ADALET VE MEDENİYET DERGİSİ • KASIM-ARALIK-OCAK 2015-2016 YIL: 1 SAYI: 2 adaletvemedeniyet.com 20 Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez: Ülkemiz Birlikte Yaşama ve Kardeşlik Hukukunun Tesisinde Bir Umut Adasıdır… Farklı Kültürlerin Birlikte Yaşam Tecrübesi Prof. Dr. Ahmet Ağırakça Kur’an Ve Sünnet Ekseninde Bir Arada Yaşama Felsefesini Benimsemeliyiz Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan 26 Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu Birlikte Yaşama Felsefesi Öğrencilere Sorduk? Bence Birlikte Yaşamak... 18 İsmail Yazıcıoğlu Muhalefet Kültürümüz 48 Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili İslam Ticaret Hukuku Kongresi Günümüzdeki Meseleler 32 Süleyman Kıran İslam’da Ticaret adaletmedeniyet Sen adil olanların en adilisin, gerçek adil Sensin, Bizlere adaletle davranacağın, Her yaptığımıza kendimizden şahitler göstereceğin o güne bizi hazırla. Yüzümüzü kara çıkaracak işlerden, Adaletten sapmaktan, zulüm üzere olmaktan bizleri koru… Allah’ım, Adaleti bizler için bir şiar kıl. Bizleri adaletiyle tanınan kullarından eyle. Bizlere her türlü işimizde adaletli olma, Canlı cansıza her türlü mahlûkuna karşı adaletle davranma, Aleyhimize dahi olsa haktan ayrılmama melekesi, azmi, sebatı nasip eyle... A E MEDENİYET T V DE RG İSİ AD LE Sinema adalet ve medeniyet ............................. 6 ............................. Kasım-Aralık-Ocak adalet ve medeniyet ............................. 7 ............................. Kasım-Aralık-Ocak LE MEDENİYET D GİS İ ADA VE ER T İngiliz Akademisyenlerden İsrail’e Akademik Boykot İngiltere’nin Akademisyenlerinden Filistinlilerin Haklarına Bağlılık adalet ve medeniyet ............................. 8 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Kendi yumurtasını pişirmek için Dünya’yı ateşe verecek karakterde olan terör devleti İsrail’in haksız ve hukuksuz u yg u l a m a l a r ı n a dur demek maksadıyla 300’den fazla İngiliz akademisyenin imzasıyla İngiliz Guardian gazetesinde tam sayfa ilan yayınlandı. Yayınlanan ilanda İsrail'in yasa dışı işgalleri, insan hakları ihlalleri ve bölgedeki yerleşimlere karşı duruşundan duyulan rahatsızlığa dikkat çekildi. Dünyanın köklü üniversitelerinden olan Cambridge ve Oxford’da görev yapan birçok akademisyenin de destek verdiği “İngiltere'nin akademisyenlerinden Filistinlilerin haklarına bağlılık” başlıklı ilanda, “İngiltere üniversiteleriyle ilişkili olan akademisyenler olarak, İsrail'in Filistin toprağını yasa dışı olarak işgal etmesinden, Filistin halkının tüm kesimlerine zarar veren kabul edilemez insan hakları ihlallerinden ve uygulanabilir herhangi bir yerleşime karşı bariz azminden dolayı derinden rahatsızlık duyuyoruz.” ifadelerine yer verildi. Akademisyenler, Filistin halkıyla dayanışma çerçevesinde, İsrailli akademik enstitülerden kendilerine gelecek ziyaret davetleri ile buralarda akademik hakem olarak hareket etmeyi reddedeceklerini belirterek, İsrailli enstitülerin finanse ettiği, düzenlediği veya sponsor olduğu konferanslara katılmayacaklarını, bu enstitülerle işbirliği yapmaktan uzak duracaklarını bildirdi. 343 İngiliz akademisyenin imza attığı ilanda, “Bu duruşumuzu İsrail devleti uluslararası hukukla uyumlu olana dek, insan haklarının evrensel prensiplerine saygı gösterene kadar sürdüreceğiz. İngiltere genelindeki meslektaşlarımızı da bu bağlılığa isimlerini ekleyerek katılmaları çağrısında bulunuyoruz” denildi. Darbelerin Kahpesi ve Kahpelerin Darbesi Devam Ediyor... Darbe 900. Gününe yaklaşıyor: Unutma, Unutturma!.. 3 Temmuz 2013 günü darbe gerçekleşti. Mısır saatiyle 19:51’de, Cumhurbaşkanı Mursi, karar verme sürecinden ordu tarafından dışlandı. Aynı gün saat 20.00’de Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmadığı söylendi. Saat 21.00’de Nurullah Genç’in ifadesiyle darbelerin kahpesi ve kahpelerin darbesinin mimarı Sisi, TV’den resmî açıklamayla yaptıkları darbeyi tüm dünyaya duyurdu. Naklen canlı yayında darbeler, eylemler, sivillerin ölümü tüm dünyaya gösterildi. Sisi “Cumhurbaşkanı Mursi uzlaşma taleplerini reddetmiştir. Bu nedenle de, askeri güçler görevini gerçekleştirmiş ve yol haritasını çizmiştir.” dedi ve Mısır’ın meşru, seçilmiş ilk Cumhurbaşkanını tutuklattı, hapse attı. Ordu darbe yaptı ve Sisi yönetime el koydu. 1 Kasım 2015 itibariyle Mısır’da zulüm tam 849 gündür devam ediyor. İşin garip tarafı halkın oyları ile göreve gelmiş bir Cumhurbaşkanına darbe yapanlar, Mursi’yi ve İhvanımüslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatını yargılıyorlar, yargıladılar. Mısır’ın bağımsız (!) ve tarafsız (!) yargısı Mursi’ye önce 20 yıl hapis cezası verdi, daha sonra idam cezası verdi. Mısır’da yargılamalar devam ediyor. Yaklaşık 1700 idam kararı verildi. Mısır yasaları gereği mahkeme tarafından verilen idam cezaları hangi dava olursa olsun önce ülke müftülüğüne görüş almak için gönderilmektedir. Müftünün onayı istişare amaçlı olup bağlayıcı değildir. Müftü reddetse bile yargıç idamı infaz edebilir. Müftünün onayının ardından karara itiraz ve temyiz hakkı bulunuyor. Temyiz Mahkemesi kararı bozarsa eğer, başka bir mahkemede tekrar yargı süreci başlamaktadır. İdam kararının Temyiz Mahkemesi tarafından da bozulmaması durumunda ise geriye Cumhurbaşkanın affı kalıyor. Mısır’da 400 küsur kişinin idamı Mısır’ın modern bel’amları (müftülük) tarafından onaylandı. Mısır’ı, yapılan darbeyi, 849 gündür oynanan tiyatroyu takip ediyoruz, farkındayız, unutmadık, unutmayacağız. 25. Afrika Birliği Zirvesi Yapıldı Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde yer alan Sandton Sergi Sarayı'nda 25'incisi düzenlenen Afrika Birliği Zirvesi, Afrika liderlerini ağırladı. Afrika Birliği Meclisi'nin 25. Olağan Oturumu'nun açılışına Afrika Birliği Başkanı ve Zimbabve Cumhurbaşkanı Robert Mugabe başkanlık etti. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Kenya Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta, Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Buhari, Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir açılışa katılan liderler arasındaydı. 25. Afrika Birliği zirvesindeki konuşmasının bir bölümünde bu konuya da değinen Mugabe, “Bize Allah'ın verdiklerini çok görüyorlar, kaynaklarımızın onların olmasını dilerler. Nerede barış varsa orada savaşı körüklerler. Şimdi bakın Irak ve Libya'daki karışıklığa; Afrikalı Lider Mugabe: Batı, Nerede Barış Varsa Orada Savaşı Körükler bahaneler üreterek bu ülkelere giriyorlar ve yeraltı kaynaklarından zenginleşiyorlar.” dedi. Amerika eski Devlet Başkanı George Bush'u, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'i yalan yere suçlayarak Irak'ı işgal ettiğini söyleyen Zimbabve Cumhurbaşkanı Mugabe, Libya eski lideri Muammer Kaddafi'nin öldürülmesinden de Batı'yı sorumlu tuttu ve "Şimdi bakın Irak ve Libya'daki karışıklığa; bahaneler üreterek bu ülkelere giriyorlar ve yeraltı kaynaklarından zenginleşiyorlar." dedi. Mugabe aynı zamanda Afrikalı liderleri de ham maddenin ihraç edilmesi konusunda uyararak, sanayileşme vurgusu yaptı ve Afrika kıtasının dünyanın en hızlı gelişen 10 ülkesine sahip olduğunu, bu ekonominin kapsayıcı olmasının önemine işaret etti. İngiltere'de Şeriat Mahkemeleri'nin Durumu Tartışılıyor ............................. 9 ............................. Kasım-Aralık-Ocak 2500’den fazla uyuşmazlığı çözüme kavuşturmuş. Ağustos 2007’den itibaren resmi tahkim sistemine entegre olarak mahkeme şeklinde uyuşmazlık çözümü gerçekleştiren Müslüman Tahkim Mahkemesi ve sayısı 86’yı bulan Şeriat Konseylerinin kararlarının resmen tanınması konusu ise son dönemde çeşitli tartışmalara konu oluyor. İngiliz Lordlar Kamarası üyesi Baroness Caroline Cox ilk defa 2011 yılında verdiği ve 2014 yılında yenilediği yasa değişikliği önergesinde, Müslümanlar arasında yargılama yapan Şeriat Konseylerinin boşanma, aile içi şiddet, eşit olmayan miras paylaşımı konularında verdiği kararların kadınlar aleyhine olduğunu ve cinsiyet ayrımcılığına sebebiyet verdiğini iddia ediyor. Cox’un bu önergesi aynı zamanda İngiltere’de ‘herkes için tek hukuk’ (one law for all) kampanyasının başlamasına da neden oldu. Kampanya taraftarları ülke genelinde Katolik Kilisesi, Yahudi Hahamlık Mahkemeleri ve Müslüman Şeriat Konseyleri gibi farklı yapılanmaların yaptığı yargılamalar sonucu ortaya çıkan çok hukukluluk yerine, herkes için geçerli olacak tek bir hukuk sistemini savunuyorlar. En son 23 Ekim 2015’de Lordlar Kamarasında tartışılan önergede bir sonuca varılamadı. Ancak önerge kabul edilirse Şeriat Konseylerinin kararlarının resmi makamlarca tanınmaması gündeme gelebilir. adalet ve medeniyet Kültürel, etnik ve dini çeşitliliğin oldukça yüksek olduğu İngiltere’de, yaklaşık yüz yıldır Ortodoks Yahudiler arasında boşanma ve miras konularında Hahamlık mahkemeleri (Beth Din) yargılama yapıyor ve kararları resmi makamlarca tanınıyor. Yılda ortalama 110 davaya bakan mahkemenin iş yükünün yüzde 20’sini boşanma (get) başvuruları oluşturuyor. 2011 verilerine göre 63 milyon nüfusu bulunan İngiltere’de, 3 milyondan fazla Müslüman bulunmakta. İslam hukuku ile ilgili anlaşmazlıkları ülke genelinde sayısı 1600’ü bulan Camilerde çözmeye başlayan Müslümanlar, 1970 yılında Müslüman Organizasyonlar Birliğini, 1982’de Müslümanlar arasında dini konularda fetva veren İslam Şeriat Konseyini (Islamic Sharia Council), 1992’de Britanya Müslüman Parlamentosunu, 1997’de Britanya Müslüman Konseyini, 2005’de Müslüman İngiliz Forumunu ve 2007’de Müslüman Tahkim Mahkemesini (Muslim Arbitration Tribunal-MAT) kurdular. İlk kurulduklarında resmi bağlayıcılığı olmasa da ülkedeki Müslümanların yüzde 37’sinin desteklediği İslam Konseyleri 1999’a kadar LE MEDENİYET D GİS İ ADA VE ER T Suriyeli Muhtaçlara Yardım Çalışmalarımız Mazlumlar Üşümesin Diye: Her Eve Üç Battaniye… Suriye’deki iç savaş oradaki kardeşlerimiz kadar bizleri de vurdu. 100.000’lerce kardeşimiz öldü, 100.000’lercesi de yaralı. Milyonlarca insan evlerini ve ülkelerini terk ederek mülteci konumuna düştü. Kara kış kapıda. Kardeşlerimizin her zamankinden daha çok bizlere ihtiyaçları var. Un ve battaniye en önemli ihtiyaç maddeleri arasında. Adalet ve Medeniyet mensupları olarak gücümüz yettiğince Ankara’daki Suriyeli muhtaçlara yardım etmeye çalıştık. Yardım gönüllüsü abilerimiz ihtiyaç sahipleriyle bizzat buluşarak yardımlarını ulaştırdılar. Şimdiye kadar kira, eşya, gıda ve giyim yardımında bulunduk, yönetimdeki kardeşlerimiz her hafta Suriyeli muhtaç kardeşlerimiz için cüzi de olsa bütçelerinde yer açtılar. Çetin kış başlıyor. Önümüzdeki üç-dört ay Suriyeli kardeşlerimiz için daha zor geçecek gibi. Sizleri muhtaçların sesini duymaya ve onlarla bire bir ilgilenmeye davet ediyoruz. En azından iki haftada bir hiç olmazsa ayda bir Suriyeli bir aileyi ziyaret etmeye, onların derdine ortak olmaya davet ediyoruz. Onları ziyaret ettiğinizde muhtaç da olsalar ellerindekilerden sizlere ikram et- tiklerini, çocukların sizlere bir umut olarak baktıklarını fark edeceksiniz. Bu ziyaret belki de size ensar-muhacir birlikteliğine ne kadar yabancı olduğumuzu hissettirecek. Acaba hiç düşündük mü beş yıldan beri ülkemizde bulunan Suriyeli muhtaçların sofrasına bir kere olsun oturabildik mi? Bizler bu kış Ankara’da en azından battaniyesiz bir ev kalmaması için çalışacağız. Bir Suriyeli ailenin evine de siz üç battaniye ulaştırın. Dernek adı, hesap numarası vesaire yok çünkü battaniyeleri bizzat sizler ulaştıracaksınız ihtiyaç sahiplerine. Sizleri de bulunduğunuz bölgelerde aynı şekilde bir çalışma yapmaya davet ediyoruz. Minik yavrularımız üşümesin!.. 2015-2016 Cuma Söyleşileri Başladı… “Muhittin Ataman: Değişen Dünya Düzeninde Orta Doğu” adalet ve medeniyet ............................. 10 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Adalet ve Medeniyet Cuma Söyleşileri kapsamında 9 Ekim akşamı SETA Genel Koordinator Yardımcısı ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Ataman 'Değişen Dünya Düzeninde Orta Doğu' konulu seminer verdi. Hukuk öğrencilerinin yoğun ilgi gösterdiği programda Ataman, Orta Doğu'nun tarihi, coğrafi ve siyasi durumu hakkında çok önemli açıklamalarda bulundu. Ataman’ın konuşmasından satır başları şöyle: "Türkiye kelimesi İtalyanların kullandığı bir kelimedir. Türkçe olarak ifade edil- mek istense Türkistan olurdu bu isim. Ortadoğu'daki hiçbir ülkenin adı kendisi tarafından konulmamıştır. " "Tunus, başörtüsü hususunda Türkiye'den de gerideydi. Toplumun bir bütün olarak terbiye edilmesi gerektiğini söyleyen bir yönetim vardı. " "Müslümanın yabancılaşması firavunlaşmasıdır. Orta Doğu'daki halklar yabancılaşma sürecine girmiştir. Önümüzdeki yılların en büyük problemi budur. Sekülerleşme ise bu problemin bir boyutudur. BOP ise toplumsal yabancılaşmanın derinleşmesi siyaseti ve projesidir." "Batının 're (yeniden)-form (şekillendirme)' süreci sonucu seküler bir şekilde yenilenmesi onları kendilerine getirmiştir. Ancak Müslümanlar İslamî düşünceden uzaklaşmış ve halen bir geri dönüş başlatamamış vaziyettedir." Adalet ve Medeniyet ÇASGEM Kampı Yapıldı Uğur Elaman: Arabistanlı Lawrence Adalet ve Medeniyet Derneği’nin Ankara öğrenci teşkilatının 16-18 Ekim 2015 tarihleri arasında Hukuk Fakültesi öğrencilerine yönelik olarak ÇASGEM’de düzenlemiş olduğu kampa konuşmacı olarak katılan Uğur Elaman “Yakın Tarihin 5 Planlayıcısı” konulu söyleşide oldukça dikkat çekici bilgiler aktardı. Yakın tarih derken İslâm dünyası olarak özellikle son üç yüz yılın iyi anlaşılması gerektiğini belirten Uğur Elaman özellikle öğrencilere tarih okumaları yapmaları gerektiğini tavsiye etti. Bu tarih okumalarını yaptıkları takdirde Batılı Devletlerin, ajanlarıyla İslam coğrafyasını nasıl analiz edip daha sonra edindikleri bilgilerle bu coğrafyada etkisi yüzlerce yıldır süren kaoslara yol açtıklarını daha iyi anlayacaklarını kaydetti. Özellikle İngiliz misyoner Casus Hampher’ in kendi kaleme aldığı “İslam’ı Nasıl Yok Edelim?” adlı esere dikkat çeken Uğur Eleman:”Batı’nın, kitabın adından da anlaşıldığı üzere, gayesinin hiçbir zaman değişmediğini” söyledi. Ajan Lawrence’a ve onun Orta Doğu’daki misyonuna da değinen Uğur Eleman’ın Lawrence hakkındaki görüşlerinden notlar: Birinci Dünya Savaşın sonra Osmanlı Devleti yıkılınca, vazifesini tamamlamış olarak İngiltere'ye döndü. Orta Doğu'ya empoze ettiği fikirleri Arap milliyetçiliği ötesinde yayıldı. Arap âleminde, aynı din, dil, ülke ve ırka mensup olmalarına rağmen birbirine düşman pek çok devlet kuruldu. İsrail Devletinin kurulmasına fırsat verdirip, Arap âlemini birbirine düşman hâline getirdi. Lawrence birkaç kere adını değiştirdi. John Hume Ross adıyla İngiliz Hava Kuvvetlerine girdi. Casus olduğu anlaşılınca, uzaklaştırıldı. Thomas Edward Shaw adıyla önce tank birliklerinde sonra da tekrar Hava Kuvvetlerinde vazife aldı. Lawrence'ın 1914 öncesinde, inşaat halindeki Bağdat Demiryolu üzerinde, Almanlarla savaştığı ayrıca Osmanlı'ya karşı kin beslediği kayıtlara geçmiştir. 1914 başlarında Lawrence, Filistin Araştırma Vakfı'nca düzenlenen bir keşif çalışmasında yer alır. Artık üstü 'arkeolojik' faaliyetlerle örtülmüş yarı profesyonel casusluk dönemini aşmıştır. Yüzbaşı S. F. Newcombe'la birlikte Süveyş'in doğusunda, Osmanlı sınırında yer alan Sina'nın kuzey kesimindedir. Amacı, Gazze ile Akabe arasındaki bölgenin haritasını çıkarmaktır. İngiliz istihbaratı, yakın bir gelecekte, bu bölgenin büyük bir stratejik önem kazanacağını bilmektedir. Artık Lawrence'in 'resmi' görevi, Savaş Bakanlığı Harita Dairesi'nde sivil memurluktur. Lawrence ve Lawrence gibi ajanların İslam topraklarında ektikleri fitne tohumlarına dikkat edilerek Batılılar tarafından ajanları vasıtasıyla İslam topraklarına atılan ayrılıkçı düşüncelerle mücadele edilmeli ve bütün Müslümanların ümmetçi bir anlayışı benimsemesi noktasında fikri ve fiili çalışmalar yapılmalıdır. Adalet ve Medeniyet Yönetim Bilimleri Çalışmaları Başladı!.. MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) Başkanı İbrahim Hakkı Polat Yönetim Bilimler Öğrencileriyle Buluştu pılarak onların mesleki ve ahlaki anlamda gelişimlerine katkı sağlanmasının yararlı olacağı kanaati oluştu. ............................. 11 ............................. Kasım-Aralık-Ocak İlk Seminere Masak Başkanı İbrahim Hakkı Polat Katıldı Yönetim Bilimleri öğrencilerine yönelik yapılan ilk seminer programına MASAK Başkanı İbrahim Hakkı Polat Bey katıldı. İbrahim Hakkı Polat Masak’ın hangi amaçla kurulduğundan ne gibi işlerle ilgilendiğinden bahsederek genel olarak MASAK tanıtımı yaptı. adalet ve medeniyet Yönetim Bilimleri (Siyasal Bilimler, İktisat, İşletme, Maliye, Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler) alanında eğitim alan öğrencilere dönük mesleki, teknik, ilmî ve fikrî katkılar sağlamak amacıyla çalışmalar başlamıştır. Genel istişare ile birlikte tanışma programının yapıldığı ilk toplantıya 70’e yakın öğrenci katılım sağladı. Öğrencilerin yoğun ilgi ve isteğinin ilk programdan hissedildiği çalışmada yönetim bilimleri alanında eğitim alan öğrencilere haftalık seminerler, mesleki geziler, kamplar, kitap tahlil programları ya- LE MEDENİYET D GİS İ ADA VE ER T Müslümanların Tarihi Okumaları Biz Okuyoruz Siz de Okuyun!.. Tarih hayal kuranların mülküdür, denir. Tarih mülk edinilirse eğer hayra çağıranlarca zafer de yakın demektir. Tarih öyle ilmi bir hakikat ve vakıadan ibarettir ki zamanın içinde cereyan etmekte, özel bir akışla seyretmekte ve değişmez ilmi kanunlarla hareket etmektedir. Geçmişte nasıl değişmez kanunlar varsa geleceği de bu değişmez kanunlar belirleyeceğinden münevver insanların bu değişmez kanunları, geçmişten geleceğe olan bu akışı iyi tanıması lazımdır ki bu ilmî bilgiden ilham alarak kendine, milletine, toplumuna ve bütün insanlara bir yaşam programı ve geleceğe giden yolu gösterebilsin. Kendini değiştirip geliştirdiği gibi gerçek bir münevver adalet ve medeniyet ............................. 12 ............................. bilinciyle çevresini de müsbet yönde etkileyen genç, öncü nesiller yetiştirme ideali olan Adalet ve Medeniyet Hareketi tarihin bugüne kadarki akışını anlama ve anlamlandırma çalışmalarının başlangıcı olarak ‘Müslümanların Tarihi’ okumaları yapıyor. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca’nın beş ciltlik ‘Müslümanların Tarihi’ eseri Ankara’da üniversite eğitimi alan hukuk öğrencilerinden oluşan yaklaşık 150 kişi tarafından 12 haftalık bir sürede okunarak tahlil edilecek. Kitap tahlil programı 20 tahlil grubundan oluşuyor. Her tahlil grubunun başında bir meslek büyüğü bulunuyor ve tahlil grupları haftada bir gün bir araya gelerek o hafta yaptıkları okumaların kritiğini gerçekleştiriyorlar. Kasım-Aralık-Ocak Özetle Müslümanların Tarihi… Eserin yazılış amacı İhsan Süreyya Sırma Hoca’mızın ifadeleriyle ‘Hz. Adem’den günümüze kadar Müslümanların, tarihte gerçekleştirdiği güzellikleri ve yaptığı yanlışları okuyucuyla paylaşmaktır.’ Kapsamı bakımından bu, ‘çılgınca bir hayal’ olmakla birlikte ‘Hayatının kitabı olacak’ bir değere sahiptir. Yazar eserde, tarihi bilmenin önemini ve gerekliliğini çok net bir şekilde açıklamaktadır. Tarihlerini bilmeyen birey ve toplumların başkalarına bağımlı ve uydu olmaya mahkûm olacağını ifade eden yazar, okuyucuda gerekli olan tarih şuurunu uyandırmak, ‘Tarih sömürgeciliği’ne dikkat çekmek için konuyu birinci ciltte detaylı olarak ele almaktadır. Eser genel bir tarih kitabı değildir. Kitapta Hz. Adem’den günümüze kadar olan zaman diliminin siyasi tarih boyutu ele alınmıştır. Yazar kitapta sadece durum ve olay tespiti yapmamış, yaptığı yorumlarla geçmişteki olayların günümüzdeki anlamına da işaret etmiştir. Bu yöntem, okuyucuda belirli bir tarih perspektifi oluşturmakta ve çıkarılması gereken dersler konusunda bilinç aşılamaktadır. Müslümanların, iyiliği emredip kötülük- adalet ve medeniyet ............................. 13 ............................. Kasım-Aralık-Ocak ten menetme vazifeleri çok etkin bir üslupla okuyucuya hatırlatılmaktadır. ‘Müslümanların Tarihi’ çalışmasında yazarın, kitapta bilgileri dayandırdığı en temel kaynak Kur’an ve hadis-i şeriflerdir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler metnin gerekli yerlerinde detaylı olarak ifade edilmektedir. Eseri okuyup bitiren birisinde ciddi bir Kur’an ve hadis bilgisi oluşacak ve Müslümanca düşünme melekesi gelişecektir. Böylece dün, bugün ve gelecek, okuyucunun gözünde daha belirgin ve anlamlı bir hal kazanacaktır. İhsan Hoca birinci cilde tarihe İslami bir perspektiften nasıl bakılacağını anlatarak başlamış, tarih anlayışları, tarihçinin karşılaştığı zorluklar vb. tarih alanındaki teknik konuları ele almış. Ardından Kur’an’da adı geçen peygamberlerin hayatları ve Cahiliye dönemi anlatılmıştır. İkinci ciltte Hz. Muhammed (s.a.v.)’e peygamberliğin gelişi, Mekke Dönemi, Medine dönemi ve Peygamberimizin vefatı anlatılmıştır. Bu ciltte Peygamberimizin ve ashabının tebliğ esnasında karşılaştığı sıkıntılar, maruz kaldıkları işkenceler, cihadın zorluğu ve mükâfatı vurgulanmıştır. Üçüncü ciltte Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile başlayan Örnek Halifeler Dönemi, ardından Emeviler dönemi, Abbasiler dönemine kadar anlatılmıştır. Örnek halifelerin İslam’ı tebliğ ve dinî ilkelere riayet konusundaki hassasiyet ve gayretleri okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Emevilerle başlayan Saltanat Sistemi ve Müslümanlar arasında başlayan kırılma süreci de bu ciltte ele alınmıştır. Dördüncü ciltte Abbasiler, Endülüs İslam Devleti, Selçuklular, Haçlı Seferleri, Eyyubiler, Moğollar ve Osmanlı Devleti’ne kadar olan süreç anlatılmıştır. Bu dönemde yaşanan kargaşa, taht kavgaları, istismar edilen dinî kavramlar, dikdatörlük ve kutsal zümre anlayışlarının din dışılığı, Müslümanların Kudüs mücadelesi, iniş ve çıkışlar dördüncü ciltte istifadeye sunulmuştur. Beşinci ciltte kuruluşundan yıkılışına kadar Osmanlı Dönemi detaylı bir şekilde ele alınıyor. Osmanlının cihada verdiği önem, ulemanın şahsiyetli duruşu ve ulemaya saygı, devlet başkanlarının ihtiyaç duyduğu kalifiye elemanlar, devlet ricalinde ehliyetin önemi, devletin çıkarlarının şahıs çıkarlarından önde tutulması, ilim, mimari ve sanat alanındaki gelişmeler, ıslahat ve reformlar gibi çok çeşitli ve ibretlik konular beşinci ciltte işlenmiş ve cildin sonunda tüm eseri kapsayan genel bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Çalışma, Müslümanların Tarihini genel hatlarıyla ortaya koyan eşsiz bir eserdir. Dosya Birlik Çağrısı Ey Azerbaycanlılar, Türkistanlılar, Kafkaslılar, Nijeryalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, Bağdatlılar, Amerika'daki Müslüman Zenciler, Bosnalılar, Malezyalılar ve daha nice ülkelerde bulunan ve her biri kendi içinde suni ayrılıklarla birbirinin boğazına sarılsın diye kışkırtıcılığın her türlüsüyle karşı karşıya gelen can kardeşlerim… Her türlü doktrin, her türlü baskı, her türlü savaşla kendi öz gerçeğine dönmekten alıkonan gök medeniyetinin çocukları.. Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doğurucu soluğunu omzumuzda duyacağız? adalet ve medeniyet ............................. 14 ............................. Sezai Karakoç Kasım-Aralık-Ocak >> Prof. Dr. Ahmet Ağırakça Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Kur’an ve sünnette belirlenen temel prensipler çerçevesinde oluşan ve zamanla gelişen bu devletlerarası hukuk, Müslüman devletlerin gayrimüslim toplumlarla olan ilişkilerinde uygulanırken, Batı dünyasında Ortaçağ boyunca milletlerarası alanda keyfilik hâkim olagelmiştir. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, yaratılışın gayesini Allah’a iman etmek ve onun iradesine uygun yaşamak şeklinde belirler1 ve insanları inananlar ve inanmayanlar diye iki gruba ayırır.2 Bu temel ayırım dışında İslam dini insanlar arasında ırk, renk, dil ve ülke ayırımı yapmaz ve bunlar arasında asla herhangi bir fark gözetmez. Kur’an’ın getirdiği mesajı kabul edenleri ifade etmek üzere “mü’min” ve “Müslim” kelimeleriyle “iman” ve “İslam” köklerinin çeşitli fiil kalıpları Kur’an’da ve hadislerde ifade edilir. İslam hukuk doktrininde gayrimüslim fertler, kendilerine uygulanacak hükümlere esas olmak üzere inanç farklılıkları ve İslam devletiyle olan siyasî ve hukukî bağları açısından çeşitli gruplara ayrılmışlardır. İnançları bakımından gayrimüslimler de semavî kitap sahibi olanlar (Ehl-i kitap), kitap sahibi olup olmadıklarında şüphe bulunanlar ve diğer inanç sahipleri olmak üzere üçe ayrılmıştır. Müslüman iken dinlerini değiştiren kimseler, bu konu ve değerlendirmenin dışında tutulmuştur. İslam hukukçuları, Kur’ân-ı Kerim’deki açık ifadelerden3 hareketle Yahudi ve Hıristiyanların Ehl-i Kitap olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır. İslam dini, gayrimüslim kitlelerle milletlerarası hukukî ilişkiler oluşturmuştur. İslam’da insanlar arasında sadece inanç esasına dayalı bir ayırım kabul edilmiş ve bu husustaki tercihin âhiret hayatında büyük bir mükâfat veya cezayı gerektireceği, Allah katında inananlarla inanmayanların aynı muameleye tâbi tutulmayacağı birçok âyette ifade edilmiştir.4 Bununla birlikte adalet ve medeniyet ............................. 15 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >>> dünya hayatında inananlarla inanmayanla- Hz.Ömer, yoksul ve içinde kabul etmiştir. rın gerek ayrı toplumlar olarak, gerekse aynı ihtiyar olduğundan Milletlerarası ilişkilerin barış içinde sürdürütoplum içinde bir arada yaşamaları için gelebilmesi ve bunun sağlam temellere oturması dilenen bir zimmîyi rekli düzenlemeler yapılmıştır. İslam dini, Aliçin karşılıklı güven ve haklara saygı büyük görüp ona dilenme lah’ın insanlığa yol göstermek üzere muhtelif önem taşımaktadır. Bu nedenle İslam dini, gezamanlarda ve o zamanın şartlarına uygun sebebini sorduğunda rek özel gerekse milletlerarası ilişkilerde Müsbir çerçeve ve muhteva ile gönderdiği mesajın ihtiyacını karşılamak lümanlara, verdikleri sözleri tutarak karşılıklı en son ve en mükemmel merhalesidir.5 Bu du- ve cizyesini ödemek güveni sarsacak davranışlardan sakınmalarıiçin dilendiğini rum, İslam'ın aynı zamanda zaman ve mekân nı,9 insanlar arasında hiçbir ayırım yapmadan bakımından evrensel bir din olduğunu da söyleyince, hemen herkese karşı adaletle davranmalarını, kin ve göstermektedir.6 İslam dini bu özelliğiyle hiç- cizyesini kaldırmış düşmanlıklar yüzünden zulüm ve haksızlığa bir ırk, dil, cins, toplum ve zümre ayırımı yapve onu cizyeden yönelmemelerini emreder.10 Ve özellikle bunu maksızın bütün insanları ilâhî vahyin muhayöneticilere bir görev ve sorumluluk olarak tamamen muaf tabı ve aynı insanlık ailesinin üyeleri olarak yükler. tutmuştu. kabul eder. İnsanlara aynı anne babadan Müslüman bir toplumun gayrimüslim topgeldiklerini bildirerek aralarındaki bazı farklumlarla ilişkilerinin barış esasına dayandığı lılıkların düşmanlık sebebi değil, karşılıklı iyi ilişkilere bir ve bu ortamın ancak gayrimüslimlerin düşmanca tavırları vesile olarak görülmesi gerektiğini anlatır. Bundan dolayı nedeniyle bozulabileceği ifade edilmektedir: da aralarındaki tek üstünlük ölçüsünün, yeryüzünde arzu “Sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan edilen beşerî sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmekten çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara adaletle davranibaret olduğunu belirtir.7 maktan Allah sizi alıkoymaz. Çünkü Allah adaletli olanları İnsanların farklı ırklardan gelmeleri ve ayrı toplumlar oluş- sever. Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtturmaları, kendilerine verilen nimetler konusunda bir sına- larınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardımma, insanlığın ortak ideal ve hedefleri için bir yarışma ola- da bulunanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost rak görülmüştür.8 Böylece uluslararası hukukun en önemli olursa işte onlar zalimlerin bizzat kendileridir.”11 dayanağı olan milletlerarası topluluk fikri yani ümmet İslam hukukçularının büyük bir kısmı, Kur’an ve sünnette anlayışı ilk defa Kur’ân’da ifadesini bulmuş ve Hz. Peygam- belirlenen temel prensipler çerçevesinde Müslümanlarla ber devrinden başlayarak toplumlararası ilişkiler hukukî gayrimüslimler arasındaki milletlerarası ilişkilerin barış esaslara dayandırılmıştır. Kur’an ve sünnette belirlenen te- esasına dayandığı, savaşın ancak onların Müslümanlara mel prensipler çerçevesinde oluşan ve zamanla gelişen bu karşı düşmanca tavırlara başvurmaları halinde meşru sayıdevletlerarası hukuk, Müslüman devletlerin gayrimüslim lacağı görüşündedir. İşte Kur’ân-ı Kerim yeryüzünde insanî toplumlarla olan ilişkilerinde uygulanırken, Batı dünyasın- bağları kuvvetlendirmeye, toplumları insanî gayelerle birbida Ortaçağ boyunca milletlerarası alanda keyfilik hâkim rine yaklaştırmaya, karşılıklı ilişkileri faydalı hususlarda iş olagelmiş ve XVIII. yüzyılda Avrupa’da oluşmaya başla- birliğine dayandırmaya yan devletler hukuku Batılı ve Hristiyan olmayan büyük önem vermiştir. devletlere ancak XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Hz.Peygamber’in öğreuygulanmaya başlanmıştır. Oysa İslam ilk günden tilerine bakarsak İslam, beri aynı toplum içinde yaşayan Müslim, gayrimüslim kendi mensuplarının herkesi “ümmet toplumu” adını verdiği bir kavram oluşturduğu bir toplum- adalet ve medeniyet ............................. 16 ............................. Kasım-Aralık-Ocak da bu inancı paylaşmayanların inanç özgür- İslam dini, gerek ne de yüceltmiştir. Resûlullah (s.a.v.) “Hiçbir Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da lüğüne, can ve mal güvenliğine sahip olarak özel gerekse Arab’a asla üstünlüğü yoktur. Üstünlük anyaşamalarını sağlamıştır. Tam bu noktada milletlerarası cak iman ve takvadadır.” buyururken evrenHz.Peygamber, hicretin hemen ardından Meilişkilerde sel bir hukuk sisteminin temel kuralını belirdine’de bulunan müşrik ve Yahudi toplumları Müslümanlara, ile “Medine Sözleşmesi” diye adlandırılan bir verdikleri sözleri lemiştir. İnançla ilgisi bulunan bazı istisnalar dışında sözleşme yaparak bunun ilk örneğini göstertutarak karşılıklı İslam’ın koyduğu genel kural, Müslümanmiştir. İslam’ın ortaya koyduğu siyasî yapı, güveni sarsacak larla zimmîlerin aynı hak ve görevlere sahip birçok dinî-kültürel grubun bir arada yaşadavranışlardan olmalarıdır. İslam zımmet ehli olarak kabul masını mümkün kılan bir toplum modeline sakınmalarını, edilen Musevi ve Mesihîleri Müslümanlar gibi örnek teşkil etmiştir. İslam dini, toplum içindeki birliği sağlamayı insanlar arasında tam vatandaş olarak kabul etmiştir. 13 hiçbir ayırım hedef edinmiş, ırk, renk, dil gibi farklılıkları Gayrimüslimlerin zimmet akdi sayesinde kabul etmiş ve bunları koruma altına almayı yapmadan herkese Müslümanlar gibi can ve mal güvenliğine ilke ve bir inanç gereği görmüştür. Çağımız sahip oldukları konusunda hukukçular gökarşı adaletle ulus devletlerinde vatandaşlık, başlıca kan davranmalarını, kin rüş birliği içindedir. Hz.Peygamber zimmîye ve toprak esasına dayandırılmaktadır. Hâlve düşmanlıklar zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üsbuki İslam, insanlar arasında elde olmayan yüzünden zulüm tünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü her tür farklılığı bir yana bırakarak ümmet ve haksızlığa anlayışına dayalı vatandaşlığı esas almıştır. yönelmemelerini bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiş bir zimmîyi haksız yere öldüren kimsenin Kur’ân-ı Kerim’deki mümin-kâfir ayırımı iki emreder. kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokufarklı ontolojik dinî yaklaşımı ortaya koyar ve sundan mahrum olacağını belirtmiş ve “Bebu konudaki tercih aynı zamanda belli bir hayat tarzı ve sosyo-politik kimlik seçimini ifade eder. İslam’ı nim zimmetimi koruyunuz. Kim bir zımmiye eziyet ederse din olarak benimseyenler aynı zamanda sosyo-politik İslam bana eziyet etmiş gibidir. Kim de bana eziyet ederse Allah’a toplumunun bir üyesi olurken bu inancı paylaşmayanlar da eziyet etmiş olur.” buyurmuştur. 14 İslam devletinin siyasî hâkimiyetini kabul ederek çoğulcu Kur’ân-ı Kerim inanç ve din konusunda insanlara baskı bir hukukî yapı içinde tercih ettikleri hayat tarzını yaşama yapılmasını kesinlikle yasaklamıştır.15 Hz.Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerinde gayrimüslim toplumlarla hakkına sahiptirler. İslam hukukçuları, İslam devletinin vatandaşlığını ifade yapılan zimmet antlaşmalarında bu husus açıkça belirtiletmek üzere hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler miştir. İnanç hürriyetinin bir gereği olarak dinî eğitim ve (zimmîler) için “dârü’l-islam ehli” yani “İslam diyarının va- öğretim âyin ve ibadetlerle, mâbedler de hukukun himayetandaşları” tabirini kullanırlar.12 İslam dini aynı zamanda si altına alınmıştır. Gayrimüslimler mâbedlerinde ırk ayırımını da reddettiği için bütün vatandaşlarını kardeş veya açtıkları okullarda dinî eğitim ve öğretimi olarak kabul etmiş ve ayrı bir ırktan olanları ne aşağılamış tam bir serbestlik içinde verme imkânına kavuşmuşlardır. Mabedlerinde dinî âyin ve ibadetlerini icra etmelerine, çan çalmalarına, dinî bayram günlerinde haç vb. dolaştırmalarına asla engel olunmamıştır. İlk fetih yıllarından yani Hz. Ömer devrinden bugüne kadar Mardin’in merkezinde hatta mezra’ ve köylerinde hâlâ çanlar serbestçe çalmaktadır. Ancak Avrupa’da 21. yüzyılda ezan hâlâ içeride ve sessizce okunabilmektedir. adalet ve medeniyet ............................. 17 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >>> adalet ve medeniyet ............................. 18 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Gayrimüslimler için ikamet ve seyahat hürriyeti, çalışma ve sosyal güvenlik hürriyeti açısından herhangi bir sınırlama söz konusu olmamış, ticaret hayatının her alanında faaliyet gösterebilmişlerdir. Diğer taraftan İslam toplumunda yaşayan ve azınlık durumunda olan Müslüman olmayanlar, kamu hizmetleri ve sosyal güvenlik imkânlarından Müslümanlar gibi faydalanma hakkına sahiptirler. Hz.Ömer, yoksul ve ihtiyar olduğundan dilenen bir zimmîyi görüp ona dilenme sebebini sorduğunda ihtiyacını karşılamak ve cizyesini ödemek için dilendiğini söyleyince, hemen cizyesini kaldırmış ve onu cizyeden tamamen muaf tutmuştu. Derhal ona hazineden maaş bağlanmasını emretmiş, kendisinden sonra gelecek halifeye tavsiyede bulunarak zimmîlerin haklarını korumasını ve onları himaye etmesini istemiştir.16 Hâlid İbn Velîd, Hîre halkıyla yaptığı antlaşmada güçsüz düşenlerden cizye alınmayacağını ve bunların geçiminin hazineden karşılanacağını belirtmiştir, saldırılar ve barışı bozacak davranışlar için de uluslararası bir hukuk geliştirmiştir. İslam tarihi boyunca Anadolu’da, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de ve birçok İslam beldesinde Müslümanlarla Hıristiyanlar hatta yer yer Yahudilerle birlikte sulh içinde yaşanmıştır. Fakat bu bölgeler içinde birçok âlimin belirttiği gibi Mardin farklı bir yapıya sahiptir. Müslüman-Hıristiyan ve yakın zamana kadar Yahudilerin birlikte yaşadığı Türk, Keldâni, Arap, Kürt, Ortodoks, Katolik, Protestan, Süryani Kadim, Ermeni, Hanefi, Şafii, Yezidi mezhebine mensup, farklı ırk ve kökene, farklı dinî inanç ve mezhebe değişik sosyal hayata sahip kitleler bu şehirde asırlarca birlikte yan yana komşu olarak sanki aynı dinin ve aynı ırkın mensuplarıymış gibi birlikte dostça yaşamışlardır. Bu teorilerin ve hukuki düzenlemelerin bir sonucu olarak Mardinlilerin komşulukları başka toplumlarda nadiren görülmüş komşuluklardır diyebiliriz. Tarih boyunca yanyana Ömer İbn Abdülaziz de bu durumda olan gayrimüslimlere devlet hazinesinden maaş bağlanması için yetkililere talimat vermiştir.17 İslam dini Musevi ve Mesihi kadınlarla evlenmeyi mubah kılmış ve bunu gayet tabii bir davranış ve sosyal ilişki olarak kabul etmiştir. Eşler arasındaki ilişkilerde bu evliliği dinler arasında barışı sağlayacak bir ilke olarak görmüştür. Sosyal ilişkiler bağlamında eşler arasındaki sevgi ve yakınlıktan daha güçlü bir bağ düşünülemez. Bu ilişki yalnızca bir fertle sınırlı kalmamakta, kadının anne ve babası, kardeşleri ve diğer akrabalarıyla Müslüman koca ve çocukları arasında da bir akrabalık bağı oluşmaktadır. Bu da inanç farklılığına rağmen İslam’ın ayrı dinden olanlara tanıdığı hoşgörünün, karşılıklı iyi ilişkiler kurulmasına olan arzusunun bir tezahürü olarak görülmelidir. Aynı şekilde Ehl-i Kitab’ın yiyeceklerinin Müslümanlara helâl kılındığı gibi, kestikleri hayvanların etlerinin helâl olduğu da kabul edilmiştir. İslam dininin bu yaklaşımları birlikte yaşamayı daima kolaylaştırmış ve insanlar arasında sürekli bir barışın olmasını sağlamıştır. Birlikte yaşamayı ve barışı bozan taraf olmayı asla kabul etmeyen İslam dini, karşı taraftan gelebilecek yaşayan Müslümanlar Hıristiyanların, Hıristiyanlar Müslümanların bayramlarını tebrik etmişlerdir ki bu önemli bir anlayış ve gelenektir. Bizzat yaşayıp gördüklerimize gelince; bayramlarda dedemin birçok Hıristiyan arkadaşı onun bayramını tebrik etmeye gelirdi. Her iki dinin mensupları birbirlerinin taziyelerinde bulunur, vefat edenlerine rahmet okurlardı. Bu taziyelerde her iki kesim karşı tarafın dinî ilkelerine göre dua ederlerdi. Yaptıkları yemeklerden akşamları komşularına ikramlarda bulunmayı ihmal etmez, birbirlerini ziyafetlere ve birbirlerinin düğünlerine davet ederler ve bu davetlere icabet edilirdi. Bir komşunun sıkıntısı olduğunda hemen ziyaret edilir ve derdine iştirak edilirdi. Hastalar karşılıklı ziyaret edilir, dua ve şifalar temenni edilirdi. Birbirinden etkilenen bu iki din mensubu unsurun, bazı dinî yaşayışları da taklit ettikleri bir gerçektir. Mesela Mardin’deki Mevlit geleneğinde yapılan çörek ikramı, paskalya çöreğinden aynen alınmış bir gelenektir. Hatta okutulan ve hiç alakası almadığı halde Mardin’de okunan mevlid metninin İbn Hacer el-Heytemî’ye nisbet edilmesi, benim kanaatime göre tamamen Hıristiyan geleneğinden bir etkilen- menin sonucudur. Mevlit metninde ifade edilen uydurma hadislerin İslam’la hiç bir alakası olmadığı ve hadis usulü kriterlerine göre tamamen mevzu olduğu gayet açıktır. Aynı şekilde birçok Hristiyan’ın da Fatihâ’yı bildiğine ve Müslümanların taziyelerinde okuduğuna defalarca şahit olmuşuzdur. Mardinli Müslüman ve Mesihiler birbirlerinden normal ve veresiye alış veriş yaparlar. Keçeci Cercis’ten ve daha sonra oğullarından hep keçelerini tamamen babam ve dedem satın alırdı. Hatta ihtiyacımız olmadığı halde ellerindeki stokları getirip bırakır, hesap işlemi haftalarca sonra yapılırdı. Çocukluk arkadaşlarımız vardı. Hatta okulda birçok Hıristiyan arkadaşlarımız vardı. Onları kendimizden, onlar da bizi kendilerinden hiç ayırmazdı. Futbolcu Hanna bütün Mardinli Müslüman gençlerin en çok sevdiği hemşerilerimizdendi diyebilirim ve hâlâ da öyledir. Rahmetli annemin taziyesine gelmiş, dua etmiş ve Fatiha’yı onun adına bizim Çocukluk arkadaşlarımız vardı. Hatta okulda birçok Hıristiyan arkadaşlarımız vardı. Onları kendimizden, onlar da bizi kendilerinden hiç ayırmazdı. Futbolcu Hanna bütün Mardinli Müslüman gençlerin en çok sevdiği hemşerilerimizdendi. Dipnotlar el-Bakara 2/21; ez-Zâriyât 51/56; el-Mülk 67/2 el A'râf 7/87; el-Kehf 18/29; et-Tegâbün 64/2 Âl-i İmrân 3/65-67; el-Mâide 5/68 Hûd 11/15-24; Fussilet 41/40; el-Câsiye 45/20-35 el-Mâide 5/3; el-Ahzâb 33/40 el-Enbiyâ 21/107; Sebe' 34/28 el-Hucurât 49/13 el-Mâide 5/48 el-Mâide 5/ 1; en-Nahl 16/ 91, 92, 94 en-Nisâ 4/58; el-Mâide 5/2, 8 el-Mümtehine 60/8-9 Serahsî, Şerhu's-Siyeri'l-Kebîr, IV, 1383; V, 1047; Kâsânî, Bedâyi, VI, 281. Abdülkerîm Zeydân, s. 61-67; Abdülazîz Kâmil, I, 83-85, 92. Beyhakî, Sünen, X, 205. el-Bakara 2/256; Yûnus 10/99; el-Kehf 18/291. Ebû Ubeyd, Kitabu’l-Emval, s. 57; Ebü Yûsuf, Kitabu’l-Harac, s.135. İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, I, 38; M. Hamîdullah, İslam Peygamberi, s.280-281. 18. el-Mâide 5/ 1; en-Nahl 16/ 91, 92, 94 ............................. 19 ............................. Kasım-Aralık-Ocak 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. adalet ve medeniyet okumamızı istemişti. Çarpıcı bir örnek olarak; bir Ramazan gününde sabahleyin dükkânına gelen bir Mesihi amca, oğlunun dükkân kapısında sigara içtiğini görünce dehşete kapılır ve kendinden geçmişçesine oğlunu sille tokat dövmeye başlayarak şunları söyler: “Utanmaz edepsiz adam! Bizim Ramazan’da Müslüman komşularımızın önünde hiç yemek yediğimizi veya sigara içtiğimizi gördün mü? Bu ne biçim iş?” Gerçekten Ramazan’da asla açıktan yemek yemez ve hiçkimsenin gözü önünde sigara içmezlerdi. Aynı şekilde Müslümanlar da Hıristiyanların kırk gün süren ve hayvansal gıda yemedikleri oruç günlerinde yemek yerken Hıristiyan bir komşu geldiğinde hemen toparlanır ve hayvansal gıdaları uzaklaştırırlardı. Ben bunu dedemde bir kez müşahede ettim. Bir gün biz öğle yemeği yerken aniden Keçeci Cercis Amca çıkıp geldiğinde dedem hemen toparlandı ve sofradaki etli yemekleri uzaklaştırmamızı istedi. “Cercis, kusura bakma, buyur otur!” dedi. Cercis Amca gittikten sonra etli yemek sofraya yeniden getirildi. Annelerimizin terzileri hep Hristiyan bayanlardı. Terzi Verde, sanki evimizin bir ferdi gibiydi. Kumaşla ilgili alış- verişimizi yaptığımız Antuvan adlı bir bezzaz vardı. Bütün alışverişimizi ondan yapardık ve babam onunla altı ayda bir hesaplaşırdı. “Benabil” yani şimdiki Bülbül Köyü tamamen Mesihi idi. Onların hayvanlarının semerlerini babam imal eder, onlar da hesap yapmadan semerlerini alıp çeker giderlerdi. Sonbaharda meyve ve sebze satışlarını yaptıktan sonra gelir ve babama borçlarını öder giderlerdi. Aylar sonra yapılan bu alışveriş hesaplarında, kimsenin diğerine en ufak bir itimatsızlığı söz konusu değildi. Mardinli Müslümanlar her zaman Mesihilerin alış verişlerinde çok düzgün ve samimi olduklarını, güvenilecek kimseler olduklarını söyleyerek onları takdir ederlerdi. Hatta bazen yemin etmek gerektiğinde her iki taraf “bi hakıdineyn” (iki din adına yemin olsun) diye yemin ederlerdi. Bu Mardin’e özgü ve ayrı bir yemin türü idi. Hatta gelenek olarak böyle yemin eden birine karşıdaki “Din tektir, Allah’ımız birdir ve aynıdır.” şeklinde karşılık verilirdi. Bütün bu örneklere bakıldığında Mardinlilerin dinleri, mezhepleri, ırkları çok farklı olmasına rağmen uzun yıllar beraber yaşamış ve hiçbir sıkıntıları ve birbirinden şikâyetleri olmamıştı. Ancak Mardin’in eski köklü aileleri bu geleneği daima sürdürmelerine rağmen sonradan Mardin il merkezindeki etnik yapının zamanla değişmesi ve dışarıdan Mardinli olmayan bazı unsurların şehre gelip yerleşmesiyle Hristiyanların huzuru kaçırılmış oldu. Gerçekten onlar zamanla rahatsız edildiler. Mallarına ve sosyal hayatlarına zarar verilmeye başlandı. Bu durumlar Mardinli köklü ve asil aileleri çok üzüyordu. Gerçekten şerir insanların bu güzel gayrimüslim komşuları rahatsız etmesi, Müslümanları da derinden üzüyordu. Ancak şirret saçan kimselerle de hiçkimse dalaşmak istemiyordu. Buna rağmen Müslüman ve Hıristiyan asil Mardinli ailelerin birbirleriyle ilişkileri hiç zedelenmeden aynen devam etmiştir. Kısacası Mardin örneği, her zaman ve her mekânda birlikte yaşamak isteyenler için güzel bir örnek ve mükemmel bir projedir. >>> lu/Yı ail Yazıcıoğ İsm >> Arş. Gör. esi kuk Fakült itesi Hu zıt Ünivers ldırım Beya e ve n i r e l ecek n edik l ü y ş ö ü s mda d na şinin i a l k n ; l a i i ye değ lıdır. Siyas politikaları i ş i k t a feda n efe m i l l e n a r o i e h s ı l i ş u t t M a kar r par sume n a u ı d h r i ikalar t a l t l i e k l i k s ı o i t t ş p e i p ya halef leri k ler ve u e e l k m e l s , i e k , l olursa idir. Ülke m inden deği el zer yönelm li, kişiler ü ir. d i l e e m l i m edilme n hareket ed de üzerin adalet ve medeniyet ............................. 20 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Muhalefet denilince çoğu zaman aklımıza ilk gelen, onun siyasetle ilgili bir kavram olduğudur. Oysa muhalefet, siyasi yönünün yanında, sosyal boyutu da olan bir kavramdır. Evde, okulda, iş yerinde, sokakta, dolmuşta kısacası sosyal hayatın her aşamasında bir şeylere karşı gelir; bilerek ya da bilmeyerek muhalefet ederiz. Dolayısıyla en basit ifadeyle, bir düşünce veya davranışa karşı gelmek olan muhalefet, insanın bulunduğu her yerde vardır. Zira farklı düşünme ve farklı davranışlarda bulunma isteği insanın özünde bulunmaktadır. Bu da bir başkasının düşüncesine veya davranışına karşı gelmeyi beraberinde getirmektedir. Muhalefet, insan ürünü olduğuna göre her toplumun az-çok muhalefet kültürü bulunmaktadır. Ancak muhalefet kültürünün gelişebilmesi, farklı düşünce ve davranışlara saygı gösterilen, çoğulculuğun sağlandığı, başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı demokratik bir toplumda mümkündür. Bunun yanında karşıt düşüncelerin nasıl ifade edildiği ve ne ölçüde karşılık bulduğu bir toplumun muhalefet kültürü hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar. İşte ülkemiz bakımından sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Bu sorunlarla ilgili tespitlerimizi şu şekilde sıralayabiliriz: • Karşıt düşüncelere sahip kişiler, kendileri için beklediği saygıyı düşüncelerini ifade ederken başkalarına da göstermelidir. Bunun için kullandıkları dile, üsluba ve araca dikkat etmeleri oldukça önemlidir. Ülkemiz bakımından bu konudaki en vahim tablo, sosyal medya aracılığıyla gerçekleşen paylaşımlardır. Gerçekten de günümüzde sosyal medya kullanımının artması ile birlikte internet üzerinden düşüncelerin açıklanması yaygınlaşmış, özellikle siyasi konularda sosyal medya, hakaret aracı haline gelmiştir. Eleştiri sınırlarını aşan hakaret içeren sözlerle, yakıp yıkan ve şiddete başvuran eylemlerle gerçekleşen bir karşı çıkışın demokratik toplumlarda karşılığı bulunmamaktadır. • Bir düşünce veya davranışın muhalefet kapsamında Namık Kemâl’in deyimiyle “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.” İktidarı elinde bulunduranlar, muhalefetin görüş ve düşüncelerini değerlendirmeli, öneri ve tekliflerini dikkate almalıdır. ............................. 21 ............................. Kasım-Aralık-Ocak • Güçlü bir muhalefet kültürünün oluşması bakımından sadece muhalefet edene değil, muhalefet edilene de önemli görevler düşmektedir. Bu noktada farklı görüş ve düşünceleri saygıyla karşılamak, eleştirilmekten korkmamak, uygun bir dil ve üslup kullanılarak yapılan muhalefete açık olmak gerekmektedir. Çoğu zaman doğrulara farklı görüş ve düşüncelerin çatışması neticesinde ulaşılır. Namık Kemâl’in deyimiyle “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.” İktidarı elinde bulunduranlar, muhalefetin görüş ve düşüncelerini değerlendirmeli, öneri ve tekliflerini dikkate almalıdır. Bu yaklaşımın aksine muhalefetin değişik ölçülerde bastırıldığı veya engellendiği toplumlarda gerçek bir demokrasinin varlığından bahsedilemez. Zira demokrasiler, herkesin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve azınlığın çoğunluk olma hakkına sahip olduğu sistemlerdir. Bugünün muhalefeti, yarının iktidarı olabilir. Bu anlamda muhalefetin, seçim dönemleri dışında herhangi bir baskı hissetmeden faaliyetlerde bulunması; belli aralıklarla yapılan seçimlerde iktidar olma hakkına sahip olması kadar önemlidir. Bu durum iktidarı elinde bulunduranların sorumluluğundadır. Sonuç olarak, ülkemizde gerek sosyal gerekse de siyasi hayatın her aşamasında muhalefetin varlığından bahsedilebilirken, yeterli bir muhalefet kültürünün oluştuğu söylenemez. Sosyal hayatta bu durumun düzeltilmesi için toplumun tamamına görev düşmektedir. Siyasi hayatta muhalefet kültürünün oluşmasında ise muhalefetin olduğu kadar, iktidarın da sorumluluğu bulunmaktadır. 