Sayı : 2 / Şubat 2012 Seksenler Dizisinin Fehmi Babası Rasim Öztekin: Hastalık Bana Hayatın Çok Kısa Olduğunu Öğretti > 24 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin: Değişim ve Dönüşüm Kadından Geçiyor > 42 Kanser ve İnsan 10 Çocukluk Döneminde Obezite 32 Türkülerimizde 56 Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı? farkında mıyız? AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 1 Sayı: 2 • ŞUBAT 2012 SAĞLIK & İNSAN Dergisi’nin Farklılığı ve Önemi İLTEK - İletişim Teknolojileri A.Ş. adına Sağlık hepimiz için önemli ve öncelikli bir alan. Bu alanda yayıncılık yapmak bilinçli, objektif, şeffaf, kararlı, istikrarlı olmayı ve sorumluluk bilincinizin maksimum düzeyde olmasını gerektiriyor. Çünkü ele alınan konular insanın yaşamını ilgilendiren, oldukça hassas ve önemli konular. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Muhammet ÖZDEMİR Yayın Danışma Kurulu (Alfabetik) Prof. Dr. Cevdet ERDÖL, Prof. Dr. Elif DAĞLI, Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN, Prof. Dr. Hakan ŞATIROĞLU, Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL, Prof. Dr. Metin DOĞAN, Prof. Dr. Murat TUNCER, Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR, Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ, Osman GÜZELGÖZ, Öznur ÇALIK, Prof. Dr. Sabahattin AYDIN, Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yayın Editörü Hande AYDEMİR İletişim Direktörü İ. Mediha İMAMOĞLU Grafik Tasarım Mustafa HALICI (İLTEK) Yayın İdare Merkezi İstanbul Caddesi Devrez Sokak No: 1/7 İskitler-Altındağ/ANKARA Tel: 0.312.286 50 50 iltekas@yahoo.com www.saglikveinsandergisi.com Yayın Türü Yaygın Süreli Basım Yeri Kalkan Matbaacılık San ve Tic. Ltd. Şti. Büyük Sanayi 1. Cd. Alibey İşhanı, 99/32 İskitler-Altındağ/ANKARA Tel: 0.312.342 16 46 Basım Tarihi Şubat 2012, ANKARA Sağlık ve İnsan Dergisi, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Dergimiz bütün sağlık çalışanlarına ve sağlıkla ilgilenen muhataplarına İltek A.Ş.’nin hediyesidir. Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. ÜCRETSİZDİR. © İLTEK A.Ş. - 2012 ISSN: 2146-829X “İnsanın Sağlığı ve Sağlığın İnsanı İçin” mottosu ile 1. sayısını sizlere sunduğumuz Sağlık&İnsan Dergisi 2. (Şubat) sayısı ile tekrar huzurlarınıza geliyor. Bu doğumun ve büyümenin oldukça zor olduğunu, sorumluluğumuzun bilinci ile hareket ettiğimizi, insanın sağlığı ve sağlığın insanı için çaba göstermenin önemini kavramış olduğumuzu bilmenizi istiyoruz. İnsan yaşamının bütün nüanslarına, sağlığın her alanına; insan ve sağlık konularında düşüncesi, emeği ve girişimi olan herkese açık olan Sağlık&İnsan Dergimiz her sayısında daha da olgunlaşacak, farklılığını ve önemini hissettirerek yoluna devam edecek. Şubat ayının en önemli sağlık aktivitesi Kanser Haftası idi. Buradan yola çıkarak 2. sayımızın kapak konusunu KANSER olarak belirledik. “Kanser Nedir?” başlığı ile kapak konumuzu Op. Dr. Nejat ÖZGÜL kaleme aldı. Yazar ve sanatçılarımızın kanserle ilgili haber ve yazılarından da alıntılarla kapsamlı, bilgilendirici, kuşatıcı ve faydalı bir KANSER Dosyası yaptığımızı düşünüyoruz. Prof. Dr. İsmail Çelik, Prof. Dr. Rejin Kebudi ve Op. Dr. Murat Gültekin’in konu ile ilgili yazılarına ayrıca dikkatinizi çekiyoruz. Bu sayımızda iki ilginç röportaj bulacaksınız. Aynı zamanda dergimizin Yayın Danışma Kurulu Üyesi olan sağlık editörü, yayıncı, yazar arkadaşımız Esra Kazancıbaşı Öztekin eşi, tiyatro sanatçısı Rasim Öztekin ile naif, tatlı sımsıcak bir söyleşi gerçekleştirdi. Yayın Editörümüz Hande Aydemir, Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Gazeteci-Yazar Osman Güzelgöz ile birlikte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Şahin’le Gaziantep’i, kadını, aileyi ve bakanlık çalışmalarını konuştu. Her iki söyleşiyi de ilgi ile okuyacağınızı ümit ediyoruz. Dikkatinizi çekeceğinden emin olduğumuz bir başka özel çalışma da Prof. Dr. Sait Eğrilmez imzasını taşıyor. “Türkülerimizde kaç Nobel Tıp Ödülü saklı?” başlıklı araştırma tam bir sağlık ve insan yazısı. Saç dökülmelerinden muzdarip olan bayan ve erkekler, sizi de unutmadık. Uzm. Dr. Didem DİNÇER “Saç Dökülmelerine Güncel Yaklaşım” yazısı ile saçlarınıza sesleniyor. Ekibi ile birlikte gerçekleştirdiği “Yüz Nakli” ile günlerdir gündemde olan Prof. Dr. Ömer Özkan Şubat ayının Sağlık&İnsan Portresi oldu. Üçüncü sayımızda buluşmak dileğiyle sevgi ve saygılar sunuyoruz. İÇİNDEKİLER > sayfa 13 Çocukluk Çağı Kanserlerinde Gelişmeler > sayfa 36 Saç Dökülmelerine Güncel Yaklaşım > sayfa 66 “YÜZ Nakli” ile Türkiye’nin “YÜZ AKI” olan Prof. Dr. Ömer ÖZKAN sayfa 3 Kanser Nedir? sayfa 10 Kanser ve İnsan sayfa 21 Rahim Ağzı Kanserleri sayfa 24 Seksenler Dizisinin Fehmi Babası Rasim Öztekin: “Hastalık Bana Hayatın Çok Kısa Olduğunu Öğretti” sayfa 32 Çocukluk Döneminde Obezite sayfa 42 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin: “Değişim ve dönüşüm kadından geçiyor” sayfa 56 Türkülerimizde Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı? sayfa 62 Ülkemizden Aldığımızı Yine Ülkemize Vermek İstiyoruz sayfa 72 SAĞLIK&iNSAN / Haberler sayfa 78 SAĞLIK&iNSAN / Kültür-Sanat KANSER NEDİR? Op. Dr. Nejat ÖZGÜL Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Kanserin belirtilerini bilmek hastalığın erken teşhisi açısından önemlidir, ancak bu belirtilerin birine veya daha fazlasına sahip olmak kişinin kanser olduğu anlamına da gelmez. Kelime anlamı olarak kanser, bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren kötü urlara denir. Genel anlamda ise kanser, vücudumuzun çeşitli bölgelerindeki hücrelerin kontrolsüz çoğalması ile oluşan 100’den fazla hastalık grubudur. Normal Bir Hücre Nasıl Kansere Dönüşür? Normalde vücudun sağlıklı ve düzgün çalışması için hücrelerin büyümesi, bölünmesi ve daha çok hücre üretmesine gereksinim vardır. Bazen buna rağmen süreç doğru yoldan sapar, yeni hücrelere gerek olmadan hücreler bölünmeye devam eder. Bilincini kaybetmiş kanser hücreleri, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Fazla hücrelerin kütleleri bir büyüklük veya tümör oluştururlar. Tümörler iyi huylu veya kötü huylu olabilirler. İyi huylu tümörler kanser değildir. Bunlar sıklıkla alınırlar ve çoğu zaman tekrarlamazlar. Vücudumuzdaki sağlıklı hücreler bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ancak, kas ve sinir hücrelerinde bu özellik bulunmaz. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Yaşamın ilk yıllarında hücreler daha hızlı bölünürken, erişkin yaşlarda bu hız yavaşlar. Fakat hücrelerin bu yetenekleri sınırlıdır, sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre ne kadar bölüneceğini bilir ve gerektiğinde ölmesini de bilir. Buna hücrenin programlı ölümü denir. 3 SAĞLIK&İNSAN İyi huylu tümörlerdeki hücreler vücudun diğer taraflarına yayılmazlar. Kötü huylu tümörler kanserdir. Kötü huylu tümörlerdeki hücreler anormaldirler, kontrolsüz ve düzensiz bölünürler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adı verilir. Değiştirilemeyen faktörler yaş, cinsiyet ve aile öyküsüdür. Değiştirilebilir faktörler ise çevresel etkenlerdir. Bunlar: • Sigara • Kötü beslenme alışkanlığı ve obezite • Alkol kullanımı, • Radyasyona maruz kalma • Bazı virüsler • Gıdalardaki katkı maddeleri • Uzun süre güneş ışığına maruz kalma • Aşırı dozda röntgen ışınına maruz kalma • Bazı kimyasal maddeler • Hava kirliliği… Kanserin Nedenleri Kanserin sebebi kesin olarak bilinmemektedir. Kanser hastalığı için iki grup risk faktörü vardır. Bunlar değiştirilebilir faktörler ve değiştirilemeyen faktörlerdir. Son yirmi-otuz yıl içinde, ortalama ömrün uzamasıyla nüfusun içindeki yaşlı sayısının artmasına, aynı zamanda da sigara içenlerin sayısında artış olmasına bağlı olarak, kanser hastalıklarının sayısında gözle görülür bir artma olmuştur. Kanserin Belirtileri Nelerdir? Kanserin belirtilerini bilmek hastalığın erken teşhisi açısından önemlidir, ancak bu belirtilerin birine veya daha fazlasına sahip olmak kişinin kanser olduğu anlamına da gelmez. • Açıklanamayan kilo kaybı Bu risk faktörlerinden biri veya daha fazlasına maruz kalmak bu kişide kesin kanser gelişeceğini göstermez, ama kansere yakalanma ihtimalini artırır. • Ateş • Halsizlik • Ağrı • Memede veya vücutta hissedilen kitleler • Cilt değişiklikleri • Kanama • Dışkılama veya idrar yapma alışkanlığında değişiklik • Öksürük • Ben ve siğillerdeki değişiklikler Risk Faktörleri Belli bir tür kansere yakalanma olasılığını artıran her şey risk faktörüdür. Sigara, alkol vb. gibi risk faktörleri kontrol edilebilirken, yaş, genetik özellikler gibi bazı risk faktörleri de kontrol edilememektedir. Pek çok risk faktörünün direkt olarak hastalığa neden olup olmadığı bilinmemektedir. 4 SAĞLIK&İNSAN Risk faktörleri, doktorların kansere yakalanma olasılığı yüksek kişileri teşhis etmesinde yardımcıdır. Akrabalarında kanser öyküsü olan genç insanlar daha yüksek riske sahiptir. Örneğin anne veya kız kardeşinde meme kanseri öyküsü olan bir kadında, aile öyküsü olmayan kadına göre meme kanseri gelişme riski iki kat fazladır. Kanser öyküsü olanların, daha erken dönemde ve daha sık aralıklarla tarama testlerinden geçmesi faydalı olacaktır. Kanser Taramaları Bilim adamları kanser taramasında kullanılacak testler geliştirmişlerdir ve geliştirmeye de devam etmektedirler. Tarama sağlıklı bireylerin henüz hiçbir hastalık belirtisi yok iken yaptırdıkları kontrollerdir. Belirli aralıklarla tekrarlanması gerekir. Tarama tetkikleri Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezlerinde (KETEM) ücretsiz olarak yapılmaktadır. Ülkemizdeki Ulusal Kanser Tarama Standartları Meme Kanseri İçin Kadınlarımız 20-50 yaş arasında ayda bir kez Kendi Kendine Meme Muayenesi (KKMM), yılda bir kez hekim muayenesi, 50 yaşından sonra 70 yaşına kadar her 2 yılda bir mamografi çekimi yaptırmalıdır. Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri İçin Kadınlarımız 30 yaşından sonra 65 yaşına kadar 5 yılda bir smear testi yaptırmalıdır. Kolorektal Kanser İçin Hem kadınlarımız, hem de erkeklerimiz 50 yaşından sonra 70 yaşına kadar her yıl gaitada gizli kan testi, 10 yılda bir kolonoskopi yaptırmalıdır. Kanser Tedavisi Kanserde yaygın olarak kullanılan tedavi yöntemleri cerrahi, radyoterapi ve kemoterapidir. Daha az sıklıkla hormon tedavileri, biyolojik tedavi yöntemleri ve hedefe yönelik tedaviler kullanılır. 1. Kanser Tedavisinde Radyasyon Bugün için kanser tedavisinde etkili olan ana yöntemler; cerrahi, kemoterapi, ve radyasyon tedavisidir. Ülkemizdeki radyasyon tedavi birimleri teknolojik gelişmelere paralel olarak kendilerini ve tedavi ünitelerini geliştirmiş ve geliştirmektedir. Radyasyon tedavisi, Radyasyon Onkolojisi Kliniklerinde kanserli hastalarda tek yöntem olarak uygulanabildiği gibi, cerrahi ve kemoterapi ile beraber aynı anda ya da ardışık olarak uygulanabilir. Akrabalarında kanser öyküsü olan genç insanlar daha yüksek riske sahiptir. Örneğin anne veya kız kardeşinde meme kanseri öyküsü olan bir kadında, aile öyküsü olmayan kadına göre meme kanseri gelişme riski iki kat fazladır. 5 SAĞLIK&İNSAN RADYOTERAPİ UYGULANACAK HASTA İÇİN KISA REHBER İlk kez radyasyon tedavisi alacak hastaların biraz heyecanlı ve sıkıntılı olmaları normaldir. İlk uygulama simülasyon denilen ve radyoterapi verilecek bölgeyi belirlemek için yapılan işlemdir. Bu işlem için simülatör denilen cihazlar kullanılır. Radyasyon tedavisi için ilk uygulama, uzman doktor ve fizik mühendisi denetimi ve gözetiminde radyoterapi teknikerleri ile beraber yapılır. Sonraki günler tedavi aynı şekilde radyoterapi teknikerleri tarafından devam ettirilir. Tedavi işlemi, alan sayısına bağlı olarak çoğu zaman 1015 dakika içinde tamamlanır. Tüm tedavi zamanını ilgili hekim söyleyecektir. Bu süre genellikle 2 ile 6 hafta içinde değişmektedir. Harici radyoterapi uygulaması genellikle haftanın 5 günü uygulanır. İki gün normal dokuların kendini yenilemesi için uygulama yapılmamaktadır. Harici uygulanan radyoterapi herhangi bir ağrı oluşturmaz. Hastanın etrafına ışın vermek-yaymak gibi bir kaygısı olmaması gerekir. Hasta olarak ışın alıyor olmak hamilelerle ya da küçük çocuklarla beraber olmayı engellemez, normal yaşam devam ettirilebilir. Radyasyon tedavisi süresince, yan etkiler görülebilir. En sık rastlanılan yan etki halsizlik ve iştahsızlıktır. Bu yan etkilerin çoğu geçicidir. Radyoterapi, ışın verilen alan içindeki bölgede (ciltte) renk değişikliğine yol açacaktır. Bu bölge hastadan hastaya değişmekle birlikte radyoterapi ilerledikçe daha hassaslaşır. Bu bölgenin tahriş edilmemesi gerekir, bunun için hastanın giysilerinin yumuşak olması ve tıraş, keseleme, ovma gibi tahriş edici uygulamalardan sakınılması gerekir. Tedavi süresince dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise beslenmedir. Tedaviden maksimum düzeyde yararlanmak için dengeli ve yeterli beslenip, kilo korunmalıdır. 2. Kemoterapi Kemoterapi Nedir? Amaçları Nelerdir? Kemoterapi, kanser hücrelerini yok etmek veya bu hücrelerin büyümesini kontrol altına almak için antikanser ilaçlar kullanılarak yapılan tedavidir. Kanser tedavisinde tek başına veya cerrahi ve radyoterapi ile birlikte uygulanabilir. 6 Kemoterapi İlaçları Nasıl Etki Eder? Vücuttaki normal ve sağlıklı hücrelerin gelişim ve ölüm süreci bir düzen ve kontrol içinde yürür. Oysa kanser hücrelerinin büyümesi ve ölümü bu kontrol sürecinden çıktığı için bu hücreler kontrolsüz bir şeklide büyüyüp çoğalmaya başlarlar. Kemoterapi ilaçlarının hemen hepsi kan yolu ile vücuda dağılarak kontrolsüz çoğalan bu hücrelere ulaşarak bu hücreleri öldürür veya kontrolsüz büyümesine engel olur. Kemoterapi ilaçları bir taraftan bu kötü hücreleri yok ederken diğer taraftan vücuttaki normal hücreler üzerine de etki etmektedir. Bu da vücutta kemoterapiye bağlı bir takım yan etkiler ile kendini gösterir. Ancak istenmeyen bu etkiler geçicidir. Kemoterapi Nasıl ve Nerede Verilir? Kemoterapi ilaçlarının vücuttaki uygulama şekli farklı yollarla olabilir. Halen uygulamada ağız yoluyla, damar yoluyla, enjeksiyon yoluyla, haricen cilt üstüne olmak üzere dört farklı yol kullanılmaktadır. Kemoterapi ilaçları evde, hastane ortamında veya özel merkezlerde uygulanabilir. Kemoterapi Günlük Yaşantıyı Nasıl Etkiler ve Hasta Ne Hisseder? Kemoterapi alırken hastalarda tedaviye bağlı hoş olmayan çeşitli yan etkiler gelişse de bir çok hasta günlük yaşantısında ciddi kısıtlamalar yapmadan hayatını devam ettirmektedir. Genelde bu yan etkilerin şiddeti alınan ilaçların çeşidine ve yoğunluğuna göre değişmektedir. Kemoterapi tedavisi alırken birçok hasta çalışma hayatlarına devam edebilmektedir, ancak bazen tedavi sonrası yorgunluk ve benzeri semptomlar çok olursa hasta bu dönemi aktivitelerinde kısıtlamaya giderek istirahatla geçirebilir. SAĞLIK&İNSAN Hastaların kendilerini toplumdan izole etmeleri ve günlük yaşamlarında ciddi değişiklikler yapmaları gerekmez. Kemoterapinin Olası Yan Etkileri Nelerdir? • Halsizlik • Bulantı ve Kusma • Saç Dökülmesi • Kan Değerlerinin Düşmesi • Ağız Yaraları • İshal ve Kabızlık • Cilt ve Tırnak Değişiklikleri Kemoterapi Alırken Hasta Nelere Dikkat Etmelidir? • Derece kullanmayı öğrenmelidir. • Enfeksiyonu olan bireylerden uzak durulmalıdır. Çevresindekilerle sarılma, öpüşme gibi yakın temastan kaçınmalıdır. • Havasız, tozlu, sigara dumanı olan ortamlardan uzak durmalı, odasını sık sık havalandırmalıdır. • Meyve ve sebzeleri iyice • • • • • • yıkamalı, sütü pastörize veya iyice kaynatıp içmelidir. Doktoru tarafından sıvı kısıtlaması önerilmediği sürece bol sıvı almalı, özellikle yaz aylarında aldığı sıvı miktarını artırmalıdır. İştahsızlık ve bulantı nedeni ile yemek yemede zorlanıyorsa az az ve sık sık yemeye çalışmalıdır. Özellikle temizliğinden emin olmadığı yerlerde yemek yememelidir. Gerek ağız gerekse vücut temizliğine özen göstermeli, tırnaklarını derin kesmemeli, traş olurken jilet kullanmamalıdır. Tedavi alırken ve sonrasında kontrollerini aksatmamalı ve özellikle yaşadığı kemoterapi yan etkileri konusunda doktorunu bilgilendirmelidir. Kemoterapi alırken gerek diş çekimi, gerekse önerilen diğer tedaviler noktasında mutlaka takip eden doktorundan görüş almalıdır. 3. Cerrahi Tedavi Cerrahi tedavi, kanserli dokunun vücuttan çıkarılmasıdır. Pek çok kanserde cerrahi tedavi, uygulanan ilk yöntemdir ve bazı kanserlerde cerrahi tedavi ile şifa sağlanabilir. Cerrahi tedavi aynı zamanda tanının doğrulanması (biyopsi), evreleme, yan etkilerin ve ağrının azaltılmasında kullanılan bir tedavi yöntemidir. 7 SAĞLIK&İNSAN Kanserde bazı cerrahi tedaviler günübirlik özel klinik veya doktor ofislerinde, çoğu da hastanelerde uygulanmaktadır. Cerrahi tedavinin yan etkileri, tipine ve hastanın tedavi öncesi genel sağlık durumuna bağlıdır. En sık görülen yan etki, hastaların pek çoğunda kolaylıkla tedavi edilebilen ağrıdır. 4. Hormonal Tedavi Prostat kanseri ve meme kanseri gibi bazı kanserler vücutta hormon olarak adandırılan bazı maddelerin varlığında büyüyüp gelişirler. Hormonal tedavi vücuttaki hormon miktarını değiştirerek meme, prostat kanseri ve üreme sistemi kanserlerinin tedavisinde kullanılır. 5. Biyolojik Tedavi Biyolojik tedavi immünoterapi olarakta bilinmektedir. Kansere karşı vücut savunma mekanizmalarını harekete geçirir. İnterferon ve koloni stümülan faktör gibi biyolojik ajanlar vücut savunma mekanizmalarını onarırlar. Araştırmacılar monoklonal antikorlar ve aşılar gibi özel biyolojik tedaviler de geliştirmektedirler. Kanser aşıları vücudun immün sistemini etkileyerek kanser hücrelerini tanımalarını sağlarlar. Kanser aşıları üzerinde klinik araştırmalar devam etmektedir. 8 6. Alternatif Tedavi Yöntemleri Hedefe Yönelik Tedaviler Bu unsurlar direkt olarak kanser hücrelerindeki proteinlerle bağlanırlar. Böylelikle kemoterapi ilaçlarının aksine sağlıklı hücreleri etkilemeden sadece kanser hücrelerini öldürür. Hedefe yönelik tedavilerin de çoğu deneyseldir ve diğer tedavi yöntemleriyle birlikte kullanılır. Palyatif Tedavi Kanser tedavi edilebilir olmakla birlikte her zaman kür mümkün olmamaktadır. Palyatif tedavide amaç kanserin hangi evresinde olursa olsun kişinin kendini mümkün olduğunca iyi hissetmesini sağlamaktır. Palyatif tedavi fiziksel, ruhsal, psikolojik ve kişinin sosyal ihtiyaçlarına yönelik olabilir. Palyatif tedavi, küratif tedaviyle aynı anda devam edebilir. Doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen, fizyoterapistten oluşan profesyonel bir sağlık ekibiyle birlikte çalışılmalıdır. Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Tamamlayıcı ve alternatif tıp terimi alışılagelmiş geleneksel tedavi yöntemleri dışındaki tedavi, teknik ve ürünleri tanımlamak için kullanılır. Geleneksel (konvansiyonel) tedavi yöntemleri bilimsel olarak test edilmiş, etkili ve güvenli bulunmuştur. Diğer tüm tedavilerde olduğu gibi alternatif tedavi yöntemlerine başvurmadan evvel konunun uzmanı hekimlere danışılması çok önemlidir. SAĞLIK&İNSAN 9 SAĞLIK&İNSAN KANSER ve İNSAN Prof. Dr. İsmail Çelik Hacettepe Üniversitesi Onkoloji ABD Başkanı Genellikle kanser tanısının konulduğu ve söylendiği zaman verilen ilk tepki “inkar ve şok”tur. Daha sonra yaşanan “öfke ve neden ben?” tepkisinden sonra “pazarlık” aşaması denilen bir dönem gelir. Kanser, modern tıbbın en önemli ve güncel sorunlarından birisidir. Bu nedenle de kanserin önlenmesinde ve tedavisinde ileri araştırmalar artarak devam etmektedir. Kanser tedavisinde, tanı koyma ve tedavi etme gibi klasik yaklaşımların yanısıra teknolojik değişimlerle birlikte günümüzde daha modern yaklaşımlar benimsenmiştir. Örneğin hastalık oluşmadan hastalığı önleme, erken tanı koyma, yaşamı uzatma, destek tedaviler verme, rehabilite etme ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik yaklaşımlar kanserle modern mücadelenin önemli parçaları olmuştur. 