günlük yaşam - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
1
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
RESİM ANASANAT DALI
“GÜNLÜK YAŞAM”DAN GÖRSEL ÇÖZÜMLEMELER
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Filiz SELVİ
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Cebrail ÖTGÜN
Ankara-2010
i
i
ÖNSÖZ
İnsanlık tarihine bakıldığında, tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun
var olduğu günden itibaren hayatın tüm sıradanlığı, çok anlamlılığı,
karmaşıklığı içinde her şeyin acımasız ve hızlı bir yükselişle üretildiği,
tüketildiği, her yaşanan günün tekrar kurulduğu bir “günlük yaşam” içerisinde
yaşamaktayız.
Her gün yaptıklarımızdan, tekrarlardan, düzensiz olaylardan oluşan
günlük yaşam, ayrıca insanın yaşamındaki bu gerçeklikler onun tarihini ve
kültürünü de oluşturmaktadır. Aynı zamanda da günlük yaşam, yalnızca
günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve yinelemenin boyutu
değil, bir yorumlama sistemidir. Bundan dolayı değişen dünya görüşlerine,
teknolojik gelişmelere göre insanlığın var oluşundan bu yana günlük yaşam
içerisinde birçok şey insanı kuşatırken, insan kendi iradesiyle aklını
kullanarak kendisine sunulan şeyler arasında doğru seçimler yapmaktadır.
Artık insan aklı ile içinde bulunduğu hayatı sorgulayıp hayata bakış tercihini
oluşturmaktadır.
Günlük yaşam ayrıca bir toplumun zaman ve mekân değişkenlerine
bağlı olarak değişmektedir. Yüzyıllar boyunca toplumsal durumlar, dini
inanışlar, siyasal gelişmeler, teknolojik değişimler, kitlesel hareketler,
savaşlar, yenilikler, doğrudan ya da dolaylı olarak günlük yaşamı ve kültürü
etkileyip biçimlendirmiştir.
Bütün bu yaşamadaki aniden yaşanan şaşkınlıklar, heyecan yaratan
gelişmeler, sanatçılarında deneysel bir bakış açısıyla ilerlemesine neden
olarak, sanatında her geçen gün günümüze kadar geldiği boyutlarıyla, bir
değişim yaşamasına neden olmuştur. Yeni teknolojilerin üretilmesiyle tarih
boyunca hem günlük yaşamımız, hem de sanat dünyamız içinde değişimler
yaşanmıştır.
ii
İşte çalışmanın getirileceği en son ve en önemli nokta günlük yaşam
sanat ilişkisidir. Günlük yaşam ve sanatın farklı disiplinlerle olan ilişkilerinin
incelenmesi yapılarak, dolaylı ya da dolaysız yoldan birbirleriyle olan
bağlantılarının araştırılması, bu çalışma için önemlidir. Toplumsallaşma
süreci içerisinde sosyo-ekonomik-kültürel değişimler çalışmamızın çatısı için
önem arz etmektedir.
Yukarıda kısaca açıkladığım bu süreçler doğrultusunda “Günlük
Yaşam”dan Görsel Çözümlemeler başlıklı tez çalışmam da her aşamasında,
büyük bir sabır ile her türlü yardım, uyarı ve yapıcı eleştirileriyle çalışmamın
akışının belirlenmesinde büyük emeği geçen tez danışmanım sayın Doç. Dr.
Cebrail ÖTGÜN’e, yine çalışmalarım sırasında benden her konuda maddimanevi desteklerini esirgemeyen sevgili aileme, dostlarıma, bana katkısı olan
ve moral veren herkese içtenlikle teşekkür ederim.
Filiz SELVİ
Ekim, 2010
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖNSÖZ ............................................................................................................i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................ iii
RESİM LİSTESİ .............................................................................................iv
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNLÜK YAŞAM+SANAT+KÜLTÜR........................................................... 4
I.1. KÜLTÜREL PRATİK OLARAK GÜNLÜK YAŞAM.................. 12
I.1.1. Günlük Yaşam “Gerçek” İlişkisi .................................... 31
I.1.2. Günlük Yaşam-Sanat İlişkisi ........................................ 43
İKİNCİ BÖLÜM
MODERN KENT YAŞAMI, KÜLTÜRÜ VE SANAT İLİŞKİSİ....................... 54
II.1. MODERNLEŞME VE GÜNLÜK YAŞAM............................... 63
II.2. MODERN SANATTA GÜNLÜK YAŞAM ............................... 68
II.3. RESİMDE GÜNLÜK YAŞAM ................................................ 71
II.3.1. Seçilmiş Örnek Yapıtlar............................................... 84
II.4. 1960 SONRASI SANAT YAPITLARINDA GÜNLÜK YAŞAM
KONULARI........................................................................ 106
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
UYGULAMA ÇALIŞMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR....................... 125
III.1. Düşünsel ve Biçimsel Açıklamalar .................................... 129
SONUÇ ...................................................................................................... 158
KAYNAKÇA............................................................................................... 161
ÖZET.......................................................................................................... 167
ABSTRACT ............................................................................................... 169
iv
RESİM LİSTESİ
Sayfa No
Resim 1 : Jan Vermeer van Delf, Aşçı Kadın, 1660 Dolayları ...................... 84
Resim 2 : Jean Baptiste- Siméon Chardin, Yemek Duası, 1740 .................. 85
Resim 3 : Pieter de Hooch, Ev İçinde Elma Soyan Kadın, 1663 .................. 85
Resim 4 : Velazquez, Yaşlı Kadın Yumurta Kızartıyor, 1618 ....................... 86
Resim 5 : Mary Cassatt, Teaby’de Beş Çayı, 1880...................................... 86
Resim 6 : Carl Spitzweg, Yoksul Şair, 1839 ................................................. 87
Resim 7 : Francisco Goya, Esto Si Que Leer, 1700’ler ................................ 88
Resim 8 : Francisco Goya, Los Chinchillas,1700’ler .................................... 88
Resim 9 : Francisco Goya, 3 Mayıs, 1808.................................................... 88
Resim 10 : Eugéne Delacroix, Halka Önderlik Yapan Özgürlük, 1830......... 89
Resim 11 : Honoré Daumier, Üçüncü Mevki Vagon, 1863-65 ...................... 89
Resim 12 : Pieter Bruegel, Köy Düğünü,1567-68......................................... 90
Resim 13 : Pierre Auguste Renoir, Maulinde la Galette’de Dans, 1876 ....... 91
Resim 14 : Pierre Auguste Renoir, Tekne Gezisinde Öğle Yemeği, 1880.... 91
Resim 15 : Georges Seurat, La Grande Tatte Adası’nda Bir Pazar Öğleden
Sonra,1885 ............................................................................... 92
Resim 16 : Edward Hopper, Nighthwaks, 1942............................................ 93
Resim 17 : Jean François Millet, Tane Toplayan Kadınlar, 1857 ................. 94
Resim 18 : Fernand Leger, İnşaat İşçileri, 1950........................................... 94
Resim 19 : Gustave Courbet, Günaydın Bay Courbet, 1854........................ 95
Resim 20 : Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885 ............................................. 96
Resim 21 : Claude Monet, İzlenim (Gün Doğumu), 1872 ............................. 98
Resim 22 : Claude Monet, St. Lazare Tren Garı, 1877 ................................ 99
Resim 23 : Andrea Derain, Londra Limanı, 1906 ......................................... 99
Resim 24 : Camillo Pissaro, Sabah Güneşli Bir Havada İtalyan Bulvarı,
1897 ........................................................................................ 100
Resim 25 : Umberto Boccioni, Sokağın Bütün Gürültüsü Evin İçinde,
1911 ....................................................................................... 100
Resim 26 : Ernst Ludwig Kircher, Sokak Sahnesi, 1913 ............................ 101
v
Resim 27 : Max Beckman, Gece, 1918-19 ................................................ 102
Resim 28 : Pablo Picasso, Ağlayan Kadın,1937 ........................................ 103
Resim 29 : Kurt Schwitters, Merzbild 25A, 1920 ........................................ 104
Resim 30 : Richard Hamilton, Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı Çekici Yapan
Nedir?, 1956............................................................................. 111
Resim 31 : Robert Bechtell, Portrero Stroller- Crossing Arkansas Sokağı’nı
Geçerken, 1988 ...................................................................... 112
Resim 32 : Richard Mc Leon, Mackey Maria, 1971.................................... 112
Resim 33 : Richard Estes, Lokanta ............................................................ 113
Resim 34 : Tom Wesselman, Banyo,1963 ................................................. 113
Resim 35 : Andy Warhol, Bıçaklar, 1981-82............................................... 114
Resim 36 : Claes Oldenburg, Hamburger, 1962 ........................................ 114
Resim 37 : Claes Oldenburg, Yumuşak Tuvalet, 1966............................... 115
Resim 38 : Ralph Going, Mermer Tezgah, 1985-89................................... 115
Resim 39 : Martial Raysse, Vizyon Hijyen, 1961........................................ 116
Resim 40 : Daniel Spoerri, Trap Restaurant Şehir Galerisi, 1963 ............. 116
Resim 41 : Fernandez Arman, Birikim, 1962.............................................. 117
Resim 42 : John Salt, Electra, 1969 ........................................................... 117
Resim 43 : John Salt, Beyaz Chevy - Kırmızı Römork, 1975 ..................... 118
Resim 44 : Don Eddy, İki Volkswagen, 1971.............................................. 118
Resim 45 : Don Eddy, H. İçin Yeni Ayakkabılar, 1973-74 .......................... 119
Resim 46 : David Parrish, Motorsiklet, 1971 .............................................. 119
Resim 47 : Andy Warhol, Marilyn Monroe, 1967 ........................................ 120
Resim 48 : Chuck Close, Brad, 2006 ........................................................ 120
Resim 49 : James Rosenquist, F-111 1964-65 ......................................... 121
Resim 50 : James Rosenquist, F-111 ........................................................ 121
Resim 51 : Gerhard Richter, Aile Portresi, 1964 ........................................ 121
Resim 52 : Gerhard Richter, Chrisra ve Wolfi, 1964 .................................. 122
Resim 53 : Burhan Doğançay, Hayat Bir Trafik Sıkışıklığı, 2000 ............... 122
Resim 54 : Burhan Doğançay, St. Patrick’de Gün, 2002............................ 123
Resim 55 : Sigmar Polke, Giornico, 1976 .................................................. 123
Resim 56 : Sigmar Polke, Süpermarket, 1976 ........................................... 124
vi
Resim 57 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 129
Resim 58 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 130
Resim 59 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 130
Resim 60 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 132
Resim 61 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 133
Resim 62 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 134
Resim 63 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 134
Resim 64 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 135
Resim 65 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 136
Resim 66 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 137
Resim 67 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 137
Resim 68 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 138
Resim 69 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 139
Resim 70 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 140
Resim 71 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 140
Resim 72 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141
Resim 73 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141
Resim 74 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 141
Resim 75 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142
Resim 76 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142
Resim 77 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 142
Resim 78 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 143
Resim 79 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 143
Resim 80 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 144
Resim 81 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 144
Resim 82 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 145
Resim 83 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 145
Resim 84 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146
Resim 85 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146
Resim 86 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 146
Resim 87 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 148
Resim 88 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 148
vii
Resim 89 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 149
Resim 90 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 149
Resim 91 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150
Resim 92 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150
Resim 93 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 150
Resim 94 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151
Resim 95 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151
Resim 96 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 ........................................................... 151
Resim 97 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 152
Resim 98 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 153
Resim 99 : Filiz Selvi, Oyun, 2010 ............................................................. 154
Resim 100 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010 ................................................... 155
Resim 101 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010 ................................................... 156
1
GİRİŞ
Günlük yaşam, insanın var olduğu günden bugüne kadar olan, her gün
sürekli olarak düzenlenen rutinlerden oluşan bir yaşam alanıdır. Başlangıç
itibariyle günlük yaşamı, insanın var olduğu gün olarak düşünebiliriz. Ayrıca
bir toplumun zaman ve mekân değişkenlerine bağlı olarak, günden güne,
haftadan haftaya, aydan aya, hatta yıldan yıla yinelenerek devam etmektedir.
Sadece yaşamında büyük bir değişiklikle karşı karşıya kalan kişi, günlük
yaşamındaki rutinlerini değiştirmek zorunda kalmaktadır.
Başlangıçtan günümüze kadar her çağda günlük yaşam içerisinde
çevresiyle ilişki kurmaya başlayan insan, genellikle ailesiyle yaşamaya
başlayıp, gittiği eğitim kurumları, sosyal ve ekonomik çevresiyle ömrünün
sonuna dek yaşamına bir rutin içerisinde devam etmektedir.
Günümüz insanı her şeyi süratle tüketirken, günlük yaşantısı içerisinde
de karşılaştığı farklı imajları yoğun ve yüzeysel biçimde algılamaktadır.
Üretim aletlerinin gelişimi ile başlayan tarihsel süreç, zamanla sanayi
toplumunu yaratmıştır. Buna bağlı olarak da insan değişimlere maruz
kalmakta ve içinde bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmıştır.
Teknolojik gelişme artık kültürel değişimlerin kaynaklarından birisi olmuştur.
İlerleyen süreçlerde ise enformasyon toplumunun oluşumu ile toplumlar bir
başka kültürel durumu yaratarak günlük yaşama etki yapmıştır.
Bu değişimler sadece günlük yaşam tarzlarımızı etkilememiştir. Aynı
zamanda sanat tarihindeki değişimlerden de izleneceği üzere, hem görme
biçimlerimiz üzerinde hem de teknik ve konu bazında etkileri izlenmiştir. Artık
her geçen gün günümüz sanatının geldiği boyutlar hızla değişime uğramakta
ve yeni teknolojilerin üretilmesiyle sanat dünyamız içinde değişimler
yaşanmaktadır.
2
Günlük yaşamdaki bu teknolojik gelişmeler ile birlikte sanat alanında
farklı anlatım yollarının ortaya çıkması, modern sanat örneklerinin oluşumunu
sağlamıştır. Sanat da, toplum yapısı, ekonomik yapı, siyasi düzen, yani
hayata ait her şeyden etkilenip, etkilemektedir. Yinede değişen süreçlere ve
ortaya çıkan farklılıklara rağmen sanat, hep insanın yaşamsal faaliyetlerinin
nasıl sürdüğünün bir kanıtı olmuştur. Bu nedenle sanat, günlük yaşam
tarzlarının gerçeğe en uygun şekliyle görselleştirildiği bir alan olmuş ve bir
süreklilik içinde var olmuştur.
Sanat, mağara resimlerinden bu yana en çok “gerçek” olanla
somutlaştırılmış, ifade edilmiştir. Tabi ki günlük yaşamın gerçek nesnelerle
resmedilse de temelde bu resimlerde amacın nesnelerin maddiliğiyle ilgili
olmadığı da iyi bilinen bir gerçektir. Gerçeği yakalamak kimi zaman bir sezgi,
kavrayış ve yaratıcılık işi olabileceği gibi rastlantıya da bağlı olabilmektedir.
Sanat, tarihin her anına tanıklık etmekte ve etmeye devam edecektir.
Önce günlük yaşam konusu üzerine yaklaşım biçimleri incelenirken,
konuyla ilgili sanatçılar ve yapıtları kapsamlı biçimde araştırılacak, konuyla
ilgili açıklamalarda bulunulmaktadır. 20. yüzyıl ilişkileri içerisinde araştırma
ve uygulama çalışmaları ile desteklenecektir.
Bu
çalışmada
günlük
yaşamın
çevresiyle
kurduğu
ilişkiyi
tanımlayabilmek ve bunu resimsel bir dille irdeleyebilmek amaçları
doğrultusunda, aynı zamanda çalışmanın akışını da belirleyecek olan
değerlendirmelerle, tez çalışmasına yön vermesi açısından aşağıdaki
sorulara yanıtlar aranmıştır.
Günlük yaşam nedir?
Gerçek ile olan yakın ilişkisi hangi düzeydedir?
Günlük yaşam içerisinden konular, sanatçıların yapıtlarında ne şekilde
yansıtılmış ve teknik açıdan farklı disiplinlerde nasıl ifade edilmiştir?
3
Sanat tarihi içinde günlük yaşamı doğrudan veya dolaylı yollarla bir
sorun olarak ele alan sanatçılar ve anlayışlar hangileridir?
Bu tema; modern sanat yapıtlarından başlayarak günümüze kadar
nasıl bir süreç doğrultusunda, sanat anlayışları içerisinde hangi problematikte
ele alınarak görselleştirilmiştir?
Ayrıca uygulama çalışmalarında günlük yaşam, düşünce ve plastik
açıdan en etkin biçimde nasıl ele alınmalıdır veya alınmıştır?
Araştırmada bu soruların yanıtları doğrultusunda çalışma içerisinde,
günlük yaşam tüm boyutlarıyla, hem kültürel açıdan hem de sanatsal bir
sorun olarak dönemsel farklılıklarıyla ele alınmıştır. Günlük yaşamdan imge
veya nesnelerin, görüntülerin sanata ne şekilde yansımış olabilecekleri, bu
temayı işleyen belli başlı sanatçılar ile eserleri ve akımlar incelenmiştir.
Sonuç olarak bir sorunu irdelesin ya da irdelemesin bu konuya
öncelikle panoramik bir bakışla, günümüze kadar günlük yaşamın ve sanatın
geçirmiş olduğu evrime değinmek, günlük yaşamın ve sanatın teknolojinin
etkisiyle geldiği ve gidebileceği noktaları görebilmemiz açısından önem taşır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNLÜK YAŞAM + SANAT + KÜLTÜR
Tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun var olduğu günden itibaren,
hayatın tüm sıradanlığı, çok anlamlılığı, karmaşıklığı içinde her şeyin
acımasız ve hızlı bir yükselişle üretildiği, tüketildiği, her yaşanan günün tekrar
kurulduğu bir “günlük yaşam” içerisinde yaşamaktayız. Günlük yaşam
içerisinden birçok şey insanı kuşatırken, insan kendi iradesiyle aklını
kullanarak A’dan Z’ye kendisine sunulan şeyler arasında doğru seçimler
yapmaya çalışır. İnsan aklı ile içinde bulunduğu yaşamı sorgularken yaşam
bakış tercihini de oluşturur.
Simmel’de, yaşam salt biyolojik seviyeden, zihni seviyeye ve zihin
sırasında da kültür seviyesine ulaştığında içsel bir çatışmanın başladığından
kültürün bütün evriminin de bu çatışmanın gelişmesi, çözümü ve yeniden
ortaya çıkışı üzerine kurulu olduğundan söz etmektedir. Çünkü hayatın
yaratıcı dinamizmi ona dışavurum, biçim ve düzen sunarak, hayatın sürekli
akışını egemen kılarken, artık açık biçimde biz kültüre dair konuşuyoruzdur1
demektedir.
“Toplum tarafından benimsenmiş temel değerlerin farklı toplumsal
konumdaki insanlarca da paylaşıldığı, haklılaştırıldığı ve öğrenildiği kültürel
bir alana işaret eden gündelik hayat, alışverişe çıkmaktan bir görgü kuralı
olarak yemek yeme davranışlarına kadar uzanan özellik gösterir(Brown,
1987:7-9)… Bir hayat biçimini öğreten gündelik hayat aynı zamanda bu hayat
biçimini benimseterek haklılaştırır. Ve yaşanılan hayatı olabilecek tek
toplumsal hayatmış gibi dayatır.”2
1
Georg Simmel, Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma, Yayına Hazırlayan. Ahmet Aydoğan,
İstanbul, İz Yayıncılık, 1999, s. 151
2
Soner Yağlı, “Gündelik Hayatımızda Akıl Tutulması Medya Uygulamalarında Tüketim İdeolojisinin
İzlerini Sürmek”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar,
Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s.2
5
Eğer ki, yaşamda gözlemlediğimiz zamanın uzunluğunu azaltırsak her
günü, yaşananı fark edebilme şansımız doğar. Tarih yaşamda ki önemli
olayları dikkate alırken, günlük yaşamdaki olaylar, insanın zaman ve
mekânda zar zor fark ettiği küçük şeylerdir. Ama bu küçük şeyler, yemek,
giyim, barınma, kısaca yaşamda var olabilmek için insanın yaşamında gerekli
olan şeylerdir ve bu küçük detaylarla bir toplum açıklanabilmektedir. Günlük
yaşamda bu tükettiklerimiz yine biz insanlar tarafından gözlenebilmektedir.
Günlük yaşam, her gün yaptıklarımızdan, tekrarlanan düzensiz olaylardan
oluşurken bu gerçeklikler tarihi ve kültürü de oluşturmaktadır.
Günlük yaşam ve tüketim olguları da; kültür tartışmalarını da
beraberinde getirir. “Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlu’nun
yarattığı her şeydir.”3 Kültür, bir toplumun tüm yaşam biçimini, insanın ortaya
koyduğu, içinde var olduğu tüm gerçeklikler, sosyal etkileşimlerinin ürünü ve
aşağı yukarı insan yaşamının tümünü kapsarken, her insan grubunun da
kendisine özgü bir kültürü vardır.
Yaşamımızda bildiğimiz üzere kültür denildiğinde alışılagelen biçimde
maddi ve manevi olarak kültürü ikiye ayırarak düşünürüz. “Maddi kültür
bilindiği üzere, insan elinin değdiği somut olan her şeydir: Bilinen en eski
maddi kültür izleri Etopya’da bulunan yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine ait taş
aletlerdir. Maddi kültür, insan yaşamını barınması, beslenme, ulaşım, eğitim,
sağlık, savaş, spor, eğlence gibi bütün alanında kullanılan her türlü araç ve
gereçlerdir.
Elbiseden
bibloya,
köprüden
yola;
kapı
tokmağından,
hayvanlarına kadar aklımıza gelen bütün nesnelerdir. Kısaca insan elinin
değdiği insanın şekil verdiği gözle görülür bütün her şey maddi kültür
kapsamına girer. Manevi kültür ise elle tutulur gözle görülür olmayan kültür
unsurlarını içerir. Hepimizin bildiği gibi öğrenilen ve paylaşılan inançları,
kabulleri, değerleri ve bunların yanı sıra davranış beklentilerini ifade eden
3
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8.Basım, 1999, s. 96
6
yazılı ve yazısız normları kapsar.”4 Adetler, gelenek ve görenekler de manevi
kültür içerisine katmaktayız.
Parekh’de bir toplumun kültürünün atasözlerinde, ayinlerinde, toplu
anılarında,
şakalarında,
vücut
dilinde,
törelerinde,
geleneklerinde,
selamlaşma biçimlerinde vb. birçok biçimlerinde yansıdığını, aynı zamanda
sanatında, müziğinde, sözlü ve yazılı edebiyatında, ahlaki yaşamında,
mükemmellik ideallerinde ve iyi yaşam görüşünde de dışa vurulduğunu
söylemektedir. “İnsan yaşamını biçimlendirip düzenlemekle ilgilenen kültür,
kişinin nasıl, nerede, ne zaman ve kiminle yemek yediği, arkadaşlık ettiği,
seviştiği nasıl yas tutup, ölüye ne yaptığı ve ailesine, çocuklarına, eşine,
komşularına ve yabancılara nasıl davrandığı gibi temel edimleri ve ilişkileri
yöneten kurallar ve normlarda da ifade edilir.”5 Evet bir kültürel topluluğun
içinde doğmak, o topluluğun bütün her şeyinden etkilenmek anlamına gelir.
Toplumdaki her şey o toplumun kültürünün bir parçası olmakta ve genel
olarak kültür belli bir toplumdaki her türden inancı, davranışı, değeri ve
nesneyi içine alarak onu temsil eder.
İnsanlık tarihine bakıldığında yüzyıllar boyunca, toplumsal durumlar,
dini inanışlar, siyasal gelişmeler, teknolojik değişimler, kitlesel hareketler,
savaşlar, yenilikler, doğrudan ya da dolaylı olarak günlük yaşamı ve kültürü
etkileyip, biçimlendirmiştir.
Üretim aletlerinin gelişimi ile başlayan tarihsel süreç, zamanla sanayi
toplumunu yaratmış, bunlara bağlı olarak insanda değişime maruz kalarak,
içinde bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmıştır. Artık teknoloji büyük
kültürel değişimlerin kaynaklarından birisi olmuştur. Daha sonraları ise insanı
4
Beylü Dikeçligil, “Türkiye’de ve Dünya’da Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel
Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara,
Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 40
5
Bhikhu Parekh, Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek: Kültürel Çeşitlilik ve Siyasi Teori, çev.
Bilge Tanrıseven, Ankara, Phoenix Yayınevi, 1. Baskı, 2002, s.185
7
etkileyecek olan Enformasyon toplumu bir başka kültürel durumu yaratarak
günlük yaşama etkide bulunmuştur.
Kitle iletişim araçları, bir kültürün inanç ve etkinliklerini yönlendirmekte
olup, doğrudan doğruya o kültürün yapısına işlemektedir. Günlük yaşam
içerisinde ise içinde bulunduğu koşullarla da bağlantılıdır.
“Para,
medya
ve
popüler
eğlence
artık
kültürel
etkinliklerin
finansmanını sağlayıp bizi kültür konusunda bilgilendirmekle kalmıyor,
kültürel değerleri biçimlendiriyor, hatta yaratıyor. Bizim toplumumuzda onlar
ne derse ‘kültür’ o oluyor. Çağdaş kültür, kitle zevkini tatmin etmeli, yani
biçimi çok karmaşık olmamalı, anlamı şeffaf olmalı. Birey olmamıza yardım
etmek yerine, bizi kalabalıklar içinde bir araya getirmeli, çünkü birey olmak
bizi birbirimize yabancılaştırabilir. İşte bu nedenle, kitle beğenisi ve onu
besleyen para, medya ve eğlence, kültür üzerinde entropik bir etkiye
sahiptir.”6
“Gündelik hayatın değerlendirilmesine tüketim ve onun yaşama
geçirdiği kültürün, siyasal anlamda edilgen bir alıcı kitlesi yaratarak totaliter
rejimlere uygun bir toplum meydana getirecek biçimde popüler kültüre kucak
açtığı söylenebilir. […) parasını ödeyen herkesin tüketmesi için […] sahte
mutluluklar yaratır. […] bu kültürün en büyük destekçisi de medyanın
kendisidir.”7
Günümüz insanı da, sanayi devrimi ile başlayan ve her alana yayılan
hızlı bir değişimin içinde halen yaşamaktadır. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan
bu hızlı teknolojik değişim insanı tarım kültüründen koparmıştır ve günlük
yaşamdan sanata, kültürel yapıya kadar insanın bütün değer sistemlerinde
değişime yol açmıştır. İnsan makineleşmiş yapay bir dünyaya itilmiştir ve
6
Donald Kuspit, Sanatın Sonu, çev. Yasemin Tezzgiden, İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 2006,
s.189
7
Yağlı, a.g.m, s. 25
8
burada yaşamını devam ettirmektedir. Gelişen teknoloji ile hızla yayılan
iletişim araçları insanın yaşam koşullarını, davranış biçimlerini etkilemiştir.
Teknolojik gelişmelerin sonucunda sosyal yaşamdaki her şeyin imajlardan
oluşması
günlük
yaşam
koşullarını,
davranış
biçimlerini
etkilemiştir.
Teknolojik gelişmelerin sonucunda sosyal yaşamdaki her şeyin imajlardan
oluşması günlük yaşama yeni bir boyut kazandırmıştır. İletişim araçlarındaki
hızlı ilerleme kitlelerin beğenisini etkilemiş ve dijital teknolojiler sayesinde tüm
imgeler göstergeler haline gelmiştir.
Teknoloji tarih boyunca insanın günlük yaşamına kolaylıklar getirirken,
dünyada ulaşılamayacak hiçbir nokta da bırakmamıştır. Teknoloji ile birlikte
bütün kültürler iç içe geçerken, beraberinde de bir kültürsüzleşme, bir
aynılaşmayı da başlatmıştır. Gelişmelere göre insanlığın varoluşunun
başlangıcından bu yana günlük yaşam tarzları değişiklik göstermiştir. Günlük
yaşamdaki teknolojik gelişmeler, sanat alanında özgürleşen sanatçı- filozof
tiplerinin oluşmasına ve çağdaş sanat örneklerinin oluşumunu da sağlamıştır.
İşte sanat da, toplum yapısı, ekonomik yapı, siyasi düzen ve hayata ait her
şeyden etkilenmekte ve etkilemektedir.
“(…) sanat eserini gerçekleştiren sanatçı, içinde bulunduğu çağın
düşünce sistemini, insan duygu ve düşüncelerini ortaya koymakta ve her
çağın kendisine özgü sanatını yaratmaktadır. Primitif dönemlerin, Ortaçağın,
Rönesans’ın, İzlenimciliğin ve çağdaş sanatın şekillendirdiği, birçok farklı
yaklaşımın ortaya çıktığı, modern insanın kendisini ortaya koyduğu çağdaş
sanat olgusu bu gelişimi ortaya koymaktadır. Her dönem için problem olan ve
çözmeye çalışılan bu olgular yerini bir sonraki dönemin farklı değerlerine
bırakmaktadır. Sanatçı ise; içinde bulunduğu dönemden kendisini her ne
kadar soyutlamaya çalışsa bile sonunda ortaya koydukları da aynı
problemleri taşımaktadır.”8
8
Leyla Varlık Şentürk, “Varoluşçuluk Felsefesi ve Resim Sanatı”, Anadolu Sanat Süreli Yayın ve
Kültür Dergisi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Sayı 9, Mart, 1999, s.164- 165
9
Dış dünyanın temsili, onun algılanması yolunda yeni biçimler öneren
sanat, bir sanatçının yaşadığı toplumdaki insanları, tarihsel ve toplumsal
gelişmelerin gerçekleri ile olayların gerçek anlamlarını anlatırken, insanların
günlük yaşamlarındaki duygulanımlarını da açığa çıkartmaktadır.
“(…) Sanatçı, atölyeden ve atölyenin düşüncelerle dolu yalnızlık ve
sessizliğinden ayrılarak, insanın kendi düşüncelerini bile duyamadığı
gürültülü sokağa çıktıktan bu yana atölyenin kaderi ne oldu? Sokaktaki
günlük olaylar yaratıcı edimlermiş gibi görünmeye başladığında ve sanat
yaratmak için özel bir mekâna ihtiyaç olmadığına işaret ettiğinde atölyeye ne
oldu? Atölyenin simgelediği hayal gücüne dayalı yaratıcılığa, sokağın şans
eseri ortaya çıkan yaratıcılığı el koydu”9 ve günlük yaşamda, kalabalıklar
içinde akıp giden yaşamda, sanat açık bir biçimde gündelik olanı kucakladı.
Sanatta yansıtma, bir başka yönden insanın sürüp giden günlük
yaşamının, sıkıntılarını, sevinçlerini, heyecanlarını, insanlarda yine bu
duygulanımlarını arttırarak uyandırmak amacıyla oluşmakta ve böylece
insanların doğal yaşamının yine doğal yönleri belirlenmiş olmaktadır.
Sanatçılar ve sanat eserini gerektiği gibi algılayabilenler, toplumun
tarihsel,
kültürel
yapısını
bir
dayanak
noktası
olarak
kabul
etmek
zorundadırlar; çünkü toplumun içinde bulunduğu dönem ve koşullar, ister
istemez eserlerine de yansıyacaktır. Bu nedenle belirli bir tarihsel dönem
içinde çeşitli sanat dallarının değişik ürünlerinde daima bir ve aynı havanın
bulunduğu söylenebilir. Toplumun yapısı ve işleyişiyle, aynı zamanda tarihsel
koşulları ile bu denli yakın ilişkisi olan sanat olgusuna sosyolojik bir açıdan
yaklaşmanın önemi ortadadır. Her ne kadar, ilk bakışta konudan uzaklaşmış
gibi görünse de, sanatın sosyolojik işlevleri gerek sanat eserinin oluşumunda,
gerekse topluma sunuluşunda kendini açıkça ortaya koyar. Diğer kültür
olguları gibi toplum içinde yer alır.
9
Donald Kuspit, a.g.e, s. 192
10
“Sanat, dünyayı hissetme biçimimizi değiştirir ve zenginleştirir hep:
Başta ressamlardır ki, nesnelerin ya da eylemlerin en basit, en sıradan
güzelliklerini görürler ya da tasarlarlar. Böylece ne kadar az figüratif olursa
olsun, bizi dünyadan koparmak değil, dünyaya duyarlı kılmak için yapılmıştır
sanat. Gündelik gerçeklik, çıkış noktalarımızın, alışkanlıklarımızın ve
ihtiyaçlarımızın
dışında
belirdiği,
bir yeni dikkati uyandırdığı
andan
başlayarak yükseltici bir rol oynar sanat.”10
Sanat eserleri, din, bilim, teknoloji vb. diğerleri hayatın akışında bu
ürünlerin özgün bir nitelikleri vardır. Hayatın kendisinin hızlı ritminden, onun
yükseliş
ve
çöküş,
sürekli
yenileniş,
sürekli
bölünüş
ve
yeniden
bütünlenişinden ayrı olarak sabit biçimlere sahiptirler. Bu ürünler bazen inşa
edildikleri anda belki de hayatla iyi bir uyum içinde, bazen de yaşam devam
ederken varlıklarını sürdürürken, katı hale gelmeye eğilimli olup hayattan
uzaklaşırlar. Bu da kültürün bir tarihe sahip olmasının sebebidir. Yaşamın
zihinde var olup dönüşmeye başlamasıyla bu yapıları sürekli olarak
yaratmakta iken hayat durmaksızın akıp gitmektedir. Er ya da geç yaşamın
güçleri bunların ürettikleri her kültürel biçimi aşındırır ve bu kültürel biçimlerin
dönüşümü en geniş anlamıyla tarihin konusudur.
“Dünyanın değiştiği düşüncesi, ilerlemesi, tarih şemasının bütün
düşünce sürecimizi esir aldığı, gündelik yaşamımızın saatin tik takları
arasında öğütüldüğü bir dünya da neredeyse her dakika geçen dakikaya
nazaran yeniden kurulmak üzere kaçınılmazlaştı. Saatin tik takları arasında
harcadığımız yaşam, her gün binlerce mesaja değişiyor ve geçiyor: Bu
durumun bizi bir heyelanın içine attığını inkâr etmek gerçekten zor. Sıradan
ve sahici bir birey için kaçınılmazlaşan bu durum, bilim için çözülmesi ve
yeniden kavramlaştırılması gereken ileri derecede modern karmaşadan
10
Server Tanilli, Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş, İstanbul, Alkım Yayınları, 12. Basım,
2006, s. 207
11
başka bir şey olamaz. […] Her ne kadar saatin tik takları gündelik yaşamımızı
öğütüyorsa da; kalanı siyasetin zikzaklarına teslim etmeyebiliriz.”11
İnsanoğlunun yaşam tarzlarını belirleyen değişim ve gelişmeler
mutlaka devam edecektir ve devam ederken de günlük yaşamı-kültürü-sanatı
da etkileyecektir. Sanat ve kültürde toplum yaşam tarzlarını, zevkleri,
beklentileri dönüştürecektir.
11
Mustafa Bayram Mısır, Balta; Modernizm, Postmodernizm ve Sol, Ankara, Öteki Matbaası, 1.
Basım, 1998, s. 10- 14
12
I.1. KÜLTÜREL PRATİK OLARAK GÜNLÜK YAŞAM
“Gündelik yaşam kültürü tıpkı yoksulluk gibi, içindeki koşullarla
bağlantılı somut bir şeydir.”12
Günlük yaşam, yalnızca günlük olayların ve hareketlerin toplamı,
sıradanlığı ve yinelemenin boyutu değil, bir yorumlama sistemidir. Bundan
dolayı değişen dünya görüşlerine, teknolojik gelişmelere göre insanlığın
varoluşunun başlangıcından bu yana günlük yaşam tarzları değişiklik
göstermiştir. Günlük kavramı ise insanlar için çoğu zaman rutini ifade eden,
hem bir aynılığı, hem de ayrı bir algılama alanını oluşturmuştur. Ancak insan
ve zaman farklılıklarına göre her defasında değişen nesneye bakış açısıyla
birlikte farklı bir yaşamsal ilişkiyi ortaya koymuştur.
“Gündelik derken her gün olan düşünülür; her gün işe gideriz, her gün
aynı insanlarla karşılaşırız, her gün aynı saatte işten ayrılır, eve ulaşır, yemek
yer, televizyon seyreder, uyuruz ve saire […] Genellikle gündelik yaşam için
tüm bunların toplamıdır denir. Elbette başka ayrıntılar hatırlanır, nasıl
konuştuğumuz, neler yediğimiz, nelerden hoşlandığımız da girer gündelik
yaşama. Gündelik yaşam nedir? sorusuna genellikle kişisel yaşamlardan,
kişiye özgü ayrıntılardan çıkarak cevap verilmesi ilginç değildir. Çünkü
gündelik yaşam bir sıradanlığı, bir rutini, bir değişmezliği işaret eder. ‘Nasıl
gidiyor?’ sorusuna ‘hep aynı’ ya da ‘fena değil’ diye bir cevap veririz, böyle
cevaplar verenleri de sıklıkla duymuşuzdur. Hemen herkes süre giden
hayatını özetleyerek bir cevap verir. İlginç bir şey yoktur hayatımızda,
önemsediğimiz anlar ya da olağanüstü durumlar dışında bir yeknesaklık
içinde yaşadığımızı biliriz. Politik olarak sıradan insanları yücelten, onları öne
çıkartan siyasi ve kültürel akımların ilgileri dışında o yeknesaklık ne
konuşulur ne de hatırda tutulabilir.”13
12
Nurçay Türkoğlu, Görü-Yorum: Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü, İstanbul, Der Yayınları,
2000, s. 10
13
Levent Cantek, Cumhuriyetin Büluğ Çağı: Gündelik Yaşama Dair Tartışmalar(1945-1950),
İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2008, s.14
13
Lefebvre’ye
göre
ise
gündelik
olan
şöyle
bir
tanımlama
ile
açıklanmıştır. “Orada her şey hapsedilir. Çünkü orada her şey sayılır: para,
dakikalar. Her şey metreyle, kilogramla, kaloriyle ölçülür. Sadece nesneler
değil, aynı zamanda yaşayanlar ve düşünenler de. Hayvanların ve kişilerin bir
demografisi olduğu gibi, şeylerinde (onların sayılarını ve varoluş sürelerini
ölçen) bir demografisi vardır. Ve bu arada insanlar doğarlar, yaşarlar ve
ölürler. İyi ya da kötü yaşarlar. Gündelik hayata, hayatlarını çifte anlamda
(varlığını sürdürmek, sadece varlığını sürdürmek veya dolu dolu yaşamak)
kazanırlar ya da kazanamazlar. Gündelik hayatta, şimdi ve burada zevk alınır
veya acı çekilir.”14
“Lefebvre’ye göre; günlük yaşam tüm çelişkilerin, belirlenmiş yaşam ile
yaratıcı yaşam arasındaki çatışmanın, yabancılaşmanın ve özgürleşmenin
alanı15” ve benzer davranışlarımızla sürekli olarak günden güne, haftadan
haftaya, aydan aya ve hatta yıldan yıla yinelenerek devam ederken, hafta içi
günlerimiz, hafta sonları günlerinden farklı geçmesi de bu düzenden
kaynaklanmaktadır. Eğer ki yaşamında büyük bir değişiklik geçirmekle karşı
karşıya kalan kişi, günlük yaşamındaki rutinlerini de değiştirmek zorunda kalır
ve yeni bir düzene geçer.
