suriyeliler neden Türkiye üzerinden Avru-
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Birlikte yaşamak, farklı ırktan, dilden, kültürden ve farklı dinden insanların ortak bir fikir, hedef veya ideal etrafında toplanabilmesidir.
Kocaeli Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Dicle Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
adalet ve medeniyet
.............................
32
.............................
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Kasım-Aralık-Ocak
Farklılıklarımızın
aslında zenginliklerimiz olduğunu
idrak edemediğimiz
sürece kaybedeceğiz, kaybediyoruz..
Dicle Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Turgut Özal
Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Süleyman Demirel
Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Kırıkkale Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
adalet ve medeniyet
.............................
33
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>>>
ran /Yıldırım
>> Arş. Gör. Süleyman Kı
uk Fakültesi
Beyazıt Üniversitesi Huk
Ömer radıyallahu anh bir kimseyi metheden bir kişiye “Hiç sen onunla;
komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?” diye sorar. Bu şekilde
Hazreti Ömer toplumsal hayatta kişinin bu üç husustan biri olan
ticaretle tanınabileceğini ve bu şekilde kişi hakkında bir değer yargısına
ulaşılabileceğini ifade etmektedir.
adalet ve medeniyet
.............................
34
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Ticaret toplumsal bir gereksinim olmakla birlikte ticarette menfaatler çatışmaktadır. Ticarette satılan bir emtia
karşılığı bir bedel ödenir. Bu iki taraflı edim borcu kişilerin menfaatlerinin çatışmasına neden olur. Bu çatışma
hali batılı filozof Thomas Hobbes tarafından “Homo homini lupus (İnsan insanın kurdudur.)” şeklinde yorumlanmıştır. Peki, toplumsal bir faaliyet olarak İslamiyet’in
ticaret bakışı nasıldır? İslamiyet ticareti nasıl değerlendirmekte, günlük hayatta nereye koymakta, insanı nerede konumlandırmaktadır?
İslamiyet’te ticaret toplumsal hayatın merkezinde yer
almaktadır. Hatta bu merkezde önemli bir paya sahiptir.
Öyle ki; Peygamber Efendimiz “Rızkın onda dokuzu ticarettedir.” buyurmuşlardır. Ayrıca Ömer radıyallahu anh
kişiyi tanımanın üç yolundan biri olarak ticareti işaret
etmektedir. Ömer radıyallahu anh bir kimseyi metheden
bir kişiye “Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?” diye sorar. Bu şekilde Hazreti Ömer
toplumsal hayatta kişinin bu üç husustan biri olan ticaretle tanınabileceğini ve bu şekilde kişi hakkında bir değer yargısına ulaşılabileceğini ifade etmektedir. İmâm-ı
A’zam Ebu Hanife Hazretlerinin hayatından aktarılan şu
kesit İslamiyet’te ticareti değerlendirmek için önemlidir: İmâm-ı A’zam Hazretleri, kendisine satın alması için
ipekli bir elbiselik getiren kadına malının fiyatını sorar.
Kadın:
- “Yüz dirhemdir, yâ İmâm!” deyince itiraz eder:
- “Hayır, bu daha fazla eder…” buyurur.
Kadın şaşkınlıkla yüz dirhem artırır. İmâm-ı A’zam yine
kabul etmez. Kadın yüz dirhem daha artırır, sonra yüz
dirhem daha.. İmâm-ı A’zam:
- “Hayır, bu dört yüz dirhemden de fazla eder.” deyince
kadın:
- “Yâ İmâm! Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” demekten kendini alamaz.
Bunun üzerine İmâm-ı A’zam, kadının malın gerçek fi-
Ticaret temelde menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet olmakla birlikte, İslamiyet’te
öngörülen emir ve yasaklar ile insanların çatışma hali düzenlenmekte,
insanların birlikte yaşarken birbirine zarar vermesi önlenmektedir. Bu emir ve
yasaklar tam anlamda ideal bir toplum düzeni kurmaya müsaittir.
.............................
35
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
sağlamaya verilen önemi göstermektedir. Dürüstlüğün
sağlanması açısından Müslüman ve Gayrimüslimler arasında herhangi bir ayrım yapılmamaktadır. O halde İslamiyet’te mutlak anlamda dürüst bir piyasanın kurulması
ve bulunması öngörüldüğünü söylemek mümkündür.
Ticari hayatta dürüstlüğe ilişkin Peygamber Efendimizden rivayet olunan bir diğer örnek şöyledir: Çarşı esnafını
teftiş ederken Peygamber Efendimiz bir buğday yığınına
elini daldırır; alt kısmının rutubetli olduğunu anlayınca,
bunu dürüstlüğe uymayan bir davranış, bir hile, bir aldatmaca olarak değerlendirir. “Bizi aldatan, bizden değildir.” ifadesiyle tepkisini ortaya koyar. Bugün tüketici
hukukunun gözettiği amaç Asrısaadet’te bizzat Peygamber Efendimizin eliyle sağlanmaya çalışılmıştır.
Dürüst piyasanın sağlanması, ticaretin dürüstçe yapılması konusunda İslamiyet’te önem verilen diğer bir husus;
ölçü ve tartıda hile yapılmamasıdır. Kur’an‘ı Kerim’de
Mutaffifîn Sûresi “Eksik ölçüp tartanların vay haline!..”
diye başlamakta ve ahirette karşılaşacakları müeyyide ile
devam etmektedir. Peygamber Efendimiz de ticarette tartıda ve ölçüde hile yapılmasına ilişkin şöyle bir uyarıda
bulunmaktadır: “Sizlere, sizden önceki ümmetleri helâk
eden iki şey emanet edilmiştir: ölçek ve terazi.”
İşte tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında İslamiyet’te dürüst piyasa ve dürüst ticaretin önemi ortaya
çıkmaktadır. Ticaretin dürüstlüğü ise toplumsal birlikteliği sağlamlaştırmakta, ticarette önemli bir değer olan
“güven”i sağlamaktadır. Ticaretin dürüst olduğu ölçüde
kişiler tedirgin olmaksızın birbirlerinden emin olarak rahatlıkla sözleşme yapabilmektedirler.
Ticaret temelde menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet olmakla birlikte, İslamiyet’te öngörülen emir ve yasaklar
ile insanların çatışma hali düzenlenmekte, insanların
birlikte yaşarken birbirine zarar vermesi önlenmektedir.
Bu emir ve yasaklar tam anlamda ideal bir toplum düzeni kurmaya müsaittir. Toplumsal düzenin vazgeçilmezi
olan ticaret hayatı içinde öngörülmüş olan kural ve tavsiyeler gerçek anlamda ideal bir düzeni sağlayabilecek
niteliktedir. İnsanlar bu hususları dikkate aldığı ölçüde
birbirlerinden emin olabilirler. Böylece toplumsal güven
sağlanmakta ve ticaret, menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet
olmaktan çıkarak toplumsal dayanışmanın teminatı konumuna gelmektedir.
adalet ve medeniyet
yatını öğrenmesi için işten anlayan birini çağırır. Gelen
kişi, elbiseliğin fiyatını beş yüz dirhem olarak belirler
ve İmâm-ı A’zam onu bu fiyattan satın alır. İşte İmam-ı
A’zam’ın bu davranışı İslamiyet’te ticarette nasıl davranılması gerektiğinin güzel bir örneğini sunduğu gibi
Hazreti Ömer’in insanı tanımada ticareti işaret etmesinin
isabetliliğini de teyit etmektedir.
İslam’da ticari hayat serbest piyasa üzerine kurulmuş
ve piyasaya müdahale uygun görülmemiştir. “Fiyatlar
yükseldi, narh koyun.” diye müracaat edenlere Peygamber Efendimiz: “Narhı (resmi makamlar tarafından
fiyat konulması) Allah koyar.” şeklinde cevap vermiştir.
Efendimiz (sav)’in bu cevabı istisnai durumlar haricinde
piyasaya müdahale edilmemesi ticari hayatın kendi düzeni içinde serbestçe işlemesi gerektiğini göstermektedir.
Fiyatları belirleyen meşru usul olarak pazarlık usulü öngörülmektedir.
İslamiyet’te ticari hayatın kişi bakımından bir sınırı bulunmamaktadır. Hazreti Aişe, Peygamber Efendimizin
bir Yahudi'den borçlanarak yiyecek maddesi alıp, zırhını
rehin bıraktığını rivayet etmektedir. Bu anlamda İslamiyet’te ticari hayatta Müslüman, gayrimüslim ayrımı yapılmamaktadır. Bu şekilde ticari hayatta toplumsal kaynaşma ortamı da sağlamaktadır.
İslamiyet’te ticari hayatta her anlamda “dürüstlük” öngörülmektedir. Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde
yer alan “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.”
kuralı İslamiyet’te mutlak anlamda emrolunmaktadır.
İslamiyet’te dürüst ve bozulmamış piyasaya çok önem
verilmektedir. Dürüst ve bozulmamış piyasa ise; ticaretin
sujeleri olan kişilerin dürüstlüğü ile gerçekleştirilmeye
çalışılmaktadır. Peygamber Efendimiz tüccarları bir defasında şöyle uyarmıştır: “Ey tüccarlar! Şurası muhakkak
ki, kıyamet günü tüccarlar, fâcirler (haddi aşan, Allah'a
âsi olan kişiler) olarak diriltilecekler, ancak Allah'tan
korkanlarla, dürüst olanlar ve (malın evsafını belirtirken)
doğru söyleyenler hâriç.”. Bu uyarıyla Peygamber Efendimiz tüccarlara dürüst davranmamanın kıyamet gününde bir müeyyidesinin bulunduğunu ifade etmektedir. Bu
uyarıda dikkat çeken diğer bir yön ise, toplumsal düzenin
bir unsuru olan ticarette dürüst davranmamanın fâcirler
ile bir tutulma gibi ağır bir müeyyide ile müeyyidelendirilmiş olmasıdır ki; bu husus piyasanın dürüstlüğünü
>>>
YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ
REKTÖR YARDIMCISI
PROF. DR.
MUSA KAZIM
ARICAN
KUR’AN VE SÜNNET
EKSENİNDE BİR ARADA
YAŞAMA FELSEFESİNİ
BENİMSEMELİYİZ
Röportaj:
Abdullah Kerem Toplu
adalet ve medeniyet
.............................
36
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
adalet ve medeniyet
.............................
37
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Farklı kültürlerle, farklı inançlarla ve düşüncelerle Size iki şey emanet ettim: Allah’ın kitabı Kur’an’ı kerim ve
geçmişte güven içerisinde yaşarken, bugün insanların benim sahih sünnetim. Müslümanların en temel kaynağı
birbirlerine tahammülsüzlüğünün arttığı bir dönemde- bunlardır. Dinin yorumları konusunda farklı düşünceleri
yiz. Osmanlı birlikte yaşamayı sağlayabilmişti. Şimdi dikkate almalıyız ama her şeyde ilk bu kaynaklara mürabakıyoruz Osmanlının bulunduğu topraklarda 30’dan caat etmeliyiz. Kur’an’ı Kerimde Hucurat Suresi 13. Ayette :
fazla devlet var. Nasıl sağlandı bu? Biz ipin ucunu ne- ”Ey İnsanlar biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Ve tanışıp
rede elimizden kaçırdık da birlik beraberliğimizi sağla- bilişesiniz diye sizi farklı kabilelere ayırdık.” diye buyuruyor
Cenab-ı Allah. İslam’ı doğru bilmeyenler ya da şuurunda
yamıyoruz?
Bugün her zamankinden daha fazla bir arada yaşamaya olmayan Müslümanlar şöyle diyebilir: Niçin bu kadar farkihtiyacımız var. Birlikte ve bir arada yaşama dediğimizde lı din, dil, ırk, inanç var? Çünkü bu Allah’ın kudretinin bir
bunu 2 boyutta incelemeliyiz. İlk olarak Müslümanların tecellisidir. Biz buna inanacağız ve mümin insan şunu bilekendi aralarında birlikte yaşamalarıdır. İkinci olarak fark- cek: Yeryüzünde insan Allah’ın halifesidir. Halife her şeyin
lı kültürdeki insanların birlikte yaşaması. İşin içine kültür kendisine emanet edildiği insandır. Farklı dindeki inançtagirdiği için burada birden çok dilin, rengin, ırkın, inancın ki ırktaki insanların hukukunu korumak da muradı ilahiye
vs. bir arada yaşamasını kastediyoruz. Bu iki başlığı ayırdık- tabi bir harekettir. Tüm mahlukat insana emanet edilmiştir.
tan sonra, birincisi Müslümanlar niçin birlikte yaşayabilme Müslümanlar olarak şu şuuru da kaybettik. Bizim sadece
inisiyatifini kaybettiler? Bugün Ortadoğu kan gölü. Sorun farklı dinden inançtan insanlarla değil tüm mahlûkatla
birlikte yaşamamız gerekiyor. Halifelik bunu gerektiriyor.
nerede?
İkincisi Peygamberimiz (sav) den beri birlik olmanın pek Kurani ve İslami kodlarımızı kaybettik. Çözümü başka yerlerde aradık. Aslında çözüm Kur’an’da ve Peygamber Efençok örneğini gördük. Bunun en büyük örneği Medine vedimiz’de (sav) var.
sikasıdır. Müslümanların kurduğu devletlerde farklı inançlar bir arada yaşamışlardır yalnız İslam Hukukuna
Bununla bağlantılı olarak mevcut anayatabi olmak şartıyla. Bunun örneğini Selçuksamızla birlikte yaşama ortamını ne
lularda, Osmanlılarda biz gördük. Buna
kadar sağlayabiliriz? Medine vesirağmen neden birlikte yaşayamıyoruz?
Kurani
ve
kasından bakarsak Peygamber
Müslümanlara oynanan bir oyunla
İslami kodlarıEfendimizin(sav) aynı çatı altınkarşı karşıyayız. Nedir bu oyun ve
mızı
kaybettik.
Çöda yaşamayı nasıl sağladı?
niçin bu oyuna geliyoruz? İngilOsmanlıyı yıkan ulus-devlet antere, Almanya, Fransa, Amerika
zümü başka yerlerde
layışı olmuştur. Bizim birlikte
birlikte yaşamaya özen gösteriraradık. Aslında çözüm
yaşam için çözümlerimiz var. Biz
ken; farklı inancın, ırkın bir arada
Kur’an’da ve Peygamkendi çözümlerimizi bırakıp, Bayaşaması için zorlayıcı şartlar oluşber Efendimiz’de
tı’nın kendi devlet yapılarını mütururken diğer tarafta Ortadoğu’da
(sav) var.
dafa etmek için üretmiş oldukları
olabildiğince ayrıştırma yapılıyor,
suni yapay çözümlerin peşine düştük.
farklı inançlar birbirlerinden ayrıştırılıBiz biliyoruz ki bir ülkede çözüm olan şey
yor, bir inancın farklı yorumları bir din gibi
başka ülkede çözüm olmayabilir. Bizim kendigösterilmeye çalışılıyor, İslam’ı olabildiğince en
mize ait kültürümüz, inanç kodlarımız var. Kendi anaufak parçacıklara ayırıp dar bir kapsama hapsetmeye çayasamızı oluştururken insani değerlere, birlikte yaşama
lışıyorlar. Bu yapılmak istenen oyunun en açık ifadesidir.
Müslümanların farklılaştırılamaya çalışıldığını, ehlisünnet ahlakına, insan haklarına önem vereceğiz bunu yaparken
camiasından olanların aşırı gruplara bölündüğünü görü- de bu toplumun çoğunluğunun sahip olduğu inanç ve külyorsunuz. Şii-Sünni ayrımı sonrasında, Şiilerin kendi içinde tür değerinden gelen kaynağı göz ardı etmeyeceğiz. Hiçbir
ayrıldığını ve gittikçe bölündüğünü görüyorsunuz. İttihadı devletin sahip olduğu anayasa ülkenin vatandaşlarının saİslam düşüncesinin oluşmasına fırsat vermeyen bir ortam hip olduğu inanç ve kültür zemininden bağımsız değildir.
görüyorsunuz. Sorun nereden kaynaklanıyor? İlk olarak İs- Bir arada yaşamaya çalışırken devletler hep kendi inanç ve
kültürlerinden esinlenmişlerdir. İtalya’da Roma hukukunlam’ı doğru anlamamak. İkincisi ise eğitim.
Peygamber Efendimiz (sav) bize veda hutbesinde ne diyor? da, İsviçre’de Medeni Hukukta, Almanya’daki hukuk mev-
adalet ve medeniyet
.............................