10 Buna rağmen kanser, bireyin yaşamını tehdit eden ciddi bir hastalık olarak algılanmaktadır. Kanser tanısı alan hastanın fiziksel, ruhsal ve sosyal yaşantısında önemli değişimler olmaktadır. Hastalar tanı aldığı andan, tedavi ve hastalığa uyum sağladığı döneme kadar bir dizi aşamadan geçerler. Genellikle kanser tanısının konulduğu ve söylendiği zaman verilen ilk tepki “inkar ve şok”tur. Daha sonra yaşanan “öfke ve neden ben?” tepkisinden sonra “pazarlık” aşaması denilen bir dönem gelir. Bu dönemde kişi yarım kalmış ya da yapacağı diğer işler için bir miktar daha zaman ister ve başına gelebilecek olumsuzlukların daha ileri bir zamanda ortaya çıkmasını ister. Bir süre sonra gerçeği kabul etme ve daha sonra da uyum süreci başlamaktadır. Kanserle yaşarken insanların en sık yaşadığı duygular kayıp, ölüm korkusu, geleceğe yönelik endişeler ve yoğun ağrı yaşama korkusudur. Kanserle birlikte yaşanan kayıp olgusu çok çeşitli olabilir: Kişi bir organının, saçının, kilosunun, ameliyata ve diğer tedavilere bağlı fiziksel görünümünün değişimini kayıp olarak yaşayabilir. Kanserin kısa zamanda ölümle sonuçlanacağı ve hastanın durumunun ağırlaşacağı gibi yanlış inançlar da ölüm korkusunu artırabilir. SAĞLIK&İNSAN Bu duygunun ilk zamanlarda yaşanması normal olmakla birlikte ilerleyen zamanlarda artık süreci kabul edip tedaviye odaklanmak gerekir. Hastalar da zaman içerisinde görmektedirler ki kanser artık öldüren bir hastalık değil, “kronik” ve yaşam boyu devam eden ve tedavi gerektiren bir hastalık olmuştur. Kanser hastaları ve yakınlarında genellikle “kaçınma ve kapalı olma” davranışı dikkati çekerken sağlık çalışanlarında da bazen benzer davranış görülür. Oysa hastalık sürecinden iletişime kapalı olma, konuşmama, paylaşım ve açık olma fırsatının kaçmasına neden olmaktadır. İş yükünün getirdiği aşırı talepler, çalışanda yardım etme isteğini azaltmakta, profesyonel beceri repertuarında esnekliğe, duygusal ve davranışsal olarak mantıklı olmayı ön plana çıkarmaya yol açmaktadır. Tedavi sürecinde hastanın fiziksel ve duygusal rahatlığının sağlanması önemlidir. Bu amaçla sağlık çalışanlarına düşen görevler şunlardır: • Hastanın gereksinimleri dikkate alınarak doğru şekilde bilgilendirilmesi, • Hastayla yalnızca hekimhasta rolünde değil aynı zamanda insanca bir iletişimin kurulması, • Hastanın söylediklerinin aktif bir biçimde dinlenerek anlaşılması ve hastanın tedavi sürecinde işbirliği yapması için durumunu anlamasına yardım edilmesi, • Hastanın umudunun korunması önemlidir. Bu süreci daha sağlıklı yaşamak için hastaların da yapması gerekenler vardır: • Dengeli beslenme, • Düzenli uyuma, • Yorucu olmayan egzersizler yapma, • Günlük aktivitelerle meşgul olma, • Hastalığın tedavisi konusunda doktoru ile güvenli bir ilişki kurma, • Çevreden yöneltilebilecek sorulara cevap vermeye, görünümü ve performansı ile ilgili açıklama yapmaya hazır olma, bunlardan en önemlileridir. Unutmamalıdır ki, görünüşü farklı da olsa kanser tanısı alan birisinin içindeki “insan” aynıdır, değişmemiştir ve o insana başta hastanın kendisinin ve tüm çevresindekilerin her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Böylece “mükemmel olma” yerine “iyi ve yeter” hedefi ortaya çıkmaktadır. Sonuçta hem hastalar hem de sağlık personeli iletişim kurmayınca herkes kendi kabuğuna çekilip mücadeleyi sürdürmektedir. Oysa kanserle mücadele hem sağlık personelinin, hem hastanın, hem de hasta yakınlarının ortak mücadelesiyle yani önce “insan” olmakla başarıya ulaşabilir. Bu dönemde hasta da hastalığını kabul edip, iyi ve kaliteli bir yaşam sürdürmek için çaba gösterir, sağlık personeliyle işbirliği yaparsa tedavi başarıya ulaşabilmektedir. 11 SAĞLIK&İNSAN DÜNYA KANSER BİLDİRGESİ Bildirge neden önemlidir? Kanser tek başına, AIDS, Sıtma ve Tüberküloz hastalıklarının tümünden daha fazla insan ölümüne neden olmaktadır. Hemen müdahale edilmez ise, önlenebilir ve tedavi edilebilir kanserler küresel düzeyde milyonlarca insanı öldürmeye devam edecektir. Ne yapabilirsiniz? Küçük bir adımla büyük bir fark yaratabilirsiniz. Dünya Kanser bildirgesini imzalayarak, 11 önemli hedef ile kanser yükünün azaltılması için karar vericileri etkilemeye çalışan küresel topluluğa katılabilirsiniz. 1 Bütün ülkelerde etkin kanser kontrol programlarının oluşturulması için, sürdürülebilir sistemler yürürlüğe konulacaktır. 2 Küresel düzeyde kanser yükünün ve kanser kontrolüne yönelik girişimlerin etkilerinin izlenmesi önemli derecede iyileştirilecektir. 3 Küresel düzeyde tütün tüketimi, şişmanlık ve alkol tüketimi önemli derecede azaltılacaktır. 4 HPV ve HBV viruslarından etkilenen bölgelerde halk aşılama programları kapsamına alınacaktır. 5 Halkın kansere karşı olan yaklaşımları iyileştirilecek ve bu hastalık hakkında gerçek dışı efsaneler ve yanlış bilinenler düzeltilecektir. 6 Tarama, erken tanı programları ve kanserin erken belirtileri konusunda halkın bilinçlendirilmesi ile çok sayıda kanser türüne erken dönemde tanı konulacaktır. 12 7 Kanserde doğru teşhis, uygun tedaviler, destek bakım, rehabilitasyon hizmetleri ve palyatif bakıma erişim hakkı bütün hastalar için dünya genelinde iyileştirilecektir. 8 Etkin ağrı kontrolü, ağrı çeken tüm kanser hastaları için evrensel düzeyde erişilebilir olacaktır. 9 Kanser kontrolünde farklı alanlarda hizmet veren sağlık profesyonelleri için eğitim fırsatları önemli derecede artırılacaktır. 10 Kanser kontrolünde uzman sağlık elemanlarının görev yeri değiştirmesi önemli ölçüde azaltılacaktır. 11 Kanser hastalarının yaşam süresi tüm ülkelerde önemli derecede arttırılacaktır. SAĞLIK&İNSAN ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE GELİŞMELER Prof. Dr. Rejin Kebudi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Çocukluk çağı kanserlerinde, erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri yoktur. Bu hastaların erken tanı alabilmeleri, bu hastalıklara ilişkin bulgu ve belirtilerin bilinmesi ve hızla tanıya gidilmesi ile mümkündür. Erişkinlerde alınan önlemlerle kanserlerin önemli bir kısmı önlenebilir, ayrıca tarama testleri ile erken saptanabilir. Özellikle sigara içilmemesi ile akciğer kanserlerinin çoğu ve yine sigaranın etken olduğu gırtlak kanseri gibi birçok kanser önlenebilir. Beslenme şekli, obezite, düzenli egzersiz de birçok erişkin tipi kanserlerin önlenmesinde rol oynar. Çocukluk çağı kanserlerinde, erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri yoktur. Bu hastaların erken tanı alabilmeleri, bu hastalıklara ilişkin bulgu ve belirtilerin bilinmesi ve hızla tanıya gidilmesi ile mümkündür. Ülkemizde çocuk hastalarımızın çoğu ileri evrelerde gelmektedir. Buna rağmen sağkalım oranı % 65’in üzerindedir. Erken tanı ile bu oran % 70-80’lere çıkabilir. Türk Pediatrik Onkoloji Grubu (TPOG) olarak, bu konuda uğraşan öğretim üyeleri olarak görevimiz, hem yetişen hekimlerimizi eğitmek, hem de basın yoluyla halkımızı, anne ve babaları bilinçlendirmektir. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi Başkanlığı ve TPOG birlikte Türkiye’nin çeşitli yörelerinde “Çocuk Kanserlerinde Farkındalığı Artırma Toplantıları” yapmaktadırlar. Bu kapsamda 12 ilde yaklaşık 1.000 hekime çocukluk çağı kanserlerinin erken bulgu ve belirtileri hakkında bilgilendirme yapılmıştr. Çocuklarda görülen kanserler; tipleri, tedaviye yanıt oranları ve uzun süreli sağkalım açısından erişkin kanserlerinden çok farklılıklar gösterir. Çocukluk çağı kanserleri tüm kanserlerin % 4’ünü oluşturur. Günümüzde gelişmiş ülkelerde her 900 erişkinden biri çocukluk çağı kanser sağkalanıdır (kanser geçirmiş ve kurtulmuştur). Türkiye’de her yıl yaklaşık 2.500-3.000 çocuk kanser tanısı almaktadır. Kanser tanı ve tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler sonucunda, çocukluk çağı kanserlerinde sağkalım (iyileşme oranı), günümüzde gelişmiş ülkelerde % 70’lerin üstündedir. Erken tanı alan olgularda başarı daha da yüksektir. Çocukluk çağı kanserlerin % 30’unu lösemiler, kalan % 70’ini de solid tümörler oluşturur. Çocukluk çağında görülen kanserlerin sıklık sırasına göre dağılımı şöyledir: 13 SAĞLIK&İNSAN • Lösemiler (kan kanseri) % 30 • Santral sinir sistemi tümörleri (Beyin tümörleri) % 19 • Lenfomalar (Lenf bezesinden kaynaklanan kanserler) % 13 • Nöroblastom (İlkel sinir hücrelerinden köken alan kanserler) % 8 Hepatit B ve C virüsü, karaciğer kanserlerine yol açabilir. Tüm çocukların hepatit B aşısı olmaları çok önemlidir. Radyasyonun kanser oluşumundaki etkisini dünya acı örneklerle gözlemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda atılan atom bombası sonrasında o bölgede çok sayıda kanser olguları saptanmıştır. • Yumuşak doku sarkomları (en sık rabdomiyosarkom görülür) % 7 • Wilms’ tümörü (böbrek tümörü) % 6 • Kemik tümörleri (Osteosarkom, Ewing sarkomu) % 5 • Diğer tümörler % 12 (Retinoblastom (Göz tümörü), Germ hücreli tümörler, Karaciğer kanserleri ve diğer kanserler) Ülkemizde lenfomalar ikinci sıklıkta görülmektedir. Çocuklarda kanserin nedeni kesin bilinmemekle birlikte, kanser oluşumunda rol oynayan bazı yapısal ve çevresel risk faktörleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: • Bazı doğumsal/kalıtsal bozukluklar ve hastalıklar, • Bağışıklık yetersizliği sendromları • Çeşitli virüs enfeksiyonları, • Radyasyona maruz kalma, • Bazı kimyasal maddelere maruz kalma (benzen, pestisidler gibi) • Hamilelikte kullanılan bazı ilaçlar • Ailesel kanser sendromları 14 Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Genelde kanser, kalıtsal bir hastalık da değildir. Çocukluk çağında kalıtsal olduğu bilinen kanser, bir göz tümörü olan herediter retinoblastomdur. Bazı kalıtsal hastalıklarda ise kanser riski artmıştır. Örneğin, ciltte yaygın sütlü kahverengi lekelerle seyreden nörofibromatosiste bazı tümörlerin görülme riski artar. Bağışıklık sisteminin baskılandığı hastalıklarda, özellikle lenf dokusundan köken alan kanserlerin gelişme olasılığı artmıştır. Halk arasında öpücük hastalığı olarak bilinen hastalığın etkeni Epstein Barr Virüsü, bazı lenfomaların ve nazofarenks kanserinin gelişmesinde rol oynayabilir. Hepatit B ve C virüsü, karaciğer kanserlerine yol açabilir. Tüm çocukların hepatit B aşısı olmaları çok önemlidir. Radyasyonun kanser oluşumundaki etkisini dünya acı örneklerle gözlemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda atılan atom bombası sonrasında o bölgede çok sayıda kanser olguları saptanmıştır. Yine Çernobil’de nükleer kaza sonrası, yakın bölgede yaşayan çocuklarda, özellikle çocuklarda çok nadir görülen, tiroid kanserlerinde artış gözlenmiştir. Son yıllarda çok düşük frekanslı magnetik alanların (EFM) çocuklarda kanser gelişmesine etkileri üzerine çalışmalar yapılmış, nüfusun çoğunun maruz kaldığı evlerdeki SAĞLIK&İNSAN EFM (evlerdeki mikrodalga fırın vs. ile yayılan) ile anlamlı bir artış saptanmamıştır. Yüksek frekanslı magnetik alanların etkisi üzerine çalışmalar sürmektedir. Çocukluk çağı kanserlerinde uyarıcı belirtiler nelerdir? Çocukluk çağında kanserin erken tanısı için, erişkinlerde kullanılan tarama testleri mevcut değildir. O nedenle çocukluk çağı kanserlerinde, en sık görülen uyarıcı bulgu ve belirtileri bilmek gerekir. En sık rastlanan bulgu ve belirtiler şunlardır: • Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesinde lenf bezelerinde şişlikler • Vücudun herhangi bir bölgesinde şişlik • Solukluk, halsizlik • Sık ateşlenme • Ciltte morluklar, çürükler • Burun, dişeti kanamaları • Baş ağrısı, kusma • Ateşsiz havale geçirme • Dengesizlik, yürüme bozukluğu, görme bozukluğu Ergenlik döneminde görülen kanser tipleri de erişkin dönemine göre farklılıklar gösterir. Ergenlik döneminde en sık görülen kanserler: • Hodgkin lenfoma • Germ hücreli tümörler • Beyin tümörleri • Kemik, eklem ağrıları • Non Hodgkin Lenfoma • Enfeksiyon tedavisine rağmen sebat eden öksürük, nefes darlığı, • Tiroid kanserleri • Gelişme geriliği, aşırı kilo kaybı • Lösemiler • İdrarda kan, idrar ve dışkılamada zorlanma • Göz bebeğinde parlaklık, gözde kayma Ergenlik Çağında Kanser Bu dönemde kanser görülme oranı 15 yaş altına göre iki kat fazladır. • Cilt tümörleri (Malign Melanom) • Yumuşak doku tümörleri Ergenlerde cilt tümörlerinin görülme oranının son yıllarda arttığı dikkati çekmektedir. O nedenle ultraviyole ışınlarından korunma, güneş ışınlarına aşırı maruz kalmama, koruyucu kremler sürme gibi önlemler hatırlanmalıdır. 15 SAĞLIK&İNSAN etkili bulunan ilaçlar klinik çalışmalarda denenmektedir. Spesifik tedaviler sırasında destek tedavisi (enfeksiyon önlemleri ve tedavisi, beslenme desteği vd.) çok önemlidir. Kanser tedavisi uzun ve zorlu bir süreçtir. Çocuklar belli süreler sosyal ortamlarından, arkadaşlarından, okullarından uzak kalmaktadırlar. Bu süreçte çocukların psikolojik ve sosyal yönden de desteklenmeleri gerekir. Sonuç olarak, çocukluk çağı kanserlerinin tedavi şansları yüksektir. Tüm çocukların, gerek büyüme gelişmelerinin takibi, gerekse genel muayeneleri açısından düzenli doktor kontrolüne gitmeleri önemlidir. Kanserlerin tedavi şekli nedir? Kanser tedavisi bir ekip işidir. Kanser hastalarının tam teşekküllü merkezlerinde çocuk onkologu başkanlığında multidisipliner bir ekiple tedavisi çok önemlidir. Kanser tedavisinde üç ana tedavi şekli vardır: • Cerrahi • İlaç tedavisi (Kemoterapi) • Işın tedavisi (Radyoterapi) Bu tedavi şekilleri kanser tipine göre, çocuğun yaşına göre çeşitli kombinasyonlarda kullanılırlar. Cerrahi ve radyoterapiye, kemoterapinin eklenmesiyle çoğu çocukluk çağı kanserlerinde sağkalım önemli ölçüde artmıştır. Günümüzde kansere yakalanan çocukların yaklaşık % 70’i tamamen iyileşebilmektedir. 16 Bu çocukların toplumun sağlıklı birer bireyi olarak uzun bir hayat yaşayabilmeleri için hem etkin tedaviyle çocukları kanserden iyileştirmek, hem de tedaviyi geç yan etkilerin en az olacağı şekilde planlamak gereklidir. Günümüzde çocukluk çağı kanserlerinde, klinik özellikler, biyolojik ve genetik özelliklerin yer aldığı evre veya risk sınıflamalarına göre tedaviler düzenlenmektedir. Ayrıca, bazı tümör türlerinde biyolojik tedaviler, hedeflenmiş tedaviler, aşı çalışmaları sürmektedir. Bunların bir kısmı etkili bulunurken, bir kısmında beklenen yarar saptanmamıştır. Birçok yeni ilaçların etkinliği çeşitli preklinik modellerde (invitro tümör hücre dizilerinde, deney hayvanlarında) araştırılmakta, Çocukluk çağı kanserlerine ilişkin bulgu ve belirtiler gözlendiğinde ise , derhal hekime ve kanser şüphesi varsa tam teşeküllü sağlık kurumlarına başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, erken tanı ile başarı daha da artmaktadır. Bugünün çocukları ve gençleri, yarının büyükleridir! Gençlerimizi sigaranın zararları konusunda bilinçlendirmeliyiz. Erişkinlerde kanserin önlenmesine, ayrıca kalp rahatsızlıkları gibi birçok hastalığın önlenmesine yönelik etkisi kanıtlanmış olan, sağlıklı beslenme alışkanlığı (bol meyve, sebze, lifli gıdalar tüketme), düzenli egzersiz alışkanlığı küçük yaşlarda yerleştirilmelidir. SAĞLIK&İNSAN 17 SAĞLIK&İNSAN Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici’nin kanser olduğunu öğrendikten sonra kaleme aldığı 2. yazısından bazı bölümler.. (28/12/2011) … Geçen çarşamba, yıllık mamografi ve meme ultrason muayenemi yaptırırken, sol memede şüpheli bir ufaklık bulundu. Böyle 5 milimlik saçaklı (İzmirli ağzıyla) “çikin” bi’şey. Bekleyelim mi biyopsi mi yapalım, hadi MR’ına da bakalım derken.. Küt pat çat! 19.10.2011 / AKŞAM Kendimi ameliyat masasında buldum. Doktorum Abdullah İğci, tipi bozuk yakışıksız kistimi sevmedi ve almak istedi. O kadar hızlı gelişti ki her şey o “küt pat çat”ların arasında yapabildiğim tek şey hastane pastanesinde bir tabak milföy yemek oldu.. (Hastalığımın adını milföy koyacağım zaten.. Sonra da “Adını milföy koydum” diye bir dizi yazacağım.. Niheh niheh...) … “Korkacak bir şey yok, yüzde 95 temiz çıkacak ama yine de emin olmak istiyoruz” denilerek girdim ameliyata. Ve lakin uyandığımda yara bantlarım sadece mememin üstünde değil koltuk altlarımda da vardı. Bu ne demek? Şu demek: Şüpheli ufaklıkta bir şey buldular ki bir kaç lenf bezimi de aldılar... Çünkü ufaklık temiz olsaydı, lenflere bakmaya gerek duymayacaklardı. Koltuk altı bantları bunu gösteriyor... Lan hani yüzde beş ihtimaldi? Hani? Hey Allah’ım.. Mecbur muyum daima azınlıkta olmaya? 18.10.2011 / HABERTURK İşte ondan sonrası, doğruya doğru, biraz buruk geçmeye başladı arkadaşlar.. Ameliyat öncesi asansörde tekerlekli sandalyeyle spin atan, çarpmak suretiyle yakışıklı doktorların ilgisini çekmeye çalışan (ama başaramayan) kız/kadın/bayan/ne haltsa değildim artık... Odama dönüşüm hüzünlüydü.. İçimden “daha 42 yaşıma bile basmadım ulan!” diye böğürmek geliyordu (zira doğum günüm bir hafta sonra) ama hâlâ narkozun etkisi altındaydım. Aklımda bir yandan hasta olduğum, bir yandan da uyandırılmadan önce gördüğüm o çok güzel yeşil çayırlar ve neş’eyle koşuşturduğum inek vardı... Böyle durumlar için anestezi ekibi galiba “yolluk” veriyor. Gözümü kapatıp o tatlı ineği ve yeşil çayırları düşünerek uyumaya devam ettim... 18 23.10.2011 / BUGÜN SAĞLIK&İNSAN Milliyet gazetesi yazarı Meral Tamer’in kanser olduğunu öğrenmesi ve sonrasıyla ilgili yazdıklarından bazı önemli bölümler: 01.01.2012 / HABERTURK PAZAR 25.01.2012 / BUGÜN 28.11.2011 / HABERTURK MAGAZİN ‘En zoru kızıma anlatmaktı’/ 1 MAYIS 2010 Benden 2 - 3 hafta kadar sonra efsane tenisçi Navratilova’nın göğsünde de benimkine çok benzer türde kanserli bir kitle, mamografide yakalandı. Navratilova, “Durumu öğrendiğim gün benim 11 Eylül’ümdü” diyor. Ben hiç de öyle düşünmüyorum. … Doktorum elle muayenede “Her şey normal görünüyor, 1 yıl sonra görüşürüz” dedi ve beni mamografiye gönderdi. Çekim normalden daha uzun sürdü; sol göğsüme evire çevire birkaç kez baktılar. Henüz 3 hafta önce gelmiş, ha bire renk değiştiren yeni mamografi cihazı beni eğlendirdiği için sıkılmadım. Doktor niye gelmiyor? Mamografinin ardından ultrasonografi odasına geçtim. Beklebekle doktorlar yok! Dışarda kendi aralarındaki konuşmalar uzadıkça uzadı. Muhtemelen benim sol mememin poz poz yer aldığı mamografiyi tartışıyorlardı. Ben ise yazımı yetiştirme telaşına kilitlenmiş, “Şu sonografi işi bir an önce bitse de gitsem” havasındaydım. Neyse sonunda geldiler, sonografi sırasında benim sadece fiil ve bağlaçlarını anlayabildiğim tıbbi terimli cümleler kurdular. Sonografi bitince hızla giyinip, yazıyı bitirmek üzere eve koşacaktım ki, “Gitmeyin, doktor hanım sizinle tekrar görüşecek” dediler. “Benim yazımı yetiştirmem lazım, akşamüstü telefonla ararım” diye itiraz edecek oldum, ama kabul görmedi. … Kızıma nasıl söylenecek? Akşam konserimiz vardı; İş Sanat’a kontrtenor Andreas Scholl’u izlemeye gittik. Tuhaftır; konseri hiç dikkatim dağılmadan izleyebildim ve bu soğukkanlılığıma da şaşakaldım! 2 saatlik konser süresince kafama takılan tek şey, bu yeni durumu Doğa’ya (kızım) nasıl söyleyeceğimdi. Eve gider gitmez onunla konuşmalıydım. Zira ben 13-14 yaşlarındayken annem, bana haber vermeden göğsünden bir kitle aldırmıştı ve okuldan eve gelip de onu yatak-döşek yatar görünce hem çok sarsılmış, hem de kırılmıştım. Kızım 31 yaşında; ama bu tür Devamı >> kritik durumlarda yaş fark etmiyor. 