Lefebvre’ye göre günlük yaşamdaki değişiklikler, geneldeki değişimin
ölçütünü oluşturmaktadır” […] Ona göre, günlük yaşamın değişimi, üretici
güçlerin yüksek gelişme düzeyine bağlıdır. Yabancılaşma sadece sömürüye,
artı
değerin
genişlemesine
değil,
ama
daha
temelde
işbölümüne
dayanmaktadır. Bu nedenle uzun süreden bu yana, dikkatini en gelişmiş
kapitalist
toplum
olarak
düşündüğü
Amerikan
toplumuna
yöneltmiş
durumda”16dır.
14
Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz, İstanbul, Metis Yayınları,
1. Basım, 1998, s. 28
15
Henri Lefebvre,Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, çev. Emirhan Oğuz,
İstanbul, Belge Yayınları, 1. Basım, 1995, s. 54
16
Lefebvre, Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, s. 54
14
Günlük yaşam, bir toplumun zaman ve mekân değişkenliklerine bağlı
olarak değişmekte ve kendi iç bünyesinde geliştirdiği iktisadi kültürel ve dini
pratiklerin birbirleriyle örtüşerek belli bir tarih kesitinde somutlaşmasıdır. Bu
iki değişkenden bağımsız bir toplumsal organizasyon var olamayacağı gibi
konusu günlük yaşamın kültürel tabakalaşmasını çözümlemek olan bağımsız
bir yöntemden de söz edilemez. “Yöntemin hareket noktası, değişkenlerin
belli pratikler üzerindeki dolaylı ya da dolaysız etkilerinin önem sırasına göre
saptanmasıyla bulunur. Zaman öğesi, en genel anlamda gündelik hayat
pratiklerinin bir süreç boyunca çözülme ya da bütünleşme doğrultusunda
gösterdikleri farklılaşmaları ifade eder. Buna karşılık mekân öğesi, söz
konusu farklılaşmaların gündelik hayat içinde işlevselleşebildikleri somut
sınırları belirler. Yöntem sorunun bir diğer önemli noktası da, zaman ve
mekân değişkenliklerinin gündelik hayatın hangi yerleşim biriminde toplumsal
yapının prototipini kuşatabilecekleridir. Gündelik hayatı şehir ölçeğinde
gözlemlemek, aşırı işlevselleşmenin ortaya çıkarttığı çok katlı kültürel
tabakalaşmanın kimi özgül oluşumları perdelemesi karşısında, salt görünür
olanı tasvir etmek sonucunu doğurur. Öte yandan daha dar bir ölçeğin seçimi
ise saf ve bozulmamış bir kültür romantizmine yol açabilir. Bu sakıncaları
giderebilmek için gündelik hayatın dar ve geniş ölçekleri arasındaki kültürel
geçişi sağlayabilen ve toplumsal yapının prototipi olma özelliğini koruyan bir
yerleşim biriminden hareket etmek yöntemsel açıdan daha tutarlı bir
yoldur.”17
Bugün hala toplumsal ve günlük yaşama şekil veren üç önemli faktör:
bilim, teknoloji ve endüstri’dir. Her geçen gün teknolojik ilerlemelerle hem
günlük
yaşamımız
yaşanmaktadır.
değerlerimize,
Bu
hem
de
değişimler
günlük
sanat
dünyamız
sadece
yaşamlarımıza
yaşam
değil
içerisinde
değişimler
tarzlarımıza,
aynı
zamanda
sosyal
görme
biçimlerimize de yön vermektedir.
17
Ekrem Işın, İstanbul’da Gündelik Hayat: İnsan, Kültür, ve Mekan İlişkileri Üzerine
Toplumsal Tarih Denemeleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, 2006, s. 73
15
Sanayi toplumuna geçişle beraber insanlar bilinçlerinden yer ve zaman
kavramlarını yitirmesi ile kuru, katı, acımasız, sevgiden uzak bireylere
dönüşmüştür. Özellikle büyük kentler, tek düze bir yaşam süren ve bu
nedenledir ki, her bakımdan kendini yitiren insanı simgelemektedir. Kentlerde
yaşam, kırsal kesimlerden hızlı akmaktadır ve her an insanlar değişik
durumlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Kırsal yaşamın o doğal akışına
hiçbir zaman kentlerde rastlanmaz. Birey artık topluma, hatta kendisine bile
yabancılaşmaktadır ve çağın sert koşulları içinde kalıplaşmıştır. Sevgi,
acıma, anlayış gibi insani duygular yerini öfkeye bırakmıştır. Birey, günlük
yaşantının içinde her zaman var olan olumlulukları ya da olumsuzlukları
kendine özgü boyutlarla yaşarken, içinde bulunduğu yaşamın bütün
karşıtlıkları, onun psiko-sosyal dünyasının da biçimlenişinde belirleyici etkin
bir rol oynar. Örneğin; iş ortamı, yaşanılan bir olay, bir görüntü, izlenen bir
film vb.
İlkel insanın her şeyiyle doğaya bağlıydı ve bir takım yiyecek, giyecek,
yakacak vb. gibi yaşamsal gereksinimlerini karşılayabilmek için ilkel insan bir
üretim etkinliği içerisine girmek durumundadır. Bunun içinde sürekli olarak
kullandığı aletleri geliştirmiştir ve zamanla bu gelişime bağlı olarak doğayla
bağı kopmaya başlamıştır. Taş aletler, buhar makineleri, elektrik enerjisi
derken, zamanla büyük sanayinin doğmasına yol açmıştır.
Sanayi toplumundan önceki dönemde, görüldüğü gibi insan kendisini
doğadan ve doğduğu andan itibaren zorunlu olarak bağlı bulunduğu
toplumsal bağlardan koparma olanağına sahip olmamıştır, tabi ki bu süreç
üretim aletlerinin gelişmesi ve sanayi toplumunu yaratmasına kadardır. İnsan
artık günlük yaşamı içerisinde de sürekli gelişim içindedir, kendisini içinde
bulunduğu koşullara ayak uydurmaya çalışmaktadır, fakat bir yandan da
halen doğayı ve yaşam koşullarını değiştirme mücadelesi vermektedir. İçinde
bulunduğu koşullar insana biçim vermekte, insanda yarattığı kültürle içinde
bulunduğu koşulları biçimlendirmektedir. Kültür, sanat ve düşün alanlarında
gelişmeler yaratmıştır. Üretimin sürekli gelişmesi ile toplumsal iş bölümü üst
16
seviyelere çıkmıştır. Artık ekonomik yapı farklılaşırken modern sanayinin
oluşum koşulları gelişmeye başlamıştır. Bireyciliğin gelişimi toplumsal kültürü
de etkisi altına almıştır, insanların zevkleri farklılaşmaya başlamış; sanat,
edebiyat, felsefe de bu gelişmelerden kendisine düşen payı almıştır. Hızla
gelişen yaşam tarzları, eski geleneksel yaşamın değerleriyle çatışır, tehdit
eder hale gelmiştir. Artık kendini doğadan ve toplumsal yaşamını sınırlayan
asal bağlardan kopararak bireyselleşmiş ve çağdaş birey doğmuştur. Aynı
zamanda sanat ve düşün alanlarında da bu gelişmelerin yansımaları
görülmektedir.
Çağdaş anlamda bireyin ortaya çıkışı Ortaçağ toplum yapısının
yıkılması ve kapitalist topluma geçiş dönemidir. Ortaçağ dünyasından
Rönesans’a geçişle yaşamda oluşan farklılıkları şöyledir. “Ortaçağ öbür
dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki
kurtuluşa önem veriyordu. Bunun anlamı, insanın öbür dünya nimetlerinden
vazgeçmesi ve bu dünyanın nimetlerine önem vermesi oluyordu. Ortaçağ
doğmalarının, yerini, yeniçağda bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal ve
mülk alıyordu. Ortaçağda eserlerine imzasını atmayan sanatçı, bu çağda yeni
Rönesans’ta artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını
da atacaktı”18.
Fransız devrimiyle birlikte birey insanca gelişimine engel olan eski
toplumsal yaşam içindeki asal bağlardan kendini koparmıştır. Teknikteki
gelişmeler hiç daha önce olmadığı kadar hız kazanınca, tarım kültürünün
temelleri sarsılmış ve insan topraktan kopmaya başlamıştı. Sanayinin
gelişmesi sosyal yaşamı temelinden değiştirmişti. Artık köyden kente göçler
başlamış ve endüstri merkezlerinde yığılmalar görülmüştü. Aslında insan
makineleşmiş yapay bir dünyada yaşamaya zorlanmış, insan topraktan
kopmuştu ve günümüz sosyal konutları, süpermarketler, alışveriş merkezleri,
üst üste yığılmış binaları ile endüstri düzeyinde bir yaşam biçimi oluşmuştur.
18
Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8. Basım, 2000, s. 344
17
Parekh; bir toplumun kültürünün teknoloji, fetihler, savaşlar hatta doğal
afetler gibi birçok başka etkene tepki olarak, genellikle anlayamadığı, fark
edemediği bir biçimde değişebileceğini söylemiştir.”19
Sanayi toplumu ile ortaya çıkan ve hızla gelişen teknoloji ve hızla
yayılan iletişim araçları insanların günlük yaşamlarını ve davranış biçimlerini
etkilemekte, aynı zamanda kitle iletişimi teknolojik bir nimet olsa da ciddi bir
tehlike ile insanı karşı karşıya bırakmaktadır. Herkes dünyanın her yerinde
aynı şeyleri, aynı anda tüketebiliyor ve takip edebiliyor.
“Marx’ın eşsiz bir kavrayışla ifade ettiği gibi, teknoloji büyük kültürel
değişimlerin kaynaklarından biridir. Tüm büyük teknolojik değişimler, hem
üretim süreçlerini hem de ilişkilerini dolayısıyla da toplumun ekonomik, politik
ve kültürel düzenini etkiler. Yeni disiplin biçimleri, yeni alışkanlıklar ve mizaç
özellikleri, yeni gücü yapılandırma ve kullanma biçimleri ve yeni işbirliği türleri
gerektirir. Aynı zamanda boş zamanı arttırabilir, yeni kurallar ve toplumsal
ilişkiler yaratabilir. Cinselliğin anlam ve önemiyle üreme ilişkilerinde, yeni
üreme
teknolojisiyle
ortaya
çıkan
büyük
değişimler
tartışmaya
yer
bırakmayacak kadar açıktır. Televizyon kullanılmaya başlanması kadar basit
ve açıktır…”20
Üretim alanındaki teknik gelişmeler, üretimi hayal edilemeyecek
boyutlara çıkartırken, bireylerin günlük yaşamlarındaki çalışmaya ayrılan
zamanlarında azalmalara yol açmıştır. İnsana daha az ihtiyaç duyulması ile
birlikte boş zamanlar artmış ve modern toplumu en iyi karakterize edecek
özellik ise boş zamanların artması ile boş zaman merkezli bir yaşam
biçiminin ortaya çıkması olabilir.
Toplumsal yaşamda önemli bir yer tutan ve günümüz toplumunda da
varlığına
19
20
en
çok
Parekh, a.g.e, s. 196- 197
Parekh, a.g.e, s. 197
gereksinim
duyulan
bir
alandır,
boş
zamanlar.
18
Endüstrileşmiş ya da endüstrileşme yolunda olan toplumlarda iş saatlerinin
azalması bu alanın artmasına yol açmıştır. İşte boş zaman özerk bir yaşam
alanı olarak ortaya çıkışının tarihi endüstri devrimi ile başlamıştır denebilir.
Endüstri devriminden önceki toplumlarda da boş zaman olarak algılanan ve
tüketilen yaşam alanları mutlaka vardır fakat bu alan net çizgilerle ayrılmış
değildir.
İlkçağ batı toplumlarında boş zamanın özerk bir alan olarak
belirmediğini, çalışma ve eğlence zamanıyla birbiri içine geçmiş durumda
olduğunu söyleyebiliriz. İlkçağ toplumlarında olduğu gibi Ortaçağda durum
bundan farklı değildir. Çalışma ve boş zaman net çizgilerle birbirinden
ayrılmış değildir. Günlük yaşamda çalışma aile ya da gruplar arasında
baskılardan uzak, zorlayıcı olmayan ve daha çok ritüel ve eğlenceli bir
görünümde ilerlemektedir. İlkçağdaki gibi ortaçağda da boş zaman kendine
özgü değerler ve bir yaşam kalıbı olarak kültürel bir tabana da sahip değildir.
“Boş zamanın çalışmadan farklı bir alan olarak ortaya çıkması
ortaçağa özgü toplumsal, ekonomik ve kültürel yapını dönüşmesi ile atbaşı
gitmiştir. Endüstrileşme, teknik ve bilimsel gelişmeler beraberinde söz konusu
olgulara endeksli toplumsal, kültürel ve siyasal yapılanmalara yol açmıştır.
Örneğin, toplumun dokusu, işleyiş mantığı, insan ilişkileri, çalışma yaşamı,
örgütleşme, yönetim ve etkinlik alanları büyük ölçüde endüstrinin öngördüğü
toplumsal yaşam tasarımına uygun olarak biçimlenmiştir.”21
“Bugün modern toplum için boş zamanın gerçek anlamı giderek
rasyonelleşen teknoloji toplumunda yaşayan bireylerin günlük yaşam
zorunluluklarının getirdiği sıkıntı, gerilim ve stresten arınabilecekleri adacıklar
olmasıdır. Kapitalist uygarlığın doğup gelişmesiyle ev ve tatil olarak iki tür
adacık ortaya çıkmış durumdadır. İşin sıkıcılığı ve otoriteryen doğasına
21
Ömer Aytaç, “Kent ve Boş Zamanlar”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler:
I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları,
1. Baskı, 1994, s. 342
19
karşılık, birey, söz konusu atmosferden kaçarak, sığınabileceği, içsel
doygunluğu
ve
rahatlamayı
mümkün
kılan,
duygusal
ve
ruhsal
gereksinmesini tatmine yarayan rahat mekânlara sığınmak ister. Bu mekânlar
kısmen ya da göreli olarak dışsal baskı ve müdahalelerden daha az etkilenen
ve bireysel devinimi mümkün kılan ev ve tatil zamanlarıdır. Dolayısıyla ev ve
tatil, temeldeki işlevleri yanında birde kapitalist çalışma ve yaşama tarzının
alıklaştırıcı etkilerine karşı duran exstra eşlevlere sahip olmuştur. Özellikle
ev, zorlanan insanın sığındığı tek kale olmaktadır. Evin exstra işlevinde
esaslı nokta, bireyin kendisini dinlemesini bireysel bilincin farkına varmasını
ve
hayatının
bütünselliğini
korumasında
bu
bilinç
dinginliği
sürekli
taşımasında etkili olmaktadır.”22
Modern dönemden önceki dönemlerde boş zamanlar özerk bir alan
değildi, fakat modern toplumda boş zamanların değerlendirilmesi, bireylerin
özgür seçimlerinden çıkmakta ve daha çok eğlence endüstrisi ve tüketim
ekonomisi tekeline girmektedir. Özerk bir alan olarak beliren boş zamanların,
eğlence endüstrisi ve tüketim ekonomisinin eline geçmesi ile birey dışı
faktörlerin tekeline girdiğini göstermektedir. Boş zaman artık yaşamdaki
gereksinimler arasına girmekte ve modern hayatın yorgunlukları, eğlenmeyi,
hoş vakit geçirmeyi; gevşemeyi gerekli kılmakta ve modern günlük yaşamın
hızlı temposundan kaçarak bir tatil zamanı yaratmaktadır. “Bir olay gazeteci
ve sıradan yazar tarafından izlenen boş zaman teorisyenleri, bunu bıkıp
usanmadan söylediler. Tüm toplum ölçeğinde yeni bir görüngü olan tatiller bu
toplumu değiştirdiler, kaygıların odağı haline gelerek bu kaygıları yerlerinden
ettiler”23 demişlerdir.
“Şu noktalara dikkat etmek gerekir: Gerçekliği sabitler ve düşünceyi bu
dondurulmuş kategoriler içinde durağanlaştırırsak, önümüzde bir karşıtlık
tablosu belirir. Her terim saydam bir ilişki içinde ötekine göndermede bulunur.
Dinlenme, çalışmanın, çalışma dinlenmenin karşıtıdır. […] Boş zaman işin, iş
22
23
Aytaç, a.g.m., s. 350
Lefebvre, a.g.e., s. 58
20
boş zamanın ikamesidir. Yolculuğa çıkmak ve gündelik hayattan kopmak
(tatil), gündelik hayatın ikamesidir. Bunun tam terside doğrudur…”24
Günlük yaşam içerisinde var olan, fakat saklı bulunan bir yaşam
alanımız ise ‘özel yaşam’dır. “Özel yaşamın gündelikliği, günler, haftalar,
aylar arasına sıkışmış yorgunluk sonrası kısa bir dinlenmedir. Herkes için
yaşamın anlamı, anlamdan yoksun yaşamdır; kendini gerçekleştirmek,
tarihsiz bir yaşama tam gündelikliğe sahip olmak demektir. Fakat aynı
zamanda onu görmemek ve mümkün olduğu andan itibaren ondan kaçmak
demektir.”25
“Gündelik hayatı bir kent gibi düşünürsek, nasıl bir kenti meydana
getiren yollar, mekânlar, ağaçlar ve insanlar varsa bu hayatında sarmaladığı
ve etkilediği geniş bir arazi vardır. Siyasal olanla ekonomik olanın iç içe
geçmesi, hatta ekonomik olanın kendini dayatması, bu gündeliklik içinde
tanımlanma zorunluluğunu doğuran başka kavramları beraberinde getirmiştir.
Tüketim ve Kültürü. Gündelik hayat içinde neredeyse tek amaçmış gibi
kurgulanan/sunulan tüketme düşüncesi medyanın yarattığı anlamlar dünyası,
sonucu kendini sürekli üretmekte ve pekiştirmektedir.”26
Bütün sanayi toplumlarında aşağı yukarı herkesin yaşamı aynı çizgide
şekillenmektedir. Hepimiz çekirdek aile dediğimiz anne ve babadan oluşan
bireylerin bulunduğu ailede dünyaya geldik. Belli bir yaşam sürecini burada
geçiren bireyler, “(…) çocukluğunun belli bir bölümünü orada geçirdikten
sonra, topluca fabrika gibi okullara giderler, oradan da devlete ya da özel
teşebbüse ait dev bir kuruluşa girerler. Bu hayat biçiminin her bölümünün
anahtarı, sanayi toplumunun kurumlarından birinin elindedir. Nasıl fabrikalar
24
Lefebvre, a.g.e, s.124
Lefebvre, a.g.e, s. 123- 124
26
Yağlı, a.g.m, s. 8
25
21
milyonlarca evde kullanılmak üzere aynı maldan üretirlerse, kitle haberleşme
araçları da milyonlarca kafaya sokulmak üzere aynı mesajı üretirler.”27
Toplumların kitleleşme aşamasının 19. yüzyılda başlayıp 1960’ların
sonlarına
kadar uzanan
bir süreci kapsamakta
olduğunu
rahatlıkla
söyleyebiliriz. Kitleler ise kitle iletişim araçları ile birlikte sınırsız sayıda aynı
mesaj karşısında kalmaktadır.
20. yüzyılda sosyal değişmeyi zorlayan güç ise teknoloji iken, 21.
yüzyıla doğru hızlı bir değişimin içinde yaşanmaktadır ve yeni bir yüzyılın
eşiğinde evrensel bir eşzamanlılıkla toplumların günlük yaşamını etkileyecek
yeni bir kültürel durum ya da aşama ile karşılaşılmaktadır. Bu yeni kültürel
durum ya da aşama sosyal tarih sürecinde, tarım toplumu ve sanayi
toplumundan
sonra,
yine
toplumların
tarihi
temellerinde
biçimlenen
‘Enformasyon Toplumu’ meydana gelmiştir. Bu toplumun geleceğini teknoloji
ve teknolojik güç belirlemektedir.
“Toplum
ve
kültürdeki
hızlı
dönüşüm
ve
değişmenin
tasviri
bağlamında, 21. yüzyıla doğru yapılanan “Enformasyon Toplumu”, sanayi
toplumu temelinde gelişen ancak, ondan farklı oluşan bir toplumsal ve
kültürel bir yapılanmadır. Bu çerçevede, Sanayi toplumu modern durumu ve
modernizmi içermekteydi. Enformasyon Toplumu ise, post-modern durumu
ve post-modernizmi içermektedir. Sanayi toplumunun dolayısıyla modernist
çağın bunalımları, sorunları sorgulanmaktadır.”28
Enformasyon çağında iletişim araçlarını elinde bulunduran ve
teknolojik açıdan gelişmiş ülkeler bunları kullanarak, belirlenmiş bir kitle
iletişim aracı ile bilgi bombardımanında bulunarak kendi kültürlerini tüm
dünyaya medya aracılığıyla yansıtırlar.
27
Vehbi Bayhan, “Postmodernizm ve Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik
Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım 1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji
Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 436
28
Bayhan, a.g.m, s. 439
22
“İçinde
bulunduğumuz
hayatı
anlamlandırış(ımız),
ona
dair
sorgulayış(larımız) ve onu algılayış biçimi(miz) bulunduğumuz yerin neresi
olduğuyla, hangi çerçevenin içinden bu fotoğrafı çektiğimizle bağlantılıdır. Bu,
bir
başka
ifadeyle,
gündelik
hayata
bakış
tercihlerimizi
oluşturur.
Yaşadığımızı sandığımız dünyanın aslında yaşatılan bir dünya olduğunu
düşünmek… Ya da en azından böyle olabileceği varsayımını bir an bile olsa
aklımıza düşürmek… Bunun da bizi kuşatıp sarmalayan gündelik hayat içine
en mahrem alanlara, “benim” dediğimiz noktalara sızacak beceriklikte
nakşedilmesi… Gündelik hayatın her alanında bu kuşatmayı yaratan en
önemli yerlerden biri, üretim, dağıtım ve alılmama süreçleriyle birlikte
bütünsel bir yapıya işaret eden ve anlamları manipüle etme gücüyle bir nevi
esaret yaratan medya ve onu uygulamalarıdır. “Medya, bizi yönlendirir” ve
“medya güçlüdür” gibi ifadelerin ulaşmak istediği anlam ancak o evrenin içine
girerek çözülebilir. Bu alan o kadar geniştir ki, gidilecek her yolun tali yollara
kesişme ihtimali çok yüksektir.”29
Medya yaşamdaki her alanı harekete geçirmektedir. Aynı zamanda
günlük yaşam dediğimiz evren 24 saat tüketme duygusunu bir ihtiyaçmış gibi
sunan bir alandır. Günlük yaşamın dönüşümünde ne varsa medyada da
aynısı yaşanmaktadır. Her şey hızla değişip yeni evrene uygun hale
gelmektedir. Teknoloji, ürünler, mekânlar, kimlikler vb. birçok şey. Ritzer bu
konuda şunları söylemektedir: “Medyanın yeni evreni ve söylemi her şeyin;
zamanın,
mekânın, bedenlerin,
ruhlarımızın,
bedenlerin,
ruhlarımızın,
aşklarımızın, kendimizin sadece tüketim ideolojisine adanması üzerinedir.
Bizler seçilmiş bir gündelik hayatın adanmış, adak verilmiş, kurban edilmiş,
tüketilen bireyleriyiz(dir). Belki de hiç olmadığımız, olmayan bir hayatı
yaşayan. […] Bu dönem yeni anlayış biçimlerine yeni gündelik hayat
kurgularına giden bir sürecin yaşanmasıydı. Kurgulanmış yeni üst kimlikler,
daha seçkin ve elit, daha temiz bir sınıf yaratma. Doğal olarak gündelik
hayatın içinde ne varsa onları kurgulayarak: yeme, içme davranışlarından
29
Yağlı, a.g.m, s. 6
23
yaşanılan mekânlara, bedenlerin kullanımından ilişkilere kadar… Tüm amaç
yeni bir anlayışın yerleşikleşmesine yöneliktir: Tüketmek!… Ama her şeyi!…
Tüketim katedralleri diyebileceğimiz her türlü yapılanma: Fastfood mekânları,
zincir mağazaları, alışveriş merkezleri, elektronik alışveriş merkezleri,
kumarhaneler, yemeğlence mekânları(eğlenceyi vurgulayan konulu, Hard
Rock Cafe gibi yerler)… Yeni tüketim araçları artık her türlü kuşatmayı
delinmemecesine inşa etmektedir. Medyada ulaştığı noktada ekstravaganza*
yaratmaktadır beklide.”30
Aklımıza gelebilecek her şeyde tüketici göstergelerle beslenmektedir ve
kent yaşamı içerisinde, reklam panolarından, semt pazarlarına kadar çeşitli
tüketim malları her yerden günlük yaşamın sıradanlığı içinde yer almaktadır.
“Artık
insanlar
arasında
değil,
bir
gölgeler
dünyasında
yaşıyoruz.
Yaşamımıza yön veren herhangi bir amaçtan yoksunuz. Bugünün insanı
acımasız bir tüketim uygarlığının kölesidir. Sadece tüketerek yaşadıkları içsel
boşluk
duygusundan
kurtulmaya
çalışmak,
onları
biraz
daha
kötürümleştiriyor. İçinde bulundukları boşluk ve yalnızlık, onları sinema,
radyo ve televizyon gibi basit halk kültürünün niteliksiz ürünlerine çekmekte
ve onların tutkulu bir müşterisi haline getirmektedir”31
Artık yaşamlarımızda reklâmdan başka bize anlam veren, yol gösteren,
yönlendiren hiçbir şey yokmuş gibi yaşarız. Reklâmlar bütün ürünleri bize bir
şey ifade eder hale getirmeye çalışır ve bunu gerçekleştirirken de günlük
yaşam içerisinde var olan, şeyleri, nesneleri şekillendirme yoluna gitmektedir.
Aslında günlük yaşam içerisinde var olan imgeler, nesneler, görüntüler,
şeyler aslında hep durağan ve aynıdır. Medya ise günlük yaşama yeni
anlamlar yüklemektedir. Medyanın varlığı ise artık reklâmlara bağımlı hale
gelmiştir ve nerdeyse reklâmsız bir medya aracını düşünmek imkânsızdır.
* Ekstravaganza: Genelde tiyatro olmak üzere sahnelenen bir eserin muhteşem performansla
sunulmazı halinde bu olaya extravaganza kavramı verilip, bunun sıfat hali ise exstravagantdır.
İngilizce’de savurganlık, israf, ölçüsüzlük anlamına gelen kavram aynı zamanda döküp saçan,
sorumsuzca tüketen ve tüketilen bir yaşam tarzına işaret eder.
30
Ritzer’den Akt., Yağlı, a.g.m, s. 30- 34
31
Ayhan Aydın, Yaşadığımız Dünya, İstanbul, Alfa Basım Yayım, 1. Basım, 2002, s.116
24
“Bir çocuğun, doğumundan 15 yaşına, gelinceye kadar 150 bin civarında
reklâm spotuyla karşılaştığı düşünülmektedir. Her yerde hazır ve nazır,
herkesin yaşamının kaçınılmaz bir parçasıdır: Gazete okumazsanız ve
televizyon izlemezseniz bile, kentsel ortamınıza egemen kılınan imgelerden
kaçamazsınız. Bütün medyayı kaplayan ve hiçbir sınırı bulunmayan
reklâmcılık, açıkça özerk bir varoluşa ve muazzam bir etkileme gücüne sahip
bir üstyapıyı oluşturur. Medyada reklâmlar aracılığıyla tüketime sunulan her
mal ve hizmet bireye aynı zamanda kimlik ve bir yaşam tarzı önerir.”32
Günlük yaşamımızda gerek farkında gerekse farkında olmadan sayısız
reklâm imgesine maruz kalmaktayız ve günlük yaşamımız içerisinde her
zaman vardır ve onu görmezden gelemeyiz. “Büyük kapsamlı psikolojik
araştırmalardan,
sanatsal
kaynaklardan
ve
pazarlama
stratejilerinden
yaralanılarak gerçekleştirilen reklâmlarda, görsel ve sözlü bir dil kullanılarak
reklâmı yapılan ürünlerin yanı sıra beraberindeki dünya görüşleri de
satılmaktadır. Yaşamımızı belirleyen gereksinimlerimizi, değerlerimizi ve
günlük davranış kalıplarımızı üretmede, reklâm, moda ve tüketim olgusunun
hayati önemi vardır.”33
Çoğu
zaman
reklâmlar
bireylere
gerçek
ihtiyaçlarının
diliyle
seslenmemektedir, aksine hayal ve düşlerinin diliyle seslenmektedir.
Reklâmlar aracılığıyla yaratılan tüketim kültürü kendisine yabancılaşan
bireylere
gerçek
dünyalarını
unutmayı
sağlayan
bir
kaçış
noktası
yaratmaktadır. İşte reklâmlar tüketim kültürüyle kuşatılmış bireyler için günlük
yaşamlarındaki klavuzları gibidir ve bireyleri ikna eden bir araç olmanın
ötesinde günlük yaşamın her alanında etkili bir tüketim ideolojisi sunmaktadır.
Aynı zamanda “Reklâm, sadece bir tüketim ideolojisi sunmakla kalmaz,
tüketici kimliğiyle doyuma ulaşan, kendini edimler yoluyla gerçekleştiren ve
32
Selda İçin Akçalı, “Günlük Yaşamda Reklam ve Büyülenmiş Tüketiciler”, Gündelik Hayat ve
Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık,
1. Baskı, 2006, s. 97
33
Akçalı, a.g.m, s. 100
25
kendi imgesiyle (veya ideolojisiyle) örtüşen “ben”in bir tasarımın sunar.”34
“(…) iletilen mesajların, bize iletildiği şekliyle günlük yaşantıda konuşarak,
tartışarak ya da eğlenerek dolaşıma girmesinin sağlanmasıyla belli bir
nesneye aşina olanlar paketlenmiş ya da kalıplaşmış ideolojik temaların
taşıyıcısı olurlar ve onları, içselleştirdikleri kalıplaşmış şekilleriyle günlük
yaşam pratiklerinde kullanırlar.”35
Günümüzde de medya, günlük yaşam pratiklerini belirli ölçüde de olsa
halen etkilemekte, değiştirmektedir. Sadece bireyleri değil, toplumları da
etkilemektedir. “Kamusal alana taşıdığı semboller, mitler, efsaneler ve
söylemlerle zihinleri etkilediği, davranışları, tutumları, istekleri, inanları,
yaşam biçimini, tabuları, korkuları, tüketim alışkanlıklarını ve hatta politik ve
ideolojik tercihleri belirlemede önemli toplumsal faillerden-ajanlardan biri
olduğu düşünülür. Modern toplumlarda sembolik biçimlerin dolaşımında ve
üretiminde önemli yer edinmiş, olan medya, rutin bir biçimde gündelik yaşam
pratiklerini belirleyen sembolleri ve değerleri sıradan insanlara sunar. Hiçbir
biçimde yüz yüze gelmemiş veya gelmeyecek insanlar, medyanın sunduğu
kültür ürünleri aracılığıyla yaygın bir deneyim ve kolektif hafızayı paylaşmaya
başlarlar.”36
Medyanın günlük yaşamlarımızda bize sunduğu ve benimsetmeye
çalıştığı dünya, göstermelik bir dünyadır. Medya, gazete, radyo ya da
televizyon, bireylere dünyanın her tarafından gelen haberleri, bilgileri
toplayıp, değerlendirip yeniden işleyip yayınlayarak sunmaktadır. “Medya
ürünlerinde hayatın kendisinin mi sunulduğuna yoksa bir kurgulamaya
gidilerek ‘işte gerçek budur’, ‘gerçekleri izlediniz’ iddialarına mı rağbet
göstereceğimiz, bulunduğumuz noktadaki bakış açımızın temellendirdiği bir
34
Lefebvre, a.g.e, s.93
Rıza Sam, “Kitle İletişiminin Tüketim İdeolojisi Ya Da Üretilen Tiryakiliğin Büyüsü”, Doğu Batı
Düşünce Dergisi, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, Yıl 8, Sayı 30, Kasım, Aralık Ocak, 2004-2005, s.
144
36
Thompson’dan akt., Hanifi Kurt, “Türkiye’deki Egemen Politik Kültür Sembollerinin Medyadaki
Tezahürü Üzerine Bir Değerlendirme”, Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü
Perspektifinden Okumalar, Editör. Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 115
35
26
sorunsaldır, aslında. Medya da bize verilen gerçekliğe dair bir saptama
yapabilmek, ortaya konulan en temel ürüne ilişkin bir değerlendirme de
bulunmayı zorunlu kılmaktadır: O da, haberdir.”37
Üretim araçlarını elinde bulunduranlar gibi iletişim araçlarını da elinde
bulunduranlar, iletişim araçları sayesinde kendi kültürlerini tüm dünyaya
yayarak hâkim bir kültür haline gelmesini sağlamaktadırlar. Bugün bütün
dünyaya Amerikan Hayat tarzını yayan güç “televizyon” çağdaş toplumlardaki
en yaygın ve etkin ‘kültür üretme makinesi’dir. Televizyon; mutfak
kültüründen selamlaşmaya kadar bir kültürleşmeyi yaymaktadır.19. yüzyılın
ortalarında Batılı ülkelerin sanayileşmelerini tamamlamasıyla birlikte kitle
kültürü olgusu ortaya çıkmıştır ve geliştirilen çeşitli elektronik kültürel
dışavurum araçları ile birlikte yaşadığımız çağa da damgasını vuracak güce
erişmiştir. Sanayileşme öncesi dönemde tüm toplumlarda, üreticisinin ve
tüketicisinin aynı kişilerden oluştuğu, belli bir çevrenin dışına taşamayan
kültür ürünleri, günümüzde yığınsal olarak üretilmekte ve yığınsal olarak
tüketilmektedir. “Artık Adorno’nun deyişiyle bir ‘kültür endüstrisi’nin varlığı söz
konusudur.
Artık
kültür
ürünlerinden
ve
kültürün
üretildiğinden
söz
etmekteyiz. Eser tarihe karışmıştır, çünkü kültür ürünlerinin ‘mekanik olarak
çoğaltılarak yeniden üretildiği bir çağ'da yaşıyoruz. Adorno’nun, modernizmin
son zamanları için sözünü ettiği ve şiddetle eleştirdiği “kültür-endüstrisi”
olgusu, başlı başına postmodern bir olay olan televizyonla birlikte yepyeni
boyutlar kazanmıştır. Böylelikle ‘kültür endüstrisi’, ses’lenerek görüntü’lenmiş;
beraberinde köklü felsefi, ideolojik ve siyasal sorunlar getirmiştir.”38
Günlük yaşam içerisinde iç mekânlarda sürekli olarak açık bulunan bir
kültür üretim makinesi olan televizyon yaşamlara renk, ses ve hareket
getirirken, aynı zamanda gündelik kültürü hem yoğunlaştırmakta hem de
ondan kaçış olanağı sağlamaktadır. Hepimizin bildiği gibi televizyon
programları var olan yaşamı yeniden üretip sunarak dışarıdaki yaşamında ev
37
38
Yağlı, a.g.m, s. 7
Bayhan, a.g.m, s. 444
27
içerisinde de sürmesine neden olmaktadır. Bu televizyon yayınları gelip
geçiveren anlık görüntülerden oluşuyor gibi görünmekte ise de belli bir imaj
vermekte ve özellikle uydular vasıtasıyla sınır tanımadan toplumları ve
kültürleri etkilemektedir. Çoğunlukla televizyonların üzerinde aile büyüklerinin
fotoğrafları
rastlamaktayızdır.
Bunlar
genellikle
fotoğraf
çerçevesinin
kenarlarına sıkıştırılmış vesikalık fotoğraflardır. Genellikle ailenin ölmüş ya da
kentte yanlarında bulunmaya bireylerin fotoğraflarıdır. Bu oluşturulmuş tablo
aile bağlarının işareti olmasının yanı sıra modern kent yaşamının da bir
göstergesi olmaktadır.
“Televizyon seti ve çevresi modernite ethosunu da kapsayan sembolik
bir sistem; kent ve endüstrinin önemini odaklanan daha geniş bir sembolik
evrenin bir parçasıdır. Kentin, daha doğrusu kapitalist ilişkilerin güç alanını
‘fethetmeye’ çalışan bir anlamlar sistemidir bu düzenleme. Kentin kültürel
alanını kırsal alandan farklı olan yanlarını vurgulamaya çalışır. Aslında kırsal
alan bu kişilere son derece yakındır; bunun içinde bulundukları grubun
paylaştığı toplumsal saygınlık göstergeleri olan işaretleri kullanarak uzaklığı
belirtmeye çalışırlar. Gündelik yaşam kültürü bu haliyle yaratıcılık ile
sınırlılığın
çelişkili
bir
bileşimidir,
yaşanan
gündeki
çelişkilerin
bir
yansımasıdır. Sınırlılıklar öncelikle ekonomiktir.”39
“(…) televizyonun evrenselleşmesi tehlikeli ve tartışmaya açık bir
konudur, çünkü tıpkı edebiyat gibi köklü değer yargıları aktarır. Eğlence, dil
ve imaj aktarıcılığıyla yüzeysel bir değiş- tokuşun sınırlarını aşar ve işin içine
değer yargılarını sokar. Bir kültürün inanç ve etkinliklerini yönlendiren manevi
içeriğine hitap ederek, doğrudan doğruya o kültürün yapısına işler.”40
Gazetelerde ise günlük yaşamda kullanılan dili, beğenileri, sıradan
insanları etkileyen ayrıntıları doğrudan aktaran bölümler, köşe yazıları
dışında çok sınırlıdır. Bu durum sayfa azlığı kadar gazetecilik anlayışından
39
40
Türkoğlu, a.g.e, s. 112
Bayhan, a.g.m, s. 442
28
da kaynaklanmaktadır da aynı zamanda. Dönemin gazeteleri, geçmişten
gelen alışkanlıklarla siyaseti temel alarak yayın yapmakta, bunu bir ciddiyet
ve olgunluk göstergesi saymaktadırlar.