38
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
zuatlarında hep bunun örneklerini
devam eden sıkıntılarda bile gayMüslümanlar
görüyoruz ama biz içinde bulunrimüslimler ayaklanmıyor ve
klikçiliği,
hizipçiduğumuz toplumun evveliyatınİslam Devletinden ayrılmıyor?
liği bırakacaklar. Parda bulunan Osmanlıda SelçukSiz bu konu hakkında ne dütilerimiz
cemaatlerimiz
luda daha önceki devletlerde
şünüyorsunuz?
asla dinin yerine geçmeoluşmuş hukukların hiçbirine
Ayeti kerimede de Allah-u Teala
referansta
bulunmuyoruz.
şöyle buyuruyor: Allah katında
meli biz Kur’an ve Sünnet
Hikmet müminin yitik malıdır
hak
din İslam dinidir (Ali İmran
ekseninde bir arada yadiye buyuruyor Efendimiz(sav).
Suresi 19.Ayet). Hz. Adem’den
şama felsefesini beBiz tabiki de başka kültürlerdeki
(as) peygamberimize kadar hiçbir
nimsemeliyiz.
güzel örnekleri alabiliriz ama her
peygamber başka dini nakletmez;
şeyden önce kendi kültürümüzdeki
fakat şeriat kuralları değişir. Sabit
inancımızdaki ahlaki değerlere öncelik
din değişen şeriat diyoruz. Yine Allah-u
vermeliyiz.
Teala bunu tamamlayan tarzda size din olaKardeşlik hukukuna değinmek gerekirse; İmamı
rak İslam’ı tamamladım ve din olan İslam’dan razı
azamı Ebu Hanife diyor ki: Bir insanın alnı secdeye geliyorsa oldum buyuruyor.
hain değilse işbirlikçi değilse, münafıkça bir şey yapmıyorsa Bir tek inancı benimsemek, dini dışlayıcılık olarak belirtildi
ehli kıble teklif edilemez. Kur’an’da müminler kardeştir diye Batı’da. Batı’nın bu gibi kavramlaştırmalarına karşı uyanık
belirtiyor fakat Ortadoğu kan gölü. Birbirlerinin camilerine olmalıyız. Bunun adı dini mutlaklıktır. Bir dışlayıcılık değilgitmeyen tarikatlar, cemaatler var. Kur’an’ı unutmuşuz.
dir. Bunun batıda Katolik kilisesi adı altında diğer inançları köhneleştirdiğini görüyoruz. Biz diğer peygamberlere ve
Dinimizde bizim tebliğ inancımız var. İslam dininin mü- kitaplara inanmıyoruz demeyiz ama orijinal otantik haline
kemmelliğe ulaşarak son ve nihai din olduğunu biliyo- inanırız. Bizim meleklere, peygambere, kitaplara ahiret güruz. Bu iki hususun birlikte yaşama konusunda katkısı nüne iman gibi hususlarımız vardır. İslam hepsini kapsayınedir? Bunun engel olduğunu söyleyenler de var? Ama cı bir dindir. Son din hak din olarak İslam dinini görmemiz
şöyle bir örneğimiz de var bizim: Peygamber Efendimiz başka kültürlerle yaşamamıza engel değildir.
(sav) vefatından 20 sene geçmeden oluşan ve 15 sene Fetih anlayışımız var. Dinimizdeki bu fetih anlayışının
birlikte yaşama ahlakı üzerindeki etkisi nedir?
İslam’daki cihat anlayışı, fetih anlayışı
ilayı kelimetullah dediğimiz bu ilkeler; alemi, evreni yok etme kan gölüne
çevirme için koyulmuş prensipler değildir. Aslında insanlara rahmet getirmek için oluşturulmuş bir prensiptir.
Çünkü Hz. Peygamber her şeyden önce
rahmet peygamberiydi. Kur’an bize hep
rahmeti mağfireti insanlığı yaşatmayı emretmiştir çünkü insanı yaşatmak en büyük
ilkedir. Aslında bizim fetihlerle bizim ilayı
kelimetullahla hedefimiz nedir; Allah’ın
varlığından haberdar olmayan, mağfiret ve
inayetine nail olamayan insanlara bu müjdeyi ulaştırmaktır. Biricik olan doğmamış
doğrulmamış samed olan Allah’ı insanlara
ulaştırma yükümlülüğümüz var.
İslam esenliktir selamdır rahmettir barıştır.
Tebliğ, Allah’ın rahmetinin farklı coğrafyalara yayılması amacıyla yapılır. Fakat bu
zamanlarda İslamofobi ile beraber İslam
yanlış bir imaja büründürülmeye çalışılıyor. Ancak İslam dini bir insanı öldürmeyi
bütün insanları öldürmek ile eş değer görür,
bir kişinin gönlünü kırmayı Kabe’yi yıkmakla eş değer görür. İslam bize bunu öğretir
hatta Cemil Meriç’in güzel bir lafı vardır:
Tüm yeryüzünün topraklarını bir insana
değişmeyiz.
.............................
39
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Medine’de kurulan ilk İslam Devleti
gibi güzel bir örneğe sahipken, farklı inanç gruplarının asırlarca beraber
yaşayabileceği bir düzeni daha önce
kurabilen bizler, şimdi neden bir araya
gelip, bu Medeniyeti kurup, birlikte yaşayabilmeyi beceremiyoruz?
Batının sahte medeniyetini anlamamız
için batıyı iyi okumalıyız. Müslümanlar
klikçiliği, hizipçiliği bırakacaklar. Partilerimiz cemaatlerimiz asla dinin yerine geçmemeli biz Kur’an ve Sünnet ekseninde bir
arada yaşama felsefesini benimsemeliyiz.
Tabi ki cemaatler, tarikatlar olacak fakat
bu cemaatleri, tarikatları diğer cemaat ve
tarikatlardan ayrı görmeyeceğiz. Kuran
ve Sünneti rehber edineceğiz. Nasıl camilerde bir arada durabiliyorsak, bayramlarda beraber olabiliyorsak, hacda beraber olabiliyorsak bu bize Müslümanların
birlikte yaşama potansiyelleri olduğunu
gösterir. Önemli olan insanı anlamak Hepimiz Kur’an’da ve Hz. Peygamber’de (sav)
buluşacağız eğer böyle düşünürsek kendi
içimizde de farklı inançlarla da beraber
yaşarız.
adalet ve medeniyet
Farklı grupların bulunduğu Medine’de
Efendimiz(sav) Medine Şehir Devletini
kurarak birlikte yaşamaya dair tarihte eşsiz bir örnek bıraktı. Efendimiz(sav)’in biz bu hususta hangi metodunu
örnek almalıyız? O (sav) bunu ne ile
sağladı? Bizim önümüzdeki engeller
nelerdir?
Temel sorun zihniyet sorunudur. İslam’ı
yanlış lanse etmek isteyenler İşid, El kaide
vb. örgütlerle dışlayıcı vuran kıran bir İslam anlayışı yansıtmaya çalışıyorlar. Oysaki Hz. Peygamber(sav) hiçbir zaman meşru
savaş dışında cana kıyıldığı görülmemiştir.
Cehaleti yıkmamız lazım. Önemli savaşlar-
da esir düşen kişilere yapılan ilk şey onlara
Kur’an’ı öğretmektir. Birinci sorunumuz
cehaletimizdir. Biz Hz. Peygamber
(sav) öncesi devri cahiliye devri diye
belirtiriz. Burada cahiliye dememizin
sebebi okuma yazma değildir hakkı ve
hakikati anlama cahilidirler. İkincisi
çok çalışmamız lazım bizde tembellik
var. Nasıl bir çalışma bizi birbirimize
bağlayacak şekilde çalışmamız lazım. Hz.
peygamberin (sav) yöntemi sahabelerle
etkin iletişim içerisindeydi. Çalışmayan
insan tembel insandır ve başkalarının
kuklası olur. Müslümanların çok çalışma
zorunluluğu var. İlmin peşine düşmeliyiz.
Üçüncüsü yanlış tefekkür anlayışımız var
çalışmayan miskin bir Müslüman tipi var.
İlk önce çalışıp sonra tefekkür etmeliyiz.
Ne olsa olmuştur demeyeceğiz.
>>>
>> Mücahit Ayhan Emre / Hâkim Adayı
adalet ve medeniyet
.............................
40
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Yakın siyasi tarihimizin çok önemli bir dönemine ait
İstiklal Mahkemeleri, TBMM Başkanlığı tarafından
ilk kez gün yüzüne çıkarıldı. Söz konusu mahkemelere ait belgelerle ilgili kitap çalışmasının da ilk üç cildi
tamamlanarak 17 Nisan 2015 tarihinde basına tanıtıldı.
Bu kitaplar ve işlemleri tamamlanan mahkemelere ait
bütün belge ve objeler aynı zamanda internet ortamından da araştırmacıların hizmetine sunuldu.
Mondros Mütarekesiyle Osmanlı Devleti resmen olmasa
da fiilen sona erdi. Bunun üzerine Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırmak ve elde kalan toprakları düşman istilasından korumak için 1920’de TBMM kuruldu. Kurulan
rar
i askerlikten fi
er
el
em
k
h
a
M
l
manın
İstikla
lı davalara bak
edenlerle alaka ygun, iç güvenliği
so
i
yanı sıra gasp,
k, casusluk gib
lu
cu
n
u
zg
o
b
l,
ihla
klal
ktı. Ankara İsti
davalara da ba emelerden farklı
mahk
Mahkemesi bu drazam Damat Ferit
Sa
olarak gıyaben , Reşat Halis, Çerkez
fik
,
Paşa, Rıza Tev
Mustafa Sağir
e
il
rı
la
va
a
d
gibi
Ethem’in
nistlerin Davası ktı.
ü
m
o
K
,
u
rd
O
Yeşil
davalara da ba
siyasi ağırlıklı
Meclis’in en önemli sorunlarında biri askerlikten firar
edenler oldu. Otoritenin sarsıldığı, düşman işgallerinin
başladığı böyle bir dönemde soygun ve yağmacılık yapan
firari askerler memleketteki otoriteye büyük zarar vermeye başladılar.
18 Eylül 1920’de acilen 7 bölgede İstiklal
Mahkemesi Kurulması kararlaştırıldı.
TBMM, kuruluşunun hemen sonrasında 29 Nisan
1920’de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanununu çıkarmak suretiyle içerde güvenliği sağlamaya çalıştı. Ancak
bu kanunun dört aylık uygulama süresinde beklenen
Bu yazı TBMM Başkanlığı tarafından yayımlanan İSTİKLAL MAHKEMELERİ C.1’deki “GİRİŞ” bölümünden derlenmiştir
Bu dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri askerlikten fi-
.............................
41
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Sadrazam Damat Ferit’i Ankara İstiklal
Mahkemesi yargıladı
rar edenlerle alakalı davalara bakmanın yanı sıra gasp,
soygun, iç güvenliği ihlal, bozgunculuk, casusluk gibi
davalara da baktı. Ankara İstiklal Mahkemesi bu mahkemelerden farklı olarak gıyaben Sadrazam Damat Ferit
Paşa, Rıza Tevfik, Reşat Halis, Çerkez Ethem’in davaları
ile Mustafa Sağir, Yeşil Ordu, Komünistlerin Davası gibi
siyasi ağırlıklı davalara da baktı.
Mahkemelerin dört aylık görevi sonrasında beklenen
sonucun alınması üzerine, Ankara İstiklal Mahkemesi
hariç, bu dönem İstiklal Mahkemeleri 17 Şubat 1921’de
Meclis Kararıyla kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi
ise 31 Temmuz 1922 tarihine kadar görevine devam etti.
Ankara İstiklal Mahkemesi dışındaki mahkemelerin
kaldırılmasından sonra firar, casusluk, gasp ve soygunculuğun yeniden arttığı, iç güvenliğin yeniden bozulmaya başladığı gerekçesiyle 23 Temmuz 1921’de Konya,
Kastamonu ve Samsun’da birer İstiklal Mahkemesinin
kurulmasına karar verildi. Daha sonra, 5 Ağustos 1921
tarihinde çıkarılan Başkumandanlık Kanunu ile Meclis,
yetkilerini Mustafa Kemal Paşa’ya devretti ve böylece kurulmuş olan mahkemeler de doğrudan Mustafa Kemal
adalet ve medeniyet
sonuç alınamadı. Bu nedenle, 11 Eylül 1920 tarihinde 21
numaralı Firariler Hakkında Kanun çıkarıldı. Çıkarılan
bu kanuna dayanılarak İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına, kurulacak olan mahkemelerin firar eden askerlerle ilgilenmesine ve bu konuda verecekleri kararların
da temyizinin olmayacağına karar verildi. Bu kanundan
bir hafta sonra 18 Eylül 1920’de Heyet-i Vekile’nin verdiği teklifle on dört yerde İstiklal Mahkemesi kurulması
istendi ve aynı gün Meclis Kararı ile Ankara, Eskişehir,
Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Kayseri olmak üzere
yedi bölgede İstiklal Mahkemesinin acilen kurulması kararlaştırıldı.
Bu karardan sonra 26 Eylül 1920’de çıkarılan Kanunla
İstiklal Mahkemelerinin yetkileri genişletildi. Bu kararla
mahkemelere askerlikten firar suçunun yanı sıra Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamında bulunan askerî ve
siyasi casusluk suçlarına bakma yetkisi de verildi. 27
Ekim 1920’de ise çıkarılan Meclis tezkeresiyle Kayseri
İstiklal Mahkemesinin kurulmasına gerek olmadığına
karar verildi. Ancak 9 Kasım 1920’de bu mahkemelerin
yanında Diyarbekir’de; 15 Kasım 1920’de ise Pozantı’da
birer İstiklal Mahkemesinin kurulması kararlaştırıldı. Ne
var ki, Diyarbekir İstiklal mahkemesinin görev süresi ve
faaliyeti ile ilgili fazla bir bilgiye sahip değiliz.
lan Firariler
1920’de çıkarı lan İstiklal
un ile kuru
Hakkında Kan leri, Tekalifi Milliye
Mahkeme
n da
gulamayanları lül
y
u
i
n
ri
le
ir
m
E
nı yaptı. 8 Ey
yargılamaları
klal
istifa eden İsti ni
ra
n
so
n
e
’d
1
2
9
1
nin yerine ye
ri
le
e
y
ü
si
e
m
e
afa
Mahk
asını da Must .
üyelerin atanm
p
a
Kemal y tı
>>>
1. Meclis dağılmad
an bir gün
önce 15 Nisan 1923
tarihinde
Hıyanet-i Vataniy
e Kanunu’nun 1.
ve 8. maddelerind
e değişiklikler
yaparak saltanatı
geri getirmek için
yapılacak faaliyet
leri de Hıyanet-i
Vataniye Kanunu
kapsamına aldı.
adalet ve medeniyet
.............................
42
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Paşa’ya bağlandı.
Mustafa Kemal’in gördüğü lüzum üzerine 8 Eylül 1921
tarihli Başkumandanlık tezkeresiyle Yozgat İstiklal
Mahkemesi kuruldu ve Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni uygulamayanların cezalandırılması konusu da İstiklal Mahkemelerinin görevleri arasına alındı. Buna ilaveten bu
tarihten sonra istifa eden İstiklal Mahkemeleri üyelerinin yerine yeni üyelerin atanması da bizzat Başkumandan tarafından yapıldı.
1 Ağustos 1922’de mahkemelerin faaliyetlerine son verildi.
Samsun İstiklal Mahkemesinin kaldırılmasından sonra
Rum çetelerinin faaliyetlerine yeniden başlaması ve bölgede asayişin bozulması sebebiyle 27 Temmuz 1922 tarihinde
Amasya İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme göreve
başlamakla birlikte, üyelerinin görevlerinden istifa etmesi, yeni üye seçimlerinin uzun zaman alması ve sonuçsuz
kalması üzerine 27 Kasım 1922’de fiilen kaldırıldı.
Askerlikten firar edenlerin tüm tedbirlere rağmen Elcezire Bölgesinde önlenememesi üzerine 22 Ocak 1923’te
merkezi Diyarbekir'de bulunmak, sahası Elcezire cephesi mıntıkası olmak ve sırf askerlikten firar edenler ile
ilgili davalara bakmak için yeni bir İstiklal Mahkemesi
kuruldu. Söz konusu mahkeme 9 Mart 1923’ten 11 Mayıs
1923’e kadar iki ay süreyle çalıştı.
Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra
TBMM ile İstanbul Hükümeti arasında siyasi iktidarın
gerçek sahibinin kim olduğu tartışmaları başladı. Bunun üzerine 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanata
son verildi ve 18 Kasım 1922’de Abdülmecit halife olarak
seçildi. 1 Nisan 1923’te ise Meclis kendini feshederek seçime gitme kararı aldı. Ancak, Meclis dağılmadan bir
gün önce 15 Nisan 1923 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerinde değişiklikler yaparak
saltanatı geri getirmek için yapılacak faaliyetleri de Hı-
yanet-i Vataniye Kanunu kapsamına aldı.
