baş ve boyun kanseri teşhisi konulmuş hastalara diş hekimi yaklaşımı

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi
Periodontoloji Anabilim Dalı
BAŞ VE BOYUN KANSERİ TEŞHİSİ KONULMUŞ HASTALARA
DİŞ HEKİMİ YAKLAŞIMI
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Oğuz YILMAZ
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Nurcan BUDUNELİ
İZMİR – 2015
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ......................................................................................................................1
1.BAŞ VE BOYUN KANSERLERİ..........................................................................................2
1.1. Baş ve Boyun Kanserlerinin Belirtileri...................................................................5
1.2. Tanısal Yaklaşım.................................................. ...................................................6
1.2.1. Klinik Değerlendirme ..............................................................................6
1.2.2. Tanısal Testler...........................................................................................9
2.TEDAVİ GÖRMEMİŞ HASTALARDA DİŞ HEKİMİ YAKLAŞIMI.................................16
3. BAŞ ve BOYUN KANSERLERİNİN TEDAVİSİ..............................................................19
4. TEDAVİLERİN ORAL KOMPLİKASYONLARI..............................................................30
4.1. Cerrahi Tedavinin Oral Komplikasyonları............................................................30
4.2. Kemoterapinin Oral Komplikasyonları.................................................................30
4.2.1. Kemoterapide Mukozit...........................................................................31
4.2.2.İmmunosupresif Hastalarda Oral Enfeksiyon..........................................32
4.2.3. Tükürük Değişiklikleri ...........................................................................33
4.3. Radyoterapide Oral Komplikasyonlar...................................................................34
4.3.1. Mukozit...................................................................................................34
4.3.2. Kserestomi ve Tat Kaybı.........................................................................35
4.3.3. Radyasyon Çürükleri..............................................................................36
4.3.4. Radyoterapinin Periodonsiyuma Etkisi..................................................37
4.3.5. Ödem ve Trismus....................................................................................38
4.3.6. Osteoradyonekroz...................................................................................38
5.TEDAVİ GÖRMÜŞ HASTALARA DİŞ HEKİMİ YAKLAŞIMI........................................39
5.1. Cerrahi Tedavi Görmüş Hastalarda Diş Hekimi Yaklaşımı ..................................39
5.2. Kemoterapi Alan Hastalarda Diş Hekimi Yaklaşımı ............................................40
5.3. Radyoterapi Görmüş Hastalarda Diş Hekimi Yaklaşımı.......................................44
5.3.1 Mukozite Yaklaşım..................................................................................44
5.3.2. Kserestomiye Yaklaşım...........................................................................48
5.3.3. Restoratif Tedaviler.................................................................................49
5.3.4.Periodontal Tedaviler...............................................................................50
5.3.5. Diş Çekimi..............................................................................................50
5.3.6. Osteoradyonekroza Yaklaşım.................................................................51
ÖZET........................................................................................................................................53
KAYNAKÇA...........................................................................................................................54
ÖZGEÇMİŞ.............................................................................................................................62
ÖNSÖZ
Tezimin hazırlanması sırasında bana yol gösterip yardımcı olan değerli hocam Prof.
Dr. Sayın Nurcan Buduneli’ye, her zaman yanımda olan aileme ve tezimi hazırlamam
sırasındaki yardımları için Dt. Alperen Kalyoncu'ya çok teşekkür ederim.Saygılarımla.
İzmir-2015
Stj.Diş Hekimi Oğuz YILMAZ
GİRİŞ VE AMAÇ
Baş ve boyun kanserleri; ağız boşluğunu, dudaklar, yanakların iç kısmı,
dişeti, damak, dil, ağız tabanı, burun delikleri derisi ve burun döşemesi, boğazın en
üst kısmında görülen nazofarinks kanserlerini, sinüs olarak adlandırılan ve yüz
kemikleri içinde burun çevresinde yer alan hava boşlukları içinde gelişen paranazal
sinüs kanserlerini, burnun gerisini boğaza bağlayan alanda orofarinks kanserlerini,
boğazın biraz daha alt kesiminde hipofarinks kanserlerini ve onun da altındaki
alanda larinks kanserlerini, kulak kepçesi ve dış kulak yolu kanserlerini, bir de
tükrük bezleri kanserlerini kapsar (1). Baş ve boyun kanserlerinin çoğunluğu
histolojik olarak skuamoz hücreli karsinoma türündedir. Baş ve boyun kanserleri
tedavisinde öncelikli olarak cerrahi tedaviler uygulanmaktadır. Bununla birlikte,
bademcikler, dil tabanı ve ağız yüzeyi gibi bazı anatomik bölgelerde ve aynı
zamanda yerel olarak ilerlemiş tüm kanserlerde ya tek başına ya da cerrahi
müdahaleyle birlikte radyoterapi uygulanmaktadır. Zaman zaman radyoterapiye ek
olarak kemoterapi de kullanılabilmektedir (2). Uygulanan bu tedaviler sırasında ve
sonrasında hastalarda birçok oral komplikasyonla karşılaşılmaktadır. Diş hekimleri
tedavi sırasında ve sonrasında karşılaşılabilecek bu komplikasyonları iyi bilmeli,
gerekli önlemleri almalıdır. Hastaları ve hasta yakınlarını tedavi öncesinde, tedavi
sırasında ve tedavi sonrasında karşılaşılabilecek bu komplikasyonlara karşı
bilinçlendirmek, hastaların bu süreç boyunca görülen tedaviyi tolere etmeleri
açısından çok önemlidir.
Kanser ölüm sebebi olarak, dolaşım sistemi hastalıklarından sonra ikinci
sıradadır. Bu nedenle kanser, tüm dünya tarafından en önemli hastalıklardan biri
olarak görülmektedir. Küresel çapta 2008’de 12,4 milyon yeni kanser vakası
(erkeklerde 6.672.000 ve kadınlarda 5.779.000) ve 7.6 milyon kanser kaynaklı ölüm
(erkeklerde 4.293.000 ve kadınlarda 3.300.000) görüldüğü tahmin edilmektedir (2).
Ülkemizde ise kanser TÜİK verilerine göre 2013’te ölüm sebeplerinin % 21,32 sini
oluşturmaktadır. Türk Halk Sağlığı verilerine göre kanserin 2009’da toplam nüfusta
görülme oranı 100.000’de 221,5’tür (erkeklerde 269,7 ve kadınlarda 173,3) (3).
Baş ve boyun kanserli hastaların tedavisi multidisipliner yaklaşım gerektirir
ve bu grubun içerisinde diş hekimlerine önemli görevler düşmektedir. Bu derlemede
baş-boyun kanserlerinin tanımı, tedavi yöntemleri ve bu süreçte hastalara bir diş
hekimi olarak nasıl yaklaşılması gerektiği incelenmiştir.
1.BAŞ VE BOYUN KANSERLERİ
Baş ve boyun kanserleri çeşitli faktörlere bağlı oluşabilen ve kanser türleri
arasında önemli bir yere sahip kanserlerdir. Her yıl 400.000 ağız boşluğu ve farinks
kanseri ile 160.000 larinks kanseri vakası ortaya çıkmakta ve bunlardan yaklaşık
300.000’i ölümle sonuçlanmaktadır (2).
Baş ve boyun kanserleri anatomik bölge ve alt yerleşime göre çeşitli
şekillerde adlandırılmaktadır. Baş ve boyun kanserleri pratik olarak nazofarenks,
nazal kavite ve paranasal sinüsler, oral kavite, larinks, hipofarenks tükrük bezi
kanserleri başlıkları altında incelenirler. Larinks ve oral kavite kanserleri bunlar
içinde en sık görülenleridir. Genelde squamoz hücreli karsinoma tipinde olup
bunların da büyük bir kısmı iyi veya orta derecede farklılaşmış tümörlerdir (4).
Baş ve boyun kanserleri büyük oranda (%60-70) geç tanınmakta olup bu
durum hem daha agresif girişimlerin gerekmesi, fonksiyonel ve kozmetik açıdan
daha az kabul edilebilir sonuçların gündeme gelmesi hem de çok daha düşük yaşam
oranları ile seyreder (4). Bu nedenle erken tanı çok önemlidir. Erken tanı için de
şüpheci olmak önem taşır. Şüpheli bir durumda etiyolojik faktörler sorgulanmalıdır.
Baş ve boyun kanserlerinin etiyolojisinde sık karşılaşılan çeşitli faktörler
vardır. Tütün kullanımı ister sigara ile ister pipo kullanımı ile isterse de çiğneme ile
olsun üst solunum-sindirim yolu tümörlerine (larenks, hipofarenks ve orofarenks
kanserleri) yatkınlık yaratmaktadır (5,6). Alkol kullanımı ise kendi başına bir risk
faktörü olmakla birlikte tütün kullanımı ile birlikte sinerjistik bir etki göstermektedir.
Baş ve boyun bölgesinin daha önceden radyasyona maruz kalması ise sıklıkla tiroid
ve daha az da tükrük bezlerinde tümör gelişimine neden olabilmektedir.
Nazofarengeal bölgedeki kanserlerin gelişiminde ise ırksal bir yatkınlık (Çinlilerde
2
nazofarenks kanseri sıktır) mevcuttur (7). Uzun süreli güneş ışığına maruz kalmak
ise dudak kanserleri için bir risk faktörüdür. Son yıllarda, Human Papilloma Virus
baş boyun kanserleri gelişimi için bir risk faktörü olarak literatürdeki yerini almıştır
(7). Anamnezinde primer bir baş boyun kanseri olan hastanın ise ilk beş yılda ikinci
primer baş ve boyun kanseri geliştirme olasılığı çok daha fazladır (8).Yetersiz
beslenme ve immun sistemin bir şekilde baskılanmış olması da bu bölgede tümör
gelişimine neden olabilecek diğer risk faktörüdür.
Risk faktörlerinden biri ortadan kaldırıldığında kanserin görülme sıklığı gözle
görülür bir şekilde düşmektedir. Yukarıda sayılan risk faktörlerinden bir veya birkaçı
bulunan bir hasta şikayeti ne olursa olsun aksi ispatlanana kadar öncelikle baş ve
boyun bölgesi kanseri olan biri olarak ele alınmalıdır (4).
ICD-10
Kadın
269,7
C00-96
Tüm Kanserler
Ağız, Farinks
6,4
C00-14
Ağız, Farinks
2,8
C00
Dudak
1,7
C00
Dudak
0,3
C01-C02
Dil
0,8
C01-C02
Dil
0,5
C03-C06
Ağız
0,8
C03-C06
Ağız
0,5
C07-C08
Tükrük Bezleri
0,5
C07-C08
Tükrük Bezleri
0,4
C09
Tonsil
0,3
C09
Tonsil
0,1
C10
Diğer Orofarinks
0,1
C10
Diğer Orofarinks
0,0
C11
Nasofarinks
1,7
C11
Nasofarinks
0,8
C12-C13
Hipofarinks
0,4
C12-C13
Hipofarinks
0,2
C14
Farinks, tanımlanmamış
0,1
C14
Farinks,
tanımlanmamış
0,0
C15-26
Sindirim Organları
52,1
C15-26
Sindirim Organları
30,1
C15
Özofagus
2,6
C15
Özofagus
1,3
C16
Mide
16,2
C16
Mide
8,1
C17
İnce Barsak
0,6
C17
İnce Barsak
0,5
C18
Kolon
12,6
C18
Kolon
8,1
C19-C20
Rektum
8,4
C19-C20
Rektum
5,3
C21
Anüs
0,2
C21
Anüs
0,2
C22
Karaciğer
4,0
C22
Karaciğer
1,7
C23-C24
Safrakesesi vb.
1,8
C23-C24
Safrakesesi vb.
1,7
C25
Pankreas
5,4
C25
Pankreas
3,0
C26
Diğer Sindirim Organları
0,3
C26
0,2
C30-34,C37-C38
Solunum Organları
75,3
C30-34,C37C38
Diğer
Sindirim
Organları
Solunum Organları
ICD-10
Erkek
C00-96
Tüm Kanserler
C00-14
3
173,3
9,0
C30-C31
Burun, sinüsler vb.
0,5
C30-C31
Burun, sinüsler vb.
0,2
C32
Larinks
8,1
C32
Larinks
0,4
C33-C34
Trakea,Bronş,Akciğer
66,0
C33-C34
8,1
C37-C38
Diğer Torasik organlar
0,7
C37-C38
C40-C41
Kemik
1,2
C40-C41
Trakea,Bronş,Akciğe
r
Diğer
Torasik
organlar
Kemik
C43
Deri Melanomu
2,1
C43
Deri Melanomu
1,6
C44
Diğer Deri
24,0
C44
Diğer Deri
15,8
C45
Mezoteliyoma
1,2
C45
Mezoteliyoma
0,7
C46
Kaposi sarkomu
0,6
C46
Kaposi sarkomu
0,3
C47;C49
Konnektif,Yumuşak doku
2,4
C47;C49
Konnektif,Yumuşak
doku
1,5
C50
Meme
0,8
C50
Meme
40,6
C60-63
Erkek Genital Organları
39,2
C51-58
C60
Penis
0,0
C51
Kadın
Organları
Vulva
C61
Prostat
36,1
C52
Vajina
0,1
C62
Testis
3,1
C53
Uterus Serviksi
4,5
C63
Diğer erkek genital
0,0
C54
Uterus Korpusu
9,3
C55
Uterus unspec.
0,3
C56
Over
6,9
C57
Diğer Kadın Genital
0,3
Genital
0,3
0,8
21,9
0,5
C58
Plasenta
0,0
C64-68
Üriner Organlar
28,3
C64-68
Üriner Organlar
6,5
C64
Böbrek
6,3
C64
Böbrek
3,5
C65
Renal Pelvis
0,3
C65
Renal Pelvis
0,0
C66
Üreter
0,2
C66
Üreter
0,1
C67
Mesane
21,4
C67
Mesane
2,9
C68
Diğer Üriner organlar
0,1
C68
C69
Göz
0,4
C69
Diğer
organlar
Göz
C70-C72
Beyin, sinir sistemi
5,4
C70-C72
Beyin, sinir sistemi
5,0
C73
Tiroid
4,5
C73
Tiroid
18,6
C74-75
Diğer Endokrin Bezleri
0,5
C74-75
0,4
C74
Adrenal bez
0,4
C74
Diğer
Endokrin
Bezleri
Adrenal bez
C75
Diğer Endokrin
0,1
C75
Diğer Endokrin
C81-85,88,90-96
Lenfoid ve Hematopoetik
19,0
C81-85,88,9096
Lenfoid
Hematopoetik
C81
C82-C85;C96
Hodgkin hastalığı
Non-Hodgkin lenfoma
2,0
7,2
C81
C82-C85;C96
Hodgkin hastalığı
Non-Hodgkin
lenfoma
1,1
5,3
C88
İmmunoproliferatif has.
0,0
C88
İmmunoproliferatif
has.
0,0
C90
Multiple Myelom
2,7
C90
Multiple Myelom
1,9
C91
Lenfoid Lösemi
3,6
C91
Lenfoid Lösemi
2,7
C92-C94
Myeloid Lösemi
3,1
C92-C94
Myeloid Lösemi
2,2
C95
Lösemi, tanımlanmamış
0,4
C95
Lösemi,
tanımlanmamış
0,3
C39,C48,C76,C7
7,C80
Diğer&Tanımlanmamış
6,3
C39,C48,C76,
C77,C80
Diğer&Tanımlanma
mış
3,6
4
Üriner
0,0
0,4
0,3
0,1
ve
13,5
Kaynak: Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Tablo 1. Farklı kanser türlerinin cinsiyete göre görülme sıklığı (100.000’de, Dünya
Standart Nüfusu), Türkiye, 2009.
1.1. Baş Ve Boyun Kanserlerinin Belirtileri
Ağızda uyuşukluk hissi
Ağızda veya boğazda kanama
Ağızda şişlik veya yumru
Birkaç haftadır iyileşmeyen yara veya zaman zaman yara haline gelen
veya kanayan kırmızı ya da beyaz lezyon
Yutma veya çiğnemede ağrı veya zorluk
Boğazda veya yüzün bir bölümünde devam eden ağrı veya his kusuru
Devam eden ses kısıklığı veya kötü telaffuz gibi seste değişiklik
Nefes alma güçlüğü
Devam eden burun tıkanıklığı veya burun kanaması
Göz çevresinde şişlik veya çift görme
Yüzde veya üst çenede ağrı
Devam eden kulak ağrısı, kulak çınlaması veya duyma güçlüğü
Boyun lenf bezlerinde şişme. Bazı hallerde boyun lenf bezlerinin
büyümesi baş-boyun kanserlerinin ilk belirtisi olabilir (9).
