TEKFİR RİSALESİ EBU SEYF Hamd Allah subhanehu ve tealayadır. Salat ve selam ise O'nun Rasulü'nedir. Bundan sonra: Allah sana hidayet etsin. Bil ki insanlar ya müslümandır ya da kafirdir. Bunun ortası yoktur. Ya insanlara muamele yaparken onlara müslüman ahkamı uygularsın ya da kafir ahkamı uygularsın. Eğer bir kişi kafirse; onların müslümanlar üzerine velayeti caiz değildir,onlarla bir müslüman nikahlanamaz,kafirler öldükleri zaman onlara istiğfar edilmez,kafir bir babadan miras alınmaz ve kafir bir çocuğa miras bırakılamaz,kafirin cenaze namazı kılınmaz vs. İşte bütün bunların çizgisi tekfirdir. İslam da namaz neyse,oruç neyse tekfir de odur. Allah subhanehu ve teala şöyle buyuruyor: ''De ki: Ey kafirler!''1 İşte bu ayette ''gul (de ki)'' emir kipiyle gelmiştir. Usulde emir lafzıyla gelen bir şey aksine bir delil olmadıkça vucubiyyet ifade eder. Rasule yapılan hitap da aksine delil olmadıkça bütün ümmete yapılmıştır. ''Abdulkerim Zeydan der ki; “Cumhur dedi ki; Emir mutlak olarak vacipliğe delalet eder. Manası mecaz değil ve hakiki ise vacipliğe delalet eder. Emir, vaciplikten ancak başka bir karine ile çıkarılır.( El-Veciz (294))''2 ''Abdulkerim Zeydan der ki; “Allah’ın nebisine olan hitabında asıl olan ümmetinin de bu hitaba dâhil olmasıdır. İstisna yapılan durumlar dışında bu böyledir.( Usulud Davet (308))''3 '' Şeyhu’l İslam İbn-i Teymiyye der ki:“Tekfir şer‘î bir hükümdür ve ancak şer’î delillerle sabit olur…”(İbn-i Teymiyye, “Mecmuu’l-Fetâvâ”, 17/78)''4 ''Takiyyuddin es-Subkî der ki: “Tekfir şer‘î bir hükümdür. Onun sebebi ise, ya Allah’ın rububiyet ve vahdaniyetini inkâr etmek ya (peygamberlerin) 1 Kafirun 1 Ebu Ubeyde,Tekfir Bidat mıdır hakikat mi 3 a.g.e. 4 Faruk Furkan, islam Hukuku Açısından Tekfir Meselesi 2 peygamberliğini reddetmek etmek veya şari’nin, küfür olduğuna hükmettiği söz ve fiil (lerden birini işlemek) dir.”( Ebu’l Hasen Takiyyuddin es-Subkî, “Fetâvâ’s-Subkî”, 5 2/586.)'' ''İmam Ğazalî “Faysalu’t-Tefrika adlı eserinde üstteki ibarenin aynısını kullanarak tekfirin şer‘î bir hüküm olduğunu belirtir.( Ğazalî, “Faysalu’t-Tefrika”, sf. 6 128.)'' ''Abdurrahman b. Fuad der ki: “Tekfir; dinin hükümlerinden bir hükümdür. Tekfirin bir takım sebepleri, kuralları, şartları, engelleri ve (üzerine terettüp eden bazı) neticeleri vardır. Tekfirin konumu dinin diğer ahkâmı ile aynıdır. (Abdurrahman b. Fuad, “Kavaid fi’t-Tekfir”, sf. 1.)''7 ALLAH VE RASULÜ'NÜN KAFİR DEDİĞİNE KAFİR DEMEMEK Eğer Allah subhanehu ve teala ya da O'nun Rasulü bir şahsa kafir demişse ve birisi de kalkıp ben Allah'ın kafir dediğine kafir diyemem diyorsa işte böyle bir kişi Allah subhanehu ve tealayı yalanlamış olur. Çünkü biraz önce de geçtiği gibi Allahın kafir dediğine kafir demek farzdır. Subhanallah! Vallahi şaşılacak şey doğrusu. El Cami fi talebil ilmi şerifte şu ifadeler geçer: ''Ehl-i Sünnet’in bu konudaki mezhebi şudur: Kim küfre düşürücü bir söz söyler yahut bir fiil işlerse, bizzat bu söz ya da fiil nedeniyle dünyevî hükümde zâhiren, hakikî hükme göre ise bâtınen kafirdir. Çünkü şer’î delilin küfrüne hükmettiği kimse, zahiren ve batınen kafirdir. Allahu Teala’nın bildirmiş olduğu şer’î delil, bâtını bunun dışında bırakarak sadece zahiri kapsamaz. Bilakis