7 Haziran seçimlerinden sonra koalisyonun kurulamayışı ve yakın geçmişte yeni anayasa konusunda uzlaşılamaması, ülkemizin siyasi aktörlerinin bu konuda sicilinin parlak olmadığını tekrar gözler önüne sermiştir. Yeterli bir muhalefet kültürüne sahip olduğumuzda, iktidar ve muhalefetin ülkenin temel meselelerine ilişkin konularda, siyasi hesaplara girişmeden beraber çözüm araması mümkün olacaktır. adalet ve medeniyet değerlendirilmesi için farklı öneriler sunması veya alternatif politikalar üretmesi zorunlu değilse de siyasi iktidara yönelik muhalefet faaliyetlerinde bu durum önem arz etmektedir. Özellikle muhalefet partilerinin, siyasi iktidarın programlarına karşı gelmekle yetinmeyip, kendi programlarını ortaya koyması gerekmektedir. Zira siyasi partiler, iktidarı ele geçirmek veya ona ortak olmak amacıyla kurulan ve faaliyetlerini sürdüren kuruluşlardır. Demokrasilerde muhalefet konumundaki siyasi partiler, iktidarın alternatifidir. Bu nedenle muhalefet partilerinin, yalnızca siyasi iktidara karşı gelmesi beklenemez, her an iktidar olacak gibi alternatif politikalar üretmesi gerekir. Sırf muhalefet etmiş olmak için muhalefet eden siyasi partiler, özelde kendilerine genelde ise ülkeye kazanç sağlamazlar. Kendilerine kazanç sağlamazlar çünkü halkın karşısına çıktıklarında teveccüh görmezler. Sadece eleştirenler değil; eleştirdiği konuların çözümü için politika üretenler ve bu politikaları fırsat tanındığında nasıl icra edeceklerini doğru bir biçimde izah edenler, halkın desteğini kazanabilir. Günlük hayatta da aslında durum böyledir. Sürekli eleştiren ancak eleştirdiği konular için önerisi olmayan, sorumluluk almaktan kaçınan kişiler, başkaları tarafından pek sevilmezler. Diğer yandan sırf muhalefet etmiş olmak için muhalefet eden siyasi partiler, ülkeye de kazanç sağlamazlar. Çünkü iktidarı elinde bulunduranlar, güçlerini her an kaybedebileceklerini düşünmez, kendilerine alternatif oluşumun varlığını hissetmezlerse rehavete kapılabilirler. Bu nedenle muhalefet partileri, iktidarın politikalarına alternatif politikalar geliştirerek bir yandan “göreve hazırım” mesajı verirken, diğer yandan iktidarın daha fazla çalışmasını ve icraatlarda bulunmasını sağlayabilir. Bundan da ülke kazançlı çıkar. • Muhalefet kişiye değil; kişinin söylediklerine ve yaptıklarına karşı olmalıdır. Siyasi anlamda düşünecek olursak, muhalefet iktidar partisinin politikalarına yönelmelidir. Ülke meseleleri kişisel husumetlere feda edilmemeli, kişiler üzerinden değil, ilkeler ve politikalar üzerinden hareket edilmelidir. Bu anlamda muhalefetin öncelikle hedefi iktidarı engellemek değil, onu sınırlandırmak olmalıdır. Elbette muhalefet, iktidarın politikalarını eleştirerek, iktidar değişimini savunabilir, hatta iktidar değişimine yol açacak birtakım mekanizmaları başlatabilir. Ancak demokratik toplumlarda bu durum hukuki ve siyasi bazı koşullara bağlanmıştır. Bunun dışında muhalefetin asıl görevi, iktidarı sınırlandırmaktan ibarettir. DİYANET İŞLERİ BAŞKANI PROF. DR. MEHMET GÖRMEZ adalet ve medeniyet ÜLKEMİZ BİRLİKTE YAŞAMA VE KARDEŞLİK HUKUKUNUN TESİSİNDE BİR UMUT ADASIDIR ............................. 22 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >> Röportaj: Hüseyin Üşenmez Dünyada var olan bütün kültürlerde medeniyetlerde üç sınıf insan cübbe giymektedir. Din adamları, hukuk adamları ve üniversite hocaları. Bunun sembolik anlamı çok büyüktür. Üç sınıf insan da kendi nefsi arzularına, sübjektif görüş ve düşüncelerine göre hareket edemeyen insanlardır. Muhterem Hocam, Siz Diyanet İşleri Başkanı olarak ve kurumunuz yakın zamanda birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu çok dillendirdiniz? Bunun sebebi nedir? Niçin birlikte yaşama ahlakı ve hukuku? Bismillahirrahmanirrahim. Modern dünya, tarihî tecrübeleri fazla dikkate almadan kendi değerler dünyasını, kendi hayat tarzını, kurumlarını, insan ilişkilerini, dilini üretmiş durumdadır. Ancak hayata bakışı hikmet ve merhamet değil, güç ve menfaat eksenli olmuş ve sürekli bir çatışma kültürü meydana gelmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan trajediler, son yıllarda Arakan’da, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de ve Yemen’de yaşanmakta olan savaş, çatışma, işgal ve soykırımlar nedeniyle zorunlu yer değiştirmeler ve göçler yaşanmış ve halen de yaşanmaya devam etmektedir. Dünyanın sınır kavramını unuttuğu ve alabildiğince çalkalanıp alt üst olduğu günümüzde, farklı din, dil, ırk, renk, ülke, kültür, inanç, mezhep ve meşrebe sahip insanlar, tarihte hiç görülmemiş bir yoğunlukta bir arada yaşamaya başladılar. Küresel ölçekte bilimsel, teknolojik, ekonomik, siyasi, dinî ve kültürel etkileşimler yaşanmaktadır. Bu durum pek çok problemin yanında “öteki” problemini, yani ötekini tanıma, kabullenme ve onunla bir arada yaşama problemini de beraberinde getirmiştir. Her ne kadar insanlık birlikte yaşama konusunda ciddi bir birikime sahip olsa da sürekli demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, çoğulculuktan ve çok kültürlülükten söz edilse de dünyamızda medeniyetler, dinler ve kültürler arasında çatışma senaryoları, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme, asimilasyon ve izolasyon politikaları bir türlü sona erdirilememiştir. Ayrıca Batı dünyasının İslamofobik dalgalarla hızla çok kültürlülükten uzaklaşması, Batı’da yaşayan millet varlığımıza ve Müslüman kimliğine yönelik ayrımcılıklar birlikte yaşamaya olan ihtiyacımızı göstermektedir. adalet ve medeniyet ............................. 23 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Sayın Başkanım, Efendimiz (sav) ve ilk örnek Sahabe-i Kiram birlikte yaşama üzerinde Medine'de önümüze eşsiz örnek sundular. Ensar muhacir kardeşliği başta olmak üzere Müslümanların farklı dine mensup insanlarla beraber yaşayabildiği Medine bizim için güzel bir örnek. İlk örnek nesil bunu nasıl başardı? Tarihteki örnekleri nelerdir? Rasul-i Ekrem Efendimiz (sas), bütün âlemlere rahmet Kin ve nefret yerine merhamet ve adaleti; düşmanlık ve husumet yerine dostluk ve kardeşliği; riyakârlık ve gösteriş kültürü yerine içtenlik ve samimiyeti ikame etmek; zedelenen insan haysiyet ve onurunu yüceltmek için daha çok çaba göstermeye ihtiyacımız bulunmaktadır. olarak gönderilmiştir. O Rahmet Elçisi (sas) ki Medine’ye hicretle önce Ensar ve Muhacir arasında benzeri görülmemiş bir kardeşlik bağı tesis ettiğini görmekteyiz. Sadece Müslümanların kendi aralarındaki birlikte yaşamalarını değil diğer din mensupları ile de birlikte yaşamayı tesis etmiştir. Allah Rasûlü (sas) döneminde Hıristiyanlarla ilk ilişkiler, Müslümanların Habeşistan’a hicretiyle; Yahudilerle ilk ilişkiler ise bizzat Hz. Peygamberin (sas) Medine’ye hicretiyle başlamıştır. adalet ve medeniyet ............................. 24 ............................. Medine İslâm toplumunda üç ilahi dinin mensupları arasında örnek ilişkiler kurulmuş. Kasım-Aralık-Ocak Medine İslâm toplumunda üç ilahi dinin mensupları arasında örnek ilişkiler kurulmuş, antlaşmalar imzalanmış, birlikte yaşama hukuku geliştirilmiş ve bu hukuk Medine Vesikası ile yazılı hâle getirilmiştir. Bu sözleşme ile farklı din ve kültüre mensup insanların aynı toplum yapısında huzur ve güven içinde bir arada yaşamalarını temin edecek hukuki zemini oluşturmuş ve bunun mümkün olabileceğini bütün dünyaya göstermiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (sas) ve Hulefa-i Raşidin döneminde Müslü- man olmayanlar, azınlık statüsünde değerlendirilmeyip asli unsur olarak kabul edilmiş, yapılan antlaşmalarda her ferde din ve vicdan hürriyeti tanındığı açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre dinî eğitim, öğretim, ayin ve ibadetler ile mabetler, inanç hürriyetinin gereği olarak hukukun güvencesi altına alınmıştır. Hz. Peygamber (sas) ve ashabının temellerini attıkları birlikte yaşama hukuku tek taraflı bir süreçte gelişmemiş, diğer din mensuplarının da bu anlayışa katkıları olmuştur. Asr-ı Saadetten tevarüs ettikleri bu bakış açısını ve evrensel mesajı Endülüs’ten, Maveraunnehir’e Afrika’dan Asya’ya gittikleri tüm coğrafyalara taşıyan Müslümanlar rahmet medeniyetleri inşa etmişlerdir. Başta Anadolu olmak üzere Endülüs’ten Hindistan’a, Afrika’dan Asya’ya İslâm coğrafyasının dört bir köşesinde örnek toplum modelleri ortaya konulmuştur. Farklı millet, kültür ve dinlerin kavşak noktaları olarak nitelendirebileceğimiz Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire, İskenderiye, Kurtuba, Üsküp, Saray Bosna, Antakya, Edirne, Bursa, Mardin, İstanbul gibi İslâm şehirleri, hoşgörünün, anlayışın, saygının hüküm sürdüğü huzur ve barış merkezleri olmuşlardır. Fatih’in ahidnamesi, Medine Sözleşmesinden ve Selahaddin Eyyubi’nin emannamelerinden ilham almıştır. Osmanlı Devleti de millet sistemiyle farklılıklarla birlikte yaşamayı bir hukuka kavuşturmuş ve bir ahlaka dönüştürmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinden sonra yayınladığı, farklı inanç ve kültür mensuplarının bir arada güven içerisinde yaşamasını temin eden ahidnamesi, ilhamını Medine Sözleşmesinden, Kudüs fatihleri Hz. Ömer ve ardından Selahaddin Eyyübi’nin emannamelerinden almıştır. desteklenmediği için barış, huzur ve kardeşlik yolunda istenen neticeler bir türlü alınamamıştır. Maalesef bütün bu amaçlar için kurulan birçok uluslararası kuruluş bile hiçbir zaman iyilik ve adalette birleşemedi. Adetâ bu konuda iyi bir sınav veremediler, sınıfta kaldılar. Üzülerek ifade edelim ki modern zamanlarda insanlık, dinler ve Peygamberler aracılığıyla tüm zamanları ve insanları muhatap alan, bütün inanmış yüreklere duyurulan çağlar üstü hikmet ve hakikatlerden uzak düşmüştür. İnsanlık, manevi değerlerden uzaklaştıkça hırs, kin, nefret, gaflet ve vahşetin sarmalında maalesef insanlığından da uzak düşmektedir. Dolayısıyla bugün birlikte yaşama konusunda genelde insanlığın özelde ise Müslüman toplumların karşılaştıkları sorunların çözümü için seferber olunmasına; dinlerin, özellikle de son hak din olan İslâm’ın bakış açısının bir kez daha yeniden ortaya konmasına; tarih boyunca Müslümanların bu konuda geliştirdikleri hukukun fark edilmesine; tarihî tecrübenin günümüze yansıtılmasına ve birlikte yaşama ahlâkı konusunda bir bilinç oluşturulmasına ihtiyaç vardır. ............................. 25 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Muhterem Hocam, Sevgili Peygamberimizin (sas) Mekke’den Medine’ye hicretiyle birlikte ensar-muhacir kardeşliğini tesis ettiğinden, birlikte yaşama ahlakı ve hukukuna dair Medine vesikasından ve tarihteki örneklerinden bahsettiniz, bugüne geldiğimizde durum nasıl? Tüm bu olumsuzluklar içerisinde her şeye rağmen ülkemiz -Allah’a hamdolsun- bir umut adası olmaya devam etmektedir. Hepimizin bildiği gibi Anadolu’muzun güzel insanları, uzun asırlar boyunca başka inanç ve kültürden insanlarla huzur ve güven içinde bir arada yaşamanın en anlamlı örneklerini vermiştir. Ancak bütün bunlarla birlikte bugün ülkemizde de insanlar, birlikte yaşama ahlakını ortaya koymada zaman zaman ciddi zaaflar gösterebilmektedirler. Etnik, ideolojik, mezhebi ve meşrebi adalet ve medeniyet Muhterem Hocam, İslam Dünyası ve Müslümanlar tarihten getirdikleri bu tecrübesine rağmen şu an birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu niçin kaybettiler? Modern dünyanın etkisi nedir? Uluslararası kuruluşların bu konudaki durumu nedir? Günümüze geldiğimizde İnsanlığı topyekûn barışa davet eden bir dinin mensupları ve cihanşümul bir rahmetin temsilcisi olan Hz. Peygamberin (sas) müntesiplerinin bugün ortaya koydukları davranışlar ve sergiledikleri tavırlar çoğu zaman Kur’an ve Sünnet’in rahmet yüklü mesajlarının çok uzağına düşmektedir. Özellikle son iki asırda Müslümanlar, tarihte insanlığa eşsiz örneklerini sergiledikleri birlikte yaşama ahlakını ve hukukunu güncelleyerek hayata aktarmada zorlandılar. Ne yazık ki aynı inancın mensupları arasında bile şiddet, çatışma ve savaş baş göstermiş durumdadır. Tarihte selam ve eman yurdu olarak bilinen İslam coğrafyası, bugün, artık şiddetle, çatışma ve savaşla anılır duruma gelmiştir. Ekonomik kaynakların paylaşımındaki dengesizlikten, siyasi temsiliyetteki mağduriyetlerden, haksızlığa uğramaktan ve emniyetsizlik halinden neşet eden gerilimler aslında bir mezhep savaşı gibi aksetmekte, zalimane tavırların ve cahilane tepkilerin faturası ise maalesef din-i mübin-i İslam’a kesilmektedir. Aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı, aynı güneşin ışığını ve ısısını paylaşan insanlar arasında saygıya dayalı sağlıklı bir iletişim örüntüsü kurmak; kendi yaşamı adına diğerinin yaşama hakkını elinden almayan, hukuka ve ahlâka riayet ederek birlikte yaşamayı başarabilen toplumlar inşa etmek gerekmektedir. Ne yazık ki insanlık, ortak yurdumuz olan dünyayı barış içinde imar ederek birlikte yaşama ahlak ve hukukunu yeryüzünde egemen kılamadık. Dünyada her ne kadar farklılıklardan kaynaklanması muhtemel çatışmaların önlenmesi adına uluslararası sözleşmeler imzalanmış, bu amaçlar doğrultusunda uluslararası kurum ve kuruluşlar ihdas edilmişse de bütün bu girişimler, dünyamızdaki farklılıkların tamamını kuşatmadığı ve dinî, ahlâki ve kültürel alt yapı ile Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinden sonra yayınladığı, farklı inanç ve kültür mensuplarının bir arada güven içerisinde yaşamasını temin eden ahidnamesi, ilhamını Medine Sözleşmesinden, Kudüs fatihleri Hz. Ömer ve ardından Selahaddin Eyyübi’nin emannamelerinden almıştır. Aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı, aynı güneşin ışığını ve ısısını paylaşan insanlar arasında saygıya dayalı sağlıklı bir iletişim örüntüsü kurmak; kendi yaşamı adına diğerinin yaşama hakkını elinden almayan, hukuka ve ahlâka riayet ederek birlikte yaşamayı başarabilen toplumlar inşa etmek gerekmektedir. farklılıklar, bazen çatışma nedeni olarak görülebilmektedir. Farklı görüşlere tahammül ve anlayış göstermek ne yazık ki kimi zaman zayıflayabiliyor. Her geçen gün insanların birbirlerini daha az anladığını hatta anlayamaz hale geldiğini üzülerek müşahede ediyoruz. Kin ve nefret yerine merhamet ve adaleti; düşmanlık ve husumet yerine dostluk ve kardeşliği; riyakârlık ve gösteriş kültürü yerine içtenlik ve samimiyeti ikame etmek; zedelenen insan haysiyet ve onurunu yüceltmek için daha çok çaba göstermeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Hukuksal normlar ve kurallar bir arada yaşamayı bir yere kadar sağlayabilir. adalet ve medeniyet ............................. 26 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Birlikte yaşamayı tekrar nasıl tesis edebiliriz? Elbette bu konuda bütün insanları barış içinde birlikte yaşatacak hukuk temelleri son derece önemlidir. Ancak unutmamak gerekir ki bir takım hukuksal normlar ve kurallar bir arada yaşamayı bir yere kadar sağlayabilir. Hukuksal zemin ahlaki ilkelerle beslenmedikçe ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme artık neredeyse bir endüstriye dönüşerek yaygınlaşan İslamofobinin önüne geçilmesi mümkün görünmemektedir. Zira her geçen gün şiddetini arttıran bu çatışma ve ayrıştırma, hukukun tek başına yeterli olmadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Aslında bütün din ve kültürlerde söz konusu ahlakın temel ilkeleri öz olarak mevcuttur. Her biri birbirinin kardeşi olan Kutlu Peygamberler hayatları boyunca her daim birleştirici, uzlaştırıcı, affedici barış elçileri olmuş, örnek hayatlarıyla yüksek insani değerleri ortaya koymuşlardır. Bu değerler ve örnek uygulamalar, Hz. Musa’nın on emrinde, Hz. Davud’un Zebur’daki yakarışlarında, Hz. İsa’nın dağdaki vaazında ve Hz. Muhammed Mustafa (sas)’nın Medine Vesika’sında ve Veda Hutbesinde bütün insanlığa ilan ettikleri evrensel bir mesaja bürünmüştür. Muhterem Başkanım, İslami referanslardan hareketle, özü insana, inanca, kutsala, düşünceye, kültüre ve medeniyete saygıya dayalı birlikte yaşama ahlakının temel ilkeleri neler olmalıdır? Tarihten getirdiğimiz bu tecrübeyi günümüze aktarmak için hangi ilkelere dikkat etmemiz gerekmektedir? Hz. Peygamber (sas) zamanından günümüze İslâm toplumları, Müslüman olmayan toplumlarla ilişkilerinde her zaman belli ölçüleri gözetmiştir. Bu ölçüleri belirleyen bizzat Kur’an ve Hz. Peygamberin (sas) sünnetidir. Kerim Kitabımızda dini kabul noktasında insanlara baskı yapılmasını yasaklayan ayetler bulunması (Bakara 2/256; Yunus 10/99; Kehf 18/29), başka din ve inanç mensuplarına anlayış gösterilmesini gerekli kılmaktadır. Birlikte yaşama ahlak ve hukukunun tesisinde belli başlı prensiplerimiz olmalıdır. Bütün insanlık, Âdem ve Havva’nın çocukları olmaları hasebiyle birbirini insanlık ailesinin fertleri olarak görmeli, kardeşliğe yakışır davranışlar sergilemeli ve her türlü ayırımcılığa karşı çıkmalıdır. Bütün insanlığın aynı özden yaratıldığı, insanlık onur ve değeri bakımından eşit olduğu bilinmeli, herkese insanca muamele edilmelidir. Dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun her insanın canının, haysiyetinin ve malının dokunulmaz olduğu bilinmelidir. Her insanın kimliğine, kişiliğine ve farklılığına saygı gösterilmelidir. İnsan, başkalarının kendisine nasıl davranmasını istiyorsa, kendisi de başkalarına öyle davranmalıdır. Bütün insanlar, yaratılış gayelerinden birinin insanlığın ortak evi ve yurdu olan yeryüzünü imar etmek olduğunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıdır. Kâinat, tüm insanlığa aittir. Tabiatın havası, suyu, toprağı, denizleri, bitkileri, hayvanları ve diğer canlıları ile korunmayı hak ettiği bilinciyle hareket edilmelidir. Yeryüzü her şeyden önce bizden sonrakilerin bize bir emanetidir. Onlara yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için her türlü ifsat ve bozgunculuktan uzak durulmalıdır. Dünya toplumu olma adına, dar görüşlü kavgaları bırakıp, kalpleri birbirine açmalı, dayanışma ve yardımlaşmaya dayalı bir hayat için sürekli çaba gösterilmelidir. Hayatı anlamlı kılan, insanın sadece kendisi için değil başkaları için de yaşayabilmesidir. Çocukların, gençlerin, kadınların, yaşlıların, fakirlerin, engellilerin, hastaların, yetimlerin, kimsesizlerin ve mültecilerin mağdur edilmediği bir dünya 21. Yüzyılda artık bir özlem olmaktan çıkarılmalıdır. adalet ve medeniyet ............................. 27 ............................. Kasım-Aralık-Ocak ile karşılık verdiğinizde mahza adaleti sağMuhterem Hocam son olarak dergimizin layamamış olabilirsiniz. O yüzden Hz. hitap ettiği kitle hukuk camiası. MesPeygamberin hayatında ve öğretisinlekteki hâkim savcılarımıza ve de rahmet yüklü adalet kavramı hukuk fakültesi öğrencilerine Hayatı anlamlı son derece önemlidir. Adalet tavsiyeleriniz nelerdir? kılan, insanın sadece sadece bir ceza olarak değerDünyada var olan bütün lendirilmemelidir. Adalet kültürlerde medeniyetlerkendisi için değil başkalayeryüzünde iyiliği egemen de üç sınıf insan cübbe rı için de yaşayabilmesidir. kılmaktır. Bunu sağlayagiymektedir. Din adamÇocukların, gençlerin, kacak olan da sizlersiniz. ları, hukuk adamları ve dınların, yaşlıların, fakirlerin, Adaletten ve ihsandan üniversite hocaları. Buengellilerin, hastaların, yetimhiçbir zaman ayrılmamanun sembolik anlamı lerin, kimsesizlerin ve mültecinız gerekmektedir. çok büyüktür. Üç sınıf insan da kendi nefsi arlerin mağdur edilmediği bir Muhterem Hocam son zularına, sübjektif görüş dünya 21. Yüzyılda artık olarak neler söylemek isve düşüncelerine göre habir özlem olmaktan tersiniz? reket edemeyen insanlardır. çıkarılmalıdır. Her türlü olumsuzluğa, saldıDin adamları inanç değerlerine rıya, oyuna, strateji ve plana rağgöre hareket etmek zorundadır. men Müslümanlar olarak, Kur’an’ı Üniversite hocaları da doğru bilgiye Kerim’in ve Son Peygamberin (sas) çağlar göre hareket etmek zorundadırlar. Hukuk üstü örnekliğini esas almakla mükellef olduğuadamları adalet öğretisine göre hareket etmek zorundadırlar. Bunun anlamı sadece kendi vücutlarını örtmek muzu burada bir defa daha hatırlamakta fayda mülahaza değildir. Vicdanlarına, adalet öğretilerine, ahlak değerlerine, ediyorum. İslâm ümmeti, bir taraftan çağı doğru okuyan, insan haklarına ve kanunların ruhuna göre karar verecekleri diğer taraftan da dinin sahih bilgisini günümüze taşıyarak vazgeçilmez değerlerine sahip çıkan bir bilinç düzeyianlamındadır. İslam Peygamberi insanlığa adaletle birlikte rahmeti de ka- ne eriştiğinde şiddet sarmalından kurtulacaktır. İslâm’ın zandırmak istemiştir. Sevgili Peygamberimizin (sas) öğretisi medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine, tarihte bu ilkelerin rahmet yüklü adalettir. Zaman zaman adalet, merhametsiz- üzerinde yükselen model toplumlara, onların farklılıklalik olarak telakki edilir. Ancak öyle değildir. Adalet rahmet rı çatışma ve yıkım sebebi değil, gelişme ve zenginleşme yüklü olmak demektir. Allah insanlara adaleti ve ihsanı em- fırsatı olarak nasıl değerlendirdiğine odaklandığımız zareder. Adalet ve ihsan kavramı Peygamberimizin sürekli bir- man, coğrafyamız yeniden selam ve eman yurdu hâline likte kullandığı ve mukayese ettiği kavramlardır. Adalet, bir gelecektir. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa insan kötülük yaptıysa kötülüğünün karşılığını bulmasıdır. barış, huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet Kamu hukukunda adalet üstündür. Bireyler arasındaki ilişki- aşılamanın yolu, birlikte yaşama hukukunu ve ahlâkını lerde affetmek demek olan ihsan üstündür. Kötülüğe bir ceza yeniden yaşanır kılmaktan geçmektedir. >>> Gel! Birbirimizin kıymetini bilelim. Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım. Mevlana BiRLiKTE YAŞAMA FELSEFESi >> Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu /Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Bir bucuk asırdır yaşananlara rağmen, gerçekte ülkemizde birlikte yaşamaktan yana büyük bir tercihin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu varlığa daha ciddi bir şekilde sarılmak ve dayanaklarını yeni bir dille hatırlamak yeni neslin ve nesillerin başarısı olacaktır. Anadolu ile sınırlarsak Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi dayanakları vardır bu tercihin. adalet ve medeniyet ............................. 28 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Beraber yaşama kültürü günümüzde birlik ve beraberlik, anlayış ve hoşgörü, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma, empati kurma ve ötekileştirmekten kaçınma gibi sözcük ve tanımlamalarla gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bugün konunun vurgulanma ihtiyacı elbette vardır. Ancak bu, bir zafiyetin itirafı niteliğindedir aynı zamanda. Yine de bu vurgulamalar, hem ihmal edilen kültürel değerleri, hem de giderek artan bir ihtiyacı dillendirmeye yol açarsa çok anlamlı olacaktır. Bir bucuk asırdır yaşananlara rağmen, gerçekte ülkemizde birlikte yaşamaktan yana büyük bir tercihin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu varlığa daha ciddi bir şekilde sarılmak ve dayanaklarını yeni bir dille hatırlamak yeni neslin ve nesillerin başarısı olacaktır. Anadolu ile sınırlarsak Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi dayanakları vardır bu tercihin. Bu yazı, konunun bu yönüyle ilgilidir ve burada birlikte yaşama anlayışına özellikle Mevlana (1207-1273) ve Yunus Emre’yle (öl. 1321) yeniden yakınlaşma arzusu bulunmaktadır. Birlikteliği, birbirini destekleyen ve sağlamlaştıran şu üç aşama veya basamakla ele almak doğru olacaktır: Kişisel bütünlük, arkadaşlık ve dostluk, toplumsal beraberlik. Birlik düşüncesi, geleneksel düşüncede önce fertlerin iç dünyasında güçlendirilmiştir. Zihinde ve gönülde birlik, kişisel huzur için gereklidir. Düşüncelerde ve duygulardaki uyumluluğun oluşması ve korunması için özel tavsiyeler vardır. Yunus Emre’nin şu dizesi, bir bakıma içteki bütünlüğü ve eylemdeki kararlığı ifade etmektedir: Aşk imâmdur bize gönül cemâat Kıblemüz dost yüzi dâimdür salât1 Kültürümüzdeki halvet ve uzlet kavramları, özellikle gönüldeki birlik için oluşturulmuştur, denebilir. Yunus Emre’nin yukarıdaki beytinde şekil bulduğu gibi halk arasındayken gönülde Hak ve hakikatle baş başa olmak, yani halvette bulunmak ve günlük hayatta bütün aykırı duruş ve davranışlardan uzak kalmak, yani uzlette olmak. İşte asırlarca üzerinde düşünülmüş güçlü kişilik için, özlü bir tanım ve tercih. Mevlana anlatıyor: Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykeltıraş gibi taştan arkadaş yont. Çünkü kervanın kalabalıklığı ve çokluğu, yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar. ............................. 