ı:. «TÜRKiYE'DE ÇAGDAŞ HABERLEŞMENİN TARİHSEL KÖKENLERİ» GÜNDÜZ OKUNAN BİR KiTAP İÇİN GECE NOTLARI VEYA KİŞİSEL BİR YAKLAŞlM : Mehmet Ali KILIÇBAY ( *) Ülkemizde eleştiri yazmak son derece güç bir iştir. Herşey~ den ·önce eleştiri okuyucusu, eleştirmeni bir dedektif olarak görmek istemekte, bu bek~entinin farkında olan eleştirmen de, hiçbirşeyi gözden kaçırmamış görünme kay~ısıyla, çoğu zaınan eleştirilmesi gereksiz, hatta mümkün olmayan · noktaları da eleştirrnek durumunda kalmaktadır. yandan, eleştirilen ise, yapılan eleştiriyi, bilgiyi v~ doğruyu ileriye doğru götürme yönünde bir çaba olarak algıla­ makt~ri çok, «harim-i ismet» ine bir saldırı olarak algılayarak, . bu «kötü niyetli hareketi» hoş karşılamamakta ve belki çie bu konum gereği, yaniışiarına dahaıda fazla mahkum olmaktadır. Diğer İşte, bu ilişkilerin harekete geçiricilerinden biri olarak, «eleş­ tiri kurumu» ülkemiz insanlarının birbirlerine karşı hoşgörü­ süzlüğüne kaynaklık ederken, yanlışların da hergün yeniden · . , üretilmelerine ve birbirlerini nadiren anlayan insanlardan. meydana gelen bir toplum olmamıza katkıda bulunmaktadır. Ancak, Aralık 1981'de yayınlanan bir kitabın giriş bölümünün son paragrafı olarak, ünlü bir düşünürün ünlü bir pasajının yer alması, yukanda andığımız ilişkilerin çözülmek üzere olduğunu müjdelemektedir. ·Böylesi11e önemli bir alanda at oynatmakta, çok güçlü ol. madığımı üzerime alıyorum. Başarılı ellerden, geniş bilgili olan. lardan dilediğim odur ki, kitabıını eksikliklerini hoş görerek de(*) Asistan Dr., AlTtA Ekonomi Fakültesi. 121 ,, '' ' ' ' . ., ' '•{ ' -_,T_·.· ~-· ğil ';•'. de eleştirici bir gözle incelesinler. Buldukları eksiklikleri düzeltsinler ve böyle eksikliklerin olabileceğini düşünerek bağış­ lasınlar beni. Bilgi sermayesi, bilginierin ortak malıdır. Suçu ve eksiği boyuna olmak da kınanmaktan kurtarır kişiyi. Dostlardan güzellikle umulur» (1). ; ~- ' Bizi bu eleştiriye yöneiten etken, «başarılı ellere" sahip olmamız veya «geniş bilgili kişiler»den olmamız değildir. Sadece «dostlardan güzellikler umulur» sözünün şiirsel çağrısına kendimizi kaptırmamızdır. Tarih yazmak ülkemizde geçmiŞi çok gerilere giden bir ey. lemdir. Hatta, tarihçiliğin babası sayılan Halikarnassos'lu ünlü Heredotos da, bugün ünlü bir tatil beldemiz olan ve Bodrum adı­ nı gururla taşıyan bir Güney- Batı Anadolu kentimizde doğ­ muştur. Fakat, tarih yazmanın ülkemizde bu kadar eski bir geçmişi olmasına rağmen, bilimsel tarih yazma konusunda çok ilerilerde olduğumuzu söylemek pek mümkün gözükmemektedİr. Bu geri kalmanın nedenleri üzerinde düşünmek ilginç olabilirdi, ancak amacımız sadece bir kitap eleştirisi yapmak. Bu nedenle, tarihçiliğimizin geriliğini şimdilik «Herodotos Geleneği» nin aşılamamış olmasına bağlayalım. Ama, hemen belirtelim, 1960'lı yıllardan itibaren ülkemizde tarih araştırmaları ve «tarihi araştırmalar» bilimsel bir raya oturmakta, bir ivme kazanmışa benzemektedirler. Korkmaz Alemdarın kitabı da bu ivme tarih araştırmalarının son halkalarından biri. kazanmış ~ "~ . ~~ .,j.f(_.·_.•. bilimsel ·.: ' 1'> ~. Alemdarın kitabı çok rahat okunabiliyor. Yazarın kullandığı Türkçenin güzelliği, okuyucunun zaman zaman ana konudan uzaklaşarak, dilin akıcılığına kendini terketmesine neden oluyor. Ama silkinip bu yasak meyvadan uzaklaşmak zorundayız, 'çünkü yazarla uyUşmadığımız noktalar var. Bu uyuşmazlık noktalarından _fr_\ yazarın tarihsel süreci algılamasına ilişkin. Alemdar, kitabının Birinci Bölümünün ilk paragrafında tarihsel sürece ilişkin kavrayışını sergiliyor: «Yazılı tarihimizin sadece elli yüzyıllık bir dönemi kapsaması­ na karşılık, insanın yeryüzünde belirip bugünküne benzer bir şekil alması ve dünyada egemen olmaya başlaması 5000 yüzyılı (1) birincisi, İbn Haldun, Mukaddimc I. Anluıı·a, Oınır Yayınları, Hl77'dcn, Kork- maz Alemdar, Türkiye'de Ca~daş Haberleşmenin Tarih8cl Kökenleri. Ankal'a, AlTlA Yayııı.ı, 198:1, s. lL 122 ·• ~ 1 -- i ' ' ">' .t. 1 '. aşan O tarihlerden bu yana, insanın gerçekleştirdiği ilerlemenin sürekliliği de hayranlık konusudur. ·· Süreklilik, sözcüğünün anlatmak istediği gibi kesiksiz değildir. Zaman zaman sıçramalar, duraklamalar, gecikmeler vardır, ama ilerleme devamlıdır. Bunu sağlayan, her zaman aynı coğra­ fi konumda yaşayan insan grupları da değildir. Bol sulu, verimli topraklar üzerinde gelişen uygarlık, saldınlara uğrayıp göçtüğünde yerini başka insan gruplarının geliştirdikleri alnıak­ tadır. Onun içindir ki bundan yüzyıllar önce Mısır, Sümer, Hint adıyla anılan uygarlık, bugün başka adlar altında, başka yörelerde gelişmesini sürdürmektedir.» (2) dönem öncesine gidiyor. Alemdar biraz ileride de, «gelişmenin bir bütün» olduğunu söyleyerek, «İlerlemenin sürekliliği» kavrayışını genişletmekte­ dir : «İnsanların gerçekleştirdikleri ilerlemeleri haberleşmenjn gelişmesine katkıları açısından sıralamak oldukça güçtür. Tarihler her zaman kronolojik sıra yapmaya elverecek kadar açık. değildir. Hangi gelişmenin önce, hangisinin sonra olduğunu ana çizgilerle belirlemek mümkündür. Ama ilk bakışta ikinci derecede önemli ya da sonuç gibi görünen bazı gelişmelerin genel gidişi hangi ölçüde etkilediği konusunda genelierne yapmak güçtür. Gelişmenin bir bütün olduğunu düşünürsek her öğenin ya da etkenin ilerlemeye beli~li ölçüde katkıda bulunduğunu kabul edebiliriz.» (3) «Gelişme» ve «İlerleme» kavramları artık modern tarihçiliğin kavram çerçevesinden hızlı bir biçimde uzaklaşmaktadırlar. Bununla birlikte, bizim bilimsel tarihçiliğimizin emekleme devresinde olmasından ötürü, bu· kavramlar henüz sıklıkla kullanılmaktadırlar. Antik Dünyanın tarihe yaklaşımı, herşeyin yerli yerinde olduğu ve hiçbir şeyin değişınediği bir toplum düzeni algılamak­ tan öteye bir nitelik taşımıyordu. Antik Dünyayı aşan Rönesans insanı ise, bu mirası reddederken değişme kavramına bir yan Rönesans oluşumu içinde önce, toplum-ürün olarak ulaşmıştı. . ları yoneten değişmez yasaların olduğuna dair antik dogma redctedilmeye başlandı. İlk kez Niccolo Macchiavelli'riin yapıtında · ortaya çıkan ilerleme kavramı (4), Vico'nun Scienza Nuova'sını (2) (3) . (lı) Alemdar,op. cit., s. 13- 14 Altını ben (izdim. ;\JAK. Ihid., s. 17. Altını ben çizdim. MAK . Niccolo Macchiavelli, Hükümdar, fstaı1bul, Remzi Kitnhcvi, t.y. 123 . \' 18. yy.'a kadar tarihçiliğin vazgeçilmez bir kavramı ha- yazdığı line gelemedi (5). Bury'nin belirttiği gibi, «Fikirlerin de entellektüel ortamları vardır.» (6) Feodaliteyi tasfiye ederek, modern devleti kurmanın entellektüel ortamı-içinde olan İngiltere ve Fransa'dan baş­ ka hiçbir Avrupa ülkesinde ilerleme düşüncesi taraftar bulmu. şa ·· benzememektedir, Bodin, Bacon, Descartes ve Montesquieu ~önesans mirasını sürdürmekte yalnızdırlar. 