Bu dönemde kurulan mahkemeler geniş yetkilere sahip
olmasına rağmen Meclis, verilen bazı kararları kanuna
aykırı görerek soruşturma açabiliyor ve mahkemelerin
verdiği cezaları iptal edebiliyordu. Mahkemeler ayrıca
belli aralıklarla faaliyetleri hakkında Meclis’e rapor da
sunuyorlardı. Cumhuriyet sonrasında kurulan mahkemelerde ise Meclis’in mahkemeler üzerindeki bu denetiminin olmadığı görülmektedir.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikten
ve Meclis’in kapanmasından sonra 23 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalandı. 11 Ağustos 1923
tarihinde ise II. TBMM açıldı ve ilk iş olarak Lozan Barış
Antlaşması onaylandı. Ardından 13 Ekim 1923 tarihinde
Ankara, başkent ilan edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde ise
Cumhuriyet kuruldu.
Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi
gibi hadiseler İstanbul basınının önemli bir kısmının
tepkisine neden oldu. Bazı gazetelerde bu tür hadiselerin hilafetin kaldırılmasıyla neticeleneceğine dair yazılar yazılmaya başlandı. Hükümet ise İstanbul basınının
bu tutumunu devrimlere karşı bir tepki olarak algıladı.
Halifelik kaldırılmasın, Halifelik
Türkiye’nin gücüne güç katar!..
Ankara-İstanbul arasında sert tartışmaların yaşandığı
böyle bir ortamda Hint Müslümanlarının liderlerinden
Ağa Han ve Emir Ali’nin halifelik ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a gönderdiği mektuplar, ilgililerin eline geçmeden İstanbul basının eline geçti ve
mektuplar Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr gazetelerinde
yayımlandı. Mektupta dünya Müslümanları için halifeliğin öneminden bahsedilerek Türklerde kalmasının
Türkiye’ye güç katacağı belirtiliyor ve halifeliğin kaldırılmaması gerektiği tavsiye ediliyordu.
8 Aralık 1923 tarihinde konu Meclis gündemine geldiğinde İsmet Paşa, bu şahısların İngiliz Hükümetinin
yönlendirmeleriyle hareket ettiklerini ve bu mektubu
yayımlayanların Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci
maddesine göre suç işlediklerini ileri sürerek İstanbul’da
bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Yapılan
muhalefete rağmen Meclis Kararı ile İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme, 10 Aralık 1923 tarihinde bir beyanname yayımlayarak Cumhuriyet’in mevcudiyetine ve esasâtına karşı hareket ve teşebbüse cür’et
mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen
Şeyh Said ve arkadaşlarının davası gelmektedir.
Ankara İstiklal Mahkemesi birçok
gazetecinin yargılamasını yaptı.
lık
Başkumandan
n
la
rı
a
k
çı
e
’d
1921
Mahkemeleri
l
la
k
ti
İs
e
il
u
’ya
Kanun
afa Kemal Paşa ı.
st
u
M
n
a
d
ru
ğ
do
bağland
.............................
43
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
de hükümete karşı oluşan tepki ve protestolar üzerine
Ankara İstiklal Mahkemesi bu hareketleri Cumhuriyet’e
karşı yapılan ayaklanma teşebbüsleri şeklinde algılayarak Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun ve Ankara’da
gezici olarak görev yaptı ve ayaklanma saydığı bu olayları durdurdu.
Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen
gazetecilere, şapka inkılâbına muhalefet edenlerden İzmir Suikastıyla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli
Atıf Hoca’ya ve İttihatçılara kadar farklı davalara bakan
bu iki mahkeme, kararları ve gördüğü davaları itibarıyla
İstiklal Mahkemeleri içinde en merak edilenlerindendir.
Farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl
görev yapan bu iki mahkeme, 7 Mart 1927 tarihinde Meclis’in aldığı karar ile kapatılmışlardır.
4 Mayıs 1949 tarihinde çıkarılan 5384 numaralı “İstiklal Mehakimi Kanunu ile Tadillerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun” ile İstiklal Mahkemeleri tamamen lağvedildiler.
adalet ve medeniyet
edenleri şiddetle cezalandıracağını açıkladı.
Mahkeme ilk iş olarak Ağa Han ile Emir Ali’nin mektubunu yayımlayan gazetecilerle ilgili yargılamaları
gerçekleştirdi. Mahkemenin yaptığı diğer önemli yargılamalardan biri İstanbul Baro Reisi Lütfi Fikri Bey’in
yargılanması bir diğeri ise Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e suikast davasıdır. 30 Ocak 1924
tarihinde suikast davasının sonuçlanmasından sonra 5
Şubat 1924 tarihinde mahkemenin görevine son verildi.
İstanbul İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 ile 5 Şubat
1924 tarihleri arasında yaklaşık iki ay süre ile çalıştı.
Yukarıda ifade edildiği gibi, saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi hadiseler Meclis’te
ciddi bir muhalefetin oluşmasına sebep oldu. Meclis’te
muhalefetin ve görüş ayrılıklarının derinleştiği böyle bir
dönemde 13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Said olayı meydana geldi. Olayı bir karşı devrim olarak algılayan İsmet
Paşa ve Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinde kendisine
yakın olan bir grup, Başvekil Ali Fethi Bey’i pasif kalmakla suçlayarak, sert bir muhalefete başladılar.
4 Mart 1925’te Ali Fethi Bey Başvekillikten istifa etti ve
yerine İsmet Paşa Başvekilliğe getirildi ve İsmet Paşa
Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak Ankara ve ayaklanmanın olduğu bölgede birer İstiklal Mahkemesi
kurulmasını teklif etti. Aynı gün kabul edilen Meclis
Kararı ile Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
Söz konusu kararla Şark İstiklal Mahkemesine, verdiği
idam kararlarını uygulama yetkisi verilirken, Ankara
İstiklal Mahkemesinin vereceği idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz edilmesi hükme bağlandı.
Ancak 20 Nisan 1925 tarihinde, Meclis’in tatilde olduğu
süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesine de verdiği
idam kararlarını uygulama yetkisi tanındı.
Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davalara baktı. Bunların başında
Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı
yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok
gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı.
Ankara İstiklal Mahkemesinin bakmış olduğu önemli
davalardan biri de Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinin yargılandığı İzmir Suikastı Davasıdır. Bu davada
Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulundukları gerekçesiyle zanlılar ve tertiple alakası olduğu iddia edilen, içinde birçok paşanın da bulunduğu kişilerle ilgili
yargılamalar yapıldı.
Şapka kanununun çıkarılmasıyla memleket genelin-
Tarihten Notlar
>> Mehmet Erturan /Tarihçi
Serdengeçti Merhumu
Nasıl Bilirdiniz?
10 Kasım 1983
Osman Zeki Yüksel Vefat Etti
Hekimoğlu İsmail: Büyük çilelerin sahibi büyük insan Osman Yüksel gerçekten ‘Serdengeçti’ olarak yaşadı. Bizim
gibi pek çok Müslüman o çeşmeden
zemzem içti, dinsizlik âleminden dinî
hayata geçti. Osman Yüksel’i ne kadar
rahmetle ansak azdır.
Kadir Mısıroğlu: Osman Yüksel bizim
düşman olduğumuz her şeye düşmandı. Kimsenin olmadığı zamanda mücadele etmiş biriydi. Kendi nefsine cimri,
başkasına cömert bir adamdı. Artırabildiği parayla talebe okuturdu. Dünyada
dikili ağacı olmadan gitti.
Yavuz Bülent Bakiler: Türkiye’de Ne-
cip Fazıl’a ve Osman Yüksel’e kelepçe
vurmak ne demektir? İçimden bir ses
cevap veriyor: Anne sütüne akrep zehri
karıştırmaktır!
Süleyman Arif Emre: Bir topluluk
içinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken, kural ve baskı tanımayan bir kişiliği vardı. Başkalarının
tesirine kapılmaz, kendisi çevreye tesir
ederdi. Esprili bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı.
Şahsiyetinin temel esaslarını, içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî,
tarihî, edebî eserler okuyarak kültürünü zenginleştirmişti.
6 Aralık 1921
Ermeni Bir Saldırgan Said
Halim Paşa’yı Roma’da Katletti!
adalet ve medeniyet
.............................
44
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Said Halim Paşa, Osmanlı’nın
Mısır Valisi Kavalalı Mehmed
Ali Paşa’nın torunudur. İsviçre’de beş yıl siyasal bilgiler
öğrenimi görmüştür. Arapça,
Farsça, İngilizce ve Fransızca
bilmektedir. Avrupa’da eğitim
aldığı dönemde keferelerin durumunu ve kefere devletlerin
kamuoyunu dikkatle takip ve
tahlil etmiş, ülkeye döndükten
sonra İslamlaşmak fikri üzerinde ciddiyetle durmuştur.
Mehmed Akif’e göre O, bir siyasetçi olmaktan daha çok
“İslam ümmetinin en büyük
mütefekkirlerinden”
biridir.
O’na göre ahlak demek iman
demektir. Osmanlı devlet kademelerinde yürüttüğü
birçok idari ve siyasi görevin ardından 1. Dünya Savaşı
yıllarında İçişleri Bakanlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuştur. Sadrazamlığı döneminde Osmanlı’nın
savaşa katılmasına karşı çıkan Said Halim Paşa; Enver
ve Cemal paşaların kendisinden izinsiz Almanya ile olan
temaslarından haberdar olunca Sadrazamlık görevinden istifa etme tavrını gösterebilmiştir.
1919’da birçok isimle birlikte İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya götürülmüştür. Serbest kaldıktan sonra
İstanbul’a gitmesine izin verilmediği için Roma’ya geçmiştir. İki yıl sonra yani 6 Aralık 1921 akşamında arabayla evinin kapısına geldiği sırada bir Ermeni komitacısının silahlı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiştir.
Cansız bedeni, dirisinin girmesinin yasak olduğu İstanbul’a getirilmiş ve büyük bir törenle II. Mahmut Türbesi’nin bahçesine defnedilmiştir. “Buhranlarımız” adlı
eseri sadaka-i cariyesidir.
İstanbul’da Kurulan Mülkiye
4 Aralık 1859
Ankara’ya Niye Taşındı?
Mekteb-i Mülkiye Kuruldu
Mekteb-i Mülkiye veya kısaca Mülkiye, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluştaki ismidir. Osmanlı
Devleti bu mektebi Tanzimat Devri gibi belalı bir dönemde
yokluğunu hiç olmadığı kadar çok hissettiği devlet adamı
ihtiyacını karşılamak amacıyla kurmuştur. İstanbul Fatih’te
1859’da Sultan Abdülmecit zamanında açılan Mülkiye,
1936’da öğrencilerinin ‘bir Osmanlı başkenti’ olan İstanbul’dan ‘cici başkente’ temsili yürüyüşü sonrasında Ankara’ya taşınmıştır. İlk yıl 50 öğrenci alması kararlaştırılmış,
1864’te bu sayı 100’e çıkarılmıştır.
Maarif-i Umumiye Nezareti’ne bağlı olarak açılan okulun öğrenim süresi iki yıldı. Okula 18-36 yaş aralığındaki öğrenciler
imtihanla girebilirdi. Bir şubesi 1866’da Bosna’ya açılmıştı. Ekonomi Politik, İdare Hukuku, Devletler Hukuku ve Ceza Hukuku
dersleri o zamana kadar hiçbir Osmanlı mektebinde okutulma-
3 Aralık 1945
Tan MatbaasıBaskını
Aziz Nesin’den Kazma ve
Baltalı CHP Eleştirisi!
.............................
45
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
na katılanlar arasında o dönem öğrencilik yapan Süleyman
Demirel, İlhan Selçuk, Orhan Birgit gibi isimler de vardı. Aziz
Nesin yaşananların ardından “Ey Türk Faşisti! Birinci vazifen; Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri
dişleyip duvarlara saldırmaktır…” ifadeleriyle başlayıp “…Ey
faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün
bu yapılanları kâfi görmeden vazifen; matbaaları yıkmak,
makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır.
Muhtaç olduğun kazma, balta Halk Partisi’nin ambarlarında
mevcuttur.” diye biten ünlü eleştirisini kaleme aldı.
adalet ve medeniyet
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1945’te, Türk-Sovyet
Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı tek taraflı olarak feshedeceğini açıkladı. Sovyetler, Moskova Antlaşması’nın II. Dünya
Savaşı’ndan sonra oluşacak yeni koşullara göre yeniden düzenlenmesini ve Boğazların güvenliğinin Türk-Sovyet ortak
denetiminde olmasını istiyordu. Tan gazetesi de Türk-Sovyet
ilişkilerinin iyileşmesini ve geliştirilmesini savunan tek yayın
organıydı ve bu yüzden baskılara maruz kalıyordu.
Diğer yandan CHP’den istifa eden Celal Bayar, Adnan Menderes, Tevfik Rüştü Aras ve Fuad Köprülü gibi üst düzey politikacıların yeni bir parti kurmaya yönelmeleri ve Tan gazetesinin sahipleri ile olan sıkı ilişkileri gazeteyi iktidarın hedefi haline
getirdi. Protesto eylemlerini gazete binasına saldırılar izledi.
Olayların ardından birçok gazete gibi Tan da yayın hayatına son
vermek zorunda kaldı. Sovyetler ve sol muhalefet, olayların tek
parti iktidarı tarafından organize edildiğini söyledi.
Tan Baskını günlerinde İstanbul’da sıkıyönetim olmasına
karşın göstericilerden yargılanıp hüküm giyen olmadı. Baskı-
mış, ilk defa Mülkiye Mektebi’nin programına konulmuştu.
Cennetmekan Abdülhamid Han teşvik amacıyla Mülkiye’yi
birincilikle bitireni saraya kâtip olarak alırdı. 1892’de yeni
bir düzenleme ile okulun idadi/lise kısmının öğrenim süresi
dört yıla, âli/yüksek kısmının öğrenim süresi üç yıla çıkarıldı.
1900 yılında okulun idadi/lise kısmı kaldırıldı ve sadece bir
yüksekokul haline geldi. Meşrutiyet döneminde, İslami eğitimin ağırlıkta olduğu ders programının yerine pozitif bilimlere dayalı derslerin ağırlıkta olduğu bir program getirildi.
56 yıllık ömründe nice harpler gören okul dünya savaşı nedeniyle 1915’te kapatıldı. Kapatılma nedenleri arasında savaş sebebiyle bütçede tasarrufa gitme arzusu ve uzun süre Sultan II.
Abdülhamid’in himayesinde bulunduğu için Meşrutiyet devri
mebus ve nazırları arasında okula karşı aleyhtarlık bulunması
gösterilir. Savaşın son yılı olan 1918’de yeniden açılmıştır.
Eskimez
Metinler
Eğer kötü başlangıcımızın maddi yönünü araştırıyorsak
bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında
bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz,
hastahanelerimiz yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup
uyanıyoruz; bir şeyler okuyor, bir şeyler öğrenmeye
çabalarıyoruz; bir yerlerde dertlerimize deva arıyoruz
ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli
yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup tedavi oldukları
yerlerin kötü birer kopyası.
adalet ve medeniyet
.............................
46
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
İyi bir sonuç iyi bir başlangıcın ürünü müdür? Kendimize hayvanlar dünyasını örnek alırsak iyi bir sonuç elde
etmek için iyi bir başlangıç yapmamız lazım diye düşünebiliriz. Balıklar kötü başlıyorlar hayata. Çok yumurtluyorlar, çabuk çoğalıyorlar ama aynı çabuklukta telef
olabiliyorlar. Buna karşılık kuşların başlangıcı iyi. İçinden çıktıkları yumurta onlara yumurtanın dışına çıkma
gücünü verecek kadar gıdayı sağlıyor. O kadar ki kuşlar
kendi yumurtalarını kendi gagalarıyla kırarak dünyaya
geliyorlar. Balıkların kötü bir başlangıç yapmaları haBu yazı İsmet Özel’in Taşları Yemek Yasak kitabından alınmıştır.
yatlarının tamamını etkiliyor. Yani balıklar hem başka
balıkların avı oluyorlar hem de onları balık olmayanlar
da kolaylıkla avlayabiliyor. Oysa hayvanlar dünyasında
kuşların baskın özelliği avcı oluşlarıdır, kuşlar nadiren
av olurlar.
İnsanoğlunun ‘imperial bir hayvan’ olduğu görüşüne
yakınlık duyan herkes toplum hayatında iyi bir başlangıç yapmış bireylerin hayata kötü başlamış bulunanları
avlayacağını düşünür. Daha doğrusu toplum ilişkilerinden veya toplumlar arası ilişkilerde gasıp ve gabin mev-
kiinde bulunan herkes bu haksız yerlerini başkalarının
gözünde meşrulaştırmak, durumlarını aklî kılmak için
ellerinde tuttuklarının iyi bir başlangıcın ürünü olduğunu savunur. Dişlerin varsa ısır, pençen varsa parçala.