hem zahir hem de bâtını içeren hakiki hükmü ifade eder. 5 a.g.e. a.g.e. 7 a.g.e. 6 Ehl-i Sünnet, küfre dair hüküm vermeyi, zâhiren tespiti mümkün olmayan kalbî etkenlere bakmazsızın, küfre düşürücü söz veya fiilden ibaret olan zâhirî sebebin meydana gelmesine bağlarlar. Bununla birlikte, bir kimsenin zahiren ve batınen küfrüne hükmetmek, bu kimsenin kalbinde cehalet, taklit, istikbar, buğz, tekzib veya şek türlerinden herhangi birisinin kaçınılmaz olarak varlığına da delalet eder. Ancak dünyevî hükümlerde bunun bilinme yükümlülüğü yoktur.''8 SAHABENİN ZEKAT VERMEYENLERE TAVRI ''Sahabenin, zekat vermeyi reddedenleri, zekatın vacipliğini ikrar yahut inkar etmelerine bakmaksızın sırf zekat vermeyi reddetmeleri nedeniyle tekfir etmiş olmaları. Bunun delili Ebu Hureyre’nin rivayet etmiş olduğu şu hadistir: “Ne zaman ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat etti, Ebu Bekr Onun yerine geçti ve Araplar’dan küfre dönen döndü. Ömer dedi ki: ‘Ya Ebâ Bekr, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “İnsanlar La İlahe İllallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim La İlahe İllallah derse malını ve canını korumuş olur. Ancak İslam’ın hakkı müstesna. Hesabı ise Allah’a aittir” dediği halde, insanlarla nasıl savaşırsın?’ Ebu Bekr şöyle cevap verdi: ‘Vallahi namaz ile zekatın arasını ayıranla mutlaka savaşacağım. Zira zekat malın hakkıdır. Allah’a yemin olsun ki, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem ödüyor oldukları bir oğlağı bile bana vermeyi reddederlerse, ben de bunun üzerine onlarla savaşırım’. Bunun üzerine Ömer dedi ki; ‘Vallahi gördüm ki Allah, onlarla savaşma hususunda Ebu Bekr’i rahatlatmıştı. Ben de doğru olanın bu olduğunu anladım’.”( Muttefekun Aleyhi, Buhari’nin lafzı: 6924, 6925)''9 ''Ebu Bekr’in zekat vermeyi reddedenleri tekfir ettiğine delil Onun, “Vallahi namaz ile zekatın arasını ayıranla mutlaka savaşacağım” sözüdür. Sahabenin icması namazı terk edenin kafir olduğu ve tevbe etmediği taktirde katlinin vacip olduğu noktasındadır. Ebu Bekr’in namazla zekatı eşit tutması da zekat vermeyi reddedenleri kendileri ile savaşılması gereken kafirler olarak gördüğüne delildir. 8 9 El Cami fi talebil ilmi şerif a.g.e. Sahabe, kabul ettiği bu görüşünde Ebu Bekr’i desteklediler. Bu da onların zekat vermeyi reddedenin küfrü hususundaki icmaları ve Ebu Bekr’in faziletini ve ilmi üstünlüğünü ikrarlarıdır. İbn-i Teymiye ise şöyle der: “Sahabe ve onlardan sonra gelen imamlar, beş vakit namaz kılsalar, ramazan orucu tutsalar dahi, zekat vermeyi reddedenlerle savaşılacağına dair ittifak etmişlerdir. Çünkü bu kimselerin zekat vermemek için geçerli bir tevilleri yoktu, bu nedenle mürted oldular. Allah’ın emrettiği gibi, zekatın vacipliğini ikrar etmiş olsalar da, vermeyi reddetmeleri üzerine bu kimselerle savaşılır”( Mecmuu’l-Fetava, 28/519)''10 SAHABENİN MÜSEYLEMEYE TABİ OLANLARA TAVRI Yine el Cami de şu ifadeler geçer:''Bahsettiğimiz hususun delillerinden birisi de, Müseyleme’nin Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edeni, ashabın “Sen inkar ediyor veya helal sayıyor musun, yoksa saymıyor musun?” diye sormaksızın tekfir etmeleridir. Müseyleme’nin taraftarlarından olan Benî Hanife’den bir