18. yy.'da, bu yalnızlık, Vico'nun çarpıcı bir ad altında yayınladığı sanlığın kitapla sona ermeye başlar. Vico'nun temel tezi, inkendi kendinin eseri olduğudur (7). ' -- '~. ' Vico'nun ardı sıra·, Alman düşünürleri ·ilerleme kavramını düşünce sistemlerine dahil ederler. Bunlardan en ünlüsü olan Immanuel Kant'a göre,· «tarih bir idea'ya ulaşmanın çeşitli evrelerinden başka birşey değildir.» (8) : ;· · ~- / :' · · den önceki yüzyıllardan .geniş ölçüde ayrılmaktadır. Bu bulgulardan bir tanesi de Darwin teorisidir. Darwin'in evrim teorisinin yanı sıra, antropolojinin insanın fizik bir evrim geçirdiğini kanıtlaması, tarih teorilerini de etkilemiştir. Sonuçta, insanın fizik anlamda evrilen bir varlık olması, onun tarihinin de sürekli bir gelişme olduğu_ inancını pekiştirmiştir (9). İnsan,· H). yy. antropologlarına göre, toplum halinde yaşamak ve toplumsal açıdan sürekli gelişmek zorundadır. Çünkü, insan vücut ya-. ·pısı bakımından diğer hayvanlarla karşılaştırıldığında, «onun bir eksiklikler varlığı olduğu görülür; insan organıari belli bir işlev için özelleşmemiştir.-» (lO) Bu nedenle de insan çevresine uyamaz. Çevresine uyamayan insan, çevresini kendine uydur' (6) (7) (8) Giovanni Battista Vico'nun kitabının tam adı : Principi di una Scicn· za Nuova d'lntcrno Allo Communc Naturc dcllc Razioni'dir. J.B. Bury, The Idea of Pro~ress, New York, Dovcr, 1955, s. 7. Ccınil Meriç'in heyecanla söylediğ-i g-ibi, «Y ci) i ilmin annhtaı·ı şu : Insunlık kendi kendinin eseri; Tarihten lesadüfü kovan bir ihtilal. Büyük adam efsanesi Scicııza Nuova ilc tarihe kaı·ışır. Cerrıil 1\-lcri~, Bu t:Jlke, İstanbul, Otüken Yayıncvi, 1.979, s. 176. Imm.anuel Kunt, La Plıilosoplıie de l'Histoire, Paris, Goııthier, 1852, passını. (9) Charles A. Beard, «Introduction~, Bury, op. cit., s. XVII. (10) Takiyeltİn Mengüşoğlu, Felsefi Ant.ropologi, lsıanbul, · l.fJ. Ed. Fak. Yayını, 1971, s. 24. · 124 . ' :· 18. yy.'ın bu çekingen yaklaşımlarından sonra, iler~eme kavramı gerçek üstünlüğünü 19. yy. boyunca kanıtlamaya başlayacaktır. 19. yy. bilimsel alandaki devrimci bulgularıyla kendin- (5) ··. -:. '. ' •. mak zorunda kalır. Bu da üretim demektir. 19. yy. antropolojisine göre, insan birkez üreticiliğe başladıktan sonra, sürekli ilerlemek zorunda kalmıştır. Böylece, 19. yy. tarihçiliği ve antropolojisi, ortaklaşa olarak, gelişmenin kaçınılmazlığı kavrayışına ulaşmışlardır. 19. yy. tarih en ünlü temsilcilerinden biri Hegel'dir. Hegel'in tarih f~lsefesinin esası, tarihin mantığını bulmak, veya «değişmenin değişmez yasasını,. araştırmaktır (1ı) . 19. ·yy. tarihçileri bu bağlamda, Hegel felsefesinden hareketle, «tarihin bir anlamı olduğUna ve bu anlamın onun içinde saklı olduğuna» kesinlikle inanmışlardır (12). yaklaşımının önemli bir tarih kurarncısı da Marx'dır. Hegel'den kaynaklanan marxist teorinin araştırma ve bilgi nesnesinin zaman olması, (13) Marx'ın yapıtları içinde tarih teorisin.e ilişkin bölümlerin ve kavramiaştırma çabalarının büyük yer tutmalanna yol açmıştır. · 19. yy.'ın diğer Marx'ın kendinin, tarihsel yaklaşımında peşin bir tarih felsefesinin yerinin olmadığını söylemesine rağmen, gençlik yapı­ tı olan Alman ideolojisi'nde insanlığın belli üretim aşamaların­ dan geçtiğini ileri sürmüş olması, (14) marxist tarih yaklaşımı­ nın birçok kimse ve özellikle marxistlerin çoğu tarafından katı bir tarih felsef~si olarak yorumlanmasına yol açmıştır (15). Oysa, kanimızca Marx'ın amacı sadece, kendi çağının toplumsal oluşumunu anlayabilmek için, bir yöntem olarak, tarihsel süreci dönemlere ayırmaktan ibarettir. Bu bağlamda, «tarihi dönemlere bölmek bir olgu. değil, gerekli bir varsayım ya da ·düşünce aracıdır, aydınlatıcı olduğu ölçüde geçerlidir.» (16) Böylece, tarihi dönemlere ayırınayı bir yöntem aracı olarak .. kullanan Marx'ın ~sıl sorunu, kapitalizmin ekonomi politiğini yapmaktır. Bu nedenle de toplumların değişme eğilimleri onun (11) Hilmi Ziya t1lkcn, Millet ve Tarih Şuul'U, Istanbul, Dcrgah Y., 1976, s. 242. (12) E.I-I. Cal'l', Taı·ih Nedir, istanbul, Birikim Y., 1980, s. 28. (13) Henri Lcfcbvrc, Marx'ın Sosyoloiisi, lstanbul, Oncü Kitabcvi, 1.968, s. 33. . . . (14) Karl Marx, Friedriclı Engels, Alman Ideolojisi, Ankara, Sol Y., 1976, s. 4.2-47. . (15) Marx'ın olgunluk yapıtlarında, özellikle son yapıtı o]an Kapital'de tarih görüşünü sergileyen bölümlcrin bolluğuna rağmen, marxist, ta-. rih görüşü!ıi.i. inceleyen yazarların çoğu!mn alıfları, Alman İdeolojisi' nin andığımız beş salıifesindedir. (16) Carr, op. cit., s. 81.. . 125 . ı·, araştırma nesnesını oluşturmaktadır. sinde bulunan ve kitabını ona için tarihsel hareket süreklidir. Darwin geleneğinin adamayı düşünmüş etkiolan 11arx Tersine bir yaklaşım olarak tarihin sürekliliği yoksa, tarihte bir tutarlık aramak boşuna bir -çaba mıdır? Bir antropologumuzun sorduğu gibi, «Kainat, hayat, insan ve nihayet tabiat ve· tarih bir kördöğüş müdür?» (ı 7). Bilim ancak bir düzen algılaınası içinde mümkündür. Bilimin olabilmesi için, nesnelerin kendilerinde düzenli olmaları mutlaka gerekme.z. Bizim onları belirli bir rationel içinde kavrayabileceğimiz çerçeveyi kurabilmek bilimin temel uğrl!şı~ır. Aksi olsaydı, yani kendinden varolan yasalar olsaydı ve bilimin görevi de bunları insan anlayışına sunmak olsaydı, en müsbet sayılan bilimlerde bile sıklıkla rastladığımız teorik çerçevelerin sık sık değişmesi olgusuna rastlamazdık Bu çerçevede bilimin görevi kaos'u kosmos'a çevirmektir cıa>. bağlamda, «tarih adına layık tarih, tarihin içinde bir yön duygusu bulan ve bu~u kabul eden kimselerce _y~zılabilir.» (19) , . Bu İşte Marx'ın tarih. anlayışı tam buradadır. Tarihsel tutarlık ar~rken a priori bir varsayımdan hareket etmez. Tarihin eğer ·bir yönü varsa, bunu bulmak ister. Ancak, araştırma nesnesi·nin tarihte bir yön olup olmadığının_ soruşturulması olması, bir süre sonra Marx'ı kaçınılmaz bir biçimde «yön» kabulüne götürür. ~ ,. ·/ _Marx'ın hareket noktasından uzağa düşerek tarihin bir yö- · nünün olduğunu kabullerrmesi 20. yy.'ın başlarında sert eleş-tirilere yol açmıştır. ~u eleştirilerden en tanınınışı Bergson'a ait alanıdır. Bergsoiı'a göre, tarihçi içinde bulunduğu ·çağdan geriye bakarsa, kolaylıkla, daha önceki· dönemlerin, buraya"' ulaşmak için zorunlu basamaklar olduğunu düşünebilir (20). 