Varsa eğer bu belirtilerin sebepleri ortaya konulmalıdır. Eğer farklı sebepleri
yoksa tanıda kanser düşünülmelidir. Başlangıç incelemesi detaylı alınmış bir hasta
hikayesi, tüm Kulak-Burun-Boğaz (KBB) ve baş-boyun muayenesinin yapılması ile
varsa primer tümörün lokalizasyonu, büyüklüğü, sekonder primer lezyonların
bulunup bulunmadığı, lenf nodu tutulumu olup olmadığına yöneliktir. Bunu primer
tümörden yapılacak doku incelemesi ve histopatolojik tanı konulması takip eder.
5
Karsinom tanısı konan hastalarda bundan sonraki adımda sistemik muayeneler,
dental, sosyolojik ve psikolojik incelemeler başlar. Erken evre, biyolojik aktivitesi
düşük kanserlerde daha basit ve hızlı, ileri evre ve agresif tümörlerde ileri
görüntüleme ve biyokimyasal araştırmalarla primer tümör, lenf nodu ve uzak
metastazlar hakkında detaylı araştırmalarla devam edilerek hastalığın klinik evresi
belirlenmeye çalışılır (10).
1.2. Tanısal Yaklaşım
Tanı yöntemleri, nodal metastazların histolojisini açığa kavuşturmayı ve
primer odağı belirlemeyi hedef almalıdır (11). Primeri bilinmeyen boyun kitlelerine
yaklaşım aşağıda özetlenerek açıklanmıştır:
1.2.1. Klinik Değerlendirme
Yaş
Boyun kitlesi ile başvuran hastanın yaşı, kitlenin muhtemel nedeni
konusunda bir tahmin yapılmasına yardımcı olabilecek ilk önemli kriterdir. Kırk
yaşın üzerindeki geç erişkin grubunda kitlenin etiyolojisi sıklıkla neoplastik ve
maligndir.
Anamnez
Hastadan iyi ve dikkatli bir öykü alınmalıdır. Bunun için; kitlenin ortaya çıkış
zamanı, büyüme hızı, ağrılı olup olmadığı; geçirilmiş fasiyal ve servikal deri
lezyonları; bir süre önce baş ve boyun bölgesinden herhangi bir cilt eksizyonu
uygulanıp uygulanmadığı mutlaka sorulmalıdır (10).
6
Üst aero-dijektif sisteme eşlik eden lokal semptomlar (boğaz ağrısı, otalji, ses
kısıklığı, yutma güçlüğü, duyma kaybı ya da epistaksis) olup olmadığı ve geçirilmiş
ameliyatlar (meme, karın, göğüs, vb.) öğrenilmelidir (10).
Bir boyun kitlesinin metastatik lenf nodu olduğunu düşünmek için bazı
kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kriterler şunlardır:
Cinsiyet; hastanın erkek olması malignite lehinedir. Fakat sigara ve
alkol nedeniyle bu fark kapanmaya meyillidir.
Yaş; malignitelerin en sık görüldüğü yaş 58-66 yaş arasıdır.
Irk; boyun lenf nodlarına metastaz yapan malignitelerden ırk ile ilgili
olanları melanoma ve yassı hücreli kanserlerdir. Bunlar beyaz ırkta siyah ırka
nazaran daha fazla görülür.
Alkol ve sigara kulanımı
Kitlenin sert olması, boyutlarının 1,5 cm’den büyük olması, progresif
büyüme göstermesi, malignite lehinedir (10).
Kitlenin Yeri
Boyun kitlelerinin yerleşimi etiyolojik nedene göre belirli bir dağılım
gösterir. Lenf nodunun yeri primerin bulunması açısından yol gösterebilir (12).
Primeri bulunmayan metastatik lenf nodları, sıklıkla boyun üst bölümlerinde görülür.
Bunlar sıklıklarına göre şöyle sıralanırlar:
Üst juguler (jugulodigastik) lenfadenopati %71
Orta juguler (supraomohyoid) lenfadenopati %22
Supraklavikuler bölge %18
Submandibuler bölge %12
Aksesorius bölge %12
Submental bölge %8
7
Fizik Muayene
Boyun
kitlelerinin
değerlendirilmesinde
en
önemli
basamak
fizik
muayenedir.
Kitlenin Muayenesi
Kitlenin
yüksek
malignite
şüphesi
uyandırması
için
şu
kriterleri
bulundurması gerekir;
Kitlenin asimetrik, tek taraflı olması
Kitlenin yavaş da olsa progresif olarak büyümesi
Kitlenin immobil (fikse) olması
Yüzeyinin düzensiz olması
Çok sert kıvamlı olması
Nöral ağrı ve/veya semptomlar oluşturması
Baş ve Boyun Muayenesi
Ayrıntılı bir baş ve boyun muayenesi tanının en önemli basamağıdır. Yalnızca
kitlenin muayenesine odaklanmayıp tam bir KBB muayenesi yapılmalıdır. Ayrıntılı
KBB muayenesinden kastedilen kulakların, nazal kavitenin, oral kavitenin,
orofarinks, nazofarinks, hipofarinks ve larinksin, skalp, yüz cildi ve tiroidin, boyun
palpasyonu ile birlikte değerlendirilmesidir. Tüm mukoza yüzeyleri aynalar
kullanılarak ayrıntılı olarak değerlendirilmeli, özellikle nazofarinksin endoskopik
incelemesi yapılmalıdır (10).
Sistemik Lenfadenopati Araştırılması
Anamnez ve fizik muayene bulguları, sistemik lenfadenopatiye neden
olabilecek klinik ve radyolojik bulgular ortaya koyarsa mutlaka sistemik muayene de
yapılmalıdır.
8
1.2.2. Tanısal Testler
Tanısal testler invaziv veya non-invaziv olup, eğer mümkün olursa lezyonun
tespiti ve tümörün histopatolojisini tespit etmekte yardımcı olan testlerdir.
Tam Kan Sayımı ve Sedimantasyon
Tüm hastalardan istenmelidir. Biyokimya, tam kan, tam idrar, sedimantasyon,
ayrıca antistreptolizin-O (ASO), sifiliz serolojik testleri yapılmalıdır. Tutulan lenf
nodu oksipital ve boyun arka üçgeninde ise Toxoplasma serolojisi ve Paul Bunnel
testi yapılmalı, lenfadenopati supraklavikuler bölgede ise karaciğer fonksiyon
testleri, fosfataz, amilaz, şüpheli vakalarda Pürified Protein Derivative (PPD)
yapılmalıdır. İmmunoglobülinler, tiroid hormonları araştırılmalıdır (10).
Direkt Grafiler
Boyundaki kitlenin direkt grafiler ile görüntülenmesinin hiçbir tanısal değeri
yoktur. Ancak postero-anterior akciğer grafisi tüm hastalara rutin olarak
uygulanmalıdır.
Ultrasonografi
Derin juguler zincirin üst 1/3'ü hariç, boyundaki diğer lenf nodu gruplarındaki
lenfadenopatilerin saptanmasında ultrasonografi iyi sonuç verir ancak bening /
malign ayrımı güvenli olarak yapılamaz. Kistik ve solid kitlelerin ayrımında
ultrasonografi %95’e varan doğrulukta sonuç verir. Vasküler tümör, karotis veya
internal juguler ven invazyonu şüphesinde ultrasonografi (Doppler) non invaziv bir
teknik olarak faydalıdır. Kitlenin tükrük bezi ile olan ilişkisi de ultrasonografi ile
9
gösterilebilir. Tiroid kitlelerinin değerlendirilmesinde ve bu kitlelerin ayırıcı
tanısında ultrasonografi ilk basamakta kullanılır (10).
Sintigrafi
Özellikle ön bölüm lezyonlarında, kitlenin tiroid beziyle ilişkisi ve tiroid
nodüllerinin aktivite derecesinin saptanmasında son derece yararlıdır. Sintigrafi
tükrük bezlerinin primer tümörleri şüphesi durumunda veya kitlenin tükrük bezinin
içinde veya dışında olduğunun ayrımında da kullanılabilir.
Sialaografi
Tükrük bezlerinin primer tümörleri şüphesinde, ayrıca kitlenin tükrük bezinin
içinde olup olmadığının belirlenmesinde faydalıdır.
Bilgisayarlı Tomografi (CT) / Manyetik Rezonans (MRI)
CT ve MRI, bütün boynu kaplayan ve nodların kontur ve iç yapılarını
görüntüleyen anatomik dilimlerin elde edildiği standart kesit görüntüleme
yöntemleridir. CT ve MRI, tanısal testler arasında en yararlı olanlarıdır. Lenf
nodlarının ayrımını sağlar. CT ve MRI ile birkaç milimetrelik lezyonların tamamının
yakalanma olasılığı vardır. MRI baş ve boyundaki primeri bulma açısından daha
faydalı bir yöntemdir, yumuşak dokuların dansitelerinde daha hassastır ve güvenilir
sonuçlar verir. CT’ye göre T2 ağırlıklı kesitlerde özellikle nazofarinks ve dil
kökündeki submukozal lezyonları tespit edebilmesi nedeniyle biraz daha üstündür.
CT özellikle kemik tutulumu gösterebilir, palpe edilemeyen adenopatileri saptar.
Kistlerin ayrımı ve kemik yıkımı için CT idealdir. Ancak, CT ve MRI yüksek
maliyetleri nedeniyle endikasyonları iyi belirlenerek kullanılmalıdır. Bu tetkikler
10
sonucu primer bölge saptanamazsa daha ileri tetkiklere, geniş radyolojik araştırma ve
panendoskopiye başvurmak gerekir.
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) / CT
PET, tracer olarak Floro-2-Dezoksi-D-Glukoz (FDG) kullanarak artan glikoz
alımıyla metabolik görüntüleme yapar. Nodal inceleme için faydalıdır. Anatomik
ayrıntı eksiktir. Pahalı olması kullanımını kısıtlar. Rutin klinik muayene, CT ve
MRI’nın negatif olduğu durumlarda, PET taraması hastaların %5-43’ünde primer
tümörlerin tanınmasını sağlar. PET taramasının çözünürlüğü genellikle 5 cm ile
sınırlıdır. CT ile tespit edilen tüm metastatik servikal lenf nodları, PET taraması ile
de doğrulanmıştır (10).
İdeal olarak, biyopsiler PET taramasından sonra yapılmalıdır, böylece biyopsi
bölgesindeki yalancı pozitif PET taramalarından kaçınılabilir. Primer tümörün
tanınmasının yanı sıra, PET taramasının diğer olası avantajları arasında başka
metastazların ekarte edilmesi, radyoterapi sonrası boyun değerlendirilmesi (rezidüel
hastalığı olan hastaların ayrılması) ve daha sonraki izlem yer alır.
Nükslerin tespiti tatmin edici düzeyde değildir. PET’de ise çok ümit verici
veriler bildirilmiştir. Nodal metastazlar, moleküler ve metabolik görüntüleme
yöntemlerinin nodal nüks tespiti için de bir standart haline geleceği spekülasyonu
yapılabilir. PET/CT ve PET/MRI füzyonu, artık klinik rutinde kendisini göstermeye
başlamış kurucu paradigmalardır (10).
Moleküler Analizler
Metastatik lenf nodlarında in-situ hibridizasyon yoluyla Epstein-Barr Virus
saptanması, nazofaringeal tümörü düşündürebilir. Polimeraz zincir reaksiyonu ile
11
saptanan Human Papilloma Virus, orofaringeal kanseri düşündürebilir. Normal
faringeal mukoza örnekleri ve metastatik nod dokusunda mikrosatellit mutasyon
analizi de önerilmiştir. Bu yüreklendirici sonuçlara rağmen, primeri bilinmeyen
karsinomun biyolojisi hakkında çok az şey bilinmektedir (13,14).
İmmunohistokimyasal İncelemeler
Seçilmiş vakalarda elektron mikroskopi aydınlatıcı olsa da vakaların büyük
çoğunluğu, müsin gibi histokimyasal boyalar ve özellikle de parafin doku
kesitlerinde yapılan immunohistokimyasal çalışmalarla çözümlenir. Ayırıcı tanıda
immunohistokimyanın bir grup halinde kullanılması önemlidir, çünkü tümörlerin
çoğunun birbiri üzerine geçen reaktiviteleri ve boyanmalar arasında çapraz
reaksiyonlar olabilir.
Biyopsi
En üst basamaktaki lenf nodundan biyopsi yapılır ve bu birkaç şekilde olur
(15):
İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)
Ayrıntılı fizik muayene, endoskopi ve direkt grafiler sonucunda bir tanıya
ulaşılamamışsa kitleye İİAB uygulanmalıdır. Deneyimli ellerde İİAB’nin tanısal
doğruluğu %95’e kadar yükselir. Tümör hücrelerinin implantasyonu İİAB’den
çekinilmesinin en önde gelen nedenidir, ancak % 0,5’ten daha düşük olan bu oran
İİAB’nin yararları yanında kolaylıkla ihmal edilebilir bir düzeydedir. Histopatolojik
tanı büyük ihtimalle konulabilir. İİAB’nin sonucu tanısal yaklaşımın bundan sonra
nasıl devam edeceğini belirler;
12
Sonuç lenfoma ise eksizyonel biyopsi uygulanır (mümkün olan en
derin ve en büyük lenf nodu çıkartılır).
Sonuç metastatik adenokarsinom ise diyafram altı ve diyafram üstü
muhtemel primerler için araştırmaya geçilir.
Sonuç metastatik yassı hücreli karsinom ise genel anestezi altında
panendoskopi, kör biyopsiler, tonsillektomi, kitlenin eksizyonel biyopsisi ve
frozen, sonuca göre de gerekirse boyun diseksiyonu uygulanır (10).
Genel Anestezi Altında Muayene Ve Panendoskopi
Ön incelemeler ve İİAB sonucunda metastatik karsinom tanısı konulan ve bu
aşamaya kadar primer tümör bulunamayan hastalara genel anestezi altında tekrar
ikinci bir detaylı muayene ve üst aerodigestif sistem panendoskopisi uygulanır. Bu
sahalarda genellikle klinik ve görüntüleme değerlendirmelerinde şüpheli görünen
tüm bölgelerden ve ayrıca lezyonun olduğu tarafta okülit primerlerin en sık yerleştiği
yerler olan Rosenmüller fossalar, dil kökü, tonsil ve tonsiller fossa, piriform sinüs ve
nazofarenks de dahil olmak üzere olası primer kaynaklardan, kör biyopsiler alınır.
Panendoskopide alınan biyopsi ile hastaların %65’inde primer saptanabilir. Tümör
submukozal olabileceğinden endoskopik muayenede tespit edilemeyebilir o zaman
kitlenin boyundaki yerleşimi ve lenfatik drenaj göz önünde bulundurularak
yönlendirilmiş biyopsiler alınır. Tonsil biyopsisi ipsilateral tonsillektomi yoluyla
yapılır (15). Bir başka seçenek de açık biyopsidir, ancak bu işlemi takiben uzak
metastaz riskinin arttığı ileri sürülmüştür.
13
Eksizyonel Biyopsi ve Boyun Diseksiyonu
Genellikle panendoskopi ile aynı seansta uygulanır. Panendoskopi ve kör
biyopsiler ile primer tümör bulunamazsa yapılır. Gerekirse boyun diseksiyonu da
uygulanacağı göz önünde bulundurularak insizyon boyun diseksiyonu için uygun bir
şekilde yapılmalıdır. Eksizyonel biyopsi ile çıkarılan lenf nodundan frozen kesit
çalışılır. Sonuç yassı epitel hücreli karsinom veya melanoma ise boyun diseksiyonu
uygulanır. Eğer patolog kitlenin histopatolojisi konusunda karar veremezse insizyon
kapatılarak boyun diseksiyonu kalıcı rapor çıkıncaya kadar ertelenir. Bu yöntemle,
boyun kitlesi ile başvuran hastaların %95’inde neden bulunabilir, yalnızca %5’inde
eksizyonel biyopsi sonrasında da primer bulunamaz.
Bunlarla hala primer saptanamıyorsa bu durumda nodülün cerrahi olarak
çıkarılması ve frozen kesitte alınan yanıta bağlı olarak radikal boyun diseksiyonu ile
devam etmek gerekebilir. Sayısız çalışmaya rağmen baş ve boyundaki primeri
bilinmeyen karsinomda optimal tanı süreci henüz kesinleşmemiştir (16).
Tümörlerin Evrelendirilmesi
American Joint Commitee for Cancer Stating and End Result Reporting
(AJCC) boyun nodu metastazı evrelendirmesi Tablo 2’de sunulmuştur. Baş ve
boyun
kanserlerinin
sınıflandırılmasında
primer
tümör
(T)
ile
ilgili
değerlendirmeler, lezyonun lokalizasyonuna göre farklı olmak üzere, değişmekle
birlikte T1 tümör geliştiği bölgede
sınırlı, ölçülebilir en küçük tümörü; T2 ve T3 tümörler giderek daha büyüyen
tümörleri, T4 ise kıkırdak, kemik, kas gibi derin dokuların invazyonuna işaret
eder (4). Boyun lenf nodu (N) evrelemesinde ise oldukça sabit ve hemen hemen
tüm baş ve
boyun kanserlerinin sınıflandırılmasında kullanılacak ortak bir
14
değerlendirme kullanılmaktadır.
