1 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RESİM ANASANAT DALI “GÜNLÜK YAŞAM”DAN GÖRSEL ÇÖZÜMLEMELER YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Filiz SELVİ Tez Danışmanı Doç. Dr. Cebrail ÖTGÜN Ankara-2010 i i ÖNSÖZ İnsanlık tarihine bakıldığında, tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun var olduğu günden itibaren hayatın tüm sıradanlığı, çok anlamlılığı, karmaşıklığı içinde her şeyin acımasız ve hızlı bir yükselişle üretildiği, tüketildiği, her yaşanan günün tekrar kurulduğu bir “günlük yaşam” içerisinde yaşamaktayız. Her gün yaptıklarımızdan, tekrarlardan, düzensiz olaylardan oluşan günlük yaşam, ayrıca insanın yaşamındaki bu gerçeklikler onun tarihini ve kültürünü de oluşturmaktadır. Aynı zamanda da günlük yaşam, yalnızca günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve yinelemenin boyutu değil, bir yorumlama sistemidir. Bundan dolayı değişen dünya görüşlerine, teknolojik gelişmelere göre insanlığın var oluşundan bu yana günlük yaşam içerisinde birçok şey insanı kuşatırken, insan kendi iradesiyle aklını kullanarak kendisine sunulan şeyler arasında doğru seçimler yapmaktadır. Artık insan aklı ile içinde bulunduğu hayatı sorgulayıp hayata bakış tercihini oluşturmaktadır. Günlük yaşam ayrıca bir toplumun zaman ve mekân değişkenlerine bağlı olarak değişmektedir. Yüzyıllar boyunca toplumsal durumlar, dini inanışlar, siyasal gelişmeler, teknolojik değişimler, kitlesel hareketler, savaşlar, yenilikler, doğrudan ya da dolaylı olarak günlük yaşamı ve kültürü etkileyip biçimlendirmiştir. Bütün bu yaşamadaki aniden yaşanan şaşkınlıklar, heyecan yaratan gelişmeler, sanatçılarında deneysel bir bakış açısıyla ilerlemesine neden olarak, sanatında her geçen gün günümüze kadar geldiği boyutlarıyla, bir değişim yaşamasına neden olmuştur. Yeni teknolojilerin üretilmesiyle tarih boyunca hem günlük yaşamımız, hem de sanat dünyamız içinde değişimler yaşanmıştır. ii İşte çalışmanın getirileceği en son ve en önemli nokta günlük yaşam sanat ilişkisidir. Günlük yaşam ve sanatın farklı disiplinlerle olan ilişkilerinin incelenmesi yapılarak, dolaylı ya da dolaysız yoldan birbirleriyle olan bağlantılarının araştırılması, bu çalışma için önemlidir. Toplumsallaşma süreci içerisinde sosyo-ekonomik-kültürel değişimler çalışmamızın çatısı için önem arz etmektedir. Yukarıda kısaca açıkladığım bu süreçler doğrultusunda “Günlük Yaşam”dan Görsel Çözümlemeler başlıklı tez çalışmam da her aşamasında, büyük bir sabır ile her türlü yardım, uyarı ve yapıcı eleştirileriyle çalışmamın akışının belirlenmesinde büyük emeği geçen tez danışmanım sayın Doç. Dr. Cebrail ÖTGÜN’e, yine çalışmalarım sırasında benden her konuda maddimanevi desteklerini esirgemeyen sevgili aileme, dostlarıma, bana katkısı olan ve moral veren herkese içtenlikle teşekkür ederim. Filiz SELVİ Ekim, 2010 iii İÇİNDEKİLER Sayfa No ÖNSÖZ ............................................................................................................i İÇİNDEKİLER ................................................................................................ iii RESİM LİSTESİ .............................................................................................iv GİRİŞ ............................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM GÜNLÜK YAŞAM+SANAT+KÜLTÜR........................................................... 4 I.1. KÜLTÜREL PRATİK OLARAK GÜNLÜK YAŞAM.................. 12 I.1.1. Günlük Yaşam “Gerçek” İlişkisi .................................... 31 I.1.2. Günlük Yaşam-Sanat İlişkisi ........................................ 43 İKİNCİ BÖLÜM MODERN KENT YAŞAMI, KÜLTÜRÜ VE SANAT İLİŞKİSİ....................... 54 II.1. MODERNLEŞME VE GÜNLÜK YAŞAM............................... 63 II.2. MODERN SANATTA GÜNLÜK YAŞAM ............................... 68 II.3. RESİMDE GÜNLÜK YAŞAM ................................................ 71 II.3.1. Seçilmiş Örnek Yapıtlar............................................... 84 II.4. 1960 SONRASI SANAT YAPITLARINDA GÜNLÜK YAŞAM KONULARI........................................................................ 106 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM UYGULAMA ÇALIŞMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR....................... 125 III.1. Düşünsel ve Biçimsel Açıklamalar .................................... 129 SONUÇ ...................................................................................................... 158 KAYNAKÇA............................................................................................... 161 ÖZET.......................................................................................................... 167 ABSTRACT ............................................................................................... 169 iv RESİM LİSTESİ Sayfa No Resim 1 : Jan Vermeer van Delf, Aşçı Kadın, 1660 Dolayları ...................... 84 Resim 2 : Jean Baptiste- Siméon Chardin, Yemek Duası, 1740 .................. 85 Resim 3 : Pieter de Hooch, Ev İçinde Elma Soyan Kadın, 1663 .................. 85 Resim 4 : Velazquez, Yaşlı Kadın Yumurta Kızartıyor, 1618 ....................... 86 Resim 5 : Mary Cassatt, Teaby’de Beş Çayı, 1880...................................... 86 Resim 6 : Carl Spitzweg, Yoksul Şair, 1839 ................................................. 87 Resim 7 : Francisco Goya, Esto Si Que Leer, 1700’ler ................................ 88 Resim 8 : Francisco Goya, Los Chinchillas,1700’ler .................................... 88 Resim 9 : Francisco Goya, 3 Mayıs, 1808.................................................... 88 Resim 10 : Eugéne Delacroix, Halka Önderlik Yapan Özgürlük, 1830......... 89 Resim 11 : Honoré Daumier, Üçüncü Mevki Vagon, 1863-65 ...................... 89 Resim 12 : Pieter Bruegel, Köy Düğünü,1567-68......................................... 90 Resim 13 : Pierre Auguste Renoir, Maulinde la Galette’de Dans, 1876 ....... 91 Resim 14 : Pierre Auguste Renoir, Tekne Gezisinde Öğle Yemeği, 1880.... 91 Resim 15 : Georges Seurat, La Grande Tatte Adası’nda Bir Pazar Öğleden Sonra,1885 ............................................................................... 92 Resim 16 : Edward Hopper, Nighthwaks, 1942............................................ 93 Resim 17 : Jean François Millet, Tane Toplayan Kadınlar, 1857 ................. 94 Resim 18 : Fernand Leger, İnşaat İşçileri, 1950........................................... 94 Resim 19 : Gustave Courbet, Günaydın Bay Courbet, 1854........................ 95 Resim 20 : Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885 ............................................. 96 Resim 21 : Claude Monet, İzlenim (Gün Doğumu), 1872 ............................. 98 Resim 22 : Claude Monet, St. Lazare Tren Garı, 1877 ................................ 99 Resim 23 : Andrea Derain, Londra Limanı, 1906 ......................................... 99 Resim 24 : Camillo Pissaro, Sabah Güneşli Bir Havada İtalyan Bulvarı, 1897 ........................................................................................ 100 Resim 25 : Umberto Boccioni, Sokağın Bütün Gürültüsü Evin İçinde, 1911 ....................................................................................... 100 Resim 26 : Ernst Ludwig Kircher, Sokak Sahnesi, 1913 ............................ 101 v Resim 27 : Max Beckman, Gece, 1918-19 ................................................ 102 Resim 28 : Pablo Picasso, Ağlayan Kadın,1937 ........................................ 103 Resim 29 : Kurt Schwitters, Merzbild 25A, 1920 ........................................ 104 Resim 30 : Richard Hamilton, Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı Çekici Yapan Nedir?, 1956............................................................................. 111 Resim 31 : Robert Bechtell, Portrero Stroller- Crossing Arkansas Sokağı’nı Geçerken, 1988 ...................................................................... 112 Resim 32 : Richard Mc Leon, Mackey Maria, 1971.................................... 112 Resim 33 : Richard Estes, Lokanta ............................................................ 113 Resim 34 : Tom Wesselman, Banyo,1963 ................................................. 113 Resim 35 : Andy Warhol, Bıçaklar, 1981-82............................................... 114 Resim 36 : Claes Oldenburg, Hamburger, 1962 ........................................ 114 Resim 37 : Claes Oldenburg, Yumuşak Tuvalet, 1966............................... 115 Resim 38 : Ralph Going, Mermer Tezgah, 1985-89................................... 115 Resim 39 : Martial Raysse, Vizyon Hijyen, 1961........................................ 116 Resim 40 : Daniel Spoerri, Trap Restaurant Şehir Galerisi, 1963 ............. 116 Resim 41 : Fernandez Arman, Birikim, 1962.............................................. 117 Resim 42 : John Salt, Electra, 1969 ........................................................... 117 Resim 43 : John Salt, Beyaz Chevy - Kırmızı Römork, 1975 ..................... 118 Resim 44 : Don Eddy, İki Volkswagen, 1971.............................................. 118 Resim 45 : Don Eddy, H. İçin Yeni Ayakkabılar, 1973-74 .......................... 119 Resim 46 : David Parrish, Motorsiklet, 1971 .............................................. 119 Resim 47 : Andy Warhol, Marilyn Monroe, 1967 ........................................ 120 Resim 48 : Chuck Close, Brad, 2006 ........................................................ 120 Resim 49 : James Rosenquist, F-111 1964-65 ......................................... 121 Resim 50 : James Rosenquist, F-111 ........................................................ 121 Resim 51 : Gerhard Richter, Aile Portresi, 1964 ........................................ 121 Resim 52 : Gerhard Richter, Chrisra ve Wolfi, 1964 .................................. 122 Resim 53 : Burhan Doğançay, Hayat Bir Trafik Sıkışıklığı, 2000 ............... 122 Resim 54 : Burhan Doğançay, St. Patrick’de Gün, 2002............................ 123 Resim 55 : Sigmar Polke, Giornico, 1976 .................................................. 123 Resim 56 : Sigmar Polke, Süpermarket, 1976 ........................................... 124 vi Resim 57 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 129 Resim 58 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 130 Resim 59 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 130 Resim 60 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 132 Resim 61 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 133 Resim 62 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 134 Resim 63 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 134 Resim 64 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 135 Resim 65 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 136 Resim 66 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 137 Resim 67 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 137 Resim 68 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 138 Resim 69 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 139 Resim 70 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 140 Resim 71 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 140 Resim 72 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141 Resim 73 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141 Resim 74 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141 Resim 75 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142 Resim 76 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142 Resim 77 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142 Resim 78 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 143 Resim 79 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 143 Resim 80 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 144 Resim 81 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 144 Resim 82 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 145 Resim 83 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 145 Resim 84 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146 Resim 85 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146 Resim 86 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146 Resim 87 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 148 Resim 88 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 148 vii Resim 89 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 149 Resim 90 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 149 Resim 91 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150 Resim 92 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150 Resim 93 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150 Resim 94 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151 Resim 95 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151 Resim 96 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151 Resim 97 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 152 Resim 98 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 153 Resim 99 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 154 Resim 100 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010 ................................................... 155 Resim 101 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010 ................................................... 156 1 GİRİŞ Günlük yaşam, insanın var olduğu günden bugüne kadar olan, her gün sürekli olarak düzenlenen rutinlerden oluşan bir yaşam alanıdır. Başlangıç itibariyle günlük yaşamı, insanın var olduğu gün olarak düşünebiliriz. Ayrıca bir toplumun zaman ve mekân değişkenlerine bağlı olarak, günden güne, haftadan haftaya, aydan aya, hatta yıldan yıla yinelenerek devam etmektedir. Sadece yaşamında büyük bir değişiklikle karşı karşıya kalan kişi, günlük yaşamındaki rutinlerini değiştirmek zorunda kalmaktadır. Başlangıçtan günümüze kadar her çağda günlük yaşam içerisinde çevresiyle ilişki kurmaya başlayan insan, genellikle ailesiyle yaşamaya başlayıp, gittiği eğitim kurumları, sosyal ve ekonomik çevresiyle ömrünün sonuna dek yaşamına bir rutin içerisinde devam etmektedir. Günümüz insanı her şeyi süratle tüketirken, günlük yaşantısı içerisinde de karşılaştığı farklı imajları yoğun ve yüzeysel biçimde algılamaktadır. Üretim aletlerinin gelişimi ile başlayan tarihsel süreç, zamanla sanayi toplumunu yaratmıştır. Buna bağlı olarak da insan değişimlere maruz kalmakta ve içinde bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmıştır. Teknolojik gelişme artık kültürel değişimlerin kaynaklarından birisi olmuştur. İlerleyen süreçlerde ise enformasyon toplumunun oluşumu ile toplumlar bir başka kültürel durumu yaratarak günlük yaşama etki yapmıştır. Bu değişimler sadece günlük yaşam tarzlarımızı etkilememiştir. Aynı zamanda sanat tarihindeki değişimlerden de izleneceği üzere, hem görme biçimlerimiz üzerinde hem de teknik ve konu bazında etkileri izlenmiştir. Artık her geçen gün günümüz sanatının geldiği boyutlar hızla değişime uğramakta ve yeni teknolojilerin üretilmesiyle sanat dünyamız içinde değişimler yaşanmaktadır. 2 Günlük yaşamdaki bu teknolojik gelişmeler ile birlikte sanat alanında farklı anlatım yollarının ortaya çıkması, modern sanat örneklerinin oluşumunu sağlamıştır. Sanat da, toplum yapısı, ekonomik yapı, siyasi düzen, yani hayata ait her şeyden etkilenip, etkilemektedir. Yinede değişen süreçlere ve ortaya çıkan farklılıklara rağmen sanat, hep insanın yaşamsal faaliyetlerinin nasıl sürdüğünün bir kanıtı olmuştur. Bu nedenle sanat, günlük yaşam tarzlarının gerçeğe en uygun şekliyle görselleştirildiği bir alan olmuş ve bir süreklilik içinde var olmuştur. Sanat, mağara resimlerinden bu yana en çok “gerçek” olanla somutlaştırılmış, ifade edilmiştir. Tabi ki günlük yaşamın gerçek nesnelerle resmedilse de temelde bu resimlerde amacın nesnelerin maddiliğiyle ilgili olmadığı da iyi bilinen bir gerçektir. Gerçeği yakalamak kimi zaman bir sezgi, kavrayış ve yaratıcılık işi olabileceği gibi rastlantıya da bağlı olabilmektedir. Sanat, tarihin her anına tanıklık etmekte ve etmeye devam edecektir. Önce günlük yaşam konusu üzerine yaklaşım biçimleri incelenirken, konuyla ilgili sanatçılar ve yapıtları kapsamlı biçimde araştırılacak, konuyla ilgili açıklamalarda bulunulmaktadır. 20. yüzyıl ilişkileri içerisinde araştırma ve uygulama çalışmaları ile desteklenecektir. Bu çalışmada günlük yaşamın çevresiyle kurduğu ilişkiyi tanımlayabilmek ve bunu resimsel bir dille irdeleyebilmek amaçları doğrultusunda, aynı zamanda çalışmanın akışını da belirleyecek olan değerlendirmelerle, tez çalışmasına yön vermesi açısından aşağıdaki sorulara yanıtlar aranmıştır. Günlük yaşam nedir? Gerçek ile olan yakın ilişkisi hangi düzeydedir? Günlük yaşam içerisinden konular, sanatçıların yapıtlarında ne şekilde yansıtılmış ve teknik açıdan farklı disiplinlerde nasıl ifade edilmiştir? 3 Sanat tarihi içinde günlük yaşamı doğrudan veya dolaylı yollarla bir sorun olarak ele alan sanatçılar ve anlayışlar hangileridir? Bu tema; modern sanat yapıtlarından başlayarak günümüze kadar nasıl bir süreç doğrultusunda, sanat anlayışları içerisinde hangi problematikte ele alınarak görselleştirilmiştir? Ayrıca uygulama çalışmalarında günlük yaşam, düşünce ve plastik açıdan en etkin biçimde nasıl ele alınmalıdır veya alınmıştır? Araştırmada bu soruların yanıtları doğrultusunda çalışma içerisinde, günlük yaşam tüm boyutlarıyla, hem kültürel açıdan hem de sanatsal bir sorun olarak dönemsel farklılıklarıyla ele alınmıştır. Günlük yaşamdan imge veya nesnelerin, görüntülerin sanata ne şekilde yansımış olabilecekleri, bu temayı işleyen belli başlı sanatçılar ile eserleri ve akımlar incelenmiştir. Sonuç olarak bir sorunu irdelesin ya da irdelemesin bu konuya öncelikle panoramik bir bakışla, günümüze kadar günlük yaşamın ve sanatın geçirmiş olduğu evrime değinmek, günlük yaşamın ve sanatın teknolojinin etkisiyle geldiği ve gidebileceği noktaları görebilmemiz açısından önem taşır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM GÜNLÜK YAŞAM + SANAT + KÜLTÜR Tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun var olduğu günden itibaren, hayatın tüm sıradanlığı, çok anlamlılığı, karmaşıklığı içinde her şeyin acımasız ve hızlı bir yükselişle üretildiği, tüketildiği, her yaşanan günün tekrar kurulduğu bir “günlük yaşam” içerisinde yaşamaktayız. Günlük yaşam içerisinden birçok şey insanı kuşatırken, insan kendi iradesiyle aklını kullanarak A’dan Z’ye kendisine sunulan şeyler arasında doğru seçimler yapmaya çalışır. İnsan aklı ile içinde bulunduğu yaşamı sorgularken yaşam bakış tercihini de oluşturur. Simmel’de, yaşam salt biyolojik seviyeden, zihni seviyeye ve zihin sırasında da kültür seviyesine ulaştığında içsel bir çatışmanın başladığından kültürün bütün evriminin de bu çatışmanın gelişmesi, çözümü ve yeniden ortaya çıkışı üzerine kurulu olduğundan söz etmektedir. Çünkü hayatın yaratıcı dinamizmi ona dışavurum, biçim ve düzen sunarak, hayatın sürekli akışını egemen kılarken, artık açık biçimde biz kültüre dair konuşuyoruzdur1 demektedir. “Toplum tarafından benimsenmiş temel değerlerin farklı toplumsal konumdaki insanlarca da paylaşıldığı, haklılaştırıldığı ve öğrenildiği kültürel bir alana işaret eden gündelik hayat, alışverişe çıkmaktan bir görgü kuralı olarak yemek yeme davranışlarına kadar uzanan özellik gösterir(Brown, 1987:7-9)… Bir hayat biçimini öğreten gündelik hayat aynı zamanda bu hayat biçimini benimseterek haklılaştırır. Ve yaşanılan hayatı olabilecek tek toplumsal hayatmış gibi dayatır.”2 1 Georg Simmel, Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma, Yayına Hazırlayan. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1999, s. 151 2 Soner Yağlı, “Gündelik Hayatımızda Akıl Tutulması Medya Uygulamalarında Tüketim İdeolojisinin İzlerini Sürmek”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s.2 5 Eğer ki, yaşamda gözlemlediğimiz zamanın uzunluğunu azaltırsak her günü, yaşananı fark edebilme şansımız doğar. Tarih yaşamda ki önemli olayları dikkate alırken, günlük yaşamdaki olaylar, insanın zaman ve mekânda zar zor fark ettiği küçük şeylerdir. Ama bu küçük şeyler, yemek, giyim, barınma, kısaca yaşamda var olabilmek için insanın yaşamında gerekli olan şeylerdir ve bu küçük detaylarla bir toplum açıklanabilmektedir. Günlük yaşamda bu tükettiklerimiz yine biz insanlar tarafından gözlenebilmektedir. Günlük yaşam, her gün yaptıklarımızdan, tekrarlanan düzensiz olaylardan oluşurken bu gerçeklikler tarihi ve kültürü de oluşturmaktadır. Günlük yaşam ve tüketim olguları da; kültür tartışmalarını da beraberinde getirir. “Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlu’nun yarattığı her şeydir.”3 Kültür, bir toplumun tüm yaşam biçimini, insanın ortaya koyduğu, içinde var olduğu tüm gerçeklikler, sosyal etkileşimlerinin ürünü ve aşağı yukarı insan yaşamının tümünü kapsarken, her insan grubunun da kendisine özgü bir kültürü vardır. Yaşamımızda bildiğimiz üzere kültür denildiğinde alışılagelen biçimde maddi ve manevi olarak kültürü ikiye ayırarak düşünürüz. “Maddi kültür bilindiği üzere, insan elinin değdiği somut olan her şeydir: Bilinen en eski maddi kültür izleri Etopya’da bulunan yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine ait taş aletlerdir. Maddi kültür, insan yaşamını barınması, beslenme, ulaşım, eğitim, sağlık, savaş, spor, eğlence gibi bütün alanında kullanılan her türlü araç ve gereçlerdir. Elbiseden bibloya, köprüden yola; kapı tokmağından, hayvanlarına kadar aklımıza gelen bütün nesnelerdir. Kısaca insan elinin değdiği insanın şekil verdiği gözle görülür bütün her şey maddi kültür kapsamına girer. Manevi kültür ise elle tutulur gözle görülür olmayan kültür unsurlarını içerir. Hepimizin bildiği gibi öğrenilen ve paylaşılan inançları, kabulleri, değerleri ve bunların yanı sıra davranış beklentilerini ifade eden 3 Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8.Basım, 1999, s. 96 6 yazılı ve yazısız normları kapsar.”4 Adetler, gelenek ve görenekler de manevi kültür içerisine katmaktayız. Parekh’de bir toplumun kültürünün atasözlerinde, ayinlerinde, toplu anılarında, şakalarında, vücut dilinde, törelerinde, geleneklerinde, selamlaşma biçimlerinde vb. birçok biçimlerinde yansıdığını, aynı zamanda sanatında, müziğinde, sözlü ve yazılı edebiyatında, ahlaki yaşamında, mükemmellik ideallerinde ve iyi yaşam görüşünde de dışa vurulduğunu söylemektedir. “İnsan yaşamını biçimlendirip düzenlemekle ilgilenen kültür, kişinin nasıl, nerede, ne zaman ve kiminle yemek yediği, arkadaşlık ettiği, seviştiği nasıl yas tutup, ölüye ne yaptığı ve ailesine, çocuklarına, eşine, komşularına ve yabancılara nasıl davrandığı gibi temel edimleri ve ilişkileri yöneten kurallar ve normlarda da ifade edilir.”5 Evet bir kültürel topluluğun içinde doğmak, o topluluğun bütün her şeyinden etkilenmek anlamına gelir. Toplumdaki her şey o toplumun kültürünün bir parçası olmakta ve genel olarak kültür belli bir toplumdaki her türden inancı, davranışı, değeri ve nesneyi içine alarak onu temsil eder. İnsanlık tarihine bakıldığında yüzyıllar boyunca, toplumsal durumlar, dini inanışlar, siyasal gelişmeler, teknolojik değişimler, kitlesel hareketler, savaşlar, yenilikler, doğrudan ya da dolaylı olarak günlük yaşamı ve kültürü etkileyip, biçimlendirmiştir. Üretim aletlerinin gelişimi ile başlayan tarihsel süreç, zamanla sanayi toplumunu yaratmış, bunlara bağlı olarak insanda değişime maruz kalarak, içinde bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmıştır. Artık teknoloji büyük kültürel değişimlerin kaynaklarından birisi olmuştur. Daha sonraları ise insanı 4 Beylü Dikeçligil, “Türkiye’de ve Dünya’da Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 40 5 Bhikhu Parekh, Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek: Kültürel Çeşitlilik ve Siyasi Teori, çev. Bilge Tanrıseven, Ankara, Phoenix Yayınevi, 1. Baskı, 2002, s.185 7 etkileyecek olan Enformasyon toplumu bir başka kültürel durumu yaratarak günlük yaşama etkide bulunmuştur. Kitle iletişim araçları, bir kültürün inanç ve etkinliklerini yönlendirmekte olup, doğrudan doğruya o kültürün yapısına işlemektedir. Günlük yaşam içerisinde ise içinde bulunduğu koşullarla da bağlantılıdır. “Para, medya ve popüler eğlence artık kültürel etkinliklerin finansmanını sağlayıp bizi kültür konusunda bilgilendirmekle kalmıyor, kültürel değerleri biçimlendiriyor, hatta yaratıyor. Bizim toplumumuzda onlar ne derse ‘kültür’ o oluyor. Çağdaş kültür, kitle zevkini tatmin etmeli, yani biçimi çok karmaşık olmamalı, anlamı şeffaf olmalı. Birey olmamıza yardım etmek yerine, bizi kalabalıklar içinde bir araya getirmeli, çünkü birey olmak bizi birbirimize yabancılaştırabilir. İşte bu nedenle, kitle beğenisi ve onu besleyen para, medya ve eğlence, kültür üzerinde entropik bir etkiye sahiptir.”6 “Gündelik hayatın değerlendirilmesine tüketim ve onun yaşama geçirdiği kültürün, siyasal anlamda edilgen bir alıcı kitlesi yaratarak totaliter rejimlere uygun bir toplum meydana getirecek biçimde popüler kültüre kucak açtığı söylenebilir. […) parasını ödeyen herkesin tüketmesi için […] sahte mutluluklar yaratır. […] bu kültürün en büyük destekçisi de medyanın kendisidir.”7 Günümüz insanı da, sanayi devrimi ile başlayan ve her alana yayılan hızlı bir değişimin içinde halen yaşamaktadır. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan bu hızlı teknolojik değişim insanı tarım kültüründen koparmıştır ve günlük yaşamdan sanata, kültürel yapıya kadar insanın bütün değer sistemlerinde değişime yol açmıştır. İnsan makineleşmiş yapay bir dünyaya itilmiştir ve 6 Donald Kuspit, Sanatın Sonu, çev. Yasemin Tezzgiden, İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 2006, s.189 7 Yağlı, a.g.m, s. 25 8 burada yaşamını devam ettirmektedir. Gelişen teknoloji ile hızla yayılan iletişim araçları insanın yaşam koşullarını, davranış biçimlerini etkilemiştir. Teknolojik gelişmelerin sonucunda sosyal yaşamdaki her şeyin imajlardan oluşması günlük yaşam koşullarını, davranış biçimlerini etkilemiştir. Teknolojik gelişmelerin sonucunda sosyal yaşamdaki her şeyin imajlardan oluşması günlük yaşama yeni bir boyut kazandırmıştır. İletişim araçlarındaki hızlı ilerleme kitlelerin beğenisini etkilemiş ve dijital teknolojiler sayesinde tüm imgeler göstergeler haline gelmiştir. Teknoloji tarih boyunca insanın günlük yaşamına kolaylıklar getirirken, dünyada ulaşılamayacak hiçbir nokta da bırakmamıştır. Teknoloji ile birlikte bütün kültürler iç içe geçerken, beraberinde de bir kültürsüzleşme, bir aynılaşmayı da başlatmıştır. Gelişmelere göre insanlığın varoluşunun başlangıcından bu yana günlük yaşam tarzları değişiklik göstermiştir. Günlük yaşamdaki teknolojik gelişmeler, sanat alanında özgürleşen sanatçı- filozof tiplerinin oluşmasına ve çağdaş sanat örneklerinin oluşumunu da sağlamıştır. İşte sanat da, toplum yapısı, ekonomik yapı, siyasi düzen ve hayata ait her şeyden etkilenmekte ve etkilemektedir. “(…) sanat eserini gerçekleştiren sanatçı, içinde bulunduğu çağın düşünce sistemini, insan duygu ve düşüncelerini ortaya koymakta ve her çağın kendisine özgü sanatını yaratmaktadır. Primitif dönemlerin, Ortaçağın, Rönesans’ın, İzlenimciliğin ve çağdaş sanatın şekillendirdiği, birçok farklı yaklaşımın ortaya çıktığı, modern insanın kendisini ortaya koyduğu çağdaş sanat olgusu bu gelişimi ortaya koymaktadır. Her dönem için problem olan ve çözmeye çalışılan bu olgular yerini bir sonraki dönemin farklı değerlerine bırakmaktadır. Sanatçı ise; içinde bulunduğu dönemden kendisini her ne kadar soyutlamaya çalışsa bile sonunda ortaya koydukları da aynı problemleri taşımaktadır.”8 8 Leyla Varlık Şentürk, “Varoluşçuluk Felsefesi ve Resim Sanatı”, Anadolu Sanat Süreli Yayın ve Kültür Dergisi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Sayı 9, Mart, 1999, s.164- 165 9 Dış dünyanın temsili, onun algılanması yolunda yeni biçimler öneren sanat, bir sanatçının yaşadığı toplumdaki insanları, tarihsel ve toplumsal gelişmelerin gerçekleri ile olayların gerçek anlamlarını anlatırken, insanların günlük yaşamlarındaki duygulanımlarını da açığa çıkartmaktadır. “(…) Sanatçı, atölyeden ve atölyenin düşüncelerle dolu yalnızlık ve sessizliğinden ayrılarak, insanın kendi düşüncelerini bile duyamadığı gürültülü sokağa çıktıktan bu yana atölyenin kaderi ne oldu? Sokaktaki günlük olaylar yaratıcı edimlermiş gibi görünmeye başladığında ve sanat yaratmak için özel bir mekâna ihtiyaç olmadığına işaret ettiğinde atölyeye ne oldu? Atölyenin simgelediği hayal gücüne dayalı yaratıcılığa, sokağın şans eseri ortaya çıkan yaratıcılığı el koydu”9 ve günlük yaşamda, kalabalıklar içinde akıp giden yaşamda, sanat açık bir biçimde gündelik olanı kucakladı. Sanatta yansıtma, bir başka yönden insanın sürüp giden günlük yaşamının, sıkıntılarını, sevinçlerini, heyecanlarını, insanlarda yine bu duygulanımlarını arttırarak uyandırmak amacıyla oluşmakta ve böylece insanların doğal yaşamının yine doğal yönleri belirlenmiş olmaktadır. Sanatçılar ve sanat eserini gerektiği gibi algılayabilenler, toplumun tarihsel, kültürel yapısını bir dayanak noktası olarak kabul etmek zorundadırlar; çünkü toplumun içinde bulunduğu dönem ve koşullar, ister istemez eserlerine de yansıyacaktır. Bu nedenle belirli bir tarihsel dönem içinde çeşitli sanat dallarının değişik ürünlerinde daima bir ve aynı havanın bulunduğu söylenebilir. Toplumun yapısı ve işleyişiyle, aynı zamanda tarihsel koşulları ile bu denli yakın ilişkisi olan sanat olgusuna sosyolojik bir açıdan yaklaşmanın önemi ortadadır. Her ne kadar, ilk bakışta konudan uzaklaşmış gibi görünse de, sanatın sosyolojik işlevleri gerek sanat eserinin oluşumunda, gerekse topluma sunuluşunda kendini açıkça ortaya koyar. Diğer kültür olguları gibi toplum içinde yer alır. 9 Donald Kuspit, a.g.e, s. 192 10 “Sanat, dünyayı hissetme biçimimizi değiştirir ve zenginleştirir hep: Başta ressamlardır ki, nesnelerin ya da eylemlerin en basit, en sıradan güzelliklerini görürler ya da tasarlarlar. Böylece ne kadar az figüratif olursa olsun, bizi dünyadan koparmak değil, dünyaya duyarlı kılmak için yapılmıştır sanat. Gündelik gerçeklik, çıkış noktalarımızın, alışkanlıklarımızın ve ihtiyaçlarımızın dışında belirdiği, bir yeni dikkati uyandırdığı andan başlayarak yükseltici bir rol oynar sanat.”10 Sanat eserleri, din, bilim, teknoloji vb. diğerleri hayatın akışında bu ürünlerin özgün bir nitelikleri vardır. Hayatın kendisinin hızlı ritminden, onun yükseliş ve çöküş, sürekli yenileniş, sürekli bölünüş ve yeniden bütünlenişinden ayrı olarak sabit biçimlere sahiptirler. Bu ürünler bazen inşa edildikleri anda belki de hayatla iyi bir uyum içinde, bazen de yaşam devam ederken varlıklarını sürdürürken, katı hale gelmeye eğilimli olup hayattan uzaklaşırlar. Bu da kültürün bir tarihe sahip olmasının sebebidir. Yaşamın zihinde var olup dönüşmeye başlamasıyla bu yapıları sürekli olarak yaratmakta iken hayat durmaksızın akıp gitmektedir. Er ya da geç yaşamın güçleri bunların ürettikleri her kültürel biçimi aşındırır ve bu kültürel biçimlerin dönüşümü en geniş anlamıyla tarihin konusudur. “Dünyanın değiştiği düşüncesi, ilerlemesi, tarih şemasının bütün düşünce sürecimizi esir aldığı, gündelik yaşamımızın saatin tik takları arasında öğütüldüğü bir dünya da neredeyse her dakika geçen dakikaya nazaran yeniden kurulmak üzere kaçınılmazlaştı. Saatin tik takları arasında harcadığımız yaşam, her gün binlerce mesaja değişiyor ve geçiyor: Bu durumun bizi bir heyelanın içine attığını inkâr etmek gerçekten zor. Sıradan ve sahici bir birey için kaçınılmazlaşan bu durum, bilim için çözülmesi ve yeniden kavramlaştırılması gereken ileri derecede modern karmaşadan 10 Server Tanilli, Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş, İstanbul, Alkım Yayınları, 12. Basım, 2006, s. 207 11 başka bir şey olamaz. […] Her ne kadar saatin tik takları gündelik yaşamımızı öğütüyorsa da; kalanı siyasetin zikzaklarına teslim etmeyebiliriz.”11 İnsanoğlunun yaşam tarzlarını belirleyen değişim ve gelişmeler mutlaka devam edecektir ve devam ederken de günlük yaşamı-kültürü-sanatı da etkileyecektir. Sanat ve kültürde toplum yaşam tarzlarını, zevkleri, beklentileri dönüştürecektir. 