20. daş (t 7) yy.'ın başındaki tarih anlayışının bu tepkilerin yoğunluk kazanması, çağ­ iskeletinin oluşmasına yol açmıştır. Çağ- Şevket Aziz. Kansu, «Bir Antropolojist Gözüyle Kainat,. Hayal ve İnsan Tarihinin Manası Hakkında», IV. Türk Tarih l{ongresi~ Anka'ITK Yayını, 1952, s. 4GG. Cemil Meriç, llimlcr ve Ideolojiler, Ankara, Umran Y., 1981, arka · kapak. Carr, op. cit.,s. 176. Henri Bergson. Lcs Deux Sourccs de la Morale ct de la Rcligion. · Paris, Alcan, 1954, s. 188- 89. ra, (18) (19) · (20) 126 .(' daş tarih anlayışı, 19. yy.'dan 20. yy.'a geçerken yapılan tartış­ malardan önemli ölçüde esinlenerek, tarihin bir yönü ve anlamı olduğu tartışmasını bir yana bırakmıştır. Artık, çağdaş tarihçi için önemli olan, geçmiş olay ve olgu bütünü içinden neyin tarihsel, neyin tarihsel olmadığını ayırabilmektir. Başka bir anlatımla, adına geçmiş dediğimiz oluşumun unsurlarından hangilerinin tarihte meydana gelen değişmeleri açıklayıcı niteliklerinin ·olduğunun saptanabilınesi uğraşısı, tarihçilik mesleğinin özünü oluşturmaktadır. Çağdaş bilirnde de gözlenen bu yönetsel ve karvamsal çerçeve ,değişimi paralelinde, tarih bilimi de ilerleme ve yön kav. ramlarını a prim·i olduklarından ötürü yöntemsel çerçevesinden uzaklaştırmakta, tarafsız bir bilimsel araştırma kılavuzu aramaktadır. Bu kılavuz da tarafsız bir kavram olan «Oluşumıodur. Gramsci'nin ifadesiyle, «ilerleme bir ideolojidir. İlerleme, yapısı­ na tarih bakımından belirli bir kültürün öğeleri giren belirli bir anlayışa bağlıdır. Oluşum bir felsefe kavramı olup, bunda ilerleme bulunmayabilir.» (21). , Fakat, tarih biliminden ilerleme ideolojisini çıkartmak pek de kolay değildir. B1.1 kavram, hala güçlü bir biçimde bir çok ya.: pıtta kendini göstermektedir. İlerleme ideolojisinin en yaygın dışavurma biçimi, Avrupamerkezci ( europeocentriqueJ tarih görüşüdür. Batı'da son yayınlanan tarih kitaplarından birinin adı «The Rise of the West» <Batının YükselişD ~ alt başlığı da «A History of the Human Community» <İnsan Cemaatinin Tarihi> dir (22). Bu 'çok tipik bir örnektir. Batı insan cemaatinin bütünü. olmayıp, sadece bir bölümüdür. Burada Avrupamerkezci tarih görüşünün temel varsayımı ortaya çıkmaktadır : Parça bütünün yerine konularak, Batının değişme sürecinin oluştur­ duğu çizgi, tarihin yönü olarak kabul edilmekte, bu değişme sürecini göstermeyen toplumlar ise sapma sayılmaktadırlar (23). ·. · (21) (22) (23) Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, lstuıibul, Payel Y., . 1975, s. 66. K.N. Cameroıı, Humanity and Society, A World History, New York, MRP, 1977, s. ix. Ancak .sayıları giderek artan bir tarihçi. kitlesi, artık Batı tarih çiz· gisini bir istisna. olarak görmektedider. ~·Sorular ıarihsel · kaçını]· ınaz1ık varsayımından hareketle ve bundan çıkarılan yasalar nçısın·. dan sorulmaktadır~ Sözi.i edilen aşamaların Avrupa dışında ortaya çıkmaması, Avrupa tarilıini eg·cmeıı taı·ih halinden çıkarıp, istisna haline g'etirmektedir.... Szymon Chodak, Societal Development, New York, Oxford Uııiversity, 1973, s. 35. 127 . ) Bu Avrupamerkezci, naif ve şematik tarih anlayışı (24), toplumsal d~ğişmenin ·ancak Avrupa modeline göre olabileceği yanlış varsayımına dayanmaktadır. Bu anlayış, Avrupanın son ulaştığı aşamaya, ancak Avrupa gelişiminden geçilerek gelinebileceğine inanmaktadır (25) . Fakat, tarihte bir toplumlar hiyerarşisi varsayan bu kavramlar yerine çağdaş bilimsel tarih yazınında, değişme kavramı ' yeğlenmektedir (26). Oysa,· Alemdar, uygarlıkların bir u bayrak yanşı• gibi sürdüğü ve bir uygarlığın çökmesiyle, onun kaldığı yerden bir baş­ kasının devam ettiği inancındadır. Diğer yandan, zaman zaman sıçramaların, duraklamaların ve gecikmelerin olmasından söz etmesi, opa göre uygarlığın önceden belirli bir çizgi üzerinde ileriediği varsayımına dayanmaktadır. lık, sine Gene Alemdar'a göre, gelışme bir bütündür ve tüm insanyukarıda belirlenen. çizg~ doğrultusunda insanlığın gelişme-· katkıda bulunmaktadır. Alemdarın insan top Iumlarının evrim liştirdiği anlayışa katılamıyoruz. konusunda geönce, bu anlayış tarzı Herşeyden günümüzü düne taşımaktadır. Diğer bir anlatımla, çağımızda varolan «birbirinden haberdar toplumlardan oluşan dünya• insanlık tarihinin her evresinde varolm u ş sayılmaktadır ki, bu gerçeklerle tamamen terstir. Bugünkü dünya, 16 yy.'dan sonra meydana gelen oluşurolann ü~nü olup, Avrupanın, Avrupa . yaşam biçiminin dünya çapında yayılması sonucu ortaya çikmıştır. Oysa, daha önceleri, yani insanın yeryüzünde iki ayağı · üzerinde ilk mütereddit adimlarını attığı andan 16. yy.'a gelinineeye kadar, birbirlerini izleyen kültürlerden. sözetmek son derece güçtür. O çağlar için daha doğru olanı, birbirleri hakkında çok yüzeysel bilgilere sahip olan, _çoğu zaman da bu bilgilere bile sahip olmayan ve birbirleriyle kesişme noktaları olmayan kültü:rlerden sözetmek olacaktır. (24) (25) (26) 128- Ibid., .s. 5. Batı merkezci tarih görUşünün bayraklarlarından Oswald Spengler' in kuramı için Cemil Meriç, ~·Bu tarih alanına aktarılmış Batlamyus sistemidir» demektedir. Ccınil Meriç, Ururandan Uygarlığa, Istanbul, Otüken Y., 1977, s: 119. Spengler'in görüŞleri için bkz.: Oswald Spengler, Batının Cöküşü, İstanbul, Dergah Y., 1.978. S.N. Eisenstadt, H.cvolution and the Transformalion of Societics, New York, The Free Press, 1978. :, ~ ., . \' Alemdann andığımız çözümlemesinde bizce yanlış olan bir nokta da, insf,tn toplumlannın değişmesine ilişkin varsayımını mutlak zaman anlayışı içinde yapmasıdır. Yani, insan toplumlan belirli zamanlarda belirli· aşamalardan geçmişlerdir. Oysa, tarihte mutlak zaman genellikle mikro· analizlerde kullanılan bir araç ·olup, makro analizlerde, yani insanlığın tümüne ilişkin ·yaklaşımlarda, göreli zaman yaklaşımı kullanılmaktadır. bugüne ulaşmak için geçirdiği aşamalan kader olarak görmekten çok, belirli bir mutlak zaman kesitinde çeşitli insan toplumlarının birbirlerine göre konumlarını saptamakla yetinmektedir. Bu bağlamda, kanı­ mızca, Alemdarın analizi Avrupamerkezcidir ve bu gelişme çizgisini tüm insanlık için kader olarak görmenin ötesinde, bu görüşe yöneltilen temel eleştiride olduğu gibi, örtülü bir biçimde de 9lsa, bir toplumlar veya uygarlıklar hiyer.arşisi görmektedir. Göreli zaman yaklaşımı~ Avrupanın «ilerlemenin bir bütün olduğu»na dair temel sonra yazarın ·şu ifadesi anlam kazan. maktadır. «Yeryüzündeki yaşamlannın çok uzun bir dönemini göçebe olarak yiyecek