N
Evre
Nx
N0
N1
N2a
N2b
N2c
N3
M
Mo
M1
Tanım
Bölgesel lenf nodları değerlendirilemiyor
Bölgesel lenf nodu metastazı yok
Tek bir ipsilateral nodda metastaz, en büyük boyut ≤3cm
Tek bir ipsilateral nodda metastaz, en büyük boyut >3cm ve ≤6cm
Multipl ipsilateral nodda metastaz, en büyük boyut ≤6cm
Bilateral ve kontralateral nodlarda metastaz, en büyük boyut ≤6cm
Bir lenf nodunda metastaz, en büyük boyut ≤6cm
Metastaz yok
Metastaz var
Tablo. 2 Boyun Nodu Metastazı için Kanser Evrelendirme Amerikan Ortak
Komitesi
Uzak metastaz değerlendirilmesinde ise M0: Uzak metastaz yok, M1: Uzak
metastaz var, olmak üzere iki parametre kullanılmaktadır (11). Bu durumda
görülebilir ve saptanabilir primer lezyon için 4 T değeri, 4 N değeri ve 2 M
değeri söz konusudur. Bu sınıflandırmaya göre 32 değişik olasılık vardır. Baş ve
boyun kanserlerinin 32 ayrı gruba ayrılarak incelenmesi başta istatistiksel
anlamsızlıklar olmak üzere pek çok zorluğa yol açacaktır. Bu nedenle Union
International Counter Cancer (UICC)
ve AJCC klinik gidiş ve sonuçlarını
dikkate alarak baş ve boyun kanserlerini 4 evrede inceleyecek bir sınıflandırma
önermişlerdir. Tükrük bezi ve tiroid kanserleri hariç diğer baş ve boyun bölgesi
kanserlerinin tümünde bugün için kullanılan bu sistem;
EVRE I : T1N0M0
EVRE II : T2N0M0
EVRE III: T3N0M0; T1,T2,T3 (N1M0)
EVRE IV: T4N0M0; T4N1M0; TÜM N2'LER; TÜM N3'LER; TÜM
M2'LER olarak sınıflandırılır (4).
15
2.TEDAVİ GÖRMEMİŞ HASTALARDA DİŞ HEKİMİ YAKLAŞIMI
Kansere yönelik tedavi öncesinde yapılan bu ilk görüşmede diş hekimi
tarafından ayrıntılı dental ve peridontal değerlendirme yapılmalı, saptanan potansiyel
enfeksiyon odakları ve irritasyon alanları ortadan kaldırılmalı ve hastaya ağız
bakımın önemi iyice anlatılmalıdır. Ayrıca, hastalara aldıkları kanser tedavilerine
bağlı olarak gelişebilecek oral komplikasyonlarla ilgili ayrıntılı bilgi verilmelidir
(17). Onkolojik tedaviden önce, yapılan dental ve periodontal değerlendirmeler, ağız
bakımının idamesi, tedavi süresinde görülebilecek oral ve sistemik pek çok
komplikasyonun önlenmesinde çok önemlidir (18). Potansiyel komplikasyon alanları
dikkatli bir şekilde tespit edilmeli ve kanser tedavisi süresince de dental
değerlendirmeler devam etmelidir. Gerek medikal, gerekse dental literatürde, kanser
tedavileri
ile
birlikte
izlenebilen
oral
komplikasyonların
önlenmesi
veya
rahatlatılması için kapsamlı ağız muayenesi ve bakımının önemi vurgulanmaktadır
(19).
Oral mukoza, dil, damak, keratinize dişeti gibi yumuşak dokular, dişlerdeki
çürükler ve mobilite, ayrıca sabit ve hareketli protezler değerlendirilmelidir.
Protezlerde yumuşak dokuda travmaya sebep olabilecek durumlar varsa ortadan
kaldırılmalı, gerekiyorsa protezler yenilenmelidir. Oral enfeksiyon ve travmaların
potansiyel alanları şunlardır:
•
Periodontal cebin 5 mm’den derin olduğu bölgeler
•
Furkasyon tutulumu olan molar dişler
•
Şişlik, ağrı, hassasiyet ve eritem olan bölgeler
•
Perküsyonda hassasiyet olan dişler
•
Derin çürüklü dişler
•
Sürmemiş ya da sürmekte olan retansiyonlu yirmi yaş dişleri
16
•
Diştaşı olan dişler
•
Kırık diş, dolgu veya kuronlar
•
•
Ortodontik bantlar
Kullanılan hareketli protezler
•
Kenar uyumu iyi olmayan dolgular ve sabit protezler (20).
Dolguların, restorasyonların yumuşak dokuda travmaya sebep olabilecek
keskin kenarları elimine edilmeli, hatta hastanın kendi dişlerinde kırık ya da düzgün
olmayan kenarlar varsa restore edilmeli ya da möllenmelidir. Yirmi yaş dişlerinin
varlığı, sürmüşse pozisyonu ve oklüzyonda olup olmadığı değerlendirilmeli, yarım
retansiyonlu dişler enfeksiyon odağı olabileceğinden çekilmelidir. Oklüzal travma
olup olmadığı değerlendirilmeli, neden olabilecek etkenler ortadan kaldırılmalıdır.
Klinik muayeneye ek olarak kapsamlı radyografik incelemede, periapikal ve
periodontal durum değerlendirilmelidir. Tümör baş boyun bölgesinde ise tümörün
lokalizasyonu ve yayılımı ile bilgi vermesi bakımından radyografiler yine çok
önemlidir. Kalmış köklerin varlığı da enfeksiyon odağı olabileceğinden hastalar bu
anlamda riske edilmemelidir. Panoramik radyografi ve gerekli bölgelerden periapikal
radyografiler, periapikal lezyonların tespitinde ve kemik kaybı miktarının
izlenmesinde, bite-wing radyografiler ise proksimal alanlarda klinikte gözden
kaçabilecek çürüklerin tespitinde faydalıdır. Dental ve periodontal tedavinin
planlamasında hastanın kan tablosunun durumu, malignensinin yaygınlığı ve evresi,
uygulanacak anti kanser tedavinin süresi, yoğunluğu ve zamanlamasının bilinmesi
önemlidir. Örneğin, baş boyun tümörü nedeniyle bu bölgeye radyoterapi verilmesi
planlanan bir hastanın dental tedavisinin tamamlanmasından en az iki, ideal olarak
üç hafta sonra radyoterapi başlamalıdır. Kanser tedavisi öncesi hafif şiddette olup
tedavi edilmiş periodontitisi olan bireylerin ayrıntılı indeksleri alınmalı, gerekli
17
olduğu takdirde onkolog ile konsültasyon yapılmalıdır. Periodontal sorunları olan bir
hasta kanser tedavisi öncesinde çok iyi değerlendirilmeli, hastanın radyoterapi
alabileceği de göz önünde tutulmalı, periodontal cebi 5 mm’den derinse çekim, 5
mm’den derin değilse diştaşı temizliği ve kök yüzeyi düzleştirmesi yapılarak, sık
kontrollerle ağız bakımı ve profesyonel bakım ile hasta idame edilmelidir (20).
Terapiye başlamadan önce klorheksidin solüsyonları ve dental jellerin
kullanımı tedavi sonuçlarını önemli ölçüde etkiler. Bu maddeler özellikle gingival
hastalıkların
tedavisine
katkıda
bulunur.
Klorheksidin
mukozitin
şiddetini
azaltmamasına rağmen oral mutans, streptokok ve laktobasil sayısını düşürerek oral
komplikasyonların görülme sıklığını azaltmaya yardımcı olur. Flor, çürükleri azaltır.
Ayrıca, en yüksek koruyucu etkiye sahip olduğu için bütün dişlerin tüm yüzeylerine
uygulanan en etkili yöntemdir. Bir çalışmada %1’lik sodyum florür içerikli jelin
günlük 5 dakika dişlere uygulanması ile çürük oluşumunda azalma meydana
getirdiği; diğer bir çalışmada da %0.4’lük çinko florür jelin karyojenik bakterilerin
azaltılmasında avantaj sağladığı belirtilmiştir (21).
Terapi sonrası olduğu kadar terapi öncesinde de hastalar immediat diş
çekimine maruz bırakılmamalıdır. Kemoterapi ve/veya radyoterapi öncesinde;
•
Restore edilemeyen çürüklerin varlığı
•
Aktif ya da yaygın kronik periapikal hastalıklar
•
Orta şiddetliden şiddetliye varan periodontal hastalıktan etkilenmiş
dişler
•
Antagonist dişin olmadığı ve ağız bakımının sağlanamadığı durumlar
•
Kısmen sürmüş ya da hiç sürmeyip gömülü kalmış fokal enfeksiyon
odağı olabilecek dişlerin varlığında bu dişler çekilir (20).
18
Tedavi seçiminde hastanın kan tablosu ve sistemik durumu çok önemlidir.
Hastanın genel durumu iyi değilse hasta riske edilmemeli ve radikal çözümler
bulunmalıdır. Kanser tedavisi süresince, özellikle de nötropenik hastalarda,
periodontal enfeksiyonlarda artış izlenmektedir. Bu enfeksiyonlar ağrıya sebep
olabilmekte ve ölümle sonuçlanabilmektedir. (20)
3.BAŞ VE BOYUN KANSERLERİNİN TEDAVİSİ
Cerrahi Tedavi
Medikal ve radyasyon onkolojisindeki gelişmeler başlangıçta kanser
tedavisinde cerrahinin yerini zayıflatacak gibi görünmesine karşın, son yıllardaki
gelişmeler cerrahinin kapsamını daha da genişletmiş ve yerini güçlendirmiştir.
Anestezi, cerrahi fizyoloji ve transfüzyon teknolojisindeki ilerlemeler, yoğun bakım
olanaklarının artması, endoskobik cerrahi ve enstrümantasyonun icadı, cerrahi
sonrası morbidite/mortalite ve ağrı sorununu büyük oranda azaltmıştır. Cerrahi bu
yeni şekliyle, özellikle lokal ve rejyonal tümör kontrolünü en süratli ve kesin olarak
sağlayan yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Eskiden yüksek morbidite ve mortalite
nedeniyle diğer yöntemlere başvurulan kanserlerde bugün cerrahi uygulanmaktadır.
Diğer yandan, ameliyat öncesi uygulanan kemoterapi ve radyoterapi eskiden cerrahi
için uygun olmayan birçok hastada bugün cerrahiyi olanaklı kılmaktadır. Aynı
zamanda bu yöntemlerin postoperatif dönemde uygulamaları bazı kanserlerde
olumlu etkiler yapabildiğinden, sağkalımı artırabilmektedir. Bu nedenle de tümör
cerrahisi yapanlar, diğer uzmanlık dalları ile yakın ilişkide olup, kanseri
multidisipliner bir anlayış ile tedavi etmelidirler. Kanserin tedavisi için yapılan
cerrahi girişimleri küratif (definitif) ve palyatif olarak gruplayabiliriz (22).
19
Küratif (definitif) cerrahi tedavide tümör tümüyle ve tercihen bir blok
halinde, bölgesel lenf düğümleri ve yapışık komşu organ veya dokular ile birlikte
çıkarılır, bilinen uzak metastaz yoktur. Genellikle bu terimden anlaşılan, yapılan
cerrahi girişimin hastalığı tedavi edecek kapsam ve nitelikte olduğudur. Palyatif
cerrahi tedavi ise bilinen metastaz varlığı, bozulmuş genel durum söz konusu
olduğunda, içi boş organların tıkanması ve delinmesi ile kanama, sarılık gibi
komplikasyonlar için, bazen de yaşam kalitesini yükseltmek için yapılır ve genellikle
kesin sonuç beklenmez. Kanserin cerrahi tedavisinde nüks olasılığını azaltmak
böylece daha uzun bir sağ kalım ve daha iyi bir yaşam kalitesi sağlamak amacıyla
aşağıdaki kurallara uyulması önerilir:
Primer tümörün ve bölgesel lenf düğümlerinin içinde yer aldığı
dokular geniş olarak rezeke edilmelidir.
Tümöre yapışık yapılar mümkün olduğunca birlikte çıkarılmalıdır.
Tümörün çevreye saçılmasının önlenebilmesi için zorunluluk
olmadıkça tümör ve içi boş organlar açılmamalıdır.
Tümör hücrelerinin intraluminal yayılımı minimuma indirilmelidir.
Arter ve venleri olabildiğince erken bağlamaya gayret edilmelidir.
Tümör mümkün
uygulanmamalıdır.
olduğu
kadar
az
ellenmeli
ve
basınç
Bazı kanserlerde primer (neoadjuvan) kemoterapi ve radyoterapinin
cerrahi girişimi mümkün hale dönüştürdüğünü, kolaylaştırdığını ve
sağ kalımı artırdığını göz önünde bulundurarak multidisipliner
yaklaşım benimsenmelidir.
Bazı kanserlerde ameliyattan sonra kemoterapi ve radyoterapinin
yarar sağladığı düşünülerek önerilmelidir (22).
20
Kemoterapi
Kemoterapi, kanser hücrelerini yok etmek veya bu hücrelerin büyümesini
kontrol altına almak için antikanser ilaçlar kullanılarak yapılan tedavidir (23).
Cerrahi ve ışın tedavisi ile birlikte tümör tedavisinin çok önemli bir parçasıdır.
Kemoterapi ile tümör hücreleri öldürülür veya tümörün büyümesi durdurulmaya
çalışılır. Bazen tek, bazen birkaç ilaç çeşitli yollarla verilerek uygulanır. Bazı
tümörlerde tek tedavi yöntemi kemoterapidir. Diğerlerinde ise kemoterapi diğer
tedavilerle (cerrahi ve radyoterapi) peş peşe veya eş zamanlı olarak uygulanır.
Örneğin, ameliyat öncesinde tümörü küçültmek amacıyla veya ameliyattan sonra
yayılmasını önlemek için kemoterapi yapılabilir. Aynı uygulamalar radyoterapi
öncesinde ve sonrasında yapılabildiği gibi, radyoterapi ile aynı anda çeşitli
yöntemlerle de kemoterapi uygulanabilir (24).
Kanser tedavisinde kemoterapinin amacı hastalığın tipine ve yaygınlığına
göre değişmektedir. Kemoterapi uygulamadaki amaçlar:
Hastalığı tedavi etmek
Kanser hücrelerinin çoğalmasını önleyip, yayılmasını yavaşlatarak
hastalığın kontrol altına alınmasını sağlamak
Hastalığa bağlı şikayet ve belirtileri ortadan kaldırarak kişinin yaşam
kalitesini artırmak
Cerrahi veya radyoterapi sonrası uygulandığında nüksü azaltmak
Cerrahi veya radyoterapi öncesi uygulanarak yapılacak lokal
tedavileri kolaylaştırmaktır (23).
Tümör tedavisi bir ekip işidir ve mutlaka bu ekibin tüm üyelerinin bulunduğu
merkezlerde uygulanmalıdır. Bu ekipte tümör cerrahisi ile ilgili uzman cerrah, ışın
tedavisi (radyoterapi) ile ilgili radyasyon onkoloğu, kemoterapi ve hasta bakımı
(destek tedavisi) ile ilgili medikal onkolog bulunmalıdır (24). Kemoterapi ilaçları
21
evde, hastane ortamında veya özel merkezlerde uygulanabilir. Tedavinin nerede
uygulanacağına ilacın veriliş şekline, hastanın genel durumuna, hastanın ve
doktorunun tercihlerine göre karar verilir. Hastanede yapılacak uygulama yatarak
veya ayaktan kemoterapi ünitelerinde yapılabilir (23).
Tedavi uygulama süresi ve sıklığı hastalığın ve hastanın durumuna göre özel
olarak seçilen kemoterapi şemasına bağımlıdır. Tedavi ile elde edilen cevaba ve
oluşan yan etkilere göre süre ve sıklık ilgili doktor tarafından değiştirilebilir.
Genellikle 3-4 hafta aralık olmakla birlikte bazı durumlarda haftada bir veya iki
haftada bir uygulama yapılır. Kemoterapinin zamanlaması konusunda en önemli
hatta hayati önem taşıyan nokta, tedavinin mümkün olduğu kadar düzenli ve yan
etkilerin izin verdiği ölçüde zamanında yapılmasıdır (24).
Kemoterapötik ilaçlar çok sayıda sistemi etkileyen, hayatı tehdit edici yan
etkileri olan ilaçlardır. Bu nedenle konunun uzman olmayan kişilerce uygulanması
çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Kemoterapi uygulamasında dikkat edilecek
hususlar şu şekilde özetlenebilir:
Kemoterapi öncesinde hastalığın histolojik tanısının konulmuş ve
evrelendirmenin yapılmış olması gereklidir.