11 Mustafa Bayram Mısır, Balta; Modernizm, Postmodernizm ve Sol, Ankara, Öteki Matbaası, 1. Basım, 1998, s. 10- 14 12 I.1. KÜLTÜREL PRATİK OLARAK GÜNLÜK YAŞAM “Gündelik yaşam kültürü tıpkı yoksulluk gibi, içindeki koşullarla bağlantılı somut bir şeydir.”12 Günlük yaşam, yalnızca günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve yinelemenin boyutu değil, bir yorumlama sistemidir. Bundan dolayı değişen dünya görüşlerine, teknolojik gelişmelere göre insanlığın varoluşunun başlangıcından bu yana günlük yaşam tarzları değişiklik göstermiştir. Günlük kavramı ise insanlar için çoğu zaman rutini ifade eden, hem bir aynılığı, hem de ayrı bir algılama alanını oluşturmuştur. Ancak insan ve zaman farklılıklarına göre her defasında değişen nesneye bakış açısıyla birlikte farklı bir yaşamsal ilişkiyi ortaya koymuştur. “Gündelik derken her gün olan düşünülür; her gün işe gideriz, her gün aynı insanlarla karşılaşırız, her gün aynı saatte işten ayrılır, eve ulaşır, yemek yer, televizyon seyreder, uyuruz ve saire […] Genellikle gündelik yaşam için tüm bunların toplamıdır denir. Elbette başka ayrıntılar hatırlanır, nasıl konuştuğumuz, neler yediğimiz, nelerden hoşlandığımız da girer gündelik yaşama. Gündelik yaşam nedir? sorusuna genellikle kişisel yaşamlardan, kişiye özgü ayrıntılardan çıkarak cevap verilmesi ilginç değildir. Çünkü gündelik yaşam bir sıradanlığı, bir rutini, bir değişmezliği işaret eder. ‘Nasıl gidiyor?’ sorusuna ‘hep aynı’ ya da ‘fena değil’ diye bir cevap veririz, böyle cevaplar verenleri de sıklıkla duymuşuzdur. Hemen herkes süre giden hayatını özetleyerek bir cevap verir. İlginç bir şey yoktur hayatımızda, önemsediğimiz anlar ya da olağanüstü durumlar dışında bir yeknesaklık içinde yaşadığımızı biliriz. Politik olarak sıradan insanları yücelten, onları öne çıkartan siyasi ve kültürel akımların ilgileri dışında o yeknesaklık ne konuşulur ne de hatırda tutulabilir.”13 12 Nurçay Türkoğlu, Görü-Yorum: Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü, İstanbul, Der Yayınları, 2000, s. 10 13 Levent Cantek, Cumhuriyetin Büluğ Çağı: Gündelik Yaşama Dair Tartışmalar(1945-1950), İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2008, s.14 13 Lefebvre’ye göre ise gündelik olan şöyle bir tanımlama ile açıklanmıştır. “Orada her şey hapsedilir. Çünkü orada her şey sayılır: para, dakikalar. Her şey metreyle, kilogramla, kaloriyle ölçülür. Sadece nesneler değil, aynı zamanda yaşayanlar ve düşünenler de. Hayvanların ve kişilerin bir demografisi olduğu gibi, şeylerinde (onların sayılarını ve varoluş sürelerini ölçen) bir demografisi vardır. Ve bu arada insanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. İyi ya da kötü yaşarlar. Gündelik hayata, hayatlarını çifte anlamda (varlığını sürdürmek, sadece varlığını sürdürmek veya dolu dolu yaşamak) kazanırlar ya da kazanamazlar. Gündelik hayatta, şimdi ve burada zevk alınır veya acı çekilir.”14 “Lefebvre’ye göre; günlük yaşam tüm çelişkilerin, belirlenmiş yaşam ile yaratıcı yaşam arasındaki çatışmanın, yabancılaşmanın ve özgürleşmenin alanı15” ve benzer davranışlarımızla sürekli olarak günden güne, haftadan haftaya, aydan aya ve hatta yıldan yıla yinelenerek devam ederken, hafta içi günlerimiz, hafta sonları günlerinden farklı geçmesi de bu düzenden kaynaklanmaktadır. Eğer ki yaşamında büyük bir değişiklik geçirmekle karşı karşıya kalan kişi, günlük yaşamındaki rutinlerini de değiştirmek zorunda kalır ve yeni bir düzene geçer. Lefebvre’ye göre günlük yaşamdaki değişiklikler, geneldeki değişimin ölçütünü oluşturmaktadır” […] Ona göre, günlük yaşamın değişimi, üretici güçlerin yüksek gelişme düzeyine bağlıdır. Yabancılaşma sadece sömürüye, artı değerin genişlemesine değil, ama daha temelde işbölümüne dayanmaktadır. Bu nedenle uzun süreden bu yana, dikkatini en gelişmiş kapitalist toplum olarak düşündüğü Amerikan toplumuna yöneltmiş durumda”16dır. 14 Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz, İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 1998, s. 28 15 Henri Lefebvre,Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, çev. Emirhan Oğuz, İstanbul, Belge Yayınları, 1. Basım, 1995, s. 54 16 Lefebvre, Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, s. 54 14 Günlük yaşam, bir toplumun zaman ve mekân değişkenliklerine bağlı olarak değişmekte ve kendi iç bünyesinde geliştirdiği iktisadi kültürel ve dini pratiklerin birbirleriyle örtüşerek belli bir tarih kesitinde somutlaşmasıdır. Bu iki değişkenden bağımsız bir toplumsal organizasyon var olamayacağı gibi konusu günlük yaşamın kültürel tabakalaşmasını çözümlemek olan bağımsız bir yöntemden de söz edilemez. “Yöntemin hareket noktası, değişkenlerin belli pratikler üzerindeki dolaylı ya da dolaysız etkilerinin önem sırasına göre saptanmasıyla bulunur. Zaman öğesi, en genel anlamda gündelik hayat pratiklerinin bir süreç boyunca çözülme ya da bütünleşme doğrultusunda gösterdikleri farklılaşmaları ifade eder. Buna karşılık mekân öğesi, söz konusu farklılaşmaların gündelik hayat içinde işlevselleşebildikleri somut sınırları belirler. Yöntem sorunun bir diğer önemli noktası da, zaman ve mekân değişkenliklerinin gündelik hayatın hangi yerleşim biriminde toplumsal yapının prototipini kuşatabilecekleridir. Gündelik hayatı şehir ölçeğinde gözlemlemek, aşırı işlevselleşmenin ortaya çıkarttığı çok katlı kültürel tabakalaşmanın kimi özgül oluşumları perdelemesi karşısında, salt görünür olanı tasvir etmek sonucunu doğurur. Öte yandan daha dar bir ölçeğin seçimi ise saf ve bozulmamış bir kültür romantizmine yol açabilir. Bu sakıncaları giderebilmek için gündelik hayatın dar ve geniş ölçekleri arasındaki kültürel geçişi sağlayabilen ve toplumsal yapının prototipi olma özelliğini koruyan bir yerleşim biriminden hareket etmek yöntemsel açıdan daha tutarlı bir yoldur.”17 Bugün hala toplumsal ve günlük yaşama şekil veren üç önemli faktör: bilim, teknoloji ve endüstri’dir. Her geçen gün teknolojik ilerlemelerle hem günlük yaşamımız yaşanmaktadır. değerlerimize, Bu hem de değişimler günlük sanat dünyamız sadece yaşamlarımıza yaşam değil içerisinde değişimler tarzlarımıza, aynı zamanda sosyal görme biçimlerimize de yön vermektedir. 17 Ekrem Işın, İstanbul’da Gündelik Hayat: İnsan, Kültür, ve Mekan İlişkileri Üzerine Toplumsal Tarih Denemeleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, 2006, s. 73 15 Sanayi toplumuna geçişle beraber insanlar bilinçlerinden yer ve zaman kavramlarını yitirmesi ile kuru, katı, acımasız, sevgiden uzak bireylere dönüşmüştür. Özellikle büyük kentler, tek düze bir yaşam süren ve bu nedenledir ki, her bakımdan kendini yitiren insanı simgelemektedir. Kentlerde yaşam, kırsal kesimlerden hızlı akmaktadır ve her an insanlar değişik durumlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Kırsal yaşamın o doğal akışına hiçbir zaman kentlerde rastlanmaz. Birey artık topluma, hatta kendisine bile yabancılaşmaktadır ve çağın sert koşulları içinde kalıplaşmıştır. Sevgi, acıma, anlayış gibi insani duygular yerini öfkeye bırakmıştır. Birey, günlük yaşantının içinde her zaman var olan olumlulukları ya da olumsuzlukları kendine özgü boyutlarla yaşarken, içinde bulunduğu yaşamın bütün karşıtlıkları, onun psiko-sosyal dünyasının da biçimlenişinde belirleyici etkin bir rol oynar. Örneğin; iş ortamı, yaşanılan bir olay, bir görüntü, izlenen bir film vb. İlkel insanın her şeyiyle doğaya bağlıydı ve bir takım yiyecek, giyecek, yakacak vb. gibi yaşamsal gereksinimlerini karşılayabilmek için ilkel insan bir üretim etkinliği içerisine girmek durumundadır. Bunun içinde sürekli olarak kullandığı aletleri geliştirmiştir ve zamanla bu gelişime bağlı olarak doğayla bağı kopmaya başlamıştır. Taş aletler, buhar makineleri, elektrik enerjisi derken, zamanla büyük sanayinin doğmasına yol açmıştır. Sanayi toplumundan önceki dönemde, görüldüğü gibi insan kendisini doğadan ve doğduğu andan itibaren zorunlu olarak bağlı bulunduğu toplumsal bağlardan koparma olanağına sahip olmamıştır, tabi ki bu süreç üretim aletlerinin gelişmesi ve sanayi toplumunu yaratmasına kadardır. İnsan artık günlük yaşamı içerisinde de sürekli gelişim içindedir, kendisini içinde bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmaktadır, fakat bir yandan da halen doğayı ve yaşam koşullarını değiştirme mücadelesi vermektedir. İçinde bulunduğu koşullar insana biçim vermekte, insanda yarattığı kültürle içinde bulunduğu koşulları biçimlendirmektedir. Kültür, sanat ve düşün alanlarında gelişmeler yaratmıştır. Üretimin sürekli gelişmesi ile toplumsal iş bölümü üst 16 seviyelere çıkmıştır. Artık ekonomik yapı farklılaşırken modern sanayinin oluşum koşulları gelişmeye başlamıştır. Bireyciliğin gelişimi toplumsal kültürü de etkisi altına almıştır, insanların zevkleri farklılaşmaya başlamış; sanat, edebiyat, felsefe de bu gelişmelerden kendisine düşen payı almıştır. Hızla gelişen yaşam tarzları, eski geleneksel yaşamın değerleriyle çatışır, tehdit eder hale gelmiştir. Artık kendini doğadan ve toplumsal yaşamını sınırlayan asal bağlardan kopararak bireyselleşmiş ve çağdaş birey doğmuştur. Aynı zamanda sanat ve düşün alanlarında da bu gelişmelerin yansımaları görülmektedir. Çağdaş anlamda bireyin ortaya çıkışı Ortaçağ toplum yapısının yıkılması ve kapitalist topluma geçiş dönemidir. Ortaçağ dünyasından Rönesans’a geçişle yaşamda oluşan farklılıkları şöyledir. “Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Bunun anlamı, insanın öbür dünya nimetlerinden vazgeçmesi ve bu dünyanın nimetlerine önem vermesi oluyordu. Ortaçağ doğmalarının, yerini, yeniçağda bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal ve mülk alıyordu. Ortaçağda eserlerine imzasını atmayan sanatçı, bu çağda yeni Rönesans’ta artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını da atacaktı”18. Fransız devrimiyle birlikte birey insanca gelişimine engel olan eski toplumsal yaşam içindeki asal bağlardan kendini koparmıştır. Teknikteki gelişmeler hiç daha önce olmadığı kadar hız kazanınca, tarım kültürünün temelleri sarsılmış ve insan topraktan kopmaya başlamıştı. Sanayinin gelişmesi sosyal yaşamı temelinden değiştirmişti. Artık köyden kente göçler başlamış ve endüstri merkezlerinde yığılmalar görülmüştü. Aslında insan makineleşmiş yapay bir dünyada yaşamaya zorlanmış, insan topraktan kopmuştu ve günümüz sosyal konutları, süpermarketler, alışveriş merkezleri, üst üste yığılmış binaları ile endüstri düzeyinde bir yaşam biçimi oluşmuştur. 18 Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8. Basım, 2000, s. 344 17 Parekh; bir toplumun kültürünün teknoloji, fetihler, savaşlar hatta doğal afetler gibi birçok başka etkene tepki olarak, genellikle anlayamadığı, fark edemediği bir biçimde değişebileceğini söylemiştir.”19 Sanayi toplumu ile ortaya çıkan ve hızla gelişen teknoloji ve hızla yayılan iletişim araçları insanların günlük yaşamlarını ve davranış biçimlerini etkilemekte, aynı zamanda kitle iletişimi teknolojik bir nimet olsa da ciddi bir tehlike ile insanı karşı karşıya bırakmaktadır. Herkes dünyanın her yerinde aynı şeyleri, aynı anda tüketebiliyor ve takip edebiliyor. “Marx’ın eşsiz bir kavrayışla ifade ettiği gibi, teknoloji büyük kültürel değişimlerin kaynaklarından biridir. Tüm büyük teknolojik değişimler, hem üretim süreçlerini hem de ilişkilerini dolayısıyla da toplumun ekonomik, politik ve kültürel düzenini etkiler. Yeni disiplin biçimleri, yeni alışkanlıklar ve mizaç özellikleri, yeni gücü yapılandırma ve kullanma biçimleri ve yeni işbirliği türleri gerektirir. Aynı zamanda boş zamanı arttırabilir, yeni kurallar ve toplumsal ilişkiler yaratabilir. Cinselliğin anlam ve önemiyle üreme ilişkilerinde, yeni üreme teknolojisiyle ortaya çıkan büyük değişimler tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır. Televizyon kullanılmaya başlanması kadar basit ve açıktır…”20 Üretim alanındaki teknik gelişmeler, üretimi hayal edilemeyecek boyutlara çıkartırken, bireylerin günlük yaşamlarındaki çalışmaya ayrılan zamanlarında azalmalara yol açmıştır. İnsana daha az ihtiyaç duyulması ile birlikte boş zamanlar artmış ve modern toplumu en iyi karakterize edecek özellik ise boş zamanların artması ile boş zaman merkezli bir yaşam biçiminin ortaya çıkması olabilir. Toplumsal yaşamda önemli bir yer tutan ve günümüz toplumunda da varlığına 19 20 en çok Parekh, a.g.e, s. 196- 197 Parekh, a.g.e, s. 197 gereksinim duyulan bir alandır, boş zamanlar. 18 Endüstrileşmiş ya da endüstrileşme yolunda olan toplumlarda iş saatlerinin azalması bu alanın artmasına yol açmıştır. İşte boş zaman özerk bir yaşam alanı olarak ortaya çıkışının tarihi endüstri devrimi ile başlamıştır denebilir. Endüstri devriminden önceki toplumlarda da boş zaman olarak algılanan ve tüketilen yaşam alanları mutlaka vardır fakat bu alan net çizgilerle ayrılmış değildir. İlkçağ batı toplumlarında boş zamanın özerk bir alan olarak belirmediğini, çalışma ve eğlence zamanıyla birbiri içine geçmiş durumda olduğunu söyleyebiliriz. İlkçağ toplumlarında olduğu gibi Ortaçağda durum bundan farklı değildir. Çalışma ve boş zaman net çizgilerle birbirinden ayrılmış değildir. Günlük yaşamda çalışma aile ya da gruplar arasında baskılardan uzak, zorlayıcı olmayan ve daha çok ritüel ve eğlenceli bir görünümde ilerlemektedir. İlkçağdaki gibi ortaçağda da boş zaman kendine özgü değerler ve bir yaşam kalıbı olarak kültürel bir tabana da sahip değildir. “Boş zamanın çalışmadan farklı bir alan olarak ortaya çıkması ortaçağa özgü toplumsal, ekonomik ve kültürel yapını dönüşmesi ile atbaşı gitmiştir. Endüstrileşme, teknik ve bilimsel gelişmeler beraberinde söz konusu olgulara endeksli toplumsal, kültürel ve siyasal yapılanmalara yol açmıştır. Örneğin, toplumun dokusu, işleyiş mantığı, insan ilişkileri, çalışma yaşamı, örgütleşme, yönetim ve etkinlik alanları büyük ölçüde endüstrinin öngördüğü toplumsal yaşam tasarımına uygun olarak biçimlenmiştir.”21 “Bugün modern toplum için boş zamanın gerçek anlamı giderek rasyonelleşen teknoloji toplumunda yaşayan bireylerin günlük yaşam zorunluluklarının getirdiği sıkıntı, gerilim ve stresten arınabilecekleri adacıklar olmasıdır. Kapitalist uygarlığın doğup gelişmesiyle ev ve tatil olarak iki tür adacık ortaya çıkmış durumdadır. İşin sıkıcılığı ve otoriteryen doğasına 21 Ömer Aytaç, “Kent ve Boş Zamanlar”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 342 19 karşılık, birey, söz konusu atmosferden kaçarak, sığınabileceği, içsel doygunluğu ve rahatlamayı mümkün kılan, duygusal ve ruhsal gereksinmesini tatmine yarayan rahat mekânlara sığınmak ister. Bu mekânlar kısmen ya da göreli olarak dışsal baskı ve müdahalelerden daha az etkilenen ve bireysel devinimi mümkün kılan ev ve tatil zamanlarıdır. Dolayısıyla ev ve tatil, temeldeki işlevleri yanında birde kapitalist çalışma ve yaşama tarzının alıklaştırıcı etkilerine karşı duran exstra eşlevlere sahip olmuştur. Özellikle ev, zorlanan insanın sığındığı tek kale olmaktadır. Evin exstra işlevinde esaslı nokta, bireyin kendisini dinlemesini bireysel bilincin farkına varmasını ve hayatının bütünselliğini korumasında bu bilinç dinginliği sürekli taşımasında etkili olmaktadır.”22 Modern dönemden önceki dönemlerde boş zamanlar özerk bir alan değildi, fakat modern toplumda boş zamanların değerlendirilmesi, bireylerin özgür seçimlerinden çıkmakta ve daha çok eğlence endüstrisi ve tüketim ekonomisi tekeline girmektedir. Özerk bir alan olarak beliren boş zamanların, eğlence endüstrisi ve tüketim ekonomisinin eline geçmesi ile birey dışı faktörlerin tekeline girdiğini göstermektedir. Boş zaman artık yaşamdaki gereksinimler arasına girmekte ve modern hayatın yorgunlukları, eğlenmeyi, hoş vakit geçirmeyi; gevşemeyi gerekli kılmakta ve modern günlük yaşamın hızlı temposundan kaçarak bir tatil zamanı yaratmaktadır. “Bir olay gazeteci ve sıradan yazar tarafından izlenen boş zaman teorisyenleri, bunu bıkıp usanmadan söylediler. Tüm toplum ölçeğinde yeni bir görüngü olan tatiller bu toplumu değiştirdiler, kaygıların odağı haline gelerek bu kaygıları yerlerinden ettiler”23 demişlerdir. “Şu noktalara dikkat etmek gerekir: Gerçekliği sabitler ve düşünceyi bu dondurulmuş kategoriler içinde durağanlaştırırsak, önümüzde bir karşıtlık tablosu belirir. Her terim saydam bir ilişki içinde ötekine göndermede bulunur. Dinlenme, çalışmanın, çalışma dinlenmenin karşıtıdır. […] Boş zaman işin, iş 22 23 Aytaç, a.g.m., s. 350 Lefebvre, a.g.e., s. 58 20 boş zamanın ikamesidir. Yolculuğa çıkmak ve gündelik hayattan kopmak (tatil), gündelik hayatın ikamesidir. Bunun tam terside doğrudur…”24 Günlük yaşam içerisinde var olan, fakat saklı bulunan bir yaşam alanımız ise ‘özel yaşam’dır. “Özel yaşamın gündelikliği, günler, haftalar, aylar arasına sıkışmış yorgunluk sonrası kısa bir dinlenmedir. Herkes için yaşamın anlamı, anlamdan yoksun yaşamdır; kendini gerçekleştirmek, tarihsiz bir yaşama tam gündelikliğe sahip olmak demektir. Fakat aynı zamanda onu görmemek ve mümkün olduğu andan itibaren ondan kaçmak demektir.”25 “Gündelik hayatı bir kent gibi düşünürsek, nasıl bir kenti meydana getiren yollar, mekânlar, ağaçlar ve insanlar varsa bu hayatında sarmaladığı ve etkilediği geniş bir arazi vardır. Siyasal olanla ekonomik olanın iç içe geçmesi, hatta ekonomik olanın kendini dayatması, bu gündeliklik içinde tanımlanma zorunluluğunu doğuran başka kavramları beraberinde getirmiştir. Tüketim ve Kültürü. Gündelik hayat içinde neredeyse tek amaçmış gibi kurgulanan/sunulan tüketme düşüncesi medyanın yarattığı anlamlar dünyası, sonucu kendini sürekli üretmekte ve pekiştirmektedir.”26 Bütün sanayi toplumlarında aşağı yukarı herkesin yaşamı aynı çizgide şekillenmektedir. Hepimiz çekirdek aile dediğimiz anne ve babadan oluşan bireylerin bulunduğu ailede dünyaya geldik. Belli bir yaşam sürecini burada geçiren bireyler, “(…) çocukluğunun belli bir bölümünü orada geçirdikten sonra, topluca fabrika gibi okullara giderler, oradan da devlete ya da özel teşebbüse ait dev bir kuruluşa girerler. Bu hayat biçiminin her bölümünün anahtarı, sanayi toplumunun kurumlarından birinin elindedir. Nasıl fabrikalar 24 Lefebvre, a.g.e, s.124 Lefebvre, a.g.e, s. 123- 124 26 Yağlı, a.g.m, s. 8 25 21 milyonlarca evde kullanılmak üzere aynı maldan üretirlerse, kitle haberleşme araçları da milyonlarca kafaya sokulmak üzere aynı mesajı üretirler.”27 Toplumların kitleleşme aşamasının 19. yüzyılda başlayıp 1960’ların sonlarına kadar uzanan bir süreci kapsamakta olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitleler ise kitle iletişim araçları ile birlikte sınırsız sayıda aynı mesaj karşısında kalmaktadır. 20. yüzyılda sosyal değişmeyi zorlayan güç ise teknoloji iken, 21. yüzyıla doğru hızlı bir değişimin içinde yaşanmaktadır ve yeni bir yüzyılın eşiğinde evrensel bir eşzamanlılıkla toplumların günlük yaşamını etkileyecek yeni bir kültürel durum ya da aşama ile karşılaşılmaktadır. Bu yeni kültürel durum ya da aşama sosyal tarih sürecinde, tarım toplumu ve sanayi toplumundan sonra, yine toplumların tarihi temellerinde biçimlenen ‘Enformasyon Toplumu’ meydana gelmiştir. Bu toplumun geleceğini teknoloji ve teknolojik güç belirlemektedir. “Toplum ve kültürdeki hızlı dönüşüm ve değişmenin tasviri bağlamında, 21. yüzyıla doğru yapılanan “Enformasyon Toplumu”, sanayi toplumu temelinde gelişen ancak, ondan farklı oluşan bir toplumsal ve kültürel bir yapılanmadır. Bu çerçevede, Sanayi toplumu modern durumu ve modernizmi içermekteydi. Enformasyon Toplumu ise, post-modern durumu ve post-modernizmi içermektedir. Sanayi toplumunun dolayısıyla modernist çağın bunalımları, sorunları sorgulanmaktadır.”28 Enformasyon çağında iletişim araçlarını elinde bulunduran ve teknolojik açıdan gelişmiş ülkeler bunları kullanarak, belirlenmiş bir kitle iletişim aracı ile bilgi bombardımanında bulunarak kendi kültürlerini tüm dünyaya medya aracılığıyla yansıtırlar. 27 Vehbi Bayhan, “Postmodernizm ve Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım 1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 436 28 Bayhan, a.g.m, s. 439 22 “İçinde bulunduğumuz hayatı anlamlandırış(ımız), ona dair sorgulayış(larımız) ve onu algılayış biçimi(miz) bulunduğumuz yerin neresi olduğuyla, hangi çerçevenin içinden bu fotoğrafı çektiğimizle bağlantılıdır. Bu, bir başka ifadeyle, gündelik hayata bakış tercihlerimizi oluşturur. Yaşadığımızı sandığımız dünyanın aslında yaşatılan bir dünya olduğunu düşünmek… Ya da en azından böyle olabileceği varsayımını bir an bile olsa aklımıza düşürmek… Bunun da bizi kuşatıp sarmalayan gündelik hayat içine en mahrem alanlara, “benim” dediğimiz noktalara sızacak beceriklikte nakşedilmesi… Gündelik hayatın her alanında bu kuşatmayı yaratan en önemli yerlerden biri, üretim, dağıtım ve alılmama süreçleriyle birlikte bütünsel bir yapıya işaret eden ve anlamları manipüle etme gücüyle bir nevi esaret yaratan medya ve onu uygulamalarıdır. “Medya, bizi yönlendirir” ve “medya güçlüdür” gibi ifadelerin ulaşmak istediği anlam ancak o evrenin içine girerek çözülebilir. Bu alan o kadar geniştir ki, gidilecek her yolun tali yollara kesişme ihtimali çok yüksektir.”29 Medya yaşamdaki her alanı harekete geçirmektedir. Aynı zamanda günlük yaşam dediğimiz evren 24 saat tüketme duygusunu bir ihtiyaçmış gibi sunan bir alandır. Günlük yaşamın dönüşümünde ne varsa medyada da aynısı yaşanmaktadır. Her şey hızla değişip yeni evrene uygun hale gelmektedir. Teknoloji, ürünler, mekânlar, kimlikler vb. birçok şey. Ritzer bu konuda şunları söylemektedir: “Medyanın yeni evreni ve söylemi her şeyin; zamanın, mekânın, bedenlerin, ruhlarımızın, bedenlerin, ruhlarımızın, aşklarımızın, kendimizin sadece tüketim ideolojisine adanması üzerinedir. Bizler seçilmiş bir gündelik hayatın adanmış, adak verilmiş, kurban edilmiş, tüketilen bireyleriyiz(dir). Belki de hiç olmadığımız, olmayan bir hayatı yaşayan. […] Bu dönem yeni anlayış biçimlerine yeni gündelik hayat kurgularına giden bir sürecin yaşanmasıydı. Kurgulanmış yeni üst kimlikler, daha seçkin ve elit, daha temiz bir sınıf yaratma. Doğal olarak gündelik hayatın içinde ne varsa onları kurgulayarak: yeme, içme davranışlarından 29 Yağlı, a.g.m, s. 6 23 yaşanılan mekânlara, bedenlerin kullanımından ilişkilere kadar… Tüm amaç yeni bir anlayışın yerleşikleşmesine yöneliktir: Tüketmek!… Ama her şeyi!… Tüketim katedralleri diyebileceğimiz her türlü yapılanma: Fastfood mekânları, zincir mağazaları, alışveriş merkezleri, elektronik alışveriş merkezleri, kumarhaneler, yemeğlence mekânları(eğlenceyi vurgulayan konulu, Hard Rock Cafe gibi yerler)… Yeni tüketim araçları artık her türlü kuşatmayı delinmemecesine inşa etmektedir. Medyada ulaştığı noktada ekstravaganza* yaratmaktadır beklide.”30 Aklımıza gelebilecek her şeyde tüketici göstergelerle beslenmektedir ve kent yaşamı içerisinde, reklam panolarından, semt pazarlarına kadar çeşitli tüketim malları her yerden günlük yaşamın sıradanlığı içinde yer almaktadır. “Artık insanlar arasında değil, bir gölgeler dünyasında yaşıyoruz. Yaşamımıza yön veren herhangi bir amaçtan yoksunuz. Bugünün insanı acımasız bir tüketim uygarlığının kölesidir. Sadece tüketerek yaşadıkları içsel boşluk duygusundan kurtulmaya çalışmak, onları biraz daha kötürümleştiriyor. İçinde bulundukları boşluk ve yalnızlık, onları sinema, radyo ve televizyon gibi basit halk kültürünün niteliksiz ürünlerine çekmekte ve onların tutkulu bir müşterisi haline getirmektedir”31 Artık yaşamlarımızda reklâmdan başka bize anlam veren, yol gösteren, yönlendiren hiçbir şey yokmuş gibi yaşarız. Reklâmlar bütün ürünleri bize bir şey ifade eder hale getirmeye çalışır ve bunu gerçekleştirirken de günlük yaşam içerisinde var olan, şeyleri, nesneleri şekillendirme yoluna gitmektedir. Aslında günlük yaşam içerisinde var olan imgeler, nesneler, görüntüler, şeyler aslında hep durağan ve aynıdır. Medya ise günlük yaşama yeni anlamlar yüklemektedir. Medyanın varlığı ise artık reklâmlara bağımlı hale gelmiştir ve nerdeyse reklâmsız bir medya aracını düşünmek imkânsızdır. * Ekstravaganza: Genelde tiyatro olmak üzere sahnelenen bir eserin muhteşem performansla sunulmazı halinde bu olaya extravaganza kavramı verilip, bunun sıfat hali ise exstravagantdır. İngilizce’de savurganlık, israf, ölçüsüzlük anlamına gelen kavram aynı zamanda döküp saçan, sorumsuzca tüketen ve tüketilen bir yaşam tarzına işaret eder. 30 Ritzer’den Akt., Yağlı, a.g.m, s. 30- 34 31 Ayhan Aydın, Yaşadığımız Dünya, İstanbul, Alfa Basım Yayım, 1. Basım, 2002, s.116 24 “Bir çocuğun, doğumundan 15 yaşına, gelinceye kadar 150 bin civarında reklâm spotuyla karşılaştığı düşünülmektedir. Her yerde hazır ve nazır, herkesin yaşamının kaçınılmaz bir parçasıdır: Gazete okumazsanız ve televizyon izlemezseniz bile, kentsel ortamınıza egemen kılınan imgelerden kaçamazsınız. Bütün medyayı kaplayan ve hiçbir sınırı bulunmayan reklâmcılık, açıkça özerk bir varoluşa ve muazzam bir etkileme gücüne sahip bir üstyapıyı oluşturur. Medyada reklâmlar aracılığıyla tüketime sunulan her mal ve hizmet bireye aynı zamanda kimlik ve bir yaşam tarzı önerir.”32 Günlük yaşamımızda gerek farkında gerekse farkında olmadan sayısız reklâm imgesine maruz kalmaktayız ve günlük yaşamımız içerisinde her zaman vardır ve onu görmezden gelemeyiz. “Büyük kapsamlı psikolojik araştırmalardan, sanatsal kaynaklardan ve pazarlama stratejilerinden yaralanılarak gerçekleştirilen reklâmlarda, görsel ve sözlü bir dil kullanılarak reklâmı yapılan ürünlerin yanı sıra beraberindeki dünya görüşleri de satılmaktadır. Yaşamımızı belirleyen gereksinimlerimizi, değerlerimizi ve günlük davranış kalıplarımızı üretmede, reklâm, moda ve tüketim olgusunun hayati önemi vardır.”33 Çoğu zaman reklâmlar bireylere gerçek ihtiyaçlarının diliyle seslenmemektedir, aksine hayal ve düşlerinin diliyle seslenmektedir. Reklâmlar aracılığıyla yaratılan tüketim kültürü kendisine yabancılaşan bireylere gerçek dünyalarını unutmayı sağlayan bir kaçış noktası yaratmaktadır. İşte reklâmlar tüketim kültürüyle kuşatılmış bireyler için günlük yaşamlarındaki klavuzları gibidir ve bireyleri ikna eden bir araç olmanın ötesinde günlük yaşamın her alanında etkili bir tüketim ideolojisi sunmaktadır. Aynı zamanda “Reklâm, sadece bir tüketim ideolojisi sunmakla kalmaz, tüketici kimliğiyle doyuma ulaşan, kendini edimler yoluyla gerçekleştiren ve 32 Selda İçin Akçalı, “Günlük Yaşamda Reklam ve Büyülenmiş Tüketiciler”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 97 33 Akçalı, a.g.m, s. 100 25 kendi imgesiyle (veya ideolojisiyle) örtüşen “ben”in bir tasarımın sunar.”34 “(…) iletilen mesajların, bize iletildiği şekliyle günlük yaşantıda konuşarak, tartışarak ya da eğlenerek dolaşıma girmesinin sağlanmasıyla belli bir nesneye aşina olanlar paketlenmiş ya da kalıplaşmış ideolojik temaların taşıyıcısı olurlar ve onları, içselleştirdikleri kalıplaşmış şekilleriyle günlük yaşam pratiklerinde kullanırlar.”35 Günümüzde de medya, günlük yaşam pratiklerini belirli ölçüde de olsa halen etkilemekte, değiştirmektedir. Sadece bireyleri değil, toplumları da etkilemektedir. “Kamusal alana taşıdığı semboller, mitler, efsaneler ve söylemlerle zihinleri etkilediği, davranışları, tutumları, istekleri, inanları, yaşam biçimini, tabuları, korkuları, tüketim alışkanlıklarını ve hatta politik ve ideolojik tercihleri belirlemede önemli toplumsal faillerden-ajanlardan biri olduğu düşünülür. Modern toplumlarda sembolik biçimlerin dolaşımında ve üretiminde önemli yer edinmiş, olan medya, rutin bir biçimde gündelik yaşam pratiklerini belirleyen sembolleri ve değerleri sıradan insanlara sunar. Hiçbir biçimde yüz yüze gelmemiş veya gelmeyecek insanlar, medyanın sunduğu kültür ürünleri aracılığıyla yaygın bir deneyim ve kolektif hafızayı paylaşmaya başlarlar.”36 Medyanın günlük yaşamlarımızda bize sunduğu ve benimsetmeye çalıştığı dünya, göstermelik bir dünyadır. Medya, gazete, radyo ya da televizyon, bireylere dünyanın her tarafından gelen haberleri, bilgileri toplayıp, değerlendirip yeniden işleyip yayınlayarak sunmaktadır. “Medya ürünlerinde hayatın kendisinin mi sunulduğuna yoksa bir kurgulamaya gidilerek ‘işte gerçek budur’, ‘gerçekleri izlediniz’ iddialarına mı rağbet göstereceğimiz, bulunduğumuz noktadaki bakış açımızın temellendirdiği bir 34 Lefebvre, a.g.e, s.93 Rıza Sam, “Kitle İletişiminin Tüketim İdeolojisi Ya Da Üretilen Tiryakiliğin Büyüsü”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, Yıl 8, Sayı 30, Kasım, Aralık Ocak, 2004-2005, s. 144 36 Thompson’dan akt., Hanifi Kurt, “Türkiye’deki Egemen Politik Kültür Sembollerinin Medyadaki Tezahürü Üzerine Bir Değerlendirme”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör. Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 115 35 26 sorunsaldır, aslında. Medya da bize verilen gerçekliğe dair bir saptama yapabilmek, ortaya konulan en temel ürüne ilişkin bir değerlendirme de bulunmayı zorunlu kılmaktadır: O da, haberdir.”37 Üretim araçlarını elinde bulunduranlar gibi iletişim araçlarını da elinde bulunduranlar, iletişim araçları sayesinde kendi kültürlerini tüm dünyaya yayarak hâkim bir kültür haline gelmesini sağlamaktadırlar. Bugün bütün dünyaya Amerikan Hayat tarzını yayan güç “televizyon” çağdaş toplumlardaki en yaygın ve etkin ‘kültür üretme makinesi’dir. Televizyon; mutfak kültüründen selamlaşmaya kadar bir kültürleşmeyi yaymaktadır.19. yüzyılın ortalarında Batılı ülkelerin sanayileşmelerini tamamlamasıyla birlikte kitle kültürü olgusu ortaya çıkmıştır ve geliştirilen çeşitli elektronik kültürel dışavurum araçları ile birlikte yaşadığımız çağa da damgasını vuracak güce erişmiştir. Sanayileşme öncesi dönemde tüm toplumlarda, üreticisinin ve tüketicisinin aynı kişilerden oluştuğu, belli bir çevrenin dışına taşamayan kültür ürünleri, günümüzde yığınsal olarak üretilmekte ve yığınsal olarak tüketilmektedir. “Artık Adorno’nun deyişiyle bir ‘kültür endüstrisi’nin varlığı söz konusudur. Artık kültür ürünlerinden ve kültürün üretildiğinden söz etmekteyiz. Eser tarihe karışmıştır, çünkü kültür ürünlerinin ‘mekanik olarak çoğaltılarak yeniden üretildiği bir çağ'da yaşıyoruz. Adorno’nun, modernizmin son zamanları için sözünü ettiği ve şiddetle eleştirdiği “kültür-endüstrisi” olgusu, başlı başına postmodern bir olay olan televizyonla birlikte yepyeni boyutlar kazanmıştır. Böylelikle ‘kültür endüstrisi’, ses’lenerek görüntü’lenmiş; beraberinde köklü felsefi, ideolojik ve siyasal sorunlar getirmiştir.”38 Günlük yaşam içerisinde iç mekânlarda sürekli olarak açık bulunan bir kültür üretim makinesi olan televizyon yaşamlara renk, ses ve hareket getirirken, aynı zamanda gündelik kültürü hem yoğunlaştırmakta hem de ondan kaçış olanağı sağlamaktadır. Hepimizin bildiği gibi televizyon programları var olan yaşamı yeniden üretip sunarak dışarıdaki yaşamında ev 37 38 Yağlı, a.g.m, s. 7 Bayhan, a.g.m, s. 444 27 içerisinde de sürmesine neden olmaktadır. Bu televizyon yayınları gelip geçiveren anlık görüntülerden oluşuyor gibi görünmekte ise de belli bir imaj vermekte ve özellikle uydular vasıtasıyla sınır tanımadan toplumları ve kültürleri etkilemektedir. Çoğunlukla televizyonların üzerinde aile büyüklerinin fotoğrafları rastlamaktayızdır. Bunlar genellikle fotoğraf çerçevesinin kenarlarına sıkıştırılmış vesikalık fotoğraflardır. Genellikle ailenin ölmüş ya da kentte yanlarında bulunmaya bireylerin fotoğraflarıdır. Bu oluşturulmuş tablo aile bağlarının işareti olmasının yanı sıra modern kent yaşamının da bir göstergesi olmaktadır. “Televizyon seti ve çevresi modernite ethosunu da kapsayan sembolik bir sistem; kent ve endüstrinin önemini odaklanan daha geniş bir sembolik evrenin bir parçasıdır. Kentin, daha doğrusu kapitalist ilişkilerin güç alanını ‘fethetmeye’ çalışan bir anlamlar sistemidir bu düzenleme. Kentin kültürel alanını kırsal alandan farklı olan yanlarını vurgulamaya çalışır. Aslında kırsal alan bu kişilere son derece yakındır; bunun içinde bulundukları grubun paylaştığı toplumsal saygınlık göstergeleri olan işaretleri kullanarak uzaklığı belirtmeye çalışırlar. Gündelik yaşam kültürü bu haliyle yaratıcılık ile sınırlılığın çelişkili bir bileşimidir, yaşanan gündeki çelişkilerin bir yansımasıdır. Sınırlılıklar öncelikle ekonomiktir.”39 “(…) televizyonun evrenselleşmesi tehlikeli ve tartışmaya açık bir konudur, çünkü tıpkı edebiyat gibi köklü değer yargıları aktarır. Eğlence, dil ve imaj aktarıcılığıyla yüzeysel bir değiş- tokuşun sınırlarını aşar ve işin içine değer yargılarını sokar. Bir kültürün inanç ve etkinliklerini yönlendiren manevi içeriğine hitap ederek, doğrudan doğruya o kültürün yapısına işler.”40 Gazetelerde ise günlük yaşamda kullanılan dili, beğenileri, sıradan insanları etkileyen ayrıntıları doğrudan aktaran bölümler, köşe yazıları dışında çok sınırlıdır. Bu durum sayfa azlığı kadar gazetecilik anlayışından 39 40 Türkoğlu, a.g.e, s. 112 Bayhan, a.g.m, s. 442 28 da kaynaklanmaktadır da aynı zamanda. Dönemin gazeteleri, geçmişten gelen alışkanlıklarla siyaseti temel alarak yayın yapmakta, bunu bir ciddiyet ve olgunluk göstergesi saymaktadırlar. “Gündelik yaşama ilişkin yazılan hemen her yazının önemli ölçüde şikayetci veya eleştirel olduğu düşünülürse, şikayet edilen/eleştirilen gündelik yaşam ayrıntıların gayri ciddi ve amiyane (veya olgunlaşmamış) görüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca gazete okuruna onların yaşamlarında olmayanı bilmedikleri, merak ettikleri ‘bir başka dünya’yı anlatma arzusu bir gazetecilik düsturu olduğu gibi ticari bir gerekliliktir. Gündelik yaşamın tekdüzeliği ‘hep aynı’ ya da ‘ne zaman düzelecek’ ana fikrine sıkışmış haber ve yorumlarla yansıtılmaktadır.”41 Tüketim kültürü içinde günlük yaşama yön verenlerden bir diğeri ise ‘moda’dır. Moda günlük yaşam içerisinde ayrıcalıklı olma imgesiyle, insanlara alternatif bir yaşam sunmaktadır. Gençlerde modanın ve tüketimin en başat öğeleri ve ayrıcalıklı olmanın göstergeleridir. “Moda olgusunun aile yaşantısına girmesiyle geleneksel otoritenin dizginleri bu yeni kültürel oluşumun eline geçmiş gündelik hayat bu sayede bireyin özgürleşme sürecine tanık olmuştur.”42 Enformasyon toplumundaki, toplumları yönlendirecek bir diğer güç ise bilgisayar teknolojisidir. “Enformasyon toplumunda bilgisayarlar, enformatik üretim gücünü olağanüstü arttırarak; enformasyonun kitle halinde üretilmesine, işletilmesine, dağıtılmasına, saklanmasına ve tüketilmesine imkân veren enformasyon devrimine yol açmaktadır”43. Castells, interaktif bilgisayar ağları için şöyle bir yorumda bulunmuştur: interakitif bilgisayar ağlarının, yeni iletişim biçimleri ve kanalları yarattığını ve de bu şekilde hayatı şekillendirirken, hayat tarafından da şekillendirilip katlanarak büyüdüğünü 41 Cantek, a.g.e, s. 240 Işın, a.g.e, 98 43 Bayhan, a.g.m, s. 437 42 29 söylemektedir.”44 Gerçektende Castells’in tanımlaması da tam da içinde yaşadığımız çağı tarif etmektedir. En gelişkin gündelik yaşam kültürü ile pratikleri kuramcılarından birisi olan de Certeau, “popüler direnişlere büyük önem vererek, gündelik yaşam kültürünün ‘hileye(toplum sözleşmelerinin koşullarını kullanarak üç kağıda getirme yollarından aldatmaca ve kandırmacaya)’ benzettiği ‘uyarlama’ içinde ya da ‘dayatılan sistemleri kullanma biçimleri’ içerisinde aranması gerektiğini öne sürmektedir.”45 Ona göre gündelik yaşam kültürü, “kapitalizmin/tüketimin sağladığı kaynakların/kültürel endüstrinin yaratıcı, beğeniye dayalı kullanımında yatmaktadır.”46 Artık diyebiliriz ki; günlük yaşam; en genel hatlarıyla sıradan insanın tarihini oluşturmaktadır. Günlük yaşam politik olsun olmasın anlamlarla dolu karmaşıktır ve bu günlük yaşamın çok anlamlılığının ve karmaşıklığının bireye dayattığı zorluklardan kurtulup çözüm yolu bulmasında ortak, simge ve işaretler bireye yardımcı olmaktadır. “Her ne olursa olsun, gündelikliğin eleştirel çözümlemesi, geriye dönük olarak belli bir tarih görüşüne yol açıyordu. Gündelik olanın tarihselliği, bu tarihselliğin oluşumunu göstermek için geriye doğru gidilerek kurulmak durumundaydı. Kuşkusuz, beslenmek, barınmak, nesneler üretmek, tüketimin yuttuklarını yeniden üretmek her zaman gerekliydi. Bununla birlikte, XIX. yüzyıla kadar, rekabetçi kapitalizme ve ‘meta dünyası’nın yayılmasına kadar gündelikliğin hâkimiyetinin paradokslarından biridir bu. olmadığı […] iyice Kitlelerin vurgulayalım. yükselişi (ki bu Tarihin onların sömürülmesini hiç de engellemez) ve demokrasi (aynı şekilde!), büyük üslupların, simgelerin sona ermesine eşlik eder. Zaten modern insan 44 Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, 1. Cilt, çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Basım, 2005, s. 3 45 John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak, çev. Süleyman İrvan, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları/Ark, 1. Basım, 1999, s. 47 46 Cantek, a.g.e, s. 113 30 (modernliği yücelten insan), üslubun sonu ve yeniden doğuşu arasındaki bir geçiş insanından başka bir şey değildir. Bu da üslup ve kültürü karşı karşıya, kültürün ayrışmasını ve çözülmesini vurgulamayı zorunlu kılar; devrimci tasarının dile getirilmesini haklılaştırır. Yeniden bir üslup yaratmak, şenliği yeniden canlandırmak, kültürün dağınık parçalarını yeniden bir araya getirmek ve böylece gündelik hayatı dönüştürmek.”47 İnsanlığın varoluşunun başlangıcından itibaren, yaşamın günlük akışı sırasında karşılaşılan değişim ve gelişmelere bağlı olarak doğal ortamdan teknik ortama geçilmiş, sonucunda da günlük yaşamdaki maddi- manevi her şey değişmiştir. Bilim, teknoloji ve endüstrideki gelişmeler toplumsal yapıdaki değişimlere yol açarken, günlük yaşamı ve kültürünü şekillendirmiştir. Günlük yaşam her gün tekrarlanan pek çok olaylardan oluşmaktayken, günlük yaşam kültürü de içinde bulunduğu koşullarla bağlantılı bir şekilde ilerlemektedir. İnsanda tabi ki, bütün bu var olan değişimlerden, gelişmelerden payını almaktadır. “Walter, mekanikleşen toplumsal yaşam içindeki insanı şöyle anlatıyor: ‘Ad, Soyad, Doğum Tarihi, Meslek, Ait Olduğu Muhtarlık, Numara, Kimlik Belgesi, Semt, Resmi Daire, İl, Pasoport Kontrolü, Tarih, Giriş Tarihi, Baskın, Ev Sahibi, Kira, Ev Numarası, Banka Hesabı, Polis, Bölüm Amiri, Gelir, Görev Sorumluluğu. Beş Çalışma Günü. Zorunluluklar. Erginlik, Kefalet, Havale, Tatili Hak Kazanma, Alkol Oranı. Metrekare Fiyatı. Sözleşme. Posta Çeki, Havale. İşyeri. […]Geçiş Hakkı. Mahkeme. Mesafe. Kırmızı Işık. Kontrol. Oy Pusulası. Saç Rengi. Boy. Adres. İşte size kimliksiz bir toplumda şifrelenmiş haliyle, çağdaş kültürün röntgeni. Sayılaştırılmış, sınıflanmış ve kolektif yalnızlık raflarına yerleştirilmiş, içi boş bir nesne.”48 47 48 Lefebvre, a.g.e, s. 44 Aydın, a.g.e, s. 116- 117 31 I.1.1. Günlük Yaşam “Gerçek” İlişkisi “Nedir gerçekçilik? Varlığın insan bilincinden bağımsız, nesnel olduğuna inanmak mı? Bu işin felsefesi… Günlük yaşamı, dışımızdaki dünyayı, görünen ayrıntılarıyla betimlemek mi? Bir bilimci gibi gözlemlemek mi dış gerçekleri? Sanatların özelliklerine göre bu sorulara değişik yanıtlar verilebilirse de, genelde, dış dünyanın olduğu gibi yansıtılmasından söz edilecektir. Ama yazında gerçekçilik dış dünyanın olduğu gibi yansıtılmasından çok başka bir şey: yansıtılanı okurun gerçek olarak algılaması gerekiyor. Yazar gördüğü bir şeyi anlatabilir. Okur anlatılanların yaşamda olabileceğine inanıyorsa o yapıt gerçekçidir. Yazar gördüğü bir şeyi anlatabileceği gibi hiç görmediği, kafasında yarattığı bir şeyi de anlatabilir. Okur anlatılanların yaşamda olabileceğine inanıyorsa o yapıt gerçekçidir. Biliyorsunuz, insanların başından geçen bazı şeylere, anlattıklarında kimse inanmaz. Ortada bir gerçek vardır… Yaşanmıştır… Ama anlatırsınız, inanmazlar… Böyle bir durumda yazar direnemez… Çünkü yazında önemli olan okurdur. Okur inanmıyorsa, yapıt gerçekçi değildir. Kısacası, yaşamdaki inanılmazlıklara gerçekçi yazında yer yoktur… Peki, yalnızca dokunulan, görülen şeylere mi “gerçek” diyeceğiz? Gündelik yaşamdaki konuşmaları koyuyoruz yazılarımıza, sevgimizi, öfkemizi, özlemlerimizi, kaygılarımızı, tedirginliklerimizi, anlatıyoruz… Bunlar dokunulan, görülen şeyler değil… Ya düşlerimiz, onlar neden gerçek sayılmasın!… korkularımızı 32 Gerçekçiliğin sınırları bu yoldan gidilerek coşumculuğu da içerecek kadar genişletilebilir.”49 İnsan algısından bağımsız olarak var olan, varlığı kesin olan şeylere gerçek diyebiliriz. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda gördüğümüz insanlar, arabalar, binalar, çiçekler, hayvanlar, denizler gibi birçok şey somut olarak hepimiz tarafından gerçek olarak kabul edilmekte ve aynı şekilde bu gerçek olarak kabul ettiklerimizin bir süre sonra doğa tarafından yorumsuz olarak yok oldukları kabul edilmektedir. Sözlük anlamı olarak gerçek; herhangi bir olgu durumunda olan, yani var olan, düzmece olmayan ya da yaşanmış olan anlamında gelmektedir. Felsefi bir kavram olarak açıklanmaya çalışıldığında ise düşüncede var olan ya da düşünülmüş şeylere karşıt anlamda var olan, düşünülmüş olanın dışında mevcut olan anlamındadır. Günlük yaşantımız içerisinde ise çoğu zaman doğru ve gerçek kelimeleri sıklıkla birbirine karıştırılan kelimelerdir. Fakat bu iki kelime birbirine birbirlerine karıştırılmaması gereken kelimelerdir. Oysaki bu kelimeleri kullanırken özenle seçmeli, yerinde ve zamanında durumlara göre ayrım yaparak kullanmalıyız. Bir nesneyi veya bir varlığı gerçek diye nitelendirebiliyoruz. Örneğin bir nesne için şu kalem, şu bardak dediğimizde, o nesne gerçektir ve var olan bir şeydir. Ama buna karşılık onlar için doğru kelimesini kullanamayız. Çünkü doğruluk yargıyla ilgili bir değeri oluşturur. Bundan dolayı da doğru ve gerçek kelimeleri birbirine karıştırılmamalı, birbirleri yerine kullanılmamalıdır. İnsan algısından bağımsız ve varlığı kesin olan, tüm algılamalarımızın temelini oluşturan gerçek, duyu organlarımıza göre değişmektedir. Dünya gerçekliği birbirinden farklı algılayan birçok canlı 49 Tanilli, a.g.e, s.213 33 varlıkla dolu bir yaşam alanı olmaktadır ve gerçeklik, insan algısı ile dönüştürülmeye başlayarak farklı tekniklerle yorumlanmıştır. Günlük yaşamın her alanında yaşana gelişme ve değişimlerle insan algısı, değer yargıları ve yaşam biçimleri farklılaşır. Teknolojik gelişmelerle birlikte sosyal yaşantıdaki her şey imajlar ve göstergelerden oluşmaya başlarken, günlük yaşama da yeni bir boyut kazandırır. Kitle iletişim araçlarının hızlı bir biçimde ilerlemesi ile tüm imgeler gösterge haline gelmektedir. Günlük yaşantılarımızda bizleri kuşatan kitle iletişim araçlarında yer alan görüntülerin gerçeklikle olan ilişkileri ikonik göstergeler boyutu içindedir. Artık birey dış gerçeklikle olabildiğince az ilişkisi olan bir göstergeler dünyasında yaşamaktadır. “Umberto Eco, gerçeğin hareketli, renkli ve sesli yansımaları olan televizyon görüntülerinin ister dramatik ister belgesel/kurgusu içinde olsun ‘kendi kendisi yerine durma’, ‘kendisini sunulmama’ özelliğinden ötürü ikonik göstergeler olduğunu belirtmektedir.”50 Artık günlük yaşamlarımız içerisinde kitle iletişim araçlarının oluşturduğu sadece gerçeğin bir yansıması olan bir gerçeklik durumuyla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilmekteyiz. “Aydınlanmacı eleştirel düşüncenin öne sürdüğü her gerçekliğe karşı çıkan uç bir postmodernist düşünür olarak Baudrillard’a göre; içinde bulunduğumuz postmodern durumda enformasyonla birlikte artık gerçeği sahteden, gelişmeyi anlık tepkilerden, bilgiyi sözde-bilgiden ayırmak olanaksızdır. Çünkü gerçeklik bütünüyle kitle iletişim araçlarıyla oluşturulmaktadır. Gerçeklik yalnızca kurgusal bir şeydir ve bu yüzdendir ki rasyonel tartışmalara konu olamaz.”51 50 51 Seiter’den Akt. Türkoğlu, a.g.e, s.77 Türkoğlu, a.g.e, s.152 34 “Kitle iletişiminin bize verdiği gerçeklik değil gerçekliğin baş döndürücülüğüdür. Ya da sözcük oyunu yapmaksızın, baş döndürücülüğü olan bir gerçeklik.”52 Kitle iletişim araçlarının sunduğu görüntüler genellikle olayların gerçek nedenlerinin yansıtmadığı gibi görsel yanını yansıtması nedeniylede aldatıcıdır ve “Televizyon gerçek şeylerin görünümünü sunarken; sibernetik bilgisayar, hayallerimizin görüntülerini ekrana taşır. Yapay gerçeklik, ekrandan yansıyan ve sadece ekran görüntülerinde var olan bir gerçek dışılıktır. […] Yapaylık ve simülasyonlar, gerçekliğin olanaklarını sonsuz biçimde çoğaltmalarına karşın asla gerçeklik değildir.”53 Sunulan görüntüler artık, sözcüklere yer bırakmaksızın, göründüğü gibi algılanan bir gerçekliktir. Evet, günlük yaşamımızda yaşamlarımızın her anını kuşatan kitle iletişim araçlarının bize sunduğu şey sadece gerçeğin kurgusal yansımasıdır, yani gerçekçidir. Genellikle gerçeğe uygun olarak düzenlenmiş, gerçeği yansıtarak gerçeği verendir. “Nietzche’nin belirttiği gibi dünyayı bir ‘masal’ haline dönüştüren kitle iletişim araçları ‘Gerçeklik’ duygusunu yok ederken sunduğu sonsuz sayıdaki söz ve görüntü ile insanın konuşma ve düşünme yeteneğini de dumura uğratır.”54 Kitle iletişim araçları gerçeklik duygusunu yok ederken, aynı zamanda da “işte gerçek budur”, “gerçekleri izlediniz” gibi sloganlarla bireylerin günlük yaşantılarına etkide bulunmaktadır. 52 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliçaylı, Ferda Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2004, s.27 53 Giovanni Sartori, Görmenin İktidarı Homo Videns:Gören İnsan, çev. Doç. Dr. Gül Batuş, Bahar Ulukan, İstanbul, Karakutu Yayınları, 1. Baskı, 2004, s.24 54 Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”, İstanbul, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001, s.237 35 Gerçek, bizim dünya ile oluşturduğumuz çifttir. Bizim dünya üzerindeki varlığımızı, tüm davranışlarımızın, tüm yargılarımızın, tüm algılarımızın temelini oluşturan ve algılamalarımızı harekete geçiren şeydir. “Ressama bakış üslubu kazandıran, onun görüş odağını oluşturan odur. Sanatçı nesneleri algılamaz; o belirli-benzersiz ve evrensel bir ritme duyarlıdır ve şeylerle rastlaşmasını bu ritimle görür ve nesneleri, yeterince hafif oluncaya, ağırlık duygusundan yeterince arınıncaya kadar, böylelikle Nietzsche’nin dediği gibi, dansa katılıp saf genç kız adımlarıyla bize yaklaşıncaya kadar kemirip aşındırır. […] Sanatçı […] Gerçek Olan’ı onuruna yüceltir”55 ve “Sanat nesneleri realitedeki halleri ile nasılsalar aynı öyle almaz. Kendi yasaları ile gerçekliği ‘kristalize’ eder. Bilgiyi estetik dolayımla sanata dönüştürür. Ve gerçekle bu yolla bütünleşir. Bu nedenle sanat, estetik boyuta sahip ‘negatif’ bir bilgidir. Gerçekliğin bilgisini ‘belirli bir perspektifle’, bir fotoğraf gibi yansıtamaz.”56 Fotoğraf bize “kodsuz mesaj” verirken, “işte bu iş böyle oldu”, “ben oradaydım” demektedir ve görüntüyle asıl ideolojik işlevini saklamaktadır. Özellikle haber fotoğrafları bu “kaydetme” işlemi ile gerçeklik garantisi vermekteyken, resimde sanatçı bir dönüştürme işlevi ile gerçeklikten yola çıkarak yapıtı kurarken onu gerçekliğin anlamlarıyla bezer ve sanat gerçekliğin özgün bir yorumunu ortaya koyar. Ernest Fischer’e göre ise “[…] sanatta gerçeklik kavramı, ne yazık ki esnek ve belirsizdir. Gerçekçilik kimi zaman nesnel bir gerçekliği tanıyan bir tutum, kimi zaman da bir anlatım yolu ya da bir yöntem olarak tanımlanır; […] Sanatta gerçekliğin özünü belli bir gerçekliğin tanınması sayacaksak, bu gerçekliği sadece bizim duyarlılığımız dışında kendi başına var olan bir dış dünyaya indirgememeliyiz. Bizim duyarlılığımızın dışında kendi başına var 55 Béatrice Lenoir, Sanat Yapıtı, çev. Aykut Derman, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2003, s. 193 56 Mukadder Aydın (Çakır), “Sanatta İletişim Sorunu Açısından Platon ve Aristoteles”, İstanbul, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995, s.118 36 olan şey maddedir. Oysa gerçeklik insanın yaşantı ve anlayış yeteneğiyle katılabileceği sayısız ilişkileri kapsar […] Bu gerçekliği, az çok, sanatçının bireysel ve toplumsal görüşü belirler. Gerçekliğin bütünü, özne ve nesne arasındaki bütün ilişkilerin; […] yalnız olayların değil, bireysel yaşantıların, düşlerin, sezgilerin, heyecanların, hayallerin toplamıdır. Sanat yapıtı gerçeklikle düş gücünü birleştirir. […] Gerçekliği bir yöntem değil de, bir tutum-sanatta gerçekliğin betimlenmesi-olarak tanımlarsak, göreceğiz ki [lekecilik (taşizm) gibi bir takım soyut sanatların dışında] bütün sanat gerçekçi sanattır.”57 Yansıtılan gerçeklik aslında gerçeğin küçük bir parçasıdır ve her bir gerçekçi sanatçı subjektif bir biçimde kendi anlayışlarında, toplumun belli bir döneminde günlük yaşam içerisindeki gelişmeler doğrultusunda toplumdaki olayları, durumları, kişileri yansıtmaktadır. Gerçeklik dış dünyadır, sanatçının yeteneği ile biçim değiştirir ve sanatsal bir gerçeğe dönüşür. İşte sanatta gerçeklik yaşanmışlıktır diyebiliriz ve sanatçının yaratabilmesi için öncelikle yaşaması veya gerçekliği içselleştirmesi gereklidir. “Felsefi anlamda iki tür gerçeklikten söz edilebilir. Bunlardan biri şeylerin yapısına, öbürü ise şeylere ilişkindir. Birincisinde zihinden bağımsız bir özün varlığı, ikincisinde ise zihinden bağımsız somut tikel ve görülmediğinde bile temel özelliklerini koruyan deney nesnelerinin varlığı kabul edilir. Birinci gruba bir şeyin özünden o şeyin pay aldığı İdea’nın anlaşıldığı Platoncu gerçekçilik, bir şeyin ne olduğunun (to ti eninal) anlaşıldığı Aristotelesçi gerçekçilik, bir şeyin mutlak, özgün ya da kendi cinsine özgü yapısının anlaşıldığı Orta Çağ gerçekçiliği ya da tümeller gerçekçiliği ve son olarak da bilimsel gözlemlerden elde edilen yasalar ya da kurumsal modeller girer, dışsal da olsa zihnin önünde duran ve algılamayı 57 Ernest Fıscher, Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel Yayınevi, 10. Basım, 2005, s. 103 -104 37 bekleyen tek birim olduğunu kabul eden yeni-gerçekçilik ve zihnin, nesnenin kendisi yerine kopyasını kavramaya yöneldiği eleştirel gerçeklik girer.”58 Gerçeklik sanatta yüzyıllar boyunca yansıtma, benzetme ya da taklit olarak görülmüş ve günümüze kadar gelmiştir ve bu görüşü savunanlar, “ayna” benzetmesine sık sık başvurmuşlardır. Aslında bütün sanatçıların, eleştirmenlerin, düşünürlerin paylaştıkları anlayış, sanatın insanı, doğayı, yaşamı kısaca gerçekliği yansıtmak olduğudur. Moran’da gerçekliği yansıtmayı üç görüş altında toplamaktadır. İlk olarak sanatın; görüngüyü olduğu gibi (yüzey gerçekliği) yansıttığı düşüncesi, ikinci olarak genel’i (tümeli) ya da özü yansıttığı düşüncesi ve son olarak da sanatın ideal olanı yansıttığı düşüncesi adı altında üç görüşte toplamıştır. Sanatın görüngü dünyasını yansıtması görüşü, sanatçını dünyayı, var olan nesneleri, insanları, hayatı ve hayatın her hangi bir kesitini olabildiğince gerçeğe uygun bir şekilde yansıtarak sunması düşüncesidir. Ve bu gerçekliğin bir taklididir. Platon’a göre ise dünyada beş duyu organımızla algıladığımız her şey bir kopyadan (mimesisten) ibarettir. Tanrı ve insanlar tarafından meydana getirilen ve bizim duyular dünyası ile algıladıklarımız dışında bir de zihinle algıladığımız idealar(biçimler) dünyası vardır. Duyular dünyasının kendisi ideaların bir kopyası olduğu için gerçeklikten bir derece uzaklaşmıştır. Böylelikle de kopyanın kopyasıdır. Platon’da dolayısıyla sanatın bir yansıtma (mimesis) olduğunu söylemiştir.”59 “Aristoteles de Platon gibi sanatı bir mimesis (taklit, benzetme) sayıyor. Ancak bu gerçekliği birebir kopya değil, yeniden kurma, yeniden yaratmadır. Aristoteles insanda bir taklit yeteneği ve hazzının bulunduğunu, sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali, temel düşünceyi taklit ettiğini söyler. Ona göre sanatçı, doğanın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar. 58 Rudolf Steiner, Gerçek ve Bilim, çev. Akın Kanat, İzmir, İlya Yayınları, 1. Basım, 2001, s. 97-98 Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, İletişim Yayınları, 14. Baskı, 2005, s.1921 59 38 Sanatçı yapıta kendi özelliğini, kişiliğini de katar. […] ancak bu yaratma eylemindeki öznellik bireyci değil, yapıtın oluşumunda, olması gereken ve herkes için geçerli olayları, gerçeğe uygunluk ve zorunluluk yasalarına göre ifade edilme zorunluluğu vardır. Aracın türüne göre taklit; resim, şiir, dans gibi. Fakat hiçbir zaman araç taklidin kendisi değildir. Konuya göre taklit; Yaşam, insan yaşantısı, eylemleri, davranışları vb. Değişik biçimde taklit; konunu taklit ediliş biçimi(tragedya, dram, oyun: hareket ve eylem halindeki insanların taklidi), (komedya, anlatı, öykü) biçiminde, resimde, renk ve biçim, hareket vb.”60 İlkçağ Yunan felsefesinde ruhun tutkulardan arınması anlamında kullanılan Katharsis (arınma-temizlenme) görüşüne göre ise sanatın, geneli (tümel) ya da özü yansıttığıdır. Ve bu görüşe göre sanatçı, gerçekte olabilir olanı, yaşanmışlığı yapıtında dışsallaştırırken, yani günlük yaşama ait tanıklığının imgeleştirirken onu evrensellik boyutuna ne kadar yaklaştırabilirse, yapmış olduğu iş o denli gerçek olur. Aynı zamanda da sanatsal değeri de bir o kadar yüksek olur. Fakat bunu yaparken de sanatçı günlük yaşamı tüm ayrıntılarıyla yansıtmamalıdır ve seçici olmalıdır. Bir yazar yaşamı, insanların yaşamlarını anlatır, fakat bu onların gerçek yaşamları olduğu anlamına gelmez. Eğer bunu yaparken onların gerçek yaşamlarını olduğu gibi günü gününe yaşamlarında olup bitenleri anlatır ise bu yazarın yapmış olduğu ürünü sanatsal bir değere sahip değildir. Yazarın ortaya çıkaracağı üründe anlattıklarında seçici olması onun karmaşık bir şey ortaya çıkarmasına engel olur. Sanatçı ise yaşamı, insanı, dünyayı yansıtması başka türlüdür. O yaşamda evrensel olan unsurları yansıtır. Anlatmak istediklerinin özüne ait olmayanları seçer, gereksiz ayrıntıları atar ve bir olaylar dizisi kurar. Aynı zamanda sanatçı geneli yansıtırken, özü de yansıtmış olur. 60 Cebrail Ötgün,“Sanat Yapıtına Yaklaşım Biçimleri”, Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sayı 2, Aralık, 2008, s.170 39 “(…) yazar, tek olanı kullanarak genel olanı açıklar. […] Bundan ötürü Aristoteles için olay örgüsü çok önemlidir, çünkü bir durumun nedensellik ilkesine göre oluşumunu ve gelişimini gösterir. Tarihçi, olmuş olanla yetinmek zorundadır, sanatçı ise bir hikâyeyi kullanır ya da uydururken olayları öylesine bir düzene sokar ki bu düzendeki olabilirlik, bilimsel bir genellik taşır. İşte bundan ötürü edebiyat tarihten daha felsefidir ve daha genel bir hakikati yansıtır… Onun için sanatçı Platon’un sandığı gibi bizi gerçeklikten uzaklaştıran, sahte bilgiler sunan bir adam değil, bize hayatı açıklayan bir adamdır.”61 Sanatın ideal olanı yansıtması Moran’a göre “düzeltilmiş” (idealleştirilmiş) tabiattır ve bu yorumu da O, Aristoteles’e dayandırmıştır. “Çünkü Aristoteles ‘şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade etmektir”62 demişti. Şairlerin, yazarların bahsettikleri şeyler dünyada bulamayacağımız kadar güzeldir ve nasıl olmaları gerekiyorsa o şekilde tasvir etmektedirler. İdealleştirilmiş tabiatı savunanların sanat görüşleri gerçekliği yansıtması ilkesine dayanmış olsa da, bizim gördüğümüz gerçek dünyanın, yaşamın yerine, hayal edilen mükemmel bir dünyanın yansıtılması gerektiğini söylemektedirler. “Aristoteles sanatın gerçekliği yansıttığını söylerken, bu dünyadaki bir gerçekliği yansıttığını düşünüyordu. İdealleştiriciler ise aşkın (transcendental) bir gerçekliği düşünmektedirler. Her bakımdan mevcudun daha iyisi olan ve örnek sayılabilecek bir dünyanın gerçekliği.”63 “İdealleştirmek demek, bu düşünürlere göre gerçekliğe yaklaşmak demektir, çünkü dünya da görmediğimiz bu kişiler ve nesneler, daha gerçek olan idealar dünyasını yansıtır. Nesnelerin özünü vermek, bu dünyadakilerin kusurlarını silmek ve onları olduğu gibi değil olmaları gerektiği gibi yansıtmakla kabildir. […] Bunun için maddenin neden olduğu kusurları 61 Moran,a.g.e, s.29-30 Moran, a.g.e, s.34 63 Moran, a.g.e, s.35 62 40 gidermek sanatçının işidir. Bundan ötürü ressam, yazar veya şairde, gördüğü gibi değil olması gerektiği gibi çizer tabiatı.”64 18. yüzyıl Platon’cu ve Aristoteles’çi görüşlerden sonra bunlardan bağımsız olarak, 19. yüzyılda yeni bir görüş ortaya çıkmıştır. “Bu görüş, sanatı açıklamada yansıtma kuramını kullanan Marksist estetik anlayıştır. Marksist estetik birçok yönden gerçeklik akımına bağlanır. Romantizme tepki olarak ortaya çıkan gerçekçilik akımı yansıtma kurallarına dayalı bir anlayıştır. Günlük yaşam, çağdaş toplum olabildiğince gözleme dayalı olarak sanat yapıtlarına yansıtıyordu. Yazında Balzac, Zola ve Flaubert gibi yazarlar, plastik sanatlarda özellikle resimde Corot, Courbet, Millet ve Daumier gibi sanatçılar bu akımın öncüleriydiler. Eğer sanatçı gerçekleri yansıtacaksa bunu bütün yönleri ile yansıtmalıdır. Buna göre çirkin, iğrenç ve ayıp olarak kabul edilen şeylerde sanata konu olabilmeliydi. Gerçeklik bilimden de beslenmeliydi. Fizik dünyasında bir determinizm olduğu gibi insanlar dünyasında da her şeyin bir nedeni vardır ve bunları bilmek toplumsal yasaları bilmek demektir. Olaylar ancak psikolojik ve sosyal yasalarla açıklanabilir. Sanatçı tıpkı laboratuarda deney yapan bilim adamı gibi tarafsız olmalı, gözlemlerinin sonucunu olduğu gibi anlatmalıdır.”65 Sanat eseri artık topluma tutulan bir ayna gibi görülmeye başladı ve tamamen hayatın içinden, günlük yaşamdan alınmış olaylar, kişiler durumlar olumlu-olumsuz, güzel-çirkin, iyi-kötü ayrımı yapılmadan anlatılmaya başlamıştır. “Özetle Platondan günümüze kadar gelmiş olan Yansıtma kuramına göre sanat anlayışı, dış dünyayı, insanı, hayatı yani gerçekliği farklı yorumlamaktır. Kimisi bu kavramdan hayatın yüzey görüngüsünü, kimisi 64 65 Moran, a.g.e, s.35-36 Ötgün, a.g.m, s.172- 173 41 genel değişmez olan insan doğasını ve kimisi de duyu dünyamızda bulunmayan ideal bir dünyayı anlatmıştır.”66 Sanatçıların subjektif deneyimleri bize bir şeyin sadece görüntülerini sunmamakta, onun sanatsal formlara göre idealize edilmiş formunu da sunar ve sanat gerçekliklerden edinilen deneyimlere göre şekillenmekte ve evrende kaç tane sanatçı var ise sanatçıların subjektif deneyimlerine göre o kadar da değişik sanatsal gerçeklik oluşmuştur, vardır. Dolayısıyla sanatta gerçeklik kavramı belirsizdir, çünkü nesnel bir gerçeklik iken, bazen de bir anlatım yoludur. İnsan yaşamında gerekli olan sanat, insan çabasının ürünü olmakla birlikte, toplumların kültürleri bağlamında anlam kazanır. Günlük yaşam içerisinde bir zenginleşmeye yol açarken tarih içerisinde hep var olmuştur. Aslında sadece sanat gerçeği aramamıştır. Bilimde gerçeği aramıştır. Tıpkı sanat gibi insan yaşamında gerekli olmakla birlikte, insan çabasının ürünüdür ve tarih içerisinde bilimde sanat gibi var olmuştur. Fakat aralarındaki ayrılma noktası ise yalnızca yöntemleridir. Çünkü sanat bir canlandırma iken, bilim ise bir açıklamadır. Bir bilim yasası ne derece gerçek ise sanat ürünleri de o kadar gerçektir. İkisinin de ortak yanı farklı yollardan gerçeğe ulaşma çabasıdır. Dünyanın, gerçekliği birbirinden farklı algılayan birçok canlı varlıkla dolu bir yaşam alanı olduğundan ve var olan bu canlı varlıkların duyu organlarına göre gerçekliği farklı algılamakta olduğundan bahsetmiştik. Tabii ki toplumun her alanında yaşanmakta olan gelişim ve değişimlerin de sanata yansımaları kaçınılmaz olmuştur. Her sanatçı gerçekliği farklı farklı algılayıp yapıtlarına yansıtıyorlarken; “Kimisi bu kavramdan hayatın yüzey görüngüsünü, kimisi genel, değişmez insan tabiatını, kimisi sosyal gerçekliği, 66 Ötgün, a.g.m, s.174 42 kimisi de duyu dünyamızda bulunmayan ideal bir dünyayı, aşkın bir gerçekliği”67 yansıtmışlardır. Toplumun her alanında yaşanan gelişme ve değişmelerin sanata yansıması sonucunda günümüz sanatçısı gerçekliği kendi yaşayıp, algıladığı şekilde yeniden biçimlendirmiştir. Günümüzde imajlar ve gerçek arasındaki ayrım belirsizleşirken, tüm gelişme ve değişimler karşısında algı ve değer yargıları değişmiş, yaşam biçimleri farklılaşmıştır. Teknolojik gelişimlerin sonucunda yaşamdaki her şeyin imajlardan oluşması, günlük yaşama yeni bir boyut kazandırmıştır. İletişim araçlarındaki hızlı ilerlemeler ve dijital teknolojiler sayesinde tüm imgeler göstergeler haline gelmiştir. İmgelerin günlük yaşamdaki her şeyin ötesine geçmesi nedeniyle birey dış gerçeklikle olabildiğince az ilişkisi olan bir göstergeler bütünü karşısında yaşarken, bireyin zihninde giderek karmaşık, darmadağınık bir hali oluşmaktadır. Kısaca gerçekle özdeşleştirildiği her durumda günlük yaşam enstantelere yönelim, aslında dönemin ideolojik, siyasi ya da toplumsal bir takım problemlerle ifade etmek için önemli kılındığını görmekteyiz. Gündelik hayatta yaşanan gerçeklik ile kurgulanan gerçeklik arasındaki mesafe bir anlamda bireyin kendi aklını kullanma becerisiyle artar ya da azalır.”68 67 68 Moran, a.g.e, s.74 Yağlı, a.g.m, s. 21 43 I.1.2. Günlük Yaşam - Sanat İlişkisi “Sanat yapıtı içinde bulunduğu koşullardan bağımsız değildir.”69 “Yaşam bir eylem alanıysa ve biz ona müdahaleler yaparak, yaşadığımız çağın nabzını, dönemin rengini, başka insanlarla, paylaşıyorsak […]”70 ve “Sanatın ‘hayatın yerini tutması’, sanatın insanla çevresi arasında bir denge sağlaması […]”71 görüşünü de göz önüne alırsak eğer, yaşam ve sanat