19 SAĞLIK&İNSAN Bu hastalığa sansür niye? (3 MAYIS 2010 / Milliyet) … ‘O kelimeyi ağzına alma’ Ağzımdan kanser kelimesinin bu kadar kolay çıkıvermesini başlangıçta yadırgamamıştım. Ama sonraki günlerde arayan onlarca eş dost ve arkadaşlarımın ben kanser deyince verdikleri tepkiden anladım ki bende bir tuhaflık var. Normal olmayan onlar değil, benim. Genel yaklaşım şuydu: “Ne münasebet canım, aman aman o kelimeyi ağzına bile alma!” Neden almayayım? Kolesterol, reflü, bel fıtığı, kalp krizi ya da by-pass rahatça konuşulurken, kanser neden tabu olsun? Kansere sansür niye? Karşımızdakine geçebilecek sarılık, zatürre, verem gibi bulaşıcı hastalıkları bile kanserden daha kolay telaffuz ediyoruz. Bu durumda bir tuhaflık yok mu sizce? Kanser olduğumu öğrenince ilk ne düşündüm? (5 MAYIS 2011 / Milliyet) … Alınan 2 kitleden biri iyi huylu, diğeri de kanserliydi... Ve derin düşüncelere daldım... Ben kanser mi oldum yani şimdi? Neden geldi de beni buldu? Hayat çok güzel. Evim bana göre çok güzel. Keyifle yaşıyorduk. Hay Allah! Bundan sonra hayat nasıl devam edecek? Her şeyden habersiz kontrole gittiğimde Semiha Baban-Yaşar Kemal çiftine rastlamıştım. Semiha 3 gün sonra “Neyin var?” diye aramış; “Yüzde 50 kanser” yanıtını alınca da, “Eh bu yaştan sonra da kızamık olacak halimiz yok” demişti. O günden beri bu cümleyi tekrarlıyorum. … 20 Kanserle baş başa kalınca... Beklenen haberi aldıktan sonra Osman yürüyüşe gitti. Ben eve gelip kendime bir kahve yaptım; bir de sigara yaktım. Salondaki en sevdiğim kanepeye kuruldum (o kanepenin yastıkları, oturanı kucaklar); ayaklarımı sehpanın üzerine uzattım. Ve derin düşüncelere daldım... Ben kanser mi oldum yani şimdi? Neden geldi de beni buldu? 10 gün önce her şeyden habersiz, rutin kontrol için Medica’ya ilk gittiğimde, Semiha BabanYaşar Kemal çiftine rastlamıştım. Semiha 3 gün sonra izin anonsunu görünce pirelenerek “Neyin var?” diye aramış; “Yüzde 50 kanser” yanıtını alınca da, “Eh Meralcim, bu yaştan sonra da kızamık olacak halimiz yok” demişti. Birlikte gırgırımızı geçmiştik. O günden beri her yeri geldiğinde Semiha’dan aparttığım bu cümleyi tekrarlıyorum. Hayat nasıl devam edecek? Bahçeden kuş sesleri geliyor. Şubat sonu, ama hava pırıl pırıl. Güneş, gelin gibi pencereden içeri süzülüp, itinayla seçtiğim akçaağaç parkeleri yalayarak ayaklarıma uzanıyor. Hayat çok güzel. Evim bana göre çok güzel. Dilediğim gibi mimarlık yapamamıştım, ama nihayet dilediğim gibi bir ev yapabildim kendime. Şimdi de keyifle yaşıyorduk bu evde. Hay Allah! Bundan sonra hayat nasıl devam edecek? Kanser hastası bir Meral’le yaşamak, Doğa’yı ve Osman’ı kim bilir ne kadar üzecek? İyi de benim en ufak bir ağrım-sızım yok ki... Ameliyattan önce de yoktu, ameliyattan sonra da yok. Dışarıdan bakıldığında sapasağlam görünüyorum. Tamam şu sıralar sol kolumu hareket ettirmemeye çalışıyorum, bir de evden çıktığım zaman, İstanbul’umuzun köstebek yuvası yollarında araba zıpladıkça, ameliyat yerlerim çok acıyor, ama onlar geçici. Geçmiş olsuna gelenleri ben teselli ediyordum (6 MAYIS 2010 / Milliyet) Herkesin kanseri kendine özel. Müthiş bir abartma olacak, ama 6.5 milyarlık dünya nüfusunun hepsi birden kanser olsa, Allah bilir doktorların karşısına 6.5 milyar farklı kanser vakası çıkabilir! İki ameliyat arasındaki 3 haftalık süreyi, eve gelerek ve telefonla arayarak bana geçmiş olsun dileklerini ileten arkadaşlarımın, dostlarımın, yakın-uzak tanıdıklarımın oluşturduğu kocamaaan bir sevgi yumağıyla sarmalanmış olarak geçirdim. Ve inanabilmeniz pek kolay değil ama onlar beni teselli edeceklerine, neredeyse her seferinde ben onları yatıştırdım. Eve gelenlerin göz pınarlarında yaş hazır bekliyor; yanaklarından süzülüvermelerini önleyebilmek için, kelimeleri iyi tartmam lazım. Rolleri değiştik anlayacağınız. Aslında hayli sıra dışı ve komik bir durumdu. Çok değerli bilgiler Kanserle daha önce tanışmış olanlar hariç tabii... Meğer, kanser olmuş ne çok tanıdığım varmış. Aslında bir kısmını biliyordum, ama çoktan unutmuşum. Zira hepsi sapasağlam; hayatlarına ve işlerine devam ediyor. Kendi başlarından geçenleri anlatmak suretiyle beni aydınlattıkları için hepsine çok teşekkür ediyorum. … Onları ben teselli ettim Ama gel de bunu, benim kanser olduğumu öğrenen sevgili arkadaşlarıma ve dostlarıma anlat! Her arayana izah etmeye çalışıyorum. Dilimde tüy bitiyor, fakat nafile. Gerçek durumum konusunda kimseyi ikna edemiyorum. Genel olarak onların sesleri üzgün ve endişeli, benimki her zamanki gibi neşeli. Kimisi gözyaşlarını tutamıyor, kimisi, “Bu dünyada en son kanser olacak kişi sizdiniz” diyerek dizlerini dövüyor. Hatta içlerinden, gerçek durumun benden gizlendiğini düşünenler bile, sanırım var. Oysa bilmiyorlar ki ben gençken ne badireler atlatmışım, ne hastalıklar geçirmişim... Gazeteye uğradığımda hemcinsim bir genç muhabir, “Aşkolsun Meral Hanım, beni düş kırıklığına uğrattınız” diyerek kırgınlığını dile getiriyor. Hayrola, ne yaptım ki ben? Meğer o, benim kanser olamayacağıma yüzde 100 inanmış ve herkese, tümörün mutlaka temiz çıkacağını ısrarla tekrarlamış. Ama ben kanser olmuşum! Sarılıp öptüm; çok şekerdi. SAĞLIK&İNSAN Rahim Ağzı Kanserleri Op. Dr. Murat GÜLTEKİN Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkan Yardımcısı Ülkemizde görülen HPV ve buna bağlı hastalık yükünün az olmasının en önemli nedeni sosyo-kültürel şartlarımızdır. Tek eşlilik ve sünnet olmak hiç kuşkusuz ki başta HPV olmak üzere pek çok cinsel yolla bulaşan hastalığa karşı koruyucudur. Dünya genelinde halen yılda 500 bin kadın servikal kanser teşhisi almaktadır. Tüm dünyada kadınlarda görülen en sık ikinci kanserdir. Tarama programları, serviks kanserinin azalmasında önemli bir etkiye sahip olmasına rağmen hala kadınlar serviks kanseri nedeniyle ölmektedir. Gelişmiş ülkelerde servikal kanserler kontrol altına alınmış olsa da, gelişmekte olan ülkelerde halen en sık görülen genital kanserlerdendir. Bu nedenle, bir ülkede servikal kanser sıklığı son yıllarda o ülkenin gelişmişliğini ve kadına verdiği önemi gösterir bir parametre olmuştur. Serviks kanseri Türkiye’de en sık görülen 8. kanser türüdür. Ülkemizde yaklaşık 1.500 yeni olgu teşhis edilmektedir. Bu oran, gelişmiş ülkelere benzer bir orandadır. Ancak ülkemizdeki esas sorun teşhis esnasında olguların çoğunun ileri evrede olmasıdır. Ankara Zübeyde Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi verilerine göre, servikal kanser olgularının önemli bir kısmı ilerlemiş evrelerde teşhis edilmektedir. Serviks Kanserinin Nedenleri ve Risk Faktörleri Nelerdir? Serviks kanserinin en önemli nedeni insan papilloma virüsüdür (Human Papilloma Virus-HPV). Yaklaşık 100 HPV tipi mevcuttur. Çoğu düşük riskli tipler olup ancak göz ardı edilebilir bir serviks kanserine yol açma riskine sahiptir. Düşük riskli HPV’ler genellikle genital siğillerden sorumludur. Ancak yüksek riskli tipleri anormal hücrelerin gelişmesine ve serviks kanserine neden olabilmektedir. Servikal kanserlerin % 70-75’inde iki tip HPV (HPV 16 ve 18) müsbet bulunmaktadır. Diğer yüksek riskliler ile beraber düşünüldüğünde servikal kanserlerde HPV pozitifliği % 99’un üzerindedir. Türkiye’de HPV’nin Durumu ve Risk Faktörleri? Ülkemizde kadınlarda HPV sıklığını araştıran pek çok çalışma vardır. Çoğu hastane temelli olan bu çalışmalarda yüksek riskli ve servikal kanserlerden sorumlu HPV sıklığı % 3-5 oranında saptanmıştır. Ancak daha yakın yıllarda yapılan çalışmalarda ise HPV prevalansının yükselmekte olduğu saptanmıştır. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi’nce geçen yıl yapılan bir araştırmada ise genital siğil oranı binde 1,54 civarında bulunmuştur. Ülkemizde görülen HPV ve buna bağlı hastalık yükünün az olmasının en önemli nedeni sosyo-kültürel şartlarımızdır. Tek eşlilik ve sünnet olmak hiç kuşkusuz ki başta HPV olmak üzere pek çok cinsel yolla bulaşan hastalığa karşı koruyucudur. Ancak, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sosyokültürel davranışlarda değişiklikler yaşanmaktadır. Batılı yaşam tarzı ülkemizde de her geçen gün artmaktadır. Bu demografik değişiklikler, yukarıda da bahsettiğimiz HPV sıklığında son yıllarda görülen artışın nedeni de olabilir. Servikal kanser taramalarımıza mutlaka devam etmemiz ve geleceğe hazırlıklı olmamız gerekmektedir. 21 SAĞLIK&İNSAN Unutulmamalıdır ki, İngiltere gibi ülkeler dahi, servikal kanser kontrolünü 20-30 yılda başarabilmiştir. Bu nedenle, tedbirleri elden bırakmamalı ve gelecekte olası bir servikal kanser artışını önlemeliyiz. HPV olmadan servikal kanser gelişmez. Ancak, yüksek riskli HPV varlığı da kesinlikle kanser gelişeceği anlamı taşımamaktadır. Yüksek riskli HPV’lerin ancak % 2-4’ü servikal kansere dönüşmektedir. Kansere dönüşümde başta sigara olmak üzere uzun süreli hormonal ilaç kullanımı, vücut savunmasını bozan bazı ilaç ya da hastalıkların varlığı, steroid kullanımı gibi faktörler önemlidir. HPV oldukça yaygındır, cinsel temasla kolayca geçebilmektedir. HPV bulaşımı için cinsel temas mutlaka gerekmektedir. Havlu ya da eşya teması ile geçiş söz konusu değildir. Gerçekte cinsel yönden aktif kadınların % 80’e varan bölümü yaşamlarının bir anında, bir HPV virüs tipiyle enfekte olmaktadır. HPV virüslerini aldığımızın farkında olmasak bile bağışıklık sistemimizin HPV enfeksiyonlarının çoğuyla savaşarak uzaklaştırabilmektedir. Ancak bazen yüksek riskli virüs tipleri servikste kalmakta ve zamanla serviks kanserinin gelişmesine neden olabilmektedir (% 2-4 oranında). Pap-Testi (Smear Testi) Nedir? HPV virüsü, cinsel temas ile bulaşım sonrası rahim ağzı hücrelerinin içerisine yerleşir. 22 Bu hücreler içerisinde çoğalmaya başlayan HPV, hücreler de bazı morfolojik değişikliklere neden olur. HPV’nin vücuda girmesi ile kanser geliştirmesi arasında 7-10 yıllık gibi bir süre vardır. Bu süre içerisinde alınan tek bir smear de dahi kadınların servikal kanserden ölüm riskini yarı yarıya azaltmaktadır. Özel boyalar ve büyütme ile anormalleşen servikal hücreler görülür ve yönlendirilmiş biopsi alınarak servikal kanser teşhis edilir. Pap-Testi ya da smear, bu hücrelerin toplanıp mikroskop altında değerlendirilmesi ile kanser başlangıcı lezyonların erken tanınmasına yönelik bir testtir. Pap-testi dünyada yaklaşık 50 yıldır kullanılmaktadır. Toplum tabanlı tarama programlarının gerçekleştirildiği ülkelerde servikal kanser insidansını oldukça düşürmüştür. Burada hücrelerde görülen anormaliler Bethesda sistemine göre sınıflandırılır. Her sınıfın değerlendirilme algoritması farklı olmakla beraber altta yatan kanser riski de farklıdır. Teşhis için altın standart smear sonrası anormal hücrelerin saptanmasını takiben yapılan kolposkopik değerlendirme ve biopsidir. Kolposkopi vajen ve serviksin mikroskop ile değerlendirilmesidir. HPV ile Kanser Oluşumu Pap-Testi ile Tarama İdeal Bir Taram Metodu mudur? Türkiye’de Ulusal Tarama Standartları Nedir? Ancak smear testlerinin kanser yakalama oranları sadece % 50-60 arasındadır. Servikal kanser teşhisi konulan hastaların yaklaşık yarısında alınan smearler kanseri yakalayamamaktadır. Bu hata oranında sadece patolog ve laboratuvar değerlendirme hataları değil, bunlarla beraber örneklem alım hataları da sorumlu tutulmaktadır. Smear testleri bu kısıtlılıkları nedeni ile sık aralar ile tekrar edilir. ABD’de yıllık smear tekrarı yapılmakta iken, Avrupa Birliği içerisinde 3-5 yılda bir tekrar önerilmektedir. Ülkemiz, ulusal tarama standartlarını Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) önerileri doğrultusunda Avrupa Birliği standartlarına uygun bir şekilde geliştirmiştir. Smear testlerine başlangıç yaşı 30 olup, 65 yaşına kadar her kadının 5 yılda bir smear testi yaptırması gerekmektedir. SAĞLIK&İNSAN HPV Virüsü Dünya üzerinde her iki aşı da 80’in üzerinde ülkede ruhsatlı bir şekilde kullanılmaktadır ve rapor edilen yan etkiler nedeni ile aşı uygulamasının bırakılması gibi bir öneri henüz hiç bir ülkede olmamıştır. Servikal Kanser Tedavisi Pap-Smear Alternatif Testi Nedir? HPV Aşıları Servikal Kanseri Önler mi? Son yıllarda HPV ve servikal kanser ilişkisinin ortaya konulması HPV DNA taramalarını servikal kanser primer taramaları açısından ön plana çıkarmıştır. HPV aşıları, virüsün kapsid antijeni kullanılarak geliştirilmiş rekombinant aşılardır. Piyasalarda 2’li ve 4’lü olmak üzere iki aşı vardır. Her ikisi de dünyada oluşan servikal kanserlerin % 70’inden sorumlu olan HPV 16 ve 18’e karşı koruyucudur. Yapılan çalışmalarda sekiz yıllık takip süreleri tamamlanmış ve bu HPV tiplerine bağlı hastalıklarda % 100 koruyucu olduğu görülmüştür. Yapılan araştırmalar HPV testlerinin servikal smeare göre çok daha yüksek, sensitiviteye sahip olduğunu göstermiştir. Bu testler DNA temelli olduğundan, patolog ya da laboratuvar hatalarına da maruz kalmamaktadır. Ayrıca, her geçen gün artan oranlarda uygulanılan HPV aşıları ile önümüzdeki yıllarda HPV ve buna bağlı servikal anomali riskinin azalacağı açıktır. Yani her geçen gün anormal sitoloji ile aşikar ve tecrübeli olan patolog sayıları da azalacağı için, rutin aşılama sonrası HPV testi ile tarama yapılmasının daha seçkin ve daha anlamlı tarama programlarında kullanılabileceği vurgulanmaktadır. Özellikle servikal kanser tarama programı olmayan ülkelerde servikal kanser yükünü önemli oranlarda azaltacağı hesaplanmaktadır. 11-12 yaş grubunun okul bazlı rutin aşılanması ile servikal kanser insidansının gelişmiş ülkeler düzeyine inebileceği öngörülmüştür. HPV aşılarının uygulanıldığı tüm ülkelerde, aşının en ufak yan etkileri de dahil olmak üzere katılımcılar çok yakın takip edilmektedir. Servikal kanser tedavisi teşhis esnasındaki evreye bağlı olarak değişir. Çok erken evrelerde teşhis konulduğunda rahim korunarak doğurganlık sürdürülebilir. Bu olgularda LEEP ya da konizasyon gibi küçük eksizyonlar uygulanabilir. Ancak daha ileri evrelerde komplikasyon ve maliyeti çok yüksek tedaviler uygulanır. Çoğunlukla radikal histerektomi yapılan bu olgularda, ameliyat sonrası radyoterapi veya kemoradyoterapi gibi tedaviler uygulanmaktadır. Bu tedavilerin komplikasyon oranları yüksektir. Cinsel fonksiyon bozuklukları, mesane ve bağırsak şikayetleri oldukça sıktır. Bu nedenle, erken teşhis servikal kanserlerde de en önemli aşamadır. Servikal kanserlerde tedavi oranları ise diğer kanser türlerine göre nispeten iyidir. Buna rağmen, erken evrelerde % 100 olan tedavi oranları ne yazık ki, ileri evrelerde % 2030’lara kadar inebilmektedir. 23 SAĞLIK&İNSAN 24 SAĞLIK&İNSAN Seksenler Dizisinin Fehmi Babası Rasim Öztekin: “Hastalık Bana Hayatın Çok Kısa Olduğunu Öğretti” Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN İtiraf etmeliyim ki, onca yıllık gazetecilik yaşamımda en zorlandığım röportajlardan birine imza attım. TRT 1’de yayınlanan Seksenler Dizisinde evin babası Fehmi’yi canlandıran tiyatro sanatçısı Rasim Öztekin’le yaptığım bu söyleşi ilginç bir deneyim oldu benim için. Çünkü Rasim Öztekin benim eşim. Aslında biz onunla okul arkadaşıyız. İletişim Fakültesinde Gazetecilik Bölümünde okurken tanıştık. Fakültenin basketbol takımlarında oynadık, birbirimizin maçlarını seyrettik. Hayat uzun yıllar sonra yollarımızı birleştirdi; karı-koca olduk. Bir insanın her şeyini bildiği hayat arkadaşıyla röportaj yapması gerçekten zor. Ancak Rasim’le o kadar keyifli bir söyleşi yaptık ki, medyaya bugüne kadar yansımayan, hatta benim de bilmediğim bazı şeyler ortaya çıktı. Galatasaray Lisesi’nde yatılı okurken mutfaktan arkadaşlarıyla ara öğünlerde ekmek ve peynir çaldığını, otelcilik lisesi sınavlarına girdiğini, eğer kazansa hayatının rotasının çok farklı yöne gidebileceğini ben de ilk kez öğrendim. Seksenler Dizisinde Fehmi’nin yaşlılığını oynarken aslında babası ile dayısının karışımı bir karakter yarattığını da… Onu dinlerken “Bu tiyatro sanatçılarından korkulur! Kim bilir, ona bir şeyler anlatırken benim hangi mimiklerimi, jestlerimi depoluyordur!” diye düşünmekten de kendimi alamadım. Benden söylemesi; bir tiyatro sanatçısı ile sohbet ederken, dikkat edin! Belki günün birinde canlandırdığı bir rolde sizi oynuyor olabilir. Benim için dost; hiç görüşmesem bile sıkıştığım zaman ‘alo’ dediğimde yanımda olacak ya da telefonun öbür ucunda bile olsa derdimi dinleyecek insandır. Dost, rahatlıkla arkamı döneceğim insandır. 25 SAĞLIK&İNSAN 5’i bile bulmaz. Çünkü benim için dost; hiç görüşmesem bile sıkıştığım zaman ‘alo’ dediğimde yanımda olacak ya da telefonun öbür ucunda bile olsa derdimi dinleyecek insandır. Dost, rahatlıkla arkamı döneceğim insandır. “SEKSENLER DİZİSİNDE BABAMI VE DAYIMI OYNUYORUM” Hep iz bırakan projelerde yer aldın. GORA’da Bob Marley Faruk, Kabadayı’da Sürmeli, Pardon’da Muzo, şimdi de Seksenler’de gençliğini ve yaşlılığını oynadığın Fehmi. Bunların hepsi farklı bir tip, farklı bir karakter. Canlandırdığın karakterleri yaratırken nelerden esinleniyorsun? “SANAT DÜNYASINDA HİÇ DOSTUM YOK” TRT 1’de yayınlanan “Seksenler” en iyi aile dizilerinden biri olarak gösteriliyor. Birçok kişiye çocukluğunu, gençliğini hatırlatıyor. 1980 yılı senin de profesyonel tiyatroya başladığın yıl. 80’lerden günümüze sanat dünyasında arkadaşlıklar, dostluklar nasıl değişti? 80’lerdeki ilişkiler çok daha insani, çok daha samimi, çok daha karşılık beklenmeyen ilişkilerdi. Şimdiki ilişkiler genelde menfaate dayalı. ‘Ben ona şunu verirsem, ondan ne gelir’ düşüncesine dayalı. 26 Fakat şu da bir gerçek ki, sanat dünyasında dostane ilişkiler kurmak çok zor. Çünkü biz sanatçılar, hepimiz megalomanız. Hepimizin egoları var; egoları yüksek olan insanların bir yerde durmaları, dostluk etmeleri çok güçtür. Sanat dünyasında gerçekten dostum dediğin kaç kişi sayabilirsin? Sanat camiası içinde dostum diyebileceğim kişi saymam zor ama samimi arkadaşlarım var. Dostluk, benim için çok başka bir kavram çünkü. Benim hayatımda dostum diyebileceğim insan 10’u, hatta Biz oyuncuların depoları vardır aslında. Sürekli gözlemleyip depoya atarız. Mesela birisiyle bir yerde konuşurken arka masadaki kişiye takılırım. O tipi ufak ufak incelerim. O tip bana ileride bir gün lazım olacaktır. Bana ihtiyar, dede rolü geldi diyelim. Ben o ihtiyarı zaten yaşamım boyunca gözlemlemişimdir. Her yeni bir rolde, karakterde önceden kendi depoma attığım tiplerden ona uygun olanını çıkartırım. Onun tozunu alır, cilalar, biraz da o formata uygun hale getiririm. SAĞLIK&İNSAN Seksenler dizisindeki Fehmi karakterine gelecek olursak; gençliğini ve yaşlılığını yaratırken örnek aldığın belirgin kişiler var mı? Tabii, Fehmi’nin gençliğinde dayımı oynuyorum. Dayımın otoriter bir tavrı vardı, aile fertleri ondan korkardı ama gene herkes istediğini yapardı. Dayım aynı zamanda çok da espriliydi. Fehmi’nin yaşlılığında ise dayımın karakteriyle babamın tipini birleştirdim ve bir karma yaptım. “SANATÇILAR İÇİN HER ROL BİR DOĞUMDUR” Oynayacağın her karakteri oturtana kadar bazen uykularının da etkilendiğine şahit oluyorum. Bir tip yaratma, rolünle özdeşleşme süreci doğuma eşdeğer mi? Evet, bizim yaşadığımız da bir tür hamile psikolojisidir. Sanatçı için her yeni rol bir doğumdur aslında. Ancak canlandırdığım tip doğduktan sonra hemen iş bitmez. Nasıl bebeğin beslenmesi ve bakımı gerekiyorsa, dizinin birinci bölümden sonra gelen reaksiyonları ve eleştirileri göz önünde bulundurarak yavaş yavaş o tipte oynamalar yaparım. Aslında tiyatroda sahnede seyirciyle birebir canlı yapılan bir şeydir bu. Seyirci senin nasıl oynayacağına karar verir. Sen de seyirciden gelen reaksiyonları dikkate alıp uyguladığın zaman iyi oyuncu olursun zaten. Seyirciden gelen reaksiyonu çok iyi dinlemek lazım. Diziyle ilgili de gazetelerde, televizyonlarda ya da twitter gibi sosyal medyada yer alan eleştirilere kulak veriyorum. Bu eleştiriler ışığında birkaç bölümde oynadığım tipi iyice yoğuruyorum. “BOTOKS MİMİĞİ ÖLDÜRÜR, OYUNCULUĞU KISITLAR” Son zamanlarda hep baba rollerinde izliyoruz seni; Geniş Aile’de Kuddusi, Seksenler’de Fehmi.. 32 yılı geride bıraktığın sanat hayatında evin babası rollerini canlandırmak yaşlanmaya başladığını düşündürüyor mu sana? Yaşıma bağlı olarak baba rollerinin gelmeye başlaması gayet doğal. Tabii diğer taraftan da zaten ben hiçbir zaman jön, yakışıklı bir başrol oyuncusu olmadım. Hep komik adamdım. Dolayısıyla yine komik bir babayım. Sanatçılar doğal olarak yaşlarına uygun roller oynamaya başlıyorlar. Bir aktör ya da aktris yüzüne bu yüzden botoks, gerdirme gibi estetik müdahaleler yaptırmamalı. Ben şu an 50 yaşındaki birini oynuyorum. Allah uzun ömür versin 85-90 yaşıma geldiğimde de eğer sağlığım, hafızam yerindeyse aktörlüğüm devam edecektir. Çünkü aktörlüğün emekliliği yoktur. O zaman da ben 85-90 yaşında bir tipi oynayacağım. Şimdi piyasaya baktığım zaman 65-70 yaşında dizilerde, filmlerde oynayacak kadın oyuncu bulamıyoruz. Herkes orasını burasını gerdirmiş. Bir kaşı uzaya çıkmış, bir kaşı aşağıya inmiş. Botoks mimiği öldürüyor, en önemlisi suratın karakteri gidiyor. 