Kesin tanı ve evreleme sonrasında tedavi seçimi ekip yaklaşımı ile
belirlenmelidir.
Tedavi amacı belirlenmelidir. Bazı tümörlerde tedavi hastalığı
tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olurken, bazı tümörlerde yaşam
süresinin uzaması, semptomların kontrolü ve yaşam kalitesinin artırılması
amacıyla uygulanabilmektedir.
Kemoterapinin uygulanabilmesi için yeterli destek tedavisinin
yapılabileceği bir ortam gereklidir.
Kemoterapi uygulaması öncesinde hastanın genel durumu, yaşı ve ek
tıbbi sorunlarının olup olmadığı ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir. Bu
bilgiler hastaya uygulanacak tedavinin seçiminde önemlidir.
22
Uygulanan ilaçların dozları, uygulama tarihleri ve gözlenen yan
etkiler mutlaka kaydedilmelidir. Yan etkiler derecelendirilerek bir sonraki
tedavide doz değişikliği yapılıp yapılmayacağına karar verilir.
Hastalar kemoterapi aldıkları sürece belirli aralıklarla izlenmeli, fizik
muayeneleri ve gerekli laboratuvar incelemeleri yapılmalıdır.
Hasta ve yakınları uygulanacak tedaviler, beklenen yan etkiler ve
koruyucu tedbirler konusunda bilgilendirilmeli ve onay alınmalıdır.
Kemoterapi öncesinde boy ve kilo ölçülerek vücut yüzeyi alanı
hesaplanmalıdır. İlaç dozları genellikle vücut yüzeyi alanına göre belirlenir
(25).
Kemoterapinin Klinikte Kullanım Alanları
Kemoterapinin klinikte dört farklı kullanım alanı vardır:
Primer kemoterapi: Bazı kanser türlerinde şifa, ileri evre/metastatik
hastalıkta semptomları hafifleterek yaşam kalitesini düzeltmek, progresyona
kadar geçen süreyi ve yaşam süresini uzatmak yararlı olur.
Adjuvan kemoterapi: Tanı anında metastatik olmayan ve lokal
tedavisi tamamlanan olgulara uygulanan kemoterapi şeklidir. Bu tedavi
yaklaşımı meme, kolorektal kanser, küçük hücreli dışı akciğer kanseri gibi
tümörlerde genel ve hastalıksız sağ kalımı uzatmaktadır.
Neoadjuvan kemoterapi: Lokal ileri kanserlerde, tümör kitlesini
küçülterek lokal tedavinin başarısını arttırmak ve bazı durumlarda organ
koruyucu yaklaşımlara olanak sağlamak, mikrometastazları erken dönemde
tedavi etmek amacıyla cerrahi ve/veya radyoterapi öncesinde kemoterapi
uygulanması, neoadjuvan tedavi olarak adlandırılır.
Lokal kemoterapi: Kanser tarafından tutulan bölgeye doğrudan lokal
olarak uygulanabilir (lntratekal, intraperitoneal tedavi gibi) (25).
23
Kemoterapinin Vücutta Uygulama Yolları
Kemoterapi ilaçlarının vücuttaki uygulama şekli farklı yollarla olabilir. Halen
tedavi uygulamada dört farklı yol kullanılmaktadır:
Ağız yoluyla (oral): İlaçlar hap, kapsül veya solüsyon tarzında
ağızdan alınabilir (23). Bu durumda hapların nasıl kullanılacağı hastalara çok
iyi anlatılmalı, hastaların anlamadığı konuları doktoruna mutlaka sormaları,
evde ilaçların alınmasını engelleyen bir yan etki meydana gelirse mutlaka
doktorla bağlantı kurarak yardım istemeleri gereklidir. Evde kullanılan ilaçlar
hastanede verilenler kadar önemlidir, eksik veya yanlış kullanımı hayati
tehlike yaratabilir (24).
Damar yoluyla (intravenöz): Kemoterapi ilaçlarının en sık
uygulandığı yöntemdir. İlaçların seruma katılarak veya doğrudan enjektör ile
damar içine verilmesiyle yapılan uygulamadır. Genelde kol ve el üstündeki
damarlar bu işlem için kullanılır. Damardan tedavi uygulamalarında bazen
port, kateter ve pompa gibi farklı aletler de kullanılabilmektedir (23). Uzun
süreli uygulamalarda hastaneye yatma gereği olabilir. Tedavi sırasında bazı
ilaçların yan etkilerinin önlenmesi için fazla miktarda sıvı verilmesi
gerekebilir. Hastaya verilen sıvı miktarı ayrıca hastanın başka mevcut
hastalıklarına göre kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Uzun süreli ve sık
kemoterapi alanlarda bir süre sonra damar bulma sorunu ortaya çıkabilir.
Bazı ilaçların damar içine uzun süreli uygulaması sırasında kol damarlarının
kullanılması sakıncalı olabilir. Bu durumlarda kateter veya port denilen ve
ilacın doğrudan doğruya kalbe yakın ana damara gitmesini sağlayan cihazlar
takılarak kemoterapi bu cihaz yoluyla yapılabilir (24).
24
Enjeksiyon yoluyla: İlaçlar bazen kas içine (intramusküler) veya cilt
altına (subkutan) direkt enjeksiyon yolu ile verilebilir. Diğer bir enjeksiyon
yöntemi
de
ilacın
direk
tümör
dokusu
içerisine
uygulanmasıdır
(intralezyoner) (23).
Haricen cilt üstüne (topikal): İlacın direkt dışardan cilt üzerine
uygulanmasıdır (23).
Kemoterapinin Diğer Tedavi Yöntemleriyle Kombine Kullanımı
Multimodel Tedavi: Cerrahi, Radyoterapi, Kemoterapi
Kemoterapi diğer tedavi yöntemleriyle birlikte özellikle evre III ve IV
hastalarda kullanılır.
Radyoterapi ve Kemoterapi
Yapılan retrospektif araştırmalarda tek bir araştırma dışında iyi sonuçlar
bulunamamıştır. Şu anda kemoterapinin radyoterapiyle kombine uygulaması umut
verici değildir.
Cerrahi ve Kemoterapi
Radyoterapi ve kemoterapi kullanımına ilişkin birçok araştırma ve sonuçları
literatürde bulunurken ne yazık ki cerrahi ve kemoterapi araştırmaları açısından bu
zenginlik bulunmamaktadır. Yapılan kısıtlı araştırma sonucunda da cerrahi girişim
öncesi verilen kemoterapinin lezyonu küçültücü etkisi gözlenmiş fakat lezyonun
yeniden ortaya çıkma süresi uzarken ortaya çıkma olasılığı düşmemiş yine de
relapslar görülmüştür (4).
25
Radyoterapi
Radyoterapi Hakkında Genel Bilgiler
Radyoterapi, radyoaktif ışınlarla tedavi demektir. Kanser olgularında cerrahi
ve kemoterapi gibi bir tedavi yöntemidir ve tek başına yapılabileceği gibi, cerrahi
öncesi, sonrası ya da kemoterapi beraberliğinde uygulanabilir (26). Tüm kanserli
hastaların %52’sine tedavinin bir aşamasında radyasyon tedavisi uygulanmaktadır
(27). Radyoterapide daha güçlü ışınlar kullanılmasına rağmen hasta tedavi sırasında,
röntgen çekiminde olduğu gibi, işlemi hissetmez. Radyasyonun tehlikeleri
hakkındaki yaygın endişelere karşın, tıp bugün radyasyonun kullanılmasında
yeterince bilinçli ve deneyimlidir. Radyasyon tedavisi, gereği gibi kullanıldığında
riski çok az, yararları ise çok daha fazla olan bir tedavi modelidir (26).
Radyoterapide iyonizan radyasyon kullanılır. En sık kullanılan radyasyon tipi
X ve gama ışınlarıdır. Radyoterapi kanser hücrelerinin DNA’sına etki ederek öldürür.
Bunu ya direk yolla ya da serbest radikaller oluşturarak dolaylı yolla yapar. DNA’sı
etkilenmiş olan kanser hücresinin bölünmesini durdurur veya öldürür. Hasarlı
hücreler öldüğünde vücut tarafından sindirilir (28). Bu arada tedavi alanı içindeki
normal hücreler de bu ışınlardan kötü etkilenseler de, onların kendilerini onarma
yetenekleri vardır. Dolayısıyla radyasyona bağlı normal doku hasarı çoğu kez
geçicidir (26).
Radyoterapi bazen iyileştirme amacıyla uygulanır. Bu, tümörü tamamen yok
etmek ve/veya tekrarlamasını engellemek yoluyla olabilir. Böyle durumlarda
radyoterapi ya tek başına veya cerrahi ve/veya kemoterapi ile kombine edilerek
uygulanabilir. Radyoterapi palyatif olarak da uygulanabilir. Palyatif tedavilerde,
tümörde iyileşme elde etmek amaçlanmaz. Bunun yerine kansere bağlı olarak gelişen
semptomların rahatlatılması sağlanır. Palyatif tedavinin bazı örneklerini şunlardır:
26
Vücudun başka bir yerinden köken alan bir kanserin beyine metastazı
sonucunda tümörün küçülmesinin amaçlanması (tüm beyin radyoterapisi)
Omuriliğe bası yapan veya kemiğin içinde büyüyerek ağrıya neden
olan tümörü küçültmek ve ağrıyı kesmek için
Yutma borusu yakınında yerleşmiş olan ve hastanın yemek yemesi ve
içmesine engel olan tümörün küçültülmesi (28).
Radyoterapi,
hastanın
radyasyon
onkolojisi
uzmanı
tarafından
değerlendirilmesi ve uygulanmasına karar verilmesiyle başlar. Simulasyon işlemi
sonrası radyasyon konusunda yetişmiş fizik mühendislerinin de katılımıyla planlama
ve fizik hesapları yapılır. Uygulama uzman doktor ve fizik mühendislerinin kontrol
ve gözetiminde radyasyon teknikerleri tarafından yapılır (27). Radyasyon tedavi
edilecek alana dışarıdan bir makine yardımı ile uygulanabildiği gibi (eksternal
radyoterapi) kanserli hücrelerin olduğu vücut kısmına radyoaktif materyallerin
yerleştirilmesi ile de (internal radyoterapi / brakiterapi) uygulanabilir.
Tedavi öncesi hazırlıklar simülasyon öncesi hazırlık ve simülasyon olarak iki
bölümde incelenebilir. Tedavi öncesi hazırlık aşamasında, gerektiğinde hastanın
tedavi sırasında hareketsiz kalabilmesini sağlayan kişiye özel termoplastik baş ve
boyun maskeleri, hastanın vücudunun şeklini alabilen özel yataklar hazırlanır.
Gerekli olan durumlarda bilgisayarlı tomografi cihazında tedavi planlama amaçlı
tomografi kesitleri alınır. Bu işlem sırasında hastanın radyoterapi sırasında
kullanacağı maske, tedavi yatağı gibi yardımcı düzeneklerde kullanılacağı için bu
tetkikin hastanenin bilgisayarlı tomografisinde doktorların veya teknisyenlerin
gözetiminde yapılması gerekir. İşlem sonrası vücudun tedavi edilecek yerlerine özel
kalemlerle veya işaret bantları ile özel işaretler konulur. Bu işlemden sonra, tedaviye
kadar ve tedavi sırasında bu işaretlerin muhafaza edilmesi önem taşır. Daha sonra
27
tedavi planlama bilgisayarına aktarılan hastaya ait bilgisayarlı tomografi bilgilerini
kullanarak en uygun planlama gerçekleştirilir. Uygun plan gerçekleştiğinde hasta
tedavi için çağrılır (29).
Radyoterapinin Uygulama Şekilleri
Eksternal Radyoterapi
Eksternal tedavi cihazları çevreye radyasyon yayılımı olmaması için özel
olarak yapılan kalın duvarlı odalar içinde yer alır ve dışarıdan teknikerin oturduğu
bir kumanda odasından idare edilir. Tedavi sırasında hastanın izlendiği kapalı devre
kamera sistemi ve karşılıklı konuşabilme imkanı veren diyafon sistemi bulunur.
Hasta tedavi odasına alındıktan sonra soyunma kabinlerinde tedavi bölgesini açıkta
bırakacak şekilde doktor ve teknikerlerin uygun gördüğü şekilde hazırlanır. Hasta
tedavi masasına yatırılır. Tedavi için hastanın tedavi masasına simülatördeki gibi
yerleştirilmeli; varsa maske, tedavi yatağı gibi şartlar sağlanmalıdır. Doktor,
radyoterapi fiziği uzmanı ve teknikerler önceden belirlenmiş olan tedavi alanlarına
göre gerekli işlemleri yapar ve ekip cihaz odasından çıktıktan sonra tedavi başlatılır.
Tedavi sırasında hasta hiçbir şey hissetmez. Radyasyonun verildiği anda, hafif, ince
devamlı bir ses duyulabilir. Tedavi genellikle 2-10 dakika sürebilir. Birden fazla alan
varsa bu süre uzayabilir. Cihaz, tedavi sırasında hasta etrafında döner. Tedavi
sırasında hastanın hareket etmemesi çok önemlidir. Tedavi bittikten sonra hasta
tekniker tarafından cihaz odasından çıkarılır, hastaya sonraki tedaviler için randevu
verilir. Tedaviler hastaya uygulanacak tedavi protokolüne göre farklılık göstermekle
birlikte, genellikle haftada 5 gün olmak üzere, toplam 1-7 hafta arasında değişir.
Özel durumlarda günde 2-3 tedavi uygulaması da yapılabilir (29).
28
Günümüzde en sık uygulanan eksternal tedavi yaklaşımı 3 boyutlu konformal
radyoterapidir. Hedef hacimlerin daha iyi kapsandığı ve kritik organların daha iyi
korunduğu diğer tedavi modalitelerine ise yoğunluk ayarlı radyoterapi, görüntü
kılavuzluğunda radyoterapi, tomoterapi, stereotaktik radyocerrahi ya da radyocerrahi
(Gammaknife, Cyberknife) ve proton tedavisi örnek olarak verilebilir (30).
İnternal Radyoterapi
İnternal radyoterapide (brakiterapi) ise vücut boşluklarına ya da doku içine
yerleştirilen radyoaktif materyaller aracılığı ile radyasyon tedavisi verilmektedir.
Brakiterapi rahim, rahim ağzı, meme, prostat, akciğer vb. kanserlerin tedavisinde tek
başına ya da eksternal radyoterapi ile birlikte uygulanabilir. Uygulamalar lokal ya da
genel anestezi altında yapılır. Radyoaktif maddelerin vücut içine yerleştirildiği
brakiterapi uygulamalarında ve ağızdan ya da damardan uygulanan radyoaktif madde
tedavilerinde (sistemik tedavi) ise hastalar geçici bir süre etraflarına radyasyon
yayabilir. Bu süre içinde hastalar izole özel hastane odalarında izlenir ve birkaç hafta
hamileler ve 18 yaşından küçük çocuklardan uzak durmaları önerilir. Hastanın
doktoru tarafından en uygun olan tedavi yaklaşımı seçilir ve uygulanan tedavi şekli
kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir (30). Brakiterapi farklı doz hızlarıyla
uygulanabilir. En sık kullanılan doz hızları, düşük doz hızı ve yüksek doz hızıdır.
Düşük doz hızı (LDR) uygulamasında hastanın hastanede yatması ve genel
anestezi alması gerekir. Doz yavaş verildiğinden (3-5 günde) subletal doku hasarının
tamirine fırsat tanır, geç yanıt veren dokular korunur. Hasta uzun süre yattığı için
derin ven trombozu riski vardır. Ayrıca uygulayıcı personelin de radyasyona maruz
kalması bu tekniğin dezavantajıdır (31).
29
Yüksek doz hızı (HDR) uygulamasında hastanın hastanede kalması
gerekmez, uygulayan sağlık personeli radyasyondan daha az etkilenir. Hastaya özel
planlama yapılarak korunması gereken dokularda düşük doz sağlanabilir. İnterstisyel,
intraluminal ve perkutanöz uygulanabilir. Tümörün şekline özel doz dağılımı
sağlamak uygulayıcının tecrübesine bağlıdır. Üç ila beş tedavide yüksek doz
verilmesi sağlanabilir. Dozun hızlı verilmesi nedeniyle (10-15 dk.) subletal doku
hasarı tamir olamaz ve tümör hücreleri kendisini tamir için ortam ve zaman bulamaz.
Her tedavide büyük dozlar uygulanır. Her iki yöntemin de lokal kontrol ve yaşama
katkısının aynı olduğu prospektif randomize çalışmalarla gösterilmiştir (31).
4.
