SİSTEMDE DEĞİŞİM Fransız Devrimi (1789) ile 1830’ların sonu arasındaki dönem, Osmanlı’da toprak, nüfus, ideoloji, yönetim, ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanlarında hızlı bir değişime sahne olmuştur. İhtilal olduğu sene tahta çıkan padişah III. Selim. Tahta çıkışından önce bile sarayın dışındaki dünyaya ve Avrupa'ya ilgi göstermekteydi. Şehzade iken, örnek aldığı şahsiyet olan Fransa Kralı XIV Louis ile yazışmış olduğu ve çevresine, Avrupa’da olan bitene ilgisini paylaşan dost ve hizmetkârlarını topladığı bilinmektedir. Saltanatının ilk üç yılında Rusya’ya karşı yapılan savaşın yönetimi üzerine yoğunlaşmak zorunda kalmıştı. 1792’de Osmanlıların askerî durumunun kötüye gitmesiyle, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu İngiltere ile Prusya’nın arabuluculuklarını kabul etmiş ve bu da, esasen Küçük Kaynarca Barışı’nın bir teyidi olan ve ilave olarak da Rusya’ya Karadeniz kıyılarında biraz daha toprak kazancı sağlayan Yaş Barışı’nı getirmişti. Barışın tamamlanmasının hemen ardından padişah, “Nizam-ı Cedid” denilen reform (ıslahat) programını başlattı Bu program esas olarak, merkezî devlet örgütünün gücünü hem dış düşmana (bilhassa, felaket getiren iki savaştan sonra Osmanlı gücüne karşı en büyük tehdit olarak ortaya yıkan Rusya’ya) hem de iç düşmana (yarı bağımsız ayana) karşı artırmayı hedefliyordu. Selim suisiimal ve rüşvetle mücadele ederek ve geleneksel sistemi ve böylece adaleti yeniden tesis ederek, devlet aygıtını (özellikle de orduyu ve vergi tahsilatı işini) güçlendirmeye girişti. Selim’i, 17. yüzyıl ortasında merkezi otoriteyi yeniden kurmuş olan Köprülü vezirlerinin zamanından beri uygulana gelen geleneksel reform teşebbüsleri ile 19. yüzyıl Tanzimat reformları arasında, geçiş döneminin bir şahsiyeti olarak ilginç kılan şey, onun amaçlarına ulaşmak için Avrupalı uygulamaların (ve danışmanların) kabulünün hazırlanması konusunda yaptıklarının kapsamı ile saltanatının Avrupa ile Osmanlı yönetici seçkinler sınıfı arasında iletişim kanallarını açma şeklidir. "Nizam-ı Cedid" reformları Askerî alandaki program, mevcut orduyu, yani Yeniçerileri, Sipahi atlı askerini ve topçular, top arabacıları gibi ihtisas birliklerini daha yeterli kılma girişimleriyle başlamıştı. Bu program, yolsuzluk ve rüşveti bertaraf etmek için tam anlamıyla askerî olan işleri subayların idari görevlerinden ayırmış ve geçen on yıl içindeki savaşlarda görevlerini ihmal etmiş olan askerlerin (büyük çoğunluk) çıkartılması yoluyla rütbelilerde azaltma yapmış ve bu arada geri kalan askere de katı disiplini zorlamış ve düzenli para ödemeyi garanti etmişti. Yeniçeriyi gücendirmemek ve tepkiyi azaltmak için ocağa bağlı “BostaniTüfekçisi” adı altında bir yapılanmaya gitmiş. Fakat bu kadar köklü ve radikal bir değişime gidilmesine karşı beklendiği gibi ciddi bir direnç oluşmuş ve sistemin içinden gelen engellemenin bu türden bir yeniden örgütlenmeyi neredeyse tamamen etkisiz hale getirdiği kısa zamanda anlaşılmıştır. (selimiye camii olayı) O zaman padişah ve adamları daha kökten bir çözüme, yani var olan yapının dışında yeni bir ordu meydana getirmeye karar verdiler. Yeni ordu için çalışmalara 1794’te başlandı ve bu yeni ordu, Selim’in saltanatının sonunda, 1807’de, o zamanın gözlemcilerine göre nispeten iyi donanımlı ve iyi eğitim görmüş hemen hemen 30 bin askerden oluşuyordu. Ayrıca deniz kuvvetleri de yeniden örgütlenmişti. Yeni askerlerin talim ve eğitim alanındaki gereksinimini, yabancı subayları danışman ve eğitimci olarak davet etmek sureliyle karşılamaya çalıştı. Bu subayların çoğu Fransız’dı. Fransa’nın o dönemde geçirdiği siyasal dönüşümün doğal bir sonucu olarak bu danışmanlar Fransa’nın hem krallık, hem cumhuriyet, hem de Napolyon İmparatorluğu yönetimlerinin kanalıyla temin edilmişlerdi. Modem bir sağlık örgütü ve tıp okulu kurulmuş, Mevcut olan deniz mühendisliği okulu modernleştirilmiş I795’le bir de kara mühendislik