T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA Doktora Tezi Ahmet Hamdi TOPAL ANKARA 2004 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA Doktora Tezi Ahmet Hamdi TOPAL TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Serap AKİPEK ANKARA 2004 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR................................................................................................................xiii GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM TERÖRİZM VE DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM I. GENEL OLARAK TERÖR VE TERÖRİZM .............................................................. 7 1. TANIM ........................................................................................................................ 7 A. Terör ve Terörizm Kavramları.............................................................................. 7 B. Terörizmin Tanımlanması Sorunu ........................................................................ 8 a. Tanımlama Sorununun Temel Nedenleri....................................................... 12 aa. Siyasî Nedenler ...................................................................................... 13 bb. Uluslararası Hukuktan Kaynaklanan Nedenler...................................... 17 aaa. Self Determinasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri ........... 17 bbb. Terörizm ve Diğer Şiddet Eylemleri.............................................. 26 (a). Savaş.......................................................................................... 26 (b). Gerilla Hareketleri..................................................................... 28 (c). Devlet Terörü ............................................................................ 31 (d). Devrim....................................................................................... 33 b. Terörizm Hakkında Yapılmış Çeşitli Tanımlar ve Bunların Değerlendirilmesi ............................................................................ 34 2. TERÖRİZMİN TARİHİ GELİŞİMİ.......................................................................... 40 3. TERÖRİZMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ.................................................................. 42 A. Terörizmin Nedenleri.......................................................................................... 42 B. Terörizmin Amacı ve Hedefleri .......................................................................... 46 C. Terörizmin Yöneldiği Hedefler ve Uyguladığı Yöntemler ................................. 48 D. Terörizmin Sonuçları .......................................................................................... 51 a. Siyasî Sonuçları.............................................................................................. 51 b. Maddî ve Sosyal Yapıya Yönelik Sonuçları.................................................. 53 E. TERÖRİZMİN TÜRLERİ .................................................................................. 54 a. Ulusal Terörizm ............................................................................................. 54 b. Uluslararası Terörizm .................................................................................... 55 aa. Devlet Destekli Olmayan Uluslararası Terörizm ................................... 57 bb. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm .................................................. 57 II. DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM ................................................ 60 1. TERÖRİZME YÖNELİK DEVLET DESTEĞİNİN KAPSAMI ............................. 60 A. Devletin Terörizme Sponsor Olması .................................................................. 62 B. Devletin Terörizme Fiili Destekte Bulunması .................................................... 63 C. Devletin Terörist Faaliyetlere Müsamaha Göstermesi........................................ 64 D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme Konusunda Yetersiz Kalması......................................................... 64 III. DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZMLE MÜCADELE YOLLARI................................ 65 1. BARIŞÇI YOLLAR .................................................................................................. 65 A. Hukukî Yollar ..................................................................................................... 66 a. İç Hukuk Yollarının Kullanılması.................................................................. 67 b. Uluslararası Hukuk Yollarının Kullanılması ................................................ 70 aa. Andlaşmalar Yapılması .......................................................................... 70 bb. Suçluların İadesinin Sağlanması............................................................ 74 cc. Uluslararası Mahkemeler Kurulması .................................................... 78 B. Siyasî, Ekonomik ve Diplomatik Yollar ............................................................. 82 2. KUVVET KULLANMAYA DAYALI YOLLAR.................................................... 84 İKİNCİ BÖLÜM DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI DEVLETİN ÜLKESİ DIŞINDA KUVVET KULLANMASI I. ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA YASAĞI VE İSTİSNALARI ........................................................................................ 88 1. GENEL OLARAK KUVVET KULLANMA YASAĞI ........................................... 88 A. BM Andlaşması Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı .................................. 88 a. Yasağın Niteliği ............................................................................................. 90 b. Yasağın Kapsamı ........................................................................................... 91 c. Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamına Giren Hukuka Aykırı Fiiller .............. 95 aa. Kuvvet Kullanma Tehdidi...................................................................... 95 bb. Kuvvet Kullanma................................................................................... 96 aaa. Saldırı ............................................................................................. 96 bbb. Silahlı Saldırı ................................................................................. 97 ccc. Müdahale ...................................................................................... 104 B. Uluslararası Örf ve Âdet Hukuku Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı.............................................................................................. 105 2. KUVVET KULLANMA YASAĞININ İSTİSNALARI ........................................ 106 A. Meşru Müdafaa Hakkı ...................................................................................... 107 B. Birleşmiş Milletler Kararı ile Kuvvet Kullanma............................................... 108 II............... MEŞRU MÜDAFAA HAKKINA DAYANARAK DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA ..................................................... 108 1. TERÖRİZM VE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI..................................................... 108 A. Meşru Müdafaa Hakkını Dar Yorumlayan Yaklaşım................................. 111 B. Meşru Müdafaa Hakkını Geniş Yorumlayan Yaklaşım.............................. 112 C. Meşru Müdafaa Hakkının Yorumunda Orta Yolu Benimseyen Yaklaşım ............................................................................... 118 2. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MEŞRU MÜDAFAA HAKKININ ŞARTLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ................. 120 A. Terörist Saldırıların ve Terörizme Yönelik Devlet Desteğinin Silahlı Saldırı Kavramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi ........................................... 120 a. Terörist Saldırıların Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği................................................................................. 121 aa. Devlet Dışı Aktörlerin Gerçekleştirdiği Eylemlerin Silahlı Saldırı Kabul Edilip Edilemeyeceği ................................................................ 122 bb. Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilmesi İçin Taşıması Gereken Özellikler ............................................................... 125 cc. Olayların Toplamı Teorisine Dayanarak Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Kabul Edilmesi......................................................................... 129 b. Terörizme Yönelik Devlet Desteği ve Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilip Edilemeyeceği................................................................................. 132 aa. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm Konusunda Devletlerin Yükümlülüğü ....................................................................................... 133 aaa. Doğrudan Destek Vermeme Yükümlülüğü ........................... 134 bbb. Dolaylı Destek Vermeme Yükümlülüğü ............................... 137 bb. Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Sorumluluğu ...................... 140 aaa. Sorumluluğun Türleri ............................................................. 142 (a). Aslî Sorumluluk ................................................................ 142 (b). Dolaylı Sorumluluk........................................................... 145 bbb. Yargı Kararlarında Terörist Eylem Nedeniyle Devletlerin Sorumluluğunun Doğması Hakkında Belirlenen Ölçütler.... 148 (a). Nikaragua Davası ve Etkili Denetim Ölçütü ..................... 149 (b). Tadic Davası ve Bütünsel Denetim Ölçütü ...................... 151 (c). Tahran’daki Rehineler Davası ve Onaylama Ölçütü ........ 154 cc. Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilmesi ........................................ 155 B. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanmanın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları Bakımından Değerlendirilmesi ................................................. 156 a. Terörist Saldırılara Karşı Kuvvet Kullanmanın Gerekli Olması ................. 158 b. Terörist Saldırılara Karşı Kullanılan Kuvvetin Orantılı Olması ................. 161 aa. Misli ile Mukabelede Bulunulmasını Savunan Yaklaşım ................ 162 bb. Verilecek Cevabın Geçmişte Gerçekleşen Olayların Toplamının Göz Önüne Alınarak Belirlenmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım ........................................................................... 162 cc. Terörist Tehdidin Bir Bütün Olarak Ele Alınması ve Caydırıcı Nitelikte Bir Cevabın Verilmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım..... 163 c. Aciliyet Şartı ................................................................................................ 166 d. Güvenlik Konseyine Bilgi Verme Zorunluluğu .......................................... 169 III. SİLAHLI SALDIRI BOYUTUNA ULAŞMAYAN TERÖRİST EYLEMLER KARŞISINDA ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA VE KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI ............................................................................................. 174 1. ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA........................................................................... 175 2. KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI....................................................... 182 IV. TERÖRİZME KARŞI BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI İLE KUVVET KULLANMA............................................................................................................... 185 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Uygulamaları I. TERÖRİSTLERE VE TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR ....................................................... 190 1. TERÖRİSTLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR...... 190 A. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi ..................................................... 190 a. Şeyh Obeid’in Kaçırılması..................................................................... 193 b. Fawaz Yunus’un Kaçırılması................................................................. 194 c. Lübnan Yolcu Uçağının Zorla İsrail’e İndirilmesi ............................... 194 d. Achille Lauro Olayı ............................................................................... 196 B. Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi.......................................................... 200 a. Halil El Vezir Suikastı .......................................................................... 202 b. Şeyh Yasin Suikastı ............................................................................... 203 2. TERÖR ÜSLERİNE KARŞI KUVVET KULLANMA ......................................... 204 A. İsrail’in Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı............ 204 B. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Bulunan Terörist Kamplara Karşı Gerçekleştirdiği Harekât ................................................................................. 206 II. TERÖRİZME KARIŞTIĞI İDDİA EDİLEN DEVLETLERE KARŞI KUVVET KULLANMA ................................................................................ 208 1. 1986 Libya Saldırısı ................................................................................................ 208 A. Saldırının Gerekçesi.......................................................................................... 209 B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı..................................................... 211 C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi ........................... 214 a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 214 b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 216 2. 1993 Irak Saldırısı.................................................................................................... 219 A. Saldırının Gerekçesi ......................................................................................... 220 B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı..................................................... 221 C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi............................ 224 a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................ 224 b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 225 3. 1998 Afganistan ve Sudan Saldırıları ..................................................................... 229 A. Saldırıların Gerekçesi........................................................................................ 230 B. Uluslararası Toplumun Saldırılara Yaklaşımı................................................... 234 C. Saldırıların Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi ........................ 235 a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 235 b. Genel Bir Değerlendirme............................................................................. 237 4. 11 Eylül Saldırıları ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı ................................................... 242 A. Harekâtın Gerekçesi ......................................................................................... 242 B. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve Harekâta Yaklaşımı.......................................................................................... 247 C. Harekâtın Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi .......................... 251 a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ................................................................. 251 b. Güvenlik Konseyinin VII. Bölüm Çerçevesinde Kuvvet Kullanımına İzin Verip Vermediği ............................................................. 253 c. Harekâtın İnsanî Amaçlı Müdahale ve Dost Bir Devletin Hükümetinin Daveti Üzerine Gerçekleştirilip Gerçekleştirilemeyeceği ........................... 256 d. Harekâtın Haklı Bir Meşru Müdafaa Uygulaması Olup Olmadığı ............. 258 aa. 11 Eylül Saldırılarının Silahlı Saldırı Şartı Bakımından Değerlendirilmesi................................................................................. 261 bb. Saldırıların Taliban Yönetimine İsnat Edilip Edilemeyeceği ............. 263 cc. Harekâtın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları Bakımından Değerlendirilmesi ........................................................... 266 e. Harekâtın Örf ve Adet Hukukuna Etkileri Bakımından Değerlendirilmesi .................................................................. 269 SONUÇ..................................................................................................................... 273 KAYNAKÇA ........................................................................................................... 278 KISALTMALAR ∗ Am. J. Int’l L. American Journal of International Law Am. U. Int’l L. Rev. The American University International Law Review ANC African National Congress Ann. Surv. Int’l & Comp. L. Annual Survey of International & Comparative Law Ariz. J. Int’l & Comp. L. Arizona Journal of International and Comparative Law B. C. Int’l & Comp. L. Rev. Boston College International and Comparative Law Review B. U. Int’l L. J. Boston University International Law Journal Bkz. bakınız BM Birleşmiş Milletler BMDHS Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Brook. J. Int’l L. Brooklyn Journal of International Law C. Cilt Cardozo J. Int’l & Comp. L. Cardozo Journal of International and Comparative Law Case W. Res. J. Int’l L. Case Western Reserve Journal of International Law Chi. J. Int’l L. Chicago Journal of International Law Colum. J. Transnat’l L. Columbia Journal of Transnational Law Conn. J. Int’l L. Connecticut Journal of International Law Conn. L. Rev. Connecticut Law Review Cornell Int’l L. J. Cornell International Law Journal Cornell L. Rev. Cornell Law Review Creighton L. Rev. Creighton Law Review Denv. J. Int’l L. & Pol’y Denver Journal of International Law and Policy DePaul Bus. L. J. DePaul Business Law Journal Dick. J. Int’l L. Dickinson Journal of International Law ∗ Kısaltmalarda genel olarak “A Uniform System of Citation” esas alınmıştır. Bu sistem içinde yer almayan kısaltmalar için güncel bilimsel kaynaklardan yararlanılmıştır. Dick. L. Rev. Dickinson Law Review dn. dipnot Doc. Document Duke J. Comp. Int. L. Duke Journal of Comparative & International Law ETA Euzkadi to Azkatasuna Eur. J. Int’l L. European Journal of International Law FBI Federal Bureau of Investigation Fla. J. Int’l L. Florida Journal of International Law Fletcher F. World Aff. Fletcher Forum For World Affairs FMLN Farabundo Marti de Liberacion Nacional Fordham Int’l L. J. Fordham International Law Journal G. B. J. Georgia Bar Journal G. Y. I. L. German Yearbook of International Law Ga. J. Int’l & Comp. L. Georgia Journal of International and Comparative Law GA General Assembly GAOR General Assembly Offical Records Geo. L. J. Georgetown Law Journal Harv. Int’l L. J. Harvard International Law Journal Harv. J. L. & Pub. Pol’y Harvard Journal of Law & Public Policy Harv. L. Rev. Harvard Law Review Hastings Int’l & Comp. L. Rev. Hastings International and Comparative Law Review Hofstra L. Rev. Hofstra Law Review Hous. J. Int’l L. Houston Journal of International Law Hous. L. Rev. Houston Law Review Hum. Rts. Q. Human Rights Quarterly I. Y. H. R. Israel Yearbook of International Law I. C. J. International Court Justice ILSA J. Int’l & Comp. L. ILSA Journal of International and Comparative Law Ind. Int’l & Com. L. Rev. Indiana International & Comparative Law Review Ind. J. Global Legal Stud. Indiana Journal of Global Legal Studies Int’l & Comp. L. Q. International and Comparative Law Quarterly IRA Irish Republican Army İ. Ü. H. F. M. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası J. Int’l Aff. Journal of International Affairs J. Nat’l Security L. Journal of National Security Law J. Transnat’l L. & Pol’y Journal of Transnational Law & Policy Kan. J. L. & Pub. Pol’y Kansas Journal of Law & Public Policy La. L. Rev. Louisiana Law Review Loy. L. A. L. Rev. Loyola of Los Angeles Law Review McGeorge L. Rev. McGeorge Law Review md. madde Mich. J. Int’l L. Michigan Journal of International Law Mil. L. Rev. Military Law Review Minn. J. Global Trade Minnesota Journal of Global Trade MSU-DCL J. Int’l L. Michigan State University-DCL Journal of International Law N. C. J. Int’l L. & Com. Reg. North Carolina Journal of International Law & Commercial Regulation N. C. L. Rev. North Carolina Law Review N. M. L. Rev. New Mexico Law Review N. Y. L. Sch. J. Int’l. & Comp. L. New York Law School Journal of International and Comparative Law N. Y. U. L. Rev. New York University Law Review NATO North Atlantic Treaty Organization Nav. C. L. Rev. Naval War College Review Nav. L. Rev. Naval Law Review Neth. Y. B. Int’l L. Netherlands Yearbook of International Law New Eng. Int’l & Com. L. Ann. New England International and Comparative Law Annual New Eng. L. Rev. New England Law Review No Number Nordic J. Int’l L. Nordic Journal of International Law OAS Organiziation of American States Ohio N. U. L. Rev. Ohio Northern University Law Review Okla. City U. L. Rev. Oklahoma City University Law Review Or. L. Rev. Oregon Law Review Pac. Rim L. & Pol’y Pacific Rim Law & Policy Journal Pace Int’l L. Rev. Pace International Law Review Par. Paragraf PFLP Popular Front for the Liberation of Palestine PIRA Provisional Wing of the Irish Republican Army Proc. Am. Soc’y Int’l L. Proceedings of the American Society of International Law R. G. Resmi Gazete Rep. Report Res. Resolution Rutgers L. J. Rutgers Law Journal s. sayfa S. Sayı San Diego Int’l L. J. San Diego International Law Journal SCOR Security Council Resulotion Suffolk Transat’l L. Rev. Suffolk Transnational Law Review Supp. Supplement SWAPO South West Africa People’s Organization Syracuse L. Rev. Syracuse Law Review T. F. L. R. Tilburg Foreign Law Review Temp. Int’l & Comp. L. J. Temple International and Comparative Law Journal Tenn. L. Rev. Tennessee Law Review Tex. Int’l L. J. Texas International Law Journal Touro J. Transnat’l L. Touro Journal of Transnational Law Transnat’l L. & Pol’y Journal of Transnational Law & Policy Transp. L. J. Transportation Law Journal Tul. L. Rev. Tulane Law Review Tulsa J. Comp. & Int’l L. Tulsa Journal of Comparative & International Law U. Cin. L. Rev. University of Cincinnati Law Review U. Det. Mercy L. Rev. University of Detroit Mercy Law Review U. Pitt. L. Rev. University of Pittsburgh Law Review U. Rich. L. Rev. University of Richmond Law Review UAD Uluslararası Adalet Divanı UCLA J. Int’l L. & For. Aff. UCLA Journal of International Law and Foreign Affairs UCLAS Unilaterally Controlled Latino Assets UN United Nations UNPROFOR United Nations Protection Force Va. J. Int’l L. Virginia Journal of International Law Val. U. L. Rev. Valparaiso University Law Review Vand. J. Transnat’l L. Vanderbilt Journal of Transnational Law vb. ve benzeri Vol. Volume VRS Bosnian Serb Forces W. Va. L. Rev. West Virginia Law Review Wake Forest L. Rev. Wake Forest Law Review Whittier L. Rev. Whittier Law Review Wis. Int’l L. J. Wisconsin International Law Journal Yale J. Int’l L. Yale Journal of International Law GİRİŞ 11 Eylül 2001 tarihinde iç hat seferlerini yapmakta olan dört sivil yolcu uçağı kaçırılmış ve birer füze haline dönüştürülerek Dünya Ticaret Merkezi ile Pentagon olarak da bilinen Amerikan Savunma Bakanlığına çarptırılmıştır. ‘Süper Güç’ olarak adlandırılan, istihbarat ve savunma sistemi bakımından tartışmasız bir üstünlüğe sahip olan ABD’nin kendi topraklarında askerî ve ekonomik gücünü simgeleyen binalarını hedef alan ve binlerce sivilin ölümüne neden olan saldırılar tüm dünyada eşi görülmemiş bir psikolojik etki yaratmıştır. Söz konusu saldırılar medeniyetler çatışmasına yol açabilecek bir olay olarak değerlendirildiği gibi soğuk savaş sonrasında tek süper güç olarak kalan ABD’nin çöküşünün başlangıcı veya yeni bir dünya düzeninin kuruluşu için bir dönüm noktası teşkil ettiğine kadar pek çok spekülasyonu da beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz insanlık tarihinin kaydettiği en büyük terör olayı olarak tarihe geçen saldırılar, uluslararası terörizmin ulaştığı boyutu ve dünya barışına yönelik olumsuz etkilerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Uzun bir geçmişe sahip olmakla beraber 1960’lı yıllardan itibaren uluslararası toplumun değişmez gündem maddelerinden biri haline gelen terörizm, 11 Eylül olaylarında da görüldüğü üzere son yıllarda kaydettiği gelişim ve almış olduğu görünüm bakımından yeni olup uluslararası barış ve güvenliğe yönelik önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Ciddi bir artış gösteren terörist eylemler dünyanın pek çok bölgesinde hükümet ve çok uluslu şirket binalarının bombalanması; yolcu uçak ve gemilerinin kaçırılması; diplomatik temsilciliklere, havalimanlarına, alışveriş merkezlerine, metro ve tren istasyonlarına karşı saldırıda bulunulması; hükümet yetkilileri, diplomatlar ve iş adamlarının kaçırılması ya da bu kişilerin suikasta uğraması gibi şekillerde uluslararası toplumun karşısına çıkmaktadır. Artık terörizm uluslararası ilişkilerin hakim bir unsuru haline gelmiştir. Özellikle 11 Eylül saldırıları terörizm tehdidinin belli bir devlet ya da bölgeyle sınırlı olmadığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Günümüzde başta ulaşım, iletişim ve silah sanayii alanında meydana gelen teknolojik gelişmeler, terörist gruplara elverişli bir zemin hazırlamakta ve terörizmi daha da güçlü kılmaktadır. Hızla gelişen teknoloji teröristleri bir çok yeni imkân, hedef ve silahla donatmaktadır. Ülke sınırlarını kolayca geçebilen, modern ulaşım ve haberleşme imkânlarından yararlanabilen terör örgütleri artık daha etkili saldırılar gerçekleştirebilmekte, psikolojik ve finansal açıdan daha yıkıcı zararlar verebilmektedir. Ayrıca küçük, taşınabilir ve ileri teknoloji ürünü silahların ortaya çıkmasıyla birlikte birkaç kişiden oluşan küçük terörist gruplar dünyanın her tarafında eylem yapabilme yeterliliğine sahip olmuştur. Günümüzde terör eylemleri, modern haberleşme sistemleri de kullanılarak bütün dünyanın dikkatine yöneltilebilmekte ve bu sayede terörizmin başlıca amacı olan psikolojik etki maksimize edilebilmektedir. Artık naklen izlenebilen terör eylemleri söz konusudur. Diğer taraftan terörizmin uluslararası alanda devletlerden gördüğü destek daha sofistike bir görünüm kazanmasına neden olmuştur. Silah sanayiinin ulaşmış olduğu seviyenin meydana getirdiği dehşet dengesi nizamî savaşların yerini düşük yoğunluklu çatışma yöntemlerinin almasına sebebiyet vermiştir. Artık düşman bir başka devlet ve onun düzenli ordu birlikleri değildir. Bu bağlamda sınırları belli olmayan ve klasik anlamda düzenli birliklerle yürütülmeyen terörizm söz konusu düşük yoğunluklu çatışma yöntemleri içinde elverişli bir mücadele yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Daha etkili, maliyeti düşük ve savaşın getireceği olumsuz sonuçlardan sakınma imkânı sağlayan terörizm, bazı devletler tarafından stratejik ve politik hedeflerine ulaşabilmek için bir mücadele yöntemi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Böylece terörizme destek veren devlet, verdiği destek nedeniyle doğan sorumluluğunu terörist grupla arasında organik bir bağ olmaması nedeniyle kolaylıkla inkâr edebilmektedir. Buna karşılık terörist örgütler de bu sayede eğitim, finansman, teçhizat ve istihbarat imkânına sahip olmaktadır. Söz konusu destek terörist tehdidin şiddetini daha da artırmakta ve bu tür bir mücadelenin birikim sonucundaki etkisi, devletler arası bir savaştan pek de farklı olmayabilmektedir. Teorik açıdan psikolojik bir savaş metodu olarak kabul edilen terörizm bu sayede elde etmiş olduğu devlet desteği neticesinde ulusal sınırları aşarak uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit niteliği kazanmıştır. Teröristlerin hiçbir ayrım gözetmeksizin herşeyi hedef alabilmesi, eylemlerini nerede ve ne zaman gerçekleştireceklerinin bilinmemesi teröristlere bir avantaj sağlamakta ve devletlerin etkili koruma önlemleri almasını zorlaştırmaktadır. Terörizmin temel nedeninin ideolojik rekabet olduğu ve soğuk savaş sonrasında etkisini kaybedeceğine dair yapılan yorumların aksine artış eğilimine girdiği görülmüştür. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte başlayan demokratikleşme ve serbest pazar ekonomisine geçiş süreci ile birlikte uluslararası terörizm sorununun ortadan kalkacağına dair beklentiler gerçekleşmemiştir. Aksine terörizm daha geniş bir alana yayılarak ölümcül etkilerde bulunmaya devam etmiştir. Bu durumda terörizmin gelecekte de varlığını sürdüreceği hatta etki gücünü artıracağı söylenebilir. Şüphesiz ideolojik rekabetler, dinî aşırılıklar, ekonomik kaynakların paylaşımında yaşanan eşitsizlikler, etnik çatışmalar ve ulusal düşmanlıklar var olduğu sürece terörizm uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak kalmaya devam edecektir. Benzer şekilde özellikle batılı ülkelerde gözlenen yabancı düşmanlığı yeni bir terörizm dalgası doğması riskini taşımaktadır. Avrupa’da gelişen ırkçı tavırlar bu konudaki endişeleri arttırmaktadır. Diğer taraftan terör örgütleri gerçekleştirdikleri eylemlerle hükümetlerin ve uluslararası şirketlerin faaliyetlerini engelleme gücüne sahip olduklarını kanıtlamış, dolayısıyla da hedefledikleri amaçlara ulaşabilmek için terörist metotların uygun bir yöntem olduğuna dair inançları pekişmiştir. Terörist saldırılar, uluslararası terörizmle mücadelede uluslararası hukukun rolünü ve öngördüğü hukukî çerçeveyi de gündeme getirmektedir. Terörizm uluslararası hukuk açısından iki boyutlu bir tehdit sunmaktadır. Bunların ilki uluslararası toplumun güvenliğini tehdit eden terörist saldırıların bizzat kendisidir. Diğeri ise terörist saldırılara maruz kalan devletlerin saldırılar karşısında kendi ülke sınırlarının dışında kuvvet kullanması ve gerçekleştirilen mukabil eylemlerin uluslararası hukuku ve ilişkileri tehdit etmesidir. Bu bağlamda uluslararası terörizmle mücadelede devletlerin egemen eşitliği, bağımsızlığı, içişlerine karışma ve kuvvet kullanma yasağı ile terörizme karşı etkili mücadele arasında bir çatışmanın söz konusu olduğu görülmektedir. Günümüzde terörizm gerek niteliği gerek boyutları itibarıyla uluslararası işbirliği olmaksızın devletlerin mücadele edebilecekleri ve üstesinden gelebilecekleri bir sorun olmaktan çıkmıştır. Bu durumda uluslararası hukukun bu konudaki tavrı, sorunun çözümü hakkında önemli bir ölçüt olacaktır. Nitekim 11 Eylül saldırıları sonrasında terörizm sorununun uluslararası hukuk doktrininde de artan bir önem kazandığı ve bu konuda pek çok çalışma yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda terörizm hakkında yaygın çözümsel bir çerçevenin olmaması ve yazarların terörizm fenomenini ve devletin kendini koruma hakkını farklı şekillerde değerlendirmeleri nedeniyle değişik görüşlerin ileri sürüldüğü ve buna bağlı olarak da farklı sonuçlara ulaşıldığı dikkat çekmektedir. Söz konusu hukukî çerçevenin oluşturulmasına katkı sağlamayı amaçlayan bu çalışmada özellikle devlet destekli terörizm karşısında mağdur devletin hangi şartlarda kuvvet kullanımına başvurulabileceği ve kuvvet kullanımına başvurulabileceğine karar verildiği takdirde bunun tâbi olduğu hukukî ölçütlerin neler olduğu ortaya koyulacaktır. Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde genel olarak terör ve terörizm kavramları incelenmektedir. Uluslararası alanda mevcut sorunların çözülebilmesi için öncelikle sorun teşkil eden kavramların netleştirilmesi gerekmektedir. Varlığı, nedenleri ve boyutları konusunda fikir birliğinin oluşmadığı bir sorunun çözüme kavuşturulabilmesi oldukça zordur. Böyle bir ortamda devletler soruna kendi ulusal çıkarları doğrultusunda çözüm arayacak, bu da birbiriyle çelişen yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu amaçla söz konusu bölümde ilk olarak terörizmin tanımlanması sorunu ele alınmıştır. Konuyla bağlantılı olarak terörizm ile diğer şiddet eylemleri arasındaki farklılıklar incelenmekte ve mevcut terörizm tanımları değerlendirilmektedir. Ayrıca terörizmin ortaya çıktığı tarihten itibaren günümüze kadar kaydettiği gelişmeler çerçevesinde kazandığı yeni görünümlere dayanarak terörizmin sınıflandırılması yapılmakta ve çalışmanın esas konusunu oluşturan devlet destekli terörizm ve terörizme yönelik devlet desteğinin hangi durumlarda söz konusu olduğu ele alınmaktadır. Bu bağlamda devlet destekli terörizmle mücadele edebilmek amacıyla ileri sürülen ve hâlen uygulanan çeşitli yollar da ayrıntılı olarak işlenmektedir. Devlet destekli terörizme karşı devletin ülkesi dışında kuvvet kullanması başlıklı ikinci bölümde öncelikle artık uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliği kazanan kuvvet kullanma yasağı ele alınmakta ve hangi tür fiillerin söz konusu yasak kapsamında yer aldığı incelenmektedir. Birleşmiş Milletler sisteminde yasağın istisnaları olarak düzenlenen meşru müdafaa hakkı ile Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde zorlayıcı önlemlere başvurma yetkisi ele alınarak söz konusu hukukî esaslara dayanarak devlet destekli terörizm karşısında kuvvet kullanmanın mümkün olup olmadığı araştırılmaktadır. Bu bağlamda öncelikle sadece devletler arasında söz konusu olabileceği kabul edilen meşru müdafaa hakkının devletin toprak bütünlüğüne ve siyasî bağımsızlığına yönelen ve aynı zamanda diğer bir devlet tarafından da desteklenen terörizm karşısında da uygulanıp uygulanamayacağı üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede terörist saldırılar meşru müdafaa hakkı bakımından değerlendirilmekte ve öncelikli olarak hangi durumlarda silahlı saldırı olarak kabul edileceği incelenmektedir. Silahlı saldırı olarak kabul edileceği öngörülen terörist saldırıların terörizme destek verdiği iddia edilen devlete karşı kuvvet kullanabilmek için yeterli olmaması sebebiyle saldırıların söz konusu devlete isnat edilip edilemeyeceği ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak terörizm karşısında devletlerin yükümlülüğü ve yükümlülüğünü ihlâl etmeleri halinde söz konusu olan sorumluluk konusunu ele almaya sevk etmektedir. Bu kapsamda terörist saldırılar nedeniyle devletin sorumluluğunun doğması ile ilgili olabilecek yargı kararları ve bu kararlarda belirlenen ölçütler de gündeme gelmektedir. Terörist saldırıların destekleyen devlete isnat edilebileceğine karar verildiği takdirde meşru müdafaa hakkına başvurulması mümkün olabilecektir. Bu durumda meşru müdafaa hakkının uygulanmasında söz konusu olan diğer şartların incelenmesi gerekmektedir. Bu bölümde ayrıca silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan terörist saldırılar karşısında başvurulması ileri sürülen önleyici meşru müdafaa hakkı ve karşı önlemler üzerinde de durulmaktadır. Burada henüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşeceğine dair çeşitli deliller ileri sürülen terörist saldırı tehdidi karşısında önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulup başvurulamayacağı araştırılmaktadır. Ayrıca önleyici meşru müdafaa hakkının ötesine geçerek herhangi bir saldırı veya saldırı tehdidi olmaksızın harekete geçme imkânı veren Bush Doktrini de ele alınarak uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmektedir. Üçüncü ve son bölümde ise terörist eylemler karşısında devletlerin gerçekleştirdiği pek çok fiili uygulamadan örnek olarak seçilen olaylar bir önceki bölümde çizilen hukukî çerçeve bağlamında değerlendirilmektedir. Bu kapsamda diğer bir devlet ülkesinde bulunan teröristlerin kaçırılarak ele geçirilmesi, bu kişilere karşı suikast düzenlenmesi gibi bireysel hedeflere yönelik devlet uygulamalarının yanı sıra diğer bir devlet ülkesinde faaliyette bulunan teröristlere ve terörizme destek verdiği iddia edilen devletlere karşı gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemleri de ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Özellikle ABD tarafından Libya, Irak, Sudan ve Afganistan gibi geçmişte terörizme destek verdiği iddia edilen devletlere karşı gerçekleştirilen fiili uygulamalar üzerinde durulmakta ve uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmektedir. Çalışmanın genelinde siyasî değerlendirmelere yer verilmekle birlikte konu bütünlüğünün bozulmamasına dikkat edilmiş ve ağırlıklı olarak hukukî çerçeve içinde kalmaya özen gösterilmiştir. BİRİNCİ BÖLÜM TERÖRİZM VE DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM I. GENEL OLARAK TERÖR VE TERÖRİZM 1. TANIM A. Terör ve Terörizm Kavramları Şiddet, korku, tehdit, yasa dışılık gibi olguları çağrıştıran terör ve terörizm kavramları farklı kavramlardır. Fransızca’da terreur, İngilizce’de terror kelimeleri ile ifade edilen terör sözcüğü Latince kökenli olup terrere kelimesinden türetilmiştir. 1 Latince’den alındığı 13. yüzyıldan itibaren bireysel psikolojik bir ruh hali olan korku durumunu ifade eden terör sözcüğü 2 Türkçe’de yıldırma, korkutma, sistemli şekilde kuvvet kullanma, tedhiş, sindirme gibi anlamlara gelmektedir. 3 Aslında tanımları itibarıyla birer şiddet türü olmasına rağmen her şiddet olayı, terör veya terörizm değildir. Terör ve terörizm kavramsal olarak farklı bir anlam ve öneme sahiptir; şiddet terörizmin hem amacı hem de ön şartı olmakla beraber terörizmi tamamlayan şiddetin “siyasî amaçlı” olmasıdır. Genel anlamda şiddet, siyasî amaç taşımayan, buna karşılık yok etmeye kadar varan zarar verici saldırıların tümünü 1 Larschan, terörizm, terörist ve terörize etmek kelimelerinin Fransız devrimi sırasında gelişen terrorisme, terroriste ve terroriser kelimelerinden doğduğunu belirtmektedir. Bkz. LARSCHAN, Bradley: “Legal Aspects to the Control of Transnational Terrorism: An Overview”, Ohio N. U. L. Rev., Vol. 13, No. 1, s. 123. 2 ZAFER, Hamide: Ceza Hukukunda Terörizm, Beta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 9. 3 ŞENER, Esat: Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001, s. 795. Türkçe’de uzun yıllar terör kavramı yerine “tedhiş”, “terörizm” yerine ise “tedhişçilik” kavramları kullanılmıştır. Ancak günümüzde “terör” ve “terörizm” kavramları artık yaygın bir şekilde görülmektedir. kapsamaktadır. 4 Terör, hem şiddet yoluyla yaratılan korku ortamını, hem de bu ortamı yaratan şiddet eylemini ifade etmektedir. 5 Terörizm ise, uzun süreli korku ve dehşet durumunu ifade eden terörden farklı olarak, siyasî amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışıdır. 6 Bu durumda sık sık birbirinin yerine kullanıldığı görülen terör, terörizm ve terörist kavramları arasındaki farkın belirlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Terörün korku yaratmaya yönelik genel bir kavramı yansıtmasına karşılık, terörizmin korku ortamı yaratmaya yönelik şiddet sürecini tanımladığını, terörist kavramının ise terör eylemini gerçekleştiren saldırgana verilen isim olduğunu ifade eden Bassiouni bu nedenle, söz konusu kavramların anlamını ve kapsamını tam olarak bilmeksizin terörizme göndermede bulunmanın politik olarak kullanışlı olmakla birlikte yanıltıcı olacağını vurgulamaktadır. 7 Çalışmada yer yer terör ve terörizm kelimeleri birlikte kullanılsa da asıl kastedilen terörizmdir. Günümüzde terör ve terörizm arasındaki ayrım artık konuşma dilinden kalkmış ve her iki kavram da aynı anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak; hedef topluma hâkim siyasî yapıyı değiştirmek amacıyla belirli bir örgüt tarafından sistematik olarak uygulanan ve kitleleri paniğe sokan şiddet eylemleri, terör eylemleri veya kısaca terör ya da terörizm olarak adlandırılmaktadır. 8 B. Terörizmin Tanımlanması Sorunu Son derece geniş ve belirsiz olan terörizm kavramının özel karakterine ve işleyiş biçimine, siyasî yönelimine ve uzun vadeli sonuçlarına, onu güdüleyen ve esin veren olgulara ilişkin bütün tartışmalar, öncelikli olarak kavramın açık, tam ve anlaşılır bir şekilde tanımlanmasına bağlıdır. 9 Bununla birlikte terörizm değişen doğası, görünümü ve 4 BEŞE, Ertan: Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002, s. 23-24. ZAFER, s. 9. 6 BAŞEREN, Sertaç H.: “Terörizm, Kavramsal Bir Değerlendirme ve Hukukî Mücadele Yaklaşımları”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı 1, 1998, s. 157. 7 BASSIOUNI, M. Cherif: “International Terrorism”, in International Criminal Law, Second Ed., Vol. I Crimes, Ed. by. M. Cherif Bassıounı, Transnational Publishers, Newyork, 1999, s. 771 8 ZAFER, s. 11 9 LAQUEUR, Walter: “Terörizmin Yorumlanması”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ed. Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s. 95. 5 amaçları nedeniyle açıklanması ve tanımlanması zor bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle terörizm diğer suçlar gibi açık, kolay ve objektif bir tanıma sahip değildir. Terörizmin uluslararası bir sorun olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte devletler bir yandan kendi iç hukuk düzenlerinde terörle mücadele amacıyla çeşitli kanunî düzenlemeler yapmışlar, diğer yandan da uluslararası alanda çalışmalara başlamışlardır. 10 Ancak yapılan bu çalışmalara rağmen terörizm konusunda ortak bir çerçeve oluşturulamamış ve terör, terörizm ve terörist kavramları üzerinde uluslararası toplumun tümü veya belirli bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş ortak bir tanım yapılamamış, devletler kendi çıkarları doğrultusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatta aynı devletin farklı zaman dilimleri içerisinde değişen siyasî çıkarlarına bağlı olarak terörizm hakkında yaptığı tanımların değiştiği dahi görülmektedir. 11 Bu nedenle terörizm oldukça geniş bir kavram haline gelmiş ve tamamen farklı ve kasıtsız eylemler de terörizm içinde değerlendirilmeye başlanmış 12, teröristin kimliğini ortaya koymak veya terörizmi diğer kuvvet kullanma eylemlerinden ve bağlantılı suçlardan ayırmak konusunda ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir. 10 Terörizmi tanımlamaya yönelik ilk teşebbüs 1937 tarihli Terörizmle Mücadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair Sözleşme’de söz konusu olmuştur. Sözleşme’nin hazırlanması sürecinde düzenlenen ilk beş toplantı özellikle siyasî suç kavramı ve hangi eylemlerin terör eylemi olduğu hususunda uzlaşmaya varılamamış olması sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak 1934 yılında Yugoslavya Kralı I. Alexander ile Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou’nun suikast sonucu öldürülmelerinin de etkisiyle taraflar uzlaşmış ve söz konusu Sözleşme akdedilmiştir. Sözleşmede terörist eylemler, “bir devlete karşı yöneltilmiş cezai nitelikte ve belirli insanlarda veya insan gruplarında veya kamuoyunda korku ve dehşet yaratmak amacıyla planlanmış eylemler” şeklinde tanımlanmıştır. 24 devlet tarafından imzalanmasına rağmen sadece bir devlet tarafından onaylandığı için Sözleşmenin yürürlüğe girmesi mümkün olmamıştır. Sözleşme ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. DUGARD, John: “International Terrorism: Problems of Definition”, Int’l Aff., Vol. 50, No. 1, 1974, s. 67-70. 11 BAŞEREN, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 184. Bu devletlerden biri olan ABD’de de Senato’nun hazırladığı bir raporda her kurumun terörizmin tanımlanmasına kendi bakış açısından baktığı ve sorumluluklarını dikkate alarak yaklaştığı ifade edilmiştir. Bunun neticesi olarak, ABD yönetimi tarafından pek çok tanım yapılmıştır. Bkz. ERICKSON, Richard J.: Legitimate Use of Military Force Against State-Sponsored International Terrorism, Air University Press, 1989, s. 25-26; SETO, Theodore P.: “The Morality of Terrorism”, Loy. L. A. L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 1233-1234. 12 BERES, Louis Rene: “The Legal Meaning of Terrorism for the Military Commander”, Conn. J. Int’l L., Vol. 11, 1995, (a), s. 3. Üzerinde uzlaşmaya varılamayan terörizm kavramının tanımının yapılmasının olmazsa olmaz bir şart olup olmadığı, uluslararası hukuk doktrininde ele alınmış ve bu konuda başlıca iki görüş ortaya çıkmıştır: Bir görüş, terörizm hakkında genel kabul gören bir tanıma ulaşılamamış olmasının uluslararası toplumun terörizmle mücadesindeki en büyük engellerinden birini oluşturduğunu, dolayısıyla terörizme karşı verilecek mücadele yöntemini belirlemek ve bu mücadeleyi uygulayabilmek için terörizmin tanımının yapılmasının kesinlikle gerekli olduğunu ileri sürmektedir. Doktrinde bu görüşü destekleyen pek çok yazar bulunmaktadır. Örneğin, uluslararası terörizmle mücadelede en önemli hususun tanım sorunu olduğunu belirten Başeren, bu sorunun aşılması halinde terörizmle mücadelenin sorun olmaktan çıkacağını vurgulamaktadır. 13 Terörizmin tanımı hakkında uzlaşmaya varılamamış olmasının hangi eylemlerin terörist eylem olduğu ve bu eylemlerin nasıl önleneceği ve kontrol altına alınacağı konusunda zorluklara sebep olduğuna işaret eden Bagdasarian da uluslararası terörizmin üstesinden gelebilmek için gerçekleştirilecek uluslararası işbirliğinin ancak terörizmin tanımı üzerinde uzlaşma olması durumunda mümkün olacağına dikkat çekmektedir. 14 Flory de terörizmle etkili bir şekilde mücadele edebilmek için terörist gruplar tarafından uygulanan yöntemlerde önceden öngörülemeyen değişiklikleri de kapsayacak nitelikte terörizmin bütün şekillerini içeren basit ve kullanışlı bir tanımının yapılmasının gerekliliğini ileri sürmektedir. 15 Diğer taraftan terörist eylemlerle ulusal kurtuluş örgütlerini ayırabilmek için de terörizmin tanımının yapılması gerektiği ileri sürülmüştür. Örneğin, Libya ve Suriye gibi devletler terörist eylemlerle işgal altındaki 13 BAŞEREN, 1998, s. 156. DER BAGDASARIAN, Sabrina R.: “The Need for International Cooperation to Suppress Terrorism: the United States and Germany as an Example”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 19, 1999, s. 265-266. 15 FLORY, Maurice: “International Law: An Instrument to Combat Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, Routledge, First Ed., 1997, s. 37. Terörizmin tanımının yapılmasını savunan benzer görüşler için bkz. TURNDORF, David: “The U. S. Raid on Libya: A Forceful Response to Terrorism”, Brook. J. Int’l L., Vol. 14, No. 1, 1988, s. 195; MURPHY, Liam G. B., “A Proposal on International Legal Responses to Terorism”, Touro J. Transnat’l L., Vol. 2, No. 1, 1991, s. 71; GUROVITSCH, Kerry Ann: “Legal Obstacles to Combatting International State-Sponsored Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No. 1, 1987, s. 162; BASSIOUNI, 1999, s. 771; KASH, Douglas: “Abductions of Terrorists in International Airspace and on the High Seas”, Fla. J. Int’l L., Vol. 8, 1993, s. 73; BERES, 1995, (a), s. 2; FRY, James D.: “Terrorism as a Crime Against Humanity and Genocide: the Backdoor to Universal Jurisdiction”, UCLA J. Int’l L. & For. Aff. Vol. 7, 2002, s. 181; CARBERRY, Jacqueline Ann: “Terrorism: a Global Phenomenon Mandating a Unified International Response”, Ind. J. Global Legal Stud., Vol. 6, 1999, s. 710. 14 halkların bağımsızlık için verdikleri meşru mücadele arasındaki farklılıkları ortaya koyabilmek için terörizmin tanımının yapılmasının gerekliliğini savunmuştur. 16 Tanımın yapılmasının gerekli olmadığını ileri süren görüş sahipleri ise pratikte böyle bir tanımın yapılmasının imkânsızlığını, zaten bu tür bir tanıma da ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmektedir. Örneğin Konstantinov, uluslararası terörizm hakkında genel kabul görmüş bir tanımın yapılmasının gerekli bir şart olmadığını belirtmektedir.17 Benzer şekilde uluslararası terörizmi tanımlamak için çaba göstermenin gereksiz bir zaman kaybı olduğunu söyleyen Zaid, çözümün tanım üzerinde yoğunlaşmaktan ziyâde suç üzerinde yoğunlaşmakla mümkün olduğunu vurgulamaktadır. 18 Doktrindeki bu görüş farklılıklarının devletlere de yansıdığı görülmektedir. Uluslararası terörizmin genel kabul görmüş bir tanımının terörizme karşı verilecek mücadeleyi daha etkili kılacağı BM Genel Kurulu tarafından da ifade edilmekle beraber 19, Genel Kurulun 3034 sayılı kararıyla 20 kurulan Ad Hoc Komite, terörizmin tanımı üzerinde yoğun tartışmalara sahne olmuştur. Komitenin çalışmalarında iki farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilkine göre; terörizmin tanımının ne olduğu konusunda bir uzlaşmaya varmadan terörizmle ilgili olarak normatif bir düzenleme yapabilmek mümkün değildir. Bu nedenle terörizmin tanımının yapılması zorunludur. Diğer görüş ise; terörizmin tanımının yapılmasına yönelik gayretlerin sonuç vermediğini belirterek yapılacak düzenlemenin, üzerinde uzlaşmaya varılan noktalar temel alınarak yapılmasının daha akılcı olacağını ileri sürmüştür. 21 Kısaca özetlenmeye çalışılan söz konusu görüşler ele alındığında, terörizme ilişkin yapılacak açık bir tanımın uluslararası topluma bu konuda yol gösterici olacağı görülmektedir. Gerek devletler düzeyinde gerekse uluslararası alanda terörizme karşı 16 U.N. GAOR, 34th Sess., Supp. No. 37 A/34/37, (1979). KONSTANTINOV, Emil: “International Terrorism and International Law”, G. Y. I. L., Vol. 31, 1988, s. 297. 18 ZAID, Mark S.: “Combatting International Terrorism in the 21st Century”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol. 2, 1996, s. 665. 19 G.A. Res. 46/51, U.N. GAOR, 46th Sess., U.N. Doc. A/RES/46/51 (1991). 20 G.A. Res. 3034, U.N. GAOR, 27th Sess., Supp. No. 30, U.N. Doc. A/RES/3034 (1973). 21 U.N. GAOR, 34th Sess., Supp. No. 37 A/34/37, (1979). Komite bu görüş farklılıkları nedeniyle Genel Kurula sunduğu raporunda terörizmin tanımına yönelik herhangi bir girişimde bulunmamıştır. 17 gerçekleştirilecek politikanın belirlenebilmesi için öncelikle terörizmin ne olduğunun açık bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Bu gerçekleştiği takdirde terörizmle mücadelede uluslararası toplumun karşılaştığı en büyük zâfiyet olan işbirliği sağlanacak ve barışçı çözüm yollarının uygulanması daha da kolaylaşacaktır. Aksi bir durum terörizm kavramının herkes tarafından farklı bir şekilde yorumlanmasına neden olabilecek ve terörizme karşı alınacak önlemlerin belirlenmesini ve uygulanmasını zorlaştıracaktır. Uluslararası hukuka göre hangi eylemlerin hukuka aykırı olduğunun bilinmesi için bu tür bir uzlaşmaya ihtiyaç vardır. En azından nelerin terörist eylemler olduğu konusunda bir açıklık gerekmektedir. a. Tanımlama Sorununun Temel Nedenleri Uluslararası toplumun terörizm hakkında genel kabul görmüş bir tanıma ulaşamamış olması terörizm kavramının tanımlanamaz olduğunu göstermez. 22 Bu başarısızlık terörizmin tanımlanamaz bir kavram olmasından değil terör ve terörizm kavramlarının siyasî, hukukî, sosyal, felsefi ve uluslararası boyutlara sahip karmaşık ve sübjektif niteliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra devletlerin farklı siyasî görüşlere ve politik önceliklere sahip olması da söz konusu farklılıkta önemli bir rol oynamaktadır. Devletler yapılacak bir tanımla kendilerini bağlamamayı, eğer bir tanım yapılacaksa da bu tanımın kendilerine bir sınırlandırma getirmemesini istemektedir. Terörizmin tanımlanmasının önündeki bütün bu engellere bakıldığında devletlerin siyasî sistemlerindeki farklılıklardan dolayı terör kavramına ayrı şekilde yaklaşmaları ile self determinasyon hakkı, ulusal kurtuluş savaşları, terör suçları ve siyasî suç arasındaki başkalığın tam olarak ortaya konulamamış olması, savaş, terörizm, devrim gibi kavramların âdeta birbirinin içine geçmiş olması gibi uluslararası hukuktan kaynaklanan nedenlerin genel kabul gören bir tanıma ulaşılmasını engelleyen başlıca unsurlar olduğu görülmektedir. 22 SCHACHTER, Oscar: “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, Hous. J. Int’l L., Vol. 11, No. 2, 1989, s. 309. aa. Siyasî Nedenler Terörizm kavramının tanımlanmasında karşılaşılan ilk sorun, devletlerin siyasî sistemlerindeki farklılıklar nedeniyle söz konusu kavrama ayrı şekillerde yaklaşması sonucu ortaya çıkmaktadır. Her devlet terörizmi tanımlama konusundaki hukukî ve politik yetkisini kendi iç ve dış ilişkileri bağlamında muhafaza etmiş ve yapılan tanımlar da devletlerin siyasî ve ideolojik yaklaşımlarına göre farklılık arz etmiştir. Bu doğrultuda devletler politik görüşlerini benimsedikleri grupların eylemlerini ve mensuplarını olumlu bir şekilde değerlendirme yoluna giderek bunu meşru bir mücadele şeklinde nitelendirmiş, benimsemediği grup ve kişiler için “terörist”, yaptıkları eylemler için de “terörizm” sıfatlarını kullanmayı tercih etmişlerdir. 23 Devletlerin şiddet eylemlerini nitelendirmeleri, ideolojik yaklaşımlarının ötesinde politik çıkarlarına göre de farklılık arz etmektedir. Devletler bu sayede bölgesel veya uluslararası alanda gücünü arttırmayı ve gelişmekte olan ülkelerde yandaş rejimler oluşturmayı amaçlamışlardır. Jeopolitik uyuşmazlıklar ve ideolojik çekişmeler terörizm için bir katalizör vazifesi görmüştür. Örneğin Soğuk Savaş döneminde hem ABD hem de SSCB terörizmin dar jeopolitik tanımını kabul etmiştir; ABD, Sovyet yanlısı rejimlere karşı mücadele veren grupların eylemlerini meşru kabul ederek söz konusu grupları “özgürlük savaşçısı” şeklinde değerlendirmiş, Amerikan yanlısı rejimlere karşı verilen mücadeleleri ise “terörizm” olarak nitelendirmiştir. 