grup hakkında böyle bir haber rivayet olunmuştur. Benî Hanife, ashabın kendileriyle savaşmasından ve Müseyleme’nin öldürülmesinden sonra, tevbe ettiklerini duyurmuşlardır. Bahsedilen kimseler, yerleşmek için Abdullah İbn-i Mes’ud’un Radıyallahu Anhu vali olduğu Kûfe’ye geçmişlerdir ki, o dönemde halife; Osman İbn-i Afvan Radıyallahu Anhu idi. Oturdukları bölgede bir mescid vardı ve bu mescidin müezzini ezan okurken, Müseyleme’nin Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmişti. Ashab bu nedenle onların mürted olduklarına hükmetmişlerdir. Buhari bu haberi, Sahih’inde ‘Kefâlet ‘ bölümü- nün başında muallak ve özetlenmiş olarak rivayet etmiştir. Naslar ve ashabın icması göstermektedir ki; küfre düşürü- cü günah işleyen kimse kafir olur ve bu konuda onun inkarcı olup olmadığına ya da helal sayıp saymadığına bakılmaz. Ehl-i Sünnet’in üzerinde icma ettiği mezhep işte budur.''11 10 11 a.g.e. a.g.e. KAFİRİ TEKFİR ETMEYEN KAFİRDİR ''Ebu'l Hüseyn ibn Ahmed El-Askalani dedi ki (Hicri 377’de vefat etti): “Bağdat mutezilesi, Basra mutezilesi ve bütün ehli kıble icma etmiştir ki kâfire kâfir demeyen kâfirdir. Çünkü küfürde şüphe edenin imanı yoktur. Çünkü küfrün ve imanın ne olduğunu bilmiyordur. Mutezile ve diğer kıble ehlinin hiçbirinin arasında kâfire kâfir demeyenin kâfir olduğunda ihtilaf yoktur.”( Tenbiyhu ve 12 Reddu ala Ehli'l Bida' ve'l Ehva, syf.40)'' ''İbn Teymiye rahimehullah, “Vahdet-i Vücud” akidesini taşıyanlardan söz ederken şöyle der: “Putlara tapanların, putları bırakmaları durumunda, bu putları bıraktıkları ölçüde hakkı terk etmiş olacaklarını söyleyenler, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdirler. Onları tekfir etmeyenlerde Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfirdir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar putlara tapanları tekfir ederler.”( Mecmuatul Fetava 2/83)''13 ''İmam Buhari rahimehullah şöyle der: “Yahudilerin, Hristiyanların ve Mecusilerin söylediklerine baktım, Cehmiyye’den daha kâfir olanını görmedim. Onların küfürlerini bilmeyenler dışında, onları kâfir saymayanları cehaletleri sebebi ile mazur olanlardan saymam.”( Halku Efalil İbad, 19)''14 ''Müminlerin emiri Sufyan ibn Uyeyne dedi ki; “Kur’an, Allahu Teâlâ’nın kelamıdır. Onun mahlûk olduğunu söyleyen kişi kâfir olur. Bu kişinin küfründe şüphe eden de kâfir olur.”( Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/256))''15 ''Ebu Zur’a Ubeydullah bin Abdulkerim er-Razi (Ölüm: 264 hicri) şöyle der: “Kur’an’ın mahlûk olduğunu iddia eden, İslam’dan çıkaran küfür ile kâfir olur. Anlayabildiği halde böylelerinin küfründen şüphe eden de kâfir olur.” Ebu 12 Ebu Ubeyde, Tağut a.g.e. 14 a.g.e. 15 15 Ebu Ubeyde,Tekfir Bidat mıdır hakikat mi 13 Hatim Muhammed bin İdris er-Razi’den de (Ölüm: 277 hicri) bu gö- rüşün aynısı aktarılmıştır.''(Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/176))''16 ''Kadı İyad el-Maliki der ki; “Gazali’de ‘et-Tefrika’ isimli kitabında buna yakın bir yol izlemiştir. Hristiyanları, Yahudileri, Müslümanların dininden olmayan herkesi tekfir etmeyen veya tekfir etmede duraksayan ve şüphe eden kişileri tekfir etmeyenlerin kâfir olduğu icma ile sabit olup, bu sözleri söyleyenler de kâfirdirler. Kadı Ebu Bekir şöyle der: Çünkü naslar ve icma bunların kâfir olduğunu bildirmektedir. Bu konuda kim duraksarsa, nassı ve teklifi yalanlamış veya ondan şüphelenmiş olur. Onları yalanlamak ve onlardan şüphe etmek ise ancak kâfirin yapacağı bir iştir.”