60 yaşındaki bir insanın suratında çok güzel doğal çizgiler vardır. Kamera yakın girdiği zaman o çizgiler ortaya çıkar. Bir aktörün, aktristin güzelliğidir bu. Şimdi botokslu bir sanatçının köylü kadınını oynadığını düşünsene! Nasıl oynayacak botokslu, gerilmiş bir suratla ve şişmiş dudaklarla? Bunlar oyunculuğu kısıtlayan şeylerdir. 27 SAĞLIK&İNSAN “BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN VURGULAMALARI ÇOK TEATRAL” Demet Akbağ, İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar birlikte sahne aldığınız Mega Şov vardı. Burada sen özellikle merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal ile eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in taklitleriyle çok gündeme geliyordun. Çocukluğunda da taklit yapar mıydın? Galatasaray Lisesi’nde Şamata Geceleri’nde sahneye çıkıp öğretmenlerin taklidi yapardım. Evde de Zeki Müren, Cem Karaca ve Barış Manço’nun taklitlerini yapardım. Dolayısıyla bir taklit yeteneğim vardı. Tiyatroda oynamaya başladım. Sonra bu taklit yeteneğimi keşfeden Ali Poyrazoğlu’nun ısrarıyla Yeşil Bar’da şov yapmaya başladım. Günümüze gelirsek kimlerin taklidini yapmak istersin? Ben artık taklit dönemini geride bıraktım. Ben başka bir yoldayım, taklit yapmam geriye dönüş olur. 28 Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ın taklitlerinin ses getireceği kanısındayım. Çünkü taklit yapmaya müsait, çok belirgin özellikleri var. Mesela Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yürüyüşü, konuşma tarzı, vurgulamaları çok teatral aslında. Tiyatrocu deyimiyle Recep Tayyip Erdoğan lafları çok güzel satıyor, bunu çok iyi başarıyor. Mesela aynı özellik Kemal Kılıçdaroğlu’nda yok ama Kemal Kılıçdaroğlu da taklit edilebilir. Dişlerini açmadan konuşması ise Mehmet Ali Aydınlar’ın en büyük özelliği. “DOKTORLAR ÇOK TIBBİ KONUŞUYOR” Kalp yetmezliği tedavisi için 2,5 ayı geçirdiğin hastaneden taburcu olduğunda doktor tiplemelerinden oluşan bir sitcom yapmaya karar verdin. Sen yoğun bakımdayken doktorları, hemşireleri mi gözlemliyordun? Neler ilgini çekti o günlerde? Bu bir mesleki deformasyon aslında, elimde olan bir şey değil. Hastanede de hekimlerin anlattıklarından çok hareketlerini ve tavırlarını inceliyordum. Zaten dinlesem de söylediklerinin dörtte üçünü anlamıyordum. Çünkü hekimler çok tıbbi konuşuyorlar. Çok şükür ki sen bana doktorların söylediklerini tercüme ediyordun. Bugüne kadar rahatsızlığım nedeniyle iletişime geçtiğim pek çok hekimin hastaya yaklaşım konusunda yetersiz olduğunu gördüm. Hastanın psikolojisini, ona nasıl davranmaları gerektiğini çok bilmiyorlar. Bir de karşılaştıkları vakalar dolayısıyla çok mekanikleşmişler. İşte, ben hastanedeyken doktorhasta iletişimine bu açıdan baktım. Aslında hastane günlerimdeki bu gözlemlerim, senaryolaştırmalarım hastalığın stresinden de uzaklaşmamı sağladı. Tabii, diğer tarafta da çok iyi hekimlerimiz olduğunu belirtmek istiyorum. Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde kendi dalında çok iyi uzman doktorlar beni yaşama döndürdüler. Hastaneye yatırıldığımda kalp yetmezliğim ileri evreye varmıştı. Ultrafiltrasyon denilen bir yöntemle vücudumdan 22 kilo su çekildi. Sonra bana saatler süren iki deneme sonunda kalp pili takıldı. Siyami Ersek Hastanesi’ndeki doktorlara şükranlarımı sunuyorum. Bugün uyguladıkları yerinde ve doğru tedaviler sayesinde sağlığıma kavuştum. SAĞLIK&İNSAN “HASTALIK BANA HAYATIN ÇOK KISA OLDUĞUNU ÖĞRETTİ” aksatmıyorum ve her anımı en mutlu olacağım şekilde yaşamaya çalışıyorum artık. Dile kolay neredeyse koca kışı çoğunlukla yoğun bakım servisinde, hastanede geçirdin. Hastane penceresinden dışarıya baktığın 75 gün süresince neler öğrendin? “OKULDA MUTFAKTAN EKMEK VE PEYNİR ÇALIP, YERDİK” Hastalığım bana hayatın çok kısa olduğunu ve bunu en iyi şekilde değerlendirmemiz gerektiğini öğretti. Okuduğum bir yazıda ‘Bankaya senin için her gün 24 saat yatırıyorlar. O 24 saati harcayabildiğin kadar harcayacaksın. Ertesi gün kalan zamanını geri alıyorlar. Sana ertesi gün bir 24 saat daha veriyorlar. Dolayısıyla 24 saati en iyi şekilde değerlendirmen gerekir’ deniyordu. İşte bunun için insanın öncelikle yıllarca sırtında taşıdığı kamburlardan, parazitlerden mümkün olduğunca arınması gerekiyor. Ben de bu amaçla bir tür sosyal detoks yaptım. Daha önce bazı şeyleri kafama çok takan bir insandım. Ama artık gereksiz, değmeyen şeyleri kafama takmamayı büyük oranda başarabiliyorum. Geçtiğimiz günlerde annemde ve dayımda olan bir hastalık olan diyabet tanısı kondu bana. Kalp ve diyabet olmak üzere iki kronik hastalığım var. Artık, kendime çok iyi bakıyorum. Zaten 2000 yılında, 25 yıldır günde üç paket içtiğim sigarayı bırakmıştım. Aşağı yukarı 4-5 senedir beslenme ve diyet uzmanının konrolündeyim. Biliyorsun zaten ben tatlı, kızartma, hamur işi yemem. Senin de yönlendirmenle doktor kontrollerimi hiç Üniversitede seni tanıdığımda da kiloluydun. Çocukluğunda da hep şişman mıydın? Tabi o zaman da bana ‘gürbüz çocuk’ derlerdi. Ben hep kiloluydum ama lapacı değildim. Şişmandım ama hem lisede, hem de üniversitede okulun basket ve futbol takımındaydım. İştahın nasıldı çocukken? Kaçamakların var mıydı? Benim iştahım hep iyiydi. Galatasaray Lisesi’nde yatılı okurken çıkan yemek yetmezdi. Koşup, top oynuyor, enerji sarfediyor ve çok acıkıyorduk haliyle. Öğlen yemeği 12’de, akşam yemeği ise 19’da çıkardı. Cebimizde para da yoktu. Şimdiki gibi büfeden ‘Bana oradan iki kaşarlı, sucuklu, sosisli yap’ deme durumumuz da bulunmazdı. Saat 15.00’te ambara akşam yemeğinin ekmeği gelirdi. Şanslı bir kadınım çünkü senin gibi yemek yapmayı seven, sürekli yemek programlarını izleyip evde harika tatlar yaratan bir eşim var. Çocukken hep anneni yemek yaparken seyretmenin bunda etkisi nedir? Evet, annemi yemek yaparken zaman zaman seyrederdim. Bazen anneme ‘Ben yapayım mı?’ diye sorardım. Hatta Biz gider, kedi gibi o ekmek arabasının gelmesini beklerdik. Hademelere görünmeden yarımşar ekmek araklardık. Bu sefer kahvaltılıkların deposuna gider, peynir çalardık. ortaokuldan liseye geçiş Yarım ekmeğin içine kaşar koyardık. Ama eğer deponun kapısı kilitliyse okulun kantinine giderdik. sırada mesleği otelcilik olan O sırada sosisliler bitmek üzere olur, salçaları kalırdı. Çalıntı ekmeğin içine salça koydurur, tuz, karabiber ekleyip yerdik. döneminde otelcilik okulu sınavına girmiştim. Otelcilik okudun mu garsonluk ve mutfak eğitimi de alıyorsun. O Futbol Federasyonu Başkanı olan annemin dayısı Feridun Koray’a çok özenirdim. Çok güzel giyinirdi, salon adamı dedikleri biriydi. Ancak otelcilik okulunu kazanamadım. 29 SAĞLIK&İNSAN EVDE EZELİ REKABET, EBEDİ AŞK… Gelelim en can alıcı soruya… Galatasaray kongre üyesi, maçları kaçırmayan koyu bir taraftarsın. Ama senin yaşamında bir de Fenerbahçe gerçeği var. Fenerbahçe şampiyon olduğunda evde sarı lacivert bayrak asılacak kadar. Benim Fenerbahçe kongre üyesi ve kombinesiyle maçlara giden bir rakip takımın taraftarı olmam seni bazen içten içe sinirlendiriyor mu? Hayatta her Galatasaraylı’nın yanında bir Fenerbahçeli’nin ve her Fenerbahçeli’nin yanında bir Galatasaraylı’nın olmasından yanayım. Çünkü işin tadı çıkmaz. Siz kiminle şampiyonluk mücadelesi vereceksiniz Galatasaray olmazsa? Galatasaraylı olarak benim Bursaspor ile girdiğim bir şampiyonluk mücadelesini kazanmamın çok anlamı yok. 30 Elde edilen şampiyonluktur evet ama, Fenerbahçe ile rekabet ederek son anda kazanılan şampiyonluk mücadelesi bir başka değerlidir, zevklidir. Beşiktaş da Türkiye’nin üç büyük takımından biridir; fakat ezeli rekabet dediğimiz zaman Türkiye’de akla Fenerbahçe Galatasaray gelir. İşte bu yüzden bizim evde de böyle bir güzellik yaşanıyor aslında. Eşlerin birinin Fenerbahçeli, diğerinin Galatasaraylı olması, kim şampiyon olursa onun bayrağının asılması güzel bir şey. Sen, Fenerbahçe şampiyon olduğunda bayrak astın. Ertesi sene Galatasaray şampiyon olduğunda ben bayrakla evi donattım nerdeyse. Bunlar güzel işte. Senin astığın bayrağa izin vereceğim ki; ben gelecek sene daha ihtişamlı bir bayrak asma heyecanını duyabileyim. Söyleşi için sana çok teşekkür ediyorum. Ama sözlerinden anladım ki, her şampiyonlukta ikimiz daha büyük bir bayrak asma rekabetine girersek bu işin sonu gelmez. Biz iyisi mi seninle eve asılacak bayrakların ebatlarını ve standartlarını belirleyim ki, evde kavga çıkmasın. Tamam, önce siz bir şampiyon olun da, asarsın bayrağı… Bir sonraki sene düşünürüz. Ey okur Fenerahçe’nin içinde bulunduğu ortamda eşimin bana verdiği böyle bir yanıt karşısında sizce ben ne yapayım? :) SAĞLIK&İNSAN 31 SAĞLIK&İNSAN Çocukluk Döneminde Obezite Prof. Dr. Peyami Cinaz Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanı Obezitenin çocuklarımızda önlenmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Derneği işbirliği ile öğretmen ve öğrencilerimizin bu konuda bilgilendirilmeleri çalışmaları bir program kapsamında yürütülmektedir. Bu çalışmalar ülkemiz çocuklarının daha sağlıklı olmalarında mutlak etkili olacaktır. Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artmaktadır. Obezite 21. yüzyılın en ciddi sağlık sorunlarından biri olarak tanımlanmaktadır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda çocuklarda obezite sıklığı % 9,1 ve % 12,8 olarak bulunmuştur. Çocukluk çağı obezitesi çocuklarımızda çeşitli rahatsızlıklara neden olduğu gibi erişkin yaşlarda da devam edebilmektedir. Yapılan çalışmalarda obez çocukların 1/3’ ü, obez adölesanların ise % 80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar. Diğer yandan erişkin yaşlarda görülen obezite vakalarının % 30 kadarında başlangıcın çocukluk çağlarına dayandığı bilinmektedir. 32 SAĞLIK&İNSAN Erişkin dönemdeki şişmanlığın önlenmesi, esas olarak çocukluk dönemine dayanmaktadır Obezite gelişmesinde risk faktörleri; sosyo-kültürel ve ekonomik düzey, gebelikte annenin sigara içmesi, düşük ya da iri doğum ağırlığı, anne sütü alma süresinin az oluşu, hızlı yeme ve az çiğneme, fast food tarzı beslenme ve kalori yoğunluğu yüksek içecekler, genetik, çocuğun aktivasyon derecesi ve televizyon seyredilmesine ayrılan süredir. Ancak özellikle okul çağı çocuklarımızda en önemli neden olarak fazla ve yanlış beslenme ve hareketsiz yaşam şekli sayılabilir. Obez çocuğun değerlendirilmesinde vücut ağırlığı tek başına yeterli olmayıp boy ölçümü ile birlikte değerlendirilmelidir. Kullanılacak en iyi ölçüm şekli “Vücut Kitle İndeksi” diye bilinen ağırlığın metre cinsinden boyun karesine bölünmesi ile elde edilen veridir. Buradan elde edilen sonuç yaşa ve cinsiyete göre değerlendirilerek fazla tartılı ya da obezite olarak tanımlanır. Beslenme bozukluğu, hareketsiz yaşam şekli gibi nedenler sonucu oluşan obezitede çocuklar genellikle yaşıtlarına göre uzun boyludurlar ve hızlı gelişim gösterirler. Obez olup kısa boylu olan hastalarda altta yatan hormonal veya genetik bir bozukluk akla gelmelidir. İyi bir beslenme ve fizik aktivite öyküsü alınmalı, doğum ağırlığı ve obezite başlama yaşı öğrenilmelidir. Ailede obezite öyküsü sorgulanmalı, anne-baba boy ve kiloları ölçülmelidir. Hastanın enerji alımının hesaplanabilmesi için üç günlük beslenme örneği listesi aileden istenmelidir. Obezite tanısı konulduktan sonra herhangi bir hastalığa bağlı bir obezite olup olmadığının ekarte edilmesi gerekir. Bu hastalıklar arasında genetik sendromlar (Prader-Willi, Laurence-Moon-Biedl, Cohen Sendromu gibi), hipotalamik bozukluklar, endokrin nedenler (Cushing sendromu, Hipotiroidi gibi), kullanılan bazı ilaçlar sayılabilir. Bu nedenlerin pek çoğu iyi bir öykü ve fizik muayene ile ekarte edilebilecek hastalıklardır. Şüphede kalındığı takdirde o hastalığa özgü laboratuvar tetkikleri istenebilir. Tanı konulduktan sonra tedavisi planlanır. Bugün için bizlerin üzerinde durmamız gereken ve mutlak önlem almamız gereken beslenme bozukluğuna ve hareketsizliğe bağlı olarak ortaya çıkan çocukluk dönemi obezitesidir. 33 SAĞLIK&İNSAN Obezite çocuklarımızda nelere neden olmaktadır? Obez çocuklarda tansiyon yüksekliği, karaciğer yağlanması, kolesterol ve trigliserid yüksekliği, ateroskleroz, insülin direnci ve tip 2 diyabet, ciltte kahverengi hiperpigmentasyonla karakterize kadifemsi hiperkeratotik bir lezyon olan akantozis nigrikans, erken ergenlik, hiperandrojenemi, adet düzensizliği, genç kızlarda kıllanma artışı, infertilite, solunum sistemi hastalıkları, ortopedik problemler, safra taşı, psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Obez çocukların boyları genellikle yaşıtlarına göre uzundur, ancak nihai boyları erken ergenlik ve hızlı kemik yaşı ilerlemesi nedeniyle kısa kalabilir. Çocuklarımızın obez olmalarının en önemli nedenleri abur-cubur olarak bilinen kalorisi yüksek gıdaları aşırı tüketmeleri, televizyon ve bilgisayara gün içinde çok uzun zaman ayırmaları, okullarda beden eğitimi derslerine katılmamaları, okula giderken taşıtla gitmeleri gibi hareketsiz yaşam şeklidir. Öncelikle çocuklarımızın obez olmasını önlememiz gerekmektedir. Bunun için de sağlıklı beslenme alışkanlığı, hareketli yaşam biçimi çocuklarımıza kazandırılmalıdır. Çocukluk çağı obezitesinin önlenmesi çalışmaları Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı önderliğinde 34 başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara gönderdiği genelge ile okul kantinlerinde abur- cubur diye tanımlanan yüksek kalorili yiyecekler ve gazlı içecekler yasaklanmıştır. Obezitenin çocuklarımızda önlenmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Derneği işbirliği ile öğretmen ve öğrencilerimizin bu konuda bilgilendirilmeleri çalışmaları bir program kapsamında yürütülmektedir. Bu çalışmalar ülkemiz çocuklarının daha sağlıklı olmalarında mutlak etkili olacaktır. Obezite tedavisi çocuğun normal fizyolojik büyümesini duraksatmayacak nitelikte, uzun vadeli ve kalıcı olmalıdır. Eğitim, diyet, aktivite, egzersiz, yaşam şekli değişimini içeren ve ailenin tam katılımı ile desteklenmiş multidisiplinerdir. Obezite tedavisinin temel taşı sağlıklı ve dengeli beslenmedir. Obezite tedavisinde normal beslenmede olması gereken oranların bozulmuş olduğu, kısa vadede hızlı kilo verdiren diyetler sağlık açısından tehlikelidir. Genellikle, aktif yaşam tarzının benimsetilmesi (televizyon, bilgisayar oyunları gibi pasif ev içi faaliyetlerden kaçınmak ev dışı aktivitelere yönelmek) önerilmektedir. Dengeli, çocuğun yaşına uygun beslenme ve aktif yaşam şekline uyulduğunda iyi cevap alınacaktır. SAĞLIK&İNSAN 35 SAĞLIK&İNSAN SAÇ DÖKÜLMELERİNE GÜNCEL YAKLAŞIM Uzm. Dr. Didem DİNÇER GATA Dermatoloji AD. 36 SAĞLIK&İNSAN Güzellik kavramı tarihin her döneminde üzerinde tartışılan bir konu olmuştur. Güzel görünmek, bakımlı olmak insanın doğasında vardır. İnsanlık tarihinin her döneminde güzellik kavramı farklı olsa da güzellik tanımında saç, önemini hiç kaybetmemiştir. Saç kimi zaman itibarın sembolü, gücün, davranışsal ifadenin göstergesi; kimi zaman da gençliğin, canlılığın ve güzelliğin bir aksesuarı olarak tarihte önemini korumuştur ve halen de korumaya devam etmektedir. İnsan için bu kadar öneme sahip olan ve kaybı önemli duygusal stres yaratabilen saç, genel kanının aksine sabit olup devamlı uzamamaktadır. Hayat boyu büyüme, gerileme ve dinlenme döngüleri gösteren tek organdır. Anajen olarak adlandırılan saçın büyüme-uzama evresi 2 ile 7 yıl arasında sürmektedir. Katajen olarak adlandırılan gerileme evresi ise 2-3 haftalık kısa bir süre olup bu evrede büyüme durmaktadır. Kafa derisindeki geriye kalan % 10’luk kısım telojen denilen dinlenme evresi ise yaklaşık 3-4 ay sürmektedir. Normal bir insanın kafa derisinde yaklaşık olarak 100 bin ile 150 bin saç kılı bulunur. Her bir saç kökü ise 1–4 arasında saç kılı içerir ve sağlıklı bir saç ayda 1cm. uzar. Bir kişinin günde yaklaşık 100 saç telinin dökülmesi normaldir. Bu sayının aşırı miktarda artması saç dökülmesine neden olan bir hastalığa işaret edebilir. Böyle bir durumda mutlaka bir dermatolog muayenesini gerekir. Saç dökülmesinin birçok nedeni vardır. Bazı nedenlere bağlı olarak saç derisinin bütünlüğü bozulup, geri dönüşümsüz saç kaybı da meydana gelebilir. Aşağıda en sık karşılaşılan olası saç dökülmesi nedenlerinden bahsedilecektir. İnsan için bu kadar öneme sahip olan ve kaybı önemli duygusal stres yaratabilen saç, genel kanının aksine sabit olup devamlı uzamamaktadır. Hayat boyu büyüme, gerileme ve dinlenme döngüleri gösteren tek organdır. Anajen olarak adlandırılan saçın büyüme-uzama evresi 2 ile 7 yıl arasında sürmektedir. 37 SAĞLIK&İNSAN Ne gibi nedenler ile saç dökülebilir? • Genetik yatkınlık Genetik olarak eğilimli kadın ve erkeklerde, dolaşımdaki androjenlere yanıt olarak saç kaybı ortaya çıkar ki, bu tarz saç dökülmeleri androgenetik alopesi olarak adlandırılır. Erkeklerde en sık görülen saç dökülmesi nedenidir. • Hormonal bozukluklar Başta tiroid hormonları ile ilişkili hastalıklar (hipo ve hipertiroidi) ve birçok hormonun vücuttaki düzeylerinin değişikliği saç dökülmesi ile sonuçlanabilir. 38 • Travma Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı, boya, renk açma, düzleştirme, perma gibi yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçın zayıflayıp kırılmasına ve dökülmesine neden olabilir. Atkuyruğu veya sıkı lastiklerle toplama gibi saç toplama şekilleri de saçların sabit çekme kuvveti ile saçlı derinin önden dökülmesine yol açabilir. Sık sık yıkamak, sert bir şekilde taramak gibi uygulamalar da saça zarar veren işlemler arasında yer alır. • Alopesi Areata Hızlı saç kaybı ile karakterize bir hastalıktır. Hasta saçlı derisinde bölgesel saç kaybı şikâyeti ile gelebileceği gibi tüm vücut kıllarında dökülme şikâyeti ile de gelebilir. • Yaşlılık 50 yaş üzerinde hem bayanlarda, hem de erkeklerde saçların genel olarak incelmesiyle karakterize dökülme görülür. • Diyet Kısa sürede gerçekleşen ani kilo kayıpları, beslenmeden protein veya esansiyel yağların çıkarılması ile karşımıza yine saç kayıpları çıkacaktır. SAĞLIK&İNSAN • Demir, çinko, biyotin eksiklikleri Genelde beslenmede eksik alınmaları ile değil, herhangi bir hastalığa, ikincil olarak meydana gelen eksiklikleri sonucunda saç dökülmesine sebep olurlar. • Ateşli hastalıklar ve sistemik hastalıklar Bazı sistemik hastalıklar geri dönüşümsüz saç kaybına da neden olabilmektedir. • Ağır egzersizler • Cerrahi girişimler Cerrahi sonrası tam olarak nasıl saç kaybı geliştiği bilinmemekle birlikte birçok nedenin birleşimiyle ikincil saç kaybı olabileceği düşünülmektedir. • İlaçlar Birçok ilacın (hormon hapları, kan sulandırıcılar, tansiyon ilaçları, psikiyatrik ilaçlar, yüksek doz vitamin A, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar vs.) uzun süre kullanımı saç dökülmesine neden olabilmektedir. • Radyoterapi sonrası Bazı kanser tiplerinde tedavi amaçlı uygulanan radyoterapi sonrasında saç dökülmesi görülmektedir. • Psikolojik stres • Trikotilomani Hastanın kendi saçını kendi çekip, koparmasıyla ortaya çıkan saç kaybıdır. • Saç ve saçlı deriye ait hastalıklar Saçlı deriye ait egzamalar, enfeksiyon hastalıkları, mantar hastalıkları da saç dökülmesi nedenleri arasında yer alır. Bu rahatsızlıkların ağır seyrettiği tablolarda saçlı derinin normal yapısının bozulması durumunda ise saç dökülmeleri geri dönüşümsüz olabilmektedir. Saç dökülmesi nasıl durdurulabilir ve uygulanabilecek tedaviler nelerdir? Bir bireyin saçı günde 100 telin üzerinde dökülme gösteriyor, elini saçına her attığında elinde saç kalıyor ve bu durum bir ayın üzerinde bir süredir devam ediyorsa, mutlaka bir dermatoloji doktoruna başvurması gerekir. Öneriler Uygunsuz tarama gibi saça zarar verecek işlemlerin sık yapılmasından kaçınılmalıdır. Aşırı ağır egzersizler, ağır diyetler yapılmamalıdır. Bilinçsiz olarak “iyi gelir, doğaldır” diyerek doktora danışılmadan kullanılabilecek yöntemlerden kaçınılmalıdır. • Eksik olanı yerine koyma Demir eksikliği anemisi mevcut ise demir hapı veya şuruplar; çinko, biyotin eksikliği mevcut ise çinko ve biyotin içeren haplar kullanılabilir. Dermatologunuz, sizin şikâyetlerinizi detaylı olarak dinleyecek, şikâyetlerinizin başlama süresini ve bu şikâyetlerin oluşmasında etken olabilecek nedenleri öğrenmeye çalışacaktır. İyi bir muayeneye ek olarak doktorunuz gerektiğinde sizden saç dökülmesine yönelik tetkikler de isteyebilir. Duruma göre tanıya giderken biyopsi (saçlı deriden parça alınması) veya trikogam denilen özel bir görüntüleme yönteminin kullanılması gerekebilir. Altta yatan her bir hastalığa yönelik farklı yaklaşım şekilleri ve tedaviler mevcuttur. Aşağıda birçok tedavi içerisinde en sık kullanılan tedaviler özetlenmeye çalışılmıştır. 