24 Sovyetler Birliği ise, ABD’nin Amerikan yanlısı rejimlere karşı “self determinasyon” veya insan hakları temelinde mücadele eden meşru hareketlerin gözden düşürebilmek için bu hareketleri “terörizm” şeklinde nitelendirdiğini 23 KHAN, Ali: “A Legal Theory of International Terrorism”, Conn. L. Rev., Vol. 19, 1987, s. 947. Bu tür yaklaşımlar hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunu etkilemede önemli bir silahtır. Örneğin Reagan yönetimi, Nikaragua’da işbaşındaki Sandinista yönetimini devirmeye çalışan Kontraları birer özgürlük savaşçısı şeklinde tanımlayarak Kontralara yardım için Kongreye sunduğu tasarıyı daha kolay bir şekilde geçirebilme imkânına sahip olmuştur. Bkz. KHAN, s. 949. 24 Stephens, ABD’nin Nikaragua’daki Sandinista yönetimine karşı mücadele eden Kontralara verdiği desteği terörizme verilen destek olarak nitelendirmektedir. ABD’nin gerçekleştirdiği askerî müdahaleler ve terörist rejimlere veya organizasyonlara verdiği destekle dünyanın pek çok bölgesini terörize ettiğini ileri süren yazar, Nikaragua olayının ABD’nin düşman olarak gördüğü yönetimleri devirerek yerine uygun gördüğü yönetimleri işbaşına getirme veya halkının desteğini alamayan yönetimleri işbaşında tutmaya yönelik politikalarının ne ilk ne de son örneği olduğunu belirterek 1950’li yıllarda İran ve Guatemala, 1960’lı yıllarda Kongo, 1970’li yıllarda Doğu Timor ve Şili örneklerini vermektedir. Bkz. STEPHENS, Beth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Accountability Without Hypocrisy: Consistent Standards, Honest History”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 920-922. ileri sürmüştür. 25 ABD ve SSCB’nin birbirlerine yakın devletlere yönelik şiddet eylemlerini meşru eylemler şeklinde nitelendirmeleri uluslararası terörizmin tanımının nasıl politize edildiği gösteren açıklayıcı bir örnektir.26 Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte eski Doğu ve Batı Bloku ülkeleri arasında terörizmin tanımı konusunda karşılaşılan farklılıklar büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Günümüzde benzer şekilde İsrail ve ABD gibi devletler işgal altındaki toprakları kurtarmak amacıyla İsrail’e karşı mücadele veren Filistinli grupları “terörist gruplar” olarak nitelendirmektedir. Diğer taraftan başta Arap devletleri olmak üzere pek çok devlet, söz konusu grupları “direnişçi” veya “özgürlük savaşçısı” olarak kabul etmekte ve İsrail’i terörist yöntemlere başvurmakla suçlamaktadır. 27 Gerek ideolojik farklılıklar, gerekse politik kaygılarla terörizme yönelik farklı yaklaşımlarda bulunulması bir taraftan meşru direniş hareketi olarak görülen mücadelenin, 25 BERES, Louis Rene: “The Meaning of Terrorism-Jurisprudential and Definitional Clarifications”, Vand. J. Transnat’l L., Vol. 28, 1995, (b), s. 248-249. 26 BERES, 1995, (b), s. 248. Uluslararası toplumdaki bu görüş farklılığının doktrinde de söz konusu olduğu görülmektedir. Paul Wilkinson, Walter Laqueur, Yonah Alexander gibi yazarlara göre, terörizm temel olarak batı demokrasilerini hedef almakta ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinden, Ortadoğu’dan ve Sovyet temelli bir terör ağından kaynaklanmaktadır. Anılan yazarlar aynı zamanda Küba, İran, Kuzey Kore, Libya, Sudan gibi ülkeleri terörizmin başlıca destekçileri ve uygulayıcıları olarak değerlendirmektedir. Çözümleme böyle yapılınca da batılı devletler, kendilerine yönelik terörist saldırılara karşılık veren veya misillemede bulunan ve bunu da bir meşruiyet çerçevesine oturtan taraf olmaktadır. Buna karşılık Noam Chomsky, Alexander George, Michael McClintock, Richard Falk gibi yazarlar ise terörün asıl devletler tarafından uygulandığını, terörizmde ABD başta olmak üzere batılı devletlerin ve İsrail’in sorumluluğunun çok fazla olduğunu savunmaktadır. Güzel, bahsedilen iki farklı görüşten ilkinin sadece devletlere karşı girişilen terörü, ikinci görüşün de kişilerin veya grupların gerçekleştirdiği terörü değil, sadece İsrail ve ABD başta olmak üzere batılı devletlerin uyguladığı terörü ele aldığı için eksik olduğunu ifade etmektedir. Güzel, her iki değerlendirmenin de eylemlerin kime karşı, hangi siyasî amaçla yapıldığını göz önüne almak suretiyle ideolojik bir bakış açısına dayandığını belirtmektedir. GÜZEL, Cemal: “Korkunun Korkusu Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 13-15. 27 İsrail’in terör örgütü olarak kabul ettiği FKÖ, Hamas, İslami Cihad gibi örgütler pek çok devlet tarafından meşru hareketler olarak kabul edilmekte ve üyeleri de birer özgürlük savaşçısı olarak değerlendirilmektedir. Hatta İsrail’de Filistinlilerin kendi yaşamlarına da kastederek gerçekleştirdikleri intihar saldırıları Filistinliler başta olmak üzere pek çok kişi tarafından meşru bir mücadelenin parçası ve intihar komandoları da birer kahraman olarak kabul edilmektedir. İslami Cihad yetkililerinden Dr. Ramadan Shalah, düşmanlarının ileri teknoloji ürünü silahlara ve iyi eğitimli bir orduya sahip olduğunu buna karşılık kendilerinin uğradıkları öldürme ve şiddet eylemleri karşısında intihar saldırıları hariç başka bir seçeneklerinin olmadığını belirterek intihar saldırılarını savunmaktadır. Bkz. LIPPMAN, Matthew: “The New Terrorism and International Law”, Tulsa J. Comp. & Int’l L., Vol. 10, 2003, s. 299. İntihar saldırıları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TELHAMI, Shibley: “Conflicting Views of Terrorism”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, No. 3, 2002, s. 595-598. için ayrıca GANOR, Boaz: “Suicide Terrorism: an Overview” http://www.ict.org.il/articles/articledet.cfm? articleid=128 (21. 11. 2003); SARRAJ, Eyad: “Why We Have Become Suicide Bombers”, http:// missionislam.com/İslam/conissue/Palestine.htm (21. 11. 2003). diğer taraftan terörist bir eylem olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. “Bazıları için terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır” ifadesiyle açık bir şekilde göz önüne serildiği gibi bir kişi gerçekleştirmiş olduğu eylemden dolayı bir ülkede “özgürlük savaşçısı”, başka bir ülkede de “suçlu” kabul edilebilmektedir. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde görüleceği üzere, tarihte ilk terörist hareket olarak gösterilen Zealot Siccarilerin, özgürlük savaşçısı mı yoksa terörist mi olduklarına bugün bile karar verilememektedir. 28 Uluslararası toplum, aradan iki bin yıl geçmesine rağmen hâlâ terörün çifte anlamlılığından kaynaklanan “bazıları için terörizm olan, diğerleri için kahramanlıktır” veya “bazıları için terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır” ikilemini yaşamaya devam etmektedir. Esasında bu ifade gerçekte de doğru olabilir. Ancak bunun anlamı özgürlük için savaşan birinin terörist olamayacağı değildir. 29 Burada, terörün sebeplerinden ziyâde, ister kişiler isterse devletler tarafından gerçekleştirilsin bizzat terör eyleminin esas alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 30 Bir eylemin terör eylemi olup olmadığını belirlerken, söz konusu eylemin amacına, kişilere, topluluklara göre değişebilen dinî, etnik, ideolojik ölçütlerle bakıldığı sürece söz konusu ikilemin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu nedenle, terörizm hizmet ettiği amaçlarla değil eylemlerle tanımlanmalıdır. Terörist eylemin hangi amaca yönelik olduğu veya teröristleri harekete geçiren saik, söz konusu eylemin suç olma vasfını değiştirmez. 31 Bazı devletler terörizmin 28 BASSIOUNI, M. Cherif: “ ‘Terrorism and Business’: Forward: Assessing ‘Terrorism’ into the New Millennium”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 2000, s. 1-2. 29 SCHACHTER, 1989, s. 310. Ulusal bağımsızlık, sosyal adalet veya diğer idealler için mücadele ettiklerini ileri süren teröristler, genellikle bu nedenlerle bağlantısı olmayan insanları hedef almaktadır. Sivilleri öldürmek, uçakları bombalamak, gazetecileri kaçırmak gibi eylemler özgürlük ve benzeri amaçlara hizmet etse dahi terörist eylemdir. Gerçekten özgürlük savaşçısı olanlar sivillere veya belli bir coğrafi bölgede sadece etnik veya dinî bir grupla bağlantısı olduğu için kişilere kasten saldırmaz. Terörist, masum insanları öldürürken özgürlük savaşçısı insanların hayatını kurtarmakta ve özgürlük uğruna kendi hayatını tehlikeye atmaktadır. Senatör Jackson, özgürlük savaşçısı ile terörist arasındaki bariz farklılıkları vurgulayarak yapılan değerlendirmenin yanlışlığına dikkat çekmek istemiştir: “Birisi için terörist olanın diğer için özgürlük savaşçısı olması uygun görülemez. Özgürlük savaşçıları veya devrimciler savaşçı olmayanları taşıyan otobüsleri bombalamaz ama teröristler bombalar. Özgürlük savaşçıları okul çocuklarını kaçırarak onları öldürmezler ama teröristler bunu yapar. Özgürlük savaşçıları suçsuz işadamlarına suikast düzenlemezler, uçak kaçırmazlar ve kimseyi rehin almazlar ama teröristler bunları yapar.” Bkz. JACKSON, “Terrorism as a Weapon in International Politics”, in International Terrorism, 1981, s. 36’den aktaran ROBERTS, Guy B.: “Self-Help in Combatting State-Sponsored Terrorism: Self Defense and Peacetime Reprisals”, Case W. Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 249. 30 GÜZEL, s. 14. 31 SCHACHTER, Oscar: International Law in Theory and Practice, Martinus Niihoff Publisjers, Dordrecht, 1991, s. 163. nedenleri ve teröristleri harekete geçiren politik itici gücün tanımlama sorunu ile bağlantılı olduğu düşünerek hareket etmiştir. Örneğin, Suriye ve Libya’ya göre şahsi bir kazanç veya heves amacıyla gerçekleştirilen bireysel eylemler terörizm olarak kabul edilirken, özellikle sömürgeciliğe karşı ve bağımsızlığa ulaşmak için gerçekleştirilen politik amaçlı eylemler terörizm tanımının dışında kalmakta ve haklı nitelikte meşru müdafaa önlemlerini oluşturmaktadır. 32 Bu yaklaşıma göre; bombalı mektup göndermek, uçak kaçırmak, diplomatlara saldırmak veya onları kaçırmak gibi eylemler bahsedilen nedenlerden birine dayanılarak gerçekleştirildiği takdirde terörizm olarak kabul edilmeyecektir. 33 Terör eylemi hangi sebebe dayanırsa dayansın korkutma, sindirme, öldürme ve işkenceyle neticelenmektedir. Çocukları öldürmek, uçakları kaçırmak, özgürlük vb. amaçlara hizmet etse de sonuçta terörist bir eylemdir. Bu konu ile ilgili olarak BM Genel Kurulu da aldığı bir kararda terörizmin bütün uygulamalarını, yöntemlerini ve eylemlerini nerede, ne zaman ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin cezai nitelikte bir suç olarak nitelendirmiş ve kınamıştır. 34 Sonuç olarak siyasî saikle gerçekleştirilmiş bir eylemin terörist eylem olup olmadığını belirlenmesinde saikin içeriği rol oynamamalıdır. Zira terörizm hizmet ettiği amaçlarla değil, eylemlerle tanımlanır. BM Genel Kurulu tarafından 1995’te alınan 49/60 sayılı kararda dayandığı politik, sosyal, ekonomik ve ideolojik hiçbir sebep dikkate alınmaksızın kabul edilemez olduğu vurgulanmış, BM ilkelerini ve amaçlarını ihlâl ettiği, devletler arasındaki dostluk ilişkilerini tehlikeye düşürdüğü, uluslararası işbirliğine engel olduğu, insan haklarını, temel özgürlükleri ve demokratik toplum düzenini tahrip etmeyi amaçladığı belirtilerek terörizm açık bir şekilde kınanmıştır. Bu durum karşısında terörizmi doğuran sebepler, mevcut durumu anlamaya ve bu kapsamda terörün sona erdirilmesi için gerekli adımların atılmasına yardımcı olabilir. Böyle bir değerlendirmenin doğal sonucu 32 LARSCHAN, s. 142. Libya temsilcisi Arap Devletleri adına Genel Kurul’da yaptığı bir konuşmada, halkların kendilerini korumak veya bağımsızlıklarını kazanmak için verdikleri mücadelenin terörizm olarak nitelendirilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. U.N. GAOR 56th Sess., U.N. Doc. GA/9927 (2001). 33 MURPHY, John F.: “The Future of Multilateralism and Efforts to Combat International Terrorism”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1986, s. 38. 34 G.A. Res. 40/61, U.N. GAOR, 40th Sess., U.N. Doc. A/RES/40/61 (1985). olarak hangi siyasî görüş doğrultusunda olursa olsun, etki yaratmak için terörist stratejilere başvuran herkesin terörist olduğunu kabul etmek gerekir. 35 bb. Uluslararası Hukuktan Kaynaklanan Nedenler Terörizm konusu ele alınırken, doğal olarak terörizmle ilgili bir çok uluslararası hukuk konusu da gündeme gelmektedir. Bu bağlamda, özellikle işgal ve sömürgeciliğe karşı verilen mücadeleler kapsamında terörizmin bir metot olarak kullanılması veya kullanıldığı iddiasının terörizmin tanımlanması hususunda sorunlara neden olduğu görülmektedir. Ayrıca, terörizme karışan kişilerin suçluların geri verilmesi ile ilgili düzenlemelerden istisna tutulmasını öngören siyasî suç istisnasına dâhil edilmesi ve diğer şiddet eylemleri ile terörizmin ortak bazı noktalar taşıması da ele alınması gerekli konular olarak karşımıza çıkmaktadır. aaa. Self Determinasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri Birleşmiş Milletler 1970 ve 80’li yıllarda terörizm hakkında genel kabul gören bir tanım yapmaya çalışmış ancak, üye devletler arasında özellikle kendi geleceğini tayin etme hakkı olarak adlandırılan self determinasyon hakkı ve ulusal bağımsızlık mücadelesi konularında ortaya çıkan görüş farklılıkları sonuca ulaşılmasını engellemiştir. Çünkü terörizm yıllarca bağımsızlık mücadeleleri ile eş anlamlı görülmüş, terörist eylemler özgürlük mücadelesi veren gruplar tarafından politik ve ideolojik stratejilerinin bir parçası olarak sık sık kullanılmış 36, sömürge yönetimlerine ve işgal güçlerine karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi çerçevesinde başvurulan şiddet eylemlerinin terörizm olarak nitelendirilemeyeceği görüşü ileri sürülmüştür. Bu konu ile ilgili olarak işgal veya sömürge idaresi altında bulunan yerlerde işgal güçlerine ve sömürge yönetimlerine karşı mücadele veren grupların veya halk hareketlerinin terörist gruplar olarak değerlendirilmemesi, buna 35 36 BAŞEREN, 1998, s. 158. CHADWICK, Elizabeth: Self-Determination, Terrorism, and The International Humanitarian Law of Armed Conflict, Martinus Nijhof Publishers, Dordrecht, 1996, s. 8. karşılık terörist faaliyetlerin de halk hareketi veya kurtuluş hareketi olarak değerlendirilmek suretiyle desteklenmemesi gerektiğini ifade etmek faydalı olacaktır. 37 İlk kez yirminci yüzyılın başlarında, Orta Avrupa ve Balkanlarda, Makedonya Gizli Devrimci Örgütü ve Sırp Birliği self determinasyon hakkını ileri sürerek terörizme başvurmuştur. Self determinasyon hakkı ile terörizm arasında kurulan bu tehlikeli bağ uluslararası topluma sıkıntı vermeye devam etmiştir. 38 Benzer şekilde 1950’lerin sonlarıyla 1960’ların başında Kuzey İrlanda sınırında askerî varlığını sürdüren IRA (Irish Republican Army) etnik ve dinî temelli amaçlarına ulaşabilmek amacıyla terörizme başvurarak çok sayıda İngiliz ve Kuzey İrlanda güvenlik görevlisini öldürmüştür. 39 Kenya, Rodezya, Cezayir, Kıbrıs ve Vietnam örneklerinde görüldüğü gibi self determinasyon hakkı bağlamında aşağıdan yukarıya terör ve yukarıdan aşağıya bastırıcı terör dünyanın pek çok yerinde yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir. 40 Gelişmekte olan devletlerle gelişmiş devletler self determinasyon konusunda farklı görüşlere sahiptir. Gelişmiş devletler self determinasyon hakkına sahip halkların başvurduğu kuvvet kullanımının ancak self determinasyon hakkının kullanılmasının önlenmesi halinde meşru olacağı görüşünü ileri sürmektedir. Batılı devletlerin çoğu geçmişte sömürgelere sahip olan devletlerdir ve ulusal kurtuluş savaşları genellikle bu devletlere karşı gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla ulusal kurtuluş savaşlarından olumsuz yönde etkilenen batılı devletlerin yaklaşımı daha farklı olmuştur. Gelişmekte olan devletler ise, ulusal kurtuluş hareketlerini ve yabancı egemenliğinin her türüne karşı uygulanan şiddet hareketlerini terör kavramı dışında tutmak istemekte ve sömürgeci, ırkçı yabancı rejimlerin halklara karşı uyguladığı baskı hareketlerini, diğer bir ifadeyle devlet terörünü, terörizm kavramı içine sokmaya çalışmaktadır. 41 Ayrıca self determinasyon hakkına sahip halkların sömürgeciliğe karşı kuvvet kullanmasını meşru müdafaa uygulaması olarak değerlendiren gelişmekte olan devletler, gelişmiş devletlerin bu hakkın kullanılmasına yönelik tutumlarını sömürge karşıtı mücadele sırasında geliştirilen düzensiz savaş 37 BEŞE, s. 44, dn. 70. FRIEDLANDER, A. R.: “Terrorism”, EPIL, Vol. 9, s. 372’den aktaran BAŞEREN, 2002, s. 192. 39 BAŞEREN, 2002, s. 192. 40 BAŞEREN, 2002, s. 192. 41 ZAFER, s. 52. 38 metotlarını yasaklamayı hedef alan geniş kapsamlı bir kampanyanın parçası olarak görmüşlerdir. 42 Self determinasyon hakkı, 1918 Wilson ilkelerinden kaynaklanmış olup, uygulanan uluslararası hukukta kabulü BM Andlaşması ile gerçekleşmiştir. 43 BM’nin amaç ve ilkelerinin sayıldığı 1/2. maddesinde BM’nin amaçlarından biri olarak “Milletler arasında milletlerin hak eşitliği prensibine ve kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini hakkına saygı üzerine kurulmuş dostâne münasebetler geliştirmek ve dünya barışının sağlamlaştırılması için elverişli her türlü diğer tedbirleri almak” hükmü yer almaktadır. Bunun yanı sıra, Andlaşmanın 55. maddesinde milletlerarasında barışçı ve dostâne ilişkilerin gerçekleştirilmesi için, “milletlerarasında hak eşitliği prensibine ve her milletin kendi mukadderatlarını tayin etmesi hakkına saygı gösterilmesine dayanan barış ve dostluk münasebetlerini sağlamak için lüzumlu istikrar ve refah şartlarını yaratmayı” amaçladığı belirtilmektedir. Yine Milletlerarası Vesâyet Rejiminin amaçlarının düzenlendiği 76/2. maddesinde, “Vesayet altındaki ülkeler halkının ……kendi kendilerini idare kabiliyetini veya bağımsızlığa doğru tedrici gelişmelerini de kolaylaştırmak” gerekliliği vurgulanmaktadır. Görüldüğü gibi, BM Andlaşması spesifik olarak sömürgeciliğe karşı savaşmayı kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olarak değil, tam aksine sömürgeciliği BM Andlaşması ile uygunluk taşıyan bir kurum olarak açıkça tanımıştır. 44 Buna rağmen, başta BM kararları olmak üzere pek çok uluslararası belgede de 45 ele alınan self determinasyon hakkı bu yöne doğru bir gelişme kaydetmiştir. Self determinasyon hakkını ele alan uluslararası belgelere ilk örnek, BM Genel Kurulunun 14.12.1960 tarih ve 1514 sayılı Sömürge Yönetimi Altındaki Ülkelere ve 42 JENKINS, Brian M.: “Defense Against Terrorism”, Political Science Quarterly, Vol. 101, No. 5, s. 780. PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (II. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s. 7. 44 BM Andlaşması’nın “Muhtar Olmayan Ülkeler Hakkında Demeç” başlığını taşıyan XI. Bölümü, sömürgeciliği açıkça tanımakta ve sömürgeciliğe yönelik düzenlemeler getirmektedir. 45 Örneğin, BM Genel Kurulunun 24 Ekim 1970 tarihli Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şartı’na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurmaya ve İşbirliği Yapmaya Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiri”, 14 Aralık 1962 tarihli Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Bildirisi ve 14 Aralık 1960 tarihinde kabul ettiği 1514 sayılı Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’de anılan ilke yer almaktadır. Söz konusu bildirilerin metni için bkz. GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s. 106113; s. 121-123; s. 274-277. 43 Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’sidir. 46 Bildirinin kabulünden sonra sömürgeciliğin hukukî statüsü tartışmalı bir hale gelmiş ve sömürgeciliğe karşı kuvvet kullanılabileceğine dair bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bildiri, devletlerin, özgürlük hareketlerine maddî destekte bulunmasını öngören eğilime yönelik üstü örtülü bir destek ve sömürgeciliğe karşı verilen mücadelenin meşruluğunu tanıdığı şeklinde yorumlanabilir. BM Genel Kurulunun 24. 10. 1970 tarihli ve 2625 sayılı BM Andlaşması’na Uygun Olarak Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirisi’nde de 47 sömürgeci devletlerin sömürge yönetimi altındaki topluluklara karşı baskı yapması ve kuvvet kullanması yasaklanırken, sömürge altındaki toplulukların buna karşı koyma hakkı bulunduğu şu şekilde ifade edilmektedir: “Her devlet … halkları kendi haklarını tayin etme hakkından, hürriyet ve bağımsızlıktan mahrum eden herhangi bir zorlama hareketinden kaçınmak görevi altındadır. Kendi kaderini tayin etme hakkını arama meyanında böyle bir zorlama durumuna karşı hareketlerinde ve mukavemetlerinde bu halkların Şart’ın amaç ve ilkelerine uygun şekilde arama ve alma hakkı vardır.” Görüldüğü gibi, söz konusu hüküm sömürge altındaki toplulukların karşı koyma hakkını tanımakla birlikte kuvvet kullanma yöntemine başvurabilecekleri konusunda açıklık getirmekten uzaktır. Buna rağmen Bildirinin, ulusal kurtuluş savaşlarının meşru olduğunu savunanlar için önemli bir politik başarı olduğu söylenebilir. 48 Çünkü Bildiriden özgürlük hareketlerinin BM Andlaşması kapsamında kuvvete başvurulmasını düzenleyen kurallara tâbi olduğu sonucu çıkarılabilir. 49 BM Genel Kurulunun 12. 12. 1973 tarih ve 3013 sayılı Sömürge ve Yabancı Üstünlüğüne Karşı Mücadele Veren Savaşçıların Hukukî Statüsüne İlişkin Kararı’nda ulusal kurtuluş savaşlarında 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile diğer uluslararası belgelerin uygulanması öngörülmektedir. Söz konusu Kararda şu hüküm yer almaktadır: “Silahlı çatışmalarda insan haklarının korunmasında uygulanan uluslararası hukukun gelişim çerçevesi içinde gelecekteki tekemmülüne zarar vermeksizin sömürge yabancı üstünlüğü ve 46 G.A. Res. 1514, 15th Sess. Sup. No. 16, U.N. Doc. A/4684. Söz konusu Bildiri çalışmada bundan sonra kısaca Dostça İlişkiler Bildirisi şeklinde kullanılacaktır. G.A. Res. 2625, U.N. GAOR, 26th Sess., Supp. No. 28, U.N. Doc. A/8028 (1971). Bildirinin Türkçe metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 106-113. 48 BAŞEREN, 2002, s. 196. 49 DUGARD, s. 76. 47 ırkçı rejimlere karşı mücadele veren savaşçıların hukukî statülerine ilişkin müteakip temel ilkeleri ilan eder: 1. Sömürge yabancı üstünlüğü ve ırkçı rejimler altındaki halkların self determinasyon hakkının kullanılması ve bağımsızlık için mücadelesi meşrudur ve uluslararası hukuk ilkelerine tamamen uygundur.” 50 BM Genel Kurulunun aldığı Saldırının Tanımına İlişkin Karar’ın 51, saldırı fiillerinin belirlendiği 3/g maddesinin ülke sınırlarının ötesinde yapılan yardımı saldırı tanımı içine alarak ulusal kurtuluş hareketlerine yönelik olumsuz bir durum oluşturduğu görülmektedir. Söz konusu fıkraya göre; “Bir devlet tarafından ya da devlet adına, başka bir devlete karşı yukarıda listelenen hareketlere ulaşacak yoğunlukta silahlı hareket icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri resmi ya da paralı askerlerin gönderilmesi ya da oraya esaslı karışılması” silahlı saldırı durumunu oluşturmaktadır. Ancak Kararın 7. maddesini de dikkate almak gerekmektedir. Çünkü ilgili madde tartışma konularını saklı tutmuştur. Anılan maddenin metni şu şekildedir: “Bu tanımdaki hiçbir şey ve özellikle 3 madde herhangi bir şekilde, BM Andlaşması’ndan doğan ve Dostça İlişkiler Bildirisi’nde işaret edilen bu haktan kuvvet kullanılarak mahrum edilen halkların özellikle sömürge ve ırkçı rejimler ya da başka şekillerdeki yabancı üstünlükleri altındaki halkların self determinasyon, özgürlük ve bağımsızlık haklarına ya da bu halkların bu sonuç için mücadele etme ve BM Andlaşması’nın ilkelerine ve yukarıda bahsedilen Bildiriye uygun olarak destek arama ve alma haklarına zarar vermez.” 52 50 Kash, BM uygulamalarının terörizm olarak nitelendirilen bazı eylemlerden sorumlu gruplara sınırlı da olsa bir meşruiyet sağladığını belirterek bu durumu eleştirmektedir. 1973 yılında BM Genel Kurulu tarafından alınan 3103 sayılı Karar, sömürgeci ve ırkçı yönetimlere karşı mücadele edenlerin mücadelelerini silahlı uyuşmazlık kabul etmek suretiyle bu mücadelelere meşruiyet sağlamıştır. Genel Kurul bir yıl sonra aldığı Saldırının Tanımı Kararı’nda da sömürgeci ve ırkçı yönetimlere karşı verilen mücadelelerin yanı sıra self determinasyon adına yürütülen terörist faaliyetleri de meşru kabul etmiştir. Bu nedenle pek çok grubun self determinasyon hakkına dayanarak özgürlükleri için savaştıklarını ileri sürdüğü görülmektedir. Bkz. KASH, s. 72-73. 51 Söz konusu Karar çalışmada bundan sonra kısaca Saldırının Tanım Kararı şeklinde kullanılacaktır. G.A. Res. 3314, U.N. GAOR, 29th Sess., Supp. No. 31, U.N. Doc. A/9631 (1974). Kararın Türkçe metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 118-120. 52 ABD, Saldırının Tanımı Kararı’nın 7. maddesinin terörizm olarak kabul edilen bazı eylemlere göz yumulmasına hizmet edeceği gerekçesiyle Genel Kurulda yapılan oylamada çekimser kalmıştır. Bkz. SCHEIDEMAN, Sara N.: “Standards of Proof in Forcible Responses to Terrorism”, Syracuse L. Rev., Vol. 50, 2000, s. 270, dn. 146. Görüldüğü gibi 7. madde, karar metnindeki hiçbir hükmün özellikle sömürgeci veya ırkçı yönetimlerin ya da başka bir şekilde yabancı hâkimiyeti altına girmiş halkların self determinasyon, özgürlük ve bağımsızlık hakkını ve söz konusu halkların bu amaçla mücadele etme, destek arama ve elde etme hakkını olumsuz bir şekilde etkilemeyeceğini vurgulamaktadır. Kararda mücadele hakkından söz edilmekle birlikte, mücadele yönteminin kuvvet kullanma içerip içermediği hususunda bir açıklık yoktur. Bununla birlikte, 12. 08. 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne ek uluslararası çatışmalara ilişkin 1977 tarihli I. Protokolün 1/4. maddesi “geleceğini kendisinin belirlemesi hakkı çerçevesinde sömürgeci üstünlüğe, yabancı işgaline ve ırkçı rejimlere karşı mücadele eden halkların silahlı çatışmaları”nın uluslararası çatışma biçiminde değerlendirilebileceğini kabul ederek, sömürge altındaki toplulukların mücadelesinin kuvvet kullanmayı da içerebileceğini üstü kapalı olarak tanımış bulunmaktadır. 53 Anılan Protokole taraf devletlerin bu tür silahlı çatışmaları uluslararasılaşmış bir silahlı çatışma şeklinde gördüğü açıktır. Dolayısıyla ulusal kurtuluş savaşlarına uluslararası çatışma hukuku kurallarını uygulamaları gerekmektedir. 54 BM Genel Kurulunun bahsedilen kararlarının, 1977 Protokolleri’nin ve uygulamanın, ulusal kurtuluş hareketlerine meşru kuvvet kullanma yetkisi veren bir değişikliğe neden olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Özellikle batılı devletlerin büyük bir kısmının anılan Protokole taraf olmaması ve Genel Kurulda kabul edilen bir çok kararın oylanması aşamalarında, sömürge altındaki toplulukların mücadelelerinde açıkça silahlı mücadelede de bulunabileceklerinin öngörüldüğü durumlarda NATO’ya üye devletlerin olumsuz oy kullanmaları veya tarafsız kalmaları nedeniyle, bu konuda evrensel bir kabulün oluşmadığı söylenebilir. Diğer taraftan, Saldırının Tanımına İlişkin Karar ile 1977 tarihli I. Protokolün 1/4. maddesi ulusal kurtuluş savaşlarının, izin verilebilir uluslararası silahlı çatışmalar olarak görülmesine ve diğer devletlerin de ulusal kurtuluş hareketleri lehine müdahale etmelerine cesaret vermiş ve uluslararası silahlı uyuşmazlık 53 1977 tarihli I. Protokole taraf olan devletlerin ulusal kurtuluş savaşlarına uluslararası silahlı çatışma hukuku kurallarını uygulamaları gerekmektedir. Çünkü taraf devletler söz konusu silahlı çatışmaları uluslararasılaşmış silahlı çatışma olarak değerlendirmektedirler. Diğer taraftan anılan Protokole taraf olmayan devletler ulusal kurtuluş savaşlarını bir iç savaş olarak ele alacaklardır. 54 PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (IV. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 145. tanımını ulusal kurtuluş savaşlarını kapsayacak şekilde genişletmiştir. 55 Doktrinde ise, bahsedilen veriler karşısında ağırlıklı eğilim, sömürge altındaki toplulukların bağımsızlıklarını kazanma amacıyla self determinasyon ilkesi çerçevesinde kuvvet kullanılmasına başvurma hakkına sahip oldukları yönündedir.56 Doktrin, söz konusu kuvvet kullanma hakkının yalnızca sömürge altındaki topluluklar için tanındığını ve uygulanan uluslararası hukukun sömürge rejimi dışındaki bazı grupların ayrılıkçı çatışmalarını buna katmadığını da belirtmektedir. 57 Savaşta uyulması gereken kuralları düzenleyen 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesi ile Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I ve II nolu Protokollere göre just cause (haklı savaş) ilkesi, devlet dışı aktör tarafından devlete karşı gerçekleştirilen kuvvet kullanımlarında da dikkate alınmaktadır. 58 Sonuç olarak uluslararası hukukun bazı saldırgan eylemleri just cause temelinde meşrulaştırması bağlamında self determinasyon hakkına dayanılarak sömürgeciliğe karşı verilen mücadele meşru kabul edilmektedir. 59 Günümüzde dekolinazasyon süreci büyük ölçüde tamamlandığı için bu nedene dayanarak self determinasyon amacıyla kuvvet kullanma söz konusu olmamaktadır. Bu hak artık sömürge yönetimi altındaki halklar için değil, etnik gruplar ve işgal altındaki halklar için ileri sürülmektedir. 60 Özellikle 1990’lı yıllarda yoğun bir artış gösteren bu tür uyuşmazlıklar soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçları ve terör eylemlerini de gündeme getirmiştir. Bununla birlikte self determinasyon hakkının dekolonizasyon ve işgal altındaki halklar hariç diğer durumlarda ileri sürülmesi destek bulmamaktadır. 61 55 İngiltere, ABD ve İsrail 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek I. Protokolü, Protokolün savaşçı statüsünü genişleterek teröristlerin savaşçı statüsüne sokulacağı ve savaş esirlerinin haklarına sahip olacakları endişesiyle imzalamamıştır. Teröristlerin hukukî statüsü ve Cenevre Sözleşmesine Ek I. Protokolle ilgili tartışmalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. GROSS, Emanuel: “Democracy’s Struggle Against Terrorism: The Powers of Military Commanders to Decide Upon the Demolition of Houses, the Imposition of Curfews, Blockades, Encirclements and the Decleration of an Area as a Closed Military Area”, Ga. J. Int’l & Comp. L., Vol. 30, 2002, (a), s. 173-180. 56 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 123. 57 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 122-123. 58 BERES, 1995, (b), s. 245. 59 COHAN, John Alan: “Formulation of a State’s Respone to Terrorism and State-Sponsored Terrorism”, Pace Int’l L. Rev., Vol. 14, 2002, s. 86. 60 CHADWICK, s. 1. 61 GRAY, Christine: International Law and the Use of Force, First Ed., Oxford Press, Oxford, 2000, s. 50. BM Genel Kurulunun Dostça İlişkiler Bildirisi ile İnsan Hakları Dünya Konferansı’nda kabul edilen 25 Buna ek olarak terörizmin doğrudan sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkan etnik gruplar özel bir önem arz etmektedir. Etnik esasa dayalı gruplar, toplumda baskın etnik yapının üzerlerinde baskı uyguladığı iddiasıyla eşit haklar kazanmak veya bağımsız ayrı bir devlet kurmak için harekete geçebilmekte ve mücadele yöntemi olarak da terörizme başvurabilmektedir. Söz konusu grupların terörizme başvurması, 1960’tan sonra gelişen ulusal kurtuluş hareketlerinin kuvvet kullanmasına ilişkin uluslararası hukuk kurallarıyla ilgili tartışma ve problemleri yeniden gündeme getirebilir. İlk bakışta bu kuralların gelişimine destek veren bağlantısızlar grubuna yardımcı olan SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun çökmesinin söz konusu kuralları ve ilgili problemleri ortadan kaldıracağı düşünülse bile, bu çöküşün etnik problemleri tasfiye etmediği aksine alevlendirdiği ve yenilerini ortaya çıkardığı unutulmamalıdır. 62 Ayrıca Doğu Bloku’nun çökmesi etnik grupları kendi ulusal çıkarları için kullanabilecek başka devletlerin olmadığı veya olmayacağı anlamına gelmez. Sosyal gerçekliklere dayanan etnik problemler görmezlikten gelindiği sürece, söz konusu problemler varlığını sürekli olarak hissettirecek ve terörizme neden olabilecektir. 63 Bu nedenle, uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek niteliğe sahip devlet destekli etnik ayrılıkçı hareketlerin önlenebilmesi için, söz konusu hareketlere sebebiyet veren sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik kalıcı çözümler getirilmelidir. Politik amaçla gerçekleştirilmiş şiddetin terörizm olarak nitelendirilemeyeceğini ileri süren bazı devletler, şiddet eylemlerinin ulusal bağımsızlık, self determinasyon veya sömürge yönetiminden kurtulmak için gerçekleştirildiğini ve bu amaçla gerçekleştirilen eylemlerin terörizm tanımının dışında kaldığını savunmaktadır. 64 Bu yaklaşıma göre, bombalı mektup göndermek, uçak kaçırmak, diplomatları, iş adamlarını kaçırmak veya Haziran 1993 tarihli Viyana Bildirisi ve Eylem Programı’nda, hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm toplumu temsil eden bir hükümete sahip olan devletlerde self determinasyon ilkesinden yararlanılamayacağı öngörülmüştür. Burada a contario bir yorumla bu özellikleri taşımayan bir iktidarın var olması durumunda hakların self determinasyon hakkına dayanarak ayrılabileceği yorumu yapılabilir. Ancak bu durum halen tartışmalıdır. Dolayısıyla uygulanan uluslararası hukuk bakımından self determinasyon ilkesinin istisnasız bütün topluluklar için kabul edildiği söylenemez. 62 BAŞEREN, 1998, s. 160-161. 63 BAŞEREN, 1998, s. 161. 64 İsrail’in kuruluşu aşamasında Yahudilerin Filistinlilere ve İngiliz kuvvetlerine karşı uyguladığı terörizm kampanyasının İngilizlerin Filistin topraklarından çıkmasını sağladığına ve İsrail’in kurulması için bir dönüm noktası olduğuna işaret eden Seto, terörist eylemlerin gerçekleştirildiği politik ortamın bu tür eylemleri meşru kılıp kılmayacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Bkz. SETO, s. 1233. onlara saldırmak, asker-sivil ayrımı gözetmeksizin saldırılar düzenlemek eylemleri gerçekleştiren grupların just cause adına hareket etmesi halinde terörizm olarak kabul edilmeyecektir. 65 Uluslararası hukuk, bazı saldırgan eylemleri just cause temelinde meşrulaştırmaktadır. Daha önceden de belirtildiği gibi just cause bağlamında self determinasyon hakkına dayanarak veya sömürgeciliğe karşı verilen mücadele kapsamında gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemleri, meşru kabul edilmekte ve terörizmden ayrılmaktadır. Bununla birlikte, silahlı çatışmalar sırasında uyulacak kurallar, kuvvet kullanımının uluslararası hukuka uygunluğu sorunundan bağımsızdır. Dolayısıyla, bu tür bir mücadelenin meşruiyetinin devam edebilmesi için just means (silahlı çatışmalar sırasında uyulacak kurallar) ilkesine uygun olması gerekmektedir. Eğer bir kuvvet kullanma eylemi hem just cause hem de just means ilkesinin şartlarını taşıyorsa izin verilebilir bir eylem olarak kabul edilmelidir. Bu durumda verilen mücadele kapsamında gerçekleştirilen kuvvet kullanımının ayrım gözetme, orantılılık ve askerî gereklilik şartlarını taşıması zorunludur. Bu iki durumdan birisinin yokluğu halinde eylem terörizm olarak kabul edilmelidir. 66 Kısaca bu tür gruplar tarafından başvurulan kuvvet kullanımının ilk olarak amaç ikinci olarak da bu amaca ulaşmak için uyguladığı yöntemler bakımından öngörülen şartlara uygun olması gerekmektedir. 67 Bu durumda söz konusu hükümlerin ihlâli aynı zamanda uluslararası hukukun ihlâl edilmesine sebep olacağından savaş suçu oluşturacaktır. 68 65 BERES, 1995, (a), s. 18-19. BERES, 1995, (b), s. 249. 1977 tarihli Ek II. Protokol, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesinden farklı olarak, 4/2,d ve 4/2,h maddelerinde terörizmi ve terörizm tehdidini yasaklamaktadır. Bu durum karşısında doktrinin bir kısmı uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda terörist fiillerin yasaklanmasını 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesine kadar götürmekte ve söz konusu yasağı anılan maddedeki insancıllık ilkesi ile açıklamaktadır. Doktrin ayrıca Ek II. Protokol’ün sivil halka karşı terör eylemlerini yasaklayan 13. maddesini hem hükümet kuvvetlerini hem de başkaldıran kuvvetleri bağlayıcı bir hüküm niteliğinde değerlendirmektedir. Bkz. BAŞEREN, 2002, s. 190. 67 BERES, Louis Rene: “International Law Requirs Prosecution, Not Celebration, of Arafat”, U. Det. Mercy L. Rev., Vol. 71, 1994, (a), s. 576-577. 68 BASSIOUNI, M. Cherif: “Universal Jurisdiction for International Crimes: Historical Perspectives and Contemporary Practice”, Va. J. Int’l L., Vol. 42, 2001, s. 116. 66 Dolayısıyla, self determinasyon hakkının kabul edilmiş olması terör eylemlerini haklı kılmamaktadır. 69 Daha önceden de belirtildiği üzere terörizm hizmet ettiği amaçlarla değil eylemlerle tanımlanır. Bu anlamda amaç ve uygulanan yöntemler terörizmi isyancı grupların gerçekleştirdiği hukuka uygun eylemlerden ayırt edebilmek için oldukça elverişli bir yol sunmaktadır. Uluslararası toplum da bu durumu dikkate alarak gerek self determinasyon hakkı gerekse işgalden kurtulmak amacıyla yapılan mücadelenin kuvvet kullanma ile ilgili BM Andlaşması hükümlerine uygun olması zorunluluğunu ve uluslararası terörizmin kim tarafından işlenirse işlensin uluslararası bir suç olduğunu kabul etmek zorundadır. bbb. Terörizm ve Diğer Şiddet Eylemleri (a). Savaş Terörist eylemlerin yıkıcı sonuçları ve ulusal güvenliğe, bölgesel istikrara yönelttiği tehdit nedeniyle, hukukî bir sorun olmaktan ziyâde savaş eylemi niteliğinde olduğu ve benzer şekilde terörizme karşı devam eden mücadelenin hukukî bir uygulama değil, devam eden bir savaş olarak görülmesi gerektiği ileri sürülmektedir. 70 Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında bu görüş daha da yaygınlık kazanmıştır. 71 Terörist saldırıların neden olduğu can ve mal kaybının büyüklüğü bu yaklaşımda önemli bir rol oynamaktadır. 72 Diğer taraftan, terörist gruplar da propaganda anlamında yürüttükleri mücadelenin daha etkili olabilmesi amacıyla savaş söylemini kullanmayı tercih etmektedirler. 69 HIGGINS, Rosalyn: “The General International Law of Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 18 70 BIGGIO, Frank A.: “Neutralizing the Threat: Reconsidering Existing Doctrines in the Emerging War on Terrorism”, Case W. Res. J. Int'l L., Vol. 34, 2002, s. 17. Larschan, terörizmin bir savaş eylemi olarak kabul edilmesi ve alınacak karşı önlemlerin uluslararası hukukun bu alanla ilgili temel ilkelerinin dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bkz. LARSCHAN, s. 146-148. 71 Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. FELDMAN, Noah: “Choices of Law, Choices of War”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 457-485. 72 WEGDWOOD, 2002, s. 727. Geleneksel anlamda savaş, düzenli ordular arasında veya devletle gerilla gibi tanımlanabilir bir kuvvet arasında yapılan silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. 73 Modern terörizm ise geleneksel savaştan farklı özelliklere sahiptir. Öncelikle terörizmde ideolojik, politik ve etnik kimlikler üzerinde şekillenmiş devlet dışı aktörler söz konusudur ve teröristler askerler gibi devlet tarafından görevlendirilmiş kişiler değillerdir. 74 Savaş durumunda düşmanın direnme yeteneği tahrip edilmeye veya düşmana direnmeye devam etmesinin getireceği maliyetin talep edilen şartları yerine getirmekten daha kötü olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Teröristler ise, düşmanın direnme gücünü ortadan kaldırmayı değil, cesaret kırıcı bir korku yaratmak suretiyle insanların hükümete destek olma duygusunu tahrip ederek hükümetin arkasında olmalarını engellemeyi 75 amaçlamaktadırlar. Diğer taraftan, savaşta savaşan taraflar savaş hukuku kurallarına bağlı olarak belli bir coğrafi alan içinde askerî hedeflere veya bağlantılı hedeflere yönelik eylemlerde bulunurken terörizmin seçeceği hedefler temelde sivillere yönelik olup belli bir coğrafi alanla ve kurallarla sınırlanmamıştır. Savaşta sivilleri öldürmek savaşın arızî bir neticesi iken, teröristler için sivilleri öldürmek bir gerekliliktir ve bu nedenle terörizm öncelikle sivilleri hedef almaktadır. Bu bağlamda, teröristler savaş hukuku kurallarına uymazlar ve sivil/asker ayrımı yapmazlar. Savaşta sivillerin savaş dışında tutulması, orantılılık, gereklilik gibi kurallar söz konusu iken, terörizmde bu tür kurallar söz konusu değildir. Terör ile savaş arasındaki en temel fark ise iki taraf arasındaki güç dengesizliğidir. 76 Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, devlet ile bireyler veya terörist gruplar arasında savaş olamayacağı sonucuna ulaşılır. Zaten terörizm hem ulusal hem de uluslararası pek çok düzenlemede hukukî bir sorun şeklinde ele alınmış ve bu yönde düzenlenmiştir. 73 BIGGIO, s. 17. COHAN, s. 85. 75 HENDERSON, s. 6. 76 BOZKURT, Enver: Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanma, Nobel Yayınları, Ankara, 2003, s. 199. 74 (b). Gerilla Hareketleri Terörizm kelimesi anlam bakımından oldukça olumsuz bir kelime olduğundan hiç kimse kendini terörist olarak nitelendirmek istemez. Bu nedenle, teröristler kendilerini özgürlük savaşçıları veya ulusal bağımsızlık, sosyal adalet veya diğer idealler için mücadele eden gerilla şeklinde tanımlamakta ve bu statünün sağlayacağı korumadan yararlanmak istemektedirler. 77 Buna karşılık, terör örgütlerinin gerilla statüsünde olduklarını kabul etmek terör örgütlerini meşrulaştırmak anlamını taşıyacaktır. 78 Dolayısıyla pek çok gerilla hareketi, terörist yöntemleri kullanmasına ya da terörist gruplarca desteklenmesine rağmen, terörizm genel olarak gerilla savaşıyla eşleştirilemez. Terörist grupları gerilla olarak nitelendirmek yanlış bir vasıflandırma olacağından terörizm ile gerilla savaşını birbirinden ayırmak önem taşır. Bu kavramların arasındaki farklılığın anlaşılabilmesi için gerilla ile ilgili bazı bilgiler verilmesi uygun olacaktır. Resmen ilân edilmemiş savaşın içinde bir mücadele şekli olan ve temelde vurkaç metoduna dayanan gerilla savaşı günümüzde oldukça yaygın olup, nizamî savaşın yerini almış durumdadır. Gerilla ile asker arasındaki farklılıklar kısaca şu şekilde özetlenebilir: Gerilla, asker gibi uluslararası hukuk kapsamında bir savaşa katılmış kişidir ve toprak için mücadele vermektedir. Savaş hukuku kurallarına göre hareket eden askerden farklı olarak küçük gruplar halinde örgütlendiklerinden aşırı hareketlilik ve düzensizlikten kaynaklanan avantajlarını bilerek savaşmaktadırlar. Gerilla savaşı, düşmanın alt yapısını tahrip etmeye, bölgeleri askerden kurtarmaya uygundur ve düşmanın askerî kuvvetlerini hedef alır. Henüz düzenli birliklerin oluşturulmadığı durumlarda veya düzenli birliklerin yok edilmesi halinde ya da düzenli birliklerin operasyon düzenleyemeyeceği alanlarda gerilla savaşına başvurulur. 79 Buna karşılık, gerilla hareketlerinin terörizm başta olmak üzere diğer şiddet eylemlerinden nasıl ayırt edileceği hususunda da uluslararası alanda çeşitli düzenlemeler 77 FARRELL, William R.: “Responding to Terrorism:What, Why and When”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 449. 78 ZAFER, s. 78. 79 ZAFER, s. 76. yapılmıştır. Siyasî şiddet eylemlerinin meşru savaş faaliyeti olarak kabul görebilmesi sadece, baş kaldırma hareketlerinin Kara Savaşına İlişkin hukukî ve Örfi Kurallara Dair 18 Ekim 1907 tarihli IV. La Haye Sözleşmesi Ek 1. maddesi ile Savaş Esirlerine Tatbik Edilecek Muamelelere Dair III. Cenevre Sözleşmesi’nin 4. maddesindeki şartları taşımasına bağlıdır. 80 Bu şartlar özet olarak şu şekilde sayılabilir: Şiddet uygulayan grupta astından sorumlu bir üst bulunmalı; grup uzaktan tanınabilen sabit bir işaret taşımalı; silahlar açıkta taşınmalı; grup, savaş hukukunun kurallarına, örf ve adetlerine uygun operasyon yapmalı yani terör eylemlerinde bulunma yasağına uymalıdır. 81 Anılan düzenlemeler aracılığıyla kurulu bir iktidara karşı organize ayaklanma veya mücadeleye katılan kişinin statüsü savaşan statüsü ile eşit tutularak bu kişilere savaş esiri statüsü tanınmış ve yürüttükleri savaş dolaylı olarak meşrulaştırılmıştır. Teröristlerin savaşan statüsünden yararlanamamalarının nedeni, belirtilen fiziki şartları taşımamalarıdır. Ayrıca, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesine göre düşmanca eylemlere doğrudan katılmayanlar, silahlarını bırakan kimseler ve hastalık, yaralılık, tutukluluk veya herhangi bir nedenle savaş dışı kalanlar, soy, renk, din, cinsiyet, doğum veya benzer herhangi bir ölçüte dayanan hiçbir ayrım gözetmeksizin insanca davranıştan yararlanacaklardır. Suçsuz insanları hedef alan teröristlerin insanca davranışlarından söz etmek mümkün değildir. Doktrin, terörizmin, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesinde düzenlenen uluslararası olmayan silahlı çatışmalar kavramının dışında kaldığı noktasında görüş birliği içindedir. 82 Gerillayı belirleyen bütün bu kriterlere rağmen askerî küçük çaplı savaş (gerilla savaşı) ile terör eylemleri arasındaki sınır tam olarak tayin edilemediğinden 83 terörizm ve gerilla hareketlerini özellikleri anlamında teker teker ele almak daha doğru olacaktır. Siyasî rejime karşı normal dışı şiddete dayalı mücadelenin başlamasından yeni siyasî rejimin tesis edilmesine kadar geçen süreç içerisinde, her aşamada terörizme 80 Sözleşmelerin metinleri için sırasıyla bkz. Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1987, s. 347-361, 127-207. 81 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli Protokollerde de gerilla savaşçılarına belirli şartlar dahilinde savaşan statüsü tanınarak savaş esirlerinin korunmasına ilişkin kurallarının uygulanması kabul edilmiştir. Bkz. ZAFER, s. 72. 82 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 149. 83 ZAFER, s. 79. başvurulabilir. Buna çoğu zaman diğer siyasî şiddet biçimleri olan gerilla savaşı ve savaş da eşlik eder. 84 Basit bir terörist hareketten bir ülkenin bölünmesine veya kurulu düzenin anayasaya aykırı olarak el değiştirmesine kadar uzanan silahlı çatışmalar sırasında farklı safhalarda terörizm, gerilla savaşı ve savaş iç içe geçebilir. Bu durum söz konusu faaliyetleri birbirinden ayırt etmeyi daha da zorlaştırmakla beraber, terörizm niteliğindeki fiillerin sembolik olması önemli bir ayırt edici ölçü olarak görülebilir. Gerilla faaliyetleri ve savaş silahlı çatışmayla sonuç almaya yönelik faaliyetlerdir. Diğer taraftan terörizmde asıl önemli olan doğrudan doğruya işlenen fiil değil, fiilin yakın maksadının ötesinde bir yarar olarak gördüğü propagandadır. 85 Terörizmin simgeselliğine karşılık gerilla savaşında ve savaşta fiil öncelikle neticeye yönelmiştir. 86 Diğer taraftan, gerilla tıpkı hafif düzenli askerî birlikler gibi çeşitli silahlara sahiptir. Kendilerini askerî disiplin içindeki askerler olarak gören gerilla hareketleri binlerce kişiden oluşabilir. Gerilla, özellikle silah ve askerî konularda dışarıya bağımlı olmakla birlikte arkasında kendisini destekleyen ve yardım eden bir halk kitlesi vardır. Savaş hukuku kurallarına uymak zorunda olan gerilla düşman eline düştüğünde savaş esiri statüsündedir ve düşmanla birlikte görüşmeler yapma hakkına sahiptir. Terörist örgütler ise küçük gruplardır. Tipik eylem tarzları bombalama, suikast, uçak ve adam kaçırmadır. Askerî bir düzen içinde örgütlenmeyen terörist grupların pek çoğu etrafındaki halkla çok az iletişim içinde olup onlardan az bir destek almaktadır. Amaçları fidye, güvenli geçiş veya tutuklu bulunan arkadaşlarının serbest bırakılmasıdır. 87 Özünde kırsal alanda kurtarılmış bölgeler oluşturma amacının yattığı gerilla savaşında, sayı, güç ve teçhizat olarak giderek büyüyecek küçük askerî birlikler kurarak hükümet birliklerine karşı mücadele etmek hedeflenmektedir. Gerilla kurtarılmış bu bölgelerde kendi kurumlarını kurar, propagandalarını yapar ve diğer siyasî faaliyetlerini açıktan yürütür. Söz konusu özellikler teröristlerde yoktur. Herhangi bir yerde yoğunlaşmaları halinde kolayca hedef haline 84 BAŞEREN, 2002, s. 186. BAŞEREN, 1998, s. 160. 86 BAŞEREN, 2002, s. 186. 87 HENDERSON, Harry: Global Terrorism The Complete Reference Guide, Chackmark Books, New York, 2001, s. 8. 85 gelebilecek olan teröristler küçük hücreler halinde faaliyetlerini devam ettirir ve operasyon üsleri şehirlerde yer almaktadır. 88 Gerilla ile teröristler arasında bir savaşa katılma, toprakla bağlantılı mücadele, düzensizlik, aşırı hareketlilik ve siyasî isteklerdeki yoğunluk ortak hususlar olarak karşımıza çıkar. Gerilla stratejilerinde, şiddet kullanarak doğrudan doğruya askerî-siyasî hedeflere ulaşmak esasken, teröristler personel ve lojistik yetersizlikten ve halkın desteğini de arkalarına alamamalarından dolayı savaş açmak ve bölge kurtarmak yani askerî hedeflere ulaşmak konumunda değildir. Bu nedenle, hedef sıralamasında askerî kuvvetler ilk sırada yer almaz. Kurbanlar suçsuz kimseler olup, teröristlere karşı bir saldırıya geçmeleri veya saldırıya sebebiyet verme gibi bir durumları söz konusu değildir. Teröristlerin amacı, eylemleriyle maddî zarara neden olmak, suikastlarla düşman cephede boşluklar yaratmak ve bunun sonucu olarak toplumda psikolojik bir tepkinin doğmasını sağlamaktır. 89 Silahsız, masum ve savunmasız sivillere değil, organize bir şekilde hükümet kuvvetlerine karşı savaşan ve ayırt edici işaretlere sahip gerilla hareketleri, kasten sivilleri hedef almak gibi terörist metotlara başvurmadığı sürece terörist olarak kabul edilmeyecektir. 90 Aksi takdirde, bu mücadeleyi verenlerin savaş hukuku kurallarına uymadıkları rahatlıkla söylenebilecektir. (c). Devlet Terörü Devlet terörü, devlet destekli terörizmden farklı olarak devletin kendi vatandaşlarına uyguladığı 91 sistematik yıldırma, tutuklama, öldürme ve diğer baskı 88 LAQUEUR, 2002, s. 103. ZAFER, s. 77. 90 HAILBRONER K.: “International Terrorism and the Laws of War”, German Yearbook of Int. Law, Vol. 26, 1982, s. 169’dan aktaran SCHACHTER, 1991, s. 163; JAMES, Matthew H.: “Keeping the PeaceBritish, Israeli, and Japanese Legislative Responses to Terrorism”, Dick. J. .Int’l L., Vol. 15, 1997, s. 408; SCHACHTER, Oscar: “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 244. 91 BAŞEREN, 2002, s. 187. 89 araçlarıyla terör uygulaması 92 ve insan hakları ve uluslararası insancıl kuralların, yoğun, yaygın ve sistematik bir şiddet kullanımı ile ihlâl edilmesidir. 93 Söz konusu suçlar, devlet politikasının bir parçası olarak işlenir ve bu nedenle terörizm olarak nitelendirilmez. 94 Devlet terörü daha ziyâde siyasî muhaliflere veya etnik bir gruba yöneliktir. Burada amaç söz konusu kişi veya grupları hükmü altına almak veya iç muhalefete rağmen rejimi devam ettirmektir. Bu amaçla gerektiğinde sosyal veya politik grubun toptan yok edilmesi de söz konusu olabilir. 95 Uluslararası terörizmin aksine devletler işledikleri bu tür eylemlerin bilinmemesini tercih ederler. Kitlesel tutuklamalar, belirsiz bir süre göz altında tutma, sınır dışı etme, işkence, tecavüz, toplama kampları ve toplu idamlar devlet terörizminin uygulama şekillerine örnek verilebilir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında totaliter sistemlerin yarattığı devlet terörü Sovyetler Birliği, Almanya ve İtalya’da zirveye ulaşmıştır. Sovyetler Birliği’nde özellikle Lenin ve Stalin, İtalya’da Mussolini ve Almanya’da Hitler kendi vatandaşlarına karşı kapsamlı bir devlet terörü uygulamışlardır. 96 Her üç ülkede de pek çok kişi etnik kimliklerinden veya politik görüşlerinden dolayı sistematik bir şekilde katliama maruz kalmış, sürgüne veya çalışma kamplarına gönderilmiştir. En şiddetli devlet terörü ideolojik bir grubun totaliter devleti kontrol etmesi ve politik düşmanlarını yok etmeyi amaçladığı zaman ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 1960’lı yıllarda Mao Zedong önderliğinde Çin’de gerçekleştirilen Kültür Devrimi ve 1970’li yıllarda Kamboçyalı diktatör Pol Pot rejimi her ne pahasına olursa olsun toplumu yeniden şekillendirmeye yönelik radikal teşebbüslerdir. Milyonlarca kişi öldürülmüş veya mal ve mülklerine el konulmuştur. Devlet terörizmi rejimle isyancılar arasında devam eden bir mücadelenin parçası ise çözümü daha zor olabilmektedir. 97 92 LAQUEUR, s. 100. BASSIOUNI, M. Cherif: “Legal Control of International Terrorism: A Policy-Oriented Assesment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 84-85. 94 BASSIOUNI, 2000, s. 6. 95 BASSIOUNI, 2002, s. 85. 96 Bu dönemlerde uygulanan devlet terörü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. HARZENSKI, Sharon: “Terrorism, A History: Stage One”, Transnat’l L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 147-191. 97 HENDERSON, s. 9. Etnik bir grubun haksızlığa uğraması karşısında ya da haksızlığa uğradığı inancıyla kurulu iktidara karşı başlattığı siyasî mücadele çerçevesinde daha küçük radikal bir grubun şiddete başvurması ile söz konusu olan terörizm, bir taraftan ayaklananların kurulu düzeni yıkmak için uyguladıkları terörizm, diğer taraftan da kurulu düzende hâkim olanların hâkimiyetlerini sürdürmek için başvurdukları terörizm olmak üzere iki yönlü ortaya çıkmaktadır. Bkz. BAŞEREN, 2002, s. 186. 93 Özellikle baskıcı rejimler tarafından gerçekleştirilen devlet terörünün 20. yüzyıl boyunca 70 milyon kişinin ölümüne yol açtığı tahmin edilmektedir. Aynı dönemde ideolojik amaçlarla harekete geçen küçük gruplar tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlerde ise 100.000 kişilik bir can kaybının olduğu belirtilmektedir. 