29 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Güzel dostlukların oluşmasında engel olan benlik duygusuna yönelik bir hikaye Mesnevi’de şu şekildedir: Biri geldi, arkadaşının kapısını çaldı. Arkadaşı, “Ey güvenilir kişi! Kimsin?” dedi. “Ben” dedi. -Arkadaşı- ona dedi: “Git, zamanı değildir. Böyle bir sofrada ham kişiye yer yoktur. Ham kişiyi ayrılık ve hicran ateşinden başka kim olgunlaştırır? İki yüzlülükten kim kurtarır?” O zavallı gitti. Bir yıl yolculukta dostunun ayrılığında alevlerle yandı. O yanmış, olgunlaştı. Sonra geri döndü. Yine arkadaşının evinin etrafında dolaştı. Dudağından edepsizce bir söz çıkmaması için yüz korku ve edeple kapının halkasını vurdu. Dostu seslendi: “Kapıdaki kimdir?” O, “Kapıda da sensin, ey sevgili” dedi. -Arkadaşı- dedi: “Şimdi benim gibisin, ey ben! Gir. Evde iki bene sığacak yer yok.” 10 Sözün kısası, Biz ve benle dostu incitme; dost, sana düşman ve hasım olmasın. Zihninde bütünlük, gönlünde kararlılık bulunan kişilerin edindikleri dostluk ve beraberlikle oluşturacakları toplumlar, aykırı duranlar karşısında daim muzafferdir. Çünkü Mevlana’nın anlatımıyla hayat yolunda ilerleyen iyiler, ne kadar kalabalık olursa kötüler o kadar ümitsiz ve güçsüz kalacaktır: Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykeltıraş gibi taştan arkadaş yont. Çünkü kervanın kalabalıklığı ve çokluğu, yol kesicilerin belini ve mızrağını kırar.11 İkinci beyitteki kervan insan topluluklarını, bel ve mızrak sözcükleri de hakikat yolunu kapatmaya çalışanların ümit ve beklentileridir. Toplumda buluşturucu, yakınlaştırıcı ve bütünlüğü sağlayıcı kişilere elbette ihtiyaç vardır. Sorun çözücü, yol açıcı kişilerin gerekliliğini ve değerini bir Mesnevi hikayesinde görmek mümkündür: Bir adam dört kişiye bir dirhem verdi. Biri, “Bunu engûra vereyim” dedi. Diğer biri Arap’tı “Hayır, ben ineb istiyorum. Ey düzenci!” dedi. Biri, Türk’tü ve “Bu, benim; ben ineb istemiyorum, üzüm istiyorum” dedi. Bir Rum, “Bu konuşmayı bırakın. İstâfîl istiyoruz” dedi. O kişiler çekişerek savaşa girişti; çünkü adların sırrından habersizdiler. adalet ve medeniyet Bir alçak kişi bir gün bir dervişe, “Burada seni kimse bilmez” dedi. Dedi: “Halk beni bilmiyorsa da ben kendimi, kim olduğumu iyi biliyorum. Dert ve yara aksine olsaydı; o beni görseydi, ben kendimi görmeseydim, eyvahlar!”2 İnançlı ve duyarlı kişi günlük hayatta kararsız ve dağınık olmaz. Madem hak ve hakikatle buluşmuştur, öyleyse şikayet ve ıstıraptan uzaktır, buluşmuşluğun verdiği sükuneti ve yakınlık duygusunu taşımaktadır. Yunus Emre Diyor ki: Ger vuslata irdünise bu derdile firâk nedür Dostı gördünise bu bakdugun ırak nedür3 Çünkü sözler ve davranışlar, çözümü göstermeli, yolu açmalıdır. Üzüntü ve ümitsizliğe yol açan iddialı konuşmalar özden, kaynaktan haber verebilir mi? İyi düşündüğünü, doğruyu söylediğini ileri süren kişiye, iradeli olduğunu anlatan şahsa sesleniyor Mevlana: Madem pınardan geldin, niçin kurusun sen? Madem ceylan göbeğisin nerde misk kokun? Ey büyük kişi! Söylediğin ve anlattığından sende bir işaret nasıl bulunmadı?4 Zihin dünyası berrak ve gönül dünyası huzurlu kişiler, kalıcı dostluklar için adım atar, dünyada büyümeye devam ederler. Arkadaşlık ve dostluk, ilk beraberlikler için kullanılmış isimlendirmelerdir. Dostluğun gerekliliği üzerine pek çok vurgu yapılmıştır. Arkadaş edinmek için çaba göstermek gerekir. Tesadüflerden daha ileri adım atılmalı, gayret gösterilmelidir: Dost ol, sayısız dost gör. Dostun olmazsa yardımsız kalırsın.5 Sözün özü şudur: Topluma dost ol; heykel yapan gibi taştan arkadaş yont.6 Büyükler dost aramada sınır ve engel oluşturmamayı öğütlemektedir. Aynı mefhumu hem Mevlana’dan, hem de Yunus Emre’den dinlemek imkanımız vardır. Mevlana’nın Türkçe beytiyle yön verelim konuya: Ol çicegi kim yazıda buldun Kimseye virme hasmına virgil7 Yunus Emre, aynı tavırda kararlılık göstermektedir. Onun, Mevlana’nın çayırdan derleyip herkese, hatta hasma, düşmana sunduğu çiçek misali duaları vardır: Her kim bana agyârısa Hak Tanrı yar olsun ana Her kancaru varurısa bâg u bahâr olsun ana Bana agu sunan kişi şehd şeker olsun aşı Gelsün kolay cümle işi eli irer olsun ana8 Yabancılık gösterene, düşmanlık yapana Hak Tanrı’dan yardım dilemek, zehir suna kişiye “aşı bal-şeker olsun” diye dua etmek, nasıl bir bakış tarzıdır! Kazanılan dostlukların korunması da önemli bir konudur. Buna dikkat çekmeyi de unutmamıştır, rehberlik edenler: Dost senin gözündür. Ey avcı! Onu çer çöpten temiz tut. Sakın! Dil süpürgesiyle toz etme. Göze çöpten armağan yapma.9 Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikene su vermek. Adalet, nimeti yerine koymaktır; su çeken her köke değil. Zulüm nedir? Yersiz yere koymak. Bu, sadece belaya kaynak olur. Aptallıkla birbirlerini yumrukladılar; cahillikle dolu ve bilgiden boştular. Bir sır sahibi, yüz dilli bir aziz kişi bulunsaydı onları barıştırırdı. Sonra o derdi: “Ben, bu bir dirhemle hepinizin arzusunu veriyorum. Gönlünüzü hilesiz olarak teslim ederseniz, bu dirheminiz birkaç iş yapar. Bir dirheminiz, dört olur; istek, tamamdır. Dört düşman birleşerek bir olur. Her birinizin dediği, savaş ve ayrılık doğurur; benim sözüm, sizi birleştirir. Öyleyse siz susun. Susunuz da, konuşmada sizin diliniz ben olayım.” 12 Toplumdaki düzene ve beraberliğe zemin hazırlayan ve onu koruyan adalettir. Adalet zihinlerde tarifiyle, toplumlarda ise uygulamalarıyla mutlaka yer bulmalıdır. Mevlana’nın özlü adalet ve zulüm tanımı: Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikene su vermek. Adalet, nimeti yerine koymaktır; su çeken her köke değil. Zulüm nedir? Yersiz yere koymak. Bu, sadece belaya kaynak olur.13 Bireylerin hak ve hukukunu çiğneyen zalim kişiler, yeryüzündeki en kötü kişilerdir ve yaptıklarıyla şüphesiz yüz yüze geleceklerdir. Ali Şîr Nevâî’nin (ö.1501) gönülden bağlandığı bir kişi olan ve Mevlana’ya hayranlığını ilan eden âlim, arif ve şair Abdurrahmân-ı Câmî (ö.1492), devlet idaresinde adalet ve insafın önemini çok önemli ikazlar taşıyan bir ifadeyle dile getirmektedir: Bilmelisin ki, devletin korunup devamının sağlanmasında lüzumlu olan adalet ve insaftır, ne inkârdır ne de din. Dünya düzeni için dinsizin adaleti, dindar şahın zulmünden daha iyidir.14 Hz. Peygamberimizden bir niyaz şöyledir: “Allah’ım! Bize fazlınla muamele et, adaletinle muamele etme!” Buradaki saklı nüktenin açıklaması Molla Cami’nin dilinden şu şöyledir: “Suçu affetmek fazilet, intikamını almak ise adalettir. Fazilet ile adalet arasında yüce sema ile yeryüzü arası kadar mesafe vardır. adalet ve medeniyet ............................. 30 ............................. Bu ikisinin arasındaki farkı bilen âlim kişi nasıl fazileti bırakır da adaleti tercih eder.” 15 Başlangıçtan bu satırlara kadar sıralan bireysel kazanımlar, ikili dostluklar ve üçüncü olarak toplumsal dayanışma, toplumda beraber yaşamayı sağlayan özelliklerdir. Her üç alanda daha olgun yapılara ulaşmak için daima yardımlaşmaya ihtiyaç vardır. Dostluklar, bireysel olgunlaşmaya ve toplumsal yakınlaşmaya yardımcı olurken, dayanışma halindeki toplum hem dostluklara hem de kişisel kazanımlara yardımcı olmakta ve fırsatlar doğurmaktadır. Bu nedenle her üç alandaki gelişme birbirini etkileyici ve birbirine yardımcı olacak yönler taşımaktadır. Sözü yine Mevlana’yla ve insani duygularla tamamlamak anlamlı olacaktır: Gel! Birbirimizin kıymetini bilelim. Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım… Ben ölünce, beni hoşça anacaksın. Niçin ölü severiz, diriye düşmanız biz? Şimdi öldüğümü kabul et, barış yap, anlaş. Çünkü biz barışta ölüler gibi teslimiz. Madem mezarımın üzerini öpeceksin, yanağımı öp. Şimdi ikimiz de hayattayız.16 Dipnotlar 1. Yunus Emre Divanı, Hazırlayan Mustafa Tatçı, Ankara, 1990 (Kültür Bakanlığı Yay.), s. 36. 2. Mevlânâ, Mesnevî, Çev. Adnan Karaismailoğlu, I-III, Ankara, 2007, VI. Defter, beyit 4329-4331. 3. Yunus Emre Divanı, s. 53. 4. Mevlânâ, Mesnevî, V, 2438-2439. 5. Mevlânâ, Mesnevî, VI, 498. 6. Mevlânâ, Mesnevî, II, 2143. 7. Mevlânâ Celâleddîn, Kulliyât-i Sems, nşr. B. Furûzânfer, Tahran, 1345ş., Gazel nu: 1353, beyit 3. 8. Yunus Emre Divanı, s. 30. 9. Mevlana, Mesnevi, II, 28-29. 10. Mevlana, Mesnevi, I, 3055-3062. 11. Mevlana, Mesnevi, II, 2143-2144. 12. Mevlânâ, Mesnevî, II, 3667-3678 13. Mevlânâ, Mesnevî, V, 1089-1091. 14. Abdurrahmân-ı Camî, Bahâristân, nşr. İsmâ’îl-i Hâkimî, Tahran, 1371ş. s. 46. 15. Abdurrahmân-i Camî, Bahâristân, s. 51. 16. Mevlânâ Celâleddîn, Kulliyât-i Sems, Gazel nu. 1535. Kasım-Aralık-Ocak Suriye’yi terk ederek ülkemize sığınanlara kapılarımızın sonuna kadar açık olmasına ve imkânlar ölçüsünde her türlü desteğin Suriyelilere verilmesine rağmen ülkemizde yaşayan Suriyeliler neden Türkiye üzerinden Avrupa'ya gitmek istiyor diye düşünebiliriz. ÜLKEMiZDEKi SURiYELiLERiN HUKUKiDURUMU >> Muhammet Seyid Okan Akyazı ............................. 31 ............................. Kasım-Aralık-Ocak pa'ya gitmek istiyor diye düşünebiliriz. Ancak Suriyelilerin Türkiye'de çalışma hakkı olmaması ve Suriyelilere vatandaşlık verilememesi, gelecek kaygısına sebebiyet verdiğinden ölüm riskine rağmen Avrupa’ya gitmeyi zorluyorlar. Ülkemizde yaşayan Suriyelilerin hukuki olarak sığınmacı mı yoksa mülteci mi olduğuna değinmek gerekirse mültecilik, kendi ülkesinde dini, siyasi düşüncesi, ırkı ya da sosyal konumu nedeniyle kendisine baskı uygulandığını hissederek kendi devletini terk edip başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından kabul edilen kişidir. Sığınmacı ise; yukarıda saydığım nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi soruşturma safhasında olan kişidir. Türk hukukunda mülteci kavramı, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu md 61'de “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişi.” olarak tanımlanmıştır. Tanımdaki Avrupa ifadesinin kullanılmasından dolayı Avrupa dışındaki ülkelerden gelenlere ''mülteci'' statüsü verilmemektedir. Mevzuat gereği mültecilik kadar hukuki hak barındırmayan sığınmacılık statüsünde kalmak özellikle Suriyelilerin geleceğinden kuşku duymalarına sebep vermektedir. adalet ve medeniyet Adaletsiz küresel sistem her geçen gün yeni coğrafyaları sömürmeye, yeni canları katletmeye, yeni hayalleri sürgün etmeye devam ediyor. Özellikle 2011 yılından beri Suriye iç savaşı ile birlikte tekrar büyüyen göç dalgaları binbir türlü dram ve trajedinin kamuoyu önünde net bir şekilde görülmesi sonucu bu tip travmalar toplum zihninde normalleşmeyi de beraberinde getiriyor. Akdeniz kıyılarına vuran insanlığımızın, düştüğü bu çukur halinden kurtulabilmesinin çaresini arıyoruz. 2011 yılından bu yana Türkiye'ye iltica eden Suriyeli göçmenlerin sayısında dramatik biçimde artış yaşanmıştır. 2013 yılında, kayıtlı mülteci sayısı kamplarda 200 bin, kamp dışında ise 300 bin iken; 2014 yılı resmi rakamlarına göre 1.6 milyonu bulmaktadır. 2015 yılı ekim ayı itibariyle 2.5 milyona yakın Suriyeli ülkemizde barınmaktadır. Ayrıca Tesev'in aktardığı Sağlık Bakanlığı 2014 verilerine göre, Türkiye'de 35 bin Suriyeli doğumu gerçekleşmiştir. Son tahlilde dünyadaki en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olan Türkiye, şu anda bölgedeki Suriyeli mültecilerin yaklaşık yüzde 45’ine ev sahipliği yapıyor. 2014 yılı sonu itibariyle 4 milyon göç eden Suriyeliden, 1.805.255’i Türkiye’de, 249.726’sı Irak’ta, 629.128’i Ürdün’de, 132.375’i Mısır’da, 1.172.753’ü Lübnan’da, 24.055’i Kuzey Afrika’da ve diğer ülkelerde hayatını devam ettirmektedir. Bu sayıya, Avrupa’daki 270.000’den fazla sığınma başvuru sahibi Suriyeli ve bölgeden üçüncü ülkelere yerleştirilmiş olan binlerce Suriyeli dâhil değil. Suriye’yi terk ederek ülkemize sığınanlara kapılarımızın sonuna kadar açık olmasına ve imkanlar ölçüsünde her türlü desteğin Suriyelilere verilmesine rağmen ülkemizde yaşayan Suriyeliler neden Türkiye üzerinden Avru- Karadeniz Teknik Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi Birlikte yaşamak, farklı ırktan, dilden, kültürden ve farklı dinden insanların ortak bir fikir, hedef veya ideal etrafında toplanabilmesidir. Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi adalet ve medeniyet ............................. 32 ............................. Karadeniz Teknik Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kasım-Aralık-Ocak Farklılıklarımızın aslında zenginliklerimiz olduğunu idrak edemediğimiz sürece kaybedeceğiz, kaybediyoruz.. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi adalet ve medeniyet ............................. 33 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >>> ran /Yıldırım >> Arş. Gör. Süleyman Kı uk Fakültesi Beyazıt Üniversitesi Huk Ömer radıyallahu anh bir kimseyi metheden bir kişiye “Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?” diye sorar. Bu şekilde Hazreti Ömer toplumsal hayatta kişinin bu üç husustan biri olan ticaretle tanınabileceğini ve bu şekilde kişi hakkında bir değer yargısına ulaşılabileceğini ifade etmektedir. adalet ve medeniyet ............................. 34 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Ticaret toplumsal bir gereksinim olmakla birlikte ticarette menfaatler çatışmaktadır. Ticarette satılan bir emtia karşılığı bir bedel ödenir. Bu iki taraflı edim borcu kişilerin menfaatlerinin çatışmasına neden olur. Bu çatışma hali batılı filozof Thomas Hobbes tarafından “Homo homini lupus (İnsan insanın kurdudur.)” şeklinde yorumlanmıştır. Peki, toplumsal bir faaliyet olarak İslamiyet’in ticaret bakışı nasıldır? İslamiyet ticareti nasıl değerlendirmekte, günlük hayatta nereye koymakta, insanı nerede konumlandırmaktadır? İslamiyet’te ticaret toplumsal hayatın merkezinde yer almaktadır. Hatta bu merkezde önemli bir paya sahiptir. Öyle ki; Peygamber Efendimiz “Rızkın onda dokuzu ticarettedir.” buyurmuşlardır. Ayrıca Ömer radıyallahu anh kişiyi tanımanın üç yolundan biri olarak ticareti işaret etmektedir. Ömer radıyallahu anh bir kimseyi metheden bir kişiye “Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?” diye sorar. Bu şekilde Hazreti Ömer toplumsal hayatta kişinin bu üç husustan biri olan ticaretle tanınabileceğini ve bu şekilde kişi hakkında bir değer yargısına ulaşılabileceğini ifade etmektedir. İmâm-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerinin hayatından aktarılan şu kesit İslamiyet’te ticareti değerlendirmek için önemlidir: İmâm-ı A’zam Hazretleri, kendisine satın alması için ipekli bir elbiselik getiren kadına malının fiyatını sorar. Kadın: - “Yüz dirhemdir, yâ İmâm!” deyince itiraz eder: - “Hayır, bu daha fazla eder…” buyurur. Kadın şaşkınlıkla yüz dirhem artırır. İmâm-ı A’zam yine kabul etmez. Kadın yüz dirhem daha artırır, sonra yüz dirhem daha.. İmâm-ı A’zam: - “Hayır, bu dört yüz dirhemden de fazla eder.” deyince kadın: - “Yâ İmâm! Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” demekten kendini alamaz. Bunun üzerine İmâm-ı A’zam, kadının malın gerçek fi- Ticaret temelde menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet olmakla birlikte, İslamiyet’te öngörülen emir ve yasaklar ile insanların çatışma hali düzenlenmekte, insanların birlikte yaşarken birbirine zarar vermesi önlenmektedir. Bu emir ve yasaklar tam anlamda ideal bir toplum düzeni kurmaya müsaittir. ............................. 35 ............................. Kasım-Aralık-Ocak sağlamaya verilen önemi göstermektedir. Dürüstlüğün sağlanması açısından Müslüman ve Gayrimüslimler arasında herhangi bir ayrım yapılmamaktadır. O halde İslamiyet’te mutlak anlamda dürüst bir piyasanın kurulması ve bulunması öngörüldüğünü söylemek mümkündür. Ticari hayatta dürüstlüğe ilişkin Peygamber Efendimizden rivayet olunan bir diğer örnek şöyledir: Çarşı esnafını teftiş ederken Peygamber Efendimiz bir buğday yığınına elini daldırır; alt kısmının rutubetli olduğunu anlayınca, bunu dürüstlüğe uymayan bir davranış, bir hile, bir aldatmaca olarak değerlendirir. “Bizi aldatan, bizden değildir.” ifadesiyle tepkisini ortaya koyar. Bugün tüketici hukukunun gözettiği amaç Asrısaadet’te bizzat Peygamber Efendimizin eliyle sağlanmaya çalışılmıştır. Dürüst piyasanın sağlanması, ticaretin dürüstçe yapılması konusunda İslamiyet’te önem verilen diğer bir husus; ölçü ve tartıda hile yapılmamasıdır. Kur’an‘ı Kerim’de Mutaffifîn Sûresi “Eksik ölçüp tartanların vay haline!..” diye başlamakta ve ahirette karşılaşacakları müeyyide ile devam etmektedir. Peygamber Efendimiz de ticarette tartıda ve ölçüde hile yapılmasına ilişkin şöyle bir uyarıda bulunmaktadır: “Sizlere, sizden önceki ümmetleri helâk eden iki şey emanet edilmiştir: ölçek ve terazi.” İşte tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında İslamiyet’te dürüst piyasa ve dürüst ticaretin önemi ortaya çıkmaktadır. Ticaretin dürüstlüğü ise toplumsal birlikteliği sağlamlaştırmakta, ticarette önemli bir değer olan “güven”i sağlamaktadır. Ticaretin dürüst olduğu ölçüde kişiler tedirgin olmaksızın birbirlerinden emin olarak rahatlıkla sözleşme yapabilmektedirler. Ticaret temelde menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet olmakla birlikte, İslamiyet’te öngörülen emir ve yasaklar ile insanların çatışma hali düzenlenmekte, insanların birlikte yaşarken birbirine zarar vermesi önlenmektedir. Bu emir ve yasaklar tam anlamda ideal bir toplum düzeni kurmaya müsaittir. Toplumsal düzenin vazgeçilmezi olan ticaret hayatı içinde öngörülmüş olan kural ve tavsiyeler gerçek anlamda ideal bir düzeni sağlayabilecek niteliktedir. İnsanlar bu hususları dikkate aldığı ölçüde birbirlerinden emin olabilirler. Böylece toplumsal güven sağlanmakta ve ticaret, menfaatlerin çatıştığı bir faaliyet olmaktan çıkarak toplumsal dayanışmanın teminatı konumuna gelmektedir. adalet ve medeniyet yatını öğrenmesi için işten anlayan birini çağırır. Gelen kişi, elbiseliğin fiyatını beş yüz dirhem olarak belirler ve İmâm-ı A’zam onu bu fiyattan satın alır. İşte İmam-ı A’zam’ın bu davranışı İslamiyet’te ticarette nasıl davranılması gerektiğinin güzel bir örneğini sunduğu gibi Hazreti Ömer’in insanı tanımada ticareti işaret etmesinin isabetliliğini de teyit etmektedir. İslam’da ticari hayat serbest piyasa üzerine kurulmuş ve piyasaya müdahale uygun görülmemiştir. “Fiyatlar yükseldi, narh koyun.” diye müracaat edenlere Peygamber Efendimiz: “Narhı (resmi makamlar tarafından fiyat konulması) Allah koyar.” şeklinde cevap vermiştir. Efendimiz (sav)’in bu cevabı istisnai durumlar haricinde piyasaya müdahale edilmemesi ticari hayatın kendi düzeni içinde serbestçe işlemesi gerektiğini göstermektedir. Fiyatları belirleyen meşru usul olarak pazarlık usulü öngörülmektedir. İslamiyet’te ticari hayatın kişi bakımından bir sınırı bulunmamaktadır. Hazreti Aişe, Peygamber Efendimizin bir Yahudi'den borçlanarak yiyecek maddesi alıp, zırhını rehin bıraktığını rivayet etmektedir. Bu anlamda İslamiyet’te ticari hayatta Müslüman, gayrimüslim ayrımı yapılmamaktadır. Bu şekilde ticari hayatta toplumsal kaynaşma ortamı da sağlamaktadır. İslamiyet’te ticari hayatta her anlamda “dürüstlük” öngörülmektedir. Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde yer alan “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” kuralı İslamiyet’te mutlak anlamda emrolunmaktadır. İslamiyet’te dürüst ve bozulmamış piyasaya çok önem verilmektedir. Dürüst ve bozulmamış piyasa ise; ticaretin sujeleri olan kişilerin dürüstlüğü ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Peygamber Efendimiz tüccarları bir defasında şöyle uyarmıştır: “Ey tüccarlar! Şurası muhakkak ki, kıyamet günü tüccarlar, fâcirler (haddi aşan, Allah'a âsi olan kişiler) olarak diriltilecekler, ancak Allah'tan korkanlarla, dürüst olanlar ve (malın evsafını belirtirken) doğru söyleyenler hâriç.”. Bu uyarıyla Peygamber Efendimiz tüccarlara dürüst davranmamanın kıyamet gününde bir müeyyidesinin bulunduğunu ifade etmektedir. Bu uyarıda dikkat çeken diğer bir yön ise, toplumsal düzenin bir unsuru olan ticarette dürüst davranmamanın fâcirler ile bir tutulma gibi ağır bir müeyyide ile müeyyidelendirilmiş olmasıdır ki; bu husus piyasanın dürüstlüğünü >>> YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. MUSA KAZIM ARICAN KUR’AN VE SÜNNET EKSENİNDE BİR ARADA YAŞAMA FELSEFESİNİ BENİMSEMELİYİZ Röportaj: Abdullah Kerem Toplu adalet ve medeniyet ............................. 36 ............................. Kasım-Aralık-Ocak adalet ve medeniyet ............................. 37 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Farklı kültürlerle, farklı inançlarla ve düşüncelerle Size iki şey emanet ettim: Allah’ın kitabı Kur’an’ı kerim ve geçmişte güven içerisinde yaşarken, bugün insanların benim sahih sünnetim. Müslümanların en temel kaynağı birbirlerine tahammülsüzlüğünün arttığı bir dönemde- bunlardır. Dinin yorumları konusunda farklı düşünceleri yiz. Osmanlı birlikte yaşamayı sağlayabilmişti. Şimdi dikkate almalıyız ama her şeyde ilk bu kaynaklara mürabakıyoruz Osmanlının bulunduğu topraklarda 30’dan caat etmeliyiz. Kur’an’ı Kerimde Hucurat Suresi 13. Ayette : fazla devlet var. Nasıl sağlandı bu? Biz ipin ucunu ne- ”Ey İnsanlar biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Ve tanışıp rede elimizden kaçırdık da birlik beraberliğimizi sağla- bilişesiniz diye sizi farklı kabilelere ayırdık.” diye buyuruyor Cenab-ı Allah. İslam’ı doğru bilmeyenler ya da şuurunda yamıyoruz? Bugün her zamankinden daha fazla bir arada yaşamaya olmayan Müslümanlar şöyle diyebilir: Niçin bu kadar farkihtiyacımız var. Birlikte ve bir arada yaşama dediğimizde lı din, dil, ırk, inanç var? Çünkü bu Allah’ın kudretinin bir bunu 2 boyutta incelemeliyiz. İlk olarak Müslümanların tecellisidir. Biz buna inanacağız ve mümin insan şunu bilekendi aralarında birlikte yaşamalarıdır. İkinci olarak fark- cek: Yeryüzünde insan Allah’ın halifesidir. Halife her şeyin lı kültürdeki insanların birlikte yaşaması. İşin içine kültür kendisine emanet edildiği insandır. Farklı dindeki inançtagirdiği için burada birden çok dilin, rengin, ırkın, inancın ki ırktaki insanların hukukunu korumak da muradı ilahiye vs. bir arada yaşamasını kastediyoruz. Bu iki başlığı ayırdık- tabi bir harekettir. Tüm mahlukat insana emanet edilmiştir. tan sonra, birincisi Müslümanlar niçin birlikte yaşayabilme Müslümanlar olarak şu şuuru da kaybettik. Bizim sadece inisiyatifini kaybettiler? Bugün Ortadoğu kan gölü. Sorun farklı dinden inançtan insanlarla değil tüm mahlûkatla birlikte yaşamamız gerekiyor. Halifelik bunu gerektiriyor. nerede? İkincisi Peygamberimiz (sav) den beri birlik olmanın pek Kurani ve İslami kodlarımızı kaybettik. Çözümü başka yerlerde aradık. Aslında çözüm Kur’an’da ve Peygamber Efençok örneğini gördük. Bunun en büyük örneği Medine vedimiz’de (sav) var. sikasıdır. Müslümanların kurduğu devletlerde farklı inançlar bir arada yaşamışlardır yalnız İslam Hukukuna Bununla bağlantılı olarak mevcut anayatabi olmak şartıyla. Bunun örneğini Selçuksamızla birlikte yaşama ortamını ne lularda, Osmanlılarda biz gördük. Buna kadar sağlayabiliriz? Medine vesirağmen neden birlikte yaşayamıyoruz? Kurani ve kasından bakarsak Peygamber Müslümanlara oynanan bir oyunla İslami kodlarıEfendimizin(sav) aynı çatı altınkarşı karşıyayız. Nedir bu oyun ve mızı kaybettik. Çöda yaşamayı nasıl sağladı? niçin bu oyuna geliyoruz? İngilOsmanlıyı yıkan ulus-devlet antere, Almanya, Fransa, Amerika zümü başka yerlerde layışı olmuştur. Bizim birlikte birlikte yaşamaya özen gösteriraradık. Aslında çözüm yaşam için çözümlerimiz var. Biz ken; farklı inancın, ırkın bir arada Kur’an’da ve Peygamkendi çözümlerimizi bırakıp, Bayaşaması için zorlayıcı şartlar oluşber Efendimiz’de tı’nın kendi devlet yapılarını mütururken diğer tarafta Ortadoğu’da (sav) var. dafa etmek için üretmiş oldukları olabildiğince ayrıştırma yapılıyor, suni yapay çözümlerin peşine düştük. farklı inançlar birbirlerinden ayrıştırılıBiz biliyoruz ki bir ülkede çözüm olan şey yor, bir inancın farklı yorumları bir din gibi başka ülkede çözüm olmayabilir. Bizim kendigösterilmeye çalışılıyor, İslam’ı olabildiğince en mize ait kültürümüz, inanç kodlarımız var. Kendi anaufak parçacıklara ayırıp dar bir kapsama hapsetmeye çayasamızı oluştururken insani değerlere, birlikte yaşama lışıyorlar. Bu yapılmak istenen oyunun en açık ifadesidir. Müslümanların farklılaştırılamaya çalışıldığını, ehlisünnet ahlakına, insan haklarına önem vereceğiz bunu yaparken camiasından olanların aşırı gruplara bölündüğünü görü- de bu toplumun çoğunluğunun sahip olduğu inanç ve külyorsunuz. Şii-Sünni ayrımı sonrasında, Şiilerin kendi içinde tür değerinden gelen kaynağı göz ardı etmeyeceğiz. Hiçbir ayrıldığını ve gittikçe bölündüğünü görüyorsunuz. İttihadı devletin sahip olduğu anayasa ülkenin vatandaşlarının saİslam düşüncesinin oluşmasına fırsat vermeyen bir ortam hip olduğu inanç ve kültür zemininden bağımsız değildir. görüyorsunuz. Sorun nereden kaynaklanıyor? İlk olarak İs- Bir arada yaşamaya çalışırken devletler hep kendi inanç ve kültürlerinden esinlenmişlerdir. İtalya’da Roma hukukunlam’ı doğru anlamamak. İkincisi ise eğitim. Peygamber Efendimiz (sav) bize veda hutbesinde ne diyor? da, İsviçre’de Medeni Hukukta, Almanya’daki hukuk mev- adalet ve medeniyet ............................. 