“Gündelik yaşama ilişkin yazılan hemen her yazının önemli ölçüde
şikayetci veya eleştirel olduğu düşünülürse, şikayet edilen/eleştirilen gündelik
yaşam ayrıntıların gayri ciddi ve amiyane (veya olgunlaşmamış) görüldüğü
anlaşılmaktadır. Ayrıca gazete okuruna onların yaşamlarında olmayanı
bilmedikleri, merak ettikleri ‘bir başka dünya’yı anlatma arzusu bir gazetecilik
düsturu olduğu gibi ticari bir gerekliliktir. Gündelik yaşamın tekdüzeliği ‘hep
aynı’ ya da ‘ne zaman düzelecek’ ana fikrine sıkışmış haber ve yorumlarla
yansıtılmaktadır.”41
Tüketim kültürü içinde günlük yaşama yön verenlerden bir diğeri ise
‘moda’dır. Moda günlük yaşam içerisinde ayrıcalıklı olma imgesiyle, insanlara
alternatif bir yaşam sunmaktadır. Gençlerde modanın ve tüketimin en başat
öğeleri ve ayrıcalıklı olmanın göstergeleridir. “Moda olgusunun aile
yaşantısına girmesiyle geleneksel otoritenin dizginleri bu yeni kültürel
oluşumun eline geçmiş gündelik hayat bu sayede bireyin özgürleşme
sürecine tanık olmuştur.”42
Enformasyon toplumundaki, toplumları yönlendirecek bir diğer güç ise
bilgisayar teknolojisidir. “Enformasyon toplumunda bilgisayarlar, enformatik
üretim
gücünü
olağanüstü
arttırarak;
enformasyonun
kitle
halinde
üretilmesine, işletilmesine, dağıtılmasına, saklanmasına ve tüketilmesine
imkân veren enformasyon devrimine yol açmaktadır”43. Castells, interaktif
bilgisayar ağları için şöyle bir yorumda bulunmuştur: interakitif bilgisayar
ağlarının, yeni iletişim biçimleri ve kanalları yarattığını ve de bu şekilde hayatı
şekillendirirken, hayat tarafından da şekillendirilip katlanarak büyüdüğünü
41
Cantek, a.g.e, s. 240
Işın, a.g.e, 98
43
Bayhan, a.g.m, s. 437
42
29
söylemektedir.”44 Gerçektende Castells’in tanımlaması da tam da içinde
yaşadığımız çağı tarif etmektedir.
En gelişkin gündelik yaşam kültürü ile pratikleri kuramcılarından birisi
olan de Certeau, “popüler direnişlere büyük önem vererek, gündelik yaşam
kültürünün ‘hileye(toplum sözleşmelerinin koşullarını kullanarak üç kağıda
getirme yollarından aldatmaca ve kandırmacaya)’ benzettiği ‘uyarlama’ içinde
ya da ‘dayatılan sistemleri kullanma biçimleri’ içerisinde aranması gerektiğini
öne sürmektedir.”45 Ona göre gündelik yaşam kültürü, “kapitalizmin/tüketimin
sağladığı
kaynakların/kültürel
endüstrinin
yaratıcı,
beğeniye
dayalı
kullanımında yatmaktadır.”46
Artık diyebiliriz ki; günlük yaşam; en genel hatlarıyla sıradan insanın
tarihini oluşturmaktadır. Günlük yaşam politik olsun olmasın anlamlarla dolu
karmaşıktır ve bu günlük yaşamın çok anlamlılığının ve karmaşıklığının
bireye dayattığı zorluklardan kurtulup çözüm yolu bulmasında ortak, simge ve
işaretler bireye yardımcı olmaktadır.
“Her ne olursa olsun, gündelikliğin eleştirel çözümlemesi, geriye dönük
olarak belli bir tarih görüşüne yol açıyordu. Gündelik olanın tarihselliği, bu
tarihselliğin oluşumunu göstermek için geriye doğru gidilerek kurulmak
durumundaydı. Kuşkusuz, beslenmek, barınmak, nesneler üretmek, tüketimin
yuttuklarını yeniden üretmek her zaman gerekliydi. Bununla birlikte, XIX.
yüzyıla kadar, rekabetçi kapitalizme ve ‘meta dünyası’nın yayılmasına kadar
gündelikliğin
hâkimiyetinin
paradokslarından
biridir
bu.
olmadığı
[…]
iyice
Kitlelerin
vurgulayalım.
yükselişi
(ki
bu
Tarihin
onların
sömürülmesini hiç de engellemez) ve demokrasi (aynı şekilde!), büyük
üslupların, simgelerin sona ermesine eşlik eder. Zaten modern insan
44
Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, 1. Cilt, çev. Ebru Kılıç,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Basım, 2005, s. 3
45
John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak, çev. Süleyman İrvan, Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları/Ark, 1. Basım, 1999, s. 47
46
Cantek, a.g.e, s. 113
30
(modernliği yücelten insan), üslubun sonu ve yeniden doğuşu arasındaki bir
geçiş insanından başka bir şey değildir. Bu da üslup ve kültürü karşı karşıya,
kültürün ayrışmasını ve çözülmesini vurgulamayı zorunlu kılar; devrimci
tasarının dile getirilmesini haklılaştırır. Yeniden bir üslup yaratmak, şenliği
yeniden canlandırmak, kültürün dağınık parçalarını yeniden bir araya
getirmek ve böylece gündelik hayatı dönüştürmek.”47
İnsanlığın varoluşunun başlangıcından itibaren, yaşamın günlük akışı
sırasında karşılaşılan değişim ve gelişmelere bağlı olarak doğal ortamdan
teknik ortama geçilmiş, sonucunda da günlük yaşamdaki maddi- manevi her
şey değişmiştir. Bilim, teknoloji ve endüstrideki gelişmeler toplumsal yapıdaki
değişimlere yol açarken, günlük yaşamı ve kültürünü şekillendirmiştir. Günlük
yaşam her gün tekrarlanan pek çok olaylardan oluşmaktayken, günlük yaşam
kültürü de içinde bulunduğu koşullarla bağlantılı bir şekilde ilerlemektedir.
İnsanda tabi ki, bütün bu var olan değişimlerden, gelişmelerden payını
almaktadır.
“Walter, mekanikleşen toplumsal yaşam içindeki insanı şöyle anlatıyor:
‘Ad, Soyad, Doğum Tarihi, Meslek, Ait Olduğu Muhtarlık, Numara, Kimlik
Belgesi, Semt, Resmi Daire, İl, Pasoport Kontrolü, Tarih, Giriş Tarihi, Baskın,
Ev Sahibi, Kira, Ev Numarası, Banka Hesabı, Polis, Bölüm Amiri, Gelir,
Görev Sorumluluğu. Beş Çalışma Günü. Zorunluluklar. Erginlik, Kefalet,
Havale, Tatili Hak Kazanma, Alkol Oranı. Metrekare Fiyatı. Sözleşme. Posta
Çeki, Havale. İşyeri. […]Geçiş Hakkı. Mahkeme. Mesafe. Kırmızı Işık.
Kontrol. Oy Pusulası. Saç Rengi. Boy. Adres. İşte size kimliksiz bir toplumda
şifrelenmiş haliyle, çağdaş kültürün röntgeni. Sayılaştırılmış, sınıflanmış ve
kolektif yalnızlık raflarına yerleştirilmiş, içi boş bir nesne.”48
47
48
Lefebvre, a.g.e, s. 44
Aydın, a.g.e, s. 116- 117
31
I.1.1. Günlük Yaşam “Gerçek” İlişkisi
“Nedir gerçekçilik?
Varlığın insan bilincinden bağımsız, nesnel olduğuna inanmak mı?
Bu işin felsefesi…
Günlük
yaşamı,
dışımızdaki
dünyayı,
görünen
ayrıntılarıyla
betimlemek mi?
Bir bilimci gibi gözlemlemek mi dış gerçekleri?
Sanatların özelliklerine göre bu sorulara değişik yanıtlar verilebilirse
de, genelde, dış dünyanın olduğu gibi yansıtılmasından söz edilecektir.
Ama yazında gerçekçilik dış dünyanın olduğu gibi yansıtılmasından
çok başka bir şey: yansıtılanı okurun gerçek olarak algılaması gerekiyor.
Yazar gördüğü bir şeyi anlatabilir. Okur anlatılanların yaşamda olabileceğine
inanıyorsa o yapıt gerçekçidir.
Yazar gördüğü bir şeyi anlatabileceği gibi hiç görmediği, kafasında
yarattığı bir şeyi de anlatabilir. Okur anlatılanların yaşamda olabileceğine
inanıyorsa o yapıt gerçekçidir.
Biliyorsunuz, insanların başından geçen bazı şeylere, anlattıklarında
kimse inanmaz.
Ortada
bir
gerçek
vardır…
Yaşanmıştır…
Ama
anlatırsınız,
inanmazlar…
Böyle bir durumda yazar direnemez…
Çünkü yazında önemli olan okurdur. Okur inanmıyorsa, yapıt gerçekçi
değildir.
Kısacası, yaşamdaki inanılmazlıklara gerçekçi yazında yer yoktur…
Peki, yalnızca dokunulan, görülen şeylere mi “gerçek” diyeceğiz?
Gündelik yaşamdaki konuşmaları koyuyoruz yazılarımıza, sevgimizi,
öfkemizi,
özlemlerimizi,
kaygılarımızı,
tedirginliklerimizi,
anlatıyoruz… Bunlar dokunulan, görülen şeyler değil…
Ya düşlerimiz, onlar neden gerçek sayılmasın!…
korkularımızı
32
Gerçekçiliğin sınırları bu yoldan gidilerek coşumculuğu da içerecek
kadar genişletilebilir.”49
İnsan algısından bağımsız olarak var olan, varlığı kesin olan şeylere
gerçek diyebiliriz. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda gördüğümüz insanlar,
arabalar, binalar, çiçekler, hayvanlar, denizler gibi birçok şey somut olarak
hepimiz tarafından gerçek olarak kabul edilmekte ve aynı şekilde bu gerçek
olarak kabul ettiklerimizin bir süre sonra doğa tarafından yorumsuz olarak
yok oldukları kabul edilmektedir.
Sözlük anlamı olarak gerçek; herhangi bir olgu durumunda olan, yani
var olan, düzmece olmayan ya da yaşanmış olan anlamında gelmektedir.
Felsefi bir kavram olarak açıklanmaya çalışıldığında ise düşüncede
var olan ya da düşünülmüş şeylere karşıt anlamda var olan, düşünülmüş
olanın dışında mevcut olan anlamındadır.
Günlük yaşantımız içerisinde ise çoğu zaman doğru ve gerçek
kelimeleri sıklıkla birbirine karıştırılan kelimelerdir. Fakat bu iki kelime
birbirine birbirlerine karıştırılmaması gereken kelimelerdir. Oysaki bu
kelimeleri kullanırken özenle seçmeli, yerinde ve zamanında durumlara göre
ayrım yaparak kullanmalıyız. Bir nesneyi veya bir varlığı gerçek diye
nitelendirebiliyoruz. Örneğin bir nesne için şu kalem, şu bardak dediğimizde,
o nesne gerçektir ve var olan bir şeydir. Ama buna karşılık onlar için doğru
kelimesini kullanamayız. Çünkü doğruluk yargıyla ilgili bir değeri oluşturur.
Bundan dolayı da doğru ve gerçek kelimeleri birbirine karıştırılmamalı,
birbirleri yerine kullanılmamalıdır. İnsan algısından bağımsız ve varlığı kesin
olan, tüm algılamalarımızın temelini oluşturan gerçek, duyu organlarımıza
göre değişmektedir. Dünya gerçekliği birbirinden farklı algılayan birçok canlı
49
Tanilli, a.g.e, s.213
33
varlıkla dolu bir yaşam alanı olmaktadır ve gerçeklik, insan algısı ile
dönüştürülmeye başlayarak farklı tekniklerle yorumlanmıştır.
Günlük yaşamın her alanında yaşana gelişme ve değişimlerle insan
algısı, değer yargıları ve yaşam biçimleri farklılaşır. Teknolojik gelişmelerle
birlikte sosyal yaşantıdaki her şey imajlar ve göstergelerden oluşmaya
başlarken, günlük yaşama da yeni bir boyut kazandırır. Kitle iletişim
araçlarının hızlı bir biçimde ilerlemesi ile tüm imgeler gösterge haline
gelmektedir. Günlük yaşantılarımızda bizleri kuşatan kitle iletişim araçlarında
yer alan görüntülerin gerçeklikle olan ilişkileri ikonik göstergeler boyutu
içindedir. Artık birey dış gerçeklikle olabildiğince az ilişkisi olan bir göstergeler
dünyasında yaşamaktadır. “Umberto Eco, gerçeğin hareketli, renkli ve sesli
yansımaları
olan
televizyon
görüntülerinin
ister
dramatik
ister
belgesel/kurgusu içinde olsun ‘kendi kendisi yerine durma’, ‘kendisini
sunulmama’ özelliğinden ötürü ikonik göstergeler olduğunu belirtmektedir.”50
Artık
günlük
yaşamlarımız
içerisinde
kitle
iletişim
araçlarının
oluşturduğu sadece gerçeğin bir yansıması olan bir gerçeklik durumuyla karşı
karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilmekteyiz.
“Aydınlanmacı eleştirel düşüncenin öne sürdüğü her gerçekliğe karşı
çıkan uç bir postmodernist düşünür olarak Baudrillard’a göre; içinde
bulunduğumuz postmodern durumda enformasyonla birlikte artık gerçeği
sahteden, gelişmeyi anlık tepkilerden, bilgiyi sözde-bilgiden ayırmak
olanaksızdır.
Çünkü
gerçeklik
bütünüyle
kitle
iletişim
araçlarıyla
oluşturulmaktadır. Gerçeklik yalnızca kurgusal bir şeydir ve bu yüzdendir ki
rasyonel tartışmalara konu olamaz.”51
50
51
Seiter’den Akt. Türkoğlu, a.g.e, s.77
Türkoğlu, a.g.e, s.152
34
“Kitle
iletişiminin
bize
verdiği
gerçeklik
değil
gerçekliğin
baş
döndürücülüğüdür. Ya da sözcük oyunu yapmaksızın, baş döndürücülüğü
olan bir gerçeklik.”52
Kitle iletişim araçlarının sunduğu görüntüler genellikle olayların gerçek
nedenlerinin yansıtmadığı gibi görsel yanını yansıtması nedeniylede
aldatıcıdır ve “Televizyon gerçek şeylerin görünümünü sunarken; sibernetik
bilgisayar, hayallerimizin görüntülerini ekrana taşır. Yapay gerçeklik,
ekrandan yansıyan ve sadece ekran görüntülerinde var olan bir gerçek
dışılıktır. […] Yapaylık ve simülasyonlar, gerçekliğin olanaklarını sonsuz
biçimde çoğaltmalarına karşın asla gerçeklik değildir.”53 Sunulan görüntüler
artık, sözcüklere yer bırakmaksızın, göründüğü gibi algılanan bir gerçekliktir.
Evet, günlük yaşamımızda yaşamlarımızın her anını kuşatan kitle iletişim
araçlarının bize sunduğu şey sadece gerçeğin kurgusal yansımasıdır, yani
gerçekçidir.
Genellikle
gerçeğe
uygun
olarak
düzenlenmiş,
gerçeği
yansıtarak gerçeği verendir.
“Nietzche’nin belirttiği gibi dünyayı bir ‘masal’ haline dönüştüren kitle
iletişim araçları ‘Gerçeklik’ duygusunu yok ederken sunduğu sonsuz sayıdaki
söz ve görüntü ile insanın konuşma ve düşünme yeteneğini de dumura
uğratır.”54
Kitle iletişim araçları gerçeklik duygusunu yok ederken, aynı zamanda
da “işte gerçek budur”, “gerçekleri izlediniz” gibi sloganlarla bireylerin günlük
yaşantılarına etkide bulunmaktadır.
52
Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliçaylı, Ferda Keskin, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2. Basım, 2004, s.27
53
Giovanni Sartori, Görmenin İktidarı Homo Videns:Gören İnsan, çev. Doç. Dr. Gül Batuş, Bahar
Ulukan, İstanbul, Karakutu Yayınları, 1. Baskı, 2004, s.24
54
Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”,
İstanbul, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001, s.237
35
Gerçek, bizim dünya ile oluşturduğumuz çifttir. Bizim dünya üzerindeki
varlığımızı, tüm davranışlarımızın, tüm yargılarımızın, tüm algılarımızın
temelini oluşturan ve algılamalarımızı harekete geçiren şeydir.
“Ressama bakış üslubu kazandıran, onun görüş odağını oluşturan
odur. Sanatçı nesneleri algılamaz; o belirli-benzersiz ve evrensel bir ritme
duyarlıdır ve şeylerle rastlaşmasını bu ritimle görür ve nesneleri, yeterince
hafif oluncaya, ağırlık duygusundan yeterince arınıncaya kadar, böylelikle
Nietzsche’nin dediği gibi, dansa katılıp saf genç kız adımlarıyla bize
yaklaşıncaya kadar kemirip aşındırır. […] Sanatçı […] Gerçek Olan’ı onuruna
yüceltir”55 ve “Sanat nesneleri realitedeki halleri ile nasılsalar aynı öyle
almaz. Kendi yasaları ile gerçekliği ‘kristalize’ eder. Bilgiyi estetik dolayımla
sanata dönüştürür. Ve gerçekle bu yolla bütünleşir. Bu nedenle sanat, estetik
boyuta sahip ‘negatif’ bir bilgidir. Gerçekliğin bilgisini ‘belirli bir perspektifle’,
bir fotoğraf gibi yansıtamaz.”56
Fotoğraf bize “kodsuz mesaj” verirken, “işte bu iş böyle oldu”, “ben
oradaydım” demektedir ve görüntüyle asıl ideolojik işlevini saklamaktadır.
Özellikle haber fotoğrafları bu “kaydetme” işlemi ile gerçeklik garantisi
vermekteyken, resimde sanatçı bir dönüştürme işlevi ile gerçeklikten yola
çıkarak yapıtı kurarken onu gerçekliğin anlamlarıyla bezer ve sanat
gerçekliğin özgün bir yorumunu ortaya koyar.
Ernest Fischer’e göre ise “[…] sanatta gerçeklik kavramı, ne yazık ki
esnek ve belirsizdir. Gerçekçilik kimi zaman nesnel bir gerçekliği tanıyan bir
tutum, kimi zaman da bir anlatım yolu ya da bir yöntem olarak tanımlanır; […]
Sanatta gerçekliğin özünü belli bir gerçekliğin tanınması sayacaksak, bu
gerçekliği sadece bizim duyarlılığımız dışında kendi başına var olan bir dış
dünyaya indirgememeliyiz. Bizim duyarlılığımızın dışında kendi başına var
55
Béatrice Lenoir, Sanat Yapıtı, çev. Aykut Derman, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2003,
s. 193
56
Mukadder Aydın (Çakır), “Sanatta İletişim Sorunu Açısından Platon ve Aristoteles”, İstanbul,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995, s.118
36
olan şey maddedir. Oysa gerçeklik insanın yaşantı ve anlayış yeteneğiyle
katılabileceği sayısız ilişkileri kapsar […] Bu gerçekliği, az çok, sanatçının
bireysel ve toplumsal görüşü belirler. Gerçekliğin bütünü, özne ve nesne
arasındaki bütün ilişkilerin; […] yalnız olayların değil, bireysel yaşantıların,
düşlerin, sezgilerin, heyecanların, hayallerin toplamıdır. Sanat yapıtı
gerçeklikle düş gücünü birleştirir. […] Gerçekliği bir yöntem değil de, bir
tutum-sanatta gerçekliğin betimlenmesi-olarak tanımlarsak, göreceğiz ki
[lekecilik (taşizm) gibi bir takım soyut sanatların dışında] bütün sanat gerçekçi
sanattır.”57
Yansıtılan gerçeklik aslında gerçeğin küçük bir parçasıdır ve her bir
gerçekçi sanatçı subjektif bir biçimde kendi anlayışlarında, toplumun belli bir
döneminde günlük yaşam içerisindeki gelişmeler doğrultusunda toplumdaki
olayları, durumları, kişileri yansıtmaktadır. Gerçeklik dış dünyadır, sanatçının
yeteneği ile biçim değiştirir ve sanatsal bir gerçeğe dönüşür. İşte sanatta
gerçeklik yaşanmışlıktır diyebiliriz ve sanatçının yaratabilmesi için öncelikle
yaşaması veya gerçekliği içselleştirmesi gereklidir.
“Felsefi anlamda iki tür gerçeklikten söz edilebilir. Bunlardan biri
şeylerin yapısına, öbürü ise şeylere ilişkindir. Birincisinde zihinden bağımsız
bir özün varlığı, ikincisinde ise zihinden bağımsız somut tikel ve
görülmediğinde bile temel özelliklerini koruyan deney nesnelerinin varlığı
kabul edilir. Birinci gruba bir şeyin özünden o şeyin pay aldığı İdea’nın
anlaşıldığı Platoncu gerçekçilik, bir şeyin ne olduğunun (to ti eninal)
anlaşıldığı Aristotelesçi gerçekçilik, bir şeyin mutlak, özgün ya da kendi
cinsine özgü yapısının anlaşıldığı Orta Çağ gerçekçiliği ya da tümeller
gerçekçiliği ve son olarak da bilimsel gözlemlerden elde edilen yasalar ya da
kurumsal modeller girer, dışsal da olsa zihnin önünde duran ve algılamayı
57
Ernest Fıscher, Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel Yayınevi, 10. Basım, 2005,
s. 103 -104
37
bekleyen tek birim olduğunu kabul eden yeni-gerçekçilik ve zihnin, nesnenin
kendisi yerine kopyasını kavramaya yöneldiği eleştirel gerçeklik girer.”58
Gerçeklik sanatta yüzyıllar boyunca yansıtma, benzetme ya da taklit
olarak görülmüş ve günümüze kadar gelmiştir ve bu görüşü savunanlar,
“ayna” benzetmesine sık sık başvurmuşlardır. Aslında bütün sanatçıların,
eleştirmenlerin, düşünürlerin paylaştıkları anlayış, sanatın insanı, doğayı,
yaşamı kısaca gerçekliği yansıtmak olduğudur.
Moran’da gerçekliği yansıtmayı üç görüş altında toplamaktadır. İlk
olarak sanatın; görüngüyü olduğu gibi (yüzey gerçekliği) yansıttığı düşüncesi,
ikinci olarak genel’i (tümeli) ya da özü yansıttığı düşüncesi ve son olarak da
sanatın ideal olanı yansıttığı düşüncesi adı altında üç görüşte toplamıştır.
Sanatın görüngü dünyasını yansıtması görüşü, sanatçını dünyayı, var olan
nesneleri, insanları, hayatı ve hayatın her hangi bir kesitini olabildiğince
gerçeğe uygun bir şekilde yansıtarak sunması düşüncesidir. Ve bu
gerçekliğin bir taklididir. Platon’a göre ise dünyada beş duyu organımızla
algıladığımız her şey bir kopyadan (mimesisten) ibarettir. Tanrı ve insanlar
tarafından meydana getirilen ve bizim duyular dünyası ile algıladıklarımız
dışında bir de zihinle algıladığımız idealar(biçimler) dünyası vardır. Duyular
dünyasının kendisi ideaların bir kopyası olduğu için gerçeklikten bir derece
uzaklaşmıştır. Böylelikle de kopyanın kopyasıdır. Platon’da dolayısıyla
sanatın bir yansıtma (mimesis) olduğunu söylemiştir.”59
“Aristoteles de Platon gibi sanatı bir mimesis (taklit, benzetme)
sayıyor. Ancak bu gerçekliği birebir kopya değil, yeniden kurma, yeniden
yaratmadır. Aristoteles insanda bir taklit yeteneği ve hazzının bulunduğunu,
sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali, temel düşünceyi taklit
ettiğini söyler. Ona göre sanatçı, doğanın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar.
58
Rudolf Steiner, Gerçek ve Bilim, çev. Akın Kanat, İzmir, İlya Yayınları, 1. Basım, 2001, s. 97-98
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, İletişim Yayınları, 14. Baskı, 2005, s.1921
59
38
Sanatçı yapıta kendi özelliğini, kişiliğini de katar. […] ancak bu yaratma
eylemindeki öznellik bireyci değil, yapıtın oluşumunda, olması gereken ve
herkes için geçerli olayları, gerçeğe uygunluk ve zorunluluk yasalarına göre
ifade edilme zorunluluğu vardır. Aracın türüne göre taklit; resim, şiir, dans
gibi. Fakat hiçbir zaman araç taklidin kendisi değildir. Konuya göre taklit;
Yaşam, insan yaşantısı, eylemleri, davranışları vb. Değişik biçimde taklit;
konunu taklit ediliş biçimi(tragedya, dram, oyun: hareket ve eylem halindeki
insanların taklidi), (komedya, anlatı, öykü) biçiminde, resimde, renk ve biçim,
hareket vb.”60
İlkçağ Yunan felsefesinde ruhun tutkulardan arınması anlamında
kullanılan Katharsis (arınma-temizlenme) görüşüne göre ise sanatın, geneli
(tümel) ya da özü yansıttığıdır. Ve bu görüşe göre sanatçı, gerçekte olabilir
olanı, yaşanmışlığı yapıtında dışsallaştırırken, yani günlük yaşama ait
tanıklığının
imgeleştirirken
onu
evrensellik
boyutuna
ne
kadar
yaklaştırabilirse, yapmış olduğu iş o denli gerçek olur. Aynı zamanda da
sanatsal değeri de bir o kadar yüksek olur. Fakat bunu yaparken de sanatçı
günlük yaşamı tüm ayrıntılarıyla yansıtmamalıdır ve seçici olmalıdır.
Bir yazar yaşamı, insanların yaşamlarını anlatır, fakat bu onların
gerçek yaşamları olduğu anlamına gelmez. Eğer bunu yaparken onların
gerçek yaşamlarını olduğu gibi günü gününe yaşamlarında olup bitenleri
anlatır ise bu yazarın yapmış olduğu ürünü sanatsal bir değere sahip değildir.
Yazarın ortaya çıkaracağı üründe anlattıklarında seçici olması onun karmaşık
bir şey ortaya çıkarmasına engel olur.
Sanatçı ise yaşamı, insanı, dünyayı yansıtması başka türlüdür. O
yaşamda evrensel olan unsurları yansıtır. Anlatmak istediklerinin özüne ait
olmayanları seçer, gereksiz ayrıntıları atar ve bir olaylar dizisi kurar. Aynı
zamanda sanatçı geneli yansıtırken, özü de yansıtmış olur.
60
Cebrail Ötgün,“Sanat Yapıtına Yaklaşım Biçimleri”, Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi, Sayı 2, Aralık, 2008, s.170
39
“(…) yazar, tek olanı kullanarak genel olanı açıklar. […] Bundan ötürü
Aristoteles için olay örgüsü çok önemlidir, çünkü bir durumun nedensellik
ilkesine göre oluşumunu ve gelişimini gösterir. Tarihçi, olmuş olanla yetinmek
zorundadır, sanatçı ise bir hikâyeyi kullanır ya da uydururken olayları
öylesine bir düzene sokar ki bu düzendeki olabilirlik, bilimsel bir genellik
taşır. İşte bundan ötürü edebiyat tarihten daha felsefidir ve daha genel bir
hakikati yansıtır… Onun için sanatçı Platon’un sandığı gibi bizi gerçeklikten
uzaklaştıran, sahte bilgiler sunan bir adam değil, bize hayatı açıklayan bir
adamdır.”61
Sanatın
ideal
olanı
yansıtması
Moran’a
göre
“düzeltilmiş”
(idealleştirilmiş) tabiattır ve bu yorumu da O, Aristoteles’e dayandırmıştır.
“Çünkü Aristoteles ‘şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade
etmektir”62 demişti. Şairlerin,
yazarların
bahsettikleri şeyler dünyada
bulamayacağımız kadar güzeldir ve nasıl olmaları gerekiyorsa o şekilde
tasvir etmektedirler. İdealleştirilmiş tabiatı savunanların sanat görüşleri
gerçekliği yansıtması ilkesine dayanmış olsa da, bizim gördüğümüz gerçek
dünyanın, yaşamın yerine, hayal edilen mükemmel bir dünyanın yansıtılması
gerektiğini söylemektedirler. “Aristoteles sanatın gerçekliği yansıttığını
söylerken,
bu
dünyadaki
bir
gerçekliği
yansıttığını
düşünüyordu.
İdealleştiriciler ise aşkın (transcendental) bir gerçekliği düşünmektedirler. Her
bakımdan mevcudun daha iyisi olan ve örnek sayılabilecek bir dünyanın
gerçekliği.”63
“İdealleştirmek demek, bu düşünürlere göre gerçekliğe yaklaşmak
demektir, çünkü dünya da görmediğimiz bu kişiler ve nesneler, daha gerçek
olan idealar dünyasını yansıtır. Nesnelerin özünü vermek, bu dünyadakilerin
kusurlarını silmek ve onları olduğu gibi değil olmaları gerektiği gibi
yansıtmakla kabildir. […] Bunun için maddenin neden olduğu kusurları
61
Moran,a.g.e, s.29-30
Moran, a.g.e, s.34
63
Moran, a.g.e, s.35
62
40
gidermek sanatçının işidir. Bundan ötürü ressam, yazar veya şairde, gördüğü
gibi değil olması gerektiği gibi çizer tabiatı.”64
18. yüzyıl Platon’cu ve Aristoteles’çi görüşlerden sonra bunlardan
bağımsız olarak, 19. yüzyılda yeni bir görüş ortaya çıkmıştır. “Bu görüş,
sanatı açıklamada yansıtma kuramını kullanan Marksist estetik anlayıştır.
Marksist estetik birçok yönden gerçeklik akımına bağlanır. Romantizme tepki
olarak ortaya çıkan gerçekçilik akımı yansıtma kurallarına dayalı bir
anlayıştır. Günlük yaşam, çağdaş toplum olabildiğince gözleme dayalı olarak
sanat yapıtlarına yansıtıyordu. Yazında Balzac, Zola ve Flaubert gibi
yazarlar, plastik sanatlarda özellikle resimde Corot, Courbet, Millet ve
Daumier gibi sanatçılar bu akımın öncüleriydiler. Eğer sanatçı gerçekleri
yansıtacaksa bunu bütün yönleri ile yansıtmalıdır. Buna göre çirkin, iğrenç ve
ayıp olarak kabul edilen şeylerde sanata konu olabilmeliydi. Gerçeklik
bilimden de beslenmeliydi. Fizik dünyasında bir determinizm olduğu gibi
insanlar dünyasında da her şeyin bir nedeni vardır ve bunları bilmek
toplumsal yasaları bilmek demektir. Olaylar ancak psikolojik ve sosyal
yasalarla açıklanabilir. Sanatçı tıpkı laboratuarda deney yapan bilim adamı
gibi tarafsız olmalı, gözlemlerinin sonucunu olduğu gibi anlatmalıdır.”65
Sanat eseri artık topluma tutulan bir ayna gibi görülmeye başladı ve
tamamen hayatın içinden, günlük yaşamdan alınmış olaylar, kişiler durumlar
olumlu-olumsuz,
güzel-çirkin,
iyi-kötü
ayrımı
yapılmadan
anlatılmaya
başlamıştır.
“Özetle Platondan günümüze kadar gelmiş olan Yansıtma kuramına
göre sanat anlayışı, dış dünyayı, insanı, hayatı yani gerçekliği farklı
yorumlamaktır. Kimisi bu kavramdan hayatın yüzey görüngüsünü, kimisi
64
65
Moran, a.g.e, s.35-36
Ötgün, a.g.m, s.172- 173
41
genel değişmez olan insan doğasını ve kimisi de duyu dünyamızda
bulunmayan ideal bir dünyayı anlatmıştır.”66
Sanatçıların subjektif deneyimleri bize bir şeyin sadece görüntülerini
sunmamakta, onun sanatsal formlara göre idealize edilmiş formunu da sunar
ve sanat gerçekliklerden edinilen deneyimlere göre şekillenmekte ve evrende
kaç tane sanatçı var ise sanatçıların subjektif deneyimlerine göre o kadar da
değişik sanatsal gerçeklik oluşmuştur, vardır.
Dolayısıyla sanatta gerçeklik kavramı belirsizdir, çünkü nesnel bir
gerçeklik iken, bazen de bir anlatım yoludur. İnsan yaşamında gerekli olan
sanat, insan çabasının ürünü olmakla birlikte, toplumların kültürleri
bağlamında anlam kazanır. Günlük yaşam içerisinde bir zenginleşmeye yol
açarken tarih içerisinde hep var olmuştur. Aslında sadece sanat gerçeği
aramamıştır. Bilimde gerçeği aramıştır. Tıpkı sanat gibi insan yaşamında
gerekli olmakla birlikte, insan çabasının ürünüdür ve tarih içerisinde bilimde
sanat gibi var olmuştur. Fakat aralarındaki ayrılma noktası ise yalnızca
yöntemleridir. Çünkü sanat bir canlandırma iken, bilim ise bir açıklamadır. Bir
bilim yasası ne derece gerçek ise sanat ürünleri de o kadar gerçektir. İkisinin
de ortak yanı farklı yollardan gerçeğe ulaşma çabasıdır.
Dünyanın, gerçekliği birbirinden farklı algılayan birçok canlı varlıkla
dolu bir yaşam alanı olduğundan ve var olan bu canlı varlıkların duyu
organlarına göre gerçekliği farklı algılamakta olduğundan bahsetmiştik. Tabii
ki toplumun her alanında yaşanmakta olan gelişim ve değişimlerin de sanata
yansımaları kaçınılmaz olmuştur. Her sanatçı gerçekliği farklı farklı algılayıp
yapıtlarına
yansıtıyorlarken;
“Kimisi
bu
kavramdan
hayatın
yüzey
görüngüsünü, kimisi genel, değişmez insan tabiatını, kimisi sosyal gerçekliği,
66
Ötgün, a.g.m, s.174
42
kimisi de duyu dünyamızda bulunmayan ideal bir dünyayı, aşkın bir
gerçekliği”67 yansıtmışlardır.
Toplumun her alanında yaşanan gelişme ve değişmelerin sanata
yansıması sonucunda günümüz sanatçısı gerçekliği kendi yaşayıp, algıladığı
şekilde yeniden biçimlendirmiştir. Günümüzde imajlar ve gerçek arasındaki
ayrım belirsizleşirken, tüm gelişme ve değişimler karşısında algı ve değer
yargıları değişmiş, yaşam biçimleri farklılaşmıştır. Teknolojik gelişimlerin
sonucunda yaşamdaki her şeyin imajlardan oluşması, günlük yaşama yeni bir
boyut kazandırmıştır. İletişim araçlarındaki hızlı ilerlemeler ve dijital
teknolojiler sayesinde tüm imgeler göstergeler haline gelmiştir. İmgelerin
günlük yaşamdaki her şeyin ötesine geçmesi nedeniyle birey dış gerçeklikle
olabildiğince az ilişkisi olan bir göstergeler bütünü karşısında yaşarken,
bireyin zihninde giderek karmaşık, darmadağınık bir hali oluşmaktadır.
Kısaca
gerçekle
özdeşleştirildiği
her
durumda
günlük
yaşam
enstantelere yönelim, aslında dönemin ideolojik, siyasi ya da toplumsal bir
takım problemlerle ifade etmek için önemli kılındığını görmekteyiz.
Gündelik
hayatta
yaşanan
gerçeklik
ile
kurgulanan
gerçeklik
arasındaki mesafe bir anlamda bireyin kendi aklını kullanma becerisiyle artar
ya da azalır.”68
67
68
Moran, a.g.e, s.74
Yağlı, a.g.m, s. 21
43
I.1.2. Günlük Yaşam - Sanat İlişkisi
“Sanat yapıtı içinde bulunduğu koşullardan bağımsız değildir.”69
“Yaşam bir eylem alanıysa ve biz ona müdahaleler yaparak,
yaşadığımız çağın nabzını, dönemin rengini, başka insanlarla, paylaşıyorsak
[…]”70 ve “Sanatın ‘hayatın yerini tutması’, sanatın insanla çevresi arasında
bir denge sağlaması […]”71 görüşünü de göz önüne alırsak eğer, yaşam ve
sanat arasındaki ilişki daha da anlamlı bir hal alır.
Yaşam ve sanat iç içedir. Yaşamın sürekli devamlılığı, kendini
yenilemesi ve geliştirmesinin sonuçları, tabiki de sanatta da görülmesine yol
açmaktadır. İnsanın kendine daha iyi bir yaşam sağlamak için verdiği
mücadelesi
sonucunda
insanın
sadece
çevresi
ile
olan
ilişkileri
düzenlenmemiştir. Aynı zamanda sanat alanında da yeni değişimlerin
oluşmasına zemin hazırlamıştır.