98 Devlet terörünün ne derece acımasız olduğunu açık bir şekilde gösteren bu rakamlar devletler ve bireyler arasındaki kuvvet dengesinden kaynaklanmaktadır. Devlet terörü öncelikle insan haklarını ihlal etmektedir. İnsan hakları ile ilgili konular ise, artık ulusal yetki içinden çıkarılmış ve uluslararası yetki içinde değerlendirilmeye ve Nazi rejimi tarafından işlenen suçların insanlığa karşı suç şeklinde değerlendirilmesi örneğinde olduğu gibi insanlığa karşı suç kapsamında ele alınmaya başlanmıştır. 99 (d). Devrim Gerek terörizm gerek devrim, köklü politik değişikleri amaçlamasına rağmen aralarında birtakım farklar bulunmaktadır. Genellikle terörizmden daha geniş ve daha sistematik bir eylem öngören devrim, eskisinin yerini almak üzere yeni bir hükümet kurmayı hedefler. Bununla birlikte terörist eylemler, devrim için uygun şartlar sağlayabilir ve devrim tesadüfi veya politik amaçlı olarak terörist eylemlere eşlik edebilir. 100 Teröristler devrimci gruplardan, seçtikleri hedefler ve amaçlar bakımından kolaylıkla ayırt edilebilir. Çünkü teröristler masum kişileri hedef almakta ve hükümetleri destabilize etmek için hedef toplum üzerinde korku ve belirsizlik ortamı yaratmayı amaçlamaktadır. 101 98 BASSIOUNI, 2000, s. 4-5. Yaklaşık 40 milyon insanın hayatına mal olan Stalin dönemi ile SSCB tarafından 1948-1951 yılları arasında işgal edilen Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanan şiddetin insanlığa karşı suç olarak nitelendirilmediğini ifade eden Bassiouni, bu durumun, uluslararası hukukun politik kaygılarla nasıl farklı uygulandığının bir göstergesi olduğunu belirtmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2000, s. 6, dn. 18. 100 HENDERSON, s. 7. 101 LARSCHAN, s. 129. 99 b. Terörizm Hakkında Yapılmış Çeşitli Tanımlar ve Bunların Değerlendirilmesi Daha önceden de belirtildiği gibi, terörizm hakkında değişik tanımlar yapılmasına rağmen BM bünyesinde veya çok taraflı uluslararası anlaşmalarda tek ve kapsamlı bir tanım yapılması söz konusu olmamıştır. 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşan elverişli ortamda dahi bu tür bir terörizm tanımı yapmak mümkün olmamıştır. Uluslararası alanda terörizmle ilgili yayınların ve çalışmaların sayısının artmasına rağmen terörizmin ne olduğu konusunda veya terörizmi diğer benzer suçlardan ayırt etme noktasında önemli bir mesafe kat edilememiştir. Terörizm kavramı artık o kadar geniş ve belirsiz bir hale gelmiştir ki, bazen çok farklı veya kasıt bulunmayan eylemler dahi terörizm içinde düşünülmektedir. Bu durum uluslararası terörizmin tanımlanamaz olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Çalışmada böyle bir tanımın yapılması söz konusu olmamakla birlikte terörizmden ne anlaşıldığını ortaya koymak bakımından devletler, uluslararası kuruluşlar ve yazarlar tarafından yapılmış bazı tanımların verilmesi uygun bulunmaktadır. Arend ve Beck’e göre, “Terörizm, politik amaçlara ulaşabilmek amacıyla toplum üzerinde korku yaratmaya yönelik şiddet kullanmak veya kullanma tehdidinde bulunmaktır.” 102 Erickson ise, “Terörizm siyasî, sosyal ve ideolojik amaçlarla hükümet, toplum veya bireyleri zorlamak, sindirmek kastıyla bireylere karşı korku yaratmaya yönelik hukukî olmayan kuvvet kullanımında veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktır.” şeklinde tanımlamıştır. 103 Alex Schmid’in terörizm tanımı şu şekildedir; “Terörizm birey, grup veya devlet aktörleri tarafından kişisel, kriminal veya politik sebeplerle korku ve endişe kaynağı olan tekrarlanmış şiddet eylemleridir. Suikastlar hariç olmak üzere, bu eylemlerin doğrudan hedefleri, asıl mağdurlar değildir. Şiddetin insan mağdurları, ilk aşamada mesaj jeneratörü olarak, genelde hedef kitle içerisinden fırsatın elverişliliğine bağlı olarak 102 BECK, Robert J. & AREND, Anthony Clark: “Don’t Tread on Us: International Law and Forcible State Responses to Terrorism”, Wis. Int’l L. J., Vol. 12, 1994, s. 163. 103 ERICKSON, s. 28. rastgele veya önceden belirlenmiş temsili veya sembolik hedefler olarak seçilirler. Teröristle, doğrudan mağdur ve hedef kitle arasında tehdit ve şiddet üzerine kurulu bir iletişim süreci oluşturmak isterler. Teröristlerle mağdurlar ve esas hedef kitle arasındaki tehdit ve şiddet üzerine kurulu iletişim süreci, söz konusu esas kitleyi, yani toplumun genelini etkilemeyi amaçlamaktadır. Yıldırma, zorlama veya propaganda amaçlarından hangisine ulaşılmak isteniyorsa, buna uygun olarak hedef kitle terörün, taleplerin veya ilginin odağı haline getirilir.” 104 Bassiouni de terörizmi şu şekilde tanımlamıştır; “Terörizm, belirli bir toplum içerisinde, iktidar olmaya yönelik bir sonuç elde etmek veya faillerin kendileri veya bir devlet adına hareket edip etmediklerine bakılmaksızın, belirli bir davanın veya problemin propagandasını yapmak için korku yaratmak üzere tasarlanmış, uluslararası düzeyde yasaklanmış şiddetin, ideolojik olarak motive olmuş stratejisidir.” 105 Schacter terörizm için, “Saldırganların şiddet kullanarak veya kullanma tehdidinde bulunarak hedef toplum üzerinde korku ve endişe ortamı yaratmak suretiyle politik amaçlarına ulaşabilmeyi hedeflemesidir.” demektedir. 106 Thornton, “Terörizm, şiddet kullanma ya da şiddet tehdidi içeren normal dışı yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere dizayn edilmiş sembolik bir fiildir.” şeklinde bir tanım yapmıştır. 107 104 SCHMID, Alex P.: “The Response Problem as a Definition Problem”, in Western Responses to Terrorism, Ed. by. Alex P. Schmid & Ronald D. Crelinsten, London, Frank Cass & Company Ltd, 1993, s. 8’den aktaran BEŞE, s. 24-25. Beşe, Schmid’in bu tanımlamasının oldukça tarafsız olduğu ve bu nedenle “bazıları için terörist olan, diğerleri için özgürlük savaşçısıdır” özdeyişindeki göreceli terörizm konseptine müsaade etmediği değerlendirmesinde bulunmaktadır. 105 BASSIOUNI, 1999, s. 777. Bassiouni’nin 20-24 Ocak 1998 tarihleri arasında Siracusa’da düzenlenen Terörizm Dahil, Çeşitli Görünümdeki Suçların Kontrolü ve Önlenmesi İçin Uluslararası İşbirliğine Dair Birleşmiş Milletler Uzmanlar Toplantısı’nda yaptığı bu tanım, 14-18 Mart 1988 tarihleri arasında Viyana’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Bölgeler Arası Uzmanlar Toplantısında kabul edilmiştir. Bu tanımda, şiddet araçlarının hukuk dışılığı, uluslararası hukuk kuralları tarafından belirlenirken, ideolojik veya politik hedef ve amaçlar tarafından motive edilmeyen eylemler hariç bırakılmaktadır. Bu durumda tanımlama, terörizmin kapsamlı bir yasal tanımlamasına ulaşmak için oldukça tatmin edici olmaktadır. Bu kuralların ihlal edilmesinin sonuçları, bireysel olarak uluslararası ceza sorumluluğuna uğratılmayı da kapsamaktadır. Bkz. BEŞE, s. 25. 106 SCHACHTER, 1993, s. 243. 107 THORNTON, T. P.: “Terror as a Weapon of Political Agitations”, in Internal War, Ed. by. Eckstein, H., London, 1964, s. 73’den aktaran BAŞEREN, 2002, s. 184. Yonah Alexander ise, “Terörizm bireyler, ulusaltı gruplar veya devletler tarafından politik, sosyal ve ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla hedef toplumda saldırılan veya tehdit edilen kurbanlardan daha geniş bir etki alanı içinde bunaltıcı, karşı konulamaz bir korku yaratmak niyetiyle gerçekleştirilen şiddet eylemidir.” tanımını yapmıştır. 108 Uluslararası toplumun genel kabul görmüş bir terörizm tanımına ulaşamamasına mukabil bireysel anlamda devletlerin terörizme dair değişik tanımlar yaptıkları görülmektedir. Örneğin ABD devlet kurumları tarafından değişik tanımlar yapılmıştır: Savunma Bakanlığı terörizmi, “... devrimci örgütler tarafından politik ve ideolojik amaçlarla hükümetleri veya toplulukları sindirmek veya baskı altında tutmak niyetiyle bireylere veya bireylerin mallarına karşı hukuk dışı kuvvet kullanımı veya kullanma tehdidi veya şiddet uygulamasında bulunmak” şeklinde tanımlarken 109 Dışişleri Bakanlığı “… ulusaltı gruplar veya gizli ajanlar tarafından sivillere karşı gerçekleştirilen önceden tasarlanmış, politik amaçlı şiddet” tanımını yapmıştır. 110 Adalet Bakanlığı ise, “… sivil toplumu korkutmak veya zorlamak, korku veya sindirmeyle ya da adam kaçırma veya suikast yoluyla hükümetin davranışlarını etkilemek niyetiyle şiddet eyleminde bulunulması” olarak tanımlamıştır. 111 Diğer taraftan F.B.I. (Federal Bureau of Investigation), “… politik ve toplumsal amaçlarla bireylere veya mallarına karşı hükümetleri, sivil toplumu sindirmek veya zorlamak amacıyla hukuk dışı kuvvet kullanımında ve şiddet uygulamasında bulunulmasıdır” tanımını yapmıştır. 112 Terörizmle mücadeleye yönelik stratejiler geliştirmek amacıyla kurulan dönemin başkan yardımcısı Bush’a bağlı olarak çalışması sebebiyle Bush Komitesi olarak da adlandırılan Geçici Komite diğer hükümet birimlerince daha önceden yapılmış tanımların bir bütün halinde ele alarak terörizmin tanımını yapmıştır. Buna göre terörizm, “Siyasal ve toplumsal hedefler doğrultusunda kişilere ya da mülkiyete karşı yasa dışı şiddet kullanılmasıdır ya da bu yönde bir tehdittir. Gözetilen 108 ALEXANDER, Yonah: “Terrorism in the Twenty-First Century: Threats and Responses”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 1999, s. 65. 109 BERES, 1995, (b), s. 239. Laqueur, bu tanımın zor ya da şiddetin “devrimci bir örgüt” tarafından kullanılması üzerinde durduğu yorumunda bulunmaktadır. Bkz. LAQUEUR, s. 99. 110 BERES, 1995, (b), s. 239. 111 BERES, 1995, (b), s. 239. 112 BERES, 1995, (b), s. 239. amaç genelde hükümeti, bireyleri ya da grupları sindirmek ya da baskı altında tutmak ya da onların davranışlarını veya izledikleri politikaları değiştirmektir.” 113 İngiltere tarafından yapılan tanıma göre terörizm, “Politik, dinî veya ideolojik amaçlarla bireylere ya da bireylerin mallarına karşı gerçekleştirilen, insan hayatını, kamu sağlığını ve güvenliğini tehlikeye atan şiddet eylemleri”dir. 114 Terörizmi sürekli gündeminde tutan BM Genel Kurulu da 40/61 sayılı kararında terörizmi üstünkörü bir şekilde, “Masum insanların hayatına son veren, temel hak ve özgürlükleri tehlikeye atan, kişinin şeref ve haysiyetini ciddi bir şekilde ihlâl eden eylemler” olarak tanımlamıştır. 115 Uluslararası Hukuk Komisyonu ise terörizmi, “Hedef toplumda söz konusu toplumu saldırganların politik amaçlarını karşılamaya zorlamak için korku ve endişe yaratmaya yönelik şiddet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma” şeklinde tanımlamıştır. 116 Yapılan tanımlar değerlendirildiğinde öncelikle terörizme ilişkin tüm tanımlamaların eksik olduğunu belirtmek gerekir. Var olan tanımlar ya terörizmin belli yönleriyle sınırlıdır ya da sadece birkaç devlet tarafından kabul görmüştür. Çünkü gerçeklik herhangi bir genellemeden daha zengin veya daha karmaşıktır. Değişmeyen tek bir terörizm çeşidi yoktur, fakat bir çok terörizm şekli vardır. 117 Dolayısıyla, yapılan tanımların terörizmi tam anlamıyla ifade edebildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bununla birlikte, terörizmin temel amacı tanımlanabilir nitelikte olup yapılan bütün tanımlar terörizmin özü hakkında genel bir fikir vermektedir. Tanımlarda da görüldüğü gibi, bütün terörist eylemler saldırganların politik amaçlarını gerçekleştirebilmek amacıyla hedef toplumda korku ve endişe ortamı yaratmaya 113 LAQUEUR, s. 99. ABD’nin yaptığı terörizm tanımları hakkında bir değerlendirme için bkz. NOTEBOOM, Aaron J.: “Terrorism: I Know It When I See It”, Or. L. Rev., Vol. 81, 2002, s. 567-573. 114 ALEXANDER, 1999, s. 63. 115 G.A. Res. 40/61, U.N. GAOR, Supp. No. 53, U.N. Doc. A/40/53 (1985). 116 U.N. Doc. A/cn. 4/Ser. A./1980/Add. 1 (1980). 117 LAQUEUR, s. 99. yönelik şiddet uygulamaları ve şiddet tehdidinde bulunmalarını içermektedir. 118 Rehin alma, uçak kaçırma, sabotaj, suikast, bombalama gibi bazı eylemlerin terörist eylemler olduğu şeklinde genel bir kabul oluşmuştur. Ancak, bu kategorilere giren her eylem terörist eylem statüsünde değildir. Çünkü, terörizm sadece eylemin niteliğine bakılarak tanımlanamaz. Bir eyleme politik şiddet niteliği veren ve onu sıradan suçlardan ayırıcı nitelikler üzerinde durulması gerekmektedir. Hollandalı siyaset bilimci Alex Schmid, 1983 yılında yaptığı bir çalışmada 1936 ile 1981 yılları arasında terörizm hakkında yapılmış 109 farklı tanım tespit etmiştir. 119 1981 yılından sonra da yapılan pek çok tanım olmuştur. Yapılan bütün bu tanımlar terörizmin şiddet kullanma veya kullanma tehdidi içerdiği, bir mücadele metodu olarak kabul edildiği, amacının hedef kitlede korku ortamı yaratmak olduğu gibi hususlarda hemfikirdir. Schmid, tanımlamalardan terörizmin amacı ve fonksiyonu hakkında 22 temel unsur ve 20 amaç sıralamıştır. En fazla rastlanılan beş unsur; şiddet, politik amaç, korku, tehdit ve üçüncü taraflar üzerinde psikolojik etkiye sebebiyet vermek olarak karşımıza çıkar. En fazla rastlanılan beş amaç ise; toplumu terörize etmek, yetkilileri karşı önlemler almak zorunda bırakmak, terörist kuvvetleri harekete geçirmek, hükümet kuvvetlerini de hareketsiz hale getirmek, kamuoyunu olumlu veya olumsuz bir şekilde etkilemek ve rejimi değiştirmek olarak tespit edilmiştir. 120 Terörizmde söz konusu olan şiddet genellikle sivillere yönelik olup politik bir amaç taşımaktadır. Eylemler, herkes tarafından bilinilmesini sağlayacak şekilde gerçekleştirilir. Çünkü terörist gruplar eylemleri ile fiziki bir tahribat gerçekleştirmenin ötesinde psikolojik etkiler oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında terörizmi sıradan suçlardan ayıran başlıca iki nitelik bulunmaktadır: Saldırganın ideolojik kaygısı ve politik amacı. 121 Bu nedenle politik amaç kastı olmaksızın gerçekleştirilen şiddet eylemleri dehşet saçmasına rağmen terörizm olarak düşünülmemelidir. Çünkü saldırganın amacı 118 Terörizme ilişkin yapılan tanımlar hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. BERES, 1995, (a), s. 127. 119 ERICKSON, s. 24-25. 120 AREND & BECK, s. 161; ERICKSON, s. 24-25. Schmid’in belirttiği diğer unsurlar ve amaçlar için bkz. ERICKSON, s. 46, dn. 8 ve 9. 121 BASSIOUNI, 1999, s. 779. kişisel bir kazanç olmayıp ideolojik nitelik taşımaktadır. Pek çok tanım teröristin politik veya ideolojik kaygılarla hareket ettiği noktasında birleşmektedir. 122 Yine bu tanımlar terörist faaliyetlerin, hükümetin davranışlarını etkilemek veya BM gibi uluslararası örgütleri yönlendirmek amacıyla gerçekleştirildiği noktasında da ortaktır. 123 Terörizmi diğer suçlardan ayıran bu unsurları kısaca sıralamak gerekirse: -Motivasyon; saldırganın amacı şahsi bir amaçtan çok ideolojik niteliklidir. -İdeolojik amaca sahip saldırganın eylem sonucunda insan yaşamına veya mülkiyet hakkına verilen zarardan şahsi bir çıkarı yoktur, oysa sıradan suçlular şahsi çıkar amacıyla eylemde bulunur ve hedef olarak seçtiği kişi veya obje onun amacıyla doğrudan ilişkilidir. -Gerçekleştirilmiş veya gerçekleştirilmesi tehdidinde bulunulmuş bir şiddet eylemi söz konusudur. Bu anlamda eylemler süreklilik arz eder. -İdeolojik olarak motive olmuş bir saldırgan, gerçekleştirdiği eylemin herkes tarafından bilinmesini ister. Çünkü mesaj vermek istediği hedef bir kitle vardır. Oysa sıradan bir suçlu bu tür bir aleniyetten kaçınır. Bu anlamda fiil semboliktir. Fiilin sembolik olması aynı zamanda terörizmi gerilla ve benzeri şiddet eylemlerinden ayırıcı bir husustur. -Terörist eylemin yöneltildiği hedef genellikle suçsuz, olayla ilişkisi olmayan kişilerden veya gruplardan oluşmaktadır. -Politik bir gayeye yönelik olarak hedef seçilen toplumun davranışlarını etkilemek veya şekillendirmek amacıyla korku ve endişe ortamı yaratarak toplumu sindirmeyi amaçlamaktadır. 124 122 Terörizmin ayırıcı niteliklerini vurgulamak bakımından Bassiouni’nin vermiş olduğu örnek oldukça dikkat çekicidir; Bir restoranı bombalayan kişi bu eylemi hükümeti devirmek için gerçekleştirdiğini iddia ediyorsa bu terörist bir eylemdir. Eğer saldırgan restoranın sahibiyse ve sigorta şirketinden para alabilmek için bu eylemi gerçekleştirmişse bu terörist bir eylem değildir. Bkz. BASSIOUNI, 1999, s. 782. 123 TRAVALIO, Gregory: “Terrorism, International Law, and Use of Military Force”, Wis. Int’l L. J., Vol. 18, 2000, s. 181-182. 124 ZAFER, s. 56; AREND & BECK, s. 162; BISONE, Federica: “Killing a Fly With a Cannon: The American Response to the Embassy Attacks”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 20, 2000, s. 96. Günümüzde terörizmi tanımlamaya yönelik yaklaşımlar eylemin dayandığı politik, dinî ve sosyal nedenlere değil eylemin bizzat kendisine odaklanmalı ve dar jeopolitik tanımlardan vazgeçilmelidir. Soğuk savaşın getirdiği kutuplaşmaların ortadan kalktığı ve 11 Eylül saldırılarının neden olduğu daha önceden görülmeyen uluslararası işbirliği arzusu göz önüne alınarak hukukî kriterlerin temel alındığı bir tanım yapılmalıdır. Yapılacak tanım, terörist eylemlerin daha önceden öngörülemeyen çeşitlerini de kapsayacak şekilde bu fiillerin genel ve ortak unsurlarını açığa çıkarmalıdır. Bu tür bir yaklaşım kapsamında, hedef toplum üzerinde korku ortamı yaratmak amacıyla sivil ve askerî hedeflere yönelik eylemleri terörist eylem olarak nitelendirmek, hem kolay olacak hem de uluslararası toplumda kabul görme şansını yükseltecektir. Diğer bir ifadeyle, hedef toplum üzerinde korku ortamı yaratmak amacıyla, örneğin, cinayet, adam kaçırma, umumi yerlerin bombalanması, bombalı mektup gönderilmesi, uçakların kaçırılması, rehin alma gibi aynı zamanda klâsik suç formatında tasnif edilebilecek eylemler ne amaçla gerçekleştirildiğine bakılmaksızın kolayca terörist eylem olarak nitelendirilebilecektir. 2. TERÖRİZMİN TARİHİ GELİŞİMİ Terörizmin politik amaçlara ulaşabilmek için bir araç olarak kullanılması yeni değildir. Bu kavramlar içerisinde değerlendirilebilecek olayları insanların toplu olarak yaşamaya başladıkları döneme kadar götürmek mümkündür. Gerek devletler gerekse bireyler, terörü çeşitli gayelere ulaşmak için kullanmışlardır. İnsanlık tarihinde kaydedilen ilk terörist hareketlerin dinî nitelikli olduğu görülmektedir. Tarihte terörizme ilk olarak M.Ö. 73-66 yılları arasında Romalılara karşı mücadele eden ve dinî bir hüviyete sahip Zealot Siccarilerin başvurduğu ifade edilmektedir. 125 Siccariler’den yaklaşık bin yıl sonra bu kez karşımıza M.S. 1090-1275 yılları arasında yoğun olarak görülen Haşhaşin Hareketi 125 ERICKSON, s. 34; BASSIOUNI, M. Cherif: International Terrorism: A Compilation of U.N. Documents (1972-2001), Vol. II, Transnational Publishers, Newyork, 2002, s. 44. İki bin yıl önce Roma İmparatorluğu zamanında Zealot Siccariler Filistin’in güney kısmındaki Roma şehirlerinde Roma egemenliğine son vermek için suikastlar düzenlemişlerdir. Gerçekleştirilen suikastlar karşısında Roma İmparatorluğu’nun Filistin valisi bütün Zealotların öldürülmesi emrini vererek Yahudilerin Kudüs’te bulunmalarını yasaklamış ve tapınaklarını yıktırmıştır. çıkmaktadır. Hasan Sabbah’ın kurucusu olduğu ve Siccariler gibi dinî bir nitelik taşıyan Haşhaşin Hareketi de terörizmi bir mücadele yöntemi olarak benimsemiş ve uygulamıştır. 126 Modern anlamda terörizm Fransız ihtilâli ile ortaya çıkmış ve ihtilâl öncesi ve ihtilâl esnasında hem monarşinin hem de halkın elinde politik bir araç olarak kullanılmıştır. 127 İhtilâl sonrasında 1793 yılında iktidara gelen ve Fransa’da yeni bir rejim kurmak isteyen Jakobinler, terörizmi şiddet ve baskı politikası olarak sistematik şekilde uygulamıştır. 128 Robespierre gibi Fransız devrimcileri, terörü sistematik hale getirmişler ve toplumda toptan bir devrimin parçası bağlamında politik dönüşümü sağlamak için bir araç olarak kullanmışlardır. 129 Fransız Devrimi sırasındaki “Terör Dönemi” ile Rus anarşistler Bakunin ve Nechayev’in “Revolutionary Catechism” dönemlerinde modern uluslararası terörizm önemli gelişmeler kat etmiştir. Her iki dönemde de terörist hareketler daha çok ulusal bir görünüm arz etmekle birlikte modern uluslararası terörizmin ideolojik temelleri atılmıştır. 130 Terör eylemleri daha sonraki yıllarda da Avrupalı uluslar tarafından sağ-sol ideoloji veya militan milliyetçilik amacıyla öldürme, bombalama, suikast gibi değişik eylemler tarzında gerçekleştirilmeye devam etmiştir. Geçen yüzyılın başlarından itibaren özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi büyük devletlere karşı etnik bazı gruplar 126 ERICKSON, s. 34; ZAFER, s. 12; ALEXANDER, 1999, s. 65; LONG, Patricia A.: “In the Name of God: Religious Terrorism in the Millennium an Analysis of Holy Terror, Government Resources, and the Cooperative Efforts of a Nation to Restrain Its Global Impact”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 24, 2000, s. 56. 127 İhtilal öncesi, temel gıda maddelerinin azalması halkı paniğe ve şiddete sevk etmiş ve bunun sonucunda linç ve suikast gibi değişik şiddet eylemleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu tür şiddet eylemlerinin faillerinin sert bir şekilde cezalandırılması ve halk üzerinde korku ve dehşetin yaygınlaştırılması suretiyle önlenebileceğini düşünen yöneticiler devlet terörüne başvurmuşlardır. Bkz. ZAFER, s. 13. 128 Jakobinler karşı devrimci girişimleri cezalandırmak amacıyla 13 Mart 1793’de Devrim Mahkemelerini kurmuştur. Fransız Devriminde 13 Mart 1793 ve 27 Temmuz 1794 tarihleri arasında geçen ve tahminen 20.000 kişinin öldürüldüğü ve 300.000 kişinin de tutuklandığı bu döneme “Terör Dönemi” (Reign of Terror) adı verilmektedir. Bkz. FIELDS, Louis G.: “Contemporary Terrorism and the Rule of Law”, Mil. L. Rev., Vol. 113, 1986, s. 3. Bu dönem hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. HARZENSKI, s. 147-157. 129 HENDERSON, s. 10. 130 LARSCHAN, s. 123. tarafından bağımsızlık mücadelesi adı altında terörizme başvurulmuştur. Bununla birlikte, günümüzde bizi ilgilendiren yönüyle terörizm 1960’lardan itibaren kaydettiği gelişmeler yönüyle incelenmelidir. Bu dönem modern uluslararası terörizm dönemi olarak adlandırılmaktadır. Zira uluslararası terörizm, esas itibarıyla 1960’ların sonunda politik şartların ve teknolojik gelişmelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oldukça gelişmiş olan silah teknolojisi gerek maliyetinin, gerek tahrip gücünün çok yüksek olması nedeniyle ulusal amaçlara ulaşabilmek için başvurulan nizamî savaşları kullanılabilir bir yol olmaktan çıkarmıştır. Bunun yanı sıra, Latin Amerika’da, Fidel Castro’nun Küba’daki başarısından esinlenen kırsal gerilla hareketlerinin başarısız olması üzerine solcu gerilla grupları terörist taktikler kullanmaya başlamışlardır. Benzer şekilde, Arapların 1967 Arap-İsrail savaşını kaybetmeleri üzerine Filistinli gruplar, İsrail ve onun destekçilerine karşı global bir saldırı hareketine başlamışlar, Avrupa, Japonya ve ABD’de de çeşitli öğrenci gruplarının düzenlediği kitlesel eylemlerin başarısız olması üzerine terörist taktikler başlıca yol olmuş, diğer gruplar tarafından da kullanarak dünya genelinde yayılmıştır. 131 3. TERÖRİZMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ A. Terörizmin Nedenleri Terörizme karşı mücadelede başlıca amaç, terörizmi önlemek veya en azından sıklık ve şiddetini azaltmaktır. Teröristlerin psikolojisini, motivasyonlarını ve amaçlarını bilmek söz konusu mücadelede oldukça önemlidir. Bu açıdan bakıldığında terörizmi yalnız bir güvenlik sorunu olarak ele almak ve çözüm üretmeye çalışmak yeterli değildir. Çünkü terörizm, bir güvenlik sorunu olmanın ötesinde siyasî, ekonomik, sosyal ve kişisel sebeplere dayanan bir problemdir. 132 Terörizm genel olarak, özellikle kitlelerin ideolojik anlamda aşırı derecede şartlanmalarından, başta 131 LARSCHAN, s. 118. Örneğin Pakistan uluslararası terörizmin tanımlama probleminin çözümünün terörizmin nedenlerinde bulunabileceğini belirtmektedir. Bkz. OBOTE-ODORA, Alex, “Defining International Terrorism”, E Law-Murdoch University Electronic Journal of Law, Vol. 6, No. 1, 1999, http://www.murdoch.edu.au/elaw/issues/ v6n1/obote-odora61_text.html (16. 05. 2002). 132 kaynakların eşit olmayan bir şekilde paylaşımı nedeniyle ortaya çıkan ağır ekonomik şartların ve daha da ciddi olarak toplulukların etnik ve dinî farklılıklarının sebep olduğu çeşitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. 133 Ayrımcılık, eşitsizlik ve mahrumiyetin siyasî ve sosyal sonuçları terörizmi besleyen temel unsurlar olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla terörizm konusunda yapılacak bir değerlendirmenin sağlıklı olabilmesi için bahsedilen hususların dikkate alınması gerekmektedir. Bununla birlikte çalışmanın genel çerçevesini göz önünde tutarak devlet destekli uluslararası terörizmin nedenlerini ele almak daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Kuzey İrlanda ve Filistin örneğinde görüldüğü üzere sömürgecilik ve yabancı işgalinin terörizme neden olan başlıca sebep olduğu görülmektedir. Mevcut uluslararası ekonomik sistemin hâkim yapısı dikkate alındığında ekonomik faktörlerin de terörizmin nedenleri arasında önemli bir yer işgal ettiği görülecektir. Yoksulluğun terörü körüklediği ve umutsuz insanların terör örgütlerince kolaylıkla kullanılabileceği açıktır. Terörizmin her zaman politik, ekonomik veya kişisel bir hedefe yönelik olması gerekli değildir. Bu tür sebeplere ek olarak dinî saiklerle hareket eden terörist gruplar da söz konusudur. Spesifik olarak politik bir hedeften ziyâde dinî hedeflere sahip olan din kaynaklı terörizm, Soğuk Savaş sonrası dönemde tehlikeli bir görünüm arz etmeye başlamıştır. Zealot Siccariler örneğinde de görüldüğü gibi; uzun bir geçmişe sahip olmasına rağmen din kaynaklı terörizm son yıllarda değişik din ve inanışlara mensup teröristlerin gerçekleştirdiği eylemlerle birlikte daha sık bir şekilde gündeme gelmeye başlamıştır. Din kaynaklı terörizm ile seküler terörizm arasındaki temel ayrım eylemin meşrulaştırılmasında ve aldıkları örneklerde söz konusu olmaktadır. Örneğin El Kaide ve benzeri terörist 133 18.12.1972 tarihinde Cezayir’in girişimiyle III. Dünya ülkeleri tarafından hazırlanan bir dilekçe üzerine Genel Kurul’un 3034 sayılı Kararı ile kurulan Ad Hoc Komite 1979 yılında uluslararası terörizmin nedenlerinin de yer aldığı bir çalışmayı Genel Kurula sunmuştur. Bu raporda sömürgecilik, ırka dayalı ayrımcılık, diğer devletlerin içişlerine karışma, kitlesel göçlere neden olan baskı, yabancı işgali veya egemenliği, uluslararası ekonomik düzenin adaletsiz yapısı, doğal kaynakların yabancılar tarafından işletilmesi veya sosyal eşitsizlikler, yaygın insan hakları ihlalleri, açlık ve fakirlik gibi sebepler uluslararası terörizmin nedenleri arasında sayılmıştır. Bkz. SCHREIBER, Ross E.: “Ascertaining Opinio Juris of States Concerning Norms Involving the Prevention of International Terrorism: A Focus on the U. N. Process”, B. U. Int’l L. J., Vol. 16, 1998, s. 321, dn. 96. örgütlerin eylemlerini meşrulaştırabilmek için sık sık İslamiyet’e başvurduğu görülmektedir. Bu nedenle özellikle batılı devletler İslam dinine mensup teröristleri “fanatik” olarak nitelendirmekte ve söz konusu kişilerin gerçekleştirdiği terörist eylemlerin “kutsal savaş” olarak da adlandırılan “cihat” kavramından kaynaklandığını iddia etmektedirler. 134 Ortadoğu’daki terörün sebebi olarak İslamiyet’in gösterilmemesi gerektiğini ve terörün asıl sebebinin din kaynaklı olmadığını savunan Telhami, dinin söz konusu eylemleri meşrulaştırmada bir araç olarak kullanıldığını ileri sürmektedir. Bu görüşünü desteklemek üzere 1960’lı yıllarda en radikal Filistinli gruplardan biri olan Filistin Halk Kurtuluş Örgütü lideri Hıristiyan asıllı George Habbash olduğu hatırlatmasında bulunan yazar, Afganistan’ın SSCB tarafından işgalinden sonra ABD’nin komünizmin yayılması korkusuyla İslami grupları Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşmaya teşvik ettiğini ve bunu yaparken de İslamiyet’i kullandığına işaret ederek yaşanan çelişkiye dikkat çekmektedir. 135 Ayrıca diğer din ve inanışlara mensup kişilerin gerçekleştirdiği terörist eylemler, terörizmin İslam dinine mensup kişilerle sınırlandırılması ve Müslümanların potansiyel terörist olarak suçlanmasına yönelik yaklaşımı tekzip etmektedir. Örneğin 25 Şubat 1994’de Baruch Goldstein isimli bir Yahudi yerleşimci Halil İbrahim Camii’nde ibadet eden Filistinli Müslümanların üzerine ateş açmış, 29 134 Batı’nın bu yaklaşımlarına batı medyasından da eleştiriler gelmektedir. Örneğin İngiliz gazeteci Robert Fisk, İslami terörün ortaya çıkmasının ve tırmanmasının temelinde Amerika’nın Ortadoğu’da sorumlu davranmaması, İsrail saldırılarını desteklemesi, uzun süre Irak’a ambargo uygulayıp Iraklı çocukların ölmesine göz yummasının yattığı değerlendirmesinde bulunmaktadır. Fisk’in dikkat çektiği diğer bir nokta da, sürekli olarak Batı’nın tehdit altında olduğu vurgulanırken, Ortadoğu insanının maruz kaldığı terörün hiçbir şekilde gündeme getirilmemesidir. Örneğin, İsrail’in müttefiki Falanjist milislerin, Filistin Mülteci Kampları Şabra ve Şatilla’da gerçekleştirdiği ve 1.800 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın, modern Ortadoğu’da görülen en büyük terörist eylem olduğu ifade edilmiştir. Bu katliamı FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılması için tasarlanan ve İsrail’in ABD’nin onayı ile Lübnan’ı işgal etmesi izlemiş ve bu işgal yaklaşık 17.500 sivilin ölümüne neden olmuştur. Bu rakam, 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybeden insan sayısının beş katıdır. Uluslararası toplumun yaşanan bu katliamlara ve haksızlıklara tepki göstermemesi bölge insanının umutsuzlaşmasına sebep olmakta ve fanatizmi beslemektedir. Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu’daki terörün tırmanmasında büyük güçlerin bölgeye yönelik politikalarının önemli etkisinin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da dinî terörün geniş taban bulmasını ve kitlelerin aşırı akımlara kapılmasını İslam dinine dayandırmak sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır. Bkz. SEYDİ, Süleyman: “Batı'nın İslamî Teröre Yaklaşımı”, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_ 01.html (01. 10. 2003). Benzer bir yaklaşım için bkz. QUIGLEY, John: “International Law Violations by the United States in the Middle East as A Factor Behind Anti-American Terrorism”, U. Pitt. L. Rev. Vol. 63, 2002, s. 815-835. 135 TELHAMI, s. 593-594. Müslüman’ın ölümüne ve pek çoğunun da yaralanmasına neden olmuştur. Kach Örgütü 136 mensubu olan, politik ve dinî saiklerle hareket ettiği belirtilen saldırgan şehit olarak tanımlanmıştır. 137 Saldırıdan kısa bir süre sonra İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’i öldüren Yigal Amir ismindeki Yahudi öğrenci de, Tanrı’nın emirlerini yerine getirdiğini söylemiştir. Benzer şekilde Japonya’daki Aum Shinrikyo adlı tarikatın gerçekleştirdiği terörist saldırı da din kaynaklı terörizme örnek olarak gösterilebilir. Amerikan askerî birliklerinin Suudi Arabistan’daki varlığının, Irak’ın işgalinin, Amerika destekli İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet politikalarının bölgede öfkenin iyice artmasına ve militan İslam kadrolarının güçlenmesine sebep olduğu da bir gerçektir. Bu eylemlere ivme kazandırma bakımından din itici bir güç olarak önem taşımasına rağmen, dinî bölgedeki terörün arkasındaki tek motif olarak görmek yanlıştır. Özellikle Filistin kaynaklı terör faaliyetlerinde bu daha da yanlıştır. Ortadoğu’da faaliyet gösteren terör gruplarının söylemleri incelendiğinde El Kaide Örgütünün Filistin sorununu kendi faaliyetleri için malzeme yapması örneğinde görüldüğü üzere Arap-İsrail çatışmasının merkeze oturduğu görülmektedir. İslamiyetin savaşta sivillerin öldürülmesini yasakladığı halde neden Amerikalı ve İngiliz sivilleri hedef gösterdiği sorulduğunda “Kutsal topraklarımız İsrailli ve Amerikalı güçlerce işgal edildi. Kendimizi savunmak ve kutsal topraklarımızı özgürlüğe kavuşturmak bizim hakkımız. İsrailliler Filistin’de küçük çocukları öldürüyorsa, bu, Amerikan halkının bizimle savaştığı ve bizim de onları hedef göstermeye hakkımız olduğu anlamına gelir” cevabını veren Usame Bin Ladin, Amerika’da vergi veren herkesin, Müslümanlara yönelik savaşa yardım ettiği için hedef olduğunu söylemiştir. 138 Filistin’deki şiddet eylemlerinin George Habbas örneğinde olduğu gibi İslami olmanın yanında milli olduğu ve daha ziyade milliyetçilik duygularıyla beslendiği açık bir şekilde görülmektedir. Filistinlilerin mücadelesinin Batı’yla mücadele etmekten çok İsrail işgaline karşı gerçekleştirilen bir özgürlük hareketi niteliğinde olduğu söylenebilir. 136 1971’de Amerikan asıllı Yahudi Rabbi Meir Kahane tarafından kurulan Kach Örgütü, Büyük İsrail olarak adlandırılan topraklarda teokratik bir devlet kurmayı ve Arapları bölgeden kovmayı amaçlamaktadır. 137 RANSTORP, Magnus: “Terrorism in the Name of Religion”, J. Int’l Aff., Vol. 50, No. 1, 1996, s. 41. 138 SEYDİ, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003). Söylemlerinde de bağımsızlıklarını kazanmak için terör eylemlerini tercih ettiklerine dair vurgular göze çarpmaktadır. Örneğin, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, “İsrail'e karşı savaşamayız, çünkü orduları, donanmaları ve nükleer silahları var, o halde yapabileceğimiz tek şey ölümü enselerinde hissettirmektir” derken, Edward Said, “Hizbullahın, Vietnamlıların Amerikalılara karşı geliştirdikleri türden bir strateji uyguladığını” söylemektedir. 139 Bu durum pek çok ortak noktası olmasına rağmen Filistin hareketiyle diğer İslami hareketler arasında belirgin bir farklılık yaratmaktadır. Sonuç olarak Filistin sorununun çözümünde yaşanan belirsizliğin, terörün tırmanmasına yardımcı olduğu açık bir gerçektir. B. Terörizmin Amacı ve Hedefleri Terörist metotlara başvuranların amaçları ve yapıları oldukça farklılık arz etmektedir. Günümüzde bağımsızlık mücadelesi veren grupların yanı sıra anarşist, aşırı solcu, devrimci ve dinî nitelikli değişik grupların da terörist eylemlere başvurdukları görülmektedir. Bu grupların her birinin özellikleri ve amaçları farklıdır. Örneğin Japonya’daki Kızıl Ordu, İtalya’daki Kızıl Tugaylar, Kolombiya’daki Devrimci Silahlı Güçler toplumun sosyopolitik yapısını dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Diğer taraftan ETA (Euzkadi to Azkatasuna/Basque National Liberty Movement), IRA (Irish Republican Army) ve Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları gibi terörist grupların da etnik temele dayalı olarak kendi devletlerini kurmayı hedefledikleri görülmektedir. Bunların yanı sıra Filistin’in bağımsızlığı için mücadele veren ve aynı zamanda dinî bir nitelik taşıyan Hamas, İslami Cihad, Hizbullah gibi çeşitli gruplar da mevcuttur. Filistinliler, Katolik İrlandalılar, Basklılar gibi bağımsızlık için mücadele eden grupların yanı sıra Marksist temellere dayalı ideolojik amaçlara ulaşabilmek için mücadele eden Baader-Meinhof Çetesi türünde örgütler ve dinî fanatizmi temsil eden El Kaide gibi örgütler de yer almaktadır. Bu nedenle, uluslararası terörizm hakkında teorik bir çerçeve oluşturabilmek oldukça zordur. 140 139 SEYDİ, http://www.stradigma.com/turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003). JOYNER, Christopher C. & WITTES, Tamara Cofman: “International Terrorism and U. S. Policy: Threat and Response”, Current World Leaders, Vol. 39, No. 3, 1996, s. 2. 140 Terörizmi bir mücadele yöntemi olarak benimseyen söz konusu grupları harekete geçiren saiklerdeki farklılıklar ele alındığında, terörizmin temel amacının genel olarak hedef toplumun politik, sosyal ve ekonomik yapısını destabilize ederek değişmesini sağlamak ve hükümetin karar verme sürecinde daha fazla etkili olabilmek olduğu görülür. Ayrıca terörist grupların menfaatlerini olumsuz etkileyen politikalarını değiştirmesi için hedef devlet üzerinde kamuoyu baskısı sağlamak da amaçlanmaktadır. 141 Ancak propaganda aracı olarak başvurulduğu gözlenen terörist saldırıların amacının her zaman politik olması gerekmez. Örneğin dinci teröristler belirli politik hedeflere ulaşmaktan ziyade dinî hedeflere yönelir. 142 Teröristler amaçlarına ulaşabilmek için hedef toplumu şok ederek ve şaşırtarak toplum üzerinde psikolojik bir etki yaratmayı ve böylece hükümete karşı güvenin azalmasını istemektedirler. Bu amaçla da toplumun temel değerlerine saldırılır. Demokratik liberal sistemlerde temel değerler “hukukun üstünlüğü”, “insan hakları” ve “demokratik parlamenter rejim” ve “demokratik yönetim”dir. Terörizm bu simgeleri ve değerleri hedef alır. 143 Kurbanın totaliter bir devlet olduğu terörist olaylar oldukça azdır. Totaliter devletler terörist eylemlerin kurbanı olmaktan ziyade destekçisi veya uygulayacısı konumundadırlar. Teröristler, insanlara ihtiyaç duyduklarında devletin kendisine yardım edemeyeceğini göstermek ve gerçekleştireceği eylemlerle de bu durumu sık sık hatırlatmak isterler. Bunun için de masum insanları öldürürler. Rehin alma, uçak kaçırma ve bombalama, adam kaçırma, soygun, suikast, kundaklama gibi eylemler hedef topluma yönelik psikolojik bir kampanyanın görünümleri olarak karşımıza çıkar. Terörist strateji içerisinde devletin terörizmle mücadelesini önleyebilmek için, bu mücadeleyi yürütenlerin özellikle hedef seçilmesi mümkündür. Bu durum, genel bir 141 EZELDIN, Ahmed G.: “Terrorism in the 1990’s: New Strategies and the Nuclear Threat”, Int’l J. Comp. & Applied Crim. Just., Vol. 13, 1989, s. 9’dan aktaran CAPEZZUTO, Louis J.: “Preemptive Strikes Against Nuclear Terrorists and their Sponsors: A Reasonable Solution”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 14, No. 2-3, 1993, s. 377. 142 COHAN, s. 80. 143 BAŞEREN, 2002, s. 187. ABD eski Dışişleri Bakanlarından George Schultz terörizmin sadece batı dünyasının çıkarlarını değil, aynı zamanda demokratik toplum değerlerini de hedef aldığı yorumunda bulunmuştur. Bkz. ERICKSON, s. 39. strateji olarak devletin terörizmle mücadele eden organlarının yıldırılmasına yönelik taktik bir tercih olarak görülmektedir. 144 Siyasî iktidarın yıpranması ve toplum üzerindeki otoritesinin zayıflamasıyla oluşacak böyle bir ortamda doğacak otorite bunalımı, kitlelerin kurulu otoriteye karşı başkaldırması amacıyla kullanılacaktır. Bundan dolayı terör örgütleri, şiddet eylemlerine başvurarak devletin vatandaşlarının özgürlüklerini kısıtlayan sert tedbirler almasını ve dolayısıyla halkın bu durumdan rahatsızlık duymasına sebep olmayı hedefler. 145 Kurulu otoriteye karşı doğabilecek güvensizlik, sosyal problemleri çözmek amacıyla kitlelerin şiddet eylemlerine başvurmalarına neden olabilecektir. Bu anlamda terör eylemi amaca ulaşmak için kullanılan bir vasıta konumundadır. Şiddet içeren terörist eylemle, hareketin neden olduğu somut neticenin ötesinde amaçlar güdülmektedir. Bir başka deyişle, etki için şiddet kullanılmakta ve propaganda yapılmaktadır. C. Terörizmin Yöneldiği Hedefler ve Uyguladığı Yöntemler Teröristler hedef toplumda saldırdıkları veya tehdit ettikleri sivil veya askerî kurbanlardan daha geniş bir kitle üzerinde aşırı korku yaratmaya çalışmaktadırlar. Zira terörist eylemlerin başarısı eylem neticesinde meydana gelen can ve mal kaybı gibi fiziki sonuçlardan çok toplum üzerinde yarattığı psikolojik etki ve siyasî sonuçlarla ölçülmektedir. Bu nedenle eylemlerinin etkili olmasını, seslerinin daha fazla çıkmasını, hedef aldıkları toplumu bütünüyle etkilemesini amaçlamakta ve hedeflerini de bu amacı gözeterek belirlemektedirler. Sıradan bir yere veya sıradan bir insana karşı gerçekleştirilen eylemle, önemli bir kuruluşa ya da saygınlığı olan birine karşı gerçekleştirilen eylemin doğuracağı sonuçların farklı olacağını bilmektedirler. Dolayısıyla da hedeflerini seçme ve eylemlerini planlama aşamasında dikkatleri kendileri üzerinde toplamaya ve hedef toplumda korku ve dehşet ortamı oluşturmaya en elverişli hedef ve yöntemleri seçmektedir. Hareketin doğrudan doğruya doğurduğu netice değil neticenin ötesinde yaratılmak istenen 144 BAŞEREN, 2002, s. 187. İÇLİ, Tülin Günşen: “Terörün Sosyal Yapı Üzerindeki Etkileri”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 175. 145 etki önem taşımaktadır. Bir kişiyi öldürüp milyonları korkutarak onların siyasal tercihlerini etkilemek amaçlanmaktadır. Dolayısıyla gerçekleştirilen eylemin sembolik olduğu görülmektedir. 146 Bu nedenle terörist eylemlerin gerçekleştirilmesinde uygulanan metotlar, ulaşılmak istenen amaçlar, saldırganlar ve kurbanlar bakımından değişiklik arz etmiş ve geniş bir eylem yelpazesi oluşmuştur. Muhtemel bütün terörist eylem türlerini, planlarını bilmek ve buna uygun hukukî bir sistem oluşturmak mümkün değildir. Bununla birlikte, bombalama, adam kaçırma, kundaklama, uçak kaçırma, suikast, özel ve kamu malının tahrip edilmesi, sivil insanların hedef alınması gibi yollara başvurulduğu görülmektedir. Hedef alınan kitle içinde hükümet görevlileri, siyasetçiler, diplomatlar, askerî görevliler, emniyet görevlileri, iş adamları, yolcular, öğrenciler vb. kişiler yer almaktadır. Ancak terörist eylemin kurbanı olan bu kişilerle teröristler arasında herhangi bir bağlantı yoktur. Fail çoğu kez kurbanını hiç tanımaz. Mağdur her zaman tümüyle masumdur, sadece başkaları üzerinde yaratılacak bir etki adına kurban edilmektedir. 147 Terörizm bir kişiyi sadece o kişinin etnik kimliği, milliyeti veya dinî inancı nedeniyle hedef alabilir veya kurban örneğin tesadüfen teröristlerin hedef aldığı bir sinema salonunda izleyici veya yolcu uçağında yolcu olması nedeniyle terörist saldırıya maruz kalabilir. Terörist eylemler genellikle sivillere yönelik olmasına rağmen insansız hedeflere de yönelebilmektedir. Bu kapsamda hükümete ait binalar, araçlar ve tesisler, restoranlar, oteller, toplu taşıma araçları, petrol boru hatları, süper marketler, alışveriş merkezleri, havaalanları, bankalar, tren istasyonları, elektrik santrallerinin de hedef alındığı görülmektedir. Özellikle terörizmin temel amaçlarından biri olan amaçlarını dünyaya duyurma ve hedef toplumda korku ortamı oluşturma bakımından uçaklara karşı girişilen terörist saldırıların etkili bir yol olarak varlığını devam ettirdiği görülmektedir. 148 Sivil taşımacılıkta kullanılan uçaklara karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar genellikle kaçırma ve rehin alma, füze veya roketle saldırma, bombalama, havaalanlarının bombalanması gibi eylemler şeklinde gerçekleşmekteyken 11 Eylül saldırılarında kaçırılan uçakların birer füze şeklinde 146 BAŞEREN, 2002, s. 184. BAŞEREN, 1998, s. 160. 148 Hindistan Havayollarına ait bir uçağın ayrılıkçı Sihler tarafından düşürülmesi ve 329 kişinin ölmesi, 259 kişinin ölümüne yol açan ünlü Lockerbie faciası gibi pek çok örnekleri vardır. 147 kullanılarak ticaret merkezleri gibi kalabalık insan topluluklarının bulunduğu veya hükümet binaları gibi devletlerin egemenliği ile doğrudan ilgili binaları hedef aldığı görülmüştür. Günümüzde teknolojik gelişmeler terörist gruplara yeni saldırı imkânları sağlamaktadır. Terör örgütlerinin, toplum üzerinde büyük bir korku ve panik ortamı yaratmaya oldukça elverişli olan ve aynı zamanda can ve mal kaybı hususunda büyük bir risk taşıyan kitle imha silahı elde ederek eylemlerde bulunabilecekleri ihtimali göz ardı edilmemelidir. Teknolojik gelişmeler kimyasal ve biyolojik silahların üretilmesini ve saklanmasını oldukça kolay hale getirmiş ve artık kitle imha silahlarının nasıl üretilebileceği bilgisine kolaylıkla ulaşılabilir hale gelinmiştir. 149 Kitle imha silahları, geniş bir alanda ölümcül etkiye sahip olmaları bakımından terörist grupların hedef toplum üzerinde oluşturmak istediği dehşet ortamını oluşturmak için elverişli bir yoldur.150 Nitekim terörist grupların sınırlı maddî imkânlarına rağmen bu tür silahlara sahip olmaya çalıştıkları görülmektedir. 151 Kullanılması durumunda büyük bir tahribata neden olabilecek bu tür ölümcül silahların terörist grupların eline geçmesi durumunda neler olabileceğinin en açık örneği 1995 yılında Japonya’da meydana gelen sarin gazı saldırısıdır. 152 Mart 1995’de Japonya’da Tokyo Metrosunda Aum Shinrikyo adlı terörist bir grup tarafından sarin gazı kullanılarak düzenlenen saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi de yaralanmıştır. 153 Diğer taraftan, terör örgütleri ile organize suç örgütleri arasındaki ilişkinin 149 TRAVALIO, Greg & ALTENBURG, John: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: Terrorism, State Responsibility, and the Use of Military Force”, Chi. J. Int’l L., Vol. 4, 2003, s. 110. 150 ROMANO, John-Alex: “Combatting Terrorism and Weapons of Mass Destruction: Reviving the Doctrine of a State of Necessity”, Geo. L. J., Vol. 87, 1999, s. 1027. 151 LONG, s. 53. Kitle imha silahları ifadesi ile genellikle nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarla radyolojik silahlar kastedilmektedir. Özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bu ülkenin sahip olduğu kitle imha silahlarının teröristlerin eline geçmesinden endişe edilmektedir. 1997 yılında Rusya Güvenlik Konseyi eski Başkanı Alexander Lebedev’in 100 adet nükleer bombanın kayıp olduğunu açıklaması bu endişeleri daha da artırmıştır. Bkz. ROMANO, s. 1028. 152 Yonah Alexander, teröristlerin 1 kiloton büyüklüğündeki (bu patlama Hiroşima saldırısının 1/20 ölçeğindedir) bir nükleer bomba ile gerçekleştireceği saldırı sonucu 100.000’den fazla insanın öleceği ve trilyonlarca dolarlık maddî zararın gerçekleşeceğine ve doğuracağı diğer olumsuz sonuçlarla birlikte Çernobil faciasından daha büyük bir felakete yol açacağına dikkat çekmektedir. Bkz. ALEXANDER, 1999, s. 77. 153 Örgütün kurucusu Shoko Asahara’nın tutuklanmasından sonra yapılan araştırmalarda 4 milyondan fazla kişiyi öldürmeye yetecek kadar sarin gazı ile örgüt mensuplarınca üretilen kimyasal ve biyolojik maddeler bulunmuş, ayrıca Örgütün nükleer, kimyasal ve biyolojik silah üretmek için yoğun bir çalışma yürüttüğü ve bu amaçla Rusya ve ABD’den bu devletlerin haberi olmaksızın malzeme tedarik ettiği ortaya çıkmıştır. Bkz. ROMANO, s. 1023; LONG, s. 62. giderek artması ve teröre destek veren ülkelerin de bu tür silahlara sahip olmaya çalışmalarına dikkat çekilerek terörist örgütlerin bu silahları elde etme ihtimalinin artacağı ifade edilmektedir. 154 Buna karşılık bazı görüşler ise, nükleer silahlarla kimyasal ve biyolojik silahlar arasında bir ayrım yaparak terörist grupların nükleer silah kullanabilecekleri ihtimalinin abartılmaması gerektiğini ileri sürmektedir. 155 Örneğin Bassiouni nükleer silahları korumak için uygulanan etkili güvenlik önlemleri nedeniyle bu tür bir saldırı ihtimalinin düşük olduğunu belirtmektedir. 156 Terörist grupların nükleer silah kullanabileceklerine dair yapılan spekülasyonlara rağmen bu güne kadar bu şekilde bir saldırının gerçekleşmediği de görülmektedir. Nükleer silahlara göre elde edilebilmesi daha kolay olan ve kullanılması durumunda ölümcül sonuçlara yol açabilecek kimyasal ve biyolojik silahlarla gerçekleştirilmiş terörist saldırı sayısı ise çok azdır. 157 D. Terörizmin Sonuçları a. Siyasî Sonuçları Terörizm gerek iç politikada gerek uluslararası politikada önemli pek çok değişikliklere neden olmaktadır. Örneğin teröristler ve onların destekçisi olan devletler, ABD’nin dış politikasını değiştirmiş ve politikalarını uygulama yeterliliğini etkilemiş, ABD’yi terörizme karşı önlem almaya ve bu amaçla müttefikleri ile olan ilişkilerini güçlendirmeye sevk etmiştir. Diğer taraftan terörizm tehdidi altında bulunan devletler terörizmle mücadele edebilmek amacıyla birtakım yasal düzenlemelere başvurmakta ve terörizmle mücadele adı altında kişisel özgürlükleri sınırlandıran ve bireylerin özel hayatlarına müdahale imkânı veren yasal düzenlemeler çıkarılabilmektedirler. Bu durumda 154 ROMANO, s. 1029. Nükleer terörizm tehdidi, teröristlerin nükleer silahlara sahip olması veya teröristlerin nükleer santrallere yönelik sabotaj tehdidinde bulunması şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz. LARSCHAN, s. 120. 156 BASSIOUNI, 2000, s. 12. 157 Kimyasal silahlarla gerçekleştirilen terörist eylemlere örnek olarak Tokyo Metrosunda düzenlenen zehirli gaz saldırısı ile Eylül 1997’de Ürdün’de Mossad ajanlarının bir Hamas yetkilisine karşı zehir kullanarak gerçekleştirdikleri başarısız suikast girişimi gösterilmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2000, s. 13, dn. 41. 155 terörizmle mücadelenin bireysel hak ve özgürlükleri olumsuz olarak etkilememesi gerekliliği ile terörizme karşı etkili mücadele gerekliliğinin çatışması söz konusu olmaktadır. Diğer bir ifadeyle terörizmle mücadele etmek durumunda olan demokrasilerin temel problemi, “kabul edilebilirlik” ile “etkililik” arasındaki açmazdır. Bahsedilen bu sorun 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’da söz konusu olmuş ve bir nevi toplumsal histeriye dönüşen bir tutumla ulusal politikalar anlamında demokratik ilkelere ters düşen ve yürütmenin gücünü artıran önlemler alınmış, özel mahkemelerin ve yargılama sistemlerinin oluşturulması dahil yargı sisteminde ve ceza hukukunda değişikliklere gidilmiş, terörist eylemlerin malî kaynaklarının kesilmesine ve istihbaratın artırılmasına yönelik önlemler alınmış, ülkeye giriş ve çıkışlarda uygulanan kontroller daha da sıklaştırılmıştır. Ancak alınan önlemlerin ve gerçekleştirilen yasal değişikliklerin insan haklarına ve demokratik ilkelere aykırı olduğu şeklinde çeşitli eleştiriler yapılmıştır. 158 Diğer taraftan terörizm uluslararası politikalarda da önemli değişikliklere neden olmaktadır. Artık devletlerin dış politikalarının ve uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde terörizmle mücadelenin belirleyici bir rol oynayacağı açıktır. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında “hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” cümlesiyle ifade edilen bu değişim uygulamada da kendisini göstermiş ve uluslararası toplumda ilişkiler yeniden şekillenmeye başlamıştır. ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde tek süper güç olarak elinde bulundurduğu yönetici konumunu güçlendirmiştir. Buna karşılık Rusya, Çeçenistan sorununu uluslararası toplumun gündeminden çıkarmayı başarmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemde kaybettiği süper güç konumunu yeniden elde etmeye yönelmiştir. Uluslararası toplumun terörizme destek verdiği iddia edilen devletlere yönelik baskısı artmış ve bunun sonucunda söz konusu devletlerin pek çoğu terörizmle mücadele konusunda BM başta olmak üzere uluslararası örgütler ve batılı devletlerle işbirliğine yanaşmışlardır. Diğer taraftan terörizme karşı savaş deyiminin, dünyanın dört bir yanındaki yönetimlerin insan hakları ihlâllerine 158 Yapılan değişiklikler ve alınan önlemleri inceleyen ayrıntılı çalışmalar için bkz. JINKS, Derek: “International Human Rights Law and the War on Terrorism”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y, Vol. 31, 2002, s. 58-68; GROSS, Emanuel: “The Influence of Terrorist Attacks on Human Rights in the United States: The Aftermath of September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2001, s. 1-101; LOBEL, Jules: “The War on Terrorism and Civil Liberties”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, (b), s. 767-790. karşı savunma sağlayan dokunulmazlık zırhı haline geldiği görülmektedir. 159 Bu bağlamda bağımsızlık mücadelesi veren etnik gruplara karşı mücadele veren Rusya, İsrail, Filipinler, Çin ve Hindistan gibi devletler 11 Eylül sonrası oluşan ortamdan yararlanarak bu gruplara karşı yürüttükleri mücadelelerinde uluslararası destek bulmaya başlamışlardır. b. Maddî ve Sosyal Yapıya Yönelik Sonuçları Terörist eylemlerin neden olduğu maddî zarar, 11 Eylül örneğinde görüldüğü gibi milyarlarca dolarlarla ifade edilmektedir. Bu saldırıda sadece Dünya Ticaret Merkezinde meydana gelen zararın seksen milyar dolar civarında olduğuna dikkat çekilmektedir. 160 ABD’de de havayolu ve sigorta şirketleri başta olmak üzere pek çok iş kolu saldırılar nedeniyle ekonomik kriz içine girmiştir. Saldırı sonrasında New York Borsası bir hafta süreyle kapalı kalmış, açıldıktan sonra da ciddi düşüşler göstermiştir. Amerikan ekonomisinde yaşanan bu olumsuz gelişmeler doğal olarak dünya ekonomisini de etkilemiştir. Saldırı sonrasında küresel sermaye hareketleri yavaşlamış, altın ve petrol fiyatları önemli bir artış trendine girmiştir. Terörist eylemlerin neden olduğu tahribattan kaynaklanan maddî zararın yanı sıra terörizm tehdidi altında bulunan devletler, terörizmle mücadele edebilmek amacıyla büyük miktarda malî, fiziki ve personel kaynaklarını sarf etmekte ve terörizmden korunmak amacıyla savunma sanayine milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmaktadırlar. Bütün bu hususlar birlikte ele alındığında meydana gelen zarar daha açık bir şekilde görülebilmektedir. 159 Rusya tarafından iadesi talep edilen beş Çeçen’i yasal süreçleri işletmeksizin Rusya’ya teslim eden Gürcistan eski Devlet Başkanı Şevardnadze’nin “Teröre karşı savaşın önemi göz önüne alındığında, insan haklarına dair uluslararası taahhütler nispeten bir kenara bırakılabilir.” ifadesi söz konusu durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bkz. KLEIN, Naomi: “Saldırganlığa bahane: Terör”, http://www.radikal.com.tr /veriler/2003/08/30/haber_86961.php (15. 09. 2003). 