39 SAĞLIK&İNSAN • Saç ekimi Son dönemde gelişen yöntemlerle birlikte özelikle andogenetik saç dökülmesi başta olmak üzere, hastanın uygun koşulları karşılaması durumunda uygulanabilen bir yöntemdir. Fakat her hasta saç ekimi için uygun olmayabilir. • Kortizon Gerek sürme ilaçlar ve bölgesel enjeksiyonlar, gerekse ağızdan hap şeklinde kortizon tedavileri “alopesi areata” tedavisinde veya bazı sistemik hastalıkların tedavisinde dermatologunuz tarafından planlanabilir. • Psikiyatrist ve psikolog desteği Trikotilomani (ruhsal rahatsızlık) ve diğer nedenlerle oluşan saç dökülmesi kayıpları sonucunda oluşan psikolojik durumlarda psikiyatrist ve psikolog desteği gerekebilir. Sonuç olarak • Androjenlere yönelik ilaçlar Özellikle genetik yatkınlığın olduğu androgenetik alopesisi olan bireylerde androjenlere yönelik ilaçlar (örneğin minosidil), östrojene dayalı tedaviler kullanılabilir. • Saç mezoterapisi Kıl köklerini besleyen vitaminlerin, antioksidanların ve kan dolaşımını artırıcı ilaçların özel iğneler vasıtasıyla doğrudan kıl köklerine verilmesi esasına dayanır. Topikal (sürerek uygulanan) minosidil kullanımının androgenetik saç dökülmesi dışında ‘alopesi areata’ olarak isimlendirilen hastalığın tedavisinde de yeri vardır. 40 Strese bağlı, metabolik nedenli saç dökülmeleri ve gebelik sonrası ani saç dökülmeleri, hormonal ve genetik saç dökülmelerinde faydalı olabilen bir yöntemdir. Saç, insanın sosyal hayatı içerisinde ve psikolojisinde önemli yere sahiptir. Bir bireyde herhangi bir nedenle saç kaybı oluşmuş ise zaman kaybetmeden, şikâyetlerin azaltılması veya önlenmesine yönelik önlemin alınması ve en önemlisi profesyonel destek almak için bir dermatolog ile iletişime geçilmesi gerekir. Saç dökülmesi, sadece fiziksel görünümü etkileyen bir rahatsızlık olmayıp başka hastalıkların da habercisi olabilir. SAĞLIK&İNSAN 41 SAĞLIK&İNSAN Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin: “Değişim ve dönüşüm kadından geçiyor” Osman GÜZELGÖZ / Hande AYDEMİR Aslında biz Osman Güzelgöz’den 1. sayımız için Sağlık Bakanımız Prof. Dr. Recep Akdağ ile röportaj yapmasını isterken, 2. sayı için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Şahin söyleşisini de kafamızda planlamıştık. Basın Müşaviri değerli meslektaşımız ve arkadaşımız Sevim Taşdelen’e fikrimizi ve talebimizi ilettik. Sağ olsun Bakan Hanım bizi kırmadı. Bu arada Sağlık&İnsan Dergisi’nin 1. sayısını incelediğini ve beğendiğini kendisinden öğrendik. Bu söyleşiyi de Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Osman Güzelgöz ile birlikte yapmak istedik. Kendisinin röportaj konusundaki ustalık ve tecrübesinden istifade etmeye devam edeceğiz. … 42 Fatma Şahin Gaziantepli bir Anadolu kadını. İTÜ Kimya Fakültesi mezunu. Gaziantep’te özel sektörde yıllarca çalışmış. 2001 yılında AK Parti kurucusu olarak siyasete girmiş. 3 dönemdir AK Parti Gaziantep Milletvekili. AK Parti Kadın Kolları Genel Başkanlığı yaptı. Hükümetin tek kadın bakanı. Sıcak, samimi, özünü yüzüne yansıtmış olan, yaptığı işi önemsediğini ve dert edindiğini hemen hissettiren bir kişiliği var. Sayın Bakanla bu söyleşiyi bir cumartesi günü makamında yaptık. Biz ayrıldığımızda saat 18.30’du ve hafta sonu olmasına rağmen kendisi çalışmaya devam edecekti. Biz aklımızdakileri, içimizden geçenleri akışa göre sorduk. Kendisi de aklındakini, içinden geçenleri bize bütün sıcaklığı ile aktardı. “Nimeti de, külfeti de eşit bir şekilde paylaştırmanız gerekiyor hayatta. Hayatın imkânları ile ilgili eşit bir şekilde sorumluluk verip eşit bir şekilde hesap sormak gerekiyor. Bunlardan biri birinden eksik kalınca, çok farklı sorunlar oluşuyor. O yüzden mutlaka iki cinsin kendi içinde fırsat eşitliği sağlandığı bir dünya ve bir Türkiye için mücadele etmemiz gerekiyor.” SAĞLIK&İNSAN 43 SAĞLIK&İNSAN Siz ilkokul, ortaokul ve liseyi Gaziantep’te okumuşsunuz. Sonra Doğu ve Güneydoğu’nun alışkın olmadığı bir şekilde İstanbul İTÜ’yü bir genç bayan olarak kazanmışsınız. Kimya Mühendisliğini bitirmişsiniz, sonra Antep’e geri dönmüşsünüz. FATMA ŞAHİN- Evet.. Antep’ten, Güneydoğu’dan çıkan bir bayan olarak İstanbul’a gitmek, İstanbul’da okul kazanmak, hem de İTÜ’yü kazanmak çok zordu o zaman. Genç bir bayanın Gaziantep’ten İstanbul’a okumaya gitmesi çok da alışkın olunmayan bir şeydi. O günleri gözünüzün önüne getirdiğinizde nasıl bir haleti ruhiyeyle gittiniz İstanbul’a? Nasıl okudunuz Antepli bir genç olarak? FATMA ŞAHİN- Şimdi tabii İstanbul’da okumanın zorluğunu gitmeden önce anlamak mümkün değil. Ama İstanbul 44 Teknik’i kazanmış olmanın heyecanıyla gittik biz, babamla beraber gittik. Yurt çıkmadı bize. İlk çocuk olunca yurt çıkmıyor, ikinci çocuğa çıkıyor. Nitekim kardeşim eczacılığı kazandığında hemen yurt çıktı ona, Ankara Eczacılık’ta. Yurt çıkmayınca kalacak yer sorunu oldu. Geri dönmek zorunda kalabilirdik. Nasıl çözdünüz bu yer, yurt sorununu? FATMA ŞAHİN - Babamın Antep’te saat tamirciliği yaptığı sırada eskiden saatçiler ve kuyumcular aynı dükkanda olurdu. Gaziantep’in o yerli esnafından daha önce kuyumculuk yapan, sonradan da İstanbul’a battaniye üretimi için fabrika kurmaya gelen bir aile vardı. Onlar benim kazandığım okulu görünce “Üniversiteyi, hele İTÜ’yü kazanmak çok zor, kazanmışken geri dönmesi yanlış olur, gelsin yanımızda kalsın.” dediler. Şu anda tabii bakıyorum kendi çocuğumda bile 25-30 yıl önce verdiğim kararda birçok şeye çok daha dikkat etmem gerektiğini görüyorum. Büyük şehirde, İstanbul’da yaşamak çok kolay değil. Ama ailenin yanına gidip kaldığınız zaman, bu bizi ciddi manada birçok tehlikeden korudu ve çok daha kolaylaştırdı işimi. O babamın yakın dostu olan ailenin çocukları vardı liseye giden. Ev de çok rahattı. Yurtta kalır gibi kendi başımıza dersimizi çalışacağımız bir yurt ortamı gibi bir altyapı vardı. Biz de onların çocuklarının çalışmasına yardımcı oluyorduk, sınavlarında, derslerinde yardımcı oluyorduk. SAĞLIK&İNSAN 2 sene orada kaldım, tabii İstanbul’a alıştık, üniversiteye alıştık, ondan sonra da yurt çıktı yurda geçtik. O geçiş döneminde ben biraz şanslıydım tabii, öyle bir aileyle daha önce tanışmış olmam, öyle başlamış olmam işi çok kolaylaştırdı, çok korudu bizi. Siz okulu kazanıp İstanbul’a giderken Gaziantep’te nasıl bir aile ve kadın profili vardı? Antep’te, Karşıyaka’da Şehreküstü’de nasıldı kadın ve aile kavramı? FATMA ŞAHİN- Benim söylediğim 82-83 yılı. Üzerinden 30 yıl geçmiş. 30 yıl önce şehir göç almamıştı, yani bir Anteplilik vardı. Şu anda şehir sanayileşti göç alıyor, çok daha farklı bir yapıya dönüşüyor. O zamanlar Antep, yerlilerinin olduğu, bu bildiğimiz Anadolu insanının olduğu bir yer, herkesin, komşuluk ilişkilerinin çok yüksek yaşandığı, akrabalık ilişkilerinin çok ileri boyutta olduğu bir yapı vardı. Bu yapının içerisinde kadınlarımızın pozisyonuna baktığımız zaman, bildiğiniz tipik Anadolu kadınlarının yapısı vardı yani. Orada bu kadar farklı yapı da yoktu. En zengin Gaziantepliyle normal bir Gazianteplinin gelir seviyesi arasında çok büyük bir fark da yoktu. Kendi içinde normal yaşayan bir Anadolu pozisyonundaydı. Şimdi öyle değil tabii, şu anda çok farklı bir Gaziantep ve çok farklı bir Türkiye var. Kendi içinde çok değişik aile yapılarının ve kadın yapılarının olduğu bir şehir var şimdi. Alleben deresinden görünüm / Eski Gaziantep İşte şu anda şehre bakıyorsunuz ilkokul mezunu olmayan, belki Türkçe dahi bilmeyen ciddi manada kadınımız da var. Bunun yanı sıra Gaziantep’te eğitimini yurt dışında tamamlamış gelmiş, ekonomik hayatın içersinde, sosyal hayatın içerisinde, hayatın her alanında çok başarılı olan kadınlarımız da var. Daha önce bu kadar farklı dengeler yoktu, daha stabil bir yapı vardı benim gördüğüm. Kız çocuklarının okutulmaya başlandığı dönemdi. Genelde annelerin ilkokul mezunu olduğu, kız çocuklarına fırsat verilmeye başlandığı dönemdi. Bugün çok daha kolay ama o gün onları yapmak çok da kolay değildi, ama bir başlangıç vardı. Herkes kendi çocuğunu okutmaya çalışıyordu, bir gayret vardı. Bugün de onların çok doğal sonuçlarını alıyoruz. İTÜ Kimya Bölümü’nü bitirip Gaziantep’e döndünüz. Neler oldu daha sonra? İş mi aradınız? Hemen bulabildiniz mi? FATMA ŞAHİN- Ben aynı gün işe girdim. Çok enteresandır, benim o geçişim. Bavulunuz elinizde eve girmeden İşçi Bulma Kurumu’na gitmişsiniz! FATMA ŞAHİN- Evet.. Evet.. Ben okulu Haziran’da bitirdim. İstanbul Teknik’i Haziran’da bitirmek çok çok zordur. 4 yılda ve Haziran’da bitirdim. Bitirdiğim gün, yani çıkışı aldığım gün geldim, bavulu bıraktım eve. Dedim ki, ben İşçi Bulma Kurumu’na gidiyorum. İşçi Bulma Kurumu’na gittim, “Ben okulu bitirdim, iş arıyorum!” dedim. O sırada üniversiteyle beraber boya denemesi yapan yeni bir alanda çalışmaya başlayan bir firma varmış. Bu benim Sanko’dan önce 6 ay çalıştığım firma. 45 SAĞLIK&İNSAN Onlar da kimya mühendisi arıyormuş. Benim de okul çok iyi olunca “Zaten tam istediğimiz elemansınız, hemen başlayabilirsiniz.” dediler. Akşam ben işe girmiş olarak eve döndüm, günün sonunda işe başladım, hiçbir zaman kaybım yok orada, saat kaybım bile yok. Aileniz ne dedi bu duruma? FATMA ŞAHİN- Benim o zaman ikinci kardeşim okuyordu, benim hemen çalışmam lazımdı. Bildiğiniz Anadolu ailesi. Az gelirli olan bir ailemiz olduğu için benim hemen çalışmam gerekiyordu. İki tane kız üniversitede okuyor ve büyük şehirlerde okuyor. Dolayısıyla kız kardeşim de okuduğu için benim hemen işe girmem gerekiyordu. Ben böyle vakit kaybetmeden işe başlayınca ailem de çok mutlu oldu. Üniversitede de girişimci miydiniz, bir şeyler yapmak, bir organizasyona katılmak, temsilcilik yapmak gibi? Taşradan giden bir öğrenci olarak nasıldınız üniversitede? FATMA ŞAHİN- Yok, o kadar yoktu, çünkü okulun ağırlığı çok yüksekti, okulun dersleri çok ağırdı. Son bir sene bir anket firmasında part-time çalıştım ama. O sıralarda bu anket araştırma falan işleri çok çok yeniydi Türkiye’de. Üniversiteden kalan zamanda son sene biraz bu işi yaptım. Daha çok bir ekonomik destek anlamında mı? FATMA ŞAHİN- Evet, o şekilde yaptım. Ama onun dışında böyle bir sivil toplum veya daha farklı sosyal faaliyetlere yeterince zamanımız olmadı. Çünkü okulun hakikaten çok ciddi bir ağırlığı vardı. Çok da yüksek bir tempoda çalışmak gerekiyordu. 2001’de AK Parti kurulurken sonra siz Gaziantep’te kurucu üyesiniz. İlk kez bir toplantıda dönemin İl Başkanı ya da yardımcısı size “Ya anam-bacım git işine bak! Ne işin var bu kalabalıkta kadın olarak!” diye bir şey söylemiş. Gerçekten böyle bir şey yaşadınız mı? Tepkiniz ne oldu? FATMA ŞAHİN- Şimdi şöyle: Biz İzzet Bey’le (eşimle) beraber önce bir gittik kurucu olduk. İlk 50’de eşimle ikimiz beraber yer aldık. Tabii o benim işimi çok kolaylaştırdı. Tek başınıza hepsi erkek olan bir alana girdiğiniz zaman bazı güçlükler yaşamanız kaçınılmaz olur. 46 Biz İzzet Bey ile beraber karıkoca olarak kurucu ilk 50’nin içerisine girdik. Bu benim en büyük avantajım oldu. O sırada Sayın Başbakanımız bütün yönetimlere belli bir oranda kadın alınması talimatı verdi. İl Başkanımız da şu andaki İl Başkanımızdı. O da bu talimattan dolayı zaten yönetime kadın almaya çalışıyordu. Biz de yönetime girmek istiyoruz, diye talep ettik. Tabii özel sektörden gelip parti kurucusu olmak da çok kolay bir şey değil. Özel sektörde özellikle parti noktasında çok hassas olmak gerekiyor, iş odaklı götürmek gerekiyor. Biz hiç konuşmadık kimseyle, ama gittik kurucu olduk. Ondan sonraki süreçte tabii haftada bir toplantı yapılıyordu; 4 bayan vardı resmi olarak, tek ben devam ediyordum. Yukarıda toplantı yapıyorlardı, İzzet Bey yukarı çıkıyordu. Aşağıda ben İzzet Bey’in toplantıdan çıkmasını bekliyordum. Çok değişik bir tecrübeydi bizim için. Ama hiç yılmadık, yani sonuçta bunlar işte toplantıya bizi bile almıyor, niye gidelim de demedik; İzzet Beyle beraber o toplantılara gitmeye ve toplantı bitene kadar aşağıda beklemeye başladık. En sonunda onlar beni toplantıya almaya başladılar. SAĞLIK&İNSAN Hakikaten yani onlar için de çok farklı ve önemli bir değişimdi bu. Başbakanımızla beraber siyasette ciddi bir değişim iradesi yaşandı. Kadınların özne olduğu, yönetimin içinde olduğu, söz sahibi olduğu bir sistem... Daha önce muhafazakar bir partide böyle bir şey yoktu. Bu geçiş bizimle beraber oldu. O manada bizim için ne kadar zorsa, karşı taraf (erkekler) için de çok kolay olmadığını ben biliyorum. Herkes o konuda ciddi bir zihinsel dönüşüm yaşadı. Ben İl Başkanımızın da iyi niyetle “Ya işte ne kadar gelip gidecek, yukarıdan Genel Merkezden talimat geliyor ama çok da devam etmez. Hele bir kağıt üzerinde gösterelim!” diye olaya baktığını düşünüyorum. Biz mücadelemizle kağıt üzerinde gösterilmeyi fiilen aştık. Yaptığımız o mücadele hissedildi, fark edildi, görüldü. Aday adayı olduk, aday olduk, mülakata geldik, her yerde o verdiğimiz mücadeleyi görünce bunun geriye dönüşünün olmadığı anlaşıldı. Önce zannedildi ki gelecek, usanacak ve gidecek. Hiç o olmadı. Sürekli bizdeki o kararlılığı gördü, yaşadı. Birlikte yaşadık. O kararlılıkla belki Antep’ten veya Güneydoğu’dan çıkan ilk kadın milletvekili oldunuz. FATMA ŞAHİN- Alana girdiğim zaman herkes işte “Bu nereden çıktı?” veya işte “Nasıl olsa geçici” gibi nazarlarla baktığı bir alanda kalıcı olmak, ana unsur olmak büyük bir değişim ve dönüşümdü. Çok kolay bir şey değildi. Biz mesela üç kişiydik. Dördüncü kişi yoktu seçim sırasında çalışırken de. Ondan sonra bizim oradaki kararlılığımız, duruşumuz dalga dalga içeriye girişi de kolaylaştırdı, erkeklerdeki zihinsel dönüşümü de kolaylaştırdı. İş odaklı çalışılabildiğini, kadınerkek beraber siyaset yapılabileceğini, bu toplumun geleceğinin beraber inşa edilebileceğini gördüler. Benden sonraki süreç tabii daha da kolaylaştı. Ben o mücadeleyi verdim ama verirken tabii en büyük şansım ve gücüm ailem ve yakın çevremdi. Yani, eşimle beraber alana girmiş olmam işimi çok kolaylaştırdı orada, o manada dönüp baktığımızda. Belki tek başıma yapsaydım, bu kadar ilk dirençleri daha zor kırardım diye düşünüyorum. 47 SAĞLIK&İNSAN Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin Ankara Necla Kızıldağ Huzurevi’ne ziyarette bulundu. Bakanlığına ait kurumları tek tek gezdiğini belirten Şahin, ” Hem hizmet alanla görüşüyoruz hem de bu işte çalışan yöneticilerle görüşüyoruz. Yeni süreçte ayağı yere basan, çok daha ileriye götüren, herkesin yaşam kalitesini artıracak şekilde bir eylem planı, vizyon ortaya koyma hedefindeyiz” diyor. Sizin iyi bir Antepli olduğunuzu biliyoruz. Gaziantep deyince sizin aklınıza ilk ne veya kim geliyor? FATMA ŞAHİN- Tabii benim yüreğimde ciddi bir Gaziantep milliyetçiliği de vardır. Çok farklıdır duygularım bu hususta. Gaziantep deyince benim aklıma çok müteşebbis bir insan gelir. Aklımda Gaziantepli’nin müteşebbis ruhu var. Aslında benim o verdiğim mücadeledeki, azim ve kararlılık her Gaziantepli’de vardır. O mücadele ruhu vardır. Gaziantep bugün 5. Organize Sanayiini kurduysa, birçok alanda hiçbir devlet desteği olmadan kendi kendine yetebildiyse, o insanının müteşebbis ruhunun eseridir bu. 48 Kurtuluş Savaşındaki Gaziantep mücadelesine baktığınız zaman da bunu çok açık görürsünüz. Her yerde bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi oldu ama 11 ay boyunca 6 bin kişinin yok olduğu ve direndiği başka bir bölge yoktur. Dolayısıyla, o ruh bizim kendi genlerimizde, topraklarımızda, kendi özümüzde var, mayamızda var. O yüzden benim Gaziantep deyince aklıma hep bu duygu geliyor, o düşünce geliyor, o müteşebbis insan gücü geliyor. Antep’in en büyük farkıdır o. Her alanda girişken, özverili ve cesaretli adımlar atan bir mücadele insanı ve alanı vardır. Mesela, Kurtuluş Savaşında en çok kadın şehit veren yer yine Gaziantep’tir. Biliyorsunuz Şehit Kamil’in öldürülmesinin, şehit edilmesinin nedeni annesidir! Annesine yapılan hareketten dolayı verdiği mücadeledir. Kadınlar her zaman varmış ve mücadelenin içindeymiş Gaziantep’te. FATMA ŞAHİN- Evet.. Evet.. Peki, neyi eksik Gaziantep’in desek! Nedir Gaziantep’in ihtiyacı sizce? FATMA ŞAHİN- Şimdi biz Gaziantep olarak aşırı hızlı büyüyoruz. Aşırı hızlı büyümenin getirdiği ciddi bir altyapı, kentleşme sorunumuz var. Bunlarla beraber ciddi manada eğitimle ilgili yapılması gerekenler var. SAĞLIK&İNSAN Eğitimin kalitesini artırmayla ilgili yapılması gereken önemli işlerimiz var. Şehirleşmede, sanayileşmede veya kültür ve turizm şehri olmada o konulan hedefleri insanla yapacaksınız. İnsan da, eğitimli insan, kendini yetiştirmiş insanla bu bütün markalaşmayı başaracaksınız. Bunun için de marka insanı yetiştirmeniz lazım. Aslında bireysel başarıda bir sorun yok, insanlar gidiyor, iyi eğitim alıyor, geri dönüp memleketine geliyor ve orada kalıyor; o da Antep’in farkıdır. Ciddi bir aile yapısı var; kalıcı, dağılmadan geri dönen bir sistem var. Gençler okuyor, yeniden kendi şehrine dönüyor, o da önemli. Dolayısıyla, topyekun kalkınabilmeyi başarabilmemiz için her bir vatandaşın ihtiyaç analizine göre şehri kalkındırmamız lazım. Çözüm modeli de olabilir belki Gaziantep bu anlamda değil mi? FATMA ŞAHİN- Evet, bunu hep söylüyoruz biz. Şehre gelen iş buluyor. İş bulduğu zaman güvenlik sorunu olmuyor, eğitimle ilgili yerel yöneticiler çok başarılı, iki merkez ilçe belediye başkanı sosyal belediyecilik adına gelen kadına, gence, çocuğa ihtiyaçlarına göre ne varsa ihtiyaçlarını verecek sistemler oluşturuyorlar. Bu, birçok sorunu kendi içinde çözebiliyor ve ayrılıkları ortadan kaldırıyor. Entegrasyonu sağlıyor. Hep beraber Gazianteplilik öne çıkıyor. Ben Gaziantepli’yim deme oranını artırıyor. Gaziantep’te yaşama bilincini yükseltiyor. Ekonomik gelişmişliğin, kalkınmanın ve iş bulmanın, istihdam imkanlarının yardımı ile bir üst kimliğe çıkmış oluyor bir anlamda insanlar.. FATMA ŞAHİN- Evet, tabii. Şimdi sizin Bakan olmadan önce bugün Bakanlığınız hinterlandına giren konularla irtibatınızın olduğunu görüyoruz. Mesela, Namus ve Töre Cinayetlerini İnceleme Komisyonu Başkanlığınız var. O dönem cezaevlerini gezdiniz, eşlerini öldürmüş olan mahkum insanlarla konuştunuz. Orada çoğunun pişman olduğunu size söylediklerini ifade ettiniz. O günkü Türkiye’de töre ve namus cinayetleri perspektifinden bakarsanız kadının durumu neydi? Bakan olduktan sonra bu komisyonun başkanlığı sırasında edindiğiniz tecrübelerin size katkısı ne oldu, biraz bundan bahsedebilir misiniz? Biz şehirde bir şeyi de başardık; Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi dediğimiz ve bugün Güneydoğu’da demokratik açılım üzerine giden sistem aslında Gaziantep’te başarılmıştır. Gaziantep’te çok ciddi Güneydoğu’dan gelen Kürt kökenli birçok vatandaşımız olmasına rağmen, şehirleşmede bir huzur, barış ve güvenlik şehridir, bir kalkınma şehridir. Bu aslında bizim modelimiz, diğer şehirlerde de uygulandığı ve hayata geçtiği zaman Türkiye’deki bütün terör sorununun bittiği ve hedeflerin çok daha hızlı yakalandığı bir modele dönüşebilir. 