Hayatta kalmak için senden daha zayıf olanları avlamak, yutmak zorundasın. Gücün yetiyorsa hükmet ama
gücün yetmiyorsa üzerindeki hükümranlığa rıza göster.
İşte batı burjuva medeniyetinin telkin ettiği ahlâk, dönüp dolaşıp karar kıldığı ideoloji budur. Yürürlükteki
dünya sistemi içinde iyi bir başlangıç yapmayı başaranların üstünlükleri tartışmaya açılmaz. Bu despotik
ortamda ırkçılık bazen açıkça ama çoğu zaman gizli bir
şekilde batı burjuva medeniyetinin mayasını oluşturur.
Oysa hepimizin kolaylıkla fark edebildiği gibi, ırkçılık
hayvanlar dünyasına hayatiyet veren hiyerarşiyi insanlar dünyasına taşıma gayretinden fazla bir şey değildir.
Çünkü ırkçılık doğuştan gelme özellikleri yüzünden iyi
bir başlangıç yapmaya müsait olanların, yine doğuştan
getirdikleri noksanlıklar sebebiyle kötü bir başlangıç
yapmaya mahkum olanlar üzerinde hükümranlık hakkı bulunduğunu öne sürer. Irkçılığı biyolojik vasıflara
indirgediğimiz zaman karalamak pek kolaydır. Oysa
ırkçılık günümüz dünyasında sosyal, siyasi ve iktisadi
kurumların devreye girmesiyle yürütülüyor. İyi bir başlangıç yapmak belli bir sınıfa, belli bir zümreye, belli bir
millete mensubiyetle ifade ediliyor.
İnsan olmak ırkçılığın reddedilmesine imkan veren yetilerle donatılmış olmak demektir. Biz insanlar kötü bir
başlangıcın iyi bir sonuca dönüşmesini sağlayan tedbirler alabilecek ve aynı şekilde yaptığımız iyi bir başlangı-
cın bize kazandırdıklarını yozlaştırabilecek tıynette yaratıklarız. Bu yüzden ırkçılığı insan hayrına bir düşünce
saymıyorsak, tersine ırkçı tutumlardan bütün insanlığın zarar gördüğünü savunuyorsak, bu takdirde iyi bir
başlangıç yapanların diğer insanları şöyle veya böyle
yaşama icbar edemeyeceklerini de savunmamız gerek.
Hatta bu noktada da duramayız kötü başlayanların bu
eksikliklerini telafi etmek, eksiklik sayılan özelliklerinin yeni bir manaya mekan kılma niyetlerini ciddiye
almak zorundayız. Kendimizi, mevcudiyetimizi ciddiye
almak zorundayız.
Bugün dünya üzerine yaşayan Müslümanların iyi bir
başlangıç yaptıkları söylenemez. Maddi ve ruhi bakımdan kötü başlangıçların ürünleriyiz. Maddi denilebilecek kötü bir başlangıcımız sermaye birikimi, teşebbüs
imkanı, teknolojik donatım gibi alanlara hasredilmemeli. Noksanlıklarımızın buralarda bulunduğunu sanmak
bizim ruhi başlangıcımızın ne kadar kötü olduğunu dışa
vurmaktan başka işe yaramaz. Eğer kötü başlangıcımızın
maddi yönünü araştırıyorsak bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz,
mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastahanelerimiz
yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; bir şeyler
okuyor, bir şeyler öğrenmeye çabalarıyoruz; bir yerlerde
dertlerimize deva arıyoruz ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin
oturup, okuyup tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası. Bizler yalnızca kötü başlayanlar değiliz, kötü başlamış olanların da torunlarıyız. Onların maddi alandaki
kötü başlangıçları, ruhi alandaki kötü başlangıçlarının
Gücün yetiyorsa hükmet ama gücün yetmiyorsa üzerindeki hükümranlığa
rıza göster. İşte batı burjuva medeniyetinin telkin ettiği ahlâk, dönüp dolaşıp
karar kıldığı ideoloji budur. Yürürlükteki dünya sistemi içinde iyi bir başlangıç
yapmayı başaranların üstünlükleri tartışmaya açılmaz.
adalet ve medeniyet
.............................
47
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>>>
Belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen
kölelerin emekleriyle yükselttiler. Günümüzde olay
biraz farklı. Köleler belki bende firavun olurum
düşüncesiyle piramidin inşasına gönüllü olarak ve
tebessüm ederek katılıyorlar.
adalet ve medeniyet
.............................
48
.............................
kaçınılmaz sonucuydu. Bizler dedelerimizin yanılgılarını devraldık.
Ruhi bakımdan kötü başlangıcımızın
ne olduğu bir atasözü açıklıyor: “Dimyat’a
pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.” Kâfir
tasallutu altındaki Müslümanlar olarak bizler başımıza gelen felaketlerin bize musallat olanların
gücüne sahip olmamaktan doğduğunu sanıyoruz.
Karşımızdaki “iyi başlayanlar”ın yerini öylesine meşru, öylesine gerekli ve kaçınılmaz
sayıyor olmalıyız ki “Bizim de güleceğimiz
günler gelecek!” düşüncesiyle avunuyoruz.
Gülmek bizim de hakkımız düşüncesiyle yola çıkarsak bu tutumumuzu nükleer güce sahip olmak
bizim de hakkımız noktasına götüreceğiz, demektir. Ancak dileğimiz batı burjuva medeniyetinin
bütününe ilişkin dileklerden ayrı tutulamayacaktır. Tenis oynamak bizim de hakkımız dediğimiz
zaman bu özlemimizi kokain kullanmak bizim
de hakkımız cümlesinden farklı bir yerde değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Batı burjuva
medeniyetinin sonuçlarını yüzümüzü güldürecek
unsurlar saymışsak eleştirel bir tutumu da terk
etmiş oluruz. Bundan böyle başımıza gelen felaketleri kaçınılmaz gelişmeler kabul etmemiz ve
iyi bir başlangıç yapanların tedariksiz avları olduğumuzu içimize sindirmemiz gerekecek. Onların
gücüne erişme çabalarımız da ırkçılığın değirmenine su taşımaktan başka bir sonuç vermeyecek.
Çünkü canavarlık hiyerarşisinde bize ayrılan yeri
benimseyecek ve büyük balığın önün-
den kaçmaya, küçük balığı yutmaya çabalayacağız. Belki son birkaç yüzyılda hep bunun saçma
sapan uygulamasını yaşadık.
Bugün dünya sistemi iyi bir başlangıç yapanların
güçlü katkılarıyla ayakta duruyor sayılmaz. Sistemin işleyişine en çok katkıda bulunanlar kötü bir
başlangıç yapıp da kendilerini bir gün iyi başlangıç yapanların gücüne ulaşacaklarına inandıranlardır. Onlar gülmek bizim de hakkımız diyerek
ve mütebessim bir çehre ile sistemin yıpranan
çarklarını onarmaya, tükenen yakıtını takviye
etmeye çabalıyorlar. Böylece ırkçılık örnek ırkın
ideallerini gerçekleştirme yolunda çalışan aşağı
ırktan unsurların desteği ile güçleniyor. Belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen kölelerin emekleriyle yükselttiler. Günümüzde olay
biraz farklı. Köleler belki bende firavun olurum
düşüncesiyle piramidin inşasına gönüllü olarak
ve tebessüm ederek katılıyorlar.
Biz firavun olmayı iyi bir sonuç saymadığımız için
tebessüm etmiyoruz. Firavun olmak için iyi bir
başlangıç yapmadığımıza da üzüldüğümüz söylenemez. Surat asmak hakkımız diyoruz ama bunu
eleştiri hakkımızı elde tutabilmek için söylüyoruz.
Surat asmamız, Dimyat’ta pirinç bulamadığımız
veya evdeki bulgurdan olduğumuz için değil; bizi
böyle bir yolculuğa sevk etmek isteyenlerin gasıp
olduğunu bildiğimiz içindir. Bundan böyle Müslümanlığımızın herhangi bir tuzağa yem olarak
konmasına, kafirlerin konforu ve tatmin yolları
Müslümanların da hakkıdır yollu aldatmacaya bir son verebilmek için surat asmak
hakkımız demeyi seçiyoruz.
Kasım-Aralık-Ocak
>> Hâkim Nuri Uzun
İkbal’in temel tespiti müminin ilim ve aşkı kendinde mezcederek faaliyete
eçmesiyle İslam’ın boyasının yeniden dünyaya çalınmasının mümkün olduğudur.
Faaliyete yaptığı yoğun vurgu şüphesiz yaşadığı zaman ve coğrafyada
gözlemlediği Müslümanların perişanlığı ile de ilgilidir.
.............................
49
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
dan okumaya içe kapanmadan hayranlık duymaya kadar
uzanan ifrat ve tefrit arasında farklı tepkiler göstermiştir.
İkbal de yaşadığı dönem itibariyle bu meydan okumayı
derinden hissetmiştir. Ancak belki benzerlerinden farkı,
İkbal geleneksel zamanlardaki âlim tipine benzer şekilde bir taraftan var olan İslami birikimi özümserken diğer
taraftan da meydan okuyan Batı uygarlığının zihniyet
temellerine nüfuz etmeye çalışmıştır. Ayrıca bu meydan
okumanın ortaya çıkardığı cevap üretilmesi gereken sorun
alanlarını tespit ederek bu alanlara dair söz söylemiştir.
İkbal özümsediği İslami gelenekten sonuna kadar faydalanırken zaman zaman geleneğin bazı fikri boyutlarına da
eleştiriler getirmiştir. Diğer taraftan Batı’nın maddi yükselişini sağlayan zihniyet yapılarının da kendince kritiğini
yapmış zayıf yanları sıra istifade edilmesi gereken yönlerine de komplekssizce yaklaşabilmiştir.
İkbal’in temel tespiti müminin ilim ve aşkı kendinde mezcederek faaliyete geçmesiyle İslam’ın boyasının yeniden
dünyaya çalınmasının mümkün olduğudur. Faaliyete
yaptığı yoğun vurgu şüphesiz yaşadığı zaman ve coğrafyada gözlemlediği Müslümanların perişanlığı ile de ilgilidir.
Her beşer gibi İkbal’in düşüncesinin de erbabınca tartışılan zayıf bulunan tarafları vardır. Ancak İkbal geleneğe
ve modern dünyaya yaklaşım biçimi ve tespit ettiği cevap
üretilmesi gereken sorun alanları ile ilgili olarak dikkate
alınması gereken bir başlangıçtır. Sürekli başlangıç noktasında kalmamak için İkbal, kendini İslam Medeniyetinin
mensubu sayanlarca okunmalı, üzerine düşünülmeli, aynı
dönemlerde yaşamış derdi davası olan diğerleri ile mukayese edilerek daha ileri adımların zemini hazırlanmalıdır.
adalet ve medeniyet
Düşünce durağan bir şey değildir. Bir yüzyılda birçok konuda birikmiş düşüncelerin, bir sonraki yüzyılda tüm siyasi sosyal yapıları dönüşüme uğrattığı tarihi bir gerçektir.
Aydınlanma felsefesi olmasaydı Fransız ihtilali olur muydu, modernite aydınlanma felsefesi ve povitivizmin çocuğu değil midir? Bizim dünyamızda Cumhuriyetle birlikte
gerçekleşen köklü değişimlerin zihinsel arka planı tanzimatla başlayan meşrutiyetle devam eden fikri tartışmalardan beslenmiştir.
İslam dünyası geleneksel zamanlarda bir taraftan fetihlerle genişlerken diğer taraftan fethedilen yerlerdeki kadim
birikimi tevarüs edip, kritiğe tabi tutup kendi süzgecinden
geçirdikten sonra bünyesine katıyordu. Zaman içerisinde
bu ilmi faaliyeti belirli bir özgüven içerisinde yapan âlim
tipi doğmuştu. Bu âlim tipi kendi zamanına kadar ki İslami birikimi özümsemiş, kendi zamanının meselelerine vakıf bir âlimdi ve bu pencereden farklı düşüncelerle yüzleşebiliyor, faydalanması gerektiğinde faydalanıyor meydan
okumayla karşılaştığında cevap üretebiliyordu. Bu şekilde
pekişen zihniyet temeli ve bu temel üzerine oturan sosyal
siyasi yapılar uzun süre İslam Dünyasında istikrar sağlamıştır.
Ancak Batı’da 15 yy.dan itibaren Rönesans ile başlayıp
Reformasyon ve Aydınlanma felsefesi ile devam eden ve
Fransız İhtilali, Sanayi İnkılabı ile bir siyasi ve sosyal yapıya dönüşen kendi içinde anlamlı uygarlık birikimi, 19
yy.dan itibaren Batı’nın sınırlarını aşıp tüm geleneksel
uygarlıklara meydan okumaya başlamıştır. Bu meydan
okuma çok boyutlu olmuştur. Ancak en önemlisi zihniyet
planındaki meydan okumadır. Müslüman dünya bu mey-
>>>
>> Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
iSLAM TiCARET HUKUKU
KONGRESi’NDEN NOTLAR
1
adalet ve medeniyet
.............................
50
.............................
5
-
1
8
E
K
İ
M
2
0
1
Kasım-Aralık-Ocak
İlki 1996 yılında yapılan Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresi, on dokuz yıl aradan sonra 15-18 Ekim 2015
tarihleri arasında Konya’da gerçekleştirildi. Konya Ticaret
Odası (KTO), Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) ve
Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi işbirliği ile
düzenlenen kongreye dünyanın farklı bölgelerinden yüzün üzerinde âlim, bilim insanı, akademisyen, konusunda uzman kişiler iştirak etti. Kongreye hükümeti temsilen
maliye bakanı katıldı. Kongre; bankacılık düzenleme ve
denetleme kurumu başkanı, milletvekilleri, bankacılar,
işadamları, sivil toplum kuruluş temsilcileri, farklı fakültelerde öğrenim gören öğrenciler ve halkın yoğun katılımı
ile gerçekleşti. Oturumlarda tebliğci ve müzakereciler dışında soru sormak veya konuyla ilgili bilgi ve görüşlerini
5
K
O
N
Y
A
/
T
Ü
R
K
İ
Y
E
paylaşmak suretiyle katkı sağlamak isteyen tüm izleyici ve
katılımcılara fırsat tanındı.
Kongre Türkçe, Arapça ve İngilizce çevirilerle izleyicilere
sunuldu. Bin altı yüz yaka kartı dağıtılan kongreyi yaklaşık
iki bin kişi takip etti. Ayrıca kongre için oluşturulan web
sitesi ile canlı yayın yapılmak suretiyle yaklaşık yirmi bin
kişiye çalışmalar ulaştırıldı. Kongreye katılan izleyicilere
de birinci kongrenin tebliğ, müzakere ve sonuçlarının yer
aldığı kitabı hediye edildi. Kongre tamamlandıktan sonraki gün kongreye çeşitli ülkelerden katılan bilim insanları,
İslam dünyasının içinde bulunduğu durum ve yaşanan gelişmelere ilişkin “Diriliş” deklarasyonunu açıkladı.1
Kongre, İslam Ticaret Hukukuyla ilgili altı oturum halinde gerçekleştirildi. 1. Oturum’da Yeni Ticari Uygulamalar,
1. OTURUMDA YENİ TİCARİ UYGULAMALAR, 2. OTURUMDA ZEKÂT,
3. OTURUMDA FAİZ, 4. OTURUMDA BORSA, 5. OTURUMDA SİGORTA
KONULARI TARTIŞILIRKEN, 6. OTURUMDA GENEL DEĞERLENDİRME VE
SONUÇ BİLDİRİSİ YER ALDI.
.............................
51
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Kongrenin amacı Müslümanların hassasiyetlerine
dikkat edilerek ekonomik ve iktisadi düzenlemeler
yapılmasına katkı sunmaktır!..
Kongre açılışında konuşan Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT,
insanlarımızın hassasiyetlerine dikkat edilmeden eko-
nomik ve iktisadi düzenlemeler yapıldığını, bu sebeple
Müslümanların mevcut problemlerine çözüm sağlamak
amacıyla arayışlar içine girildiğini, bu kongrelerin de bu
amaca yönelik düzenlendiğini ve üniversiteler bünyesinde açılacak İslam Ticaret Hukuku Enstitüleri ile konuların
daha detaylı ele alınabileceğini ifade etti.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer
ŞEKER, açılış konuşmasında dünyadaki kapitalist sistemin zengini daha zengin, fakiri de daha fakir hale getirdiğini ifade etti. Dünya Müslüman Âlimleri Birliği Genel
Sekreteri ve Katar Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali
Muhyiddin KARADAĞÎ ise kongreye katılan hocalar adına
yaptığı konuşmasında Konya ve Türkiye’yi öven ifadeleri
yanı sıra Türkiye’nin dünya Müslümanlarıyla ilgilenen bir
adalet ve medeniyet
2. Oturum’da Zekât, 3. Oturum’da Faiz, 4. Oturum’da Borsa,
5. Oturum’da Sigorta konuları tartışılırken, 6. Oturum’da
genel değerlendirme ve sonuç bildirisi yer aldı. Oturumlarda sunulan toplam yirmi tebliğ yirmi ayrı müzakereci
tarafından müzakere edildi. Her oturumun raportörleri de
sonuç bildirisine esas olacak notlar aldı. Oturum sonlarında gelen sorulara ve katılımcı katkılarına zamanın elverdiği ölçüde imkân tanındı.