okulu açılmıştı Ancak devlet bütçesi ve kamu finansmanı konusundaki yapısal problemler halen devam etmekteydi. Irad-ı Cedit adında özellikle yeni kurulan bir bütçe oluşturulmuştu ancak bu bütçede çoğunlukla ayanlara yüklenen ek vergi ve gelirlerden oluşuyordu dolayısıyla huzursuzluk kaynağı haline gelmişti. Weberian anlamda bir bürokrasinin olmaması (düzenli maaş ödemesi yok, işe alma, terfi ve ilerleme açık kurallara bağlanmamış vb.) nedeniyle devlet görevlileri arasındaki adam kayırmacılık, rüşvet, adam fazlalığı ve kaynak israfı gibi sorunları giderme mümkün olmamıştır. Bu dönemin önemli kurumlarından biriside Divan’ın toplantılarını, gündemlerini ve yazışmalarını yapmak üzere “mühimme odasının” kurulmasıdır. III. Selim döneminin en önemli reformlarından birisi Batılı düşüncelerin Osmanlı İmparatorluğuna akışı için iletişim kanallarının oluşturulmasıdır. En önemli kanallardan birisi çeşitli ordu birliklerine tayin edilmiş Avrupalı, ve bilhassa Fransız eğiticilerdi. Askeri öğrenciler (aynı zamanda diğer seçkinler) bu eğiticilerle sadece askeri taktik ve eğitimleri değil aynı zamanda Avrupa’da o dönemde revaçta olan felsefi ve ideolojik konuları da tartışma imkanları buluyorlardı. Diğer önemli iletişim kanalı da Avrupa’daki Osmanlı elçilikleriydi (Londra, Paris,Viyana, Berlin). Daha önce de çoğunlukla Rum tercümanların görev aldığı diplomatik misyonlar olmuştu fakat 3. Selim ilk kez bu başkentlerde daimi Osmanlı elçilikleri kurmuştur. İmparatorluğun sonraki ıslahatçılarından bir çoğu, bu Osmanlı elçiliklerinde kâtip olarak hizmet görürken ilk Avrupa deneyimlerini edinmişlerdi Mesleki deneyimleri yetersiz olan ve Avrupa diplomasisini sıfırdan öğrenmek zorunda kalan elçiler Avrupa’da çok ciddi bir tesir oluşturamamış olsalar da döndüklerinde hem kendileri hem de halefleri Osmanlı toplumunda çok ciddi değişim ve etkilere sebep olmuşlardır. 3. Selim’in reform gayretleri oldukça düşman kazanmasına sebep olmuştur. Yeniçeri Ulema (Fransa etkisi) Halk (kahve, tütün vb. vergiler) Ayanlar (vergi ve asker temini) 1805 Edirne kolordusu olayı Kritik reformlar bunları sahiplenecek irade ve güç ister. 3. Selim gelen dirence karşı koyamayınca önce Mayıs 1807 Yeniçeri isyanıyla Nizamı-ı Cedid lağvediliyor, göreve getirilmiş olan yenilikçilerin tamamı görevden alınıyor, sonrasında da Şeyhülislam fetvasıyla tahttan indiriliyor. Uluslararası ilişkiler ve özellikle Fransa, İng., Rusya ve Avusturya arasındaki gelgitli dış politika önemli problemlerin doğmasına yol açmıştır. Dönemin ideolojik anlamda en önemli gelişmesi olarak kabul edilen Fransız devriminin Osmanlı toplumu üzerinde olan etkileri konusu çok net olmamakla birlikte özellikle aşağıdaki konularda etkisi olmuştur: Genç bürokratların özellikle yeni yasalar vb. değişiklikler için geleneksel çözümler yerine akla dayalı çözüm projeleri. Weberian anlamda bürokrasinin tanınması En belirgin bir etkisi olduğu kişiler, imparatorluğun Hıristiyan cemaatlerinin okuryazar üyeleri olmuştu. Özellikle Rumlar ve Sırplar. Devrimin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganlarından birincisi, bu cemaatler arasında rağbet bulacaktı; ancak özgürlük bu cemaatler için yurttaşlık haklarının değil, ulusal bağımsızlığın teminatı anlamına gelmişti. Ulusçuluk Osmanlı imparatorluğuna, devrim savaşlarının sonucu olarak girmişti. 1808 yılı bir Sırp ayaklanmasının başlangıcına sahne olmuştu. Yunan milliyetçiliğinin doğuşunda da, Bizans İmparatorluğunun yeniden kurulmasını amaçlayan bir gizli topluluk olan Filiki Eterya’nın kurulması ve Ruslar tarafından da himaye edilmesi etkili olmuştur. Başta Balkanlar olmak üzere artık imparatorluğun tüm bölgelerinde ulusçuluk yayılmaya başlayacaktır. 3. Selim’i tahttan indirenler yerine 4. Mustafa’yı tahta geçirmişlerdi ancak belirli bir politikaları olmaması nedeniyle başarılı olamamışlardır. 