49 SAĞLIK&İNSAN Oradaki çevre faktörünü, toplumsal baskıyı, ne kadar zor şeylerin içinden çıkmaya çalıştıklarını, ne kadar çaresiz kaldıklarını görüyorsunuz. Siz çözüm makamı olduğunuz zaman size çok farklı ufuklar açabiliyor. O yüzden ben o yaptığımız çalışmayı çok önemsiyorum ve kendim için büyük bir kazanım olarak görüyorum. O çalışmayı yaptıktan sonra zaten çok kapalı olan şeyler, konuşulmayan şeyler konuşulmaya başlandı. Başbakanlık genelgesiyle bunun toplumsal bir sorun olduğu en yüksek siyasi irade tarafından beyan edildi, kabul gördü. Kurumlar kendi içinde bunu yapılandırdı. Çünkü kurumlar daha önce bu sorunu sorun olarak kabul etmiyordu. Ailenin içinde olan bir şeye çok girmeye, karşımaya devlet olarak hep dışında kalmaya çalışıyordu. FATMA ŞAHİN- Bu benim için çok önemli bir mutfak çalışmasıydı. Çünkü tam bir saha çalışması oldu; üç ay sahada çalıştık, cezaevinde erkeklerle görüştük, sığınma evinde kadınlarla görüştük. Doğu ve Güneydoğu’da kanaat önderi dediğimiz insanlarla, aşiret reisleriyle görüştük. Benim için Bakan olduğum zaman en önemli kazanımım oralardan getirdiğim tecrübeydi. 50 Hem o bölgenin insanıyım, o bölgenin yaşadığı sorunları yaşayarak gelmişim. Hem de o yaptığım çalışmada birçok tarafın görüş alanlarını bilerek empatisini yapabildim. O alan çok zor bir alandı. Dönüşte ben mesela çok iyi hatırlıyorum, kendini onların yerine koyduğun zaman sığınma evindeki bir kadının veya cezaevindeki bir erkeğin, oradaki çıkmazını yaşıyorsunuz. Aile artık kendi sorununu çözemiyorsa ve toplumsal soruna dönüşüyorsa, o sorunu oluşmadan çözebilecek veya oluştuğu zaman yanında olacak mekanizmaları kurmak gerekiyordu. Bu, 2008’le beraber, bu bizim Komisyon çalışmamız ve Başbakanlık genelgesiyle beraber normalleşti. Her kuruma ne yapması gerektiği görev olarak verildi, ondan sonra sahada eksikler gözükmeye başladı. Sorun vardır diye baktığınız zaman nasıl çözeceğiz diye bakma anlayışını koymanız gerekiyor. O zaman da eksiklerinizi görüyorsunuz. SAĞLIK&İNSAN Biz hala işte bugün hukuki altyapıda 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanunu yeni bir temel yasaya dönüşüyorsa, 3 maddelik bir yasa 30 maddelik bir temel yasaya dönüşüyorsa bu ihtiyaçlardan kaynaklı. Ama o gün o irade beyanı olmayıp da o kabul görmeseydi, bugün bu kadar büyük bir yasal altyapıyı oluşturacak tecrübe de edinilmeyecekti. Sorunu çözmek belki var olduğunu kabul etmekle başlıyor! FATMA ŞAHİN- Aynen öyle. Bir de, hep ekonomik alanlar üzerinde devletler yönetilmiş, tarih boyunca da öyle, ülkenin tarihinde de öyle. Krizlere baktığınız zaman hep ekonomi üzerinden gitmiş, ama onun çok ciddi sosyal boyutu da var. Sosyal politikalar dediğimiz şey de, tam onunla bütünleşen bir şey. Siz yoksulluğu azaltmadığınız, kız çocuklarını eğitmediğiniz, herkese sağlık fırsatı sağlamadığınız zaman diğerlerinin bir sonuç olduğunu ve kaçınılmaz olduğunu görüyorsunuz. Yalnızca ekonomik olarak pastayı büyütmenizin işe yaramadığını ve burada adil bir paylaşım sistemini koymanız gerektiğini görüyorsunuz. Şu anda yaşadığımız sonuçlar önümüze geriye, başa dönmemiz gerçeğini getiriyor. Başa da döndüğümüz zaman, aslında Hükümetin son 10 yıldır yaptığı yardımlaşmanın, sosyal politikaların; engellisine, yaşlısına, kimsesiz çocuğuna yeterince bütçe ayırma ve onları sahiplenme anlayışının ne kadar doğru bir şey olduğunu görüyorsunuz. Merhem olmadığınız o yaraları düzeltmeye çalışmadığınız zaman, sürekli sonuçla uğraşıyorsunuz. Sürekli şiddetle ve kanla biten alanlarla uğraşıyorsunuz. Hâlbuki dönüp temele bakıp neden bu oluyor, ne yapmamak gerekiyor, diye düşünmemiz gerekiyor. Ne yapmak veya yapmamak gerektiği anlayışını yöneticiler olarak hele bir de çözüm makamıysak buradan bakmamız gerekiyor. Belki de buradan bakabilmek için işte bu tecrübeyi yaşamamız gerekiyordu. Ülke, toplum, kamuoyu bu tecrübeyi yaşadı. Artık ne demek istediğimizi veya onların ne demek istediğini biz çok daha rahat anlıyoruz. Bugün birbirimizi daha iyi anlıyoruz. Çünkü açık bir topluma gittik, herkes için demokratikleşme, ileri demokrasi hedefi, bireyin hakkının, hukukunun güçlendiği bir alana götürüyor bizi. Kadın haklarının, çocuk haklarının, engelli haklarının güçlendiği bir alana götürüyor. Şimdi biraz da aileden, sizin ailenizden bahsedelim isterseniz. İki tane çocuğunuz var. Bu iki çocuğun büyümesi, gelişmesi Türkiye için, sizler için çok önemli. Bir bakan olarak, bildiğimiz ve gördüğümüz kadarı ile çok çalışan bir bakan olarak tabii ki çocuklarınıza çok fazla zaman ayıramıyorsunuz. Bakan olduğunuz dönemde, siyasetçilik ve Kadın Kolları Genel Başkanlığınız dönemlerinde çocuklarınıza nasıl bir psikolojiyle yaklaştınız? Onlar bu tempo ve sorumluluklarınızı nasıl kaldırıyor? FATMA ŞAHİN- Haklısınız. Üstelik anne olmayınca daha da zor oluyor bu süreç. Ama bizim baştan koyduğumuz bir sistem var. Benim özel sektörde de siyasetten, bugünkü Bakanlıktan daha farklı değildi durumum. Çok ciddi zaman gerektiren, mesai gerektiren uzun çalışma diliminde biz ailemizi kurduk. Çocuklarımız bunu bizimle hep yaşadılar. Vekil olduktan, Bakan olduktan sonra olan bir şey değil bu. 7 Şubat 1997’de Tunceli’de teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Jandarma Kıdemli Astsubay Vural Şahin’in eşi Fatma Şahin ile tokalaşan Bakan Fatma Şahin başsağlığı diledi. 51 SAĞLIK&İNSAN Biz bu sorunu hep yakın çevremizle aştık. Yani çocuklarımız büyürken annemin-babamın, kayınvalideminkayınpederimin, görümcelerimin, çok yakın çevrenin, kardeşimin, yakın çevrenin desteğiyle biz bu sorunu aşmaya çalıştık. O yüzden aile kavramı çok önemli. Şimdi büyük şehirlerde çekirdek ailelere baktığımız zaman, onların tabii bu bizim fırsatlardan yeterince ellerinde olmadığını görüyoruz, o da farklı sorunlara neden oluyor. Biz geçiş dönemini hep o şekilde yaşadık. Ondan sonra zaten Ankara’ya geldiğimiz zaman, onların o fiziksel olarak ihtiyaçlarının daha azaldığı bir zaman dilimiydi; kızım ortaokula, oğlum ilkokula başlamıştı. Buna rağmen annem yine geldi, 1,5-2 yıl yanımızda kaldı. Eşimin sürekli desteği, bana söylediği; sen bu işi çok düzgün yap, iyi yap, biz bize düşeni yaparız, paylaşırız şeklindeydi. Eşimin açtığı alan benim en büyük kazancımdır diye düşünüyorum. Hiçbir zaman çok zamanımız olmadı ama birbirimizle o sevgiyi, saygıyı, muhabbeti paylaştığımız kaliteli zaman dilimi oluyor, kendi içinde bir sistemi oluşturuyoruz. Hamd olsun paylaşarak götürüyoruz. Tabii ki kolay değil. Ama onlar da artık bizim bu seçtiğimiz hayatı kabullendiler, onlar da kendi fedakârlıklarını yapıyorlar. Aynı zamanda tabii çok da onurlu bir şey bir bakan çocuğu olmanın getirdiği onur da çok yüksek. 52 Dolayısıyla, verme ve alma dengesi içerisinde gidiyor diye düşünüyorum. Sayın Bakanım, siz Bakan olunca medyada belki geçmişinizle ilgili, belki kişiliğinizle ilgili bir süreç de yaşandı. Hızlıca bir kadına şiddet furyası ön plana alındı, belki olaylar öyle gelişti. Sanki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın birincil vazifesi ve uğraştığı tek konu kadına şiddet meselesiymiş gibi çok yoğun bir tempoda yaşandı Bakanlığınızın ilk günleri. Oysa Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ismi seçilirken bile tesadüflerle seçilmemiş, yani bir felsefe ortaya konmuş. Ne dersiniz bu konuda, süreç giderek normalleşiyor mu? FATMA ŞAHİN- Şimdi hukuki altyapımız da tamamlanınca daha da normalleşecek. Sizin o ilk etaptaki refleksiniz nasıl oldu, yeni Bakansınız, hızlıca medyada manşetler, haberler, görsel haberler, kadına sürekli şiddet uygulanıyor ve siz de bir kadınsınız, annesiniz ve Bakan olmuşsunuz. Nasıl bir şey yaşadınız? FATMA ŞAHİN- Şimdi mutfak sağlam olmasaydı ilk birkaç ay çok tehlikeliydi tabii. Ama o benim hem teşkilattan gelen 4 yıllık tecrübem, hem 3. dönem milletvekilliği, sorun çözme kabiliyeti… Yoksa buralardan tecrübelerle gelmemiş olsaydık çok kolay bir şey değil. Çünkü söylediğiniz ve söylemediğiniz her şeyin bir karşılığı ve bedeli var. Toplum sizi tanımaya çalışıyor, anlamaya ve algılamaya çalışıyor. Oradaki bir cümlenin algısı, bazen aslında onu demek istemediğiniz birçok şeye vesile olabiliyor. O yüzden ilk 6 aydaki bu algıyı yönetmemiz önemliydi. Ben ekip olarak iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Bir taraftan da Bakanlık yeniden yapılanıyor, birçok arkadaş kurumun içerisine girdi, ekip oluşturmaya çalışıyoruz. Ekipten bir orkestra şefliği yapıp orkestradan güzel bir harmoni çıkarmaya çalışıyoruz, mutfak kısmını da bir taraftan güçlendirmeye çalışıyoruz. Bir taraftan tabii önde çok ciddi sorun alanları var, onu çözmek için çözüm algısını yönetmeye çalışıyoruz. Çok kolay bir alan değil. Bir İçişleri Bakanlığı, bir Dışişleri Bakanlığının oturmuş bir 100 yıllık, 200 yıllık altyapısı var kendi içinde. Biz bir taraftan da onları yeniden yapılandırdık. Kadın Kolları Genel Başkanlığınız.. Her şeyin havada olduğu bir Bakanlığı yavaş yavaş oturtmaya, taşları yerine oturtmaya çalışıyoruz. Hamdolsun şu anda ilk güne göre baktığımız zaman, çok çok iyi durumdayız. Çünkü bir telefonumuz bile yoktu. Genel Müdürlükten Bakanlığa dönüştük kısa sürede. FATMA ŞAHİN- Evet. Hem beraberinde bu şiddetle ilgili zaten yeterince altyapımızın olması süreci doğru yönetmemize vesile oldu. Oradan bir sisteme dönüştü burası. Şimdi daha iyi bir durumdayız, daha da iyi olacak. İcracı bir Bakanlık çünkü burası. SAĞLIK&İNSAN Sağlık konusuna girelim mi biraz? Hiç korktuğunuz bir hastalık var mı Sayın Bakanım ya da çocuklarda daha önceden geçirilen bir hastalık var mı? FATMA ŞAHİN- Hiç öyle önemli bir hastalık hatırlamıyorum. Allah’a şükür yok. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde halen küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirildiklerini biliyoruz, halen işte berdel var! Yakından da takip ettiğinizi biliyoruz. Bu yeni yapılanma sırasında bu bölgede bu vakaların varlığını bilmek size tam olarak ne kazandırdı ya da bunlarla mücadele için böyle şimdiye kadar kimseyle paylaşmadığınız bir husus var mı bize söyleyeceğiniz? FATMA ŞAHİN- Onların hepsinin ben temelinde eğitimsizlik olduğunu düşünüyorum. Birey olarak herkesin, çocukların da güçlenmediği her modelde bunlar olacak. Çünkü çevre kızın adına karar veriyor, kızın kendi yaşamıyla ilgili karar verecek gücü yok. Eğitimi müsait değil, ekonomik altyapısı ona bağlı olarak yetersiz. Bu sonuçlar, bu söylediğiniz bütün sorunların temelinde birey olarak kız çocuklarının güçlenmesi gerekiyor. Burada birkaç husus çok önemli. Önce eğitim, fırsat eşitliği, arkasından da ekonomik olarak desteklendikleri, güçlendirildikleri bir mekanizma. Üçüncüsü; bunu hep söylüyorum ben, tek başına kız çocuklarınızı eğittiğinizde, eğer erkekleri kadının insan hakkı konusunda yeterince temel eğitimden geçirmemişseniz, yeterince zihinsel dönüşümü yapacak bir altyapıyı oluşturmamışsanız, bu da başka sorunlara vesile oluyor. Bu çift bacaklı, atbaşı gitmesi gereken bir sorun alanı. Çünkü kadın ve erkek, ikisi birbirinin tamamlayıcısı. İkisini birbiriyle aynı pozisyonda eğitmeniz ve aynı noktalara taşımanız gerekiyor. Nimeti de, külfeti de eşit bir şekilde paylaştırmanız gerekiyor hayatta. Hayatın imkânları ile ilgili eşit bir şekilde sorumluluk verip eşit bir şekilde hesap sormak gerekiyor. Bunlardan biri birinden eksik kalınca, çok farklı sorunlar oluşuyor. O yüzden mutlaka iki cinsin kendi içinde fırsat eşitliği sağlandığı bir dünya ve bir Türkiye için mücadele etmemiz gerekiyor. Yoksa Güneydoğu’nun berdeliydi, oydu-buydu, hepsine dönüp bakın aynı tip aileler. Okuma-yazma bile bilmiyor, annenin yapısına bakıyorsun, okuma-yazma bile bilmiyor. Türkçe bile konuşamıyor, anlamıyor, sorunları, dünyayı bilmiyor, yaşadığı toplumu bilmiyor. Böyle olduğu zaman yetiştirdiği çocuk da daha farklı sorunlarla baş etmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla, işin temel boyutu kadın; değişim ve dönüşüm kadından geçiyor. Kadını mutlaka eğiteceğiz, ama erkekteki zihinsel dönüşümü de beraber götüreceğiz. O zaman bu, işte çocuk yaşta evlilikti, berdeldi, bir dakika diyecek, ya niye berdel sonuçta ve niye ben çocuk yaşta evleniyorum? Benim temel eğitimim devam edecek, temel eğitimden sonra orta eğitimim devam edecek diyecek. Bunu kızlarımız söylemeli, söyleyecek. Biz zorunlu eğitimin 12 yıla çıkmasını, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı bu konudaki çalışma modelini de çok önemsiyoruz, çok doğru buluyoruz, çok da destekliyoruz. Bunun için de iyi kampanyalar yapıp, bir seferberlik ilan edeceğiz. Yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yapılacak bir şey değil, topyekûn bir seferberlikle bu işlerin çözüleceğini düşünüyorum. 53 SAĞLIK&İNSAN Siz Sayın Başbakana, “Sayın Başbakanım, bizi bu erkeklere bırakmayın, bizi kıtır kıtır keserler” diye bir şey söylediniz mi, böyle bir şey var mı? FATMA ŞAHİN- Yok hayır hayır! O konunun aslı şöyle: Yerel yönetimlerle ilgili bir liste hazırlanıyordu, tabii çok sıkıntılı bir dönem. Ben Genel Merkez Kadın Kolları Başkanıyım. Milletvekillerimizin olduğu Ama Başbakanımızın da bizim haklı olduğumuzu ve onların da yardımcı olması gerektiğini söyleyen duruşuyla ilk kez yüzde 5’e çıktık, binde 5’ten yüzde 5 oranına ulaştık kadınlar olarak. İlk kez oldu. Avrupa’da bu oran yüzde 40. Nasıl olacak, yani daha çok ciddi yol almamız gerekiyor. Sayın Bakanım en son ne zaman “yuvalama” yaptınız? Grup Toplantısında Başbakanımız, mutlaka kadınların yeterince temsil edilmesi gerektiğini, yerel yönetimlerde kadınların da olmaları gerektiğini söyledi. FATMA ŞAHİN- Çok uzun süredir yapmadım. Ben de orada söz aldım ve ‘Başbakanım, öyle deniyor, öyle söyleniyor, ama bizim gördüğümüz gerçek farklı. Maalesef ellerinde bir bıçak, sürekli kendilerinin lehine yontuyorlar’ dedim. FATMA ŞAHİN- Evde genelde annem yapar biz yeriz. Ondan sonra beni de alkışladılar milletvekilleri. Başbakanımız da “Fatma Hanım, hem alkışlarlar, hem yaparlar bunlar!” dedi. Yani yerel yönetimlere her dört kişiden birinin mutlaka kadın konması mücadelesiydi. Başbakanımızın bu konudaki hassasiyetini biliyorduk. Milletvekillerine “Siz de yardımcı olun, herkes kendi ilinde buna yardımcı olsun” diyordu. Zaten erkekler kendi içinde rekabet ediyor, bir erkek başka bir erkeğin yerine gelmeye çalışırken, sen bir dakika oraya bir kadın koyacaksın diyorsun. O kadar sıkıntılı bir durum ki, ondan kaynaklı bir serzenişti. 54 Evde en son ne zaman yapıldı ve yenildi? O aile desteği devam ediyor hala yani. FATMA ŞAHİN- Evet. Devam devam… KİM ve ÇİM kısaltmaları ile oluşan kavramlar var artık hayatımızda. Kadın İzleme Merkezi (KİM) ve Çocuk İzleme Merkezi (ÇİM). Kadın İzleme Merkezlerinin kısaltması ilginç olmuş. KİM! Belki ilginç bir tevafuk, adı KİM diye kısaltılmış. Doğru mu bu kavram sizce? Yani sorunların üzerine kadın izleme merkezi kavramı üzerinden mi gidilecek? FATMA ŞAHİN- Şimdi şiddet izleme merkezi de olabilir diyorlar! Tek kadın izleme merkezi deyince kadınlar üzerinde bir kavramsal baskı oluyor sanki. Mağdur üzerinde izleme merkezi oluşturalım diyorlar, o da olabilir. Ama sonuçta bizim burada kim olursa olsun mağduru korumamız gerek. Çocuk olabilir, kadın olabilir, bir engelli olabilir kim olursa olsun, aynı şeyin defalarca anlattırılmasından dolayı da zaten yeterince psikolojik olarak yıprandıkları bir süreci doğru bulmuyoruz. Çocuk İzleme Merkezlerindeki bu aynalı sistemde konuşması gereken çocuk bir defa konuşuyor, dinlemesi gereken herkes orada bir kere onu dinliyor ve kayda alınıyor, sistemin içine giriyor, korunuyor. Çok önemli, toplumun ruh sağlığı açısından da önemli, bireyin ruh sağlığı açısından da önemli. Zaten yeterince mağdur olmuş, sistem onu daha da mağdur ediyor. Bu sistemde bu çok daha kurumsallaşıyor. Efendim bize vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz. FATMA ŞAHİN – Ben teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum. Aile artık kendi sorununu çözemiyorsa ve toplumsal soruna dönüşüyorsa, o sorunu oluşmadan çözebilecek veya oluştuğu zaman yanında olacak mekanizmaları kurmak gerekiyordu. 2008’le beraber, bu bizim Komisyon çalışmamız ve Başbakanlık genelgesiyle beraber normalleşti. SAĞLIK&İNSAN 55 SAĞLIK&İNSAN Türkülerimizde Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı? Prof. Dr. Sait EĞRİLMEZ Ege ÜTF Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Vücumuzda her saniye, milyonlarca hücre programlı bir biçimde ölmektedir. Bu ölümler, kanser hastalığına dönüşebilecek, virüsle enfekte olmuş ve virüsten kurtulamayan, genetik açıdan sağlıklı yapısını yitirmiş hücrelerde gerçekleşmekte olup, vücudumuzu kanserden, virüs yayılmasından, genetik bozukluklara bağlı hastalıklardan korumak için, bir anlamda kendini feda etme özelliği taşımaktadır. Gökyüzünde yeşil yaprak Yere düşer ırak ırak En sonumuz kara toprak Uzun boydan aşar bir gün Bu Karacoğlan türküsünde, “ölüm”, sonbaharda bazı yaprakların, “ayrı ayrı yere düşüşü”ne benzetilmiştir. Esasen, ölümü sonbaharda dökülen yapraklara benzetme yaklaşımı, yalnızca Karacoğlan türküleriyle sınırlı olmayıp, folklorümüzün genelinde ve dünya halk kültürlerinde de uzun zamandır mevcuttur. Bu dörtlüğü referans olarak ele almamızın nedeni, Karacoğlan’ın neredeyse 4 asır önce söylediği ve özel bir ölüm türü olarak tanımlanan “ecel” için, modern tıbbın ancak 40 yıl önce tanımlama yapmış olmasıdır. Sonbaharda düşen yaprağa yapılan benzetmeyle, Latince “ayrı” (=apo) ve “düşen” (=ptozis) sözcüklerinden, oluşturulan “apoptozis”, tıp literatürüne ilk kez 1972 yılında girmiştir. 56 Ölüm, tıbbın varolma nedeni olduğuna göre, “apoptozis” nasıl olmuş da, bu kadar yeni bir başlık olmuştur? Modern tıp, 40 yıl öncesine kadar organ, doku ya da hücrelerin, ancak ve ancak, onarılamayacak (geri döndürülemeyecek) kadar ağır bir hasar almaları durumunda öldüklerini kabul etmekteydi. Bu geri döndürülemeyen hasar, “nekroz” olarak tanımlanmıştı ve nedenleri yanık, yaralanma, enfeksiyon, kanser, enfarktüs, zehirlenme veya enflamasyon olabilirdi. Bu tanım ya da kabul, bir çok ölümün nedenini açıklayabilmekle birlikte, tüm ölümleri nekroz yaratacak bir nedene bağlamak, hekimler için de mümkün olamıyordu. SAĞLIK&İNSAN Türküleri hekim kulağıyla dinleyince, sözlerindeki tıbbi gerçekleri nasıl yakalıyorsak, tıbbi görüntüleri de bir ozan gözüyle görmeye çalışınca, bazı benzerlikleri fark ediyoruz. Nöron dediğimiz hücrenin mikroskopik görünümüne bir halk ozanı gibi bakınca, nöronun gövdesi bağlamanın göğsüne, aksonu, bağlamanın sapına, Ranvier boğumları da bağlamanın perdesine o kadar benzer geldi ki, bu tasarımı öyle hayal ettim. Hayalimi yeteneğiyle geliştirip resme aktaran Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoteknoloji Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi Merve Evren’e teşekkürlerimle… 57 SAĞLIK&İNSAN kurtulamayan, genetik açıdan sağlıklı yapısını yitirmiş hücrelerde gerçekleşmekte olup, vücudumuzu kanserden, virüs yayılmasından, genetik bozukluklara bağlı hastalıklardan korumak için, bir anlamda kendini feda etme özelliği taşımaktadır. Halkımız yüzyıllardır hastalıklarla, yaralanmalarla, hasar ile açıklanamayan ve insanların kendi ellerinde olmayan bu ölümlere “ecel” demekteydi ve bu ölümün “zamanı geldiği için” olduğuna inanmaktaydı. 1972’den bu yana, tıpta da adına “apoptozis” denen “programlı hücre ölümü” tanımı yapılmaktadır. Bu konu 1996 yılından beri yayınlanan Science Citation Index kapsamında bir uluslar arası derginin (Apoptosis, Springerlink Yayınevi, Amsterdam, Hollanda) ismi olabilecek kadar yoğun ilgi odağıdır ve son 20 yılda iki kez Nobel ödülü kazandırmıştır araştırmacılara… Apoptozis hakkında, modern tıbbın bugün itibarıyla vardığı sonuçlar ve ecel hakkında kadim türkülerimize yansımış kanaatlerin ne kadar örtüştüğünü örnekleyerek yazıma devam edeceğim. 