( Şifa (2/280-281))''17 '' “İslam’dan başka bir dine mensup olanları tekfir etmeyenleri, onların tekfiri hakkında duraksayanları, bundan şüphe duyanları veya onların yollarının doğru olduğunu söyleyenleri tekfir ederiz.”( Şifa (2/286))''18 Bu kaideyle ilgili şunu zikretmek gerekir. Bu kaide bazen sakındırma amaçlıda kullanılabilir. Yani her kafire kafir demeyen kafirdir sözü yanlış bir sözdür. Örneğin; Namazı ikrar ederek terk edeni bazı alimler tekfir etmişken bazı alimler böyle bir kişiyi tekfir etmemişler bilakis günahkar saymışlardır. Fakat namazın terkini küfür sayan alimler namazın terkini küfür saymayan alimleri tekfir etmemişlerdir. Çünkü namazın terki kati bir küfür değil içtihadi bir küfürdür. Eğer küfür katiyse fakat kati olmakla beraber hafiyse yani kapalıysa işte burada da bu kaide direk olarak uygulanmaz uygulansa bile sakındırmak için uygulanır. Çünkü hafi küfürlerde bu küfrün davetçisi tekfir edilirken bunun avamı hüccet ikamesinden önce tekfir edilmez. Fakat eğer bir kişi Allahın ve Rasulünün tekfir ettiğini tekfir etmezse işte o kişiye bu kaide uygulanır ve bu kişi dinden çıkmış bir kafir olur. Allah subhanehu ve teala en doğrusunu bilir. 16 a.g.e. a.g.e. 18 a.g.e. 17 BAZI TEKFİR ÖRNEKLERİ ''İmam Ahmed bin Hanbel, bir adamın “Kur’an’ın lafızları mahlûktur. Kim Kur’an’ın lafızları mahlûk değildir derse kâ- firdir” sözünü duyunca dedi ki; ‘Bilakis o kendisi kâfirdir. Allah onu kahretsin.''(Tercumetu Ahmed min Tarihil İslam 19 (24))'' ''İmam Ahmed’in yanına iki adam gelir. İmam Ahmet onlardan birisine “Allah’ın ilmi hakkında ne dersin?” diye sorar. Adam ‘Allah’ın ilmi mahlûktur’ deyince İmam Ahmed adama ‘Sen kâfir oldun’ demiştir.''(Tercumetu Ahmed min Tarihil 20 İslam (38))'' ''İmam Şafiî “Kur’an mahlûktur” diyen bir kimseye; “Sen yüce olan Allah’a kâfir oldun” demiştir.''(Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai(2/252))''21 ''İmam Zehebi, Kitabul Arş isimli eserinde şöyle nakleder; “Cehmin karısının yanında bir adam ‘Allah arşın üzerindedir’ dedi. Buna karşılık kadın “Mahdut bir şey, mahdut bir şeyin üzerinde” deyince İmam Asmai “O bu sözü ile kâfir olmuştur” demiştir.”( Muhtasarul Uluv (180), Mecmuatul Fetava (5/53))''22 ''Şeyh Ebu Bekir Ahmed ibn İshak ibn Eyyub bir adamla karşılaşır; Adam’a bize şu rivayet etti ki diye hadis okumaya başlayınca adam “Bırak bize şu rivayet etti bize bu rivayet etti demeyi! Nereye kadar bunu diyeceksin” deyince, İmam o adam’a; “Kalk ey Kâfir! Bundan sonra ebediyyen senin benim evime girmen helal değildir” demiştir.''(Ebu İsmail Abdullah ibn Muhammed El-Herevi (2/71))''23 ''Mücahid’e, Haccac hakkında sorulduğunda “Bana o yaşlı kâfirden mi soruyorsunuz?” demiştir. İbn Asakir, Şabi’nin “Haccac tağuta ve cibte iman eden, yüce Allah’a kâfir olan biridir” demiştir.''