“Bir akıl ve duygu varlığı olan insan, başlangıcından bu yana,
varoluşunu, günlük yaşamın pratiği ile sanatın ortak paydası altında
toplamıştır. Taşı sivrilterek öldürücü bir silah yapması, avlamak istediği
hayvanın resmini mağara duvarına çizip boyaması; sanatı, büyü aracı
yaparak silah gibi kullanması ya da hayvana kurulmuş bir kapan olarak
görmesi, varlığını sürdürme amacı güdüyordu. Hangi biçimde olursa olsun
insan, tüm yetkilerini, düşüncesini, duyumlarını ve istencini, gerçeğin
karmaşık gizemliliğini sezmek, doğru yargıya varmak; doğaya egemen olarak
onu yaşanır duruma getirmek amacına yönelmiştir. İçinde yaşadığı doğal
çevrenin sorunlarını anlayabilmek ve varlığını sürdürebilmek için sık sık
69
Benjamin’den Akt. Lenoir, a.g.e, s.106
Bedri Baykam, “Bir Eylem Alanı Olarak Yaşam”, Sanat ve Sosyoloji, yayına Haz. Aylin Dikmen
Özarslan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1. Basım, 2005, s. 23
71
Ernst Fıscher, a.g.e, s. 9
70
44
sanata sığınan ilkel insanın, kendi bilgi ve teknolojik evrenini yaratırken
beslendiği kaynak sanat olmuştur.”72
İnsanlığın bugüne gelinceye kadar yaşamında geçirmiş olduğu evrimi
kavramada önemli bir etkisi olan sanat, tarihin yazılı belgelere dayanmasına
rağmen, insanların duygu ve düşüncelerini ifade edebileceği yazıdan başka
en önemli araçtır. Neredeyse her şeyin sanat olarak kabul edildiği şu günden
geçmişe doğru gittiğimizde sanat kelimesini şekillendiren, onu kodlayan ve
anlamlandıran insanın sanatı tanımlama biçiminin bugünle aynı olup
olmadığına bakmak gerekir. İnsanlığın geçmişinden, bugünlere gelinceye
kadar birçok kişi tarafından sanatın pek çok tanımı yapılmıştır.
“İngilizce’deki ‘art’ sözcüğü, at terbiyeciliği, şiir yazma, ayakkabıcılık,
vazo ressamlığı ya da yöneticilik gibi her türlü insani beceriyi ifade etmek için
kullanılan Latince ars ve Yunanca techne sözcüklerinde türetilmiştir.”73
“Benzer şekilde günümüz Türkçesi’nde kullandığımız Arapça kökenli ‘sanat’
sözcüğü de çift anlamlıdır. Sanat, sınaat: İnsana gerekli eşyalardan birini
meydana getirmek için yapılan iş, ustalık […].”74 Batı’da sanat bir yansıtma,
benzetme ya da taklit olarak görülmekteydi ve “Platon için sanat bir ‘tasarım’,
Hegel için ise bir ‘dışavurum’ biçimidir. […] birinci de yalnızca tasarım halinde
kalan bir girişim söz konusuyken, öteki sanatın taşıyıcı aracı olan ‘biçime’
kadar götürür yaklaşımını.”75
“Arnold Hauser ise sanatın tanımını şöyle yapmaktadır. Sanat yapıtı,
hem biçim, hem içerik, hem tanıma, hem yanılgı, hem oyun hem bildirişimdir;
hem doğaya yakın hem doğaya uzak, hem erekli, hem ereksiz, hem tarihi,
72
Zafer Gençaydın, “Teknolojik Toplumlarda Sanat ve Sanatçı”, Çağdaş Teknoloji ve Sanat,
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak., Ankara, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1991, s. 103
73
Lary Shiner, Sanatın İcadı: Bir Kültür Tarihi, çev. İsmail Türkmen, İstanbul, Ayrıntı Yayınları,
2004, s. 23
74
Lary Shiner, a.g.e, s. 23
75
Eğtuğrul Özkök, Sanat, İletişim ve İktidar, Ankara, Tan Yayınları, 1982, s. 147- 148
45
hem tarih üstü, hem kişisel, hem de kişiler üstüdür. Sanat yapıtı üstüne
bunun karşıtını öne sürebilecek boş yer kalmamıştır artık.”76
Birçok sanatçı, yazar ya da düşünür görüldüğü gibi sanatın ne olup
olmadığını, ne anlama geldiğinin tanımlarını yapmıştır. O zaman diyebiliriz ki,
sanat; duygusal, matematiksel, sosyal ölçütler üzerinde yapılandırılarak, ona
yeni bir boyut eklemek, insanın duygu, düşünce ve heyecanlarının, ruhsal
deneylerinin başkalarına biçimlendirerek aktarabilmek, dünyayı belli bir
kişisel yorumla yeniden üretmek, yansıtmaktır. Evet, görüldüğü gibi sanat
kavramı oldukça kapsamlı ve bir o kadar da karmaşık çağrışımlar
yapmaktadır. Bu kavramın üzerine yapılan tartışmalar sanatın çeşitliliğine de
bağlıdır. Sanat tarihi boyunca birçok sanat dalı-akımı ortaya çıkmıştır ve farklı
özellikler göstermiştir.
Mağaraların yumuşak tavanlarında, çamurlu duvarlarında insanlaşma
sürecinin ilk izlerine rastlarken, sanatsal bilincin ilk çalışmaları sopa, kemik,
taş veya parmaklar aracılığıyla yapılan işaretlerden, çizgilerden oluşmaktadır.
İlkel dönemde günlük yaşamın seyri sırasında rastlantı biçimlerin ortaya
çıktığı görülmektedir ve estetik bütünlükleri ise zaman içerisinde oluşmuştur.
İlkel insanın mağara resimleri yapmaya başlaması ile resimlerdeki anlam
yükü artmış ve toplumsal değişimlerde ürünlere yansımıştır. İlkel toplumlarda
sanat, endüstriyel topluluklardan farklı gelişmiştir ve dine, geleneklere hizmet
eden kutsal bir etkinliktir. Dünya sanat tarihine baktığımızda, ilkel insanın
mağara resimleri yapmaya başlaması ile plastik sanatların kendisini
gösterdiği görülmektedir. Doğal ortamdan teknik ortama geçiş, medeni
gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkan kentleşmeyle birlikte başlamıştır.
Bunun sonucu olarak da ekonomik ve politik değerlerin benimsetilmesi için
kullanılmıştır.
76
Hauser’den Akt., Momsej Kagan, Estetik ve Sanat Dersleri, çev. Aziz Çalışlar, Ankara, İmge
Kitabevi, 2. Basım, 1993, s. 359
46
“15. yüzyıla girilirken, yüzyılın başında bir sanat cennetine dönüşen
Floransa, Avrupa’da bankerlerin ve tüccarların canlı bir sanat piyasası
yarattığı bir kent olduğu kadar, entelektüel ve sanatçıyı koruyan yöneticilere
de sahip zengin bir kenttir. Dinsel konulardan uzaklaşan sanat, yüzlerce yıldır
anlattığı Tanrı tarafından yönetilen insan kaderi yerine, insanın başarılarını
güzelliğini, bireyselliğini maddileştirmeye başlamıştır. Rönesans döneminde
sanat insana yönelerek, insanın araştırılıp yüceltilmesi için toplumsal bir
etkinlik olarak biçim değiştirmiştir. Sanat yüzünü öbür dünyaya değil, hayat,
yaşama sevincine, dünyanın güzelliklerine çevirmiştir.”77
18. yüzyıla doğru ise zaman değişmeye devam etmektedir ve artık
zaman değişimler, yıkımlar, devrimler zamanıdır. Yaşamda büyük bir etkiye
sahip olan Fransız Devrimi gerçekleşmiştir. Fransız Devrimi’nden sonra
ekonomi, siyaset, teknoloji ve günlük yaşamda her şey değişime uğramıştır.
Alışkanlıklar, inançlar, eğlence biçimleri, ahlaki değerler vb. gibi birçok şey
devrimin savurduğu yapraklara dönüşmüştür. Sanatta bir burjuva devrimi
olan Fransız Devrimi’nden sonra burjuva yaşamını konu edinmeye ve
ihtilalden sonra tüm ülkelere yayılmaya başlamıştır. Burjuvanın iktidara
geçmesi ile sanat, ruhban ve aristokrat sınıfını bırakmıştır. Fransız İhtilali
tabiki de yalnızca bir devrim değil, aynı zamanda geniş topluluklara etki
yapan fikir dönüşümleri, dine dayalı yaşanan hayata karşı uyanan kuşkulardır
da.
“(…) on sekizinci yüzyılda, büyüyen orta sınıf ve kültürün artan oranda
sekülerleşmesi gibi tepkilere tepki olarak, ‘güzel sanatlar’ nosyonu gelişti. Bu
nosyon, sanat eserlerinin pratik hiçbir amacının olmadığı ve bunların gündelik
hayat kültürüyle bütünleşmekten çok özellikle çelişen şeyler olduğu iddiasıyla
karakterize edilir. Sanat eserleri ayrıca ‘çıkarsız haz’ ya da ‘fiziksel mesafe’ye
göre karakterize edilen özel bir insani deneyim ‘-estetik’ deneyim- tarzının
nesneleridir. Yani sanat eserleri Bullough’ın tuhaf bir biçimde ‘pratik, fiili
77
Engin Akyürek, Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Sanat, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1. Basım, 1994, s.131133
47
hayatlarımız’ (sanki, belki başka bir yerde, eş zamanlı olarak sürdürdüğümüz
pratik ve fiili olmayan hayatlarımız varmış gibi) adını verdiği hayatlarımız da
her hangi bir rol oynamaz, zaten oynamamalıdır da. […] Dolayısıyla sanat
eserlerinin, biliçsel içeriği yoktur ya da onlar biliçsel içerikleri yokmuş gibi
görülmelidir.”78
Sanat özellikle 19. yüzyıldan günümüze dek her geçen gün ekonomik,
teknik, sosyal pek çok değişime uğramıştır. Yeni teknolojilerin üretilmesiyle
tarih boyunca hem günlük yaşamımız, hem de sanat dünyamız içinde
değişimler
yaşanmıştır.
Bu
değişimler
sadece
yaşam
tarzlarımızı
etkilememiştir. Aynı zamanda sanat tarihindeki değişimlerden de izlendiği
üzere hem görme biçimlerimiz üzerinde, hem de teknik ve konu bazında
etkileri izlenmektedir.
Görüldüğü gibi insanlaşma sürecinin başlangıcından 19. yüzyıla kadar
sanatçılar dinin sınır çizgileri içerisinde olmuş ve bize bu dünya hakkında bilgi
vermiş, bizim ne olmamız gerektiğini söylemişti. İnsan artık geniş bir bilgi
birikimine sahip olmakla birlikte, doğaya hükmetmeye, onu değiştirmeye,
dönüştürmeye başlayarak, geleneksel ve dini değerlerin üstüne kendi aklını
koymaktadır.
Teknolojik
ilerlemeler
üretimin
yapıldığı
yeri
ölçeğini
değiştirmiştir. Toprağa bağlı teşebbüslerin yerini, seri üretim yapabilen
fabrikalar almıştır. Bunun sonucunda uzmanlaşma ve iş bölümünün arttığı
meslekler
tayfının
geliştiği
görülmektedir.
Endüstrileşme
geleneksel
değerlerin ya da birikimlerin dağılmasına neden olmuştur ve onları hükümsüz
kılmaya başlamıştır.
Yaşamın günlük akışı sırasında aniden karşılaşılan teknolojik yenilikler
farklı gerçekleri ortaya çıkarmıştır ve aniden yaşanan şaşkınlıklar, heyecan
yaratan bu gelişmeler sanatçıların deneysel bir bakış açısıyla ilerlemesine
neden olmuştur. Sanat artık din ve benzeri kurumların etkisinden koparak,
78
Crispin Sartwell, Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği, çev.
Abdullah Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 2002, s. 135
48
özgürleşmiştir ve teknolojinin yarattığı modern toplumdan da payını almıştır.
Teknoloji ile birlikte iletişim araçlarının artması kitleleşmesi, kültürlerin birbiri
içine geçmelerine ve ulaşılamayan bilinmezlerin, bilinir olmaya başlamasına
neden olmuştur. Beraberinde de çeşitli bakış açılarını da getirmiştir. Sanat
özgürleşerek aslında sanatçıyı özgürleştirmiştir. Sanatçı 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren de bireyselleşerek geleneksel rollerinden sıyrılmış,
alışılmış olanı tasvir etmek yerine, bilime dayanarak dilediğini tasvir etmeye
başlamıştır. Sanatçıyı burada toplumdan uzaklaşıyor gibi görsek de, aslında
kendi bireyselliğine bakarak, toplumun değerlerine ulaşır hale gelmiştir ve
toplumla bağlarını daha da kuvvetlendirmiştir.
“19. yüzyıl bugüne kadar toplumca öğrenilmiş daha otoriter ve
kurumlarca öğretilmiş olan değerlerin sorgulandığı yani otoritenin güç
kaybetmeye başladığı dönemdir. Bireysel deneyimlerin özelleşmesi ve
artması otoriteye güveni azaltmaya başlar. Böylece daha önce kurumlara
bağlı olan sanatçı özel yaşantıyı ve bireysel tercihleri konu almaya başlar.
Böylelikle sanatın birincil fonksiyonu değişerek bireyin kendini ifade etmesi ve
keşfetmesi olarak değişir. Sanat sanatçının izlenimini ve yorumunu serbest
bırakarak malzeme sağlamak yönünde köklü bir değişime uğramıştır.”79
Sanatta, zamanla sanatsal formlarda biricik olduğu kabul edilen
kalıplar kırılmış ve çeşitlilik kazanmaya başlamıştır. Sanatçı artık eleştiren,
sorgulayan bir bireye dönüşmüştür ve sanatta özgün ifade tarzları oluşmaya
başlamıştır. Bilgi çağı sanatçıya yeni ilham kaynakları yaratmıştır ve teknoloji
ile
birlikte
gelişen
iletişim
araçları
sadece
günlük
yaşama
etkide
bulunmamıştır aynı zamanda sanatçıya da, malzemede zenginlik sağlamıştır.
Diğer toplumların kültürleri ve sanatları hakkında yeni bilgiler edinilmeye
başlanmıştır. Artık sanatta birçok yeni akım ortaya çıkmış, teknoloji ve
sanatçının teknoloji karşısında verdiği tepkiler ile form, ifade araçlarında da
bir çeşitliliğin oluşmasına neden olunmuştur. Sıradan insanların yaşamını
79
Çiğdem Zeytin, “Sanat ve Çağdaş Teknolojiler: Yönelimlerin Değerlendirilmesi”, Eskişehir,
Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, 2008, s. 7
49
etkileyen teknoloji, sanat dünyasını da etkisi altına almaya başlamıştır.
Sanatçı da artık teknolojiden etkilenmeye başlamış ve eserlerini oluştururken
temalarını yeni endüstriyel ve kentsel ortamdan seçmeye başlamışlardır.
Geleneksel sanata karşın nesneler tutarlı ilişkiler içinde değil, artık üst üste,
durağan hareketli, uzak yakın, iç içe geçmiş saydam bir şekilde oluşturulmuş
bir bakış içindedir. Doğal olarak teknolojik ortamdan etkilenen sanatçılar
konularını çağdaş dünyadan seçmeye başlamıştır.
“Yüzyıllar boyu dar bir öykünmecilik anlayışı içinde yaşadığımız
gerçeğe olabildiğince benzer bir dünya yaratmaya çalışan sanatın 20.
yüzyılın başında geçirdiği köktenci dönüşüm, ona o zamana değin
görülmedik bir özgürlük tanıyordu. Sanat gerçeğe bire bir benzer bir dünya
yaratma kaygısından bir kez kurtulup da kendi bağımsızlığını kazandıktan
sonra, yeni bir gerçek kendi gerçeğini yaratmaya çalışıyordu. Yaşama
gönderme yapan ama gene de ona hiç benzemeyen bir yaratıcılıktı, burada
söz konusu olan. Sanatın gerçeğin buyruğundan kurtulması, sanatla yaşam
arasında ilişkinin ters yüz edilmesine yol açmıştı. O kadar ki Mayakovski,
Meyerhord
gibi
sanatçılar,
sanatın
biçimlendirebileceğine inanıyorlardı.”
yaşamı
yönlendirebileceğine,
80
Endüstri devrimine kadar insanların üretmiş olduğu alet ve gereçler
onların yaşamların da yardımcı rol oynamıştı. Endüstri devrimi ile birlikte artık
devreye makineler girdi ve yaşamın her alanında makineler üretim
aşamasında öncelikli konuma gelerek, günlük yaşamın akışında kolaylıklar
sağlarken değişimlere de neden olmuştur. Yaşamın tüm alanlarında olduğu
gibi sanatta da önemli değişimler yaşanmaya devam etmiştir. Sanat artık ne
dinin ne de burjuva ya da aristokrasinin hizmetinde değildir. Kentleşme ile
birlikte sanat eserleri, katedralleri ve burjuvaların odalıklarının yerine, sergi
salonlarını süslemeye başlamıştır. Sanat ve sanatçı artık tüketim kültürüne
80
Zehra İpşiroğlu, “Sanat Yaşamdır Yaşam Sanat”, Adam Sanat, Mart, 2004, sayı. 218, s. 92
50
ayak uydurmaya başlayarak, sanatta önemli gelişmeleri de beraberinde
getirmiştir.
“Endüstri Devrimi’nden sonra tümüyle yeni bir çehreye bürünmeye
başlayan dünya, hiç kuşkusuz 19. yüzyılda tanık olduğumuz sanatsal
değişimlerin başlıca nedenidir. Endüstrileşme kapitalizmin gelişimi kentlerin
giderek büyüyüp gelişmesine yol açmış, yeni ulaşım ve iletişim araçlarını
beraberinde getirmiş, bir önceki çağda belki hayal bile edilemeyecek
yenilikler insan
yaşamına
bir yandan yeni kolaylıklar,
öte
yandan
beklenmedik yan etkiler getirmiştir. Endüstri Devrimi sürecinde buharlı
makinalar, balon, vapur gibi yeniliklerle 19. yüzyılda buharlı lokomotif,
fotoğraf, telgraf, stetoskop, sentetik boya, buzdolabı, dinamit, telefon, elektrik
ışığı, otomobil, sinema filmi, röntgen, 20. yüzyılın başında radyo, uçak gibi
keşifler eklenmiş, gündelik yaşamı ciddi biçimde etkilemiştir. Bu süreçte Karl
Marx (1810-83) ve Friedrich Engels’in (1820-95) ‘Komünist Manifesto’su
(1848) ve ardından Marx’ın ‘Kapital’i (1867) Endüstri Devrimi sonrasında
modern toplumların ekonomik altyapısına ilişkin gözlemleri ve öngörüleriyle
yeni düşüncelerin tetikleyicisi olmuş, toplumsal hiyerarşilerin sorgulanmasının
yolunu açmıştır. ‘Tanrı öldü!’ diyen Friedrich Nietzsche (1844-1900) burjuva
ahlakına ve toplumsal otoriteye başkaldıran yaklaşımıyla geçmişin kültürel
değerlerinin yıkımını hissettirirken, Sigmund Freud’un(1856-1939) bilinçaltı
kuramı, insan yaşamının cinsel dürtülerden kaynaklanan bilinmez bir yönüne
ışık tutarak, ruhsal yaşamın derinliklerine ilişkin bir pencere açmıştır. İnsanın
kendi gerçekliğine dair algılarını dönüştüren tüm bu gelişmeler, modernliğin
sahnesi olan kentlerde, tren istasyonlarındaki kalabalıkların, yeni alışveriş
merkezlerinin, hazır giyim satan yeni dükkanların, resimli basının, kafelerin,
tiyatroların, kısacası yep yeni bir yaşam biçiminin yarattığı yeni sahnede
yaşanmıştır. Bu yeni sahnenin yeni sanatçıları, Baudelaire’in dediği gibi birer
‘hayat arşivcisi’ olarak gözlemlerini sanata yansıtmışlardır.”81
81
Ahu Antmen, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2. Basım, 2009, s. 18
51
Artık sanatta modernist dil tarzları oluşmaya başlamış ve sanatçı
sadece eleştirmemeli aynı zamanda yeni seçenekler de sunmalıdır. Yeni
modernist sanatçılar bu dünyayı sokaklardaki günlük yaşama yönelerek
bulmuşlardır. Sokaklar, insanların birbirlerini dolaylı veya dolaysız olarak
görüp kaynaştırdığı mekânlar olmuştur ve pek çok sanat harekatına da ev
sahibi olmayı sürdürmüşlerdir. İnsanların özel yaşamına, günlük yaşamlarına
gösterilen ilgi 1950’lerden sonra artınca birçok sanatçıyı da etkilemiştir. Artık
kitle iletişim araçlarının farkına varan sanatçılar sanatlarında ifade aracı
olarak bunlardaki imgeleri kullanmaya başlamışlardır. “[…] reklam imgeleri,
günlük ihtiyaç nesneleri, atıklar vb. sanat sahnesine taşındığında sanatın
bunlardan farkı kalmamıştı. Sanat ve Kitle İletişim Araçları, sanatçı ve kitle
arasındaki sınırlar belirsizleşti, farklılıklar ortadan kalktı. 70’lerin sonunda
‘nasıl’ sorusunun yerini ‘neyin’ sanat olup olmadığı aldı. Bu sorun kavram
sanatçıları tarafından sanatın tüm bağlamları içinde ele alınıp konusunun
idea düş ve ölümü tartışmaları yoğunlaştı. Çünkü kavramsal sanat, sanatın
‘Pazar’ ilişkilerini de sorgulamaya başlamıştı. Sanatı sorgulama 10 yıl
sürerken, marketi canlı tutan sanat endüstrisinin sahipleri, krizden çıkış
yollarını arıyorlardı. Çünkü yapıtsız sanat olabilir mi sorusu, Pazar sahiplerini
ve patronajları tedirgin ederdi. Neo- Ekspresyonizm bu arayış sonunda
palazlandırıldı.”82
“(…) Bilindiği gibi sanatın günlük yaşantı da, kaba anlamıyla yaşantıyı
kolaylaştıracak bir fonksiyona sığmaması, hatta o olanla ilgili olması, bir
bakıma sanatın yaşamın yararlı alanlarıyla ilişkili olmadığı anlamında bazı
yerleşik yargılara neden olmuştur. […] Sanat, elbette insanın gözle
görülmeyecek kadar derin ve zengin olmasına ve insanlığın gerçek amacının
günübirlik çıkarlar ötesinde bir noktada olması gerektiğine yönelik büyük
sözleri kendi tekil ve özgün dünyasından üreterek, insanın doğa karşısında,
82
Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”,
s. 271- 272
52
insanın insan karşısında ve insanın büyük sorunlar karşısında ezilmeden
geleceğe doğru adım atmasına büyük katkı üretir.”83
Sanatın temelinde hep insan emeği bulunmakla birlikte, hiçbir zaman
günlük çalışmadan soyutlanmamıştır. Doğayı ve nesnel gerçekliği estetik
deneyimlerle ele geçirilmeye çalışılması ve elde edilen kazanımların yaşama
aktarılması günlük yaşamı beslemiştir. Her dönemde insanlar verdikleri
ürünlerde salt nesnel dünyayı yansıtmışlar, aynı zamanda da tartışmış ve
yargılamışlardır da.
Günlük yaşantıyla sanat ilişkisi için diyebiliriz ki, günlük yaşam ile
sanat, tarihsel süreçte hep iç içe olmuştur. Bu ilişki mağara resimlerinden bu
yana en çok “gerçek” olanla somutlaştırılmış, ifade edilmiştir. Tabi ki günlük
yaşamın nesnelerle resmedilse de temelde yapıttaki amacın nesnelerin
maddiliğiyle ilgili olmadığı da iyi bilinen bir gerçektir. Yine de değişen
süreçlere ve ortaya çıkan farklılıklara rağmen, sanat hep insanın yaşamsal
faaliyetlerinin nasıl sürdüğünün bir kanıtı olmuştur. Bu nedenle sanat, günlük
yaşam tarzlarının gerçeğe en uygun şekliyle görselleştirildiği bir alan olmuş
ve bir süreklilik içinde var olmuştur.
20. yüzyılda teknoloji daha da güçlenmeye başlamış ve toplumsal
yapıda değişimlere yol açmıştır. Toplumun maddi, manevi bütün değerlerini
değiştirmiş ve sanat dünyası da ilerleyen teknolojiden nasibini almaya devam
etmiştir. Bugünde halen bilim, teknoloji ve endüstri toplumsal ve günlük
yaşamımıza şekil vermeye devam etmektedir.
Bir sanatçının amacı da zaten yaşadığı toplumdaki insanlara tarihsel
ve toplumsal gelişmelerin gerçekleri ile olayların gerçek anlamlarını
anlatmaktır. İnsanlara günlük yaşamındaki gerçekliği doğrudan algılamasını
83
Hüsamettin Koçan, “En Eski, En Sürekli ve En Şiddetli Başkaldırı”, Milliyet Sanat, Ağustos, 2005,
s. 15
53
sağlayan bir bilinç kazandırmaktır. İnsan artık sadece düşlerinde değil,
yaşadığı dünyada da özgür olacaktır.
Artık diyebiliriz ki; yüzyıllar boyunca sanat, toplumsal durumlardan, dini
inanışlardan,
siyasal
gelişmelerden,
teknolojik
değişimlerden
kitlesel
hareketlerden, savaşlardan yeniliklerden doğrudan veya dolaylı olarak
etkilenmiş
bir
süreçler
zinciri
olarak
karşımıza
çıkmıştır.
Kralların,
aristokratların, ruhban sınıfının veya yöneticilerin hizmetinde kalmıştır.
Sürekli değişime maruz kalmasına rağmen gerçek yaşamdaki değişimlerin
öncesinde ya da paralelinde hep seyretmiş ve hiçbir zaman tarihin gerisinde
kalmayarak söyleyecek bir sözü, mücadele edeceği bir alanı, bir davası hep
olmuştur.
54
İKİNCİ BÖLÜM
MODERN KENT YAŞAMI, KÜLTÜRÜ VE SANAT İLİŞKİSİ
“Bu kentte şaşıp duruyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu durum
beni alt üst ediyor. Oysa doğduğum kent burası. Uzun yıllarımı burada
geçirdim. Küçüklüğümden bildiğim yerler var. Ama yeterli değil bu. Akışa
ayak uydurmak gerek, yoksa en iyi bildiğiniz yeri bile tanımıyorsunuz. Bir
bakıyorsunuz ki üzerinden asma yollar, köprüler geçmiş, gökdelenler dikilmiş
top oynadığımız çayırlıklara.
Şaşkaloz durumu bu. Oysa bu kentin köylüsüyüm ben. Doğru […]
Belki bu yüzden köylüsü gibi kalıyorum çoğu kez.”84
Kentlerin değişimi hayatı nasıl değiştiriyorsa, kimlikleri de değişime
uğratmaktadır. “Tarihsel olarak da büyük mimari devrimlerde sembolize olan
kültürdeki başkalaşımın her zaman büyük toplumsal devrimleri izlemiş olması
bunun en önemli göstergesi. O halde, kente, her şeyden önce kültürel
biçimlenişin bir yansıması olarak bakılabilir.”85
İnsanlık tarihi içinde kentleşme olayına bakıldığında, insanoğlunun çok
yeni bir deneyimi olarak kentlerin sadece M.Ö. 3000-5000 yılları arasında
ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Gerçek anlamda günümüz kentlerine model
olacak kentlerin ilk temelleri ise sadece 250 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Kentsel yerleşim birimleri bir kültür birikiminin sonucudur.”86
Kent yaşamı ya da kent kültürü dediğimiz şeyin tüm öğeleri sanayi
devrimi ile birlikte değişmiştir. Sanayi devrimi ile kentleşme 1950’lerden
84
Ali Yaşar Sarıbay, “Kent: Modernleşme ve Postmodernleşme Arasındaki Köprü”, Kentte Birlikte
Yaşamak Üstüne, Editör. Ferzan Yıldırım, İstanbul, Demokrasi Kitaplığı, 2. Basım, 2002, s. 37
85
Sarıbay, a.g.m, s. 37
86
Tatlıdil, “Kent Kültürü ve Boş Zaman Değerlendirme”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel
Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara,
Sosyoloji Derneği Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 385
55
itibaren görülmeye başlamış ve 1970’lerden sonra artmaya başlamıştır. İç
göçlerle birlikte kentlerde gecekonduların sayısında bir artış görülmektedir ve
kentte bir konut artışı yaşanmaya başlamıştır. Kentleşmenin artması ile
birlikte aynı zaman da bireylerin yaşam tarzları ve ihtiyaçlarında da hızlı bir
değişim ve gelişim meydana gelmiştir. Sanayi devrimi var olan mekânların
yeniden düzenlenip şekillenmesini sağlayarak biçimlendirmiştir.
Sanayi devriminden sonraki kentlerde meydana gelen asıl gelişme ile
farklı bir yaşam kültürü ortaya çıkmış ve kentler büyük sanayi merkezleri
haline gelmiştir. Günümüze kadar olan bu teknolojik gelişmenin fiziksel
mekana yansıması ile de kent; ‘metropol’ (büyük kent), ‘megapolis’ (çok daha
büyük kent bölgesi) olarak adlandırılmıştır. Kente ilişkin, farklı zamanlarda ve
farklı uygarlıklarda kullanılan bu tanımlar incelendiğinde, kentin sadece
işlevsel yönünün ya da biçimbilimsel yönünün veya her ikisinin birden öne
çıktığı görülmektedir. Bu da beraberinde kent kavramının değişik alanlarda
farklı farklı açıklanmasına yol açmıştır.”87
Kentler, kırdan kente doğru göçlerle birlikte insanların yoğunlaştığı en
önemli merkezler haline dönüşmüştür. Kentte kırsal alandan kente doğru
göçler ve endüstriyel gelişmelerle birlikte, hızlı bir nüfus artışına ev sahipliği
yapmaya başlamıştır. Bunun sonucunda da yeni yaşam alanlarına ihtiyaç
duyulmaya
başlanması
ile
birlikte
kentte
hızlı
bir
betonarmeleşme
başlamıştır. Betonarme yapıların inşası ile birlikte kentte doğadan uzak
yapay bir ortam oluşmuştur. Kentte yaşayan insanlar artık birbirine
benzemeyen yaşam biçimlerine sahiptirler. Fakat yerleşim alanları olarak
paylaştıkları kentler, onların ortak mekânlarıdır.
Yaşam
biçimi
açısından
kentler
arasında
ortak
özellikler
bulunmaktadır. Aynı zamanda da tarihsel gelişim süreçleri içerisinde de
farklılıklar bulunmaktadır. Kent kültürü sosyal ekonomik ve politik etkinlikler
87
K. Evren Bolat Aydoğan, “İnsan-Mekan-Kent İlişkisi Üzerine Resimsel Yorumlar”, Mersin,
Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2005, s. 6- 7
56
kapsamı içinde ele alındığında da evrensel değerlerde içermektedir. Kültür,
kent koşullarını yaratmış olduğu yaşam biçimine anlam veren değer ve
normlar dizgesini bünyesinde barındırır. Nüfus, eğitim düzeyleri, mesleki
kariyerler, ortak yaşam deneyimleri kent toplum kültürü içinde salt kriterler
olarak görülür. Hızla değişen teknoloji üretimle bütünleşmesi bu ekonomik
faaliyet kolunda çalışan kişilerin süratle uyum sağlamasına bağlıdır. Kent
yaşam biçimi bu nedenle değişmeye ve gelişmeye açıktır. Endüstriyel
gelişimini tamamlayan yani kent toplumu haline dönüşmüş olan toplumlar
teknik avantajlara sahiptir. İnsan bundan dolayı da günlük olarak yapmak
zorunda olduğu işlerden kaçma fırsatını sağlar. Teknoloji sadece sosyal
yaşama değil, aynı zamanda çalışma yaşamında da değişimler meydana
getirmiştir. Ayrıca kültürel değişimleri de oluşturmaktadır.”88
Kentler artık nüfus yoğunluğu, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı, iş
imkânları, eğlence anlayışları ile birçok şeyden dolayı cazip yaşam
alanlarıyla çok sayıda ve farklılıkta insanın büyük kent merkezlerinde
yoğunlaşması sonucunu doğurmuştur. İnsanlık tarihinde yüzyıllarca sürekli
değişime uğramasıyla artık sivil yaşamın en önemli yerleşim alanları haline
gelerek; kentler yaşanmışlığın izlerini her yerde kaldırımlarda, yollarda,
duvarlarda, köprülerde, merdivenlerde, yapılarda vb. bütün mekânlarda
taşımaya başlayarak bir kent dokusu oluşturmuştur.
“Kent tüm bu edilgen, sentetik yaşam şekline, tek düzeliğine rağmen
birçok insanın buluşma mekânı olmaya devam etmektedir. Özelliklede
kentlerdeki nüfus artışı kent ortamının yarattığı olumsuz etkileri de
arttırmakta, beraberinde toplumun genelinde bıkkınlık, yabancılaşma gibi
psikolojik durumlar yaratmaktadır. Simmel’e göre bu durum hızlı, değişken,
yoğun kent yaşamın kaçınılmaz sonucu olmakla beraber aynı zamanda
kentin
88
para
mübadelesinden
Tatlıdil, a.g.m, s. 387- 390
kaynaklanan
renksizliğinden
de
57
kaynaklanmaktadır.”89 “[…] Nüfus artışı rakamsal verileri gösterirken bir
arada yaşayan insanların birbirleri ile ola ilişkileri ve yaşadıkları mekâna
bakış açıları başka bir sorunsalı yaratmıştır. Kent günlük yaşamı hem
dinamik hem de monoton yanıyla bireyi etkisi altına almıştır.”90
Kentler, bireylerin sosyalleşme süreçlerinde etkili olurken, aynı
zamanda da bireylerin toplumsal işleyiş içinde hazırlanmalarına olanak
sağlar. Ayrıca örgütlü toplum yaşamı olarak bireylerin çalışma koşullarını
düzenlerken, aynı zamanda da boş zamanları değerlendirmelerinde de
düzenleyici rol oynar. Kentsel yaşam karmaşasında uzmanlaşılan alanlarda
çalışan bireylerin yoğunlaşması ve buna bağımlı bir yaşam süren bireylerin,
kentsel mekânların kullanımında da farklılaşarak genişlemeler yaratmışlardır.
Diğer taraftan da kendilerine olan güvenlerini yitirmesine neden olarak,
kentsel alanlarda birbirine benzemeyen özellikler göstermişler ve kent
kalabalığında
toplumsal
olarak
çoğalarak
kendi
gerçeklerine
yabancılaşmışlardır. Kent yaşamı içerisinde bireyler belirlenmiş zaman
dilimlerinde, kendine özgü serbest meslek sahibi ya da idari alanlarda veya
da hizmet sektöründe çalışarak hızlı bir yaşam temposunda yaşamlarını
sürdürmektedirler.
Boş zamanları değerlendirme aktivitelerinde bireyler, kent kültürü
içinde kişisel eğilimlerine göre gösterdikleri davranış ve beğenilerde
birbirleriyle benzer davranış ve beğenileri göstermesine neden olmaktadır.
Boş zaman bireylerin kişisel eğilimlerine göre harcadıkları zaman dilimi değil,
toplum yaşamının beklentilerine göre değerlendirilmesi gereken zaman dilimi
olarak görülmektedir. Kent günlük yaşamının zorunlu boş zaman etkinlikleri
bireyin bilgi ve beceri birikimlerine bağlı kalmaktadır.
89
Aydoğan, a.g.e, s. 17
Lütfi Özden, “Eleştirel Yaklaşımla Kentsel Yaşamdan Plastik Çözümlemeler”, Ankara, Yüksek
Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001, s. 7
90
58
“İster gelişmiş ister gelişmekte olan ülkelerde olsun, kent ve kent
kültürü evrensel nitelikte olan değerleri kapsar. Kent toplumunun örgüt yapısı,
örgütsel işleyiş içinde bireylerin etkileşim biçimi ve bunlara anlam veren
kültürü kentin hem toplumsal hem de mekânsal özelliklerini ortaya koyar.
Bireylerin kent alanlarında sergilediği zorunlu ve boş zaman faaliyetleri kentin
geçmişten gelen yaşam deneyimiyle birlikte kentlerin evrensel düzeydeki
kültür birikimleri tarafından şekillenir. Çoğu kez kentlerin tarihsel yaşam
deneyiminden getirdikleri, adeta uzmanlaşma alanı içinde zenginleştirdiği
aktiviteler kentlerin kültür zenginlikleridir. Bir kültür mozayiği içinde şekillenen
ve zenginleşen bu alanlar zamanla kentin ismiyle özdeşleşir.”91
Bireylerin evde ve işte geçen zaman dilimlerinin dışında kalan
zamanın değerlendirildiği alanlar tabiki de kentin kültür, sanat, dinlence, spor
ve
eğlence
merkezleridir.
Kentin
ekonomik,
sosyal
ve
kültürel
gelişmelerinden de etkilenerek toplum yaşamının beklentilerine göre
değerlendirilmektedir. Genellikle çalışan insanlarım sekiz-on saatlik iş günü
sonunda, işten eve dönerken benzer ulaşım araçlarını kullanmakta ve evine
döndükten sonra ise kendine kalan kısa zamanı değerlendirirken, dinlenmeyi
ve eğlenmeyi düşünmektedir. Ayrıca ortak mekânlarda alışveriş yapmakta,
yemek yemekte yani kısacası sosyal aktivitelerde bulunmaktadır. Eve
döndükten sonra kent yaşamının hızlı temposundan kurtulan birey kendisi
için başka bir kaçış alanı sağlayan medya ve televizyonu kullanmakta ve “
(…) kendisine
kalan
kısacık
zamanda, haklı olarak
dinlenmek
ve
eğlenmekten başka bir şey düşünmeyen emekçi sınıf ve kesimler, Gunther
Anders’in acılı vurgusuyla söylersem, ‘dünyayla’ ancak ‘dünyaya kapısını
kapadıktan’ sonra ‘televizyonda’ karşılaşmaktadır.”92
Kitle iletişim araçları, kentteki toplumsal yaşamda insanların günlük
yaşamlarını ve davranış biçimlerini etkilemekte ve insanlara ancak tüketerek
91
Tatlıdil, a.g.m, s. 395
Ahmet Oktay, Metropol ve İmgelem, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım,
2002, s. 31
92
59
mutlu olunacağına dair bir yaşam anlayışını empoze etmektedir. Sınırsız bir
güce sahip olan kitle iletişim araçları belirli bir sınıfın elinde bulunmaktadır.
Bireyleri kitle iletişim araçları ile milyonlarca kafaya sokulmak üzere aynı
mesajı üretmekte, böylelikle de kendi kültürlerini tüm dünyaya yayarak hakim
kültür haline gelmesini sağlayarak bireyleri yönlendirmektedir. Bireylere
benzer şeyleri tüketmeye ve kullanmaya yönlendirerek, kent insanlarının
daha sonra benzer kişilik özellikleri göstermesine neden olmakta ve bireyleri
sıradanlaştırmaktadır.