38 ............................. Kasım-Aralık-Ocak zuatlarında hep bunun örneklerini devam eden sıkıntılarda bile gayMüslümanlar görüyoruz ama biz içinde bulunrimüslimler ayaklanmıyor ve klikçiliği, hizipçiduğumuz toplumun evveliyatınİslam Devletinden ayrılmıyor? liği bırakacaklar. Parda bulunan Osmanlıda SelçukSiz bu konu hakkında ne dütilerimiz cemaatlerimiz luda daha önceki devletlerde şünüyorsunuz? asla dinin yerine geçmeoluşmuş hukukların hiçbirine Ayeti kerimede de Allah-u Teala referansta bulunmuyoruz. şöyle buyuruyor: Allah katında meli biz Kur’an ve Sünnet Hikmet müminin yitik malıdır hak din İslam dinidir (Ali İmran ekseninde bir arada yadiye buyuruyor Efendimiz(sav). Suresi 19.Ayet). Hz. Adem’den şama felsefesini beBiz tabiki de başka kültürlerdeki (as) peygamberimize kadar hiçbir nimsemeliyiz. güzel örnekleri alabiliriz ama her peygamber başka dini nakletmez; şeyden önce kendi kültürümüzdeki fakat şeriat kuralları değişir. Sabit inancımızdaki ahlaki değerlere öncelik din değişen şeriat diyoruz. Yine Allah-u vermeliyiz. Teala bunu tamamlayan tarzda size din olaKardeşlik hukukuna değinmek gerekirse; İmamı rak İslam’ı tamamladım ve din olan İslam’dan razı azamı Ebu Hanife diyor ki: Bir insanın alnı secdeye geliyorsa oldum buyuruyor. hain değilse işbirlikçi değilse, münafıkça bir şey yapmıyorsa Bir tek inancı benimsemek, dini dışlayıcılık olarak belirtildi ehli kıble teklif edilemez. Kur’an’da müminler kardeştir diye Batı’da. Batı’nın bu gibi kavramlaştırmalarına karşı uyanık belirtiyor fakat Ortadoğu kan gölü. Birbirlerinin camilerine olmalıyız. Bunun adı dini mutlaklıktır. Bir dışlayıcılık değilgitmeyen tarikatlar, cemaatler var. Kur’an’ı unutmuşuz. dir. Bunun batıda Katolik kilisesi adı altında diğer inançları köhneleştirdiğini görüyoruz. Biz diğer peygamberlere ve Dinimizde bizim tebliğ inancımız var. İslam dininin mü- kitaplara inanmıyoruz demeyiz ama orijinal otantik haline kemmelliğe ulaşarak son ve nihai din olduğunu biliyo- inanırız. Bizim meleklere, peygambere, kitaplara ahiret güruz. Bu iki hususun birlikte yaşama konusunda katkısı nüne iman gibi hususlarımız vardır. İslam hepsini kapsayınedir? Bunun engel olduğunu söyleyenler de var? Ama cı bir dindir. Son din hak din olarak İslam dinini görmemiz şöyle bir örneğimiz de var bizim: Peygamber Efendimiz başka kültürlerle yaşamamıza engel değildir. (sav) vefatından 20 sene geçmeden oluşan ve 15 sene Fetih anlayışımız var. Dinimizdeki bu fetih anlayışının birlikte yaşama ahlakı üzerindeki etkisi nedir? İslam’daki cihat anlayışı, fetih anlayışı ilayı kelimetullah dediğimiz bu ilkeler; alemi, evreni yok etme kan gölüne çevirme için koyulmuş prensipler değildir. Aslında insanlara rahmet getirmek için oluşturulmuş bir prensiptir. Çünkü Hz. Peygamber her şeyden önce rahmet peygamberiydi. Kur’an bize hep rahmeti mağfireti insanlığı yaşatmayı emretmiştir çünkü insanı yaşatmak en büyük ilkedir. Aslında bizim fetihlerle bizim ilayı kelimetullahla hedefimiz nedir; Allah’ın varlığından haberdar olmayan, mağfiret ve inayetine nail olamayan insanlara bu müjdeyi ulaştırmaktır. Biricik olan doğmamış doğrulmamış samed olan Allah’ı insanlara ulaştırma yükümlülüğümüz var. İslam esenliktir selamdır rahmettir barıştır. Tebliğ, Allah’ın rahmetinin farklı coğrafyalara yayılması amacıyla yapılır. Fakat bu zamanlarda İslamofobi ile beraber İslam yanlış bir imaja büründürülmeye çalışılıyor. Ancak İslam dini bir insanı öldürmeyi bütün insanları öldürmek ile eş değer görür, bir kişinin gönlünü kırmayı Kabe’yi yıkmakla eş değer görür. İslam bize bunu öğretir hatta Cemil Meriç’in güzel bir lafı vardır: Tüm yeryüzünün topraklarını bir insana değişmeyiz. ............................. 39 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Medine’de kurulan ilk İslam Devleti gibi güzel bir örneğe sahipken, farklı inanç gruplarının asırlarca beraber yaşayabileceği bir düzeni daha önce kurabilen bizler, şimdi neden bir araya gelip, bu Medeniyeti kurup, birlikte yaşayabilmeyi beceremiyoruz? Batının sahte medeniyetini anlamamız için batıyı iyi okumalıyız. Müslümanlar klikçiliği, hizipçiliği bırakacaklar. Partilerimiz cemaatlerimiz asla dinin yerine geçmemeli biz Kur’an ve Sünnet ekseninde bir arada yaşama felsefesini benimsemeliyiz. Tabi ki cemaatler, tarikatlar olacak fakat bu cemaatleri, tarikatları diğer cemaat ve tarikatlardan ayrı görmeyeceğiz. Kuran ve Sünneti rehber edineceğiz. Nasıl camilerde bir arada durabiliyorsak, bayramlarda beraber olabiliyorsak, hacda beraber olabiliyorsak bu bize Müslümanların birlikte yaşama potansiyelleri olduğunu gösterir. Önemli olan insanı anlamak Hepimiz Kur’an’da ve Hz. Peygamber’de (sav) buluşacağız eğer böyle düşünürsek kendi içimizde de farklı inançlarla da beraber yaşarız. adalet ve medeniyet Farklı grupların bulunduğu Medine’de Efendimiz(sav) Medine Şehir Devletini kurarak birlikte yaşamaya dair tarihte eşsiz bir örnek bıraktı. Efendimiz(sav)’in biz bu hususta hangi metodunu örnek almalıyız? O (sav) bunu ne ile sağladı? Bizim önümüzdeki engeller nelerdir? Temel sorun zihniyet sorunudur. İslam’ı yanlış lanse etmek isteyenler İşid, El kaide vb. örgütlerle dışlayıcı vuran kıran bir İslam anlayışı yansıtmaya çalışıyorlar. Oysaki Hz. Peygamber(sav) hiçbir zaman meşru savaş dışında cana kıyıldığı görülmemiştir. Cehaleti yıkmamız lazım. Önemli savaşlar- da esir düşen kişilere yapılan ilk şey onlara Kur’an’ı öğretmektir. Birinci sorunumuz cehaletimizdir. Biz Hz. Peygamber (sav) öncesi devri cahiliye devri diye belirtiriz. Burada cahiliye dememizin sebebi okuma yazma değildir hakkı ve hakikati anlama cahilidirler. İkincisi çok çalışmamız lazım bizde tembellik var. Nasıl bir çalışma bizi birbirimize bağlayacak şekilde çalışmamız lazım. Hz. peygamberin (sav) yöntemi sahabelerle etkin iletişim içerisindeydi. Çalışmayan insan tembel insandır ve başkalarının kuklası olur. Müslümanların çok çalışma zorunluluğu var. İlmin peşine düşmeliyiz. Üçüncüsü yanlış tefekkür anlayışımız var çalışmayan miskin bir Müslüman tipi var. İlk önce çalışıp sonra tefekkür etmeliyiz. Ne olsa olmuştur demeyeceğiz. >>> >> Mücahit Ayhan Emre / Hâkim Adayı adalet ve medeniyet ............................. 40 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Yakın siyasi tarihimizin çok önemli bir dönemine ait İstiklal Mahkemeleri, TBMM Başkanlığı tarafından ilk kez gün yüzüne çıkarıldı. Söz konusu mahkemelere ait belgelerle ilgili kitap çalışmasının da ilk üç cildi tamamlanarak 17 Nisan 2015 tarihinde basına tanıtıldı. Bu kitaplar ve işlemleri tamamlanan mahkemelere ait bütün belge ve objeler aynı zamanda internet ortamından da araştırmacıların hizmetine sunuldu. Mondros Mütarekesiyle Osmanlı Devleti resmen olmasa da fiilen sona erdi. Bunun üzerine Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırmak ve elde kalan toprakları düşman istilasından korumak için 1920’de TBMM kuruldu. Kurulan rar i askerlikten fi er el em k h a M l manın İstikla lı davalara bak edenlerle alaka ygun, iç güvenliği so i yanı sıra gasp, k, casusluk gib lu cu n u zg o b l, ihla klal ktı. Ankara İsti davalara da ba emelerden farklı mahk Mahkemesi bu drazam Damat Ferit Sa olarak gıyaben , Reşat Halis, Çerkez fik , Paşa, Rıza Tev Mustafa Sağir e il rı la va a d gibi Ethem’in nistlerin Davası ktı. ü m o K , u rd O Yeşil davalara da ba siyasi ağırlıklı Meclis’in en önemli sorunlarında biri askerlikten firar edenler oldu. Otoritenin sarsıldığı, düşman işgallerinin başladığı böyle bir dönemde soygun ve yağmacılık yapan firari askerler memleketteki otoriteye büyük zarar vermeye başladılar. 18 Eylül 1920’de acilen 7 bölgede İstiklal Mahkemesi Kurulması kararlaştırıldı. TBMM, kuruluşunun hemen sonrasında 29 Nisan 1920’de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanununu çıkarmak suretiyle içerde güvenliği sağlamaya çalıştı. Ancak bu kanunun dört aylık uygulama süresinde beklenen Bu yazı TBMM Başkanlığı tarafından yayımlanan İSTİKLAL MAHKEMELERİ C.1’deki “GİRİŞ” bölümünden derlenmiştir Bu dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri askerlikten fi- ............................. 41 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Sadrazam Damat Ferit’i Ankara İstiklal Mahkemesi yargıladı rar edenlerle alakalı davalara bakmanın yanı sıra gasp, soygun, iç güvenliği ihlal, bozgunculuk, casusluk gibi davalara da baktı. Ankara İstiklal Mahkemesi bu mahkemelerden farklı olarak gıyaben Sadrazam Damat Ferit Paşa, Rıza Tevfik, Reşat Halis, Çerkez Ethem’in davaları ile Mustafa Sağir, Yeşil Ordu, Komünistlerin Davası gibi siyasi ağırlıklı davalara da baktı. Mahkemelerin dört aylık görevi sonrasında beklenen sonucun alınması üzerine, Ankara İstiklal Mahkemesi hariç, bu dönem İstiklal Mahkemeleri 17 Şubat 1921’de Meclis Kararıyla kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 31 Temmuz 1922 tarihine kadar görevine devam etti. Ankara İstiklal Mahkemesi dışındaki mahkemelerin kaldırılmasından sonra firar, casusluk, gasp ve soygunculuğun yeniden arttığı, iç güvenliğin yeniden bozulmaya başladığı gerekçesiyle 23 Temmuz 1921’de Konya, Kastamonu ve Samsun’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulmasına karar verildi. Daha sonra, 5 Ağustos 1921 tarihinde çıkarılan Başkumandanlık Kanunu ile Meclis, yetkilerini Mustafa Kemal Paşa’ya devretti ve böylece kurulmuş olan mahkemeler de doğrudan Mustafa Kemal adalet ve medeniyet sonuç alınamadı. Bu nedenle, 11 Eylül 1920 tarihinde 21 numaralı Firariler Hakkında Kanun çıkarıldı. Çıkarılan bu kanuna dayanılarak İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına, kurulacak olan mahkemelerin firar eden askerlerle ilgilenmesine ve bu konuda verecekleri kararların da temyizinin olmayacağına karar verildi. Bu kanundan bir hafta sonra 18 Eylül 1920’de Heyet-i Vekile’nin verdiği teklifle on dört yerde İstiklal Mahkemesi kurulması istendi ve aynı gün Meclis Kararı ile Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Kayseri olmak üzere yedi bölgede İstiklal Mahkemesinin acilen kurulması kararlaştırıldı. Bu karardan sonra 26 Eylül 1920’de çıkarılan Kanunla İstiklal Mahkemelerinin yetkileri genişletildi. Bu kararla mahkemelere askerlikten firar suçunun yanı sıra Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamında bulunan askerî ve siyasi casusluk suçlarına bakma yetkisi de verildi. 27 Ekim 1920’de ise çıkarılan Meclis tezkeresiyle Kayseri İstiklal Mahkemesinin kurulmasına gerek olmadığına karar verildi. Ancak 9 Kasım 1920’de bu mahkemelerin yanında Diyarbekir’de; 15 Kasım 1920’de ise Pozantı’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulması kararlaştırıldı. Ne var ki, Diyarbekir İstiklal mahkemesinin görev süresi ve faaliyeti ile ilgili fazla bir bilgiye sahip değiliz. lan Firariler 1920’de çıkarı lan İstiklal un ile kuru Hakkında Kan leri, Tekalifi Milliye Mahkeme n da gulamayanları lül y u i n ri le ir m E nı yaptı. 8 Ey yargılamaları klal istifa eden İsti ni ra n so n e ’d 1 2 9 1 nin yerine ye ri le e y ü si e m e afa Mahk asını da Must . üyelerin atanm p a Kemal y tı >>> 1. Meclis dağılmad an bir gün önce 15 Nisan 1923 tarihinde Hıyanet-i Vataniy e Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerind e değişiklikler yaparak saltanatı geri getirmek için yapılacak faaliyet leri de Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamına aldı. adalet ve medeniyet ............................. 42 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Paşa’ya bağlandı. Mustafa Kemal’in gördüğü lüzum üzerine 8 Eylül 1921 tarihli Başkumandanlık tezkeresiyle Yozgat İstiklal Mahkemesi kuruldu ve Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni uygulamayanların cezalandırılması konusu da İstiklal Mahkemelerinin görevleri arasına alındı. Buna ilaveten bu tarihten sonra istifa eden İstiklal Mahkemeleri üyelerinin yerine yeni üyelerin atanması da bizzat Başkumandan tarafından yapıldı. 1 Ağustos 1922’de mahkemelerin faaliyetlerine son verildi. Samsun İstiklal Mahkemesinin kaldırılmasından sonra Rum çetelerinin faaliyetlerine yeniden başlaması ve bölgede asayişin bozulması sebebiyle 27 Temmuz 1922 tarihinde Amasya İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme göreve başlamakla birlikte, üyelerinin görevlerinden istifa etmesi, yeni üye seçimlerinin uzun zaman alması ve sonuçsuz kalması üzerine 27 Kasım 1922’de fiilen kaldırıldı. Askerlikten firar edenlerin tüm tedbirlere rağmen Elcezire Bölgesinde önlenememesi üzerine 22 Ocak 1923’te merkezi Diyarbekir'de bulunmak, sahası Elcezire cephesi mıntıkası olmak ve sırf askerlikten firar edenler ile ilgili davalara bakmak için yeni bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Söz konusu mahkeme 9 Mart 1923’ten 11 Mayıs 1923’e kadar iki ay süreyle çalıştı. Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra TBMM ile İstanbul Hükümeti arasında siyasi iktidarın gerçek sahibinin kim olduğu tartışmaları başladı. Bunun üzerine 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanata son verildi ve 18 Kasım 1922’de Abdülmecit halife olarak seçildi. 1 Nisan 1923’te ise Meclis kendini feshederek seçime gitme kararı aldı. Ancak, Meclis dağılmadan bir gün önce 15 Nisan 1923 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerinde değişiklikler yaparak saltanatı geri getirmek için yapılacak faaliyetleri de Hı- yanet-i Vataniye Kanunu kapsamına aldı. Bu dönemde kurulan mahkemeler geniş yetkilere sahip olmasına rağmen Meclis, verilen bazı kararları kanuna aykırı görerek soruşturma açabiliyor ve mahkemelerin verdiği cezaları iptal edebiliyordu. Mahkemeler ayrıca belli aralıklarla faaliyetleri hakkında Meclis’e rapor da sunuyorlardı. Cumhuriyet sonrasında kurulan mahkemelerde ise Meclis’in mahkemeler üzerindeki bu denetiminin olmadığı görülmektedir. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikten ve Meclis’in kapanmasından sonra 23 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalandı. 11 Ağustos 1923 tarihinde ise II. TBMM açıldı ve ilk iş olarak Lozan Barış Antlaşması onaylandı. Ardından 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara, başkent ilan edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde ise Cumhuriyet kuruldu. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi hadiseler İstanbul basınının önemli bir kısmının tepkisine neden oldu. Bazı gazetelerde bu tür hadiselerin hilafetin kaldırılmasıyla neticeleneceğine dair yazılar yazılmaya başlandı. Hükümet ise İstanbul basınının bu tutumunu devrimlere karşı bir tepki olarak algıladı. Halifelik kaldırılmasın, Halifelik Türkiye’nin gücüne güç katar!.. Ankara-İstanbul arasında sert tartışmaların yaşandığı böyle bir ortamda Hint Müslümanlarının liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali’nin halifelik ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a gönderdiği mektuplar, ilgililerin eline geçmeden İstanbul basının eline geçti ve mektuplar Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr gazetelerinde yayımlandı. Mektupta dünya Müslümanları için halifeliğin öneminden bahsedilerek Türklerde kalmasının Türkiye’ye güç katacağı belirtiliyor ve halifeliğin kaldırılmaması gerektiği tavsiye ediliyordu. 8 Aralık 1923 tarihinde konu Meclis gündemine geldiğinde İsmet Paşa, bu şahısların İngiliz Hükümetinin yönlendirmeleriyle hareket ettiklerini ve bu mektubu yayımlayanların Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesine göre suç işlediklerini ileri sürerek İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Yapılan muhalefete rağmen Meclis Kararı ile İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme, 10 Aralık 1923 tarihinde bir beyanname yayımlayarak Cumhuriyet’in mevcudiyetine ve esasâtına karşı hareket ve teşebbüse cür’et mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen Şeyh Said ve arkadaşlarının davası gelmektedir. Ankara İstiklal Mahkemesi birçok gazetecinin yargılamasını yaptı. lık Başkumandan n la rı a k çı e ’d 1921 Mahkemeleri l la k ti İs e il u ’ya Kanun afa Kemal Paşa ı. st u M n a d ru ğ do bağland ............................. 43 ............................. Kasım-Aralık-Ocak de hükümete karşı oluşan tepki ve protestolar üzerine Ankara İstiklal Mahkemesi bu hareketleri Cumhuriyet’e karşı yapılan ayaklanma teşebbüsleri şeklinde algılayarak Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun ve Ankara’da gezici olarak görev yaptı ve ayaklanma saydığı bu olayları durdurdu. Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen gazetecilere, şapka inkılâbına muhalefet edenlerden İzmir Suikastıyla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli Atıf Hoca’ya ve İttihatçılara kadar farklı davalara bakan bu iki mahkeme, kararları ve gördüğü davaları itibarıyla İstiklal Mahkemeleri içinde en merak edilenlerindendir. Farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yapan bu iki mahkeme, 7 Mart 1927 tarihinde Meclis’in aldığı karar ile kapatılmışlardır. 4 Mayıs 1949 tarihinde çıkarılan 5384 numaralı “İstiklal Mehakimi Kanunu ile Tadillerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun” ile İstiklal Mahkemeleri tamamen lağvedildiler. adalet ve medeniyet edenleri şiddetle cezalandıracağını açıkladı. Mahkeme ilk iş olarak Ağa Han ile Emir Ali’nin mektubunu yayımlayan gazetecilerle ilgili yargılamaları gerçekleştirdi. Mahkemenin yaptığı diğer önemli yargılamalardan biri İstanbul Baro Reisi Lütfi Fikri Bey’in yargılanması bir diğeri ise Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e suikast davasıdır. 30 Ocak 1924 tarihinde suikast davasının sonuçlanmasından sonra 5 Şubat 1924 tarihinde mahkemenin görevine son verildi. İstanbul İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 ile 5 Şubat 1924 tarihleri arasında yaklaşık iki ay süre ile çalıştı. Yukarıda ifade edildiği gibi, saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi hadiseler Meclis’te ciddi bir muhalefetin oluşmasına sebep oldu. Meclis’te muhalefetin ve görüş ayrılıklarının derinleştiği böyle bir dönemde 13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Said olayı meydana geldi. Olayı bir karşı devrim olarak algılayan İsmet Paşa ve Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinde kendisine yakın olan bir grup, Başvekil Ali Fethi Bey’i pasif kalmakla suçlayarak, sert bir muhalefete başladılar. 4 Mart 1925’te Ali Fethi Bey Başvekillikten istifa etti ve yerine İsmet Paşa Başvekilliğe getirildi ve İsmet Paşa Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak Ankara ve ayaklanmanın olduğu bölgede birer İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Aynı gün kabul edilen Meclis Kararı ile Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Söz konusu kararla Şark İstiklal Mahkemesine, verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi verilirken, Ankara İstiklal Mahkemesinin vereceği idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz edilmesi hükme bağlandı. Ancak 20 Nisan 1925 tarihinde, Meclis’in tatilde olduğu süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesine de verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi tanındı. Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davalara baktı. Bunların başında Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı. Ankara İstiklal Mahkemesinin bakmış olduğu önemli davalardan biri de Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinin yargılandığı İzmir Suikastı Davasıdır. Bu davada Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulundukları gerekçesiyle zanlılar ve tertiple alakası olduğu iddia edilen, içinde birçok paşanın da bulunduğu kişilerle ilgili yargılamalar yapıldı. Şapka kanununun çıkarılmasıyla memleket genelin- Tarihten Notlar >> Mehmet Erturan /Tarihçi Serdengeçti Merhumu Nasıl Bilirdiniz? 10 Kasım 1983 Osman Zeki Yüksel Vefat Etti Hekimoğlu İsmail: Büyük çilelerin sahibi büyük insan Osman Yüksel gerçekten ‘Serdengeçti’ olarak yaşadı. Bizim gibi pek çok Müslüman o çeşmeden zemzem içti, dinsizlik âleminden dinî hayata geçti. Osman Yüksel’i ne kadar rahmetle ansak azdır. Kadir Mısıroğlu: Osman Yüksel bizim düşman olduğumuz her şeye düşmandı. Kimsenin olmadığı zamanda mücadele etmiş biriydi. Kendi nefsine cimri, başkasına cömert bir adamdı. Artırabildiği parayla talebe okuturdu. Dünyada dikili ağacı olmadan gitti. Yavuz Bülent Bakiler: Türkiye’de Ne- cip Fazıl’a ve Osman Yüksel’e kelepçe vurmak ne demektir? İçimden bir ses cevap veriyor: Anne sütüne akrep zehri karıştırmaktır! Süleyman Arif Emre: Bir topluluk içinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken, kural ve baskı tanımayan bir kişiliği vardı. Başkalarının tesirine kapılmaz, kendisi çevreye tesir ederdi. Esprili bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı. Şahsiyetinin temel esaslarını, içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî, tarihî, edebî eserler okuyarak kültürünü zenginleştirmişti. 6 Aralık 1921 Ermeni Bir Saldırgan Said Halim Paşa’yı Roma’da Katletti! adalet ve medeniyet ............................. 44 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Said Halim Paşa, Osmanlı’nın Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunudur. İsviçre’de beş yıl siyasal bilgiler öğrenimi görmüştür. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca bilmektedir. Avrupa’da eğitim aldığı dönemde keferelerin durumunu ve kefere devletlerin kamuoyunu dikkatle takip ve tahlil etmiş, ülkeye döndükten sonra İslamlaşmak fikri üzerinde ciddiyetle durmuştur. Mehmed Akif’e göre O, bir siyasetçi olmaktan daha çok “İslam ümmetinin en büyük mütefekkirlerinden” biridir. O’na göre ahlak demek iman demektir. Osmanlı devlet kademelerinde yürüttüğü birçok idari ve siyasi görevin ardından 1. Dünya Savaşı yıllarında İçişleri Bakanlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuştur. Sadrazamlığı döneminde Osmanlı’nın savaşa katılmasına karşı çıkan Said Halim Paşa; Enver ve Cemal paşaların kendisinden izinsiz Almanya ile olan temaslarından haberdar olunca Sadrazamlık görevinden istifa etme tavrını gösterebilmiştir. 1919’da birçok isimle birlikte İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya götürülmüştür. Serbest kaldıktan sonra İstanbul’a gitmesine izin verilmediği için Roma’ya geçmiştir. İki yıl sonra yani 6 Aralık 1921 akşamında arabayla evinin kapısına geldiği sırada bir Ermeni komitacısının silahlı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiştir. Cansız bedeni, dirisinin girmesinin yasak olduğu İstanbul’a getirilmiş ve büyük bir törenle II. Mahmut Türbesi’nin bahçesine defnedilmiştir. “Buhranlarımız” adlı eseri sadaka-i cariyesidir. İstanbul’da Kurulan Mülkiye 4 Aralık 1859 Ankara’ya Niye Taşındı? Mekteb-i Mülkiye Kuruldu Mekteb-i Mülkiye veya kısaca Mülkiye, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluştaki ismidir. Osmanlı Devleti bu mektebi Tanzimat Devri gibi belalı bir dönemde yokluğunu hiç olmadığı kadar çok hissettiği devlet adamı ihtiyacını karşılamak amacıyla kurmuştur. İstanbul Fatih’te 1859’da Sultan Abdülmecit zamanında açılan Mülkiye, 1936’da öğrencilerinin ‘bir Osmanlı başkenti’ olan İstanbul’dan ‘cici başkente’ temsili yürüyüşü sonrasında Ankara’ya taşınmıştır. İlk yıl 50 öğrenci alması kararlaştırılmış, 1864’te bu sayı 100’e çıkarılmıştır. Maarif-i Umumiye Nezareti’ne bağlı olarak açılan okulun öğrenim süresi iki yıldı. Okula 18-36 yaş aralığındaki öğrenciler imtihanla girebilirdi. Bir şubesi 1866’da Bosna’ya açılmıştı. Ekonomi Politik, İdare Hukuku, Devletler Hukuku ve Ceza Hukuku dersleri o zamana kadar hiçbir Osmanlı mektebinde okutulma- 3 Aralık 1945 Tan MatbaasıBaskını Aziz Nesin’den Kazma ve Baltalı CHP Eleştirisi! ............................. 