(4 Tarihul İslam (2/242), El Bidaye 24 ven Nihaye (9/157))'' 19 a.g.e. a.g.e. 21 a.g.e. 22 a.g.e. 23 a.g.e. 24 a.g.e. 20 ''Buhari’den şöyle söylediği naklolunur; “18 yaşında iken hocam olan Humeydi’nin yanına vardım. O esnada birisiyle bir hadis hakkında tartışıyordu. Humeydi, beni görünce tartıştığı zata “Aramızı bulacak olan geldi.” dedi ve durumu bana anlattılar. Sonuçta ben, Humeydi’nin lehine hüküm verdim. Eğer muhalifi, muhalefetinde ısrar edip o hal üzere ölseydi, kâfir olarak ölecekti.”( 6 25 Siyeru Alamun Nubela (12/401))'' ''İmam Hasan bin Ali el-Berbehari şöyle der: “Kıble ehlinden hiç kimse Allah’ın kitabından bir ayeti veya Resul sallallahu aleyhi ve sellem’in eserlerinden bir şeyi reddetmedikçe veya Allah’tan başkasına namaz kılmadıkça, Allah’tan başkası için kurban kesmedikçe İslam’dan çıkmaz. Eğer bunlardan bir şeyi yaparsa, senin onu tekfir etmen vaciptir!''(Şerhus Sunne li Berbehari (Sayfa: 31))''26 ''Şeyh Abdurrahman ibn Hasan dedi ki; “Şeyhulislam, Fahreddin Razi’yi zikrederek; onun ‘Sırr’ul Mektum fi İbadetin Nücum’ adlı bir kitap yazdığını ve bununla mürted oldu- ğunu, belki tevbe etmiş olabileceğini zikretti. Şeyh, Fahreddin Razi’yi şirk ile süslendiği zaman muayyen olarak tekfir etti. Muayyen tekfir yapamayacakları hastalığının kalplerine atıldığı kişilerin kendisini ona nispet ettikleri imama iyi bak. Nasıl da Ebi Maşer ve Fahreddin Razi gibi meşhur yazarların kâfir olup İslam’dan irtidat ettiklerini beyan etti.''( Durerus Seniyye 27 (11/452-453))'' ''Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “İbn Hudeyr bana babasından haber verdi ki; o da dönemin Hanefi imamlarındandı; “Buhara fakihleri dediler ki; İbn Sina zeki bir kâfirdir.”( Durerus Seniyye (9/423))''28 ''Salih ibn Ahmed ibn Hanbel dedi ki; Babam dedi ki; “Her gün iki adam hapiste yanıma geliyorlardı. Birine; Ahmed ibn Ahmed ibn Rebbah, diğerine ise Şuayb el Hicam deniyordu. Benimle hep tartışıyorlardı. Öyle ki, ikisi kalktı ve gardiyanı çağırdılar. Benim bağlarımı arttırdılar. Ayağımda dört pranga oldu. Üçüncü günde ise biri yanıma girdi. Benimle tartıştı ona dedim ki; “Allah’ın ilmi 25 a.g.e. a.g.e. 27 a.g.e. 28 a.g.e. 26 hakkında ne diyorsun?” Dedi ki; “Mahlûktur.” Dedim ki; “Kâfir oldun.” Orada hazır bulunan elçi İshak ibn İbrahim dedi ki; “Bu müminlerin emirinin elçisidir.” Ben de dedim ki “Şüphesiz bu kâfirdir.”( Mukaddimetu Müsnedi Ahmed li Ebi Suheyb 29 (459), Hilyetul Evliya (6/329))'' ''Zehebi dedi ki; “İbn Sina hakkında, onun şifa adında kitabı ve bunun haricinde ihtimalsiz bir şekilde birçok eseri vardır. İmam Gazali onu ‘El-Menguz Mined Dalal’ adlı kitabında tekfir etti. Aynı şekilde Farabi de onu tekfir etti.”( Siyeru 30 Alamun Nubela (17/535))'' ''Ebu Saib El-Kadı dedi ki; “Ben bir gün Hüseyin ibn Yezid’in yanında idim. O sırada adamın biri Aişe radıyallahu anha hakkında kötü konuştu. (Hüseyin bin Yezid) Dedi ki; “Ey çocuk! Vur şunun kellesini!” Oradaki bir şia dedi ki; “O bizim taraftarlarımızdandır.” Dedi ki; “Maazallah! Bu adam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sövdü. Allah ayette şöyle dedi; ‘Temiz erkekler temiz kadınlara, pis erkekler pis kadınlaradır.’ Eğer Aişe radıyallahu anha pis ise Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de pistir -Hâşâ-. O kâfirdir. Vur onun boynunu. Vurun onun boynunu. Ben hazırım buna (yani boynunu vurmaya).”