“(…) Kentin içinde barındırdığı tek düze yaşam, tüketim ile bir anlamda
telafi edilmeye çalışılmakta, tükettikçe var olan, var oldukça tüketen bireyler
meydana gelmektedir. Kent mekânın getirdiği özgürlük ve bireysellik,
beraberinde yalnızlığı ve bıkkınlığı da getirmektedir. Kent kalabalığı içinde
kaybolan birey kendini ortaya çıkarmak için farklılık arayışına girmektedir. Bu
arayışın sonunda gelişen moda anlayışı, bireyin ayırt edilme gereksinimini
karşılamakta aynı zamanda da yaygınlığı ile de bireyin diğer bireylerin
yürüdüğü yolda ilerlemesini sağlayarak onun onaylanma ihtiyacını da
karşılamaktadır.”93 “(…) metropolde yaşayan insan kendi özgürlüğünü
gündelik hayatın rutin temposuna, idollerine, modalarına teslim etme eğilimi
taşır. Bu başkaları gibi olma, herkes ne yapıyorsa onu yapma arzusudur.
Ancak bu arzu da bir noktada kendi karşıtını yaratacaktır. Çünkü metropolün
hegomanik mantığı, herkese aynı arzulan empoze ederek kıyaslamayı
mümkün kılar. Benzeriyle rekabet, benzerlerinden ayrılma isteğini doğurur.
Dolayısıyla arzunun nesnesi düşmanlığında nesnesi olur.”94
Kent yaşamı, hızlı yaşam trafiği içinde kırsal alandan farklı olarak
doğadan uzaktır. Kentlerdeki teknolojik gelişme bireylerin yaşam koşulları ve
yaşamsal alanlarını etkilemiştir. Artık kentlerde ortak tüketim alanlarının
oluşması kaçınılmazdır. Sanayinin kente etkisi ile üretim ve yönetim
birimlerinde artış olmuştur.
93
94
Aydoğan, a.g.e, s. 18- 19
Ahıska’dan Akt., Sarıbay, a.g.e, s. 45
60
Bütün bu süreçlerden sonra artık diyebiliriz ki, ilk kentlerdeki bireylerin
modern kentteki bireylere dönüşmesindeki etken sanayileşme olmuştur.
Modern kent sanayileşme ile birlikte nüfus artışı ile aşırı bir merkezileşme,
yoğunlaşma sürecinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Modern kentin
doğasıyla ilgili çok şey söylenebilir, ama en başta söylenmesi gereken
şeylerden biride, modern kentin geleneksel şehirlerden farklı bir kimliğe sahip
olmasıdır. İnsanlar ilk kez modern kent yaşamında bireysel özgürlüklerine
bağlı olarak çoğulcu bir yaşam düzeyine ulaşmıştır. Aşırı kalabalıklar, kolektif
binaların zorunluluğu, trafik tıkanıklığı, araçların gürültüsü, dinlenmeye ve
eğlenmeye ayrılacak boş zamanların az olması insanın sinir sistemini
doğrudan etkileyen ve onu bir takım hastalıklara elverişli hale getiren faktörler
olmuştur.
“Kent insansal dokusuyla, tarihsel ve doğal zenginlikleriyle, geçmişin
fısıltılarını olduğu kadar güncelin bağırtılarını da yankılayan simgeleriyle
insanları kendine hayran eder ama, kaotik yapısı, teörize edici ve yalıtıcı
çoğunluğuyla korku da verir.”95
Endüstri devriminin ortaya çıkardığı bu farklı yapı yaşamın bütün
alanlarında olduğu gibi sanatta da önemli değişimleri meydana getirmiştir.
Sanat din, burjuva ve aristokrasinin hizmetinden çıkmıştır. Modern kent ve
yaşamı,
kültürü
değişimlerde
tanımlamalarından
konunun
plastik
sonra
sanatlarda
kentin
da
geçirmiş
yansımaları
olduğu
olmuştur.
Kentlileşmenin hızlı bir şekilde yaşandığı bu süreçlerde modern kent ve
yaşamı, endüstri ve teknolojik gelişmeler sonrasında sanatçılar için önemli
olmuş ve kent yaşamını yansıtan sanatçı, salt izlenimlerin yerine zamanla
sanayileşmenin getirdiği hızla birlikte zamanın hızına ayak uydurarak, kentin
geçirmiş olduğu değişimleri sanatına da yansıtmış ve bu sanayinin getirdiği
değişimler sanatçının sanatının da değişmesine yol açmıştır. Sanatçılar yeni
teknik ve üsluplarla yeni yöntem ve anlatım yollarıyla modern kent ve kentte
95
Oktay, a.g.e, s. 24
61
var olan yaşamı nesnel, eleştirel ve öznel yaklaşımlarıyla, kente dair
izlenimlerini yansıtmışlar. Modern kent yaşamı ve dokusu, sanatçıların,
mimarların, yazarların vazgeçilmez mekânlarından olmuştur.
Modern kentte gözlemlenen günlük yaşamın sıradan bir anı, modern
kente dair imgeler, sokak manzaraları, otobüsleri, yolları, dinamik ve yapay
çevresi, kalabalıkları, sosyal yaşamı, kent eğlence anlayışları, olumlu
olumsuz yanlarıyla dramları ile de birçok şey nesnel, eleştirel ve öznel
anlatım yolları ile sanatta konu olarak yapıtlarda yansımıştır. Modern kent
yaşamından sahnelerin, sanatta ki yansımaları ve kent yaşamındaki görsel
izlenimlerin aktarıldığı sanat yapıtları oluşmaya başlamıştır artık. Ayrıca da
kent sadece konu olarak sanatta var olmamış aynı zamanda da sanat
eylemlerine de sahne olmuştur.
Sanatın aldığı yeni konuma verilebilecek en güzel örnek, Nadar’ın
1874 yılında Paris’te açmış olduğu bir resim sergi salonudur. Bu salonun
açılması girişimi, sanat tarihinde ilk kez bir sanat eserinin satışa sunulmak
üzere sergilenmesidir. Bu salonun açılması, sanatı din ve benzeri
kurumlardan,
aristokrasinin,
burjuvazinin
hizmetinden
kurtulmasını
sağlamıştır. Sanat eseri artık sergi salonlarını süslemeye başlamıştır.
Sanatın yeni toplumsal düzenle buluşması ise büyük kentlerde kurulan
pasajlar ile olmuştur. Pasajlar, mimaride ilk kez demir konstrüksiyonların,
cam malzemelerin birlikte kullanımı ile yapılan yapılardır. Önemli işlevleri
olan kent pasajları lüks eşya ticaretinin merkezlerindendir. Pasajların
donatımıyla ise sanat ticaretin hizmetine girerken, aynı zamanda yeni yapı
tarzlarıyla değil, işlevleri ile önemli değişimleri simgelemiştirler. Görsel sanat
eserleri, sergi salonları ve pasajlarla toplumla buluşma olanağı bulmuştur.
Böylelikle de katedralleri, kiliselerin duvarlarını, sarayları süsleyen yapısından
sıyrılmıştır. Geniş kitlelerle buluşma fırsatı yakalayarak seçkinliğini toplumla
paylaşarak yeni bir oluşum sergilemiştir. Bu yeni oluşum sanat akımlarının,
62
dallarının başlangıcını oluşturacak bir ivme taşımaktadır. Görsel sanatlar ilk
defa izleyici ile birebir ilişki kurma yolunu keşfederek, halkı seçmiştir.”96
“Kent yaşamı uzamsal zenginliği ve farklılığıyla, sunduğu ya da
sunabileceğine inanılan maddi-manevi fırsatlarıyla, her türlü bireysel
fantazmayı beslemeye uygun kozmopolit yapısıyla, her zaman için siyasal ve
sanatsal imgelemin besleyicisi olmuştur. Aydınlık bulvarların ve ışıltılı
vitrinleriyle olduğu kadar, arka sokakları ve gecekondularıyla, lüks gece
kulüpleriyle olduğu kadar koltuk meyhaneleriyle de insanları durmadan bir
şeylere davet eder kent. Karanlık, ürkütücü arzuların, doyurulmak isteyen
cinsel beklentilerin, zenginlik hayallerinin merkezidir. Düşler orada kurulur ve
orada yıkılır.”97
Büyük kentler artık tek düze yaşam biçimi sunmakta ve kendini yitiren
insanı simgelemektedir. Kırsal alandaki yaşamın doğal akışı artık yok
olmuştur ve kırsal alana göre kent zamanı hızlı ve sürekli değişik durumlarla
yaşamaktadır. İlk yerleşik hayattan bu güne kadar günlük yaşantının içinde
sürekli var ola gelmiştir.
“Kentler tıpkı elektrik transformatörleri gibidir: basınçları arttırmakta,
mübadeleleri hızlandırmakta, insanların hayatını nihayetsiz bir şekilde
kavramaktadırlar. İş bölümlerinin en eskisinden, en devrimcisinden doğmuş
değiller midir: bir yanda tarlalar, diğer yanda kentsel denilen faaliyetler? Kent
ile kır arasındaki zıtlık barbarlıktan uygarlığa, kabileler düzeninden devlete,
yerellikten ulusa geçişle başlar ve günümüze kadar tüm uygarlığa, uygarlık
tarihi boyunca görülür.”98
96
Alper Altunay, Mekanik Sanattan Elektronik Sanata Geçiş, Eşkişehir, Anadolu Üniversitesi
Yayınları No. 1539, 2004, s. 139- 141
97
Oktay, a.g.e, s. 10
98
Fernand Braudel, Maddi Uygarlık Gündelik Hayatın Yapıları, çev. Mehmet Ali Kılıçbay,
İstanbul, İmge Kitabevi, 2. Baskı, 2004, s. 433
63
II.1. MODERNLEŞME VE GÜNLÜK YAŞAM
Avrupa’daki teknolojik ve ekonomik büyüme sonucunda dünyada
toplumların yaşamlarında kurumsal ve kültürel değişimlerin yaşanmasına
başlanmıştır. Bu sosyo-ekonomik değişimler sonucunda toplumlar adına
modernleşme denilen modern bir sürecin içine girmiştir.
Modernleşme
terimi
“çoğunlukla
sanayileşmede
temellendirilmiş
toplumsal gelişim aşamalarına gönderme yapmak amacıyla kullanılır.
Modernleşme genişleyen kapitalist dünya pazarının sürüklediği bilimsel
keşifler
ile
teknolojik
yeniliklerin,
sanayideki
ilerlemelerin,
nüfus
hareketlerinin, kentleşmenin, ulus devletin ve kitlesel siyasal hareketlerin
oluşumuyla birlikte ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişimlerin çeşitliliğinin bir
birliğidir.”99
“Modernleşme kavramı değişik şekillerde tanımlanmaktadır. Bu farklı
tanımlara rağmen geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına
dayalı durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş, okur-yazarlık oranının
arttığı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştiği, dinamik bir yapıya geçiş,
modernleşme olgusunun ortak özelliği olarak ele alınmaktadır. Hakim özellik
ise tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan sanayiye dayalı toplumsal bir yapıya
geçiş
olarak
belirmektedir.
uzmanlaşmayı
beraberinde
Toplumda
getiren
belirgin
bir
modernleşme
farklılaşma
toplumun
ve
eski
değerlerinden soyutlayıp yeniden dizayn edilmesi anlamına gelmektedir.”100
Modernleşme birçok kaynakta geleneksel toplumdan modern toplum
tipine doğru bir toplumsal değişim süreci olarak tanımlanabilmektedir.
99
Modan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Ankara, Bilim ve
Sanat Yayınları, 2. Basım, 2004, s. 187
100
Seyfettin Aslan, Abdullah Yılmaz, “Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm”,
Moderniteden Postmoderniteye Değişim, Editör. Coşkun Can Aktan, Konya, Çizgi Kitabevi 1.
Basım, 2003, s. 76
64
Modernleşmenin gerçekleştiği toplumlar aynı zamanda modern toplum adını
almaktadır.
Ekonomisi sanayileşmiş, toplumsal yapıda kentleşmiş, eğitim seviyesi
yüksek, insanların kendilerini ve dünyayı yerel değerlere göre değil, evrensel
ölçülere göre anlamlandırdıkları, bireyciliğin bir değer haline geldiği, siyasi
olarak da temsili demokrasi ile yönetilen bir toplumsal formasyona
bakıldığında, ekonomide, kültürde ve siyasi örgütlenme düzeyinde bu
niteliklerden yoksun olan toplumlar modern olmayan toplumlardır. Bunlara
geleneksel
toplum
diyebilmekteyiz.
Görülmektedir
ki
modernleşme,
ekonomide sanayileşme, kültürde bireyselleşme ve evrenselleşme, siyasette
demokratikleşme anlamında geleneksel toplumun modern topluma doğru
değişimini ifade etmektedir. Modernleşme tarımdan endüstriye, köyden kente
geçiş gibi farklılaşmaları getirmiştir.
Modernleşme süreci ile birlikte toplumların sosyo-ekonomik ve kültürel
yapılarında
değişimler
uzmanlaşmaya
dayalı
yaşanmıştır.
olarak
Üretim
fabrikalarda
ileri
bir
yapılmaya
teknolojiye
ve
başlanmıştır.
Toplumlarda sosyal hareketlilik artmıştır. Toplumlar yeni bir kültüre dayalı
olarak işlemeye başlamaktadır. Bunlarla birliktede toplumlarda geleneksel
bütün değerler değişerek, insanlar arası yüz yüze, samimi birincil değerdeki
ilişkiler ikincil ilişkilere dönüşmüştür. Bütün bu özellikler modern toplumun
önemli özelliklerindendir. 19. yüzyılda yaşanan sanayi devrimi ile kentleşme
ve iş bölümünün gelişimi, insanlar arası sosyal ve ekonomik ilişkileri bir daha
geri dönülmemek üzere değişmiştir.
Gelenekselden modernliğe geçiş, temelli ve önemli değişimlerin
yaşanmasına neden olmuştur. Artık hiçbir şey geleneksel dönemde olduğu
gibi kalmayacaktır. Modernleşmeyle birlikte yeni bir döneme girilmiştir ve
yaşam üslubunda artık eski usuller geçerli olmayacaktır. Bu durumdan
nasibini almayan hemen hemen hiçbir alan, faaliyet kalmaz. Bütün bu
65
yaşamsal alanlarda geçerli olan değişimler yavaş yavaş zamanla işleyen bir
süreç olması ile birlikte top yekûn bir süreçtir de.
1789
Fransız
Devrimi’nden
sonra,
1848
burjuva
Devrimi’nde
burjuvazinin yanında yer alan köylüler, topraklarından koparak kentlerde
yerleşmeye başlamıştır ve devrimlerin ardından kentlerde yaşayan nüfus
yoğunluğu ve kültür çeşitliliği yeni bir kültürün oluşmasına yol açmıştır.
Zamanla kitle toplumlarına özgü olan bir kitle toplumu kültürü oluşmaktadır.
Bu kitle kültürünün oluşum nedeni de sanayileşme, kentleşme ve
modernleşme süreçlerine bağlıdır. Kitle kültürü, modernleşme sürecinin
tamamlamış toplumlarda, folk kültürden popüler kültüre ve sonuçta da kitle
kültürüne geçiş aşamalarını takip eder. Buna bağlı olarak postmodern kültür,
tüketim kültürü, enformasyon kültürü kavramları ile kültürde çoğulcu bir
süreçtir. Kitle kültürü, müzikten edebiyata, giyimden beslenmeye kadar
yaşamın hemen her alanında geniş yığınların anlık tüketimine elverişli bir
özellik taşımaktadır. Büyük sermayeler endüstriyel ortamlarda tek tip, kolay
tüketilen ürünler üretirler. Bunlar tüketicisine geçici tatminler sunarken aynı
zamanda da kitle iletişim araçları tarafından da biçimlendirilmektedir. Bu kitle
kültürü aynı zamanda da enformasyona dayalı bir kültür olmaktadır.
“Tüm bu bilimsel, teknolojik ve endüstriyel değişiklikler Modern
Dönem’in olumlu ve olumsuz olarak her şeyiyle geldiğini gösteriyordu. Bu
dönemle birlikte aile şirketleri ve az işçili işletmeler birer birer kapandılar.
Tröst ve karteller ekonomiye egemen oldu. Köyler boşalmaya, kentler
taşmaya başlamış; tıpta gübreleme yöntemlerinde, gıda üretiminde ulaşılan
verimle artan gübreleme yöntemlerinde, gıda üretiminde ulaşılan verimle
artan hızlı nüfus oranı ‘Kitle Toplumu’ gerçeğini yaratmıştı. Kentler milyonları
aşan nüfuslarıyla metropol olma yolunda ilerliyor, dünyanın hiçbir noktası
kendini bu sürecin dışında tutamıyordu. Gelişmelere zorla maruz bırakılan
Doğu toplumlarında modernleşme süreci çok daha acımasız gerçekleşiyordu.
Ardı arkası gelmeyen bunalımlar, kapitalizmin ve bireylerin bunalımları
doğallaşmıştı. Suç oranlarındaki patlama tesadüf değil, tarihsel bir sonuçtu.
66
Ve bu tarihsel sonucun oluşumunda kendisine en önemli rol verilen öğe ilk
kez Adorno ve Horkheimer’in tespit ettiği gibi Kitleler’di.”101
Teknolojik gelişmeler insanları bir makinaya dönüştürdüğü gibi aynı
zamanda teknolojik gelişmeler dünya ölçeğinde bir yabancılaşmaya da yol
açmıştır.
“(…) Kapitalist modernlik içerisinde günlük varoluş, güçlü ‘kamusal’ bir
takım kültürel bağlılıkların yerine kapitalizmdeki toplumsal yaşamın genel
‘metalaşması’ ile ilgili mutat uygulamaları koyma demektir. ‘Günlük’ olgusu,
bütün toplumlarda insan hayatının önemli bir kısmını oluşturur; fakat
Giddens’ın
iddiasına
uygulamalardaki
göre
‘anlamlı’
kapitalist
öğeler,
modernleşme
kapitalist
içerisinde
günlük
modernleşmeyle
birlikte
kaybolmuştur. Kaypak olan bir başka terimde ‘gelenektir’
bununla
‘toplumsal
kastetmektedir.
Öyle
yeniden
ki,
bu
üretimin
tarz
en
arı
yaşamda
ve
fakat Giddens
masum
insanlar,
bir
biçimini’
toplulukta
uzmanlaşmayla varılmış olan varoluşsal ve ahlaki inançlara bağlı ve kuşaklar
boyunca tekrar edile gelmekten yetkisini alan davranışlarda bulunurlar.
Giddens’a göre gündelik hayattaki geleneksel uygulamalar, anlamlılığı
sürdüren uygulamalardır; fakat (modern) hayattaki gündelik alışkanlıklar böle
değildir.”102
Artık diyebiliriz ki modern toplumun yeşermeye başladığı toplumlarda
her şey alınıp satılabilen bir metaya dönüşmüş ve artık her şeyin maddi
değer
taşıyan
şeylere
dönüşmesi
ile
insanların
karşısına
çıkmaya
başlamıştır. İdealar dünyası yıkılarak yerine çıkarlar ve maddi beklentiler
dünyası almaya başlamıştır. Bu dünyada, modern toplumun insanı yeni
dünyaya alışarak bir değişim rüzgârına kapılıp sürüklenmeye başlamıştır.
Artık günlük yaşamın içerisinde bireyler, parçalanmış bir yaşam içerisinde
101
Mukadder Aydın Çakır, “Günümüz İletişim Ortamında Sanatta Eleştirelliğin Yitirilişi
Süreci”, s. 30
102
John Tomlinson, Kültürel Emperyalizm: Eleştirel Bir Giriş, çev. Emrehan Zeybekoğlu,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 1999, s. 133 -134
67
doğaya, ürettiğine ve kendine yabancıdır. Günlük yaşam içerisinde bireyin
kendisine ait olmayan bu yaşamda her şey hızla akıp geçmekte ve artık
modern toplumda bireylerin düşleri bile başkaları tarafından üretilmektedir.
Bu yaşamın akışı sırasında oluşan, hızlı değişim, insanları yalnızlaştırmıştır.
“Günlük hayatta her gün yaptıklarının ne olduğunu bilmeyen, yakın
çevresindekilerden bu yaşamın her hangi bir şekilde eleştirildiğini görmeyen
her yaptığını öyle alıştığı için yapan kitle toplumu içindeki bireyler gündelik
hayatlarını sellerin önünde sürüklenen çakıl taşları gibi yaşamaktadır.”103
Birey bu kendisine ait olamayan, akıp giden yaşamların içinde
hayatlarını tamamlayacaktır. Kırsalda yaşanan yüz yüze iletişimin yarattığı
yakınlık modernleşme süreci ile kentlerde bitmiştir. Artık çevrelerindeki
insanlar kırsaldaki gibi yüz yüze iletişim kurulan insanların aksine,
geçmişlerini veya bugün kim olduklarını bilmedikleri tanıdık olmayan kişilere
yabancılara dönüşmüştür.
“Modernleşme süreci, homojen ve heterojen olmak üzere iki temel
toplum algısına ve bu algıların biçimlendirildiği siyasi yapılara sahne
olmuştur.
İmparatorlukların
dağılıp
ulus-devletlerin
kurulması
süreci,
toplumun homojen bir bütünlük olduğu veya olması gerektiği ön kabulüne
dayalı siyasi modelleri gündeme getirmiştir.”104
Aslında modernleşmeyi tarihte sadece Batı toplumlarında var olan bir
olay olarak görmemek veya Batıyı körü körüne taklit olarak düşünmemek
gerekir. Modernleşmeyi ilk insan topluluklarından günümüze kadar sürüp
gelen ve bütün insanlık tarihini dolduran evrensel bir olay olarak görebiliriz.
103
Wright Wills, İktidar Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1974, s. 454
Yılmaz Ensaroğlu,“Modernleşme Sürecinde Çokkültürlülük”, Modernleşme ve Çokkültürlülük,
çev. Hale Akay, N. Deriş, S. Kara, E. Kurma, M. Ulagay, E. Uşaklıgil, Ç. Türkoğlu, L. Yurttagüler, Z.
Zileli, Helsinki Yurttaşlar Derneği Dizisi 2, İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2001, s. 85
104
68
II.2. MODERN SANATTA GÜNLÜK YAŞAM
Avrupa’daki teknolojik ve ekonomik büyüme sonucunda dünyada
toplumların günlük yaşamlarında kurumsal ve kültürel değişimler yaşanmıştı.
Gelişen teknoloji ile hızla yayılan iletişim araçları insanın yaşam koşullarını,
davranış biçimlerini etkilemiş, sonucunda ise sosyal yaşamdaki her şeyin
imajlardan oluşması günlük yaşam koşullarını, davranışları etkilemişti.
Teknolojik gelişmeler günlük yaşama yeni bir boyut kazandırırken, iletişim
araçlarındaki hızlı ilerleme kitlelerin beğenisini etkileyerek, dijital teknolojiler
sayesinde tüm imgeler göstergeler haline geldi.
Günlük yaşamdaki teknolojik gelişmeler, sanat alanında özgürleşen
sanatçı-filozof tiplerin oluşmasına ve modern sanatın ve örneklerinin
oluşmasını sağlamıştır. Sanatta önemli değişimlerin yaşandığı bir sürecin
içerisine girilmiş bulunulmaktadır ve sanat din, burjuva ve aristokrasinin
hizmetinden çıkmıştır. Sanatsal formlarda biricik olduğu kabul edilen kalıplar
kırılmış ve çeşitlilik kazanmıştır. Sanatçılar salt izlenimlerinin yerine, zamanla
sanayileşmenin getirdiği hızla birlikte zamanın hızına ayak uydurmuştur.
Değişimleri, sanatçı sanatına yansıtmıştır ve bu sanayinin yaşama getirdiği
değişimler sanatında değişmesine yol açmıştır. Var olanı yaşamı anlatmada
teknik ve üsluplarda yeni yöntemler denemiştir. Sanatçılar deneysel bir bakış
açısıyla; nesnel, öznel ve eleştirel yaklaşımlarla izlenimlerini yapıtlarına
yansıtmışlardır. Sanatçı artık eleştiren, sorgulayan bir bireye dönüşmüş ve
sanatta özgün ifade tarzları oluşmaya başlamıştır.
Bu
özgün
ifade
tarzları
zamanla
Rönesans’ın,
İzlenimciliğin
şekillendirdiği birçok yaklaşım ortaya çıktığı, modern insanın kendisini ortaya
koyduğu bir sanat olgusu ve gelişimini ortaya koymaktadır. Her dönem için
problem olan ve çözmeye çalışılan bu olgular yerini bir sonraki dönemin farklı
değerlerine bırakmıştır.
69
“(…) Geleneksel sanatçı doğada ‘gördüğünden daha güzel bir şey
yaratmak istemezken’ modern sanatçı ‘sonsuza olana doğru’ yönelmek ister.
Atölyedeki derin rüyaları ve ufka bakarken dalıp giden hayalleri […] ‘açık
havaya’ tercih eder.”105
Modern sanat, günlük yaşamın varlığını reddetmemiştir ama yeniden
şekillerle ve renklerle meydana getirerek yaratmak onun en ayırt edici
özelliğindendir. Var oluşa ve gerçekliğe yeni bakış açısı sunmuştur. Zamanla
izlenimci ressamlar, belli bir konuya bağlı kalmadan rengi ve biçimi
özgürlüğüne kavuşturmuş, sonrasında da soyut sanat doğru hızlı bir değişim
sürecine girilmiştir. Modern sanat kendi özgürlüğüne ve bağımsızlığına
kavuşmak için geleneksel, doğacı ve akademik sanat anlayışlarıyla devamlı
olarak mücadele ederek, büyük bir hızla kendisini geliştirmiştir.
Modern sanatçı doğayı ve insan anlayışını değiştirerek, doğayı
kendisine bir yaratma aracı, yol göstericisi olarak kabul etmiştir. Bir konuyu,
bir hikayeyi ifade ettikleri anlam ve özelliklerinden ayrı olarak düşünmektedir.
Onu kendi yaratma kanunlarına göre yaratırken renk ve şekil araçlarını özgür
bir tarzda kullanarak, tamamıyla plastik bir düzen içinde değişik şekillere
sokmaktadır. O yüzden de doğanın zamanından ve günlük yaşamın içinden
çıkıp, belleğimizde iz bırakan biçimler ve bu biçimlerin imgeleri modern
sanatta bazen bir kare, dikdörtgen, daire, bazen lirik renksel bölünmelerle,
bazen düzenli bölümlere ayrılmış geometrik biçimler, bazen de sadece
renksel
düzenlemelerle
sanatçı
dış
gerçekliğe
içsel
bakış
açısıyla
yaklaşmıştır. Bütün bunları da plastik bir düzen içinde biçimlendirerek
yansıtmıştır.
Günlük yaşamdaki dış görünümler, sanatçın iç gerçekliği ile birleşerek
yansıtılmaktadır. Ancak sanatçının bireysel dünya görüşünü ve iç dünyasını
105
Mehmet Yılmaz, Modernizmden Postmodernizme Sanat, Ankara, Ütopya Yayınevi, 1. Baskı,
2006, s. 18
70
yansıtan modern sanat eserleri karşısında insanlar, büyük bir şaşkınlığa
uğramışlardır.
Gözlemlenen yaşamın sıradan bir anı modern imgeler, sokak
manzaraları, taşıtlar ile yolları, dinamik ve yapay çevresi, kalabalıklar, sosyal
yaşam, eğlence anlayışları, olumlu-olumsuz yanlarıyla dramları ile modern
sanata konu olarak yapıtlara yansımıştır. Yaşamdan sahnelerin, sanattaki
yansımalarının aktarıldığı farklı teknik ve üsluplarda modern sanat yapıtları
oluşmaya başlamıştır.
“Modern sanatçı, eserlerini, Nabi akımının temsilcilerinden Maurice
Denis’in şu ünlü tablo tarifine uygun bir şekilde yaratıyor: Hatırlanmalıdır ki,
bir tablo, çıplak bir kadın, bir savaş atı veya her hangi bir hikaye değil, belirli
bir düzen içinde toplanmış renklerle kaplı bir düzeydir.”106
Görüldüğü gibi modern sanattaki sürekli yeniyi arayan bir deneysellik,
günlük yaşamdaki olayları, durumları her hangi bir şeyin görünümünü, anlık
durumları, sanatçının içsel gerçekliğiyle şekillenmektedir. Dünyayı yeniden
yaratmak veya şekillerden ve renklerden meydana gelen bağımsız bütünleri
yaratmak arzusu, aslında bütün modern sanatın en ayırt edici özelliklerinden
birisidir.
106
Joseph-Emile Muller, Modern Sanat, çev. Mehmet Toprak, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1972, s. 15
71
II.3. RESİMDE GÜNLÜK YAŞAM
Sanatın her alanında konu ve konuların işlenişleri açısından sürekli
değişimler yaşanmıştır. Günlük yaşam temasının; sanata yansıması
özelliklede resimde işlenmesi, gerçeğin, geçmişin ve şimdinin aynı anda
gözler önüne serilmesini sağlamıştır. Sanatçıların yaşamın gerçek boyutunu
yansıtması, izleyicinin sanat ile yaşam arasındaki sınırları sorgulamasına yol
açmış, böylelikle yaşam çerçeve içine alınıp, görünür kılınmıştır. Bu nedenle
bu tema bugünde günlük yaşamımızın her anında, her köşesinde etrafımızı
saran görüntüleri geniş ve kapsamlı bir şekilde inceleme olanağı sağlamakta
ve başlı başına araştırılması gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bizim binlerce yıllık insanlık tarihimiz; mağaradan köylere, köylerden
kentlere, imparatorluklara, devletlere doğru sürekli olarak toplumsallaşarak
zenginleşmiştir. Bu ilerleme içerisinde, dini inanışları, insanın ihtiyaçları vb.
şeyler her dönem içerisinde sanat anlayışlarına katkıda bulunmuştur.
Resimdeki bu süreç insanoğlunun yazmaya başlamadan önce
çizmeye başlaması ile başlamıştır. Mağaralarda bulunan resimsel yüzeyler,
insanın binlerce yıllık yaşamının ilk izlenimleridir. İlkel dönemdeki insan,
fikirlerini, düşüncelerini bu şekilde ifade etmektedir. Aynı zamanda mağara
duvarlarında yer alan bu resimler, mağaraların duvarlarını süslemekten öte,
farklı amaçlara hizmet etmektedir. “(…) Hayatın doğaya ve doğadaki
yaratıklara karşı çetin bir savaş anlamını taşıdığı çağlarda, bu resimler o
savaşın bir parçası ve insana olağanüstü büyüsel güç sağladığına inanılan
birer araçtılar. Bunlar doğaya, hayvanlara egemen olmanın birer sembolü,
avın şanslı geçmesini sağlayan birer tılsımdırlar.”107 Mağara döneminde
resim, ilkel topluluklarda onların günlük yaşamına hizmet eden bir araç
olmuştur.
107
Sezer Tansuğ, Resim Sanatının Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1999, s. 20
72
Resim sanatında konuların; tanrılara, dinsel törenlere ve günlük yaşam
sahnelerine yönelmesi Mısır Sanatı’nda görülmektedir. “(…) Ölümden sonraki
hayata inanılması, cesedi mumyalayarak büyük bir özenle korumak isteğini
yarattığı gibi, ölüyle birlikte, ona gerekli olan her türlü eşyanın ve araçların da
gömülmesini zorunlu kılıyordu. Ölümden sonrasını amaçlayan bu süreklilik
isteği, hayatın bütün görünüşlerini kapsayan duvar resimlerinde ifade
edilmiştir. Ölünün hizmetçi ve köleleri, av eğlenceleri ve öbür gündelik
faaliyetine katılanlar, kuşkusuz birlikte gömülemezlerdi, ama bunlar da
duvarlarındaki resimleriyle sürüp giden hayatın sonsuzluğunda yerlerini almış
oluyorlardı.”108
Mısır
toplum
hayatının
anlaşılması
açısından
günlük
yaşamdan sahnelerin konu edinildiği bu mezar resimleri önem taşımaktadır.
Bu resimler günlük yaşamın, hemen hemen bütün ayrıntılarını büyük bir
belgesellikle yansıtmaktadır.
M.S. ise resimlerde mitolojik sahnelerin, Hristiyan temaların dışında
dünyasal konulara yönelimle birlikte günlük yaşamdan esinlenmiş konular yer
almaktadır.
Resmin yaratıcısının önemli olmadığı dönemlerde resim, din adamları
ve kralların, istekleri ile şekillenmektedir. Sanatçı kimliklerinin oluşmaya
başlaması ile birlikte, sanat dini temalardan uzaklaşmıştır. Beraberinde ise
günlük olaylar ve insan resimlerde ele alınmaya başlamıştır. Artık doğa ve
insan sanatta, güçlü bir biçimde günlük yaşamından gelen etkilerle kaynaşan
bir ifade şekliyle ele alınmaya başlamıştır. Bunun en iyi hissedildiği alan da
resim sanatı olmuştur.
Duvar resminden sonra, kitap resminin 13. yüzyılın ortalarından
itibaren ortaya çıkması ile el yazmalarının sayfaları arasındaki resimler önem
kazanmıştır. Gotik resim; 13. Yüzyılda kitap resmi olarak ilk ortaya çıkarken,
daha sonra ise ısmarlama kitaplarla gelişmiştir.
108
Tansuğ, a.g.e, s. 28
73
13. yüzyılın sonuna doğru değişen toplumsal kurumlara bağlı olarak
dinin gücü azalmaya, feodalite etkisini kaybetmeye başlamıştır. Feodalitenin
ortadan kalkması ile tüccar ve sanatkâr sınıfı ortaya çıkmıştır. Şehirleşme ile
birlikte yeni toplumun özellikleri, resimlerde değişikliklerin yaşanmasına
neden olmuştur. Resimlerde doğa görünümlerine sadık kalınırken, 14.
yüzyılın ortalarında resim sanatı, Fransa’da ayrı bir gelişme içerisinde
bulunmaktadır.
“Fransız resmindeki devrim daha çok Fransa’da çalışmaya gelen bir
grup Flaman sanatçının eseri olmuştu. Bu kuzeyli sanatçıların doğacı
eğilimleri Paris, Dijon ve Bourges gibi sanat merkezlerinde gotik sanatın
devamıyla kaynaşarak uluslar arası gotik sanatın ortaya çıkmasını sağladı.
Prag, Valencia, Milano, Hamburg gibi şehirlerde birden oluşmaya başlayan
bu uluslar arası üslup, düşsel bir dünya tasarımıyla gündelik hayattan
görünümlerin bir arada ele alınışına dayanıyordu.”109
Bu süreç tanrı iradesi yerine hümanist bir yaklaşımla insanın
başarılarının, güzelliğinin, bireyselliğinin maddileştirildiğinin yeni bir dünya
düzeniyle devam etmiş ve bilgi ile tanışan insan, yaşama aktif olarak
katılmaya başlamıştır. Bir zanaatçıyla farkı açık seçik ortaya konan sanatçı
ise yaşamı yeniden üretmeye ve canlandırmaya başlamıştır.
Böylelikle günlük yaşamdan esinlenerek ya da günlük yaşamda
kullanılan nesnelerin resmini yapan sanatçı eserleri aracılığıyla çoğunlukla
elitler ve halk arasındaki ayrımı da açık seçik ortaya koymakla yaşamı
yeniden üretmiş ve canlandırmaya başlamıştır.
Başlangıçta arka planda ancak resmin derinliği içinde beliren günlük
yaşam sahneleri, sonraları artık ön planda yer almaya ve hatta resme
109
Sezer Tansuğ, Resim Sanatının Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1999, s. 183
74
egemen olmaya başlamıştır. Bu değişim Akyürek’in aşağıdaki ifadelerinde
belirgin olarak dile getirilmiştir:
“XVI. yüzyılın ikinci yarısında Flaman sanatı bu ortam içinde gelişiyor.
İtalya’da papaların ve soylu kişileri koruduğu Rönesans sanatı, eski Yunan’da
olduğu gibi, insanı yücelterek tanrılaştırmıştı. Tanrılaştırılan insan kültü kuzey
sanatına öteden beri yabancıydı. Fakat şimdi Protestanlık akımıyla geniş halk
yığınlarında özgürlük bilinci uyanınca, Tanrı karşısında her insan eşit
sayılıyor ve sanatçıların ilgisi o zamana kadar önemsenmeyen toplumun
yaşamına yöneliyor. Halkın günlük yaşamı, ortak dertleri, sefaletleri, bayram
ve eğlenceleri sanatın konusu olabiliyor. Sanat ‘toplum’u keşfetmişti.
<<Bulgular yüzyılın en büyük bulgusuydu bu>>.”110
Dolayısıyla Rönesans gerçekliğinde günlük yaşamın belirleyicileri,
doğaya yeni bir bakış açısının geliştirilmesi ile ilgili olup, bu yeni sanat
anlayışının amacı, günlük yaşamı önyargısız bilimsel bir tutumla incelemek
ve bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla
ortaya koymak şeklinde belirginleştirilmiştir.
Rönesans’ın yenilikçi anlayışına karşı bir propagandayı hedefleyen
görkemli, şaşırtıcı ve heyecanlı Barok eserlerde ise dinsel konuların yanında,
bu
dönem
sanatçısının
işlediği
günlük
yaşam
temasına
rastlamak
mümkündür.
Görünen dünyanın salt güzelliklerini keşfeden dönemin sanatçısı
köylünün, iş yaşamını, bayram ve eğlencelerini göstermekle yetinmeyip,
onların özel yaşamlarını, meyhanelerini, orda geçen olayları, karı koca
kavgalarını yani kısaca halkın günlük yaşamını, gülünç ve kaba yanlarıyla, bir
gerçeklik içinde göstermeye çalışmışlardır.
110
Nazan-Mazhar İpşiroğlu, Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi, İstanbul, Cem Yayınevi, 1983, s.
116 -117
75
Aynı zamanda bu yüzyıl sanatçıları, insanı sıradan bulunduğu mekân
ve zamanla bağlantılı olarak resmetmeye devam ederken, belli bir anı da
yakalamayı başarmışlardır. Günlük yaşamı sorgularken, öte yandan da
yaşamın içindeki ışığı da yansıtmaya çalışmışlardır.