arasındaki ilişki daha da anlamlı bir hal alır. Yaşam ve sanat iç içedir. Yaşamın sürekli devamlılığı, kendini yenilemesi ve geliştirmesinin sonuçları, tabiki de sanatta da görülmesine yol açmaktadır. İnsanın kendine daha iyi bir yaşam sağlamak için verdiği mücadelesi sonucunda insanın sadece çevresi ile olan ilişkileri düzenlenmemiştir. Aynı zamanda sanat alanında da yeni değişimlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. “Bir akıl ve duygu varlığı olan insan, başlangıcından bu yana, varoluşunu, günlük yaşamın pratiği ile sanatın ortak paydası altında toplamıştır. Taşı sivrilterek öldürücü bir silah yapması, avlamak istediği hayvanın resmini mağara duvarına çizip boyaması; sanatı, büyü aracı yaparak silah gibi kullanması ya da hayvana kurulmuş bir kapan olarak görmesi, varlığını sürdürme amacı güdüyordu. Hangi biçimde olursa olsun insan, tüm yetkilerini, düşüncesini, duyumlarını ve istencini, gerçeğin karmaşık gizemliliğini sezmek, doğru yargıya varmak; doğaya egemen olarak onu yaşanır duruma getirmek amacına yönelmiştir. İçinde yaşadığı doğal çevrenin sorunlarını anlayabilmek ve varlığını sürdürebilmek için sık sık 69 Benjamin’den Akt. Lenoir, a.g.e, s.106 Bedri Baykam, “Bir Eylem Alanı Olarak Yaşam”, Sanat ve Sosyoloji, yayına Haz. Aylin Dikmen Özarslan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1. Basım, 2005, s. 23 71 Ernst Fıscher, a.g.e, s. 9 70 44 sanata sığınan ilkel insanın, kendi bilgi ve teknolojik evrenini yaratırken beslendiği kaynak sanat olmuştur.”72 İnsanlığın bugüne gelinceye kadar yaşamında geçirmiş olduğu evrimi kavramada önemli bir etkisi olan sanat, tarihin yazılı belgelere dayanmasına rağmen, insanların duygu ve düşüncelerini ifade edebileceği yazıdan başka en önemli araçtır. Neredeyse her şeyin sanat olarak kabul edildiği şu günden geçmişe doğru gittiğimizde sanat kelimesini şekillendiren, onu kodlayan ve anlamlandıran insanın sanatı tanımlama biçiminin bugünle aynı olup olmadığına bakmak gerekir. İnsanlığın geçmişinden, bugünlere gelinceye kadar birçok kişi tarafından sanatın pek çok tanımı yapılmıştır. “İngilizce’deki ‘art’ sözcüğü, at terbiyeciliği, şiir yazma, ayakkabıcılık, vazo ressamlığı ya da yöneticilik gibi her türlü insani beceriyi ifade etmek için kullanılan Latince ars ve Yunanca techne sözcüklerinde türetilmiştir.”73 “Benzer şekilde günümüz Türkçesi’nde kullandığımız Arapça kökenli ‘sanat’ sözcüğü de çift anlamlıdır. Sanat, sınaat: İnsana gerekli eşyalardan birini meydana getirmek için yapılan iş, ustalık […].”74 Batı’da sanat bir yansıtma, benzetme ya da taklit olarak görülmekteydi ve “Platon için sanat bir ‘tasarım’, Hegel için ise bir ‘dışavurum’ biçimidir. […] birinci de yalnızca tasarım halinde kalan bir girişim söz konusuyken, öteki sanatın taşıyıcı aracı olan ‘biçime’ kadar götürür yaklaşımını.”75 “Arnold Hauser ise sanatın tanımını şöyle yapmaktadır. Sanat yapıtı, hem biçim, hem içerik, hem tanıma, hem yanılgı, hem oyun hem bildirişimdir; hem doğaya yakın hem doğaya uzak, hem erekli, hem ereksiz, hem tarihi, 72 Zafer Gençaydın, “Teknolojik Toplumlarda Sanat ve Sanatçı”, Çağdaş Teknoloji ve Sanat, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak., Ankara, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1991, s. 103 73 Lary Shiner, Sanatın İcadı: Bir Kültür Tarihi, çev. İsmail Türkmen, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2004, s. 23 74 Lary Shiner, a.g.e, s. 23 75 Eğtuğrul Özkök, Sanat, İletişim ve İktidar, Ankara, Tan Yayınları, 1982, s. 147- 148 45 hem tarih üstü, hem kişisel, hem de kişiler üstüdür. Sanat yapıtı üstüne bunun karşıtını öne sürebilecek boş yer kalmamıştır artık.”76 Birçok sanatçı, yazar ya da düşünür görüldüğü gibi sanatın ne olup olmadığını, ne anlama geldiğinin tanımlarını yapmıştır. O zaman diyebiliriz ki, sanat; duygusal, matematiksel, sosyal ölçütler üzerinde yapılandırılarak, ona yeni bir boyut eklemek, insanın duygu, düşünce ve heyecanlarının, ruhsal deneylerinin başkalarına biçimlendirerek aktarabilmek, dünyayı belli bir kişisel yorumla yeniden üretmek, yansıtmaktır. Evet, görüldüğü gibi sanat kavramı oldukça kapsamlı ve bir o kadar da karmaşık çağrışımlar yapmaktadır. Bu kavramın üzerine yapılan tartışmalar sanatın çeşitliliğine de bağlıdır. Sanat tarihi boyunca birçok sanat dalı-akımı ortaya çıkmıştır ve farklı özellikler göstermiştir. Mağaraların yumuşak tavanlarında, çamurlu duvarlarında insanlaşma sürecinin ilk izlerine rastlarken, sanatsal bilincin ilk çalışmaları sopa, kemik, taş veya parmaklar aracılığıyla yapılan işaretlerden, çizgilerden oluşmaktadır. İlkel dönemde günlük yaşamın seyri sırasında rastlantı biçimlerin ortaya çıktığı görülmektedir ve estetik bütünlükleri ise zaman içerisinde oluşmuştur. İlkel insanın mağara resimleri yapmaya başlaması ile resimlerdeki anlam yükü artmış ve toplumsal değişimlerde ürünlere yansımıştır. İlkel toplumlarda sanat, endüstriyel topluluklardan farklı gelişmiştir ve dine, geleneklere hizmet eden kutsal bir etkinliktir. Dünya sanat tarihine baktığımızda, ilkel insanın mağara resimleri yapmaya başlaması ile plastik sanatların kendisini gösterdiği görülmektedir. Doğal ortamdan teknik ortama geçiş, medeni gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkan kentleşmeyle birlikte başlamıştır. Bunun sonucu olarak da ekonomik ve politik değerlerin benimsetilmesi için kullanılmıştır. 76 Hauser’den Akt., Momsej Kagan, Estetik ve Sanat Dersleri, çev. Aziz Çalışlar, Ankara, İmge Kitabevi, 2. Basım, 1993, s. 359 46 “15. yüzyıla girilirken, yüzyılın başında bir sanat cennetine dönüşen Floransa, Avrupa’da bankerlerin ve tüccarların canlı bir sanat piyasası yarattığı bir kent olduğu kadar, entelektüel ve sanatçıyı koruyan yöneticilere de sahip zengin bir kenttir. Dinsel konulardan uzaklaşan sanat, yüzlerce yıldır anlattığı Tanrı tarafından yönetilen insan kaderi yerine, insanın başarılarını güzelliğini, bireyselliğini maddileştirmeye başlamıştır. Rönesans döneminde sanat insana yönelerek, insanın araştırılıp yüceltilmesi için toplumsal bir etkinlik olarak biçim değiştirmiştir. Sanat yüzünü öbür dünyaya değil, hayat, yaşama sevincine, dünyanın güzelliklerine çevirmiştir.”77 18. yüzyıla doğru ise zaman değişmeye devam etmektedir ve artık zaman değişimler, yıkımlar, devrimler zamanıdır. Yaşamda büyük bir etkiye sahip olan Fransız Devrimi gerçekleşmiştir. Fransız Devrimi’nden sonra ekonomi, siyaset, teknoloji ve günlük yaşamda her şey değişime uğramıştır. Alışkanlıklar, inançlar, eğlence biçimleri, ahlaki değerler vb. gibi birçok şey devrimin savurduğu yapraklara dönüşmüştür. Sanatta bir burjuva devrimi olan Fransız Devrimi’nden sonra burjuva yaşamını konu edinmeye ve ihtilalden sonra tüm ülkelere yayılmaya başlamıştır. Burjuvanın iktidara geçmesi ile sanat, ruhban ve aristokrat sınıfını bırakmıştır. Fransız İhtilali tabiki de yalnızca bir devrim değil, aynı zamanda geniş topluluklara etki yapan fikir dönüşümleri, dine dayalı yaşanan hayata karşı uyanan kuşkulardır da. “(…) on sekizinci yüzyılda, büyüyen orta sınıf ve kültürün artan oranda sekülerleşmesi gibi tepkilere tepki olarak, ‘güzel sanatlar’ nosyonu gelişti. Bu nosyon, sanat eserlerinin pratik hiçbir amacının olmadığı ve bunların gündelik hayat kültürüyle bütünleşmekten çok özellikle çelişen şeyler olduğu iddiasıyla karakterize edilir. Sanat eserleri ayrıca ‘çıkarsız haz’ ya da ‘fiziksel mesafe’ye göre karakterize edilen özel bir insani deneyim ‘-estetik’ deneyim- tarzının nesneleridir. Yani sanat eserleri Bullough’ın tuhaf bir biçimde ‘pratik, fiili 77 Engin Akyürek, Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Sanat, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1. Basım, 1994, s.131133 47 hayatlarımız’ (sanki, belki başka bir yerde, eş zamanlı olarak sürdürdüğümüz pratik ve fiili olmayan hayatlarımız varmış gibi) adını verdiği hayatlarımız da her hangi bir rol oynamaz, zaten oynamamalıdır da. […] Dolayısıyla sanat eserlerinin, biliçsel içeriği yoktur ya da onlar biliçsel içerikleri yokmuş gibi görülmelidir.”78 Sanat özellikle 19. yüzyıldan günümüze dek her geçen gün ekonomik, teknik, sosyal pek çok değişime uğramıştır. Yeni teknolojilerin üretilmesiyle tarih boyunca hem günlük yaşamımız, hem de sanat dünyamız içinde değişimler yaşanmıştır. Bu değişimler sadece yaşam tarzlarımızı etkilememiştir. Aynı zamanda sanat tarihindeki değişimlerden de izlendiği üzere hem görme biçimlerimiz üzerinde, hem de teknik ve konu bazında etkileri izlenmektedir. Görüldüğü gibi insanlaşma sürecinin başlangıcından 19. yüzyıla kadar sanatçılar dinin sınır çizgileri içerisinde olmuş ve bize bu dünya hakkında bilgi vermiş, bizim ne olmamız gerektiğini söylemişti. İnsan artık geniş bir bilgi birikimine sahip olmakla birlikte, doğaya hükmetmeye, onu değiştirmeye, dönüştürmeye başlayarak, geleneksel ve dini değerlerin üstüne kendi aklını koymaktadır. Teknolojik ilerlemeler üretimin yapıldığı yeri ölçeğini değiştirmiştir. Toprağa bağlı teşebbüslerin yerini, seri üretim yapabilen fabrikalar almıştır. Bunun sonucunda uzmanlaşma ve iş bölümünün arttığı meslekler tayfının geliştiği görülmektedir. Endüstrileşme geleneksel değerlerin ya da birikimlerin dağılmasına neden olmuştur ve onları hükümsüz kılmaya başlamıştır. Yaşamın günlük akışı sırasında aniden karşılaşılan teknolojik yenilikler farklı gerçekleri ortaya çıkarmıştır ve aniden yaşanan şaşkınlıklar, heyecan yaratan bu gelişmeler sanatçıların deneysel bir bakış açısıyla ilerlemesine neden olmuştur. Sanat artık din ve benzeri kurumların etkisinden koparak, 78 Crispin Sartwell, Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 2002, s. 135 48 özgürleşmiştir ve teknolojinin yarattığı modern toplumdan da payını almıştır. Teknoloji ile birlikte iletişim araçlarının artması kitleleşmesi, kültürlerin birbiri içine geçmelerine ve ulaşılamayan bilinmezlerin, bilinir olmaya başlamasına neden olmuştur. Beraberinde de çeşitli bakış açılarını da getirmiştir. Sanat özgürleşerek aslında sanatçıyı özgürleştirmiştir. Sanatçı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bireyselleşerek geleneksel rollerinden sıyrılmış, alışılmış olanı tasvir etmek yerine, bilime dayanarak dilediğini tasvir etmeye başlamıştır. Sanatçıyı burada toplumdan uzaklaşıyor gibi görsek de, aslında kendi bireyselliğine bakarak, toplumun değerlerine ulaşır hale gelmiştir ve toplumla bağlarını daha da kuvvetlendirmiştir. “19. yüzyıl bugüne kadar toplumca öğrenilmiş daha otoriter ve kurumlarca öğretilmiş olan değerlerin sorgulandığı yani otoritenin güç kaybetmeye başladığı dönemdir. Bireysel deneyimlerin özelleşmesi ve artması otoriteye güveni azaltmaya başlar. Böylece daha önce kurumlara bağlı olan sanatçı özel yaşantıyı ve bireysel tercihleri konu almaya başlar. Böylelikle sanatın birincil fonksiyonu değişerek bireyin kendini ifade etmesi ve keşfetmesi olarak değişir. Sanat sanatçının izlenimini ve yorumunu serbest bırakarak malzeme sağlamak yönünde köklü bir değişime uğramıştır.”79 Sanatta, zamanla sanatsal formlarda biricik olduğu kabul edilen kalıplar kırılmış ve çeşitlilik kazanmaya başlamıştır. Sanatçı artık eleştiren, sorgulayan bir bireye dönüşmüştür ve sanatta özgün ifade tarzları oluşmaya başlamıştır. Bilgi çağı sanatçıya yeni ilham kaynakları yaratmıştır ve teknoloji ile birlikte gelişen iletişim araçları sadece günlük yaşama etkide bulunmamıştır aynı zamanda sanatçıya da, malzemede zenginlik sağlamıştır. Diğer toplumların kültürleri ve sanatları hakkında yeni bilgiler edinilmeye başlanmıştır. Artık sanatta birçok yeni akım ortaya çıkmış, teknoloji ve sanatçının teknoloji karşısında verdiği tepkiler ile form, ifade araçlarında da bir çeşitliliğin oluşmasına neden olunmuştur. Sıradan insanların yaşamını 79 Çiğdem Zeytin, “Sanat ve Çağdaş Teknolojiler: Yönelimlerin Değerlendirilmesi”, Eskişehir, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, 2008, s. 7 49 etkileyen teknoloji, sanat dünyasını da etkisi altına almaya başlamıştır. Sanatçı da artık teknolojiden etkilenmeye başlamış ve eserlerini oluştururken temalarını yeni endüstriyel ve kentsel ortamdan seçmeye başlamışlardır. Geleneksel sanata karşın nesneler tutarlı ilişkiler içinde değil, artık üst üste, durağan hareketli, uzak yakın, iç içe geçmiş saydam bir şekilde oluşturulmuş bir bakış içindedir. Doğal olarak teknolojik ortamdan etkilenen sanatçılar konularını çağdaş dünyadan seçmeye başlamıştır. “Yüzyıllar boyu dar bir öykünmecilik anlayışı içinde yaşadığımız gerçeğe olabildiğince benzer bir dünya yaratmaya çalışan sanatın 20. yüzyılın başında geçirdiği köktenci dönüşüm, ona o zamana değin görülmedik bir özgürlük tanıyordu. Sanat gerçeğe bire bir benzer bir dünya yaratma kaygısından bir kez kurtulup da kendi bağımsızlığını kazandıktan sonra, yeni bir gerçek kendi gerçeğini yaratmaya çalışıyordu. Yaşama gönderme yapan ama gene de ona hiç benzemeyen bir yaratıcılıktı, burada söz konusu olan. Sanatın gerçeğin buyruğundan kurtulması, sanatla yaşam arasında ilişkinin ters yüz edilmesine yol açmıştı. O kadar ki Mayakovski, Meyerhord gibi sanatçılar, sanatın biçimlendirebileceğine inanıyorlardı.” yaşamı yönlendirebileceğine, 80 Endüstri devrimine kadar insanların üretmiş olduğu alet ve gereçler onların yaşamların da yardımcı rol oynamıştı. Endüstri devrimi ile birlikte artık devreye makineler girdi ve yaşamın her alanında makineler üretim aşamasında öncelikli konuma gelerek, günlük yaşamın akışında kolaylıklar sağlarken değişimlere de neden olmuştur. Yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi sanatta da önemli değişimler yaşanmaya devam etmiştir. Sanat artık ne dinin ne de burjuva ya da aristokrasinin hizmetinde değildir. Kentleşme ile birlikte sanat eserleri, katedralleri ve burjuvaların odalıklarının yerine, sergi salonlarını süslemeye başlamıştır. Sanat ve sanatçı artık tüketim kültürüne 80 Zehra İpşiroğlu, “Sanat Yaşamdır Yaşam Sanat”, Adam Sanat, Mart, 2004, sayı. 218, s. 92 50 ayak uydurmaya başlayarak, sanatta önemli gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. “Endüstri Devrimi’nden sonra tümüyle yeni bir çehreye bürünmeye başlayan dünya, hiç kuşkusuz 19. yüzyılda tanık olduğumuz sanatsal değişimlerin başlıca nedenidir. Endüstrileşme kapitalizmin gelişimi kentlerin giderek büyüyüp gelişmesine yol açmış, yeni ulaşım ve iletişim araçlarını beraberinde getirmiş, bir önceki çağda belki hayal bile edilemeyecek yenilikler insan yaşamına bir yandan yeni kolaylıklar, öte yandan beklenmedik yan etkiler getirmiştir. Endüstri Devrimi sürecinde buharlı makinalar, balon, vapur gibi yeniliklerle 19. yüzyılda buharlı lokomotif, fotoğraf, telgraf, stetoskop, sentetik boya, buzdolabı, dinamit, telefon, elektrik ışığı, otomobil, sinema filmi, röntgen, 20. yüzyılın başında radyo, uçak gibi keşifler eklenmiş, gündelik yaşamı ciddi biçimde etkilemiştir. Bu süreçte Karl Marx (1810-83) ve Friedrich Engels’in (1820-95) ‘Komünist Manifesto’su (1848) ve ardından Marx’ın ‘Kapital’i (1867) Endüstri Devrimi sonrasında modern toplumların ekonomik altyapısına ilişkin gözlemleri ve öngörüleriyle yeni düşüncelerin tetikleyicisi olmuş, toplumsal hiyerarşilerin sorgulanmasının yolunu açmıştır. ‘Tanrı öldü!’ diyen Friedrich Nietzsche (1844-1900) burjuva ahlakına ve toplumsal otoriteye başkaldıran yaklaşımıyla geçmişin kültürel değerlerinin yıkımını hissettirirken, Sigmund Freud’un(1856-1939) bilinçaltı kuramı, insan yaşamının cinsel dürtülerden kaynaklanan bilinmez bir yönüne ışık tutarak, ruhsal yaşamın derinliklerine ilişkin bir pencere açmıştır. İnsanın kendi gerçekliğine dair algılarını dönüştüren tüm bu gelişmeler, modernliğin sahnesi olan kentlerde, tren istasyonlarındaki kalabalıkların, yeni alışveriş merkezlerinin, hazır giyim satan yeni dükkanların, resimli basının, kafelerin, tiyatroların, kısacası yep yeni bir yaşam biçiminin yarattığı yeni sahnede yaşanmıştır. Bu yeni sahnenin yeni sanatçıları, Baudelaire’in dediği gibi birer ‘hayat arşivcisi’ olarak gözlemlerini sanata yansıtmışlardır.”81 81 Ahu Antmen, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2. Basım, 2009, s. 18 51 Artık sanatta modernist dil tarzları oluşmaya başlamış ve sanatçı sadece eleştirmemeli aynı zamanda yeni seçenekler de sunmalıdır. Yeni modernist sanatçılar bu dünyayı sokaklardaki günlük yaşama yönelerek bulmuşlardır. Sokaklar, insanların birbirlerini dolaylı veya dolaysız olarak görüp kaynaştırdığı mekânlar olmuştur ve pek çok sanat harekatına da ev sahibi olmayı sürdürmüşlerdir. İnsanların özel yaşamına, günlük yaşamlarına gösterilen ilgi 1950’lerden sonra artınca birçok sanatçıyı da etkilemiştir. Artık kitle iletişim araçlarının farkına varan sanatçılar sanatlarında ifade aracı olarak bunlardaki imgeleri kullanmaya başlamışlardır. “[…] reklam imgeleri, günlük ihtiyaç nesneleri, atıklar vb. sanat sahnesine taşındığında sanatın bunlardan farkı kalmamıştı. Sanat ve Kitle İletişim Araçları, sanatçı ve kitle arasındaki sınırlar belirsizleşti, farklılıklar ortadan kalktı. 70’lerin sonunda ‘nasıl’ sorusunun yerini ‘neyin’ sanat olup olmadığı aldı. Bu sorun kavram sanatçıları tarafından sanatın tüm bağlamları içinde ele alınıp konusunun idea düş ve ölümü tartışmaları yoğunlaştı. Çünkü kavramsal sanat, sanatın ‘Pazar’ ilişkilerini de sorgulamaya başlamıştı. Sanatı sorgulama 10 yıl sürerken, marketi canlı tutan sanat endüstrisinin sahipleri, krizden çıkış yollarını arıyorlardı. Çünkü yapıtsız sanat olabilir mi sorusu, Pazar sahiplerini ve patronajları tedirgin ederdi. Neo- Ekspresyonizm bu arayış sonunda palazlandırıldı.”82 “(…) Bilindiği gibi sanatın günlük yaşantı da, kaba anlamıyla yaşantıyı kolaylaştıracak bir fonksiyona sığmaması, hatta o olanla ilgili olması, bir bakıma sanatın yaşamın yararlı alanlarıyla ilişkili olmadığı anlamında bazı yerleşik yargılara neden olmuştur. […] Sanat, elbette insanın gözle görülmeyecek kadar derin ve zengin olmasına ve insanlığın gerçek amacının günübirlik çıkarlar ötesinde bir noktada olması gerektiğine yönelik büyük sözleri kendi tekil ve özgün dünyasından üreterek, insanın doğa karşısında, 82 Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”, s. 271- 272 52 insanın insan karşısında ve insanın büyük sorunlar karşısında ezilmeden geleceğe doğru adım atmasına büyük katkı üretir.”83 Sanatın temelinde hep insan emeği bulunmakla birlikte, hiçbir zaman günlük çalışmadan soyutlanmamıştır. Doğayı ve nesnel gerçekliği estetik deneyimlerle ele geçirilmeye çalışılması ve elde edilen kazanımların yaşama aktarılması günlük yaşamı beslemiştir. Her dönemde insanlar verdikleri ürünlerde salt nesnel dünyayı yansıtmışlar, aynı zamanda da tartışmış ve yargılamışlardır da. Günlük yaşantıyla sanat ilişkisi için diyebiliriz ki, günlük yaşam ile sanat, tarihsel süreçte hep iç içe olmuştur. Bu ilişki mağara resimlerinden bu yana en çok “gerçek” olanla somutlaştırılmış, ifade edilmiştir. Tabi ki günlük yaşamın nesnelerle resmedilse de temelde yapıttaki amacın nesnelerin maddiliğiyle ilgili olmadığı da iyi bilinen bir gerçektir. Yine de değişen süreçlere ve ortaya çıkan farklılıklara rağmen, sanat hep insanın yaşamsal faaliyetlerinin nasıl sürdüğünün bir kanıtı olmuştur. Bu nedenle sanat, günlük yaşam tarzlarının gerçeğe en uygun şekliyle görselleştirildiği bir alan olmuş ve bir süreklilik içinde var olmuştur. 20. yüzyılda teknoloji daha da güçlenmeye başlamış ve toplumsal yapıda değişimlere yol açmıştır. Toplumun maddi, manevi bütün değerlerini değiştirmiş ve sanat dünyası da ilerleyen teknolojiden nasibini almaya devam etmiştir. Bugünde halen bilim, teknoloji ve endüstri toplumsal ve günlük yaşamımıza şekil vermeye devam etmektedir. Bir sanatçının amacı da zaten yaşadığı toplumdaki insanlara tarihsel ve toplumsal gelişmelerin gerçekleri ile olayların gerçek anlamlarını anlatmaktır. İnsanlara günlük yaşamındaki gerçekliği doğrudan algılamasını 83 Hüsamettin Koçan, “En Eski, En Sürekli ve En Şiddetli Başkaldırı”, Milliyet Sanat, Ağustos, 2005, s. 15 53 sağlayan bir bilinç kazandırmaktır. İnsan artık sadece düşlerinde değil, yaşadığı dünyada da özgür olacaktır. Artık diyebiliriz ki; yüzyıllar boyunca sanat, toplumsal durumlardan, dini inanışlardan, siyasal gelişmelerden, teknolojik değişimlerden kitlesel hareketlerden, savaşlardan yeniliklerden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmiş bir süreçler zinciri olarak karşımıza çıkmıştır. Kralların, aristokratların, ruhban sınıfının veya yöneticilerin hizmetinde kalmıştır. Sürekli değişime maruz kalmasına rağmen gerçek yaşamdaki değişimlerin öncesinde ya da paralelinde hep seyretmiş ve hiçbir zaman tarihin gerisinde kalmayarak söyleyecek bir sözü, mücadele edeceği bir alanı, bir davası hep olmuştur. 54 İKİNCİ BÖLÜM MODERN KENT YAŞAMI, KÜLTÜRÜ VE SANAT İLİŞKİSİ “Bu kentte şaşıp duruyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu durum beni alt üst ediyor. Oysa doğduğum kent burası. Uzun yıllarımı burada geçirdim. Küçüklüğümden bildiğim yerler var. Ama yeterli değil bu. Akışa ayak uydurmak gerek, yoksa en iyi bildiğiniz yeri bile tanımıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki üzerinden asma yollar, köprüler geçmiş, gökdelenler dikilmiş top oynadığımız çayırlıklara. Şaşkaloz durumu bu. Oysa bu kentin köylüsüyüm ben. Doğru […] Belki bu yüzden köylüsü gibi kalıyorum çoğu kez.”84 Kentlerin değişimi hayatı nasıl değiştiriyorsa, kimlikleri de değişime uğratmaktadır. “Tarihsel olarak da büyük mimari devrimlerde sembolize olan kültürdeki başkalaşımın her zaman büyük toplumsal devrimleri izlemiş olması bunun en önemli göstergesi. O halde, kente, her şeyden önce kültürel biçimlenişin bir yansıması olarak bakılabilir.”85 İnsanlık tarihi içinde kentleşme olayına bakıldığında, insanoğlunun çok yeni bir deneyimi olarak kentlerin sadece M.Ö. 3000-5000 yılları arasında ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Gerçek anlamda günümüz kentlerine model olacak kentlerin ilk temelleri ise sadece 250 yıllık bir geçmişe sahiptir. Kentsel yerleşim birimleri bir kültür birikiminin sonucudur.”86 Kent yaşamı ya da kent kültürü dediğimiz şeyin tüm öğeleri sanayi devrimi ile birlikte değişmiştir. Sanayi devrimi ile kentleşme 1950’lerden 84 Ali Yaşar Sarıbay, “Kent: Modernleşme ve Postmodernleşme Arasındaki Köprü”, Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne, Editör. Ferzan Yıldırım, İstanbul, Demokrasi Kitaplığı, 2. Basım, 2002, s. 37 85 Sarıbay, a.g.m, s. 37 86 Tatlıdil, “Kent Kültürü ve Boş Zaman Değerlendirme”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 385 55 itibaren görülmeye başlamış ve 1970’lerden sonra artmaya başlamıştır. İç göçlerle birlikte kentlerde gecekonduların sayısında bir artış görülmektedir ve kentte bir konut artışı yaşanmaya başlamıştır. Kentleşmenin artması ile birlikte aynı zaman da bireylerin yaşam tarzları ve ihtiyaçlarında da hızlı bir değişim ve gelişim meydana gelmiştir. Sanayi devrimi var olan mekânların yeniden düzenlenip şekillenmesini sağlayarak biçimlendirmiştir. Sanayi devriminden sonraki kentlerde meydana gelen asıl gelişme ile farklı bir yaşam kültürü ortaya çıkmış ve kentler büyük sanayi merkezleri haline gelmiştir. Günümüze kadar olan bu teknolojik gelişmenin fiziksel mekana yansıması ile de kent; ‘metropol’ (büyük kent), ‘megapolis’ (çok daha büyük kent bölgesi) olarak adlandırılmıştır. Kente ilişkin, farklı zamanlarda ve farklı uygarlıklarda kullanılan bu tanımlar incelendiğinde, kentin sadece işlevsel yönünün ya da biçimbilimsel yönünün veya her ikisinin birden öne çıktığı görülmektedir. Bu da beraberinde kent kavramının değişik alanlarda farklı farklı açıklanmasına yol açmıştır.”87 Kentler, kırdan kente doğru göçlerle birlikte insanların yoğunlaştığı en önemli merkezler haline dönüşmüştür. Kentte kırsal alandan kente doğru göçler ve endüstriyel gelişmelerle birlikte, hızlı bir nüfus artışına ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Bunun sonucunda da yeni yaşam alanlarına ihtiyaç duyulmaya başlanması ile birlikte kentte hızlı bir betonarmeleşme başlamıştır. Betonarme yapıların inşası ile birlikte kentte doğadan uzak yapay bir ortam oluşmuştur. Kentte yaşayan insanlar artık birbirine benzemeyen yaşam biçimlerine sahiptirler. Fakat yerleşim alanları olarak paylaştıkları kentler, onların ortak mekânlarıdır. Yaşam biçimi açısından kentler arasında ortak özellikler bulunmaktadır. Aynı zamanda da tarihsel gelişim süreçleri içerisinde de farklılıklar bulunmaktadır. Kent kültürü sosyal ekonomik ve politik etkinlikler 87 K. Evren Bolat Aydoğan, “İnsan-Mekan-Kent İlişkisi Üzerine Resimsel Yorumlar”, Mersin, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2005, s. 6- 7 56 kapsamı içinde ele alındığında da evrensel değerlerde içermektedir. Kültür, kent koşullarını yaratmış olduğu yaşam biçimine anlam veren değer ve normlar dizgesini bünyesinde barındırır. Nüfus, eğitim düzeyleri, mesleki kariyerler, ortak yaşam deneyimleri kent toplum kültürü içinde salt kriterler olarak görülür. Hızla değişen teknoloji üretimle bütünleşmesi bu ekonomik faaliyet kolunda çalışan kişilerin süratle uyum sağlamasına bağlıdır. Kent yaşam biçimi bu nedenle değişmeye ve gelişmeye açıktır. Endüstriyel gelişimini tamamlayan yani kent toplumu haline dönüşmüş olan toplumlar teknik avantajlara sahiptir. İnsan bundan dolayı da günlük olarak yapmak zorunda olduğu işlerden kaçma fırsatını sağlar. Teknoloji sadece sosyal yaşama değil, aynı zamanda çalışma yaşamında da değişimler meydana getirmiştir. Ayrıca kültürel değişimleri de oluşturmaktadır.”88 Kentler artık nüfus yoğunluğu, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı, iş imkânları, eğlence anlayışları ile birçok şeyden dolayı cazip yaşam alanlarıyla çok sayıda ve farklılıkta insanın büyük kent merkezlerinde yoğunlaşması sonucunu doğurmuştur. İnsanlık tarihinde yüzyıllarca sürekli değişime uğramasıyla artık sivil yaşamın en önemli yerleşim alanları haline gelerek; kentler yaşanmışlığın izlerini her yerde kaldırımlarda, yollarda, duvarlarda, köprülerde, merdivenlerde, yapılarda vb. bütün mekânlarda taşımaya başlayarak bir kent dokusu oluşturmuştur. “Kent tüm bu edilgen, sentetik yaşam şekline, tek düzeliğine rağmen birçok insanın buluşma mekânı olmaya devam etmektedir. Özelliklede kentlerdeki nüfus artışı kent ortamının yarattığı olumsuz etkileri de arttırmakta, beraberinde toplumun genelinde bıkkınlık, yabancılaşma gibi psikolojik durumlar yaratmaktadır. Simmel’e göre bu durum hızlı, değişken, yoğun kent yaşamın kaçınılmaz sonucu olmakla beraber aynı zamanda kentin 88 para mübadelesinden Tatlıdil, a.g.m, s. 387- 390 kaynaklanan renksizliğinden de 57 kaynaklanmaktadır.”89 “[…] Nüfus artışı rakamsal verileri gösterirken bir arada yaşayan insanların birbirleri ile ola ilişkileri ve yaşadıkları mekâna bakış açıları başka bir sorunsalı yaratmıştır. Kent günlük yaşamı hem dinamik hem de monoton yanıyla bireyi etkisi altına almıştır.”90 Kentler, bireylerin sosyalleşme süreçlerinde etkili olurken, aynı zamanda da bireylerin toplumsal işleyiş içinde hazırlanmalarına olanak sağlar. Ayrıca örgütlü toplum yaşamı olarak bireylerin çalışma koşullarını düzenlerken, aynı zamanda da boş zamanları değerlendirmelerinde de düzenleyici rol oynar. Kentsel yaşam karmaşasında uzmanlaşılan alanlarda çalışan bireylerin yoğunlaşması ve buna bağımlı bir yaşam süren bireylerin, kentsel mekânların kullanımında da farklılaşarak genişlemeler yaratmışlardır. Diğer taraftan da kendilerine olan güvenlerini yitirmesine neden olarak, kentsel alanlarda birbirine benzemeyen özellikler göstermişler ve kent kalabalığında toplumsal olarak çoğalarak kendi gerçeklerine yabancılaşmışlardır. Kent yaşamı içerisinde bireyler belirlenmiş zaman dilimlerinde, kendine özgü serbest meslek sahibi ya da idari alanlarda veya da hizmet sektöründe çalışarak hızlı bir yaşam temposunda yaşamlarını sürdürmektedirler. Boş zamanları değerlendirme aktivitelerinde bireyler, kent kültürü içinde kişisel eğilimlerine göre gösterdikleri davranış ve beğenilerde birbirleriyle benzer davranış ve beğenileri göstermesine neden olmaktadır. Boş zaman bireylerin kişisel eğilimlerine göre harcadıkları zaman dilimi değil, toplum yaşamının beklentilerine göre değerlendirilmesi gereken zaman dilimi olarak görülmektedir. Kent günlük yaşamının zorunlu boş zaman etkinlikleri bireyin bilgi ve beceri birikimlerine bağlı kalmaktadır. 89 Aydoğan, a.g.e, s. 17 Lütfi Özden, “Eleştirel Yaklaşımla Kentsel Yaşamdan Plastik Çözümlemeler”, Ankara, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001, s. 7 90 58 “İster gelişmiş ister gelişmekte olan ülkelerde olsun, kent ve kent kültürü evrensel nitelikte olan değerleri kapsar. Kent toplumunun örgüt yapısı, örgütsel işleyiş içinde bireylerin etkileşim biçimi ve bunlara anlam veren kültürü kentin hem toplumsal hem de mekânsal özelliklerini ortaya koyar. Bireylerin kent alanlarında sergilediği zorunlu ve boş zaman faaliyetleri kentin geçmişten gelen yaşam deneyimiyle birlikte kentlerin evrensel düzeydeki kültür birikimleri tarafından şekillenir. Çoğu kez kentlerin tarihsel yaşam deneyiminden getirdikleri, adeta uzmanlaşma alanı içinde zenginleştirdiği aktiviteler kentlerin kültür zenginlikleridir. Bir kültür mozayiği içinde şekillenen ve zenginleşen bu alanlar zamanla kentin ismiyle özdeşleşir.”91 Bireylerin evde ve işte geçen zaman dilimlerinin dışında kalan zamanın değerlendirildiği alanlar tabiki de kentin kültür, sanat, dinlence, spor ve eğlence merkezleridir. Kentin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerinden de etkilenerek toplum yaşamının beklentilerine göre değerlendirilmektedir. Genellikle çalışan insanlarım sekiz-on saatlik iş günü sonunda, işten eve dönerken benzer ulaşım araçlarını kullanmakta ve evine döndükten sonra ise kendine kalan kısa zamanı değerlendirirken, dinlenmeyi ve eğlenmeyi düşünmektedir. Ayrıca ortak mekânlarda alışveriş yapmakta, yemek yemekte yani kısacası sosyal aktivitelerde bulunmaktadır. Eve döndükten sonra kent yaşamının hızlı temposundan kurtulan birey kendisi için başka bir kaçış alanı sağlayan medya ve televizyonu kullanmakta ve “ (…) kendisine kalan kısacık zamanda, haklı olarak dinlenmek ve eğlenmekten başka bir şey düşünmeyen emekçi sınıf ve kesimler, Gunther Anders’in acılı vurgusuyla söylersem, ‘dünyayla’ ancak ‘dünyaya kapısını kapadıktan’ sonra ‘televizyonda’ karşılaşmaktadır.”92 Kitle iletişim araçları, kentteki toplumsal yaşamda insanların günlük yaşamlarını ve davranış biçimlerini etkilemekte ve insanlara ancak tüketerek 91 Tatlıdil, a.g.m, s. 395 Ahmet Oktay, Metropol ve İmgelem, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, 2002, s. 31 92 59 mutlu olunacağına dair bir yaşam anlayışını empoze etmektedir. Sınırsız bir güce sahip olan kitle iletişim araçları belirli bir sınıfın elinde bulunmaktadır. Bireyleri kitle iletişim araçları ile milyonlarca kafaya sokulmak üzere aynı mesajı üretmekte, böylelikle de kendi kültürlerini tüm dünyaya yayarak hakim kültür haline gelmesini sağlayarak bireyleri yönlendirmektedir. Bireylere benzer şeyleri tüketmeye ve kullanmaya yönlendirerek, kent insanlarının daha sonra benzer kişilik özellikleri göstermesine neden olmakta ve bireyleri sıradanlaştırmaktadır. “(…) Kentin içinde barındırdığı tek düze yaşam, tüketim ile bir anlamda telafi edilmeye çalışılmakta, tükettikçe var olan, var oldukça tüketen bireyler meydana gelmektedir. Kent mekânın getirdiği özgürlük ve bireysellik, beraberinde yalnızlığı ve bıkkınlığı da getirmektedir. Kent kalabalığı içinde kaybolan birey kendini ortaya çıkarmak için farklılık arayışına girmektedir. Bu arayışın sonunda gelişen moda anlayışı, bireyin ayırt edilme gereksinimini karşılamakta aynı zamanda da yaygınlığı ile de bireyin diğer bireylerin yürüdüğü yolda ilerlemesini sağlayarak onun onaylanma ihtiyacını da karşılamaktadır.”93 “(…) metropolde yaşayan insan kendi özgürlüğünü gündelik hayatın rutin temposuna, idollerine, modalarına teslim etme eğilimi taşır. Bu başkaları gibi olma, herkes ne yapıyorsa onu yapma arzusudur. Ancak bu arzu da bir noktada kendi karşıtını yaratacaktır. Çünkü metropolün hegomanik mantığı, herkese aynı arzulan empoze ederek kıyaslamayı mümkün kılar. Benzeriyle rekabet, benzerlerinden ayrılma isteğini doğurur. Dolayısıyla arzunun nesnesi düşmanlığında nesnesi olur.”94 Kent yaşamı, hızlı yaşam trafiği içinde kırsal alandan farklı olarak doğadan uzaktır. Kentlerdeki teknolojik gelişme bireylerin yaşam koşulları ve yaşamsal alanlarını etkilemiştir. Artık kentlerde ortak tüketim alanlarının oluşması kaçınılmazdır. Sanayinin kente etkisi ile üretim ve yönetim birimlerinde artış olmuştur. 