>>>
PROF. DR. HAYREDDİN KARAMAN: KÂMİL MANADA İSLÂMÎ
TİCARET VE TAM MANASIYLA FAİZSİZ BİR EKONOMİ İÇİN HER
ŞEYDEN ÖNCE MÜSLÜMANLARDA BİR ZİHNİYET DEĞİŞİKLİĞİ VE
İSLAMİ AHLAK EĞİTİMİ GEREKLİDİR.
ülke olduğunu, Türkiye’nin her alanda çok güzel gelişimler sağladığını, zayıf ekonomik yapıdan sağlam ekonomiye geçtiğini, yabancı devletlerin istilasından kurtulup
güçlü bir devlet yapısına ulaştığını belirtti.
Kongreye katılan Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK kongrenin çok önemli ve yerinde olduğunu belirterek insanın
sadece ekonomik bir değer olarak görülmesinin problem
teşkil ettiğini, İslam’ın bu sahada da ileri sürdüğü değerlerin insani değerler olduğunu ifade etti.
adalet ve medeniyet
.............................
52
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Alışverişle alakası olmayan forexten kaçının!..
Açılış konferansını veren Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN,
laik bir ülkede ve kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada İslâmî ticaretin problemleri bulunduğunu, ülkemizde
faizsiz bankaların 1985’ten beri kuruluşunun ve olgunlaşmasının devam ettiğini, bugüne kadar bu bankalara
“faizsiz veya İslâmî bankalar” adını bile vermediklerini,
mevzuatındaki bazı sakatlıkları ıslah edemediklerini,
kâmil manada İslâmî ticaret ve tam manasıyla faizsiz bir
ekonomi için her şeyden önce Müslümanlarda bir zihniyet değişikliğinin şart olduğu, bunun da genel bir İslâmî
ahlak eğitimi ile elde edilebileceğini ifade etti. KARAMAN, problemler karşısında şüpheli kabul edilen hep
kıyıya yanaşık hükümlerin verilmesini tehlikeli bir yaklaşım olarak değerlendirdikten sonra alışverişle alakası
olmayan forexten kaçınılması gerektiği gibi, kredi temini
amacıyla malik olunan malın satılıp sonra aynı kişi tarafından tekrar kiralanması işlemi olan sukûkun isabetli
olmadığına değindi.
Zekat konu başlığı altında tartışmaların yapıldığı ikinci oturumda konuşan Yrd Doç. Dr. Emrullah DUMLU,
zekâtın ideal uygulama şekliyle kamu maliyesinin ana
damarını oluşturması gerekirken yerleşik yanlış bir algı
sebebiyle “zenginden fakire iktisadi değer transferine”
dönüşmüş ve özellikle de ülkemizde bütünüyle şahısların inisiyatifine bırakılmış olması değerlendirmesini yaparak, zekâtın sadece fakirin hakkı olarak görülmesinin
eksikliğine işaret etti.
Bu oturumdaki diğer konuşmacı Prof. Dr. Rahmi YARAN
tebliğinde zekâtın mali bir ibadet olduğunu devlete verilen vergilerin zekât yerine geçmeyeceğini belirttikten
sonra devletin zekâtla ilgili mevzuat geliştirir ve zekâtı
ayrı bir kalemde toplayıp İslam dininde belirtilen esaslar
çerçevesinde dağıtmayı taahhüt ederse o zaman devlete
zekât verilebileceğini ifade etti. YARAN, anayasal bir kurum olan ve Müslümanların ibadet hayatını düzenlemekle görevli bulunan DİB’nın hac, umre ve diğer ibadetlerde
olduğu gibi zekât ibadetinin ifasında da vatandaşlarımıza
yardımcı bir yapılanmaya gidebilir; bu maksatla “Zekât
ve Hayır İşleri Genel Müdürlüğü” kurabileceği teklifinde
bulundu.
Faiz başlıklı üçüncü oturumda konuşan Prof. Dr. Hamdi
DÖNDÜREN, Kredi kartı, banka kartı ve pos cihazı hakkında bilgilendirmeler yaparak diğer İslam ülkelerinde
“Murabaha Kartı” uygulamasının başladığını, ülkemizde
de bu uygulamaya geçilebileceğini söyledi. Banka kartı /
bankamatik ile altın, gümüş veya döviz almanın caiz olduğunu belirten DÖNDÜREN, ancak bankanın bunların
bedelini POS üye işyerine araya vade girmeden ödeme
yapması gerekir; kart hamili bankamatikle ödeme yapıp
düzenlenen fişi imzalayınca bunların bedelini hükmî olarak satıcıya teslim etmiş sayılır, dedi. Doç. Dr. Süleyman
KAYA ise, günümüzde ticari bankalar ile katılım bankaları dışında konut finansmanına yönelik organizasyon
yapan bazı ticari şirketler tarafından uygulanan çekilişli
ve vade ortası sistem şeklinde iki ana sistem olduğu söyleyerek, çekilişli sistemin, fıkhen ivaz şartlı hibe kabul
edilerek meşru görülebileceğine dair fetva verildiği, bu
sistemde vadeyi ve her bir müşterinin sırasını belirlemek
üzere grup oluşturulmakla birlikte ödemelerin grup içerisinde yapılmadığı, herkesin şirkete ödeme yaptığı ve
sırası geldiğinde parasını şirketten tahsil ettiği görülmektedir. Dolayısıyla tüm borç ve alacaklar şirketle müşteri
arasında sabit olmaktadır. Şirketle müşteri arasında gerçekleşen vade ve miktarı farklı olan bu ödemelerin fıkhen
ribâ içerdiği aşikardır. Sistemin ribâdan kurtarılması için
PROF. DR. ALİ BARDAKOĞLU: BU SEMPOZYUMDA İLİM ADAMLARININ
BURADA İLERİ SÜRDÜĞÜ GÖRÜŞLERİ BİR FETVA OLMAKTAN ZİYADE
FETVAYI, KAZAYI VE KANUNLAŞTIRMAYI BESLEYEN BİR DOKTRİN GİBİ
ALGILAMAK GEREKİR.
ödemelerin grup içerisinde kalması, grup üyelerinin yaptıkları ödemelerle her ay grup üyelerinden birine konut
alınması gerekirdi dedi. Vade ortası sistemin ise fıkhen
karz-ı hasen kabul edilerek meşruiyetine fetva verildiğini
söyleyen KAYA, bu sistemde herkes vade ortasında şirketten parasını teslim alacağından grup oluşturulması söz
konusu değildir. Yani belirli bir grup içerisinde üyelerin
birbirine karz vermesi söz konusu olmayıp tüm ödeme ve
tahsilatlar müşteri ile şirket arasında gerçekleşmektedir.
Ödemeler arasında vade ve miktar farklılıkları olduğundan da ribâ gerçekleşmektedir. Bu sistemin meşruiyeti
organizasyon ücreti adı altında artı bir fazlalık alınmamasına bağlıdır. Bu da organizasyonun ticari bir şirket
değil vakıf gibi hayri bir kurum tarafından yapılmasıyla
gerçekleşebilir değerlendirmesinde bulundu.
Dördüncü oturumun başlığı borsa idi. Teorideki şekliyle
sukukun, atıl fonların ekonomiye kanalize edilip yatırımların canlanması ve dolayısıyla iktisadi kalkınmayla birlikte
refahın artmasında önemli katkısı olabilecek orijinal nitelikli finansal ürünü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Servet
BAYINDIR, teorideki haliyle uygulanması kaydıyla sukuk
hava alanları, demir yolları, oto yollar, kentsel dönüşüm
gibi yüklü sermaye gerektiren projelere ilaveten her türlü
bina, tesis, araç, makine vb. toplumsal açıdan katma değeri yüksek girişimlerin finansmanında kendisinden istifade
edilebilecek önemli bir finansal araç olduğunu belirtti.
.............................
53
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
1. Deklerasyonun tam metni için kongrenin web sayfasına bakılabilir. http://islamticarethukuku.org/islam-dunyasina-dirilis-deklarasyonu-69h.htm
2. http://islamticarethukuku.org/
adalet ve medeniyet
Prof. Dr. Orhan Çeker: Sigortalar devletin faaliyetlerini yürüttüğü oranda caizdir!..
Sigorta başlığı taşıyan beşinci oturumda ise borcun sigortalanmasının İslami finans kurumları ve borç alan yatırımcılar açısından kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunu ifade
eden Prof. Dr. Hasan HACAK, borcun sigortalanması, malın korunması ilkesiyle de temellendirilebilir, zira İslam,
borcun tahsilini kolaylaştıracak çözümler ortaya koymuştur ve gerek katılım bankalarının gerekse müşterilerinin
her ikisinin de alacakların sigortalanmasına fazlasıyla
ihtiyacı vardır kanaatini belirtti. Prof. Dr. Orhan ÇEKER
ise, ticari amaçla yani kazancı esas alarak kurulan sigorta kurumunu yardımlaşma müessesesi olarak görmenin
yanlış olacağını söyleyerek, sigortanın caiz olmayacağını
söyleyenlerin sigorta uygulamalarında faiz, ğarar, cehalet bulunmasını ileri sürdüklerine değindi. Cevazına kail
olanlar da öncelikle bunu yardım kurumu olarak görmek
istemelerinden ileri gelmektedir, dedi. İslam’a uygun sigorta sistemlerinden biri olan “Tekâfül”ü, karşılıklı kefil
olma, üyelerden her birinin diğerini tekeffül etmesi olarak tanımlayan ÇEKER, bu sistemin sadece bağış olarak
pirim ödeyenlere hizmet sunduğunu belirtti. Devletin
vatandaşının her türlü sıkıntısını gidermek üzere var olduğunu ifade eden ÇEKER, sigorta da devletin üstlendiği
bir kurum olmalıdır, özel sigortalar devletin faaliyetlerini
yürüttüğü oranda caizdir, dedi.
Altıncı ve son oturumun değerlendirme konuşmacılarından Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU, kongrede pek çok konunun tartışıldığını fakat İslam hakkında beyan edilen görüşlerin fetva olarak algılanmaması gerektiğini belirtti.
İlim adamlarının burada ileri sürdüğü görüşleri bir fetva
olmaktan ziyade fetvayı, kazayı ve kanunlaştırmayı besleyen bir doktrin olarak algılanması gerektiğini ifade eden
BARDAKOĞLU, fukahanın ürettikleri, doğrudan fetva ve
doğrudan kaza değildir; tarihimizde de İslam hukukçuları, hem kazayı hem de kanunlaştırmayı yönlendiren,
tasvip eden, uyaran, hem de fetvayı besleyen önemli bir
fonksiyonu icra etmişlerdir dedi.
Kongrenin sonuç bildirileri ayrıca düzenlenen bir basın
toplantısıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Sonuç bildirileri metin olarak da kongrenin web sitesinde yayınlandı.2
Kongre yerel ve ulusal basın tarafından dikkatle takip
edildi. Kongrede müzakere edilen konular, yeni öneriler
gazete ve internet sitelerinde paylaşıldı. Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN ve Prof. Dr. Faruk BEŞER gibi sahanın
uzmanları ve köşe yazarları tarafından gazetelere makale
olarak konu edildi.
ISLÂM'IN
HUKUK
ILMINE
KATKILARI
Papa 4. Nikola’nın
“Sözde durmamak
günahtır, fakat
Müslümanlara
verilen sözde
durmak ise
daha büyük bir
günahtır.“ sözünü
hatırlamakta yarar
vardır.
>> Hüseyin Üşenmez
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
adalet ve medeniyet
.............................
54
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Hukuk fakültesinde aldığım Uluslararası Hukuk sistemi
ve eğitiminin beni tatmin edemeyişi, Hamidullah Hoca’ya ulaşmama vesile oldu çünkü Batı’nın getirmiş olduğu uluslararası hukuk düzeni dünyada adil bir düzen kuramamış, aksine zulüm getirmişti. Kendi öz değerlerimin
dünyasını öğrenme isteği ile girdiğim yolda tanıştım Hamidullah Hoca ile. 97 yaşında vefat etmiş büyük bir âlim.
Müellifi olduğu kitapların isimlerini yazmak isterseniz
birkaç sayfaya ihtiyacınız var. Hamidullah Hoca arı gibi
çalışmış. 2002 yılında Fransa’daki tek gözlü evinde hakka
yürüdüğünde kitapları ve notları dışında kayda değer bir
şey yoktu. Mini bir kütüphaneyi dolduracak kadar kitap
yazmış olmasına rağmen kitaplarından hiç telif almamış
bir isim. O kitaplarının daha çok okuyucuya ulaşabilmesi için telifini bile almayan nadir yazarlardandı. İslami
ilimlere bakış anlamında yenilikçi ama günlük hayatta
gelenekçi olan mütevazı bir âlimdi. Bu duygularla elime
aldım Hamidullah Hoca’nın “İslam’ın Hukuk İlmine Katkıları” kitabını.
Eserde İslam hukukunun belirli konularına dair makaleler sistematik çerçevede incelenmekte ve daha önceden
farklı yerlerde yayınlanmış olan bu makaleler yeni bir
bütünlük içerisinde okuyucuya sunulmaktadır. Kitap, üç
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Hukuk İlmi ve
Hukuk Felsefesi, İkinci bölümde İslam Devletler Hukuku,
Üçüncü bölümde ise Karşılaştırmalı Hukuka dair makaleler bulunmaktadır.
Kitabın ilk bölümünde hukuk ilminin tanımı yapılmakta
ve hukuk ile hukuk usulünün iki ayrı ilim olduğu belirtilmektedir. Hukuk ilmi için bunun hükümlerin toplamı olduğunu, neleri yapmamız ve neleri yapmamamızın düzenlemesini yapan ve bu konularını ele alan bir ilim olduğunu
anlattıktan sonra hukuk usulü ilminin bundan bambaşka
bir ilim dalı olduğu onun hukuk ilminin kaynaklarını,
felsefesini, hüküm çıkarma, akıl yürütme, delil getirme
gibi kuralları içine alan bir ilim olduğu belirtilmektedir.
Bu bölümü içeren makaleleri okuduğumuzda hukuk ilminin daha önceden bulunmuş olduğunu yalnız fıkıh usulü
dediğimiz ilmi ise Müslümanların kazandırmış olduğunu
görmekteyiz. Örneğin bir hukuki meselede farklı iki hukuki esas karşısında hangisine göre ve nasıl hüküm verilir?
Hakkında hüküm bulunmayan yeni bir hukuki meselede
nasıl hüküm verilir? Bu tür cevapları içeren bir ilmin İslam’dan önce bulunmadığı gerçeği güzel bir üslupla ortaya konmuş. Müslümanların hukuk ilmine önemli katkılarından biri olan Yasama Bağımsızlığına dikkat çekilmiş.
İslam’da kanuni hükümlerin çıkarılması devlet ve hükümet reisiyle değil fakihlerle alakalıdır. İslam hukukçusu
adalet ve medeniyet
.............................
55
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
bu işe bakar, hükümet kanun koyma işine karışamaz. Bu tespit etmiş olmasıdır. Müslümanların ortaya koydukları
nedenle de kendi ihtiyaçları doğrultusunda istediği şey- devletler hukuku, insanlık tarihinde ilk defa evrensel bir
leri emredip, istedikleri şeyleri de yasaklayamazlar. Se- mahiyet taşımıştır.
çimle iş başına gelen iktidar günümüzdeki gibi istediği Kitabın üçüncü bölümünde İslam Hukuku kaynakları
şekilde kanunlarla oynama yapma gücüne sahip değildir açısından incelenmektedir. İslam Hukuku ile Roma Hubu düzende. Günümüzde tartışmakla sonunun gelmedi- kuku arasındaki etkileşimler başlığı altında İslam Huği Yasama Bağımsızlığı konusu İslam Düzeninde çok açık kukunun Roma Hukukundan etkilendiğini söyleyenlere
bir şekilde çözüme kavuşmaktadır. Okullarımızda batı karşı açık deliller getirerek İslam Hukukunun Roma Hudeğerleriyle yetişmiş hukuk hocalarımızın senelerdir öğ- kukundan etkilenmesinin mümkün olmadığını hocamız
retmeye çalıştığı yasama bağımsızlığını İslam’ın asırlar ispatlamaktadır.