17. yüzyıl olarak da tariflendirebileceğimiz bu dönemde resim
sanatında
figürler
tamamen
gerçek
yaşamdan
kişilere
dönüşmeye
başlamıştır. Resmedilen kişi ve konular, o zamanın göstergelerinden
beslenmiştir. Sanatçı bu dönemde daha da özgürleşmiştir. Rönesans’taki
insanın yüceltilmesi, doğayı ve insanı biçimleyen bir biçim olarak ele alınması
bu dönemde önemini yitirmiştir.
Tarih ilerlerken ortaya çıkan toplumsal değişiklikler, insanın sürekli
değişen ihtiyaçları, resim sanatını büyük ölçüde etkilemekteyken, tarihin
sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmasından dolayı sanat da
yeniliklerden kendisine düşen payı almaya devam etmektedir. Zamanla
insanın birikim ve deneyimlerini ifade edebileceği yeni bir sanat anlayışı
ortaya çıkmaktadır. 17. yüzyılın sonlarına doğru şekillenen ve zengin ışık
oyunları ve süslemelerinin en üst düzeye ulaştığı dönem, 17. yüzyıl
sanatındaki üslup gözden düşerek yerini yeni bir sanat sürecine bırakmıştır.
Bu süreci Gombrich’de aşağıdaki şekilde dile getirmiştir:
“XVIII. yüzyılda Avrupa’da aklın egemenliğini özleyen tüm insanlar için
İngiliz kurumları ve İngiliz beğenisi, çok aranan bir örnek oldu. İngiltere’de
sanat, Tanrı gibi davranan kralların gücünü ve şanını arttırmak için
kullanılmıştı. […] Fransa’da, XVIII. yüzyılın başlarında, Vesailles’ın görkemli
Barok üslubunun gözden düştüğünü ve yerini, Watteau’nun Rokoko’sunun
daha içten ve zarif etkilerine bıraktığını hatırlıyoruz. Şimdi artık tüm bu düşsel
aristokrat dünya önemini yitirmeye başlamıştı. Ressamlar, bir öykü
76
oluşturabilecek, etkileyici ya da eğlendirici olaylar çizebilmek için, çağlarının
sıradan kadın ve erkeklerinin yaşamlarına eğilmeye başladılar.” 111
18. yüzyılda zevk ve eğlenceye düşkünlüğü ve otorite boşluğunu
anlatan süslü kadınların resmedilmesi, günlük yaşamdan esinlenerek yapılan
resimlerin etkisini bu yüzyılda da devam ettirdiğini ve günlük yaşam tarzlarını
harekete geçiren, bir konu olarak işlendiğini gösterir.
Hemen sonrasında günlük yaşam temasının belirgin olarak yeniden
ele alındığı en yakın zamanı Fransız İhtilali ile konumlandırmak mümkündür.
1789’da gerçekleşen, bilimsel, ekonomik ve politik alanlarda gelişmelere, orta
sınıf halkın güç kazanmasına ve geçmişin değerlerinin sorgulanmasına yol
açan Fransız İhtilali getirdiği yenilikler, ahlak ve değer yargılarında
oluşturduğu değişikliklerle, aristokratlar ve din adamları döneminin sonunu
getirmiştir. Fransız İhtilali ile sanatçıların yaşam ve çalışma koşulları
değişirken, sanat tarih kavramı ile şekillenmeye, özgürlük savaşlarından
dersler çıkarmaya başlamıştır. Resimler çağın ruhuna uygun, günlük yaşama
ait değerler ile sunulmaya başlanmıştır. Ancak yine geçmişe duydukları
özlemle eski kültürün peşinden giden Romantik sanatçılarda Fransız İhtilali
etkisi farklı olarak bu sanatçıların, günün olaylarından uzaklaşması sonucunu
doğurmuştur. Fransız İhtialinin günlük yaşam teması üzerindeki bu çift yönlü
etkisini Gombrich’in aşağıdaki sözleri de özetler niteliktedir:
“Sanatçıların
XVIII.
yüzyılın
ortalarına
kadar
bu
dar
konu
sınırlamasının dışına ne kadar ender çıkmış olduklarına, bir romans
sahnesini ya da tarihi bir olayı ne kadar ender olarak resimlediklerini görmek
ilginçtir. Bütün bunlar Fransız İhtilali sırasında hızla değişti. Birden bire
sanatçılar, bir Shakespeare sahnesinden, güncel olaylara kadar, gerçekte
hayal gücüne seslenen ve ilgi uyandıran, istedikleri her konuyu seçmekte
111
H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3.
Basım, 2002, s. 470
77
kendilerini özgür hissettiler.”112 Dolayısıyla bir resmin görüntüden daha derin
bir şeylere işaret edebileceği, sanatçıların eserlerinde ilk kez bu dönemde
tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Nesnel dünyaya artık öznel bir bakış açısı
geliştiren sanatçı doğayı, duyguları ve düşüncelerinin süzgecinden geçirerek,
karşımıza değişmiş olarak getirmiştir ve sanatçı artık bir yorumcu olmuştur.
Bu dönemdeki resimler için, “bir okuldan çok, her şeyden önce, önceki
yüzyıllarda baskın olan bir tutuma karşı, insan ve doğayı yeni bir biçimde
kavramanın sanat planına uygulanmasıdır.”113 diyebiliriz.
19. yüzyıla gelindiğinde ise günlük yaşam teması bu yüzyılın gerçekliği
ile ilişkilendirilmiştir. “(…) 19. yüzyılda artan sanayileşmeyle birlikte gitgide
daha hızlı değişen gerçeklik üzerine yepyeni bilgiler edinilmiş, gerçeklik
hakkındaki düşünceler, anlayışlar tamamen farklılaşmıştı. Bu nedenle 19.
yüzyılın ikinci yarısında gördüğümüz gerçekçi resim üslubu hem gerçeği
olduğu gibi, katışıksız haliyle yansıtmaya çaba göstermiş hem de onun
toplumsal koşullarını resmin içine katmıştır. Sanayi Devrimi’nin değiştirdiği,
buhar makineleriyle, trenlerle ve fabrikalarla donattığı hayat, önceleri çok az
sayıda
olmalarına
rağmen
bazı
sanatçılara,
romantiklerin
hayal
dünyalarından çok daha cazip göründü. Motiflerini gündelik hayatın içinde
buluyorlardı.”114
Ayrıca bu dönemde yapılmış olan köylü manzaraları, sanayileşme
düşüncesini, gitgide büyüyen şehirleri ya da yeni doğmakta olan kitle
kültürünü adeta yok saymıştır. Fakat her şeye rağmen sanayileşme,
şehirleşme, kitle kültürü vb. birçok şey yaşamın akışı içerisinde kendi yerini
bulmuştur. Her ülkede faklı farklı yansımaları olup, göz ardı edilemeyecek
konuma gelmiştir.
112
H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3.
Basım, 2002, s. 481
113
Francis Claudon, Romantizm Sanat Ansiklopedisi, çev. Özdemir İnce –İlhan Usmanbaş, İstanbul,
Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1999, s. 35
114
Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek
Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 65
78
Konu ve üslup bakımından yaşam ve doğayı olduğu gibi yansıtma,
biçimleme anlayışı ile toplumun yaşamını gerçek boyutlarıyla ortaya seren
yeni anlayışlar gelişirken, doğadaki oranlar, plastik değerler, renk ve ışık
değerleri aynen yansıtılmaya çalışılmıştır. Sanatçılar için günlük yaşamın
belirleyicileri doğaya yeni bir bakış açısı geliştirilmesi ile ilgilidir. Sanatçıların
amacı, günlük yaşamın ön yargısız bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir
bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya
koymaktır. Günlük yaşamdan olaylar ve nesneler resme konu olarak girmiştir.
Özellikle 19. yüzyılın başlarında bu tema göze alındığında Gustave Courbet
bir dönüm noktasıdır. Dönemin sosyal yaşamı ve ideolojik akımlarından
etkilenen sanatçı, günlük yaşamın seyri sırasında insan ve doğa arasındaki
mücadeleden görüntülere yer veren bir anlayışta varlığını sürdürmüştür
“Tamamen gerçekçi görüntülere yönelen sanatçı renkçi anlayışı ile
yeni bir sanat anlayışına yol gösterici olurken, olağan görüntülere
yapıtlarında yer vermesi de bu hususta önem taşımaktadır. Sanatçı son
derece basit ve olağan temaların bile esere temel teşkil edebileceğini ve
sanat değeri kazanabileceğini göstermiştir.”115 Courbet’nin geliştirdiği bu
anlayış sonradan Gerçekçilik olarak adlandırılmış ve hemen karşısında
İdealizmi bulmuştur. “(…) Ressamlar 20. yüzyılın başında bu iki ana akımın
üzerinde yükselerek, doğalcı yansımaları reddeden ama gerçeklere de bağlı
kalan yeni bir sanat oluşturacaklardı.”116
19. yüzyılda eski sanat anlayışlarından tam anlamıyla ayrılan, yepyeni
bir akım olarak modern resmin en önemli dönemini oluşturan ve gerçekçi
düşüncenin devamı niteliğinde olan bu yeni akım İzlenimcilik’dir. Bu yeni
anlayış duyumların bir izlenimle uyarılmasını dikkate alırken, duyulur,
hissedilir gerçek dünyanın zamanını ve biçimlerini de yakalamaya çalışmış
ve günlük yaşam teması bu dönem sanatçılarında an kavramının
115
Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89
Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek
Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 69
116
79
resmedilmesiyle belirginleştirilmiştir. Doğaya ve dünyanın gerçek zamanına
doğru başlayan izlenim yaşanılan an’ı yeni renksel ve biçimsel anlayışla
resimde duyulur yapmayı amaçlamışlardır. Ressamlar anı dondurmayı
isterken günün değişik saatlerindeki doğayı ve doğadaki zamanı, hareketi ve
an’ı yakalayıp ölümsüzleştirmeye çalışmışlardır. Işıkların hızla değiştiği
yaşam ve doğanın içinden edinilen ilk izlenimlerini, hızla renkle çözümleyen,
hızlı fırça vuruşlarıyla ele alan sanatçılar tıpkı Courbet’nin yaptığı gibi yeni
gerçekleri
araştırmaktadırlar.
Sanatçılar
doğa
içerisinde
karşılaştığı
manzaraların anlık görüntüsünü, günlük yaşamın an’ını resmetmiştir. Yine o
dönemde devam eden sanayileşme ve büyük kent yaşamının çeşitli yönleri
de, sanatçıların yapıtlarına yansıyarak ölümsüzleşmiştir. Fakat bu dönem de
sadece manzara resimleri ile ilgilenilmemiş, her hangi bir günlük yaşam
sahnesine de yönelerek ilkelerini bu tür temalara da uygulamışlardır.
20. yüzyıl ise sanayi ve teknoloji alanlarında sayısız icatlarla, psikoloji,
sosyal bilimler ve fen alanında çağır açıcı gelişmelerle başlamıştır. Elbette bu
gelişmeler resim sanatında 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Kuzey
Avrupalı ve Alman sanatçıların izlenimlere karşı geliştirdikleri bir hareket
olarak kendini yepyeni bir anlayışla açığa vurmuştur. Dönemin ruhuna
damgasını vuran II. Dünya Savaşı günlük yaşamı derinden etkilemiştir. Buna
göre, “Yirminci yüzyıl başlarına gelindiğinde ise teknolojinin gelişmesi,
savaşın teknolojik boyut kazanması, zaman ve mekân kavramlarının çok hızlı
bir değişim sürecine girmesi insanlarda endişe ve korkuları da beraberinde
getirmiştir. Bir yandan meta üretimi ve insanın araçsal konumu, diğer yandan
savaş korkusu insan duygu ve düşüncelerini tehdit eder hale gelmiştir. […]
bilimsel gelişmelerin modern dünyadaki akılcılık nüfuzu düşün dünyasında
yeni kapıları da aralamasına olanak vermiştir. Akılcılığın sistematizmine karşı
tinsel yaklaşım yirminci yüzyılın başlarında insanların varoluş sorunsalını
ortaya çıkarmıştır. Yirminci yüzyıl, insan yaşamının hiçe sayılması, insan
duygu ve düşüncelerinin değersiz kılınmasına karşı bir başkaldırı dönemi
olmuştu. Ve sanat alanında bireyin kendini ifade de kullandığı en geçerli
sanat akımı dışavurumculuk olmuştur. Bütün bu gelişmelerin temelinde
80
endüstrileşme ile birlikte insan yaşamında ortaya çıkan çelişkiler ve
yabancılaşma kavramı yatmaktadır.”117 Yüzyılın başındaki çeşitli günlük
yaşam tarzları birbirinden ne kadar farklı ise sanatta da yansımaları o kadar
farklı olmuştur. Resimde dış dünyanın gerçeklerinin ve görünümlerinin yerine,
sanatçının kendi iç gerçekliği önem kazanmıştır. Savaşın etkileriyle ve
sanayileşme ile birlikte insan da bir makineye dönüşmüştür. Kentlerdeki hızlı
yaşam koşulları, artık insanlar arasındaki kırık kopuk ilişkiler bu akımın çıkış
noktası olmuştur. Aynı zamanda da bu makineleşen dünyanın ve insanın
bundan kurtulabilmesi, ancak insanın içsel ifadesiyle gerçekleşebilmektedir.
Artık içsel ifade ile yeni bir zaman anlayışı ortaya çıkmıştır.
Sanatçılar içsel zamanı farklı farklı biçimlerde ifade etmeye devam
ederken, sonucunda da biçimde, anlamda ve üslupta farklılıklar ortaya
çıkmıştır. Saf renklerle artık sanatçılar konuları olağan günlük yaşam
sahneleri veya alışılmış görüntülerden alınırken, her şey göründükleri
renklerde değil, ama canlı ana renklerde resmedilmiştir. Sanatçıların günlük
yaşam kavramını, bunalım kavramı ile beraber işlendiği sıkça görülmektedir.
Günlük yaşamdaki bu bunalımın mekânı ise modern kentlerdir. Bu nedenledir
ki, bu dönemde kent yaşamı günlük yaşam enstantaneleri içinde işlenen
görsel temayı oluşturmuştur.
Her
tarihte
farklı
farklı
anlayışlarla
resim
sanatı,
yaşamı
anlamlandırmaya çalışan ve bunu bir göstergeler zinciri halinde gösterirken,
geçirdiği değişimler ile modern zamanlar içerisinde öncü bir sanatın
doğmasına neden olmuştur. Artık sanatçılar renk oyunlarını bırakarak,
varlıkları geometrik biçimlerle resimlemişlerdir. Çünkü onlar artık gerçeğin
göründüğü gibi resmedilmesi idealine inanmamaktadırlar.
Zamanla ise eseriyle sürekli diyalog halinde olan sanatçılar, nesnelerin
ve resimlerin dünyasıyla girdikleri diyalog ile değişik deneysel çalışmalara
117
Lütfi Özden, “Eleştirel Yaklaşımla Kentsel Yaşamdan Plastik Çözümlemeler”, Ankara,
Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001, s. 21
81
yönelmiştir. Artık sanatçılar sadece geleneksel malzeme ile değil, günlük
yaşamdan alınan ek malzemelerle de çalışmaya başlamışlardır. Günlük
yaşamdaki nesnelerin alelade işlerinin bir parçası haline getirmişlerdir. Bu
şekilde günlük yaşamdan alınan bir unsuru, kullanımının dışında, estetik bir
nesneye dönüştürmüşlerdir. Modern zamanlar ile birlikte parçalanan hayatlar,
endüstri ve sanayileşme ile gelen hız ve hareket karşısında insanlar ve
nesneler
her
yerden
görülebilen,
parçalanmış
bir
şekilde
resimsel
düzenlemelerle, eş zamanlı olarak yaşam içerisindeki yeri ile gösterilmeye
çalışıldı.
Sanatçılar sokakların ve günlük yaşamın gücünü, özellikle kentte
görülebilen ihtiras ve korkuyu, kentin gürültüsünün doğurduğu kaygıyı
betimlemeyi olanaklı kılan yeni bir sanat yaratıcılığını bulmuşlardır. Eski
sanat konularını tamamen terk eden sanatçılar, yerine hızla dolu günlük
yaşamı ifade etmişlerdir.
İlerleyen zamanla birlikte artık günlük yaşam içerisinde insanın
yaşamında işe yarayan kağıtlar ve eşyalar sanatçılar tarafından bir araya
getirilmiştir. Sanatta, günlük yaşamın nesneleri böylelikle bir araya geldi ve
sanatçılar kolaj ve montaj mantığı ile o dönemde sürmekte olan savaşa
başkaldıran, zamanın sanatsal ve kültürel değerlerini sorgulayan kişiler
olmuşlardır.
I. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde; enflasyon, işsizlik, politik ve
toplumsal karışıklıklar, II. Dünya Savaşı’nın da zeminini hazırlarken, sanatta
tabi ki bütün insanlığın her yaşanan gününde değişimlere neden olan her
şeye tepki göstermiş ve günlük yaşamda kullanılan işlevini kaybeden çeşitli
eşyaların birleştirilmesi ile oluşturulan kompozisyonlar o dönemin yeni sanat
yapıtlarını oluşturmuştur. “(…) Kağıt yapıştırma ya da diğer bir deyişle, kolaj,
ready-made ya da kullanılan eşyaların rastgele bir araya gelmesiyle oluşan
çalışmalar, savaşlar sırasında ya da endüstri çağında sanki tesadüfen bir
araya gelmiş ve yeni bir yaşam kurmuş insanları temsil etmekteydi. Çünkü
82
kullanılan bu kağıtlar ya da eşyalar bir geçmişten gelip, şimdide buluşup,
kendi özlerini yeni bir bütünde var eden modern zamanların insanları gibidir.
Anlamsız gibi gözüken kolajlar ve ready-made’lerin ardında yatan ifade
aslında karmaşa değildir, bu kağıt parçaları ve kullanılmış eşyaların, insanla
ve onun tüketimi ile olan ilişkisidir.”118
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar artık her şeye yeniden
başlamak istediler ve savaşın ardından estetik nedenlerden çok ideolojik
nedenlerle her türlü nesneci, somut sanatlar reddedildi. Doğanın zamanından
ve yaşamın içinden çıkıp, belleğimizde iz bırakan biçimler artık soyut sanata
geldiğinde bir kare, dikdörtgen veya daireye dönüşmüştür. Bu geometrik
formlar, modern sanatçının soyut biçimlerini yaratmaktadır. Savaşın ardından
sanatçılar her şeye yeniden bakmamışlar, fakat kendilerine yeni bir sayfa
açmışlardır. Sanatçı artık, geleneksel sanat anlayışlarından, kompozisyon
biçimlerinden ne kadar faydalanmak istediğine kendisi karar vermektedir.
Kurallara uyma zorunluluğunun kalmaması sanatçıların özgürlük alanlarının
daha da genişlemesine olanak vermiştir. Bu dönemde bir resmin neyi
betimlediğini
anlamak
güçleşirken,
resmin
izleyicisinde
çağrışımlar
yapmasıdır önemli olan. Günlük yaşamla hiçbir bağlantısı kalmayan resim
sanatı, tamamen sanatçının içsel gerçekliğinin bir ifadesi olmuştur.
Dışavurumculuğun uzantısı olarak gelişen bu sanat anlayışı, 1940 yıllarının
sonunda doğup 1950’li yıllar içerisinde gelişen “Soyut Dışavurumculuk”tur.
Soyut dışavurumculuk “(…) gündelik yaşamın gerçekliğiyle resim sanatının
kendi gerçekliği arasında sınırların birbirinden kesin olarak ayrıldığı bir
zeminde ifadesini bulan bir sanatsal yaklaşımdır.”119
Resim sanatında sanatçılar, bu süreçler içerisinde günlük yaşam
temasına yönelmişler, farklı açılardan ele alıp işlemişlerdir. Birçok sanatçının
“günlük yaşam” temasını yapıtlarında işlemiş olduğunu görmekteyiz ve
118
Rıdvan Coşkun, Resimde Zaman Kavramı, Eskişehir, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No
1609, 2005, s. 74
119
Ahu Antmen, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2. Basım, 2009, s.
147
83
günlük yaşam temasının resimlere ne şekilde, nasıl yansıdığını bu bölümden
sonraki bölümde ele alacağız.
84
II.3.1. Seçilmiş Örnek Yapıtlar
Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresinin ele alınışı bazen ev
içinde dış manzaraya açılan görünümler, günlük yaşamın konu edinildiği bir
ev yaşantısı ya da mekânın figürsüz bir tasviri, bazen de resimde
vurgulanmak istenen asıl konunun gerisinde arka plan olarak çeşitli
biçimlerde ele alınmıştır.
Ev içindeki sosyal yaşamı yansıtan sanatçılar farklı farklı tarz ve
tekniklerle konuyu ele almışlardır. Mekânlarda geçen günlük yaşam
sahnelerinden ev içinde evin her hangi bir odasında duran insanları sıradan
bir işe kendini vermiş şekilde betimleyen ve günlük yaşam resmini mizahi bir
çizim olmaktan kurtaran Jan Vermeer van Delf’dir.
Resim 1 : Jan Vermeer van Delf, Aşçı Kadın, 1660 Dolayları
Eserlerinde günlük yaşam teması içerisinde çeşitli ev içi tasvirleri
yaparak çok sade ve yalın bir anlatım dilini kullanan ve Rokoko resminin
85
halka dönük ve günlük yaşamdan kaynaklanan yönünü temsil eden sanatçı
Jean Baptiste- Siméon Chardin ise ev içinde basit bir odada sıradan insanları
sakin görüntülerini ele almıştır.
Resim 2 : Jean Baptiste- Siméon Chardin,Yemek Duası, 1740
Pieter de Hooch, ev içinde insanı sırdan bulunduğu mekân ve zamanla
bağlantılı olarak resmetmeye devam ederken, aynı zamanda da belli bir anı
da yakalamaya çalışmıştır.
Resim 3 : Pieter de Hooch, Ev İçinde Elma Soyan Kadın, 1663
86
Sanatçılar günlük yaşamı sorgularken, aynı zamanda da yaşamın
içindeki ışığı da yansıtmaya çalışmışlardır (Resim 4).
Resim 4 : Velazquez, Yaşlı Kadın Yumurta Kızartıyor, 1618
Evdeki sosyal yaşamın Janr resimleri olarak betimlendiği anlar, kadın
sanatçılara çekici gelmiştir. Bir izlenimci sanatçı olarak Mary Cassatt’da
kadınların evdeki özel anlarını ele almıştır.
Resim 5 : Mary Cassatt, Tea Five O’clock Teaby, 1880
Sanatçıların aynı zamanda nesnel dünyaya, öznel bir bakış açısıyla
baktığı resimler de olmuştur. Doğayı, duygularının ve düşüncelerinin
87
süzgecinden geçirerek, karşımıza değişmiş olarak yansıtırlar. Carl Spitzweg,
orta sınıf zararsız vatandaşı, bir tür ev haliyle günlük yaşamı içinde
betimlemiş olduğu Yoksul Şair adlı resminde, evdeki hüküm sürüyor gözüken
bu huzurlu atmosferi, bir aldatmacadan ibaret olarak ele almıştır. Fakat bu
resim sanatçının derin şeylere işaret ettiği bir çalışması olmuştur.
Resim 6 : Carl Spitzweg, Yoksul Şair, 1839
Tarihsel konulu resimler ise toplumların geçmişlerinde önem taşıyan
durumları ölümsüzleştirmek ve tarihin görsel bir kanıtını sonraki nesillere
aktarmak ya da eleştirmek gibi amaçlarla yapılmıştır. Sanatçılar yaşadıkları
dönemlerde günün olaylarına karşı duyarlılıklarını yapıtlarına aktarmışlardır.
Goya için de Engizisyon mahkemeleri, İspanya’daki iç savaş kadar
önemli bir konudur. Sanatçı dönemin atmosferini, yaşanan sıkıntıları yansıtan
çok sayıda resim yapmıştır. Bu bağlamda bu dönemde İspanya’nın günlük
yaşamından kesitler aktaran çalışmalar yapmıştır. Goya ülkesindeki cehaleti
ve
batıl
inançları
görmezlikten
gelemez
ve
bunlar
Las
Caprichos
(Kapriçyolar) adını verdiği 80 parçalık bir gravür serisi ile geniş kitlelere
duyurmak ister (Resim 7- 8). Goya bu gravür serisi ile eleştirel bakış açısını
keskinleştirmiştir. Baskıların bir bölümünde sanatçı bir dizi rüya ile
saldırmaktadır. Dolayısıyla levhaların yarısı doğaüstü ile ilgilidir, diğer yarısı
da gerçek yaşamdan alınmıştır.
88
Resim 7 : Francisco Goya, Esto Si Que Leer, 1700’ler
Resim 8 : Francisco Goya, Los Chinchillas,1700’ler
Francisco Goya 3 Mayıs 1808 adlı eserinde günceli yakalamıştır. “Bu
örnek neyi gösteriyor bizlere? Sanatçının günceli yakalayarak ondan bir
başyapıt çıkarmasının çarpıcı bir örneği sunuluyor burada. Gerçeğin
acımasızlığı ile sanatçının yaratma yeteneği birleşerek sanat tarihinin bu çok
bilinen resmini ortaya koyuyor.”120 Eugéne Delacroix ise yine yaşamış olduğu
dönemde yaşanmış olan tarihsel sahnelerden birinden etkilenerek, resminde
konu olarak ele almıştır.
Resim 9 : Francisco Goya, 3 Mayıs, 1808
120
A. Celal Binzet, “Güncelliğin Açmazında”, rh+Sanart Plastik Sanatlar Dergisi, sayı.58, Ocak,
2009, s. 19
89
Resim 10 : Eugéne Delacroix, Halka Önderlik Yapan Özgürlük, 1830
Yaşadığı dönemde içerisinde sosyal ve toplumsal yaşamı yeren çizim
ve karikatürleriyle tanınan bir diğer sanatçı ise Honoré Daumier’dir.
Döneminin toplumsal olaylarının etkisini taşıyan günlük yaşamda yaptığı
gözlemleri toplumsal konulara dönüştüren yaşadığı dönemin politikalarını,
sanatçıları, avukat ve yargıçları, sıradan insanların gülünç yanları ile alaylı bir
şekilde ele alarak işleyen sanatçı Daumier’in en ünlü yapıtları Üçüncü Mevki
Vagon ve Ayaklanma’dır.
Resim 11: Honoré Daumier, Üçüncü Mevki Vagon, 1863-65
90
Günlük yaşam sahnelerinden, yani günlük yaşama ait çeşitli olaylar,
etkinliklerin resmedildiği resimlerde ise sosyal yaşam içerisindeki çalışma
sahneleri, eğlence, gezi, düğün, tören gibi vb. günlük durumlarda
betimlenmiştir. Günlük yaşamda bir çalışma saatinin ele alınışı bazen hasat,
harman gibi köylülerin çalışma alanlarını, bazen de sanayileşmeyle gelişen
yeni iş imkanlarını yansıtmaktadır.
Pieter Bruegel, insan ve doğa ayrımı yapmaksızın, sürekli bir oluşum
içinde yaşamı anlatmaktadır. Toplum yaşamını anlatan resimleri de
manzaraları da hep yaşamı anlatır. Yaşamı olduğu gibi göstermek ister ve
onun için yaşam, duyulan ve yaşanılan bir gerçektir.
“Bruegel ilk kez gerçekçi halk görünümlerini, bir dekor olmaktan
çıkartarak kullanmıştır. Çalışan insanları bütün kaba sabalığı ile ele almış,
uydurma süslü, parıltılı bir görünüm eklememiştir.”121 “Bu neşeli ama asla
basit olmayan resimlerle, Bruegel sanata, kendisinden sonra gelen Flaman
ressam
kuşaklarının
tam
anlamıyla
keşfedecekleri
yeni
bir
alan
kazandırdı.”122 Yaşadığı dönem içerisinde din dışı konulara yönelerek, günlük
yaşamdan sahnelerin sanatta yer almasına olanak sağlamıştır ve günlük
yaşamdaki durumları ele alarak bizlere yansıtan bir sanatçı olmuştur.
Resim 12 : Pieter Bruegel, Köy Düğünü,1567-68
121
Ernst Fıscher, Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel Yayınevi, 10.basım, 2005, s.
132
122
H. Ernst Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran, Çin, Remzi Kitabevi, 3.
Basım, 2002, s. 383
91
Değişen ışık değerleriyle açık havada dinlenen, toplu halde eğlenen
insanları ele alan, dönemlerinin kent eğlence anlayışlarını yansıtan ve
hayatın neşeli yönlerini vurgulayan sanatçılarda olmuştur.
Resim 13 : Pierre Auguste Renoir, Maulinde la Galette’de Dans, 1876
Resim 14 : Pierre Auguste Renoir, Tekne Gezisinde Öğle Yemeği, 1880
92
Georges Seurat ise üst tabakanın huzurlu Pazar gezintilerini
betimlerken, tamamen renklerin etkisine önem vermiş, resimdeki bütün her
şeyi noktaları yan yana getirerek oluşturmuştur. Optik bir görüntü elde
ederek, görüntüyü gözün tamamlamasını sağlayarak konularını betimleyen
Seurat, yeni bir üslubun temsilcisi olarak, günlük yaşamdan sahneleri
betimlemiştir.
“”
Resim 15 : Georges Seurat, La Grande Tatte Adası’nda Bir Pazar Öğleden Sonra, 1885
Şehir hayatının yalnızlığını oldukça kişisel resmi ve çarpıcı stiliyle ele
alan sanatçılarda olmuştur. Realist sanatçılardan Edward Hopper olgunlaşma
aşamasındaki endüstri devriminin insanı hayatı üzerinde bıraktığı izi,
alışılagelmiş
büyük
Çalışmalarında
şehirdeki
genellikle
boş
yalnızlığı,
alanları
yani
“Boşluk”u
kullanan
resmetmiştir.
sanatçı,
pek
çok
çalışmasında insanoğlunun çevresiyle olan keskin ilişkisini işler. Günlük
kentsel sahneleri, onun gerçekçi tasvirleri ile görmekteyiz, resimlerinde. En
bilinen eserlerinden Nighthwaks isimli eseri en popüler eserlerinden biridir.
1940’lı yılların Post-Modern tarzını yansıtan bu eserde şehirdeki sessizliğin,
boşluğun hakim olduğu bir gece vaktindeki Amerikan modernizmini
yansıtmaktadır. Burada Amerikan tarzı ufak bir restoranda oturan müşterileri
93
resmetmiştir.
Gecenin
karanlığını
restoranın
göz
kamaştırıcı
ışığı
ayırmaktadır. Bu Nighthwaks isimli eser şehir hayatının gerçekçi bir şekilde
resmedilen eser onun en önemli eserlerinden olmuştur.
Resim 16 : Edward Hopper, Nighthwaks, 1942
Günlük yaşamdan sıradan bir çalışma saatini tüm gerçekliği ve
doğallığı ile resimde vermeye çalışan sanatçılardan Jean François Millet, işi
ve işçiyi bir nesne olarak sanatın içine katmıştır ve diğer sanatçılardan
manzara teması ele alışı kadar, figüre de ağırlık vermesiyle ayrılır.
Millet “Herşeye hakim olan doğal görüntülerin yerine, doğayla
mücadele eden insanların hakim olduğu bir resim anlayışı getirmiştir. Köylü
figürlerin hakim olduğu bu anlayış Gerçekçilik içinde temel teşkil etmiştir.
Derin bir duyum içinde doğa ve insan ilişkisini ele alan Millet’nin 1857 tarihli
Tane Toplayan Kadınlar adıyla bilinen eseri sanatının en güzel örneklerinden
biridir.”123
123
Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89
94
Bu resminde sanatçı aynı zamanda idealleştirilmiş bir kır manzarasını
ele alırken, yaşamın akışı sırasında günlük bir çalışma günü içerisinde
çalışanları işlerine vermiş şekilde göstermiştir.
Resim 17 : Jean François Millet, Tane Toplayan Kadınlar, 1857
Resim 18 : Fernand Leger, İnşaat İşçileri, 1950
Fernand Leger ise İnşaat İşçileri tablosunu işçileri ve onların yapmış
olduğu çağdaş dünyanın ayrılmaz bir parçası olan çelik konstrüksiyonu
yüceltmek için yaparken; kalın kontürlü, renkleri çok sade, figürleri ise son
95
derece basit olarak ele almış. Ayrıca burada işçilerin el ele çalıştıkları
görülmekte
ve
bu
işçiler
büyük
bir
dünyaya
hizmet
etmek
için
çalışmaktadırlar. Bu resim onun işçi sınıfına yönelik siyasi ilgisini ve
erişilebilir bir sanat yaratma çabasını yansıtmaktadır.
Günlük yaşamın bilinçli olarak resmedildiği ilk resim Gustave
Courbet’in Günaydın Bay Courbet adlı resmidir. Resimdeki her şey
gösterişten uzak bir şekilde, gerçek değerlerine sadık kalınarak, günlük
yaşamdaki sıradan bir anlardan biri olan karşılaşma anı ele alınmıştır. Aynı
zamanda sanatçı kendisini de resmin içerisinde var etmiştir.
Resim 19 : Gustave Courbet, Günaydın Bay Courbet, 1854
“Courbet’nin gündelik hayattan seçtiği motifler eskiden en fazla küçük
formatlı janr resimlerinde, kimi anekdotları anlatmak ve daha çok
eğlendirmek amacıyla tuvale aktarılmıştı. Aynı temalar Courbet’nin elinde dev
boyutlardaki tuvallere mıhlanmış sosyal araştırmalara dönüşür. Özellikle
muhafazakar kamuoyunu ve sanat eleştirmenlerini öfkelendirdiğini, şimşekleri
üstüne çektiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Yalnız akademide öğretilen
96
rafine resim tekniğini sanat yerine koyan burjuva kamuoyu, ‘banal’ konuları
ciddiye alan, onlarla ayrıntılı olarak uğraşan eserlerin ‘sanatın onurunu
çiğnediği’ düşüncesindeydi. […] Courbet, gündelik hayatın konularına
alışılmışın dışında büyük formatlar vererek bir başka hedefin altını çizmiştir:
Sanat, lüks bir meta veya eğlendirici bir şey değil toplumsal iletişimin bir
aracıdır.”124 demiştir.
“Sanatçı son derece basit ve olağan temaların bile bir esere temel
teşkil edebileceğini ve sanat değeri kazanabileceğini göstermiştir.”125
Tamamen gerçekçi görüntülere yönelen, renkçi anlayışı ile yeni bir sanat
anlayışına yol gösterici olan Courbet, olağan görüntülere yer vermesi ile de
önemli bir ressamdır.
Bir toplum eleştirisi ile birlikte sanatçılar, aynı zamanda da günlük
yaşamın konu edinildiği çalışmalarda yapmışlardır.
Resim 20 : Van Gogh, Patates Yiyenler, 1885
124
Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek
Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 67
125
Engin Beksaç, Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3. Basım, 2000, s. 89
97
Van Gogh’un Patates Yiyenler adlı resminde hem güçlü bir toplum
eleştirisi, hem de teslimiyet vardır.
Bu resimde iç mekânda günlük yaşam konu edinilirken, işçiler kendi
ektikleri patatesleri paylaşarak yerken, bütün doğallıkları ile gösterilmiştir.
Sanatçı o dönemde son derece gerçekçi olarak, patates yiyen insanları
toprağı kazdıkları elleriyle tabağa koyarken ve yerken resmetmiş, böylelikle
de el emeğini ve insanların dürüstçe ürettikleri yiyeceği yüceltmiştir. Günlük
yaşamdan aldığı bir konuyu en iyi şekilde ifade etmek isteyen sanatçı,
resimde insanların yaşamlarının güçlülüğünü vurgulamak için koyu tonlar ve
renklerden yararlanmıştır. Aynı zamanda bu resmin fazla eleştiri almasının
bir diğer nedeni ise akademik kuralları hiçe saymasından ve koyu renkleri
kullanmasından kaynaklanmaktadır. Resimde bilinen kurallar bozulmuş,
figürlerdeki deformasyon ve özgür renk kullanımı ile daha sonra 20. yüzyıl
sanatçılarının etkilenmesine neden olunmuştur.
Günlük yaşamda çevrenin ele alınışı ise genellikle manzara resimleri
olarak ortaya çıkmıştır. Doğa görünümlerinde, kır manzaraları ise kırdaki
günlük yaşam betimlenirken, kırda günlük yaşamlarını sürdüren insanlar ön
plana çıkartılmış ve resimlere yansıtılmıştır. Manzara resimlerini sanatçılar
ele alırken, dönemin toplumsal ve kültürel ortamlarına da böylelikle işaret
edebilmişlerdir. Sanatçılar doğayı ele alırken içsel bir zamanın ifadesi olarak
yansıtmışlardır. Sanatçıların doğadaki izlenimleri günün değişen ışığının
yerine günün belli bir saatindeki ışığın içsel ifade ile devinim kazanması
olmuştur.
Doğa içerisinde karşılaşılan manzaraların anlık görüntüsünü, günlük
yaşamın anını resmeden sanatçı Monet, İzlenim (Gün Doğumu) adlı tablosu
ile sanat tarihinde manzaranın ele alınışında bir devrim yaratmıştır. Bu resim
bir manzara olmakla birlikte, aynı zamanda günlük yaşam enstantelerinden
birini sunar, bizlere.
98
Günlük yaşamdan kent görünümleri ise bazen doğa görünümleri
olarak yansıtılmakla birlikte kent parkları, bahçeleri veya bir kentin tamamı
uzak veya yüksek bir yerden görünümü, kentin hareketli, hızlı akışında
çalışan insanlar, hareketli meydanlar, caddeler, betimlenirken, kentin günlük
yaşamı yansıtılmıştır. Günlük yaşam içerisinden kent ve kent yaşantısının ele
alındığı resimler, günlük yaşamın çelişkilerinin de ele alındığı bir tutanağı da
oluşturmaktadır.
Resim 21 : Claude Monet, İzlenim (Gün Doğumu), 1872
Monet’in yaşadığı çağda, açık hava altında nehirlerden, göllerden,
okyanus kıyılarından konularını seçerek manzaralar çalışan sanatçıların
aklına kentten konularını seçmek gelmemiştir. Daha önce hiçbir sanatçının
keşfedemediği büyük bir kentin hareketli yaşamı Claude Monet tarafından
keşfedilmiştir. Yaşadığı çağın teknik gelişimi ve hareketli yaşamını ustalıkla
sanatına katmıştır.