93 94 Aydoğan, a.g.e, s. 18- 19 Ahıska’dan Akt., Sarıbay, a.g.e, s. 45 60 Bütün bu süreçlerden sonra artık diyebiliriz ki, ilk kentlerdeki bireylerin modern kentteki bireylere dönüşmesindeki etken sanayileşme olmuştur. Modern kent sanayileşme ile birlikte nüfus artışı ile aşırı bir merkezileşme, yoğunlaşma sürecinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Modern kentin doğasıyla ilgili çok şey söylenebilir, ama en başta söylenmesi gereken şeylerden biride, modern kentin geleneksel şehirlerden farklı bir kimliğe sahip olmasıdır. İnsanlar ilk kez modern kent yaşamında bireysel özgürlüklerine bağlı olarak çoğulcu bir yaşam düzeyine ulaşmıştır. Aşırı kalabalıklar, kolektif binaların zorunluluğu, trafik tıkanıklığı, araçların gürültüsü, dinlenmeye ve eğlenmeye ayrılacak boş zamanların az olması insanın sinir sistemini doğrudan etkileyen ve onu bir takım hastalıklara elverişli hale getiren faktörler olmuştur. “Kent insansal dokusuyla, tarihsel ve doğal zenginlikleriyle, geçmişin fısıltılarını olduğu kadar güncelin bağırtılarını da yankılayan simgeleriyle insanları kendine hayran eder ama, kaotik yapısı, teörize edici ve yalıtıcı çoğunluğuyla korku da verir.”95 Endüstri devriminin ortaya çıkardığı bu farklı yapı yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi sanatta da önemli değişimleri meydana getirmiştir. Sanat din, burjuva ve aristokrasinin hizmetinden çıkmıştır. Modern kent ve yaşamı, kültürü değişimlerde tanımlamalarından konunun plastik sonra sanatlarda kentin da geçirmiş yansımaları olduğu olmuştur. Kentlileşmenin hızlı bir şekilde yaşandığı bu süreçlerde modern kent ve yaşamı, endüstri ve teknolojik gelişmeler sonrasında sanatçılar için önemli olmuş ve kent yaşamını yansıtan sanatçı, salt izlenimlerin yerine zamanla sanayileşmenin getirdiği hızla birlikte zamanın hızına ayak uydurarak, kentin geçirmiş olduğu değişimleri sanatına da yansıtmış ve bu sanayinin getirdiği değişimler sanatçının sanatının da değişmesine yol açmıştır. Sanatçılar yeni teknik ve üsluplarla yeni yöntem ve anlatım yollarıyla modern kent ve kentte 95 Oktay, a.g.e, s. 24 61 var olan yaşamı nesnel, eleştirel ve öznel yaklaşımlarıyla, kente dair izlenimlerini yansıtmışlar. Modern kent yaşamı ve dokusu, sanatçıların, mimarların, yazarların vazgeçilmez mekânlarından olmuştur. Modern kentte gözlemlenen günlük yaşamın sıradan bir anı, modern kente dair imgeler, sokak manzaraları, otobüsleri, yolları, dinamik ve yapay çevresi, kalabalıkları, sosyal yaşamı, kent eğlence anlayışları, olumlu olumsuz yanlarıyla dramları ile de birçok şey nesnel, eleştirel ve öznel anlatım yolları ile sanatta konu olarak yapıtlarda yansımıştır. Modern kent yaşamından sahnelerin, sanatta ki yansımaları ve kent yaşamındaki görsel izlenimlerin aktarıldığı sanat yapıtları oluşmaya başlamıştır artık. Ayrıca da kent sadece konu olarak sanatta var olmamış aynı zamanda da sanat eylemlerine de sahne olmuştur. Sanatın aldığı yeni konuma verilebilecek en güzel örnek, Nadar’ın 1874 yılında Paris’te açmış olduğu bir resim sergi salonudur. Bu salonun açılması girişimi, sanat tarihinde ilk kez bir sanat eserinin satışa sunulmak üzere sergilenmesidir. Bu salonun açılması, sanatı din ve benzeri kurumlardan, aristokrasinin, burjuvazinin hizmetinden kurtulmasını sağlamıştır. Sanat eseri artık sergi salonlarını süslemeye başlamıştır. Sanatın yeni toplumsal düzenle buluşması ise büyük kentlerde kurulan pasajlar ile olmuştur. Pasajlar, mimaride ilk kez demir konstrüksiyonların, cam malzemelerin birlikte kullanımı ile yapılan yapılardır. Önemli işlevleri olan kent pasajları lüks eşya ticaretinin merkezlerindendir. Pasajların donatımıyla ise sanat ticaretin hizmetine girerken, aynı zamanda yeni yapı tarzlarıyla değil, işlevleri ile önemli değişimleri simgelemiştirler. Görsel sanat eserleri, sergi salonları ve pasajlarla toplumla buluşma olanağı bulmuştur. Böylelikle de katedralleri, kiliselerin duvarlarını, sarayları süsleyen yapısından sıyrılmıştır. Geniş kitlelerle buluşma fırsatı yakalayarak seçkinliğini toplumla paylaşarak yeni bir oluşum sergilemiştir. Bu yeni oluşum sanat akımlarının, 62 dallarının başlangıcını oluşturacak bir ivme taşımaktadır. Görsel sanatlar ilk defa izleyici ile birebir ilişki kurma yolunu keşfederek, halkı seçmiştir.”96 “Kent yaşamı uzamsal zenginliği ve farklılığıyla, sunduğu ya da sunabileceğine inanılan maddi-manevi fırsatlarıyla, her türlü bireysel fantazmayı beslemeye uygun kozmopolit yapısıyla, her zaman için siyasal ve sanatsal imgelemin besleyicisi olmuştur. Aydınlık bulvarların ve ışıltılı vitrinleriyle olduğu kadar, arka sokakları ve gecekondularıyla, lüks gece kulüpleriyle olduğu kadar koltuk meyhaneleriyle de insanları durmadan bir şeylere davet eder kent. Karanlık, ürkütücü arzuların, doyurulmak isteyen cinsel beklentilerin, zenginlik hayallerinin merkezidir. Düşler orada kurulur ve orada yıkılır.”97 Büyük kentler artık tek düze yaşam biçimi sunmakta ve kendini yitiren insanı simgelemektedir. Kırsal alandaki yaşamın doğal akışı artık yok olmuştur ve kırsal alana göre kent zamanı hızlı ve sürekli değişik durumlarla yaşamaktadır. İlk yerleşik hayattan bu güne kadar günlük yaşantının içinde sürekli var ola gelmiştir. “Kentler tıpkı elektrik transformatörleri gibidir: basınçları arttırmakta, mübadeleleri hızlandırmakta, insanların hayatını nihayetsiz bir şekilde kavramaktadırlar. İş bölümlerinin en eskisinden, en devrimcisinden doğmuş değiller midir: bir yanda tarlalar, diğer yanda kentsel denilen faaliyetler? Kent ile kır arasındaki zıtlık barbarlıktan uygarlığa, kabileler düzeninden devlete, yerellikten ulusa geçişle başlar ve günümüze kadar tüm uygarlığa, uygarlık tarihi boyunca görülür.”98 96 Alper Altunay, Mekanik Sanattan Elektronik Sanata Geçiş, Eşkişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları No. 1539, 2004, s. 139- 141 97 Oktay, a.g.e, s. 10 98 Fernand Braudel, Maddi Uygarlık Gündelik Hayatın Yapıları, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul, İmge Kitabevi, 2. Baskı, 2004, s. 433 63 II.1. MODERNLEŞME VE GÜNLÜK YAŞAM Avrupa’daki teknolojik ve ekonomik büyüme sonucunda dünyada toplumların yaşamlarında kurumsal ve kültürel değişimlerin yaşanmasına başlanmıştır. Bu sosyo-ekonomik değişimler sonucunda toplumlar adına modernleşme denilen modern bir sürecin içine girmiştir. Modernleşme terimi “çoğunlukla sanayileşmede temellendirilmiş toplumsal gelişim aşamalarına gönderme yapmak amacıyla kullanılır. Modernleşme genişleyen kapitalist dünya pazarının sürüklediği bilimsel keşifler ile teknolojik yeniliklerin, sanayideki ilerlemelerin, nüfus hareketlerinin, kentleşmenin, ulus devletin ve kitlesel siyasal hareketlerin oluşumuyla birlikte ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişimlerin çeşitliliğinin bir birliğidir.”99 “Modernleşme kavramı değişik şekillerde tanımlanmaktadır. Bu farklı tanımlara rağmen geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş, okur-yazarlık oranının arttığı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştiği, dinamik bir yapıya geçiş, modernleşme olgusunun ortak özelliği olarak ele alınmaktadır. Hakim özellik ise tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan sanayiye dayalı toplumsal bir yapıya geçiş olarak belirmektedir. uzmanlaşmayı beraberinde Toplumda getiren belirgin bir modernleşme farklılaşma toplumun ve eski değerlerinden soyutlayıp yeniden dizayn edilmesi anlamına gelmektedir.”100 Modernleşme birçok kaynakta geleneksel toplumdan modern toplum tipine doğru bir toplumsal değişim süreci olarak tanımlanabilmektedir. 99 Modan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, 2004, s. 187 100 Seyfettin Aslan, Abdullah Yılmaz, “Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm”, Moderniteden Postmoderniteye Değişim, Editör. Coşkun Can Aktan, Konya, Çizgi Kitabevi 1. Basım, 2003, s. 76 64 Modernleşmenin gerçekleştiği toplumlar aynı zamanda modern toplum adını almaktadır. Ekonomisi sanayileşmiş, toplumsal yapıda kentleşmiş, eğitim seviyesi yüksek, insanların kendilerini ve dünyayı yerel değerlere göre değil, evrensel ölçülere göre anlamlandırdıkları, bireyciliğin bir değer haline geldiği, siyasi olarak da temsili demokrasi ile yönetilen bir toplumsal formasyona bakıldığında, ekonomide, kültürde ve siyasi örgütlenme düzeyinde bu niteliklerden yoksun olan toplumlar modern olmayan toplumlardır. Bunlara geleneksel toplum diyebilmekteyiz. Görülmektedir ki modernleşme, ekonomide sanayileşme, kültürde bireyselleşme ve evrenselleşme, siyasette demokratikleşme anlamında geleneksel toplumun modern topluma doğru değişimini ifade etmektedir. Modernleşme tarımdan endüstriye, köyden kente geçiş gibi farklılaşmaları getirmiştir. Modernleşme süreci ile birlikte toplumların sosyo-ekonomik ve kültürel yapılarında değişimler uzmanlaşmaya dayalı yaşanmıştır. olarak Üretim fabrikalarda ileri bir yapılmaya teknolojiye ve başlanmıştır. Toplumlarda sosyal hareketlilik artmıştır. Toplumlar yeni bir kültüre dayalı olarak işlemeye başlamaktadır. Bunlarla birliktede toplumlarda geleneksel bütün değerler değişerek, insanlar arası yüz yüze, samimi birincil değerdeki ilişkiler ikincil ilişkilere dönüşmüştür. Bütün bu özellikler modern toplumun önemli özelliklerindendir. 19. yüzyılda yaşanan sanayi devrimi ile kentleşme ve iş bölümünün gelişimi, insanlar arası sosyal ve ekonomik ilişkileri bir daha geri dönülmemek üzere değişmiştir. Gelenekselden modernliğe geçiş, temelli ve önemli değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Artık hiçbir şey geleneksel dönemde olduğu gibi kalmayacaktır. Modernleşmeyle birlikte yeni bir döneme girilmiştir ve yaşam üslubunda artık eski usuller geçerli olmayacaktır. Bu durumdan nasibini almayan hemen hemen hiçbir alan, faaliyet kalmaz. Bütün bu 65 yaşamsal alanlarda geçerli olan değişimler yavaş yavaş zamanla işleyen bir süreç olması ile birlikte top yekûn bir süreçtir de. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra, 1848 burjuva Devrimi’nde burjuvazinin yanında yer alan köylüler, topraklarından koparak kentlerde yerleşmeye başlamıştır ve devrimlerin ardından kentlerde yaşayan nüfus yoğunluğu ve kültür çeşitliliği yeni bir kültürün oluşmasına yol açmıştır. Zamanla kitle toplumlarına özgü olan bir kitle toplumu kültürü oluşmaktadır. Bu kitle kültürünün oluşum nedeni de sanayileşme, kentleşme ve modernleşme süreçlerine bağlıdır. Kitle kültürü, modernleşme sürecinin tamamlamış toplumlarda, folk kültürden popüler kültüre ve sonuçta da kitle kültürüne geçiş aşamalarını takip eder. Buna bağlı olarak postmodern kültür, tüketim kültürü, enformasyon kültürü kavramları ile kültürde çoğulcu bir süreçtir. Kitle kültürü, müzikten edebiyata, giyimden beslenmeye kadar yaşamın hemen her alanında geniş yığınların anlık tüketimine elverişli bir özellik taşımaktadır. Büyük sermayeler endüstriyel ortamlarda tek tip, kolay tüketilen ürünler üretirler. Bunlar tüketicisine geçici tatminler sunarken aynı zamanda da kitle iletişim araçları tarafından da biçimlendirilmektedir. Bu kitle kültürü aynı zamanda da enformasyona dayalı bir kültür olmaktadır. “Tüm bu bilimsel, teknolojik ve endüstriyel değişiklikler Modern Dönem’in olumlu ve olumsuz olarak her şeyiyle geldiğini gösteriyordu. Bu dönemle birlikte aile şirketleri ve az işçili işletmeler birer birer kapandılar. Tröst ve karteller ekonomiye egemen oldu. Köyler boşalmaya, kentler taşmaya başlamış; tıpta gübreleme yöntemlerinde, gıda üretiminde ulaşılan verimle artan gübreleme yöntemlerinde, gıda üretiminde ulaşılan verimle artan hızlı nüfus oranı ‘Kitle Toplumu’ gerçeğini yaratmıştı. Kentler milyonları aşan nüfuslarıyla metropol olma yolunda ilerliyor, dünyanın hiçbir noktası kendini bu sürecin dışında tutamıyordu. Gelişmelere zorla maruz bırakılan Doğu toplumlarında modernleşme süreci çok daha acımasız gerçekleşiyordu. Ardı arkası gelmeyen bunalımlar, kapitalizmin ve bireylerin bunalımları doğallaşmıştı. Suç oranlarındaki patlama tesadüf değil, tarihsel bir sonuçtu. 66 Ve bu tarihsel sonucun oluşumunda kendisine en önemli rol verilen öğe ilk kez Adorno ve Horkheimer’in tespit ettiği gibi Kitleler’di.”101 Teknolojik gelişmeler insanları bir makinaya dönüştürdüğü gibi aynı zamanda teknolojik gelişmeler dünya ölçeğinde bir yabancılaşmaya da yol açmıştır. “(…) Kapitalist modernlik içerisinde günlük varoluş, güçlü ‘kamusal’ bir takım kültürel bağlılıkların yerine kapitalizmdeki toplumsal yaşamın genel ‘metalaşması’ ile ilgili mutat uygulamaları koyma demektir. ‘Günlük’ olgusu, bütün toplumlarda insan hayatının önemli bir kısmını oluşturur; fakat Giddens’ın iddiasına uygulamalardaki göre ‘anlamlı’ kapitalist öğeler, modernleşme kapitalist içerisinde günlük modernleşmeyle birlikte kaybolmuştur. Kaypak olan bir başka terimde ‘gelenektir’ bununla ‘toplumsal kastetmektedir. Öyle yeniden ki, bu üretimin tarz en arı yaşamda ve fakat Giddens masum insanlar, bir biçimini’ toplulukta uzmanlaşmayla varılmış olan varoluşsal ve ahlaki inançlara bağlı ve kuşaklar boyunca tekrar edile gelmekten yetkisini alan davranışlarda bulunurlar. Giddens’a göre gündelik hayattaki geleneksel uygulamalar, anlamlılığı sürdüren uygulamalardır; fakat (modern) hayattaki gündelik alışkanlıklar böle değildir.”102 Artık diyebiliriz ki modern toplumun yeşermeye başladığı toplumlarda her şey alınıp satılabilen bir metaya dönüşmüş ve artık her şeyin maddi değer taşıyan şeylere dönüşmesi ile insanların karşısına çıkmaya başlamıştır. İdealar dünyası yıkılarak yerine çıkarlar ve maddi beklentiler dünyası almaya başlamıştır. Bu dünyada, modern toplumun insanı yeni dünyaya alışarak bir değişim rüzgârına kapılıp sürüklenmeye başlamıştır. Artık günlük yaşamın içerisinde bireyler, parçalanmış bir yaşam içerisinde 101 Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”, s. 30 102 John Tomlinson, Kültürel Emperyalizm: Eleştirel Bir Giriş, çev. Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 1999, s. 133 -134 67 doğaya, ürettiğine ve kendine yabancıdır. Günlük yaşam içerisinde bireyin kendisine ait olmayan bu yaşamda her şey hızla akıp geçmekte ve artık modern toplumda bireylerin düşleri bile başkaları tarafından üretilmektedir. Bu yaşamın akışı sırasında oluşan, hızlı değişim, insanları yalnızlaştırmıştır. “Günlük hayatta her gün yaptıklarının ne olduğunu bilmeyen, yakın çevresindekilerden bu yaşamın her hangi bir şekilde eleştirildiğini görmeyen her yaptığını öyle alıştığı için yapan kitle toplumu içindeki bireyler gündelik hayatlarını sellerin önünde sürüklenen çakıl taşları gibi yaşamaktadır.”103 Birey bu kendisine ait olamayan, akıp giden yaşamların içinde hayatlarını tamamlayacaktır. Kırsalda yaşanan yüz yüze iletişimin yarattığı yakınlık modernleşme süreci ile kentlerde bitmiştir. Artık çevrelerindeki insanlar kırsaldaki gibi yüz yüze iletişim kurulan insanların aksine, geçmişlerini veya bugün kim olduklarını bilmedikleri tanıdık olmayan kişilere yabancılara dönüşmüştür. “Modernleşme süreci, homojen ve heterojen olmak üzere iki temel toplum algısına ve bu algıların biçimlendirildiği siyasi yapılara sahne olmuştur. İmparatorlukların dağılıp ulus-devletlerin kurulması süreci, toplumun homojen bir bütünlük olduğu veya olması gerektiği ön kabulüne dayalı siyasi modelleri gündeme getirmiştir.”104 Aslında modernleşmeyi tarihte sadece Batı toplumlarında var olan bir olay olarak görmemek veya Batıyı körü körüne taklit olarak düşünmemek gerekir. Modernleşmeyi ilk insan topluluklarından günümüze kadar sürüp gelen ve bütün insanlık tarihini dolduran evrensel bir olay olarak görebiliriz. 103 Wright Wills, İktidar Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1974, s. 454 Yılmaz Ensaroğlu,“Modernleşme Sürecinde Çokkültürlülük”, Modernleşme ve Çokkültürlülük, çev. Hale Akay, N. Deriş, S. Kara, E. Kurma, M. Ulagay, E. Uşaklıgil, Ç. Türkoğlu, L. Yurttagüler, Z. Zileli, Helsinki Yurttaşlar Derneği Dizisi 2, İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2001, s. 85 104 68 II.2. MODERN SANATTA GÜNLÜK YAŞAM Avrupa’daki teknolojik ve ekonomik büyüme sonucunda dünyada toplumların günlük yaşamlarında kurumsal ve kültürel değişimler yaşanmıştı. Gelişen teknoloji ile hızla yayılan iletişim araçları insanın yaşam koşullarını, davranış biçimlerini etkilemiş, sonucunda ise sosyal yaşamdaki her şeyin imajlardan oluşması günlük yaşam koşullarını, davranışları etkilemişti. Teknolojik gelişmeler günlük yaşama yeni bir boyut kazandırırken, iletişim araçlarındaki hızlı ilerleme kitlelerin beğenisini etkileyerek, dijital teknolojiler sayesinde tüm imgeler göstergeler haline geldi. Günlük yaşamdaki teknolojik gelişmeler, sanat alanında özgürleşen sanatçı-filozof tiplerin oluşmasına ve modern sanatın ve örneklerinin oluşmasını sağlamıştır. Sanatta önemli değişimlerin yaşandığı bir sürecin içerisine girilmiş bulunulmaktadır ve sanat din, burjuva ve aristokrasinin hizmetinden çıkmıştır. Sanatsal formlarda biricik olduğu kabul edilen kalıplar kırılmış ve çeşitlilik kazanmıştır. Sanatçılar salt izlenimlerinin yerine, zamanla sanayileşmenin getirdiği hızla birlikte zamanın hızına ayak uydurmuştur. Değişimleri, sanatçı sanatına yansıtmıştır ve bu sanayinin yaşama getirdiği değişimler sanatında değişmesine yol açmıştır. Var olanı yaşamı anlatmada teknik ve üsluplarda yeni yöntemler denemiştir. Sanatçılar deneysel bir bakış açısıyla; nesnel, öznel ve eleştirel yaklaşımlarla izlenimlerini yapıtlarına yansıtmışlardır. Sanatçı artık eleştiren, sorgulayan bir bireye dönüşmüş ve sanatta özgün ifade tarzları oluşmaya başlamıştır. Bu özgün ifade tarzları zamanla Rönesans’ın, İzlenimciliğin şekillendirdiği birçok yaklaşım ortaya çıktığı, modern insanın kendisini ortaya koyduğu bir sanat olgusu ve gelişimini ortaya koymaktadır. Her dönem için problem olan ve çözmeye çalışılan bu olgular yerini bir sonraki dönemin farklı değerlerine bırakmıştır. 69 “(…) Geleneksel sanatçı doğada ‘gördüğünden daha güzel bir şey yaratmak istemezken’ modern sanatçı ‘sonsuza olana doğru’ yönelmek ister. Atölyedeki derin rüyaları ve ufka bakarken dalıp giden hayalleri […] ‘açık havaya’ tercih eder.”105 Modern sanat, günlük yaşamın varlığını reddetmemiştir ama yeniden şekillerle ve renklerle meydana getirerek yaratmak onun en ayırt edici özelliğindendir. Var oluşa ve gerçekliğe yeni bakış açısı sunmuştur. Zamanla izlenimci ressamlar, belli bir konuya bağlı kalmadan rengi ve biçimi özgürlüğüne kavuşturmuş, sonrasında da soyut sanat doğru hızlı bir değişim sürecine girilmiştir. Modern sanat kendi özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşmak için geleneksel, doğacı ve akademik sanat anlayışlarıyla devamlı olarak mücadele ederek, büyük bir hızla kendisini geliştirmiştir. Modern sanatçı doğayı ve insan anlayışını değiştirerek, doğayı kendisine bir yaratma aracı, yol göstericisi olarak kabul etmiştir. Bir konuyu, bir hikayeyi ifade ettikleri anlam ve özelliklerinden ayrı olarak düşünmektedir. Onu kendi yaratma kanunlarına göre yaratırken renk ve şekil araçlarını özgür bir tarzda kullanarak, tamamıyla plastik bir düzen içinde değişik şekillere sokmaktadır. O yüzden de doğanın zamanından ve günlük yaşamın içinden çıkıp, belleğimizde iz bırakan biçimler ve bu biçimlerin imgeleri modern sanatta bazen bir kare, dikdörtgen, daire, bazen lirik renksel bölünmelerle, bazen düzenli bölümlere ayrılmış geometrik biçimler, bazen de sadece renksel düzenlemelerle sanatçı dış gerçekliğe içsel bakış açısıyla yaklaşmıştır. Bütün bunları da plastik bir düzen içinde biçimlendirerek yansıtmıştır. Günlük yaşamdaki dış görünümler, sanatçın iç gerçekliği ile birleşerek yansıtılmaktadır. Ancak sanatçının bireysel dünya görüşünü ve iç dünyasını 105 Mehmet Yılmaz, Modernizmden Postmodernizme Sanat, Ankara, Ütopya Yayınevi, 1. Baskı, 2006, s. 18 70 yansıtan modern sanat eserleri karşısında insanlar, büyük bir şaşkınlığa uğramışlardır. Gözlemlenen yaşamın sıradan bir anı modern imgeler, sokak manzaraları, taşıtlar ile yolları, dinamik ve yapay çevresi, kalabalıklar, sosyal yaşam, eğlence anlayışları, olumlu-olumsuz yanlarıyla dramları ile modern sanata konu olarak yapıtlara yansımıştır. Yaşamdan sahnelerin, sanattaki yansımalarının aktarıldığı farklı teknik ve üsluplarda modern sanat yapıtları oluşmaya başlamıştır. “Modern sanatçı, eserlerini, Nabi akımının temsilcilerinden Maurice Denis’in şu ünlü tablo tarifine uygun bir şekilde yaratıyor: Hatırlanmalıdır ki, bir tablo, çıplak bir kadın, bir savaş atı veya her hangi bir hikaye değil, belirli bir düzen içinde toplanmış renklerle kaplı bir düzeydir.”106 Görüldüğü gibi modern sanattaki sürekli yeniyi arayan bir deneysellik, günlük yaşamdaki olayları, durumları her hangi bir şeyin görünümünü, anlık durumları, sanatçının içsel gerçekliğiyle şekillenmektedir. Dünyayı yeniden yaratmak veya şekillerden ve renklerden meydana gelen bağımsız bütünleri yaratmak arzusu, aslında bütün modern sanatın en ayırt edici özelliklerinden birisidir. 106 Joseph-Emile Muller, Modern Sanat, çev. Mehmet Toprak, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1972, s. 15 71 II.3. RESİMDE GÜNLÜK YAŞAM Sanatın her alanında konu ve konuların işlenişleri açısından sürekli değişimler yaşanmıştır. Günlük yaşam temasının; sanata yansıması özelliklede resimde işlenmesi, gerçeğin, geçmişin ve şimdinin aynı anda gözler önüne serilmesini sağlamıştır. Sanatçıların yaşamın gerçek boyutunu yansıtması, izleyicinin sanat ile yaşam arasındaki sınırları sorgulamasına yol açmış, böylelikle yaşam çerçeve içine alınıp, görünür kılınmıştır. Bu nedenle bu tema bugünde günlük yaşamımızın her anında, her köşesinde etrafımızı saran görüntüleri geniş ve kapsamlı bir şekilde inceleme olanağı sağlamakta ve başlı başına araştırılması gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizim binlerce yıllık insanlık tarihimiz; mağaradan köylere, köylerden kentlere, imparatorluklara, devletlere doğru sürekli olarak toplumsallaşarak zenginleşmiştir. Bu ilerleme içerisinde, dini inanışları, insanın ihtiyaçları vb. şeyler her dönem içerisinde sanat anlayışlarına katkıda bulunmuştur. Resimdeki bu süreç insanoğlunun yazmaya başlamadan önce çizmeye başlaması ile başlamıştır. Mağaralarda bulunan resimsel yüzeyler, insanın binlerce yıllık yaşamının ilk izlenimleridir. İlkel dönemdeki insan, fikirlerini, düşüncelerini bu şekilde ifade etmektedir. Aynı zamanda mağara duvarlarında yer alan bu resimler, mağaraların duvarlarını süslemekten öte, farklı amaçlara hizmet etmektedir. “(…) Hayatın doğaya ve doğadaki yaratıklara karşı çetin bir savaş anlamını taşıdığı çağlarda, bu resimler o savaşın bir parçası ve insana olağanüstü büyüsel güç sağladığına inanılan birer araçtılar. Bunlar doğaya, hayvanlara egemen olmanın birer sembolü, avın şanslı geçmesini sağlayan birer tılsımdırlar.”107 Mağara döneminde resim, ilkel topluluklarda onların günlük yaşamına hizmet eden bir araç olmuştur. 107 Sezer Tansuğ, Resim Sanatının Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1999, s. 20 72 Resim sanatında konuların; tanrılara, dinsel törenlere ve günlük yaşam sahnelerine yönelmesi Mısır Sanatı’nda görülmektedir. “(…) Ölümden sonraki hayata inanılması, cesedi mumyalayarak büyük bir özenle korumak isteğini yarattığı gibi, ölüyle birlikte, ona gerekli olan her türlü eşyanın ve araçların da gömülmesini zorunlu kılıyordu. Ölümden sonrasını amaçlayan bu süreklilik isteği, hayatın bütün görünüşlerini kapsayan duvar resimlerinde ifade edilmiştir. Ölünün hizmetçi ve köleleri, av eğlenceleri ve öbür gündelik faaliyetine katılanlar, kuşkusuz birlikte gömülemezlerdi, ama bunlar da duvarlarındaki resimleriyle sürüp giden hayatın sonsuzluğunda yerlerini almış oluyorlardı.”108 Mısır toplum hayatının anlaşılması açısından günlük yaşamdan sahnelerin konu edinildiği bu mezar resimleri önem taşımaktadır. Bu resimler günlük yaşamın, hemen hemen bütün ayrıntılarını büyük bir belgesellikle yansıtmaktadır. M.S. ise resimlerde mitolojik sahnelerin, Hristiyan temaların dışında dünyasal konulara yönelimle birlikte günlük yaşamdan esinlenmiş konular yer almaktadır. Resmin yaratıcısının önemli olmadığı dönemlerde resim, din adamları ve kralların, istekleri ile şekillenmektedir. Sanatçı kimliklerinin oluşmaya başlaması ile birlikte, sanat dini temalardan uzaklaşmıştır. Beraberinde ise günlük olaylar ve insan resimlerde ele alınmaya başlamıştır. Artık doğa ve insan sanatta, güçlü bir biçimde günlük yaşamından gelen etkilerle kaynaşan bir ifade şekliyle ele alınmaya başlamıştır. Bunun en iyi hissedildiği alan da resim sanatı olmuştur. Duvar resminden sonra, kitap resminin 13. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkması ile el yazmalarının sayfaları arasındaki resimler önem kazanmıştır. Gotik resim; 13. Yüzyılda kitap resmi olarak ilk ortaya çıkarken, daha sonra ise ısmarlama kitaplarla gelişmiştir. 108 Tansuğ, a.g.e, s. 28 73 13. yüzyılın sonuna doğru değişen toplumsal kurumlara bağlı olarak dinin gücü azalmaya, feodalite etkisini kaybetmeye başlamıştır. Feodalitenin ortadan kalkması ile tüccar ve sanatkâr sınıfı ortaya çıkmıştır. Şehirleşme ile birlikte yeni toplumun özellikleri, resimlerde değişikliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Resimlerde doğa görünümlerine sadık kalınırken, 14. yüzyılın ortalarında resim sanatı, Fransa’da ayrı bir gelişme içerisinde bulunmaktadır. “Fransız resmindeki devrim daha çok Fransa’da çalışmaya gelen bir grup Flaman sanatçının eseri olmuştu. Bu kuzeyli sanatçıların doğacı eğilimleri Paris, Dijon ve Bourges gibi sanat merkezlerinde gotik sanatın devamıyla kaynaşarak uluslar arası gotik sanatın ortaya çıkmasını sağladı. Prag, Valencia, Milano, Hamburg gibi şehirlerde birden oluşmaya başlayan bu uluslar arası üslup, düşsel bir dünya tasarımıyla gündelik hayattan görünümlerin bir arada ele alınışına dayanıyordu.”109 Bu süreç tanrı iradesi yerine hümanist bir yaklaşımla insanın başarılarının, güzelliğinin, bireyselliğinin maddileştirildiğinin yeni bir dünya düzeniyle devam etmiş ve bilgi ile tanışan insan, yaşama aktif olarak katılmaya başlamıştır. Bir zanaatçıyla farkı açık seçik ortaya konan sanatçı ise yaşamı yeniden üretmeye ve canlandırmaya başlamıştır. Böylelikle günlük yaşamdan esinlenerek ya da günlük yaşamda kullanılan nesnelerin resmini yapan sanatçı eserleri aracılığıyla çoğunlukla elitler ve halk arasındaki ayrımı da açık seçik ortaya koymakla yaşamı yeniden üretmiş ve canlandırmaya başlamıştır. Başlangıçta arka planda ancak resmin derinliği içinde beliren günlük yaşam sahneleri, sonraları artık ön planda yer almaya ve hatta resme 109 Sezer Tansuğ, Resim Sanatının Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1999, s. 183 74 egemen olmaya başlamıştır. Bu değişim Akyürek’in aşağıdaki ifadelerinde belirgin olarak dile getirilmiştir: “XVI. yüzyılın ikinci yarısında Flaman sanatı bu ortam içinde gelişiyor. İtalya’da papaların ve soylu kişileri koruduğu Rönesans sanatı, eski Yunan’da olduğu gibi, insanı yücelterek tanrılaştırmıştı. Tanrılaştırılan insan kültü kuzey sanatına öteden beri yabancıydı. Fakat şimdi Protestanlık akımıyla geniş halk yığınlarında özgürlük bilinci uyanınca, Tanrı karşısında her insan eşit sayılıyor ve sanatçıların ilgisi o zamana kadar önemsenmeyen toplumun yaşamına yöneliyor. Halkın günlük yaşamı, ortak dertleri, sefaletleri, bayram ve eğlenceleri sanatın konusu olabiliyor. Sanat ‘toplum’u keşfetmişti. <<Bulgular yüzyılın en büyük bulgusuydu bu>>.”110 Dolayısıyla Rönesans gerçekliğinde günlük yaşamın belirleyicileri, doğaya yeni bir bakış açısının geliştirilmesi ile ilgili olup, bu yeni sanat anlayışının amacı, günlük yaşamı önyargısız bilimsel bir tutumla incelemek ve bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya koymak şeklinde belirginleştirilmiştir. Rönesans’ın yenilikçi anlayışına karşı bir propagandayı hedefleyen görkemli, şaşırtıcı ve heyecanlı Barok eserlerde ise dinsel konuların yanında, bu dönem sanatçısının işlediği günlük yaşam temasına rastlamak mümkündür. Görünen dünyanın salt güzelliklerini keşfeden dönemin sanatçısı köylünün, iş yaşamını, bayram ve eğlencelerini göstermekle yetinmeyip, onların özel yaşamlarını, meyhanelerini, orda geçen olayları, karı koca kavgalarını yani kısaca halkın günlük yaşamını, gülünç ve kaba yanlarıyla, bir gerçeklik içinde göstermeye çalışmışlardır. 110 Nazan-Mazhar İpşiroğlu, Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi, İstanbul, Cem Yayınevi, 1983, s. 116 -117 75 Aynı zamanda bu yüzyıl sanatçıları, insanı sıradan bulunduğu mekân ve zamanla bağlantılı olarak resmetmeye devam ederken, belli bir anı da yakalamayı başarmışlardır. Günlük yaşamı sorgularken, öte yandan da yaşamın içindeki ışığı da yansıtmaya çalışmışlardır. 17. yüzyıl olarak da tariflendirebileceğimiz bu dönemde resim sanatında figürler tamamen gerçek yaşamdan kişilere dönüşmeye başlamıştır. Resmedilen kişi ve konular, o zamanın göstergelerinden beslenmiştir. Sanatçı bu dönemde daha da özgürleşmiştir. Rönesans’taki insanın yüceltilmesi, doğayı ve insanı biçimleyen bir biçim olarak ele alınması bu dönemde önemini yitirmiştir. Tarih ilerlerken ortaya çıkan toplumsal değişiklikler, insanın sürekli değişen ihtiyaçları, resim sanatını büyük ölçüde etkilemekteyken, tarihin sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmasından dolayı sanat da yeniliklerden kendisine düşen payı almaya devam etmektedir. Zamanla insanın birikim ve deneyimlerini ifade edebileceği yeni bir sanat anlayışı ortaya çıkmaktadır. 