toplamakla geçiren ilk insanlar için zorunlu haberlerin av hayvanlarıyla ilgili· olduğunu söylemek mümkündür. (27) Alemdarın yaklaşımını saptadıktan İlk insanlar çoğu zaman sanıldığının aksine otoburdular. diğer otobur hayvanlar gibi bağırsaklarının uzun olması bunu kanıtlamak~adır (28). Bu neden1e -de insanın ilk besin kay- . Tum ·. bitkiler olmuş ve yaşamının çok uzun bir dönemini toplayıcı olarak geçirmiştir. Ancak, toplayıcılık faaliyetiniri tüketici bir eylem olması (29), ilk insanların doğal çevrelerini sürekli · olarak aşındırmalanna neden olmuştur. Bu durumda,. bazı top .. lurnlar yok olurken, bazı toplumlar otoburluktan etoburluğa, oradan da omnivore (herşeyi yiyen> 'Iuğa geçmeyi başararak hayatta kalabilmişlerdir. Bunun anlamı, insanın toplayıcılığın yanında avcılık da yapınağa başlamasıdır. Biyolojik işbölümü­ ne, yani kadın ve erkek arasında işbölümüne yol açan bu yeni nağı (27) (28) Alemdar, s. 14. -Ashley Montagu, Lcs Prcmiers Agcs de bout, 1964, s. 119. ·(29) Ufuk Esin, İlk Urctimciliğc GeçiŞ Evrcsiı;ı.dc Anadolu ve Güneydoğu Avrupa, İstanbul, İ.U. Ed. Fak. Y., 1979, passim. l'Hommc~ Verviers, Mara- 129 1' yiyecek bulma faaliyeti (30); insanın toplayıcılığa oranla daha dar bir alanda sabitleşmesine yol açmıştır (31). Aslında, toplayıcı ve avcı toplumlar sabit. bir coğrafya üzerinde ama nisbi anlamda geniş bir alanda yaşarlarken (32), gerçek _anlamda göçebe olan toplumlar, hayvan yetiştirdikleri için, ama bu hayvanların beslenebilmeleri için yem üretemediklerinden, doğaya karşı, toplayıcı ve avcı toplun1lara göre çok ' daha tüketicidirler. Bu nedenle de bilimsel adı pastaral nonıa­ dism olan gerçek göçebelik, sabit bir yaşam alanından yoksunIuğu ve sürekli coğrafya değiştirme zorunda olmayı ifade etmektedir (33). Önce toplayıcılık yapıp, sonra buna avcılığı da ekleyen, bundan sonra da hayvanları evcilleştirerek, tarımsal üreticiliğe geçen insanın öyküsü, genelde Avrupa gelişim çizgisinin baş­ langıcını temsil etmektedir (34). Diğer bir deyişle, bu anılan toplum biçimleri, her toplumsal oluşum için uzun soluklu bir evrimin zorunlu aşarnalari değildir. Örneğin günümüzde Avrupa sanayi toplumu haline gelmişken, Yeni Gine'de bazı Papu kabileleri toplayıcılıkta (35), Güney Afrika'da Hotanto ve Boşi. manlar avcılık - toplayıcılıkta (36), Kuzey Afrika'da Tuaregler pastaral nomadism'de (37) ka.lmışlardır . . Böylece, insan toplumlarının tümünü kapsamayan bir değişme modeli, Alemdar tarafından tüı:n insanlığa mal edilmektedir. ~ (30) (31) (32) (33) (34) (35) ·(36) (37) Jacques Maquct, Les Cicilisations Noircs, Vcrvicrs, Maruhou\, 19(:)(), s. GO ve Montagu, op. cit., s. 120. Maquet, op. cit., s. GO - 81. Marshall D. Salılins, Tribesmeıı, Englewood Cliffs, .N.J., PrcnticeHall, 1968, s. 39. Balıkçı toplumlarda yaşam alanı çok daha durdır. lbid., s. 32 - 39. Bu konuda bkz.: V. Gordoıı Chil de, L'Europc Prehistoricıue, Paris, Payot, 1962, passim.; Gralıamc Cll\rk, La Prehistoiı·e de 1'1-Iumanitt\ , Stuart Piggott, Prehistoric SoParis, Payot, 1962, passim.; cieties, Harınondswortlı, Penguiıı, HJ76, passim. Uu konuda ilgin~; olan, Chilele'ın 193G'da geliştirdiği ve ~<Neolitik devrim» adını ver· diği ilk tarımsal üreticiliğe geçişin Kuzey lVIezopolaın~·ada gerçek· leştiği teorisi (V. Gordon Childc, Man Makcs Hiınsdm, New York, l\Ientor, 1958, ilk baskı, 1936) bugün şiddetle rcddcdilıncktc ve ilk tarımsal ürctirric Avrupa topraklarının sahne olduğ·u ileri sürlilmektcdir: Bu konudaki tartışmalar için bkz.: Esin. op. cit., s. 5 - 1 ·1. J. ct P. Villcminot, La Nouvellc • Guinee, Yervieı·s, Mambout. 19GG. Maquet, op. cit., s. 60. / Attilio Gaudio: l.cs Civilisatioııs du Sahara, Vervicr, i\Iaraboul, 1967. 130 \ -,' . Alemdar'ın, insan toplunilarını belirli bir hedefe yönelmiş olarak algılamasının ürünü olarak, bazı yerel oluşumlar, kanı.­ mızca hem tersinden görülmekte, hem de bu oluşumlar sahip olmadıkları bir işievle donatılmaktadırlar. M.Ö. 3.000 yılları Alemdar'a göre «büyük uygarlıkların ortaya çıkmaya başladığı dönemdir.» (38) Uygarlığın büyüğü, küçüğü olamıyacağı inancı ile biz bu sözü büyük imparatorluklar biçiminde algılamaya eğilimliyiz. Alemdar'a göre, bu oluşumların ortaya çıkmasına temel etken, özellikle akarsulardan düzenli bir biçimde yararlanabilmek için, kanallar açılması, sulama bentlerinin yapılması gibi faaliyetlerin «kabileler birliği» tipinde bir örgütlenmenin olanaklarını aşması ve bu işlerin yapılabilmesi için bir merkezi devlet örgütüne duyulan ihtiyaçtır. Bize göre bu yorum oldukça gayecidir. İnsanların birarada · yaşamalarını bir toplumsal sözleşme ( contrat social) kuramıy­ la açıklayan J.J. Rousseau gibi, Alemdar d~, devletin ve özellikle merkezin, en azından Orta Doğu'da ortaya çıkışını, sulamanın organizasyonu ile açıklamak istemektedir. Bu açıklama, İktisat Tarihi yazınında «hidrolik toplum» del)ilen ve Wittfogel'e ait olan bir yaklaşımla ilgilidir-(39). Wittfogel'e göre, sulamanının organizasyonunun önem kazandığı ilk tarımsal toplumlarda, bu amaca ulaşmak için merkez örgütlen. mesi ortaya çıkar ve despotik bir karakter kazanır. Gerçekte ise, örneğin Mezopotamyadaki gelişmelere ilişkin çok ünlü iki arkeologun vargıları, olayın böyle olmadığına dair ciddi kanıtlar oluşturmaktadır (40). Bunlardan Schmökel'e göre, arkeolajik bulgular, Mezopotamyada artığın organizasy.onunu sağlayabilmek için önce kent örgütlenmesinin ortaya çık­ tığını ve bu kent- devletç~likleri arasınciaki savaşların imparatorluğun yani merkezin oluşmasına neden olduğunu bildirmektedir (41). .' diğer ünlü arkeolog olan Childe'ın ise, Mezopotamya'da yapılan kazı sonuçlarını derlediği kitapta ulaştığı kanı, sulama Bir ('. (38) (39) (40) (41) Alemdar, s. 17. Karl Wittfo~el, Oriental Despotism, New 1-Iaven, Yale University. 1964. Bkz.: 1-Ienri Frankfort, The Dirlh of Civilization in the Near East. Sumericnııe, Paris, Payot, 1964. Schmökel, op. Cit., s. 62. 131 \., \ işlerinin düzene sokulmasının, . devlet örgütlenmesinden önce olduğudur (42). Sümer metinlerinden bazılarının ineelenmeleri bu konuda daha da netleşmemize olanak verebilir. Mezopotamyada merkezi devletin ortaya çıkmasından önce, kent devletleri halinde yaşamlarını sürdüren Sümer sitelerinde, lugal adıyla anılan ,.. kent yöneticisi (43) aslında kent yaşamına geçilmiş olmakla beraber hala etkinliğini sürdürmekte olan kabile örgütlenmesindeki, kabile şefidir ve bu niteliğinden ötürü kentin de yöneticisidir. Bunun yanında kentin diğer siyasal ve toplumsal örgütleri, kabile örgütü temeli üzerinde devam etmektedir. Bu olgunun ışığında, kent devletleri dönemine ait şu metin açıklayıcı olmaktadır. c yaptı Eridu kenti k,ralı Tann Enki'ye · apsu- pesir'i (parlak kanalı)» (~4) Siteler arasında meydana gelen savaşlardan sonra ortaya çıkan merkezi devlet ise, artık. kanaldan çok tapınak yapımıy­ la uğraşmaktadır. «ülkenin ve dört cihanın çobanı için kuvvetli kral Ur kralı dört ci~anın kralı ............ tapınağını Onun sevgili tapınağını Ona yaptı.» (45) Bunların yanında, .Tipi Üretim .. (42)' V. Goı·dön Childe, Doğu'nun Prclıistoryası, Ankara, . . Tl'K Yayını, (43) 1971, s.116-17. Bu yerleşim alanlarına çağdaş çağrışımlar lalıdır. Bu ilkel k.entlerin büyücek köyler (44) konuda bkz.: Lewis Mumford, 1lıc City in History, New York, Har· court Brace Jovanovich, 1961, s: 29 · 46. Mebrure Tosun, Kadriye Yalvaç, S!imcr Dili ve Grameri. 1. cilt, Siimcrcedeıı Orııeklcr, Aı~kara, TTK Yuyıııı, 1981, s. ·'ı. lbid., s. 19. '• :1 -· Tarzı hidrolik toplum teorisinde ve diğer Asya teorilerinde, Doğu toplumlarında özel mül- (45) açısıudaıı kent demek ha· olduk1arını Li1direliın. Bu 132 \ \ \ . kiyetin olmadığı i_nancı vardır. Bu inancın dayanağı, . sulamanın merkezi organizasyonu nedeniyle, toprakların. da merkeze ait olması gerektiğini çıkarsainasıdır. Oysa, gerçekte sulama merkezin ortaya çıkmasından önce gerçekleştirilmiş bir faaliyet olduğu gibi, (aksi halde, kurak iklimli Mezopotamyada tarım mümkün olamazdı.) topraklar üzerinde ·özel mülkiyet tüm , eski Mezopotamya tarihi boyunca gözlenen yaygın bir olgudur .. Bu konuda bir örnek: bir adamın ekime hazır tarlasını bir (başka> adam tarla olarak işler (ve) ekerse dava edildiğinde (mütecaviz) bunu dikkate alınazsa o adam masrafları ödeyecektir.» «Eğer «Eğer su· altında bir adamın bırakırsa ı bir (başka> adam iku'luk tarla için 3 gur arpa ölçecektir.» ekime hazır 'tarlasını «Eğer bir adam ekime hazır tarlasını ekmek için bir adama verirse (o adam) onu ekmezse işe yaramaz tarla haline getirirse tarlanın her iku'su için 3 gur arpa ölçecektir.» (46) Alemdarla ra ikinci konu ise, tarihsel olgula:... nedeniyle ortaya çıkmaktadır. uyuşamadığımız ilişkin bazı yaklaşımları Yazara göre, «Hindistan hatta Çin'le ticari ilişkiler vardı, ancak buralardan gelen lüks mallar Roma dış ticaretinin açık ver~esine yol açıyordu. Bu açık altın ödenerek kapatıldı. Roma büyük zenginlikler yaratmıştı ama zenginliğin belirli eller. de toplanması kölelerin önce ayaklanmalarına CSpartaküs M.Ö. 73-71), sonra da Hıristiyanlığı benimsernelerine yol açtı.» (47) Bu çerçevede Alemda:rın, Roma çözülme sürecine olarak ileriye sürdüğü görüşlere katılamıyoruz. ilişkin Roma İmparatorluğu aynı veya benzer toplumsal ve ekonomik koşulların her bölgesinde geçerli olduğu bir siyasal ve ekonomik bütün olarak düşünmek, genellikle kaçınılamayan bir varsayım hatasıdır. Oysa, aslında Romanın Doğusu ve Batısı başlangıçtan itibaren farklı değişme çizgileri izlemişlerdir. Romanın Batısı, yaygın köle emeğine dayalı latifundium tarı­ mı ve toprak mülkiyetinin Cumhuriyet dönemi siyasal eliti olan senatörlerin elinde olduğu bir doku oluştururken, İmparator­ luğun Doğusu, Helenistik mirası sürdüre_rek, bu bölgedeki top(46) - McLrurc Tosun, Kadriye Yulvaç, Sümcı', HaLil, Assuı· Kanunları Anıınİ - Şadu<rua Fcrnıam, Ankara, TTK Yayını, 1975, s. !J3. (lı7) Alemdar, s. 26. Ye 133 _· \-. büyük bölümünün imparatorun elinde olduğu ve özgür küçük köylü mülkiyetinin egemen olduğu geleneksel dokusunu sürdürmüştür. Bu iki farklı oluşumun sonucu olarak, Batı Roma tarımı kendini dahi besleyemezken, Doğu, Batının hemen her türlü ihtiyacını karşılamıştır. rakların imparatorluk fetihle kurulduğundan, Roma merkezi, eyaletlere (provinciaJ İtalyamerkezci fİtalocentriqueJ bir bakış açı­ sından yaklaşmış ve onları bir ürün uzmanlaşmasına göre sı­ nıflandırmıştır (48). Bu anlayışın sonucu olarak, tüm eyaletler, çok az şey üreten Roma ve İtalyanın her türlü ihtiyacını karşı­ layacak alanlar olarak görülmüşlerdir (49). Demek ki, Batı Roma ticaretinin açık vermesinin asıl nedeni, Hint ve Çin ile sürdürülen lüks ticareti olmayıp, Doğu Romadan ithal edilen zorunlu tüketim maddelerine karşılık Batının satacak malı olmaln:asıdır. Ayrıca, lüks ticareti Romanın son anlarına kadar devam ettikten başka, lüks malların talepçisi olan toprak maliki sınıf, bu ticareti Romanın çökmesinden de öteye, 8. yy.'ın sonlarına kadar sürdürmüştür (50). Roma dış ticaret açığının altın ödenerek kapatıldığı konusundaki yargıya da tam anlamıyla katılamıyoruz. Yayılma savaşlarının Roma için karlı olduğu dönemde, yani M.Ö. ı. yy.'ın sonlarına kadar bu yargı doğrudur. Fethettikleri ülkelerdeki değerli madeniere de el koyan Roma, anılan süre içinde bu de· ğerli madenieri _dış ticaretin finansmanında gerçekten kullanmıştır. Ancak, savaşların maliyetinin artması ve getirisinin düş­ ıneye başlamasıyla birlikte bu olanak Roma için kaybolmuş­ tur. Bu durumda, Roma dış açıkları gene kapatmıştır ama bu kez enflasyona başvurarak, M.S. ı. yy.'dan itibaren Batı Roma tarihi sürekli devalüasyonlar ve paranın ortadan kaybolması tarihidir. Diğer yandan, «Roma büyük zenginlikler yaratmıştı.» sozu bizce, İmparatorluğun Batısı için geçerli değildir. Batı Romada, «Roma ihtişamı»na ~anıt olarak gösterilen herşey tal~n savaş­ ları sırasında, başka toplumlardan elde edilen zenginliklerle meydana getirilmiştir. Batı Roma'da egemen olan köleci sistem, ancak köle arzının sınırsız olduğu ·bir ortamda kendisini sür(!iS) (!ıD) (50) 134 Bertrand de Jouvcncl, Du Pouvojr, Paı·is, Hachcttc, :t!)72, s. 87- 8. J. Maillct, Histoirc des Institutions ct des Faits Sociaux. Paris, Dalloz, 1956, s. 330. Henri Pirenİıc, Mahomct ct Charlcmagnc, Paı·is, P.U.P., 1970. 