KANSER TEDAVİLERİNİN ORAL KOMPLİKASYONLARI
4.1. Cerrahi Tedavinin Oral Komplikasyonları
Baş ve boyun kanserlerinin cerrahi tedavisinin sonucunda ortaya hiç de
istenmeyen komplikasyonlar çıkabilir. Bunlar; yüzün görünen bölgelerinde çeşitli
izler, alınan kaslara bağlı yüz kusurları, kemik yapılarının alınması sonucu
boşlukların oluşması; yutmada, konuşmada ve nefes almada zorluklar, belirli
protezlerin kullanılmasının zorluklarıdır (4).
4.2. Kemoterapinin Oral Komplikasyonları
Kemoterapide kullanılan ilaçlar sadece kanser hücrelerine değil, sağlıklı
hücrelere de saldırır. Bu nedenle genelde yan etkileri olur. Bu yan etkilerin türü ve
ağırlık derecesi kullanılan ilacın çeşidine, kullanılan ilaç dozuna ve hangi sıklıkta
kullanıldığına bağlıdır. Yan etkiler bireysel özelliklere bağlı olarak kişiden kişiye
değişir. Kemoterapi hastalarının %40-50’sinde semptomlar, aktif tedaviden kısa bir
süre sonra ortaya çıkar. Oral yapılarında değişiklik meydana gelen hastaların yüzdesi
30
kesin olarak bilinmemektedir. Kemoterapi, süregelen dental patolojiyi artırır. Tedavi
protokolüne ve hastaya bağlı olarak yeni oral durumlar gelişir.
4.2.1. Kemoterapide Mukozit
Mukozit, oral mukozanın ülserasyonu ve enflamasyonu ile karakterize,
kanser tedavilerine bağlı gelişen, hayatı tehdit eden enfeksiyonların kaynağı olabilen
önemli bir yan etkidir. Bu durum hastanın yaşam konforunda azalmaya, palyatif
tedavi maliyetlerinde artışa, hem oral hem de ciddi sistemik enfeksiyonlara ve
tedavinin devamını riske etmeye neden olabilir. Son dönemlerde kanser tedavisine
bağlı mukozitin düşünülenden daha karmaşık bir mekanizması olduğu saptanmıştır.
Epitelyal hasarlanma olayın önemli bir parçası olmakla birlikte; serbest radikal
oluşumu, DNA hasarı, endotelyal ve bağ dokusunda hasarlanma, proinflamatuar
sitokin salımı gibi olaylar dizisinin bir parçasıdır (20).
Kişiler arasında kemoterapi veya radyoterapiye bağlı olarak mukozit gelişme
yatkınlığı farklıdır. Mukozit gelişiminde ilgili tüm dokularda tedavi ile ilişkili
toksisiteye direnç ya da yatkınlık söz konusu olabilir. Ayrıca, kullanılan
kemoteröpatik ajanı metabolize eden enzimlerde eksikliğe neden olan fenotipteki
bireylerde, söz konusu ilacın toksisitesi fazla olabilir. Antikanser tedavilere bağlı
gelişen mukozit görülme sıklığı, hastanın tanısına, yaşına, kanser tedavisi
öncesindeki ağız sağlığına ve tedavi sırasındaki ağız bakımına, ağız kuruluğu
varlığına, hastanın nötrofil sayısına, kullanılan tedavi şekline göre değişir. Sonis ve
arkadaşları (20) solid tümörler nedeniyle kemoterapi alanlarda mukozit sıklığını %
22 olarak bildirmişlerdir. Yaşın mukozit gelişimi üzerine etkisi net bilinmemekle
birlikte, muhtemelen mukozal epitel hücrelerindeki yüksek mitotik aktivite ve
büyüme faktörü düzeyi nedeniyle gençlerde daha sık ortaya çıkabilir. Tedavi
öncesinde ağız durumu kötü olan, lokal irritasyona ve enfeksiyona yol açabilecek
31
odağı bulunan, kanser tedavisi sırasında yeterli ağız bakımı uygulayamayan
hastalarda mukozit sık görülmektedir. Yine kanser tedavisi öncesinde veya sırasında
ağız kuruluğu varlığında mukozit riski artar. Mukozitin yaygınlığı hastanın nötrofil
sayısı ile ters orantılıdır (20).
Şiddetli oral mukozit yapan ajanlar; metotreksat, sitorabin, siklofosfamid,
doksorubisin hidroklorid, 5-flororosil ve bleomisindir. Aktif tedavide lezyonlar
bukkal mukoza, dil, ağız tabanı ve dudaklarda gelişir. Kemoterapiye bağlı mukozit
genelde mukozal bütünlüğü bozar ve sekonder enfeksiyonlara yol açar (4).
Kemoterapiye bağlı gelişen mukozit, radyoterapi sonucunda ortaya çıkan mukozitten
farklı olarak sadece oral mukozada izlenir. Bu nedenle kemoterapi sonrasında
myelosupresyonu olan bir hastada, sert damak ve keratinize dişetinde lezyonu
buluyorsa mukozitten çok enfeksiyon düşünülmelidir (20).
Mukozit; plak, hijyenik olmayan dolgular ve protezlerle şiddetlenebilir.
Sistemik analjeziklere ihtiyaç olabilir. Hastalar düzenli yemek yiyemeyebilir ve
beslenmeleri bozulabilir. Ağız bakımı uygulamaları zor ve acı vericidir. Kısa
zamanda sekonder enfeksiyonlar ve diğer dental patolojiler, zincir reaksiyon şeklinde
başlar. Mukozit kemoterapi uygulandıktan yaklaşık 5-8 gün sonra ortaya çıkar, 7-10
gün sonra skar bırakmadan iyileşir (32).
4.2.2. İmmunosupresif Hastalarda Oral Enfeksion Şikayetleri
Kemoterapi alan hastalarda enfeksiyon şikayetleri, myelosupresyon ve
immunosupresyonun derecesine bağlıdır. Akut lösemili hastaların %70’i, solid tümör
ve lenfomalı hastaların %50’si enfeksiyon sebebi ile yaşamını yitirir. Oral kavite,
mikroorganizma rezervuarıdır. Bu yüzden, potansiyel enfeksiyon bölgesidir. Tüm
oral mikroorganizmalar bu hastalar için ölümcül olabilir (4).
32
Kemik iliğini baskılayan ilaçlar genelde metotreksat, donorubin, doksorubin
hidroklorid, siklofosfamid ve diğer alkilleyici ajanlardır. En sık görülen oral
enfeksiyon kandidadır. İyi kontrol edilemeyen oral kandida, aspirasyon riskini
arttırır, kandida özefajiti ve kandidemiye neden olabilir. Kanser tedavisi alan
hastalarda oral enfeksiyona en sık yol açan virus Herpes simpleks tip I’dir. Primer
enfeksiyon veya latent virus reaktivasyonu ile ortaya çıkabilir. Klinik olarak
mukozite benzer oral lezyonlar ve perioral veziküller şeklinde görülür. Herpes zoster
de kanser hastalarında benzer tabloya yol açabilir ancak farklı olarak genellikle tek
taraflı ve 5. kranial sinirin bir dalının trasesi boyunca ortaya çıkar (33).
Kemoterapötik
ilaçlar
kronik
dental
patolojiyi
akutlaştırabilir.
İleri
periodontal lezyonlar derin kemik içi cep, periapikal kemik lezyonları, çoklu kemik
nekrozu ve sökestrasyon yapabilir. Kemik iliğinin baskılanması özellikle,
periodontal lezyonlu hastalarda spontan ve inatçı kanamalar yapabilir. Normal
trombosit sayısı yetişkinde 150.000-300.000/mm³’tür. Bu sayı, uzun süre kemik iliği
baskılanmasına maruz kalan kişilerde 5.000/mm³’e kadar inebilir (34). Bu hastalarda
ileri periodontal lezyonlar, hayati tehlike oluşturabilir. Birçok onkolog, hastalarının
diş bakımı konusuna ilgi göstermez (4).
4.2.3. Tükürükteki Değişiklikler
Kemoterapi sonrası tükürük kalite ve kantitesi sıklıkla düşer. Tükrük bezi
lezyonları bu hastalarda Sjögren sendromuna benzer. Başlangıç tedavisinden sonra
akış azalması 2 gün içinde fark edilebilir. Hastalar genel ağız kuruluğu ve yapışkan
mukustan şikayet eder. Uzamış kserostomi ve düşük pH, periodontal hastalık, çürük
ve enfeksiyona yatkınlık oluşturur.
33
Tükürük miktarındaki azalma, dilde yanma hissi, kötü ağız kokusu, konuşma
zorluğu, dudaklarda kuruma ve köşelerinde çatlamalar, kuru yiyecekleri yemekte ve
yutmakta zorluklar, protez kullanımında sorunlar, susama hissi, tat alma duyusunda
azalma ve yutma güçlüğü gibi fonksiyonel değişiklikler yanında ağız temizliğinin
azalması, enzim ve immunglobulinlerde azalmaya da yol açar. Bu nedenle ağız
kuruluğu olan hastalarda dental ve periodontal enfeksiyonlar ile diş çürükleri gelişme
olasılığı artmıştır. Bu durum, kserostomi ve tükrük asiditesine bağlıdır. Yapılan
çalışmalarda pH 5-5.5 olarak kaydedilmiştir (35).
4.3. Radyoterapide Oral Komplikasyonlar
4.3.1. Mukozit
Radyoterapi görmüş hastada akut reaksiyon olarak en sık görülen sorun
mukozittir. Oral mukozit ve stomatit anlamları aynı gibi kullanılsa da farklı bulguları
ifade eder. Oral mukozit kemoterapi ve radyoterapi sonrası ağız mukozasında
görülen enflamasyonu tanımlar, stomatit ise ağıziçi dokulardaki (oral mukoza ve
periodonsiyum) herhangi bir sebebe dayalı enflamasyonun genel adıdır. Yani
stomatit, mukozit terimini de içine alır. Mukozit tipik olarak eritemle başlayan ve
daha sonra ülserasyon gösteren bir rahatsızlıktır (4).
Radyoterapi başlangıcından sonraki 2 hafta içinde mukozitin klinik olarak
eritem ve ödemle karakterli erken bulguları ortaya çıkar. Hastanın bu dönemde
yanma, sıcak ve baharatlı yiyecekleri tolere edememe gibi şikayetleri olabilir.
Radyoterapi uygulanan sahanın tümündeki mukoza etkilenebilir; ancak en sık olarak,
yanakların iç yüzü, yumuşak damak ve dilin yan yüzünde oluşur. Radyoterapinin
toplam dozu arttıkça eritem ülsere doğru ilerler. Travma bu gidişatı hızlandırdığı
için, radyoterapiden önce lokal irritasyon yaratacak bölgelerin ortadan kaldırılması
34
önemlidir. Ülsere olmuş lezyonlar ağrı ve yutma güçlüğü gibi ciddi sorunlara, ayrıca
hem oral hem de sistemik enfeksiyonlara kaynak oluşturabilir. Lezyonlar kendini
sınırlayıcıdır, skar bırakmadan ortalama olarak radyoterapinin bitiminden itibaren 23 hafta sonra kaybolur (36). Radyoterapi sonucu gelişen mukozitin ciddiyeti ve
kinetiği total radyoterapi dozuna ve dozun hızına, lokal irritasyon, sekonder
enfeksiyon ve ağız kuruluğu varlığına bağlıdır. Hızlı ortaya çıkan mukozit genel
olarak uzun sürer. Tedavi öncesinde ağız içinde irritasyon oluşturan odak varlığında,
mukozit gelişim şansı fazladır ve iyileşmesi daha uzun zaman alır (20).
4.3.2. Kserestomi ve Tat Kaybı
Baş ve boyun bölgesine uygulanan radyoterapi süresince, son derece radyosensitif
olan tükürük bezleri de radyasyona maruz kalır. Hastalığın lokalizasyonu ve
yayılımına bağlı olarak major ya da minör tükürük bezlerinin tümü veya bir kısmı
radyasyondan etkilenir ve hastada kserostomi ortaya çıkar. Kserostomi belirtileri;
genellikle dişlerde yaygın çürük, mukozada epitelyal atrofi, enflamatuar çatlaklar ve
tükürük bezi enfeksiyonuyla sonuçlanan yanma hissi, dil ve dudaklarda hassasiyet,
mukozada ülserler, protezi tutma zorluğu, tat ve koku anomalileri, dilin damağa
yapışması ve çiğnemede güçlük şeklinde yakınmalardır (37).
Tükürükteki fonksiyon bozuklukları yaşamsal tehlike oluşturmasa da,
hastanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Radyoterapi süresince,
etkilenen tükürük bezlerinin fonksiyonlarında bozukluk ortaya çıkar. Baş ve boyuna
uygulanan radyoterapilerde, ilk fraksiyondan sonraki birkaç saat içinde geçici
hassasiyet ve bazen de tükürük bezlerinde şişme görülür. Bu erken reaksiyon
genellikle birkaç gün içinde azalır. 2,25 (Gray) Gy’lik tek doz uygulamasından 24
saat sonra ise tükürük salgısında bir azalma olur (38).
35
Uyarılmış tükürük akışı, radyoterapinin ilk haftasının sonunda %50 oranında
düşer (birikimli 10 Gy dozda). Eğer haftada 10 Gy doza sürekli devam edilirse,
tedavinin 6. haftasında maksimuma ulaşan, başka tükürük fonksiyonu bozuklukları
gözlenir (39). Kserostomi oluşturacak toplam doz, en düşük 40 Gy’dir (40). Tükürük
akış hızı, radyoterapi sırasında azalmaya devam eder ve 6-8 hafta sonunda güçlükle
ölçülen bir miktara kadar iner (41). Ağız kuruluğu, tükürük bezinin radyasyona
maruz kalan hacmine, toplam radyasyon dozuna ve hastanın özelliklerine bağlı
olarak birkaç ay veya yıl boyunca sürebilir ya da bir daha hiç düzelme izlenmeyebilir
(42).
Azalan tükürük akışının yanı sıra tükürüğün viskozitesinde, sodyum, klor,
kalsiyum, magnezyum ve protein konsantrasyonlarında artış, pH, bikarbonat
konsantrasyonu ve IgA miktarında azalma görüldüğü bildirilmiştir. Radyasyon
bölgesine giren tükrük bezlerinin
sayısına göre ağız kuruluğu önem kazanır. Seröz hücreler, müköz hücrelerden daha
çok etkilenir. Tükrük yapışkan, sarımsı beyaz renk alır. Radyasyon öncesi ortalama
pH 6.54 iken sonrasında 5.48'e kadar düşebilir (43).
Tat kaybı genellikle radyoterapinin yarısında başlar. Tat tomurcuklarının
yüzeyinfr genellikle direkt olarak zarar görülür. Bu zarar, tükürükte azalma, tükürük
kıvamında yoğunlaşma ve mukozitle birleşince, tat kaybı olarak ortaya çıkar. Tat
duyusu kısmen veya tamamen yerine gelebilir, ancak bunun için 6 ay veya daha uzun
süre geçebilir. Bu problemin etkili bir çözümü yoktur (44).
4.3.3. Radyasyon Çürükleri
Ağızda yer alan çevresel değişikliklerin sonucunda farklı tipte bir rampant
karies radyoterapiden sonra sık sık meydana gelmektedir. Radyasyon çürüğü olarak
adlandırılan bu olay belirli bir paterni takip eder. Diş çevresinde bukkal, lingual,
36
servikal alanlar ve daha önce atrisyona uğramış tüberküller en çok etkilenir.
Mandibular ön dişlerin arayüzleri özellikle radyasyon çürüğüne en yatkın
bölgelerdir. Radyasyon çürüğü genellikle dişin bukkal ya da lingualinde beyaz spot
lezyonu olarak başlar, tedavi edilmezse de servikal bölgeyi sararak dişin kuronunun
kopmasına neden olabilir. İnsizalden ve oklüzalden açığa çıkan dentin kahverengi ve
yumuşaktır. Genellikle de mineye zarar gelmeden alttaki dentin çürümüş olur.
Görüldüğü gibi radyasyon çürüğü pulpanın sekonder dentin yapımını sağlamasına
izin verecek kadar yavaş gelişir. Klinik olarak çürüğü temizlerken pulpanın açılması
sık gözlenmez, açılsa da pulpa ağrısı ciddi bir seviyede olmaz (4).
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki; ağız içindeki mikrobiyal flora kendi içinde
denge halindedir fakat radyoterapiden sonra karyojenik mikroorganizmalar lehine bir
artış yaşanır. Tükrüğün tamponlayıcı ve kayganlaştırıcı etkisi kalmayınca plak
artışıyla çürük riski de artar.
4.3.4. Radyoterapinin Periodonsiyuma Etkisi
Doğrudan radyasyon alanında kalan dişin periodontal ligament fibrilleri yön ve
ataşmanda oryantasyon bozukluğu gösterir. Membran incelir ve vaskülarite azalır.