17. yüzyılın sonlarına doğru şekillenen ve zengin ışık oyunları ve süslemelerinin en üst düzeye ulaştığı dönem, 17. yüzyıl sanatındaki üslup gözden düşerek yerini yeni bir sanat sürecine bırakmıştır. Bu süreci Gombrich’de aşağıdaki şekilde dile getirmiştir: “XVIII. yüzyılda Avrupa’da aklın egemenliğini özleyen tüm insanlar için İngiliz kurumları ve İngiliz beğenisi, çok aranan bir örnek oldu. İngiltere’de sanat, Tanrı gibi davranan kralların gücünü ve şanını arttırmak için kullanılmıştı. […] Fransa’da, XVIII. yüzyılın başlarında, Vesailles’ın görkemli Barok üslubunun gözden düştüğünü ve yerini, Watteau’nun Rokoko’sunun daha içten ve zarif etkilerine bıraktığını hatırlıyoruz. Şimdi artık tüm bu düşsel aristokrat dünya önemini yitirmeye başlamıştı. Ressamlar, bir öykü 76 oluşturabilecek, etkileyici ya da eğlendirici olaylar çizebilmek için, çağlarının sıradan kadın ve erkeklerinin yaşamlarına eğilmeye başladılar.” 111 18. yüzyılda zevk ve eğlenceye düşkünlüğü ve otorite boşluğunu anlatan süslü kadınların resmedilmesi, günlük yaşamdan esinlenerek yapılan resimlerin etkisini bu yüzyılda da devam ettirdiğini ve günlük yaşam tarzlarını harekete geçiren, bir konu olarak işlendiğini gösterir. Hemen sonrasında günlük yaşam temasının belirgin olarak yeniden ele alındığı en yakın zamanı Fransız İhtilali ile konumlandırmak mümkündür. 1789’da gerçekleşen, bilimsel, ekonomik ve politik alanlarda gelişmelere, orta sınıf halkın güç kazanmasına ve geçmişin değerlerinin sorgulanmasına yol açan Fransız İhtilali getirdiği yenilikler, ahlak ve değer yargılarında oluşturduğu değişikliklerle, aristokratlar ve din adamları döneminin sonunu getirmiştir. Fransız İhtilali ile sanatçıların yaşam ve çalışma koşulları değişirken, sanat tarih kavramı ile şekillenmeye, özgürlük savaşlarından dersler çıkarmaya başlamıştır. Resimler çağın ruhuna uygun, günlük yaşama ait değerler ile sunulmaya başlanmıştır. Ancak yine geçmişe duydukları özlemle eski kültürün peşinden giden Romantik sanatçılarda Fransız İhtilali etkisi farklı olarak bu sanatçıların, günün olaylarından uzaklaşması sonucunu doğurmuştur. Fransız İhtialinin günlük yaşam teması üzerindeki bu çift yönlü etkisini Gombrich’in aşağıdaki sözleri de özetler niteliktedir: “Sanatçıların XVIII. yüzyılın ortalarına kadar bu dar konu sınırlamasının dışına ne kadar ender çıkmış olduklarına, bir romans sahnesini ya da tarihi bir olayı ne kadar ender olarak resimlediklerini görmek ilginçtir. Bütün bunlar Fransız İhtilali sırasında hızla değişti. Birden bire sanatçılar, bir Shakespeare sahnesinden, güncel olaylara kadar, gerçekte hayal gücüne seslenen ve ilgi uyandıran, istedikleri her konuyu seçmekte 111 H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 2002, s. 470 77 kendilerini özgür hissettiler.”112 Dolayısıyla bir resmin görüntüden daha derin bir şeylere işaret edebileceği, sanatçıların eserlerinde ilk kez bu dönemde tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Nesnel dünyaya artık öznel bir bakış açısı geliştiren sanatçı doğayı, duyguları ve düşüncelerinin süzgecinden geçirerek, karşımıza değişmiş olarak getirmiştir ve sanatçı artık bir yorumcu olmuştur. Bu dönemdeki resimler için, “bir okuldan çok, her şeyden önce, önceki yüzyıllarda baskın olan bir tutuma karşı, insan ve doğayı yeni bir biçimde kavramanın sanat planına uygulanmasıdır.”113 diyebiliriz. 19. yüzyıla gelindiğinde ise günlük yaşam teması bu yüzyılın gerçekliği ile ilişkilendirilmiştir. “(…) 19. yüzyılda artan sanayileşmeyle birlikte gitgide daha hızlı değişen gerçeklik üzerine yepyeni bilgiler edinilmiş, gerçeklik hakkındaki düşünceler, anlayışlar tamamen farklılaşmıştı. Bu nedenle 19. yüzyılın ikinci yarısında gördüğümüz gerçekçi resim üslubu hem gerçeği olduğu gibi, katışıksız haliyle yansıtmaya çaba göstermiş hem de onun toplumsal koşullarını resmin içine katmıştır. Sanayi Devrimi’nin değiştirdiği, buhar makineleriyle, trenlerle ve fabrikalarla donattığı hayat, önceleri çok az sayıda olmalarına rağmen bazı sanatçılara, romantiklerin hayal dünyalarından çok daha cazip göründü. Motiflerini gündelik hayatın içinde buluyorlardı.”114 Ayrıca bu dönemde yapılmış olan köylü manzaraları, sanayileşme düşüncesini, gitgide büyüyen şehirleri ya da yeni doğmakta olan kitle kültürünü adeta yok saymıştır. Fakat her şeye rağmen sanayileşme, şehirleşme, kitle kültürü vb. birçok şey yaşamın akışı içerisinde kendi yerini bulmuştur. Her ülkede faklı farklı yansımaları olup, göz ardı edilemeyecek konuma gelmiştir. 112 H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 2002, s. 481 113 Francis Claudon, Romantizm Sanat Ansiklopedisi, çev. Özdemir İnce –İlhan Usmanbaş, İstanbul, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1999, s. 35 114 Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 65 78 Konu ve üslup bakımından yaşam ve doğayı olduğu gibi yansıtma, biçimleme anlayışı ile toplumun yaşamını gerçek boyutlarıyla ortaya seren yeni anlayışlar gelişirken, doğadaki oranlar, plastik değerler, renk ve ışık değerleri aynen yansıtılmaya çalışılmıştır. Sanatçılar için günlük yaşamın belirleyicileri doğaya yeni bir bakış açısı geliştirilmesi ile ilgilidir. Sanatçıların amacı, günlük yaşamın ön yargısız bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya koymaktır. Günlük yaşamdan olaylar ve nesneler resme konu olarak girmiştir. Özellikle 19. yüzyılın başlarında bu tema göze alındığında Gustave Courbet bir dönüm noktasıdır. Dönemin sosyal yaşamı ve ideolojik akımlarından etkilenen sanatçı, günlük yaşamın seyri sırasında insan ve doğa arasındaki mücadeleden görüntülere yer veren bir anlayışta varlığını sürdürmüştür “Tamamen gerçekçi görüntülere yönelen sanatçı renkçi anlayışı ile yeni bir sanat anlayışına yol gösterici olurken, olağan görüntülere yapıtlarında yer vermesi de bu hususta önem taşımaktadır. Sanatçı son derece basit ve olağan temaların bile esere temel teşkil edebileceğini ve sanat değeri kazanabileceğini göstermiştir.”115 Courbet’nin geliştirdiği bu anlayış sonradan Gerçekçilik olarak adlandırılmış ve hemen karşısında İdealizmi bulmuştur. “(…) Ressamlar 20. yüzyılın başında bu iki ana akımın üzerinde yükselerek, doğalcı yansımaları reddeden ama gerçeklere de bağlı kalan yeni bir sanat oluşturacaklardı.”116 19. yüzyılda eski sanat anlayışlarından tam anlamıyla ayrılan, yepyeni bir akım olarak modern resmin en önemli dönemini oluşturan ve gerçekçi düşüncenin devamı niteliğinde olan bu yeni akım İzlenimcilik’dir. Bu yeni anlayış duyumların bir izlenimle uyarılmasını dikkate alırken, duyulur, hissedilir gerçek dünyanın zamanını ve biçimlerini de yakalamaya çalışmış ve günlük yaşam teması bu dönem sanatçılarında an kavramının 115 Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89 Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 69 116 79 resmedilmesiyle belirginleştirilmiştir. Doğaya ve dünyanın gerçek zamanına doğru başlayan izlenim yaşanılan an’ı yeni renksel ve biçimsel anlayışla resimde duyulur yapmayı amaçlamışlardır. Ressamlar anı dondurmayı isterken günün değişik saatlerindeki doğayı ve doğadaki zamanı, hareketi ve an’ı yakalayıp ölümsüzleştirmeye çalışmışlardır. Işıkların hızla değiştiği yaşam ve doğanın içinden edinilen ilk izlenimlerini, hızla renkle çözümleyen, hızlı fırça vuruşlarıyla ele alan sanatçılar tıpkı Courbet’nin yaptığı gibi yeni gerçekleri araştırmaktadırlar. Sanatçılar doğa içerisinde karşılaştığı manzaraların anlık görüntüsünü, günlük yaşamın an’ını resmetmiştir. Yine o dönemde devam eden sanayileşme ve büyük kent yaşamının çeşitli yönleri de, sanatçıların yapıtlarına yansıyarak ölümsüzleşmiştir. Fakat bu dönem de sadece manzara resimleri ile ilgilenilmemiş, her hangi bir günlük yaşam sahnesine de yönelerek ilkelerini bu tür temalara da uygulamışlardır. 20. yüzyıl ise sanayi ve teknoloji alanlarında sayısız icatlarla, psikoloji, sosyal bilimler ve fen alanında çağır açıcı gelişmelerle başlamıştır. Elbette bu gelişmeler resim sanatında 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Kuzey Avrupalı ve Alman sanatçıların izlenimlere karşı geliştirdikleri bir hareket olarak kendini yepyeni bir anlayışla açığa vurmuştur. Dönemin ruhuna damgasını vuran II. Dünya Savaşı günlük yaşamı derinden etkilemiştir. Buna göre, “Yirminci yüzyıl başlarına gelindiğinde ise teknolojinin gelişmesi, savaşın teknolojik boyut kazanması, zaman ve mekân kavramlarının çok hızlı bir değişim sürecine girmesi insanlarda endişe ve korkuları da beraberinde getirmiştir. Bir yandan meta üretimi ve insanın araçsal konumu, diğer yandan savaş korkusu insan duygu ve düşüncelerini tehdit eder hale gelmiştir. […] bilimsel gelişmelerin modern dünyadaki akılcılık nüfuzu düşün dünyasında yeni kapıları da aralamasına olanak vermiştir. Akılcılığın sistematizmine karşı tinsel yaklaşım yirminci yüzyılın başlarında insanların varoluş sorunsalını ortaya çıkarmıştır. Yirminci yüzyıl, insan yaşamının hiçe sayılması, insan duygu ve düşüncelerinin değersiz kılınmasına karşı bir başkaldırı dönemi olmuştu. Ve sanat alanında bireyin kendini ifade de kullandığı en geçerli sanat akımı dışavurumculuk olmuştur. Bütün bu gelişmelerin temelinde 80 endüstrileşme ile birlikte insan yaşamında ortaya çıkan çelişkiler ve yabancılaşma kavramı yatmaktadır.”117 Yüzyılın başındaki çeşitli günlük yaşam tarzları birbirinden ne kadar farklı ise sanatta da yansımaları o kadar farklı olmuştur. Resimde dış dünyanın gerçeklerinin ve görünümlerinin yerine, sanatçının kendi iç gerçekliği önem kazanmıştır. Savaşın etkileriyle ve sanayileşme ile birlikte insan da bir makineye dönüşmüştür. Kentlerdeki hızlı yaşam koşulları, artık insanlar arasındaki kırık kopuk ilişkiler bu akımın çıkış noktası olmuştur. Aynı zamanda da bu makineleşen dünyanın ve insanın bundan kurtulabilmesi, ancak insanın içsel ifadesiyle gerçekleşebilmektedir. Artık içsel ifade ile yeni bir zaman anlayışı ortaya çıkmıştır. Sanatçılar içsel zamanı farklı farklı biçimlerde ifade etmeye devam ederken, sonucunda da biçimde, anlamda ve üslupta farklılıklar ortaya çıkmıştır. Saf renklerle artık sanatçılar konuları olağan günlük yaşam sahneleri veya alışılmış görüntülerden alınırken, her şey göründükleri renklerde değil, ama canlı ana renklerde resmedilmiştir. Sanatçıların günlük yaşam kavramını, bunalım kavramı ile beraber işlendiği sıkça görülmektedir. Günlük yaşamdaki bu bunalımın mekânı ise modern kentlerdir. Bu nedenledir ki, bu dönemde kent yaşamı günlük yaşam enstantaneleri içinde işlenen görsel temayı oluşturmuştur. Her tarihte farklı farklı anlayışlarla resim sanatı, yaşamı anlamlandırmaya çalışan ve bunu bir göstergeler zinciri halinde gösterirken, geçirdiği değişimler ile modern zamanlar içerisinde öncü bir sanatın doğmasına neden olmuştur. Artık sanatçılar renk oyunlarını bırakarak, varlıkları geometrik biçimlerle resimlemişlerdir. Çünkü onlar artık gerçeğin göründüğü gibi resmedilmesi idealine inanmamaktadırlar. Zamanla ise eseriyle sürekli diyalog halinde olan sanatçılar, nesnelerin ve resimlerin dünyasıyla girdikleri diyalog ile değişik deneysel çalışmalara 117 Lütfi Özden, “Eleştirel Yaklaşımla Kentsel Yaşamdan Plastik Çözümlemeler”, Ankara, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001, s. 21 81 yönelmiştir. Artık sanatçılar sadece geleneksel malzeme ile değil, günlük yaşamdan alınan ek malzemelerle de çalışmaya başlamışlardır. Günlük yaşamdaki nesnelerin alelade işlerinin bir parçası haline getirmişlerdir. Bu şekilde günlük yaşamdan alınan bir unsuru, kullanımının dışında, estetik bir nesneye dönüştürmüşlerdir. Modern zamanlar ile birlikte parçalanan hayatlar, endüstri ve sanayileşme ile gelen hız ve hareket karşısında insanlar ve nesneler her yerden görülebilen, parçalanmış bir şekilde resimsel düzenlemelerle, eş zamanlı olarak yaşam içerisindeki yeri ile gösterilmeye çalışıldı. Sanatçılar sokakların ve günlük yaşamın gücünü, özellikle kentte görülebilen ihtiras ve korkuyu, kentin gürültüsünün doğurduğu kaygıyı betimlemeyi olanaklı kılan yeni bir sanat yaratıcılığını bulmuşlardır. Eski sanat konularını tamamen terk eden sanatçılar, yerine hızla dolu günlük yaşamı ifade etmişlerdir. İlerleyen zamanla birlikte artık günlük yaşam içerisinde insanın yaşamında işe yarayan kağıtlar ve eşyalar sanatçılar tarafından bir araya getirilmiştir. Sanatta, günlük yaşamın nesneleri böylelikle bir araya geldi ve sanatçılar kolaj ve montaj mantığı ile o dönemde sürmekte olan savaşa başkaldıran, zamanın sanatsal ve kültürel değerlerini sorgulayan kişiler olmuşlardır. I. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde; enflasyon, işsizlik, politik ve toplumsal karışıklıklar, II. Dünya Savaşı’nın da zeminini hazırlarken, sanatta tabi ki bütün insanlığın her yaşanan gününde değişimlere neden olan her şeye tepki göstermiş ve günlük yaşamda kullanılan işlevini kaybeden çeşitli eşyaların birleştirilmesi ile oluşturulan kompozisyonlar o dönemin yeni sanat yapıtlarını oluşturmuştur. “(…) Kağıt yapıştırma ya da diğer bir deyişle, kolaj, ready-made ya da kullanılan eşyaların rastgele bir araya gelmesiyle oluşan çalışmalar, savaşlar sırasında ya da endüstri çağında sanki tesadüfen bir araya gelmiş ve yeni bir yaşam kurmuş insanları temsil etmekteydi. Çünkü 82 kullanılan bu kağıtlar ya da eşyalar bir geçmişten gelip, şimdide buluşup, kendi özlerini yeni bir bütünde var eden modern zamanların insanları gibidir. Anlamsız gibi gözüken kolajlar ve ready-made’lerin ardında yatan ifade aslında karmaşa değildir, bu kağıt parçaları ve kullanılmış eşyaların, insanla ve onun tüketimi ile olan ilişkisidir.”118 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar artık her şeye yeniden başlamak istediler ve savaşın ardından estetik nedenlerden çok ideolojik nedenlerle her türlü nesneci, somut sanatlar reddedildi. Doğanın zamanından ve yaşamın içinden çıkıp, belleğimizde iz bırakan biçimler artık soyut sanata geldiğinde bir kare, dikdörtgen veya daireye dönüşmüştür. Bu geometrik formlar, modern sanatçının soyut biçimlerini yaratmaktadır. Savaşın ardından sanatçılar her şeye yeniden bakmamışlar, fakat kendilerine yeni bir sayfa açmışlardır. Sanatçı artık, geleneksel sanat anlayışlarından, kompozisyon biçimlerinden ne kadar faydalanmak istediğine kendisi karar vermektedir. Kurallara uyma zorunluluğunun kalmaması sanatçıların özgürlük alanlarının daha da genişlemesine olanak vermiştir. Bu dönemde bir resmin neyi betimlediğini anlamak güçleşirken, resmin izleyicisinde çağrışımlar yapmasıdır önemli olan. Günlük yaşamla hiçbir bağlantısı kalmayan resim sanatı, tamamen sanatçının içsel gerçekliğinin bir ifadesi olmuştur. Dışavurumculuğun uzantısı olarak gelişen bu sanat anlayışı, 1940 yıllarının sonunda doğup 1950’li yıllar içerisinde gelişen “Soyut Dışavurumculuk”tur. Soyut dışavurumculuk “(…) gündelik yaşamın gerçekliğiyle resim sanatının kendi gerçekliği arasında sınırların birbirinden kesin olarak ayrıldığı bir zeminde ifadesini bulan bir sanatsal yaklaşımdır.”119 Resim sanatında sanatçılar, bu süreçler içerisinde günlük yaşam temasına yönelmişler, farklı açılardan ele alıp işlemişlerdir. Birçok sanatçının “günlük yaşam” temasını yapıtlarında işlemiş olduğunu görmekteyiz ve 118 Rıdvan Coşkun, Resimde Zaman Kavramı, Eskişehir, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No 1609, 2005, s. 74 119 Ahu Antmen, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2. Basım, 2009, s. 147 83 günlük yaşam temasının resimlere ne şekilde, nasıl yansıdığını bu bölümden sonraki bölümde ele alacağız. 84 II.3.1. Seçilmiş Örnek Yapıtlar Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresinin ele alınışı bazen ev içinde dış manzaraya açılan görünümler, günlük yaşamın konu edinildiği bir ev yaşantısı ya da mekânın figürsüz bir tasviri, bazen de resimde vurgulanmak istenen asıl konunun gerisinde arka plan olarak çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. Ev içindeki sosyal yaşamı yansıtan sanatçılar farklı farklı tarz ve tekniklerle konuyu ele almışlardır. Mekânlarda geçen günlük yaşam sahnelerinden ev içinde evin her hangi bir odasında duran insanları sıradan bir işe kendini vermiş şekilde betimleyen ve günlük yaşam resmini mizahi bir çizim olmaktan kurtaran Jan Vermeer van Delf’dir. Resim 1 : Jan Vermeer van Delf, Aşçı Kadın, 1660 Dolayları Eserlerinde günlük yaşam teması içerisinde çeşitli ev içi tasvirleri yaparak çok sade ve yalın bir anlatım dilini kullanan ve Rokoko resminin 85 halka dönük ve günlük yaşamdan kaynaklanan yönünü temsil eden sanatçı Jean Baptiste- Siméon Chardin ise ev içinde basit bir odada sıradan insanları sakin görüntülerini ele almıştır. Resim 2 : Jean Baptiste- Siméon Chardin,Yemek Duası, 1740 Pieter de Hooch, ev içinde insanı sırdan bulunduğu mekân ve zamanla bağlantılı olarak resmetmeye devam ederken, aynı zamanda da belli bir anı da yakalamaya çalışmıştır. Resim 3 : Pieter de Hooch, Ev İçinde Elma Soyan Kadın, 1663 86 Sanatçılar günlük yaşamı sorgularken, aynı zamanda da yaşamın içindeki ışığı da yansıtmaya çalışmışlardır (Resim 4). Resim 4 : Velazquez, Yaşlı Kadın Yumurta Kızartıyor, 1618 Evdeki sosyal yaşamın Janr resimleri olarak betimlendiği anlar, kadın sanatçılara çekici gelmiştir. Bir izlenimci sanatçı olarak Mary Cassatt’da kadınların evdeki özel anlarını ele almıştır. Resim 5 : Mary Cassatt, Tea Five O’clock Teaby, 1880 Sanatçıların aynı zamanda nesnel dünyaya, öznel bir bakış açısıyla baktığı resimler de olmuştur. Doğayı, duygularının ve düşüncelerinin 87 süzgecinden geçirerek, karşımıza değişmiş olarak yansıtırlar. Carl Spitzweg, orta sınıf zararsız vatandaşı, bir tür ev haliyle günlük yaşamı içinde betimlemiş olduğu Yoksul Şair adlı resminde, evdeki hüküm sürüyor gözüken bu huzurlu atmosferi, bir aldatmacadan ibaret olarak ele almıştır. Fakat bu resim sanatçının derin şeylere işaret ettiği bir çalışması olmuştur. Resim 6 : Carl Spitzweg, Yoksul Şair, 1839 Tarihsel konulu resimler ise toplumların geçmişlerinde önem taşıyan durumları ölümsüzleştirmek ve tarihin görsel bir kanıtını sonraki nesillere aktarmak ya da eleştirmek gibi amaçlarla yapılmıştır. Sanatçılar yaşadıkları dönemlerde günün olaylarına karşı duyarlılıklarını yapıtlarına aktarmışlardır. Goya için de Engizisyon mahkemeleri, İspanya’daki iç savaş kadar önemli bir konudur. Sanatçı dönemin atmosferini, yaşanan sıkıntıları yansıtan çok sayıda resim yapmıştır. Bu bağlamda bu dönemde İspanya’nın günlük yaşamından kesitler aktaran çalışmalar yapmıştır. Goya ülkesindeki cehaleti ve batıl inançları görmezlikten gelemez ve bunlar Las Caprichos (Kapriçyolar) adını verdiği 80 parçalık bir gravür serisi ile geniş kitlelere duyurmak ister (Resim 7- 8). Goya bu gravür serisi ile eleştirel bakış açısını keskinleştirmiştir. Baskıların bir bölümünde sanatçı bir dizi rüya ile saldırmaktadır. Dolayısıyla levhaların yarısı doğaüstü ile ilgilidir, diğer yarısı da gerçek yaşamdan alınmıştır. 88 Resim 7 : Francisco Goya, Esto Si Que Leer, 1700’ler Resim 8 : Francisco Goya, Los Chinchillas,1700’ler Francisco Goya 3 Mayıs 1808 adlı eserinde günceli yakalamıştır. “Bu örnek neyi gösteriyor bizlere? Sanatçının günceli yakalayarak ondan bir başyapıt çıkarmasının çarpıcı bir örneği sunuluyor burada. Gerçeğin acımasızlığı ile sanatçının yaratma yeteneği birleşerek sanat tarihinin bu çok bilinen resmini ortaya koyuyor.”120 Eugéne Delacroix ise yine yaşamış olduğu dönemde yaşanmış olan tarihsel sahnelerden birinden etkilenerek, resminde konu olarak ele almıştır. Resim 9 : Francisco Goya, 3 Mayıs, 1808 120 A. Celal Binzet, “Güncelliğin Açmazında”, rh+Sanart Plastik Sanatlar Dergisi, sayı.58, Ocak, 2009, s. 19 89 Resim 10 : Eugéne Delacroix, Halka Önderlik Yapan Özgürlük, 1830 Yaşadığı dönemde içerisinde sosyal ve toplumsal yaşamı yeren çizim ve karikatürleriyle tanınan bir diğer sanatçı ise Honoré Daumier’dir. Döneminin toplumsal olaylarının etkisini taşıyan günlük yaşamda yaptığı gözlemleri toplumsal konulara dönüştüren yaşadığı dönemin politikalarını, sanatçıları, avukat ve yargıçları, sıradan insanların gülünç yanları ile alaylı bir şekilde ele alarak işleyen sanatçı Daumier’in en ünlü yapıtları Üçüncü Mevki Vagon ve Ayaklanma’dır. Resim 11: Honoré Daumier, Üçüncü Mevki Vagon, 1863-65 90 Günlük yaşam sahnelerinden, yani günlük yaşama ait çeşitli olaylar, etkinliklerin resmedildiği resimlerde ise sosyal yaşam içerisindeki çalışma sahneleri, eğlence, gezi, düğün, tören gibi vb. günlük durumlarda betimlenmiştir. Günlük yaşamda bir çalışma saatinin ele alınışı bazen hasat, harman gibi köylülerin çalışma alanlarını, bazen de sanayileşmeyle gelişen yeni iş imkanlarını yansıtmaktadır. Pieter Bruegel, insan ve doğa ayrımı yapmaksızın, sürekli bir oluşum içinde yaşamı anlatmaktadır. Toplum yaşamını anlatan resimleri de manzaraları da hep yaşamı anlatır. Yaşamı olduğu gibi göstermek ister ve onun için yaşam, duyulan ve yaşanılan bir gerçektir. “Bruegel ilk kez gerçekçi halk görünümlerini, bir dekor olmaktan çıkartarak kullanmıştır. Çalışan insanları bütün kaba sabalığı ile ele almış, uydurma süslü, parıltılı bir görünüm eklememiştir.”121 “Bu neşeli ama asla basit olmayan resimlerle, Bruegel sanata, kendisinden sonra gelen Flaman ressam kuşaklarının tam anlamıyla keşfedecekleri yeni bir alan kazandırdı.”122 Yaşadığı dönem içerisinde din dışı konulara yönelerek, günlük yaşamdan sahnelerin sanatta yer almasına olanak sağlamıştır ve günlük yaşamdaki durumları ele alarak bizlere yansıtan bir sanatçı olmuştur. Resim 12 : Pieter Bruegel, Köy Düğünü,1567-68 121 Ernst Fıscher, Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel Yayınevi, 10.basım, 2005, s. 132 122 H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 2002, s. 383 91 Değişen ışık değerleriyle açık havada dinlenen, toplu halde eğlenen insanları ele alan, dönemlerinin kent eğlence anlayışlarını yansıtan ve hayatın neşeli yönlerini vurgulayan sanatçılarda olmuştur. Resim 13 : Pierre Auguste Renoir, Maulinde la Galette’de Dans, 1876 Resim 14 : Pierre Auguste Renoir, Tekne Gezisinde Öğle Yemeği, 1880 92 Georges Seurat ise üst tabakanın huzurlu Pazar gezintilerini betimlerken, tamamen renklerin etkisine önem vermiş, resimdeki bütün her şeyi noktaları yan yana getirerek oluşturmuştur. Optik bir görüntü elde ederek, görüntüyü gözün tamamlamasını sağlayarak konularını betimleyen Seurat, yeni bir üslubun temsilcisi olarak, günlük yaşamdan sahneleri betimlemiştir. “” Resim 15 : Georges Seurat, La Grande Tatte Adası’nda Bir Pazar Öğleden Sonra, 1885 Şehir hayatının yalnızlığını oldukça kişisel resmi ve çarpıcı stiliyle ele alan sanatçılarda olmuştur. Realist sanatçılardan Edward Hopper olgunlaşma aşamasındaki endüstri devriminin insanı hayatı üzerinde bıraktığı izi, alışılagelmiş büyük Çalışmalarında şehirdeki genellikle boş yalnızlığı, alanları yani “Boşluk”u kullanan resmetmiştir. sanatçı, pek çok çalışmasında insanoğlunun çevresiyle olan keskin ilişkisini işler. Günlük kentsel sahneleri, onun gerçekçi tasvirleri ile görmekteyiz, resimlerinde. En bilinen eserlerinden Nighthwaks isimli eseri en popüler eserlerinden biridir. 1940’lı yılların Post-Modern tarzını yansıtan bu eserde şehirdeki sessizliğin, boşluğun hakim olduğu bir gece vaktindeki Amerikan modernizmini yansıtmaktadır. Burada Amerikan tarzı ufak bir restoranda oturan müşterileri 93 resmetmiştir. Gecenin karanlığını restoranın göz kamaştırıcı ışığı ayırmaktadır. Bu Nighthwaks isimli eser şehir hayatının gerçekçi bir şekilde resmedilen eser onun en önemli eserlerinden olmuştur. Resim 16 : Edward Hopper, Nighthwaks, 1942 Günlük yaşamdan sıradan bir çalışma saatini tüm gerçekliği ve doğallığı ile resimde vermeye çalışan sanatçılardan Jean François Millet, işi ve işçiyi bir nesne olarak sanatın içine katmıştır ve diğer sanatçılardan manzara teması ele alışı kadar, figüre de ağırlık vermesiyle ayrılır. Millet “Herşeye hakim olan doğal görüntülerin yerine, doğayla mücadele eden insanların hakim olduğu bir resim anlayışı getirmiştir. Köylü figürlerin hakim olduğu bu anlayış Gerçekçilik içinde temel teşkil etmiştir. Derin bir duyum içinde doğa ve insan ilişkisini ele alan Millet’nin 1857 tarihli Tane Toplayan Kadınlar adıyla bilinen eseri sanatının en güzel örneklerinden biridir.”123 123 Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89 94 Bu resminde sanatçı aynı zamanda idealleştirilmiş bir kır manzarasını ele alırken, yaşamın akışı sırasında günlük bir çalışma günü içerisinde çalışanları işlerine vermiş şekilde göstermiştir. Resim 17 : Jean François Millet, Tane Toplayan Kadınlar, 1857 Resim 18 : Fernand Leger, İnşaat İşçileri, 1950 Fernand Leger ise İnşaat İşçileri tablosunu işçileri ve onların yapmış olduğu çağdaş dünyanın ayrılmaz bir parçası olan çelik konstrüksiyonu yüceltmek için yaparken; kalın kontürlü, renkleri çok sade, figürleri ise son 95 derece basit olarak ele almış. Ayrıca burada işçilerin el ele çalıştıkları görülmekte ve bu işçiler büyük bir dünyaya hizmet etmek için çalışmaktadırlar. Bu resim onun işçi sınıfına yönelik siyasi ilgisini ve erişilebilir bir sanat yaratma çabasını yansıtmaktadır. Günlük yaşamın bilinçli olarak resmedildiği ilk resim Gustave Courbet’in Günaydın Bay Courbet adlı resmidir. Resimdeki her şey gösterişten uzak bir şekilde, gerçek değerlerine sadık kalınarak, günlük yaşamdaki sıradan bir anlardan biri olan karşılaşma anı ele alınmıştır. Aynı zamanda sanatçı kendisini de resmin içerisinde var etmiştir. Resim 19 : Gustave Courbet, Günaydın Bay Courbet, 1854 “Courbet’nin gündelik hayattan seçtiği motifler eskiden en fazla küçük formatlı janr resimlerinde, kimi anekdotları anlatmak ve daha çok eğlendirmek amacıyla tuvale aktarılmıştı. Aynı temalar Courbet’nin elinde dev boyutlardaki tuvallere mıhlanmış sosyal araştırmalara dönüşür. Özellikle muhafazakar kamuoyunu ve sanat eleştirmenlerini öfkelendirdiğini, şimşekleri üstüne çektiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Yalnız akademide öğretilen 96 rafine resim tekniğini sanat yerine koyan burjuva kamuoyu, ‘banal’ konuları ciddiye alan, onlarla ayrıntılı olarak uğraşan eserlerin ‘sanatın onurunu çiğnediği’ düşüncesindeydi. […] Courbet, gündelik hayatın konularına alışılmışın dışında büyük formatlar vererek bir başka hedefin altını çizmiştir: Sanat, lüks bir meta veya eğlendirici bir şey değil toplumsal iletişimin bir aracıdır.”124 demiştir. “Sanatçı son derece basit ve olağan temaların bile bir esere temel teşkil edebileceğini ve sanat değeri kazanabileceğini göstermiştir.”125 Tamamen gerçekçi görüntülere yönelen, renkçi anlayışı ile yeni bir sanat anlayışına yol gösterici olan Courbet, olağan görüntülere yer vermesi ile de önemli bir ressamdır. Bir toplum eleştirisi ile birlikte sanatçılar, aynı zamanda da günlük yaşamın konu edinildiği çalışmalarda yapmışlardır. Resim 20 : Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885 124 Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 67 125 Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89 97 Van Gogh’un Patates Yiyenler adlı resminde hem güçlü bir toplum eleştirisi, hem de teslimiyet vardır. Bu resimde iç mekânda günlük yaşam konu edinilirken, işçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerken, bütün doğallıkları ile gösterilmiştir. Sanatçı o dönemde son derece gerçekçi olarak, patates yiyen insanları toprağı kazdıkları elleriyle tabağa koyarken ve yerken resmetmiş, böylelikle de el emeğini ve insanların dürüstçe ürettikleri yiyeceği yüceltmiştir. Günlük yaşamdan aldığı bir konuyu en iyi şekilde ifade etmek isteyen sanatçı, resimde insanların yaşamlarının güçlülüğünü vurgulamak için koyu tonlar ve renklerden yararlanmıştır. Aynı zamanda bu resmin fazla eleştiri almasının bir diğer nedeni ise akademik kuralları hiçe saymasından ve koyu renkleri kullanmasından kaynaklanmaktadır. Resimde bilinen kurallar bozulmuş, figürlerdeki deformasyon ve özgür renk kullanımı ile daha sonra 20. yüzyıl sanatçılarının etkilenmesine neden olunmuştur. Günlük yaşamda çevrenin ele alınışı ise genellikle manzara resimleri olarak ortaya çıkmıştır. Doğa görünümlerinde, kır manzaraları ise kırdaki günlük yaşam betimlenirken, kırda günlük yaşamlarını sürdüren insanlar ön plana çıkartılmış ve resimlere yansıtılmıştır. Manzara resimlerini sanatçılar ele alırken, dönemin toplumsal ve kültürel ortamlarına da böylelikle işaret edebilmişlerdir. Sanatçılar doğayı ele alırken içsel bir zamanın ifadesi olarak yansıtmışlardır. Sanatçıların doğadaki izlenimleri günün değişen ışığının yerine günün belli bir saatindeki ışığın içsel ifade ile devinim kazanması olmuştur. Doğa içerisinde karşılaşılan manzaraların anlık görüntüsünü, günlük yaşamın anını resmeden sanatçı Monet, İzlenim (Gün Doğumu) adlı tablosu ile sanat tarihinde manzaranın ele alınışında bir devrim yaratmıştır. Bu resim bir manzara olmakla birlikte, aynı zamanda günlük yaşam enstantelerinden birini sunar, bizlere. 98 Günlük yaşamdan kent görünümleri ise bazen doğa görünümleri olarak yansıtılmakla birlikte kent parkları, bahçeleri veya bir kentin tamamı uzak veya yüksek bir yerden görünümü, kentin hareketli, hızlı akışında çalışan insanlar, hareketli meydanlar, caddeler, betimlenirken, kentin günlük yaşamı yansıtılmıştır. Günlük yaşam içerisinden kent ve kent yaşantısının ele alındığı resimler, günlük yaşamın çelişkilerinin de ele alındığı bir tutanağı da oluşturmaktadır. Resim 21 : Claude Monet, İzlenim (Gün Doğumu), 1872 Monet’in yaşadığı çağda, açık hava altında nehirlerden, göllerden, okyanus kıyılarından konularını seçerek manzaralar çalışan sanatçıların aklına kentten konularını seçmek gelmemiştir. Daha önce hiçbir sanatçının keşfedemediği büyük bir kentin hareketli yaşamı Claude Monet tarafından keşfedilmiştir. Yaşadığı çağın teknik gelişimi ve hareketli yaşamını ustalıkla sanatına katmıştır. Kent hayatının hareketli ve rengarenk yönlerini keşfedip, yeni teknolojilerden etkilenen sanatçı, aynı zamanda bütün bunların dışında ışıkla da ilgilenmiştir. Böylelikle de değişen ışık değerleriyle resimlerinde bir atmosfer yaratmıştır. Işıkla bağlantılı olarak değişen bu görüntüleri renkle ifade etme yollarını araştırmış ve tekniğini yenileyerek sürekli geliştirmiştir. 