Kent hayatının hareketli ve rengarenk yönlerini keşfedip, yeni
teknolojilerden etkilenen sanatçı, aynı zamanda bütün bunların dışında ışıkla
da ilgilenmiştir. Böylelikle de değişen ışık değerleriyle resimlerinde bir
atmosfer yaratmıştır. Işıkla bağlantılı olarak değişen bu görüntüleri renkle
ifade etme yollarını araştırmış ve tekniğini yenileyerek sürekli geliştirmiştir.
99
Anlık değişen ışık ve yarattığı etkilerle, sanatçının kendi bakış açısını
birleştirip tuvalinde biçimlendirdiği modern kentten de bir görünümü yansıtan
St. Lazare Tren Garı, 19. yüzyıl sonlarına ait bir Paris manzarasını konu
edinmiştir.
Resim 22 : Claude Monet, St. Lazare Tren Garı, 1877
Sanatçılar olağan günlük yaşam sahnelerini farklı teknik ve üsluplarla
ele almaya devam ederken, sanatçıların doğaya bakış açıları da faklılıklar
göstermeye devam etmektedir.
Resim 23 : Andrea Derain, Londra Limanı, 1906
100
Andrea Derain ise her şeyi göründükleri renklerde değil, canlı çiğ, sert
renklerle ve temiz boya kullanımı ile ele alırken yeni bir tarzında öncüsü
olmuştur.
Resim 24 : Camillo Pissaro, Sabah Güneşli Bir Havada İtalyan Bulvarı, 1897
Resim 25 : Umberto Boccioni, Sokağın Bütün Gürültüsü Evin İçinde, 1911
101
Sanatçılar sokakların ve yaşamın gücünü, özellikle kentte görülebilen
ihtiras ve korkuyu, kentin gürültüsünün doğurduğu kaygıyı betimlemeyi
olanaklı kılan yeni bir sanat yaratıcılığını bulmuşlardır. Eski sanat konularını
tamamen terk eden sanatçılar, yerine hızla dolu yaşamı ve içinde yaşadıkları
dönemi ifade etmişlerdir (Resim 25).
Şehrin nabzını asabi, hızlı fırça darbeleriyle yakalamaya çalışan,
modern kentin yapay ve dinamik telaşlı çevresinin ele alan Ernst Ludwig
Kircher, modern kent yaşamı onun belli başlı konusu haline gelmiştir. Bir
taraftan kent manzaralarına yer verirken, diğer taraftan tümüyle insanları
göstermeye yoğunlaşarak çevre mimarisini dikkate almaksızın günlük
yaşamdan sokak sahnelerini çizmiştir. Modern kent yaşamının hareketi
karşısında şaşkınlığını ve hayranlığının ifade ederken, aynı zamanda da
onun eksikliklerini ve kusurlarını, sahteliklerini, ikiyüzlülüklerini de ortaya
koymuştur. Göz alıcı lüks giysiler içinde hanımefendiler, aslında onun
resimlerinde fahişelerdir. Yüzlerdeki ağır makyaj yaşamlarının ahlaki
sefaletini gizlemektedir.
Resim 26 : Ernst Ludwig Kircher, Sokak Sahnesi, 1913
102
Resim 27 : Max Beckman, Gece, 1918-19
Sanatçıların yaşadıkları dönemde, insanların içinde bulundukları ve
psikolojik yaşamlarını etkileyen durumların görünmesine karşılık gelen
resimler de yapılmıştır. Sanatçılar hem kendi yaşamları üzerinde hem de
insanların yaşadığı dönemdeki acımasızlığı, bunalımları insanın içinde
bulunduğu boşluğu anlatmışlardır. Max Beckman’da yaşadığı dönemde
yaşanan I. Dünya Savaşı’nın korkunçluğunu eleştirel bir bakış açısıyla ele
alarak, insanların savaş deneyimi sonucu var olma korkusu ile acımasızlığı,
bunalımı, kısacası Avrupa’da yaşanan ızdırapları ele almıştır. Bu durumu
tuvaline yansıtırken olağan dışı büyük kafalara, deforme olmuş bedenlere,
kamburlara yer vererek, akademik sanat anlayışı dışında oluşturduğu
sanatsal anlayışla hem figürü hem de insanların içinde bulunduğu boşluğun
çarpıtılması ile oluşan yeni bir tarzla psikolojik bir süreci anlatmıştır. I. Dünya
savaşı ile birlikte Max Beckman savaşın insanlar üzerindeki etkilerini,
korkularını, yenilginin sebep olduğu açlığı ve yokluğu, insanların çaresizliğini
ele almıştır. Gece adlı tablosu tam da insanların yaşadıkları dönemlerde
yaşamını etkileyen durumlara karşılık gelen bir resimdir. Bu resim insanın
psikolojik yaşamının görünmesine olanak vermiştir. Resimdeki figürlerin
103
duruşlarında ve yüzlerdeki ifadelerde onların yaşadıkları korkular ve içinde
bulundukları psikolojileri doğrudan izleyiciye aktarılmıştır. Gece’de savaşın
korkularını, yenilginin sebep olduğu açlık ve yokluğu, insanlığın çaresizliğini
resmetmiştir.
Yaşadığı çağdaki psikolojiyi anlatan bir diğer sanatçı da Pablo
Picasso’dur. 1937 yılında Almanların saldırısıyla Guernica kasabasının
bombalanmasından etkilenmiş ve bu savaşa karşı duyduğu tepkiyi Guernica
adlı eserine yansıtmıştır. Daha sonra ise bunun üzerine de Guernica’da
ağlayan insanlar, felaket ve benzeri durumları resmetmiştir. Yaşadığı çağın
konusu olan çekilen acılar, çok yakından bakılan bir kadın portresine
sığdırmış ve Ağlayan Kadın tablosunu yapmıştır. Kadının elindeki mendil
onun umutsuzluğunu ve mendilin ağzını bir peçe gibi örtmesi ise onun
acısının şiddetini vurgulamaktadır.
Resim 28: Pablo Picasso, Ağlayan Kadın,1937
104
Modern
zamanlarla
birlikte
parçalanan
hayatlar,
endüstri
ve
sanayileşme ile gelen hız ve hareket karşısında insanlar ve nesneler her
yerden görülebilen, parçalanmış bir şekilde resimsel düzenlemelerle eş
zamanlı olarak yaşamı içerisindeki yeri ile gösterilmeye çalışılmıştır.
Geleneksel malzemenin dışında, günlük yaşamdan alınan malzemeler
resme dahil edilmeye başlaması ile gerçek nesneler alelade işlerin birer
parçası haline gelmiştir. Bu şekilde günlük yaşamdan alınan bir unsuru
kullanımının dışında estetik bir nesneye dönüştürülmüştür. Böylelikle ilk defa
günlük yaşamın nesneleri ilk defa bir araya getirilmiştir. Sanatçıların bir araya
getirdikleri bu nesneler kolaj ve montaj mantığı ile zamanın sanatsal ve
kültürel değerlerini sorgulamış olmuşturlar. Kurt Schwitters “harap olan,
parçalanan,
işlevini
kaybeden
şeylere
yöneldi,
günlük
hayatın
çöp
tenekelerinde eşindi ve bulduklarıyla ünlü MERZ resimlerini yapmaya
başladı.”126
Resim 29 : Kurt Schwitters, Merzbild 25A, 1920
126
Anna-Carola Krausse, Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, çev. Dilek
Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005, s. 100
105
Artık görüyoruz ki, “günlük yaşam” teması biraz aralandığında her
dönemde sanatçılar tarafından farklı farklı başlıklar altında ele alınmıştır.
Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresi, sosyal yaşam içerisindeki
çalışma sahneleri, insanların içinde bulundukları ve psikolojik yaşamlarını
etkileyen durumlar, toplumsal eleştiri, tarihsel olaylar, çevrenin ele alınışı
manzara görünümü ya da kent yaşantısından bir görünüm olarak veya
sadece günlük yaşamdan alınan sıradan bir nesne olarak ya da bir belge
niteliğinde günlük yaşamın bilinçli olarak resmedildiği durumlar olarak
sanatçılar tarafından toplumsal değişimler, bilimsel değişimler, teknolojik
gelişmeler ile birlikte resimlere yansıtılmıştır.
106
II.4.
1960
SONRASI
SANAT
YAPITLARINDA
GÜNLÜK
YAŞAM
KONULARI
II. Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar her şeye yeniden başlamak
istediklerinde somut sanatları reddetmişlerdi. Sanatçılar geleneksel sanat
anlayışlarından, kurallardan uzaklaşarak, özgürlük alanlarını genişletti ve
onlar için önemli olan bir resmin neyi betimlediği değil, neyi nasıl anlattığıydı.
Resim sanatı böylelikle günlük yaşamla bütün bağlantısını koparmıştı. Ve
tamamen içsel gerçekliğin bir ifadesi olmuştu.
“1950-60’larda ABD tarafından Ruslara karşı girişilen soğuk savaşın
görece olarak hafiflemesi sonucunda Avrupa ve Amerika’daki sanatçıların bir
bölümü tinsel bir rahatlama sonucu içe kapanıklıktan vazgeçerek, dışa dönük
figüratif yapıtlar gerçekleştirirken, diğer bir bölümü de bu duruma henüz ayak
uyduramamış, ancak yeni soyut dışavurumculuk anlayışının destansı
kahramanlarını bırakarak, daha sade biçimlerde geometrik soyut sanata
yönelerek kendilerini anlatmak yolunu seçmişlerdir. […] Aslında geç modern
sanat açıkça 1960 başlarında ortaya çıkmasına karşın daha 1950’ler basında
öncü sanatçılar çeşitli anlayışta yapıtlar gerçekleştirmiştir.”127
1950’den sonra insanın özel hayatına, günlük yaşamına gösterilen ilgi
sanatçıları da etkilemiş; İngiliz ve Amerikalı sanatçılar, televizyon, reklam,
çizgi, film, sinema vb. kitle İletişim araçlarının bilincine vararak, ifade aracı
olarak bu araçlarda kullanılan klişe ve imgeleri kullanmaları gerektiğine karar
vermişler; sanat okulları ve enstitülerde bu eğilim etkinlik kazanmıştır.”128
Tüketim toplumunun doğuşu ve savaştan sonra yeni bir kuşağın
ortaya çıkması, insan bilimlerindeki ilerlemeler ve bunların düşünce ve sanat
olayları üstündeki etkileri gibi son derece farklı nedenlerden kaynaklanan çok
127
C. Vedat Demirkol, Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm, İstanbul, Evrensel Basım
Yayın, 2008, s. 147
128
Semra Germaner, 1960 Sonrasında Sanat: Akımlar, Eğilimler, Gruplar, Sanatçılar, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 1997, s. 9-12
107
sayıdaki etmenin baskısıyla 1960’lı yılların sanat tarihi, güçlü değişim
hareketlerine sahne olmuştur.
Böylelikle tekrardan günlük yaşam konularına yönelimin başladığı
1960’lar, sanat tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sanatta
tekrardan sanatçının iç evresinden, dış evreye yönelimi ile insanın, gerecin
ve davranışlarının anlamlandırılmasına dayalı, geleneksel araçlar kullanan
seyirlik resimden katılım ve çözümleme gerektiren bir sanata geçiş olmuştur.
Bu dönemde sanatçılar “Amerikalı’nın gönlünde taht kuran pop
starlarından, sinema yıldızlarından, reklam afişlerinden, kolay ulaşılabilen
yiyeceklerden, gündelik nesnelerden televizyondan çok hoşlanmıştı.”129
1960’lı yıllarda sanatçılar sanat ve günlük yaşam arasındaki belirsizliği ve
popüler kültürü eserlerinde tüketim ve tüketimi çekici hale getiren metaları,
renkli afişleri, resimli dergileri, film yıldızlarını kullanarak betimlemişlerdir.
İnsanların günlük ihtiyaçlarına yönelik tüketim malları, teknik araçlarının
yardımı ile sanat tarihinin bir parçası olacak şekilde görselleştirilmiştir. Aynı
zamanda da sanatçılar duvarları konularının arasına katmıştır. Çünkü
duvarlar hızla geçip giden yaşamın ardında kalan her şeyi yansıtmaktadır.
Günlük yaşama dair her şeyi yansıtırken, aynı zamanda da toplumsal,
siyasal, ekonomik,
kültürel tarihi ve insanların tecimsel kişiliğini ortaya
koymaktadır.
Öncü sanatçılar aynı zamanda resmi tuvalin dışına taşımış ve her türlü
malzemeyi sanatın içerisine
alarak
sanatta
yeni olanakların
ortaya
çıkarılmasında köklü değişimlerin yaşanmasına sebep olmuşturlar.
1960’larda sanatçılar artık sınırsız özgürlük elde ederek insanı ve
insan bedeni dahil her türlü organik biçimi, teknolojinin kendini, teknolojiyi,
atığı, hırdavatı, insan düşüncesinin yarattığı her türden bilgiyi araç olarak
129
Canan Beykal, “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul, Sanat Çevresi Yayıncılık,
Sayı 2, 2004, s. 44
108
kullanmıştır. Dolayısıyla sanatçılar ve sanat alımlayıcıları günlük olanla
boğuşmaktadır.
1960’lı yıllarda bir grup sanatçı ise bu dönemdeki bütün eserlerin
birbirine çok benzediğini söyleyerek sanatı, kendi özgün duygu ve
düşüncelerinden arınmış olarak üretmeyi seçmişlerdir. Fakat bu üretilen
eserlerin tuval üzerine çalışmalarında fotogerçekçi bir tarz sergilemişlerdir.
Bu çalışmalar bu yeni teknikler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
Otoportrelerden, modern kent görünümlerine kadar tüketim dünyasına
ait olan birçok görüntü bu sanatçıların işlerine yaramıştır. Bu dönemde
teknolojinin olanakları ile sanatçılar işlerinde fotoğraflardan yararlanmış ve bu
sanatçılar için fotoğraf olmadan resmin varlığı düşünülememektedir.
Fotogerçekçi çalışan sanatçılar çoğunlukla doğrudan bir fotoğrafın
üzerinden çalıştıklarında netliği gerçekte olduğu biçimiyle değil, fotoğrafta
yakaladığı biçimiyle aktarmışlardır. Seçtikleri konu olabildiğince günlüktür ve
bir fotoğrafçının günlük yaşamı içerisinde karşılaşıp fotoğraflayacağı haliyle
resmedilmiştir. Fotoğraf karelerinin benzerleri çok fazla uğraş gerektiren
fotogerçekçi resimlerde karşımıza çıkmaktadır. Fotogerçekçi resimlerde konu
klasik gerçekçi resimlerdekine benzer bir portre bile olsa, çoğunlukla alan
derinliği kavramının tuvale aynen yansıtıldığı görülmektedir.
Fotogerçekçi ressamlar konuyu fotoğraflayarak çalışma mekanlarına
taşımışlardır. Resimlerin karşısına geçip baktığınızda sanki bir fotoğraf
karesine bakıyormuş gibi bir yanılgıya düşülmemesi kaçınılmaz olmuştur. Bu
şekilde fotogerçekçi bir tarz ile çalışan sanatçılar çoğunlukla fotoğrafın
üzerinden çalışmalarını sürdürürken, fotoğrafta ne görüyorlarsa, gördüklerini
aynen resme aktarmışlardır. Dolayısıyla bu şekilde sanatçılar konularını
fotoğraflayarak çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu resimlerin etkili olmasının
nedenine gelince ise yaşamın yansımaları olmalarından kaynaklanmıştır.
109
Ayrıca dış dünyadan alınan nesneler, gerçeğin bir parçası ve belgesi
olarak sanatçıların yapıtlarında kullandığı görülmektedir.
Dünyaya bakış açısı, karşı çıkış, gelip geçiciliğin bilinci, teknolojiden
yararlanma,
yaşanılan
anı
sahiplenme,
günlük
yaşantının
şiirselliği
sanatçıların ele aldığı başlıca konulardır, diyebiliriz.
1970’lere doğru tuval resmi giderek azalmakta ve artık sanat
birbirinden kopuk bireysel çalışmalar halinde ilerlemektedir. 1960’lı yılların
çalkantılı atmosferinin ardından sanat müzeler ve galerilerin dışına çıkmıştır.
Tüm dünyayı kullanır hale gelmiştir. Uçsuz bucaksız araziler, dağlık
zirvelerde,
çöllerde
sanatçılar
çalışmalarını
gerçekleştirmeye
devam
etmektedirler. Böylelikle de sanatta yeni anlamlar yüklenmiş, mekân anlayışı
da sınırsızlaşmıştır.
Sanatçı artık eleştirel bir yaklaşımla kendisini çevresini ve yaşamı
sorgulamaya, çağın hızlı teknolojik değişimleri altında ezilmeye ya da
teknolojiye başkaldırmıştır. Bu amaçla da geleneksel sanatın boyutları
değişmiştir. Sanatçılar seyredilmek üzere bir sanat eseri üretmek yerine daha
çok tartışılan, söyleşilerle irdelenen, bir dil kullanmaya başlamışlardır.
Böylelikle de izleyiciyi düşünmeye zorlamışlardır.
1980’lerden başlayarak özellikle Almanya, Amerika’da ve İtalya’da
yeni bir kuşak sanatçı grubu tuval üstüne yağlıboya resme dönüş
yapmışlardı. 1980’lere gelindiğinde sanat, daha önceki hiçbir dönemde
olmadığı kadar kesin, çoğulcu ve renkli bir dönüşüm yaşamıştır. Sanat,
kendini toplumsal değişime adayan, geçmişle diyalog kuran bir araç olarak
değil de, radikal bir değişimle bir iletişim aracı olarak algılanır hale gelmiştir.
İlerleyen süreçlerle birlikte 20. yüzyıl olağanüstü bilim ve teknik
gelişmelere sahne olmuştur. Modernlik sonrası toplum ve kültürde, gelişim ve
bunalım hep birlikte yer almıştır. Kapitalizmin acımasızca damgasını vurduğu
110
20. yüzyıl maddeyi ve biçimciliği ön plana çıkartırken, maneviyat ve içerik
adeta unutulmuştur. Korku ve utancın kaybolduğu, geleneksel değer ve
alışkanlıkların gitgide azaldığı, ahlaksal değerlerin çöktüğü bir ortamda kültür
de yozlaşmaya mahkum edilmiştir. Günümüzün bu karmaşık dokusu içinde
tekdüzeliğe baş kaldırmak, yeni coşkular bulmak için sanatçı hem kendi hem
de toplum adına yeni arayışlara yönelmiştir.
20.
yüzyıl
sanatının
büyük
bir
devrim
olduğu,
bütün
üslup
değişkenliklerine rağmen, doğacı sanat geleneğinin ortadan kalkarak yerini
modern olarak adlandırılan bir dizi sanat akımlarına bıraktığı görülmüştür.
Sanatın hemen her alanına yansıyacak bütün bu gelişmelerle birlikte
birçok sanatçı aktif olarak katıldıkları ya da sadece izlemekle yetindikleri,
özetle öyle ya da böyle bir parçası oldukları yaşamdan kareleri yapıtlarına
yansıtmaktan geri kalmamışlardır. Bunlardan en belirgin olarak ortaya çıkan
sanatçılar ve konuları şunlardır.
Sanatçılar günlük yaşam içerisindeki tüketim ve reklam imgeleriyle
boğulmuş kent kültürünü (Richard Hamilton), Amerikan günlük yaşamının
geçtiği sokakları ve insanını (Roberth Bechtell, Richard Mc Leon), kent
sokaklarındaki vitrinlerin parlak yüzeylerini ve bu yüzeylere yansıyan
nesneleri (Richard Estes), Amerikan kadınının içinde yaşadıkları mekânları
ve eşyalarını, tipik özellikleri ile orta sınıf beğenisini (Tom Wesselmann),
Amerikan insanının her gün tükettiği yediği ve kullandığı tüketim eşyalarını
(Andy Warhol, Claes Oldenburg, Ralph Going), seri üretim ürünleri olan
plastik nesneleri (Martial Raysse), yemek artıklarını (Daniel Spoerri, Arman),
hızlı tüketim ürünlerinden olan terk edilmiş arabalarını ve onun içlerini (John
Salt, Don Eddy, David Parrish), aileler, kentler, manzaralar, bulutlar, ormanlar
gibi çeşitli konuları, seri halinde tarihteki ünlü kişilerin portrelerini (Andy
Warhol, Chuck Close, Gerhard Richter), hızla geçip giden yaşamın ardında
kalan her şeyi yansıtan duvarları (Burhan Doğançay) ve de Amerikan günlük
yaşantısından alınmış görüntüleri (James Rosenquist) kullanmışlardır. Kitle
111
iletişim araçlarından alınan imgeleri ve fotoğrafları kullanan bir diğer
sanatçıda Sigmar Polke’dir.
Roy Lichtestein ve Andy Warhol gibi oda
Amerikan pop sanatçıların yapıtları ile benzer konuları ele almıştır.
Çalışmalarında tüketim toplumu ürünlerini arzu duyulan nesneler olarak
yansıtmayı amaçlamıştır. Bunlar; şekerler, kekler, tereyağı, sosis ve büskivi
gibi tüketim ürünleridir. Bütün bu sanatçılar günlük yaşam içerisinden
konuları seçmişler, dolayısıyla da farklı teknik ve tarzlarla ele almışlardır.
Resim 30 : Richard Hamilton, Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı Çekici Yapan Nedir?, 1956
112
Resim 31 : Robert Bechtell, Portrero Stroller- Crossing Arkansas Sokağı’nı Geçerken, 1988
Resim 32 :Richard Mc Leon, Mackey Maria, 1971
113
Resim 33 :Richard Estes, Lokanta
Resim 34 : Tom Wesselman, Banyo,1963
114
Resim 35 : Andy Warhol, Bıçaklar, 1981-82
Resim 36 : Claes Oldenburg, Hamburger, 1962
115
Resim 37 : Claes Oldenburg, Yumuşak Tuvalet, 1966
Resim 38 : Ralph Going, Mermer Tezgah, 1985-89
116
Resim 39 : Martial Raysse, Vizyon Hijyen, 1961
Resim 40 : Daniel Spoerri, Tableau-piège Restaurant City Galerie, 1963
117
Resim 41 : Fernandez Arman, Birikim, 1962
Resim 42 : John Salt, Electra, 1969
118
Resim 43 : John Salt, Beyaz Chevy – Kırmızı Römork, 1975
Resim 44 : Don Eddy, İki Volkswagen, 1971
119
Resim 45 : Don Eddy, H. İçin Yeni Ayakkabılar, 1973-74
Resim 46 : David Parrish, Motorsiklet, 1971
120
Resim 47 : Andy Warhol, Marilyn Monroe, 1967
Resim 48 : Chuck Close, Brad, 2006
121
Resim 49 : James Rosenquist, F-111, 1964-65
Resim 50 : James Rosenquist , F-111 (çalışmasının galeride sergilenmesinden bir görünüm)
Resim 51 : Gerhard Richter, Aile Portresi, 1964
122
Resim 52 : Gerhard Richter, Christa ve Wolfi, 1964
Resim 53 : Burhan Doğançay, Hayat Bir Trafik Sıkışıklığı, 2000
123
Resim 54 : Burhan Doğançay, St. Partrick’de Gün, 2002
Resim 55 : Sigmar Polke, Giornico, 1976
124
Resim 56 : Sigmar Polke, Süpermarket, 1976
125
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
UYGULAMA ÇALIŞMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR
Gerçek yaşamın içinde akıp giden an’ların betimlendiği resimlerde,
hayatın tüm renkleri ve izlerini bütün niteliği ile görmek mümkündür.
Genellikle grup çalışmaları olarak yapılan resimlerde aslında günlük yaşamın
rutin koşturması içerisinde her gün tekrar tekrar yapılan tekrarlanan,
yaşadığımız dönemlere göre günlük yaşamda geçirdiğimiz evreleri; insanın
bedeninin günlük uğraşları içerisinde, ayrıca günlük yaşam içerisinde kendine
yer edinmeye çalışan insanın temel ihtiyaçlarını elde etmenin peşinde
koştururken, yaşamın doğal seyri içerisinde cereyan eden bir güncel olay
olarak veya günlük ihtiyaçlarımız için kullandığımız nesneler vb. olarak
günlük yaşantımız içerisinde bize yakın olan bire bir yaşanılan veya
tanıklığını yaptığımız an’ların yansımalarından oluşmaktadır.
Bu çalışmalarda günlük yaşamdaki farklı ve benzer günlere vurgu
yapılarak günlük yaşam konusu ele alınmıştır. Böylelikle günlük yaşamdan
anlarla ilgili farklı mekânlarda, farklı insanların, olayların geçtiği bir seri
uygulama çalışması oluşturulmuştur.
İşte bütün insanlar aşağı yukarı bu çalışmalardaki görüntülerin
sunduğu yaşamı yaşamaktadır. Bütün çalışmalarda temelde aynı kaygılar,
aynı düşünceler söz konusudur. Her resim belli bir tema çerçevesinde
doğrudan ve yalın bir anlatımla betimlenmiştir. Resimlerdeki hareketli yaşam
fotoğraf tekniği ile dondurularak o an yaşanılan süreç vurgulanmıştır. Çekilen
fotoğraflardan yola çıkılarak uygulama çalışmalar gerçekleştirilmiş
Günlük yaşam konusunun sorgulandığı bu çalışmalarda insanlar
bazen silik belirsiz bir insan gölgesi olarak, sadece renksel oynamalarla iç-dış
mekânlardaki günlük yaşamı içerisindeki durumları ile ifade edilerek ele
alınmıştır. Günlük yaşamdan alınmış görüntüler, göründükleri renklerde değil,
126
farklı tonlarla, düzenlemelerle yapılmıştır. Genelde çalışmaların tamamında
eski fotoğraf etkisi yaratılmak istenmiştir. Çünkü her görüntü gelip
geçiciliğinde bir kanıtıdır. Dijital ortamda düzenlemeleri yapılan çalışmalarda
ışık-gölge ve renk etkilerine dikkat edilerek çalışmalarda ya tamamen
karanlık ya da tamamen aydınlık alanlar oluşturulmuştur.
Dijital ortamda ön hazırlıkları yapılan çalışmaların tuvale aktarılması
süreçlerinde ise o an orda hiç hesap edilmeyen durumlarla da karşı karşıya
kalınmıştır. Karşı karşıya kalınan bu durumlarda, resmin genel görünümüne
uygun düşen durumlar olduğu için resme dahil edilmiştir. Tuval üzerine
baskısı alınarak aktarımları gerçekleştirilmek istenen çalışmalar, aktarılırken
kağıdın tuvale yapıştırılması sürecinde genleşmekte ve sonucunda ise
yırtılmalar ve hava boşluklarına neden olmaktadır. Daha sonraki süreçte ise
kağıdın yapıştırılan yüzeyden tekrardan ayrılması sağlandığında ise bu hava
boşlukları ve yırtıklar resme eskimiş fotoğraf görünümü vermektedir. İşte bu
rastlantısal, kendiliğinden gelişen süreçler resimlerin tamamlayıcı bir öğesi
olmuştur. Resimlerin oluşturuluş biçimi ve uygulamada karşılaşılan plastik
sorunlar kompozisyon, renk, leke, doku ve kullanılan malzemenin yarattığı
problem, resimlerin çözümü ile ilgili yöntemler olarak ele alınmıştır. Ayrıca
konunun etkili bir şekilde anlatımının plastik yeterlilikle ilişkisi olduğu
anlaşılmıştır. Fotoğraflar bu işlerde benim için, makinenin sunduğu hazır
görüntüyü kişisel bir vizyona dönüştürecek olanakların araştırıldığı bir alan
olmuştur.
Sıradan nesnelerin asıl kimliklerini kaybedip yeni yapı ve şekillere
dönüştürülmesine dayanan, ışık ve kimyasal yolla şekillerin değiştirilmesi
bozulması üzerine çalışmalar yapan, sanat dünyasında en fazle avangart
fotoğrafçılığıyla tanınan Man Ray, farklı teknik araçlar kullanarak büyük işler
üretmiş ve kendisini en başta ressam olarak görmüştür. Yapıtlarında
kullandığı üst üste baskı, fotomontaj, kolaj, solarizasyon gibi teknik
yöntemlerle çarpıcı ve farklı görüntüler elde etmekle birlikte savaş öncesi
fotoğraf anlayışlarınada karşı çıkmak ve aynı zamanda da soyut fotoğraflar
127
üretmek amacındaydı. O fotoğrafını yapmak istediği cisimleri fotoğraf
kağıtlarının üzerine yerleştirip pozlayarak fotoğraf yapma tekniğinin öncüsü
olmuştur.
Bu
tekniğini
birçok
figür
çalışmalarında
ve
portrelerinde
kullanmıştır. Onun resimlerinde hayatı görmek mümkün değildir, ama objeleri
ölüde değildirler.
Fakat Man Ray ile bu çalışmada buluştuğumuz noktada farklı şeyler
söyleyebiliriz. Kendi tekniğinin öncüsü olarak sanat tarihi içerisinde yerini
alırken O, ışık ve kimyasal yolla şekillerin değiştrilmesi ve bozulması üzerine
çalışmalar yapmıştır. Benim çalışmalarımdaki kompozisyonlarda ise resimsel
öğelere ulaşmak amacıyla ışık, biçim, renk, doku ve leke arayışlarına önem
verilmiştir. Biçimler ve renkler birbirlerini ortaya çıkaran tamamlayıcı öğeler
olarak düşünülmüştür.
Aynı zamanda uygulama çalışmaları için yine günlük yaşamı doğrudan
anlatan fotoğraflarada yer verilirken, bir grup dijital baskı çalışması da
yapılmıştır.
Günlük yaşam konusunun betimlenmesinde kimi zaman doğrudan
tekniğin kendi imkanları kullanılarak tekli bir düzenleme, kimi zamanda
eklektik bir fikrin açılımına dair bir kurgulamayla incelenmiştir. Bu görsellerle
yaşamın gerçekliğini farklı metotlarla, tekniklerle yorumlayabilmekteyiz.
Tek tek yapıtlar yaşamın anlarını simgelerken, yan yana sunuşu
yaşamın bütününe işaret etmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde insanoğlunun var olduğu günden beri yaşam,
bütün sıradanlığı içinde, her gün 24 saat boyunca tekrarlardan oluşarak akıp
giden yaşamımız içinde her şey, acımasızca ve hızlı bir yükselişle
tüketilmekte ve çok anlamlı, karmaşık bir yapıyla var olmaktadır. Bizler her
yaşanan günden sonraki günün tekrar kurulduğu bir “günlük yaşam”
128
içerisinde yaşamaktayız ve bizler dolayısıyla bu görüntülerin sunduğu hayatı
yaşıyor ve modern zamanın günlük takvimine uyum gösteriyoruz.
129
III.1. DÜŞÜNSEL VE BİÇİMSEL AÇIKLAMALAR
Sosyal yaşamı içerisinde figürler ve çevresi, insanın sıradan bir
şekilde bulunduğu, mekân ve zaman ile bağlantılı olarak tipik bir evin
odasında, ev içi günlük yaşamının seyrinde oluşan bir an içerisinde tüm
gerçeklikleri ve doğallıkları ile evdeki sosyal yaşamı içerisinde figürler ve
çevresi betimlenmeye çalışılmıştır.
Resim 57: Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125x150 cm
Günlük yaşamdan bir anın resmedildiği bu resimlerde kadın figürü
uzanmış bir konumda dinlenirken ve aynı zamanda da yer almamasına
rağmen televizyon izlerken fotoğraflanmıştır. Figürün duruşunda ve yüz
ifadesinden anlaşılacağı üzere hayatın zor koşullarından yorulmuş bir
biçimde dinlenmektedir. Figür, nesneler ve mekân resimde birbirleriyle iç içe
130
geçmiş gibi gösterilmektedir. Mekân koyu renk tonları içerisinde belirli
belirsiz, figür ise üzerine yansıyan ışıkla ön plan çıkmıştır (Resim 57 ).
Resim 58 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
,
Resim 59 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm
131
Resim 59’da da yine mekân aynı şekilde ele alınırken, figürler sadece
ayaklarının ayrıntısı ile resimde varlıklarını hissettirmekte iken karanlık
mekânın içerisinde açık bir televizyonun var oluşu ile bu figürlerinde
televizyon izlediklerini söyleyebilmekteyiz. Bu görsel için, açık bir şekilde ev
içinde geçen günlük yaşamın konu edildiği bir görüntünün resmini
oluşturmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında bütün bu resimler o anın ilk olarak fotoğraflanması ile
dondurulmuş günlük yaşam kareleridir diyebiliriz. Daha sonraki aşamada ise
dijital ortamda fotoğraflar üzerinde uygulamalar yapılarak açık-koyu değerler
verilerek mekân belli belirsiz bir duruma getirilmiştir.
Çalışmaların dijital baskısı alınarak tuval üzerine baskı tekniği ile
uygulamaları gerçekleştirilmiş, rastlantısal durumlar bu görsellerde de yok
edilmeyerek resme dahil edilmiştir.
Bu grup çalışmasında sadece Resim 58 tuval üzerine aktarılmamış,
fotoblok üzerine dijital baskısı alınarak yapılmıştır. Aynı zamanda bu resimde
ön planda sehpa üzerinde günlük yaşamda kullandığımız nesnelerden olan
çaydanlık, kumanda ve en önde fluu bir bardak dikkatimizi çekmektedir.
Bu resimler için en kısa tanımlamayı şöyle yapabiliriz aslında; günlük
yaşam insanın sosyal yaşamı içerisinde, ev içinde geçen durumları ifade
ediyor diyebiliriz.
60 ve 61 numaralı resimlerde günlük yaşamda insanın var oluşu için
gereksinimi olduğu, her hangi bir öğünde yemek yeme esnasında kullanılmış
olan sonrasında ise yemekte kullanılan ev gereçlerinin bulaşık makinesi veya
lavabo içerisinde rastlantısal olarak yan yana gelmesi ile bu kompozisyonlar
oluşturulmuştur. Bu mutfakta günlük kullanım nesnelerinin oluşturduğu
yığıntılar; yemek atıkları, tabaklar, çatal, bardak vb. eşyalar dış dünyadan
alınmış nesneler, geçeğin bir parçasını oluşturmaktadır. İnsan yaşamında işe
132
yarayan
bu
eşyalar
bir
araya
getirildiğinde
aynı
zamanda
şimdiyi
oluşturmaktadır. Böylelikle de bir araya getirilmiş bulunmaktalar. Bu günlük
eşyalar, hem günlük bir nesne, hem de estetik bir obje olarak resimlerde
yerlerini almıştır.
Bu resimler ise; nesnelerin her yerden, her açıdan görülebilen,
parçalanmış şekilde fotoğraflanması ile elde edilmiştir. Eşyalar resimsel
düzenlemelerle eş zamanlı olarak yaşam içerisindeki yeri ile gösterilmiştir.
Çalışmada tek bir resim olarak ele alınan görseller, 9 adet görüntüden
oluşmaktadır. Görüntüler 50x50 cm karelerden oluşarak 150x150 cm bir
bütün içerisinde düzenlenerek birleştirilmiştir.
Resim 60 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 150x150 cm
133
İlk olarak baskıları alınan Resim 60’de tuval üzerine farklı bir teknik
uygulama ile aktarılmış ve rastlantısallıklar olduğu gibi resimde kullanılarak
yerini almıştır. Resim 61’de ise düzenlemesi yapılan çalışmanın dijital baskısı
alınarak görseli oluşturulmuştur.
Resim 61 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010 Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Bu çalışmalardaki çoğaltma tekniği, Andy Warhol’un baskılarıyla
gerçekleştirdiği teknik ile ürettiği yapıtlarına benzetilebilmektedir. Aynı
zamanda da Daniel Spoerri’nin dış dünyadan aldığı nesneleri, gerçeğin bir
parçası olarak ele aldığı yemek atıkları, tabak, çatal vb. eşyaları kullanması
134
ile ve son olarak da, Arman’ın her türden nesneden oluşturduğu yığıntıları ile
benzer özellikler gösterdiğini söyleyebiliriz.
Yaşamın günlük gelişimi ve yaşamdaki ihtiyaçların karşılanması
zorunluluğu ile sürekli bir tekrar şeklinde alışverişlerin yapıldığı sıradan semt
pazarlarının konu edinildiği bir grup çalışma yapılmıştır ( 62-63-64-65-66-6768 ). Bu çalışmalarda sıradan insanların doğal hallerinden kesitler alınarak
fotoğraflar
çekilmiş
ve
bu
fotoğraflardan
bazılarının
dijital
ortamda
düzenlenmeleri yapılarak resimlerin ilk aşaması tamamlanmıştır.
Resim 62 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79x113.5 cm
Semt pazarları halkın her gün temel ihtiyaçlarını karşıladığı günlük
veya haftalık veya da daha uzun süreli ihtiyaçlarını karşıladığı, yıllardır hem
sosyalleştiği, hem de ihtiyaçlarını en ekonomik biçimde karşıladıkları yerler
olarak bilinmektedir. Semt pazarları tüm dünyada, tarihler boyunca çeşitli
alışveriş süreçlerinin yaşandığı ve aynı zamanda da değişim ve dönüşüm
135
Resim 63 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 64 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm
136
mekanizması içinde önemlerini hep korumuşlardır. Böylelikle de günümüze
kadar gelmiş mekânlardır. Semt pazarları, çeşitli ihtiyaçların uygun fiyatlarla
alınabildiği,
belirli
günlerde
ve
belirli
yerlerde
kurulan
alışveriş
organizasyonlarını akla getirmektedirler. Alışveriş zamanları yılın, ayın ve
günün içinde değişiklik göstermektedir. Buralarda hem ihtiyaçlardan dolayı,
hem de sadece insanların kendi kişisel zevkleri için alıveriş yaptıklarını
görebilmekteyiz.
Resimlerde
her
türlü
günlük
kullanım
eşyalarını
rahatlıkla
görebilmekteyiz. Ayrıca figürler ise sadece alışverişe odaklanmış olarak
gözükmektedir.
Resimler
hem
siyah
beyaz,
hem
de
renkli
olarak
gerçekleştirilmiştir.
Bu mekânlardaki insanlar birbirlerini tanımıyor olsalar bile, insanlar
arasında kendiliğinden oluşan bir iletişim var olmaktadır. Müşteri-satıcı
diyalogu, insanların birbirleriyle olan iletişimi ve etkileşimi her şekilde sosyal
bir ortamın meydana gelmesine öncülük etmektedir.