Bu da tamir yeteneğini ve periodonsiyumun rejenerasyon kapasitesini azaltır. Ayrıca,
bu bölgede periodontal bir tedavi yapmak anlamsızdır. Sementin de tamir ve
rejenerasyon yeteneği ciddi miktarda azalmıştır. Periodontal ligament fibrilleri de
kendi vaskülarite ve hücre yapılarını kaybeder. Diş yüzeyi temizliği, kök yüzeyi
düzleştirilmesi ve mukogingival cerrahiler gibi periodontal prosedürler sonrası
reataşman gerçekleşmeyebilir. Peridontal cepler patojenler için çok uygun yerlerdir,
ayrıca, başlangıç enfeksiyonları kemik nekrozuna neden olabilir (4).
37
4.3.5. Ödem ve Trismus
Bukkal mukoza ödemi, submental ve submandibular bölgelerde ve dilde
radyoterapi sonrasında sıklıkla görülür. Özellikle dil ve yanak ısırmayla oklüzal
değişiklik meydana gelebilir. Örneğin, bukkal ve lingual küspitlerin azalması. Ciddi
ödem ve mukozit ile birlikte akut reaksiyonlar meydana geldiğinde protez taşıyan
hastalar protezlerini kullanamayabilirler. Radyal boyun diseksiyonu geçirmiş, venöz
ve lenfatik drenaj olan hastalar özellikle zor zaman geçirirler. Durumun ciddiliği, su
tutulumu ile ilgilidir. Ağrının durumu günden güne değişebilir (4).
Oral kaviteye uygulanan radyoterapi sonrası çiğneme kaslarının etrafında
fibrozis oluşmakta, bu da trismusa neden olmaktadır. Bu durum, nazofaringeal
tümörler, retromolar bölgedeki tümörler ve posterior palatinadaki tümörlerle ilgili
radyasyondan sonra ortaya çıkar (20).
4.3.6. Osteoradyonekroz
Osteoradyonekroz, radyasyon almış kemiğin hızlı ve geri dönüşsüz bir
şekilde canlılığını kaybetmesidir(33). Vaskülarizasyonunun zayıf olması ve kemik
densitesinin yüksek olması sebebi ile daha çok alt çenede gözlenir(19). Radyoterapi
uygulanan kemikte, vasküler kanallar daralmakta, kan akış hızı azalmakta ve osteosit
sayısında azalmaya neden olmaktadır, dolayısı ile kemiğin iyileşme potansiyeli de
azalır. Gerçek bir osteomyelit değildir, daha çok radyoterapiye bağlı olarak
damarlanmada azalma sonucu yara iyileşmesinde eksiklik nedeniyle olur (35). Çoğu
vaka genel olarak radyoterapiden sonraki birkaç yıl içinde ortaya çıkar, ancak
radyoterapi sonrasında herhangi bir zamanda osteonekroz gelişimi için risk
mevcuttur(33). Sıklığı ile ilgili net bilgi olmamakla birlikte %4 ile %44 arasında
sıklık oranları bildirilmiştir (45). Protez kullanmak zorunda olan dişsiz hastalarda
38
uyumsuz protezler nedeniyle, periodontal hastalık, çürükler ve periapikal hastalık
gibi aktif dental hastalıklarda daha sık görülür (36). Vakaların yaklaşık olarak
yarısında radyoterapi sonrası diş çekimi öyküsü mevcuttur. Bu nedenle radyoterapi
öncesinde dental değerlendirmenin yapılması ve var olan problemlerin radikal olarak
çözümlenmesi önerilir (33). Osteoradyonekroz vakaların üçte birinde spontan olarak
izlenebilir. Ayrıca radyoterapinin dozu, doz hızı ve uygulama sahası da osteonekroz
gelişim riskini belirler. Tümörün kemiğe komşu olduğu bölgelerde daha sık görülür.
Kötü ağız bakımı, sigara ve alkol kullanımı görülme sıklığını ve ilerleyiş hızını
olumsuz yönde etkiler (20).
Klinik olarak osteoradyonekrozun ilk belirtileri ağrı, kemik parçalarının
atılması ve devamlı süpürasyondur. Radyolojik olarak yaygın bir osteoliz, düzensiz
sınırlı ve adacıklardan oluşan radyolusensidir. Eğer müdahale edilmezse kemik
çözülmeye devam eder ve sonuçta patolojik kırıklar oluşabilir (46).
5.TEDAVİ GÖRMÜŞ BAŞ VE BOYUN KANSERLİ HASTALARA DİŞ
HEKİMİ YAKLAŞIMI
5.1. Cerrahi Tedavi Görmüş Hastalara Diş Hekimi Yaklaşımı
Teknik gelişmeler, kanserli lezyonların kenarlarından tekrar etmelerini önlemiş
ve lezyonların gerçek sınırlarıyla rezeke edilmelerini sağlamıştır. Cerrahlar genelde
marjinal osteotomiyi tercih eder. Bu yüzden amputasyon tüm çeneyi içine alacak
şekilde öngörülüyorsa rekonstrüksiyon zorunludur. Bugün, baş ve boyun kanserli
hastalarda fonksiyon ve estetik kayıpları, mikrovasküler cerrahi ve osteointegre
implantlarla yerine konabilmektedir. Diş hekimleri, bu rekonstrüksiyonda en önemli
rolü üstlenmişlerdir.
Operasyon öncesi detaylı bir planlamayla; mukozal, radyal ve
fibular flaplar ve de implant destekli protetik restorasyonlar kullanılarak ya da bu
39
yöntemlerin kombinasyonlarıyla yüzün dış görünümü, normal çiğneme hastaya en
doğru şekilde geri verilebilir (4).
5.2. Kemoterapi Alan Hastalara Diş Hekimi Yaklaşımı
Ağız bakımı kemoterapi alan hastalarda çok önemlidir. Kemoterapi alacak
hastalarda yapılacak ilk iş; profesyonel plak kontrolü ve ağız bakımı kalitesini
arttırmaktır. Hastalar ağız içi olumsuzlukların şiddetini azaltmak için ağız bakımını
korumaya teşvik edilmeli, düzenli olarak, günde 2-3 kez, özellikle yemeklerden
sonra 30 dakika içinde ve yatmadan önce ağız temizliğini yapmalıdır. Diş fırçalama
çok yumuşak bir fırça yardımıyla baskı uygulamaksızın peroksit ihtiva etmeyen
florür ve karbonat içeren bir diş macunu ile yapılmalıdır. İki ayrı diş fırçası
değiştirilerek kullanılmalı ve klorheksidinli veya hipokloritli solüsyonlarda
yıkanarak, kurutulmalıdır. Ağız duşu ve elektrikli diş fırçası kullanımı tavsiye
edilmez. Hasta eğer diş ipi kullanıyorsa mumlu ve şerit diş ipi kullanması önerilir
eğer kullanmıyorsa kullanıma alıştırmak için uygun bir zaman değildir. Dişler
fırçalandıktan sonra günde en az dört kez sabah, öğle, akşam yemeğinden sonra ve
gece yatmadan önce bir su bardağı kaynatılıp soğutulmuş suya yarım çay kaşığı
karbonat (yemek sodası) ilave edilerek hazırlanan ağız gargarası yapılması tavsiye
edilir. Özellikle kemoterapiden 7-10 gün sonraki dönemde dişler fırçalanmamalıdır,
çünkü bu dönemde dişeti kanaması ve enfeksiyon riski vardır. Fırçalamak yerine ağız
gargaraları ve karbonatlı gargara ile ağız temizlenmelidir. Kemoterapi sırasında
görülebilen kusmalardan sonra karbonatlı su ile hastanın sık sık gargara yapılmalıdır.
Eğer diş macunu hastanın ağzını veya dişlerini sızlatıyor, fırçalarken midesi
bulanıyorsa, fırçalamak yerine karbonatlı gargara yapılması önerilir (47).
40
Oral mukozit tedavisi palyatif ve semptomatiktir, çoğu çalışma ağız
bakımının ilaca bağlı mukoziti önlemese de süresini ve sekonder enfeksiyonu
azalttığını göstermiştir. Hastanın sağlık durumu debridmana müsaade etmese de oral
irigasyonlar günde birkaç kez yapılmalıdır. Etkili gargara; serum fizyolojik, %5’lik
sodyum bikarbonat çözeltisi ve hafif hidrojen peroksittir. Sodyum bikarbonat ph
yükseltir ve asidürik organizma aktivitesini durdurur (48). Hidrojen peroksit anaerop
mikroorganizmaları azaltır. Ağız kaygan olduğu sürece, mukus kurur ve epitele
yapışır. Güçlü emici ile yapılan mekanik temizlik alt dokularda kanama yapabilir.
İrigasyona ek olarak yapay tükrük kullanılabilir (4). Başlangıç tedavisi, fokal
enfeksiyon odağı olabilecek süregelen dental patolojileri önlemeyi ve elimine etmeyi
amaçlar.
Dişsiz hastalar kemoterapiden önce bir diş hekimi veya bir protez uzmanı
tarafından düzenli olarak kontrol edilirse, komplikasyon olasılığı azalır, bununla
beraber eğer protez çevresinde ülserasyon, müköz membran deskuamasyonu ve
mukozit meydana gelirse, özellikle daha iyi çiğneme ve beslenmeye ihtiyacı olan
hastalar için zorluklar ortaya çıkar. Visköz lidocaine’in ağızda dolaştırılması ve
yemekten birkaç dakika önce yutulması ve ayrıca baharatlı yemeklerden kaçınılması
ile ağrı önlenebilir. Eğer kemoterapiden önce doku düzenleyici bir materyal
kullanılmamışsa, kemoterapi sırasında uyumlu bir protez elde ederek, fonksiyonu ve
iyi çiğnemeyi dolayısıyla da iyi beslenmeyi sağlamak amacıyla doku düzenleyici
kullanılmalıdır. Ağız bakımının çok özenli bir şekilde sağlanması esastır.
Kemoterapiden kaynaklanan stomatitin semptomatik tedavisi için ağız gargarası
kullanılabilir. Bakteriyel, fungal ve viral enfeksiyonlar, erken teşhis edilerek, hemen
tedavi edilmelidir. Kemoterapiden sonra dişsiz hastada mukozit, oral mukozada
deskuamasyon, kanama ve enfeksiyon ortaya çıkabilir. Ağır vakalarda, eğer protezler
41
uyumlu değilse ve düzeltilemiyorsa kullanılmamalıdır. Bu hastalar günde en az 1800
kalorilik yumuşak, blenderden geçirilmiş veya sıvı besinler almalıdır. Daha hafif
vakalarda protezlere doku düzenleyici materyal ile geçici besleme yapılabilir,
semptomların düzelmesinin ardından, uygun yeni protez yapılmalıdır (44).
Dişli hastalarda kemoterapiden önce hastanın filmleri çekilmiş, muayenesi ve
dişlerin tedavisi yapılmışsa komplikasyonlar minimal düzeyde olacaktır. Ancak, yine
de hastalar daha önce anlatılan belirtilerin, semptomların ve komplikasyonların
bazılarını veya tümünü gösterebilirler. Hayatı tehdit eden durumlarda kemoterapi
durdurulmalı, azaltılmalı ya da değiştirilmelidir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında
diş hekimi veya protez uzmanı, cerrah, hematolog ve enfeksiyon hastalıkları kontrol
ekibiyle yakın temasta olmalıdır.
Trombosit sayısı 25.000/ mm³ den düşük olduğunda kanama kaçınılmazdır ve
diş çekimi güvenli değildir. Trombosit sayısı 100.000/ mm³ veya daha yüksek ise
uygulama genellikle güvenlidir. Beyaz kan hücrelerinin sayısı 2.000/ mm³ ise
belirgin bir enfeksiyon komplikasyonu riski vardır. Normal lökosit düzeyi, 5.000/
mm³ veya yüksek ise idealdir. Keskin kenarlı dişlerin, parsiyel protezlerin
düzeltilmesi veya hiç kullanılmaması gibi çözümler uygulanarak travma yaratacak
durumlar ortadan kaldırılmalıdır. Eğer cerrahi çekim kaçınılmaz ise, herhangi bir
travmatik girişimden önce tam kan testlerinin yapılması zorunludur. Bazı durumlarda
kemoterapiyi durdurmak ve hastanın bağışıklık mekanizmasını kuvvetlendirmek ve
kanamayı önlemek amacıyla trombosit ve kan transfüzyonu yapmak gerekebilir.
Kemoterapi sonrasında da dikkatli ağız bakımı yapılması esastır. Kemoterapötik
ajanlara bağlı olarak ortaya çıkan ağız belirtilerinin semptomatik tedavisi yapılabilir.
Eğer kanama ve enfeksiyon meydana gelirse, daha önce anlatılan yöntem
42
uygulanmalıdır. Düzenli muayene, profilaksi ve dişlerin cilalanması tavsiye
edilmektedir (45).
Evre III’te transplantasyondan sonra ilk 30 gün, ciddi enfeksiyon riski ayrıca
kemoterapi ve greft-versus-host reaksiyonlarının en ciddi komplikasyonları görülür.
Oral mukozal lezyonlar ve kserostomi sürerse Candida albicans, Herpes simplex,
Herpes zoster ve Pseudomonas gibi fırsatçı patojenler ciddi enfeksiyonlara yol açar.
Bu durumda antibiyotikler, antiviral ilaçlar ve antifungaller gereklidir. Nistatin ağız
gargarası, vajinal fitil veya ağızdan hap olarak verilebilir. Fungal peçler emici ve
künt aletlerle kaldırılabilir. Nekrotik dokular ve fungal peçler uzaklaşana kadar uzun
süreli devamlı irigasyon ve dikkatli debridman yapılır (4). Çok şiddetli
reaksiyonlarda mukozal ve gingival kanama, dudakta ve perioral bölgede viral
enfeksiyonlar oluşabilir. Bu durum dil hareketlerini kısıtlar. Gazlı bez sıcak seruma
batırılır ve kabuğu kaldırmak için uygulanır. Birçok defa uygulamak gereklidir.
Gingival kanamalar, periodontal örtü veya topikal trombin uygulamasını
gerektirebilir. Trombosit infüzyonu bile gerebilir. Mukozit ağrısının azaltılması için
palyatif ağız gargaraları disphenhydramine, kaopectate ve su 1:2:3 oranında diclonin
veya visköz lidocaine ile verilebilir (44).
Burada tartışılanlar kemoterapi hastalarının detaylı dental bakım ve desteğe
ihtiyaçları olduğunu gösterir. Ayrıca, myelosupresyon ve immünosupresyon
hastalarının dental servislerde tedaviye ihtiyaçları olduğunu vurgular. Hastalar bu
konularda bilgilendirilmeli ve tedavileri mümkün olan en erken zamanda
yapılmalıdır.
43
5.3. Radyoterapi Görmüş Hastalara Diş Hekimi Yaklaşımı
5.3.1 Mukozite Yaklaşım
Kanser tedavilerine bağlı olarak gelişen oral mukozitin önlenmesi ve
tedavisinde önemli olan faktör, mukozit gelişme riski olan hastaların ön görülmesi ve
mümkünse risk faktörlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenle baş-boyun kanseri
nedeni ile radyoterapi planlanan tüm hastalara tedavi öncesinde rutin olarak diş
hekimliği konsültasyonu istenmeli oral durum değerlendirmesi yapılmalı, saptanan
sorunlar mümkün olduğunca çözümlenmelidir. Onkolojik tedaviden önce, yapılan
dental ve periodontal değerlendirmeler, ağız bakımının idamesi, tedavi süresinde
görülebilecek oral ve sistemik pek çok komplikasyonun önlenmesinde çok önemlidir
(19). Hastalara, aldıkları tedavinin yol açabileceği oral komplikasyonlar anlatılmalı
ve tedavi sırasında ağız bakımının önemi vurgulanmalıdır.
Günümüzde oral mukozitin tedavisi semptomatiktir; ancak yeni gelişen
hedefe yönelik tedaviler bulunmaktadır. Multinational Association for Supportive
Care in Cancer ve International Society of Oral Oncology (MASCC/ISOO) oral
mukozitin tedavisi konusunda kılavuz yayınlamışlardır (49). Bu kılavuza göre oral
mukozitin tedavisi; beslenme desteği, ağrı kontrolü, ağız bakımı, ağız kuruluğunun
semptomatik yöntemlerle giderilmesi, oral kanamaların kontrolü ve oral mukozitin
tedavi seçeneklerini içermektedir.
Beslenme Desteği
Oral mukozitte ağız içinde gelişen ağrılı lezyonlar nedeni ile hastanın ağızdan
beslenmesi de olumsuz etkilenir. Radyoterapi veya kemoterapiye bağlı gelişen oral
mukozitte hastaların tat alma duyuları ile ilgili değişiklikler olabilir. Oral mukozit
başlangıcında hastalara katı gıdalar yerine yumuşak besinleri ve sıvı gıdaları
44
tüketmeleri önerilir. Merkezden merkeze değişmekle beraber, şiddetli oral mukozit
gelişebilecek hastalara profilaktik gastrostomi tüpü takılabilir (19).