45 ............................. Kasım-Aralık-Ocak na katılanlar arasında o dönem öğrencilik yapan Süleyman Demirel, İlhan Selçuk, Orhan Birgit gibi isimler de vardı. Aziz Nesin yaşananların ardından “Ey Türk Faşisti! Birinci vazifen; Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır…” ifadeleriyle başlayıp “…Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden vazifen; matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta Halk Partisi’nin ambarlarında mevcuttur.” diye biten ünlü eleştirisini kaleme aldı. adalet ve medeniyet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1945’te, Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı tek taraflı olarak feshedeceğini açıkladı. Sovyetler, Moskova Antlaşması’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşacak yeni koşullara göre yeniden düzenlenmesini ve Boğazların güvenliğinin Türk-Sovyet ortak denetiminde olmasını istiyordu. Tan gazetesi de Türk-Sovyet ilişkilerinin iyileşmesini ve geliştirilmesini savunan tek yayın organıydı ve bu yüzden baskılara maruz kalıyordu. Diğer yandan CHP’den istifa eden Celal Bayar, Adnan Menderes, Tevfik Rüştü Aras ve Fuad Köprülü gibi üst düzey politikacıların yeni bir parti kurmaya yönelmeleri ve Tan gazetesinin sahipleri ile olan sıkı ilişkileri gazeteyi iktidarın hedefi haline getirdi. Protesto eylemlerini gazete binasına saldırılar izledi. Olayların ardından birçok gazete gibi Tan da yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. Sovyetler ve sol muhalefet, olayların tek parti iktidarı tarafından organize edildiğini söyledi. Tan Baskını günlerinde İstanbul’da sıkıyönetim olmasına karşın göstericilerden yargılanıp hüküm giyen olmadı. Baskı- mış, ilk defa Mülkiye Mektebi’nin programına konulmuştu. Cennetmekan Abdülhamid Han teşvik amacıyla Mülkiye’yi birincilikle bitireni saraya kâtip olarak alırdı. 1892’de yeni bir düzenleme ile okulun idadi/lise kısmının öğrenim süresi dört yıla, âli/yüksek kısmının öğrenim süresi üç yıla çıkarıldı. 1900 yılında okulun idadi/lise kısmı kaldırıldı ve sadece bir yüksekokul haline geldi. Meşrutiyet döneminde, İslami eğitimin ağırlıkta olduğu ders programının yerine pozitif bilimlere dayalı derslerin ağırlıkta olduğu bir program getirildi. 56 yıllık ömründe nice harpler gören okul dünya savaşı nedeniyle 1915’te kapatıldı. Kapatılma nedenleri arasında savaş sebebiyle bütçede tasarrufa gitme arzusu ve uzun süre Sultan II. Abdülhamid’in himayesinde bulunduğu için Meşrutiyet devri mebus ve nazırları arasında okula karşı aleyhtarlık bulunması gösterilir. Savaşın son yılı olan 1918’de yeniden açılmıştır. Eskimez Metinler Eğer kötü başlangıcımızın maddi yönünü araştırıyorsak bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastahanelerimiz yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; bir şeyler okuyor, bir şeyler öğrenmeye çabalarıyoruz; bir yerlerde dertlerimize deva arıyoruz ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası. adalet ve medeniyet ............................. 46 ............................. Kasım-Aralık-Ocak İyi bir sonuç iyi bir başlangıcın ürünü müdür? Kendimize hayvanlar dünyasını örnek alırsak iyi bir sonuç elde etmek için iyi bir başlangıç yapmamız lazım diye düşünebiliriz. Balıklar kötü başlıyorlar hayata. Çok yumurtluyorlar, çabuk çoğalıyorlar ama aynı çabuklukta telef olabiliyorlar. Buna karşılık kuşların başlangıcı iyi. İçinden çıktıkları yumurta onlara yumurtanın dışına çıkma gücünü verecek kadar gıdayı sağlıyor. O kadar ki kuşlar kendi yumurtalarını kendi gagalarıyla kırarak dünyaya geliyorlar. Balıkların kötü bir başlangıç yapmaları haBu yazı İsmet Özel’in Taşları Yemek Yasak kitabından alınmıştır. yatlarının tamamını etkiliyor. Yani balıklar hem başka balıkların avı oluyorlar hem de onları balık olmayanlar da kolaylıkla avlayabiliyor. Oysa hayvanlar dünyasında kuşların baskın özelliği avcı oluşlarıdır, kuşlar nadiren av olurlar. İnsanoğlunun ‘imperial bir hayvan’ olduğu görüşüne yakınlık duyan herkes toplum hayatında iyi bir başlangıç yapmış bireylerin hayata kötü başlamış bulunanları avlayacağını düşünür. Daha doğrusu toplum ilişkilerinden veya toplumlar arası ilişkilerde gasıp ve gabin mev- kiinde bulunan herkes bu haksız yerlerini başkalarının gözünde meşrulaştırmak, durumlarını aklî kılmak için ellerinde tuttuklarının iyi bir başlangıcın ürünü olduğunu savunur. Dişlerin varsa ısır, pençen varsa parçala. Hayatta kalmak için senden daha zayıf olanları avlamak, yutmak zorundasın. Gücün yetiyorsa hükmet ama gücün yetmiyorsa üzerindeki hükümranlığa rıza göster. İşte batı burjuva medeniyetinin telkin ettiği ahlâk, dönüp dolaşıp karar kıldığı ideoloji budur. Yürürlükteki dünya sistemi içinde iyi bir başlangıç yapmayı başaranların üstünlükleri tartışmaya açılmaz. Bu despotik ortamda ırkçılık bazen açıkça ama çoğu zaman gizli bir şekilde batı burjuva medeniyetinin mayasını oluşturur. Oysa hepimizin kolaylıkla fark edebildiği gibi, ırkçılık hayvanlar dünyasına hayatiyet veren hiyerarşiyi insanlar dünyasına taşıma gayretinden fazla bir şey değildir. Çünkü ırkçılık doğuştan gelme özellikleri yüzünden iyi bir başlangıç yapmaya müsait olanların, yine doğuştan getirdikleri noksanlıklar sebebiyle kötü bir başlangıç yapmaya mahkum olanlar üzerinde hükümranlık hakkı bulunduğunu öne sürer. Irkçılığı biyolojik vasıflara indirgediğimiz zaman karalamak pek kolaydır. Oysa ırkçılık günümüz dünyasında sosyal, siyasi ve iktisadi kurumların devreye girmesiyle yürütülüyor. İyi bir başlangıç yapmak belli bir sınıfa, belli bir zümreye, belli bir millete mensubiyetle ifade ediliyor. İnsan olmak ırkçılığın reddedilmesine imkan veren yetilerle donatılmış olmak demektir. Biz insanlar kötü bir başlangıcın iyi bir sonuca dönüşmesini sağlayan tedbirler alabilecek ve aynı şekilde yaptığımız iyi bir başlangı- cın bize kazandırdıklarını yozlaştırabilecek tıynette yaratıklarız. Bu yüzden ırkçılığı insan hayrına bir düşünce saymıyorsak, tersine ırkçı tutumlardan bütün insanlığın zarar gördüğünü savunuyorsak, bu takdirde iyi bir başlangıç yapanların diğer insanları şöyle veya böyle yaşama icbar edemeyeceklerini de savunmamız gerek. Hatta bu noktada da duramayız kötü başlayanların bu eksikliklerini telafi etmek, eksiklik sayılan özelliklerinin yeni bir manaya mekan kılma niyetlerini ciddiye almak zorundayız. Kendimizi, mevcudiyetimizi ciddiye almak zorundayız. Bugün dünya üzerine yaşayan Müslümanların iyi bir başlangıç yaptıkları söylenemez. Maddi ve ruhi bakımdan kötü başlangıçların ürünleriyiz. Maddi denilebilecek kötü bir başlangıcımız sermaye birikimi, teşebbüs imkanı, teknolojik donatım gibi alanlara hasredilmemeli. Noksanlıklarımızın buralarda bulunduğunu sanmak bizim ruhi başlangıcımızın ne kadar kötü olduğunu dışa vurmaktan başka işe yaramaz. Eğer kötü başlangıcımızın maddi yönünü araştırıyorsak bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastahanelerimiz yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; bir şeyler okuyor, bir şeyler öğrenmeye çabalarıyoruz; bir yerlerde dertlerimize deva arıyoruz ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası. Bizler yalnızca kötü başlayanlar değiliz, kötü başlamış olanların da torunlarıyız. Onların maddi alandaki kötü başlangıçları, ruhi alandaki kötü başlangıçlarının Gücün yetiyorsa hükmet ama gücün yetmiyorsa üzerindeki hükümranlığa rıza göster. İşte batı burjuva medeniyetinin telkin ettiği ahlâk, dönüp dolaşıp karar kıldığı ideoloji budur. Yürürlükteki dünya sistemi içinde iyi bir başlangıç yapmayı başaranların üstünlükleri tartışmaya açılmaz. adalet ve medeniyet ............................. 47 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >>> Belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen kölelerin emekleriyle yükselttiler. Günümüzde olay biraz farklı. Köleler belki bende firavun olurum düşüncesiyle piramidin inşasına gönüllü olarak ve tebessüm ederek katılıyorlar. adalet ve medeniyet ............................. 48 ............................. kaçınılmaz sonucuydu. Bizler dedelerimizin yanılgılarını devraldık. Ruhi bakımdan kötü başlangıcımızın ne olduğu bir atasözü açıklıyor: “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.” Kâfir tasallutu altındaki Müslümanlar olarak bizler başımıza gelen felaketlerin bize musallat olanların gücüne sahip olmamaktan doğduğunu sanıyoruz. Karşımızdaki “iyi başlayanlar”ın yerini öylesine meşru, öylesine gerekli ve kaçınılmaz sayıyor olmalıyız ki “Bizim de güleceğimiz günler gelecek!” düşüncesiyle avunuyoruz. Gülmek bizim de hakkımız düşüncesiyle yola çıkarsak bu tutumumuzu nükleer güce sahip olmak bizim de hakkımız noktasına götüreceğiz, demektir. Ancak dileğimiz batı burjuva medeniyetinin bütününe ilişkin dileklerden ayrı tutulamayacaktır. Tenis oynamak bizim de hakkımız dediğimiz zaman bu özlemimizi kokain kullanmak bizim de hakkımız cümlesinden farklı bir yerde değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Batı burjuva medeniyetinin sonuçlarını yüzümüzü güldürecek unsurlar saymışsak eleştirel bir tutumu da terk etmiş oluruz. Bundan böyle başımıza gelen felaketleri kaçınılmaz gelişmeler kabul etmemiz ve iyi bir başlangıç yapanların tedariksiz avları olduğumuzu içimize sindirmemiz gerekecek. Onların gücüne erişme çabalarımız da ırkçılığın değirmenine su taşımaktan başka bir sonuç vermeyecek. Çünkü canavarlık hiyerarşisinde bize ayrılan yeri benimseyecek ve büyük balığın önün- den kaçmaya, küçük balığı yutmaya çabalayacağız. Belki son birkaç yüzyılda hep bunun saçma sapan uygulamasını yaşadık. Bugün dünya sistemi iyi bir başlangıç yapanların güçlü katkılarıyla ayakta duruyor sayılmaz. Sistemin işleyişine en çok katkıda bulunanlar kötü bir başlangıç yapıp da kendilerini bir gün iyi başlangıç yapanların gücüne ulaşacaklarına inandıranlardır. Onlar gülmek bizim de hakkımız diyerek ve mütebessim bir çehre ile sistemin yıpranan çarklarını onarmaya, tükenen yakıtını takviye etmeye çabalıyorlar. Böylece ırkçılık örnek ırkın ideallerini gerçekleştirme yolunda çalışan aşağı ırktan unsurların desteği ile güçleniyor. Belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen kölelerin emekleriyle yükselttiler. Günümüzde olay biraz farklı. Köleler belki bende firavun olurum düşüncesiyle piramidin inşasına gönüllü olarak ve tebessüm ederek katılıyorlar. Biz firavun olmayı iyi bir sonuç saymadığımız için tebessüm etmiyoruz. Firavun olmak için iyi bir başlangıç yapmadığımıza da üzüldüğümüz söylenemez. Surat asmak hakkımız diyoruz ama bunu eleştiri hakkımızı elde tutabilmek için söylüyoruz. Surat asmamız, Dimyat’ta pirinç bulamadığımız veya evdeki bulgurdan olduğumuz için değil; bizi böyle bir yolculuğa sevk etmek isteyenlerin gasıp olduğunu bildiğimiz içindir. Bundan böyle Müslümanlığımızın herhangi bir tuzağa yem olarak konmasına, kafirlerin konforu ve tatmin yolları Müslümanların da hakkıdır yollu aldatmacaya bir son verebilmek için surat asmak hakkımız demeyi seçiyoruz. Kasım-Aralık-Ocak >> Hâkim Nuri Uzun İkbal’in temel tespiti müminin ilim ve aşkı kendinde mezcederek faaliyete eçmesiyle İslam’ın boyasının yeniden dünyaya çalınmasının mümkün olduğudur. Faaliyete yaptığı yoğun vurgu şüphesiz yaşadığı zaman ve coğrafyada gözlemlediği Müslümanların perişanlığı ile de ilgilidir. ............................. 49 ............................. Kasım-Aralık-Ocak dan okumaya içe kapanmadan hayranlık duymaya kadar uzanan ifrat ve tefrit arasında farklı tepkiler göstermiştir. İkbal de yaşadığı dönem itibariyle bu meydan okumayı derinden hissetmiştir. Ancak belki benzerlerinden farkı, İkbal geleneksel zamanlardaki âlim tipine benzer şekilde bir taraftan var olan İslami birikimi özümserken diğer taraftan da meydan okuyan Batı uygarlığının zihniyet temellerine nüfuz etmeye çalışmıştır. Ayrıca bu meydan okumanın ortaya çıkardığı cevap üretilmesi gereken sorun alanlarını tespit ederek bu alanlara dair söz söylemiştir. İkbal özümsediği İslami gelenekten sonuna kadar faydalanırken zaman zaman geleneğin bazı fikri boyutlarına da eleştiriler getirmiştir. Diğer taraftan Batı’nın maddi yükselişini sağlayan zihniyet yapılarının da kendince kritiğini yapmış zayıf yanları sıra istifade edilmesi gereken yönlerine de komplekssizce yaklaşabilmiştir. İkbal’in temel tespiti müminin ilim ve aşkı kendinde mezcederek faaliyete geçmesiyle İslam’ın boyasının yeniden dünyaya çalınmasının mümkün olduğudur. Faaliyete yaptığı yoğun vurgu şüphesiz yaşadığı zaman ve coğrafyada gözlemlediği Müslümanların perişanlığı ile de ilgilidir. Her beşer gibi İkbal’in düşüncesinin de erbabınca tartışılan zayıf bulunan tarafları vardır. Ancak İkbal geleneğe ve modern dünyaya yaklaşım biçimi ve tespit ettiği cevap üretilmesi gereken sorun alanları ile ilgili olarak dikkate alınması gereken bir başlangıçtır. Sürekli başlangıç noktasında kalmamak için İkbal, kendini İslam Medeniyetinin mensubu sayanlarca okunmalı, üzerine düşünülmeli, aynı dönemlerde yaşamış derdi davası olan diğerleri ile mukayese edilerek daha ileri adımların zemini hazırlanmalıdır. adalet ve medeniyet Düşünce durağan bir şey değildir. Bir yüzyılda birçok konuda birikmiş düşüncelerin, bir sonraki yüzyılda tüm siyasi sosyal yapıları dönüşüme uğrattığı tarihi bir gerçektir. Aydınlanma felsefesi olmasaydı Fransız ihtilali olur muydu, modernite aydınlanma felsefesi ve povitivizmin çocuğu değil midir? Bizim dünyamızda Cumhuriyetle birlikte gerçekleşen köklü değişimlerin zihinsel arka planı tanzimatla başlayan meşrutiyetle devam eden fikri tartışmalardan beslenmiştir. İslam dünyası geleneksel zamanlarda bir taraftan fetihlerle genişlerken diğer taraftan fethedilen yerlerdeki kadim birikimi tevarüs edip, kritiğe tabi tutup kendi süzgecinden geçirdikten sonra bünyesine katıyordu. Zaman içerisinde bu ilmi faaliyeti belirli bir özgüven içerisinde yapan âlim tipi doğmuştu. Bu âlim tipi kendi zamanına kadar ki İslami birikimi özümsemiş, kendi zamanının meselelerine vakıf bir âlimdi ve bu pencereden farklı düşüncelerle yüzleşebiliyor, faydalanması gerektiğinde faydalanıyor meydan okumayla karşılaştığında cevap üretebiliyordu. Bu şekilde pekişen zihniyet temeli ve bu temel üzerine oturan sosyal siyasi yapılar uzun süre İslam Dünyasında istikrar sağlamıştır. Ancak Batı’da 15 yy.dan itibaren Rönesans ile başlayıp Reformasyon ve Aydınlanma felsefesi ile devam eden ve Fransız İhtilali, Sanayi İnkılabı ile bir siyasi ve sosyal yapıya dönüşen kendi içinde anlamlı uygarlık birikimi, 19 yy.dan itibaren Batı’nın sınırlarını aşıp tüm geleneksel uygarlıklara meydan okumaya başlamıştır. Bu meydan okuma çok boyutlu olmuştur. Ancak en önemlisi zihniyet planındaki meydan okumadır. Müslüman dünya bu mey- >>> >> Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi iSLAM TiCARET HUKUKU KONGRESi’NDEN NOTLAR 1 adalet ve medeniyet ............................. 50 ............................. 5 - 1 8 E K İ M 2 0 1 Kasım-Aralık-Ocak İlki 1996 yılında yapılan Uluslararası İslam Ticaret Hukuku Kongresi, on dokuz yıl aradan sonra 15-18 Ekim 2015 tarihleri arasında Konya’da gerçekleştirildi. Konya Ticaret Odası (KTO), Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) ve Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen kongreye dünyanın farklı bölgelerinden yüzün üzerinde âlim, bilim insanı, akademisyen, konusunda uzman kişiler iştirak etti. Kongreye hükümeti temsilen maliye bakanı katıldı. Kongre; bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu başkanı, milletvekilleri, bankacılar, işadamları, sivil toplum kuruluş temsilcileri, farklı fakültelerde öğrenim gören öğrenciler ve halkın yoğun katılımı ile gerçekleşti. Oturumlarda tebliğci ve müzakereciler dışında soru sormak veya konuyla ilgili bilgi ve görüşlerini 5 K O N Y A / T Ü R K İ Y E paylaşmak suretiyle katkı sağlamak isteyen tüm izleyici ve katılımcılara fırsat tanındı. Kongre Türkçe, Arapça ve İngilizce çevirilerle izleyicilere sunuldu. Bin altı yüz yaka kartı dağıtılan kongreyi yaklaşık iki bin kişi takip etti. Ayrıca kongre için oluşturulan web sitesi ile canlı yayın yapılmak suretiyle yaklaşık yirmi bin kişiye çalışmalar ulaştırıldı. Kongreye katılan izleyicilere de birinci kongrenin tebliğ, müzakere ve sonuçlarının yer aldığı kitabı hediye edildi. Kongre tamamlandıktan sonraki gün kongreye çeşitli ülkelerden katılan bilim insanları, İslam dünyasının içinde bulunduğu durum ve yaşanan gelişmelere ilişkin “Diriliş” deklarasyonunu açıkladı.1 Kongre, İslam Ticaret Hukukuyla ilgili altı oturum halinde gerçekleştirildi. 1. Oturum’da Yeni Ticari Uygulamalar, 1. OTURUMDA YENİ TİCARİ UYGULAMALAR, 2. OTURUMDA ZEKÂT, 3. OTURUMDA FAİZ, 4. OTURUMDA BORSA, 5. OTURUMDA SİGORTA KONULARI TARTIŞILIRKEN, 6. OTURUMDA GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ BİLDİRİSİ YER ALDI. ............................. 51 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Kongrenin amacı Müslümanların hassasiyetlerine dikkat edilerek ekonomik ve iktisadi düzenlemeler yapılmasına katkı sunmaktır!.. Kongre açılışında konuşan Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT, insanlarımızın hassasiyetlerine dikkat edilmeden eko- nomik ve iktisadi düzenlemeler yapıldığını, bu sebeple Müslümanların mevcut problemlerine çözüm sağlamak amacıyla arayışlar içine girildiğini, bu kongrelerin de bu amaca yönelik düzenlendiğini ve üniversiteler bünyesinde açılacak İslam Ticaret Hukuku Enstitüleri ile konuların daha detaylı ele alınabileceğini ifade etti. Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer ŞEKER, açılış konuşmasında dünyadaki kapitalist sistemin zengini daha zengin, fakiri de daha fakir hale getirdiğini ifade etti. Dünya Müslüman Âlimleri Birliği Genel Sekreteri ve Katar Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Muhyiddin KARADAĞÎ ise kongreye katılan hocalar adına yaptığı konuşmasında Konya ve Türkiye’yi öven ifadeleri yanı sıra Türkiye’nin dünya Müslümanlarıyla ilgilenen bir adalet ve medeniyet 2. Oturum’da Zekât, 3. Oturum’da Faiz, 4. Oturum’da Borsa, 5. Oturum’da Sigorta konuları tartışılırken, 6. Oturum’da genel değerlendirme ve sonuç bildirisi yer aldı. Oturumlarda sunulan toplam yirmi tebliğ yirmi ayrı müzakereci tarafından müzakere edildi. Her oturumun raportörleri de sonuç bildirisine esas olacak notlar aldı. Oturum sonlarında gelen sorulara ve katılımcı katkılarına zamanın elverdiği ölçüde imkân tanındı. >>> PROF. DR. HAYREDDİN KARAMAN: KÂMİL MANADA İSLÂMÎ TİCARET VE TAM MANASIYLA FAİZSİZ BİR EKONOMİ İÇİN HER ŞEYDEN ÖNCE MÜSLÜMANLARDA BİR ZİHNİYET DEĞİŞİKLİĞİ VE İSLAMİ AHLAK EĞİTİMİ GEREKLİDİR. ülke olduğunu, Türkiye’nin her alanda çok güzel gelişimler sağladığını, zayıf ekonomik yapıdan sağlam ekonomiye geçtiğini, yabancı devletlerin istilasından kurtulup güçlü bir devlet yapısına ulaştığını belirtti. Kongreye katılan Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK kongrenin çok önemli ve yerinde olduğunu belirterek insanın sadece ekonomik bir değer olarak görülmesinin problem teşkil ettiğini, İslam’ın bu sahada da ileri sürdüğü değerlerin insani değerler olduğunu ifade etti. adalet ve medeniyet ............................. 52 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Alışverişle alakası olmayan forexten kaçının!.. Açılış konferansını veren Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN, laik bir ülkede ve kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada İslâmî ticaretin problemleri bulunduğunu, ülkemizde faizsiz bankaların 1985’ten beri kuruluşunun ve olgunlaşmasının devam ettiğini, bugüne kadar bu bankalara “faizsiz veya İslâmî bankalar” adını bile vermediklerini, mevzuatındaki bazı sakatlıkları ıslah edemediklerini, kâmil manada İslâmî ticaret ve tam manasıyla faizsiz bir ekonomi için her şeyden önce Müslümanlarda bir zihniyet değişikliğinin şart olduğu, bunun da genel bir İslâmî ahlak eğitimi ile elde edilebileceğini ifade etti. KARAMAN, problemler karşısında şüpheli kabul edilen hep kıyıya yanaşık hükümlerin verilmesini tehlikeli bir yaklaşım olarak değerlendirdikten sonra alışverişle alakası olmayan forexten kaçınılması gerektiği gibi, kredi temini amacıyla malik olunan malın satılıp sonra aynı kişi tarafından tekrar kiralanması işlemi olan sukûkun isabetli olmadığına değindi. Zekat konu başlığı altında tartışmaların yapıldığı ikinci oturumda konuşan Yrd Doç. Dr. Emrullah DUMLU, zekâtın ideal uygulama şekliyle kamu maliyesinin ana damarını oluşturması gerekirken yerleşik yanlış bir algı sebebiyle “zenginden fakire iktisadi değer transferine” dönüşmüş ve özellikle de ülkemizde bütünüyle şahısların inisiyatifine bırakılmış olması değerlendirmesini yaparak, zekâtın sadece fakirin hakkı olarak görülmesinin eksikliğine işaret etti. Bu oturumdaki diğer konuşmacı Prof. Dr. Rahmi YARAN tebliğinde zekâtın mali bir ibadet olduğunu devlete verilen vergilerin zekât yerine geçmeyeceğini belirttikten sonra devletin zekâtla ilgili mevzuat geliştirir ve zekâtı ayrı bir kalemde toplayıp İslam dininde belirtilen esaslar çerçevesinde dağıtmayı taahhüt ederse o zaman devlete zekât verilebileceğini ifade etti. YARAN, anayasal bir kurum olan ve Müslümanların ibadet hayatını düzenlemekle görevli bulunan DİB’nın hac, umre ve diğer ibadetlerde olduğu gibi zekât ibadetinin ifasında da vatandaşlarımıza yardımcı bir yapılanmaya gidebilir; bu maksatla “Zekât ve Hayır İşleri Genel Müdürlüğü” kurabileceği teklifinde bulundu. Faiz başlıklı üçüncü oturumda konuşan Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN, Kredi kartı, banka kartı ve pos cihazı hakkında bilgilendirmeler yaparak diğer İslam ülkelerinde “Murabaha Kartı” uygulamasının başladığını, ülkemizde de bu uygulamaya geçilebileceğini söyledi. Banka kartı / bankamatik ile altın, gümüş veya döviz almanın caiz olduğunu belirten DÖNDÜREN, ancak bankanın bunların bedelini POS üye işyerine araya vade girmeden ödeme yapması gerekir; kart hamili bankamatikle ödeme yapıp düzenlenen fişi imzalayınca bunların bedelini hükmî olarak satıcıya teslim etmiş sayılır, dedi. Doç. Dr. Süleyman KAYA ise, günümüzde ticari bankalar ile katılım bankaları dışında konut finansmanına yönelik organizasyon yapan bazı ticari şirketler tarafından uygulanan çekilişli ve vade ortası sistem şeklinde iki ana sistem olduğu söyleyerek, çekilişli sistemin, fıkhen ivaz şartlı hibe kabul edilerek meşru görülebileceğine dair fetva verildiği, bu sistemde vadeyi ve her bir müşterinin sırasını belirlemek üzere grup oluşturulmakla birlikte ödemelerin grup içerisinde yapılmadığı, herkesin şirkete ödeme yaptığı ve sırası geldiğinde parasını şirketten tahsil ettiği görülmektedir. Dolayısıyla tüm borç ve alacaklar şirketle müşteri arasında sabit olmaktadır. Şirketle müşteri arasında gerçekleşen vade ve miktarı farklı olan bu ödemelerin fıkhen ribâ içerdiği aşikardır. Sistemin ribâdan kurtarılması için PROF. DR. ALİ BARDAKOĞLU: BU SEMPOZYUMDA İLİM ADAMLARININ BURADA İLERİ SÜRDÜĞÜ GÖRÜŞLERİ BİR FETVA OLMAKTAN ZİYADE FETVAYI, KAZAYI VE KANUNLAŞTIRMAYI BESLEYEN BİR DOKTRİN GİBİ ALGILAMAK GEREKİR. ödemelerin grup içerisinde kalması, grup üyelerinin yaptıkları ödemelerle her ay grup üyelerinden birine konut alınması gerekirdi dedi. Vade ortası sistemin ise fıkhen karz-ı hasen kabul edilerek meşruiyetine fetva verildiğini söyleyen KAYA, bu sistemde herkes vade ortasında şirketten parasını teslim alacağından grup oluşturulması söz konusu değildir. Yani belirli bir grup içerisinde üyelerin birbirine karz vermesi söz konusu olmayıp tüm ödeme ve tahsilatlar müşteri ile şirket arasında gerçekleşmektedir. Ödemeler arasında vade ve miktar farklılıkları olduğundan da ribâ gerçekleşmektedir. Bu sistemin meşruiyeti organizasyon ücreti adı altında artı bir fazlalık alınmamasına bağlıdır. Bu da organizasyonun ticari bir şirket değil vakıf gibi hayri bir kurum tarafından yapılmasıyla gerçekleşebilir değerlendirmesinde bulundu. Dördüncü oturumun başlığı borsa idi. Teorideki şekliyle sukukun, atıl fonların ekonomiye kanalize edilip yatırımların canlanması ve dolayısıyla iktisadi kalkınmayla birlikte refahın artmasında önemli katkısı olabilecek orijinal nitelikli finansal ürünü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Servet BAYINDIR, teorideki haliyle uygulanması kaydıyla sukuk hava alanları, demir yolları, oto yollar, kentsel dönüşüm gibi yüklü sermaye gerektiren projelere ilaveten her türlü bina, tesis, araç, makine vb. toplumsal açıdan katma değeri yüksek girişimlerin finansmanında kendisinden istifade edilebilecek önemli bir finansal araç olduğunu belirtti. ............................. 