Resim 65 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125x150 cm
137
Resim 66 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 67 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
138
Resim 68 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Semt pazarlarından günlük yaşamın resmedildiği bu çalışmalar
fotoğrafları çekilerek oluşturuldu. Daha sonra ise bazı fotoğraflar üzerinde
dijital ortamda yapılan denemelerde fotoğrafların renklerinde ve biçimlerinde
değişimler yapılmıştır. Yapılan denemelerin bir kaçının baskısı alınarak tuval
üzerine baskısı gerçekleştirilmiştir. Fotoğrafların bir kısmı ise fotoblok olarak
dönüştürülmüştür.
Kente dair yapılan çalışmalarda ise çalışmalarda kent günlük
yaşamının sosyal çevresi içerisinden görünümler ele alınmıştır ve kent
yaşamı, sanayi devrimi ile birlikte değişmiş, devrimden sonra farklı yaşam
kültürleri ortaya çıkmıştı. Kentler artık büyük sanayi merkezleri haline gelmiş,
birbirinden farklı insanlar buralarda yoğunlaşmıştı. Zamanla da kentlerde hızlı
bir betonarmeleşme, yapay bir ortam oluştu. İnsanlar artık birbirlerine
benzemeyen yaşam biçimlerine sahip olurken, yerleşim alanları olarak
paylaştıkları kentler onların ortak mekânlarını oluşturdu. Yaşanmışlığın
izlerini her yerde taşıyan kentler, edilgen, sentetik yaşam şekline, tek
139
düzeliğine rağmen birçok insanın günlük yaşamları içerisinde buluşma
mekânı olmaya devam etmektedir.
Resim 69 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm
İşte modern kentte gözlemlenen günlük yaşamın sıradan bir anı
modern kente dair imgeler, otobüsler, metrolar, yollar, köprüler dinamik ve
yapay çevresi, kalabalıkları, sosyal yaşamı ile kent günlük yaşamı bu
resimlerde yansıtılmaktadır.
Resim günlük yaşam içerisinde trafikte seyreden araçların köprü
altından geçişlerinin ele alındığı görünümlerde ise; köprünün altının karanlık
oluşu resimde koyu alanın oluşmasına kaynaklık ederken, köprünün
çıkışından yansıyan ışık ile araçlar aydınlanarak belirginleşmiştirler. Resimde
genel olarak net olan bir görünüme pek rastlanmaz araçların dışında, onlarda
yine fluudurlar. Resmin dörtte birine koyu tonlar hakim iken siyah ve beyazın
buluştuğu noktalardaki mavi resmin renklenmesini sağlamıştır. Fotoğraflanan
çalışmaların görseli dijital baskı olarak tamamlanmıştır.
140
Resim 70 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 71 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
141
Resim 72 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 73 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 74 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
142
Resim 75 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 76 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 77 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
143
Genel olarak gri, mavi tonların hakim olduğu bu resimlerde, o günün
soğuk ve kasvetli bir günün yansıtıldığının bir izlenimini vermekteyken,
resimlerdeki duygusal etkiyi de arttırmıştır.
Resim 78 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Kent günlük yaşamından farklı farklı görüntülerin alındığı bu grup
resimlerde genel olarak kentin hareketli, hızlı akışında çalışan insanlar,
hareketli caddeler, sokaklar, yollar, taşıtlar betimlenmiştir.
Resim 79 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
144
Bir sokakta (caddede) insanların balık istifi gibi yan yana dizilmiş
yürümekte oluşları, hızlı yaşam ve temposu fazlasıyla kalabalıkta ele
alınırken aynı zamanda da çalışanlar da hızlı temponun içerisinde yerlerini
almıştır.
Resim 80 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
Resim 81 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Dijital Baskı, (Değişebilir Boyut)
145
82 - 96 numaralar arası siyah beyaz olarak bir grup çalışmasının
yapıldığı görsellerde ise günlük yaşamın rutinliğinden kaçış alanının
betimlemeleri yapılmıştır. Her gün 24 saat boyunca, bir tekrar içinde akıp
giden yaşamımız içerisinde sıklıkla karşılaştığımız durumları görmek yerine
bu görsellerde tam tersi düşünülerek bireylerin boş zamanlarını, tatillerini
değerlendirdikleri,
günlük
yaşamın
rutinlerinden
uzaklaştığı
anlar
betimlenmiştir.
Resim 82 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 64x149 cm
Resim 83 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 37.5149.5 cm
Bir başka deyişle yaratılan eğlence teknikleri sayesinde insanlar adeta
yapay bir cennete davet edilerek deşarj olmakta, en ciddi ortamlarda bile
eğlencenin kendisi bir kaçış yolu olarak sunulmaktadır ve boş zamanlar,
bireylerin günlük yaşam zorunluluklarının getirdiği sıkıntı, gerilim ve stresten
arınabilecekleri adacıklar olmuşlardır. Bu durumlar günlük yaşamın tek
düzeliği içinde kendi silueti ile karşılaşmak istemeyenlere, kendisini
146
yansıtabileceği hayaletlerle yaşamını anlamlandırma fırsatı vermektedir. İşte
insanoğlunun varoluşundan bu yana günlük yaşam bir rutinle anılmış ve
ancak modern zamanlarda bu rutinden kaçmak isteyen birey teknolojinin
sunduğu olanakları da kullanarak, eğlence için kendine ayırdığı özel anlarla
birlikte bir kaçış alanı yaratmıştır.
Resim 84 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 87.5x120.5 cm
Resim 85 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 67x149 cm
147
Bu görsellerde bir grup çalışması içinde yer alan bu durumları anlatan
çalışmalardan oluşturulmuştur. Çalışmalar için iç ve dış mekânlarda her
hangi bir kurgulama yapılmaksızın, anlık fotoğraflar çekilmiştir. Fotoğraflar
üzerinde digital ortamda oynanarak, siyah beyaz eskimiş fotoğraf etkileri
yaratılmıştır ve çalışmalarda siyah beyaz görüntülerle baş başa kalmaktayız.
Fotoğrafların büyük boyutlu ozalit baskıları alınarak, tuval üzerine ters baskı
ile aktarılmıştır ve kendiliğinden oluşan rastlantısal etkiler resmin bir parçası
olarak resme dahil edilmiştir. Resimler içerisinde figürler siyah beyaz
siluetlere dönüştürülmüştür. Çalışmalarda siyah beyazın tercih edilmesinin
nedeni ise yaşamın o, koşturması içerisinde birçok şeyin birbiri içine geçtiği o
çok renklilikten biraz da olsun kaçıştır.
Resim 86 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 125.5x129.5 cm
148
Resim 87 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 87x116.5 cm
Resim 88 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 87.5x116 cm
149
Resim 89 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm
Resim 90 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm
150
Resim 91 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5X116 cm
Resim 92 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x115 cm
Resim 93 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x116.5 cm
151
Resim 94 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 86.5x11 cm
Resim 95 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 79.5x106 cm
Resim 96 : Filiz Selvi, İsimsiz, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 110x120 cm
152
97- 98- 99 numaralı çalışmalarda ise son derece keyifli bir şekilde
günlük yaşamda her hangi bir gün içerisinde oyun oynayan çocukları,
bir çift göz olarak uzaktan gözlemleyip, bir süreç olarak onların oyunları
esnasındaki durumları fotoğraflanmıştır.
Bu birkaç kareden oluşan
fotoğraflar, dolayısıyla da durumu da en iyi ifade edecek olan “Oyun” adı ile
adlandırılmıştır.
Resim 97 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 120x150 cm
Aslında hepimizin zamanında çocuk olduğumuzu, evden sabah
kahvaltımızı
edip
çıktığımızı,
akşamın
kör
saatlerine
kadar
eve
dönmediğimizi düşündüğümüzde ve akşama kadar hiçbir şey düşünmeden
arkadaşlarımızla saklambaç, top vs. oynadığımızı hatırlarsak eğer o günlerin
ne kadar keyifli bir zaman dilimine karşılık geldiğini eğlenceli olduğunu
hatırlarız. Bu yüzden çocuk olmak, çocukluğu yaşayabilmek son derece
güzel ve önemlidir.
153
Dolayısıyla da oyun bir çocuğun kendisini bulmasıdır. Çocuklar oyun
oynarken hem zevk alır, hem büyür, hem de sosyalleşir ve böylelikle de
hayatı öğrenmeye başlamaktadır.
Resim 98 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 145x145 cm
Bu çalışmalarda bir akşamüstü günlük yaşamdan alınmış, ara
sokaklarda çocukluğunu yaşayan çocukların bir oyun sürecinden birkaç kare
fotoğraf görüntüleri yansıtılmıştır. Fakat resimlerde alt ve üstte oluşturulmuş
siyah ve beyaz kareler ise görsel bir öğeyi oluşturmakta, aynı zamanda da
siyah beyaz eşit karelerden oluşan bu şekil resimde kurallarla oynanan
oyunları temsil etmektedir. Satranç, sduko, dama gibi. Kurallarla oluşturulmuş
oyunlara karşın, çocukların sokak aralarında oynadıkları, kendiliğinden çıkıp
154
giden süreçlerle var olup, oyun içerisinde gelişen basit kurallarla oynanan
oyunlara karşı bir karşılaştırma olarak resimlerde yer almaktadır.
Resim 99 : Filiz Selvi, Oyun, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 110x150 cm
Günlük yaşamımız içerisinde görüyoruz ki, her şey sürekli gelişip,
değişen süreçlerle akıp gitmektedir. Bunlardan oyunlarda nasibini almış
durumdadır. Bizde artık çok nadir olarak sokak aralarında sıkı kuralları
olmayan çocuk oyunlarına az rastlamaktayız. Artık teknoloji ile birlikte
herkesin evinde oturup oynayacağı oyunlar gelişmiş ve çocukların etrafını
büyük bir hızla sarmakta ve sarmaya da devam etmektedir. Zaten büyüyünce
bir birey olarak çocuk birçok kuralla karşı karşıya gelecek ve git gide yalnız,
hareketsiz, bir insan haline gelecektir. Resimlerde gördüğümüz üzere alt ve
üst kısımlarda bulunan siyah beyaz kareler, sokaktaki çocuk ve onun oyunun
yerini giderek, kuralları olan oyunların aldığının bir kanıtıdır.
155
“Oyun” adı ile adlandırdığımız üç adet çalışmadan oluşan bu resimler;
çocukların günlük yaşam içerisinde sokakta oynarlarken, onlardan habersiz
olarak bir oyun süreci esnasında, o an arka arkaya çekilmiş birkaç kare
fotoğraftan
meydana
gelmekte
ve
bilgisayar
ortamında
fotoğraflarla
oynanarak baskı tekniği ile tuvale aktarılmıştır. Resimlerde açık alanlar
içerisinde yer alan çocukların sokakta oyun oynadıkları an belirginleşmiştir.
Bu resimlerde diğer resimlerde olduğu gibi aynı teknik süreçler doğrultusunda
gerçekleştirilmiştir.
Resim 100 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 100x132.5 cm
“Direniş 4C” adlı 2 adet çalışmadan oluşan 100 ve 101 numaralı
görseller ise günlük yaşamdaki güncel bir olayı anlatmaktadır. Günlük
yaşam içerisinde gerçekleştirilen bir eylemden yola çıkılarak bu çalışmalar
yapılmış
olup,
yaklaşık
olarak
herkesin
karşılaşacağı güncel bir olayı anlatmaktadır.
günlük
haberler
içerisinde
156
Resim 101 : Filiz Selvi, Direniş C4, 2010, Tuvale Karışık Teknik, 99x149 cm
Bu resimler; normal şartlar altında günlük yaşamın seyri sırasında
belkide hiçbir şekilde bir araya gelmeyen veya da rastlantısal olarak bir araya
gelebilecek, gelmiş olan ya da geldikleri zaman birbirlerine yabancı olup
birbirlerini fark etmeyen insanların, ortak bir noktada haklarını aramak için bir
araya gelişlerinin görsellerini oluşturan çalışmalardır.
Uzun bir süreçte Türkiye’nin gündeminde yer alan bu eylem
süreçlerinden oluşturulan kareler fotoğraflanmış olup, daha sonra tuval
yüzeyine dijital ortamda hazırlanıp dijital baskısı alınarak, tuval yüzeyine ters
baskı tekniğiyle aktarılmıştır. Üzerine daha sonra boya müdahalelerinde
bulunarak
karışık
teknikle
uygulaması
gerçekleştirilmiştir.
Resimlerde
kendiliğinden oluşan rastlantısal durumlar resim içerisinde değerlendirilerek,
resme dahil edilmiştir. Aslında eskimiş bir fotoğrafta görebileceğimiz yırtıklar,
eskimişlik burada o anın gelip geçiciliğinin ve o dönemin günlük yaşamında
gerçekleştirilen bir durumun şimdiki zamanda bir an olarak kalmışlığını
göstermektedir.
157
Çalışma içerisindeki figürlerin yan yana gelmesi ile oluşan sıkışıklık,
birliktelik gösterilirken, figürler renkli parçalar ve siluetler şeklinde birbirleriyle
iç içe geçmiş gözükmektedir. Buradaki figürler bir kurgulama olmadığından
dolayı birbirlerine yabancı insanların ortak bir durum karşısında bir araya
gelmişlerdir. Aynı zamanda işlerdeki belirli-belirsiz etrafta bulunan yazılarda
eylemin destekleyici ve anlatımcısıdır.
Görsellerde en son katmanda ise transparan bir etki ile oluşturulmuş
barkot imgesi ise her şeyin deli gibi hızla üretilip-tüketildiği bir dünya
içerisinde tüketimin bir göstergesi olmakla birlikte, aslında orada bulunan
insanların neden orada bulunduklarının da bir göstergesi olabilmektedir.
Çünkü
oradaki
insanların
günlerce,
aylarca
orada
kendi
yaşam
standartlarının daha iyi olması için mücadele vermektedir. Kendilerine
dayatılmak istenen kötü yaşam koşullarını istememektedirler. Tüketimin bir
göstergesi olmakla birlikte aslında, insanların daha iyi bir yaşam için
mücadele vererek orada bulunmalarının başlıca nedenlerden biridir.
Bu işler konusundan da anlaşıldığı gibi günlük yaşamın gerçek
boyutundan kesitler alınarak yansıtılmıştır. Aynı zamanda da bu çalışma
çevremizdeki güncel bir olaya duyarsız kalmayışımızın da bir kanıtıdır.
Teknik olarak çalışmalar için şunları söyleyebiliriz: fotoğraflarla ilk
görseller oluşturulmuş, daha sonra dijital ortamda fotoğraflar üzerinde
oynamalar yapılarak ilk aşaması tamamlanan resimler, daha sonraki
aşamada ise baskısı alınarak tuval üzerine farklı bir ters baskı tekniği ile
aktarılmış olup, boya müdahaleleri ile çalışmalar tamamlanmıştır.
Aynı zamanda bütün bu çalışmalar sadece tuval üzerine baskı tekniği
ile uygulanmış çalışmalar olmamakta ve dijital baskı olarak fotoblok üzerine
de gerçekleştirilmiştir. Dijital baskı ve fotoğraflarda çalışmaların boyutları,
istenilen büyüklükte alınabilmektedir.
158
SONUÇ
Günlük yaşam, insanlığın var olduğu günden bu güne kadar sürekli bir
değişim ve süreklilik içerisinde var olmuştur. İnsanların günlük yaşamı gün
doğumu, gün batımı gibi doğal ritimlerle var olurken, sanayileşme ile birlikte
sosyal yaşantı hızlanmaya başlamıştır. Artık günün doğal akışı günlük
yaşamı belirlememekte, onun yerine teknoloji günlük yaşamın belirleyicileri
olmuştur.
Değişen teknolojiler, yeni buluşlar, ekonomik gelişmeler, kültürel
dönüşümler ve bununla birlikte zamanın algılanış biçimlerindeki farklılıklar
yaşam biçimlerimizi dönüştürmekle birlikte saniyeler, dakikalar ve saatlerle
zaman, insanın doğal ritminden ve öznel deneyimlerinden kopmaktadır.
Dolayısıyla insanlığın var oluşunun başlangıcından itibaren yaşamın
akışı sırasında karşılaşılan, günlük yaşamdaki değişimler, insanları içinde
bulundukları koşulları kabullenmeye zorlamakla birlikte, insanlar ortak bir
yaşamı da benimsemişlerdir. Değişim ve gelişmelere bağlı olarak doğal
ortamdan teknik ortama geçilmiş ve günlük yaşamdaki maddi-manevi her şey
değişmiştir.
Bilimde, teknolojide ve endüstrideki gelişmeler toplumsal yapıdaki
değişimlere neden olurken günlük yaşamı ve kültürü şekillendirmiştir. Sosyal
yaşamdaki her şey imajlar ve göstergelerden oluşmaya başlamıştır. Teknik
ortama geçişle birlikte kentlerde farklı bir yaşam kültürü ortaya çıkmış ve
kentler büyük sanayi merkezleri haline gelirken aynı zamanda da nüfus
artışına ev sahipliği yapmıştır. Sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı, iş
imkanları, eğlence anlayışları ile birçok şeyden dolayı kentler insanlara cazip
hale gelmiştir. Kentlerdeki teknolojik gelişme bireylerin yaşamlarını ve
yaşamsal
alanlarını
etkilemiş
ve
kentlerde
ortak
tüketim
alanları
oluşturmuştur. Modern kentin oluşumu ise sanayileşme ile birlikte nüfus artışı
159
ile aşırı bir merkezileşme, yoğunlaşma sürecinin sonucu olarak ortaya
çıkmıştır.
Modern kentlerin oluşumu ile birlikte kırsal alandaki yaşamın doğal
akışı artık yok olmuştur ve kentler kırsal alanlara göre zamanı daha hızlı ve
sürekli değişimlerle yaşamaktadır. Geleneksel toplumdan, modern toplum
tipine doğru gelişen bu toplumsal değişim süreci ile ekonomide, sanayileşme,
kültürde
bireyselleşme
ve
evrenselleşme,
siyasette
demokratikleşme
anlamında geleneksel toplum tipinden modern toplum tipine doğru bir
modernleşme süreci söz konusu olmuştur. Modern toplumdaki birey artık bu
süreçler ve bu süreçlerden sonra bu yeni dünyaya alışmışlardır. Artık günlük
yaşamın içerisinde bireyin kendisine ait olmayan bu hayatta her şey hızla
akıp geçmektedir ve hızlı değişimler bireyi yalnızlaştırmıştır.
Günlük yaşam sürekli değişim geçirmekteyken, makineleşme ise
günlük yaşamı daha yaşanılır kılmaktayken, aynı zamanda boş zamanları da
arttırmıştır. Böylelikle hem verim artmakta, hem de insanlar arta kalan
zamanlarda
kendilerini
geliştirebilecek
sanatsal
faaliyetler
içine
girebilmektedir.
Bir ortamda teknoloji, uygarlık, düşünceler ve sistemler değiştiği
zaman formda bunlara paralel olarak değişime uğramaktaydı. Günlük
yaşama etki yapan farklılaşmaların, sanatlara yansıması da kaçınılmaz
olmuştur. Sanatçılar çevrelerine duyarlı yaklaşımları ile günlük yaşamın
sıradanlığını görmezden gelmeyerek, zamanın hızlı değişimlerine ayak
uydurarak farklı yaklaşımlar, süreçler ve tekniklerle sanatta “günlük yaşam”ı
ifade etmişlerdir. Bu durumda da sanatçı içinde bulunduğu çağın kendisine
sunduğu malzeme ile kendini ifade etmiş ve sanat yapıtı artık içinde
bulunduğu çağın ürününü oluşturmuştur. Teknoloji ve çağın gerektirdiği
ortamdan hareketle sanat yeni açılımlar sunmaktayken, gerçeği yakalamak
kimi zaman bir sezgi, kavrayış ve yaratıcılık işi olabileceği gibi rastlantıya da
160
dayalı olabilmekte, sanatçının kullandığı araçlar, ifade biçimleri teknolojinin
geliştiği ölçüde ve olanaklar dahilinde farklılıklar göstermektedir.
Her dönemde o çağın felsefesi, bakış açısı çağın sanatıyla
örtüşmektedir. Sanat eseri kendi çağının toplum özelliklerinden bir şeyler
yansıtmaktadır. Sanatın durağan tarihinin akmaya başlaması ile modern
yaşamın getirdiği çelişkiler, değişimler sanatçı yaşantısına ve eserlerine
yansımıştır. Sanatçının dış dünyayla ilişkisinin başlaması sonucunda da,
yaşanmışlığı biçimlere aktararak görselleştirilmeye, somutlaştırılmaya iten
psikososyal süreçler ve dışavurum nedenleri bulunmaktadır.
Çalışmanın uygulama çalışmaları bölümünün metin olarak değil ama
yapıt olarak ele alındığı resimsel çalışmalarda günümüz günlük yaşamından
yola çıkılmış ve insanların sosyal yaşam süreçlerinden hareketle imgeler ve
tasarlanmış biçimlerde çalışmalara katılmış, bu yaşam süreçleri çağın
değişimlerine paralel olarak sunuş biçimleri ile ortaya koyularak görsellere
yansıtılmıştır. Günlük yaşam konusunun sorgulandığı bu çalışmalarda farklı
ve benzer günlere vurgu yapılmış, farklı mekanlar, insanlar, olaylar, farklı
metot ve tekniklerle yaşamdaki an’lar görselleştirilmiştir.
Çalışmalarda fotoğrafın büyük boyutlu kağıt üzerine basılarak, tuvale
aktarılmasından sonraki işlemden sonra boyama gibi teknik çalışmalar
resimlerin ortaya çıkarılmasında kullanılmıştır. Tam bu noktada bir ayraç
açarsak
fotoğrafın
dondurduğu
devinimi
kaldığı
yerden
sürdürmeye
çalışılmıştır.
Bu çalışmanın başlangıcını hatırlarsak eğer, araştırmanın anlaşılarak
ilerlemesi açısından “günlük yaşam” olgusu üzerine kapsamlı bir araştırma ile
başlamıştı. Buna rağmen, aslında çalışma görsel sanatlarda özellikle de
resim sanatında günlük yaşam olgusunun tematik ya da biçimsel olarak
ortaya çıkartılması düşüncelerinden yola çıkılarak oluşturuldu.
161
KAYNAKÇA
AKÇALI, Selda İçin; “Günlük Yaşamda Reklam ve Büyülenmiş Tüketiciler”,
Gündelik Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden
Okumalar, Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı,
2006, s. 97- 114
AKYÜREK, Engin; Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Felsefe ve Sanat, İstanbul,
Kabalcı Yayınları, 1. Basım, 1994
ANTMEN, Ahu; 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık,
2. Basım, 2009
ARMAĞAN, İbrahim; Sanat Toplumbilimi Demokrasi Kültürüne Geçiş,
İstanbul, İleri Kitabevi,1992
AYDIN, Ayhan; Yaşadığımız Dünya, İstanbul, Alfa Basım Yayım, 1. Basım,
2002
AYDOĞAN, K.Evren Bolat; “İnsan-Mekan-Kent İlişkisi Üzerine Resimsel
Yorumlar”, Mersin, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2005
AYTAÇ, Ömer; “Kent ve Boş Zamanlar”, Dünya’da ve Türkiye’de Güncel
Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5
Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1.
Baskı, 1994, s. 341- 356
BAUDELAIRE, Charles; Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berkay,
İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2003
BAUDRILLARD, Jean; Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliçaylı, Ferda
Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2004
BAYHAN, Vehbi; “Postmodernizm ve Sosyoloji”, Dünya’da ve Türkiye’de
Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji Kongresi 3-4-5
Kasım 1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları, 1.
Baskı, 1994, s. 433- 447
BAYKAM, Bedri; “Bir Eylem Alanı Olarak Yaşam”, Sanat ve Sosyoloji,
yayına Haz. Aylin Dikmen Özarslan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1.
Basım, 2005, s.23
162
BAYRAK, Fatoş Alev; “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türk Resminde Konu
Sorunu(1923-1950)”, Çanakkale, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi, 2006
BEKSAÇ, Dr. Engin; Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3.
Basım, 2000
BEKSAÇ, Engin; Avrupa Sanatına Giriş, İstanbul, Engin Yayıncılık, 3.
Basım, 2000
BEYKAL, Canan; “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul,
Sanat Çevresi Yayıncılık, Sayı 2, 2004, s. 44
BEYKAL, Canan; “1945 Sonrası Sanat”, Sanat Sanat Dergisi, İstanbul,
Sanat Çevresi Yayıncılık, Sayı 2, 2004, s. 44
BİNZET, A. Celal; “Güncelliğin Açmazında”, rh+Sanart Plastik Sanatlar
Dergisi, sayı.58, Ocak, 2009, s. 18- 20
CANTEK, Levent; Cumhuriyetin Büluğ Çağı: Gündelik Yaşama Dair
Tartışmalar(1945-1950), İstanbul, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2008
CASTELLS, Manuel; Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, 1.
Cilt, çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1.
Basım, 2005
CLAUDON, Francis; Romantizm Sanat Ansiklopedisi, çev. Özdemir İnce –
İlhan Usmanbaş, İstanbul, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1999
COŞKUN, Rıdvan; Resimde Zaman Kavramı, Eskişehir, T.C. Anadolu
Üniversitesi Yayınları No 1609, 2005
ÇAKIR,
Mukadder
Aydın;
“Günümüz
İletişim
Ortamında
Sanatta
Eleştirelliğin Yitirilişi Süreci”, İstanbul, Doktora Tezi, Marmara
Üniversitesi, 2001
ÇAKIR, Mukadder Aydın; “Sanatta İletişim Sorunu Açısından Platon ve
Aristoteles”, İstanbul, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1995
DEMİRKOL, C. Vedat; Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm,
İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2008
DEMİRKOL, Vedat, Batı Sanatında Modernizm ve Postmodernizm,
İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2008
163
DİKEÇLİGİL, Beylü; “Türkiye’de ve Dünya’da Sosyoloji”, Dünya’da ve
Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler: I. Ulusal Sosyoloji
Kongresi 3-4-5 Kasım1993 İzmir, Cilt 1, Ankara, Sosyoloji Derneği
Yayınları, 1. Baskı, 1994, s. 37- 47
FISCHER, Ernst; Sanatın Gerekliliği, çev. Cevat Çapan, İstanbul, Payel
Yayınevi, 10.basım, 2005
FISKE, John; Popüler Kültürü Anlamak, çev. Süleyman İrvan, Ankara, Bilim
ve Sanat Yayınları/Ark, 1. Basım, 1999
GENÇAYDIN, Zafer; “Teknolojik Toplumlarda Sanat ve Sanatçı”, Çağdaş
Teknoloji ve Sanat, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak.,
Ankara, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1991, s. …?
GERMANER, Semra; 1960 Sonrasında Sanat: Akımlar, Eğilimler,
Gruplar, Sanatçılar, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1997
GOMBRICH, H. Ernst; Sanatın Öyküsü, çev. Erol Erduran –Ömer Erduran,
Çin, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 2002
GÜVENÇ, Bozkurt; İnsan ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8.Basım,
1999
HAUSER, Arnold; Sanatın Toplumsal Tarihi, çev. Yıldız Gölönü, İstanbul,
Remzi Kitabevi, 1. Basım, 1984
IŞIN, Ekrem; İstanbul’da Gündelik Hayat: İnsan, Kültür, ve Mekan
İlişkileri Üzerine Toplumsal Tarih Denemeleri, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 4. Baskı, 2006
İPŞİROĞLU, Nazan-Mazhar; Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi,
İstanbul, Cem Yayınevi, 1983
İPŞİROĞLU, Zehra; “Sanat Yaşamdır Yaşam Sanat”, Adam Sanat,
Sayı.218, Mart, 2004, s. 92
KOÇAN, Hüsamettin; “En Eski, En Sürekli ve En Şiddetli Başkaldırı”, Milliyet
Sanat, Ağustos, 2005, s. 15
KRAUSSE, Anna-Carola; Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının
Öyküsü, çev. Dilek Zaptcıoğlu, Almanya,Literatür Yayıncılık, 2005
KURT, Hanifi; “Türkiye’deki Egemen Politik Kültür Sembollerinin Medyadaki
Tezahürü Üzerine Bir Değerlendirme”, Gündelik Hayat ve Medya:
164
Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar, Editör. Selda İçin
Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 115- …
KUSPIT, Donald; Sanatın Sonu, çev. Yasemin Tezzgiden, İstanbul, Metis
Yayınları, 1. Basım, 2006
LEFEBVRE, Henri; Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz,
İstanbul, Metis Yayınları, 1. Basım, 1998
LEFEBVRE, Henri; Yaşamla Söyleşi: Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya,
çev. Emirhan Oğuz, İstanbul, Belge Yayınları, 1. Basım, 1995
LENOIR, Béatrice; Sanat Yapıtı, çev. Aykut Derman, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 2. Baskı, 2003
MERİÇ, Nevin; Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret
1894-1927, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, 2000
MISIR, Mustafa Bayram, Ecehan Balta; Modernizm, Postmodernizm ve
Sol, Ankara, Öteki Matbaası, 1. Basım, 1998
MORAN, Berna; Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, İletişim Yayınları,
14. Baskı, 2005
OKTAY, Ahmet; Metropol ve İmgelem, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 1. Basım, 2002
ÖTGÜN, Cebrail; “Sanat Yapıtına Yaklaşım Biçimleri”, Sanat ve Tasarım
Dergisi, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sayı 2, Aralık,
2008, s.159- 178
ÖZDEN,
Lütfi;
“Eleştirel
Çözümlemeler”,
Yaklaşımla
Ankara,
Kentsel
Yüksek
Yaşamdan
Lisans
Tezi,
Plastik
Hacettepe
Üniversitesi, 2001
ÖZKÖK, Eğtuğrul; Sanat, İletişim ve İktidar, Ankara, Tan Yayınları, 1982
PAREKH,
Bhikhu;
Çokkültürlülüğü
Yeniden
Düşünmek:
Kültürel
Çeşitlilik ve Siyasi Teori, çev. Bilge Tanrıseven, Ankara, Phoenix
Yayınevi, 1. Baskı, 2002
SAM, Rıza; “Kitle İletişiminin Tüketim İdeolojisi Ya Da Üretilen Tiryakiliğin
Büyüsü”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Doğu-Batı Yayınları,
İstanbul, Yıl 8, Sayı 30, Kasım, Aralık Ocak, 2004-2005, s. 143- 157
165
SARTORİ, Giovanni; Görmenin İktidarı Homo Videns:Gören İnsan, çev.
Doç. Dr. Gül Batuş, Bahar Ulukan, İstanbul, Karakutu Yayınları, 1.
Baskı, 2004
SARTWELL, Crispin; Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde
Gündelik Hayatın Estetiği, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 1. Basım, 2002
SARUP, Modan; Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki
Güçlü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. Basım, 2004
SIMMEL, Georg; Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma, Yayına
Hazırlayan. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1999
STEİNER, Rudolf; Gerçek ve Bilim, çev. Akın Kanat, İzmir, İlya Yayınları, 1.
Basım, 2001
ŞENTÜRK, Leyla Varlık; “Varoluşçuluk Felsefesi ve Resim Sanatı”, Anadolu
Sanat Süreli Yayın ve Kültür Dergisi, Eskişehir, Anadolu
Üniversitesi Yayınları, Sayı 9, Mart, 1999, s.157- 165.
TANİLLİ, Server; Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş, İstanbul, Alkım
Yayınları,12. Basım, 2006
TOMLINSON, John; Kültürel Emperyalizm: Eleştirel Bir Giriş, çev.
Emrehan Zeybekoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları,1. Basım, 1999
TOURAINE, Alain; Modernliğin Eleştirisi, çev. Hülya Tufan, İstanbul, YKY,
2002
TURANİ, Adnan; Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 8. Basım,
2000
TÜRKOĞLU, Nurçay; Görü-Yorum: Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü,
İstanbul, Der Yayınları, 2000
WILLS, Wright; İktidar Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Bilgi
Yayınları, 1974
YAĞLI,
Soner;
“Gündelik
Hayatımızda
Akıl
Tutulması
Medya
Uygulamalarında Tüketim İdeolojisinin İzlerini Sürmek”, Gündelik
Hayat ve Medya: Tüketim Kültürü Perspektifinden Okumalar,
Editör, Selda İçin Akçalı, Ebabil Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, s. 5- 42
166
YALÇIN, İnsaf; “Bireyde İç Çatışma Resimleri”, Ankara, Sanat Eseri
Raporu, Hacettepe Üniversitesi, 2006
ZEYTİN,
Çiğdem;
“Sanat
Değerlendirilmesi”,
Üniversitesi, 2008
ve
Çağdaş
Eskişehir,
Teknolojiler:
Yüksek
Lisans
Yönelimlerin
Tezi,
Anadolu
167
ÖZET
[SELVİ, Filiz], [Günlük Yaşam’dan Görsel Çözümlemeler], [Yüksek Lisans
Tezi], Ankara, [2010].
“Günlük Yaşam”dan Görsel Çözümlemeler başlıklı, üç bölümden
oluşan bu çalışma, “günlük yaşam”dan hareketle, günlük yaşam-kültür-sanat
ilişkilerinin çözümlemelerini içermektedir.
Birinci bölümde insanın tarih boyunca günlük yaşamının, kültürünün
nasıl şekillendiğine dair açıklamalar yapılırken, yaşamın günlük akışı
sırasında, aniden karşılaşılan teknolojik yeniliklerin yaşamı, biçimlerini nasıl
değiştirdiğini, günlük yaşamın çok anlamlılığının ve karmaşıklığının bireye
dayattığı
zorluklardan
kurtulup
çözüm
yolu
bulması
gibi
durumları
anlatmaktadır. Ayrıca da bu süreçler doğrultusunda sanatında ne tür gelişim
süreci içerisinde günlük yaşamla bağlantısına açıklık getirilmiştir.
İkinci bölümde ise, modern kent yaşamı, modernleşme, kültür, sanat
ilişkilerinin
günlük
yaşamla
bağlantıları
kurulmuştur.
Kentlerin
oluşumlarından, kent günlük yaşamının vazgeçilmez özelliklerinden, ilk
kuruldukları günden itibaren ekonomik-kültürel, toplumsal alanda değişimlerin
yaşandığı, aynı zamanda da modernleşme sürecine girildiği mekanlar olan
kentlerden bahsedilmiştir.
Ayrıca modernizmle birlikte, toplumun ve sanatın geçirmiş olduğu
modernleşme süreçlerinden ve modern zamanların, modern sanatın
kapılarının
aralanmasıyla,
hikâyelerden
vb.
sanatın
durumlardan
tarihsel
modern
sahnelerden,
zamanlarla
mitolojik
kurtulduğundan
bahsedilmiştir.
Son olarak da, bölüm içerisinde sanatçının içinde bulunduğu çağla
sanatçının ürünü arasındaki bağlantılar, modern sanattan itibaren sanatın
168
konu, içerik ve tarz olarak değişimlerin deneysellikleri ele alınmıştır.
Günümüze kadar kent, kent yaşamı, kültür, modernleşme, sanat ilişkisini göz
önünde bulundurarak, günlük yaşamın ve sanatın birbirleriyle etkileşimleri,
tarihsel süreç ve veriler ışığından hareketle günümüze kadar sanatın
geçirdiği süreçler vurgulanmaya çalışılmıştır. Ayrıca bazı sanatçılar ve
eserleri
araştırılarak,
günlük
yaşamın
doğrudan
ifade
edildiği
veya
edilemediği eserler, teknik süreçler doğrultusunda konuyu ele alan akım ve
sanatçıların eserlerinin bir değerlendirilmesi yapılarak incelenmiştir.
Üçüncü bölümde ise günlük yaşam içerisinden alınan birçok durumu
anlatan
görüntüler,
onun
sıradanlığı
ve
gerçekliği
uygulamalarla
görselleştirilmiştir. Bu çalışmaların yaratma sürecinde içeriğe uygun olarak
baskı, fotoğraf gibi teknolojik olanaklardan yararlanılarak günlük yaşamı
şekillendiren, şekillenen etkenlerin uygulama çalışmalarında görsel ifadesi
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Son
olarak
ise
çalışmada
görselleri
oluşturulan
anlatımlarıyla ilgili düşünsel boyutlarına değinilmiştir.
Anahtar Sözcükler
1. Günlük Yaşam
2. Kent
3. Sanat
4. Kültür
5. Teknoloji
denemelerin,
169
ABSTRACT
[SELVİ, Filiz]. [Visual Analyses from Daily Life], [Post Graduate Thesis],
Ankara, [2010].
The study entitled Visual Analyses from “Daily Life” and composing
three parts includes the analyses of daily life-culture-art relations under the
light daily life.
In the first chapter, white the explanations concerning how human’s
daily life and culture take from throughout history are offered, situations such
as how the technological innovations which are suddenlye come across
during the flow of daily life changes life and its forms, how an individual finds
a solution by escaping from the difficulties which polysemy and complexity of
daily life impose upon himself are expressed. Furthermore, what kind of
development process he undergoes during his connection with daily life in his
art has been declared in the direction of these processes.
In the second chapter, the bond of modern city life, modernization,
culture and art relations with daily life is established. Generally, this thesis
puts an emphasis on city formation, indispensable characteristics of daily city
life. It’s discussed that cities are places where they undergo some changes
on economic, cultural, social areas and embody modernization process.
In addition, together with modernism, it’s mentioned about the
processes of modernization which society and art undergo and that art can
eliminate some states like historical scenes, mythological stories by means of
modern-days in the event that modern art’s doors are opened.
Lastly, the links between the age thaat artist exists and artist’s work of
art, the experimentalism of art’s changes as subject, content and style as of
modern art are also considered in detail.
170
Daily life and art’s interactions with each other, art’s processes until
today under the light of historical process and the datum are stressed by
considering the relation among city, city life, culture, modernization, art until
now. Besides, some artists and their works have been searched, then the
Works of art which daily life is directly exhibited or not have been searched,
then the Works of art which daily life is directly exhibited or not have been
examined by evaluating the moverments and artists handling the subject in
the direction of technical processes.
In the third chapter, the images takşng from daily life and depicting lots
of events, their simplicity and reality have been visualized through practices.
The visual expression of the factors shaping daily life and taking shaape
themselves in practice has been actualized by benefiting from technological
oppotunities; for instance, pres, shot in compliance with the content in the
creation process of these studies.
Consequently, in the study, it’s mentioned the significance of the
visualized essays’ intellectual dimensions regarding their narration.
Key Words
1. Daily Life
2. Ciyt
3. Art
4. Culture
5. Technology
Download