( Usuli İtikadu Ehli Sünne 31 Vel Cemaa li Lalekai)'' ''Ebi Şuayb el-Mısri dedi ki; “Şafiî bir yerde hazır bulundu. Sağında da Abdullah ibn Abdulhakem vardı. Solunda ise Yusuf ibn Amru ibn Yezid vardı. Hafsul Ferid de orada hazırdı. Abdullah ibn Abdulhakem’e dedi ki; “ Kur’an hakkında ne diyorsun?” Dedi ki; “Diyorum ki Allah’ın kelamıdır.” Dedi ki “Sadece bu değil.” Sonra Yusuf ibn Amr’a sordu oda benzeri cevap verdi. Şafiî’ye sorması için insanlar onu imam kıldılar. Hafsul Ferid dedi ki; “Ey Ebu Abdullah, insanlar seni seviyor sana hayret ediyor.” Dedi ki; “Bırak böyle sözleri.” Dediler ki; de ki Şafiî’ye; “Kur’an hakkında ne dersin?” dedi ki; “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahlûk değildir.” Onunla tartıştı ve harb etti. Öyle ki Şafiî onu tekfir etti. Hafs kızarak kalktı. Ertesi gün Hafs ile Mısırdaki tavuk çarşısında karşılaştım. Bana dedi ki; “Şafiî’nin dün yaptığını gördün mü? Beni tekfir etti.” Dedi ki; “Sonra gitti 29 a.g.e. a.g.e. 31 a.g.e. 30 ve geri döndü.” Ve son olarak dedi ki; “Bu meselede onunlayım. Ondan daha iyi bilen bir insan görmedim.”( Hilyetul Evliya (9/112))''32 ''Adamın biri Müminlerin annesi Aişe radıyallahu anha'ya geldi dedi ki; “Falan zannediyor ki sen onun annesi değilsin.” Aişe ona dedi ki; “Evet doğru söylemiş. Ben müminlerin annesiyim, kâfirlerin annesi değilim.”( El Kevakibud Deril Münir fi 33 İbtali Hugine Tahdiri Anit Tekfir (110))'' Bundan sonra kim der ki Allah ve Rasulünün tekfir ettiğini biz tekfir edemeyiz. Subhanallah! MUTLAK TEKFİR ''Yalnızca kişiyi küfre götüren sebepleri ortaya koymaktır (Küfre götüren söz ya da fiil gibi). Şöyle denilir: “Kim şöyle yaparsa veya şöyle derse kafir olur” yani belirli bir şahsa indirgemeden mutlak olarak hükmü bilmektir.''34 MUAYYEN TEKFİR ''Küfre sebep olan söz ya da fiili işleyen belirli bir şahsı tekfir etmektir. Daha önceki açıklamalarımıza izafeten (ki bu da söz ya da amelin küfür ile nitelendirilmesinin kesinleşmesi için iyice araştırma yapılmasıdır) küfre sebep olan amelin kişide bulunduğunun kesinlik kazanması ve hükmü vermek için bazı engellerin bulunup bulunmadığına bakılması gereklidir. Başka bir deyişle bu iki çeşit arasındaki fark şöyledir: Tekfiru’l-mutlak, işlenen fiili küfürle nitelemektir. Bunda yalnızca küfre götüren sebebe, şer’î delil yönünden ve fiilin kendisinin delaletinin kesin olması yönünden küfre götürme özelliğini taşıyıp taşımadığına bakılır. Tekfiru’l-muayyen ise; faili küfürle nitelemektir. Bunda da iki şeye bakılır: 1- Fiilin küfür olarak nitelendirilmesi. 32 a.g.e. a.g.e. 34 El cami fi talebil ilmiş- şerif 33 2- Failin o fiili işlediğinin tespiti ve hükmün verilmesine engel olacak bir şeyin bulunmamasıdır.''35 TEKFİRİN ENGELLERİ VE ŞARTLARI Muayyen bir şahsın tekfir edilmesi için tekfirin engellerinin ortadan kalkıp,şartlarının yerine gelmesi gerekir. İşte bu ancak islam akdi sabit olan kişilerde böyledir. Asli kafirlere gelince onlar için tekfirin engelleri ve şartları diye bir şey söz konusu olamaz,çünkü onlar zaten asli kafirdir.Hiç müslüman olmamışlardır ki böyle bir şey gündeme gelsin. Bir kişinin müslüman olması da ancak la ilahe illallahı söyler ve şartlarına riayet ederse mümkün olur. Aksi halde sadece bu kelimeyi söylemekle kimse islama girmiş olmaz. Nasıl