Hamidullah Hoca’nın müeyyide kavramıöncesinde bize nasıl sağladığının idraki97 yaşında vefat nın İslam Hukukunda ve Batı hukukunne varmış olacaksınız. Çünkü bu düzende
etmiş büyük bir da ne ifade ettiğini açıklaması; iki hukuk
menfaat yoktur, bu düzende adil bir sistem
âlim. Müellifi
oluşturma gayreti olduğu için de İslam Huolduğu kitapların sisteminin birbirinden hangi noktalarda
ayrıldığını ortaya koyma anlamında güzel
kukçuları din neyi emrediyorsa onun dışıisimlerini
na çıkmadan kurallar getirmektedirler. Bu yazmak isterseniz bir örnek ve etkili bir turnusol kâğıdı. “Babirkaç sayfaya
tı’da ülke kanununun müeyyidesini birinci
fakihler Kur’an ve Sünnet çizgisinin dışarıihtiyacınız var.
derecede asayiş kuvvetlerinin, polisin zoru
sına çıkıp istediği inkılâpları yapamazlar,
Hamidullah
Hoca
meydana getirmektedir. İslam hukuku ise
çünkü İslam Hukukunun oluşturucusu Aları gibi çalışmış.
maddi müeyyide ile yetinmemiş, aynı zalah-u Teâlâ’dır ve onu ancak O değiştirebi2002 yılında
manda maddi müeyyideye eklenen ve onu
lir. Âlimler Kur’an-ı Kerim’de yer alan açık
Fransa’daki
iyice güçlendiren manevi ve vicdani müeybir hükmü değiştiremezler. Açık bir hüküm
tek gözlü
evinde hakka
yide kullanmıştır. Müslüman öldükten sonbulunamıyorsa, yeni bir hüküm çıkarmaya
yürüdüğünde
ra dirileceğine inanır. Yaptığını hükümet
çalışırlar.
kitapları
ve
görevlisinden saklasa, onu aldatsa dünyaHamidullah Hoca kitabının ikinci bölünotları dışında
münde İslam Devletler Hukukunu ele alkayda değer bir da cezasız kalabilir ama Allah’tan gizleyemış ve İslam’dan önce kapsamlı bir şekilde
şey yoktu. Mini meyeceği için Allah onu muhakeme edebu konu ile ilgilenen hukuk kaidelerinin
bir kütüphaneyi cektir. O’nu aldatamayacaktır ve O’ndan
bulunmadığı İslam’ın ilk olarak Devletle- dolduracak kadar kaçamayacaktır. İslam akaidinin temelinkitap yazmış
deki bu dini inanç, hakikaten, maddi mürarası hukuk alanını düzenlediğini şöyle
olmasına
rağmen
eyyideden daha etkili olmuştur. Buradan
açıklamıştır:
kitaplarından hiç
Eski Yunan’da site devletleri arasındaki
telif almamış bir hareketle de dinin telkin etmiş ettiği ahlak
ve Allah korkusu olmazsa, insanlar arasınmünasebetlere riayet eden hukuki kaideler
isim.
da adaleti temin etmenin imkânsızlaşacağımevcuttu. Fakat Yunanlılar, Yunan olmayan devletlerle olan münasebetlerinde hiçbir hukuk kai- nı söyleyebiliriz.
delerine uymazdı. Romalılar ise biraz daha ileriye gitmiş- İslam insanın ahenkli ve dengeli bir gelişim sağlayabilmesi
lerdir ve dostluk ilişkisiyle bağlı bulundukları devletlere için hayatın bütün yönlerinde bir tutarlılık oluşturma gayreti
karşı uygulamış oldukları hukuki kaideleri mevcuttu ama içerisindedir. İslam yalnız ruhun yücelmesi için veya yalnız
dünyanın diğer devletlerine karşı tatbik ettikleri hiçbir maddenin yücelmesi için çalışmaz. İnsanın dengeli bir yahukuki kaideleri yoktu. Bu noktada Papa 4. Nİkola’nın pıya sahip olması, ruhunu ve maddi yönünü bir arada tu“Sözde durmamak günahtır, fakat Müslümanlara verilen tabilmesi için çalışan sistemdir. O, bozuk yapıları sarsarak,
sözde durmak ise daha büyük bir günahtır.“ sözünü ha- kibri, zulmü yok ederek hayatın bütün alanlarını yenileyip
tırlamakta yarar vardır. Bu söz günümüzde dahi bu mil- hayatı sağlam temleler üzerine kuran bir devrimdir. Okullaletlerin anlaşmalarına riayet noktasında güvenilmeyecek rımızda bize öğretilmeye çalışılan Roma Hukuku’nun sözde
bir millet olduklarını ortaya koymaktadır. Oysa İslam ge- üstünlüklerinden kurtulmak, İslam Hukuk’un adil bir düzen
tirmiş olduğu anlayışla Darul İslam ve Darul Küfr olarak sağlama noktasında ne kadar titiz davrandığını araştırmak,
dünyayı iki kısma ayırıyor. Burada dikkat etmemiz gere- İslam’ın insanlığa katmış olduğu değerleri öğrenmek isteyenken husus İslam’ın küfür diyarı için de devletler hukuku ler açısından incelenmesinde fayda bulunabilecek bir kitap.
RG
A
E MEDENİYET
T V
DE
İSİ
AD
LE
Sinema
>> Tuğba Özdaş
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim
Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi
adalet ve medeniyet
.............................
56
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Uluslararası hukuk boyutunda sınır
tartışmaları ve vize politikalarının
da işlendiği filmde, yıllar önce aynı
topraklarda yaşayan insanların soyut
bir sınır çizgisi gerisinde Hindistan
ve Pakistan olarak iki devlet haline
gelmeleri sonrasındaki tutumları da
başarılı bir şekilde ortaya konuluyor.
.............................
57
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
politikalarının da işlendiği filmde, yıllar önce aynı topraklarda yaşayan insanların soyut bir sınır çizgisi gerisinde Hindistan ve Pakistan olarak iki devlet haline
gelmeleri sonrasındaki tutumları da başarılı bir şekilde
ortaya konuluyor.Masum bir çocukla yürekli bir adamın
hikayesi olarak özetleyebileceğimiz film ile bir kişinin
hangi ülkeden ve hangi ırktan olduğunun değil, sadece
insan olmasının dahi kıymetli görülmesi gerektiği belirtilmektedir.
adalet ve medeniyet
Neden burda duruyorsun? Hadi içeri gir..
—İçeri giremem. Ben Müslüman değilim.
-Ne olmuş yani kardeşim, burası herkese açıktır. Bu
yüzden Camimizi asla kilitlemeyiz..
Dergimizin bu sayısında sizlere unutulmuş duyguların
harekete geçtiği Bajrangi Bahaijaan isimli Bollywood
yapımı filmden bahsedeceğim. Kabir Khan’ın yönettiği,
yaşanmış bir hayat hikayesinden esinlenilerek uyarlanan 2015 yapımı dram türündeki film, Hindistan ve
farklı ülkelerde yüksek izleyici kitlesine ulaşarak gişe
rekorları kırmıştır. Pek çok dalda ödüle layık görülen
Salman Khan’ın başrolünü üstlendiği filmde fedakârlık
ve dürüstlüğe dair vicdani sorgulamalarla karşı karşıyayız.
Shahida, Pakistanlı dilsiz ve okuma yazma bilmeyen
6 yaşında bir kızdır. Annesiyle birlikte tedavi için Hindistan’a yolculuk etmekte iken talihsiz bir olay olur ve
küçük kız kaybolur. Bu olay karşısında ne yapacağını
bilemeyen anne ise, kızını bulamadan Hindistan’dan sınır dışı edilir. Shahida hiç bilmediği bu ülkede yapayalnızdır. Bajrangi Bhaijaan’ın müridlerinden Pawan’la bir
şekilde yolları kesişir. Pawan küçük kıza yardım eder ve
onu ailesine ulaştırmak için her türlü yolu dener.
Hindistan ve Pakistan arasında yıllardır süregelen anlaşmazlıklar sebebiyle birçok engelle karşılaşan Pawan,
her şart altında dürüstlükten vazgeçmeyerek mutlak
doğruların üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır.
Gerçek sevginin her şeyin üstüne geçebildiğini ve dünyada fedakar sağduyulu insanların hâlâ var olduğunu
anlatan film, yer yer eğlenceli ama bir o kadar da duygusal sahneler içermekte. İnce, dokunaklı, duygusal ve
öğüt verici filmde insani sorumluluklar hatırlatılmakta,
her türlü ön yargının önüne geçilerek birlik olmak, vicdanın sesini dinlemek ve doğruluktan ayrılmamak konuları işlenilmektedir.
Film ile verilmek istenen ana mesaj ise insanların koydukları engelleri istedikten sonra yine insanların aşabilecek olmasıdır. Filmin görece olumsuz yönleri ise
alışılmışın aksine 163 dakikalık süresi ve Bollywood
filmlerinde sıkça görülen müzikli kareografi sahneleri
olarak belirtilebilir. Sürenin uzunluğuna rağmen keyifli
ve dokunaklı olay örgüsü izleyiciyi bunaltmıyor ve her
daim merakını canlı tutuyor.
Uluslararası hukuk boyutunda sınır tartışmaları ve vize
AELREAMERSİ
K>>>
C
İN
>> Mehmet Açar / Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
BiLGi EDiNME
HAKKI BAĞLAMINDA
ANAYASA MAHKEMESiNiN VE
DANIŞTAYIN ÖSYM KARARLARI
Yüksek Mahkeme, Kanun'un sınavlara ait soru ve cevapların, Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışında bırakılmasını öngören
hükmünün Anayasaya aykırı olduğuna hükmetmiştir. ÖSYM Yönetim
Kurulu’nun kararının iptalinin istendiği davada ise Danıştay 30 Nisan
2015’de soruların %20’sinin açıklanmasına yönelik kararı iptal etmiştir.
Türkiye’de öğrenim görmekte olan öğrencilerin
zorlu bir eğitim sürecinden sonra karşılaştıkları
önemli sınavlardan biridir üniversiteye giriş sınavı. Birçok mesleği icra edebilmek için gerekli
eğitimin alındığı üniversitelere yerleşebilmek
bu sınavdan alınan puan neticesinde mümkün
olabilmektedir. Ölçme Seçme ve Yerleştirme
Merkezi (ÖSYM), Yüksek Öğretime Geçiş (YGS) ve
Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) haricinde Kamu
Personeli Seçme Sınavı (KPSS), Yabancı Dil Sınavı (YDS), Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) gibi birçok ölçme sınavını yaparak değerlendirmektedir.
Bu sınavlara giren adaylar ve
adalet ve medeniyet
.............................
58
.............................
yakınları için oldukça önemli olan bu sınavların soru hazırlık, sınavın gerçekleştirilmesi ve
cevapların değerlendirilmesi aşamaları da bir
o kadar hassastır. Bu hassas süreçleri güven
içerisinde tamamlamaya çalışan ÖSYM birçok
tartışmanın da konusu olmuştur. Özellikle 2010
yılında yapılan KPSS’deki
soruların çalındığına dair
iddialar ve soruşturma süreci Merkez
yönetimini yeni
önlemler almaya yöneltmiştir.
Kasım-Aralık-Ocak
ÖSYM Başkanı ayrıca gerek Danıştay’ın ve gerekse Anayasa
Mahkemesinin kararlarının, soruların doğrudan yayınlanmasını zorunlu
kılmadığını iddia etmekte ve çok yoğun bir sınav takvimleri olduğu için,
soruların tamamı yayınlanırsa soru havuzundan soru yetiştirecek bir
sistemlerinin bulunmadığını belirtmektedir.
leti"nin vazgeçilmez ilkelerinden olan "hak
arama özgürlüğü", "adil yargılanma hakkı" ve
"mahkemeye başvuru hakkı'nı doğrudan veya
dolaylı olarak ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.’’ Danıştay’a göre, ÖSYM tarafından adayların başvurmaları halinde kendilerine ait soru
kitapçığı, cevap kağıdı ve cevap anahtarını
inceleme imkanının tanınması, belli bir ücret
karşılığında ve sadece Ankara’daki ÖSYM merkezinde gerçekleştirilebilmesi nedeniyle amaca hizmet etmemektedir. Karara göre, katılımcıların girmiş oldukları sınavlarda yaptıkları/
yapamadıkları sorulara ilişkin olarak yanlışlarını/doğrularını, eksiklerini bilmek istemelerinin en doğal hakları olduğu, davalı idarenin de şeffaflık ve açıklık ilkesi gereğince bu
soruları ve cevaplarını tamamıyla açıklamakla
yükümlü olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi Kararının 15 Temmuz
2015’de açıklanan gerekçesine göre ise; "Konular değişmediği halde sürekli yeni sorular
oluşturmanın zor olduğu, bu yönüyle soruların ölçme kalitesini düşürmemek amacıyla
yeniden sorulmasını sağlamakta kamu yararı
bulunduğu açıktır. Ancak yapılan sınavlara
ilişkin olarak kişilerin bilgi sahibi olması da
son derece önemli olup kişilerin bu soru ve
cevapların doğru olarak tespit edilip edilmediğini öğrenme ve buna göre yanlış olarak
belirlenen soru ve cevaplara karşı hak arama
özgürlüğünü kullanabilmesinde de ciddi bir
kamu yararı bulunmaktadır. Zira kişilerin eğitim veya iş hayatı bakımından geleceklerini
belirleyen bu sınavların, doğru olarak uygula-
adalet ve medeniyet
ÖSYM tarafından alanlarında uzman kişilere
hazırlatılan sorular bir havuzda toplanmakta
ve soru hazırlayanların telif hakları ücret karşılığında ÖSYM’ye devredilmekte olduğu için
sorular yayınlamak istenmemektedir. Nitekim
ÖSYM Yönetim Kurulu’nun 12.03.2014 gün ve 7
sayılı kararı ile 2014 YGS’de sorulacak soruların %20’sinin yayınlanmasına karar verilmiştir. Söz konusu önlemler bünyesinde Temmuz
2013’de 6495 sayılı Kanunla, sınav sorularının
ve cevaplarının yayınlanması Bilgi Edinme Kanunu kapsamından çıkarılarak bu istek yerine
getirilmeye çalışılmıştır.
6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. 4 Aralık 2014 tarih
ve E: 2013/114, K: 2014/22 sayılı kararında Yüksek Mahkeme, Kanun'un sınavlara ait soru ve
cevapların, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışında bırakılmasını öngören hükmünün
Anayasa'ya aykırı olduğuna hükmetmiştir.
ÖSYM Yönetim Kurulu’nun kararının iptalinin
istendiği davada ise Danıştay 30 Nisan 2015’de
soruların %20’sinin açıklanmasına yönelik kararı iptal etmiştir.
Danıştay Sekizinci Daire tarafından iptal edilen kararın gerekçesinde ‘‘davalı idarece hukuki güvenlik, açıklık ve şeffaflık ilkelerine aykırı
olarak tesis edilen ve 2014 YGS'de sorulacak
soruların belli bir kısmının yayımlanmaması
niteliğinde bulunan dava konusu işlemin, ülkemizin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan ve "hukuk dev-
.............................
59
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
>>>
Kamu yararı açısından sınav sorularının ölçme kalitesini düşürmeme
ile sınava giren adayların bilgi edinme hakları arasında adeta bir
yarış vardır.
adalet ve medeniyet
.............................
60
.............................
nıp uygulanmadığını denetleyebilmeleri ve buna
ilişkin hak arama özgürlüklerini kullanabilmeleri için anılan soru ve cevaplara erişebilmeleri
gerekmektedir."
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın iptal kararları
karşısında ÖSYM’nin nasıl bir tutum geliştireceği
tam netleşmiş değildir. ÖSYM Başkanına göre;
‘‘ÖSYM'nin hiçbir kararı hak arama, bilgi edinme
hürriyetine engel değildir. Bugüne kadar, soru
kitapçığını görmek isteyen tüm adaylar, ÖSYM'ye
gelmiş ve kendi soru kitapçıklarını incelemişlerdir. Adaylar sınav sorularına odaklanmak yerine
bilgiye ve konuya odaklanmalıdır.’’ ÖSYM Başkanı ayrıca gerek Danıştay’ın ve gerekse Anayasa
Mahkemesinin kararlarının, soruların doğrudan
yayınlanmasını zorunlu kılmadığını iddia etmekte ve çok yoğun bir sınav takvimleri olduğu için,
soruların tamamı yayınlanırsa soru havuzundan
soru yetiştirecek bir sistemlerinin bulunmadığını
belirtmektedir.