58 Yazının geri kalanında tıbbi cümleler için “apoptozis” olarak geçecek ölüm türü için, folklorik ürünlerde “ecel” sözcüğünü, eşdeğer kavram olarak kullanacağım. Ecel olarak adlandırılan ölüm türü, “alın yazısı” olarak kabul edildiğinden, nispeten kolay kabullenilebilirken, nedeni ya da önlenmesi açısından insanların sorumlu tutulabileceği ölümler en çok feryad edilenlerdir. “Acı haber tez geldi Kan damlar yüreğine Zannetmişti eceldi Kıymışlar yiğidine” (Söz: Lütfü Gültekin) Vücumuzda her saniye, milyonlarca hücre programlı bir biçimde ölmektedir. Bu ölümler, kanser hastalığına dönüşebilecek, virüsle enfekte olmuş ve virüsten Apoptozis için planlı bir ölüm olması nedeniyle, “hücrenin intiharı” tanımlamasını yapan bilim adamları bulunsa da, bugün apoptozisin organizmayı kanser başta olmak üzere yukarıda saydığımız bir çok hastalıktan koruyan bir mekanizma olduğu, bu anlamda intihardan çok, bir “feda ediş” olarak ele alınması gerektiğini düşünmek gerekir. Başkalarını ölümden kurtarmak için, kendini feda etme örneğini, aşağıdaki Neşet Ertaş türküsünde görebiliriz: “Saçlarını ben öreyim Buna dayanmaz yüreğim Seni vermem Ezrail’e Ben öleyim ben öleyim” (Söz: Neşet Ertaş) Apoptozise bağlı bu ölümler, fizyolojik şartlar altında, yani gerçekte o hücreyi ölüme götürecek kadar ağır, onarılmaz bir hasar yokken meydana gelmektedir. Folklorümüzde de, her ölüm için bir mazeret üretme yaklaşımı, ecel söz konusu olduğunda reddedilir. Mezar taşlarında da çokça yazılan aşağıdaki dörtlük Urfa yöresine ait bir ağıtta da geçmektedir: SAĞLIK&İNSAN “Ecel gelirse bu cana Baş ağrısı bir bahane Mezar taşıma yazılsın Bugün bana, yarın sana” (Kaynak kişi: Seyfettin Sucu) Elizabeth Blackburn ve arkadaşlarına 2009 yılı Nobel Tıp Ödülü kazandıran, bölünerek kendini yenileyen hücrelerin, kaç kez bölüneceklerini belirleyen bir ölçek bulunduğu, bu ölçeğin de kromozomların uç bölgesinde bulunan, her bölünmede kısalan ve “telomer” diye isimlendirilen bölge olduğunu aydınlatan çalışmalarıdır. Telomer tükendiğinde, diğer bir ifadeyle hücrenin kendini yenilemek adına bölünerek çoğalma hakkını tükendiğinde, hücre apoptozis denen mekanizmayla, kendi yaşamını sonlandırmaktadır. Halk diliyle ifade edecek olursak, bölünerek çoğalankendini yenileyen hücrelerimiz için, doğduğumuz günden itibaren geri sayan bir sayaç söz konusudur. Kontör tükendiğinde hücre “Vakit tamam!” diyerek ölüme gitmektedir. Bu kontörün sayısı, telomer dediğimiz koromozom bölgesinin uzunluğuna bağlıdır ve embriyonik hayatta telomeri uzatan “telomeraz” enzimimiz çalıştığı için, kum saati tersine saymakta, geri sayma işlemi, embriyonik hayattan sonrasında, telomeraz enziminin suskun olduğu dönemde başlamaktadır. Bu anlamda gece gündüz gittiğimiz ve menzile yetişmeye çalışarak tükettiğimiz uzun ince yol, dünyaya geldiğimiz anda kısalmaya başlamaktadır: Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece (Söz: Aşık Veysel Şatıroğlu) 59 SAĞLIK&İNSAN Her organ için hücre bölünmesi yoluyla yenilenme ihtiyacı, o organın, birim işlevine bağlı olduğuna göre, Abdürrahim karakoç’un “Yaşamın Tarifi” isimli şiiri de oldukça anlamlıdır: “Hayat kapısından tek tek Her giriş ecele doğru Toprakta sürünür bebek Her karış ecele doğru …. Ayakların yere değer Anadır yavrusun sever Kalpten damara kan yağar Her vuruş ecele doğru” Gece ya da gündüz farketmeksizin, geçen her zaman diliminin, aslında programlı ölüm zamanına doğru biraz daha yaklaşmış olmak anlamına geldiğini ifade eden anonim türkülerimiz hiç de az değildir: “Şu dağlar kömürdendir Giden gün ömürdendir Feleğin bir kuşu var Pençesi demirdendir” Bize ömür diye sunulan önü-sonu çok önceden belli zaman tükendiğinde, “Felek” demir pençeli can alıcı kuşunu gönderecektir. “Vakit nakittir” diyenlerin dediği gerçeklikten hareketle, “ömrün nakti tükendiğinde”, Lokman hekim dahi, ancak “Eyvah” diyecektir. 60 Tükendi nakdi ömrüm dilde sermayem bir âh kaldı Nevası âridir dilden ne yaradan nigâh kaldı Derûni derdimi Lokman’a gösterdim, dedi eyvah Bu derdin dermanı yok çare ancak bir İlâh kaldı Kara günlerde mi halk eylemiştir kim beni Mevlâ’m Tutuldu şems-i bahtım gonca güllerim siyah kaldı Perişan halime kimselerden olmadı imdad Halim arz etmediğim şâh-ı vezir padişah kaldı Bu Rıf’at varını yaran uğruna eyledi yağma Elimde sade bir keşkül başımda bir külah kaldı (Adıyamanlı Rıfat) İnsanımız için ölüm, hekimlerin de yapabileceği bir şey kalmamışsa, kaderdir. “Kader böyle buna İzzet ne yapsın Böyle gelmiş böyle gider ne yapsın Hasta can veriyor doktor ne yapsın Ciğer parça parça yaralı çıktı” (Söz: Ali İzzet Özkan) Ancak kadere bağlanabilecek ölümler, hekimlerin yapabildiği hamleler, sahip olduğu bilgiler arttıkça güncellenmektedir. Bugün apoptozis denen programlı ölüme ait kum saatini ters çeviren telomeraz enzimini, insan genomuna yerleştirmeyi başarmış bilim adamlarımız var. Bir anlamda çoğalma yeteneğine sahip hücrelerin çoğalma sayılarını sınırlayan mekanizmayı ortadan kaldırmak, artık bazı dokularda mümkün. Ancak apoptozisin, kanser başta olmak üzere çoğu hastalığı ortadan kaldıran en iyi mekanizma olması nedeniyle, toptan yok edilmesi söz konusu değildir. Günümüzde bilim insanları, apoptozisi akılcı bir şekilde manipüle ederek, ömrü uzatmak için çalışmaktadır. “Ölüm Allah’ın emri Ayrılık olmasaydı?” Başlığımızı bu türkü alıntılarından sonra bir kez de yazımın sonuna yazmak istiyorum: Sizce, Türkülerimizde kaç Nobel tıp ödülü saklı? SAĞLIK&İNSAN 61 SAĞLIK&İNSAN Ülkemizden Aldığımızı Yine Ülkemize Vermek İstiyoruz Nezih Barut Abdi İbrahim Başkanı Son yıllarda Türk halkının sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânı ve bu hizmetlerden duyduğu memnuniyetin önemli ölçüde yükseldiğini gözlemliyoruz. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki halkımızın bilinçli ilaç kullanımı konusundaki farkındalığı maalesef henüz beklenen düzeyde değil. Türkiye’nin en köklü şirketleri arasında yer alan firmamızın temelleri bundan tam 100 sene önce, 1912 yılında dedem Eczacı Abdi İbrahim Bey’in İstanbul, Küçükmustafapaşa semtinde açtığı eczane ile atılmıştır. Tıbba ve insanlığa hizmet misyonuyla kurulan firmamız, 2003 yılından bu yana Türk ilaç sektörünün lider firmasıdır. Ayrıca gururla belirtmek isterim ki, Abdi İbrahim dünyanın en büyük 100 ilaç şirketi sıralamasına giren ilk Türk şirketidir. 150 marka ve 250’den fazla ürünle, sektörün en geniş ürün portföyüne sahip olmakla birlikte; Hadımköy’de bulunan ve dünyanın en ileri teknolojisiyle donatılmış üretim tesislerimizde yıllık 350 milyon kutu kapasiteyle üretim yapmaktayız. 62 Ülkesinden aldığını yine ülkesine verme misyonuyla hareket eden şirketimizin son 20 yılda gerçekleştirdiği toplam yatırım tutarı 240 milyon dolardır. Ülkemize hizmet adına yaptığımız yatırımlar bizlerin göğsünü kabartmakta ve bizi yeni yatırımlar yapma adına daha da motive etmektedir. Yine gururla belirtmek isterim ki, 100 yıllık tarihimiz boyunca şirket olarak her zaman gücümüzü insana verdiğimiz değerden aldık. Nitekim 3500’e yakın nitelikli insan gücüyle sektördeki en yüksek istihdamı yaratan ve aynı zamanda sektörün en geniş pazarlama ve satış kadrosuna sahip ilaç şirketi olmamız, bunun en önemli göstergesi diye düşünüyorum. Abdi İbrahim olarak kurulduğumuz günden bu yana sektörde yeniliklerin öncüsü olma misyonumuzdan asla vazgeçmedik. Bu kapsamda toplam 40 milyon dolar yatırımla kurulan Abdi İbrahim Ar-Ge Merkezi, Türkiye’nin akredite olmuş ilk Ar-Ge merkezidir. Abdi İbrahim olarak eşdeğer ilaç geliştirmede öncü olmak, kombine ürünler geliştirerek sağlık sektörünün ihtiyaç duyduğu ürünleri hizmete sunmak amacıyla her yıl, ciromuzun % 5’ini Ar-Ge’ye ayırmaktayız. 2008-2010 yılları arasında 27 uluslararası patent başvurusuyla ilaç sektöründe en fazla başvuru gerçekleştiren şirket olduğumuzu da belirtmek isterim. SAĞLIK&İNSAN 100. Yılında Abdi İbrahim ve Akılcı İlaç Kullanımı Sizlerin de bildiği üzere günümüzde 100. yılını gören şirket sayısı maalesef çok az. Abdi İbrahim olarak tam 100 yıldır tıbba ve insanlığa hizmet misyonuyla Türk halkına hizmet etmekten kıvanç duyuyoruz. Bu bağlamda; 100. yılımızı tüm paydaşlarımızla birlikte kutlayabileceğimiz 2 önemli projeyi bu sene hayata geçirmeye karar verdik. Bunlardan ilki Akılcı İlaç Kullanımı kampanyası. Öncelikle Abdi İbrahim olarak, etik çalışma prensibimiz doğrultusunda Akılcı İlaç Kullanımı Kampanyası’nı her koşul ve süreçte belli bir zaman periyodu koymaksızın benimsediğimizi ve bu anlayış çerçevesinde çalışmalarımızı sürdüreceğimizi belirtmek isterim. 100. yılımız vesilesiyle gündeme taşıdığımız bu proje ile bilinçli ilaç kullanımı konusunda bir seferberlik başlatarak, etkili reklam kampanyamızla kısa sürede toplumsal farkındalık sağlamayı, uzun sürede ise davranış değişikliği yaratmayı amaçlıyoruz. Dolayısıyla belli bir zaman periyoduyla sınırlandırmak istemediğimiz bu projeyi uzun soluklu görüyor ve sonuçlarını sabırla almayı hedefliyoruz. Akılcı İlaç Kullanımı tüm dünya tarafından önemi ve gerekliliği konusunda hem fikir olunmuş, uygulanması kritik önem taşıyan bir konudur. 1985 yılında Nairobi’de yapılan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) toplantısı, Akılcı İlaç Kullanımı çalışmaları için başlangıç sayılmaktadır. Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığınca Akılcı İlaç Kullanımı ile ilgili ilk çalışmalar 1992 yılında başlatılmıştır. Akılcı İlaç Kullanımı; ‘kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilacı, uygun süre ve dozajda ve kolayca sağlayabilmeleri’ anlamına gelmektedir. Son yıllarda Türk halkının sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânı ve bu hizmetlerden duyduğu memnuniyetin önemli ölçüde yükseldiğini gözlemliyoruz. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki, halkımızın bilinçli ilaç kullanımı konusundaki farkındalığı maalesef henüz beklenen düzeyde değil. 63 SAĞLIK&İNSAN Bu nedenle onların kampanyaya gösterecekleri duyarlılık ve destekleri çok büyük önem taşıyor. Abdi İbrahim olarak, kampanya dâhilindeki tüm söylemlerimizde önemle üzerinde durduğumuz iki noktayı kampanyanın sloganına taşıdık ve `ilacınızı doktorunuzun kontrolünde, önerilen doz ve sürede eczacınıza danışarak kullanın` dedik. Bilinçli ilaç kullanımında hekim ve eczacılarımızın desteği büyük önem taşıyor. Bu kapsamda, topluma ‘Akılcı İlaç Kullanımı’ alışkanlığının kazandırılmasında; hangi ilacın kullanılacağına karar veren hekim, ilacı uygun şartlarda sağlayan ve ilacın kullanımına dair hastaların danıştığı eczacı ve ilacı kullanan hastanın ortak sorumluluk taşıdığı kanaatindeyiz. İlaç kullanımı konusunda bu farkındalığın oluşmasında hekim ve eczacı kadar, bu konuda hizmet veren sektörün de desteği büyük önem taşıyor. Bu noktada Abdi İbrahim olarak 100. yılımıza girerken; global hedefler ve sürdürülebilir liderlik hedefimiz doğrultusunda oluşturduğumuz Vizyon 2021 Stratejimize bağlı olarak; toplum sağlığı ve ülke ekonomisi için büyük önem taşıyan bu konuda sorumluluk üstlenmeyi memnuniyetle görev kabul ediyoruz. 64 Tıbba ve insanlığa hizmette 100 yılı geride bırakmış bir kurum olarak, başlattığımız ‘Akılcı İlaç Kullanımı’ Kampanyası ile bu konudaki sorunların ortadan kaldırılması için toplumsal farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Kampanyayı hayata geçirme konusundaki temel motivasyonumuz; ilaç kullanımında davranış değişikliği yaratmak ve bilinçli ilaç kullanımını yaygınlaştırmak. Bu hedefle hayata geçirdiğimiz kampanya ile hem sağlık alanında hem de ekonomik alanda uzun dönemli toplumsal fayda yaratacak etkinlikleri kapsayan bir platform oluşturmak arzusundayız. Hasta ve hasta yakınlarıyla birebir ve yüz yüze iletişimde olan hekim ve eczacılar, bu projenin çok önemli bir parçası. 100. yılımız vesilesiyle gündeme taşıdığımız bu proje ile bilinçli ilaç kullanımı konusunda bir seferberlik başlatarak, etkili reklam kampanyamızla kısa sürede toplumsal farkındalık sağlamayı, uzun sürede ise davranış değişikliği yaratmayı amaçlıyoruz. Dolayısıyla belli bir zaman periyoduyla sınırlandırmak istemediğimiz bu projeyi uzun soluklu görüyor ve sonuçlarını sabırla almayı hedefliyoruz. SAĞLIK&İNSAN 65 SAĞLIK&İNSAN “YÜZ Nakli” ile Türkiye’nin “YÜZ AKI” olan Prof. Dr. Ömer ÖZKAN 66 SAĞLIK&İNSAN KİMDİR? Ömer Özkan, 1971 yılında Ankara’da doğdu. Ankara’nın Haymana ilçesinde oturan manifaturacı bir baba ve ev kadını annenin 6 çocuğundan biridir. İlk ve orta öğrenimini 12 Eylül İlköğretim Okulu ve Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesinde tamamladı. Küçükken öğretmen, doktor ya da pilot olmayı düşünen Ömer Özkan, lise yıllarında doktor olmaya karar verdi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1995’te mezun olan Özkan uzmanlığını kalp damar cerrahisinde yapmak istedi. O yıl istediği bölümün açılmaması üzerine, yakın bir arkadaşının tavsiyesiyle plastik cerrahiyi seçti. 1995-2001 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalında eğitimini tamamladı. 2002 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde göreve başlayan Özkan, 2004’te yardımcı doçent, 2006’da doçent, 2011 yılında ise profesör oldu. 2004 yılında 6 ay süreyle Japonya’da Tokyo Üniversitesi’nde Perforator Flepler ve Supermikrocerrahi, daha sonra yine 6 aylık süreyle Tayvan I/Shou Universitesi, E-Da Hastanesi’nde plastik cerrrahi ve el cerrahisi klinik fellow’luğu yaptı. 2006 yılında da EURAPS Young Plastic Surgeons 3 aylık burs çerçevesinde Almanya Münih’te Bogenhausen Technical University’de fellowluk yapan Özkan, kendisinin yetişmesinde önemli yeri olan Hacettepe Üniversitesiyle ilgili olarak, “Beni asıl yetiştiren Hacettepe’dir” vurgusunu yapmaktadır. 2002 PSEF (Plastic Surgery Educational Foundation) Scientific Essay Contest Junior Basic Science Ödülü, 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons Scholarship bursu ve 2007 yılında Akdeniz Üniversitesi Teşvik ödülü aldı. 2011 yılında ise “Yılın Hekimi” seçilerek Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’dan ödülünü aldı. Yüz ve vücut estetiği, meme rekonstrüksiyonu, doku kayıplarının onarımı, yüz siniri felcinde yüz kaslarının restorasyonu, mandibula rekonstrüksiyonu, ürogenital cerrahi ilgilendiği konular arasındadır. 67 SAĞLIK&İNSAN ÖDÜLLER: 1. 2002 PSEF (Plastic Surgery Educational Foundation) Scientific Essay Contest Junior Basic Science Award, co-author 2. 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons Scholarship 3. 2007 Akdeniz Üniversitesi Teşvik Ödülü 4. 2010, ATSO Yılın Bilim Adamı ödülü 5. 2010, ANSİAD Yılın Girişimcisi Ödülü 6. 2010, Çankaya Rotary Kulüp Meslek Ödülü 7. 2010, Akdeniz Üniversitesi Özel Hizmet Ödülü 8. 2011, Sağlık Bakanlığı Yılın Doktoru Ödülü 9. 2011, Toros Eğitim Kurumları Yılın Bilim Adamı Ödülü YURT DIŞI EĞİTİMİ: 1. Perforator Flaps and Supermicrosurgery. Prof. Dr. Isao Koshima ile. Klinik Fellow. Haziran-Kasım, 2004. Tokyo Universitesi, Tokyo, Japonya. 2. Plastic Surgery and Hand Surgery. Prof. Dr. Hungchi Chen ile. Klinik Fellow. Aralık-Nisan 2005, I/Shou University, E-Da Hospita Kaohsiung, Taiwan. 3. 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons 3 aylık Avrupa plastik Cerrahi bursu: Bogenhausen Technical University, Munich. 68 AİLESİ 2002 yılında Akdeniz Üniversitesinde uzman olarak çalışmaya başlayan Ömer Özkan, aynı yıl asistan olarak işe başlayan Özlenen Hanımla tanışır ve 5 yıl sonra hayatlarını birleştirirler. Bu beraberlikten Zeynep Lara adında bir kızları dünyaya gelir. Yoğun çalışma temposunun stresini–her ne kadar yılların en büyük alışkanlığı olan geniş pazar uykularına ambargo koysa da–bu günlerde 1 yaşına girecek kızları Zeynep Lara’yla atan Özkan’ın eve girince ilk işi Zeynep Lara’yı kucağına alarak sevmek oluyor. Akdeniz Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı olan Yrd. Doç. Dr. Özlenen Özkan, Türkiye’nin gururu olan eşini, “çok sabırsız, yetenekli, işine saygılı bir doktor” olarak nitelendirirken, aynı bilim dalında öğretim görevlisi olan eşiyle mesleki açıdan anlaşamadıkları çok şey olsa da başarının sırrının burada yattığını ifade ediyor. Özlenen Özkan, günün erken saatinde başlayan ve gece geç saatlere kadar süren iş yaşamının ardından eve ulaşınca sadece yemek yiyip, uzanmak istediklerini belirterek, gündelik yaşamlarıyla ilgili şu bilgileri verdi: “Akşam evde günün kritiğini yapıyoruz. Genel olarak hayatımızda iş yoğunlukta. Hayatımızın yüzde 90’ı iş diyebilirim. Çünkü arkadaşlarımız da zaten genellikle işyerinden. Genelde iş konuşuyoruz. 11 aydan beri de Zeynep Lara’yı konuşuyoruz. O hayatımızda yeni bir neşe kaynağı. Ama ona da özellikle son zamanlarda çok zaman ayıramıyoruz. Zeynep’ten önce hep dışarıda yemek yiyorduk. Çünkü eve çok geç geliyorduk. Gece 23.00’ten önce evde olamıyorduk. Akşam 20.00’den önce eve geldiğimizi hatırlamıyorum. Zeynep’ten sonra düzenli bir hayat yaşamak zorundaydık. Artık 11 aydır evde yemek yiyoruz. SAĞLIK&İNSAN “Pazar günleri eskiden geç kalkabiliyorduk ama Zeynep pazar sabahları da erken kalkıyor. Biz de erken kalkmak zorunda kalıyoruz. Arkadaşlarımızla kahvaltı yapıyoruz. “Fırsat bulursak film izliyoruz. Onun dışında ekstra bir şey yapamıyoruz. Şu aralar hayatımız çok rutin.” Galatasaraylı olan çift, evlerinin üst katındaki çalışma odasında dünyadaki gelişmeleri takip ederek, plastik cerrahiyle ilgili yayımlanan makaleleri okuyorlar. Ömer Özkan’ın çok iyi futbol oynadığını belirten eşi, forvet olan Özkan’ın futbolda da hırslı bir oyuncu olduğunu, hastane ekibiyle haftalık maçlar yaptığını, ancak bir doktor arkadaşlarının geçen sene kalp krizi geçirdiğinden beri ekibin tekrar toparlanamadığını anlatıyor. KÜÇÜK KIZ İSTEDİ ‘NEDEN OLMASIN’ DEDİ 2006 yılında bir gün, dirsek altından elektrik yanığı olan ve her iki kolunu da kaybetmiş bir kız Ömer Özkan için dönüm noktası oluyor. Kıza protez isteyip istemediğini soran Özkan, “Hocam başka birinden alsanız yapsanız, öyle bir şeyler olmuyor mu?” cevabı ile karşılaşınca “Neden olmasın?” diyerek konuyu derinlemesine incelemeye başlıyor. Özkan, o günleri şöyle anlatıyor: “O hastaya kol nakli yapabileceğimizi düşündüm. Bunu düşünürken kanuni bir gereklilik olduğu aklıma gelmedi. Birileri, “Kopan bir kol parçasını kullanabilir miyiz” derken kanuni gereklilik olduğunu söyledi. “O zaman kanun çıkarttıralım” dediysem de olayın o kadar kolay olmadığı görüldü. 3-4 yıllık süreçte kanunu çıkartmaya, insanlara bunun yapılabilirliğini göstermeye çalıştık. Ben o günden sonra kendime 3 hedef koymuştum: Kol, rahim ve yüz nakli. Ameliyat sonrası konuşmak çok güzel birşey. Yaptığınız birşeyden bahsediyorsunuz. Ameliyat öncesi konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Yüz naklinde o kadar konuştuk, yapmasak artık rahatsız hissederdim.” “AMELİYATLARDAN PARA ALMADIM” Prof. Dr. Özkan, ne rahim naklinden, ne kol naklinden, ne de yüz naklinden para kazanmadığını, bu ameliyatları prestij için yaptığını belirtiyor. Prof. Dr. Özkan, kadavradan rahim naklinin dünyada örneği olmadığını, kol nakliyle ilgili olarak önceden, kopan kolların yerine dikilmesi operasyonlarında tecrübe edindiğini, yüz naklinde ise dünyada tecrübenin çok az olduğunu vurguladı. Dünyada, tam yüz nakli, kısmi yüz nakli, ’tama yakın yüz nakli’ denilen bir kavram olduğunu, bu nakillerin her birinden üçer-beşer kez yapıldığını belirten Prof. Dr. Özkan, daha önce yapılan nakil sayısının az olması nedeniyle nakillere hep kadavra üzerinde çalışarak hazırlandığını kaydetti. Dünyada yüz nakli yapılan hasta sayısının 15’ten fazla olduğu, bu konuda bazı tartışmalar yaşandığına işaret eden Prof. Dr. Özkan, bunlardan bir kısmının tam, bir kısmının kısmi yüz nakli olduğunu, tam yüz nakli sayısının 7-8 civarında olduğunu söyledi. Prof. Dr. Özkan, yüz naklinin en çok yapıldığı ülkenin 7-8 nakille Fransa olduğunu, onu 4 nakille ABD’nin izlediğini, Çin, İspanya ve Belçika’da da 1’er yüz nakli yapıldığını, Belçika’daki yüz naklinin de Antalya’dakinden 10 gün kadar önce yapıldığını açıkladı. 