böyle olmasın ki? Bir kişi abdestsiz olarak namaz kılsa bu kişinin namazı nasıl kabul olur? Bu kişinin kıldığı namaz kabul olmaz çünkü namazın şartı olan abdesti yerine getirmemiştir. Peki namaz için durum böyleyken namazdan daha önemli olan lailaheillallah için durum nasıl böyle olmasın? Burada lailaheillallahın şartlarına değinmeyeceğim. Dileyenler bunu araştırabilirler. Sadece tekfirin engellerinin ve şartlarının kimler için gündeme geldiğini belirtmek istedim. ''Tekfîrin Şartları: Tekfîrin câiz olabilmesi için öncelikle gerekli olan şartların oluşması gereklidir. Bu şartlar oluşmadan Müslüman bir kimseyi tekfîr etmek caiz değildir. Bu şartlar altı tanedir: 1. Fiilin Küfür Olduğunda Nassın Kat’i Olması: Fâilin işlediği sözlü veya ameli fiilin küfür olduğuna dair delillerin kat’i olması tekfirin fiille ilgili olan birinci şartıdır. Sözlü veya amelî herhangi bir fiilinin küfür olduğunda şer’î delîllerin delaletinin zannî değil, kat’î olması gerekir. 2. Fiilinin Küfre Delâletinin Sârih Olması: Fâilin fiilinin küfre delâletinin sarih yani açık olması, tekfirin fiille ilgili olan ikinci şartıdır. Küfür olan kavlî (sözlü) veya amelî herhangi bir fiilinin, fâilden hiçbir şüpheye veya zanna mahal 35 a.g.e. vermeyecek şekilde sâbit olması gereklidir. Zîrâ küfrü gerekli kılan fiilin varlığında zan veya şüphe olduğunda tekfîr câiz değildir. 3. Fâilin Mükellef Olması: Mükellef olmaktan kasıt, ümmetin ittifakı ile akıllı ve baliğ olmaktır. Zîrâ baliğ ve akıllı olmayan kimseler yani çocuklar ve deliler şer’î teklife muhâtab olmadıkları gibi cezâya da ehil değildirler. 4. Fâilin Fiili Kasıtlı Olarak Yapmış Olması: Fâilin küfrü gerekli kılıcı herhangi bir şeyi kasten yapması, tekfirin fâille ilgili olan ikinci şartıdır. Fâil küfrü gerektiren bir sözü veyahut bir ameli kasten değil de gayri ihtiyari ve sehven yaptığı takdirde bu tekfirin manilerinden olup, fâil bu fiilden sorumlu tutulmaz. Bu şart, tekfire engel olan hata manisinin karşılığıdır. 5. Fâilin Fiili İrâde Etmiş Olması: Fâilin küfrü gerekli kılıcı herhangi bir şeyi kendi hür iradesiyle yapması, tekfirin fâille ilgili olan üçüncü şartıdır. Fâil küfrü gerektiren bir sözü veyahut fiili bir ikrâh/zorlama altındayken yaptığı takdirde bu tekfîrin mânîlerinden olup, fâil bu fiilden sorumlu tutulmaz. Bu şart, tekfire engel olan ikrâh manisinin karşılığıdır. 6. Küfür Fiilinin Tespit Edilmiş Olması: Küfrü gerektiren bir fiilin, fâil tarafından işlendiğinin isbâtlanması şarttır. Bu isbâtlanmadığı sürece fâil, suçsuzdur. Zîrâ “beraatı zimmet asıldır.” Küfür fiilinin fâil tarafından işlendiğinin isbâtlanması iki şekilde olur: Birincisi: Kişinin itirafıdır. Fâilin bu ikrarı tekfîr ahkâmının kendisi üzerinde uygulanması için yeterlidir. İkincisi ise: İki tane Müslüman, erkek akıl bâliğ ve âdil şâhidin fâilin küfür fiilini işlediğine dair şâhitlik etmesidir. Tekfîrin Mânîleri: Tekfîr için yukarıda zikrettiğim şartların oluşmasından sonra tekfîre mânî olan şeylerin de kalmış olması gereklidir. Bu mânîler kalkmadan Müslüman bir kimseyi tekfîr etmek câiz değildir. Bu mânîler dört tanedir: 1. Hatâ: Muteber bir hatâ, tekfirin mânîlerinin ilkidir. Hatâdan maksat: Mükelleften irâdesi dışında ve kasıtsız olarak ortaya çıkan her türlü söz veya fiildir. Hatânın muteber yani geçerli olmasının bir şartı vardır. Bu şart: Küfrü gerektiren fiili kastetmeden sehven yapmış olmaktır. Bu şartı taşımayan hatâ eylemleri ve söylemleri tekfîrin mânîlerinden değildir. 