Bilgi edinme hakkı, hak arama özgürlüğü ve adil
yargılanma hakkı karşısında Türkiye genelinde
birçok vatandaşın hayatını doğrudan etkileyecek
ölçme ve değerlendirme faaliyeti gerçekleştiren
ÖSYM’nin talepleri yukarıda değindiğimiz iki kararla kabul edilmemiştir. Kamu yararı açısından
sınav sorularının ölçme kalitesini düşürmeme
ile sınava giren adayların bilgi edinme hakları
arasında adeta bir yarış vardır. Bu yarışan hakların bir tarafında, aynı sınava farklı tarihlerde
giren kişilere zorluk derecesi oldukça farklı sınav
sorusu yöneltilmesi suretiyle görece adaletsiz
bir durumun ortaya çıkma riski bulunmaktadır.
Dolayısı ile bu riski ortadan kaldırmak amacıyla
ÖSYM hemen hemen aynı zorluk düzeyine sahip
soruların bulunduğu soru havuzundan her yıl se-
çim yapmak istemektedir. Sınav sorularının ilan
edilmesinin ‘dershanelerin ekmeğine yağ süreceğini’ düşünen ÖSYM’nin diğer bir isteğinin de
sürekli yeni sorular hazırlatmak zorunda kalarak, uzmanlara telif ücreti ödememek olduğu da
söylenebilir.
Sınavlara giren kişiler açısından bakıldığında ise
mutlak bir özgürlük ihlalinden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü ÖSYM talep edilmesi halinde adayın cevap kağıdı, cevap anahtarı ve soru
kitapçığını erişime açmaktadır. Aday yapacağı
inceleme sonucunda itiraz edeceği bir hususla
karşılaşırsa hak arama özgürlüğü kapsamında
dava açma yoluna başvurabilmektedir. Mahkeme kararlarında tartışıldığı üzere burada temel
sorun, belirli bir inceleme ücreti karşılığında ve
ÖSYM’nin Ankara’da bulunan merkezine fiziken
gelme mecburiyetinin hak arama özgürlüğünü
sınırlayıp sınırlandırmadığıdır.
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ilgili kararlarında, bahsettiğimiz kamu yararı yarışmasında sınavlara giren adayların bilgi edinme haklarını ve
hak arama hürriyetlerini tercih etmiştir. Bu tercih
kanaatimce isabetlidir. Çünkü ÖSYM’nin gerçekleştirmek istediği uygulamada her ne kadar sınava ilişkin bilgiler ilgili kişiye gösteriliyor olsa da,
sınava başvurucu ücretine oranla oldukça yüksek sayılabilecek inceleme ücreti ve fiziki olarak
Ankara’ya gitmenin görece zorluğu karşısında
ilgili hakların oldukça sınırlandığını söyleyebiliriz. ÖSYM’nin sınava dair her türlü bilgiyi sınava
giren kişiye özel ve şifrelenmiş bir sistem üzerinden elektronik olarak erişime açması halinde
ise hem bilgi edinme hakkının korunması hem
de ÖSYM’nin haksız sayılamayacak taleplerinin
aynı anda karşılanması da mümkün olabilir.
Kasım-Aralık-Ocak
>> Ayşenur Demir / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Öğrencisi
ÖYLE BİR İRONİ Kİ SADECE DİNİ VE
SİYASİ İDEOLOJİLERİ KAPSAYAN
DÜŞÜNCELER DÜŞÜNCE SUÇUNA
GİRER. BUNU TESPİT ETMEK AKIL
EDENLER İÇİN ÇOK DA ZOR OLMASA
GEREK. NE ZAMAN BİR DARBE VEYA
KAOS ORTAMI OLSA EN ÇOK YAZANLAR VE ÇOK KONUŞANLAR DÜŞÜNCE
SUÇLUSU SAYILMIŞTIR. SUÇLULAR
YA SİSTEMİ DEĞİŞTİRMEK İSTERLER
YÂ DA…
.............................
61
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Bunu tespit etmek akıl edenler için
çok da zor olmasa gerek. Ne zaman
bir darbe veya kaos ortamı olsa en
çok yazanlar ve çok konuşanlar
düşünce suçlusu sayılmıştır. Suçlular ya sistemi değiştirmek isterler yâda baskın dine karşı gelirler.
İnançları ve davalarını hak bilen
suçlular zulme ve anlaşılmamaya
mahkûmdurlar.
George Orwell’in ünlü 1984 ütopyasında bahsedildiği gibi big
boss’dan farklı düşünürsen düşünce suçlususun. Yani koyun olmazsan düşünce suçlusu olursun.
Bu mantaliteden kurtulanın yolu
ise bir kişinin düşünmesiyle başlayacak bir yoldur. Zamanın düşünce
suçlusu Malcolm X’inde dediği gibi
“Bütün uyuyanları uyandırmaya
bir uyanık yeter.“ Ülkesinde düşünce özgürlüğü olmadığı için üç yıl
boyunca düşünce suçlusu olmuş
Aliya İzzet Begoviç ise yakın zamanın suçlularındandır. Tek suçları
inandıkları gibi konuşmalarıdır.
Bunlardan bahsederken dikkat
çekmek istediğim husus şudur ki
bahsi geçen suç aleti hakaret ve
riyakârlık içinde eyleme geçtiği
vakit asıl suçludur. Bu konuyu şu
şekilde örneklendirebiliriz; Danimarka’da başta Müslümanlar
olmak üzere pek çok dinle dalga
geçen karikatürlerin düşünce özgürlüğü adı altında ahlaksız eyleme dökülmesi bahsi geçen suç aletini kötüye kullanmaktan müebbet
yiyebilir. Bu ince çizgiyi fark ettiğimiz vakit gerçek düşünce suçlularını anlayabiliriz.Yine bir döneme
fikir tohumu ekmek isteyen Necip
Fazıl Kısakürek yıllarca düşünce
suçuyla suçlanmıştır. Düşünce suçuna vesile olan suç aleti bol olan
üstad, tohumlarını engellere rağmen ekmeyi bilmiştir.
adalet ve medeniyet
Duruşma adı: ‘‘hayat davası’’
Suç aleti: ‘‘beyin’’
Mekân: ‘‘dünya’’
Zaman: ‘‘insan ömrü’’
Cezası: ‘‘ölüm’’ veya müebbete varan ‘’hapis cezaları’’..
Bu davanın asıl sebebi ise, konuşmaktan ve yazmaktan yoksun ‘‘koyunların’’ bahsi geçen suç aletine
sahip olmaktan korkması. Bu tip
bir dava ile karşılaşabilir mi insan? Evet. Karşılaşır, karşılaşıldı,
karşılaşıyor… Şöyle ki; Türkiye’de
“Düşünce suçlusu” sayısı bir yılda 254'ten 435'e çıkmışken dünya
genelinde insanlar, bahsi geçen
suç aletine ezelden beri sahiptir.
Bu bahsettiğim şeyleri anlamak
için ince bir çizgiye takılmadan atlayabilmek gereklidir. Peki sözde
düşünce suçunun başta bahsettiğimiz cezalara çarptırılması için
suç aletinin illa ki somut olması
mı gerekir? Ya da milyonları harekete geçiren, ufukları değiştiren ve
sürüde farklı düşünme gafletine
düşen bir koyunun suç aleti soyut
diye cezasız mı kalmalıdır?
Yukarıdaki paradoksun cevabı
aslında düşünceden çok düşünce
özgürlüğünün önemli olduğudur.
Bu güne kadar düşünce suçuyla
yargılanan insanlar somut bir suç
aleti kullanmamıştır. Tarihte dünya geneline baktığımızda düşünce
suçluları, insanlara herkeste mevcut olup bahsi geçen suç aletini
kullanmayı öğrettikleri için cezalandırılmıştır. Bu yüzden Sokrates
ve Galileo düşünce suçlusu değil,
düşünce özgürlüğünün olmadığı
bir düzenin çarkına çomak sokan
kurbanlıklardır.
Aslına bakılırsa düşünce suçu bir
kılıftır. Öyle bir ironi ki sadece dini
ve siyasi ideolojileri kapsayan düşünceler düşünce suçuna girer.
>> Esra Arslan
Erciyes Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğrencisi
adalet ve medeniyet
.............................
62
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
hayatını manevi sorumluklar alarak geçiren bir inSarsıntısız bir otobüs camına yaslamışsınız başınıHer
zı. Susuyorsunuz, içinizden konuşuyorsunuz kengittiğimiz sana 'gel sen de mücadele et' diyebilir miydi babam?
dinizle. Hatta kendi içinizde başkalarıyla… Kararlı şehirde Bu insanı dünyanın büyüklüğüne inandırabilir miybir ses bastırıyor diğerlerini ve size soruyor:
kendime di? Olmazdı bu ve babamda bunun farkındaydı zayeni bir ten, gerçi bu insanları da mücadelesine katmak gibi
- Yolculuk nereye?
sayfa
bir derdi yoktu babamın. Din babam için kolaya kaçSanki bir açığınız yakalanmış gibi heyecanlanıyor,
açtığımı
maktı. Bu insanlar, ahiret inancıyla dünya gerçeğini
açıklama yapmak istiyorsunuz ve cevaplıyorsunuz:
kabul eder,
- Teyzemin yanına… Hiç görmedim kendisini. Evet,
başlangıcı göz ardı ediyordu sadece. Bu düşünce kabul edileyirmi yaşındayım. Ama hiç görmedim işte. Hem o olmayan bilir miydi? Dünyaya 'imtihan' adını vermiş olan bir
beni tanıyormuş. Ona biricik kardeşinin emanetiy- hayatlar akıl onu nasıl görmezden gelirdi?Yaptığı her şeyin
yaşardım. hesabını vereceğine inanmak nasıl kolaya kaçmak
mişim.
Tâ ki
olarak atfedilebilirdi? Babam bu yanılgının farkınBen dört yaşındayken ölmüş annem. Onun soluk
babam
da değildi bu insanların zihni babam için anlamsız
yüzünü, bir de bana her an veda edecekmiş gibi özkoltuğunun
lemle bakışını hatırlıyorum.
altındaki olan tüm inançlardan temizlenmeliydi ancak böyle
O gidince geriye babamla kurduğumuz iki kişilik bir gazetelerle onların dünya gerçeğini fark edebileceklerini söylerhayat kaldı. Zor bir hayattı bu. Düzensiz ve bir hayli telaşlı bir di.Davası 'özgürlük' olan bir insan nasıl olur da dişekilde ğer insanların hayatına dilediği gibi yön vermek için
karmaşık… Babam üzerime titrerdi benim. Benimse
eve
gelip mücadele ederdi?Nasıl olur da diğerlerinin hayatlaona olan sevgim tarifsizdi. Fakat babamın aklımı
'toparlan
rını, inançlarını hiçe sayabilirdi? Babamın sınırsız
karıştıran beni huzursuzluğa boğan koşuşturmaları
hadi
babamın deyişiyle bir 'özgürlük davası' vardı. Ha bir
gidiyoruz' özgürlük anlayışı sadece kendisiyle aynı tarafa bade dilinden hiç düşmeyen özgürlük şarkıları... Sesi demesiyle kanlar için geçerliydi. Bu şekildeki bir özgürlük kimi
güzeldi babamın ve yazmayı severdi. Dergilerde veson bulurdumutlu edebilirdi ki?
bazı yerel gazetelerde yazardı. Ben sevmezdim ba- her şey. Babam bana söylediklerini iyi dinlememi, bir gün
anlatma sırasının bana geleceğini söylerdi. Benimbamın sürekli koşturup durmasını. Neye karşı özse buna hiç niyetim yoktu. Karşımdakiyle aklımda
gürlük, kim için özgürlük diye sorardım ona hep.
O anlatırdı.Sürekli yeni bir dünya kurmamız gerektiğinden kavga etmeyi böyle zamanlarda öğrenmiştim ben. Babam
bahseder ve bunu yapmaya imkanımız olduğu halde müca- bana hayallerini anlatırdı. Onun hayallerine benim itidele etmemişsek bu dünya bizim içimizi çürütür derdi. Üs- razlarım karışırdı. O tüm dünyayı kaplayan özgürlükten
telik bu mücadeleyle devletin bize vurduğu tüm zincirleri bahsederken benim aklım babam istemiyor diye selamı
kırabilirmişiz. Kaybedecek bir şeyimiz yokmuş, aksine ka- sabahı kestiğim arkadaşlarıma giderdi, ne yapıyorlardı acazanırsak bu kocaman dünya bizim olacakmış. Ama eksikti ba, nasıllardı? O yazdıkları yazılardan bazı insanların sırf
bir şey… Babamın anlattıklarında dolmayan boşluklar var- düşmanlık olsun diye rahatsız olduğunu ama yazmaktan
dı. Bu özgürlük hikâyesinde babam gibi düşünmeyen tutsak ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceğini anlatırdı keyifle,
olmayı hak ediyordu. Dünyayı bir misafirhane gibi gören ve benim aklım babam yasakladı diye okuyamadığım kitap-
adalet ve medeniyet
.............................
63
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
ancak yürekte hissedilebileceğini söylemişti
lara giderdi. Babam henüz farkında değilse de
Teselli
bana. Kalbimizin var olma sebepleri vardı bundavasının esiriydi. Namık Kemal’in “Hürriyet
edecekseniz
lardan en önemlisi de sevmekti. İnsan her şeyKasidesi”nde ifade ettiği 'Esîr-i aşkın olduk
uğraşmayın
gerçi kurtulduk esaretten' demesi gibi bu kez boşuna. Çünkü den yorulurken neden sevmek hiç yormaz bizi
dünya küçük
der, elini göğsüne koyup' çünkü burası sonsuz
de sonu gelmeyen isteklerinin kölesi olmuştu.
falan değil;
olan bir varlığı sevmek için programlanmış'
Sınırları çizilmeyen bir özgürlük tehlikeliydi,
üzerimize
devrile
derdi. Çok güzel şeyler söylerdi bana onu dinbuna emindim. Peki, özgürlüğün sınırları neydevrile büyüdü
di? Gerçekten de özgürlüğün sınırları çizileher seferinde. lerken alnımın serinlediğini, yüreğimin genişmez miydi? O halde özgürlük; insan zihninin Gelip geçtiğimiz lediğini hissederdim.İşte ben böyle birine veda
edemedim...Veda etmediğiniz bir insan hala
yaman aldatmacalarından biriydi. Nefsaniliğe
şehirler
bulaşmış her istek, ona bulaşmışlığı ölçüsün- tamamlanmamış bir yerlerde karşınıza çıkabilir mi? “Küçük bir
bir sevda
ihtimal” mi dersiniz, yoksa “dünya küçüktür
de sahibinin üzerinde hükümranlık kuruyordu
cehennemi
oldu
yahu” deyip teselli mi edersiniz beni? Teselli
belli ki. Belki de babam bir davaya sahip değilböylece.
edecekseniz uğraşmayın boşuna. Çünkü dündi, davası ona sahipti. Kim bilir?
ya küçük falan değil; üzerimize devrile devrile
Babamın başı sürekli bir derde girerdi. Onun
sert üslubu mutlaka birilerini rahatsız eder ve biz öyle her büyüdü her seferinde. Gelip geçtiğimiz şehirler tamamlanyerde kolay kolay dikiş tutturamazdık. Sürekli oradan ora- mamış bir sevda cehennemi oldu böylece.
ya gitmek zorunda kalırdık. Gideceğimiz yerde daha rahat Dayanamadım bir gün anlattım babama içimde olup bitenedeceğimize inanarak. Her gittiğimiz şehirde kendime yeni leri.
bir sayfa açtığımı kabul eder, başlangıcı olmayan hayatlar -Söylesene baba. Bir bak bana, ne haldeyim? Bilmediğim
yaşardım. Tâ ki babam koltuğunun altındaki gazetelerle bir şehre esirim şuan. Ne uğruna? Özgürlük diyeceksen eğer
telaşlı bir şekilde eve gelip 'toparlan hadi gidiyoruz' deme- lütfen konuşma.
Babamın hayalleri kırıldı orta yerinden, omuzları düştü.
siyle son bulurdu her şey. Eğer şanslıysam veda edebilirdim
Bir babanın omzu düşer mi? İşte o günden sonra değişti her
arkadaşlarıma. Değilsem habersizce çekip giderdik.
Ona veda edememiştim mesela. Oysa ne çok isterdim son şey. Artık ben de konuşuyordum. Babam eve gelince bir tarbir kez görebilmeyi. Ondan bahsedeyim size. Yani müsade- tışma başlardı. Seslerimiz birbirine karışır, fikirlerimiz aynı
nizle? Adı Ali... Görme engelli kendisi ama birçok meseleyi odanın içinde savaşırdı. Son raddeye geldiğinde, babam
benden, bizden daha net görürdü, buna eminim. Oturdu- yüzümü ellerinin arasına alır göğsüne bastırırdı. İşte o an
ğumuz semtteki kitapçıda çalışırdı. Akrandık. Üzerinde çok ikimizde susardık. Bu hareket aramızda yaptığımız gizli bir
nadir bozulan bir sessizlik vardı. Her an herkesi dinlemeye antlaşma gibiydi.
hazır ve nazırdı. Bir gün uzun soluklu bir muhabbetten son- Bir gün kurduğum iki kişilik sofrada babamı bekliyordum.
ra, Ali dedim neden sen hiç anlatmıyorsun? Gülümsemiş Telefon çaldı, açtım.
sonra da şöyle demişti 'içini bu kadar kolay döken insanlar -Karakol mu? Babam orada mı? Gazetedeki yazılar bir gruvarken benim gibilerle uğraşmak istemezler, hikâyelerimiz bun tepkisini mi toplamış? Bir süre orada mı kalacak? Peki…
deyip telefonu kapattım.
bizde kalır böylece' sonra tekrar sormuştum;
Ha bir de teyzemin adresini söylemiş polislere, ona emanet- Peki neden dinliyorsun?