160 Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası yapılan tahminlerde zarar miktarı olarak şu rakamlar ortaya konmuştur: 34 milyar dolar mala yönelik zarar (bu zararın ABD tarihinde en büyük maddî yıkıma yol açan Andrew Kasırgasındaki zararın neredeyse iki katı olduğu ifade edilmektedir), 11 milyar dolar insan gücü kaybı, 14 milyar dolar yıkıntıları temizleme ve polis giderleri, 21 milyar dolar da Manhattan bölgesindeki ticari faaliyetin durması nedeniyle oluşan zarar olmak üzere toplam 80 milyar dolar civarında bir zararın oluştuğu ifade edilmiştir. Bkz. GRUNWALD, Michael: “Terror’ Damage: Calculating the Devastation”, Washington Post, October 28, 2001. Diğer taraftan terörizmin yöneldiği kişi, kurum, organizasyon ya da hedef ne olursa olsun, toplumu bir bütün olarak etkilemektedir. Terör eylemlerinin yarattığı panik sonucu ortaya çıkan bunalım, toplumda güvensizliği arttırmakta ve sosyal bütünleşmeye yönelik eğilimi azaltabilmektedir. Bu durum toplumun devamlılığını sürdürmesine imkân vermeme ihtimalini beraberinde getirmektedir. Sosyal sistemin kurumları ve grupları arasındaki ilişkinin bozulması sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik yeni sorunların doğmasına neden olabilecektir. 161 E. TERÖRİZMİN TÜRLERİ Terörizm, terörist eylemleri gerçekleştiren devlet ve devlet dışı aktörler, bireyler, yöneldiği amaçlar, saldırganların kapasiteleri ve kullandıkları metotlar bakımından çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulabilir. Çalışmada terörizme dair faaliyette bulunduğu ve etkilediği coğrafi alan, eylemleri gerçekleştirenlerin tâbiiyeti, eylemlerin doğurduğu sonuç, somut amacı ve yabancı bir unsur içerip içermemesi gibi birtakım ölçütler esas alınarak ulusal ve uluslararası terörizm şeklinde bir sınıflandırma yapılması tercih edilmiştir. 162 a. Ulusal Terörizm Ulusal terörizm, devletin ülkesi içinde meydana gelen, dış kaynaklı hiçbir terör örgütü ile işbirliği içinde bulunmadan gerçekleştirilen ve başka bir devletin veya şahsın 161 İÇLİ, s. 175. Çeşitli yazarlar çalışmalarında ele aldıkları temel sorun çerçevesinde değişik sınıflandırmalar yapmıştır. Örneğin, Paul Wilkinson siyasî terörizmi ihtilalci, yarı ihtilalci ve bastırıcı terörizm olarak üçe ayırmaktadır; İhtilalci terörizm mevcut siyasî sistemi kökten değiştirmeyi hedefler. Yarı ihtilalci terörizm, mevcut siyasî sistemde bazı değişiklikler yapmakla ya da hükümetlerin politikalarını etkilemekle yetinebilir. Bastırıcı terörizm ise, kurulu otoritenin ayaklananlara karşı uyguladığı terörizm türüdür. Bu bağlamda uluslararası terörizm, ihtilalci terörizmin bir alt grubu olup, değiştirilecek siyasî sistem uluslararası hukukun temsil ettiği sistemdir. Burada eylemin ulusal sınırları aşmış olması terörizme uluslararası nitelik kazandırmaktadır. Thomas Parry Thornton ise, terörizmi ayaklanmacı terörizm ve bastırıcı terörizm olarak ikiye ayırmaktadır. Bu tipolojideki bastırıcı terörizmle Wilkonson’daki bastırıcı terörizm birbirine denk gelmektedir. Wilkinson’un tipolojisindeki ihtilalci ve yarı ihtilalci terörizm de Thornton’un tipolojisindeki ayaklanmacı terörizmin içinde yer almaktadır. Ayaklanmacı terörizm ise, kurulu düzeni yıkmak ve iktidarı ele geçirmeyi amaçlayanların düzene karşı uyguladığı terörizmdir. Diğer taraftan iktidar sahiplerinin iktidarlarını muhafaza edebilmek için bu mücadele içinde başvurdukları terörizme de yukarıdan aşağıya terörizm denilmektedir. Bkz. WILKINSON, Paul: Political Terrorism, London, 1974, s. 32-44 ve THORNTON, s. 72’den aktaran BAŞEREN, 1998, s. 158. 162 menfaatini veya zararını hedef almayan eylemlerdir. 163 Devletin ülkesi içinde gerçekleşen ve uluslararası bir nitelik taşımayan ulusal terörizm devletin hukukî düzenini hedef almaktadır. Dolayısıyla bu devletin yargı yetkisi içinde yer alan cezai nitelikte bir eylemdir. Terörist eylemi gerçekleştiren birey veya gruplar da adi suçlu statüsündedirler. Bu tür terörizmi önlemek ve sorumlularını cezalandırmak her devletin kendi iç meselesi olup devletler evrensel hukuk kurallarına bağlı kalarak diğer organize suçlar gibi terörizmle mücadele etme hakkına sahiptir. 1995 yılında Timothy McVeigh tarafından Oklohama City’deki Federal Binaya düzenlenen ve 169 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı bu tür bireysel terörist eylemlere bir örnektir. 164 b. Uluslararası Terörizm Uluslararası terörizm en basit haliyle; uluslararası sonuçlar doğuran terörist eylemler şeklinde tanımlanabilir. 165 Birden fazla ülkenin topraklarını veya insanlarını hedef alması ve belirgin uluslararası sonuçlar doğurması halinde söz konusu olan uluslararası terörizm; ulusal bir sisteme, ülke dışından yöneltilen bir şiddet veya şiddet yüklü tehdit eylemidir. Bu durumda terörizm, artık ulusal sınırları aşmış ve uluslararası sonuçlar doğurmaya başlamıştır. Buna göre terörist eylemler, ulusal sınırların dışına taştığında veya 163 ZAFER, s. 70. Oklohama City’deki Federal Binanın bombalanarak 19’u çocuk olmak üzere toplam 169 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Timothy McVeigh yargılanarak idama mahkum edilmiştir. Bkz. GERAGHTY, Thomas: “The Criminal-Enemy Distinction: Prosecuting a Limited War Against Terrorism Following the September 11, 2001 Terrorist Attacks”, McGeorge L. Rev., Vol. 33, 2002, s. 558. 165 Uluslararası terörizm, uluslarötesi terörizm ve uluslararası terörizm şeklinde de tasnif edilmiştir. Bu ayrımda da terörizmin devlet destekli olup olmamalarına göre birbirinden ayrıldığı gözlenmektedir. Uluslarötesi terörizm, herhangi bir şekilde devletin müdahalesi olmaksızın iki veya daha fazla devletten bireylerin veya kuruluşların terörist eylemlere karışması şeklinde ifade edilmiştir. Uluslararası terörizm ise, devletin desteği, sponsorluğu veya kontrolü altında bireyler veya gruplar tarafından gerçekleştirilen terörist eylemleri ifade etmek için kullanılmıştır. Söz konusu ayrım artık yerini devlet destekli olan veya olmayan uluslararası terörizm sınıflandırmasına bırakmıştır. Bu ayrımla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. SHAIKH, Ayaz R.: “A Theoretic Approach to Transnational Terrorism”, Geo. L. J., Vol. 80, 1992, s. 2133; ERICKSON, s. 51, dn. 47; FARRELL, William R.: “Terrorism is…?”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 406. 164 yabancı bir devletin vatandaşlarına ya da tesislerine yöneltildiğinde uluslararası bir karakter kazanmakta ve uluslararası terörizm söz konusu olmaktadır. 166 Günümüzde yabancı unsurun bir şekilde bağlantılı olmadığı terörün düşünülemeyeceği açıktır. Terörist eylemin, yabancıya veya bu yabancının mülkiyet haklarına yönelik zarar vermesi, uluslararası alanda korunmaya tâbi kişi ve kurumlara yöneltilmiş olması, uluslararası sivil havacılığının ve deniz taşımacılığının, iletişim sistemlerinin hedef alınması, terörist eylemin başka bir devletin vatandaşı tarafından gerçekleştirilmesi, terörist eylemi gerçekleştiren kimsenin başka bir devletin ülkesine sığınması, saldırgan ile terör eyleminin mağdurunun farklı devletlerin tâbiiyetinde bulunması, eylemin tamamen veya kısmen birden fazla devletin ülkesinde işlenmesi, yabancı bir devletin onayı veya yardımıyla gerçekleştirilmiş olması durumlarında terörist eyleme yabancılık unsuru katılmış olur. 167 Uluslararası terörizmi ulusal terörizmden ayıran esaslı farklılıklar bulunmaktadır. Bu temel farklardan bir tanesi uluslararası terörizmin amacının mutlaka somut siyasî hedeflere ulaşmak, bu yöntemle siyasî değişikliklerin gerçekleşmesini sağlamaktır. Teröristler, dünya kamuoyunun dikkatlerini kendi hedeflerine çekerek, ülkenin dış politikasını etkilemek veya bir ülkeyi zor durumda bırakarak dünya kamuoyunda mahkum ettirmek amacını taşımaktadırlar. Ayrıca, bu tür eylemlerle en az iki devletin 166 JENKINS, 1986, s. 780; SCHACHTER, 1993, s. 243-244; JENKINS, Brian M.: “International Terrorism”, in The use of Force Military Power and International Politics, Ed. by. Robert J. Art & Kenneth N. Waltz, Oxford, 1999, s. 74. 167 KOLOSOV, Yuri M. & LEVITT, Geoffrey M.: “International Cooperation Against Terrorism”, in Beyond Confrontation International Law for the Post-Cold War Era, Ed. by. Lori Fischer Damrosch, Westview Press, Colarado, 1995, s. 142; BASSIOUNI, 1999, s. 778. ABD’nin 25. 9. 1972 tarihinde BM Genel Kuruluna sunduğu Belirli Bazı Uluslararası Terör Eylemlerinin Cezalandırılması ve Önlenmesine Dair Sözleşme Taslağı uluslararası olma unsurunu tam olarak ortaya koymuştur. Taslağın 1/1. maddesinde, hukuka aykırı bir şekilde adam öldürme, ağır yaralama veya hürriyeti tahdit eylemlerini gerçekleştiren veya bu tür eylemlere teşebbüs eden ya da eylemlerin işlenmesine şerik olarak katılan kimsenin, eylemi vatandaşı olduğu devletin ülkesi dışında işlemesi veya eylemin neticelerini ülke dışında doğurması, hedef devletin toprakları dışında veya hedef devletin toprakları içinde olmakla birlikte söz konusu devletin vatandaşı olmayan bir kimseye karşı işlemesi ve eylemin neticelerinin hedef devlette gerçekleşmesi halinde ya da bir huzursuzluk döneminde devletin silahlı kuvvetlerine mensup kişiye karşı işlemesi veya devletin veya uluslararası teşkilatın menfaatlerine zarar vermek veya o devletten veya teşkilattan taviz elde etmek amacıyla işlemesi halinde uluslararası bir suçtan sorumlu olur. Madde hükmünden de anlaşıldığı üzere, eylemin gerçekleştirildiği yer, failin veya mağdurların uyruğu, suçun objesi veya eylem ile ulaşılmak istenen amaç bakımından olayda bir yabancılık unsuru olması halinde eylemin uluslararası bir suç olduğu söylenebilir. Bkz. ZAFER, s. 71-72. menfaatlerinin ihlali söz konusudur. Bir diğer farklılık olarak karşımıza, uluslararası terörizmde terör örgütleri arasında geniş çapta bir işbirliğinin bulunması çıkar. 168 Uluslararası terörizm, başka bir devlet veya devletler tarafından desteklenen ve desteklenmeyen olmak üzere iki alt gruba ayrılabilir. aa. Devlet Destekli Olmayan Uluslararası Terörizm Yukarıda belirtildiği gibi terörist eylemin uluslararası alanda korunmaya tâbi kişi ve kurumlara yöneltilmesi, saldırgan ile mağdurunun farklı tâbiiyete sahip olması, eylemin birden fazla devletin ülkesinde gerçekleştirilmiş olması gibi durumlarda terörist eyleme yabancılık unsuru katılmış olur. Ancak bu tür bir eylem uluslararası nitelik taşımakla beraber devlet destekli uluslararası terörizmin belirgin vasfı olan devlet desteğine sahip değildir. bb. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm Devlet destekli terörizm, devletler veya devletlerle ilişkili ulusaltı gruplar tarafından stratejik, politik ve dinî amaçlara ulaşabilmek için hedef toplum üzerinde korku ortamı yaratmaya yönelik şiddet eylemleri şeklinde tanımlanmaktadır. 169 Bölgesel veya uluslararası güçlerin uzun dönem stratejik çıkarlarını gerçekleştirebilmek amacıyla yürüttüğü çalışmaların bir parçası olarak terörizmi destekledikleri, bir mücadele yöntemi ve dış politika aracı olarak kullanma yoluna gittikleri görülmektedir. 170 Çünkü terörist gruplara yönelik devlet desteği, destekleyen devlet için hedef devlete karşı maliyeti yüksek olmayan etkili ve kullanışlı bir mücadele yöntemidir. Terörizme destek veren devlet, verdiği destek nedeniyle doğan sorumluluğunu terörist 168 ZAFER, s. 73. MARSHALL, David C.: “Political Asylum: Time for a Change the Potential Effectiveness of Reforms to Prevent Terrorist Attacks in America”, Dick. L. Rev., Vol. 99, 1995, s. 1018, dn. 3. Devlet destekli terörizm hakkında yapılan benzer tanımlar için bkz. CAPEZZUTO, s. 377; MURPHY, John F.: State Support of International Terrorism, 1989, s. 5’den aktaran EINISMAN, Alan: “Ineffectiveness at Its Best: Fighting Terrorism with Economic Sanctions”, Minn. J. Global Trade, Vol. 9, 2000, s. 307. 170 KHAN, s. 956. 169 grupla arasında organik bir bağ olmaması nedeniyle kolaylıkla inkâr edebilmekte ve gerçekleştirilen eylemlerden dolayı destekleyen devletin herhangi bir sorumluluğu söz konusu olmamaktadır. Diğer taraftan günümüzde silah teknolojisinin ulaştığı seviye dikkate alındığında muhtemel bir savaş durumunda tarafların uğrayacağı can ve mal kaybını tahmin etmek zor değildir. Bu nedenle savaşın yıkıcı sonuçlarından sakınmak isteyen devletler, geleneksel savaşın yerine terörist yöntemlere başvurmayı, terörist örgütleri desteklemeyi ve terörizmi kendi politik çıkarları için bir mücadele yöntemi olarak kullanmayı tercih eder hale gelmişlerdir. Bu durumda bir devlet dilediği zaman herhangi bir sorumluluğu doğmaksızın ve savaş riskinden sakınarak terörizmi diğer bir devletin ülkesinde istediği eylemleri yapabilmesi için uygun bir araç olarak kullanabilecektir. 171 Devletlerin terörizme destek vermeleri veya karışmalarında, terörizmin kullanışlı bir vasıta olmasının yanı sıra terörist örgütlerle söz konusu devletlerin ideolojik, dinî ve politik bakımdan aynı veya benzer görüşleri paylaşmaları da önemli bir rol oynamaktadır. 172 Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin bu tür kaygılarla dünya genelinde terörizme destek verdiği herkes tarafından kabul edilmektedir.173 171 ERICKSON, s. 32. TERRY, James P.: “Countering State-Sponsored Terrorism: A Law-Policy Analysis”, Nav. L. Rev., Vol. 36, 1986, s. 161. 173 İkinci Dünya savaşı sonrası, Doğu ve Batı Blokları arasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde terörizm her iki Blok arasında devam eden mücadelenin bir parçası olmuş devlet destekli uluslararası terörizme sık sık başvurulmuştur. Örneğin, Soğuk Savaş sırasında ABD başta olmak üzere batılı devletler, diğer ülkelerdeki yatırımlarını ve çıkarlarını korumak amacıyla yandaş hükümetleri desteklemişlerdir. 1960’lı yılların başında ABD Başkanı Kennedy ile birlikte “devrimci ayaklanmalara” karşı, yandaş hükümetleri desteklemek amacıyla karşı devrimci şiddet ile terör örgütleri kurup, devrimci ayaklanmalara kendi metotlarıyla cevap vermek olarak tarif edilebilen “karşı-ayaklanma” adı verilen siyasî savaş anlayışı ABD dış politikasının temel öğelerinden biri olmuştur. Teröre karşı terör uygulama düşüncesinin hakim olduğu “karşıayaklanma”da, ordu içinden oluşturulan özel kuvvetler veya paramiliter örgütler kullanılarak devrimci ayaklanmalara karşı gayri-nizami bir savaş yürütülmüş ve bu devletlerde yoğun bir kitle terörü meydana gelmiştir. Diğer taraftan devam eden oligarşik düzene bir alternatif olarak ortaya çıktığı iddia edilen Komünizmin başlıca temsilcisi SSCB ve Doğu Blokuna mensup diğer devletler de, bu tür rejimlere karşı mücadele eden isyancı grupları aktif bir şekilde desteklemiş, silah, eğitim ve danışman temini gibi hususlarda yardımcı olmuştur. SSCB’nin çökmesi ve Doğu Blokunun dağılmasından sonra ortaya çıkan bilgi ve belgelerden söz konusu ülkelerin IRA, Japon Kızıl Ordusu ve Baader-Meinhof Çetesi gibi pek çok terörist örgüte destek verdiği anlaşılmıştır. Örneğin, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra Doğu Alman İstihbarat Servisi’nin (STASI), Batı Avrupa’da bulunan solcu grupları gizlice finanse ettiği, teröristlere barınma, istihbarat, eğitim, seyahat ve kimlik belgeleri, plastik cerrahi gibi değişik konularda yardımlarda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bkz. LIVINGSTONE, Neil C.: “Myth & Conspiracy in International Affairs: Terrorism: Conspiracy, Myth and Reality”, Fletcher F. World Aff., Vol. 22, 1998, s. 7; HENDERSON, s. 12; GÜZEL, s. 12. 172 Devletlerin terörist örgütlere verdiği destek, bu örgütlere uluslararası hareket kabiliyeti sağlamakta ve ileri teknolojiye sahip silahları ve patlayıcıları elde etme, diğer terörist gruplarla iletişim içinde olabilme imkânlarını sunmaktadır. Kendilerini finanse etmek için banka soygunu, adam kaçırma gibi eylemlere başvurma ihtiyaç duymayan devlet destekli terörist örgütler bu desteğe sahip olmayan gruplara göre sayıca az, fakat çoğu zaman daha öldürücü nitelikte eylemler gerçekleştirebilmektedirler. 174 Bu tür bir terörizm hedef devletin politik istikrarını, ekonomik yapısını, diplomatik ilişkilerini etkileyebilme gücüne sahiptir. Teröristlere yönelik devlet desteği, aynı zamanda destek için yerel halka mecbur olma durumunu da ortadan kaldırarak teröristlere eylemleri neticesinde oluşabilecek kamuoyu tepkisine aldırmaksızın geniş ölçekli operasyonlar yapma imkânı sağlamaktadır. 175 Günümüzde artık geleneksel terörizme göre daha fazla öldürücü güce ve operasyonel imkâna sahip olan devlet destekli terörizm düşük yoğunluklu savaşın bir görünümü olarak kabul edilmektedir. 176 Teorik planda psikolojik savaş metodu olan terörizm bu sayede elde etmiş olduğu devlet desteği neticesinde uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir. 177 Bu bağlamda II. Dünya Savaşı’nın 174 JENKINS, 1986, s. 778. JENKINS, 1986, s. 778. Terör örgütleri, hem kendi ülkelerindeki taraftarlarından hem de diğer devletlerden aldıkları destekle faaliyetlerine devam etmektedir. Terörist grubun kendi ülkesi olmaması sebebiyle kendisiyle işbirliği içinde olan veya olmayan bir başka devletin ülkesinde faaliyetlerini devam ettirmek zorundadır. Bağımsız bir devletin ülkesi içinde faaliyet gösteren bir terörist grup kendisini söz konusu devletin sisteminden uzak tutması oldukça zordur. Jenkins bu durumla ilgili olarak, “Nispeten pek az terör hareketi bütünüyle yerlidir ve kendi kendisine yetmektedir, öte taraftan, aynı şekilde bir örgütün kendi topraklarında kökleri olmadıkça, onun yabancı destek olmaksızın gelişmesinin mümkün olmadığını söylemek doğrudur. Asıl mesele, yine de, yabancı desteğin bu tür örgütlerin pek çok durumda, etkinliklerini artırmalarına ve çabalarını galibiyete kadar sürdürmelerine imkân tanımasıdır.” tespitinde bulunmaktadır. Bkz. JENKINS, Brian: “High Technology Terrorism and Surrogate War: The Impact of New Technology on Low-Level Violence”, 1975, s. 2’den aktaran ALEXANDER, Yonah & MYERS, Kenneth A.: “Avrupa’da Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 212. 176 EINISMAN, s. 308. 177 1997’de dönemin FBI Başkanı, devlet destekli terörizmin özellikle SSCB dağıldıktan sonra düşüş trendine girdiğini, buna karşılık bağımsız terörist grupların arttığını ve devlet destekli terörizmden daha tehlikeli bir görünüm aldığını ifade etmiştir. Ancak geçen süre zarfında bu değerlendirmenin isabetsiz olduğu özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra daha net bir şekilde anlaşılmıştır. Bkz. EINISMAN, s. 319. 175 son nizamî savaş, III. Dünya Savaşı’nın ise terörizmle savaş olduğu şeklinde çeşitli değerlendirmeler de yapılmıştır. 178 II. DEVLET DESTEKLİ ULUSLARARASI TERÖRİZM 1. TERÖRİZME YÖNELİK DEVLET DESTEĞİNİN KAPSAMI Uluslararası hukuk sisteminin, düşük yoğunluklu mücadele stratejisi olarak da adlandırılan terörizme karşı etkili tedbirler geliştirmesi gereklilik halini almıştır. Bu tehdide karşı etkili bir mücadele geliştirebilmek için de, teröristlerin devlet veya devletler ile var olduğu iddia edilen bağlantısının açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Ayrıca bireylerin diğer devletlere yönelik zararlı eylemlerinden dolayı devletin sorumlu tutulup tutulamayacağı sorusuna bir cevap verebilmek için de devletle birey arasındaki ilişkinin ele alınarak terörizme yönelik devlet desteğinin sınıflandırılması lüzumludur. Çünkü devletin terörizme yönelik desteğinin kapsamı destekleyen devlete karşı verilecek cevabın belirlenmesi ile yakından ilgilidir. Devletle terörist aktör arasında var olan bu ilişki söz konusu desteğin derecesi, yeri ve zamanı bakımından farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Her şeyden önce teröristler devletler gibi sınırları belli bir ülkeye sahip değillerdir. Bu nedenle kendileriyle işbirliği yapan veya yapmayan bir devletin ülkesi içinde faaliyetlerini devam ettirmek zorundadır. Terörizme destek veren devletle terörist grup arasındaki ilişki; maddî destek, silah ve gerekli diğer malzemeleri sağlama, ülke topraklarının terörist gruplar tarafından kullanılmasına izin vermek, eğitim ve istihbarat sağlamak, terörizmle mücadele konusunda isteksiz ya da yetersiz olmak, terörist örgütün üyeleri ile beraber şiddet eylemleri gerçekleştirmek gibi geniş bir alanı kapsamaktadır. Günümüzde pek çok terör örgütü varlığını ve etkinliğini devletlerin vermiş olduğu destek sayesinde devam ettirmektedir. Uluslararası kurallara açıkça aykırı olan söz konusu yardım ve destekler, terörizmin bu derece tehlikeli hale gelmesinde önemli bir rol oynamaktadır. 178 ERICKSON, s. 44. Bu karışmaların bir kısmı teröristlere olduğu kadar bu devletlere karşı da kuvvet kullanmaya yönelik bir meşru zemin hazırlayabilecektir. Bu nedenle terörist gruplarla devlet arasındaki ilişkinin açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Teröristlerle devlet arasındaki ilişkinin derecesi hakkında doktrinde çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Örneğin Cassese, terörizme yönelik devlet desteğini altı dereceye ayırmıştır. Bu altı sınıf kısaca; devlet görevlilerinin terörist eylemleri gerçekleştirmesi, devletin terörist eylemler için gayri resmi ajanları görevlendirmesi, devletin malî yardımda bulunması ve silah sağlaması, devletin lojistik destek sağlaması, devletin ülkesi üzerinde terör üslerinin bulunmasına rıza göstermesi ve devletin ne aktif ne de pasif bir şekilde terörizme destek vermemesi şeklinde özetlenebilir. 179 John Murphy ise, devletin uluslararası terörizme yönelik desteğini on iki farklı kategoride ele almaktadır. Bu kategoriler; devletin terörist eylemi bizzat gerçekleştirmesi, doğrudan destek vermesi, istihbarat desteği sağlaması, terörist eylemlere yönelik özel eğitim veya temel askerî eğitim vermesi, diplomatik ayrıcalıklardan ve yüksek teknoloji imkânlarından faydalandırması, silah ve patlayıcı yardımında bulunması, ulaşım konusunda yardımcı olması, teröristlerin ülkesini kullanmasına izin vermesi, malî destek sağlaması, zımnî ve sözlü destek vermesinden oluşmaktadır. 180 Murphy, bu on iki farklı kategorinin devletin destek vermesi ve devletin sponsor olması şeklinde iki ana başlık altında toplanabileceğini de belirtmektedir. 181 Bu basitleştirilmiş şemaya göre, bir devletin terörist eylemleri aktif bir şekilde planlaması, yönlendirme ve kontrol etmesi terörizme yönelik devlet sponsorluğunu oluşturmaktadır. Buna karşılık devletin terörist aktörlere yönelik istihbarat, silah ve malî kaynak sağlaması, diplomatik ayrıcalıklardan faydalandırması ve sözlü destek vermesi terörizme yönelik devlet desteğini oluşturmaktadır. 182 Arend ve Beck, Cassese ve Murphy tarafından yapılan ayrımları göz önünde tutarak devletlerin terörizme yönelik desteğini devletin sponsor olması, destek vermesi, müsamaha göstermesi şeklinde üç temel noktaya indirgeyerek ele almaktadır. 183 Schahchter da terörizme yönelik devlet desteğini üç başlık 179 CASSESE, Antonio: “The International Community’s ‘Legal’ Response to Terrorism”, Int’l & Comp. L. Q., Vol. 38, No. 3, 1989, s. 598. 180 MURPHY, John F.: State Support of International Terrorism: Legal, Political, and Economic Dimensions, 1989, s. 32-33’den aktaran AREND & BECK, s. 164. 181 MURPHY, s. 32-33’den aktaran AREND & BECK, s. 164, dn. 49. 182 MURPHY, s. 32-34’den aktaran AREND & BECK, s. 165. 183 AREND & BECK, s. 164-165. altında ele almıştır; terörist örgütün faaliyetlerini devletin denetim ve idaresi altında devam ettirmesi, devletin terörist örgüte önemli ölçüde silah temini, lojistik destek, teknik yardım ve eğitim konusunda yardımcı olması ve son olarak, terörist örgütün söz konusu devletten bağımsız bir şekilde veya bu devletle basit ilişkiler içinde devletin ülkesinde faaliyetlerine devam etmesi. 184 Erickson ise terörizme yönelik devlet desteğini sponsor olmak, desteklemek, müsamaha göstermek ve harekete geçmek hususunda yetersiz kalmak üzere dört başlıkta ele almıştır. 185 Terörizme yönelik devlet desteği hususunda doktrinde yapılan çeşitli sınıflandırmalara dair kısaca verilmeye çalışılan bu kategorilerden sonra terörizme yönelik devlet desteği, Erickson’un yaklaşımı esas alınarak desteğin en yoğun halinden en düşük derecesine doğru sponsor olmak, desteklemek, müsamaha göstermek ve harekete geçmek hususunda yetersiz kalmak üzere başlıca dört ana başlıkta toplanabilir. A. Devletin Terörizme Sponsor Olması Devletin terörizme sponsor olması, terörist eylemleri kontrol etmesi veya yönlendirmesidir. Bu durumda devlet, terörizmi doğrudan bir mücadele aracı olarak kullanmakta ve bizzat kendi organları vasıtasıyla terörist eylemlerde bulunmakta ya da örgütlediği, teçhiz ettiği veya kontrolü altında bulundurduğu gayri resmi devlet ajanlarını (unofficial agents), paralı askerleri veya silahlı çeteleri kullanmak suretiyle terörist eylemlerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. 186 Diğer bir ifadeyle teröristler bizzat devlet görevlilerinden veya devlet tarafından etkili bir şekilde kontrol edilen kişilerden oluşmaktadır. 184 SCHACHTER, 1993, s. 246. ERICKSON, s. 32-34. 186 CASSESE, 1989, s. 598. Arend ve Beck, bizzat devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlerin kendiliğinden terörist bir eylem olarak kabul edilmemesi gerektiği görüşündedir. Arend ve Beck’e göre, örneğin devletin istihbarat görevlilerini diğer bir devlet ülkesinde bulunan bir hastaneyi tahrip etmek amacıyla bu ülkeye göndermesi halinde gerçekleştirilen eylem terörist bir eylem olmaktan çok gizli bir saldırganlık eylemi şeklinde nitelendirilecektir. Bu tür bir formülasyonun devletler tarafından gerçekleştirilen kuvvet kullanımının terörizm kapsamında değerlendirilmesine imkân verecek şekilde genişleteceğine dikkat çekmektedirler. Bkz. AREND & BECK, s. 165. Ancak terörizmin tanımı konusunda da ele alındığı üzere önemli olan terörist eylemlerin kimler tarafından gerçekleştirildiği değil terörist eylem olma özelliğine sahip bir eylemin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında devlet organlarının gerçekleştirdiği bu tür eylemleri terörist eylem olarak nitelendiren Murphy ve Cassese haklı görünmektedir. 185 Devlet görevlilerinin terörist eylemlerde bulunması sık görülen bir durum olmamakla beraber Halil El Vezir suikastı ile Greenpeace Örgütüne ait Rainbow Warrior isimli gemiye karşı gerçekleştirilen terörist saldırıları devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılara örnek gösterebiliriz. FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) önde gelen isimlerinden Halil Ebu Vezir iki koruması ile birlikte Tunus’taki evinde 16 Nisan 1988 tarihinde İsrail güvenlik kuvvetleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmüştür. 187 Diğer bir örnek ise Fransa’nın Güney Pasifik’te gerçekleştirdiği nükleer denemelerini protesto eden Greenpeace Örgütüne ait Rainbow Warrior isimli geminin Yeni Zelanda sınırlarındayken Fransız istihbarat görevlilerince gerçekleştirilen saldırı sonucu batırılmasıdır. 188 B. Devletin Terörizme Yönelik Fiili Destekte Bulunması Bir devletin teröristlere silah, teknik yardım, ulaşım konularında önemli ölçüde yardım ve teşvikte bulunmasının aktif destek olarak değerlendirileceği ileri sürülmüştür. Buna göre, teröristlerin devlet tarafından yönlendirilmemesine veya devletin teröristler üzerinde fiili bir kontrole sahip olmamasına rağmen devletin eğitim, silah, patlayıcı, istihbarat, teçhizat, para, iletişim, ulaşım ve güvenli yer konularında yardımcı olmak suretiyle terörist eylemlere aktif bir şekilde destek vermesi halinde terörizme yönelik devlet desteği söz konusu olmaktadır. Sağlanan bu yardımlar doğrudan terör olaylarına yönelik değildir. 189 Devletler bu desteği terörist eylemlerin sorumluluğunu veya kontrolünü üzerine almaksızın verirler. Bununla birlikte uluslararası toplumda kabul edilen görüş sadece lojistik destek sağlamanın, eğitim imkânı hazırlamanın veya operasyonlar için üs vermenin fiili destek oluşturmak için yeterli olduğu yönündedir. 187 Söz konusu olay hakkında ayrıntılı bilgi için üçüncü bölümde “Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi” başlıklı kısma bakılabilir. 188 LAMBERT, Joseph J.: Terrorism and Hostages in International Law a Commentary on the Hostages Convention 1979, Cambridge Grotius Pub., Cambridge, 1990, s. 21. 189 ERICKSON, s. 33. Travalio, fiili desteğe örnek olarak, İran ve Suriye’nin Hizbullah Örgütü’ne sağladığı finansal, eğitim, silah, patlayıcı yardımları ile diğer destekleri göstermektedir. 190 C. Devletin Terörist Faaliyetlere Müsamaha Göstermesi Devletin ülkesindeki teröristleri aktif bir şekilde desteklememesine rağmen ülkesi içinde faaliyetlerine devam eden teröristlere engel olmak veya bunları ülke dışına çıkarmak için bir gayret göstermemesi ve bu tür faaliyetleri sona erdirmesine yönelik talepleri reddetmesi halinde terörizme karşı müsamaha söz konusu olur. 191 Cassese’nin devletle teröristler arasındaki ilişkinin en düşük derecesi olarak nitelendirdiği 192 bu durumda devlet, teröristleri aktif bir şekilde destekleme ve yönlendirmede bulunmamakla beraber ele geçirmek veya tutuklamak için bir çaba da göstermemektedir. 193 Devletin terörist grupları herhangi bir şekilde desteklemesinin söz konusu olmadığı bu durumda, teröristlerin ihtiyaçları kendileri ya da yabancı destekçileri tarafından karşılanacaktır. Bask Bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ayrılıkçı ETA terör örgütünün Fransa’daki varlığı buna örnek olarak verilebilir. 194 Yine Taliban yönetiminin uluslararası teröristlerin Afganistan’ı bir eğitim ve operasyon üssü olarak kullanmalarına izin vermesi ve Ladin’in yakalanmasına yönelik çabalara destek vermemesi söz konusu desteğin en tipik örneklerinden biri olarak gösterilebilir. 195 D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme Konusunda Yetersiz Kalması Genel olarak devletler ülke topraklarını kontrol etmekle birlikte bazı devletler ülke topraklarını tamamıyla kontrol edemeyebilir. Devlet, teröristlerin ülkesi içinde bulunmasını istememekle beraber yeterli askerî kuvvete veya teknolojik imkânlara sahip 190 TRAVALIO, s. 150, dn. 19. ERICKSON, s. 33; COHAN, s. 91. 192 CASSESE, 1989, s. 598. 193 TRAVALIO, s. 150, dn. 19. 194 ERICKSON, s. 33. 195 TRAVALIO, s. 150, dn. 19. 191 olmaması gibi nedenlerle terörist faaliyetleri önlemekte yetersiz kalabilir. Bu tür devletler teröristler için ideal barınma yerleridir. Devlet bu durumda diğer bir devleti veya bölgesel bir teşkilâtı yardım etmesi için davet edebilir. Örneğin, 1977 yılında Somali hükümeti Mogadishu’daki uçak kaçırma olayında eylemi sona erdirmedeki yetersizliğinden dolayı Batı Almanya’dan yardım talep etmiştir. 196 Devlet uluslararası terörizme cevap verebilmek için yetersiz olmasına rağmen diğer devletlerden veya örgütlerden de yardım talep etmediği takdirde devletin talebi olmaksızın başka bir devletin veya teşkilatın müdahalede bulunması gündeme gelebilir. 197 Travalio, hareketsizliğe örnek olarak Lübnan’ın İsrail’e karşı terörist faaliyetlerin gerçekleştirildiği ülkesinin güney kısmı üzerinde kontrole sahip olmamasını göstermektedir. 198 III. DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZMLE MÜCADELE YOLLARI Uluslararası hukukun, terörizmle mücadele kapsamında sunduğu yaklaşımlar barışçı yollar ve kuvvet kullanmaya dayalı yollar olmak üzere iki üst başlıkta toplanabilir. 1. BARIŞÇI YOLLAR BM Andlaşması ve diğer uluslararası belgelerde uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle barışçı yollara başvurulması gerekliliği ifade edilmiştir. BM Andlaşması’nın 2/3. maddesinde, “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası mahiyetteki uyuşmazlıklarını milletlerarası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye koymayacak şekilde barış yolları ile çözerler.” denilmektedir. 33. madde de ise, “Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teşkil ve anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri başka barış yollarıyla aramalıdır.” hükmü yer almaktadır. Her iki madde birlikte değerlendirildiğinde devletler 196 ERICKSON, s. 33. ERICKSON, s. 33. 198 TRAVALIO, s. 150, dn. 19. 197 taraf oldukları uyuşmazlıkları öncelikle kendi aralarında çözüme kavuşturmaya çalışacaklar eğer bunda başarılı olamazlarsa uluslararası barış ve güvenliğin korunması hususunda başlıca sorumlu organ olan Güvenlik Konseyine başvuracaklardır. 199 Belirtilen düzenlemeler çerçevesinde olaya yaklaşıldığında başlıca barışçı yolların uluslararası alanda işbirliğinin geliştirilmesi, iç hukuk çerçevesinde cezai yargılama sisteminin harekete geçirilmesi veya terörizmin uluslararası bir suç olarak kabul edilerek sorumlularının uluslararası bir mahkemede yargılanması ve terörizm karşısında ortak bir mücadele yürütülebilmesi amacıyla anlaşmalar yapılmasını öngören hukuki yollar ile terörizmi destekleyen devletlerin verdikleri bu destekten vazgeçmelerini sağlamak amacıyla söz konusu devletlere karşı siyasî, ekonomik, diplomatik yolların kullanılması olduğu görülmektedir. 200 A. Hukukî Yollar Hukukî yolların uygulanmasını gerekli gören yaklaşım, terörist eylemlerin cezai nitelikte bir eylem kabul edilerek teröristlerin diğer sıradan suçlular gibi olağan hukuk sistemine göre yargılanarak cezalandırılmasını ya da uluslararası bir suç niteliğinde olması nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılanmasını ve bu amaçla suçluların iade edilmesini öngörmektedir. Bu durumda terörizm sıradan bir güvenlik problemi olarak kabul edilecek ve terörizmle mücadele emniyet kuvvetleri tarafından yürütülecektir. Ancak bu yolun başarıyla uygulanabilmesi için uluslararası toplumun işbirliği içinde hareket etmesi gerekmektedir. 199 Barışçı çözüm yollarına başvurma yükümlülüğü devletlerin meşru müdafaa hakkını olumsuz bir şekilde etkilemez. Meşru müdafaa hakkını kullanmasına neden olan bir durumun gerçekleşmesi halinde, ilgili devlet söz konusu durumun sona ermesi için meşru müdafaa hakkına başvurabilecektir. 200 30 Temmuz 1996 tarihinde Paris’te terörizm hakkında ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Rusya’dan oluşan sekiz devletin katıldığı ve uluslararası terörizmle mücadele yöntemlerinin ele alındığı toplantıda benzer şekilde terörizmle mücadele yöntemi olarak hükümetler arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, hukukî yolların kullanılması ve teröristlerin yargılanması, sığınma hakkının kötüye kullanılmasının önlenmesi, yeni uluslararası düzenlemeler yapılması, terörist gruplara yönelik yardımların engellenmesi ve bilgi alışverişinin arttırılması gibi değişik yolları içeren 25 öneride bulunulmuştur. Bkz. LONG, s. 75, dn. 110. Terörist örgütlerin ideolojik motivasyonlarla hareket ettiği ve organize suç örgütlerinin aksine terörist hücrelere sızmanın çok zor olduğu ve bu nedenle klâsik hukukî yolların teröristler karşısında sınırlı bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. 201 Bunun yanı sıra devletin ülkesinde üslenen terörist gruplarla mücadele etme konusunda isteksiz veya yetersiz olması ya da bu gruplara üstü örtülü bir şekilde destek vermesi hukukî yolların başarısız kalmasında önemli bir rol oynamaktadır. Hukukî yolların iç hukuk ve uluslararası hukuk yollarına başvurulması olmak üzere iki kısma ayrıldığı görülmektedir. a. İç Hukuk Yollarının Kullanılması Uluslararası hukukta terörist eylemlere karşı başvurulacak yolları içeren sistematik bir yapının bulunmaması nedeniyle devletler terörizmle mücadele edebilmek için ceza hukuku sistemlerini kullanmak suretiyle iç hukuk düzenlemelerine yönelmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında terörizmi önlemek amacıyla devletlerin kendi iç hukuk sistemlerinde hareket etmesinin uluslararası toplumda benzer bir eylemde bulunmaktan daha kolay olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda teröristlerin ele geçirilerek yargılanması konusunda önemli mesafeler kat edilmiş ve devletler ulusal hukuk sistemleri kapsamında terörle mücadele bağlamında hukukî bazı düzenlemeler yapma yoluna gitmişlerdir. Örneğin ABD, ülkesi dışında gerçekleştirilen terörist eylemleri iç hukuk sisteminde suç olarak düzenlemiş ve yargı yetkisini bu suçları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. 202 Buna göre bir Amerikan vatandaşının kaçırılması, saldırıya uğraması veya öldürülmesi halinde eylemin nerede gerçekleştiğine bakılmaksızın ABD’nin yargı yetkisi doğmaktadır. Bu doğrultuda ABD, ülkesi içinde gerçekleştirilen 1994 Dünya Ticaret Merkezi saldırısı 203 ile ülkesi 201 HENDERSON, s. 3. REYNOLDS, James S.: “Domestic and International Terrorism: Expansion of Territorial Jurisdiction: A Response to the Rise in Terrorism”, J. Nat’l Security L., Vol. 1, 1997, s. 105-110. 203 26 Şubat 1993 tarihinde bomba yüklü bir araçla Dünya Ticaret Merkezine karşı düzenlenen ve 6 kişinin ölümüne, binden fazla kişinin de yaralanmasına neden olan terörist saldırı sonrası yapılan araştırmalar sonucu saldırıyı gerçekleştirdikleri belirlenen Ahmad Ajaj, Mahmud Abouhalima, Mohammed Salameh ve Nidal Ayyad yargılanarak 5 Mart 1994 tarihinde 240’ar yıl hapis cezasına çarptırılmışlardır. Ayrıca saldırıyı gerçekleştirenlerle ilişkisi olduğu tespit edilen kişiler de tutuklanmış ve bunların bir kısmı yargılanarak çeşitli cezalara mahkum edilmiştir. Bkz. MARSHALL, s. 1024. 202 dışında gerçekleştirilen 1998 Büyükelçilik Saldırılarının 204 faillerini sivil mahkemelerde yargılamış ve mahkum etmiştir. Benzer şekilde 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren eylemcilere katılacağından şüphelenilen Zachariaous Moussaoui da halen Amerikan mahkemelerinde yargılanmaktadır. 205 Ayrıca ABD’de 1996 yılında gerçekleştirilen yasal düzenleme (Foreign Sovereign Immunities Act) ile birlikte devletlerin yargı muafiyetine yönelik kısıtlamalar devlet destekli terörist eylemleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. 206 Buna göre, devlet destekli terörist bir eylemden kaynaklanan ölüm veya yaralanma durumunda terörizme destek vererek zarara neden olan devlete karşı ABD mahkemelerinde tazminat davası açılabilecektir. Aynı zamanda bu düzenleme geçmişe etkili olarak da uygulanabilecektir. Nitekim bu yasaya dayanılarak açılan pek çok davada mahkemeler milyonlarca dolarlık tazminatlara hükmetmiştir. 207 Teröristlerin sivil mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmasının etkin ve uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil mahkemeler yerine askerî mahkemelerde yargılanması da ileri sürülmektedir. Bu yaklaşımı savunanlar öncelikle savaş ile terörizm arasındaki farklılıkları ele alırken belirtilen temel ayrılılıklara rağmen terörist eylemlerin hukukî bir sorun olmaktan ziyade savaş eylemi niteliği taşıdığını ve terörizmin bir savaş şekli kabul edilerek silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanması gerektiğini ifade etmektedirler. 208 Silahlı uyuşmazlık hukuku yaklaşımının uygulanması 204 Tanzanya ve Kenya’daki ABD Büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirilen bombalı saldırılarla ilgili olarak Afganistan’daki terör kampları ve Sudan’da kurulu bulunan ve kimyasal silah üretiminde kullanılan maddelerin üretildiği iddia edilen ilaç fabrikasına saldırılmasının yanı sıra saldırılardan sorumlu tutulan Ladin ve yardımcısı Muhammed Atıf başta olmak üzere toplam 15 kişi hakkında 4 Kasım 1998 tarihinde ABD vatandaşlarına karşı ülke dışında terörist saldırılar gerçekleştirmek suçlamasıyla ABD mahkemelerinde dava açılmıştır. Haklarında dava açılan bu kişilerden ele geçirilen Mohamed Sadeek Odeh, Mohamed Rashed Doud Al-Owhali and Kalfen Khamis Mohamed ile Amerikan vatandaşı Wadih al Hage New York’ta yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bkz. GERAGHTY, s. 589-590; “Responding to Terrorism: Crime, Punishment, and War”, Harv. L. Rev., Vol. 115, s. 1221; MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l L., Vol. 93, 1999, s. 165; BIGGIO, s. 13. 205 GERAGHTY, s. 589-590. 206 Söz konusu yasa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, Daniel E.: “Raising A Paper Tiger: Public Law No. 105-277 § 117(D) and the Gutting of the State-Sponsored Terrorism Exception to the Foreign Sovereign Immunities Act”, U. Cin. L. Rev., Vol. 69, 2000, s. 357-383. 207 Alejandre v. Republic of Cuba, Flatow v. Islamic Republic of Iran, Cicippio v. Islamic Republic of Iran davalarını bu duruma örnek gösterebiliriz. Söz konusu davalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, s. 372-377. 208 LARSCHAN, s. 146-148; CRONA & RICHARDSON, s. 356. Teröristlerin askerî mahkemelerde yargılanmasına yönelik bir değerlendirme için bkz. MADDOX, Heather Anne: “After the Dust Settles: Military Tribunal Justice for Terrorists After September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2002, durumunda terörist eylemler, birer savaş eylemi olarak kabul edilecek ve teröristler de savaş benzeri bir eylemde faaliyet gösteren savaşçılar olarak askerî mahkemelerde yargılanacaktır. Bu görüşün gündeme gelmesinde değişik nedenler rol oynamaktadır. Örneğin bazı uluslararası hukukçular, savaş hukukunu terörizmin tanımı konusundaki ikilemin ortadan kaldırılabilmesi için bir çözüm olarak görmektedir. Bu görüş sahipleri terörizmin tanımı konusunda yapılmaya çalışılan ancak gerçekleştirilmesi muhtemel olmayan andlaşmaların yerine tüm devletlerin görüş birliği içinde bulundukları savaş hukukunun uygulanması sorunun çözümü açısından daha uygun bir yaklaşım olduğunu ifade etmektedirler. 209 Bunun yanı sıra teröristlerin sivil mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmasının etkin ve uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil mahkemeler yerine askerî mahkemelerde yargılanması ileri sürülmektedir. Örneğin, Crona ve Richardson, terörizmi bir iç hukuk meselesi olarak ele almanın terörist organizasyonların dünya genelinde yayılmasını önlemek için yeterli caydırmayı sağlamak hususunda başarısız olduğunu ve teröristlerin hukuk sistemindeki boşlukları ve farklılıkları kullanarak adaletten kaçabileceklerini ileri sürmektedirler.210 Benzer şekilde Wedgwood, 1993 Dünya Ticaret Merkezi ve 1998 Büyükelçilik saldırıları ile ilgili olarak ele geçirilen sanıkların sivil mahkemelerde yargılanarak mahkum olmalarına rağmen El Kaide Örgütünün eylemlerine devam ettiğine işaret ederek askerî mahkemeler seçeneğini gündeme getirmektedir. 211 Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku devletler arasında veya uluslararası bir kişiliğe sahip aktörler arasında uygulanır. Silahlı uyuşmazlık hukukunun terörizme uygulanması s. 421-476; IRAOLA, Roberto: “Military Tribunals, Terrorists, and the Constitution”, N. M. L. Rev. Vol. 33, 2003, s. 95-114; FILLER, Daniel M.: “Values We Can Afford-Protecting Constitutional Rights in an Age of Terrorism: A Response to Crona and Richardson”, Okla. City U. L. Rev. Vol. 21, 1996, s. 409-421. 209 JENKINS, 1986, s. 779. 210 CRONA & RICHARDSON, s. 355-357. Crona ve Richardson, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi’ne karşı gerçekleştirilen terörist saldırı zanlılarının Amerikan sivil mahkemelerinde gerçekleştirilen yargılamalarını ele alarak davanın uzun sürdüğü, verilen cezaların yetersiz olduğu ve mahkum edilen sanıkların cezalarını güvenlik içinde çekebilmeleri için milyonlarca dolar harcanacağını ileri sürerek daha etkili bir yargılama sisteminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür. Bkz. CRONA & RICHARDSON, s. 349-354. 211 WEDGWOOD, Ruth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Keynote Address; After September 11th”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, (a), s. 728. halinde doğal olarak terörist örgütün uluslararası bir kişiliğe sahip olup olmadığı gündeme gelecek ve bu durum savaş/barış, sivil/asker ayrımları hakkında karışıklıklara neden olacaktır. Uluslararası terörizme karşı silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanmamasını savunan Erickson, bu kuralların uygulanması halinde teröristlerin hem savaş esiri olmasına imkân sağlayan savaşan statüsü kazanacağına, hem de uğrunda mücadele ettikleri amacın tanınacağına işaret etmektedir. Ayrıca teröristlerin uyguladığı metotların zımnen hukukî bir statü kazanmasına da neden olacaktır. Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku terörist metotları hukuka aykırı kabul ederek kınamıştır. 212 Teröristler silahlı bir eyleme karışmış bireyler değil hukuk kurallarının dışında hareket eden sıradan suçlular olarak ele alınmalıdır. Terör ile savaş arasındaki güç dengesizliği de dikkate alındığında terör suçlularının askerî değil sivil mahkemelerde yargılanmalarının daha uygun olduğu görülecektir. İstisnai bazı hallerde devletin ülkesi dışında kuvvet kullanması söz konusu olduğunda bu eylem silahlı bir çatışma şeklinde değil savaşa varmayan bir eyleme karşı verilen cevap şeklinde ele alınmalıdır. b. Uluslararası Hukuk Yollarının Kullanılması aa. Andlaşmalar Yapılması Uluslararası terörizmin hukukî bakımdan düzenlenmesi, devletlerin hangi eylemlerin suç olarak kabul edileceği noktasında anlaşmalarını, yaygın standartlar belirlemelerini ve uygulamalarını gerekli kılar. Terörizmi yasaklamak ve cezalandıracak etkili bir uluslararası hukukî sisteme sahip olabilmek için hangi eylemlerin suç olarak kabul edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan seçtiği hedefler bakımından ulusal düzeyden uluslararası düzeye doğru kayma eğilimi gösteren terörist saldırıların, uluslararası alanda da düzenlenmesi opsiyonel bir ihtiyaç olmaktan çıkıp gereklilik haline gelmiştir. Dolayısıyla terör olaylarına karşı gerçekleştirilecek hukukî düzenlemelerin önem ve aciliyet 212 ERICKSON, s. 64-65. derecesi artmıştır. 213 Soruna bu açıdan yaklaşıldığında terörizmle ilgili ideal çözümün, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve bu maksatla terörizmi tanımlayan ve taraf devletlerin teröristleri yargılamak veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmekle yükümlü olduğu ve devletler arasında işbirliğini öngören kapsamlı bir anlaşma yapılması olduğu görülecektir. Bununla birlikte terörizmin hukukî çerçevesi ve önlenebilmesi için genel prensipler belli olmasına rağmen ulusal politika farklılıkları devletleri bu tür faaliyetleri önleyici esasları düzenleyen kapsayıcı nitelikte uluslararası bir düzenleme konusunda anlaşmaktan ve uygulamaktan alıkoymaktadır. 214 Bu güne kadar terörizme yönelik etkin bir mücadele sisteminin kurulamamasında önemli bir etken olarak önümüze çıkan bu durum karşısında devletler terörizmle sektörel bazda mücadele etme stratejisine yönelmişlerdir. Yani terörizmi genel olarak tanımlayarak terörist olan herkese karşı mücadele yapabilmek mümkün olmadığı için devletler genel tanımı yapmaktan vazgeçip uçak kaçırma veya diplomatların öldürülmesi gibi kendilerini en çok rahatsız fiilleri önlemeye çalışmışlardır. 215 Bu doğrultuda gerek BM gerek diğer uluslararası örgütler bünyesinde terörizmin değişik görünümleriyle ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. 216 Bu anlaşmaların her biri spesifik terörist eylemlerle ilgili olup, yasaklanan eylemleri tanımlamakta, bu eylemlerin gerçekleştirilmesini önlemeye yönelik tedbirleri düzenlemekte ve söz konusu suçlar hakkında karşılıklı işbirliği yapılmasını öngörmektedir. Bazı anlaşmalar ise faillerin taraf devletler tarafından yargılanmasını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmesini düzenlemektedir. 213 BOZKURT, s. 202. ALMOND, Harry H.: “The Legal Regulation of International Terrorism”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 199. ABD, 1972’den itibaren tek taraflı bir şekilde dilediği gibi hareket etmesini engelleyeceği ve politik gücünü sınırlandıracağı kaygısı ve bu farklı anlaşmalardan dilediğine istediği zaman dayanabilmek amacıyla ısrarlı bir şekilde çok taraflı ve kapsamlı bir düzenlemenin yapılmasına karşı çıkmaktadır. Bkz. BASSIOUNI, 2002, s. 92. 215 BAŞEREN, 2002, s. 201. 216 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. KOLOSOV & LEVITT, s. 141-163. 214 Uluslararası terörizm hakkında 1969’dan bu yana doğrudan veya içinde terörist eylemlere ilgili hükümler içeren toplam 13 anlaşma yapılmıştır. 217 Bu anlaşmaların dört tanesi uçak kaçırma 218, iki tanesi açık denizde korsanlık 219, iki tanesi uluslararası alanda korunan kişilere, BM personeline ve diplomatlara karşı gerçekleştirilen eylemlerle ilgilidir. 220 Diğerleri ise, sivil deniz taşımacığı yapan gemilere yönelik saldırılar 221, açık denizlerdeki platformlara yöneldik saldırılar 222, sivil kişilere yönelik rehin alma eylemleri 223, terörist eylemlerde patlayıcı ve bomba kullanımı 224, terörizmin malî kaynakları 225 ve nükleer terörizm hakkındadır. 226 Bunun yanı sıra bölgesel nitelikli değişik 217 Terörizmle ilgili BM anlaşmaları ve protokolleri için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism.asp (18. 01. 2004). 218 14 Eylül 1963 tarihli “Uçaklarda İşlenen Suçlar ve Diğer Bazı Eylemlere İlişkin Tokyo Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 8 Aralık 1975, sayı: 15436; 16 Aralık 1970 tarihli “Uçakların Kanun Dışı Yollarla Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Hakkında La Haye Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 31 Mart 1973, sayı. 14493; 23 Eylül 1971 tarihli “Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Kanun Dışı Eylemlerin Önlenmesine İlişkin Montreal Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. R.G. 29 Kasım 1975, sayı: 15427; 24 Şubat 1988 tarihli “Sivil Havacılığa Hizmet Eden Havaalanlarında Şiddet Eylemlerinin İlişkin Montreal Sözleşmesi.” http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv7.pdf (18. 01. 2004). 219 29 Nisan 1958 tarihli “Açık Deniz Sözleşmesi” ve 10 Aralık 1982 tarihli “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi.” Türkiye her iki Sözleşmeye de taraf değildir. Sözleşmenin Türkçe metinleri için bkz. GÜNDÜZ, s. 358-365; 373-476. 220 14 Aralık 1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair New York Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 1 Mayıs 1981; Convention on the Safety of United Nations and Associated Personel, 9 Aralık 1994, G.A. Res. 49/59, U.N. GAOR, 49th Sess., Supp. No. 49, U.N. Doc. A/49/49 (1994). 221 10 Mart 1988 Tarihli “Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Güvenliğine Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Roma Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26 Ocak 1998, sayı: 23242. 222 10 Mart 1988 tarihli “Kıta Sahanlığında Bulunan Sabit Platformların Güvenliğine Karşı İşlenen Suçlar Konusundaki Sözleşme.” Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26 Ocak 1998, sayı: 23242. 223 17 Aralık 1979 tarihli “Rehine Alımına Karşı New York Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 6 Haziran 1989, sayı: 20217. 224 9 Ocak 1998 tarihli “Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında New York Sözleşmesi.” Türkiye sözleşmeyi imzalamış ancak henüz onaylamamıştır. Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss793m.htm (18. 01. 2004). 225 9 Aralık 1999 tarihli “Terörizmin Mali Kaynaklarının Önlenmesine Hakkında Uluslararası Sözleşme.” Türkiye sözleşmeyi 4738 sayılı kanunla 10 Ocak 2002’de onaylamış ve 17 Ocak 2002’de Onay Kanunu Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss791m.htm (18. 01. 2004). 226 Draft Convention on the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism, 28 Ocak 1997 U.N. Doc. A/AC. 252/L.3. anlaşmalar da yapılmıştır. 227 Başlıklardan da anlaşılacağı gibi söz konusu anlaşmalar belirli bir alanı düzenlemekte olup terörizmi bütün olarak ele almamakta ve terörizm hakkında kapsayıcı bir düzenleme de bulunmamaktadır. Terörizmle ilgili olarak yapılan bu anlaşmalar terörizmle mücadele etme noktasındaki arzuyu göstermekle birlikte evrensel işbirliğini artırmada başarısız olmuştur. 228 Çeşitli terörist eylemleri iki veya çok taraflı andlaşmalarla ele alan bu düzenlemelerin neredeyse tümü kısmi çözümler öneren ve devletler arasında farklı bakış açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm getirememişlerdir. Öncelikle yapılan bu anlaşmalar, terörizmi bir bütün olarak değil parça parça ele almakta ve uygulamada bir bütünlük arz etmemektedir. İkinci olarak, anlaşmaların etkili olabilmesi, hükümetlerin bu anlaşmalara uymasıyla ve uygulamasıyla doğru orantılıdır. Oysa anlaşmalara katılım düşük olmuştur. Terörizmi önlemek için yeterli olmayan bu anlaşmalar aynı zamanda imzacı devletler tarafından da kolaylıkla göz ardı edilebilmektedir. Dolayısıyla anlaşmaların etkili bir şekilde uygulanması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle terörizme karşı daha etkili mücadele edilmesini öngören bir anlaşma akdedilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 229 Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası yapı, terörizm konusunda kapsamlı bir düzenleme yapılabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Yapılacak bir düzenleme, terörist saldırılarının neler olduğunu, teröristlerin yargılama ve iade ilkelerini, bilgi 227 27 Ocak 1977 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi.” Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 26. Mart 1981, sayı: 17291. 22 Nisan 1998 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Arap Devletleri Birliği Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://www.leagueofarabstates.org/E_News_Antiterrorism.asp (18. 01. 2004); 1 Temmuz 1999 tarihli “Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://www.oic-un.org/26icfm/c.html (18. 01. 2004); 14 Temmuz 1999 tarihli “Terörizmin Önlenmesi ve Terörizmle Mücadeleye Dair Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/oau_e.pdf (18. 01. 