1' ·~ dürebilirdi. Savaşların köle getirisinin düşmeye başlaması ve bunun sonucu köle fiyatlarının artmaya başlamasıyla, köle emeğinin verimsizliği ve bir zenginlik yaratamıyacağı açığa çıkmış­ tır. Yine köle arzının azalmasının sonucu olarak, köle emeği­ nin kendini dahi yeniden üretmeğe yetmediği görülmüştür. Co~umella'nın fjkrine göre, Batı Roma toprakları için en uygunu iyi otlaklar haline getirilmeleridir (51L Buğdayını 1'Aısır ve Afrika'dan, üzümünü ve şarabını Boetika ve Sikladlardan alan, zeytinyağını Yunanistan'dan getiren, elbiselerini bulunmaz Suriye kumaşlanndan diktiren Roma'nın Batısı, ilk çağın en büyük tanıncısına da sahiptir ve o da Batı Roma'da tarım yapılabileceği kanısında değildir. Çünkü köle emeği ile birşey elde edilememektedir (52). Bu koşullar altında, Roma'nın Batısın~n ayakta kalmasının köle emeği sayesinde değil de, köle emeğine rağmen olduğunu ileri· sürebiliriz. Roma'nın batısının zenginliğini sağlayan Toutain'in çok aydınlık bir biçimde ortaya koyduğu gibi, Pax Ronıana'dır (53). Tüm Akdeniz dünyasını aynı siyasal birlik içinde birleştiren Roma, sadece Jandarmalığını üstlendiği bu oluşumda tüm bedeli Doğuya ödetmiş ve bu sayede milyonlarca köle barındırabilmiştir. Bu açıdan, Alemdar'ın Spartaküs ayaklanmasını zenginiikIerin belli ellerde toplanmasına bir köle tepkisi olarak açıkla­ masına katılamıyoruz. Kanımızca, Roma tarihi içinde çok ender o~arak görülen köle ayaklanmalarından biri olan bu isyanın temel nedeni, fetih savaşlarının giderek daha uzaklara taşınması sonucu kölenin pahalılaşmasıdır. Köle emeğinin aşırı verimsizliği varsayımı altında, bir de pahalılaşmaları durumunda, köleler özellikle madenierde aşırı çalıştırılınaya başlanmıştır. Spartaküs ayaklanması, bu çerçevede sadece aşırı çalıştınlma­ ya karşi spontane bir tepkiden başka birşey olmayıp, bu harekette, siyasal veya toplumsal bilinç görmek kanımızca yakıştır­ madır. Roma'nın Doğusu tı düzeyinde (51) olmayıp, ile Batısı tamamen arasındaki farklılıkların ayrın­ farklı iki dünyadan .bahsedile- Columclla, De He Hustica'daıı Hob(•ı'l La\nuelıc. The ·Birtlı of \Vl'S· · tem Ecoııomy, Londoi1, ~Icllmeıı, JDG7, s. lı. . (52) loc. eil. (53) .Jacques Toulniıı, L'Economic Anticıuc, Paris, La Rcnaissnııcc du Livr~, 1932. 135 bilecek düzeyde olduğunu daha önce vurguladık. Bu nedenle, Alemdar'ın «Bizans ya da Doğu İmparatorluğu, ortadan kaldırı­ lan Roma İmparatorluğunun yeni bazı özelliklerle devamından başka birşey değildir.» (54) cinsinden önermesine katılmadığı­ mızı bildirelim. Alemdar'ın Roma tarihine ilişkin olarak getirdiği açıklama.lardan katılmadığımiz bir diğeri de, Roma posta örgütünün altyapısına ilişkin alanıdır. Yazara göre, Roma posta örgütü askeri yollar üzerinde civitates, mutationes ve mansiones adlarını alan üç cins istasyonla teçhiz edilmişti. Bu istasyonların diğer işlevleri i'şaret edilmediğine göre, bizce, yazarın kanısı bunların sadece posta örgütüne ait olduğudur. Aslında, İmparatorhİk döneminin başlanndan itibaren (M.S. yy.'dan itibaren) Batı Roma ekonomisi bunalım içine· girmiş.tir. Dış ticaretin sürekli açık vermesi, köle kaynağının kuruması gibi nedenlerden ötürü, Batı Roma sürekli enflasyonİst poli- · tikalara sahne olmakta ve değerli madenler bir daha gün ışığı. na çıkmamak üzere gömülmektedir. Bu uzun bunalımın noktalanması 301 yılı~da reformcu imparator Diocletianus'un çıkar­ dığı kararnamedir. Nakdi vergi toplamının olanaksızlığı karşı­ sında im parater tüm vergilerin ayni (in na tura) toplanmasını emretmiştir . ·ı. . Vergilerin ayni olarak alınması, bürokratların ve ordu mensuplannın da ücretlerinin ayni ödenmesi zorunluğunun ortaya çıkmas:ı,na neden olmuştur. Tüm vergilerin ayni hale gelmesi, bunların depolanması' sorununu dogurmuştur. İşte bu soruna çözüm getirmek amacıyla Roma yollan ( cursus publicusJ boyunca, devlet depoları (mansionesJ yapılmıştır. Diğer yandan, kara ulaşımı son derece pahalı olduğundan, yollar boyunca kurulan mansione sıklığı 20 km.'de bire kadar yükseltilmiştir. Yine, ulaşırnın pahalılığının bir sonucu olarak, devlet memurlanna ve askerlere, ayni maaşlarını en yakın mansione'den alabilmeleri için kuponlar verilmiştir. Memurlar bu kuponlar karşı­ lığı, mailann buğday paritesine göre, her türlü ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı (55). (54) (55) 136 Alemdar, sb 27. Frank William Walbank, <<Trade and Iridustry Undcr the Later Roman Empire in the West~, · M. Postan and E.E. Rich (eds.) The Cambrid~e Economie History of Europc, Cambridge, University Press, 1952, vol. II, s. _64. · Civitates. ve mutationes ise, sadece posta örgütünün birer parçası olmayıp, Roma yollanndan yararlanan sivil asker tüm devlet görevlilerinin kullanımına açık istasyonlardı. Aynı çerç,evede, Alemdar'ın sadece curcus publicus sistemi için geçerli olduğunu düşündüğü angariae ve parangariae uygulamalan da Batı Roma'nın nakdi ekonomiden ayni ekonomiye geçmesinin ürünüdür. ihtişamlı dönemlerinde ve devlet ge··lirlerinin kolaylıkla sağlanabildiği zamanlarda, Roma kentinin ı milyona varan işsiz halkını meşgul etmek için görkemli yapı­ lar inşaatına girişen Batı Roma, 3. yy.'da en gerekli onarımlan bile yaptırabilecek kaynaklardan yoksundur. Bu durum karşı­ sında, gittikçe totaliterleşmekte olan devlet, tüm kamu inşaat­ larının yapılabilmesi için inşaatın yer aldığı bölge halkına angarya uygulamış ve bu kapsam çerçevesinde yolların da idame ve inşası da bu yolla sağlanır_ olmuştur. Diğer yandan, vergile. rin ayni olarak toplanması bu vergilerin devlet depolarına taşınmasını büyük bir sorun haline getirmiştir. Bu durum karşı­ .sında, ayni vergileri devlet depolanna taşıyabilmek için büyük çapta angaryaya başvurulmuştur. Ancak, verginin angarya yoluyla taşıttınlması büyük oranda fire verilmesine neden olmaktaydı. Salvioli'nin hesaplarına göre, verginin 2/3'ü taşıma sıra­ sında ziyan olmaktaydı (56). Bu kaybın taşıma teknolojisinin geriliğinden meydana geldiğini göremeyen bürokrasi, bunu ön. lemenin yolu olarak angarya süresini artırmayı düşünmüştür. Böylece, Batı Roma'da devlet angaryalannın büyük bölümünü vergi taşımaları oluşturmuştur. Alemdar'ın Batı Roma'nın ortadan kalkmasından sonraki dönemi açıkl.arken, «Roma İmparatorluğunun kültürlü dünyası >- yerine yan göçebe, okumasız yazmasız bir uygarlık getiren Cermen istilası (düzenli> haberleşme geleneğini ·ortadan kaldırdı. Devlet kavramından yoksun barbar krallıkları, 5. yy.'dan .9. yy.'a kadar devlet posta servisinden habersizdiler.» «Roma İmparatorluğunun ortadan kalkmasıyla beliren tablo buydu. Bu olumsuz görünüm haberleşme için olduğu kadar, onu çok yakından ilgilendiren, hatta biçimlendiren toplumsal ortam için de geçerliydi. 909. yılında Trosly' de toplanan He im s piskoposlan kentlerin terkedilmesinden, manastırlar~n yakılıp (56o Ferdinand Lot, La Fin du Monde Antique ct le Dchut du Moyeıı Age, Paris, Albin Michel, 1968, s. 67. 137 yıkılmasından, tarlaların başıboşluğundan yakınıyorlardı., (57) biçiminde anlattıklarına da katılamıyoruz. Roma İmparatorluğunun «kültürlü dünyasının» barbar Cermenlerce yıkıldığı çok yakın bir kanaattir, ama gerçek değildir. Roma'nın barbarlada ilişkisi, bir siteden büyük bir imparatorluğa doğru dönüşrneğe başladığı tarihlerden itibaren ortava çıkmıştır. Bir kez, Roma kölelerinin büyük çoğunluğu barbar kökenlidir. Diğer yandan, ı. yy.'