2. Te’vîl: Muteber bir te’vîl, tekfirin mânîlerinin ikincidir. Te’vîlden maksat: Şer’î delîlin mevzusu dışında kullanılmasıdır. Yani: Geçerli bir ictihad sebebiyle nassı anlamamaktan kaynaklanan bir şüphe ile ya da delîl olmayan bir şeyi delîl zannetmekten dolayı şer’î nassı delâlet ettiği anlama zıt bir şekilde, kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Te’vîlin muteber yani geçerli olmasının dört şartı vardır. Bunlar: Birincisi: Te’vîl, zarurat-ı dîniyeden olan mes’elelerde olmamalıdır. Zarurat-ı dîniye: Tevhîdin aslını ilgilendiren mes’eleler ile mütevâtir ve zahir (açık) olan hükümlerdir. İkincisi: Te’vîl, dînin aslından olan zekât, cihâd ve recm gibi herhangi hükmü ibtâl etmemelidir. Üçüncüsü: Te’vîlin dayanağı olarak şer’î veya luğavî bir karine bulunmalıdır. Dördüncüsü: Te’vîl dinle oynama, bilerek yalanlama ve inkâr gibi sebeblerle olmamalıdır. Bu şartları taşımayan te’vîl tekfîrin mânîlerinden değildir. 3. Cehâlet: Muteber bir cehâlet tekfirin mânîlerinin üçüncüsüdür. Cehâletten maksat: Kişinin bilgisiz kalması veya bir şeye bulunduğu hale aykırı bir şekilde inanmasıdır. Cehâletin muteber yani geçerli olmasının iki şartı vardır. Bunlar: Birincisi: Cehalet, zarurat-ı dîniyeden olan mes’elelerde olmamalıdır. İkincisi ise: Cehâlet def etmeğe güç yetirilemeyen bir mes’ele hakkında olmalıdır. Bu şartları taşımayan cehâlet tekfîrin mânîlerinden değildir. 4. İkrâh: Muteber bir ikrâh, tekfîrin mânîlerinin dördüncüsüdür. İkrâhtan maksat: Bir başkasını zorla istemediği şeyi yapmaya mecbur etmektir. İkrâhın muteber olmasının altı şartı vardır. Bunlar: Birincisi: İkrâh edenin tehdidi, irade ve rızayı düşüren cinsten bir şey olmalıdır. İrade ve rızayı düşüren ikrâh, mülci ikrâhtır. Bu, can veya organın telefi korkusunu gündeme getirecek şekilde ölümle, bir uzvu kesme ve dayakla tehdit şeklindedir. Gayri mülcî ikrâh ise: İrâdeyi düşürmeyen fakat rızayı düşüren ikrâhtır. Bu da, telef korkusunu gündeme getirmeyen hapis, bağlama ve dayakla olan ikrâhtır. İkincisi: İkrâh eden, tehdit ettiği şeyi uygulamaya gücü yetmelidir. İkrâh olunanın ise tehdit edildiği şeyi def etmeye imkânı bulamamalıdır. Üçüncüsü: İkrâh olunan, zorlandığı şeyi yapmadığı takdirde, ikrâh edenin tehdit ettiği şeyi yapacağını zannı galibi ile bilmedir. Dördüncüsü: İkrâh olunan, zorlandığı şeyi yapmadığı takdirde, ikrâh eden tehdit ettiği şeyi hemen yapacak olmalıdır. Beşincisi: İkrâh olunan, zorlandığı şeyi yaptığı takdirde, ikrâh edenin tehdidinden kurtulacağını zannı galibiyle bilmelidir. Altıncısı: İkrâh olunan, kendisinden istenilenden daha fazla bir şey yapmamalıdır. Bu şartları taşımayan ikrâh tekfîrin mânîlerinden değildir.''36 SONUÇ İşte bunlar tekfir hakkında kısaca toparladıklarım. Vallahi bu konuda yazılacak o kadar çok şey varki. Fakat ben sadece özet olarak bazı şeyleri getirdim. Buradaki bütün doğrular Allah subhanehu ve tealadan bütün yanlışlar ise nefsimden ve şeytandandır. (Ebu Seyf-Hicri:1437) 36 Abdullah Said el Muderris