Ağrı Kontrolü
Oral mukozitin primer semptomu hastanın ağız yoluyla beslenmesini ve
yaşam kalitesini etkileyecek kadar şiddetli olabilen ağrıdır. Bu nedenle oral mukozite
bağlı olarak gelişen ağrının giderilmesi temel tedavi amaçlarından biridir. Oral
mukozite bağlı gelişen ağrının kontrolü için izotonik serum veya sodyum bikarbonat
sıklıkla önerilir, ancak mukozit üzerinde faydalı etkisi rapor edilmemiştir (50).
Benzidamin hidroklorür; anti-enflamatuar, analjezik ve anestetik özellikleri olan bir
nonsteroidal
gargaradır.
Bazı
çalışmalarda
baş-boyun
tümörlü
hastalarda
radyoterapinin neden olduğu mukozitin ciddiyetini ve süresini azalttığı gösterilmiştir.
Hem mukozitin önlenmesi hem de tedavisinde kullanılabilir (46). Geniş spektrumlu
bir topikal antiseptik olan klorheksidinin bu amaçla kullanımı önerilmemektedir.
Antiplak ve antifungal özelliklerinden dolayı ağız bakımı protokollerinin bir parçası
olarak kullanılabilir. Lidokain gibi bazı topikal ağrı ve hassasiyet gibi semptomları
hafifleten ilaçların kullanımı da uygun olabilir (32). Ağrı kontrolünde topikal
ajanların yanı sıra pek çok hastada opioidler de dahil olmak üzere sistemik
analjezikler gerekebilir. MASCC/ISOO kılavuzlarına göre hematopoetik hücre
transplantasyonu yapılan hastalarda ağrı kontrolü için morfin kullanımı uygun
olabilir (51).
Ağız Bakımı
Tedavi sırasında gelişen oral enfeksiyonlar, mukozitin şiddetini arttırabileceği
için ağız bakımı çok önemlidir. Yapılan pek çok çalışmada ağız bakımının
45
sağlanması
ile
oral
mukozitin
azaltılabildiği
gösterilmiştir.
Borowski
ve
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada ağız bakımı ile oral mukozitin azaldığı
gösterilmiştir (52). İyi bir ağız bakımı ile hem fırsatçı enfeksiyonlar hem de
bakteriyel enfeksiyonlar azaltılabilir (53). Özellikle eş zamanlı kemoterapi alan
immünsüprese hastalarda sekonder bakteriyemi gelişebilir. Bu nedenle ağız
bakımının iyi olması sekonder bakteriyemiye karşı da koruma sağlar. Sadece
radyoterapi uygulanan hastalarda oral mukozite bağlı septisemi gelişme riski
düşüktür (54).
Ağız Kuruluğunun Palyasyonu
Radyoterapiye bağlı gelişen ağız kuruluğunun önlenmesi ve tedavisinde
amaç; mümkünse radyoterapi sahasına giren tükürük bezi hacmini azaltmak, lokal
veya sistemik ajanlar ile tükürük salgısını arttırmaktır (55). Bu amaçla kullanılan
sistemik ajanlar doğal tükürük oluşumunun artmasını sağlamaktadır. Pilocarpine
(Salagen, 5 mg), Cevimeline (Evoxac, 30 mg), Anetholedithiolethione (Sialor, 25
mg), Bethanechol (Urecholine, 25 mg) ticari ürünleri tükürük akış hızını
artırmaktadır (34). Şekersiz sakızlar, veya pastiller rezidüel tükürük bezi fonksiyonu
ile tükürük salgısını artırabilmektedir. Ayrıca radyoterapi uygulaması sırasında
radyoprotektif ajanların (amifostine) kullanımı ağız kuruluğu gelişimini önlemek için
önerilebilir. Ayrıca, azalmış tükrük salgısı karboksimetilsellüloz içeren ve tükürüğe
benzeyen ajanlarla tamamlanabilir (50). Tükürük bezleri fonksiyonunu kaybettiği
zaman, onun yerini tutacak optimal bir ajan bulunmamaktadır. Yapay tükürük,
antibakteriyel özelliği olmadığı ve antikor içermediği için tükürüğün antimikrobiyal
özelliklerinden yoksundur ve daha çok nemlendirici olarak kullanılmaktadır. Bunlar;
46
UniMist (Weston Health), Mouth Kote (Parnell Pharmaceuticals), Oral Balance Gel
(Laclede Pharmaceuticals), Xialine GS sprey (Lommerse Pharma)’dir (56).
Oral Kanamaların Kontrolü
Radyoterapi
ile
eş-zamanlı
kemoterapi
uygulanan
bazı
hastalarda
trombositopeniye bağlı olarak oral mukozit lezyonlarında kanama olabilir. Topikal
hemostatik ajanlar ile (jelatin sünger gibi) ile lokal kanama kontrol edilebilir (57).
Trombosit sayısı 20.000/ mm³’den az olan hastalarda, spontan internal kanama
gelişebileceği için trombosit transfüzyonu yapılmalıdır.
Oral Mukozitte Diğer Tedavi Seçenekleri
Oral mukozitin önlenmesinde veya şiddetinin azaltılmasında pek çok yöntem
denenmiştir. Bu yöntemlerin MASCC/ISOO kılavuzlarında yer alanları şunlardır:
Kriyoterapi: Buz parçacıklarının oral mukozaya kemoterapi uygulanması
sırasında yerleştirilmesi kemoterapötik ajanın oral mukozaya yayılımını yavaşlatır.
Bu etki, buz parçacıklarının lokal vazokonstrüktif etkisi ile oral mukozada kan
akımının azalmasından kaynaklanır. MASCC/ISOO kılavuzlarında kriyoterapi; bolus
dozda
5-Florourasil
ve
melfalan
uygulanan
hastalar
için
önerilmektedir.
Kriyoterapinin radyasyona bağlı gelişen oral mukozitte yeri yoktur (57).,
Büyüme faktörleri: Oral mukozitin patogenezinde; oral mukozada yer alan
epitel hücrelerin çoğalma kapasitesinin azalmasının önemli bir yeri olduğu
bilinmektedir. Bu nedenle farklı büyüme faktörlerinin oral mukozit tedavisinde
kullanımı gündeme gelmiştir. Yapılan çalışmalarda rekombinan human keratinosit
büyüme faktörü-1’in (Palifemin, Amgen) oral mukozit tedavisinde etkin bir ajan
olduğu bulunmuştur (58). MASCC/ISOO kılavuzlarında belli hastalarda bu ajanların
kullanımı
önerilmektedir
(59).
Palifermin,
47
Amerika’da
Food
and
Drug
Administration (FDA) onayı almıştır. Diğer taraftan, rekombinan human keratinosit
büyüme faktörü-2’nin (Repifermin) ciddi mukoziti bulanan hastalarda etkinliği
gösterilememiştir (60). Intravenöz human fibroblast büyüme faktörü-20 (Velafermin)
kullanımının otolog kök hücre transplantı yapılan hastalarda oral mukoziti azalttığı
gösterilmiştir (61). Baş-boyun kanseri nedeni ile radyoterapi uygulanan hastalarda
büyüme faktörlerinin etkinliği konusunda yapılan çalışmalar mevcuttur.
Lazer tedavisi: Düşük enerji düzeyinde lazer tedavisinin kemoterapi ve/veya
radyoterapiye bağlı gelişen oral mukozitin tedavisinde etkin olduğunu gösteren pek
çok çalışma bulunmaktadır (62,63). Düşük enerji düzeyinde lazer tedavisinin etki
mekanizması henüz aydınlatılmamış olsa da; reaktif oksijen türlerinin miktarını
ve/veya proenflamatuvar sitokinlerin salımını azaltarak etki ettiği düşünülmektedir.
MASCC/ISOO kılavuzlarına göre lazer tedavisi kemoterapiye bağlı oral mukozitte
destek tedavi olarak kullanılabilir (56).
5.3.2. Kserestomiye Yaklaşım
Tükürük Bezlerini Koruyucu Radyasyon Tekniği
Radyasyonun 3 boyutta planlanması, radyasyon hedefine komşu dokuları
ekspoze etmekten kaçınmak için sınırlandırılmış bir tekniktir. Bu yöntemle özellikle
parotis olmak üzere tükrük bezi dokuları ve tükrük üretimi korunmuş olur ve
kserostomide hafifleme görülür. Parotis bezi koruyuculu radyoterapide, 26 Gr'lik doz
uyarılmış tükrük bezi akışını koruyabildiğimiz bir yöntemdir (4).
Submandibular Bez Transferi
1980’lerin başında ortaya atılan bu teknik, bir submandibular bezi fasiyal
arter, ven ve submandibular gangliondan ayırmadan submental boşluğa transfer
ederek uygulanır. Bu yöntem tüm hastalar için uygun değildir ve klinik olarak
48
servikal lenf nodlarında lenfadenopati olmamalıdır. Ayrıca primer tümörün olduğu
bölgenin ters bölgesindeki bez seçilerek yapılmaktadır. Bu şekilde tedavi edilen
hastaların
tedavi
sonrası
kserostomi
yakınmalarının
çok
az
cerrahi
komplikasyonlarının ise az olduğu tespit edilmiştir (4).
5.3.3 Restoratif Tedaviler
Radyoterapi görmüş hastalarda uzun dönem başarı, hastanın dikkatine
bağlıdır. Restorasyon yapılırken dişlenme durumu, hasta toleransı, materyaller ve
fiyat düşünülmelidir. Kötü prognozlu hastalarda tedavi sınırlıdır. Önemli olan ağrı
kontrolü ve hasta konforudur. Çürük lezyonlarında asıl amaç; çürüğü kontrol altına
almaktır. Çürük uzaklaştırılıp çinko oksit öjenol ile geçici olarak restore edilir. Diğer
seanslarda restorasyonlar teker teker tamamlanır. Döküm restorasyonlar pahalı ve
uzun sürelidir. Dişetlerinin durumları ise hassastır. Sabit protezli bireylerin hijyeni
sağlaması daha zordur. Yapılacaksa bevel kenarlı kesimler yapılmalıdır. Hareketli
bölümlü protezler ve total protezlerde ise daha önce bahsettiğimiz kemoterapi gören
hastalarda uygulanan prosedürler uygulanır.
En pratik olan materyal amalgamdır. Yerleştirmek daha kolaydır ve uzun süre
dayanır. Çalışma zamanı uzundur. Radyasyon çürüğü dişi koleden çevreler.
Kondansasyon zordur. İki seansta yapılırsa daha kolay olur. Ön bölgede undercut ile
retansiyon sağlanabilir. Direkt radyasyona maruz kalan lezyonlu dişler çekilmelidir.
Böyle bir dişi korumak ileride komplikasyona davetiye çıkartmak olacaktır. Direkt
radyasyona maruz kalmamış dişlere ise kanal tedavisi yapılabilir. Dişin pozisyonu
değerlendirilmelidir (4).
Günlük
topikal
florür
uygulamanın
radyasyon
çürüğünü
azalttığı
görülmüştür. Gargara, diş macunu ve jel formunda ajanlarla günde 5 dakika
49
uygulama yapılması gereklidir. Uygulama yöntemi süreden daha önemlidir. Ayrıca
florür uygulamaları diş fırçalama ve diş ipi kullanımının yerini alamaz. Diş yüzeyi
temiz değilse flor uygulamaları sırasında diş flor alamaz. Florun alınma formu
hastaya bağlıdır. Hasta her gün almalıdır çünkü alınan flor 24 saatte etkisini yitirir.
5.3.4. Periodontal Tedaviler
Periodonsiyum yüksek doz radyasyona duyarlıdır. Periodonsiyum ve
periosttaki kan damarları da etkilenir ve periodontal ligament de etkilenebilir. Erken
radyolojik değişiklik alveol kret görüntüleridir. Radyoterapiyle birlikte periodontal
ligament aralığı genişler ve kemik trabekülleri yıkıma uğrar. Bu değişimler
periodontal hastalık riskini artırır. Aynı zamanda kanlanmanın azalmasına bağlı
olarak kemiğin remodelasyon ve tamir yetenekleri de azalmıştır. Bunlara ek olarak
hastanın ağız hijyenine dikkat etmemesi de eklenince periodontal yıkım
kaçınılmazdır. Oklüzal travma da periodonsiyumdaki bozulmanın sebeplerindendir
(4).
Radyoterapi sonrasında periodontal tedaviler, damarlanmanın bozulması ve
osteoradyonekroz riski yüzünden ne yazık ki yapılamamaktadır. Diş hekimleri
periodontal tedaviden önce bu komplikasyonları düşünmeli ve hastaları bu yönde
bilgilendirmelidir.
Sonuç olarak, hastalar radyoterapi almadan önce çok iyi bir periodontal
tedavi görmeli ve ağız bakımı eğitimiyle birlikte motive edilmelidir. Bu sadece
periodontal yıkım değil oluşacak tüm komplikasyonları azaltacaktır.
5.3.5. Diş Çekimi
Radyoterapi sonrası diş çekimi, osteoradyonekrozun esas sebebi olarak
görülüyordu. Çekime bağlı risk sanıldığı kadar yüksek değildir. Yapılan
araştırmalarda çıkan sonuçlar karşılaşılan problemlerin radyasyon alan bölgedeki
50
damarlanmanın
bozulmasıyla
birlikte
ortaya
çıktığını
göstermektedir.
Komplikasyonlar önceden var olan pulpal ya da periodontal hastalığa bağlı kemik
lezyonu, çekim şekli, radyoterapi ve çekim arası geçen süreye bağlıdır.
Radyasyon sonrası çekim gerekliyse hastaya cerrahiden 1 gün önce ve 2 gün
sonrasına kadar antibiyotik profilaksisi uygulanmalıdır. Bunun için en uygun olan
antibiyotik; 6 saatte 1; 500 mg penisilindir (34). Alveol kemiği şekillendirilmelidir.
Çekim bölgesi gergin olmayan doku flebi ile kapatılmalıdır. Sınırlı kan desteğini
kaybetmemek için tek seferde 2 maksimum 3 diş çekilebilir.
Radyoterapi ve çekim arası süre iki şekilde değerlendirilir. Birincisi,
radyasyona bağlı değişiklikler genç hastalar hariç çoğu hastada geri dönüşümsüzdür.
Herhangi güvenli bir aralık belirlenemez. İkincisi ise çekim ile radyoterapi arası kısa
tutulduğunda doku değişimleri erken fazdadır ve iyileşme kapasiteleri göreceli
olarak yüksek seviyededir (4).
5.3.6. Osteoradyonekroza Yaklaşım
Osteoradyonekroz, baş ve boyun bölgesine uygulanan radyasyon tedavisinin
en ciddi komplikasyonudur. Radyasyon, travma ve enfeksiyon bu patolojik oluşuma
neden olan 3 temel faktördür. Yüksek dozda radyasyon alan kemik; hipovasküler,
hiposelüler ve hipoksik olur. Bu da kalıcı hücresel ve vasküler hasarla sonuçlanır.
Travmaya bağlı spontan doku bozulmaları iyileşmeyen yaralara yol açar. Dişler,
dişeti ve hasarlanmış mukoza enfeksiyöz ajanlar için bir giriş kapısı olarak
davranabilir (64). Kemik aynı hacimdeki bir yumuşak dokudan daha çok radyasyonu
absorbe eder mandibulanın yoğunluğu maksilladan fazladır. Yüksek yoğunluk, düşük
damarlanmayla birleşince mandibulayı osteoradyonekroza yatkın hale getirir.
Osteoradyonekroza müdahale konservatif bir tedaviden radikal bir cerrahi
müdahaleye kadar değişmektedir. Küçük nekroz alanları, genel ve sürekli irigasyon,
51
dikkatli bir temizlik ve yumuşak doku örtüsünü sağlamak için keskin kemik
çıkıntılarının yuvarlatılması ile iyileşir. Sadece mobil olan kemik sökestrleri
alınmalıdır. Bölgeye denk gelen protezler rahatlatılmalı, hatta yara bölgesi iyileşene
kadar kullanılmamalıdır. Antibiyotik grubu + çinko oksit+neosporin (polimixin
B+neomisin+bacitrasin ya da gramisin) karışımının topikal uygulanması tavsiye
edilmekte, fakat kullanılışları tartışılmaktadır (65).
Hastalar ağız bakımı uygulamalarını kesinlikle ihmal etmemelidir. Her hafta
kontrole çağrılmalıdır. Radyoterapi görmüş hastalarda kemiğin açığa çıkması
nedeniyle, radyoterapi görmemiş hastalara göre iyileşme daha geç olmaktadır.