ın sonlarından itibaren, Roma 'topraklarının emek açlığı içinde girmesiyle meydana gelen açık, büyük oranda barbarlar tarafından kapatılmıştır (58). Bunun ötesinde, özellikle Diocletianus reformlarından sonra ordu ve bürokrasinin elemanlan çok büyük oranda barbarlar arasından sağlanınıştır. Son dönem Roma imparatorları arasında barbar kökenli olmayanı yoktur. Aslında genellikle sanılanın aksine, emek açlığı içinde çökmekte olan Roma barbarlar tarafından yıkılmamış, aksine onlar Beri'in deyimiyle· Roma'nın çöküşünü geciktirmişlerdir (59). Bütün bunların ötesinde, Roma'yı yıkan barbar istilaların­ dan söz etmek de bize pek doğru gözükmemektedİr. Çünkü, 500 yılı için yapılan bir hesaplamaya göre, bu tarihte Batı Avrupa' da mümkün en fazla barbar nüfusu, yani RomalıJaşmamış ve yeni gelen nüfus, ı milyon olabilir (60). Aynı dönem için Batı Roma nüfusunun 30 milyon olarak hesaplandığı (61), düşünü­ lürse, barb~rların Roma kültürünü yok edecek güçte olmadık­ ları açıkça ortaya çıkar. Ayrıca, barbar krallıklarının böyle bir niyetleri de hiçbir zaman olmamış ve tüm barbarlar, yıkılan Roma'yı ihya etmenin çarelerini aramışlar?ır. Tüm Batı Roma nüfusu içinde % .3'lük bir oran oluşturan barbarların var olan . sistemi benimsemekten başka olanakları yoktur. · devlet kavramına sahip olmadıkları da Roma okulundan yetişme olan tüm barbar olursa olsun bir merkezi devlet oluşturma ·Ayrıca, barbarların 'bizce doğru değildir. kralları (57) (58) (09) (60) (61) 138 ne pahasına Alemdar, s. 29 - :w. Alfoııs Dopsclı, The Economic and Social Foundations of Europe:uı Civilization, London, Kcgan Pa u1, 1937, s. 5 t . Emmanuel Beri, Euı·opc ct Asic, Paris, GalliınanL 19GD, s. 2f)- :w. J.C. Russell, Population in Euroie 500-1500, London. J !)(30. s. 21' den PcıTy Anderson. Passagcs from Anliquily lo Feudulism, Loııdoıı, NLB, :1977, s. 11.3. Cameron, op, cit., s. 1.90; Jacques Pircnn c, Les Graıuls Couranls de l'Histoirc Uııivcrscllc, NcudıM.cl, Ed. de Baconııiôrc, 1D'ı7, s. lı2G. f gayreti içindedirler. Fakat, Roma'nın 3. yy. oluşumlan içinde güçlü bir biçimde belirmeğe başlayan feodalleşme eğilimi güçlü bir merkezin oluşmasına izin vermemektedir. Fakat bu olumsuz koşullara rağmen, Franklar, 6. yy.'dan itibaren. gen~ de duruma egemen olarak 9. yy ..'a kadar sürecek ve tüm Batı Avrupa' ya egemen olacak bir devleti kurup yaşatmayı başarmışlardır. Alemdar'ın Roma İmparatorluğunun ortadan kalkmasından _ sonraki tabioyu anlatmak için Bloch'a dayanarak anlattıklan, aslında 10. yy.'ın başlarına ait olup, Roma merkezinin ortadan kalkmasından .5 yüzyıl sonrasına aittir. Yazarca, Roma'nın ortadan kalkmasından sonra ortaya çıktığı ileri sürülen tablo, aslında adına, tarih yazınında, ikinci barbar göçleri denilen ve " Frank imparatorluğunu yıkarak Avrupa'yı gerçek anlamda devletsiz bırakan, dönemin tablosudur (62>. Alemdar'ın Türk - İslam tarihi konusundaki bazı görüşleri­ nin eleştirisine geçmeden önce, yazarın Batı tarihine ilişkin verdiği bilgilerden mek istiyoruz. Yazar, katılamadığımız bir iki ufak noktayı da bildir- sahifesinde atlı postaya Perslerin angareion adını verdiklerini bildirmektedir. Oysa, bu persçe bir kelime olmayıp Yunancadır ve Herodatosun diğer tüm ülkeler için yaptığı gibi yerel adları yunancalaştırma gayretinin sonucudur. Bu .gayretin bir ürünü olarak, bugün eski Mısır'a ait birçok özel adı Mısırcalarıyla değil de, Herodotos'un adlandırdık­ larıyla tanıyoruz (63). kitabının 20. Bunun gibi, 22. sahifedeki, eski Yunanın küçük Cumhuriyetiere bölünmüş olduğu ifadesi de bizce doğru değildir. Çünkü, eski Yunanda devletlerin ölçeği gerçekten küçüktü ama, bunların hepsinin Cumhuriyet olduğunu söylemek mümkün değlldir (64). 31. sahifede yer alan ve XI. Louis'nin feodaliteye son vermeye uğraştığına dair ifadeyi, feodalite bir üretim tarzı olduğundan ve ona bir kralın son vermesi mümkün olmadığından, (62) (63) (64) Bu konuda bkz.: H. Pircnnc, op. cit., passim. ve Marc Bloclı, La So· cicte Fcodalc, Paı·is, Albin Michel, 1968, s. 23 - 9G. A. Morct, Le Nil cl la Civilisation Eg-ypticnııc, Paris, La Heııaissan­ ce du Livre, 1926. Gustove Glotz, La Civilisation Egccnnc, Paris, La Hcnaissaııec Livre, 1923. du 1'39 '. biz yerel yetkilere son vermeye mak istiyoruz. uğraşıyordu biçiminde algıla­ Bir de 35. sahifede yer alan «en ucuz fiyat» sözünün biz iktisatçılan-' üzdüğünü belirtmek isteriz. Çünkü, fiyat bir malın kendisi olmayıp, sadece değerini belirleyen bir ölçü olduğun­ dan, ancak yüksek veya düşük cinsinden sıfatlandırılma.sı gerekir. ilgili olarak katıl­ ·madığımız son nokta da gazete tarihiyle ilgilidir. Yazara göre, «İlk gazete 1605 yılının Mayısında Hollanda'da Abraham Verhoeventarafından Anvers kentinde çıkartıldı. 15 günlük Nieuwe Tydinghen adlı bu gazete daha sonra düzensiz bir biçimde çık­ tı, ama yayının süreli hale gelmesi konusunda ilk adım atılmış oldu.» (65) Alemdar'ın kitabında Batı oluşumlarıyla Önce bu ibaredeki maddi hataları belirtmek istiyoruz. Bilindiği üzere fransızcası Anvers ve flamancası Antwerp olan kent Hollanda'da değil Belçika'dadır. Tarihsel adı Flandre olan ve kültürel bakımdan Hollanda'yla pek fazla bir ilgisi olmayan bir bölgede yer alan Anvers kenti, daha çok Fransız kültürel çevresindedir. Bunun dışında, tarihte hiçbir zaman Anvers Hollanda topraklan içinde yer almamıştır. Bizce bu hatanın kaynağı Türk aydıı;ı çevrelerinde Flandre'ın ısrarlı bir biçimde Hollanda'nın bir parçası olduğunun sanılmasından kaynaklanmaktadır. İkinci adı ·.' olarak, ilk gazete olduğu söylenen gazetenin orijinal Niuewe Tijdinghen'dir (66). İlk gazete konusunda da kesin bir bilgi vermek güçtür. An- ,.~ ~ - cak eğer kıstas, düzenli bir yayın ise, sanırız ilk gazete Osmanlı- Venedik sayaşı sırasında, 1563 yılında Venedik hükümeti tarafından çıkartılan ve savaş haberlerini günlük olarak yayın­ layan fogli d'avissi'dir. Bu gazetenin halk önünde okunınası sı­ rasında dinleyenler bir gazeta ücreti ödediklerinden,_ sonradan birçok dilde _periodik yazılı haber bültenlerinin bu adla anılma­ sı adet olmuştur (67). ·Gazeteyi belirleyen ... çok (65) (66) (67) 140 kıstas olarak sayıda basılıp satılması, alınırsa, yazılı olmanın ötesinde, ilk gazetenin Niuewe Tij- Alemdar, s. 88. ~History of Publishing»-, Encyclopaedia Brittanica. c. 15, s. 236. loe. cit. ...... ·- - - - - · - - - - - - - -...... '111 !,{': gene de tartışmalıdır. Courante Bladen adını taşıyan ve Anvers'li tüccarlada Venedikli tüccarlar arasında · dolaşan bir ticaı::et bülteninden türeyen bu gazetenin bilinen en ~ski nüshası 1621 yılına aittir. Oysa, 1609 ve 1610 yıllarında Almanya'da yayınlanmaya başlayan iki gazetenin, bu gazeteden önce çıkmış olmaları olasılığı vardır. Almanya'da yayınlanma­ ya başlayan gazetelerin ilki 1609 yılında Wolfenbüttel'de Dük Heinrich Julius von Brunswict - Wolfenbüttel tarafından kurulan Avisa Relation oder Zeitung'dur. Aynı yıl aynı adla Augsburg ve Strassburg'da ·iki gazete daha yayınlanmıştır. 