53 ............................. Kasım-Aralık-Ocak 1. Deklerasyonun tam metni için kongrenin web sayfasına bakılabilir. http://islamticarethukuku.org/islam-dunyasina-dirilis-deklarasyonu-69h.htm 2. http://islamticarethukuku.org/ adalet ve medeniyet Prof. Dr. Orhan Çeker: Sigortalar devletin faaliyetlerini yürüttüğü oranda caizdir!.. Sigorta başlığı taşıyan beşinci oturumda ise borcun sigortalanmasının İslami finans kurumları ve borç alan yatırımcılar açısından kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunu ifade eden Prof. Dr. Hasan HACAK, borcun sigortalanması, malın korunması ilkesiyle de temellendirilebilir, zira İslam, borcun tahsilini kolaylaştıracak çözümler ortaya koymuştur ve gerek katılım bankalarının gerekse müşterilerinin her ikisinin de alacakların sigortalanmasına fazlasıyla ihtiyacı vardır kanaatini belirtti. Prof. Dr. Orhan ÇEKER ise, ticari amaçla yani kazancı esas alarak kurulan sigorta kurumunu yardımlaşma müessesesi olarak görmenin yanlış olacağını söyleyerek, sigortanın caiz olmayacağını söyleyenlerin sigorta uygulamalarında faiz, ğarar, cehalet bulunmasını ileri sürdüklerine değindi. Cevazına kail olanlar da öncelikle bunu yardım kurumu olarak görmek istemelerinden ileri gelmektedir, dedi. İslam’a uygun sigorta sistemlerinden biri olan “Tekâfül”ü, karşılıklı kefil olma, üyelerden her birinin diğerini tekeffül etmesi olarak tanımlayan ÇEKER, bu sistemin sadece bağış olarak pirim ödeyenlere hizmet sunduğunu belirtti. Devletin vatandaşının her türlü sıkıntısını gidermek üzere var olduğunu ifade eden ÇEKER, sigorta da devletin üstlendiği bir kurum olmalıdır, özel sigortalar devletin faaliyetlerini yürüttüğü oranda caizdir, dedi. Altıncı ve son oturumun değerlendirme konuşmacılarından Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU, kongrede pek çok konunun tartışıldığını fakat İslam hakkında beyan edilen görüşlerin fetva olarak algılanmaması gerektiğini belirtti. İlim adamlarının burada ileri sürdüğü görüşleri bir fetva olmaktan ziyade fetvayı, kazayı ve kanunlaştırmayı besleyen bir doktrin olarak algılanması gerektiğini ifade eden BARDAKOĞLU, fukahanın ürettikleri, doğrudan fetva ve doğrudan kaza değildir; tarihimizde de İslam hukukçuları, hem kazayı hem de kanunlaştırmayı yönlendiren, tasvip eden, uyaran, hem de fetvayı besleyen önemli bir fonksiyonu icra etmişlerdir dedi. Kongrenin sonuç bildirileri ayrıca düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Sonuç bildirileri metin olarak da kongrenin web sitesinde yayınlandı.2 Kongre yerel ve ulusal basın tarafından dikkatle takip edildi. Kongrede müzakere edilen konular, yeni öneriler gazete ve internet sitelerinde paylaşıldı. Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN ve Prof. Dr. Faruk BEŞER gibi sahanın uzmanları ve köşe yazarları tarafından gazetelere makale olarak konu edildi. ISLÂM'IN HUKUK ILMINE KATKILARI Papa 4. Nikola’nın “Sözde durmamak günahtır, fakat Müslümanlara verilen sözde durmak ise daha büyük bir günahtır.“ sözünü hatırlamakta yarar vardır. >> Hüseyin Üşenmez Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 54 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Hukuk fakültesinde aldığım Uluslararası Hukuk sistemi ve eğitiminin beni tatmin edemeyişi, Hamidullah Hoca’ya ulaşmama vesile oldu çünkü Batı’nın getirmiş olduğu uluslararası hukuk düzeni dünyada adil bir düzen kuramamış, aksine zulüm getirmişti. Kendi öz değerlerimin dünyasını öğrenme isteği ile girdiğim yolda tanıştım Hamidullah Hoca ile. 97 yaşında vefat etmiş büyük bir âlim. Müellifi olduğu kitapların isimlerini yazmak isterseniz birkaç sayfaya ihtiyacınız var. Hamidullah Hoca arı gibi çalışmış. 2002 yılında Fransa’daki tek gözlü evinde hakka yürüdüğünde kitapları ve notları dışında kayda değer bir şey yoktu. Mini bir kütüphaneyi dolduracak kadar kitap yazmış olmasına rağmen kitaplarından hiç telif almamış bir isim. O kitaplarının daha çok okuyucuya ulaşabilmesi için telifini bile almayan nadir yazarlardandı. İslami ilimlere bakış anlamında yenilikçi ama günlük hayatta gelenekçi olan mütevazı bir âlimdi. Bu duygularla elime aldım Hamidullah Hoca’nın “İslam’ın Hukuk İlmine Katkıları” kitabını. Eserde İslam hukukunun belirli konularına dair makaleler sistematik çerçevede incelenmekte ve daha önceden farklı yerlerde yayınlanmış olan bu makaleler yeni bir bütünlük içerisinde okuyucuya sunulmaktadır. Kitap, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Hukuk İlmi ve Hukuk Felsefesi, İkinci bölümde İslam Devletler Hukuku, Üçüncü bölümde ise Karşılaştırmalı Hukuka dair makaleler bulunmaktadır. Kitabın ilk bölümünde hukuk ilminin tanımı yapılmakta ve hukuk ile hukuk usulünün iki ayrı ilim olduğu belirtilmektedir. Hukuk ilmi için bunun hükümlerin toplamı olduğunu, neleri yapmamız ve neleri yapmamamızın düzenlemesini yapan ve bu konularını ele alan bir ilim olduğunu anlattıktan sonra hukuk usulü ilminin bundan bambaşka bir ilim dalı olduğu onun hukuk ilminin kaynaklarını, felsefesini, hüküm çıkarma, akıl yürütme, delil getirme gibi kuralları içine alan bir ilim olduğu belirtilmektedir. Bu bölümü içeren makaleleri okuduğumuzda hukuk ilminin daha önceden bulunmuş olduğunu yalnız fıkıh usulü dediğimiz ilmi ise Müslümanların kazandırmış olduğunu görmekteyiz. Örneğin bir hukuki meselede farklı iki hukuki esas karşısında hangisine göre ve nasıl hüküm verilir? Hakkında hüküm bulunmayan yeni bir hukuki meselede nasıl hüküm verilir? Bu tür cevapları içeren bir ilmin İslam’dan önce bulunmadığı gerçeği güzel bir üslupla ortaya konmuş. Müslümanların hukuk ilmine önemli katkılarından biri olan Yasama Bağımsızlığına dikkat çekilmiş. İslam’da kanuni hükümlerin çıkarılması devlet ve hükümet reisiyle değil fakihlerle alakalıdır. İslam hukukçusu adalet ve medeniyet ............................. 55 ............................. Kasım-Aralık-Ocak bu işe bakar, hükümet kanun koyma işine karışamaz. Bu tespit etmiş olmasıdır. Müslümanların ortaya koydukları nedenle de kendi ihtiyaçları doğrultusunda istediği şey- devletler hukuku, insanlık tarihinde ilk defa evrensel bir leri emredip, istedikleri şeyleri de yasaklayamazlar. Se- mahiyet taşımıştır. çimle iş başına gelen iktidar günümüzdeki gibi istediği Kitabın üçüncü bölümünde İslam Hukuku kaynakları şekilde kanunlarla oynama yapma gücüne sahip değildir açısından incelenmektedir. İslam Hukuku ile Roma Hubu düzende. Günümüzde tartışmakla sonunun gelmedi- kuku arasındaki etkileşimler başlığı altında İslam Huği Yasama Bağımsızlığı konusu İslam Düzeninde çok açık kukunun Roma Hukukundan etkilendiğini söyleyenlere bir şekilde çözüme kavuşmaktadır. Okullarımızda batı karşı açık deliller getirerek İslam Hukukunun Roma Hudeğerleriyle yetişmiş hukuk hocalarımızın senelerdir öğ- kukundan etkilenmesinin mümkün olmadığını hocamız retmeye çalıştığı yasama bağımsızlığını İslam’ın asırlar ispatlamaktadır. Hamidullah Hoca’nın müeyyide kavramıöncesinde bize nasıl sağladığının idraki97 yaşında vefat nın İslam Hukukunda ve Batı hukukunne varmış olacaksınız. Çünkü bu düzende etmiş büyük bir da ne ifade ettiğini açıklaması; iki hukuk menfaat yoktur, bu düzende adil bir sistem âlim. Müellifi oluşturma gayreti olduğu için de İslam Huolduğu kitapların sisteminin birbirinden hangi noktalarda ayrıldığını ortaya koyma anlamında güzel kukçuları din neyi emrediyorsa onun dışıisimlerini na çıkmadan kurallar getirmektedirler. Bu yazmak isterseniz bir örnek ve etkili bir turnusol kâğıdı. “Babirkaç sayfaya tı’da ülke kanununun müeyyidesini birinci fakihler Kur’an ve Sünnet çizgisinin dışarıihtiyacınız var. derecede asayiş kuvvetlerinin, polisin zoru sına çıkıp istediği inkılâpları yapamazlar, Hamidullah Hoca meydana getirmektedir. İslam hukuku ise çünkü İslam Hukukunun oluşturucusu Aları gibi çalışmış. maddi müeyyide ile yetinmemiş, aynı zalah-u Teâlâ’dır ve onu ancak O değiştirebi2002 yılında manda maddi müeyyideye eklenen ve onu lir. Âlimler Kur’an-ı Kerim’de yer alan açık Fransa’daki iyice güçlendiren manevi ve vicdani müeybir hükmü değiştiremezler. Açık bir hüküm tek gözlü evinde hakka yide kullanmıştır. Müslüman öldükten sonbulunamıyorsa, yeni bir hüküm çıkarmaya yürüdüğünde ra dirileceğine inanır. Yaptığını hükümet çalışırlar. kitapları ve görevlisinden saklasa, onu aldatsa dünyaHamidullah Hoca kitabının ikinci bölünotları dışında münde İslam Devletler Hukukunu ele alkayda değer bir da cezasız kalabilir ama Allah’tan gizleyemış ve İslam’dan önce kapsamlı bir şekilde şey yoktu. Mini meyeceği için Allah onu muhakeme edebu konu ile ilgilenen hukuk kaidelerinin bir kütüphaneyi cektir. O’nu aldatamayacaktır ve O’ndan bulunmadığı İslam’ın ilk olarak Devletle- dolduracak kadar kaçamayacaktır. İslam akaidinin temelinkitap yazmış deki bu dini inanç, hakikaten, maddi mürarası hukuk alanını düzenlediğini şöyle olmasına rağmen eyyideden daha etkili olmuştur. Buradan açıklamıştır: kitaplarından hiç Eski Yunan’da site devletleri arasındaki telif almamış bir hareketle de dinin telkin etmiş ettiği ahlak ve Allah korkusu olmazsa, insanlar arasınmünasebetlere riayet eden hukuki kaideler isim. da adaleti temin etmenin imkânsızlaşacağımevcuttu. Fakat Yunanlılar, Yunan olmayan devletlerle olan münasebetlerinde hiçbir hukuk kai- nı söyleyebiliriz. delerine uymazdı. Romalılar ise biraz daha ileriye gitmiş- İslam insanın ahenkli ve dengeli bir gelişim sağlayabilmesi lerdir ve dostluk ilişkisiyle bağlı bulundukları devletlere için hayatın bütün yönlerinde bir tutarlılık oluşturma gayreti karşı uygulamış oldukları hukuki kaideleri mevcuttu ama içerisindedir. İslam yalnız ruhun yücelmesi için veya yalnız dünyanın diğer devletlerine karşı tatbik ettikleri hiçbir maddenin yücelmesi için çalışmaz. İnsanın dengeli bir yahukuki kaideleri yoktu. Bu noktada Papa 4. Nİkola’nın pıya sahip olması, ruhunu ve maddi yönünü bir arada tu“Sözde durmamak günahtır, fakat Müslümanlara verilen tabilmesi için çalışan sistemdir. O, bozuk yapıları sarsarak, sözde durmak ise daha büyük bir günahtır.“ sözünü ha- kibri, zulmü yok ederek hayatın bütün alanlarını yenileyip tırlamakta yarar vardır. Bu söz günümüzde dahi bu mil- hayatı sağlam temleler üzerine kuran bir devrimdir. Okullaletlerin anlaşmalarına riayet noktasında güvenilmeyecek rımızda bize öğretilmeye çalışılan Roma Hukuku’nun sözde bir millet olduklarını ortaya koymaktadır. Oysa İslam ge- üstünlüklerinden kurtulmak, İslam Hukuk’un adil bir düzen tirmiş olduğu anlayışla Darul İslam ve Darul Küfr olarak sağlama noktasında ne kadar titiz davrandığını araştırmak, dünyayı iki kısma ayırıyor. Burada dikkat etmemiz gere- İslam’ın insanlığa katmış olduğu değerleri öğrenmek isteyenken husus İslam’ın küfür diyarı için de devletler hukuku ler açısından incelenmesinde fayda bulunabilecek bir kitap. RG A E MEDENİYET T V DE İSİ AD LE Sinema >> Tuğba Özdaş Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 56 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Uluslararası hukuk boyutunda sınır tartışmaları ve vize politikalarının da işlendiği filmde, yıllar önce aynı topraklarda yaşayan insanların soyut bir sınır çizgisi gerisinde Hindistan ve Pakistan olarak iki devlet haline gelmeleri sonrasındaki tutumları da başarılı bir şekilde ortaya konuluyor. ............................. 57 ............................. Kasım-Aralık-Ocak politikalarının da işlendiği filmde, yıllar önce aynı topraklarda yaşayan insanların soyut bir sınır çizgisi gerisinde Hindistan ve Pakistan olarak iki devlet haline gelmeleri sonrasındaki tutumları da başarılı bir şekilde ortaya konuluyor.Masum bir çocukla yürekli bir adamın hikayesi olarak özetleyebileceğimiz film ile bir kişinin hangi ülkeden ve hangi ırktan olduğunun değil, sadece insan olmasının dahi kıymetli görülmesi gerektiği belirtilmektedir. adalet ve medeniyet Neden burda duruyorsun? Hadi içeri gir.. —İçeri giremem. Ben Müslüman değilim. -Ne olmuş yani kardeşim, burası herkese açıktır. Bu yüzden Camimizi asla kilitlemeyiz.. Dergimizin bu sayısında sizlere unutulmuş duyguların harekete geçtiği Bajrangi Bahaijaan isimli Bollywood yapımı filmden bahsedeceğim. Kabir Khan’ın yönettiği, yaşanmış bir hayat hikayesinden esinlenilerek uyarlanan 2015 yapımı dram türündeki film, Hindistan ve farklı ülkelerde yüksek izleyici kitlesine ulaşarak gişe rekorları kırmıştır. Pek çok dalda ödüle layık görülen Salman Khan’ın başrolünü üstlendiği filmde fedakârlık ve dürüstlüğe dair vicdani sorgulamalarla karşı karşıyayız. Shahida, Pakistanlı dilsiz ve okuma yazma bilmeyen 6 yaşında bir kızdır. Annesiyle birlikte tedavi için Hindistan’a yolculuk etmekte iken talihsiz bir olay olur ve küçük kız kaybolur. Bu olay karşısında ne yapacağını bilemeyen anne ise, kızını bulamadan Hindistan’dan sınır dışı edilir. Shahida hiç bilmediği bu ülkede yapayalnızdır. Bajrangi Bhaijaan’ın müridlerinden Pawan’la bir şekilde yolları kesişir. Pawan küçük kıza yardım eder ve onu ailesine ulaştırmak için her türlü yolu dener. Hindistan ve Pakistan arasında yıllardır süregelen anlaşmazlıklar sebebiyle birçok engelle karşılaşan Pawan, her şart altında dürüstlükten vazgeçmeyerek mutlak doğruların üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Gerçek sevginin her şeyin üstüne geçebildiğini ve dünyada fedakar sağduyulu insanların hâlâ var olduğunu anlatan film, yer yer eğlenceli ama bir o kadar da duygusal sahneler içermekte. İnce, dokunaklı, duygusal ve öğüt verici filmde insani sorumluluklar hatırlatılmakta, her türlü ön yargının önüne geçilerek birlik olmak, vicdanın sesini dinlemek ve doğruluktan ayrılmamak konuları işlenilmektedir. Film ile verilmek istenen ana mesaj ise insanların koydukları engelleri istedikten sonra yine insanların aşabilecek olmasıdır. Filmin görece olumsuz yönleri ise alışılmışın aksine 163 dakikalık süresi ve Bollywood filmlerinde sıkça görülen müzikli kareografi sahneleri olarak belirtilebilir. Sürenin uzunluğuna rağmen keyifli ve dokunaklı olay örgüsü izleyiciyi bunaltmıyor ve her daim merakını canlı tutuyor. Uluslararası hukuk boyutunda sınır tartışmaları ve vize AELREAMERSİ K>>> C İN >> Mehmet Açar / Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi BiLGi EDiNME HAKKI BAĞLAMINDA ANAYASA MAHKEMESiNiN VE DANIŞTAYIN ÖSYM KARARLARI Yüksek Mahkeme, Kanun'un sınavlara ait soru ve cevapların, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışında bırakılmasını öngören hükmünün Anayasaya aykırı olduğuna hükmetmiştir. ÖSYM Yönetim Kurulu’nun kararının iptalinin istendiği davada ise Danıştay 30 Nisan 2015’de soruların %20’sinin açıklanmasına yönelik kararı iptal etmiştir. Türkiye’de öğrenim görmekte olan öğrencilerin zorlu bir eğitim sürecinden sonra karşılaştıkları önemli sınavlardan biridir üniversiteye giriş sınavı. Birçok mesleği icra edebilmek için gerekli eğitimin alındığı üniversitelere yerleşebilmek bu sınavdan alınan puan neticesinde mümkün olabilmektedir. Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), Yüksek Öğretime Geçiş (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) haricinde Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS), Yabancı Dil Sınavı (YDS), Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) gibi birçok ölçme sınavını yaparak değerlendirmektedir. Bu sınavlara giren adaylar ve adalet ve medeniyet ............................. 58 ............................. yakınları için oldukça önemli olan bu sınavların soru hazırlık, sınavın gerçekleştirilmesi ve cevapların değerlendirilmesi aşamaları da bir o kadar hassastır. Bu hassas süreçleri güven içerisinde tamamlamaya çalışan ÖSYM birçok tartışmanın da konusu olmuştur. Özellikle 2010 yılında yapılan KPSS’deki soruların çalındığına dair iddialar ve soruşturma süreci Merkez yönetimini yeni önlemler almaya yöneltmiştir. Kasım-Aralık-Ocak ÖSYM Başkanı ayrıca gerek Danıştay’ın ve gerekse Anayasa Mahkemesinin kararlarının, soruların doğrudan yayınlanmasını zorunlu kılmadığını iddia etmekte ve çok yoğun bir sınav takvimleri olduğu için, soruların tamamı yayınlanırsa soru havuzundan soru yetiştirecek bir sistemlerinin bulunmadığını belirtmektedir. leti"nin vazgeçilmez ilkelerinden olan "hak arama özgürlüğü", "adil yargılanma hakkı" ve "mahkemeye başvuru hakkı'nı doğrudan veya dolaylı olarak ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.’’ Danıştay’a göre, ÖSYM tarafından adayların başvurmaları halinde kendilerine ait soru kitapçığı, cevap kağıdı ve cevap anahtarını inceleme imkanının tanınması, belli bir ücret karşılığında ve sadece Ankara’daki ÖSYM merkezinde gerçekleştirilebilmesi nedeniyle amaca hizmet etmemektedir. Karara göre, katılımcıların girmiş oldukları sınavlarda yaptıkları/ yapamadıkları sorulara ilişkin olarak yanlışlarını/doğrularını, eksiklerini bilmek istemelerinin en doğal hakları olduğu, davalı idarenin de şeffaflık ve açıklık ilkesi gereğince bu soruları ve cevaplarını tamamıyla açıklamakla yükümlü olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi Kararının 15 Temmuz 2015’de açıklanan gerekçesine göre ise; "Konular değişmediği halde sürekli yeni sorular oluşturmanın zor olduğu, bu yönüyle soruların ölçme kalitesini düşürmemek amacıyla yeniden sorulmasını sağlamakta kamu yararı bulunduğu açıktır. Ancak yapılan sınavlara ilişkin olarak kişilerin bilgi sahibi olması da son derece önemli olup kişilerin bu soru ve cevapların doğru olarak tespit edilip edilmediğini öğrenme ve buna göre yanlış olarak belirlenen soru ve cevaplara karşı hak arama özgürlüğünü kullanabilmesinde de ciddi bir kamu yararı bulunmaktadır. Zira kişilerin eğitim veya iş hayatı bakımından geleceklerini belirleyen bu sınavların, doğru olarak uygula- adalet ve medeniyet ÖSYM tarafından alanlarında uzman kişilere hazırlatılan sorular bir havuzda toplanmakta ve soru hazırlayanların telif hakları ücret karşılığında ÖSYM’ye devredilmekte olduğu için sorular yayınlamak istenmemektedir. Nitekim ÖSYM Yönetim Kurulu’nun 12.03.2014 gün ve 7 sayılı kararı ile 2014 YGS’de sorulacak soruların %20’sinin yayınlanmasına karar verilmiştir. Söz konusu önlemler bünyesinde Temmuz 2013’de 6495 sayılı Kanunla, sınav sorularının ve cevaplarının yayınlanması Bilgi Edinme Kanunu kapsamından çıkarılarak bu istek yerine getirilmeye çalışılmıştır. 6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. 4 Aralık 2014 tarih ve E: 2013/114, K: 2014/22 sayılı kararında Yüksek Mahkeme, Kanun'un sınavlara ait soru ve cevapların, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışında bırakılmasını öngören hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğuna hükmetmiştir. ÖSYM Yönetim Kurulu’nun kararının iptalinin istendiği davada ise Danıştay 30 Nisan 2015’de soruların %20’sinin açıklanmasına yönelik kararı iptal etmiştir. Danıştay Sekizinci Daire tarafından iptal edilen kararın gerekçesinde ‘‘davalı idarece hukuki güvenlik, açıklık ve şeffaflık ilkelerine aykırı olarak tesis edilen ve 2014 YGS'de sorulacak soruların belli bir kısmının yayımlanmaması niteliğinde bulunan dava konusu işlemin, ülkemizin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan ve "hukuk dev- ............................. 59 ............................. Kasım-Aralık-Ocak >>> Kamu yararı açısından sınav sorularının ölçme kalitesini düşürmeme ile sınava giren adayların bilgi edinme hakları arasında adeta bir yarış vardır. adalet ve medeniyet ............................. 60 ............................. nıp uygulanmadığını denetleyebilmeleri ve buna ilişkin hak arama özgürlüklerini kullanabilmeleri için anılan soru ve cevaplara erişebilmeleri gerekmektedir." Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın iptal kararları karşısında ÖSYM’nin nasıl bir tutum geliştireceği tam netleşmiş değildir. ÖSYM Başkanına göre; ‘‘ÖSYM'nin hiçbir kararı hak arama, bilgi edinme hürriyetine engel değildir. Bugüne kadar, soru kitapçığını görmek isteyen tüm adaylar, ÖSYM'ye gelmiş ve kendi soru kitapçıklarını incelemişlerdir. Adaylar sınav sorularına odaklanmak yerine bilgiye ve konuya odaklanmalıdır.’’ ÖSYM Başkanı ayrıca gerek Danıştay’ın ve gerekse Anayasa Mahkemesinin kararlarının, soruların doğrudan yayınlanmasını zorunlu kılmadığını iddia etmekte ve çok yoğun bir sınav takvimleri olduğu için, soruların tamamı yayınlanırsa soru havuzundan soru yetiştirecek bir sistemlerinin bulunmadığını belirtmektedir. Bilgi edinme hakkı, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı karşısında Türkiye genelinde birçok vatandaşın hayatını doğrudan etkileyecek ölçme ve değerlendirme faaliyeti gerçekleştiren ÖSYM’nin talepleri yukarıda değindiğimiz iki kararla kabul edilmemiştir. Kamu yararı açısından sınav sorularının ölçme kalitesini düşürmeme ile sınava giren adayların bilgi edinme hakları arasında adeta bir yarış vardır. Bu yarışan hakların bir tarafında, aynı sınava farklı tarihlerde giren kişilere zorluk derecesi oldukça farklı sınav sorusu yöneltilmesi suretiyle görece adaletsiz bir durumun ortaya çıkma riski bulunmaktadır. Dolayısı ile bu riski ortadan kaldırmak amacıyla ÖSYM hemen hemen aynı zorluk düzeyine sahip soruların bulunduğu soru havuzundan her yıl se- çim yapmak istemektedir. Sınav sorularının ilan edilmesinin ‘dershanelerin ekmeğine yağ süreceğini’ düşünen ÖSYM’nin diğer bir isteğinin de sürekli yeni sorular hazırlatmak zorunda kalarak, uzmanlara telif ücreti ödememek olduğu da söylenebilir. Sınavlara giren kişiler açısından bakıldığında ise mutlak bir özgürlük ihlalinden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü ÖSYM talep edilmesi halinde adayın cevap kağıdı, cevap anahtarı ve soru kitapçığını erişime açmaktadır. Aday yapacağı inceleme sonucunda itiraz edeceği bir hususla karşılaşırsa hak arama özgürlüğü kapsamında dava açma yoluna başvurabilmektedir. Mahkeme kararlarında tartışıldığı üzere burada temel sorun, belirli bir inceleme ücreti karşılığında ve ÖSYM’nin Ankara’da bulunan merkezine fiziken gelme mecburiyetinin hak arama özgürlüğünü sınırlayıp sınırlandırmadığıdır. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ilgili kararlarında, bahsettiğimiz kamu yararı yarışmasında sınavlara giren adayların bilgi edinme haklarını ve hak arama hürriyetlerini tercih etmiştir. Bu tercih kanaatimce isabetlidir. Çünkü ÖSYM’nin gerçekleştirmek istediği uygulamada her ne kadar sınava ilişkin bilgiler ilgili kişiye gösteriliyor olsa da, sınava başvurucu ücretine oranla oldukça yüksek sayılabilecek inceleme ücreti ve fiziki olarak Ankara’ya gitmenin görece zorluğu karşısında ilgili hakların oldukça sınırlandığını söyleyebiliriz. ÖSYM’nin sınava dair her türlü bilgiyi sınava giren kişiye özel ve şifrelenmiş bir sistem üzerinden elektronik olarak erişime açması halinde ise hem bilgi edinme hakkının korunması hem de ÖSYM’nin haksız sayılamayacak taleplerinin aynı anda karşılanması da mümkün olabilir. Kasım-Aralık-Ocak >> Ayşenur Demir / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Öğrencisi ÖYLE BİR İRONİ Kİ SADECE DİNİ VE SİYASİ İDEOLOJİLERİ KAPSAYAN DÜŞÜNCELER DÜŞÜNCE SUÇUNA GİRER. BUNU TESPİT ETMEK AKIL EDENLER İÇİN ÇOK DA ZOR OLMASA GEREK. NE ZAMAN BİR DARBE VEYA KAOS ORTAMI OLSA EN ÇOK YAZANLAR VE ÇOK KONUŞANLAR DÜŞÜNCE SUÇLUSU SAYILMIŞTIR. SUÇLULAR YA SİSTEMİ DEĞİŞTİRMEK İSTERLER Y DA… ............................. 