2004); 2 Şubat 1971 tarihli “Kişilere Karşı Suç Formunu Alan Terörizm Eylemleri ve Uluslararası Alanda Önem Arz eden İlgili Zorbalıkların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”; 4 Kasım 1987 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Bölgesel Kalkınma İçin Güney Asya Birliği Sözleşmesi” Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv18.pdf (18. 01. 2004); Treaty on Co-operation among States Members of the Commonwealth of Independent States in Combating Terrorism, Minsk, 4 June 1999 Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/csi_e.pdf (18. 01. 2004). 228 Söz konusu Anlaşmalarla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. TRAHAN, Jennifer: “Terrorism Conventions: Existing Gaps and Different Approaches”, New Eng. Int’l & Com. L. Ann., Vol. 8, 2002, s. 215-243; GILBERT, G.: “The ‘Law’ and Transnational Terrorism”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 3-32. 229 GUROVITSCH, s. 179; SHAIKH, s. 2160. alışverişini, önleyici önlemleri, terörizme destek olan veya rıza gösteren devletlere karşı alınacak tedbirleri ve kurbanların tazmin hakkını düzenlemelidir. 230 Terörizm hakkında gerçekleştirilmiş bütün sözleşmeleri tek bir metin haline getiren ve her birinin amacını kapsayan bir sözleşme olmalıdır. Bu sözleşme ile söz konusu sözleşmeler arasındaki tutarsızlıklar ortadan kaldırılacak, belirsizlik ve eksiklikler giderilebilecektir. Bunun için gerçekleştirilecek uluslararüstü girişimde BM öncü rol oynamalıdır. Çünkü BM uluslararası hukuk alanında kararlar alıp yürüten en önemli organizasyondur. Bu bakımdan yapılan veya yapılacak hukukî düzenlemeler BM bünyesinde gerçekleştirilmelidir. bb. Suçluların İadesinin Sağlanması Hukukî yolların uygulanabilmesi için uluslararası işbirliği gerekmektedir. Eğer teröristler suç teşkil eden eylemi bir devlet ülkesinde gerçekleştirdikten sonra ülke sınırlarını terk ederek başka bir devlete kaçarsa o zaman bu devlet teröristlerin kaçtığı devletlerin işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Bununla birlikte terör suçları çoğu zaman siyasî suç olarak kabul edilmekte ve teröristler siyasî suçluların iade edilmeyeceği kuralına dayanılarak iade edilmemektedir. Terörist eylemde bulunmakla suçlanan kişi veya kişileri ele geçiren devlet bunları serbest bırakmak, yargılanmak üzere iade etmek veya bizzat yargılamak üzere başlıca üç seçeneğe sahip bulunmaktadır. Söz konusu işbirliği bu kişilerin iade edilmesi veya bulundukları devlet tarafından yargılanmaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, diğer bir devlete veya diğer bir devletin vatandaşına karşı terörist eylemler gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin halen bulundukları devlet, bu kişileri yargılamalı ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmelidir. 231 Bu eylemlerin birer suç olarak 230 ZAID, s. 664; DUGARD, s. 74-75. FROWEIN, Francis: “The Present State of Research Carried Out by the English-speaking Section of the Centre for Studies and Research”, in The Legal Aspect of International Terrorism, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1989, s. 85. 231 nitelendirilmiş olması devletlerin teröristlerin milliyetine ve eylemleri gerçekleştirdiğine bakmaksızın yargılaması yükümlülüğünü ifade etmektedir. nerede 232 Uluslararası örf ve âdet hukukunda, bir devletin ele geçirdiği teröristi aralarında iade anlaşması olmadığı sürece ilgili devlete iade etmekle yükümlü kılan herhangi bir zorunluluğun olmadığı söylenebilir. 233 Dolayısıyla bu konuda devletler arasında bir anlaşma olmaksızın yakalanan kişilerin iadesi mümkün değildir. Bu alanda uluslararası bir işbirliğinin sağlanması ise devletlerin farklı saiklerle hareket etmeleri yüzünden zor gözükmektedir. Temel problem siyasî suçlularda ortaya çıkmakta ve siyasî suçların ne olduğu ve kimlerin siyasî suçlu kapsamına girdiği devletler arasında görüş farklılıklarına yol açmaktadır. 234 Günümüz hukuk sistemlerinde, siyasî suçluların iade edilmemesi suçluların iade edilmesini öngören kuralın bir istisnası olarak kabul edilmekle beraber 235 bu istisnaî kuralın uygulanmasını sınırlandırmaya yönelik farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. İdeolojik sebeplere dayanan terör eylemlerinin de bu kapsamda değerlendirildiği söz konusu durum “istisnanın istisnası” (exception to the exception) şeklinde adlandırılmaktadır. 236 Siyasî suçlar genel olarak gerçekleştirildiği devletin kamu düzenini bozmakla beraber terörizm, savaş suçları 232 SCHREIBER, s. 326. Devletin ülkesinde bulunan teröristleri yargılamayı ya da iade etmeyi reddetmesi halinde, iadeyi talep eden devletin söz konusu kişi veya kişileri yakalayarak getirmesi amacıyla görevlilerini söz konusu devletin ülkesine gönderebileceği ileri sürülmüştür. O’CONNELL, Mary Ellen: “Lawful SelfDefense to Terrorism”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, (a), s. 907. 233 MURPHY, Liam G. B., s. 72; ROBEN, Volker: “The Role of International Conventions and General International Law in the Fight Against International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-onterrorism/index.cfm. (20. 01. 2004). Genel Kurulun 40/61, 42/159 ve 46/51 sayılı kararlarında terörizmin bütün görünümlerinin nerede ve kim tarafından hangi saikle gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin kınanmış olması bu konuda bir örf ve adet hukuku kuralının geliştiği şeklinde yorumlanmıştır. Örneğin Schachter, bu yükümlülüğün bir uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 245. 234 SHAIKH, s. 2160. 235 İlk çağlardan bu yana var olmakla beraber siyasî suç kavramının içeriği toplumlardaki siyasî ve ekonomik değişime paralel olarak değişmektedir. Terörizm bağlamında siyasî suç kavramı, teröristin işlediği politik bir suç nedeniyle iade edilmesine izin vermemekte ve bu kişilere yabancı ülkelerde serbestçe faaliyette bulunma imkânı tanımaktadır. Örneğin İtalya, İtalyan Ceza Kanununun 8. maddesine dayanarak Yugoslavya Kralının katillerini Fransa’ya iade etmemiştir. Söz konusu maddede siyasî suç kavramı, “Devletin siyasî bir çıkarını veya vatandaşın siyasal haklarından birini ihlal eden, fiil siyasî sayılacaktır. Kısmen veya tamamen siyasî nitelikteki saiklerin işlemesine neden olduğu suç da siyasî sayılır.” şeklinde tanımlanmıştır. Bkz. DÖNMEZER, Sulhi & ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, C. III, Beta Yayınları, İstanbul, 2000, s. 498. 236 BASSIOUNI, 1999, s. 793. ve soykırım gibi suçlar uluslararası toplumun düzenini bozmaktadır. Dolayısıyla uluslararası kamu düzenini koruyabilmek ve uluslararası suçlarla mücadele edebilmek için bu tür suçlar siyasî suç istisnasına dahil edilmemelidir. 237 Siyasî suçluların iade edilmeyeceği ilkesi terörizmle mücadelede sık sık karşımıza çıkmaktadır. PIRA (Provisional Irish Republican Army) üyesi McMullen, Mackin ve Quinn isimli şahısların Kuzey İrlanda’da da gerçekleştirdikleri eylemler nedeniyle İngiltere tarafından ülkesinde bulundukları ABD’den iadesi talep edilmiş ancak ABD bu kişilerin işlediği iddia edilen suçların siyasî suç niteliğinde olduğu ve dolayısıyla da bu kişilerin siyasî suçlu kabul edildiği gerekçesiyle iade talebini reddetmiştir. 238 Oysa aynı ABD, FKÖ üyesi olan ve İsrail tarafından bir bombalama eyleminden sorumlu tutulan Ebu Eain’in iade talebini kabul etmiştir. Ebu Eain, McMullen davasını gerekçe göstererek siyasî suçlu olduğu iddiasında bulunmasına rağmen savunması kabul edilmemiş ve sıradan bir suçlu olduğuna karar verilmiştir. 239 Bu durum siyasî suç istisnasının devletlerin kendi takdirlerine göre kullanıldığının açık bir örneğidir. Diğer taraftan siyasî suç istisnasının kaldırılmasını veya devletlerin bu konudaki takdir haklarının sınırlandırılmasını amaçlayan girişimler başarısız olmuştur. Bu yaklaşımda terörizm yalnızca cezai nitelikte bir sorun olarak ele alınmakta ve söz konusu suçları işleyenlerin cezalandırılmaktan kurtulabilecekleri bir ülke bulabilmelerine imkân vermemek amaçlanmaktadır. Bunun başarılabilmesi için devletler arasında sıkı bir işbirliği gereklidir. İşbirliğinin önkoşulu ise ortak bir terörizm tanımının yapılabilmesidir. Böyle bir tanımın yapılamamış olması yaklaşımın en zayıf yanıdır. 240 Bu nedenle sorun, sektörel bazda terörizmle mücadeleyi esas alan sözleşmelerle düzenlenmeye çalışılmış ve devletler en çok mustarip oldukları bazı fiilleri seçerek bunların suç haline getirilmesini öngören 237 Bu amaçla Belçika Suikast Şartı ile yabancı devlet başkanının şahsına ve aile efradından birisine karşı gerçekleştirilen suikast siyasî suç olmaktan çıkarılmıştır. Bu kural günümüzde uluslararası sözleşmelerde yer almaktadır. Örneğin Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 3/3. maddesinde “İşbu sözleşmenin tatbikatı bakımından bir devlet reisinin veya ailesi efradından birisinin hayatına karşı kasıt siyasî suç sayılmayacaktır” hükmü yer almaktadır. SİDAS’a ek I. Protokolün ilk maddesinde de, Sözleşmenin 3. maddesinin uygulanmasında soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların siyasî suç sayılmayacağı düzenlenmiştir. Bkz. Additional Protocol to the European Convention on Extradition and Explanatory Report, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1995, s. 6-7. 238 FIELDS, s. 5. 239 FIELDS, s. 5-6. 240 BAŞEREN, 1998, s. 162. uluslararası sözleşmeler yapmışlardır. Sözleşmelerde düzenlenen fiillerin faillerinin siyasî suçlu sayılmamasına, bunlara siyasî sığınma hakkının tanınmamasına ve yargılanmalarına veya isteyen devlete iade edilmelerine dayalı bir mücadele yöntemi geliştirmişlerdir. 241 Terörizmin değişik görünümleriyle ilgili olarak akdedilen bu sözleşmeler, ele aldıkları fiilin, taraf devletlerin ulusal hukuk sistemlerinde suç olarak kabul edilmesini, bu suçları işleyip bir başka devletin ülkesine kaçan kişilerin siyasî suçlu sayılmamalarını, bunlara sığınma hakkı tanınmamasını ve yargılanmalarını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmelerini düzenlemektedirler. Bu doğrultuda başta uçak kaçırma fiillerinin önlenmesi için La Haye, Tokyo ve Montreal Sözleşmeleri olmak üzere çeşitli sözleşmeler yapılmıştır. 1977 tarihli Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi de benzer şekilde “ya yargıla ya da iade et” (aut dedere aut judi care) ilkesini benimseyerek belirli suçlar için bu tür bir işbirliğini gerekli görmektedir. 242 1999 tarihli Terörizmin Finanse Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’de de taraf devletlerin bazı eylemleri hukuk sistemlerinde suç olarak düzenlemelerini ve terörist eylemlere karışan bireyler ve organizasyonlar üzerinde yargı yetkisinin kurulmasını ve bu kişilerin ya yargılanmasını ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmeleri öngörülmektedir. 243 Suçlunun bulunduğu ülke devletinin, çoğu kere, siyasî suçun varlığını takdir hakkını suiistimal etmesi nedeniyle bu andlaşmaların hepsi kısmi çözümler öneren ve devletler arasında farklı bakış açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm getirememiştir. 244 241 BAŞEREN, 2003, (a), s. 56. Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi, adam kaçırma ve rehin alma eylemlerini siyasî suç kapsamının dışına çıkararak bu konuda en azından siyasî suç kavramının içeriğini sınırlandırma yoluna gitmiştir. Sözleşme, politik terörizmi faillerinin iadesi açısından sıradan bir suç gibi nitelendirerek siyasî suçluların iadesi kapsamından ayrı tutmuştur. Sözleşmenin ilk maddesinde iade bakımından uçak kaçırma, uluslararası alanda korunan şahısların hayat, vücut tamlığı ya da hürriyetlerine yönelik saldırılar, adam kaçırma, rehin alma, özgürlüğü kısıtlama, bomba, roket, otomatik silah, bombalı paket vb. şekilde insan hayatını tehlikeye atacak eylemlerin siyasî suç olarak kabul edilmeyeceği ve bu suçları işleyen kişilerin siyasî suç kategorisine tâbi tutularak iade edilmekten kaçınılamayacağı öngörülmüştür. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. YENİSEY, Feridun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988, s. 375-380. 243 Söz konusu sözleşmenin 7. maddesinde taraf devletlerin, zanlının kendi ülkesinde bulunması halinde ilgili devlete iade edilmesi, sözleşmeden öngörülen şartlar dahilinde iade edilmediği takdirde yargı yetkisini tesis etmek için gerekli tüm tedbirleri alacağı öngörülmüştür. 244 BAŞEREN, 1998, s. 162. 242 cc. Uluslararası Mahkemeler Kurulması Uluslararası hukuk, ilke olarak devletlerin ve uluslararası teşkilatların hukukî statü ve ilişkilerini düzenlemektedir. Bireyler sınırlı ölçüde hak ve sorumlulukların muhatabı konumundadır. Bu sınırlı durumlardan bir tanesi de bireyin uluslararası suçlar nedeniyle cezai sorumluluğudur. Bu bağlamda uluslararası toplum son yıllarda savaş suçluları gibi teröristleri yargılama yetkisine sahip uluslararası bir mahkeme kurup kurmama konusunda farklı fikirlere sahne olmuş ve teröristlerin birer uluslararası suçlu kabul edilerek kurulacak uluslararası bir mahkemede yargılanmasının etkili bir mücadele yolu olacağı ileri sürülmüştür. 245 Bu görüşe göre, ayrım gözetmeksizin sivilleri hedef alan teröristler birer suçludur ve bu kişileri harekete geçiren saiklere bakılmaksızın suçlu kabul edilmeleri gerekir. Ayrıca terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı gibi ulusal sınırları aşan bir tehdit olup ülke sınırlarının dışında da politik ve ekonomik sonuçlar doğurmaktadır. Devletin ülkesiyle sınırlı kalmayan bu tehdit karşısında yürütülecek hukukî mücadelenin tek taraflı önlemler yerine uluslararası bir yargı sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmesinin daha etkili sonuçlar doğuracağı açıkça görülmektedir. Devletin kendi iç hukuku çerçevesinde askerî veya sivil mahkemelerde gerçekleştirilecek yargılamadan farklı olarak değişik ülkelerin vatandaşı olan hakimlerden oluşacak tarafsız bir uluslararası mahkeme daha meşru bir görünüm kazanacak ve uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı çekmeyecektir. Yakın zamanda yaşanan Lockerbie Faciası bu tür tarafsız bir uluslararası yargılama sistemi kurulması gerekliliğini ortaya koyan önemli bir örnektir. 246 Ayrıca 245 SIEVERT, Ronald J.: “Meeting the Twenty-First Century Terrorist Threat within the Scope of Twentieth Century Constitutional Law”, Hous. L. Rev., Vol. 37, 2000, s. 1428; CAMPBELL, Leah M.: “Defending Against Terrorism: A Legal Analysis of the Decision to Strike Sudan and Afghanistan”, Tul. L. Rev., Vol. 74, 1999-2000, s. 1086-1088; CAVICCHIA, Joel: “The Prospects for an International Criminal Court in the 1990’s”, Dick. J. Int’l L. Vol. 10, 1992, s. 233’den aktaran KROHNE, Steven W.: “The United States and the World Need an International Criminal Court as an Ally in the War Against Terrorism”, Ind. Int’l & Com. L. Rev., Vol. 8, 1997, s. 161. 246 21 Aralık 1988 tarihinde Pan American Havayollarına ait Frankfurt/New York seferini yapan 103 sefer sayılı uçak, İskoçya’nın Lockerbie kasabası yakınlarında düşmesi sonucu uçakta bulunan 189’u Amerikan vatandaşı olmak üzere 259 yolcu ve mürettebat ile enkazın düştüğü yerleşim alanında bulunan 11 kişi hayatını kaybetmiştir. Saldırı sonrası yapılan araştırmalar sonucunda uçağın bagaj kısmına yerleştirilen bombanın patlamasıyla düştüğü anlaşılmış ve eylemin Libya gizli istihbarat servisi üyesi Abdel Basset Ali al-Megrahi ile Lamen Khalifa Fhimah tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine ABD, Libya’nın da taraf olduğu 1971 Montreal Sözleşmesi’nin, âkit devletlerin bir uçağa karşı gerçekleştirilen sabotaj eyleminden sorumlu kişi veya kişiler hakkında soruşturma yapmasını, bu kişileri yargılamasını veya terörizm suçunun bütün uygar uluslar tarafından kınandığı ve sıradan bir suç olmadığı ve insanlığa karşı suç veya soykırım suçu gibi uluslararası mahkemelerce yargılanan suçlar kategorisi kapsamında ele alınması gerekliliğini de ortaya koyacaktır. 247 Uluslararası yargı seçeneğini tercih eden devletler bu sayede terörist tehditle baş edebilmek için haksız kuvvet kullanımı gibi eylemlerde bulunarak suçlu duruma düşme riskinden de sakınmış olacaklardır. 248 Kurulacak bir uluslararası yargı sisteminin anılan faydalarına rağmen hâlen terörizm konusunda evrensel yargılama ve cezalandırma sistemi öngören bir düzenleme yapılamamıştır. 249 Dolayısıyla günümüzde uluslararası terörist saldırılarla ilgili yargılama yapabilecek uluslararası bir mahkeme yoktur. Bu durumda teröristleri yargılamak üzere ad hoc uluslararası mahkeme kurulabileceği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi bünyesinde “insanlığa karşı suç” başlığı altında bu tür bir yargılama gerçekleştirilebilir veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmesini öngören hükmüne dayanarak Libya’dan söz konusu kişilerin yargılanmak üzere iadesini talep etmiştir. Bu talep karşısında Libya Montreal Sözleşmesi’ne dayanarak şüphelileri yargılama hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş, Libya Lideri Kaddafi söz konusu kişilerin ne ABD veya İngiltere ne de başka bir ülkeye yargılanmak üzere iade edilmeyeceğini açıklamıştır. Libya adli makamları da daha sonra yaptıkları bir açıklamada yapılan soruşturma sonucunda bu kişilerin Libya mahkemelerinde yargılanmasını gerektirecek yeterli bir delile ulaşılamadığını belirtmiştir. Libya bu karara dayanarak ABD’nin iade talebini destekleyecek delil ya da delillere sahip olmadığı ve Montreal Sözleşmesi’nin âkit devlete vatandaşı hakkındaki iade talebini reddetme izin verdiğini belirterek iade talebini reddetmiştir. Oysa Libya’nın kendisi zaten şüphelilere saldırı emrini vermekle suçlanmaktadır. Böyle bir durumda yargı yetkisinin uyuşmazlığın taraflarından ziyade uluslararası bir mahkemeye verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Lockerbie olayı ve sonrasında Güvenlik Konseyi ile Uluslararası Adalet Divanının da dahil olduğu süreç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ZAID, s. 667; DAUM, Caryn L.: “The Great Comprimise: Where to Convone the Trial of the Suspects Implicated in the Pan am Flight 103 Bombing Over Lockerbie, Scotland”, Suffolk Transat’l L. Rev., Vol. 23, 1999, s. 131156; GOWLLAND-DEBBAS, Vera: “The Relationship Between the International Court of Justice and the Security Council in the Light of the Lockerbie Case”, Am. J. Int’l L., Vol. 88, 1994, s. 643-678; D’ANGELO, Deborah: “The ‘Check’ on International Peace and Security Maintenance: The International Court of Justice and Judicial Reeview of Security Council Resolutions”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 23, 2000, s. 561-593; ZUBEL, Eric: “The Lockerbie Controversy: Tension Between the International Court of Justice and the Security Council”, Ann. Surv. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 259-285; FRANK, Jonathan A.: “A Return to Lockerbie and the Montreal Convention in the Wake of the September 11th Terrorist Attacks: Ramifications of Past Security Council and International Court of Justice Action”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y Vol. 30, 2002, s. 532-546; BEKKER, Peter H. F.: “Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from the Aerial Incidents at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United Kingdom) and Preliminary Objections, Judgments”, Am. J. Int’l L., Vol. 92, 1998, s. 503-508. 247 TRAHAN, s. 504. 248 CAMPBELL, s. 1088-1089. 249 1937 tarihli Terörizmle Mücadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair Cenevre Sözleşmesi, Sözleşmede yasaklanan suçların işlenmesi halinde faillerinin yargılanması amacıyla uluslararası bir mahkeme kurulmasını öngörmüştür. Sadece Hindistan tarafından onaylanan Sözleşme yürürlüğe girememiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsü terörist eylemleri de kapsayacak şekilde değiştirilerek muhtemel terörist saldırılarının faillerini yargılayabilecek hale getirilebilir. Terörizmle ilgili suçları yargılamak üzere kurulacak uluslararası bir mahkeme genel olarak terörizm ya da değişik çok taraflı uluslararası sözleşmelerde suç olarak düzenlenmiş uçak kaçırma, bombalama gibi terörist eylemler hakkında yargılama yetkisine sahip olabilir. Uluslararası düzenlemelerde suç olarak düzenlenmiş belirli terörist eylemlerin kurulacak bir uluslararası mahkemenin yargı yetkisi içinde ele alınması hukuken kabul edilebilir bir yaklaşım olmakla beraber terörizm kavramının genel kabul görmüş bir tanımı yapılmadığı sürece ilk seçeneğin uygulanmasının zor olduğu görülmektedir. Zira yukarıda bahsedilen birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı ikileminin yanı sıra ceza hukukunun temel ilkelerinden birini teşkil eden “unsurları kanunda belirlenmemiş olan eylem suç sayılmaz” (nullum crimen sine lege) ilkesi karşımıza çıkacaktır. 250 Terörist yargılanabilir. 251 suçlar diğer taraftan “insanlığa karşı suç” kabul edilerek Roma Statüsü’nün hazırlanması amacıyla gerçekleştirilen görüşmelerde Türkiye, Sri Lanka, Hindistan ve Cezayir terörizmin “insanlığa karşı suç” bağlamında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren suçlardan biri olmasını teklif etmiştir. Ancak terörizmin bir suç olarak açık bir tanımının yapılamamış olması, terörizmin mahkemenin yargı yetkisi kapsamına dahil edilmesinin mahkemeyi politize edeceği endişesi, bazı terörist saldırıların uluslararası bir mahkeme tarafından yapılacak yargılamayı gerektirecek nitelikte görülmemesi, iç hukuk sistemleri tarafından yapılacak bir soruşturma ve yargılamanın uluslararası mahkemelerce gerçekleştirilecek bir soruşturma ve yargılamadan daha etkili olacağı gibi çeşitli sebeplerle söz konusu teklif kabul 250 KROHNE, s. 176. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7/1. maddesi insanlığa karşı suçları, sivil halka karşı yaygın ya da sistematik bir şekilde girişilen saldırılara bağlı ve bu saldırının bilincinde olarak işlenen aşağıdaki fiiller olarak belirtmektedir: Kasten adam öldürme, toplu yok etme, köleleştirme, nüfusun sürgünü veya zorla nakli, uluslararası hukukun temel hükümlerinin ihlal eder bir şekilde hapsetme veya fiziki özgürlükten ağır yoksun bırakma, işkence, ırza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıktaki diğer cinsel şiddet biçimleri, siyasal, ırkçı, ulusal, etnik, kültürel, dinî ya da cinsel nedenlerle ya da uluslar arası hukukta kabul edilemez olarak benimsenen evrensel başka ölçütlere bağlı olarak herhangi bir gruba ya da herhangi bir belirlenebilir topluluğa zulmetme, zorla kaybetme, apartheid, fiziki bütünlüğe veya fizik ya da ruh sağlığına zarar verecek nitelikte insanlık dışı muamelelerde bulunma. İnsanlığa karşı suç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ATEŞ EKŞİ, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003. 251 edilmemiştir. 252 Ancak 11 Eylül saldırıları ile birlikte terörizmin insanlığa karşı suç kapsamında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine dahil olması tekrar gündeme gelmiştir. 11 Eylül saldırılarının masum sivilleri plânlı bir şekilde hedef alması Roma Statüsünün 7. maddesinde ifade edilen herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın ve sistematik saldırı tanımına paralellik arz etmektedir. Daha önceden terör saldırılarını her devletin kendi iç meselesi olarak kabul eden uluslararası uygulama artık terör olaylarını tüm insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirmektedir. 253 Bu bağlamda uluslararası terörizmin, silahlı bir uyuşmazlığın olup olmadığına bakmaksızın söz konusu olabilen “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilerek Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisi kapsamına alınmasının uygun olacağı söylenebilir. 254 Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsünde yapılacak değişikliklerle mahkemenin yargı yetkisinin terörist eylemlerin insanlığa karşı suç kapsamına alınması veya statünün terörist eylemleri açık bir şekilde suç olarak düzenleyerek muhtemel terörist saldırılarının faillerinin yargılanmasına imkân verecek yapılanma yukarıda bahsedilen aykırılıkları taşımayacağı gibi uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı da çekmeyecektir. Kaldı ki 11 Eylül saldırılarının neden olduğu işbirliği havası, Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisinin genişletilerek devlet destekli terörist eylemlerden etkilenenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması için uygun bir ortam sunmaktadır. 252 CASSESE, Antonio: “Terrorism is also Disrupting Some Crucial Legal Categories of International Law”, Eur. J. Int’l L., Vol. 12, No. 5, 2001, (a), s. 994; MARTINEZ, Lucy: “Prosecuting Terrorists at the International Criminal Court: Possibilities and Problems”, Rutgers L. J., Vol. 34, 2002, s. 18-19. Teröristlerin Uluslararası Ceza mahkemesi bünyesinde yargılanmasını savunan bir çalişma için bkz. SAILER, Todd M.: “The International Criminal Court: An Argument to Extend its Jurisdiction to Terrorism and a Dismissal of U.S. Objections”, Temp. Int’l & Comp. L. J., Vol. 13, 1999, s. 311-346. ABD’nin kurulacak bir uluslararası mahkemenin terörist eylemler üzerinde de yargı yetkisine sahip olmasına karşı çıkmasının nedenleri hakkında ise bkz. KROHNE, s. 167-187. 253 BOZKURT, s. 202; TRAHAN, Jennifer: “Trying A Bin Laden And Others: Evaluating The Options For Terrorist Trials”, Hous. J. Int’l L., Vol. 24, 2002, s. 500. 254 COGEN, Marc: “The Impact of International Humanitarian Law on Current Security Policy Trends”, http://www.crimesofar.org/expert/attack-cogen.html (08. 12. 2003). B. Siyasî, Ekonomik ve Diplomatik Yollar Siyasî, ekonomik ve diplomatik yollar, hukuka aykırı davranışta bulunan tarafı bu tür davranışlardan vazgeçirmeye yönelik barışçı girişimlerdir. Belli bir ülke ile sınırlanamayan, bağımsız bir şekilde örgütlenen ve içine sızılması oldukça zor olan terörist örgütlere karşı siyasî, ekonomik ve diplomatik yollarla mücadele etmek mümkün değildir. Çünkü, terörizmin aktörleri ideolojik, politik ve etnik gruplar olup söz konusu grupların devletler gibi örgütlenmesi, ekonomik sistemi, ülkesi ve ülkesi üzerinde yaşayan bir insan kitlesi bulunmamaktadır. 255 Bu nedenle, görüşme veya diğer yollarla bir çözüme kavuşmaya çalışmak mümkün değildir. Ayrıca teröristlerle görüşmek terörist örgütün ve eylemlerin meşruiyetine dair bir etki yaratacağı kaygısıyla devletlerin kaçındığı bir durumdur. 256 Bu durumda terörizme destek veren devlete karşı verdiği bu destekten vazgeçmesini sağlayabilmek amacıyla siyasî, diplomatik yollara başvurulması ve halka zarar vermeyecek şekilde ekonomik yaptırımların uygulanması gündeme gelebilir. Ekonomik yaptırımlar terörist örgütleri finansal kaynaklarından yoksun bırakarak faaliyetlerine devam edebilmesini engelleyen etkili bir önlemdir. Askerî kuvvet kullanılmasını gerektirmediği için mevcut tehdide karşı barışçı yollarla mücadele etme imkânı vermektedir. Bu yaptırımlar uygulanırken, hedef devletin ekonomik refahını olumsuz bir şekilde etkilemek suretiyle söz konusu devletin istenmeyen davranışlarını değiştirmesi için zorlamak ve bu şekilde mevcut sorunun barışçı yollarla çözüme kavuşturulması amaçlanmaktadır. Ekonomik yaptırımlar ticaret ambargosu, ithalat ve ihracata yönelik sınırlamalar, yabancı yatırımların, kredilerin engellemesi, malvarlığının dondurulması gibi çeşitli hususları kapsamaktadır. 257 255 WEDGEWOOD, Ruth “Responding to Terrorism: The Strikes Against bin Laden”, Yale J. Int’l L. Vol. 24, 1999, s. 559; COHAN, s. 107. 256 GROSS, Emanuel: “Thwarting Terrorist Acts by Attacking the Perpatrators or their Commanders as an Act of Self Defense: Human Rights Versus the State’s Duty to Protect its Citizens”, Temple Int’l & Com. L. J., Vol. 15, 2001, s. 238; COHAN, s. 86. 257 Ekonomik yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. EINISMAN, s. 299-326. Geçmişte Güvenlik Konseyi, ülkesi içinde terörist faaliyetlere izin verdiği gerekçesiyle çeşitli devletlere karşı yaptırım uygulanmasına karar vermiştir. 258 Uygulanan yaptırımların devlet destekli terörizm karşısında etkili bir yol olduğu ortaya çıkmıştır. 259 Bu yaptırımlar sonucunda söz konusu devletler turizm, ticaret gelirleri gibi kaynaklardan mahrum olmakta ve ayrıca yabancı yatırımlar bu ülkelerden çekilmektedir. Lockerbie Faciası’nı gerçekleştirmekle suçlanan iki istihbarat görevlisini iade etmesine yönelik talepleri reddeden Libya, bunun başlıca örneğidir. Şüphelilerle Libya arasında var olan yakın ilişkiye rağmen ABD, askerî kuvvet kullanımına başvurmamış ve soruna geri verme ve diplomasi gibi hukukî yollarla yaklaşmıştır. Ancak Libya lideri Kaddafi şüphelileri yargılanmak üzere ABD veya İngiltere’ye teslim etmediği gibi üçüncü bir ülkede de yargılanmalarına izin vermemiştir. ABD yönetiminin Kaddafi’yi ikna etmek üzere Libya’ya yaptırımlar uygulanmasını teklif etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmasına karar vermiştir. 260 Uygulanan yaptırımlar karşısında Libya’nın uğradığı maddî kaybın milyar dolarlara ulaştığı ifade edilmektedir. Nitekim bu yaptırımlar sonrasında Libya geçmiş eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmiş ve aşırı gruplardan uzak durmaya başlamıştır. 261 Ekonomik yaptırımlar günümüzde Amerikan dış politikasının başvurduğu yollardan birini oluşturmaktadır. ABD 1996 yılında terörizme destek verdikleri ve kitle imha silahı elde etmeye çalıştıkları gerekçesiyle İran ve Libya’ya karşı tek taraflı bir 258 Örneğin Libya ve Sudan’a karşı bu tür yaptırımlar uygulanmasına dair kararlar alınmıştır. Bkz. S.C. Res. 748, U.N. SCOR, 42d Sess., U.N. Doc. S/Res/748 (1992); S.C. Res. 1054, U.N. SCOR, 46th Sess., U.N. Doc. S/Res/1054 (1996). 259 Bununla birlikte Einisman, terörist grupların bağımsız olarak hareket edebildikleri ve devlet desteğine olan ihtiyaçlarının azaldığını belirterek terörist grupların kendi ülkesi içinde faaliyette bulunmasına izin veren devletlere karşı ekonomik yaptırım uygulamanın etkili olamayabileceğine dikkat çekmektedir. Ladin örneğini vererek bu sonuca varan Einisman’a göre bağımsız gruplar daha etkin bir hale gelirken terörizme yönelik devlet desteği azalmaktadır. Bkz. EINISMAN, s. 313. 260 S.C. Res. 748, U.N. SCOR, 47th Sess., U.N. S/RES/748 (1992); S.C. Res. 883, U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. S/RES/883 (1993). 261 REITZ, s. 372. Zanlıların yargılanması ile ilgili olarak taraflar bir uzlaşmaya varmışlar ve Hollanda’da kurulacak ancak İskoç kanunlarını uygulayacak özel bir mahkemede yargılanmalarına karar verilmiştir. Yargılama sonucunda sanıklardan bir tanesi suçlu bulunurken diğeri beraat etmiştir. Mahkemenin verdiği karar için bkz. http://www.scotcourts.gov.uk/download/lockerbiejudgement.pdf (30. 11. 2003). Ayrıca Libya uygulanan yaptırımların kaldırılması karşılığında kurbanların yakınlarına tazminat ödemeyi de kabul etmiştir. Buna göre Libya Lockerbie Faciasında hayatını kaybeden her kurban için 10 milyon dolar olmak üzere toplam 2.7 milyar dolar tazminat ödeyecektir. Bkz. http://www.islamonline.net/English/News/200308/14/article01. shtml. (30. 03. 2004). şekilde ekonomik yaptırım uygulamaya başlamıştır. 262 Yine ABD, Tahran’da rehin tutulan ABD’li diplomatlar dondurmuştur. serbest bırakılana kadar İran’ın ABD’deki malvarlığını 263 2. KUVVET KULLANMAYA DAYALI YOLLAR Terörizme karşı verilecek uygun cevabın ne olacağı konusundaki çabalar, uluslararası toplumun terörizm kavramına yaklaşımındaki farklılıklar başta olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı olumlu bir sonuç vermemiş ve etkili bir mücadele yöntemi geliştirilememiştir. Ülke dışından kaynaklanan terörist eylemlerinin sıklığı ve uluslararası toplumun terörizmle mücadeledeki bu başarısızlığı devletleri terörizm tehlikesiyle mücadele etmek konusunda kuvvet kullanmaya yöneltmiş ve terörizmle mücadele eden devletler kuvvet kullanmaya daha sık başvurur hale getirmiştir. Terörizmin hedefi konumundaki devletler, terörizmi ulusal güvenliği ilgilendiren silahlı bir uyuşmazlık hali kabul ederek kuvvet kullanmayı içeren tek taraflı önlemlere başvurmayı tercih ettikleri görülmektedir. Teröristleri veya teröristlerle ilişki içindeki devletleri hedef alan söz konusu eylemlerin genellikle devletin tehlike altındaki vatandaşlarının kurtarılması, terör üslerine veya terörizme destek veren devletin askerî tesislerine saldırılması, teröristleri taşıdığı iddia edilen kara, deniz veya hava taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette bu kişilerin ele geçirilmesi, teröristlere karşı açık veya gizli bir şekilde suikast düzenlenmesi şeklinde gerçekleştirildiği görülmektedir. 262 ABD’nin uyguladığı bu yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. MCCURDY, Meghan: “Unilateral Sanctions With a Twist: The Iran and Libya Sanctions Act of 1996”, Am. U. Int’l L. Rev., Vol. 13, 1997 s.397-438; MAYMAN, Georgia McCullough: “The Iran and Libya Sanctions Act of 1996: Enforceable Response to Terrorism or Violation of International Law?”, Whittier L. Rev., Vol. 19, 1997, s. 137- 168; BUSBY, J.Brett: “Jurisdiction to Limit Third-Country Interaction With Sanctioned States: The Iran and Libya Sanctions and Helms-Burton Acts”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 36, 1998, s. 621-658; FITZGERALD, Peter L.: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Managing ‘Smart Sanctions’ Against Terrorism wisely”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 957-983. 263 DAUDET, Yves: “International Action Against State Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 209. Terörizme karşı yürütülecek askerî mücadele savunma, saldırı ve cezalandırma amaçlı olabilir. Kısa dönemde terörist eylemlerin henüz plânlanma ve eğitim safhasında engellenmesi ve faillerinin cezalandırılmasını amaçlanmaktadır. Uzun dönemde ise amaç, teröristleri tekrar bu tür eylemlere başvurmaktan caydırmayı sağlayabilmektir. 264 Günümüzde özellikle ABD ve İsrail gibi terörist eylemlerin mağduru konumunda olduğunu iddia eden devletler meşru müdafaa hakkını ileri sürerek kuvvet kullanımına başvurmaktadır. Söz konusu devletler, terörist saldırılar karşısında meşru müdafaa hakkına dayanarak yabancı devlet ülkesindeki terör üslerini hedef almanın yanı sıra saldırıların yöneltildiği devletin terör örgütlerini desteklemesi sonucu sorumluluğunun doğduğunu iddia ederek terörizmi destekleyen devletlere karşı da kuvvet kullanmaktadır. ABD benzer şekilde geçmişte de diğer bir devletin ülkesinde silahlı çetelere karşı kuvvet kullanımına başvurmuştur. Örneğin, 1818 yılında İspanya egemenliği altında bulunan Florida’daki Seminole yerlilerinin İspanya’dan yardım alarak ABD topraklarına saldırması karşısında Amerikan askerleri ABD’ye yönelik saldırıları önlemek amacıyla Florida’ya girmiştir. 265 ABD Başkanı James Monroe harekâtın tehdit kalkar kalkmaz son bulacağını açıklamıştır. 266 Benzer şekilde gerçekleştirilen bir diğer askerî harekât, 1916’da Francisco Villa liderliğindeki Meksikalı silahlı çetelerin Amerikan topraklarına yönelik düzenlediği saldırıları önlemek amacıyla Meksika’ya karşı söz konusu olmuştur. ABD Başkanı Wilson, Meksikalı yetkililerin saldırıları önleyebilmek için gerekli güce sahip olmadıklarını ve başka çare kalmadığı için Amerikan sınır bölgesine yönelik saldırıları önlemek ve saldırganları takip ederek Meksika içlerine sürmek amacıyla Amerikan askerlerinin bölgeye girdiği açıklamasında bulunmuştur. 267 264 COLL, Alberto R. “The Legal and Moral Adequacy of Military Responses to Terrorism”, Proc. Am. Soc’y Int’l L.,Vol. 81-82, 1987-1988, s. 299. 265 TERRY, James P.: “An Appraisal of Lawful Military Response to State-Sponsored Terrorism”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, 1978-1994, s. 459. 266 Oysa İspanya 1795 yılında yaptığı bir andlaşma ile egemenliği altında bulunan topraklardaki Yerlilerin barış içinde bulunacaklarına dair bir taahhütte bulunmuştur. Ancak İspanyollar hem bu saldırıları önlemek konusunda isteksiz davranmış hem de Yerlilere çeşitli yardımlarda bulunmuşlardır. Bkz. ERICKSON, s. 110. 267 DINSTEIN, Yonah: War, Aggression and Self-Defence, Third Ed., Cambridge Universtiy Press, Cambridge, 2001, s. 218. Terörizm sorununa ortak bir çözüm bulunana kadar kuvvet kullanma seçeneğinin terörizme hedef olan devletler için kullanışlı bir alternatif olarak kalmaya devam edeceği açıktır. Ancak günümüzde artan bir şekilde devam eden bu tür tek taraflı önlemler hem yerindelik hem de uluslararası hukuka uygunluk bakımından tartışmalıdır. Her şeyden önce bu tür kuvvet kullanma eylemlerinin BM Andlaşması’nda açık bir şekilde ifade edilen uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması yükümlülüğü ile bağdaştırılması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında gerçekleştirilecek tek taraflı bir kuvvet kullanımının BM’nin temel amaçlarından biri olan uluslararası barış ve güvenliğe ulaşılmasını nasıl olumsuz etkileyeceği âşikardır. Bunun yanı sıra terörizm karşısında aktif bir tutumu benimseyen devletler meşru olmayan kuvvet kullanımında bulunmak, devletlerin egemenliğini ihlâl etmek, masum insanların ölümüne neden olmak, mülkiyet haklarına zarar vermek gibi eleştirel yaklaşımlara konu olmaktadır. 268 Kuvvet kullanımına başvuran devletler bu tür olumsuz eleştirilerden kurtulabilmek için hareketlerinin uluslararası hukuka uygun olduğunu göstermekle yükümlü olup bunu kuvvet kullanımına başvurmadan önce yapmalıdır. Burada herhangi bir belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde şüpheli kişilerin veya grupların sorumluluğu ve girişilecek harekâtın gerekliliği ortaya koyulmalıdır. Kısaca girişilecek her hareketin uluslararası hukukî düzenin sınırları içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan terörizme karşı kuvvet kullanma şiddetin artmasına neden olabilecektir. Bu anlamda kuvvet kullanmanın muhtemel terörist saldırıları önleme noktasında ne derece etkin olabildiği tartışma konusudur. Çünkü bu tür orantısız saldırılar terörist grupta intikam duygusuna neden olacak ve misilleme niteliğinde yeni saldırıları ateşleyecektir. Libya ve El Kaide örneklerinde görüldüğü üzere devletin kuvvet kullanması terörist eylemlerin artmasına neden olmaktadır. 268 Örneğin Crenshaw, terörizme mücadele kapsamında alınan tek taraflı önlemlerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Teröristlerin hareketliliği, sınırları geçme yeteneği, bir ülkede elde ettikleri kaynakları başka bir ülkeye karşı kullanmaları, yabancı ülkelerde sığınacak yer bulmaları, başka bir ülkeden elde ettikleri silahları diğer bir ülkede üçüncü bir ülkenin vatandaşlarına karşı kullanmaları ve dördüncü bir ülkeye kaçmaları; (bütün bunlar) tek taraflı terörizm politikalarının problemli olduğu anlamına gelir.” Bkz. CRENSHAW, Martha: “Unintended Consequences: How Democracies Respond to Terrorism”, Fletcher F. World Aff., Vol. 21 1997, s. 155’den aktaran BEŞE, s. 32. 1986 tarihinde Libya’ya karşı gerçekleştirilen saldırı sonrasında ABD Başkanı Reagan, saldırının Kaddafi’nin terörizmi ihraç etme kapasitesini azaltmak ve Kaddafi’yi bu tür davranışlardan vazgeçirmek için düzenlendiğini açıklamıştır. Ancak saldırı Libya’nın ABD aleyhine terörist faaliyetlere karışmasını engellememiş ve bu ülkenin kontrolünde hareket eden teröristler değişik pek çok ülkede ABD’ye karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. 269 Örneğin 1988 Lockerbie Faciası ile 1989 UTA Havayollarına (Union des Transports Aerens) ait yolcu uçağının düşürülmesinin 1986 Libya Saldırısına misilleme amacıyla gerçekleştirildiğine dair çeşitli yorumlar yapılmıştır. 270 Benzer şekilde 1998 Büyükelçilik Saldırıları ile ilgili olarak Sudan ve Afganistan’a karşı düzenlenen harekâtlar sonrasında Ladin ve El Kaide Örgütü de ABD’ye karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. 271 Ayrıca Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırılar Ladin’i İslam dünyasında daha popüler bir kişi haline getirmiş ve kahraman olarak görülmesine neden olmuştur. 272 Bütün bu nedenler göz önüne alındığında uluslararası terörizmle mücadele edebilmek için tek taraflı politikaların terk edilerek uluslararası alanda işbirliği yapılmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 269 MALVESTI, Michele L.: “The New World Disorder: Bombing Bin Laden: Assessing the Effectiveness of Air Strikes as a Counter-Terrorism Strategy”, Fletcher F. World Aff., Vol. 26, 2002, s. 19. 270 Lockerbie olayının Libya’nın 1986 Libya saldırısına misilleme amacıyla düzenlendiğini ABD’li yetkililer de kabul etmektedir. Bkz. LOBEL, Jules: “The Use of Force to Respond to Terrorist Attacks: The Bombing of Sudan and Afghanistan”, Yale J. Int’l L., Vol. 24, 1999, s. 555; SIEVERT, s. 1427. 19 Eylül 1989 tarihinde Nijer üzerinde infilak ederek düşen 171 yolcu ve mürettebatın ölümüyle sonuçlanan UTA Havayollarına ait 772 sayılı uçakla ilgili olarak Fransız yetkililer olayın Libya tarafından planlandığı ve finanse edildiğini ileri sürmüştür. Bkz. HIGGINS, 1997, s. 20. 271 1986 Libya Saldırısının Lockerbie Faciası üzerindeki etkisine işaret eden Malvesti, 1998 Sudan ve Afganistan saldırılarının Ladin’i 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmeye teşvik ettiğini ileri sürmüştür. Bkz. MALVESTI, s. 22. 272 LOBEL, 1999, s. 555. Pakistanlı bir politikacı ABD’nin Ladin’i ele geçirmek için Afganistan’ı bombalaması halinde bu durumun binlerce yeni Ladin yaratacağını belirterek söz konusu durumu kısaca özetlemiştir. Bkz. SCHEIDEMAN, s. 284. İKİNCİ BÖLÜM DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI DEVLETİN ÜLKESİ DIŞINDA KUVVET KULLANMASI I. ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA YASAĞI VE İSTİSNALARI 1. GENEL OLARAK KUVVET KULLANMA YASAĞI A. BM Andlaşması Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı Uluslararası hukukta kuvvet kullanılmasına ilişkin temel düzenlemeyi, BM Andlaşması’nın ilk maddesinde sayılan amaçlara ulaşmak üzere uyulacak ilkeleri açıklayan 2/4. madde oluşturmaktadır. 273 Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunulmasını açıkça yasaklayan söz konusu hüküm şu şekildedir: “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile telif edilemeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” Böylece, BM Andlaşması’nın kabulüyle birlikte bir devletin diğer bir devlete karşı tek taraflı kuvvet kullanımında bulunması hukuka aykırı kabul edilerek yasaklanmıştır. 274 Hukuka aykırı bir fiilin işlenmesi halinde uluslararası barış ve güvenliği 273 Uluslararası hukukta kuvvet kullanmanın yasaklanması ilk olarak 16. 10. 1925 tarihinde Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Belçika arasında imzalanan Ren Misakı ile gerçekleşmiş, bunu savaşın yasaklanmasını öngören Briand-Kellog Paktı takip etmiştir. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanmayı ilke olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk düzenleme ise BM Andlaşması’dır. 274 Maddede herhangi bir başka devlete karşı kuvvet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma yasaklandığı için yasak sadece BM üyesi devletlere karşı girişilecek eylemlerle sınırlı olmayıp, BM üyesi olmayan devletlere karşı girişilecek eylemleri de kapsamaktadır. Diğer bir deyişle yasak bütün devletler için geçerlidir. Bkz. AREND & BECK, s. 171. sağlamak veya korumak üzere VII. Bölüm çerçevesinde ortak bir güvenlik sistemi oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın 2/4. maddesinde düzenlenen kuvvet kullanma yasağı, aynı maddenin 3. fıkrasında öngörülen devletlerin taraf oldukları uyuşmazlıkları uluslararası barış ve güvenliği adaleti tehlikeye atmayacak bir şekilde çözüme kavuşturmaları gerektiği yükümlülüğünün doğal bir sonucudur. 275 Madde metninden de anlaşılacağı üzere, kuvvet kullanma yasağı uluslararası ilişkiler çerçevesinde düşünülmüş olup, devletin ülkesi içinde meydana gelen ayaklanma veya iç savaş gibi durumlarda kuvvet kullanması anılan yasağın dışında kalmaktadır. Dolayısıyla bir devletin ülkesinde devam eden isyanı bastırmak veya gerilla hareketlerini önlemek amacıyla kuvvet kullanması hükmün kapsamına girmemektedir. 276 Bununla birlikte, 1992 yılında Somali’de olduğu gibi iç çatışmalar BM Andlaşması’nın 39. maddesine göre uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden ve önlem alınmasını gerektiren bir nitelik taşıyabilir. 277 Ancak bu durum söz konusu iç çatışmanın BM Andlaşması’nda 275 BM Andlaşması uluslararası nitelikteki uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulmasını öngörmektedir. Örneğin Antlaşma’nın Giriş Bölümünde, BM üyesi devletlerin “…uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerini birleştirip ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye kararlı oldukları” ifade edilmiştir. Andlaşmanın 2/3. maddesinde de üye devletlerin uluslararası uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek şekilde barışçı yollarla çözüme kavuşturacakları düzenlenmiştir. Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümü başlığını taşıyan BM Andlaşması’nın VI. Bölümü, üye devletlere uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek nitelikteki uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözmesi gerektiğini tekrar vurguladıktan sonra başlıca çözüm yolları olarak; görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaştırma, hakemlik, yargı, bölgesel örgütlere ve anlaşmalara başvurma ya da tarafların kendilerinin seçeceği diğer barışçı yolları saymaktadır. Uluslararası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümü hakkında yapılmış ayrıntılı bir çalışma için bkz. MERRILS, J. G.: International Dispute Settlement, Third Ed., Cambridge University Press, Cambridge, 2000. 276 Devletin kendi ülkesinde kuvvet kullanması halinde insan hakları ve silahlı uyuşmazlık hukuku kurallarının uygulanması gündeme gelir. Ancak bu durum kuvvet kullanma yasağının söz konusu durumda da uygulanacağı anlamına gelmez. Bunun yanı sıra sömürge rejimi altındaki toplumların self determinasyon ilkesi uyarınca bağımsızlıklarını elde etmek için verdikleri mücadele, bir devletin iç güvenliği ile ilgili bir sorun şeklinde değil, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasının yasaklanması ilkesi kapsamında değerlendirilmektedir. Nitekim Dostça İlişkiler Bildirisi devletlerin sömürge toplumlara karşı kuvvet kullanmaktan kaçınması gerektiğini öngörmekte ve sömürge altındaki toplulukların buna karşı koyma hakkının bulunduğunu ifade etmektedir. Bkz. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 113. 277 Somali’de 1991 yılında başlayan karışıklıklar ve iç savaş karşısında Güvenlik Konseyi diğer bir devlete yönelik bir tehdit veya saldırı olmamasına rağmen mevcut durumu uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit olarak kabul etmiş ve aldığı 794 sayılı kararla BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde üye devletlerin Somali’ye asker göndermelerine izin vermiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. BOZKURT, s. 4648. kuvvet kullanmaya ilişkin temel hüküm olan 2/4. maddede yasaklanan kuvvet kullanma kapsamına girmesine neden olmaz. 278 a. Yasağın Niteliği BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde kuvvet kullanmak ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunmak yasaklanmakla beraber yasağın silahlı kuvvet kullanılmasıyla sınırlı kalıp kalmadığı açıklanmamıştır. Bu nedenle, silahlı kuvvet kullanmanın yanı sıra siyasî ve ekonomik baskıların da yasaklanıp yasaklanmadığı tartışma konusu olmuş ve bu konuda başlıca iki görüş ortaya çıkmıştır. Madde metninde genel bir ifade olarak kuvvet sözcüğünün yer alması sebebiyle yasağın sadece silahlı kuvvet kullanmayı kapsadığı, silahlı kuvvet kullanmayı içermeyen siyasî ve ekonomik önlemler gibi zorlayıcı nitelikteki çeşitli yolların, yasak kapsamına girmediği ileri sürülmüştür. Bu görüşü benimseyenler özellikle Andlaşma’nın hazırlık aşaması üzerinde durmaktadır. Çünkü hazırlık çalışmalarında Ekvator’un moral veya fizikî güç önerisi, İran’ın dolaylı veya doğrudan karışmanın eklenmesi ile Brezilya’nın ekonomik zorlamaların da yasak kapsamına alınmasına ilişkin önerisi reddedilmiştir. 279 Ayrıca Antlaşma’nın giriş bölümünde BM’nin amacı, ilkelerin kabulü ve yöntemlerin kurulmasıyla birlikte silahlı gücün ortak çıkar haricinde kullanılmamasını güven altına almak olarak belirlenmiştir. Yine 2/4. maddeyi açıklamak üzere Genel Kurul tarafından kabul edilen Dostça İlişkiler Bildirisi de sadece silahlı kuvvet kullanılması üzerinde durmaktadır. 280 Diğer görüş ise, 2/4. madde de yer alan kuvvet sözcüğü ile kastedilen anlamın, hükmün amacı dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Devletin ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını korumak şeklinde ifade edilen hükmün amacı, askerî 278 KESKİN, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s. 25. 279 BELATCHEW, Asrat: Prohibition of Force Under the UN Charter, A Study of Article 2(4), Uppsala, Iustus Förlag, 1991, s. 39-40’dan aktaran KESKİN, s. 36. 280 KESKİN, s. 36. tedbirlerle olduğu kadar, ekonomik ve siyasî baskılarla da tehdit edilebilir niteliktedir. Dolayısıyla bu tür zorlayıcı fiillerin de yasaklanmış olduğu ifade edilmektedir. 281 Söz konusu görüşler ele alındığında devletlerin diğer bir devletin tavır ve politikalarını etkilemek için yaptıkları normal baskının kuvvet kullanma yasağı kapsamına girmediği görülmektedir. 1963 yılında Meksika’da yapılan Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliği Konferansı’nda devletlerin geniş yorumu reddettiğini hatırlatan Keskin, ekonomik ve siyasî baskının barışa yönelik bir tehdit veya Örgütün amaç ve ilkelerine aykırı bir eylem şeklinde kabul edilebileceğini ancak kuvvet kullanma yasağı içinde değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Keskin’e göre, ekonomik ve siyasî baskıya daha açık olan küçük devletlerin söz konusu yolları yasak kapsamına sokma çabaları anlayışla karşılanabilir olmakla birlikte gelinen nokta bu tür bir yorumu desteklememektedir. 282 b. Yasağın Kapsamı Milletler Cemiyeti Misakı ve Briand-Kellog Paktı’nda savaş açık bir şekilde yasaklanmış ancak savaşa varmayan kuvvet kullanma yolları anılan yasağın kapsamı dışında kalmıştır. 283 Kuvvet kullanımına başvuran devletler taraf oldukları çatışmaları savaş şeklinde tanımlamayarak her iki düzenlemenin de öngördüğü yasaktan kurtulmayı amaçlamışlardır. Yaşanan bu deneyim BM Andlaşması’nın hazırlanması sürecinde göz önünde tutulmuş ve Andlaşmada savaş teriminin yerine kuvvet kullanma terimine yer verilmiştir. Böylece savaşın yanı sıra savaşa varmayan kuvvet kullanma yolları da kuvvet kullanma yasağı kapsamında değerlendirilerek her türlü silahlı kuvvet kullanımı ve tehdidi hukuka aykırı kabul edilmiştir. 284 Bununla birlikte, yasağın hangi eylemleri kapsadığı 281 BAŞEREN, Sertaç H.: Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2003, (b), s. 62. 282 KESKİN, s. 36. 283 Milletler Cemiyeti Misakı ve Briand Kellog Paktı’nın metni için bkz. sırasıyla GÜNDÜZ, s. 70-78; s. 79-80. 284 Taraflar arasında savaşma niyetinin olmadığı bu tür kuvvet kullanma yolları daha çok güçlü devletler tarafından zayıf devletlere karşı uygulanmaktadır. Güçlü olan devlet, uğradığı bir zararı gidermek veya hukuktan doğan haklarını elde edebilmek için yaptırım aracı olarak söz konusu yollara başvurabileceği gibi zayıf olan devletlere isteklerini kabul ettirmek suretiyle siyasî, ekonomik, askerî vb. menfaatler elde etmek amacıyla da başvurabilir. Bkz. KESKİN, s. 79;82. konusunda bir mutabakat sağlanamamış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. Maddenin, bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı ya da Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak bir şekilde kuvvet kullanma tehdidinde veya kuvvet kullanımında bulunulmasını yasaklar bir şekilde düzenlenmiş olması, yasağın bu durumlarla sınırlı olup olmadığı konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasında başlıca etken olmuştur. Bu konuda bir sonuca ulaşabilmek için, kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidinin hangi konularda yapılamayacağı ve eylemin niteliği hususlarının birlikte ele alınması gerekmektedir. 285 Kuvvet kullanma yasağının geniş bir şekilde ele alınmasını savunan ilk görüşe göre; söz konusu yasak, kapsayıcı ve mutlak bir yasaktır. 286 Yasağın sınırlandırıcı bir şekilde ele alınmasını savunan diğer görüş ise, yasağın sınırlı bir yasak olduğunu ve devletin ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmeyen ya da BM Andlaşması’nın amaçlarına aykırı olmayan kuvvet kullanma eylemlerinin yasak kapsamında değerlendirilemeyeceğini ileri sürmektedir. 287 Sınırlandırıcı görüşe göre; örneğin devletin silahlı kuvvetlerinin tehlike altındaki kişileri kurtarma amacıyla veya insanî amaçlarla diğer bir devletin ülkesine girmesi ve kuvvet kullanması yasağı ihlâl etmemektedir. Bu tür harekâtların meşru olduğunu savunanlar, tehlike altındaki insanları kurtarmanın BM amaçlarına aykırı olmadığını, her iki durumda da diğer devletin ülke 285 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 113. O’CONNELL, Marry Ellen: “The Myth of Preemptive Self-Defense”, http://www.asil.org/taskforce/ oconnell.pdf. (22. 04. 2004). 