1610'da 'Köln'de yayınlanan· gazetenin adı ise Gedenckwürdige Zeitung' tur (68L dn.ghen olması Türk- İslam tarihiyle ilgili itirazlarımıza gelince, bunlardan birincisi, yazarın 1402 Ankara yenilgisini l}aberleşme eksikliği­ ne bağlamasıdır. Osmanlı devleti kuruluşundan itibaren Anadolu merkez ·kaç güçlerinden büyük bir direnme görmüştür. Osmanlı merkezinin sürekli yayılması, Anadolu beylerini kendilerine bir koruyucu bulmaya yöneltmiştir. Timurun şahsında bu koruyucu. yu h~.ılan Anadolu beyleri, Osmanlı merkezini yıkmak için bir harekata girişmişlerdir. Ankara Savaşı bu harekatın son aşa­ masıdır. Osmanlı oluşumları açısından bu savaş kaçınılmazdı. Çünkü, bu savaş diğer bir çok savaşın aksine Osmanlı merkezinin kaderinin ortaya konduğu bir savaştı. Böylece merkez ile merkez- kaç· güçler arasında bir ölüm k~lım ·savaşı ·ni te liğin­ deki bu çarpışmayı olumsuz istihbarat durumunda vazgeçilebj.lecek nitelikte görmemek gerekir. Çünkü, I. Bayezıd olumsuz istihbarat als~ydı dahi bu savaşı kabul etmek zorundaydı; aksi takdirde, merkez- kaç güçler onu vurmak için mutlaka üstüne gelecek! erdi. Yazar, 71. sahifede Osmanlı İmparatorluğunun dış haber- .. leşme konusunda nasıl bir sistem geliştirdiğinin bilinmediğini söylüyor. Oysa, birçok ka1nakta bu konuda bilgiler olduğu gibi, yakınlarda yayınlanan bir kitap, çok büyük çapta bu konuyu incelemektedir (69). 73. sahifede yer alan, Osmanlı parasının kuruluştan itibaren güçlü olmadığı yargısına da katılamıyoru~. İlk kez 1326'da (68) (69) loc. cit. Jacques Lefort, rayı, . Docuınents Grecs dans les Archivcs de Topkapı. Sa- Ankara, TTK Y., 1981. 141 Orhan Bey zamanında bastırılan gümüş para akçe'nin değeri, 1452'ye kadar olan 100 yıllık dönem boyunca hiç değişınediği gibi, 1566'ya kadar izleyen 100 yıllık dönem boyunca da ancak % 40'1ık bir değer kaybına uğramıştır (70). gerçek anlamda güçsüzleşrneğe başlama­ ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan bir olgudur. Örneğin, 1561'den 1574'e kadar olan dönem içinde, akçe, altın para filori karşısında % 20 değer kaybetmiştir. Bunun anlamı, akçenin gümüş içeriğinin düşürülmesidir. Osmanlı parasının bu güçsüzleşme eğiljmi, bundan sonra sürekli artarak, Devletin .ortadan kalkmasına kadar sürmüştür (71). Osmanlı parasının sı, 16. y.y.'ın Alemdar'ın kitabında katılmadığımız son nokta da Moğol devleti ve Moğol Posta örgütüyle ilgili olarak yaptığı çözümlemelerdir. Yazara göre 13. yy.'dan itibaren «Asya'da güçlü bir devlet kuran" Moğollar Çin'de de kendi devletlerini kurmuşlar­ dır. Cengiz Han dönemindeki posta örgütü önemli yollar üzerinde kurulan birer günlük aralıklı posta istasyonlarından meydana geliyordu. Alemdar'a göre, «Bu posta istasyonlarına yam (ya da yamhaneJ denir. Bu sözcük_de büyük olasılıkl~ Çin'den. alınmıştı. Haberci ve binecekleri atların bulunduğu posta istasyonlarını sahib-i divan yönetiyordu." (72) Moğolların Asya'da büyük bir devlet kurduklarına katıl­ mamız mümkün değildir. Kuzey ve Orta Asya göçebeleri arasında bir kabileler konfederasyonu biçiminde ·beliren · Cengiz · İmparatorluğu yerleşik bir devletten çok, talanın örgütlenmesi. ni üstlenmiş bir göçebe meclisidir. Ancak, göçebeler ile yerleşikler arasındaki savaşlarda, kaybedecek şeyleri çok fazla olan ' ' . yerleşiklerin yenilmeleri kaçınılmazdır. Bu bağlamda Cengiz konfederasyonu, Asya'nın tüm yerleşik devletlerini yenebiimiş fakat onların yerine bir başka de'(let kuramamıştır. Burada ortaya çıkan şey, sadece Cengiz ailesinden bazı kimselerin yerel devletlerdeki yönetimi bir hanedan biçiminde ele geçirmelerinden ibarettir. Bu açıdan, Çin'in Cengiz'in oğullarından Kubilay' . ın eline geçmesi buranın Moğol devletinin bir parçası olduğu anlamına gelmez. Sadece, artık Moğol kökenli bir hanedanın (70)' N. Beldiceanu ve M. Belin'dcn derlcyen, Stefanos Yerasiınos, Az.. gelişmişlik Sürecinde Türkiye, 3 cilt, İstanbul! Gözlem, 1977, c. I, . s.273. (71) lbid, s. 27 4. (72) Alemdar, s. 42. 142 rtaMI ı'tZtrtWt' Çin yönetimini ele geçirdiğini belirler. Zaten tüm Çin tarihi boyunca, yabancı kökenli istilacıların Çin tahtını ele geçirmeleri sıklıkla karşılaşılan bir olaydır. Bu noktada, tüm eski Çin tarihi boyunca yegane Çin kökenli hanedanın Han hanedanı olduğunu belirtelim. Bu açıdan, Çin hanedanları genellilde Çin dışı olma~la birlikte Çin oluşumu kendi mantığı içinde sürüp gitmiş ve istilacılar çinlileşmişlerdir. Alemdar'ın Cengiz posta örgütünü r:rnzm .. ' • 1 anlatırken verdiği bilgiler bizce bir anachronisme oluşturmaktadır. Diğer bir anlatımla, Moğolların sadece İran'da uyguladıkları bu posta örgütü Moğolların ellerindeki tüm ülkelerde· aynıymış gibi düşünül­ mektedir. Oysa Moğollar, ellerine geçen ülkelerde varolan örgütleri aynen uygulamakla yetinmişler, ellerindeki tüm topraklar için aynı biÇimde· işleyen bir örgüt kuramamışlardır (73). Son olarak belirtmek .istediğimiz nokta, yazarın derebeylik terimini feodalite karşılığı olarak kullanmasıdır. Bizce, feodalite Batı Avrupa oluşumlarının ürünü olan bir üretim tarzı, derebeylik ise Osmanlı bozulma döneminin ortaya çıkardığı, pek fazla yaygınlaşma olanağı bulamayan bir merkez- kaç oluşu­ munun adıdır. Bu iki kurum. , kanımızca birbirlerine hiç benzemedikieri gibi, bu iki terimin birbirlerinin yerine kullanılmala­ rı, Osmanlı oluşumunun da feodalite olduğu imajını yarattığın­ dan, sakıncalıdır. Korkmaz Alemdar'ın kitabını eleştirrnek bizim için çok yorucu oldu. Kanımızca bu güçlük, kitabın, bu konuda yazılanla­ rın ilklerinden biri olmasından kaynaklanmaktadır. ı • (73) 1\'larco Polo'nun Ciıı, Sımler'in lran posta örgütü buldunda verdikleri bilg·iler bunu kanıtlamaktadır. Bkz.: Marco Polo, Marko Polo Seyahatnaınesi, 2 cill, Jstanbul, Tercüman Y., t.y.; Victor Chklovski, Le Voyagc de Marco Polo, Paris, Payot, 1980, Bertold Sımler, Iran Moğolları, Ankara, TTK Y., 1957, s. !ı59- 463. 143. ' 1