61 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Bunu tespit etmek akıl edenler için çok da zor olmasa gerek. Ne zaman bir darbe veya kaos ortamı olsa en çok yazanlar ve çok konuşanlar düşünce suçlusu sayılmıştır. Suçlular ya sistemi değiştirmek isterler yâda baskın dine karşı gelirler. İnançları ve davalarını hak bilen suçlular zulme ve anlaşılmamaya mahkûmdurlar. George Orwell’in ünlü 1984 ütopyasında bahsedildiği gibi big boss’dan farklı düşünürsen düşünce suçlususun. Yani koyun olmazsan düşünce suçlusu olursun. Bu mantaliteden kurtulanın yolu ise bir kişinin düşünmesiyle başlayacak bir yoldur. Zamanın düşünce suçlusu Malcolm X’inde dediği gibi “Bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter.“ Ülkesinde düşünce özgürlüğü olmadığı için üç yıl boyunca düşünce suçlusu olmuş Aliya İzzet Begoviç ise yakın zamanın suçlularındandır. Tek suçları inandıkları gibi konuşmalarıdır. Bunlardan bahsederken dikkat çekmek istediğim husus şudur ki bahsi geçen suç aleti hakaret ve riyakârlık içinde eyleme geçtiği vakit asıl suçludur. Bu konuyu şu şekilde örneklendirebiliriz; Danimarka’da başta Müslümanlar olmak üzere pek çok dinle dalga geçen karikatürlerin düşünce özgürlüğü adı altında ahlaksız eyleme dökülmesi bahsi geçen suç aletini kötüye kullanmaktan müebbet yiyebilir. Bu ince çizgiyi fark ettiğimiz vakit gerçek düşünce suçlularını anlayabiliriz.Yine bir döneme fikir tohumu ekmek isteyen Necip Fazıl Kısakürek yıllarca düşünce suçuyla suçlanmıştır. Düşünce suçuna vesile olan suç aleti bol olan üstad, tohumlarını engellere rağmen ekmeyi bilmiştir. adalet ve medeniyet Duruşma adı: ‘‘hayat davası’’ Suç aleti: ‘‘beyin’’ Mekân: ‘‘dünya’’ Zaman: ‘‘insan ömrü’’ Cezası: ‘‘ölüm’’ veya müebbete varan ‘’hapis cezaları’’.. Bu davanın asıl sebebi ise, konuşmaktan ve yazmaktan yoksun ‘‘koyunların’’ bahsi geçen suç aletine sahip olmaktan korkması. Bu tip bir dava ile karşılaşabilir mi insan? Evet. Karşılaşır, karşılaşıldı, karşılaşıyor… Şöyle ki; Türkiye’de “Düşünce suçlusu” sayısı bir yılda 254'ten 435'e çıkmışken dünya genelinde insanlar, bahsi geçen suç aletine ezelden beri sahiptir. Bu bahsettiğim şeyleri anlamak için ince bir çizgiye takılmadan atlayabilmek gereklidir. Peki sözde düşünce suçunun başta bahsettiğimiz cezalara çarptırılması için suç aletinin illa ki somut olması mı gerekir? Ya da milyonları harekete geçiren, ufukları değiştiren ve sürüde farklı düşünme gafletine düşen bir koyunun suç aleti soyut diye cezasız mı kalmalıdır? Yukarıdaki paradoksun cevabı aslında düşünceden çok düşünce özgürlüğünün önemli olduğudur. Bu güne kadar düşünce suçuyla yargılanan insanlar somut bir suç aleti kullanmamıştır. Tarihte dünya geneline baktığımızda düşünce suçluları, insanlara herkeste mevcut olup bahsi geçen suç aletini kullanmayı öğrettikleri için cezalandırılmıştır. Bu yüzden Sokrates ve Galileo düşünce suçlusu değil, düşünce özgürlüğünün olmadığı bir düzenin çarkına çomak sokan kurbanlıklardır. Aslına bakılırsa düşünce suçu bir kılıftır. Öyle bir ironi ki sadece dini ve siyasi ideolojileri kapsayan düşünceler düşünce suçuna girer. >> Esra Arslan Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 62 ............................. Kasım-Aralık-Ocak hayatını manevi sorumluklar alarak geçiren bir inSarsıntısız bir otobüs camına yaslamışsınız başınıHer zı. Susuyorsunuz, içinizden konuşuyorsunuz kengittiğimiz sana 'gel sen de mücadele et' diyebilir miydi babam? dinizle. Hatta kendi içinizde başkalarıyla… Kararlı şehirde Bu insanı dünyanın büyüklüğüne inandırabilir miybir ses bastırıyor diğerlerini ve size soruyor: kendime di? Olmazdı bu ve babamda bunun farkındaydı zayeni bir ten, gerçi bu insanları da mücadelesine katmak gibi - Yolculuk nereye? sayfa bir derdi yoktu babamın. Din babam için kolaya kaçSanki bir açığınız yakalanmış gibi heyecanlanıyor, açtığımı maktı. Bu insanlar, ahiret inancıyla dünya gerçeğini açıklama yapmak istiyorsunuz ve cevaplıyorsunuz: kabul eder, - Teyzemin yanına… Hiç görmedim kendisini. Evet, başlangıcı göz ardı ediyordu sadece. Bu düşünce kabul edileyirmi yaşındayım. Ama hiç görmedim işte. Hem o olmayan bilir miydi? Dünyaya 'imtihan' adını vermiş olan bir beni tanıyormuş. Ona biricik kardeşinin emanetiy- hayatlar akıl onu nasıl görmezden gelirdi?Yaptığı her şeyin yaşardım. hesabını vereceğine inanmak nasıl kolaya kaçmak mişim. Tâ ki olarak atfedilebilirdi? Babam bu yanılgının farkınBen dört yaşındayken ölmüş annem. Onun soluk babam da değildi bu insanların zihni babam için anlamsız yüzünü, bir de bana her an veda edecekmiş gibi özkoltuğunun lemle bakışını hatırlıyorum. altındaki olan tüm inançlardan temizlenmeliydi ancak böyle O gidince geriye babamla kurduğumuz iki kişilik bir gazetelerle onların dünya gerçeğini fark edebileceklerini söylerhayat kaldı. Zor bir hayattı bu. Düzensiz ve bir hayli telaşlı bir di.Davası 'özgürlük' olan bir insan nasıl olur da dişekilde ğer insanların hayatına dilediği gibi yön vermek için karmaşık… Babam üzerime titrerdi benim. Benimse eve gelip mücadele ederdi?Nasıl olur da diğerlerinin hayatlaona olan sevgim tarifsizdi. Fakat babamın aklımı 'toparlan rını, inançlarını hiçe sayabilirdi? Babamın sınırsız karıştıran beni huzursuzluğa boğan koşuşturmaları hadi babamın deyişiyle bir 'özgürlük davası' vardı. Ha bir gidiyoruz' özgürlük anlayışı sadece kendisiyle aynı tarafa bade dilinden hiç düşmeyen özgürlük şarkıları... Sesi demesiyle kanlar için geçerliydi. Bu şekildeki bir özgürlük kimi güzeldi babamın ve yazmayı severdi. Dergilerde veson bulurdumutlu edebilirdi ki? bazı yerel gazetelerde yazardı. Ben sevmezdim ba- her şey. Babam bana söylediklerini iyi dinlememi, bir gün anlatma sırasının bana geleceğini söylerdi. Benimbamın sürekli koşturup durmasını. Neye karşı özse buna hiç niyetim yoktu. Karşımdakiyle aklımda gürlük, kim için özgürlük diye sorardım ona hep. O anlatırdı.Sürekli yeni bir dünya kurmamız gerektiğinden kavga etmeyi böyle zamanlarda öğrenmiştim ben. Babam bahseder ve bunu yapmaya imkanımız olduğu halde müca- bana hayallerini anlatırdı. Onun hayallerine benim itidele etmemişsek bu dünya bizim içimizi çürütür derdi. Üs- razlarım karışırdı. O tüm dünyayı kaplayan özgürlükten telik bu mücadeleyle devletin bize vurduğu tüm zincirleri bahsederken benim aklım babam istemiyor diye selamı kırabilirmişiz. Kaybedecek bir şeyimiz yokmuş, aksine ka- sabahı kestiğim arkadaşlarıma giderdi, ne yapıyorlardı acazanırsak bu kocaman dünya bizim olacakmış. Ama eksikti ba, nasıllardı? O yazdıkları yazılardan bazı insanların sırf bir şey… Babamın anlattıklarında dolmayan boşluklar var- düşmanlık olsun diye rahatsız olduğunu ama yazmaktan dı. Bu özgürlük hikâyesinde babam gibi düşünmeyen tutsak ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceğini anlatırdı keyifle, olmayı hak ediyordu. Dünyayı bir misafirhane gibi gören ve benim aklım babam yasakladı diye okuyamadığım kitap- adalet ve medeniyet ............................. 63 ............................. Kasım-Aralık-Ocak ancak yürekte hissedilebileceğini söylemişti lara giderdi. Babam henüz farkında değilse de Teselli bana. Kalbimizin var olma sebepleri vardı bundavasının esiriydi. Namık Kemal’in “Hürriyet edecekseniz lardan en önemlisi de sevmekti. İnsan her şeyKasidesi”nde ifade ettiği 'Esîr-i aşkın olduk uğraşmayın gerçi kurtulduk esaretten' demesi gibi bu kez boşuna. Çünkü den yorulurken neden sevmek hiç yormaz bizi dünya küçük der, elini göğsüne koyup' çünkü burası sonsuz de sonu gelmeyen isteklerinin kölesi olmuştu. falan değil; olan bir varlığı sevmek için programlanmış' Sınırları çizilmeyen bir özgürlük tehlikeliydi, üzerimize devrile derdi. Çok güzel şeyler söylerdi bana onu dinbuna emindim. Peki, özgürlüğün sınırları neydevrile büyüdü di? Gerçekten de özgürlüğün sınırları çizileher seferinde. lerken alnımın serinlediğini, yüreğimin genişmez miydi? O halde özgürlük; insan zihninin Gelip geçtiğimiz lediğini hissederdim.İşte ben böyle birine veda edemedim...Veda etmediğiniz bir insan hala yaman aldatmacalarından biriydi. Nefsaniliğe şehirler bulaşmış her istek, ona bulaşmışlığı ölçüsün- tamamlanmamış bir yerlerde karşınıza çıkabilir mi? “Küçük bir bir sevda ihtimal” mi dersiniz, yoksa “dünya küçüktür de sahibinin üzerinde hükümranlık kuruyordu cehennemi oldu yahu” deyip teselli mi edersiniz beni? Teselli belli ki. Belki de babam bir davaya sahip değilböylece. edecekseniz uğraşmayın boşuna. Çünkü dündi, davası ona sahipti. Kim bilir? ya küçük falan değil; üzerimize devrile devrile Babamın başı sürekli bir derde girerdi. Onun sert üslubu mutlaka birilerini rahatsız eder ve biz öyle her büyüdü her seferinde. Gelip geçtiğimiz şehirler tamamlanyerde kolay kolay dikiş tutturamazdık. Sürekli oradan ora- mamış bir sevda cehennemi oldu böylece. ya gitmek zorunda kalırdık. Gideceğimiz yerde daha rahat Dayanamadım bir gün anlattım babama içimde olup bitenedeceğimize inanarak. Her gittiğimiz şehirde kendime yeni leri. bir sayfa açtığımı kabul eder, başlangıcı olmayan hayatlar -Söylesene baba. Bir bak bana, ne haldeyim? Bilmediğim yaşardım. Tâ ki babam koltuğunun altındaki gazetelerle bir şehre esirim şuan. Ne uğruna? Özgürlük diyeceksen eğer telaşlı bir şekilde eve gelip 'toparlan hadi gidiyoruz' deme- lütfen konuşma. Babamın hayalleri kırıldı orta yerinden, omuzları düştü. siyle son bulurdu her şey. Eğer şanslıysam veda edebilirdim Bir babanın omzu düşer mi? İşte o günden sonra değişti her arkadaşlarıma. Değilsem habersizce çekip giderdik. Ona veda edememiştim mesela. Oysa ne çok isterdim son şey. Artık ben de konuşuyordum. Babam eve gelince bir tarbir kez görebilmeyi. Ondan bahsedeyim size. Yani müsade- tışma başlardı. Seslerimiz birbirine karışır, fikirlerimiz aynı nizle? Adı Ali... Görme engelli kendisi ama birçok meseleyi odanın içinde savaşırdı. Son raddeye geldiğinde, babam benden, bizden daha net görürdü, buna eminim. Oturdu- yüzümü ellerinin arasına alır göğsüne bastırırdı. İşte o an ğumuz semtteki kitapçıda çalışırdı. Akrandık. Üzerinde çok ikimizde susardık. Bu hareket aramızda yaptığımız gizli bir nadir bozulan bir sessizlik vardı. Her an herkesi dinlemeye antlaşma gibiydi. hazır ve nazırdı. Bir gün uzun soluklu bir muhabbetten son- Bir gün kurduğum iki kişilik sofrada babamı bekliyordum. ra, Ali dedim neden sen hiç anlatmıyorsun? Gülümsemiş Telefon çaldı, açtım. sonra da şöyle demişti 'içini bu kadar kolay döken insanlar -Karakol mu? Babam orada mı? Gazetedeki yazılar bir gruvarken benim gibilerle uğraşmak istemezler, hikâyelerimiz bun tepkisini mi toplamış? Bir süre orada mı kalacak? Peki… deyip telefonu kapattım. bizde kalır böylece' sonra tekrar sormuştum; Ha bir de teyzemin adresini söylemiş polislere, ona emanet- Peki neden dinliyorsun? 'Belki anlatma sırası bir gün bana gelir diye' cevaplamıştı mişim. yarı şaka yarı ciddi. Oysa ben onu dinlemeyi, onun için bir Söyle şimdi baba: Zaten hayat da üzerimde emanet durşeyler yapmayı, yapabilmeyi çok isterdim. Mesela kitapçı- muyor mu? Kaç şehir gezdik biz seninle. Kaç kişiye, kaç eve ya gelen baba ve oğulun yüzündeki sevimliliği tarif etmeyi burası benim diyebildim? Biliyor musun, boşuna diyecekisterdim ona. Çocuğun çizgi romanlara hayran hayran bakı- ler, boşu boşuna... İşte buna dayanamıyorum. Sen usulüne şını o da görsün isterdim. Yağan yağmurun yerde bıraktığı göre savaşamadın ve bana yorgun bir hayat bıraktın. Bu ıslaklığı, boş bankları, elimdeki bembeyaz kasımpatıları... mesele göğsüme saplanıyor. Merak ediyorum; hani kuşlar Bu beyazlıkla karanlık dünyası bir nebze olsun aydınlansın kadar özgür olacaktık ya biz şu şarkıda bahsi geçen “ağrı isterdim. Ama görmesini istemediğim şeyler de az değildi. dağındaki güvercin” mi olduk? Yoksa doğum günümde alİnsanların ikinci yüzünü, kinle ayakta duran vücutları gör- dığın ve hiç kafesten çıkmadıkları için uçmayı dahi unutan mese de olurdu. Hele de şu küçük kitapçıdaki yalnızlığını… muhabbet kuşlarına mı benzedik? Aslına bakarsanız o, yalnızlığın gözle görülemeyeceğini Söylesene baba, biz hangi kuş kadar özgürüz? >>> SOSYAL MEDYA GÜVENLİĞİ >> Necmettin Mesut Sever Bilgisayar Programcısı adalet ve medeniyet ............................. 64 ............................. Kasım-Aralık-Ocak Ülkemizde Sosyal Medya kullanımı hepimizin günlük yaşantısının bir parçası haline gelmiş durumda. Ancak bu kullanım esnasında nelere dikkat etmemiz gerektiğini ya da nasıl daha güvenli bir şekilde Sosyal Medya kullanacağımızı bilmiyoruz. Bu nedenle Sosyal Medya hesabının başkaları tarafından ele geçirilmesi ya da sosyal medya hesabında bulunan kişisel bilgilerin, fotoğrafların vb. başkaları tarafından kötü niyetli kullanılması gibi birçok sıkıntılı durumlarla karşı karşıya kalınabilmekte. Bu nedenle Sosyal Medya kullanımında “Güvenlik” en çok dikkat edilmesi gereken konuların başında geliyor. Bu yazımızda; yaşanan ve yaşanması muhtemel bu tür sıkıntıları mümkün olduğunca en aza indirgemek için neler yapılabilir bunlardan bahsetmek istiyorum. Güvenli Şifre: Ülkemizde internet kullanıcılarının tercih ettiği hesap şifreleri genelde 8-10 karakter aralığında ve sözlükte çokça geçen kelimelerden oluştuğu için de çabuk tahmin edilebilir ve kırılabilir durumda. Örneğin, cep telefonu numarası, araç plakası, çocuğun ve kendisinin doğum yılı, çocuk ve eşlerinin isimlerinin ilk heceleri, il isimleri ve plaka kodlarının birlikte kullanılması gibi oluşturulan birçok basit şifre mevcut. Hatta bazı şifreler kullanıcının profilinde yer alan herkese açık kişisel bilgilerden oluşmakta. Örneğin Facebook için düşünürsek profilinizde doğduğunuz yer ve yaşadığınız yer bilgileri arkadaşınız olmayan sıradan kullanıcıların erişimine açık ise ve şifrenizde bu bilgilerden herhangi biri yer alıyorsa art niyetli birisinin Facebook şifrenizi tahmin etmesi ya da kırması an meselesi. Bir Sosyal Medya hesabı düşünelim kullanıcısı Ankaralı ve şifresi “Ankara06.” Böyle basit bir şifre çabucak tahmin edilebilir veya kırılabilir. Ama aynı mantıkla oluşturulmuş “A6N0ka.rA” şifresi diğerine göre daha güvenli olacaktır. Unutulmaması gereken bir başka husus ise Sosyal Medya hesaplarımızın şifrelerinin mümkünse birbirinden farklı olmasıdır. Aksi takdirde Sosyal Medya hesaplarınızdan birinin şifresi kırılırsa diğer Sosyal Medya hesaplarınızı da kaybedebilirsiniz. Gerçi günümüzde 51 karaktere kadar olan şifreleri kırabilecek Hackerların işini kolaylaştıran programlar mevcut ama ülkemizde Facebook vb. sosyal medya hesaplarının şifrelerinin kırılması işlemi genelde Hackerlar tarafından değil, sıradan kullanıcılar tarafından yukarıda zikrettiğimiz husus ve benzeri şekilde gerçekleşmektedir. Sahte (fake) Giriş Sayfaları: Son zamanlarda sıkça kullanılan bir yöntemdir. Mail hesabınızı kontrol ettiğinizde bir saat markası veya bir otomobil markası vb. kendi ürününün fotoğrafını koymuş ve fotoğrafın altında bir link “Hemen Giriş Yap, Çekilişe Katıl” vb. sözcüklerle sizi linke yönlendirmekte. Siz o linke tıklayıp açılan sayfaya baktığınızda Sosyal Medya hesabınızın Faceook, Twitter, Instagram, VK, vb. giriş sayfasının birebir aynısıyla karşılaşmaktasınız. Hatta bu tarz sayfaların URL’si de neredeyse aynıdır veya benzerdir ama siz o açılan sayfadaki alanlara Sosyal Medya hesabınızın kullanıcı adı ve şifresini yazıp ............................. 65 ............................. Kasım-Aralık-Ocak lerini açmanız halinde hesabınıza giriş yapıldığında bundan sms yoluyla haberdar olabilirsiniz. Herkese Açık Profil Bilgileri ve Paylaşımlar: En çok ihmal edilen husus belki de dışarıya açık profil bilgilerimiz. Bir düşünün yoldan geçen birisi sizin ne iş yaptığınızı, hangi okul okuduğunuzu, doğum gününüzü, dün akşam nerede yemek yediğinizi, nereye tatile gittiğinizi, çocuklarınızın ismini ve okudukları okulu ya da buna benzer Sosyal Medyada paylaştığınız bilgileri bilse ne hissederdiniz? Eminim ki bu sizi çok rahatsız ederdi ama maalesef sosyal medyada bu gibi konuları görmezden gelip ya da umursamayıp es geçebiliyoruz. Oysaki Sosyal Medya her ne kadar sanal olsa da oluşturduğu problemler gerçek. Örneğin Sosyal Medya hesabınızdan ailecek on beş günlüğüne tatile Bodrum’a gittiğinizi yazdınız ve bunu herkese açık bir şekilde paylaştınız, bu paylaşımınızı gören semtinizde oturan bir hırsız gayet rahat bir şekilde evinize girip on beş gün boyunca keyif çatarak yavaş yavaş evinizi soyabilir. Hırsız nereden bilecek benim o semtte oturduğumu demeyin çünkü birçoğumuz oturduğumuz semti/ mahalleyi profilimizde paylaşıyoruz velev ki paylaşmasak bile Sosyal Medya uygulamaları sayesinde sizin semtinizde, sizinle aynı civarda Sosyal Medyaya bağlananları görebiliyorsunuz. Dikkat etmemiz gereken başka bir husus da çocuklarımızın Sosyal Medya kullanmasıdır. Çocuklarımız eğer sosyal medya kullanıyorsa onları arkadaş ekleyerek profillerini ve paylaşımlarını takip etmenizi öneririm. Tanımadığımız Kişilerden Gelen Arkadaşlık İstekleri: Bize birçok kişi arkadaşlık isteği gönderebilir ama biz bunlardan sadece tanıdıklarımızın arkadaşlık isteklerini kabul etmeliyiz. Özellikle de Facebook kullanıcıları! Niçin sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyim. Ülkemizde birçok kişi sosyal medya üzerinden karşı cinsten gelen arkadaşlık isteklerini düşünmeden kabul edebilmekteler ancak bu kişilerin bir kısmının bu olaydan bir müddet sonra hesabını çaldırdığını görürsünüz. Cevabı basit aslında; kullanıcının hesabını kırmak isteyen birisi açtığı sahte (fake) hesaptan karşı cins kullanıcıya arkadaşlık teklifi gönderir, kullanıcı bunu kabul edince, bu art niyetli şahıs tarafından şifremi unuttum seçeneği kullanılmak suretiyle son eklenen arkadaşları tahmin edip sonra da açtığı o sahte hesaplardan bu işlemi onaylayıp kullanıcının hesabını çalabilmekteler. Facebook Kullanıcıları İçin Güvenilir Kişi Ekleme: Facebook kullanıcısıysanız hesabınızın bir başkasının eline geçmesini engellemek için Facebook hesabı olan yakın akrabalarınızı ve çabuk ulaşabileceğiniz arkadaşlarınızı da Güvenilir Kişi olarak ekleyebilir ve bu sayede hesabınızın güvenliğini bir kat daha arttırabilirsiniz. adalet ve medeniyet “Giriş Yap” seçeneğini tıkladığınızda sizin kullanıcı adı ve şifre bilgileriniz art niyetli kişilerin eline geçiyor. Aynı durum son zamanlarda bankalardan müşterilere gönderilen maillerde de olabilmekte. Kullanıcılar bu maillerdeki alanlara istenilen bilgileri girdiğinde veya maildeki linke tıkladığında Kredi Kartı ve Banka Hesap bilgilerinin çalınması durumuyla karşı karşıya kalabilmektedir. Aynı yöntem CryptoLocker gibi virüslerin bulaştırılmasında da kullanılabilmektedir. Bilinmeyen Uygulamalar: Sosyal Medya içerisindeki uygulamalara çok dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü siz bir uygulamaya giriş yaparken o uygulama sizden bazı bilgilerinize erişim izni istiyor. Bu izinler uygulamadan uygulamaya değişebiliyor, siz uygulamaya dâhil olarak aslında uygulamanın bilgilerinize erişim sağlamasına ve sizin adınıza belirli işlemleri yapmasına da izin vermiş oluyorsunuz. Bu durumun bir benzeri Android uygulamalarında da mevcut. Sizin o an için ciddiye almadığınız ya da dikkat etmediğiniz bu uygulamalar daha sonra sizin adınıza birçok paylaşımda bulunabiliyor, bu paylaşımlar genelde reklam içerikli olsa da bunların içerisinde pornografik içerikli olan paylaşımlar da olabilmekte. Uygulamalar bu paylaşımları yaparken herkese açık yani herkesin görebileceği şekilde yapıyor ve sizin arkadaşınız olsun olmasın profilinizi ziyaret eden herkes o paylaşımı görebiliyor ve paylaşımı sizin yaptığınız sanılıyor. Hatta bu uygulamalar, eğer arkadaşlarınız sizin onların Facebook “zaman tünelinde” paylaşımda bulunmanızı engellememişse, uygulamalar sizin adınıza arkadaşlarınızın zaman tünelinde de paylaşımda bulunabilir. Ama bu hiçbir uygulamayı kullanmamamız gerektiği anlamına gelmez sadece çok iyi bildiğimiz, çok fazla izin istemeyen ve güvendiğimiz uygulamaları tercih etmeliyiz. Uygulamaları tamamen kapatmak isterseniz, Facebook için Ayarlar->Uygulamalar->Platformu Kapat seçeneğini kullanabilirsiniz. Ayrıca arkadaşlarınızın sizin zaman tünelinizde bir şeyler paylaşmasını istemiyorsanız Facebook->Ayarlar->Zaman Tüneli ve Etiketleme->Zaman Tünelime Kimler Bir Şey Ekleyebilir seçeneğini “Sadece Ben” olarak değiştirebilirsiniz. İkinci E-Posta Adresi Ekleme: Sosyal Medya hesaplarının birçoğuna ikinci e-posta adresi eklenebilmektedir. İkinci e-posta adresi hesabımızın bir başkasının eline geçmesini zorlaştırmakta ve aynı zamanda hesap şifremizi unuttuğumuzda şifre sıfırlama işlemlerini de kolaylaştırmaktadır. Cep Telefonu Bildirimleri: Sosyal Medya hesaplarınızın birçoğuna Cep Telefonu numaranızı ekleyebilirsiniz ve bu sayede Sosyal Medya hesabınızın çalınması zorlaşır velev ki başkasının eline geçerse geri almanız daha kolay olur. Hatta Facebook kullanıcısı iseniz Cep Telefonu bildirim- OkurPostası Sen de yazabilirsin!.. Kadim medeniyetimizin temelinin adalet olduğu şuurundan hareketle bir avuç müslümanın bir dergi çıkarma fikri üzerine yaptığı istişarelerin bereketi olarak elinizde bulunan ‘Adalet ve Medeniyet’ dergisi neşredilmiştir. Mültecilik konusunun ele alınacağı 3. sayımızda aşağıdaki başlıklar üzerinden araştırma inceleme yazısı, deneme, sinema inceleme, kitap tanıtım, portre, röportaj, gezi yazısı türünde yazılar yayınlanacaktır. Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı, yazınızda kullanılmasını istediğiniz görsellerle birlikte editor@adaletvemedeniyet.com adresine elektronik posta olarak olarak gönderebilirsiniz. GELECEKDOSYAMIZ Mültecilik • Suriyeli göçmenlerin Türkiyedeki konumu: Haklar ve borçlar dengesi. • Ensar olma şansını ne kadar değerlendirebiliyoruz? • Sosyal yardım kuruluşları arasında koordinasyon. • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında mülteciler • Öğrenci gözünden mültecilik ve hayat. • Türkiye'de ve Dünya'da Göç politikaları . • Cumhuriyetten Günümüze Ülkemize Gelen Mülteciler. YazıveYayımKuralları 1. Dergimize gönderilen yazılarda, yazarın adı, soyadı, fotoğrafı, görev ve unvanı ile kısa öz geçmişi, telefonu, e-posta ve ikamet adresi yazılmalıdır. 2. Yazıda yararlanılan veya atıfta bulunulan kaynaklar belirtilmelidir. 3. Dergiye gönderilen makaleler ve yazılar daha önce başka bir yerde yayımlanmamış olmalı ve değerlendirme sürecinde de olmamalıdır. Yazarları, gönderilen makaleleri ve yazıları başka bir yerde yayımlatmamayı taahhüt eder. Bu taahhüdün kapsamına yazının türevleri de girer. 4. Yazıların dergimize gönderilmeden önce gözden geçirilmesi ve gerekli düzeltmelerin bizzat yazar tarafından yapılması gerekmektedir. Yayın Kurulu yazılarda gerekli gördüğü değişikliği yapabilir. 5. Yazı içeriğiyle ilgili bütün sorumluluk yazara aittir. 6. Dergide hangi yazıların yayınlanacağı konusunda takdir hakkı Yayın Kuruluna aittir. Yayınlansın veya yayınlanmasın dergiye gönderilen yazı, çalışma veya dokümanlar iade edilmez. Ask RISALESI Dirilmek yeniden Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın Bulutları yarması gibi gün ışığının Yağmurun ansızın boşanması Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması Erimesi gibi karların ve buzulların Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların. Dirilmek yeniden Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi Kandan kinden öfkeden Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz Bir bataktan çıkar gibi. Yürürken otururken yatarken Hep çürümek durumunda kalmış Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz Dokunduklarımız için ellerimiz. Belli bir bozgun yaşamışız Her şeye ölüm dadanmış sanki Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar Çocukluk kalkmış dünyadan gibi Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki. Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi? Bu başkaldırma kanatlanma. Durmadan geçiyordu o zamanlar Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar Boğuk bir ses madeni bir böğürme Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı Yalayarak Çekiyordu bizi ve herkesi. Erdem Beyazıt