3. Selim’in yönetim kadrosunda bulunanların bazılarının İstanbul’dan kaçarak kendisine sığındıkları Rusçuk ayanlarından Alemdar Mustafa Paşa dönemin siyasetinde önemli bir figür olmuştur. İstanbul üzerine yürüyerek 3. Selim’i yeniden tahta geçirmeyi planlayan Alemdar, İstanbul’a varamadan 3. Selim öldürülmüştür. Ancak şehirde üstünlüğü ele geçiren Alemdar paşa 4. Mustafa’yı tahttan indirilerek yerine selefi gibi yenilikçi fikirleriyle tanınan 2. Mahmut getirilmiştir. “Savaşı kazanan ganimeti de alır” mantığının doğal bir sonucu olarak Sadrazamlığa getirilen Alemdar Mustafa Paşa’nın ilk icraatı 3. Selim’in öldürülmesinden sorumlu kişilerin öldürülmesi olmuştur. Lağvedilen Nizam-ı Cedid’in Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kurulması İleri gelen ayanların İstanbul’a çağrılarak İmparatorluğun yaşadığı sorunların tartışıldığı bir toplantı düzenlenmiştir. Daha çok Anadolu ayanlarının temsil edildiği toplantı sonucunda “Sened-i İttifak” kabul edilip Ekim 1808’de imzalanmıştır. (Padişah imzalamamıştır) Senedin imzalanmasından 5 hafta sonra her şey yine dağılacak, yeniçeri istediğini alacak, Sekban dağıtılacaktır. Alemdar paşada sığındığı cephaneliği kendisini almaya gelen yeniçerilerle beraber havaya uçuracaktır. Sultan’ın yetkilerinin bir kısmının paylaştırılması anlamını taşıyan “Sened-i İttifak” daha sonra meşruti monarşiye geçişte önemli bir ilk adım olmuştur. Osmanlı “Magna Cartası” olarak da kabul edilir. Padişah ve ayan adalete uygun şekilde yönetecekler Vergiler devlet tarafından adaletli şekilde konacak ve ayan tarafından adaletli şekilde tahsil edilecek Ayanlar, reformları ve yeni bir ordunun kurulmasını destekleyecekler Padişaha ve onun yönetimine bağlılıklarını bildirmiş ve padişahı isyanlar karşısında korumayı taahhüt etmişler Ayanlar birbirlerinin toprağına ve özerkliğine saygılı olacaklar Asker toplamayla ilgili ayanlara yetki verilmiştir Ayaklanma vb. durumlarda ayanlar ayrım yapmadan Başkent ve payitahtı savunacaklardır II. Mahmut’un en stratejik hamlesi hanedanın hayatta kalan tek erkek üyesi olan 4. Mustafa’yı öldürtmek olmuştur. Özellikle isyandan sonra tahtta bırakılmasının tek nedeni başka bir erkek halefinin olmamasıydı Saltanatının ilk 15 yılını bir güç tabanı oluşturmak için harcadı. İlk olarak kalemiyenin, ulemâ hiyerarşisinin ve ordunun kilit mevkilerine güvenilir destekçilerini atadı. İkinci hedefi, kendisini iktidara getiren yarı bağımsız ayanın boyun eğdirilmesiydi. Bunu da zaman içerisinde büyük ölçüde başarmıştı. Ancak aynı başarı Sırp, Yunan ve Mısır toprakları için geçerli olamamıştır. 3. Selim döneminden itibaren başlayan Sırp isyanları Belgrat ve Niş arasında bir Sırbistan prensliğinin özerkliğinin tanınmasıyla sonuçlanmıştır. 1821’de patlak veren Rum isyanı ise üç nedenden dolayı daha önemliydi: Rumların ekonomik ve diplomatik güçleri, tam bağımsızlık talepleri ve işin sonunda Avrupa’nın neredeyse tüm güçlerinin bu işin içine karışması. Filiki Etertyanın temel amacı tüm Balkanları da içine alacak şekilde başlayacak isyanlarla Bizansın yeniden kurulmasıydı. Bu anlamdaki en önemli ayaklanmalar EflakBoğdan (Romanya/Moldova) ve Mora yarım adasında gerçekleşmiştir. Dönemin en önemli kaybı Mısır topraklarının kaybedilmesidir. Kavalalı bir Arnavut olan Mehmet Ali Paşa Napolyon'la savaşmak üzere gönderilen Arnavut birliklerinin komutanı olarak gittiği Mısır’ın reformist ve hırslı yöneticisi olmuştur. Fransızlarla savaş sonucunda Mısır’da yerleşik ordunun dağılması Mehmet Ali paşaya aradığı fırsatı vermiş ve 3. Selim ve 2. Mahmut’un İstanbu’da başarmaya çalıştığı sistemi Mısır’da uygulamaya koymuştur. Zorunlu askerlik Vergi sisteminin değiştirilmesi Zorunlu tarım uygulamaları Mora isyan’ının bastırılması için Mehmet Ali paşanın askerlerinin kullanılması İsyanın bastırıldı ancak Rusya, İng ve Fransa’nın verdiği destek sonucunda 1829 Edirne anlaşmasıyla Yunanistan’ın bağımsızlığı, Eflak Boğdan prenslikleri ve Sırpların özerkliği kabul edilmek zorunda kalınmıştır.