99 Anlık değişen ışık ve yarattığı etkilerle, sanatçının kendi bakış açısını birleştirip tuvalinde biçimlendirdiği modern kentten de bir görünümü yansıtan St. Lazare Tren Garı, 19. yüzyıl sonlarına ait bir Paris manzarasını konu edinmiştir. Resim 22 : Claude Monet, St. Lazare Tren Garı, 1877 Sanatçılar olağan günlük yaşam sahnelerini farklı teknik ve üsluplarla ele almaya devam ederken, sanatçıların doğaya bakış açıları da faklılıklar göstermeye devam etmektedir. Resim 23 : Andrea Derain, Londra Limanı, 1906 100 Andrea Derain ise her şeyi göründükleri renklerde değil, canlı çiğ, sert renklerle ve temiz boya kullanımı ile ele alırken yeni bir tarzında öncüsü olmuştur. Resim 24 : Camillo Pissaro, Sabah Güneşli Bir Havada İtalyan Bulvarı, 1897 Resim 25 : Umberto Boccioni, Sokağın Bütün Gürültüsü Evin İçinde, 1911 101 Sanatçılar sokakların ve yaşamın gücünü, özellikle kentte görülebilen ihtiras ve korkuyu, kentin gürültüsünün doğurduğu kaygıyı betimlemeyi olanaklı kılan yeni bir sanat yaratıcılığını bulmuşlardır. Eski sanat konularını tamamen terk eden sanatçılar, yerine hızla dolu yaşamı ve içinde yaşadıkları dönemi ifade etmişlerdir (Resim 25). Şehrin nabzını asabi, hızlı fırça darbeleriyle yakalamaya çalışan, modern kentin yapay ve dinamik telaşlı çevresinin ele alan Ernst Ludwig Kircher, modern kent yaşamı onun belli başlı konusu haline gelmiştir. Bir taraftan kent manzaralarına yer verirken, diğer taraftan tümüyle insanları göstermeye yoğunlaşarak çevre mimarisini dikkate almaksızın günlük yaşamdan sokak sahnelerini çizmiştir. Modern kent yaşamının hareketi karşısında şaşkınlığını ve hayranlığının ifade ederken, aynı zamanda da onun eksikliklerini ve kusurlarını, sahteliklerini, ikiyüzlülüklerini de ortaya koymuştur. Göz alıcı lüks giysiler içinde hanımefendiler, aslında onun resimlerinde fahişelerdir. Yüzlerdeki ağır makyaj yaşamlarının ahlaki sefaletini gizlemektedir. Resim 26 : Ernst Ludwig Kircher, Sokak Sahnesi, 1913 102 Resim 27 : Max Beckman, Gece, 1918-19 Sanatçıların yaşadıkları dönemde, insanların içinde bulundukları ve psikolojik yaşamlarını etkileyen durumların görünmesine karşılık gelen resimler de yapılmıştır. Sanatçılar hem kendi yaşamları üzerinde hem de insanların yaşadığı dönemdeki acımasızlığı, bunalımları insanın içinde bulunduğu boşluğu anlatmışlardır. Max Beckman’da yaşadığı dönemde yaşanan I. Dünya Savaşı’nın korkunçluğunu eleştirel bir bakış açısıyla ele alarak, insanların savaş deneyimi sonucu var olma korkusu ile acımasızlığı, bunalımı, kısacası Avrupa’da yaşanan ızdırapları ele almıştır. Bu durumu tuvaline yansıtırken olağan dışı büyük kafalara, deforme olmuş bedenlere, kamburlara yer vererek, akademik sanat anlayışı dışında oluşturduğu sanatsal anlayışla hem figürü hem de insanların içinde bulunduğu boşluğun çarpıtılması ile oluşan yeni bir tarzla psikolojik bir süreci anlatmıştır. I. Dünya savaşı ile birlikte Max Beckman savaşın insanlar üzerindeki etkilerini, korkularını, yenilginin sebep olduğu açlığı ve yokluğu, insanların çaresizliğini ele almıştır. Gece adlı tablosu tam da insanların yaşadıkları dönemlerde yaşamını etkileyen durumlara karşılık gelen bir resimdir. Bu resim insanın psikolojik yaşamının görünmesine olanak vermiştir. Resimdeki figürlerin 103 duruşlarında ve yüzlerdeki ifadelerde onların yaşadıkları korkular ve içinde bulundukları psikolojileri doğrudan izleyiciye aktarılmıştır. Gece’de savaşın korkularını, yenilginin sebep olduğu açlık ve yokluğu, insanlığın çaresizliğini resmetmiştir. Yaşadığı çağdaki psikolojiyi anlatan bir diğer sanatçı da Pablo Picasso’dur. 1937 yılında Almanların saldırısıyla Guernica kasabasının bombalanmasından etkilenmiş ve bu savaşa karşı duyduğu tepkiyi Guernica adlı eserine yansıtmıştır. Daha sonra ise bunun üzerine de Guernica’da ağlayan insanlar, felaket ve benzeri durumları resmetmiştir. Yaşadığı çağın konusu olan çekilen acılar, çok yakından bakılan bir kadın portresine sığdırmış ve Ağlayan Kadın tablosunu yapmıştır. Kadının elindeki mendil onun umutsuzluğunu ve mendilin ağzını bir peçe gibi örtmesi ise onun acısının şiddetini vurgulamaktadır. Resim 28: Pablo Picasso, Ağlayan Kadın,1937 104 Modern zamanlarla birlikte parçalanan hayatlar, endüstri ve sanayileşme ile gelen hız ve hareket karşısında insanlar ve nesneler her yerden görülebilen, parçalanmış bir şekilde resimsel düzenlemelerle eş zamanlı olarak yaşamı içerisindeki yeri ile gösterilmeye çalışılmıştır. Geleneksel malzemenin dışında, günlük yaşamdan alınan malzemeler resme dahil edilmeye başlaması ile gerçek nesneler alelade işlerin birer parçası haline gelmiştir. Bu şekilde günlük yaşamdan alınan bir unsuru kullanımının dışında estetik bir nesneye dönüştürülmüştür. Böylelikle ilk defa günlük yaşamın nesneleri ilk defa bir araya getirilmiştir. Sanatçıların bir araya getirdikleri bu nesneler kolaj ve montaj mantığı ile zamanın sanatsal ve kültürel değerlerini sorgulamış olmuşturlar. Kurt Schwitters “harap olan, parçalanan, işlevini kaybeden şeylere yöneldi, günlük hayatın çöp tenekelerinde eşindi ve bulduklarıyla ünlü MERZ resimlerini yapmaya başladı.”126 Resim 29 : Kurt Schwitters, Merzbild 25A, 1920 126 Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 100 105 Artık görüyoruz ki, “günlük yaşam” teması biraz aralandığında her dönemde sanatçılar tarafından farklı farklı başlıklar altında ele alınmıştır. Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresi, sosyal yaşam içerisindeki çalışma sahneleri, insanların içinde bulundukları ve psikolojik yaşamlarını etkileyen durumlar, toplumsal eleştiri, tarihsel olaylar, çevrenin ele alınışı manzara görünümü ya da kent yaşantısından bir görünüm olarak veya sadece günlük yaşamdan alınan sıradan bir nesne olarak ya da bir belge niteliğinde günlük yaşamın bilinçli olarak resmedildiği durumlar olarak sanatçılar tarafından toplumsal değişimler, bilimsel değişimler, teknolojik gelişmeler ile birlikte resimlere yansıtılmıştır. 106 II.4. 1960 SONRASI SANAT YAPITLARINDA GÜNLÜK YAŞAM KONULARI II. Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar her şeye yeniden başlamak istediklerinde somut sanatları reddetmişlerdi. Sanatçılar geleneksel sanat anlayışlarından, kurallardan uzaklaşarak, özgürlük alanlarını genişletti ve onlar için önemli olan bir resmin neyi betimlediği değil, neyi nasıl anlattığıydı. Resim sanatı böylelikle günlük yaşamla bütün bağlantısını koparmıştı. Ve tamamen içsel gerçekliğin bir ifadesi olmuştu. “1950-60’larda ABD tarafından Ruslara karşı girişilen soğuk savaşın görece olarak hafiflemesi sonucunda Avrupa ve Amerika’daki sanatçıların bir bölümü tinsel bir rahatlama sonucu içe kapanıklıktan vazgeçerek, dışa dönük figüratif yapıtlar gerçekleştirirken, diğer bir bölümü de bu duruma henüz ayak uyduramamış, ancak yeni soyut dışavurumculuk anlayışının destansı kahramanlarını bırakarak, daha sade biçimlerde geometrik soyut sanata yönelerek kendilerini anlatmak yolunu seçmişlerdir. […] Aslında geç modern sanat açıkça 1960 başlarında ortaya çıkmasına karşın daha 1950’ler basında öncü sanatçılar çeşitli anlayışta yapıtlar gerçekleştirmiştir.”127 1950’den sonra insanın özel hayatına, günlük yaşamına gösterilen ilgi sanatçıları da etkilemiş; İngiliz ve Amerikalı sanatçılar, televizyon, reklam, çizgi, film, sinema vb. kitle İletişim araçlarının bilincine vararak, ifade aracı olarak bu araçlarda kullanılan klişe ve imgeleri kullanmaları gerektiğine karar vermişler; sanat okulları ve enstitülerde bu eğilim etkinlik kazanmıştır.”128 Tüketim toplumunun doğuşu ve savaştan sonra yeni bir kuşağın ortaya çıkması, insan bilimlerindeki ilerlemeler ve bunların düşünce ve sanat olayları üstündeki etkileri gibi son derece farklı nedenlerden kaynaklanan çok 127 C. Vedat Demirkol, Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2008, s. 147 128 Semra Germaner, 1960 Sonrasında Sanat: Akımlar, Eğilimler, Gruplar, Sanatçılar, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1997, s. 9-12 107 sayıdaki etmenin baskısıyla 1960’lı yılların sanat tarihi, güçlü değişim hareketlerine sahne olmuştur. Böylelikle tekrardan günlük yaşam konularına yönelimin başladığı 1960’lar, sanat tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sanatta tekrardan sanatçının iç evresinden, dış evreye yönelimi ile insanın, gerecin ve davranışlarının anlamlandırılmasına dayalı, geleneksel araçlar kullanan seyirlik resimden katılım ve çözümleme gerektiren bir sanata geçiş olmuştur. Bu dönemde sanatçılar “Amerikalı’nın gönlünde taht kuran pop starlarından, sinema yıldızlarından, reklam afişlerinden, kolay ulaşılabilen yiyeceklerden, gündelik nesnelerden televizyondan çok hoşlanmıştı.”129 1960’lı yıllarda sanatçılar sanat ve günlük yaşam arasındaki belirsizliği ve popüler kültürü eserlerinde tüketim ve tüketimi çekici hale getiren metaları, renkli afişleri, resimli dergileri, film yıldızlarını kullanarak betimlemişlerdir. İnsanların günlük ihtiyaçlarına yönelik tüketim malları, teknik araçlarının yardımı ile sanat tarihinin bir parçası olacak şekilde görselleştirilmiştir. Aynı zamanda da sanatçılar duvarları konularının arasına katmıştır. Çünkü duvarlar hızla geçip giden yaşamın ardında kalan her şeyi yansıtmaktadır. Günlük yaşama dair her şeyi yansıtırken, aynı zamanda da toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel tarihi ve insanların tecimsel kişiliğini ortaya koymaktadır. Öncü sanatçılar aynı zamanda resmi tuvalin dışına taşımış ve her türlü malzemeyi sanatın içerisine alarak sanatta yeni olanakların ortaya çıkarılmasında köklü değişimlerin yaşanmasına sebep olmuşturlar. 1960’larda sanatçılar artık sınırsız özgürlük elde ederek insanı ve insan bedeni dahil her türlü organik biçimi, teknolojinin kendini, teknolojiyi, atığı, hırdavatı, insan düşüncesinin yarattığı her türden bilgiyi araç olarak 129 Canan Beykal, “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul, Sanat Çevresi Yayıncılık, Sayı 2, 2004, s. 44 108 kullanmıştır. Dolayısıyla sanatçılar ve sanat alımlayıcıları günlük olanla boğuşmaktadır. 1960’lı yıllarda bir grup sanatçı ise bu dönemdeki bütün eserlerin birbirine çok benzediğini söyleyerek sanatı, kendi özgün duygu ve düşüncelerinden arınmış olarak üretmeyi seçmişlerdir. Fakat bu üretilen eserlerin tuval üzerine çalışmalarında fotogerçekçi bir tarz sergilemişlerdir. Bu çalışmalar bu yeni teknikler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Otoportrelerden, modern kent görünümlerine kadar tüketim dünyasına ait olan birçok görüntü bu sanatçıların işlerine yaramıştır. Bu dönemde teknolojinin olanakları ile sanatçılar işlerinde fotoğraflardan yararlanmış ve bu sanatçılar için fotoğraf olmadan resmin varlığı düşünülememektedir. Fotogerçekçi çalışan sanatçılar çoğunlukla doğrudan bir fotoğrafın üzerinden çalıştıklarında netliği gerçekte olduğu biçimiyle değil, fotoğrafta yakaladığı biçimiyle aktarmışlardır. Seçtikleri konu olabildiğince günlüktür ve bir fotoğrafçının günlük yaşamı içerisinde karşılaşıp fotoğraflayacağı haliyle resmedilmiştir. Fotoğraf karelerinin benzerleri çok fazla uğraş gerektiren fotogerçekçi resimlerde karşımıza çıkmaktadır. Fotogerçekçi resimlerde konu klasik gerçekçi resimlerdekine benzer bir portre bile olsa, çoğunlukla alan derinliği kavramının tuvale aynen yansıtıldığı görülmektedir. Fotogerçekçi ressamlar konuyu fotoğraflayarak çalışma mekanlarına taşımışlardır. Resimlerin karşısına geçip baktığınızda sanki bir fotoğraf karesine bakıyormuş gibi bir yanılgıya düşülmemesi kaçınılmaz olmuştur. Bu şekilde fotogerçekçi bir tarz ile çalışan sanatçılar çoğunlukla fotoğrafın üzerinden çalışmalarını sürdürürken, fotoğrafta ne görüyorlarsa, gördüklerini aynen resme aktarmışlardır. Dolayısıyla bu şekilde sanatçılar konularını fotoğraflayarak çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu resimlerin etkili olmasının nedenine gelince ise yaşamın yansımaları olmalarından kaynaklanmıştır. 109 Ayrıca dış dünyadan alınan nesneler, gerçeğin bir parçası ve belgesi olarak sanatçıların yapıtlarında kullandığı görülmektedir. Dünyaya bakış açısı, karşı çıkış, gelip geçiciliğin bilinci, teknolojiden yararlanma, yaşanılan anı sahiplenme, günlük yaşantının şiirselliği sanatçıların ele aldığı başlıca konulardır, diyebiliriz. 1970’lere doğru tuval resmi giderek azalmakta ve artık sanat birbirinden kopuk bireysel çalışmalar halinde ilerlemektedir. 1960’lı yılların çalkantılı atmosferinin ardından sanat müzeler ve galerilerin dışına çıkmıştır. Tüm dünyayı kullanır hale gelmiştir. Uçsuz bucaksız araziler, dağlık zirvelerde, çöllerde sanatçılar çalışmalarını gerçekleştirmeye devam etmektedirler. Böylelikle de sanatta yeni anlamlar yüklenmiş, mekân anlayışı da sınırsızlaşmıştır. Sanatçı artık eleştirel bir yaklaşımla kendisini çevresini ve yaşamı sorgulamaya, çağın hızlı teknolojik değişimleri altında ezilmeye ya da teknolojiye başkaldırmıştır. Bu amaçla da geleneksel sanatın boyutları değişmiştir. Sanatçılar seyredilmek üzere bir sanat eseri üretmek yerine daha çok tartışılan, söyleşilerle irdelenen, bir dil kullanmaya başlamışlardır. Böylelikle de izleyiciyi düşünmeye zorlamışlardır. 1980’lerden başlayarak özellikle Almanya, Amerika’da ve İtalya’da yeni bir kuşak sanatçı grubu tuval üstüne yağlıboya resme dönüş yapmışlardı. 1980’lere gelindiğinde sanat, daha önceki hiçbir dönemde olmadığı kadar kesin, çoğulcu ve renkli bir dönüşüm yaşamıştır. Sanat, kendini toplumsal değişime adayan, geçmişle diyalog kuran bir araç olarak değil de, radikal bir değişimle bir iletişim aracı olarak algılanır hale gelmiştir. İlerleyen süreçlerle birlikte 20. yüzyıl olağanüstü bilim ve teknik gelişmelere sahne olmuştur. Modernlik sonrası toplum ve kültürde, gelişim ve bunalım hep birlikte yer almıştır. Kapitalizmin acımasızca damgasını vurduğu 110 20. yüzyıl maddeyi ve biçimciliği ön plana çıkartırken, maneviyat ve içerik adeta unutulmuştur. Korku ve utancın kaybolduğu, geleneksel değer ve alışkanlıkların gitgide azaldığı, ahlaksal değerlerin çöktüğü bir ortamda kültür de yozlaşmaya mahkum edilmiştir. Günümüzün bu karmaşık dokusu içinde tekdüzeliğe baş kaldırmak, yeni coşkular bulmak için sanatçı hem kendi hem de toplum adına yeni arayışlara yönelmiştir. 20. yüzyıl sanatının büyük bir devrim olduğu, bütün üslup değişkenliklerine rağmen, doğacı sanat geleneğinin ortadan kalkarak yerini modern olarak adlandırılan bir dizi sanat akımlarına bıraktığı görülmüştür. Sanatın hemen her alanına yansıyacak bütün bu gelişmelerle birlikte birçok sanatçı aktif olarak katıldıkları ya da sadece izlemekle yetindikleri, özetle öyle ya da böyle bir parçası oldukları yaşamdan kareleri yapıtlarına yansıtmaktan geri kalmamışlardır. Bunlardan en belirgin olarak ortaya çıkan sanatçılar ve konuları şunlardır. Sanatçılar günlük yaşam içerisindeki tüketim ve reklam imgeleriyle boğulmuş kent kültürünü (Richard Hamilton), Amerikan günlük yaşamının geçtiği sokakları ve insanını (Roberth Bechtell, Richard Mc Leon), kent sokaklarındaki vitrinlerin parlak yüzeylerini ve bu yüzeylere yansıyan nesneleri (Richard Estes), Amerikan kadınının içinde yaşadıkları mekânları ve eşyalarını, tipik özellikleri ile orta sınıf beğenisini (Tom Wesselmann), Amerikan insanının her gün tükettiği yediği ve kullandığı tüketim eşyalarını (Andy Warhol, Claes Oldenburg, Ralph Going), seri üretim ürünleri olan plastik nesneleri (Martial Raysse), yemek artıklarını (Daniel Spoerri, Arman), hızlı tüketim ürünlerinden olan terk edilmiş arabalarını ve onun içlerini (John Salt, Don Eddy, David Parrish), aileler, kentler, manzaralar, bulutlar, ormanlar gibi çeşitli konuları, seri halinde tarihteki ünlü kişilerin portrelerini (Andy Warhol, Chuck Close, Gerhard Richter), hızla geçip giden yaşamın ardında kalan her şeyi yansıtan duvarları (Burhan Doğançay) ve de Amerikan günlük yaşantısından alınmış görüntüleri (James Rosenquist) kullanmışlardır. Kitle 111 iletişim araçlarından alınan imgeleri ve fotoğrafları kullanan bir diğer sanatçıda Sigmar Polke’dir. Roy Lichtestein ve Andy Warhol gibi oda Amerikan pop sanatçıların yapıtları ile benzer konuları ele almıştır. Çalışmalarında tüketim toplumu ürünlerini arzu duyulan nesneler olarak yansıtmayı amaçlamıştır. Bunlar; şekerler, kekler, tereyağı, sosis ve büskivi gibi tüketim ürünleridir. Bütün bu sanatçılar günlük yaşam içerisinden konuları seçmişler, dolayısıyla da farklı teknik ve tarzlarla ele almışlardır. Resim 30 : Richard Hamilton, Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı Çekici Yapan Nedir?, 1956 112 Resim 31 : Robert Bechtell, Portrero Stroller- Crossing Arkansas Sokağı’nı Geçerken, 1988 Resim 32 :Richard Mc Leon, Mackey Maria, 1971 113 Resim 33 :Richard Estes, Lokanta Resim 34 : Tom Wesselman, Banyo,1963 114 Resim 35 : Andy Warhol, Bıçaklar, 1981-82 Resim 36 : Claes Oldenburg, Hamburger, 1962 115 Resim 37 : Claes Oldenburg, Yumuşak Tuvalet, 1966 Resim 38 : Ralph Going, Mermer Tezgah, 1985-89 116 Resim 39 : Martial Raysse, Vizyon Hijyen, 1961 Resim 40 : Daniel Spoerri, Tableau-piège Restaurant City Galerie, 1963 117 Resim 41 : Fernandez Arman, Birikim, 1962 Resim 42 : John Salt, Electra, 1969 118 Resim 43 : John Salt, Beyaz Chevy – Kırmızı Römork, 1975 Resim 44 : Don Eddy, İki Volkswagen, 1971 119 Resim 45 : Don Eddy, H. İçin Yeni Ayakkabılar, 1973-74 Resim 46 : David Parrish, Motorsiklet, 1971 120 Resim 47 : Andy Warhol, Marilyn Monroe, 1967 Resim 48 : Chuck Close, Brad, 2006 121 Resim 49 : James Rosenquist, F-111, 1964-65 Resim 50 : James Rosenquist , F-111 (çalışmasının galeride sergilenmesinden bir görünüm) Resim 51 : Gerhard Richter, Aile Portresi, 1964 122 Resim 52 : Gerhard Richter, Christa ve Wolfi, 1964 Resim 53 : Burhan Doğançay, Hayat Bir Trafik Sıkışıklığı, 2000 123 Resim 54 : Burhan Doğançay, St. Partrick’de Gün, 2002 Resim 55 : Sigmar Polke, Giornico, 1976 124 Resim 56 : Sigmar Polke, Süpermarket, 1976 125 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM UYGULAMA ÇALIŞMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR Gerçek yaşamın içinde akıp giden an’ların betimlendiği resimlerde, hayatın tüm renkleri ve izlerini bütün niteliği ile görmek mümkündür. Genellikle grup çalışmaları olarak yapılan resimlerde aslında günlük yaşamın rutin koşturması içerisinde her gün tekrar tekrar yapılan tekrarlanan, yaşadığımız dönemlere göre günlük yaşamda geçirdiğimiz evreleri; insanın bedeninin günlük uğraşları içerisinde, ayrıca günlük yaşam içerisinde kendine yer edinmeye çalışan insanın temel ihtiyaçlarını elde etmenin peşinde koştururken, yaşamın doğal seyri içerisinde cereyan eden bir güncel olay olarak veya günlük ihtiyaçlarımız için kullandığımız nesneler vb. olarak günlük yaşantımız içerisinde bize yakın olan bire bir yaşanılan veya tanıklığını yaptığımız an’ların yansımalarından oluşmaktadır. Bu çalışmalarda günlük yaşamdaki farklı ve benzer günlere vurgu yapılarak günlük yaşam konusu ele alınmıştır. Böylelikle günlük yaşamdan anlarla ilgili farklı mekânlarda, farklı insanların, olayların geçtiği bir seri uygulama çalışması oluşturulmuştur. İşte bütün insanlar aşağı yukarı bu çalışmalardaki görüntülerin sunduğu yaşamı yaşamaktadır. Bütün çalışmalarda temelde aynı kaygılar, aynı düşünceler söz konusudur. Her resim belli bir tema çerçevesinde doğrudan ve yalın bir anlatımla betimlenmiştir. Resimlerdeki hareketli yaşam fotoğraf tekniği ile dondurularak o an yaşanılan süreç vurgulanmıştır. Çekilen fotoğraflardan yola çıkılarak uygulama çalışmalar gerçekleştirilmiş Günlük yaşam konusunun sorgulandığı bu çalışmalarda insanlar bazen silik belirsiz bir insan gölgesi olarak, sadece renksel oynamalarla iç-dış mekânlardaki günlük yaşamı içerisindeki durumları ile ifade edilerek ele alınmıştır. Günlük yaşamdan alınmış görüntüler, göründükleri renklerde değil, 126 farklı tonlarla, düzenlemelerle yapılmıştır. Genelde çalışmaların tamamında eski fotoğraf etkisi yaratılmak istenmiştir. Çünkü her görüntü gelip geçiciliğinde bir kanıtıdır. Dijital ortamda düzenlemeleri yapılan çalışmalarda ışık-gölge ve renk etkilerine dikkat edilerek çalışmalarda ya tamamen karanlık ya da tamamen aydınlık alanlar oluşturulmuştur. Dijital ortamda ön hazırlıkları yapılan çalışmaların tuvale aktarılması süreçlerinde ise o an orda hiç hesap edilmeyen durumlarla da karşı karşıya kalınmıştır. Karşı karşıya kalınan bu durumlarda, resmin genel görünümüne uygun düşen durumlar olduğu için resme dahil edilmiştir. Tuval üzerine baskısı alınarak aktarımları gerçekleştirilmek istenen çalışmalar, aktarılırken kağıdın tuvale yapıştırılması sürecinde genleşmekte ve sonucunda ise yırtılmalar ve hava boşluklarına neden olmaktadır. Daha sonraki süreçte ise kağıdın yapıştırılan yüzeyden tekrardan ayrılması sağlandığında ise bu hava boşlukları ve yırtıklar resme eskimiş fotoğraf görünümü vermektedir. İşte bu rastlantısal, kendiliğinden gelişen süreçler resimlerin tamamlayıcı bir öğesi olmuştur. Resimlerin oluşturuluş biçimi ve uygulamada karşılaşılan plastik sorunlar kompozisyon, renk, leke, doku ve kullanılan malzemenin yarattığı problem, resimlerin çözümü ile ilgili yöntemler olarak ele alınmıştır. Ayrıca konunun etkili bir şekilde anlatımının plastik yeterlilikle ilişkisi olduğu anlaşılmıştır. Fotoğraflar bu işlerde benim için, makinenin sunduğu hazır görüntüyü kişisel bir vizyona dönüştürecek olanakların araştırıldığı bir alan olmuştur. Sıradan nesnelerin asıl kimliklerini kaybedip yeni yapı ve şekillere dönüştürülmesine dayanan, ışık ve kimyasal yolla şekillerin değiştirilmesi bozulması üzerine çalışmalar yapan, sanat dünyasında en fazle avangart fotoğrafçılığıyla tanınan Man Ray, farklı teknik araçlar kullanarak büyük işler üretmiş ve kendisini en başta ressam olarak görmüştür. Yapıtlarında kullandığı üst üste baskı, fotomontaj, kolaj, solarizasyon gibi teknik yöntemlerle çarpıcı ve farklı görüntüler elde etmekle birlikte savaş öncesi fotoğraf anlayışlarınada karşı çıkmak ve aynı zamanda da soyut fotoğraflar 127 üretmek amacındaydı. O fotoğrafını yapmak istediği cisimleri fotoğraf kağıtlarının üzerine yerleştirip pozlayarak fotoğraf yapma tekniğinin öncüsü olmuştur. Bu tekniğini birçok figür çalışmalarında ve portrelerinde kullanmıştır. Onun resimlerinde hayatı görmek mümkün değildir, ama objeleri ölüde değildirler. Fakat Man Ray ile bu çalışmada buluştuğumuz noktada farklı şeyler söyleyebiliriz. Kendi tekniğinin öncüsü olarak sanat tarihi içerisinde yerini alırken O, ışık ve kimyasal yolla şekillerin değiştrilmesi ve bozulması üzerine çalışmalar yapmıştır. Benim çalışmalarımdaki kompozisyonlarda ise resimsel öğelere ulaşmak amacıyla ışık, biçim, renk, doku ve leke arayışlarına önem verilmiştir. Biçimler ve renkler birbirlerini ortaya çıkaran tamamlayıcı öğeler olarak düşünülmüştür. Aynı zamanda uygulama çalışmaları için yine günlük yaşamı doğrudan anlatan fotoğraflarada yer verilirken, bir grup dijital baskı çalışması da yapılmıştır. Günlük yaşam konusunun betimlenmesinde kimi zaman doğrudan tekniğin kendi imkanları kullanılarak tekli bir düzenleme, kimi zamanda eklektik bir fikrin açılımına dair bir kurgulamayla incelenmiştir. Bu görsellerle yaşamın gerçekliğini farklı metotlarla, tekniklerle yorumlayabilmekteyiz. Tek tek yapıtlar yaşamın anlarını simgelerken, yan yana sunuşu yaşamın bütününe işaret etmektedir. Tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun var olduğu günden beri yaşam, bütün sıradanlığı içinde, her gün 24 saat boyunca tekrarlardan oluşarak akıp giden yaşamımız içinde her şey, acımasızca ve hızlı bir yükselişle tüketilmekte ve çok anlamlı, karmaşık bir yapıyla var olmaktadır. Bizler her yaşanan günden sonraki günün tekrar kurulduğu bir “günlük yaşam” 128 içerisinde yaşamaktayız ve bizler dolayısıyla bu görüntülerin sunduğu hayatı yaşıyor ve modern zamanın günlük takvimine uyum gösteriyoruz. 129 III.1. DÜŞÜNSEL VE BİÇİMSEL AÇIKLAMALAR Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresi, insanın sıradan bir şekilde bulunduğu, mekân ve zaman ile bağlantılı olarak tipik bir evin odasında, ev içi günlük yaşamının seyrinde oluşan bir an içerisinde tüm gerçeklikleri ve doğallıkları ile evdeki sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresi betimlenmeye çalışılmıştır. Resim 57: Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125x150 cm Günlük yaşamdan bir anın resmedildiği bu resimlerde kadın figürü uzanmış bir konumda dinlenirken ve aynı zamanda da yer almamasına rağmen televizyon izlerken fotoğraflanmıştır. Figürün duruşunda ve yüz ifadesinden anlaşılacağı üzere hayatın zor koşullarından yorulmuş bir biçimde dinlenmektedir. Figür, nesneler ve mekân resimde birbirleriyle iç içe 130 geçmiş gibi gösterilmektedir. Mekân koyu renk tonları içerisinde belirli belirsiz, figür ise üzerine yansıyan ışıkla ön plan çıkmıştır (Resim 57 ). Resim 58 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) , Resim 59 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm 131 Resim 59’da da yine mekân aynı şekilde ele alınırken, figürler sadece ayaklarının ayrıntısı ile resimde varlıklarını hissettirmekte iken karanlık mekânın içerisinde açık bir televizyonun var oluşu ile bu figürlerinde televizyon izlediklerini söyleyebilmekteyiz. Bu görsel için, açık bir şekilde ev içinde geçen günlük yaşamın konu edildiği bir görüntünün resmini oluşturmakta olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bütün bu resimler o anın ilk olarak fotoğraflanması ile dondurulmuş günlük yaşam kareleridir diyebiliriz. Daha sonraki aşamada ise dijital ortamda fotoğraflar üzerinde uygulamalar yapılarak açık-koyu değerler verilerek mekân belli belirsiz bir duruma getirilmiştir. Çalışmaların dijital baskısı alınarak tuval üzerine baskı tekniği ile uygulamaları gerçekleştirilmiş, rastlantısal durumlar bu görsellerde de yok edilmeyerek resme dahil edilmiştir. Bu grup çalışmasında sadece Resim 58 tuval üzerine aktarılmamış, fotoblok üzerine dijital baskısı alınarak yapılmıştır. Aynı zamanda bu resimde ön planda sehpa üzerinde günlük yaşamda kullandığımız nesnelerden olan çaydanlık, kumanda ve en önde fluu bir bardak dikkatimizi çekmektedir. Bu resimler için en kısa tanımlamayı şöyle yapabiliriz aslında; günlük yaşam insanın sosyal yaşamı içerisinde, ev içinde geçen durumları ifade ediyor diyebiliriz. 60 ve 61 numaralı resimlerde günlük yaşamda insanın var oluşu için gereksinimi olduğu, her hangi bir öğünde yemek yeme esnasında kullanılmış olan sonrasında ise yemekte kullanılan ev gereçlerinin bulaşık makinesi veya lavabo içerisinde rastlantısal olarak yan yana gelmesi ile bu kompozisyonlar oluşturulmuştur. Bu mutfakta günlük kullanım nesnelerinin oluşturduğu yığıntılar; yemek atıkları, tabaklar, çatal, bardak vb. eşyalar dış dünyadan alınmış nesneler, geçeğin bir parçasını oluşturmaktadır. İnsan yaşamında işe 132 yarayan bu eşyalar bir araya getirildiğinde aynı zamanda şimdiyi oluşturmaktadır. Böylelikle de bir araya getirilmiş bulunmaktalar. Bu günlük eşyalar, hem günlük bir nesne, hem de estetik bir obje olarak resimlerde yerlerini almıştır. Bu resimler ise; nesnelerin her yerden, her açıdan görülebilen, parçalanmış şekilde fotoğraflanması ile elde edilmiştir. Eşyalar resimsel düzenlemelerle eş zamanlı olarak yaşam içerisindeki yeri ile gösterilmiştir. Çalışmada tek bir resim olarak ele alınan görseller, 9 adet görüntüden oluşmaktadır. Görüntüler 50x50 cm karelerden oluşarak 150x150 cm bir bütün içerisinde düzenlenerek birleştirilmiştir. Resim 60 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 150x150 cm 133 İlk olarak baskıları alınan Resim 60’de tuval üzerine farklı bir teknik uygulama ile aktarılmış ve rastlantısallıklar olduğu gibi resimde kullanılarak yerini almıştır. Resim 61’de ise düzenlemesi yapılan çalışmanın dijital baskısı alınarak görseli oluşturulmuştur. Resim 61 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Bu çalışmalardaki çoğaltma tekniği, Andy Warhol’un baskılarıyla gerçekleştirdiği teknik ile ürettiği yapıtlarına benzetilebilmektedir. Aynı zamanda da Daniel Spoerri’nin dış dünyadan aldığı nesneleri, gerçeğin bir parçası olarak ele aldığı yemek atıkları, tabak, çatal vb. eşyaları kullanması 134 ile ve son olarak da, Arman’ın her türden nesneden oluşturduğu yığıntıları ile benzer özellikler gösterdiğini söyleyebiliriz. Yaşamın günlük gelişimi ve yaşamdaki ihtiyaçların karşılanması zorunluluğu ile sürekli bir tekrar şeklinde alışverişlerin yapıldığı sıradan semt pazarlarının konu edinildiği bir grup çalışma yapılmıştır ( 62-63-64-65-66-6768 ). Bu çalışmalarda sıradan insanların doğal hallerinden kesitler alınarak fotoğraflar çekilmiş ve bu fotoğraflardan bazılarının dijital ortamda düzenlenmeleri yapılarak resimlerin ilk aşaması tamamlanmıştır. Resim 62 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79x113.5 cm Semt pazarları halkın her gün temel ihtiyaçlarını karşıladığı günlük veya haftalık veya da daha uzun süreli ihtiyaçlarını karşıladığı, yıllardır hem sosyalleştiği, hem de ihtiyaçlarını en ekonomik biçimde karşıladıkları yerler olarak bilinmektedir. Semt pazarları tüm dünyada, tarihler boyunca çeşitli alışveriş süreçlerinin yaşandığı ve aynı zamanda da değişim ve dönüşüm 135 Resim 63 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 64 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm 136 mekanizması içinde önemlerini hep korumuşlardır. Böylelikle de günümüze kadar gelmiş mekânlardır. Semt pazarları, çeşitli ihtiyaçların uygun fiyatlarla alınabildiği, belirli günlerde ve belirli yerlerde kurulan alışveriş organizasyonlarını akla getirmektedirler. Alışveriş zamanları yılın, ayın ve günün içinde değişiklik göstermektedir. Buralarda hem ihtiyaçlardan dolayı, hem de sadece insanların kendi kişisel zevkleri için alıveriş yaptıklarını görebilmekteyiz. Resimlerde her türlü günlük kullanım eşyalarını rahatlıkla görebilmekteyiz. Ayrıca figürler ise sadece alışverişe odaklanmış olarak gözükmektedir. Resimler hem siyah beyaz, hem de renkli olarak gerçekleştirilmiştir. Bu mekânlardaki insanlar birbirlerini tanımıyor olsalar bile, insanlar arasında kendiliğinden oluşan bir iletişim var olmaktadır. Müşteri-satıcı diyalogu, insanların birbirleriyle olan iletişimi ve etkileşimi her şekilde sosyal bir ortamın meydana gelmesine öncülük etmektedir. Resim 65 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125x150 cm 137 Resim 66 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 67 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 138 Resim 68 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Semt pazarlarından günlük yaşamın resmedildiği bu çalışmalar fotoğrafları çekilerek oluşturuldu. Daha sonra ise bazı fotoğraflar üzerinde dijital ortamda yapılan denemelerde fotoğrafların renklerinde ve biçimlerinde değişimler yapılmıştır. Yapılan denemelerin bir kaçının baskısı alınarak tuval üzerine baskısı gerçekleştirilmiştir. Fotoğrafların bir kısmı ise fotoblok olarak dönüştürülmüştür. Kente dair yapılan çalışmalarda ise çalışmalarda kent günlük yaşamının sosyal çevresi içerisinden görünümler ele alınmıştır ve kent yaşamı, sanayi devrimi ile birlikte değişmiş, devrimden sonra farklı yaşam kültürleri ortaya çıkmıştı. Kentler artık büyük sanayi merkezleri haline gelmiş, birbirinden farklı insanlar buralarda yoğunlaşmıştı. Zamanla da kentlerde hızlı bir betonarmeleşme, yapay bir ortam oluştu. İnsanlar artık birbirlerine benzemeyen yaşam biçimlerine sahip olurken, yerleşim alanları olarak paylaştıkları kentler onların ortak mekânlarını oluşturdu. Yaşanmışlığın izlerini her yerde taşıyan kentler, edilgen, sentetik yaşam şekline, tek 139 düzeliğine rağmen birçok insanın günlük yaşamları içerisinde buluşma mekânı olmaya devam etmektedir. Resim 69 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm İşte modern kentte gözlemlenen günlük yaşamın sıradan bir anı modern kente dair imgeler, otobüsler, metrolar, yollar, köprüler dinamik ve yapay çevresi, kalabalıkları, sosyal yaşamı ile kent günlük yaşamı bu resimlerde yansıtılmaktadır. Resim günlük yaşam içerisinde trafikte seyreden araçların köprü altından geçişlerinin ele alındığı görünümlerde ise; köprünün altının karanlık oluşu resimde koyu alanın oluşmasına kaynaklık ederken, köprünün çıkışından yansıyan ışık ile araçlar aydınlanarak belirginleşmiştirler. Resimde genel olarak net olan bir görünüme pek rastlanmaz araçların dışında, onlarda yine fluudurlar. Resmin dörtte birine koyu tonlar hakim iken siyah ve beyazın buluştuğu noktalardaki mavi resmin renklenmesini sağlamıştır. Fotoğraflanan çalışmaların görseli dijital baskı olarak tamamlanmıştır. 