69 SAĞLIK&İNSAN “Ütopik” olarak nitelendirdiği yeni çalışmasıyla ilgli şu an için bilgi veremeyeceğini söyleyen Prof. Dr. Özkan, “5 sene önce rahim nakli de bize ütopik geliyordu. Şu an aklımda olsa bile, o çalışmayı yapmayacağım. Rahim nakli yapılan kadının bebeğini kucağına alması, yüz nakli yapılan hastanın da tamamen iyileşmesinden, tahminen 1-1,5 yıl sonra yeni çalışmayı ele alacağım” dedi. Prof. Dr. Ömer Özkan, Türkiye’nin organ naklinde dünyaya örnek olabilecek bir mevzuata sahip olduğunu, mevzuatın yasalaştığını belirterek, yasanın her şeyi içerdiğini, artık özel izne gerek kalmadığını, Akdeniz Üniversitesi ile birlikte 4 merkezde operasyon yapılmasına izin verildiğini hatırlattı. 70 “İlle de vatanım...” Ömer Özkan, 2002 yılında mikrocerrahinin en iyi merkezlerinden Taiwan’a vizyonunu genişletmek amacıyla gidiyor. Orada Taiwanlılar Ömer Bey’den, Ömer Bey de onlardan çok memnun kalıyor. İstediği her ameliyatı istediği koşullarda yapabiliyor ve kalmaya karar veriyor. Kendisi çok mutlu, bulutların üzerinde... Bir gün yine rekonstrüktif ameliyat sırasında bir hemşire Ömer Özkan’ın eline bir iğne batırıyor. O ana kadar hastanın Hepatit C olduğunun kimse farkında değil. Tam o sırada anestezist ekibi uyarıyor. Hemşire yanlışlıkla tekrar bu sefer bisturi batırıyor. O anda Ömer Bey bunun bir işaret olduğunu, vatanına dönmesi gerektiğini hissediyor. Hayatımızdaki fark etmediğimiz ufacık adımlar hayatımızın yönünü çok farklı istikametlere çevirebiliyor. Özlenen Özkan: Bu ameliyatı gerçekleştirdikten sonra halkın ilgisi ve saygısı kendisini çok mutlu etti. Türk halkının başarıyı nasıl fark ettiğini ve ona nasıl sahip çıktığını bir kez daha anladı. SAĞLIK&İNSAN 71 SAĞLIK&İNSAN Türkiye’de İlk Kez Yüz ve Bacak Nakli Gerçekleştirildi Doç. Dr. Özlenen Özkan ve AÜ Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Geçici, nakil sonrası 10 Şubat Cuma günü akşama doğru ilk sakal tıraşı yapılırken ve aynada yeni yüzünü görürken Uğur Acar’ı yalnız bırakmadı. Acar’ın ilk tıraşını operasyonun mimarı Prof. Dr. Ömer Özkan’ın köpük ve jiletle yaptığı belirtildi. “UĞUR HARİKA GÖRÜNÜYOR” Türkiye’nin ilk yüz nakli ile dünyada ilk kez aynı anda bacak ve 2 kol nakli ameliyatı Akdeniz Üniversitesinde başarıyla gerçekleştirildi. Uşak’ta kendini trenin altına atarak intihar eden Ahmet Kaya’nın yüzü, bebekken battaniyenin alev alması sonucu yanan 19 yaşındaki Uğur Acar’a, kolları ve bir bacağı ise 1989’da elektrik çarpması sonucu ampute olan 34 yaşındaki Atilla Kavdır’a nakledildi. Heyecanla beklenen operasyonu Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahisi Anabilim Dalı’nda görevli Prof. Dr. Ömer Özkan başkanlığında, Prof. Dr. Serdar Tüzüner, Prof. Dr. Necmiye Hadimoğlu, Yrd. Doç. Dr. Özlenen Özkan ile çok sayıda asistan doktor gerçekleştirdi. Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi, daha önce de dünyada ilk kez kadavradan rahim naklini yapmıştı. 72 İlk yüzleşme! Dünyanın ayakta alkışladığı operasyonla yüz nakli olan Uğur sakal tıraşı oldu! Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Hastanesi’nde geçen 21 Ocak’ta Türkiye’nin ilk yüz nakli yapılan 19 yaşındaki Uğur Acar’ın ameliyattan 23 gün sonraki fotoğrafları basına dağıtıldı. İlk tıraşını olurken görüntülenen Acar, tıraş sonrasında ilk kez ayna ile yüzüne baktı, “Türk doktorlarına teşekkür ederim” dedi. İLK TIRAŞI PROFESÖR ÖZKAN YAPTI Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe, AÜ Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi ve Estetik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan, AÜ Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi ve Estetik Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Prof. Dr. Ömer Özkan ameliyatın birinci ayı dolunca Uğur Acar’ı basın mensuplarının karşısına çıkararak Türkiye’nin ilk nakil yüzünü kamuoyu ile tanıştıracaklarını söyledi. Prof. Dr. Özkan, “Her şey böyle güzel devam ederse 45’inci günde taburcu etmeyi düşünüyoruz” dedi. Türkiye’nin ilk yüz nakilli hastasını odasında ziyaret ederek, yüzünü ilk gördüğü anın heyecanını paylaşan AÜ Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe, “Uğur harika gözüküyor. Bizim hastanemizde kendisinin varlığı, bize de böyle bir başarıyı yakalama şansı verdi. Uğur 2012’de Türkiye’ye uğurlu geldi. İnşallah hem üniversitemizde, hem Türkiye’de, hem de Uğur’un kendi hayatında 2012 ve sonrası yıllar hep uğurlarla, güzelliklerle yol alır” diye konuştu. SAĞLIK&İNSAN Türk Profesörden Diyabet Aşısı Diyabet hormonunu bularak tıpta devrim yapan Prof. Dr. Gökhan Hotamışligil yeni bir hormon bulduğunu açıkladı. Bu hormondan yapılacak aşıyla Tip 1 ve Tip 2 diyabet vücutta hiç oluşmayacak. Diyabet ve karaciğer yağlanması gibi hastalıkları durdurabilecek “lipokin” adlı hormonu keşfederek tıpta çığır açan Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Bahçeşehir Üniversitesi’nin konuğu olarak İstanbul’a geldi. Hotamışlıgil son günlerde kendisini en çok heyecanlandıran şeyin henüz yayınlamadıkları için adını vermek istemediği yeni bir hormonun keşfi olduğunu söyledi. Hotamışlıgil, bu hormon sayesinde üretilecek aşıyla Tip 1 ve Tip 2 diyabetin vücutta hiç oluşmamasını sağlayabileceklerini anlattı. Ünlü doktor, hayvan deneylerinde başarılı sonuçlar aldıklarını, bir kaç sene içinde aşının insanlarda deneneceğini belirtti. Hotamışlıgil’e göre bu aşıyla vücuda verilecek bu hormon sayesinde çocuk yaşlardan itibaren diyabet riski ortadan kaldırılabilecek. Prof. Dr. Hotamışligil konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Açlık sırasında vücudu koruyan bazı mekanizmalardan biri karaciğerin şeker üretmesidir. Özellikle açlık durumlarında, vücuda enerji sağlamak amacıyla yağları yakarken karaciğere şeker üretmesi için sinyaller geliyor. Fakat bu sinyalin nasıl çalıştığı ve içeriği bilinmiyor. Geçen yıl yayınladığımız çalışmaya göre şişman bir insanın karaciğerinin aslında aç bir insanın karaciğerine benzediğini gördük. Oradaki moleküler imza bize “Açım” diyor. O zaman doku, içindeki durumun farkında değil ve sanki açmış gibi şeker üretmeye devam ediyor. Bu da bize bu sinyalin devamlı olarak yanlış geldiğini gösteriyor. Bizi son günlerde heyecanlandıran şey ise bu sinyali bulduğumuzu düşünüyor olmamız. Yine yağ dokusundan çıkan protein yapıda bir hormonu keşfettik. Yayınlamadığımız için ismini veremeyeceğim. Fakat ilginç olan hem insanlarda hem hayvanlarda şişmanladıkça bu hormon düzeyinin giderek artması, insülin direnci gelişmeye başladığı zaman daha da yükselmesi. Kanda giderek yükselen bir protein olduğu için bunu aşılarda kullanılan teknolojiyle durdurmak mümkün. Diyabetin aşısı olabilecek yani... Aynı prensibi kullanarak bu proteinin fonksiyonunu durdurmak, miktarını ayarlamak mümkün. Hayvanlarda çok güzel çalıştığını gördük. Hayvanlarda bir antikorla tıpkı bir aşı gibi bu hormonun artmasını durduruyoruz. Vücudun o proteini tanımasını sağlıyorsunuz. Şimdi sırada o antikorları hazırlayıp insanlara vermek var.” 73 SAĞLIK&İNSAN PALYATİF BAKIM PROJESİ HAYATA GEÇECEK Sağlık Bakanlığının hayata geçireceği Palyatif Bakım Projesiyle kanser başta olmak üzere tedavi seçeneği tükenmiş hastalıklarda tıbbi ve psiko-sosyal destek verilecek. Sağlık Bakanlığı, kanser başta olmak üzere tedavi seçeneği tükenmiş hastalıklarda tıbbi ve psiko-sosyal destek verilmesini öngören palyatif bakım projesini hayata geçirmeyi planlıyor. Projenin en önemli ayaklarından birini, son dönem kanser hastalarının ağrılarının dindirilmesi amacıyla güçlü ağrı kesicilere ulaşımın kolaylaştırılması oluşturuyor. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Şencan, palyatif bakımın daha çok, tedavi şansı kalmayan son dönem kanser hastaları için gündeme geldiğini, ancak felç ve Alzheimer hastaları için de palyatif bakımın söz konusu olduğunu anlattı. Şencan, projenin sadece hastaları değil, hasta yakınlarını da kapsamasının planlandığını belirtti. Türkiye’de halen belirli merkezlerde kanser hastaları için palyatif bakım uygulandığını dile getirdi… …. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkan Yardımcısı Op. Dr. Murat Gültekin ise daha çok ABD, Kanada, Kuzey Avrupa, İngiltere ve İspanya gibi gelişmiş ülkelerle İsrail’de uygulanan palyatif bakımın özellikle tedavi şansı kalmayan son dönem kanser hastaları için geçerli olduğunu söyledi. Son dönem kanser hastalarının birçok nedenle acillere başvuru yapmak zorunda kaldığını, bunların ya buradaki müdahalenin ardından evlerine gönderildiğini ya da yoğun bakımlarda ailelerinden uzakta tutulduğunu anlatan Gültekin, “Palyatif bakım, tüm tedavi seçenekleri tükenen kanser hastalarının bile ömrünü 3,5-4 ay uzatıyor” dedi. Bu hastaların palyatif bakım sayesinde yaşamlarının son döneminde aileleri ile birlikte olabildiğini ifade eden Gültekin, “Bu hastalar ailesiyle birlikte yemek yiyebilmeli. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarda bu hastalar ortak mutfaktan yiyip içiyor” diye konuştu. Gültekin, gelişmiş ülkelerde palyatif bakımda fizyoterapi, masajlı su tedavisi, hipnoz, akupunktur, psiko-sosyal destek gibi programlar uygulandığını sözlerine ekledi. 74 Kök hücre tedavisi, kalp krizi geçiren hastalarda başarılı oldu ABD’de bilim adamları, kalp krizi geçiren hastaların kalbinde oluşan hasarı hastaların kendi kalbinden aldıkları kök hücreleri kullanarak iyileştirmeyi başardı. “Lancet” tıp dergisinde yayımlanan araştırmada, hasarlı dokunun yüzde 50 oranında azaldığı ve yeni kalp hücrelerinin sayısında beklenmeyen bir artış gözlendiği belirtildi. Cedars-Sinai Kalp Enstitüsü’nde yapılan araştırmaya kalp krizi geçiren 25 hasta katıldı. Kalp krizinden bir ay sonra hastaların boyunlarındaki damarlardan kalplerine gönderilen boru yardımıyla kalp dokusundan örnek alındı. Laboratuvar ortamında her bir örnekten elde edilen yaklaşık 25 milyon kök hücre, kalbi çevreleyen atardamarlara nakledildi. HIV’in üstesinden gelecek buluş ABD’nin Teksas Üniversitesi kimyagerleri, insan DNA’sına 16 gün boyunca bağlı kalabilecek spesifik bir dizilime sahip molekül üretmeyi başardı. Molekülün, AIDS’e neden olan HIV virüsü ve kanser gibi genetik hastalıkların önüne geçilmesinde devrim niteliği taşıdığı belirtildi. Bilim insanları, yapılan keşfin, bir gün hatalı DNA’ların tedavi edilmesinde rol oynayacak ilaçlar üretilmesinde kullanılabileceğini düşünüyor.Teksas üniversitesi kimyageri ve biyokimya uzmanı Brent Iverson, “Eğer DNA’yı sarmal şeklinde bir merdiven olarak düşünürseniz, ürettiğimiz molekülü ileride merdivendeki basamakların arasına sokabileceğiz” dedi. SAĞLIK&İNSAN Tıp tarihinin hazineleri bu kütüphanede Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü Kütüphanesi, en eski tıp yazması olan “Müfredat-ı İbn-i Baytar Tercümesi”nin de aralarında bulunduğu tıp tarihinin hazinelerini barındırıyor. Anadolu’da yazılmış en eski tıp yazması olan “Müfredat-ı İbn-i Baytar Tercümesi”nin de aralarında bulunduğu, İbn-i Sina’dan İshak Bin Murad’a kadar birçok bilim insanı tarafından yazılan binden fazla eseri bünyesinde toplayan Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü Kütüphanesi’nin, dünyada tıp tarihiyle ilgili en çok kitabın bulunduğu kütüphane olduğu bildirildi. Konya Yazma Eserler Bölge Müdürü Bekir Şahin yaptığı açıklamada, kütüphanede, Türkiye’nin farklı yerlerindeki yazma eser kütüphanelerinden ve dünyanın değişik ülkelerinden toplanan tıp tarihiyle ilgili kitapların biraraya getirildiğini söyledi. Türk Tıp Tarihi Kurumu’nun kurucularından Prof. Dr. Nafiz Uzluk’tan, Prof. Dr. Süheyl Ünver’e kadar birçok kişinin kitaplarına bu kütüphanede ulaşılabileceğini vurgulayan Şahin, “Konya Yazma Eserler Bölge Kütüphanesi, dünyanın tıp tarihiyle ilgili en çok kitabı bulunan kütüphanesidir” dedi. BAKANLIKTAN YEŞİL ALAN GENELGESİ Geçtiğimiz Ocak ayı sonunda Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile acil servislerde yeşil alan uygulaması kapsamında değerlendirilecek sağlık hizmetleri için katılım payı alınacağının hükme bağlandığını belirten Sağlık Bakanlığı, bu kapsamda 520.021 Kodu ile tanımlanan “Yeşil Alan Muayenesi” uygulamasında birliğin sağlanması için konuyla ilgili bir genelge yayımladı. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun imzasıyla yayımlanan genelgede, 16.10.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’de; “Ayaktan başvuran, genel durumu itibariyle stabil olan ve ayaktan tedavisi sağlanabilecek basit sağlık sorunları bulunan hastaların (Yüksek risk taşımayan ve hafif derecedeki her türlü ağrı, aktif yakınması olmayan düşük riskli hastalık öyküsü, genel durumu ve hayati bulguları stabil olan hastada her türlü basit belirti, basit yaralar-küçük sıyrıklar, dikiş gerektirmeyen basit kesiler, kronik belirtileri olan ve genel durumu iyi olan davranışsal ve psikolojik bozukluklar)” şeklinde tanımlandığı hatırlatıldı. BU KEZ GÜLDÜRDÜLER Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Doktorları tarafından kurulan; “Grup Bilmem Ne” adlı tiyatro topluluğu, bir çok ilde sahne aldı. “Kalp Krizi Değil Gülme Krizi” adlı oyunu sahneleyen doktorlar, hastane ve 112 Acil Servis’te yaşanan trajikomik olayları sahneye taşıyorlar. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Acil Anabilim Dalı asistanlarından Dr. İsmet Eraydın, Dahiliye Anabilim Dalı Doktoru Serkan Besli ile Röntgen Teknisyeni Koral Koç’tan oluşan grup sahnelediği oyunla izleyicisini güldürürken düşündürdü. Hastanelerin acil servislerinde yaşanan olayları, kendilerine has üslupla tiyatro sahnesine taşıyan ve bunu mizah unsuruyla birlikte izleyicisine aktaran “Grup Bilmem Ne”, başlarından geçen ve tanık oldukları trajikomik olayları; “Kalp Krizi Değil Gülme Krizi” adlı oyunla tiyatro severlere aktardı. 75 SAĞLIK&İNSAN ABD’YE RAHİM NAKLİ DERSİ Türk doktorlar, dünyada kadavradan ilk rahim nakli yapılan Derya Sert’in dondurulmuş embriyodan oluşacak hamilelik sürecini, ABD’deki meslektaşlarına anlatacak. Sert’in 6’ncı ayını doldurmak üzere olan nakil rahmi, 6’ncı adetini gördü. AKDENİZ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Münire Erman Akar, dünyada kadavradan ilk rahim nakli gerçekleştirilen Derya Sert’in, dondurulmuş embriyodan oluşacak hamilelik sürecini ABD’de anlatmaya hazırlanıyor. 8 Ağustos’ta gerçekleştirilen rahim naklinin 6’ncı ayının dolmak üzere olduğunu ve Sert’in 6’ncı adetini gördüğünü söyleyen Prof. Dr. Münire Erman Akar, şu bilgileri verdi: “Bundan sonraki periyot biraz daha rahat olacak. Bu yenilenme sürecinde rahmin reddedilmesiyle ilgili sıkıntı yaşamazsak, rahat bir dönem olacağını umuyoruz. Bu periyodun sonunda, Ağustos ayında da embriyo transferini gerçekleştireceğiz.” 76 Kongre Las Vegas’ta Derya Sert’e yapılan operasyonla ilgili bilimsel çalışmayı, ABD’nin Las Vegas kentinde 5-9 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek The American Association of Gynecologic Laparascopists (AAGL) Kongresi’nde sunmayı planladıklarını anlatan Prof. Dr. Akar, bu konuda da şu bigileri verdi: “Ben o kongrede iki yıl, koyundan koyuna rahim naklini ve rahim naklinden sonra da kuzu doğumunu izlemiştim. O yüzden insanda bu doğum çok ilgi çekecektir. İnşallah gebelik olursa, sunum daha fazla ilgi görecek.” ‘Her şey güzel olacak’ AÜ Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Özlenen Özkan’ın gerçekleştirdiği rahim nakli öncesi ve sonrasındaki tıbbi aşamalar nedeniyle yaklaşık 1 yıldır Antalya’da yaşayan Derya Sert, gayet iyi olduğunu, tedavi sürecinin sorunsuz geçtiğini, Ağustos ayında hamileliğin gerçekleşmesi için dua ettiğini söyledi. Sert, “Zaman sanki daha çabuk geçiyor. Nakilden sonra 6 ay geçti. Önümüzdeki 6 ay daha da çabuk geçecek. Şu an annem ve ablam yanımda” dedi. SAĞLIK&İNSAN 77 SAĞLIK&İNSAN KiTAP Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik Kemal H. Karpat “2012 senesi, Balkan Savaşı’nın yüzüncü yıldönümüdür. Bu tarih, Osmanlı Devleti’nin uğradığı en büyük hezimetlerden biri olduğu gibi Balkanlar’dan çekilişinin ve dağılmasının da son habercisidir. Nitekim 1912 Balkan Savaşı’ndan iki yıl sonra Osmanlı, Dünya Savaşı’na katılmış ve Almanya’nın bir diğer müttefiki olan Bulgaristan’ın, 1918’in sonbaharında savaştan çekilmesi üzerine müttefiklere (İngiltere, Fransa, vs.) teslim olmuştur. Dikkatle göz önünde tutulacak nokta, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen olayın yani Avusturya Veliahtı’nın Saraybosna’da katledilmesi hadisesinin Balkanlarda olmuş ve Osmanlı’nın sonunun yine orada Bulgaristan’ın teslimiyle gerçekleşmiş olmasıdır. Osmanlı’nın gerçek anlamda bir devlet haline gelmesi, güçlenmesi ve büyümesinin, 1360-1444’te Balkanların, 1453’te de İstanbul’un fethi ile gerçekleştiği düşünülürse, Balkanlar’ın Osmanlı ve Türk tarihindeki önemi kendiliğinden ortaya çıkar.” Yol Ayrımında: Statükodan Önce Son Çıkış Osman Can Türkiye’nin en önemli anayasacılarından biri olan Osman Can, anayasa tartışmalarına önemli ve çarpıcı bir katkı sunuyor bu kitabıyla. Tarihsel kaynaklara ve dünyadan örneklere başvurarak, ülkemizin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu, demokratik, sivil ve hayatın içinden bir anayasayı nasıl yazabileceğimizi anlatıyor bizlere. Anayasa neden bu kadar önemli? Anayasal sistemin temel ilkeleri nelerdir? Nasıl bir anayasa? İhtiyacımız olan sivil ve demokratik anayasaya nasıl kavuşabiliriz? Bu yetkin ve titiz çalışmasında tüm bu soruların yanıtlarını arayan yazar, sadece hukukçuların değil her kesimden okurun ilgiyle okuyabileceği bir metinle karşımızda. Caroline Cox Yaşama Savaşı (Genç Bir Kız, Diyabet ve İnsülinin Keşfi) Temmuz 1922’de 14 yaşındaki Elizabeth Evans Hughes ölümle pençeleşiyordu. Boyu 1.40 cm’nin biraz altında olmasına rağmen sadece 20 kilo ağırlığındaydı. Bir deri bir kemikti; karnı çökmüş, kalça kemikleri dışarı çıkmıştı. Cildi kuru ve pul puldu; saçları incelmiş, kasları erimişti. Çok güçsüz olduğundan, ayakta durmaya zorlanıyor ve yürürken sıkıntı çekiyordu.Acaba bu çocuğa ne olmuştu? Bu kitapta Elizabeth’in, diyabet ile mücadelesi ve insülinin keşfi anlatılmaktadır. Şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, modern çağın sıradanlaşan hastalıklarından. Hastalar ancak insülin tedavisi sayesinde normal hayatlarını sürdürüyor. Ya insülin keşfedilmeseydi? Caroline Cox’un Pelikan Yayıncılık’tan çıkan Yaşama Savaşı kitabı henüz hastalığın çaresinin olmadığı 1900’lü yıllarda küçük bir şeker hastasının diyabetle mücadelesinin gerçek öyküsünü anlatıyor. 78 SAĞLIK&İNSAN Hollywood standartlarındaki etkileyici prodüksiyonuyla bugüne kadar Türkiye’de gerçekleştirilen en iddialı yapım olan Fetih 1453 filmi gösterime girdi. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethini en gerçek haliyle gözler önüne serecek olan film; altyapısından senaryosuna, kullandığı teknolojiden dekor ve kostümlerine kadar Türk sinemasında birçok ilke imza atıyor. Sadece sanal gerçeklik teknolojisine 2 milyon dolar bütçe ayıran film, bugüne kadar Türkiye’de yapılan en görkemli film olacak. Fatih Sultan Mehmet’in tahta SiNEMA ekibi, oyunculukta tecrübeli, çıkışı ile İstanbul’u fethettiği büyük çoğunluğu tiyatro 2 yıllık döneminin ilk kez ele oyuncusu olan ‘taze yüzler’den alındığı film, 350 çalışanı ile oluşuyor. Fatih Sultan Mehmet’i de Türkiye’nin en kalabalık oynayacak oyuncu ise 1.680 film ekibine sahip projesi kişi arasından günler süren olma özelliği taşıyor. 8 ay bir eleme ardından seçilen, süren detaylı cast çalışmaları daha önce beyaz perdede neticesinde belirlenen oyuncu görünmemiş bir yüz. Türk ve İslam dünyası açısından büyük öneme sahip olan ve bugüne kadar sinemaya uyarlanmayan Fatih Sultan Mehmet’in destansı İstanbul fethi ilk defa seyirciyle buluşacak. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Faruk Aksoy’un üstlendiği, senaryosunu Attila Engin’in kaleme aldığı ‘Fetih 1453’ filmi Türkiye’nin en pahalı yapımı olacak. Oyuncu eğitmenleri, savaş koreografları, dublörler ve atlı sahnelerde kullanılacak dövüş ustalarının yurt dışından özel olarak getirtildiği film, gerçek çekimin getirdiği sınırlamaları ortadan kaldıran sanal gerçeklik teknolojisine ayırdığı 2 milyon dolar bütçesiyle de alanında bir ilke damgasını vuruyor. 79 SAĞLIK&İNSAN 80 SAĞLIK ve İNSAN 3