287 BAKER, Mark B.: “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defense (A Call to Amend Article 51 of the United Nations Charter)”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No.1, 1987, s. 32. Örneğin İngiltere Korfu Boğazı Uyuşmazlığında, İngiliz Donanması’nın Arnavutluk karasularında gerçekleştirdiği mayın tarama işinin Arnavutluk’un ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını tehdit etmediğini, dolayısıyla Arnavutluk’un bir toprak kaybına uğramadığını ve siyasî bağımsızlığına bir halel gelmediğini belirterek harekâtın meşru olduğunu iddia etmiştir. Ancak Uluslararası Adalet Divanı İngiltere’nin iddiasını reddederek harekâtın Arnavutluk’un egemenliğini ihlâl ettiğine hükmetmiştir. Benzer şekilde İsrail’in 1981 yılında Irak’a ait henüz inşaat halindeki Osirak Nükleer Santraline karşı düzenlediği saldırı bu görüşe dayanılarak meşrulaştırılmak istenmiştir. Saldırının uluslararası hukuka aykırı olmadığını iddia eden D’Amato, İsrail’in Irak’ın kitle imha silahı geliştirmesine engel olmak istediğini ve amacının uzun dönemde güvenliğini sağlamak olduğunu belirterek saldırının Irak’ın ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını tehlikeye atmadığı ve BM amaçlarını da herhangi bir aykırılık taşımadığını ileri sürmüştür. Bkz. D’AMATO, Anthony: “Israel's Air Strike upon the Iraqi Nuclear Reactor”, Am. J. Int’l L., Vol. 77, 1983, s. 584. Güvenlik Konseyi Osirak Saldırısı ile ilgili olarak İsrail’in kuvvet kullanma yasağının sınırlandırıcı yorumuna dayanan savunmasını kabul etmemiş ve İsrail’i kınamıştır. S.C. Res. 487, U.N. SCOR, 36th Sess., U.N. Doc. S/INF 37 (1981). 286 bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik herhangi bir hareketin gerçekleşmediğini belirterek, sadece devletin ülke bütünlüğünün geçici bir süre için ihlâl edildiğini vurgulamaktadır. 288 Kuvvet kullanma yasağının kapsamı hakkında ileri sürülen bu görüşler ele alındığında, öncelikle söz konusu yasağın BM sisteminde merkezî bir konuma sahip olduğu ve bu tür sınırlı amaçlara yöneldiği ve sakıncasız olduğu iddia edilen istisnalar tanımanın yasağı olumsuz bir yönde etkileyeceğinin belirtilmesi gerekmektedir. 289 Bu bağlamda sınırlandırıcı görüşün BM kurucularının amaçlarıyla çeliştiği görülmektedir. Çünkü 2/4. maddedeki “siyasî bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne karşı” ibaresi küçük devletlerin isteğiyle yasağı güçlendirmek için konulmuştur. 290 Dolayısıyla, bir başka devletin siyasî bağımsızlık ve toprak bütünlüğü ile BM ilkelerinin madde metninde yer alması yasağı kısıtlamaya değil tam tersine pekiştirmeye yöneliktir. Diğer taraftan, BM’nin amaçları arasında uluslararası barış ve güvenliği devam ettirmek de yer almaktadır. Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden durumları serbestçe belirleme imkânına sahip olduğu dikkate alındığında yasağın kapsamını dar bir şekilde yorumlamanın uyumsuz olacağı görülecektir. Ayrıca yasağın sınırlı bir yasak şeklinde kabul edilmesi hükmün kötüye kullanılması ihtimalini de beraberinde getirecektir. Devletler amaçlarının kuvvet kullanmayı haklı kılan bir amaç olduğunu iddia edebilecektir. Söz konusu devletin amacının farklı olduğunu ispat etmek ise çoğu zaman mümkün olmayacaktır. 291 Müdahaleye neden olan sebepler ve müdahalenin sonuçları dikkate alındığında kuvvet 288 SCHACHTER, 1993, s. 246. KESKİN, s. 132. 290 BM Andlaşması bir bütün olarak ele alındığında Andlaşmayı hazırlayanların geniş bir kuvvet kullanma yasağı getirmek arzusunda oldukları ve hazırlık safhasında yapılan görüşmelerin bunu doğruladığını görmekteyiz. Maddenin kapsamını kısıtladığı iddia edilen terimler Dumbarton Oaks önerilerinde olmayıp, San Francisco Konferansı’nda küçük devletlerin, ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığın korunan değerler olduğunun vurgulanması amacıyla yaptığı öneri üzerine madde metnine konulmuştur. San Francisco görüşmelerinde ABD delegesi 2/4. maddenin kapsamı hakkında Brezilya delegesine cevaben “…BM amaçlarıyla ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde…” ifadesinin madde ile getirilmek istenen kuvvet kullanma yasağı hakkında bir boşluk bırakmama amacına yönelik olduğunu ifade etmiştir. Bu durumda söz konusu ifadelerin, getirilmek istenen genel ve kapsayıcı yasağı sınırlandırma amacıyla madde metnine konulmadığı söylenebilir. Bkz. KESKİN, s. 39-40; O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/ oconnell.pdf. (22. 04. 2004). 291 KESKİN, s. 40. 289 kullanma yasağına yeni bir istisna getirmenin madde ile getirilmek istenen amacı ortadan kaldıracağı söylenebilir. Bütün bu açıklamalar göz önüne alındığında, yasağı geniş ve kapsayıcı, istisnalarını dar ve geçici yorumlamanın isabetli olduğu görülür. Nitekim doktrinde de hâkim olan görüş, yasağı kapsayıcı ve mutlak, istisnalarını dar yorumlayan görüştür. 292 Devletlerin çoğunluğu da geniş yorumu benimsememektedir. Çünkü kuvvet kullanma yasağını 2/4. maddede kullanılan terimlerle sınırlı, istisnalarını BM Andlaşması’nın yanı sıra örf ve âdet hukukunu da kapsayacak bir şekilde geniş yorumlanması güçlü devletlerin işine yarayan bir durumdur. Askerî bakımdan zayıf olan hiçbir devlet, ihlâl edilen hakkı ne olursa olsun kendisinden güçlü bir devlete karşı kuvvet kullanamaz. 293 Uluslararası Adalet Divanının Korfu Boğazı Davası ile Nikaragua Davası’nda verdiği kararlar da bu görüşü desteklemektedir. 294 Ayrıca Güvenlik Konseyi de Korfu Boğazı, Entebbe Baskını ve Osirak Saldırısı ile ilgili olarak İngiltere ve İsrail’in BM Andlaşması’nın 2/4. maddesini dar yorumlayan savunmalarını kabul etmemiştir. 295 Kuvvet kullanma yasağı kapsayıcı ve mutlak bir yasak şeklinde kabul edildiği takdirde, BM tarafından açıkça izin verilen durumlar hariç uluslararası alanda kuvvet kullanımına başvurmak ancak devletin başka bir devletin silahlı kuvvetlerinin ülkesine girmesine ve kuvvet kullanmasına izin vermesi halinde söz konusu olabilecektir. Buna göre, devletin başka bir devletin silahlı kuvvetlerinin ülkesine girmesine ve kuvvet kullanmasına izin vermesi 2/4. maddeye aykırılık teşkil etmez. Kural olarak bu rızanın meşru bir hükümet tarafından baskı altında kalmaksızın açık bir şekilde verilmesi gerekir, ancak bazı durumlarda zımnî bir kabul de rızanın varlığı şeklinde yorumlanmaktadır. 296 292 KESKİN, s. 41; DINSTEIN, s. 82. KESKİN, s. 41. 294 Case Concerning Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua (Nicaragua v. United States) I.C.J. Rep. 14 1986 (June 27); Corfu Channel Case (UK v. Alb), I.C.J. Rep. 4 1949 (Apr 9). 295 O’Connell, Konseyin bu tavrının kuvvet kullanma yasağının genel bir yasak olduğunu öngören geniş yorumu desteklediğine dikkat çekmektedir. Bkz. O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell. pdf. (22. 04. 2004). 296 Davet, uluslararası terörizmle mücadele için yeterli teknik ve askerî imkânlardan yoksun devletlerin uluslararası terörizm ve destekçilerine karşı başvurabileceği elverişli yollardan bir tanesidir. Bu duruma örnek olarak 1977 yılında kaçırılarak Mogadishu’ya indirilen Lufthansa Havayollarına ait uçakta bulunan rehinelerin kurtarılması amacıyla Somali’nin Federal Almanya’dan yardım talebinde bulunmasını ve Kıbrıs’ın Larnaka’da rehin tutulan kişilerin kurtarılması amacıyla Mısır’ın operasyonda bulunmasını kabul etmesini gösterebiliriz. Bkz. ERICKSON, s. 174. 293 Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda devletin talebi üzerine kuvvet kullanmanın mümkün olduğunu belirtmiştir. Ancak ülkesinde devam eden iç çatışmalarla karşı karşıya kalan ve ülke genelinde kontrolü kaybeden bir yönetimin terörist olarak isimlendirdiği hükümet dışı kuvvetlerle mücadele edebilmek amacıyla diğer bir devletin silahlı kuvvetlerinin ülkeye girmesine izin vermesi hukuken tartışmalı bir husustur. 297 Sonuç olarak, yaygın kabul edilen görüş çerçevesinde, 2/4. maddenin devletleri uluslararası ilişkilerinde kuvvet kullanmaktan men eden geniş kapsamlı bir yasak getirdiğini söylemek doğru olacaktır. Bu durumda kuvvet kullanmak ya 51. madde çerçevesinde meşru müdafaa hakkına veya BM Güvenlik Konseyinin verdiği yetkiye dayanılarak gerçekleştirilmiştir ya da kuvvet kullanma yasağını ihlâl eden bir eylemdir. 298 c. Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamına Giren Hukuka Aykırı Fiiller BM Andlaşması’nın 2/4. maddesi ile getirilen yasağın hangi eylemleri kapsadığı sorusu, söz konusu yasağın ikinci koşulu olan eylemin niteliğine ilişkindir. Anılan hükme göre kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunulması yasaktır. aa. Kuvvet Kullanma Tehdidi Devletin, ortada kuvvet kullanılmasını haklı kılacak herhangi bir neden yokken, taleplerinin kabul edilmemesi halinde, açıkça ya da zımnen, kuvvet kullanacağını ifade etmesi hukuka aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi niteliğindedir. 299 Tehdit sözle veya eylemle gerçekleştirilebilir. 300 Bununla birlikte hangi somut eylemlerin kuvvet kullanma tehdidi oluşturduğu oldukça tartışmalıdır. Söz konusu hüküm çerçevesinde bu tür tehditlerin objektif ölçütlerle veya sübjektif bir şekilde ilgili devletin niyetinin 297 Schachter, silahlı kuvvetlerinin ülkeye girmesine izin verilen devletin kuvvet kullanma yasağını ihlâl ettiğini ve hukuka aykırı bir müdahalenin gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 247. 298 BAŞEREN, 2003, (b), s. 59-60. 299 BAŞEREN, 2003, (b), s. 87. Tehdit, eğer kendisini haklı çıkaracak bir sebep yoksa uluslararası hukuka aykırıdır. Örneğin Uluslararası Adalet Divanı Korfu Boğazı Davası’nda Arnavutluk’un daha önceden geçen İngiliz gemilerine ateş açması nedeniyle İngiliz gemilerinin Korfu Boğazı’ndan ateşe hazır bir şekilde geçmesini hukuka aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi olarak görmemiştir. 300 Devletin ilişkilerinin kötü olduğu devletle arasındaki sınıra çok yakın bir yerde tatbikat yapması tehdit şeklinde değerlendirilebilir. Örneğin, 1990’da Irak henüz Kuveyt’le görüşmeler devam ederken sınıra yüz bin asker yığarak tehdit olarak değerlendirilebilecek bir eylemde bulunmuştur. saptanmasıyla mı belirleneceği Dostça İlişkiler Komitesi çalışmalarında da bir sonuca bağlanamamıştır. 301 Bu durumda somut bir eylemin kuvvet kullanma tehdidi oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi, BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde Güvenlik Konseyi tarafından barışın tehdidi biçiminde nitelendirilmek suretiyle yapılabileceği gibi sorunun herhangi bir uluslararası yargı veya hakemlik organı önüne getirilmesi halinde bu organlar tarafından da yapılabilecektir. 302 bb. Kuvvet Kullanma BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde yer alan kuvvet kavramı ile kuvvet kullanılmasını içeren bir dizi hukuka aykırı eylem kastedilmektedir. Söz konusu eylemler genel olarak saldırı, silahlı saldırı ve müdahale olmak üzere üç ana başlık altında ele alınabilir. Hukuka aykırı olma ortak özelliğine sahip bu eylemler birbirinden ayırt edici birtakım özelliklere sahiptir. 303 aaa. Saldırı Ortak güvenlik sisteminin işleyişiyle ilgili bir konu olan saldırı kavramı, SSCB’nin isteği üzerine BM Andlaşması’nda yer almıştır. 304 Andlaşma’nın hazırlanması aşamasında ABD başta olmak üzere batılı devletler madde metninde yer alan barışın tehdidi ve bozulması kavramlarının saldırı fiilini de kapsadığını ileri sürmüşlerdir. Buna rağmen SSCB, saldırı ifadesinin yaygın bir kullanımı olduğunu belirterek madde metnine alınması gerektiğini savunmuştur. Batılı devletler SSCB’nin ısrarı üzerine saldırı kavramının madde metninde yer almasını kabul etmiş olmalarına rağmen söz konusu kavramın tanımlanmasına yönelik girişimlere olumlu yaklaşmamışlardır. Bu nedenle de saldırı 301 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115-116. 303 Başeren kuvvet kullanma yasağı içinde yer alan hukuka aykırı eylemleri saldırı, silahlı saldırı, kuvvet kullanılmasını içeren diğer eylemler ve doğrudan ya da dolaylı olarak kuvvet kullanılmasını içeren müdahaleler şeklinde sınıflandırmıştır. Bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 90-91. 304 Saldırı kavramının yer aldığı 39. maddenin metni şu şekildedir: “Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu veya saldırma fiilinin vuku bulduğunu tespit ederse milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası veya yeniden tesisi için tavsiyelerde bulunur veya 41 ve 42. maddeler gereğince hangi tedbirlerin alınacağını kararlaştırır.” 302 kavramının tanımlanması mümkün olmamıştır. 305 Bu durumda saldırı eyleminin ne zaman gerçekleştiği BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecektir. bbb. Silahlı Saldırı Silahlı saldırı kavramı, 51. maddede yer almasına rağmen tıpkı saldırı kavramı gibi BM Andlaşması’nda tanımlanmamıştır. 306 Bu nedenle doktrinde ve uygulamada görüş ayrılıklarına neden olmuş, hatta silahlı saldırı ile saldırı kavramları karıştırılarak birbirinin yerine kullanılmıştır. BM Andlaşması’nın Fransızca metninde armed attack yerine aggression armee sözcüklerine yer verilmesi, her iki kavram arasında önemli derecede bir örtüşmenin olması ve Nikaragua Davası’nda Divanın dolaylı saldırı bağlamında silahlı saldırının ne olduğunu tespit etmeye çalışırken dayandığı Saldırının Tanımı Kararı’nın 3/g maddesinin örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu söylemesi saldırı ve silahlı saldırı kavramları arasında fark olmadığı düşüncesini savunmak için kullanılmıştır. 307 Oysa silahlı bir saldırı aynı zamanda saldırı niteliğinde olabilirken saldırı silahlı saldırı niteliğinde değildir. Çünkü silahlı saldırı kavramı saldırı kavramından daha dar bir anlamı ifade etmektedir. 308 Ayrıca doğurduğu sonuçlar itibarıyla da birbirinden farklıdır. Silahlı saldırı, neden olduğu sonuçlar itibarıyla kabul edilemeyecek ölçülerde olduğu için mağdur devlete meşru müdafaa hakkına dayanarak münferiden kuvvet kullanma yetkisi verir. Bu husus silahlı saldırının ayırt edici nitelik ve fonksiyonunu ortaya koymaktadır. Saldırı kavramına giren diğer fiillerde ise bu nitelik yoktur. BM Andlaşması’nın Fransızca metninde armed attack yerine aggression armee sözcüklerine yer verilmesi nedeniyle ortaya çıkan karışıklık 305 GILL, T. D.: “Legal and Some Political Limitations on the Power the UN Security Council to Exercise its Enforceme Powers under Chapter VII of the Charter”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 44. 306 BM Andlaşması’nın hazırlandığı San Francisco Konferansı’nda da silahlı saldırı ile ilgili herhangi bir tartışma veya görüşme yaşanmamıştır. Baker, San Francisco Konferansı’nda tarafların silahlı saldırı kavramının anlamını yeterince açık görmüş olmaları nedeniyle herhangi bir tartışma veya görüşme yaşanmamış olabileceği ihtimaline dikkat çekmektedir. Bkz. BAKER, Mark B., s. 33. 307 BAŞEREN, 2003, (b), s. 92. 308 GROSS, 2002, (b), s. 91. Dinstein, BM Andlaşması’nın 1/1, 39 ve 53. maddelerinde “saldırı” ifadesine yer verilmişken 51. maddede “silahlı saldırı” kavramının kullanılmış olmasının tesadüfi bir durum olmadığını belirterek silahlı saldırı kavramının sınırlandırıcı bir anlam ifade etmesi niyetiyle tercih edildiğini ileri sürmektedir. Bkz. DINSTEIN, s. 166. bu fonksiyon farklılığını ortadan kaldıracak bir özelliğe sahip değildir. 309 Bu nedenle silahlı saldırı kavramının, Saldırının Tanımı Kararı ve Dostça İlişkiler Bildirisi’nde tarif edilen saldırı ve kuvvet kullanma fiillerine eş tutulması hatalı olacaktır. Çünkü, bunlar silahlı saldırı kapsamına girmeyen başka yasak kuvvet kullanımlarına da işaret etmektedir. 310 İlerleyen bölümlerde de görüleceği üzere silahlı saldırı kuvvet kullanma yasağının istisnasını teşkil eden meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesinde bir ön şarttır. Dolayısıyla devletlerin hangi durumlarda tek taraflı kuvvet kullanımına başvurabilecekleri hususunun açıklığa kavuşturulması bakımından terörizme karşı meşru müdafaa hakkının kullanılıp kullanılamayacağı ile ilgili tartışmalarda silahlı saldırı kavramı oldukça önemlidir. Silahlı saldırı kavramının anlamı üzerinde uzlaşmaya varılması halinde, devletlerin söz konusu kavrama ilişkin keyfî yorumları daha baştan bertaraf edilmiş olacaktır. 311 Öncelikle belirtmek gerekir ki, silahlı saldırı kavramı, kapsam itibarıyla, 2/4. maddede yer alan kuvvet kullanma veya kullanma tehdidine oranla daha dar bir anlama sahiptir. Silahlı saldırı bir kuvvet kullanımını gerektirdiği halde, kuvvet kullanma yasağını ihlâl eden her durum silahlı bir saldırı niteliğinde değildir. Dolayısıyla 2/4. maddede yasaklanan her tür kuvvet kullanma veya kullanma tehdidi 51. madde anlamında silahlı saldırı teşkil etmez. Silahlı saldırının varlığından söz edebilmek için ciddî düzeyde bir kuvvet kullanımının ve bunun yol açtığı hasarın söz konusu olması gerekmektedir. Bu nedenle, düzenli silahlı birliklerin müdahil olduğu küçük çaplı sınır ihlâlleri kuvvet kullanma yasağına aykırı olmakla birlikte bir silahlı saldırı olarak kabul edilmemektedir. 312 Silahlı saldırı kavramının BM Andlaşması’nda tanımlanmaması nedeniyle diğer kaynakların ele alınması gerekmektedir. Bu konuda başvurulacak ilk kaynak olarak karşımıza Saldırının Tanımı Kararı çıkar. Ancak Aral’ın da isabetle belirttiği gibi 313 bu belgenin bağlayıcı olmayan bir bildiri mahiyetinde olması bir yana, tanımı yapılan kavram, silahlı saldırı değil saldırgan eylemdir. Kararda silahlı saldırı kavramı değil Güvenlik 309 BAŞEREN, 2003, (b), s. 93. BAŞEREN, 2003, (b), s. 93. 311 ARAL, Berdal: Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999, s. 16. 312 ARAL, s. 17. 313 ARAL, s. 18. 310 Konseyinin barışın tehdit edildiği, bozulduğu ya da bir saldırı eyleminin olduğunu tespit etme görevini belirleyen 39. madde anlamında saldırı kavramı tanımlanmıştır. 314 Dolayısıyla Karar’da meşru müdafaa hakkına atıfta bulunulmamış olması şaşırtıcı bir husus değildir. Kaldı ki Karar’ın hazırlık çalışmaları sırasında silahlı saldırı kavramının tanımlanması gibi bir amaç da söz konusu olmamıştır. 315 Saldırının Tanımı Kararı’nın 51. madde bağlamında silahlı saldırı kavramının dolaylı bir şekilde tanımını yaptığını ve kavramın anlam ve içeriği hususundaki belirsizliği çözdüğünü söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte silahlı saldırı kavramının anlam ve içeriğinin belirlenmesinde önemli katkılar sağladığı görülmektedir. 316 Söz konusu Kararın birinci maddesinde saldırı kavramı BM Andlaşması ile uyumlu bir şekilde genel olarak tanımlanmaktadır: “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı veya işbu tanımda belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşması ile bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanmasıdır.” 317 3. maddede de saldırı olarak kabul edilen fiiller sıralanmıştır: “a-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya hücumdan ileri 314 Saldırının Tanımı Kararı, saldırganlığı Güvenlik Konseyinin barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eylemi olduğunu ispatlama görevini belirleyen 39. maddeye göre tanımlamaktadır. Oysa Güvenlik Konseyinin 39. madde kapsamında alınmasına karar verebileceği zorlama önlemleri sadece kuvvet kullanma eylemi veya kuvvet kullanma tehdidine dayanmak zorunda değildir. Uluslararası barış ve güvenliği korumak için gerekli çabayı göstermemek, kuvvet kullanma içermeyen bir uluslararası hukuk kuralı ihlâlinin gerçekleşmesi veya Genel Kurul tavsiyelerine uymamak bile söz konusu zorlama önlemlerinin alınmasına temel oluşturabilir. Devletlerin bu tür bir eylemi, meşru müdafaa hakkını harekete geçiremeyeceği gibi 2/4. madde anlamında kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidi de olmayabilir. Bkz. KESKİN, s. 46. 315 RANDELZHOFER, Albrecht: “Article 51”, The Charter of the United Nations A Commentary, Ed. by. Bruno Simma, Oxford University Press, Oxford, 1994, s. 668. 316 ARAL, s. 18-19. 317 Saldırının Tanımı Kararı’nın ilk maddesinde yapılan tanım, BM Andlaşması’nın 2/4. maddesiyle benzerlik göstermektedir. Tanımda tehdit kelimesine yer verilmemiş olması saldırının ancak bir devlete karşı fiili bir silahlı gerçekleştirilmesi durumunda söz konusu olabileceği görüşlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bkz. LOHR, Michael Franklin: “Legal Analysis of U.S. Military Responses to StateSponsored International Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 34, 1985, s. 14. Ancak Kararın 6. maddesinde yer alan “Bu tanımda yer alan hiçbir hüküm, kuvvet kullanmanın hukukî olduğu durumlarla ilgili hükümler de dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşmasının kapsamını herhangi bir şekilde genişletecek veya daraltacak şekilde yorumlanmayacaktır” hükmü bu görüşleri tekzip eder niteliktedir. gelen herhangi bir askerî işgal veya kuvvet yoluyla başka bir devletin ülkesinin veya bir bölümün ilhakı; b-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir devletin ülkesini bombardıman etmesi veya bir devletin diğer bir devletin ülkesine karşı herhangi bir şekilde silah kullanması; c-Bir devletin liman ve kıyılarının diğer bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına alınması; d-Bir devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması; e-Bir devletin başka bir devlete sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerin varlığının bu ülkede anlaşmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi; f-Ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi; g-Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizamî askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması.” Söz konusu maddede sıralanan eylemlerden herhangi birinin Kararın birinci maddesi kapsamına girmesi halinde, savaş ilanında bulunulmamış olsa dahi eylem saldırı olarak kabul edilecektir. 3. maddede sayılan eylemlerin son ikisi dolaylı kuvvet kullanma niteliğinde olup, Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda bu yolların da silahlı saldırı kapsamında olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca 4. maddede, sıralanan eylemlerin tüketici nitelikte olmadığı belirtilerek Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması hükümleri kapsamında saldırı oluşturacak diğer eylemleri saptama yetkisine sahip olduğu hükme bağlanmıştır. Kararın 2. maddesinde de ilk maddede belirtilen nitelikte bir eylemin saldırı olarak kabul edilebilmesi için iki durum öngörülmektedir. Buna göre, Güvenlik Konseyinin değerlendirmesi saklı kalmak üzere, iki devletin birbirlerine karşı kuvvet kullanması halinde ilk eylemin sahibi saldırı eyleminde bulunmuş ikinci eylemin sahibi de meşru müdafaa hakkını kullanmış kabul edilecektir. Maddenin bu kısmı açıkça ilk kuvvet kullanan tarafın niyetiyle ilgili olup bu kısımda yer alan her ilk kuvvet kullanma eyleminin saldırı olduğu tespitinin Güvenlik Konseyi tarafından değiştirilebilmesi imkânını sağlamaktadır. 318 Böylece, savaşın tanımında olduğu gibi saldırının tanımı yapılırken de karşımıza devletlerin niyetinin belirleyici olabileceği düşüncesi çıkmakta ve her ilk kuvvet kullanma eyleminin saldırı olduğu kuralına istisna oluşturmaktadır. 319 İkinci durumda ise, takdiri Güvenlik Konseyine ait olmak üzere, bir eylemin silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi için yeterli yoğunlukta olması gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. Küçük çaplı çatışmalar ise silahlı saldırı olarak değerlendirilmemektedir. Saldırının Tanımı Kararı’nın 3. maddesinden de anlaşılacağı üzere, bir devlet düzenli silahlı kuvvetleri ile diğer devletin ülkesine veya uçak ve gemilerine karşı saldırıda bulunduğunda silahlı saldırı artık gerçekleşmiştir. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgali bu anlamda bir silahlı saldırıdır ve 51. madde bağlamında meşru müdafaa hakkını doğmasına neden olmuştur. Devletler bu şekilde düzenli askerî birlikleriyle doğrudan kuvvet kullanımına başvurabileceği gibi destekleyeceği ve yardım edeceği silahlı gruplar ya da gönüllü birlikler gibi düzen dışı kuvvetler vasıtasıyla dolaylı kuvvet kullanımında da bulunabilir. 320 Saldırının Tanımı Kararı ve Uluslararası Adalet Divanının Nikaragua Davası’nda verdiği karar ışığında uygulanan uluslararası hukuka göre silahlı saldırı eylemi, yoğunluk derecesi göz önünde tutulmak kaydıyla, başka bir devlet ülkesine gönderdiği silahlı grupların bu tür dolaylı eylemlerini de kapsamaktadır. 321 Dolaylı saldırganlık olarak adlandırılan bu 318 RIFAT, Ahmed R. : International Aggression; A Study of the Legal Concept: Its Development and Definition in International Law, Stockholm, 1979, s. 267’den aktaran KESKİN, s. 47. 319 STONE, Julius: “Hopes and Loopholes in the 1974 Definiton of Aggression”, Am. J. Int’l L., Cilt LXXI, No. 1, 1977, s. 228’den aktaran KESKİN, s. 228. 320 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 114. 321 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 118. durumda, devlet bizzat herhangi bir saldırgan eylemde bulunmaksızın vatandaşlarını veya yabancıları kullanmak suretiyle harekette bulunmaktadır. Devletin siyasî veya ekonomik yapısını etkilemek amacıyla gerçekleştirilen gizli faaliyetler, isyancıların desteklenmesi, teröristlere yardım edilmesi gibi eylemler dolaylı saldırganlığın değişik görünümleridir.322 Söz konusu gizli faaliyetler, siyasî partilerin maddî yönden desteklenmesinden hükümet yetkililerine suikast düzenlenmesi veya askerî tesislere saldırı düzenlenmesine kadar bir dizi faaliyetleri içermektedir. Burada ortaya çıkan sorun bu tür eylemlerin silahlı saldırı boyutuna ulaşıp ulaşmadığıdır. 323 Benzer bir problem, devletin ülkesinde devam eden iç savaşta mevcut rejimin değişmesi amacıyla isyancı gruplara açıktan veya gizlice para, silah, eğitim yardımlarında bulunulması ve lojistik destek sağlanması halinde ortaya çıkar. Dostça İlişkiler Bildirisi de bu hususu ele almış ve her devletin düzensiz birlikleri veya silahlı çeteleri diğer bir devletin ülkesine akın düzenlemek üzere örgütlemek ve teşvik etmekten kaçınmakla yükümlü olduğu belirtilerek aşağıdaki durumlarda düzen dışı kuvvetler tarafından bir başka devlet ülkesinde kuvvet kullanılması BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen yasak kapsamında olduğu ifade edilmiştir: “Bir başka devletin ülkesine girmek üzere özellikle paralı askerlerden olmak üzere silahlı grupların ya da düzen-dışı kuvvetlerin örgütlenmesi” ve “Bir başka devletin ülkesinde iç savaş ya da terörist eylemleri örgütleme, kışkırtma, yardım etme veya bunlara katılma ya da ülkesinde bu gibi eylemlerin yapılmasına yönelik örgütlenmiş faaliyetlere rıza gösterme.” Doktrinde genel olarak gizli faaliyetlerin ve isyancılara yönelik devlet desteğinin silahlı saldırı boyutuna ulaşılabileceği ve dolayısıyla meşru müdafaa hakkına yol açabileceği kabul edilmektedir. Ancak ne zaman ve hangi şartlarda bu durumun söz konusu olacağı konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bu konuda en önemli örnek Nikaragua Uyuşmazlığı’dır. Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda, silahlı saldırı olarak kabul edilebilecek eylemlerin kapsamının sanıldığından daha geniş olabileceğini ileri 322 AREND, Anthony Clark: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; International Law and Rogue States: The Failure of the Charter Framework”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 739. 323 AREND, s. 739-740. belirterek yukarıda belirtilen nitelikteki düzensiz kuvvetler aracılığıyla bir devletin diğer bir devletin ülkesinde kuvvet kullanmasının 2/4. madde kapsamında ve örf ve âdet hukukunda kabul edildiğini bildirmek suretiyle Dostça İlişkiler Bildirisi’ni teyit etmiştir. 324 Divan, silahlı saldırı eyleminin “sadece yabancı düzenli orduların gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtları değil”, aynı zamanda “bir devletin aleyhine düzenli güçlerin gerçekleştirebileceği ağırlıkta silahlı hareket ika eden silahlı grupların, düzensiz kuvvetlerin, ücretli askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun adına gönderilmesini veya bu olaylara önemli ölçüde müdahil olmasını” da kapsadığını belirtmiştir. Bu durumda Divan dolaylı saldırganlığı meşru müdafaa hakkının doğumuna yol açan nedenlerden biri olarak değerlendirmiştir. Divanın bu kararı iki açıdan önemlidir; isyancılara verilen desteğin boyutunun destek veren devlete karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında bir cevap verilmesini haklı kılabileceği kabul edilerek dolaylı saldırganlığın silahlı saldırı boyutuna ulaşabileceği ilk defa bir yargı kararıyla teyit edilmiştir. İkinci olarak, Kararda öngörülen saldırı tanımı, Bildiride tanımlandığı biçimiyle dolaylı kuvvet kullanma eylemlerinin tümünü kapsamaz; dolaylı kuvvet kullanma yollarının silahlı saldırı olarak değerlendirilebilmesi için ölçü ve etki bakımından silahlı saldırı niteliğinde olması gerekmektedir. 325 Divan bunu izleyen cümlede ise şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Ancak, Divan, ‘silahlı saldırı’ kavramının sadece, silahlı birliklerce ika edilen önemli cesamete sahip eylemlerden olmadığı, asilere silah veya lojistik yahut başka tür destekler sağlamayı da kapsadığı yolundaki görüşü kabul etmemektedir. Bu tür yardımlar, tehdit ya da kuvvet kullanımı veya diğer devletlerin iç ya da dış işlerine müdahale olarak kabul edilebilir.” 326 324 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 115. TOLUNER, Sevin: “Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki Yargı ve Meşru Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, 2000, İstanbul, s. 362. Divanın kararı doktrinde farklı yorumların yapılmasına neden olmuştur. Örneğin, Divanın silahlı saldırı konusunda öngördüğü yüksek standarda karşı çıkan Moore, Divanın BM Andlaşması’na aykırı bir şekilde gizli faaliyetlere karşı bireysel veya ortak müdafaa hakkını kabul etmeyen meşru müdafaa hakkının sınırlandırıcı yorumunu kabul ettiğini belirterek kararı eleştirmektedir. Bkz. MOORE, John Norton: “The Nicaragua Case and the Deterioration of Worl Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 81, 1987, s. 152. Moore’nin bu konudaki diğer bir çalışması ve karşı eleştirisi için bkz. MOORE, John Norton: “The Secret War in Central America and the Future of World Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 43-127; ROWLES, James P.: “Secret Wars, Self-Defense and the Charter a Reply to Professor Moore”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 568-583. 326 Par. 195. 325 Görüldüğü gibi Divan, silahlı saldırı kavramının tanımını bir devletin isyancılara silah sağlaması ve lojistik destek vermesini içerecek şekilde genişletmeyi reddetmiştir. Divan, “Bir başka devletin ülkesinde ya doğrudan askerî harekât biçimiyle ya da dolaylı biçimde, yıkıcı veya terörist silahlı faaliyetleri desteklemek şeklinde kuvvet kullanılması halinde açıkça görülür.” demek suretiyle devletin, egemenlik ilkesi uyarınca serbestçe karar verebileceği konularda karar almasını zor kullanarak engelleme olarak tanımlanabilecek yasaklanan müdahaleleri örneklendirmektedir. Dostça İlişkiler Bildirisi’ne atıf yapan Divan, bir başka devletin ülkesinde gerçekleştirilen bu tür bir faaliyetin “kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidini” içermesi durumunda, hem kuvvet kullanma yasağını hem de içişlerine müdahale etmeme ilkesi bakımından hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. 327 Görüldüğü üzere BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen kuvvet kullanma yasağı bir devletin düzenli askerî birlikleri tarafından silahlı kuvvet kullanılması şeklinde doğrudan kuvvet kullanılmasını içerdiği gibi devletin destekleyeceği ve yardım edeceği silahlı gruplar ya da gönüllü birlikler gibi düzen dışı kuvvetler tarafından dolaylı kuvvet kullanılması veya kullanma tehdidinde bulunulmasını da içermektedir. Bu durumda doğrudan saldırılarda olduğu gibi dolaylı silahlı saldırının da meşru müdafaa hakkı için bir temel oluşturacağı açıktır. ccc. Müdahale Müdahale etmeme kavramı, devletlerin birbirlerinin ulusal yetkisine giren işlere karışmamasını öngörmektedir. Bununla birlikte devletin diğer bir devletin ulusal yetkisine giren işlere karışması her zaman müdahale niteliğinde değildir. Müdahalenin söz konusu olabilmesi için eylemin zorlama unsuru taşıması gerekmektedir. 328 Nikaragua Davası’nda bu konuyu ele alan Uluslararası Adalet Divanı, ABD’nin 1985’de Nikaragua’ya ticaret ambargosu uygularken müdahale etmeme kuralına aykırı 327 328 Par. 205. BAŞEREN, 2003, (b), s. 96. davranmadığına karar vererek, ekonomik veya siyasî her tür baskının anılan kuralı ihlâl etmediğine hükmetmiştir. 329 Divan kararında müdahalenin tanımına da yer vermiştir: “İlke tüm devletlerin…dolaylı ya da dolaysız diğer devletlerin iç veya dış işlerine karışmalarını yasaklar. Buna göre yasaklanmış müdahale, devlet egemenliği ilkesiyle her devletin serbestçe karar vermesine izin verilen konularda ortaya çıkmalıdır. Bunlardan biri, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemin seçilmesi ve dış politikanın ifade edilmesidir. Müdahale, serbest kalması gereken bu tercihlere ilişkin zorlama metotları kullanırsa hukuka aykırıdır. Yasaklanan müdahaleyi tanımlayan ve gerçekten temelini oluşturan zorlama unsuru, kuvvet kullanan müdahalelerde bilhassa aşikardır.” Silahlı uyuşmazlıklar bağlamında esas olarak müdahale terimi, devletin iç savaşın başladığı diğer bir devlete, hükümeti veya hükümetin muhaliflerini destekleyerek karışmasını ifade etmektedir. Bu tür eylemler örf ve âdet hukukundaki müdahale etmeme kuralının yanı sıra kuvvet kullanma yasağının da ihlâli niteliğindedir. Ancak söz konusu eylemler yasağı ihlâl eden eylemler arasında kuvvet kullanımını en düşük düzeyde içeren eylemlerdir. B. Uluslararası Örf ve Âdet Hukuku Çerçevesinde Kuvvet Kullanma Yasağı Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma yasağının sadece andlaşmalar hukuku kapsamında ele alınmaması gerektiğini belirterek söz konusu yasağın aynı zamanda bir örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu ifade etmiştir. 330 Günümüzde kuvvet kullanma yasağının uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliğinin yanı sıra aynı zamanda jus cogens niteliği kazandığı da kabul edilmektedir.331 329 BAŞEREN, 2003, (b), s. 96. Par. 187-192. 331 FIDLER, David P. “War, Law & Liberal Thought :The Use of Force in the Reagan Years”, Ariz. J. Int’l & Comp. L., Vol. 11, 1994, s. 47; GREENWOOD, Christopher: “International Law and the Preemptive Use of Force: Afghanistan, Al-Qaida, and Iraq”, San Diego Int’l L. J. Vol. 4, 2003, s. 10; BROWNLIE, Ian: Principles of Public International Law, Fifth Ed., Oxford University Press, Oxford, 1998, s. 515; CASSESE, Antonio: International Law, Oxford University Press, Oxford, 2001, (b), s. 236; SCHACHTER, 1991, s. 131; DINSTEIN, s. 93-98. 330 Dolayısıyla söz konusu yasağa aykırı her tür düzenleme, anlaşma ve karar geçersiz sayılacaktır. 332 Bununla birlikte jus cogens kuralı oluşturan kuvvet kullanma yasağının kapsamı tartışmalı olup söz konusu yasağın kapsamının 2/4. maddeden ve örf ve âdet hukukundaki genel kuvvet kullanma yasağından daha dar olduğu ileri sürülmektedir. 333 Bir eylemin jus cogens kuvvet kullanma yasağının kapsamına girebilmesi için, uluslararası toplumun temel unsurları tarafından aksine bir düzenleme yapılmayacak bir şekilde yasaklandığının kabul edilmesi gerekir. Buna göre, uluslararası toplumun bir kısmı tarafından hukuka uygun kabul edilen fiil, jus cogens kuvvet kullanma yasağının kapsamına dâhil olmayabilecektir. 334 Ayrıca, devletler bir fiilin kuvvet kullanma yasağının kapsamına girdiğini kabul etmekle beraber aksine düzenlemeler yapılabileceğini de kabul etmeleri halinde söz konusu fiilin örfi kuralla yasaklanmasına rağmen jus cogens kuvvet kullanma yasağının kapsamına girmeyeceğini kabul etmek mümkündür. 335 2. KUVVET KULLANMA YASAĞININ İSTİSNALARI BM Andlaşması’nın kabulüyle birlikte devletler taraf oldukları uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma ve kullanma tehdidinde bulunmaktan kaçınmayı kabul etmiştir. Bu durumun meşru müdafaa ve Güvenlik Konseyi kararıyla uygulanan zorlama önlemleri olmak üzere geçerli ve uygulanabilir iki istisnası bulunmaktadır. 336 Bunlardan birincisi devletler tarafından tek taraflı olarak kuvvet SIMMA, Bruno: “NATO, The UN And The Use Of Force: Legal Aspects”, Eur. J. Int’l L., Vol. 10, 1999, s. 5. 333 BAŞEREN, 2003, (b), s. 195. 334 Başeren, uluslararası toplumun temel unsurları tarafından kabul edilmesinde kastın Batı, Doğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika devletlerinin hepsi tarafından kabul edilmesi olduğunu vurgulamaktadır. Bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 173. 335 BAŞEREN, 2003, (b), s. 76. 336 Bu iki istisnaya ek olarak kurumsal anlamda iki istisna daha vardır. Bunlar, özel askerî anlaşmalar yapılana kadar beş büyük devlete tanınan kuvvet kullanma yetkisi ile II. Dünya Savaşı İtilaf Devletlerine karşı kuvvet kullanılmasıdır. Buna göre, Güvenliğe İlişkin Geçici Hükümleri düzenleyen 17. Bölümde yer alan 106. madde, Konseye 42. madde uyarınca üzerine düşen sorumlulukları yüklenmesi imkânı verecek ve 43. maddede söz edilen ve üyelerin gerekli silahlı kuvvet ve geçit hakkı dahil her türlü yardımı konseye sunmasını öngören özel anlaşmalar yürürlüğe girene kadar 30 Ekim 1943 tarihli Dört Ulus Bildirgesini imzalayan ABD, SSCB, İngiltere ve Çin ile söz konusu bildiriye taraf olmayan Fransa’nın uluslararası barış 332 kullanılması, ikincisi de uluslararası toplum adına yetkili bir merci tarafından kuvvet kullanılması niteliğindedir. Birinci yol istisnaî ve geçici niteliktedir, yetkili organ olan Güvenlik Konseyi olaya el koyana kadar devam eder, ikinci yol ise merkezî olarak kuvvet kullanılması durumudur. 337 A. Meşru Müdafaa Hakkı BM Andlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenen ve ortak güvenlik sisteminin bir parçası olan meşru müdafaa hakkı, BM üyesi bir devlete karşı silahlı saldırıda bulunulduğunda, uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar saldırıya uğrayan devletin tek başına veya müştereken kuvvet kullanımına başvurabileceğini öngörmektedir. 338 Meşru müdafaa hakkına dayanılarak alınan önlemler derhal Güvenlik Konseyine bildirilecek ve uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumlu organ olan Konseyin aldığı tedbirlere uyulacaktır. Meşru müdafaa hakkı, BM Andlaşması’nın öngördüğü kuvvet kullanma yasağı ve ortak güvenlik sistemi çerçevesinde ihkak-ı hak sisteminden (self-help) tamamıyla ayrı ve ortak güvenlik sistemi hareke geçene kadar başvurulacak bir yol olarak istisnaî bir ve güvenliğin korunması için gerekebilecek her türlü eyleme BM adına girişebileceklerini düzenlemektedir. 43. maddede söz edilen özel anlaşmalar bugüne kadar yapılamadığından hâlen geçerliliğini korur gibi görünen hükmün uygulanması ihtimâli son derece düşüktür. Dolayısıyla fiilen geçerliliğini yitirmiş görünmektedir. Diğer istisna ise, 107. ve 53. maddelerde belirlenmiştir. San Francisco Konferansı sırasında İtilaf devletlerinden Almanya’nın teslim olması, Japonya’nınsa konferanstan sonra bu yola yanaşması sebebiyle Müttefik Devletler İtilaf Devletleri’ne karşı gerekirse tekrar kuvvet kullanılması yetkisini saklı tutmak istemişlerdir. Bu amaçla BM Andlaşması’nın “Güvenliğe İlişkin Geçici Hükümler” başlıklı bölümüne 107. madde eklenmiştir. 53. madde ile de bölgesel örgütler çerçevesinde alınacak zorlayıcı tedbirler için Güvenlik Konseyinin izninin alınmasına ilişkin olarak İtilaf Devletlerine karşı girişilecek kuvvet kullanma eylemleri bunun dışında bırakılmıştır. 107. maddenin geçici önlemler arasında sayılması nedeniyle bu maddenin II. Dünya Savaşı sona erene kadar geçerli olduğu ve artık yürürlükte olmadığı söylenebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 121. 337 KESKİN, s. 132. 338 Meşru müdafaa hakkı 51. maddede düzenlenmekle beraber BM Andlaşması’ndan önce de devletlerin temel haklarından biri olarak kabul edilmekteydi. Ayrıntılı bilgi için bkz. ALEXANDROV, Stanimir A.: Self-Defense Against the Use of Force in International Law, Kluwer Law International, The Hague, 1996, s. 1-29. niteliğe sahiptir. 339 Dolayısıyla bireysel veya ortak meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesi için Güvenlik Konseyinin karar alması gerekmemektedir. B. Birleşmiş Milletler Kararı ile Kuvvet Kullanma Kuvvet kullanmanın yasaklanmasıyla BM çatısı altında barış ve güvenliği korumak veya bozulan barışı yeniden tesis etmek amacıyla müştereken kuvvet kullanılmasını öngören ortak bir güvenlik sistemi oluşturulmuştur. BM Andlaşması’nın “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Durumunda Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan VII. Bölümünde yer alan 39. madde Güvenlik Konseyinin, barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eylemi olduğunu tespit etmesi halinde, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunacağını veya 41. ve 42. madde uyarınca hangi önlemlerin alınacağına karar verileceğini düzenlemektedir. II. MEŞRU MÜDAFAA HAKKINA DAYANARAK DEVLET DESTEKLİ TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA 1. TERÖRİZM VE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI Birleşmiş Milletler Andlaşmasını hazırlayanlar kuvvet kullanma sistemini devletler arasındaki nizamî savaş halini gözeterek hazırlamışlar ve devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen şiddet eylemlerini dikkate almamışlardır. 340 Uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerin sadece devletlerden kaynaklanacağının düşünülmüş olması bu durumun gerçekleşmesinde oldukça etkili olmuştur. Nükleer silahlarla bir dehşet dengesi biçimini alan güç dengesi siyaseti, büyük devletler arasında bir savaşın meydana gelmesine engel olmuş ancak Antlaşma’nın imzalanması sırasında üzerinde durulmayan bir başka savaş biçimini sahneye koymuştur. Tehdit devletlerin yanı sıra artık devlet dışı aktörlerden de gelmekte ve oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Devletler diğer bir devletin toprak 339 340 KESKİN, s. 44. TRAVALIO, s. 156. bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik faaliyetlerini açıkça yapmak yerine bunu, aynı sonuçları doğuracak şekilde gizli faaliyetlerle gerçekleştirmeyi tercih etmektedir. Düşük yoğunluklu savaş olarak adlandırılan bu savaşta düşman, diğer bir devlet ve onun düzenli silahlı kuvvetleri değildir. Bu tür silahlı çatışmanın birikim sonucundaki etkisi, 11 Eylül saldırılarında da görüldüğü gibi devletler arasında gerçekleşen bir savaştan pek de farklı olmayabilmektedir. 341 Bu kapsamda değerlendirebilecek terör hareketlerinin son yıllardaki yükselişi, BM Andlaşması’nın temel sistemi açısından daha önceden öngörülemeyen bir soruna sebebiyet vermiştir. Terörist örgütler sahip oldukları maddî imkânlar, silahlar ve hareket kabiliyetleriyle uluslararası barış ve güvenliğe ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Normatif düzlemde bu tür dolaylı saldırıların, içişlerine karışma ve kuvvet kullanma yasağı kapsamında ele alınmasında bir güçlükle karşılaşılmamıştır. Tartışma, bu tür eylemlere hedef olacak devletin kaynak devlete karşı kullanabileceği yetkilerin niteliği konusundadır. Zira uluslararası alanda silahlı saldırı durumunda meşru müdafaa hakkının doğduğu kabul edilmekle birlikte terörist bir saldırının 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkını doğurup doğurmadığına ilişkin görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Terörist eylemlerin bireyler tarafından gerçekleştirildiğine işaret edilerek meşru müdafaa hakkının devletler arasındaki uyuşmazlıklarda söz konusu olduğu ve bu yüzden terörist saldırılar karşısında uygulanmayacağı ileri sürülmüştür. 342 Bununla birlikte terörizmin genellikle bir devletin cesaretlendirmesi veya onaylaması ile gerçekleştirildiği dikkate alındığında söz konusu yaklaşımın mevcut soruna yönelik kalıcı bir çözüm getirmediği de açıktır. 11 Eylül saldırıları modern teknoloji ve devletler arasında kullanılan savaş metotlarının terörist grupların bu tür eylemlerde bulunmalarını önlemekte yetersiz kaldığını açık bir şekilde göstermiş ve kısaca bahsedilmeye çalışılan bu hukukî çerçeveyi büyük ölçüde değiştirmiştir. Artık uluslararası toplumda terörist eylemlerin 51. madde anlamında 341 TOLUNER, Sevin: “Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne Şekilde Karşılanabilir?”, Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 2003, s. 247. 342 GAJA, Giorgio: “In What Sense Was There an ‘Armed Attack’?”, Eur. J. Int’l L. Discussion Forum, The Attack on the World Trade Center: Legal Responses, http://www.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html (05. 05. 2003). bir silahlı saldırı oluşturduğu ve meşru müdafaa hakkının teröristlere ve teröristlere destek veren devletlere karşı kuvvet kullanılmasına izin verdiği daha güçlü bir şekilde ileri sürülmeye başlanmıştır. 343 Saldırı sonrasında gösterilen tepkilerin geleneksel meşru müdafaa hakkı ve ortak güvenlik kavramlarında yeni bir dönemi temsil ettiği söylenebilir. Kaldı ki 51. maddenin BM Andlaşması hazırlanırken öngörülemeyen bu gelişmelerden etkilenmeyeceğini ileri sürmek makul bir yaklaşım da değildir. Güvenlik Konseyi 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak almış olduğu 1368 sayılı kararında saldırıyı uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak nitelendirmiş ve BM Andlaşması’na uygun olarak bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını onaylamıştır. 344 1373 sayılı kararında da meşru müdafaa hakkına tekrar atıf yapmıştır.345 Bu değişiklik ABD’nin 51. madde ile uluslararası örf ve âdet hukukunun kabul ettiği meşru müdafaa hakkı kapsamında askerî harekâtta bulunmasını kolaylaştırıcı bir unsur olmuştur. Ancak silahlı saldırının ne olduğu ve terörist saldırının silahlı saldırı oluşturarak meşru müdafaa hakkına neden olup olmayacağına ilişkin tartışmaların ötesine geçilerek silahlı saldırı dışındaki fiiller karşısında da meşru müdafaa hakkına başvurulabileceği ileri sürülmüştür. Uluslararası hukuk doktrini bu konuda bölünmüş bir yapı arz etmektedir. Ortak güvenlik sisteminin etkisiz kaldığı bir ortamda devletlerin hayati çıkarlarına yönelik saldırılar karşısında hareketsiz kalmaması ve bu saldırılara katlanmasının beklenmemesi gerektiğine dair görüşlerin yanı sıra terörist eylem karşısında kuvvet kullanmanın son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği yönünde farklı görüşler de ileri sürülmüştür. 346 Temelinde meşru müdafaa hakkının dar ve geniş yorumuna dayanan bu farklı görüşler bir araya getirildiğinde yorumların bir ucunda devletlerin sadece kendi ülkesi 343 Örneğin Murphy terörizme aktif bir şekilde destek veren devletlere karşı meşru müdafaa hakkının kullanılabileceğini savunmaktadır. Bkz. MURPHY, 1986, s. 86. Byers ise, meşru müdafaa hakkının başka bir devlete karşı saldırıda bulunan teröristleri aktif bir şekilde destekleyen veya himaye eden devletlere karşı girişilecek askerî harekâtları da kapsadığını ileri sürmektedir. Bkz. BYERS, Michael: “Terrorism, The Use of Force and International Law after 11 September”, Int’l & Comp. L.Q., Vol. 51, 2000, s. 409. Benzer görüşler için bkz. KIRGIS, “Israel’s Intensified Military Campaign Aganist Terrorism”, http://www.asil.org/insights.htm (04. 01. 2003). 344 S.C. Res. 1368, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1368 (2001). 345 S.C. Res. 1373, U.N. SCOR, 57th Sess., U.N. Doc. S/RES/1373 (2001). 346 SEYMOUR, Philip A.: “The Legitimacy of Peacetime Reprisal as a Tool Against State-Sponsored Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 39, 1990, s. 235. içinde fiilî saldırılara karşı cevap verebileceği görüşünün diğer ucunda ise vatandaşlarının yurt dışında saldırıya uğraması durumunda dahi mağdur devletin kuvvet kullanma hakkının doğduğunu kabul eden ve meşru müdafaa hakkını geniş yorumlayan yaklaşımın yer aldığı görülmektedir. Bu iki görüşün ortasında ise meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yolu izleyen ve kuvvet kullanmanın somut olaylara göre farklı değerlendirilmesini öngören yaklaşım bulunmaktadır. A. Meşru Müdafaa Hakkını Dar Yorumlayan Yaklaşım Meşru müdafaa hakkını dar yorumlayan yaklaşım, 51. maddenin oldukça açık olduğuna işaret ederek, söz konusu hakkın kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olduğu ve dolayısıyla her istisna gibi dar yorumlanması gerektiğini, aksi bir yorumun maddeyi anlamsız kılacağını ileri sürmektedir. Buna göre, meşru müdafaa hakkı ancak silahlı saldırı durumunda söz konusu olabilecektir. Brownlie, Dinstein, Jessup ve Gray gibi yazarlarca benimsenen 347 dar yorumun diğer bir dayanak noktası da, BM Andlaşması’nın üye devletleri taraf oldukları uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözüme kavuşturmalarını öngören 33. maddesidir. 33. madde ile 51. madde beraber ele alındığında uyuşmazlığın barışçı yollarla çözüme kavuşturulması ve fiilen bir silahlı saldırı gerçekleşene kadar tek taraflı kuvvet kullanımından sakınılması gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. Doktrinde meşru müdafaa hakkının dar yorumunu benimseyen ve bu yaklaşımı terörizm bağlamında ele alan bazı yazarlar, terörist saldırının silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi ve söz konusu hakkın kullanılabilmesi için saldırının mağdur devletin ülkesi içinde gerçekleşmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Boyle tarafından temsil edilen bu yaklaşıma göre, mağdur devlet sadece kendi ülkesi içinde meydana gelen terörist saldırılara karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde cevap verebilecektir. 348 Ayrıca verilecek cevabın 347 BROWNLIE, Ian: International Law and the Use of Force by States, Clarendon Press, 1963, Oxford, s. 257-276; DINSTEIN, s. 166; JESSUP, Philip C.: A Modern Law of Nations, 1952, s. 165166’dan aktaran GLENNON, Michael J.: “Military Action Against Terrorist under International Law: The Fog of Law: Self-Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of the United Nations Charter”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 547, dn. 27; GRAY, s. 112. 348 BOYLE, Francis A.: “Military Response to Terrorism: Remarks of Francis Boyle”, Proc. Am. Soc’y Int’l L., Vol. 81-82, 1987-1988, s. 294. hemen verilmesi ve araya zaman girmemesi gerekmektedir. Söz konusu yaklaşımın kabul edilmesi terörist tehdide karşı devletin meşru müdafaa hakkına başvurmasını sınırlandıracaktır. Örneğin, devletin diğer bir devlet ülkesinde bulunan vatandaşlarının hayatlarına yönelik bir tehdit silahlı saldırı olarak kabul edilemeyecek ve devlet vatandaşlarını kurtarabilmek için kuvvet kullanamayacaktır. B. Meşru Müdafaa Hakkını Geniş Yorumlayan Yaklaşım Meşru müdafaa hakkını dar yorumlayan yaklaşıma karşılık 51. maddenin terörizme karşı kuvvet kullanılmasını zorlaştıran bir hüküm şeklinde yorumlanmasının ciddi bir hata olacağına dikkat çekilerek meşru müdafaa hakkının geniş yorumlanması gerektiği ileri sürülmüştür. Bu görüş, devletlerin varlığını korumaya yönelik hareket sahasını genişletmeyi ve kuvvet kullanma yasağını sınırlandırmayı amaçlamaktadır. Gerçekleştirilen bireysel kuvvet kullanımının meşruiyeti, uluslararası örf ve âdet hukuku kurallarına başvurarak açıklanmaktadır. BM Andlaşması’nın kabulüne rağmen geçerliliğini kaybetmeksizin varlığını devam ettirdiği iddia edilen ve meşru müdafaa hakkını 51. maddede öngörülenden daha geniş bir şekilde ele alan örf ve âdet hukuku kurallarına göre, meşru müdafaa hakkı silahlı saldırıdan başka diğer düşmanca eylemler karşısında da söz konusu olmaktadır. 51. maddenin uluslararası örf ve âdet hukukunda düzenlenen meşru müdafaa hakkını muhafaza ettiği kabul edildiği takdirde söz konusu hakkın kapsamı 51. maddenin lafzına dayanarak değil, uluslararası örf ve âdet hukuku kurallarına göre belirlenecektir. Maddenin sınırlayıcı üslubu göz ardı edilerek kuvvet kullanma yasağını ihlâl eden her eyleme karşı, hatta eylemin gerçekleşmesinin muhakkak olması halinde dahi, ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında bulunan hak ve değerlerin hayati nitelikte olmasına bakılmaksızın meşru müdafaa hakkına başvurulabilecektir. 349 Bowett, O’Brien, McDougal, Feliciano, Stone, Guy B. Roberts gibi bu görüşü benimseyen yazarlar 350 51. maddede yer alan “doğal” kelimesine dayanarak, maddenin BM öncesi dönemde kabul edilen meşru müdafaa hakkını değiştirmediği veya sınırlandırmadığını, tam tersine devletin meşru 349 350 TOLUNER, 2000, s. 357. ROBERTS, s. 272-273. müdafaa hakkına başvurabileceği durumlara bir örnek vermek amacıyla madde metninde silahlı saldırı ifadesine yer verildiğini ileri sürmüşlerdir. 351 BM sisteminde öngörülen ortak güvenlik sisteminin etkili bir şekilde uygulanamamış olması da genişletici görüşün dayanaklarından birini teşkil etmiştir. Kuvvet kullanma yasağının kapsayıcı ve genel bir yasak olduğu kabul edilmekle birlikte BM Andlaşması’nda öngörülen mekanizmaların kurulamaması nedeniyle savaşa varmayan bazı kuvvet kullanma yollarının tekrar hukuka uygun bir nitelik kazandığı ileri sürülmüştür. BM Andlaşması’nın kabulünden bu yana, ortak güvenlik sisteminin temel unsuru olan Güvenlik Konseyinin veto hakkına sahip beş daimi üyenin aralarındaki görüş farklılıkları nedeniyle uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin konularda karar alamaması ya da alsa bile bu kararı uygulayacak hazır bir askerî kuvvetten yoksun bulunmasının meşru müdafaa hakkının geniş yorumlanmasına katkıda bulunduğu görülmektedir. 352 Meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanma hakkını geniş yorumlayan söz konusu görüşü benimseyen bazı yazarlar tarafından terörizmle mücadelede de meşru müdafaa hakkının sadece silahlı saldırılara karşı değil her türlü kuvvet kullanımına karşı orantılı bir cevaba izin verdiği ileri sürülmektedir. 