140 Resim 70 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 71 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 141 Resim 72 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 73 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 74 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 142 Resim 75 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 76 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 77 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 143 Genel olarak gri, mavi tonların hakim olduğu bu resimlerde, o günün soğuk ve kasvetli bir günün yansıtıldığının bir izlenimini vermekteyken, resimlerdeki duygusal etkiyi de arttırmıştır. Resim 78 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Kent günlük yaşamından farklı farklı görüntülerin alındığı bu grup resimlerde genel olarak kentin hareketli, hızlı akışında çalışan insanlar, hareketli caddeler, sokaklar, yollar, taşıtlar betimlenmiştir. Resim 79 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 144 Bir sokakta (caddede) insanların balık istifi gibi yan yana dizilmiş yürümekte oluşları, hızlı yaşam ve temposu fazlasıyla kalabalıkta ele alınırken aynı zamanda da çalışanlar da hızlı temponun içerisinde yerlerini almıştır. Resim 80 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) Resim 81 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut) 145 82 - 96 numaralar arası siyah beyaz olarak bir grup çalışmasının yapıldığı görsellerde ise günlük yaşamın rutinliğinden kaçış alanının betimlemeleri yapılmıştır. Her gün 24 saat boyunca, bir tekrar içinde akıp giden yaşamımız içerisinde sıklıkla karşılaştığımız durumları görmek yerine bu görsellerde tam tersi düşünülerek bireylerin boş zamanlarını, tatillerini değerlendirdikleri, günlük yaşamın rutinlerinden uzaklaştığı anlar betimlenmiştir. Resim 82 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 64x149 cm Resim 83 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 37.5149.5 cm Bir başka deyişle yaratılan eğlence teknikleri sayesinde insanlar adeta yapay bir cennete davet edilerek deşarj olmakta, en ciddi ortamlarda bile eğlencenin kendisi bir kaçış yolu olarak sunulmaktadır ve boş zamanlar, bireylerin günlük yaşam zorunluluklarının getirdiği sıkıntı, gerilim ve stresten arınabilecekleri adacıklar olmuşlardır. Bu durumlar günlük yaşamın tek düzeliği içinde kendi silueti ile karşılaşmak istemeyenlere, kendisini 146 yansıtabileceği hayaletlerle yaşamını anlamlandırma fırsatı vermektedir. İşte insanoğlunun varoluşundan bu yana günlük yaşam bir rutinle anılmış ve ancak modern zamanlarda bu rutinden kaçmak isteyen birey teknolojinin sunduğu olanakları da kullanarak, eğlence için kendine ayırdığı özel anlarla birlikte bir kaçış alanı yaratmıştır. Resim 84 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 87.5x120.5 cm Resim 85 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 67x149 cm 147 Bu görsellerde bir grup çalışması içinde yer alan bu durumları anlatan çalışmalardan oluşturulmuştur. Çalışmalar için iç ve dış mekânlarda her hangi bir kurgulama yapılmaksızın, anlık fotoğraflar çekilmiştir. Fotoğraflar üzerinde digital ortamda oynanarak, siyah beyaz eskimiş fotoğraf etkileri yaratılmıştır ve çalışmalarda siyah beyaz görüntülerle baş başa kalmaktayız. Fotoğrafların büyük boyutlu ozalit baskıları alınarak, tuval üzerine ters baskı ile aktarılmıştır ve kendiliğinden oluşan rastlantısal etkiler resmin bir parçası olarak resme dahil edilmiştir. Resimler içerisinde figürler siyah beyaz siluetlere dönüştürülmüştür. Çalışmalarda siyah beyazın tercih edilmesinin nedeni ise yaşamın o, koşturması içerisinde birçok şeyin birbiri içine geçtiği o çok renklilikten biraz da olsun kaçıştır. Resim 86 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125.5x129.5 cm 148 Resim 87 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 87x116.5 cm Resim 88 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 87.5x116 cm 149 Resim 89 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm Resim 90 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm 150 Resim 91 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5X116 cm Resim 92 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x115 cm Resim 93 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x116.5 cm 151 Resim 94 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x11 cm Resim 95 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm Resim 96 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 110x120 cm 152 97- 98- 99 numaralı çalışmalarda ise son derece keyifli bir şekilde günlük yaşamda her hangi bir gün içerisinde oyun oynayan çocukları, bir çift göz olarak uzaktan gözlemleyip, bir süreç olarak onların oyunları esnasındaki durumları fotoğraflanmıştır. Bu birkaç kareden oluşan fotoğraflar, dolayısıyla da durumu da en iyi ifade edecek olan “Oyun” adı ile adlandırılmıştır. Resim 97 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm Aslında hepimizin zamanında çocuk olduğumuzu, evden sabah kahvaltımızı edip çıktığımızı, akşamın kör saatlerine kadar eve dönmediğimizi düşündüğümüzde ve akşama kadar hiçbir şey düşünmeden arkadaşlarımızla saklambaç, top vs. oynadığımızı hatırlarsak eğer o günlerin ne kadar keyifli bir zaman dilimine karşılık geldiğini eğlenceli olduğunu hatırlarız. Bu yüzden çocuk olmak, çocukluğu yaşayabilmek son derece güzel ve önemlidir. 153 Dolayısıyla da oyun bir çocuğun kendisini bulmasıdır. Çocuklar oyun oynarken hem zevk alır, hem büyür, hem de sosyalleşir ve böylelikle de hayatı öğrenmeye başlamaktadır. Resim 98 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 145x145 cm Bu çalışmalarda bir akşamüstü günlük yaşamdan alınmış, ara sokaklarda çocukluğunu yaşayan çocukların bir oyun sürecinden birkaç kare fotoğraf görüntüleri yansıtılmıştır. Fakat resimlerde alt ve üstte oluşturulmuş siyah ve beyaz kareler ise görsel bir öğeyi oluşturmakta, aynı zamanda da siyah beyaz eşit karelerden oluşan bu şekil resimde kurallarla oynanan oyunları temsil etmektedir. Satranç, sduko, dama gibi. Kurallarla oluşturulmuş oyunlara karşın, çocukların sokak aralarında oynadıkları, kendiliğinden çıkıp 154 giden süreçlerle var olup, oyun içerisinde gelişen basit kurallarla oynanan oyunlara karşı bir karşılaştırma olarak resimlerde yer almaktadır. Resim 99 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 110x150 cm Günlük yaşamımız içerisinde görüyoruz ki, her şey sürekli gelişip, değişen süreçlerle akıp gitmektedir. Bunlardan oyunlarda nasibini almış durumdadır. Bizde artık çok nadir olarak sokak aralarında sıkı kuralları olmayan çocuk oyunlarına az rastlamaktayız. Artık teknoloji ile birlikte herkesin evinde oturup oynayacağı oyunlar gelişmiş ve çocukların etrafını büyük bir hızla sarmakta ve sarmaya da devam etmektedir. Zaten büyüyünce bir birey olarak çocuk birçok kuralla karşı karşıya gelecek ve git gide yalnız, hareketsiz, bir insan haline gelecektir. Resimlerde gördüğümüz üzere alt ve üst kısımlarda bulunan siyah beyaz kareler, sokaktaki çocuk ve onun oyunun yerini giderek, kuralları olan oyunların aldığının bir kanıtıdır. 155 “Oyun” adı ile adlandırdığımız üç adet çalışmadan oluşan bu resimler; çocukların günlük yaşam içerisinde sokakta oynarlarken, onlardan habersiz olarak bir oyun süreci esnasında, o an arka arkaya çekilmiş birkaç kare fotoğraftan meydana gelmekte ve bilgisayar ortamında fotoğraflarla oynanarak baskı tekniği ile tuvale aktarılmıştır. Resimlerde açık alanlar içerisinde yer alan çocukların sokakta oyun oynadıkları an belirginleşmiştir. Bu resimlerde diğer resimlerde olduğu gibi aynı teknik süreçler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Resim 100 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 100x132.5 cm “Direniş 4C” adlı 2 adet çalışmadan oluşan 100 ve 101 numaralı görseller ise günlük yaşamdaki güncel bir olayı anlatmaktadır. Günlük yaşam içerisinde gerçekleştirilen bir eylemden yola çıkılarak bu çalışmalar yapılmış olup, yaklaşık olarak herkesin karşılaşacağı güncel bir olayı anlatmaktadır. günlük haberler içerisinde 156 Resim 101 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 99x149 cm Bu resimler; normal şartlar altında günlük yaşamın seyri sırasında belkide hiçbir şekilde bir araya gelmeyen veya da rastlantısal olarak bir araya gelebilecek, gelmiş olan ya da geldikleri zaman birbirlerine yabancı olup birbirlerini fark etmeyen insanların, ortak bir noktada haklarını aramak için bir araya gelişlerinin görsellerini oluşturan çalışmalardır. Uzun bir süreçte Türkiye’nin gündeminde yer alan bu eylem süreçlerinden oluşturulan kareler fotoğraflanmış olup, daha sonra tuval yüzeyine dijital ortamda hazırlanıp dijital baskısı alınarak, tuval yüzeyine ters baskı tekniğiyle aktarılmıştır. Üzerine daha sonra boya müdahalelerinde bulunarak karışık teknikle uygulaması gerçekleştirilmiştir. Resimlerde kendiliğinden oluşan rastlantısal durumlar resim içerisinde değerlendirilerek, resme dahil edilmiştir. Aslında eskimiş bir fotoğrafta görebileceğimiz yırtıklar, eskimişlik burada o anın gelip geçiciliğinin ve o dönemin günlük yaşamında gerçekleştirilen bir durumun şimdiki zamanda bir an olarak kalmışlığını göstermektedir. 157 Çalışma içerisindeki figürlerin yan yana gelmesi ile oluşan sıkışıklık, birliktelik gösterilirken, figürler renkli parçalar ve siluetler şeklinde birbirleriyle iç içe geçmiş gözükmektedir. Buradaki figürler bir kurgulama olmadığından dolayı birbirlerine yabancı insanların ortak bir durum karşısında bir araya gelmişlerdir. Aynı zamanda işlerdeki belirli-belirsiz etrafta bulunan yazılarda eylemin destekleyici ve anlatımcısıdır. Görsellerde en son katmanda ise transparan bir etki ile oluşturulmuş barkot imgesi ise her şeyin deli gibi hızla üretilip-tüketildiği bir dünya içerisinde tüketimin bir göstergesi olmakla birlikte, aslında orada bulunan insanların neden orada bulunduklarının da bir göstergesi olabilmektedir. Çünkü oradaki insanların günlerce, aylarca orada kendi yaşam standartlarının daha iyi olması için mücadele vermektedir. Kendilerine dayatılmak istenen kötü yaşam koşullarını istememektedirler. Tüketimin bir göstergesi olmakla birlikte aslında, insanların daha iyi bir yaşam için mücadele vererek orada bulunmalarının başlıca nedenlerden biridir. Bu işler konusundan da anlaşıldığı gibi günlük yaşamın gerçek boyutundan kesitler alınarak yansıtılmıştır. Aynı zamanda da bu çalışma çevremizdeki güncel bir olaya duyarsız kalmayışımızın da bir kanıtıdır. Teknik olarak çalışmalar için şunları söyleyebiliriz: fotoğraflarla ilk görseller oluşturulmuş, daha sonra dijital ortamda fotoğraflar üzerinde oynamalar yapılarak ilk aşaması tamamlanan resimler, daha sonraki aşamada ise baskısı alınarak tuval üzerine farklı bir ters baskı tekniği ile aktarılmış olup, boya müdahaleleri ile çalışmalar tamamlanmıştır. Aynı zamanda bütün bu çalışmalar sadece tuval üzerine baskı tekniği ile uygulanmış çalışmalar olmamakta ve dijital baskı olarak fotoblok üzerine de gerçekleştirilmiştir. Dijital baskı ve fotoğraflarda çalışmaların boyutları, istenilen büyüklükte alınabilmektedir. 158 SONUÇ Günlük yaşam, insanlığın var olduğu günden bu güne kadar sürekli bir değişim ve süreklilik içerisinde var olmuştur. İnsanların günlük yaşamı gün doğumu, gün batımı gibi doğal ritimlerle var olurken, sanayileşme ile birlikte sosyal yaşantı hızlanmaya başlamıştır. Artık günün doğal akışı günlük yaşamı belirlememekte, onun yerine teknoloji günlük yaşamın belirleyicileri olmuştur. Değişen teknolojiler, yeni buluşlar, ekonomik gelişmeler, kültürel dönüşümler ve bununla birlikte zamanın algılanış biçimlerindeki farklılıklar yaşam biçimlerimizi dönüştürmekle birlikte saniyeler, dakikalar ve saatlerle zaman, insanın doğal ritminden ve öznel deneyimlerinden kopmaktadır. Dolayısıyla insanlığın var oluşunun başlangıcından itibaren yaşamın akışı sırasında karşılaşılan, günlük yaşamdaki değişimler, insanları içinde bulundukları koşulları kabullenmeye zorlamakla birlikte, insanlar ortak bir yaşamı da benimsemişlerdir. Değişim ve gelişmelere bağlı olarak doğal ortamdan teknik ortama geçilmiş ve günlük yaşamdaki maddi-manevi her şey değişmiştir. Bilimde, teknolojide ve endüstrideki gelişmeler toplumsal yapıdaki değişimlere neden olurken günlük yaşamı ve kültürü şekillendirmiştir. Sosyal yaşamdaki her şey imajlar ve göstergelerden oluşmaya başlamıştır. Teknik ortama geçişle birlikte kentlerde farklı bir yaşam kültürü ortaya çıkmış ve kentler büyük sanayi merkezleri haline gelirken aynı zamanda da nüfus artışına ev sahipliği yapmıştır. Sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı, iş imkanları, eğlence anlayışları ile birçok şeyden dolayı kentler insanlara cazip hale gelmiştir. Kentlerdeki teknolojik gelişme bireylerin yaşamlarını ve yaşamsal alanlarını etkilemiş ve kentlerde ortak tüketim alanları oluşturmuştur. Modern kentin oluşumu ise sanayileşme ile birlikte nüfus artışı 159 ile aşırı bir merkezileşme, yoğunlaşma sürecinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Modern kentlerin oluşumu ile birlikte kırsal alandaki yaşamın doğal akışı artık yok olmuştur ve kentler kırsal alanlara göre zamanı daha hızlı ve sürekli değişimlerle yaşamaktadır. Geleneksel toplumdan, modern toplum tipine doğru gelişen bu toplumsal değişim süreci ile ekonomide, sanayileşme, kültürde bireyselleşme ve evrenselleşme, siyasette demokratikleşme anlamında geleneksel toplum tipinden modern toplum tipine doğru bir modernleşme süreci söz konusu olmuştur. Modern toplumdaki birey artık bu süreçler ve bu süreçlerden sonra bu yeni dünyaya alışmışlardır. Artık günlük yaşamın içerisinde bireyin kendisine ait olmayan bu hayatta her şey hızla akıp geçmektedir ve hızlı değişimler bireyi yalnızlaştırmıştır. Günlük yaşam sürekli değişim geçirmekteyken, makineleşme ise günlük yaşamı daha yaşanılır kılmaktayken, aynı zamanda boş zamanları da arttırmıştır. Böylelikle hem verim artmakta, hem de insanlar arta kalan zamanlarda kendilerini geliştirebilecek sanatsal faaliyetler içine girebilmektedir. Bir ortamda teknoloji, uygarlık, düşünceler ve sistemler değiştiği zaman formda bunlara paralel olarak değişime uğramaktaydı. Günlük yaşama etki yapan farklılaşmaların, sanatlara yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Sanatçılar çevrelerine duyarlı yaklaşımları ile günlük yaşamın sıradanlığını görmezden gelmeyerek, zamanın hızlı değişimlerine ayak uydurarak farklı yaklaşımlar, süreçler ve tekniklerle sanatta “günlük yaşam”ı ifade etmişlerdir. Bu durumda da sanatçı içinde bulunduğu çağın kendisine sunduğu malzeme ile kendini ifade etmiş ve sanat yapıtı artık içinde bulunduğu çağın ürününü oluşturmuştur. Teknoloji ve çağın gerektirdiği ortamdan hareketle sanat yeni açılımlar sunmaktayken, gerçeği yakalamak kimi zaman bir sezgi, kavrayış ve yaratıcılık işi olabileceği gibi rastlantıya da 160 dayalı olabilmekte, sanatçının kullandığı araçlar, ifade biçimleri teknolojinin geliştiği ölçüde ve olanaklar dahilinde farklılıklar göstermektedir. Her dönemde o çağın felsefesi, bakış açısı çağın sanatıyla örtüşmektedir. Sanat eseri kendi çağının toplum özelliklerinden bir şeyler yansıtmaktadır. Sanatın durağan tarihinin akmaya başlaması ile modern yaşamın getirdiği çelişkiler, değişimler sanatçı yaşantısına ve eserlerine yansımıştır. Sanatçının dış dünyayla ilişkisinin başlaması sonucunda da, yaşanmışlığı biçimlere aktararak görselleştirilmeye, somutlaştırılmaya iten psikososyal süreçler ve dışavurum nedenleri bulunmaktadır. Çalışmanın uygulama çalışmaları bölümünün metin olarak değil ama yapıt olarak ele alındığı resimsel çalışmalarda günümüz günlük yaşamından yola çıkılmış ve insanların sosyal yaşam süreçlerinden hareketle imgeler ve tasarlanmış biçimlerde çalışmalara katılmış, bu yaşam süreçleri çağın değişimlerine paralel olarak sunuş biçimleri ile ortaya koyularak görsellere yansıtılmıştır. Günlük yaşam konusunun sorgulandığı bu çalışmalarda farklı ve benzer günlere vurgu yapılmış, farklı mekanlar, insanlar, olaylar, farklı metot ve tekniklerle yaşamdaki an’lar görselleştirilmiştir. Çalışmalarda fotoğrafın büyük boyutlu kağıt üzerine basılarak, tuvale aktarılmasından sonraki işlemden sonra boyama gibi teknik çalışmalar resimlerin ortaya çıkarılmasında kullanılmıştır. Tam bu noktada bir ayraç açarsak fotoğrafın dondurduğu devinimi kaldığı yerden sürdürmeye çalışılmıştır. Bu çalışmanın başlangıcını hatırlarsak eğer, araştırmanın anlaşılarak ilerlemesi açısından “günlük yaşam” olgusu üzerine kapsamlı bir araştırma ile başlamıştı. Buna rağmen, aslında çalışma görsel sanatlarda özellikle de resim sanatında günlük yaşam olgusunun tematik ya da biçimsel olarak ortaya çıkartılması düşüncelerinden yola çıkılarak oluşturuldu. 161 KAYNAKÇA AKÇALI, Selda İçin; “Günlük Yaşamda Reklam ve Büyülenmiş Tüketiciler”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 97- 114 AKYÜREK, Engin; Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Felsefe ve Sanat, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 1. Basım, 1994 ANTMEN, Ahu; 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2. Basım, 2009 ARMAĞAN, İbrahim; Sanat Toplumbilimi Demokrasi Kültürüne Geçiş, İstanbul, İleri Kitabevi,1992 AYDIN, Ayhan; Yaşadığımız Dünya, İstanbul, Alfa Basım Yayım, 1. Basım, 2002 AYDOĞAN, K.Evren Bolat; “İnsan-Mekan-Kent İlişkisi Üzerine Resimsel Yorumlar”, Mersin, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2005 AYTAÇ, Ömer; “Kent ve Boş Zamanlar”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 341- 356 BAUDELAIRE, Charles; Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berkay, İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2003 BAUDRILLARD, Jean; Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliçaylı, Ferda Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2004 BAYHAN, Vehbi; “Postmodernizm ve Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım 1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 433- 447 BAYKAM, Bedri; “Bir Eylem Alanı Olarak Yaşam”, Sanat ve Sosyoloji, yayına Haz. Aylin Dikmen Özarslan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1. Basım, 2005, s.23 162 BAYRAK, Fatoş Alev; “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türk Resminde Konu Sorunu(1923-1950)”, Çanakkale, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2006 BEKSAÇ, Dr. Engin; Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000 BEKSAÇ, Engin; Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000 BEYKAL, Canan; “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul, Sanat Çevresi Yayıncılık, Sayı 2, 2004, s. 44 BEYKAL, Canan; “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul, Sanat Çevresi Yayıncılık, Sayı 2, 2004, s. 44 BİNZET, A. Celal; “Güncelliğin Açmazında”, rh+Sanart Plastik Sanatlar Dergisi, sayı.58, Ocak, 2009, s. 18- 20 CANTEK, Levent; Cumhuriyetin Büluğ Çağı: Gündelik Yaşama Dair Tartışmalar(1945-1950), İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2008 CASTELLS, Manuel; Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, 1. Cilt, çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Basım, 2005 CLAUDON, Francis; Romantizm Sanat Ansiklopedisi, çev. Özdemir İnce – İlhan Usmanbaş, İstanbul, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1999 COŞKUN, Rıdvan; Resimde Zaman Kavramı, Eskişehir, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No 1609, 2005 ÇAKIR, Mukadder Aydın; “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”, İstanbul, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001 ÇAKIR, Mukadder Aydın; “Sanatta İletişim Sorunu Açısından Platon ve Aristoteles”, İstanbul, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995 DEMİRKOL, C. Vedat; Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2008 DEMİRKOL, Vedat, Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2008 163 DİKEÇLİGİL, Beylü; “Türkiye’de ve Dünya’da Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 37- 47 FISCHER, Ernst; Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel Yayınevi, 10.basım, 2005 FISKE, John; Popüler Kültürü Anlamak, çev. Süleyman İrvan, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları/Ark, 1. Basım, 1999 GENÇAYDIN, Zafer; “Teknolojik Toplumlarda Sanat ve Sanatçı”, Çağdaş Teknoloji ve Sanat, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak., Ankara, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1991, s. …? GERMANER, Semra; 1960 Sonrasında Sanat: Akımlar, Eğilimler, Gruplar, Sanatçılar, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1997 GOMBRICH, H. Ernst; Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 2002 GÜVENÇ, Bozkurt; İnsan ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8.Basım, 1999 HAUSER, Arnold; Sanatın Toplumsal Tarihi, çev. Yıldız Gölönü, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1. Basım, 1984 IŞIN, Ekrem; İstanbul’da Gündelik Hayat: İnsan, Kültür, ve Mekan İlişkileri Üzerine Toplumsal Tarih Denemeleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, 2006 İPŞİROĞLU, Nazan-Mazhar; Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi, İstanbul, Cem Yayınevi, 1983 İPŞİROĞLU, Zehra; “Sanat Yaşamdır Yaşam Sanat”, Adam Sanat, Sayı.218, Mart, 2004, s. 92 KOÇAN, Hüsamettin; “En Eski, En Sürekli ve En Şiddetli Başkaldırı”, Milliyet Sanat, Ağustos, 2005, s. 15 KRAUSSE, Anna-Carola; Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005 KURT, Hanifi; “Türkiye’deki Egemen Politik Kültür Sembollerinin Medyadaki Tezahürü Üzerine Bir Değerlendirme”, Gündelik Hayat ve Medya: 164 Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör. Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 115- … KUSPIT, Donald; Sanatın Sonu, çev. Yasemin Tezzgiden, İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 2006 LEFEBVRE, Henri; Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz, İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 1998 LEFEBVRE, Henri; Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, çev. Emirhan Oğuz, İstanbul, Belge Yayınları, 1. Basım, 1995 LENOIR, Béatrice; Sanat Yapıtı, çev. Aykut Derman, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2003 MERİÇ, Nevin; Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret 1894-1927, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, 2000 MISIR, Mustafa Bayram, Ecehan Balta; Modernizm, Postmodernizm ve Sol, Ankara, Öteki Matbaası, 1. Basım, 1998 MORAN, Berna; Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, İletişim Yayınları, 14. Baskı, 2005 OKTAY, Ahmet; Metropol ve İmgelem, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, 2002 ÖTGÜN, Cebrail; “Sanat Yapıtına Yaklaşım Biçimleri”, Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sayı 2, Aralık, 2008, s.159- 178 ÖZDEN, Lütfi; “Eleştirel Çözümlemeler”, Yaklaşımla Ankara, Kentsel Yüksek Yaşamdan Lisans Tezi, Plastik Hacettepe Üniversitesi, 2001 ÖZKÖK, Eğtuğrul; Sanat, İletişim ve İktidar, Ankara, Tan Yayınları, 1982 PAREKH, Bhikhu; Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek: Kültürel Çeşitlilik ve Siyasi Teori, çev. Bilge Tanrıseven, Ankara, Phoenix Yayınevi, 1. Baskı, 2002 SAM, Rıza; “Kitle İletişiminin Tüketim İdeolojisi Ya Da Üretilen Tiryakiliğin Büyüsü”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, Yıl 8, Sayı 30, Kasım, Aralık Ocak, 2004-2005, s. 143- 157 165 SARTORİ, Giovanni; Görmenin İktidarı Homo Videns:Gören İnsan, çev. Doç. Dr. Gül Batuş, Bahar Ulukan, İstanbul, Karakutu Yayınları, 1. Baskı, 2004 SARTWELL, Crispin; Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 2002 SARUP, Modan; Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, 2004 SIMMEL, Georg; Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma, Yayına Hazırlayan. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1999 STEİNER, Rudolf; Gerçek ve Bilim, çev. Akın Kanat, İzmir, İlya Yayınları, 1. Basım, 2001 ŞENTÜRK, Leyla Varlık; “Varoluşçuluk Felsefesi ve Resim Sanatı”, Anadolu Sanat Süreli Yayın ve Kültür Dergisi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Sayı 9, Mart, 1999, s.157- 165. TANİLLİ, Server; Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş, İstanbul, Alkım Yayınları,12. Basım, 2006 TOMLINSON, John; Kültürel Emperyalizm: Eleştirel Bir Giriş, çev. Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları,1. Basım, 1999 TOURAINE, Alain; Modernliğin Eleştirisi, çev. Hülya Tufan, İstanbul, YKY, 2002 TURANİ, Adnan; Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8. Basım, 2000 TÜRKOĞLU, Nurçay; Görü-Yorum: Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü, İstanbul, Der Yayınları, 2000 WILLS, Wright; İktidar Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Bilgi Yayınları, 1974 YAĞLI, Soner; “Gündelik Hayatımızda Akıl Tutulması Medya Uygulamalarında Tüketim İdeolojisinin İzlerini Sürmek”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 5- 42 166 YALÇIN, İnsaf; “Bireyde İç Çatışma Resimleri”, Ankara, Sanat Eseri Raporu, Hacettepe Üniversitesi, 2006 ZEYTİN, Çiğdem; “Sanat Değerlendirilmesi”, Üniversitesi, 2008 ve Çağdaş Eskişehir, Teknolojiler: Yüksek Lisans Yönelimlerin Tezi, Anadolu 167 ÖZET [SELVİ, Filiz], [Günlük Yaşam’dan Görsel Çözümlemeler], [Yüksek Lisans Tezi], Ankara, [2010]. “Günlük Yaşam”dan Görsel Çözümlemeler başlıklı, üç bölümden oluşan bu çalışma, “günlük yaşam”dan hareketle, günlük yaşam-kültür-sanat ilişkilerinin çözümlemelerini içermektedir. Birinci bölümde insanın tarih boyunca günlük yaşamının, kültürünün nasıl şekillendiğine dair açıklamalar yapılırken, yaşamın günlük akışı sırasında, aniden karşılaşılan teknolojik yeniliklerin yaşamı, biçimlerini nasıl değiştirdiğini, günlük yaşamın çok anlamlılığının ve karmaşıklığının bireye dayattığı zorluklardan kurtulup çözüm yolu bulması gibi durumları anlatmaktadır. Ayrıca da bu süreçler doğrultusunda sanatında ne tür gelişim süreci içerisinde günlük yaşamla bağlantısına açıklık getirilmiştir. İkinci bölümde ise, modern kent yaşamı, modernleşme, kültür, sanat ilişkilerinin günlük yaşamla bağlantıları kurulmuştur. Kentlerin oluşumlarından, kent günlük yaşamının vazgeçilmez özelliklerinden, ilk kuruldukları günden itibaren ekonomik-kültürel, toplumsal alanda değişimlerin yaşandığı, aynı zamanda da modernleşme sürecine girildiği mekanlar olan kentlerden bahsedilmiştir. Ayrıca modernizmle birlikte, toplumun ve sanatın geçirmiş olduğu modernleşme süreçlerinden ve modern zamanların, modern sanatın kapılarının aralanmasıyla, hikâyelerden vb. sanatın durumlardan tarihsel modern sahnelerden, zamanlarla mitolojik kurtulduğundan bahsedilmiştir. Son olarak da, bölüm içerisinde sanatçının içinde bulunduğu çağla sanatçının ürünü arasındaki bağlantılar, modern sanattan itibaren sanatın 168 konu, içerik ve tarz olarak değişimlerin deneysellikleri ele alınmıştır. Günümüze kadar kent, kent yaşamı, kültür, modernleşme, sanat ilişkisini göz önünde bulundurarak, günlük yaşamın ve sanatın birbirleriyle etkileşimleri, tarihsel süreç ve veriler ışığından hareketle günümüze kadar sanatın geçirdiği süreçler vurgulanmaya çalışılmıştır. Ayrıca bazı sanatçılar ve eserleri araştırılarak, günlük yaşamın doğrudan ifade edildiği veya edilemediği eserler, teknik süreçler doğrultusunda konuyu ele alan akım ve sanatçıların eserlerinin bir değerlendirilmesi yapılarak incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise günlük yaşam içerisinden alınan birçok durumu anlatan görüntüler, onun sıradanlığı ve gerçekliği uygulamalarla görselleştirilmiştir. Bu çalışmaların yaratma sürecinde içeriğe uygun olarak baskı, fotoğraf gibi teknolojik olanaklardan yararlanılarak günlük yaşamı şekillendiren, şekillenen etkenlerin uygulama çalışmalarında görsel ifadesi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Son olarak ise çalışmada görselleri oluşturulan anlatımlarıyla ilgili düşünsel boyutlarına değinilmiştir. Anahtar Sözcükler 1. Günlük Yaşam 2. Kent 3. Sanat 4. Kültür 5. Teknoloji denemelerin, 169 ABSTRACT [SELVİ, Filiz]. [Visual Analyses from Daily Life], [Post Graduate Thesis], Ankara, [2010]. The study entitled Visual Analyses from “Daily Life” and composing three parts includes the analyses of daily life-culture-art relations under the light daily life. In the first chapter, white the explanations concerning how human’s daily life and culture take from throughout history are offered, situations such as how the technological innovations which are suddenlye come across during the flow of daily life changes life and its forms, how an individual finds a solution by escaping from the difficulties which polysemy and complexity of daily life impose upon himself are expressed. Furthermore, what kind of development process he undergoes during his connection with daily life in his art has been declared in the direction of these processes. In the second chapter, the bond of modern city life, modernization, culture and art relations with daily life is established. Generally, this thesis puts an emphasis on city formation, indispensable characteristics of daily city life. It’s discussed that cities are places where they undergo some changes on economic, cultural, social areas and embody modernization process. In addition, together with modernism, it’s mentioned about the processes of modernization which society and art undergo and that art can eliminate some states like historical scenes, mythological stories by means of modern-days in the event that modern art’s doors are opened. Lastly, the links between the age thaat artist exists and artist’s work of art, the experimentalism of art’s changes as subject, content and style as of modern art are also considered in detail. 170 Daily life and art’s interactions with each other, art’s processes until today under the light of historical process and the datum are stressed by considering the relation among city, city life, culture, modernization, art until now. Besides, some artists and their works have been searched, then the Works of art which daily life is directly exhibited or not have been searched, then the Works of art which daily life is directly exhibited or not have been examined by evaluating the moverments and artists handling the subject in the direction of technical processes. In the third chapter, the images takşng from daily life and depicting lots of events, their simplicity and reality have been visualized through practices. The visual expression of the factors shaping daily life and taking shaape themselves in practice has been actualized by benefiting from technological oppotunities; for instance, pres, shot in compliance with the content in the creation process of these studies. Consequently, in the study, it’s mentioned the significance of the visualized essays’ intellectual dimensions regarding their narration. Key Words 1. Daily Life 2. Ciyt 3. Art 4. Culture 5. Technology