'Belki anlatma sırası bir gün bana gelir diye' cevaplamıştı mişim.
yarı şaka yarı ciddi. Oysa ben onu dinlemeyi, onun için bir Söyle şimdi baba: Zaten hayat da üzerimde emanet durşeyler yapmayı, yapabilmeyi çok isterdim. Mesela kitapçı- muyor mu? Kaç şehir gezdik biz seninle. Kaç kişiye, kaç eve
ya gelen baba ve oğulun yüzündeki sevimliliği tarif etmeyi burası benim diyebildim? Biliyor musun, boşuna diyecekisterdim ona. Çocuğun çizgi romanlara hayran hayran bakı- ler, boşu boşuna... İşte buna dayanamıyorum. Sen usulüne
şını o da görsün isterdim. Yağan yağmurun yerde bıraktığı göre savaşamadın ve bana yorgun bir hayat bıraktın. Bu
ıslaklığı, boş bankları, elimdeki bembeyaz kasımpatıları... mesele göğsüme saplanıyor. Merak ediyorum; hani kuşlar
Bu beyazlıkla karanlık dünyası bir nebze olsun aydınlansın kadar özgür olacaktık ya biz şu şarkıda bahsi geçen “ağrı
isterdim. Ama görmesini istemediğim şeyler de az değildi. dağındaki güvercin” mi olduk? Yoksa doğum günümde alİnsanların ikinci yüzünü, kinle ayakta duran vücutları gör- dığın ve hiç kafesten çıkmadıkları için uçmayı dahi unutan
mese de olurdu. Hele de şu küçük kitapçıdaki yalnızlığını… muhabbet kuşlarına mı benzedik?
Aslına bakarsanız o, yalnızlığın gözle görülemeyeceğini Söylesene baba, biz hangi kuş kadar özgürüz?
>>>
SOSYAL MEDYA
GÜVENLİĞİ
>> Necmettin Mesut Sever
Bilgisayar Programcısı
adalet ve medeniyet
.............................
64
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
Ülkemizde Sosyal Medya kullanımı hepimizin günlük yaşantısının bir parçası haline gelmiş durumda. Ancak bu
kullanım esnasında nelere dikkat etmemiz gerektiğini ya
da nasıl daha güvenli bir şekilde Sosyal Medya kullanacağımızı bilmiyoruz. Bu nedenle Sosyal Medya hesabının
başkaları tarafından ele geçirilmesi ya da sosyal medya hesabında bulunan kişisel bilgilerin, fotoğrafların vb. başkaları tarafından kötü niyetli kullanılması gibi birçok sıkıntılı
durumlarla karşı karşıya kalınabilmekte. Bu nedenle Sosyal Medya kullanımında “Güvenlik” en çok dikkat edilmesi gereken konuların başında geliyor.
Bu yazımızda; yaşanan ve yaşanması muhtemel bu tür sıkıntıları mümkün olduğunca en aza indirgemek için neler
yapılabilir bunlardan bahsetmek istiyorum.
Güvenli Şifre: Ülkemizde internet kullanıcılarının tercih
ettiği hesap şifreleri genelde 8-10 karakter aralığında ve
sözlükte çokça geçen kelimelerden oluştuğu için de çabuk tahmin edilebilir ve kırılabilir durumda. Örneğin, cep
telefonu numarası, araç plakası, çocuğun ve kendisinin
doğum yılı, çocuk ve eşlerinin isimlerinin ilk heceleri, il
isimleri ve plaka kodlarının birlikte kullanılması gibi oluşturulan birçok basit şifre mevcut. Hatta bazı şifreler kullanıcının profilinde yer alan herkese açık kişisel bilgilerden
oluşmakta. Örneğin Facebook için düşünürsek profilinizde doğduğunuz yer ve yaşadığınız yer bilgileri arkadaşınız
olmayan sıradan kullanıcıların erişimine açık ise ve şifrenizde bu bilgilerden herhangi biri yer alıyorsa art niyetli
birisinin Facebook şifrenizi tahmin etmesi ya da kırması
an meselesi. Bir Sosyal Medya hesabı düşünelim kullanıcısı Ankaralı ve şifresi “Ankara06.” Böyle basit bir şifre
çabucak tahmin edilebilir veya kırılabilir. Ama aynı mantıkla oluşturulmuş “A6N0ka.rA” şifresi diğerine göre daha
güvenli olacaktır. Unutulmaması gereken bir başka husus
ise Sosyal Medya hesaplarımızın şifrelerinin mümkünse
birbirinden farklı olmasıdır. Aksi takdirde Sosyal Medya
hesaplarınızdan birinin şifresi kırılırsa diğer Sosyal Medya hesaplarınızı da kaybedebilirsiniz. Gerçi günümüzde 51
karaktere kadar olan şifreleri kırabilecek Hackerların işini
kolaylaştıran programlar mevcut ama ülkemizde Facebook
vb. sosyal medya hesaplarının şifrelerinin kırılması işlemi
genelde Hackerlar tarafından değil, sıradan kullanıcılar
tarafından yukarıda zikrettiğimiz husus ve benzeri şekilde
gerçekleşmektedir.
Sahte (fake) Giriş Sayfaları: Son zamanlarda sıkça kullanılan bir yöntemdir. Mail hesabınızı kontrol ettiğinizde
bir saat markası veya bir otomobil markası vb. kendi ürününün fotoğrafını koymuş ve fotoğrafın altında bir link
“Hemen Giriş Yap, Çekilişe Katıl” vb. sözcüklerle sizi linke
yönlendirmekte. Siz o linke tıklayıp açılan sayfaya baktığınızda Sosyal Medya hesabınızın Faceook, Twitter, Instagram, VK, vb. giriş sayfasının birebir aynısıyla karşılaşmaktasınız. Hatta bu tarz sayfaların URL’si de neredeyse
aynıdır veya benzerdir ama siz o açılan sayfadaki alanlara
Sosyal Medya hesabınızın kullanıcı adı ve şifresini yazıp
.............................
65
.............................
Kasım-Aralık-Ocak
lerini açmanız halinde hesabınıza giriş yapıldığında bundan sms yoluyla haberdar olabilirsiniz.
Herkese Açık Profil Bilgileri ve Paylaşımlar: En çok ihmal edilen husus belki de dışarıya açık profil bilgilerimiz.
Bir düşünün yoldan geçen birisi sizin ne iş yaptığınızı,
hangi okul okuduğunuzu, doğum gününüzü, dün akşam
nerede yemek yediğinizi, nereye tatile gittiğinizi, çocuklarınızın ismini ve okudukları okulu ya da buna benzer
Sosyal Medyada paylaştığınız bilgileri bilse ne hissederdiniz? Eminim ki bu sizi çok rahatsız ederdi ama maalesef
sosyal medyada bu gibi konuları görmezden gelip ya da
umursamayıp es geçebiliyoruz. Oysaki Sosyal Medya her
ne kadar sanal olsa da oluşturduğu problemler gerçek.
Örneğin Sosyal Medya hesabınızdan ailecek on beş günlüğüne tatile Bodrum’a gittiğinizi yazdınız ve bunu herkese
açık bir şekilde paylaştınız, bu paylaşımınızı gören semtinizde oturan bir hırsız gayet rahat bir şekilde evinize girip on beş gün boyunca keyif çatarak yavaş yavaş evinizi
soyabilir. Hırsız nereden bilecek benim o semtte oturduğumu demeyin çünkü birçoğumuz oturduğumuz semti/
mahalleyi profilimizde paylaşıyoruz velev ki paylaşmasak
bile Sosyal Medya uygulamaları sayesinde sizin semtinizde, sizinle aynı civarda Sosyal Medyaya bağlananları görebiliyorsunuz. Dikkat etmemiz gereken başka bir husus da
çocuklarımızın Sosyal Medya kullanmasıdır. Çocuklarımız
eğer sosyal medya kullanıyorsa onları arkadaş ekleyerek
profillerini ve paylaşımlarını takip etmenizi öneririm.
Tanımadığımız Kişilerden Gelen Arkadaşlık İstekleri: Bize
birçok kişi arkadaşlık isteği gönderebilir ama biz bunlardan sadece tanıdıklarımızın arkadaşlık isteklerini kabul
etmeliyiz. Özellikle de Facebook kullanıcıları! Niçin sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyim. Ülkemizde birçok kişi
sosyal medya üzerinden karşı cinsten gelen arkadaşlık
isteklerini düşünmeden kabul edebilmekteler ancak bu kişilerin bir kısmının bu olaydan bir müddet sonra hesabını
çaldırdığını görürsünüz. Cevabı basit aslında; kullanıcının
hesabını kırmak isteyen birisi açtığı sahte (fake) hesaptan
karşı cins kullanıcıya arkadaşlık teklifi gönderir, kullanıcı
bunu kabul edince, bu art niyetli şahıs tarafından şifremi
unuttum seçeneği kullanılmak suretiyle son eklenen arkadaşları tahmin edip sonra da açtığı o sahte hesaplardan
bu işlemi onaylayıp kullanıcının hesabını çalabilmekteler.
Facebook Kullanıcıları İçin Güvenilir Kişi Ekleme: Facebook kullanıcısıysanız hesabınızın bir başkasının eline
geçmesini engellemek için Facebook hesabı olan yakın akrabalarınızı ve çabuk ulaşabileceğiniz arkadaşlarınızı da
Güvenilir Kişi olarak ekleyebilir ve bu sayede hesabınızın
güvenliğini bir kat daha arttırabilirsiniz.
adalet ve medeniyet
“Giriş Yap” seçeneğini tıkladığınızda sizin kullanıcı adı
ve şifre bilgileriniz art niyetli kişilerin eline geçiyor. Aynı
durum son zamanlarda bankalardan müşterilere gönderilen maillerde de olabilmekte. Kullanıcılar bu maillerdeki
alanlara istenilen bilgileri girdiğinde veya maildeki linke
tıkladığında Kredi Kartı ve Banka Hesap bilgilerinin çalınması durumuyla karşı karşıya kalabilmektedir. Aynı
yöntem CryptoLocker gibi virüslerin bulaştırılmasında da
kullanılabilmektedir.
Bilinmeyen Uygulamalar: Sosyal Medya içerisindeki uygulamalara çok dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü siz bir
uygulamaya giriş yaparken o uygulama sizden bazı bilgilerinize erişim izni istiyor. Bu izinler uygulamadan uygulamaya değişebiliyor, siz uygulamaya dâhil olarak aslında
uygulamanın bilgilerinize erişim sağlamasına ve sizin adınıza belirli işlemleri yapmasına da izin vermiş oluyorsunuz. Bu durumun bir benzeri Android uygulamalarında
da mevcut. Sizin o an için ciddiye almadığınız ya da dikkat etmediğiniz bu uygulamalar daha sonra sizin adınıza
birçok paylaşımda bulunabiliyor, bu paylaşımlar genelde
reklam içerikli olsa da bunların içerisinde pornografik içerikli olan paylaşımlar da olabilmekte. Uygulamalar bu paylaşımları yaparken herkese açık yani herkesin görebileceği
şekilde yapıyor ve sizin arkadaşınız olsun olmasın profilinizi
ziyaret eden herkes o paylaşımı görebiliyor ve paylaşımı sizin
yaptığınız sanılıyor. Hatta bu uygulamalar, eğer arkadaşlarınız sizin onların Facebook “zaman tünelinde” paylaşımda
bulunmanızı engellememişse, uygulamalar sizin adınıza arkadaşlarınızın zaman tünelinde de paylaşımda bulunabilir.
Ama bu hiçbir uygulamayı kullanmamamız gerektiği anlamına gelmez sadece çok iyi bildiğimiz, çok fazla izin istemeyen
ve güvendiğimiz uygulamaları tercih etmeliyiz. Uygulamaları
tamamen kapatmak isterseniz, Facebook için Ayarlar->Uygulamalar->Platformu Kapat seçeneğini kullanabilirsiniz. Ayrıca arkadaşlarınızın sizin zaman tünelinizde bir şeyler paylaşmasını istemiyorsanız Facebook->Ayarlar->Zaman Tüneli
ve Etiketleme->Zaman Tünelime Kimler Bir Şey Ekleyebilir
seçeneğini “Sadece Ben” olarak değiştirebilirsiniz.
İkinci E-Posta Adresi Ekleme: Sosyal Medya hesaplarının birçoğuna ikinci e-posta adresi eklenebilmektedir. İkinci e-posta adresi hesabımızın bir başkasının eline geçmesini
zorlaştırmakta ve aynı zamanda hesap şifremizi unuttuğumuzda şifre sıfırlama işlemlerini de kolaylaştırmaktadır.
Cep Telefonu Bildirimleri: Sosyal Medya hesaplarınızın
birçoğuna Cep Telefonu numaranızı ekleyebilirsiniz ve bu
sayede Sosyal Medya hesabınızın çalınması zorlaşır velev
ki başkasının eline geçerse geri almanız daha kolay olur.
Hatta Facebook kullanıcısı iseniz Cep Telefonu bildirim-
OkurPostası
Sen de yazabilirsin!..
Kadim medeniyetimizin temelinin adalet
olduğu şuurundan hareketle bir avuç
müslümanın bir dergi çıkarma fikri üzerine yaptığı istişarelerin bereketi olarak
elinizde bulunan ‘Adalet ve Medeniyet’
dergisi neşredilmiştir. Mültecilik konusunun ele alınacağı 3. sayımızda aşağıdaki
başlıklar üzerinden araştırma inceleme
yazısı, deneme, sinema inceleme, kitap
tanıtım, portre, röportaj, gezi yazısı türünde
yazılar yayınlanacaktır. Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı, yazınızda kullanılmasını
istediğiniz görsellerle birlikte editor@adaletvemedeniyet.com adresine elektronik posta
olarak olarak gönderebilirsiniz.
GELECEKDOSYAMIZ
Mültecilik
• Suriyeli göçmenlerin Türkiyedeki konumu: Haklar ve borçlar
dengesi.
• Ensar olma şansını ne kadar
değerlendirebiliyoruz?
• Sosyal yardım kuruluşları arasında koordinasyon.
• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında mülteciler
• Öğrenci gözünden mültecilik ve
hayat.
• Türkiye'de ve Dünya'da Göç
politikaları .
• Cumhuriyetten Günümüze
Ülkemize Gelen Mülteciler.
YazıveYayımKuralları
1. Dergimize gönderilen yazılarda, yazarın adı, soyadı, fotoğrafı, görev ve unvanı
ile kısa öz geçmişi, telefonu, e-posta ve ikamet adresi yazılmalıdır.
2. Yazıda yararlanılan veya atıfta bulunulan kaynaklar belirtilmelidir.
3. Dergiye gönderilen makaleler ve yazılar daha önce başka bir yerde yayımlanmamış olmalı ve değerlendirme sürecinde de olmamalıdır. Yazarları, gönderilen makaleleri ve yazıları başka bir yerde yayımlatmamayı
taahhüt eder. Bu taahhüdün kapsamına yazının türevleri de girer.
4. Yazıların dergimize gönderilmeden önce gözden geçirilmesi ve gerekli düzeltmelerin bizzat yazar tarafından yapılması gerekmektedir. Yayın Kurulu yazılarda gerekli gördüğü değişikliği yapabilir.
5. Yazı içeriğiyle ilgili bütün sorumluluk yazara aittir.
6. Dergide hangi yazıların yayınlanacağı konusunda takdir hakkı Yayın Kuruluna
aittir. Yayınlansın veya yayınlanmasın dergiye gönderilen yazı, çalışma veya dokümanlar iade edilmez.
Ask
RISALESI
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların.
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden öfkeden
Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi
Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz
Bir bataktan çıkar gibi.
Yürürken otururken yatarken
Hep çürümek durumunda kalmış
Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız
Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz
Dokunduklarımız için ellerimiz.
Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
Çocukluk kalkmış dünyadan gibi
Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.
Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim
Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?
Bu başkaldırma kanatlanma.
Durmadan geçiyordu o zamanlar
Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar
Boğuk bir ses madeni bir böğürme
Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi
Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan
Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği
Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı
Yalayarak
Çekiyordu bizi ve herkesi.
Erdem Beyazıt
Download