Antibiyotikler akut enfeksiyonun sürdüğü zaman içinde yararlı olabilirler. Ancak çok
uzun süre devam edilmemelidir. Bu nedenle rezistans mikroorganizmalar
oluşabilir.(66)
Meydana gelen radyonekroz tedavi edilmez ise, tüm kemiklere yayılma riski
vardır. Yayılma durumuna, genellikle şiddetli ağrı, kemiksi çıkıntıların yapımı,
cerahat toplanması ve belirgin kötü ağız kokusu eşlik eder. Bir seride hastaların
%5’i,
kendi
neoplastik
hastalıklarına
dair
hiçbir
belirti
olmaksızın
bu
komplikasyondan yaşamını yitirmiştir. Bu lezyonun insidansı %4-35 arasında değişir
ve radyasyon dozunun artmasıyla mortalite riski de artış gösterir. Orta voltaj yerine
megavoltaj terapinin kullanımı radyonekroz riskini arttırır. Radyoterapideki
ilerlemeler ve uygun dental bakım ile insidans % 5-10 arasında olabilmektedir (67).
52
ÖZET
Son dönemlerdeki gelişmelerle beraber baş ve boyun kanserin teşhisi daha
kolaylaşmış ve toplumdaki baş ve boyun kanserli hasta sayısı artmıştır. Fakat
teşhisteki bu gelişmelere rağmen tedavi seçenekleri pek değişmemiştir. Bu sebepten
dolayı baş ve boyun kanserlerinin tedavisinden sonra birçok oral komplikasyon
ortaya çıkmaktadır.
Baş ve boyun kanserleri tedavileri multidisiplinerdir. Bu yüzden tedaviye
katılacak tüm uzmanlar bilgilerini daima güncel tutmalıdır. Diş hekimleri bu çalışma
grubunda önemli bir yere sahiptir. Diş hekimlerine burada düşen en önemli görev
yapılacak tedavilerden sonra ortaya çıkacak olan oral komplikasyonlara karşı hastayı
bilgilendirmek ve gerekli tedavileri yapmaktır. Diş hekiminin böyle bir hasta için
yapacağı en önemli şey eksiksiz bir şekilde ağız bakımını sağlamaktır. Bunu
sağlamak için de hastayı motive etmek ve gerekli tedavileri yapmak ileride oluşacak
komplikasyonları gözle görülür şekilde azaltacaktır.
Tedavilerden önce tüm dental problemler ortadan kaldırılmalı ve mümkün
olduğunca iyileşmeleri için süre tanınmalıdır. Baş ve boyun kanserli hastalarda
tedavinin aciliyetinden dolayı iyileşme süresi pek sağlanamamaktadır.
Sonuç olarak diş hekimleri; oral kanserleri klinik olarak tanıyabilmeli,
prognozlarını bilmeli; tedavi yöntemlerine ve bunların yan etkilerine hakim olmalı,
böylece hastayı yönlendirebilmeli ve gerekli tedavileri uygulayabilmelidirler.
53
KAYNAKÇA
1. T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Baş ve Boyun Kanserleri,
Ankara, 2013.
2. Kjaerheim K, Gaard M, Andersen A (1998). The role of alcohol, tobacco, and
dietary factors in upper aerogastric tract cancers: a prospective study of 10,900
Norwegian men. (Üst solunum ve sindirim yolu kanserlerinde alkol, tütün ve
beslenme faktörlerinin rolü) Cancer Causes Control 9, 99-108.
3. Gültekin M, Boztaş G, Türkiye Kanser İstatistikleri, Türk Halk Sağlığı Kurumu,
Ocak,2014.
4. Akyol GD, Tedavi Görmüş Baş Boyun Kanserli Hastalarda Dişhekiminin
Yaklaşımı, , Mezuniyet tezi, Ege Üniv. Diş. Hek. Fak., 2009.
5. Vaughan CW, Homburger F, Shapshay SM, Soto E, Bernfeld P.Carcinogenesis in
the upper aerodigestive tract. Otolaryngol Clin North Am 1980,13,403–412.
6. Sellars SL. Epidemiology of oral cancer. Otolaryngol Clin North Am 1979,12,45–
55.
7. Polat B, Hafız G, Baş Boyun Kanserleri, İstanbul Üni. Kulak Burun Boğaz
Anabilim Dalı, İstanbul, 2006.
8. Goldsher M, Bartal A, Eliachar I, Robinson E. Laryngeal carcinoma associated
with multiple additional primary tumors. Immunologic studies. Arch Otolaryngol
1977,103,550–552.
54
9. Özcan G, Kurul S, Unur N,Baş-Boyun Kanserinde Radyoterapi ile Kombine
Uygulanan Cerrahi Tedavide Büyük Defektlerin Rekonstrüksiyonu, Bezm-i Alem
Valide Sultan Vakıf Gureba Hastahanesi Dergisi, 13(3-4), 463-471, 1986.
10.Erol N, Primeri Bilinmeyen Baş-Boyun Tümörlerinde Tedavi Sonuçları,
Uzmanlık Tezi, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, 2008.
11. Mendenhall WM, Mancuso AA, Parsons JT, Stringer SP, Cassisi NJ. Diagnostic
evaluation of squamous cell carcinoma metastatic to cervical lymph nodes from an
unknown head and neck primary site. Head Neck 1998, 20,739-744.
12. Mendenhall WM, Parsons JT, Mancuso AA, Stringer SP, Cassisi NJ. Head and
neck, Management of the neck. Perez CA, Brady LW (editörler). Principles and
Practice of Radiation Oncology Lippincott, Philadelphia. 1997, pp. 1135-1156.
13. Elsheikh MN, Rinaldo A, Hamakawa H, Mahfouz ME, Rodrigo JP, Brennan J,
Devaney KO, Grandis JR, Ferlito A. Importance of molecular analysis in detecting
cervical lymph node metastasis in head and neck squamous cell carcinoma. Head
Neck. 2006 Sep,28(9),842-9. Review.PMID 16691557 [PubMed - indexed for
MEDLINE].
14. Lothaire P, de Azambuja E, Dequanter D, Lalami Y, Sotiriou C, Andry G, Castro
G Jr, Awada A. Molecular markers of head and neck squamous cell carcinoma,
promising signs in need of prospective evaluation. Head Neck. 2006 Mar,28(3),25669 Review.PMID 16284973 [PubMed - indexed for MEDLINE].
15. Mack Y, Parsons JT, Mendenhall WM, Stringer SP, Cassisi NJ, Million RR.
Squamous cell carcinoma of the head and neck, Management after excisional 103
biopsy of a solitary metastatic neck node. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1993, 25,619622.
55
16. Goephert H. Evolution of Elective Neck Dissection. Proceedings of the 5th
International Conference on Head and Neck Cancer , San Francisco, 2000.
17. Sonis ST, Woods PD, et al. Oral complications of cancer therapies. Pretreatment
oral assessment. NCI Monogr 1990, 9, 29-32.
18. Rubenstein EB, Peterson DE, Schubert M, Keefe D, McGuire D, Epstein J,
Elting LS, Fox PC, Cooksley C, Sonis ST. Clinical practice guidelines for the
prevention and treatment of cancer therapy-induced oral and gastrointestinal
mucositis. Cancer 2004, 100, 2026-2046.
19. Mealey BL, Semba SE, et al. Dentistry and the cancer patient, Part 1--Oral
manifestations and complications of chemotherapy. Compendium 1994, 15, 1252,
1254, 1256 passim, quiz 1262.
20. Yavaş Ö, Hakkı S, Oral Complications and Dental Approach in Oncology
Patients, Hacettepe Dişhekimliği Fakültesi Dergisi 29, 4 (A), 58-67, 2005.
21. Harorlı A, Çakur B, Miloğlu Ö, Oral health care in patients underwent
chemotherapy and radiotherapy, Atatürk Üni. Diş Hek. Fak. Derg., 16, 3,50-55.
22.Topuz E, Aydıner A, Karadeniz AN, Klinik Onkoloji, 318-322, İstanbul , 2000.
23. T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Radyoterapi , Ankara, 2013.
24. T.C. Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneleri Kurumu, Radyoterapi Servisi, Sakarya
Üniv. Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2012.
25. Türker A, Dizdar Ö, Kemoterapötikler, Meslek İçi Sürekli Eğitim Dergisi, 11-12,
73-85, Eylül 2009.
26.Seyrek E, Radyoizotoplarının Üretimi ve Radyoterapide Kullanımı, Gazi Üniv.
Gazi Eğitim Fakültesi Fizik Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara, 2007.
27. T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Radyasyon , Ankara, 2013.
56
28.Caglar H, Allen AM. Intensity Modulated Radiotherapy for Head and Neck
Cancer. Clinical Advances in Hematology - Oncology. 2007 Jun,5(6),425-31.
29. Nilgün Özbek Okumuş, Ahmet Deniz Meydan, Bilge Gürsel, Tenzile Ofluoğlu,
Sema Rakıcı, Eylem Odabaşı, Özge Altınsoy, Nilgün Şahin. Eksternal Pelvik
Radyoterapi’de Cihaz Seçimi Üzerine Etkili Faktörler ve Yan Etkilerin
Karşılaştırılması. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Dergisi, 2008;25(4):139-146
30. Gültekin M, Radyoterapi, Hacettepe Üniv. Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Ankara, 2013.
31. Ünsal M, Yılmaz BD, Brakiterapi, Okmeydanı Tıp Dergisi, 29(1), 35-40, 2013.
32. Sonis ST, Elting LS, Keefe D, et al. Perspectives on cancer therapy-induced
mucosal injury - Pathogenesis, measurement, epidemiology, and consequences for
patients. Cancer 2004, 100, 1995-2025.
33. Hancock PJ, Epstein JB, Sadler GR. Oral and dental management related to
radiation therapy for head and neck cancer. J Can Dent Assoc 2003, 69, 585-590.
34. Carl W. , Sako K. , Cancer And The Oral Cavity, Quintessence Publishing Co. ,
Chicago, 1986, 250.
35. Harrison JS, Dale RA, Haveman CW, Redding SW. Oral complications in
radiation therapy. Gen Dent. 2003, 51, 552-560.
36. Engelmeier RL and King GE. Complications of head and neck radiation therapy
and their management. J Prosthet Dent 1983, 49, 514-522.
37. Büyükköprü D, Dural S, Baş ve Boyun Radyoterapisinin Tükrük Akış Hızı ve
Phsına Olan Etkisinin İncelenmesi, Hacettepe Diş Hek. Fak. Derg., Cilt 32, 3, 71-78,
2008.
57
38. Mira, JG.,Wescott, WB., Starcke, E N., Some Factors Influencing Salivary
Function When Treating with Radiotherapy.,Int.J. Radiat.Oncol.Biol. Phys.,(1981) 7,
535-541.
39. Mossman, K,L., Quantitative Radiation Dose-Response Relationships for normal
Tissue in man. II. Response of the Salivary Glands During Radiotherapy. Radiation
Research., (1983), 95, 392-398.
40. Wescott, WB., Mira, JG., Starcke, EN., Shannon, IL., Tornby, JI., Alterations in
whole
saliva
flow
rate
induced
by
fractioned
radiotherapy.,
Am.J.Roentgenol.,(1978), 130, 145-149.
41. Franzen L., Funegard, U., Ericson, T., Parotid Gland Function During and
Following Radiotherapy of Malignancies in Head and Neck ., Eur. J.
Cancer.,(1992),28,457-462.
42. Marrmiroli L., Salvi G., Caiazza A., Di Rienzo L., Massaccesi M., Murino P.,
Macchia G., Dose and volume impact on radiation-induced xerostomia. Rays,
(2005), 30 (2), 145-148.
43. Keyf F, Şahin N, Radyoterapi Hastalarının Dental Yönden Değerlendirilmesi,
Gazi Üni. Diş Hek. Fak. Derg., 20(1), 49-55, 200.
44.Özcan İ, Baş-Boyun Kanseri Olan Hastalara Dişhekimliği Yönünden Yaklaşım,
Dental Tribune Derg., 6, 6-9.
45. Carl W. Local radiation and systemic chemotherapy: preventing and managing
the oral complications. J Am Dent Assoc 1993, 124, 119-123.
46. Horarlı A ,Yılmaz A. B, Akgul H.M., Radyolojide temel kavramlar ve
radyodiagnostik. Erzurum Ata. Üni.Ziraat Fak. Ofset Tesisleri,2001,45-55.
47. Türk Dişhekimleri Birliği, Kanser Tedavisi Gören Hastalarda Ağız Diş Sağlığı,
Ankara, 2009.
58
48. Lavertu P, Head and Neck Surgery, Case Western Reserve Universty, Mar 6,
2013.
49. Keefe DM, Schubert MM, Elting LS, et al. Updated clinical practice guidelines
for the prevention and treatment of mucositis. Cancer Mar 1,2007 109(5),820–831.
50. Dreizen S, Daly DE et al. Oral complications of cancer radiotherapy. Postgrad
Med 1977, 61, 85-92.
51. Barasch A, Elad S, Altman A, Damato K, Epstein J. Antimicrobials, mucosal
coating agents, anesthetics, analgesics, and nutritional supplements for alimentary
tract mucositis. Support Care Cancer Jun,2006 14(6),528–532. [PubMed 16775648].
52. Borowski B, Benhamou E, Pico JL, Laplanche A, Margainaud JP, Hayat M.
Prevention of oral mucositis in patients treated with high-dose chemotherapy and
bone marrow transplantation, a randomised controlled trial comparing two protocols
of dental care. Eur J Cancer B Oral Oncol 1994,30B(2),93–97. [PubMed 8032307].
53. Yoneda S, Imai S, Hanada N, et al. Effects of oral care on development of oral
mucositis and microorganisms in patients with esophageal cancer. Jpn J Infect Dis
Feb,2007 60(1),23–28 [PubMed 17314421].
54. Lalla RV, Sonis ST, Peterson DE. Management of oral mucositis in patients with
cancer. Dent Clin North Am 2008,52,61-78.
55. Nicolatou-Galitis O, Velegraki A, Sotiropoulou-Lontou A, et al. Effect of
fluconazole antifungal prophylaxis on oral mucositis in head and neck cancer
patients receiving radiotherapy. Support Care Cancer Jan,2006 14(1),44–51.
[PubMed 15947956].
56.Yavaş Ç, Yavaş G, Radyasyona Bağlı Gelişen Oral Mukozit ve Tedavi
Seçenekleri, Selçuk Üniv. Selçuklu Tıp Fakültesi, 2011.
59
57. Aframian DJ, Lalla RV, Peterson DE. Management of dental patients taking
common hemostasisaltering medications. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral
Radiol Endod Mar,2007 103(Suppl),S45e41–11. [PubMed 17379154].
58. Spielberger R, Stiff P, Bensinger W, et al. Palifermin for oral mucositis after
intensive therapy for hematologic cancers. N Engl J Med Dec 16,2004
351(25),2590–2598. [PubMed 15602019].
59. von Bultzingslowen I, Brennan MT, Spijkervet FK, et al. Growth factors and
cytokines in the prevention and treatment of oral and gastrointestinal mucositis.
Support Care Cancer Jun,2006 14 (6),519–527. [PubMed 16775647].
60. Human Genome Sciences reports results of phase 2 clinical trial of Repifermin in
patients with cancer therapy-induced mucositis. Rockville, MD, Human Genome
Sciences, 2004.
61. Lalla RV. Velafermin (CuraGen). Curr Opin Investig Drugs Nov,2005
6(11),1179–1185.
62. Barasch A, Peterson DE, Tanzer JM, et al. Helium-neon laser effects on
conditioning-induced oral mucositis in bone marrow transplantation patients. Cancer
Dec 15,1995 76(12),2550–2556. [PubMed 8625084].
63. Schubert MM, Eduardo FP, Guthrie KA, et al. A phase III randomized doubleblind placebocontrolled clinical trial to determine the efficacy of low level laser
therapy for the prevention of oral mucositis in patients undergoing hematopoietic
cell transplantation. Support Care Cancer. Mar 29,2007.
64. Barker GJ, Epstein JB, Williams KB, Gorsky M, Raber-Durlacher. Current
practice and knowledge of oral care for cancer patients, a survey of supportive health
care providers. Support Care Cancer. 2005,13(1),32-41.
60
65. Mealey BL, Semba SE, et al. Dentistry and the cancerpatient: Part 1-Oral
manifestations and complications of chemotherapy. Compendium 1994, 15, 1252,
1254, 1256.
66. Franzen L, Henriksson R, Littbrand B, Zacrisson B. Effects of sucralfate on
mucositis during and following radiotherapy of malignancies in the head neck
region. A double blind placebo-controlled study. Acta Oncol 1995,34,219-223.
67. Yıldırım KA, Osteoradyonekroz, Mezuniyet tezi, Ege Üniv. Diş. Hek. Fak.,2003.
61
ÖZGEÇMİŞ
1992 yılında Trabzon’da doğdum. İlköğrenimimi Maçka Cumhuriyet
İlköğretim Okulu’nda, orta öğrenimimi Trabzon Yomra Fen Lisesi’nde tamamladım.
2010 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım.
62
Download