353 Buna göre, uluslararası örf ve âdet hukuku bağlamında silahlı saldırının yanı sıra silahlı saldırı niteliğinde olmayan terörist saldırılar karşısında da meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanmak mümkündür. 354 351 CONDRON, Sean M.: “Justification for Unilateral Action in Response to the Iraqı Threat: A Critical Analysis of Operation Desert Fox”, Mil. L. Rev., Vol. 161, s. 132. 352 STAHN, Carsten: “Collective Security and Self-Defence after the September 11 Attacks”, TFLR, Vol. 10, 2002, s.11. O’Brien, uyuşmazlıkların çözüm yollarının değişken ve etkisiz olduğunu, BM’nin ortak güvenlik sisteminin problemli olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. O’BRIEN, William: “Reprisals. Deterrence and Self –Defense in Counterterror Operations”, Va. J. Int’l L., Vol. 30, 1990, s. 470. 353 SOFAER, Abraham: “Terrorism, the Law, and the National Defense”, Mil. L. Rev., Vol. 126, 1989, s. 89; TURNER, Robert F.: “Legal Responses to International Terrorism: Constitutional Constraints on Presidential Power”, Hous. J. Int’l L., Vol. 22, 1999, s. 89; O’BRIEN, s. 470; WEDGWOOD, 1999, s. 559-560; COLL, s. 305. 354 Örneğin Roberts meşru müdafaa hakkının silahlı saldırı ile sınırlandırılmasının günümüz gerçekleriyle bağdaşmadığını belirterek devletin varlığına yönelik temel tehditlerin silahlı saldırıya başvurmaksızın alınabileceği ve devletin kendini savunma gerekliliğinin silahlı bir saldırı gerçekleşmeden de söz konusu olabileceğini ileri sürmektedir. Silahlı saldırı şartının aranmasının silahlı saldırı şeklinde olmayan tehlikeler karşısında devleti çaresiz bırakacağı yorumunda bulunmaktadır. Bkz. ROBERTS, s. 272-273. Mağdur devletin meşru müdafaa hakkı bağlamında kuvvet kullanmasının, söz konusu devlete veya devletin vatandaşlarına karşı saldırıda bulunan teröristleri himâye eden ve onlara yardım eden devlete karşı başvurulacak son çare olduğunu ifade eden Sofaer, meşru müdafaa hakkını devletin ülke bütünlüğü veya siyasî bağımsızlığını tehdit eden kuvvet kullanma eylemiyle sınırlandırmanın BM Andlaşması’nın doğal meşru müdafaa hakkını muhafaza ettiği gerçeğini görmezlikten geldiği yorumunda bulunmuştur. Yazar, devletlerin ülkesine veya bağımsızlığına yönelik bir tehdit olmadığı zamanda bile askerî personelini, vatandaşlarını, mülkiyet haklarını ve malvarlığını saldırılardan koruduğuna dikkat çekmiştir. 355 51. maddenin terörist eylemler karşısında kuvvet kullanımına izin vermediğini ileri sürmenin maddenin artan uluslararası şiddet karşısında gerçekçi olmayan bir şekilde dar yorumlanmasının sonucu olduğunu belirten Coll ise, BM Andlaşması’nın meşru müdafaa ile ilgili maddelerinin uluslararası şiddetin gelişen değişik boyutlarını açık bir şekilde göstermediğini belirterek, 51. maddenin terörizme kuvvet kullanarak cevap verilmesini tamamen yasaklayan bir madde olarak yorumlanmasının önemli bir hata olacağına dikkat çekmiştir. Yazar, meşru müdafaa hakkının ülke dışından yönelen nizamî saldırıların yanı sıra terörizmi de kapsayan gayri nizamî bütün silahlı saldırılar karşısında da doğduğunu ileri sürmüştür. 356 Örf ve âdet hukukuna göre doğal meşru müdafaa hakkının devlete diğer bir devlet ülkesindeki vatandaşlarını kurtarmak için kuvvet kullanma hakkını verdiği ileri sürülmektedir. Örneğin Shchachter, devletin yabancı bir devlet ülkesinde bulunan vatandaşlarına yönelik bu tür bir eylemlerin 51. madde anlamında silahlı saldırı oluşturduğu ve meşru müdafaa hakkına neden olduğu ve böyle bir durumda terörist örgüte karşı kuvvet kullanmanın terörist örgütün üslendiği ülke devletine yönelik bir saldırı haline dönüşmediğini savunmaktadır. 357 Diğer taraftan vatandaşları ülke dışında saldırıya uğrayan veya rehin alınan devletin, olayın gerçekleştiği devletin söz konusu eylem ve tehditleri bertaraf etmekte yetersiz veya isteksiz olması halinde anılan devletin iznine gerek olmaksızın meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanımına başvurabileceği de ileri 355 356 357 SOFAER, s. 96, 103, 108. COLL, s. 305-307. SCHACHTER, 1989, s. 312. sürülmektedir. Örneğin Sofaer tâbiiyetleri nedeniyle vatandaşları saldırıya uğrayan devletin uyruklarını korumaya yönelik gerekli ve orantılı önlemler alma hakkının doğduğunu belirterek, hiçbir devletin saldırıya uğrayan vatandaşlarını korumak için kuvvet kullanımına başvurma hakkının sınırlandırılmayacağını ifade etmiştir. 358 Yazar devletin terörist grupların ülkesini kullanmasına izin vermesi halinde de söz konusu devlete karşı kuvvet kullanılabileceği görüşündedir. Benzer şekilde Coll ve O’Brien de vatandaşlarını hedef alan saldırıların veya rehin alma eylemlerinin devlete meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanma hakkını verdiğini ileri sürmektedir. 359 Bu tür eylemlere örnek olarak genellikle Entebbe Baskını ile Tahran’daki rehinelerin kurtarılması için gerçekleştirilen harekâtlar örnek gösterilmektedir. 360 Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların faaliyetlerini sona erdirmede başarılı olamaması veya bu konuda gerekli önlemleri alma imkânından mahrum olması halinde devam eden terörist eylemlere maruz kalan devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak söz konusu devletin ülkesinde teröristleri hedef alan savunma amaçlı kuvvet kullanımında bulunulabileceği ve bunun doğal meşru müdafaa hakkının bir sonucu olduğu ileri sürülmektedir. 361 Teröristlerin ülkesinde üslendiği devletin rızası ve desteği alınmak suretiyle bu tür bir harekâtın gerçekleştirilmesi öncelikle tercih edilen bir durumdur. Ancak 358 SOFAER, s. 96. COLL, s. 298. O’BRIEN, s. 470. O’Brien bu eylemlere makalesinde sistematik bir şekilde vermemiştir. Örneğin devletin ülkesine yönelik silahlı saldırı s. 426, 445-446, ülkesi içinde rehin alma s. 431, ülke dışında rehin alma s. 443-444, vatandaşlarına yönelik silahlı saldırı s. 460-461’de ele alınmıştır. 360 İsrail’in 4 Temmuz 1976 tarihinde Uganda’nın Entebbe Havaalanı’nda gerçekleştirdiği silahlı baskın buna örnek gösterilebilir. 27 Haziran 1976’da Tel Aviv’den havalanarak Paris’e giden Fransız yolcu uçağı, ikisi Batı Alman vatandaşı ikisi Filistinli dört kişi tarafından kaçırılarak Entebbe havaalanına indirilmiştir. Uçaktaki Yahudi yolcular dışındaki diğer yolcular serbest bırakılarak, Yahudi yolcuların serbest bırakılması için hapishanelerdeki Filistinli gerillaların serbest bırakılması talep edilmiştir. Uganda’nın yolcuları kurtarabilmek için yetersiz olduğunu ileri süren İsrail, Uganda’ya gönderdiği askerlerle yolcuları kuvvet kullanmak suretiyle kurtarmış ancak uçağı kaçıranların yanı sıra Uganda ve İsrail askerlerinden de ölenler olmuştur. İsrail 51. maddeye dayanarak gerçekleştirdiği harekâtın Uganda’ya yönelik olmadığı ve tamamıyla tehlike altındaki vatandaşlarını kurtarma amacıyla sınırlı olduğunu ileri sürmüştür. Güvenlik Konseyindeki üyelerin çoğunluğu İsrail’in meşru müdafaa iddiasını kabul etmemesine rağmen İsrail’i kınayan bir karar alınmamıştır. Tahran’daki rehinelerin kurtarılması olayında ise ABD, Amerikan Büyükelçiliğine karşı girişilen eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaştığını iddia ederek meşru müdafaa hakkı kapsamında hareket etme hakkına sahip olduğunu ileri sürmüştür. ABD’nin gerçekleştirdiği harekâtın meşru olup olmadığı ne Güvenlik Konseyinde ne de Tahrandaki Rehineler Davası’nda tartışılmıştır. Benzer örnekler ve ayrıntılı bilgi için bkz. ALEXANDROV, s. 188-204. 361 PAUST, Jordan J.: “Responding Lawfully to International Terrorism: The Use of Force Abroad”, Whittier L. Rev., Vol. 8, No.1, 1986, s. 723. 359 anılan devletin rıza vermeyi reddetmiş olması terörist saldırı tehdidi altındaki devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanmasına engel olmamalıdır. Turner bunun son çare olmakla birlikte barışçı çözüm yollarının devletin çıkarlarını korumak için yeterli olmaması durumunda meşru bir hak olduğunu ifade etmektedir. 362 51. maddeyi geniş yorumlayan yaklaşım devletler düzeyinde de destek bulmuş ve özellikle İsrail, Portekiz ve Güney Afrika gibi devletler meşru müdafaa hakkının geniş yorumuna dayanarak pek çok kez kuvvet kullanımında bulunmuşlardır. İsrail, Lübnan’dan kaynaklanan ve terörist saldırı olarak nitelendirdiği eylemler karşısında Lübnan yönetiminin ülke genelinde otoriteye sahip olmamasını gerekçe göstererek bu ülkenin topraklarını işgal etmiştir. Ancak İsrail’in gerçekleştirmiş olduğu harekâtlar özellikle orantılı olmaması nedeniyle eleştirilmektedir. Örneğin İsrail 1982 yılında FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) Lübnan’ı üs olarak kullanarak gerçekleştirdiği eylemlerin silahlı saldırı boyutuna ulaştığını ve Lübnan’ın söz konusu saldırıları önleme imkânına sahip olmadığı gibi bu konuda bir isteğinin de olmadığını iddia ederek Lübnan’ı işgal etmiştir. İsrail FKÖ’nün eylemlerini gerçekleştirdiği iddia edilen bölgenin oldukça uzağında bulunan Beyrut’a kadar olan bölgeyi ele geçirerek uzun yıllar işgal altında tutmuştur. 363 Portekiz de sömürge yönetimi altında tuttuğu topraklardaki bağımsızlık hareketleriyle mücadele kapsamında Senegal, Gine ve Zambiya’ya karşı kuvvet kullanımında bulunmuş ve bu devletlerin ülkelerinde Portekiz’e karşı yürütülen terörist faaliyetlere karışmaları nedeniyle sorumluluklarının doğduğunu ileri sürerek meşru müdafaa hakkı uyarınca hareket ettiğini iddia etmiştir. 364 Güney Afrika’daki ırkçı yönetim ise, terörist olarak nitelendirdiği ANC (African National Congress) ve SWAPO’ya (South West Africa People’s Organization) karşı gerçekleştirdiği kuvvet kullanımlarını meşrulaştırabilmek için çoğunlukla “izleme hakkı” (hot pursuit) doktrinine dayanmıştır. Deniz hukukuyla ilgili bir kavram olmasına rağmen bazı şartları taşımak kaydıyla karada da 362 TURNER, 1999, s. 89. O’CONNELL, Marry Ellen: “Evidence of Terror”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, No.1, 2002, (b), s. 34. 364 Güvenlik Konseyi Portekiz’in Gine (1969), Senegal (1969 ve 1971) ve Zambiya’ya karşı (1969) karşı meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği bu harekâtların önleyici nitelikte olduğuna ilişkin iddialarını kabul etmemiştir. Bkz. ALEXANDROV, s. 179. 363 uygulanabileceği ifade edilen “izleme hakkı”, Güney Afrika tarafından komşu devletlerdeki teröristleri takip etmeyi meşrulaştırmak için kullanılmıştır. 365 Ancak bu girişimin uluslararası toplumda kabul görmemesi üzerine Güney Afrika söz konusu doktrine başvurmaktan vazgeçmiş ve ANC ve SWAPO’nun ülkelerini kullanarak faaliyetlerini sürdürdüğü gerekçesiyle Namibya, Angola, Zambiya, Bostwana ve Mozambik’e karşı meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanmıştır. 366 Ancak söz konusu sınır ötesi harekâtlar, özellikle silahlı saldırı, gereklilik ve orantılılık şartlarının somut olaylarda gerçekleşip gerçekleşmediği ve terörist örgütle devlet arasında bir ilişkinin bulunduğuna dair ikna edici delillerin olmaması nedeniyle tereddütle karşılanmış ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. Örneğin İsrail’in 1968 ve 1982 yılları arasında ülkesi kaynaklı terörist saldırılar nedeniyle meşru müdafaa hakkına dayanarak Lübnan’a karşı gerçekleştirdiği saldırılar Güvenlik Konseyi tarafından çoğu kez kabul görmemiştir. İsrail’in gerçekleştirdiği eylemler meşru müdafaa uygulamasından çok birer zararla karşılık niteliğinde görülmüş ve çoğunlukla orantısız bulunarak Güvenlik Konseyi tarafından kınanmıştır. 367 365 Açık denizler için öngörülen özgürlüğün bir istisnası olarak kabul edilen ve “kendi varlığını koruma hakkı” (self preservation) içinde değerlendirilebilecek “izleme hakkı”, ülkesinde bir suç işlenen devletin söz konusu suçun faillerini ülkesi dışında da takip edebileceğini öngörmektedir. 1958 Açık Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 23. maddesi ile 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 111. maddesinde düzenlenen izleme hakkı, Deniz Hukuku’nda yerleşmiş bir hak olup karada da bazı şartlarda uygulanabileceği kabul edilmektedir. Deniz Hukuku’na göre suçun işlenmesinden hemen sonra ve kamu otoriteleri tarafından başlatılması gereken izleme, takip edilen geminin diğer bir devletin karasularına girdiği anda sona erdirilmesi gerekmektedir. Buna karşılık izlemenin karada söz konusu olması halinde ise, tüm devletlere açık uluslararası bir alan bulunmadığı için izleme diğer bir devletin ülkesinde devam edecektir. Bu durumda, izlemenin ülkesinde devam ettiği devletin açık onayı şarttır. Keskin, diğer devletlerin açık onayının aranmasının, arada uluslararası bir alan bulunmaması nedeniyle karadaki izleme hakkının denizde izleme hakkıyla aynı düzeye erişmemiş olduğunu gösterdiğini belirtmektedir. Bkz. KESKİN, s. 86. 366 Güney Afrika’nın 1976 ve 1984 yılları arasında Mozambik, Zambiya ve Angola’ya karşı devam eden gerilla saldırılarını gerekçe göstererek gerçekleştirdiği bu harekâtlar kabul görmemiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. HIGGINBOTHAM, Michael: “International Law, the Use of Force in Self-Defence, and the Southern African Conflict”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1987, s. 568-582. 367 Örneğin İsrail; S.C. Res. 265 (1969), 270 (1969), 316 (1972), 503 (1982), 516 (1982), Portekiz S.C. Res. 273 (1969), 302 (1971), 268 (1969). C. Meşru Müdafaa Hakkının Yorumunda Orta Yolu Benimseyen Yaklaşım Meşru müdafaa hakkının dar ve geniş yorumuna dayanan yaklaşımlar incelendiğinde özellikle ilk yaklaşımın terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelttiği tehdidi kavramaktan uzak olduğu görülmektedir. Diğer taraftan meşru müdafaa hakkının geniş yorumuna dayanan ve 51. maddede düzenlenen meşru müdafaa hakkının başka doğal hakların varlığına da işaret ettiğini kabul eden görüş ise, Birleşmiş Milletler sistemini ve uluslararası düzeni olumsuz bir şekilde etkileme ihtimali taşımaktadır. BM öncesi döneme geri dönerek devletlerin münferiden kuvvet kullanmalarının meşruiyet kazanması anlamına gelecek olan bu durum, devletlerin her olayda meşru müdafaa hakkını ileri sürmelerine ve gerçekleştirdikleri kuvvet kullanma eylemlerini sınırsız bir şekilde haklılaştırmalarına neden olabilecektir. 2/4. maddede düzenlenen geniş kapsamlı kuvvet kullanma yasağı, her ne sebep ve şekilde olursa olsun klasik hukukta varlığını koruma hakkından farklılaşmamış olan meşru müdafaa hakkının BM sistemi kapsamında değerlendirilmesine engeldir. Söz konusu yasak, meşru müdafaa kapsamında kuvvet kullanılabilmesinin ön şartını oluşturan silahlı saldırının saldırıyla eşitlenecek şekilde geniş yorumlanmasına izin vermez. Meşru müdafaa kapsamında olduğu iddia edilerek BM sistemi çerçevesinde meşruiyet kazandırılmaya çalışılan kuvvet kullanılmasını içeren yollar, devletlerin birbirlerine karşı silahlı kuvvet kullanmasının bir türü olup kuvvet kullanma yasağı içinde yer almaktadır. Diğer taraftan 51. maddede düzenlenen meşru müdafaa hakkı geniş ve kapsayıcı bir yasak öngören 2/4. maddenin istisnasıdır. Dolayısıyla her istisna gibi mümkün olduğunca dar yorumlanmalıdır. Ayrıca kuvvet kullanımında devletlerin bireysel menfaatlerine değil uluslararası toplumun menfaatlerine öncelik verilmelidir. Kısaca açıklanmaya çalışılan hususlar göz önüne alındığında uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve gerçekleştirilen kuvvet kullanımlarında söz konusu olabilecek suiistimallerin önlenebilmesi için meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yolu benimseyen yaklaşımın kabul edilmesinin daha makul bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına üstün önem veren ve son çare olarak kuvvete başvurulmasını savunan bu yaklaşım, terörist eylemlere karşı izin verilebilir bir kuvvet kullanımında bulunabilmesi için ilk iki görüşün ortasını tercih ederek meşru müdafaa hakkının yorumlanmasında orta yolu izlemektedir. Doktrinde özellikle Rowles ve Cassese söz konusu yaklaşımı benimsemektedir. 368 Silahlı bir saldırı yoğunluğunda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bakılarak silahlı saldırı boyutuna ulaştığına karar verilen terörist saldırıların meşru müdafaa hakkı kapsamında değerlendirilmesine izin veren bu tür kontrollü bir yaklaşım BM Andlaşması’nın esnekliğini devam ettirmesine de imkân sağlayacaktır. Ayrıca Stahn’ın da isabetle belirttiği gibi gerçekleştirilecek kuvvet kullanımı meşru müdafaa hakkı için öngörülen şartlara tâbi olacaktır. 369 Bu durumda kuvvet kullanan devlet, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde aldığı önlemleri derhal Güvenlik Konseyine bildirme yükümlülüğü altında olacaktır. Konseyin durumdan haberdar olması üzerine VII. Bölüm çerçevesinde alınacak önlemlerin ardından söz konusu devletin meşru müdafaa kapsamında kuvvet kullanmasına son verilebilecektir. Konsey bu sayede meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirildiği iddia edilen eylemin haklı olup olmadığını da değerlendirme imkânına sahip olacaktır. Konseyin meşru müdafaa hakkının kullanılmasını onaylaması ihtimali (ex ante veya ex post) spesifik durumlarda kuvvet kullanımına başvurma hakkı ile ilgili şüpheleri de bertaraf edecektir. 368 ROWLES, James P. “Military Responses to Terrorism: Substantive and Procedural Constraints in International Law”, Proc. Am. Soc’y Int’l L, Vol. 81-82, 1987, s. 307-318; CASSESE, 1989, s. 589-608. 369 Stahn, silahlı saldırı kavramının devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmasının doğurabileceği tehlikelerin meşru müdafaa kapsamında kuvvet kullanılmasında önemli bir rol üstlenen gereklilik ve orantılılık ilkelerinin uygulanması ile azaltılabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. STAHN, 2003, s. 38-39. 2. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MEŞRU MÜDAFAA HAKKININ ŞARTLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Güvenlik Konseyinin kuvvet kullanımına karar vermesi hariç kuvvet kullanımının mümkün olduğu tek hal olan meşru müdafaa hakkının kullanılması uluslararası hukuk kurallarına uygun olmak zorundadır. İstisnaî bir durum olması sebebiyle uygulanması bir takım şartlara bağlı olan meşru müdafaa hakkı sınırsız bir hak olmayıp silahlı saldırı, gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlamaların bir kısmı BM Andlaşması’ndan bir kısmı da örf ve âdet hukukundan kaynaklanmaktadır. A. Terörist Saldırıların ve Terörizme Yönelik Devlet Desteğinin Silahlı Saldırı Kavramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi Andlaşmalar hukuku meşru müdafaa hakkını silahlı saldırı şartı ile sınırlandırmıştır. Uluslararası Adalet Divanı da Nikaragua Davası’nda meşru müdafaa hakkına başvurulabilmesi için devletin silahlı saldırının mağduru olması gerektiğine karar vermiştir. 370 Doktrinde de meşru müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için silahlı saldırı şartının gerekliliği hususunda genel bir mutabakat vardır. 371 Buna göre meşru müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için öncelikle ister doğrudan ister dolaylı olsun silahlı saldırı düzeyine ulaşmış bir kuvvet kullanımının gerçekleşmesi gerekmektedir. Silahlı saldırı boyutuna ulaşmamış terörist eylemler meşru müdafaa çerçevesinde hareket edilmesine imkân vermemektedir. Aksi takdirde teröristlerin üslendiği devletin ülke bütünlüğünün ihlâli söz konusu olacaktır. 372 Bununla birlikte, terörist eylem silahlı saldırı boyutuna ulaşmış olmakla birlikte teröristlerin üslendiği devlete isnat edilemiyorsa ya da 370 Par. 195. Nikaragua Davası, Par. 195; SCHACHTER, 1991, s. 150; BYERS, s. 410-411; DRUMBL, Mark A.: “Judging The September 11 Terrorist Attack”, Hum. Rts. Q., Vol. 24, No. 2, 2002, s. 329-330; LOBEL, 1999, s. 540-543; MURPHY, Sean D.: “Terrorism and the Concept of ‘Armed Attack’ in Article 51 of the U.N. Charter”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, (a), s. 42-44; HEAD, John W.: “What Has Not Changed Since September 11 the Benefits of Multilateralism”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 7, 2002, s. 4. 372 TRAVALIO & ALTENBURG, s. 102. 371 devletin terörizme yönelik desteği silahlı saldırı boyutuna ulaşmamışsa söz konusu devletin ülkesine karşı kuvvet kullanmak hukuka aykırı olacaktır. 373 Bu durumda öncelikle terörist eylemlerin ve terörizme yönelik devlet desteğinin ne zaman silahlı saldırı teşkil ettiği ve teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırının hangi durumlarda terörist faaliyetlerin ülkesinde devam ettiği devlete isnat edilebileceği hususunun çözüme kavuşturulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. a. Terörist Saldırıların Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilip Edilemeyeceği Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını öngören yaklaşımın temelinde terörist eylemin 51. madde anlamında silahlı bir saldırı olarak kabul edilmesi yatmaktadır. 374 Dolayısıyla teröristlere karşı gerçekleştirilecek askerî bir harekâtın meşru olabilmesi için terörist eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaşmış olması zorunludur. Bununla birlikte terörist eylemler karşısında meşru müdafaa hakkına başvurulup başvurulamayacağını belirleyebilmek için öncelikle silahlı saldırının devletin düzenli kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra devletin yardım ettiği ve desteklediği silahlı grupların veya düzen dışı kuvvetlerin gerçekleştirdiği eylemleri de kapsayıp kapsamadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere 51. maddede öngörülen silahlı saldırı şartı ile ilgili tartışmalar terörist bir saldırı tehlikesi karşısında önleyici meşru müdafaa hakkına izin verilip verilmediği ve devlet dışı aktörlere yardım eden devletlerin silahlı saldırıdan sorumlu olup olmadıkları ile yakından ilgilidir. 373 SCHAHCTER, 1993, s. 249. Bir devlet tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılar da aynı kapsamdadır. Buna göre, terörist saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaşması halinde karşı cevap olarak kuvvet kullanılmasını haklı kılacaktır. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 16. 374 LIWITT, M. G.: “Intervention to Combat Terrorism and Drug Trafficking”, in Law and Force in the New International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch & David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 226-227’den aktaran BAŞEREN, 1998, s. 166. aa. Devlet Dışı Aktörlerin Gerçekleştirdiği Eylemlerin Silahlı Saldırı Kabul Edilip Edilemeyeceği Geleneksel olarak silahlı saldırının devletler arasında olabileceği kabul edilmekle birlikte BM Andlaşması’nda silahlı saldırının sadece devlet kaynaklı olacağına dair bir ifade yoktur. 375 BM Andlaşması’nın hazırlık safhasına bakıldığında meşru müdafaa hakkının ancak devletler tarafından gerçekleştirilen saldırılar karşısında söz konusu olduğu görülmektedir. 51. maddede öngörülen silahlı saldırı kavramı I. ve II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle oluşturulmuş ve maddenin hazırlanması aşamasında Polonya, Rusya ve Çin’in işgali ve Japonya’nın ABD’ye karşı gerçekleştirdiği Pearl Harbor Baskını gibi olaylar dikkate alınmıştır. Andlaşmayı hazırlayanlar doğal olarak uluslararası teröristleri, bunların modern kitle imha silahlarına ulaşabilme ihtimalini göz önüne almamışlardır. 376 Dolayısıyla BM’nin ilk dönemlerinde silahlı saldırının ancak devletler arasında söz konusu olacağı ve sadece devletlerin silahlı saldırı gerçekleştirebileceği kabul edilmiş ve ileri sürülmüştür. 377 BM Andlaşması’nın kabulünden bu yana geçen süre zarfında uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdidin sadece devletlerden gelmediği görülmüştür. Bu bağlamda bazı devletlerin ulusal çıkarlarına ulaşabilmek için terörizmi bir mücadele yöntemi olarak kullanmaya başlamasıyla birlikte teorik planda psikolojik savaş metodu olarak kullanılan terörizmin bu sayede elde ettiği devlet desteği neticesinde ulusal sınırları aşarak uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit haline geldiği görülmektedir. Yaşanan tecrübeler terörist 375 eylemlerin neden olduğu tehdidin düzenli silahlı kuvvetler tarafından STAHN, 2002, s. 42. TRAVALIO, s. 155-156. 377 DELBRUCK, Jost: “The Fight Against Global Terrorism: Self-Defense or Collective Security as International Police Action? Some Comments on the International Legal Implications of the ‘War Against Terrorism”, GYIL, Vol. 44, 2001, s. 15. Bu geleneksel görüş Saldırının Tanımı Kararı’nda da açıkça yer almaktadır. Kararın ilk maddesi şu şekildedir: “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına karşı veya işbu Tanımda belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşması ile bağdaşmayan herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanılmasıdır. Açıklayıcı not: Bu tanımda, ‘devlet’ terimi a-Tanıma veya bir devletin Birleşmiş Milletlerin üyesi olup olmamasına halel getirmeyecek bir şekilde kullanılmıştır. b-Yerine göre, ‘devletler grubu’ kavramını da kapsar.” Madde metninden de facto rejimlerin de madde kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. 377 MALONE, Kelly J.: “Preemptive Strikes and the Korean Nuclear Crisis: Legal and Political Limitations on the Use of Force”, Pac. Rim L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 833. 376 gerçekleştirilen saldırılarla eşdeğerde olduğunu göstermiştir. Terörizmin niteliği ve bazı terör örgütlerinin sahip olduğu mâli güç dikkate alındığında terörist örgütlerin neden olduğu tehdidin pek çok devletin neden olduğu tehditten daha büyük bir tehlike arz ettiği görülmektedir. BM Andlaşması’nın hazırlandığı San Francisco Konferansı’nda bu tehditlerin tahmin edilebilmesi neredeyse imkânsızdı. Bu durum karşısında BM Andlaşması’nın günün şartlarına göre yorumlanmasının zorunlu olduğu ileri sürülerek sadece devletlerin diğer bir devlete karşı bir silahlı saldırı gerçekleştirebilme kapasitesine sahip olduğu düşüncesi yeniden değerlendirilmeye başlanmış ve maddenin ifade tarzının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemleri de kapsayacak şekilde geniş olduğu ileri sürülmüştür. 378 51. maddenin esasını oluşturan mağdur devletin korunması amacı, silahlı gruplara karşı kuvvet kullanılmasını gerekli kılabilir. Silahlı saldırı kavramının devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri kapsayacak bir şekilde yorumlanması devletlerin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bu yeni tehdit karşısında savunmasız bırakılmaması ve Birleşmiş Milletler sisteminin kendi sınırları içinde mevcut şartlara uyum sağlaması için de gereklidir. Bu durumda meşru müdafaa hakkının saldırının kaynağına bakılmaksızın uygulanacağı söylenebilir. Uluslararası uygulama da terörist saldırıların 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkını doğuran silahlı bir saldırı oluşturabileceği yönündedir. Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın kabulünden bu yana devletlerin uygulamasının silahlı çetelerin ve düzensiz kuvvetlerin eylemlerinin silahlı saldırı oluşturabileceği yönünde olduğuna işaret eden Gray, bu durumun hem bireysel hem de ortak meşru müdafaa bakımından kabul edildiğine dikkat çekmektedir. 379 Özellikle 11 Eylül sonrası uluslararası toplumun gösterdiği tepki silahlı saldırı kavramının devlet eylemleri ile sınırlı olmadığını devlet dışı aktörlerin 378 Caroline olayında tehdidin devlet dışı bir gruptan geldiğini ve İngiltere’nin bu nedenle kuvvet kullandığına işaret eden Greenwood, bu olayın silahlı saldırının devlet kaynaklı olmasının şart olmadığını gösterdiğini ileri sürmektedir. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 17. Benzer görüş için bkz. STAHN, Carsten: “‘Nicaragua is Dead, Long Live Nicaragua-the Right to Self-Defence under Art. 51 UN Charter and International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). 379 Gray, bu konuda Vietnam örneğini vererek ABD’nin 1959-64 arasında Kuzey Vietnam’dan Güney Vietnam’a 40.000’in üzerinde kişinin sızdığını ve bu durumun açık bir şekilde silahlı saldırı teşkil ettiği iddiasında bulunmasını örnek göstermektedir. Bkz. GRAY, s. 126-127. gerçekleştirdiği terörist saldırıların da meşru müdafaa hakkına neden olabilecek şekilde silahlı saldırı boyutuna ulaşabileceklerini göstermiştir. 11 Eylül saldırıları sonrasında Güvenlik Konseyinin aldığı ve Konseyin daha önceki uygulamalarından bariz bir farklılık arz eden ve bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığı belirtilen 1368 ve 1373 sayılı kararların bu hususu teyit eder nitelikte olduğu ifade edilmiştir. 380 Saldırı sonrası ilk günden itibaren hiç kimsenin saldırıların bir devlet veya onun görevlileri tarafından gerçekleştirildiğine dair bir iddiada bulunmadığına, tam tersine bütün dikkatlerin terörist örgütler ve özellikle El Kaide üzerinde toplandığına işaret eden Schmitt, Konseyin kararlarında meşru müdafaa hakkını teröristler tarafından gerçekleştirilmiş saldırılara karşı gündeme getirdiğine dikkat çekmiştir. 381 NATO da açık bir şekilde teröristlere karşı meşru müdafaa hakkının kullanılmasını kuvvet kullanma yasağının bir istisnası şeklinde değerlendirmiştir. Ayrıca pek çok devletin ABD’nin yanında yer aldığı ve Afganistan’a karşı gerçekleştirilen harekâtı onayladığı görülmektedir. 382 Bütün bunların ışığında, devletlerin meşru müdafaa hakkının devlet dışı aktörler karşısında da uygulanabilir olduğu düşüncesiyle hareket ettikleri açıkça görülmektedir. 383 Doktrinde de ağırlıklı eğilim devlet dışı aktörlerin eylemlerinin meşru müdafaa hakkının doğmasına yol açabileceği yönündedir. 384 Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda, silahlı saldırının düzenli silahlı kuvvetlerin gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtların yanı sıra, benzeri ağırlıkta silahlı harekât gerçekleştiren düzensiz kuvvetlerin, grupların ve ücretli askerlerin başka bir devlet 380 Güvenlik Konseyinin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında doğal meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanımış olmasının söz konusu terörist saldırıların 51. madde anlamında silahlı saldırı olduğu gerçeğini teyit ettiği ileri sürülmektedir. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 17. 381 SCHMITT, Michael N.: “Preemptive Strategies in International Law”, Mich. J. Int’l L., Vol. 24, 2003, s. 537. 382 MURPHY, 1999, s. 248. 383 SCHMITT, s. 539. 384 FRANCK, Thomas M.: “Terrorism and the Right of Self Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, (a), s. 840; KOH, Harold Hongju: “The Spirit of the Laws”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, (a), s. 28; PAUST, 1986, s. 723; TURNER, 1999, s. 89-90; FARER, Tom J.: “Beyond the Charter Frame: Unilateralism or Condominium?”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 359; WEDGWOOD, 1999, s. 564; CASSESE, 1989, s. 596-597; GREENWOOD, 2003, s. 17; DINSTEIN, s. 214; STAHN, Carsten: “International Law under Fire: Terrorist Acts as "Armed Attack": The Right to Self-Defense, Article 51 (1/2) of the UN Charter, and International Terrorism”, Vol. 27, 2003, Fletcher F. World Aff., s. 38; BROWN, Davis: “Use of Force Against Terrorism after September 11th: State Responsibility, Self-Defense and Other Responses”, Cardozo J. Int’l & Comp. L., Vol. 11, 2003, s. 25; TURNDORF, s. 217; SCHMITT, s. 539; GRAY, s. 126. tarafından veya onun adına gönderilmesi ya da bu olaylara önemli ölçüde karışılmasını da içerdiğini belirterek sayılan durumlarda da meşru müdafaa hakkının doğduğuna hükmetmiştir. 385 Divan, silahlı saldırı kavramını devletin devlet dışı aktörlere silah ve eğitim imkânı sağlamasını dışarıda tutmak suretiyle şekillendirmiştir. Dolayısıyla bu tür bir destek devletin sorumluluklarını ihlâl etse dahi mağdur devlet için meşru müdafaa hakkını doğurmayacaktır. 386 Divan, sayılan nitelikteki olaylarda silahlı saldırının gerçekleşmesinin sadece devletle devlet dışı aktör arasındaki ilişkinin çok yakın ve saldırının devlete ait düzenli kuvvetlerin saldırısına paralel bir ciddiyette olması halinde söz konusu olacağına karar vermiştir. Silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından da gerçekleştirilebileceğini kabul etmekle beraber tıpkı devletlerce gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemlerinde olduğu gibi devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen her kuvvet kullanma eyleminin silahlı saldırı niteliğinde olmadığının belirtilmesi gerekmektedir. Bu durumda terörist saldırının hangi şartlarda silahlı saldırı boyutuna ulaşacağının ele alınması gerekmektedir. bb. Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Olarak Kabul Edilmesi İçin Taşıması Gereken Özellikler Meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanmasına neden olacak terörist eylemin hangi durumlarda silahlı saldırı olarak kabul edilebileceği hususunda bir mutabakat sağlanamamıştır. Bu konuda yapılan değerlendirmelerin terörist eylemin neden olduğu zarar, yöneldiği hedef, eylemin şiddeti ve gerçekleştirildiği yer dikkate alınarak yapıldığı görülmektedir. Terörist eylemin silahlı saldırı niteliğinde olup olmadığının belirlenmesinde eylemin devletin egemenliğinin özüne zarar verip vermediği hususunun esas alınması gerektiği ileri sürülmüştür. 387 Çünkü 51. maddenin koruduğu en temel hak devletin ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığıdır. Bu en hafifinden bir devletin vatandaşının rehin 385 Par. 195. ROMANO, s. 1025. 387 AREND & BECK, s. 217. 386 alınması veya sahip olduğu mallara zarar verilmesinden en şiddetlisine bir hükümet yetkilisinin öldürülmesi, hükümet binasının tahrip edilmesi veya bir grup vatandaşın tâbiiyetleri nedeniyle öldürülmesine kadar uzanır. 388 Devletin vatandaşlarını hedef alan küçük kapsamlı bir eylemin devletin egemenliğini ihlâl ettiği söylenemese de eylemin geniş kapsamlı olması ve çok sayıda vatandaşın ölümüne sebebiyet vermesi halinde söz konusu devletin egemenliğini ciddî şekilde ihlâl ettiği kabul edilebilecektir. Ayrıca devletin ülke bütünlüğünü ve siyasî bağımsızlığını simgeleyen askerî gemi ve uçaklara karşı gerçekleştirilen saldırı ya da saldırı tehdidinin de meşru müdafaa hakkına yol açacağı ileri sürülmüştür. Terörist eylemin silahlı saldırı niteliği kazanıp kazanmadığının belirlenebilmesi için ileri sürülen bu görüşler ele alındığında daha kapsamlı bir şekilde bütün eylemleri içerecek bir ölçüt bulunması gerekliliği ile karşılaşırız. Bu şekilde terörist eylem türlerini teker teker ele almaktansa tüm terörist eylemleri içeren kapsamlı bir ölçüte göre yapılan değerlendirmenin daha sağlıklı olacağı açıktır. Bu anlamda terörist eylemlerin “etki ve ölçek kriteri”ne göre ele alınmasının oldukça mâkul bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Uluslararası hukuktaki genel kural da, devlet desteği ile de olsa silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen münferit eylemlerin etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı boyutuna ulaşmadığı sürece silahlı saldırı teşkil etmeyeceği yönündedir. 389 Devlete karşı gerçekleştirilen terörist saldırının silahlı saldırı oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye sahip olması halinde terörist örgüt söz konusu devlete karşı silahlı bir saldırı 388 Coll, meşru müdafaa hakkına neden olan terörist saldırılara örnek olarak öğrencilere, bilim adamlarına, gazetecilere ve bir yolcu gemisinde bulunan turistlere saldırıda bulunulmasını göstermiştir. Bkz. COLL, s. 298. Schachter, devlet görevlilerine, asker veya emniyet mensuplarına karşı gerçekleştirilen saldırıların nerede gerçekleştirildiğine bakılmaksızın devlete karşı gerçekleştirilmiş bir saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürmektedir. Sivillere veya özel mülkiyete yönelik terörist saldırıların devleti belli bir politik davranışta bulunmaya veya politik bir davranıştan kaçınmaya zorlamak amacıyla toplumda korku ortamı yaratmaya yönelik olması halinde devlete karşı bir saldırı olarak kabul edilebileceğini ileri sürmektedir. Schachter ayrıca devletle vatandaşlık bağı olmamakla beraber söz konusu devletle etnik veya dini bağları olan kişilere yönelik terörist saldırıların da devlete yönelik bir saldırı olarak kabul edilebileceğini ileri sürmektedir. Yazar, 1986 yılında İstanbul’da Neva Şalom isimli Sinagoga karşı gerçekleştirilen bombalı saldırıyı bu duruma bir örnek olarak göstermektedir. Bkz. SCHACHTER, 1991, s.164. Cassese, silahlı saldırı kavramını hedef devletin ülkesine yönelik ciddî bir saldırı veya ülke içinde veya dışında devletin vatandaşlarına veya görevlilerine karşı gerçekleştirilen eylemlerin silahlı saldırı oluşturduğunu ileri sürmektedir. Bkz. CASSESE, 1989, s. 596. 389 ERICKSON, s. 143; ROWLES, 1987, s. 314-316. CASSESE, 1989, s. 596; BROWN, s. 25. gerçekleştirmiş sayılacaktır. Burada eylemin kapsamı ve neden olduğu zararın boyutları dikkate alınmaktadır. 11 Eylül saldırıları devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen bir eylemin silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi için her şeyden önce önemli bir ölçekte olması gerekliliğini teyit etmiştir. Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda benzer şekilde dolaylı kuvvet kullanma yollarının silahlı saldırı olarak kabul edilebilmesi için etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı niteliğinde olmasını öngörmüştür. 390 Divan, kuvvet kullanma eyleminin silahlı bir saldırı olarak değerlendirebilmesi için ulaşması gerekli kuvvet kullanma sınırını belirtmemesine rağmen silahlı grupların gerçekleştirdiği eylemlerin ancak önemli bir ağırlıkta olması halinde silahlı saldırı kabul edilebileceğini belirtmiştir; bir devletin aleyhine düzenli kuvvetlerin ika edebileceği ağırlıkta silahlı hareket gerçekleştiren silahlı grupların, düzensiz kuvvetlerin, ücretli askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun adına gönderilmesi veya bu olaylara önemli ölçüde karışması halinde silahlı saldırının söz konusu olduğuna ve sayılan durumlarda meşru müdafaa hakkının doğduğuna hükmetmiştir. Divan, kararında sayılan nitelikteki olaylarda silahlı saldırının gerçekleşmesinin sadece devletle devlet dışı aktör arasındaki ilişkinin çok yakın ve saldırının devlete ait düzenli kuvvetlerin saldırısına paralel bir ciddiyette olması durumunda söz konusu olacağına karar vermiştir. 391 Bununla birlikte Divan, bütün dolaylı kuvvet kullanma yollarını meşru müdafaa hakkına yol açan silahlı saldırı şeklinde değerlendirmemektedir. Divan, devletin başka bir devlete karşı ayaklananlara silah yardımı yapmasını ve lojistik destek sağlamasını kuvvet kullanma yasağına aykırı bulmakla birlikte, silahlı saldırı olarak kabul etmemektedir. Bu çerçevede, silahlı grupların eylemlerinin silahlı saldırı olarak değerlendirilmesinde özellikle bu grupların başka bir devlet tarafından gönderilmesinden veya o devletin adına bu eylemleri gerçekleştirmesinden söz edilmektedir. Bu durumda, başka devletlerden destek ve yardım görseler de sonuçta eylemlerini kendi inisiyatifi ile kendi adına gerçekleştiren silahlı grupların eylemlerinin 51. madde anlamında bir silahlı 390 Saldırının Tanımı Kararı 3(g) maddesi çerçevesinde silahlı saldırıya varmayan dolaylı yolların söz konusu olması halinde meşru müdafaa hakkına başvurulamaz. Bkz. MC COUBREY, Hilarie & WHITE, Nigel D., International Law and Armed Conflict, s. 90’dan aktaran KESKİN, s. 49. 391 Stahn, Nikaragua Kararı’na harfi harfine uyulmasının makul olmadığını 51. maddenin uygulanabilirliğinin terörist eylemin devlet bağlantılı bir şiddet olup olmadığına bağlı olamayacağını ileri sürmektedir. Stahn’a göre önemli olan husus terörist eylem bağlamında eylemin büyüklüğüdür. Bkz. STAHN, 2003, s. 45. saldırı oluşturup oluşturmadığı hususunu açıklığa kavuşturmamış olmaktadır. 392 Böylece Divan, meşru müdafaa hakkını doğuran silahlı saldırı ile hukuka aykırı diğer kuvvet kullanma ve yasaklanmış müdahaleleri birbirinden ayırmıştır. 393 Divan bu görüşünü, tarafların iddialarını değerlendirirken de tutarlı bir biçimde sürdürmüştür. 394 Terörist eylemin silahlı saldırı boyutuna ulaşıp ulaşmadığını belirlemede eylemin gerçekleştirildiği yer de bir değerlendirme ölçütü olarak kullanılabilir. Buna göre, terörist eylem devletin ülkesi sınırlarında gerçekleştirilebileceği gibi ülkesi dışında da gerçekleştirilebilir. Devletin ülkesi içinde meydana geldiği takdirde devletin ülke bütünlüğü ihlâl edilmiş olur. Bu durumda eylemin devletin bağımsızlığına yönelik verdiği zarar, devletin ülkesi dışında gerçekleştirilen benzer bir eylemin verdiği zarardan daha fazladır. Eş zamanlı olarak düşünülmesi gereken eylemin neden olduğu zarar ve gerçekleştirildiği yer ölçütlerinin her biri silahlı saldırının meydana gelip gelmediğini belirlemede değişkenlik arz eder. Örneğin yurtdışında meydana gelen ve zarara neden olan bir eylem silahlı saldırı olarak kabul edilmeyebilirken devletin ülkesinde meydana gelen ve aynı derecede bir zarara neden olan eylem silahlı saldırı olarak nitelendirilebilecektir. Çünkü son durumda devletin ülkesi içinde gerçekleştirilen eylem açık bir şekilde devletin ülke bütünlüğünün ihlâli niteliğindedir. 395 392 PAZARCI, (IV. Kitap), s. 119. Divan, ABD’nin Kontralara yönelik faaliyetlerinin örf ve âdet hukuku bakımından kuvvet kullanma yasağını ihlâl ettiği iddiasını değerlendirirken, “Kontraların silahlandırılması ve eğitilmesi kuvvet kullanma tehdidi veya kuvvet kullanma olarak değerlendirilse de, ABD hükümeti tarafından sağlanan bütün yardım bu nitelikte değildir. Kontralara sadece parasal destek sağlanmasının, içişlerine karışma niteliğinde olduğunu ve ancak kuvvet kullanma teşkil etmediğini” ifade etmiştir. (Par. 228). 394 ABD’nin ortak meşru müdafaa iddiasının geçerliliğini tartışırken Nikaragua’nın; El Salvador, Honduras ve Kostarika’ya karşı silahlı bir saldırıya girişip girişmediğini araştıran Divan, “uluslararası örf ve âdet hukuku uyarınca, diğer bir devlet ülkesindeki muhaliflere silah sağlamanın o devlete karşı silahlı saldırı teşkil ettiği şeklinde düşünmenin mümkün olmadığını” ifade etmiştir. (Par. 230). Divana göre, devletin diğer bir devlet ülkesine silahlı grupları göndermesi halinde silahlı saldırı söz konusu olmasına rağmen devletin söz konusu kişilere silah sağlaması veya başka şekillerde destek vermesi silahlı saldırı olarak kabul edilemez. Divanın ilgili hükmü şu şekildedir: “Divan, silahlı saldırı kavramının bir devletin bir başka devletin ülkesine silahlı güçler göndermesini kapsadığını kabul etmekle birlikte mevcut güçlere silah ve başka türlü destek sağlamanın silahlı saldırıya eşdeğer görülemeyeceğini belirtmiştir. Bununla beraber,bu tür faaliyetler kuvvet kullanmama prensibini ihlâl edebilir ve bir devletin içişlerine müdahale teşkil edebilir.” (Par. 247). 395 AREND & BECK, s. 218. 393 cc. Olayların Toplamı Teorisine Dayanarak Terörist Eylemlerin Silahlı Saldırı Kabul Edilmesi Terörist eylemlerin tek başına etki ve ölçek bakımından yetersiz olması nedeniyle silahlı saldırı olarak nitelendirilmesinin zorluğu devletleri farklı arayışlara sevk etmiştir. Ayrıca ilerleyen bölümlerde de görüleceği gibi meşru müdafaa hakkının önleyici meşru müdafaa adı altında ne zaman gerçekleştirileceği bilinmeyen bir saldırıya karşı kullanılmasının haklı bir meşru müdafaa uygulaması olmayıp zararla karşılık görünümünde olması devletlerin farklı arayışlara girmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu arayışın sonucu olarak sürekli tekrarlanan sınır olayları karşısında gerçekleştirilecek mukabil eylemi meşrulaştırmak için kullanılan olayların toplamı teorisi terörist saldırılar bağlamında da kullanılmaya çalışılmıştır. Aynı terörist örgüt tarafından gerçekleştirilen eylemler bir bütün olarak ele alınmak suretiyle silahlı saldırı şartının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi ve terörist saldırıların toplamıyla orantılı bir cevapta bulunulması öngörülmektedir. 396 Böylece mukabil kuvvet kullanımının orantılılık ilkesini ihlâl ederek zararla karşılık niteliği kazanmasının engellenmesi amaçlanmaktadır. 51. maddenin geniş bir şekilde yorumlanmasına imkân veren bu yaklaşım, terörizmi devam eden ancak şiddet eylemlerinin aralıklarla gerçekleştiği bir tehdit şeklinde kabul etmektedir. Dolayısıyla terörist saldırı sona erdiğinde tehdit sona ermiş sayılmamaktadır. Terörist saldırılar arasındaki kesintiler saldırının sona erdiği şeklinde değil eylemleri gerçekleştirenlerin yeni bir eylem için en uygun zamanı bekledikleri bir taktik meselesi olarak algılandığından saldırıya karşı meşru müdafaa gerekliliği de devam etmektedir. Bir anlamda meşru müdafaa hakkına süreklilik kazandırılmaktadır. Bu durumda saldırıya maruz kalan devletin cevap verebilmesi için diğer saldırının yakın olduğunu açıklamasına gerek kalmayacaktır. Söz konusu yaklaşımın terörizm bağlamında uygulanabilirliği kabul edildiği takdirde önemli ölçüde zarara neden olan münferit bir eylem silahlı saldırı olarak kabul edilmeyebilirken, daha az zarara neden olan bir eylem 396 DINSTEIN, s. 182; GRAY, s. 107 devam eden eylem zincirinin parçası olması nedeniyle silahlı saldırı olarak kabul edilebilecektir. 397 Uygulamada ABD, İsrail ve Güney Afrika gibi devletlerin gerçekleştirdikleri kuvvet kullanma eylemlerini olayların toplamı teorisine dayandırarak meşrulaştırmaya çalıştıkları görülmektedir. 398 Örneğin Tunus’taki FKÖ karargahına saldıran İsrail söz konusu teoriye dayanarak devam eden terörist saldırıların 51. madde anlamında silahlı saldırı oluşturduğunu iddia etmiştir. Ancak Güvenlik Konseyi İsrail’in savunmasını kabul etmemiş ve saldırıyı kınamıştır. 399 Benzer şekilde ABD, meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği Libya’ya yönelik 15 Nisan 1986 tarihli saldırının gerekçelerinden biri olarak Amerikan hedeflerine yönelik devam eden saldılar zincirini ileri sürmüştür. Olayların toplamı teorisi 11 Eylül saldırıları sonrasında da gündeme gelmiştir. ABD ve İngiltere, saldırıların 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı gerçekleştirilen ilk saldırı ile başlayan saldırı kampanyasının bir parçası olduğu ve yeni saldırılar planlandığını iddia etmiştir. 400 El Kaide Örgütünün Amerika’yı hedef alan saldırılarının münferit nitelikte eylemler olmaktan çok, devam eden terörist saldırılar zincirinin bir parçası olduğu ve meşru müdafaa hakkının doğduğu ileri sürülmüştür. 401 Örneğin 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı gerçekleştirilen saldırı ile 1998 yılında Tanzanya ve Kenya’daki Amerikan Büyükelçiliklerini hedef alan saldırıların devam eden saldırı kampanyasının bir parçası olduğu ifade edilmiştir. 402 397 AREND & BECK, s. 218. WARRINER, Wallace F.: “The Unilateral Use of Coercion under International Law: A Legal Analysis of the United States Raid on Libya on April 14, 1986”, Nav. L. Rev., Vol. 37, 1988, s. 63. 399 S.C. Res. 573, U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/INF/41 (1985). 400 O’CONNELL, 2002, (a), s. 899. El Kaide 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine karşı gerçekleştirilen saldırıdan doğrudan sorumlu değildir. Ancak Saldırıyı planlamakla suçlanan Remzi Yusuf, El Kaide Örgütüyle Asya’da başarısızlıkla sonuçlanan bir takım terörist faaliyetlerde işbirliği yaptıklarını itiraf etmiştir. Bkz. POSEN, Barry R.: “The Struggle Against Terrorism: Grand Strategy, Strategy, and Tactics”, International Security, Vol. 26, No. 3, 2002, s. 43, dn. 7. 401 WEDGWOOD, Ruth: “Military Commissions: Al Queda, Terrorism, and Military Commissions”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 330. 402 Biggio, 1998 Afganistan ve Sudan saldırılarının başlangıçta birer zararla karşılık gibi gözükmekle birlikte olayların tümü üzerinde bir değerlendirme yapıldığında bu saldırıların ne zaman gerçekleşeceği tahmin edilemeyen ancak gerçekleşmesi muhtemel terörist saldırıları önlemeye yönelik uzun vadeli mücadelenin bir parçası olarak görüleceğini belirtmektedir. Bkz. BIGGIO, s. 37. 398 Söz konusu yaklaşımın doktrinde de destek bulduğu görülmektedir. Örneğin Biggio, ABD’nin kendisine karşı gerçekleştirilen pek çok terörist saldırının Ladinle ilişkili olduğunu kanıtlayan yeterli delile sahip olduğunu, bu durumun ABD’nin olayların toplamı teorisine dayanarak mukabil eylemde bulunması için gerekli hukukî zemini sağladığını ileri sürmektedir. 403 Lobel ve Dinstein gibi bazı yazarlar da devam eden bir dizi terörist saldırı veya terör kampanyasının söz konusu olması halinde hedef devletin muhtemel yeni saldırıları önlemek için cevap vermesinin meşru müdafaa hakkını kullanan devletin durumundan farklı görülemeyeceğini ifade etmektedir. 404 Bununla birlikte Güvenlik Konseyi olayların toplamı teorisine dayalı yaklaşımları hiçbir zaman kabul etmemiştir. Konsey, söz konusu teoriyi 51. maddenin sınırlandırıcı bir şekilde yorumlanmasını savunan görüşe uygun olarak meşru müdafaa hakkına başvurmayı haklı kılan bir gerekçe olarak kabul etmemiş ve bu teoriye dayanarak gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemlerini zararla karşılık şeklinde nitelendirerek kınamıştır. 405 Bunun yanı sıra Megret’in de işaret ettiği gibi 406 devam eden meşru müdafaa hakkının sınırlarının mevcut spesifik saldırıların ötesine uzatılmasının nasıl bir sonuç doğuracağı ve Birleşmiş Milletler sistemini olumsuz bir şekilde etkileyeceği açıktır. 403 BIGGIO, s. 33-34. LOBEL, 1999, s. 540-542; DINSTEIN, s. 194-203. 405 INTOCCIA, Gregory Francis: “American Bombing of Libya: An International Legal Analysis”, Case W. Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 206. 406 MEGRET, Frederic: “War? Legal Semantics and the Move to Violence”, Eur. J. Int’l L., Vol. 13, 2002, s. 378. 404 b. Terörizme Yönelik Devlet Desteği ve Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilip Edilemeyeceği Meşru müdafaa hakkına neden olan silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilebileceği ve devlet dışı aktörlere karşı 51. madde kapsamında kuvvet kullanılmasına izin verildiği kabul edilse bile devletin ülkesi kaynaklı bir silahlı saldırı söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için yeterli değildir. Terörist her saldırı sonrasında mağdur devletin meşru müdafaa bağlamında kuvvet kullanma hakkının doğduğunun kabul edilmesi uluslararası toplumun anarşi ortamına girmesine ve mağdur devletin kendisinin haksız bir kuvvet kullanımında bulunmasına neden olacaktır. Devletler gibi bir ülke parçasına sahip olmayan ve bu nedenle diğer bir devletin ülkesinde üslenen teröristlere karşı kuvvet kullanmak kaçınılmaz olarak teröristlerin üslendiği devleti gerçekleştirilecek askerî harekâtın hedefi konumuna getirecek ve söz konusu devletin ülke bütünlüğünü ihlâl edecektir. Doktrinde bu husus dikkate alınarak devletin terörizme yönelik herhangi bir desteği halinde meşru müdafaa hakkına dayanarak söz konusu devlete karşı kuvvet kullanmanın mümkün olabileceği ileri sürülmüştür. 407 Ancak ilgili görüşlerin kabul edilebilir bir çerçeve oluşturmaktan uzak olduğu görülmektedir. Devletin terörizm karşısında sergilediği tavır veya gerçekleştirdiği eylem uluslararası hukuku ihlâl etmekle birlikte meşru müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için gerekli şartları taşımayabilir. Örneğin, devlet teröristlere herhangi bir destek veya yardımda bulunmamasına rağmen teröristlerin ülkesinde faaliyette bulunmasına rıza göstermesi halinde söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkının doğduğu ileri sürülmektedir. Bu durumda devletin terörizme verdiği desteğin derecesine bağlı olarak meşru müdafaa hakkına dayanmanın söz konusu hakkın belirsiz bir şekilde genişlemesine sebep olacağını söylemek mümkündür. Uygulamaya bakıldığında da terörizme yönelik 407 Örneğin Murphy, terörizme aktif bir şekilde destek veren devletlere karşı meşru müdafaa hakkının kullanılabileceğini savunmaktadır. Bkz. MURPHY, 1986, s. 86. Byers, meşru müdafaa hakkının başka bir devlete karşı saldırıda bulunan teröristleri aktif bir şekilde destekleyen veya himaye eden devletlere karşı girişilecek askerî harekâtları da kapsadığını ileri sürmektedir. Bkz. BYERS, s.409. Schachter, bir devletin teröristlere silah ve lojistik destek sağlaması ve teröristleri teşvik etmesi durumunda teröristlerin gerçekleştirdiği saldırıların bu devlete isnat edilebileceği görüşündedir. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 250. Higgins de eğer bu destek önemli bir ölçüye ulaştığı takdirde 51. madde anlamında silahlı saldırı oluşturacağı kanaatindedir. Bkz. HIGGINS, Rosalyn: Problems and Process International Law and How We Use It, Clarendon Press, Oxford, 1994, s. 250. devlet desteğinin silahlı saldırı şeklinde değerlendirilmediği görülmektedir. Örneğin ABD, 1986 Libya saldırısının 51. maddeye uygun olduğunu iddia etmekle birlikte Libya’nın terörizme yönelik desteğini silahlı saldırı şeklinde nitelendirmemiştir. ABD, 1998 yılında Afganistan’da Ladin’e karşı gerçekleştirdiğini iddia ettiği saldırıda da meşru müdafaa hakkına dayanmakla birlikte Ladin’in eylemlerinin Afganistan tarafından ABD’ye karşı gerçekleştirilmiş bir silahlı saldırı olduğunu iddia etmemiştir. Bahsedilen nedenler göz önüne alındığında 51. madde anlamında silahlı bir saldırının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinde sadece terörist gruplara yönelik devlet desteğinin derecesinin dikkate alınmasının yeterli olmadığı görülmektedir. Bu nedenle devletin verdiği destek de gözetilerek terörist grubun gerçekleştirdiği eylemin devlete isnat edilebilir bir nitelikte olup olmadığının belirlenmesinin daha makul bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bunun belirlenebilmesi için de öncelikle devletlerin terörizm karşısındaki yükümlülükleri ile yükümlülüklerini ihlâl etmesi durumunda doğacak sorumluluğunun ele alınması gerekmektedir. aa. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm Konusunda Devletlerin Yükümlülüğü Devletler de tıpkı bireyler gibi hak ve görevlere sahiptir. Hak ve görevler birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu bağlamda devletler birbirlerine karşı saldırgan davranışlarda bulunmama veya bu tür tehditlerde bulunmaktan kaçınmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük devlet adına hareket eden bireylerin eylemlerini de kapsamaktadır. 408 Çalışmanın ilk bölümünde terörizme yönelik devlet desteğini incelenirken yapılan sınıflandırma hatırlanacak olursa söz konusu destek; sponsor olmak, desteklemek, müsamaha göstermek ve harekete geçmek hususunda yetersiz kalmak üzere dört başlık altında sınıflandırılmıştı. Terörizme yönelik devlet desteği devletlerin yükümlülüğü bağlamında ele alındığında devletlerin diğer ülkelerdeki terörist eylemleri organize etmekten, teşvik etmekten, bu eylemlere yardım etmekten veya katılmaktan ve ülkesinin bu 408 INTOCCIA, s. 194. tür eylemler için kullanılmasına rıza göstermekten kaçınma yükümlülüğü altında olduğu görülmektedir. Aşağıda görüleceği üzere terörist gruplara yönelik devlet desteğinin devletin uluslararası yükümlülüğünü ihlâl ettiği çeşitli düzenlemelerde de herhangi bir şüpheye yer bırakmaksızın açıkça ifade edilmiştir. 409 Bütün bu düzenlemeler göz önüne alındığında uluslararası hukukun terörizm karşısında devletlere yüklediği görevleri doğrudan destek vermeme ve dolaylı destek vermeme yükümlülüğü olmak üzere iki ana başlıkta toplanabilir. aaa. Doğrudan Destek Vermeme Yükümlülüğü Doğrudan destek vermeme yükümlülüğü devletin kendi ülke sınırları içinde başka devletleri hedef alan terörist hareketleri örgütlemekten, desteklemekten, teşvik etmekten ve onlara yardım etmekten kaçınmasını içermektedir. Devletin bu tür eylemlerden kaçınmasının yanı sıra terörizmi önlemek için aktif bir şekilde hareket etmesini gerektiren başka yükümlülükleri de vardır. Bu bağlamda, devletin bilinçli olarak bu tür bir müdahalede bulunmaması yani başka bir ülkede terörist eylemler gerçekleştiren veya bu eylemlerin gerçekleşmesine yardım eden ya da teşvik eden kişileri ele geçirmede isteksiz davranması halinde de uluslararası yükümlülüklerin ihlâli söz konusu olmakta ve teröristlere ve teröristleri destekleyen devletlere karşı kuvvet kullanılmasına meşru bir zemin hazırlamaktadır. 410 Devletlerin terörizme destek vermesinin uluslararası hukuku ihlâl ettiğine ilişkin pek çok BM kararında terörizmin açıkça kınandığı ve suç olarak nitelendirildiği görülmektedir. 411 Terörizmin bu şekilde suç olarak nitelendirilmiş olması devletlerin uluslararası terörist eylemleri önlemek için gerekli tedbirleri alması yükümlülüğünü de beraberinde getirmektedir. Örneğin Dostça İlişkiler Bildirisi’nde uluslararası terörizmle ilgili olarak devletlerin sorumlulukları düzenlenmiş ve devletler için birtakım yükümlülükler getirilmiştir. Kararda şu hükümler yer almaktadır: 409 Örneğin Saldırının Tanımı Kararı, Dostça İlişkiler Bildirisi, Genel Kurulun 40/61 sayılı kararı, Güvenlik Konseyinin 748 sayılı kararı. 410 SCHACHTER, 1993, s. 245. 411 Bu kararlarla ilgili kronolojik bir çalışma için bkz. SCHREIBER, s. 309-330. “Her devletin, diğer herhangi bir devletin ülkesine akın düzenlemek üzere, düzenli kuvvetlerin veya paralı askerler de dahil, silahlı çetelerin örgütlenmesini yapmaktan veya örgütlenmesini teşvik etmekten kaçınma görevi vardır. Her devletin, diğer devletteki bir iç savaşı veya terörist hareketleri örgütlemekten, tahrik etmekten, onlara yardım etmekten veya bu hareketlere katılmaktan veya kendi ülkesinde böyle hareketlerin yapılmasına yönelik organize faaliyetlere (bu paragrafta zikredilen hareketler kuvvet kullanma tehdidi veya kuvvet kullanmayı içerdiği zaman) göz yummaktan kaçınma görevi vardır.” Görüldüğü gibi Bildiri terörizm hakkında açık hükümler içermektedir. Buna göre, devletin kendi ülkesinden kaynaklanan terörist faaliyetlere rıza göstermesi devletin uluslararası yükümlülüklerini açık bir şekilde ihlâl etmektedir. Benzer bir ifade Genel Kurulun Devletlerin İçişlerine Karışılmasının Reddi ve Bağımsızlıklarının ve Egemenliklerinin Korunması Konusundaki Bildirisi’nde de yer almaktadır. 412 Bildiri, “Hiçbir devletin bir başka devletin rejimini şiddet kullanarak devirmeye yönelik ayaklanmacı, terörist ya da silahlı faaliyetleri örgütleyemeyeceğini, yardım edemeyeceğini, finansman sağlayamayacağını teşvik, tahrik edemeyeceğini, tolerans gösteremeyeceğini ya da bir başka devletteki iç karışıklıklara karışamayacağı”nı öngörmektedir. Saldırının Tanımı Kararı’nda terörizmden açıkça bahsedilmemesine rağmen silahlı çetelerin başka bir ülkeye gönderilmesi, devletin diğer bir devlete karşı gerçekleştirilecek şiddet hareketleri için topraklarının kullanılmasına izin vermesi gibi Kararda yer alan çeşitli ifadeler saldırı ile terörizm arasında bağlantı kurulabilmesine imkân vermektedir. Kararın 3/g maddesi saldırıyı, “Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizamî askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi yada bu gibi fillere önemli ölçüde karışılması” şeklinde 412 G.A. Res. 2131, U.N. GAOR, 20th Sess., Supp. No. 14, U.N. Doc. A/6221 (1965). tanımlamaktadır. Buna göre devletin başka bir devletin ülkesinde terörizme yönelik desteği yasaklanmıştır. 413 Genel Kurulun 40/61 sayılı diğer bir kararında, devletlerin uluslararası hukuka göre diğer devlet ülkelerindeki terörist eylemleri organize etmekten, teşvik etmekten, bu eylemlere yardım etmekten veya katılmaktan ve ülkesinin bu tür eylemler için kullanılmasına rıza göstermekten kaçınma görevinin olduğu öngörülmüştür. 414 Söz konusu kararların pek çoğunun oy birliği ile kabul edildiğini hatırlatan Schreiber, kararlarda kendisine uyulmasını zorunlu gören bir dil kullanıldığına dikkat çekerek uluslararası terörizmin önlenmesine dair bir örf ve âdet kuralının oluşmasına yönelik gerekli “genel inancı” (opinio juris) sağladığını ileri sürmektedir. 415 Bu durumda devletin terörist grupları aktif bir şekilde desteklemesinin uluslararası hukuk tarafından yasaklandığı açıktır. bbb. Dolaylı Destek Vermeme Yükümlülüğü 413 Maddenin diğer kısmı şu şekildedir: Madde 3- “Savaş ilan edilmiş olsun olmasın, aşağıdaki fillerin herhangi birisi 2’inci madde hükümlerine tâbi ve ona uygun şekilde bir saldırı fiili niteliği taşır: a-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istilâ etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istilâdan veya hücumdan ileri gelen herhangi bir askerî işgal veya kuvvet yoluyla başka bir devletin ülkesinin veya bir bölümün ilhakı; b-Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir devletin ülkesini bombardıman etmesi veya bir devletin diğer bir devletin ülkesine karşı herhangi bir şekilde silah kullanması; c-Bir devletin liman ve kıyılarının diğer herhangi bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına alınması; d-Bir devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması; e-Bir devletin başka bir devlete sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerin varlığının bu ülkede anlaşmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi; f-Ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi.” Ayrıca Kararın 4. maddesinde Güvenlik Konseyine bir fiilin saldırı teşkil edip etmediği yetkisi tanınarak 3. maddede sayılan fiillerin tüketici nitelikte olmadığı ve Güvenlik Konseyinin başka fiillerin de saldırı niteliğinde olduğunu belirleyebileceği ifade edilmektedir. 414 G.A. Res. No. 40/61, U.N. Doc. A/RES/40/61 (1985); S.C. Res. No. 748, U.N. Doc. S/RES/748 (1992). 415 SCHREIBER, s. 326-330. Benzer şekilde Schachter da uluslararası örf ve âdet hukukunun her devlete kendi ülke sınırları içinde terörizme engel olma yükümlülüğü getirdiği sonucuna ulaşmıştır. Bkz. SCHACHTER, s. 163. Uluslararası hukuk devletin teröristlere yönelik aktif desteğinin yanı sıra teröristlerin kendi ülkesindeki varlığını kabul eden pasif davranışını da yasaklamaktadır. Bu bağlamda devletlerin uluslararası terörizme karşı müsamaha göstermesi veya uluslararası terörizmle mücadelede yetersiz kalması dolaylı destek verme şeklinde nitelendirilmektedir. 416 Her devlet, ülkesinin diğer bir devlet ülkesinde gerçekleştirilen terörist eylemler için kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğü altındadır. Burada devletin söz konusu terörist faaliyetlere herhangi bir şekilde karışması değil sadece faaliyetlerine izin vermesi söz konusudur. Bu durumda da devlet, diğer devletlere karşı saldırgan faaliyetlerde bulunan terörist grupların örgütlenmesini veya eğitim amacıyla ülkesini kullanmasını ve ülkesi içindeki yabancı devlet vatandaşlarına yönelik terörist saldırılarda bulunmasını önleme yükümlülüğü altındadır. “Devletin kendi ülkesinde başka devletlere zarar vermeme yükümlülüğü” başlığı altında da ele alınabilecek olan bu durum 417 devletin, ülkesinin terörist faaliyetler için bir üs olarak kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğüne dayanmakta ve yükümlülüğü ihlâl eden devletin sorumluluğunu öngörmektedir. 418 Söz konusu yükümlülük aynı zamanda devletlerin, ülkelerinin barış içinde bulunduğu diğer devletlerin haklarını ihlâl edici nitelikteki faaliyetler için kullanılmasına izin vermemesini de kapsar. Bu uluslararası örf ve âdet hukuku kurallarının, devletlere egemen olmaları nedeniyle getirdiği bir yükümlülüktür. Kendi ülkesinde egemen olan her devlet, ülkesinde başka devletlere karşı zarar verici faaliyetleri önlemek yükümlülüğü altındadır. 419 Çünkü ülke üzerinde kontrole sahip olmak egemenlik ilkesinin temel niteliklerinden birisidir. BM Andlaşması çerçevesinde bu göreve, üye devletlerin 2/4. maddesinden doğan yükümlülükleri içinde zımnen yer verilmiştir. Devletler başka devletlerin ülke bütünlüğüne ve siyasî bağımsızlığına saygı göstermek yükümlülüğü altındadır. 420 416 NOTEBOOM, s. 559. BAŞEREN, 2003, s. 56. 418 LILLICH Richard & PAXMAN, John: “State Responsibility for Injuries to Aliens Occasioned by Terrorist Activities”, Amer. U. L. R., Vol. 26, 1976-7, s. 260’dan aktaran CAPEZZUTO, s. 382. 419 BAŞEREN, 2002, s. 200. 420 BAŞEREN, 2002, s. 200. 417 Hollanda ile ABD arasında Palmas Adası sorununu çözüme kavuşturmak amacıyla hakem olarak seçilen Max Huber egemenlik ve sorumluluk arasında bir ilişki kurarak egemenlikten sadece hakların değil aynı zamanda borçların da doğacağını belirtmiştir. Huber, “Ülkesel egemenlik, bir devletin faaliyetlerini kullanması için inhisarı bir hak verir. Bu hakkın ardından doğal olarak bir görev gelir: Ülke içinde diğer devletlerin haklarını, her devletin vatandaşları için yabancı bir ülkede talep edebileceği haklar ile beraber özellikle savaş ve barış zamanında ülke bütünlüğünü ve saldırmazlık hakkını koruma yükümlülüğü. Ülkesel egemenliğini şartların gerektirdiği şekilde ortaya koymadan devletin bu görevi yerine getiremeyeceğini” ifade etmektedir. 421 Palmas Adası Davasında, “Devletler ülkeleri üzerindeki egemenliklerini başka devletlerin ülkelerine zarar verecek şekilde kullanmazlar” şeklinde ifade edilen söz konusu kurala Trail Smelter 422, Korfu Boğazı 423 ve Lanoux Gölü 424 davası kararlarında da açık bir şekilde yer verilmiştir. 421 Dava konusu uyuşmazlık, ABD ile Hollanda arasında Palmas Adası üzerindeki egemenlik iddiaları nedeniyle ortaya çıkmıştır. 1898 Amerikan-İspanyol savaşı sonrasında imzalanan Paris Anlaşması uyarınca İspanya Filipinleri ABD’ye devretmiştir. Devir sırasında Filipinlere dahil olan Palmas Adası üzerinde Hollanda’nın da egemenlik iddiasında bulunması üzerine çıkan uyuşmazlık Daimi Hakem Mahkemesi adına Max Huber’e sunulmuştur. Uyuşmazlığa ilişkin açıklamalar ve Hakem Huber’in kararı için bkz. GÜNDÜZ, s. 256-261. 422 Kanada’da faaliyet gösteren Trail Smelter isimli özel bir şirket tarafından işletilen tesislerden çıkan dumanların ABD’de zarara yol açması sonucu ortaya çıkan uyuşmazlığı çözmek üzere oluşturulan Hakem Mahkemesi 16. 4. 1938 tarihli kararında, Kanada’nın doğan zarardan sorumlu olduğuna karar verirken şöyle demiştir: “ABD hukuku kadar, uluslararası hukukun ilkeleri uyarınca da, hiçbir devlet, ülkesini bir başka devlet ülkesine veya buradaki kişilere ve mallara dumanlarla zarar verecek şekilde –eğer ciddi sonuçlara yol açıyorsa ve zarar açık ve inandırıcı kanıtlarla tespit edilmişse- kullanamaz ve kullanılmasına izin veremez.” Uyuşmazlık hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Trail Smelter Hakem Kararı Hukukun Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi ve Kararın Özeti”, İÜHFM, Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl’a Armağan Sayısı, C. LV, S. 4, 1997, s. 313-338. 423 İngiltere’ye ait iki savaş gemisinin Korfu Boğazı’nın Arnavutluk kesiminden geçerken yeni döşendiği tespit edilen mayınlara çarpması sonucu doğan uyuşmazlık İngiltere tarafından Uluslararası Adalet Divanına götürülmüştür. Divan, Arnavutluk’un genel olarak ulaşım güvenliği bakımından karasularında mayınlar olduğunu bildirmek ve İngiltere’yi savaş gemilerinin yaklaştığı sırada yakın ve mutlak tehlikeden haberdar etmek yükümlülüğü olduğunu belirttikten sonra bu yükümlülüğü seyrüsefer serbestisi yanında “Her devletin, ülkesini bilerek bir başka devletin haklarına aykırı olacak şekilde kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğü”ne de bağlamıştır. Korfu Boğazı Davası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. GÜNDÜZ, s. 550-555. 424 Fransız Hükümetinin, inşa edeceği bir hidroelektrik santrali için Lanoux Gölünü besleyen Carol nehrinin yatağını değiştirmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümü için oluşturulan Hakem Mahkemesi 16. 11. 1957 tarihli kararında Fransa’nın Carol nehrinin yatağını değiştiremeyeceğini kabul etmiştir. Uyuşmazlık hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Lanoux Gölü Hakem Mahkemesi Kararı Hukukun Kısaca ifade etmek gerekirse devlet, ülkesini diğer devletlere yönelik hukuka aykırı faaliyetler için kullananları önlemek, söz konusu şahısları cezalandırmak ve bu konuda gereken özeni göstermekle yükümlüdür. Doktrinde de, uluslararası terörizmle ilgili olarak alınan kararların ve hali hazırdaki devlet uygulamalarının devletlerin kendi ülkesinden kaynaklanan terörist eylemlere bilerek izin vermekten kaçınmasını öngören bir uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı oluşturduğu kabul edilmektedir. 425 Devletin terörizm karşısındaki yükümlülüklerine aykırı davranarak terörizme doğrudan veya dolaylı destek vermesi halinde devletlerin egemenliği ve içişlerine karışmama ilkesi ile BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde öngörülen kuvvet kullanma veya kullanma tehdidinde bulunma yasağını ihlâl etmektedir. Devletin uluslararası terörizme sponsor olması, destek vermesi ve müsamaha göstermesi 2/4. madde anlamında kuvvet kullanma eylemi niteliğindedir. Benzer bir yaklaşımda bulunan Max Sorensen, “Devlet, vatandaşı olmayan kişilerin de yer aldığı düzensiz birlikleri veya silahlı grupları eylemlerde bulunmak üzere diğer bir devlet ülkesine göndermesi veya bu tür bir duruma izin vermesi halinde kuvvet kullanmış olur…Devletin ülkesi dışında devam eden silahlı mücadeleye dolaylı bir şekilde karışması da kuvvet kullanmayı içerir.” demektedir.426 Güvenlik Konseyi de BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde düzenlenen yasağın, devletin terörizme sponsor olması, destek vermesi ve terörizme karşı müsamaha göstermesi hususlarını da içerdiği şeklinde yorumlamıştır. 427 Bununla birlikte devletin terörizme verdiği desteğin kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmiş olması meşru müdafaa hakkının doğduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü meşru müdafaa hakkı, gerçekleştirilmiş bir silahlı saldırıdan hukuken sorumlu olan devlete karşı kullanılabilecek bir haktır. Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi Ve Kararın Özeti”, İÜHFM, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na Armağan Sayısı, C. LVI, S. 1-4, 1998, s. 299-316. 425 TRAVALIO, s. 149; ROMANO, s. 1033. 426 SORENSEN, Max: Manual for Public International Law, New York, 1968, s. 748’den aktaran ERICKSON, s. 112. 427 Güvenlik Konseyi, Libya’nın terörist örgütlerle bağlantısı ve Lockerbie Faciası ile ilişkisi olduğu iddia edilen iki Libyalıyı iade etmemesi nedeniyle Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmasına karar vermesinde 2/4. maddeye başvurmuştur. Kararın ilk cümlesinde şu ifade yer almaktadır: “BM Andlaşması’nın 2/4. maddesine uygun olarak başka bir devletteki terörist eylemleri organize etmekten, yardımcı olmaktan, bu eylemlere katılmaktan kaçınmak ve kendi ülkesinin kuvvet kullanma veya kullanma tehdidi içeren bu tür eylemler amacıyla kullanılmasını kabul etmemek zorunluluğu altındadır.” Karar 10 olumlu oya karşılık 5 çekimser oyla alınmıştır. U.N. Res. 748, U.N. SCOR, 47th Sess, U.N. Doc. S/PV 3063, S/RES/748 (1992). bb. Terörist Eylemler Karşısında Devletlerin Sorumluluğu Bireylere veya topluma karşı saldırıda bulunan bir kişinin herhangi bir örgütün üyesi olması veya söz konusu örgütün bu kişiye eğitim, finansman, lojistik destek gibi hususlarda yardım etmesi halinde saldırganın yanı sıra üyesi olduğu örgütün sorumluluğu da doğmaktadır. Bu durumda örgütün bir bütün olarak saldırıyı gerçekleştirdiği kabul edilecek ve mağdur devlet hem saldırının faili olan bireylere hem de örgüte karşı kuvvet kullanabilecektir. 428 Diğer taraftan terörist örgüt bir devlet gibi etrafı sınırlarla çevrili belli bir ülke parçasına sahip olmadığı için diğer devletlerin ülkesini kullanarak faaliyetlerini devam ettirmektedir. Bu durumda terörist örgütün faaliyetlerini devam ettirdiği devletin de söz konusu terörist faaliyetler nedeniyle sorumluluğu gündeme gelir. Terörist örgüte veya devlete karşı kuvvet kullanımında bulunabilmek için öncelikle söz konusu devlet veya devlet dışı aktörün gerçekleştirilmiş bu saldırıdan dolayı sorumluluğunun kanıtlanması gerekmektedir. Uluslararası sorumluluk, uluslararası hukuk kişisinin neden olduğu uluslararası hukuka aykırı fiilleri ya da uluslararası hukuka uygun faaliyetlerinden kaynaklanan belirli zararların etkilerini, zarar gören uluslararası hukuk kişisine karşı ortadan kaldırma amacına yönelik bir kurumdur. 429 Devletin sorumluluğunu gerektiren eylem, aktif bir eylem olabileceği gibi, pasif bir eylem de olabilir. Diğer bir ifadeyle, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, uluslararası hukukun bir kuralına karşı herhangi bir işlem ya da eylem yanında uluslararası hukuk kuralının ya da yükümlülüğün yerine getirilmemesi, uluslararası sorumluluğa neden olacak nitelikte bir fiil oluşturmaktadır. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırladığı Devletin Uluslararası Hukuka Aykırı Fiilleri Nedeniyle Doğan Sorumluluğuna İlişkin Maddeler Tasarısı’nın ilk maddesinde, “devletin uluslararası hukuka aykırı her eyleminin sorumluluğunu doğuracağı” açıkça belirtilmiştir. 430 428 BROWN, s. 4. PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999, s. 151. 430 Söz konusu Tasarı çalışmanın ilerleyen bölümlerinde kısaca Devletin Sorumluluğu Tasarısı şeklinde kullanılacaktır. Tasarı’nın metni için bkz. http://www.un.org/law/ilc/texts/State_responsibility 429 Uluslararası hukuka aykırı bir fiilin veya faaliyetin devletin uluslararası sorumluluğuna neden olabilmesi için, söz konusu fiil veya faaliyetin uluslararası hukuk kişisine ait olması gerekir. Eğer hukuka aykırı fiil ya da sorumluluk doğuran faaliyet bir devlete veya uluslararası hukuk kişisine bağlanamıyorsa, diğer bir ifadeyle fiil veya faaliyetle devlet arasında bir illiyet bağı yoksa, uluslararası sorumluluktan bahsedilemez. 431 Nitekim Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 2. maddesinde “Bir devletin eylem veya ihmali sonucu oluşan durum, uluslararası hukuka göre söz konusu devlete isnat edilebilmesi ve devletin uluslararası bir yükümlülüğünü ihlâl etmesi halinde devletin uluslararası hukuka aykırı bir eylemi söz konusu olur” hükmü yer almaktadır Söz konusu hükümden de anlaşılacağı üzere terörist bir saldırı nedeniyle devleti sorumlu tutabilmek için devletin diğer devletlere karşı bir yükümlülüğünü ihlâl etmesi gerekmektedir. Çünkü devletin yükümlülüğü ile sorumluluğu aynı değildir. Sorumluluk devletin yükümlülüklerini ihlâl etmesinin doğal bir sonucudur. Bu bağlamda bir devletin uluslararası yükümlülüklerini ihlâl eden fiili her zaman devletin sorumluluğuna neden olmaz. 432 Devletin terörizme sponsor olması veya bunun bir alt derecesi olan destek vermesi halinde söz konusu yükümlülüğünü ihlâl etmesine rağmen bu tür ihlâller tek başına teröristler tarafından hedef alınan devletin meşru müdafaa hakkının doğması için yeterli değildir. Diğer bir ifadeyle devletin ülkesi kaynaklı bir silahlı saldırı söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanabilmek için yeterli değildir. Erickson, devletin terörizme yönelik desteğinin ilgili devletin uluslararası yükümlülükleri ile sorumluluğunu ihlâl edip etmediğini ayrı ayrı ele almıştır. Buna göre, devletin terörizme sponsor olması, fiili destekte bulunması, terörist faaliyetlere müsamaha göstermesi ve terörist faaliyetlerle mücadele etme konusunda yetersiz kalması devletin uluslararası yükümlülüklerinin ihlâli niteliğindedir. Buna karşılık devletin terörizme yönelik desteğinin en düşük derecesini teşkil eden terörist faaliyetlerle mücadele etme konusunda yetersiz kalması durumu hariç diğer üç hal devletin sorumluluğuna neden olmaktadır. 433 /responsibilityfra.htm (18. 02. 2004.) Tasarı’nın bütünü hakkında yapılmış ayrıntılı bir yorum için bkz. http://www.un.org/law/ilc/reports/2001/english/chp4.pdf (18. 02. 2004). 431 BROWNLIE, 1998, s. 435. 432 ERICKSON, s. 100. 433 ERICKSON, s. 103. Görüldüğü gibi terörizme yönelik devlet desteğinin hangi hallerde devletin sorumluluğuna neden olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Uluslararası hukukta bu tür bir durumda devletin sorumluluğu devletin verdiği desteğe göre aslî sorumluluk ve dolaylı sorumluluk olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. aaa. Sorumluluğun Türleri (a). Aslî Sorumluluk Bir devlet kural olarak kendi adına hareket etmeyen özel şahısların eylemlerinden sorumlu değildir. Buna göre devletin sorumluluğu ancak devletin resmî veya de facto bir görevlisinin ya da devletin bir organının diğer devletlere yönelik zarar verici hukuka aykırı bir eylemde bulunması halinde söz konusu olur. 434 Bununla birlikte terörist saldırılara verilen cevap, devletin sorumluluğunun özel grupların davranışları nedeniyle genişlediğini göstermektedir. Bu bağlamda aslî sorumluluğa göre devletin organları veya görevlilerinin gerçekleştirdiği bir eylem ya da örgütlediği, teçhiz ettiği ya da kontrolü altında bulundurduğu özel şahısların veya grupların gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle devletin sorumluluğu söz konusu olmaktadır. 435 Devletin kendi görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu açıktır. Bulunduğu görevin imkânlarını kullanarak terörist bir eylem gerçekleştiren devlet görevlisinin devletin bilgisi dahilinde bu eylemi gerçekleştirdiği kabul edilir ve devletin sorumluluğu söz konusu olur. 436 Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 4. maddesinde herhangi bir devlet organının eyleminin söz konusu devlete isnat edileceği belirtilmektedir. 5. maddede de hükümete ait yetkileri kullanmak üzere yetkilendirilmiş herhangi bir kişi veya kurumun davranışının da devlete isnat edileceği düzenlenmiştir. 434 JINKS, Derek: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: State Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”, Chi. J. Int’l L. Vol. 4, 2003, (a), s. 83; 88. 435 Benzer şekilde Oppenheim aslî sorumluluğun doğrudan bir devlete isnat edilebilen hükümetin eylemleri veya hükümetin emri ya da yetkilendirmesi ile hareket eden devlet görevlileri veya özel şahısların eylemlerinin gerçekleşmesi halinde doğduğunu belirtmektedir. Bkz. JENNINGS, Sir Robert & WATTS, Sir Arthur Eds., Oppenheim’s International Law 33, at 119 (9th Ed., 1992) den aktaran BROWN, s. 7. 436 SCHEIDEMAN, s. 261. Buna göre devletin kendi organları tarafından gerçekleştirilen terör eylemleri devletin sorumluluğunu doğuracaktır. 437 Aslî sorumluluk, devletin bir organı veya görevlisi olmamakla beraber devlet adına hareket eden şahısların eylemlerini de kapsamaktadır. Ancak şahısların veya grupların faaliyetlerinden ancak bu kişi veya grupların etkili bir şekilde devletin kontrolü altında olmaları durumunda devletin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Devletin emri veya yetkilendirmesi olmaksızın özel şahıslar tarafından diğer bir devlete karşı eylemde bulunulması halinde devletin sorumluluğu doğmamaktadır. 438 Devletin ülkesi kaynaklı bütün haksız fiillerden dolayı sorumluluğunun doğmadığının belirtilmesinde fayda vardır. Aslî sorumluluğun bu çeşitliliği Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 8. maddesinde belirtilmiştir. Maddeye göre, şahısların veya grupların devletin yönetim veya kontrolü altında hareket etmesi halinde söz konusu şahıs veya grupların gerçekleştirdiği eylemler devletin eylemi olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla bir devlet tarafından eylemde bulunmak üzere diğer bir devletin ülkesine gönderilen özel şahısların eylemleri devlete isnat edilir ve devletin sorumluluğunun doğmasına neden olur. 439 Özel şahısların gerçekleştirdiği kuvvet kullanma eylemlerinin devlete isnat edilebileceği Saldırının Tanımı Kararı’nın 3/g. maddesinde, “Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizamî veya paralı askerlerin gönderilmesi ya da bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması” şeklinde ifade edilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda Saldırının Tanımı Kararı’nın 3-g maddesinde yer alan hükmün uluslararası örf ve âdet hukukunu ifade ettiğini teyit etmiştir. Divan, söz konusu davada ABD’nin maddî destek sağladığı veya ABD’nin emirlerine göre hareket eden şahıslar tarafından Nikaragua’daki çeşitli hedeflere karşı gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle ABD’nin sorumluluğunun doğup doğmadığı konusunu 437 http://www.un.org/law/ilc/texts/State_responsibility/responsibilityfra.htm (18. 02. 2004). Söz konusu Tasarı’nın 7. maddesi, hükümet yetkililerinin veya kuruluşlarının yetkilerini aşarak gerçekleştirdikleri davranışların da devletin eylemi şeklinde kabul edileceğini öngörmektedir. 438 LOHR, s. 7-8. 439 BROWN, s. 8. da ele almıştır; ABD’nin yönetim ve kontrolü altındaki UCLAS (Unilaterally Controlled Latino Assets) tarafından gerçekleştirilen saldırılar hakkında “Davada ABD askerî personelinin eylemlerde doğrudan yer aldığının kanıtlamamasına rağmen ABD gayri resmî devlet görevlilerinin eylemlerin planlanması, yönlendirilmesi ve gerçekleştirmesi safhalarına katıldığı ortaya çıkmıştır. ABD vatandaşları eylemlerin planlanması, yönlendirilmesi ve desteklenmesi kısmıyla ilgilenirken eylemlerin gerçekleştirilmesi UCLAS’ın göreviydi. Bu nedenle söz konusu saldırılar ABD’ye isnat edilebilir.” tespitinde bulunmuştur. 440 Divan, ayrıca ABD’nin diğer bir devlete karşı kuvvet kullanılmamasını öngören örf ve âdet hukuku kuralını Nikaragua karşısında ihlâl ettiğine karar vermiştir.441 Divanın kullandığı bu mantık örgüsü takip edildiğinde, terörist gruplar veya şahıslar devletin organı olmamalarına rağmen devlet tarafından desteklenmeleri ya da yönlendirilmeleri halinde gayri resmî devlet görevlisi haline gelebileceği görülür. Bu nedenle devlet planladığı, yönlendirdiği ya da destek verdiği kişi veya gruplarca gerçekleştirilen terörist saldırılardan bu saldırıları tıpkı kendi organları işlemiş gibi sorumlu olacaktır. 442 Görüldüğü gibi saldırganların devletin bir organı gibi hareket ettiğini gösteren açık deliller olması halinde terörist eylemin devlete isnat edilmesinde herhangi bir sorun yoktur. 443 Buna karşılık aslî sorumluluk bazı sınırlandırmalar içermektedir. Devletin uluslararası yükümlülüğünü ihlâl etmesi terörist saldırının gerçekleşmesini mümkün kılmış olsa bile kontrolü altında bulundurmadığı şahıs veya örgütler tarafından gerçekleştirilen saldırı nedeniyle söz konusu devlet doğrudan sorumlu tutulamayacaktır. 444 Bu durumda devletin sorumluluğu dolaylı sorumluluk kapsamında gündeme gelecektir. 440 Par. 86. Par. 292. 442 BROWN, s. 9. Doktrinde devletin eylemde bulunmak üzere başka bir devletin ülkesine gönderdiği terörist grupların söz konusu devletin de facto organı haline geldiği de ileri sürülmektedir. Bkz. ZANARDI, “Indirect Military Aggression, in The Current Legal Regulation of the Use of Force”, Ed. by. A. Cassese, 1986, s. 112’den aktaran TURNDORF, s. 219. 443 CONDORELLI, L.: “The Imputability to States of Acts of International Terrorism”, I. Y. H. R. , Vol. 19, 1989, s. 233, 234’den aktaran DINSTEIN, s. 182. 444 BROWN, s. 9. 441 (b). Dolaylı Sorumluluk Devletin terörist eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu, görevlileri veya organları vasıtasıyla terörist eylemlerde bulunması ya da örgütlediği, teçhiz ettiği veya kontrolü altında bulundurduğu özel şahısların ve grupların gerçekleştirdiği eylemlerle sınırlı değildir. Devletin silah, patlayıcı, istihbarat, teçhizat, para, iletişim ulaşım ve güvenli yer konularında yardımcı olmak suretiyle terörist eylemlere destek vermesi, ülkesinin teröristler tarafından gerçekleştirilen saldırılar için üs olarak kullanılmasına izin vermek suretiyle terörist örgütlere müsamaha göstermesi, saldırının gerçekleşeceğini bilmesine rağmen saldırıyı önlemek için gerekli önlemleri almaması, teröristlerin amaçları, hedefleri ve yöntemleri hakkında sahip olduğu bilgileri diğer devletlere aktarmaması ve failleri cezalandırmakta başarısız olması dolaylı sorumluluk kapsamında ele alınmakta ve devletin sorumluluğuna neden olmaktadır. 445 Korfu Boğazı Davası dolaylı sorumluluk hususunda oldukça açık hükümler içermektedir. Uluslararası Adalet Divanı, İngiltere’nin Arnavutluk gemilerinin mayınları döşediği veya Arnavutluk’un başka bir devletle birlikte söz konusu eyleme karıştığını kanıtlayamamasını gerekçe göstererek Arnavutluk’un denizin mayınlanmasından dolayı doğrudan sorumlu tutulmasını kabul etmemiştir. Bununla birlikte Divan, Arnavutluk’un mayınların varlığını bilmek zorunda olduğunu kabul etmiş ve bunu Arnavutluk’un Korfu Boğazı’nın kendi tarafı üzerinde yoğun koruma önlemleri uyguladığına daha önceden de kendi rızası olmaksızın İngiliz savaş gemilerinin Korfu Boğazı’ndan geçmemesini istediğine ve olaydan beş ay önce Arnavutluk kuvvetlerinin boğazdan geçen iki İngiliz savaş gemisine ateş açtıklarına dikkat çekerek Arnavutluk’un bilgisi olmaksızın bölgenin mayınlanamayacağına karar vermiştir. Arnavutluk yönetiminin İngiliz gemilerinin varlığını protesto etmekle beraber mayınların varlığından hiç bahsetmediğine, mayınların varlığını bilmesine ve geçen gemileri tehlike hakkında uyarmak zorunda olmasına rağmen herhangi bir teşebbüste bulunmadığına dikkat çeken Divan, mayınların verdiği zararlar nedeniyle Arnavutluk’un sorumluluğunun doğduğuna hükmetmiştir. 445 SCHEIDEMAN, s. 263, BAKER, Mark B., s. 38. Brown, devletin aynı zamanda terörist faaliyetlere desteğinin finans ve eğitim desteği ile sınırlı olması halinde de terörist faaliyetlerden dolayı sorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadır. Bkz. BROWN, s. 15. Korfu Boğazı Davası kararı terörizm bağlamında ele alındığında, diğer bir devlete yönelik terörist saldırıyı bilmesine ve saldırıyı önleyebilecek durumda olmasına rağmen engellemekte ihmal gösteren ve uyarıda bulunmayan devletin söz konusu devlete karşı sorumlu olacağı sonucu çıkmaktadır. 446 Devlet, bu tür zarar verici eylemleri önlemek ve faillerini cezalandırmakla yükümlüdür. Örneğin, 11 Eylül saldırıları sonrasında Taliban yönetiminin El Kaide Örgütüne barınma ve eğitim imkânı sağladığı ve ülke topraklarını uluslararası terörist eylemler için bir üs olarak kullanmasına izin verdiği belirtilerek Taliban yönetiminin söz konusu saldırılar nedeniyle dolaylı sorumluluğunun doğduğu ileri sürülmüştür. Bu açıdan bakıldığında 11 Eylül saldırıları dolaylı sorumluluk kavramının uluslararası hukuk teorisindeki oluşum sürecinin devam ettiğini ve teröre karşı savaş devam ettiği sürece de öneminin artacağını göstermektedir. 447 Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların gerçekleştirdiği eylemlere veya ülkesinde terörist faaliyetlerde bulunmasına izin vermesi halinde gerçekleştirilen eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu açıktır. Buna karşılık ülkesinde bulunan terörist grupların faaliyetlerine engel olamaması durumunda devletin söz konusu grupların eylemleri nedeniyle sorumluluğunun doğup doğmadığı gündeme gelmektedir. Uluslararası alanda devletlerin pek çoğunun ülke topraklarını kontrol etmesine karşılık bazı devletlerin, bu konuda başarılı olamadıkları görülmektedir. Ülke topraklarını kontrol edemeyen bu tür devletler teröristler için ideal barınma yerleridir. Burada devletin neden olduğu tehdit aktif bir davranıştan ziyâde pasif davranış üzerine temellendirilmektedir. Devletin, ülkesi içinde üslenen ve başka bir devlete karşı terörist faaliyetlerde bulunan grupları kontrol altına almak hususunda yetersiz kalması ve saldırı sürecinin hâlen devam ediyor olması halinde mağdur devletin gereklilik ve orantılılık şartlarına uygun olarak muhtemel yeni saldırıları önlemek için terörist gruba karşı sınırlı kuvvet kullanımında bulunabileceği ileri sürülmüştür. Örneğin Turner’a göre, devletin teröristleri desteklememekle birlikte ülkesinin teröristler tarafından kullanılmasını önlemek ve bu tür eylemleri sona erdirmek için gerekli önlemleri alma imkânından mahrum olması halinde mağdur devletin terörist tehdidi etkisiz kılmak amacıyla söz konusu devletin 446 447 BROWN, s. 15. BROWN, s. 15. ülkesine girme hakkı olmalıdır. Yazar barışçı çözüm yollarının devletin çıkarlarını korumak için yeterli olmaması durumunda bunun son çare ve meşru bir hak olduğunu ifade etmektedir. 448 Ülkesinde devam ettirilen terörist faaliyetleri önlemeyen veya bu konuda yetersiz olan devlete karşı kuvvet kullanılmasını meşrulaştırmak oldukça zordur. Schachter’in de belirttiği gibi teröristlerin devletin ülkesindeki varlığı söz konusu devletin teröristlerin gerçekleştirdiği saldırılara karıştığı ya da saldırıların devlete isnat edilebileceği anlamına gelmemektedir. 449 Ülkesi içinde bulunan ve başka bir devlete karşı terörist faaliyetlerde bulunan grupları kontrol altına alamayan ve bu bağlamda ülkesinin terörist amaçlarla kullanılmasını önlemekte yetersiz kalan devletin sorumluluğunun doğmadığı ve bu devlete karşı kuvvet kullanılmaması gerektiği hususunda genel bir kanaat oluşmuştur.450 Güvenlik Konseyinin veya bölgesel bir örgütün teröristleri himaye eden veya ülkesinin terörist amaçlarla kullanılmasını önlemekte yetersiz kalan devlete karşı kuvvet kullanılmasına dair yetkilendirmede bulunmadığı ve devletin diğer bir devlete karşı meşru müdafaa hakkını doğuran silahlı saldırı sürecine yönelik doğrudan katılmasının söz konusu olmadığı durumlarda bahsedilen devlete karşı kuvvet kullanmanın BM Andlaşması’na göre mümkün olmadığı görülmektedir. 451 448 Bkz. TURNER, 1999, s. 89. Meşru müdafaa hakkını geniş yorumlayan yaklaşım ele alınırken de belirtildiği üzere İsrail Lübnan’dan kaynaklanan ve terörist saldırı olarak nitelendirdiği eylemler karşısında Lübnan yönetiminin ülke genelinde kontrole sahip olmadığını ileri sürerek Lübnan topraklarını işgal etmiştir. Söz konusu işgal uluslararası toplumda büyük bir tepkiye neden olmakla beraber İsrail’e yönelik saldırıları gerçekleştiren grupların Lübnan’dan ayrılmalarına neden olmuştur. İsrail sonradan kendi sınırlarına çekilmekle beraber, Lübnan ile arasındaki sınır bölgesinde dokuz mil genişliğinde bir savunma bölgesi oluşturmuştur. Bkz. REISMAN, W. Michael: “Internatonal Responses to Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol., 22, 1999, s. 52. 449 Alman Red Army Front Örgütünü örnek vererek, bu Örgütün İtalya’da Amerikan hedeflerine karşı gerçekleştirdiği terörist saldırılar nedeniyle İtalya veya ABD’nin Almanya’nın açık bir izni olmaksızın şüpheli teröristleri ele geçirmek veya öldürmek için Almanya’da üslenen örgüte karşı saldırma hakkına sahip olup olmadığını gündeme getiren Schachter, 51. maddede yer alan silahlı saldırı kavramının kaynağı ne olursa olsun her tür saldırıya karşı uygulanabileceğini ileri sürmenin uygun bir yaklaşım olmadığını ifade etmektedir. Bkz. SCHACHTER, 1991, s. 164-165. 450 TRAVALIO, s. 152; STAHN, 2002, s. 31. 451 PAUST, Jordan J.: “Use of Armed Force Against Terrorists in Afghanistan, Iraq, and Beyond”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 540. bbb. Yargı Kararlarında Terörist Eylem Nedeniyle Devletlerin Sorumluluğunun Doğması Hakkında Belirlenen Ölçütler Devlet dışı aktörlerin gerçekleştirdiği eylemlerin bir devlete isnat edilip edilemeyeceği konusu çeşitli yargı kararlarına da konu olmuştur. Örneğin Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua Davası’nda ABD’nin, Sandinista yönetimine ve sivillere karşı saldırılar düzenleyen Kontralara silah temin ettiği, finansal ve lojistik destek sağladığını tespit etmiş ancak ABD’nin bu eylemlerinin saldırı niteliğinde olmadığını belirterek ABD’nin Kontralar veya Kontraların gerçekleştirdiği eylemler üzerinde etkili bir denetime sahip olması halinde hukukî sorumluluğunun doğacağına karar vermiştir. Bununla birlikte etkili denetim ölçütünün sınırlarının ne olduğuna dair bir belirlemede de bulunmamıştır. Bu konu yakın zamanda Bosna’daki Sırp silahlı kuvvetlerinin Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin kontrolünde olup olmadığı sorusu ile birlikte Tadic Davası’nda tekrar gündeme gelmiştir. Diğer taraftan Uluslararası Adalet Divanı Tahran’daki Rehineler Davası’nda, İranlı yetkililerin eylemi onaylamaları, eylemcilerin İran yönetiminin kontrolü altında olduğu ve yönetimin talimatlarına uyacağının ortaya çıkmasıyla birlikte eylemin İran’a isnat edilebileceğine karar vermiştir. Söz konusu kararlara göre devlet ülkesi kaynaklı bütün eylemlerden dolayı sorumlu kabul edilemeyecektir. Özel şahısların veya grupların başka bir devletin ülkesinde gerçekleştirdiği eylemler bazı hallerde devletin sorumluluğuna neden olmaktadır. Örneğin devletin bu eylemleri gerçekleştirmek üzere saldırganları söz konusu devlet ülkesine göndermiş olması, devletin saldırganlar üzerinde denetime sahip olması veya devletin saldırganların gerçekleştirdiği eylemleri onaylaması halinde devletin sorumluluğu doğar ve saldırı devlete isnat edilebilir. Söz konusu kriterlerin her somut olayda uygulanması gerekmektedir. (a). Nikaragua Davası ve Etkili Denetim Ölçütü Nikaragua, ABD’nin Nikaragua Yönetimine karşı haksız bir şekilde kuvvet kullandığı ve Sandinista yönetimine karşı mücadele veren muhalif Kontralara destek vermek suretiyle Nikaragua’nın iç işlerine karıştığı iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanına başvurmuştur. Nikaragua’nın iddiasına rağmen Divan Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki 27 Haziran 1986 tarihli kararında iki ayrı müdahaleyi ele almıştır: 452 Nikaragua’da iktidardaki Sandinista yönetiminin El Salvador’daki mevcut yönetimi devirmek için mücadele eden ve ideolojik yakınlık içinde bulunduğu isyancılara silah yardımında bulunduğu ve lojistik destek sağladığı hususu ve ABD’nin meşru Sandinista yönetimini devirmeye çalışan Kontraları destekleyerek Nikaragua’ya müdahalede bulunması. 453 Silahlı saldırı kavramının devletin diğer bir devlet ülkesine silahlı çeteler göndermesini kapsadığını belirten Divan, söz konusu gruplara yapılan silah yardımının veya verilen lojistik desteğin hukuka aykırı bir müdahale olmakla beraber silahlı bir saldırı oluşturmadığına karar vermiştir. 454 ABD, Kontraların örgütlenmesine, eğitilmesine, teçhiz edilmesine yardımcı olmuş ve Kontraları yönlendirerek bazı operasyonların planlanmasında rol oynamıştır. Ancak Divan Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilebilmesi için gerekli sınırı oldukça yüksek tutmuş, ABD’nin Kontralar üzerinde etkili denetime sahip olmadığı ve Kontraların ABD’nin de facto organı haline gelmediği kararını vermiştir. Divan, Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilmesini gerektirecek ölçüde ABD’ye bağımlı olmadıkları gerekçesiyle ABD açısından dolaylı bir saldırının gerçekleşmediğine hükmetmiştir. 455 Divan Kontraların ABD’nin desteği ve maddî yardımları olmaksızın varlığını devam ettiremeyeceğini gösteren delillere rağmen bu kararı 452 Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua( Nicaragua v. United States of America), Judgment, I.C.J. Reports 1986. 453 Sandinista yönetiminden önce iktidarda olan Somoza yönetiminin ulusal muhafızlarını esas alarak Kontraları oluşturan ABD, 1981-1984 yılları arasında bunları örgütlemiş, silahlandırmış, finanse etmiş, eğitmiş ve Sandinista yönetimini devirmek için yönlendirmiştir. 1984’den sonra ABD Kontralara verdiği desteği azaltmış ve tıbbî yardım ve giyecek gibi insanî yardımda bulunmuştur. Bkz. BAŞEREN, 2003, s. 145-146. 454 Par. 195. Karara muhalif kalan Hakim Schwebel (ABD) ve Jennings (İngiltere) Divanın bu hükmünü eleştirerek Saldırının Tanımı Kararı’nda yer alan silahlı çetelerin faaliyetlerine “önemli ölçüde karışılması” ifadesinin silahlı çetelere yönelik finansal ve lojistik destek sağlanmasını da kapsadığı görüşünü ileri sürmüştür. Bununla birlikte Gray, kararın alınması sürecinin bu görüşü doğrulamadığını belirtmektedir. Bkz. GRAY, s. 97. 455 Divan, ABD’nin Kontralar üzerinde sahip olduğu kontrolün derecesinin Kontraların ABD’nin kendi organları ile eşit sayılacağı veya Kontraların ABD yönetimi adına hareket ettiği görüşünü haklı kılmadığına karar vermiştir. (Par. 61-63). vermiştir. Divan her iki durumda da bir devlet tarafından desteklenen kişilerin eylemlerinin söz konusu devlete isnat edilmesine karar verilmesi hususunda devlet, bu kişiler devletin görevlileri olmadıkça veya bunlar üzerinde etkili bir denetime sahip olmadığı sürece isteksiz görünmüştür. 456 Diğer taraftan, Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancı FMLN (Farabundo Marti de Liberacion Nacional) Örgütüne verdiği desteğin ABD’nin Nikaragua karasularını mayınlamasını ve Nikaragua’ya karşı diğer askerî eylemlerde bulunmasını meşru kıldığı iddiasıyla ilgili olarak Divan, Nikaragua açısından da dolaylı saldırganlığın gerçekleşmediğine hükmetmiştir. Divan, devletin diğer bir devlet ülkesine silahlı çeteler göndermesinin silahlı bir saldırı oluşturmaya yeteceğini ancak bu çetelere silah yardımında bulunulması veya destek sağlanmasının silahlı bir saldırı olarak kabul edilemeyeceğini belirterek sırf bu nedenle ABD’nin Nikaragua’ya karşı kuvvet kullanmasını haklı kılmayacağına karar vermiştir. 457 Dolayısıyla ABD’nin iddia ettiği gibi ortak meşru müdafaa hakkı doğmamıştır. Karar değerlendirildiğinde Divanın diğer bir devletin ülkesinde faaliyette bulunan silahlı çetelerin örgütlenmesine karışan devletin verdiği desteğin ölçeği ve etkisi itibarıyla silahlı saldırı boyutuna ulaşabileceği imasında bulunduğunu görülmektedir. Buna göre devletin isyancılara yönelik desteğinin diğer bir devlete karşı silahlı saldırı boyutuna ulaşıp ulaşmadığı devletin isyancılar üzerinde uyguladığı denetimin derecesine ve gerçekleşen askerî faaliyetlerin neden olduğu zarara göre belirlenecektir. 458 Devlet dışı aktörlerin eylemleri ancak devletin bu kişiler üzerinde etkili bir denetim uygulaması durumunda söz konusu devletin sorumluluğuna neden olacaktır. Dolayısıyla teröristlere yönelik her türlü desteğin, yardım eden devleti teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırının suç ortağı yapmadığı söylenebilir. Divan, Nikaragua’nın ABD’nin Kontralara finans ve eğitim alanında yardımda bulunması ve lojistik destek sağlamasının Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye isnat edilebilir olduğu iddiasını kabul etmemiştir. Divana göre, devletin teröristlere silah temini veya başka bir şekilde yardımda bulunması 456 TRAVALIO & ALTENBURG, s. 103; SCHEIDEMAN, s. 266. Par. 126-127. 458 FIDLER, s. 68. 457 hukukî olmayan bir kuvvet kullanımı olarak değerlendirilebilecekse de diğer devlete karşı mutlak surette bir silahlı saldırı oluşturduğu söylenemeyecektir. Divan terörist grupların eylemlerinin destekleyen devlete isnat edilebilmesi için devletin terörist grup üzerinde etkili bir denetime sahip olduğunun kanıtlanması gerektiğine karar vermiştir. 459 (b). Tadic Davası ve Bütünsel Denetim Ölçütü 11 Eylül saldırıları öncesinde devletin sorumluluğunun sınırı ile ilgili tartışmalar özel şahısların eylemlerinin devlete isnat edilebilmesi için devletin bu eylemler üzerindeki denetimin hangi derecede olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştı. Burada klasik ifadesiyle devletin hukuka aykırı fiili gerçekleştiren şahıslar veya gruplar üzerinde etkili denetime sahip olması öngörülmekteydi. 460 Bosna-Hersek’te yaşanan soykırımla ilgili olarak Eski Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesinde görülen Tadic Davası bu konuda oldukça önemli bir açılım sağlamıştır. Mahkeme, Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin gerçekleştirdiği eylemlerin Sırbistan’a isnat edilebileceğini çünkü Sırbistan’ın söz konusu askerî birlikler üzerinde bütünsel denetime sahip olduğuna karar vermiştir. Söz konusu uyuşmazlığa bakıldığında sorunun öncelikle Bosna-Hersek’te devam eden silahlı çatışmaların uluslararası nitelikte olup olmadığı üzerinde odaklandığı görülmektedir. Bağımsız bir devlet olana kadar Bosna Hersek’te devam eden uyuşmazlık Yugoslavya’nın bir parçası olması münasebetiyle uluslararası olmayan bir iç uyuşmazlık niteliği taşımıştır. Bosna Hersek’in bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması ve uluslararası alanda kabul görmesiyle birlikte uyuşmazlık artık uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Eski Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargılama Dairesi, verdiği kararda Eski Yugoslavya’daki çatışmanın, Yugoslav Halk Ordusunun çekildiği 19 Mayıs 1992’ye kadar uluslararası nitelikte olduğu ancak Yugoslavya’nın Bosna Hersek’ten askerî birliklerini çekmesiyle birlikte uluslararası niteliğini kaybederek tekrar uluslararası olmayan bir uyuşmazlık niteliği kazandığı hükmüne yer vermiştir. 459 Divan ABD’nin hukukî sorumluluğunun ortaya çıkması için Nikaragua’nın ABD’nin Kontraların gerçekleştirdiği operasyonlar üzerinde etkili denetime sahip olmasını kanıtlamak zorunda olduğunu belirtmiştir. (Par. 63-65). 460 JINKS, 2003, (a), s. 88. Yugoslavya’nın Bosna Sırp Ordusu’na yardımda bulunması ve malî destek sağlamasının söz konusu kuvvetlerin gerçekleştirdiği eylemlerin Yugoslavya’ya isnat edilebilmesi için yeterli olmadığını vurgulayan Yargılama Dairesi, bu sonuca varırken Uluslararası Adalet Divanının Nikaragua Davası’nda kabul ettiği etkili denetim testini uygulamıştır. Yargılama Dairesi’ne göre asıl önemli olan Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin Yugoslavya’nın de facto organı veya ajanları olduğunun kanıtlanmasıdır ve bu da kanıtlanamamıştır. 461 Eski Yugoslavya hakkında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Temyiz Dairesi ise, Yargılama Dairesinin verdiği kararı bozarak bütünsel denetim ölçütünü benimsemiştir. Mahkeme, Yargılama Dairesinin Nikaragua Davası’nda uygulanan etkili denetim ölçütünü hatalı bir şekilde uyguladığına karar vererek özel silahlı grupların gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlerin devletin sorumluluğuna neden olabilmesi için devletin söz konusu grup üzerinde bütünsel denetime sahip olmasının yeterli olduğuna hükmetmiştir. 462 Temyiz Dairesi, devletin ülkesinde gerçekleşen bir iç çatışmanın iki durumda uluslararası nitelik kazanacağına karar vermiştir; devletin kendi kuvvetleriyle birlikte doğrudan uyuşmazlığa müdahil olması veya yerel kuvvetlerin başka bir devlet adına ya da o devletin kontrolü altında hareket etmesi halinde uyuşmazlık uluslararası bir nitelik kazanacaktır. 463 Temyiz Dairesi, bu ikinci durumda uluslararası nitelikte olmayan 461 Mahkeme başkanı Hakim McDonald, karara muhalif kalarak söz konusu şahısların devletin de facto organı olup olmadıklarının belirlenmesinde etkili denetim ölçütünün yüksek bir standart olduğunu belirterek bağlı olma ve kontrol ölçütünün uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. McDonald, ayrıca Yugoslav askerî birliklerinin Mayıs 1992’de çekilmesine rağmen çekilme işleminin tamamıyla kurgusal olduğunu, Belgrat’ın Bosna’daki Sırp kuvvetleri üzerinde etkili denetimini devam ettirdiğini ve söz konusu kuvvetlerin Yugoslav askerî sisteminin bir parçası olarak hareket ettiğini ileri sürmüştür. Prosecutor v. Tadic, Judgment, ICTY Case No.IT-94-1-T, Trial Chamber, Prosecutor v. Dusko Tadic, Opinion and Judgement, http://www.un.org/icty/tadic/trialc2/judgement-e/tad-tj970507e.htm (10. 11. 2003). Townsed, Yargılama Dairesinin verdiği kararın Devletin Sorumluluğu Tasarısı’nın 8. maddesini esas almış gibi gözükmesine karşın, Dairenin etkili denetim testini daha katı bir şekilde uygulayarak yeni bir standart geliştirdiğini ve bu nedenle verilen kararın söz konusu hükmün öngördüğünden farklı bir yöne kaydığını ileri sürmüştür. Bkz. TOWNSED, Gregory: “State Responsibility for Acts of De Facto Agents”, Ariz. J. Int’l & Comp. L., Vol. 14, 1997, s. 641. Söz konusu maddenin metni, “Bir şahıs ya da şahıslar topluluğunun davranışı, bu şahıs ya da şahıslar topluluğunun söz konusu davranışı bir devletin emirlerine göre veya o devletin yönetim veya kontrolü altında gerçekleştirmesi durumunda uluslararası hukuka göre o devletin eylemi olarak kabul edilir” şeklindedir. 462 Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999 http://www.un.org/icty/tadic/appeal/judgement/tad-aj990715e.htm (10. 11. 2003). 463 Par. 84. silahlı uyuşmazlığın uluslararası nitelik kazanıp kazanmadığını belirlemek başvurulacak uygun testle ilgili olarak bütünsel denetim testini benimsemiştir. için 464 Etkili denetim testi ile büyük ölçüde benzerlik gösteren bütünsel denetim testine göre, uyuşmazlığa müdahil olan devletin kendi adına davranan askerî veya paramiliter gruplar üzerinde sahip olduğu kontrol, söz konusu grupları finanse etme, eğitme ve donatmanın yanı sıra, eylemlerini örgütleme, eşgüdümleme ya da planlama derecesine ulaştığında olduğunda bütünsel denetim gerçekleşmiştir. 465 Bu durumda, devlet tarafından örgütlenen askerî veya paramiliter grupların üyelerince gerçekleştirilen eylemler, devletin bu eylemlerin gerçekleştirilmesine ilişkin herhangi bir spesifik emir verip vermediğine bakılmaksızın devletin eylemleri şeklinde kabul edilebilir. Temyiz Dairesi, devletin gerçekleştirilen bireysel her eylem üzerinde spesifik emirler vermesini ya da saldırılacak hedefleri seçmesini aramamıştır. 466 Temyiz Dairesi, devletin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek askerî operasyonların planlanmasına ve denetlenmesine katılması halinde bütünsel denetimin söz konusu olduğu ve çatışmaların artık uluslararası nitelik kazandığına hükmetmiştir. 467 Bütünsel denetim testini önündeki davaya uygulayan Temyiz Dairesi, 19 Mayıs 1992’den sonra, Bosna’daki Sırp kuvvetlerinin Yugoslavya’nın bütünsel denetimi altında olduğuna ve Yugoslavya adına davrandığını tespit ederek, Bosna’da Bosnalı Sırplar ile Bosna Hersek merkezî otoriteleri arasındaki silahlı çatışmanın uluslararası silahlı çatışma olduğu sonucuna varmıştır. 468 Temyiz Dairesi, Bosna’da çatışan Bosnalı Sırpların, 464 Jinks, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kontraların ABD’nin de facto görevlisi olmadığına karar verirken kullandığı katı formülasyonunun Tadic Davası ile bir dereceye kadar yumuşatıldığını ifade etmektedir. Bkz. JINKS, 2003, (a), s. 89. 465 Her ne kadar bütünsel denetim ölçütü, etkili denetim ölçütüne göre özel şahısların gerçekleştirdiği eylemlerin devlete isnat edilebilmesi için daha düşük bir standart öngörse de her iki ölçütte devletlerin özel şahıslar üzerinde bu kişilere yönelik basit bir destek, teşvik veya eylemlerine göz yummanın ötesinde bir kontrole sahip olmasını aramaktadır. 466 Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999 Par. 137. 467 Tadic Appeal, (1995), Par. 145. 468 Par. 162. ALPKAYA, Gökçen: Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002, s. 117-119. mağdurlar gibi Bosna Hersek vatandaşı olmalarına rağmen, Yugoslavya’nın de facto organları olarak hareket ettiklerini ifade etmiştir. 469 (c). Tahran’daki Rehineler Davası ve Onaylama Ölçütü Haksız fiili gerçekleştirenlerle devlet arasında resmî bir ilişki bulunmamasına rağmen devletin zımnen de olsa gerçekleştirilen eylemi uygun bulması veya onaylaması durumunda devletin sorumluluğu gündeme gelmektedir. Devlet dışı aktörlerin gerçekleştirdiği eylemlerin devletin onaylaması sonucu onaylayan devlete isnat edilip edilemeyeceği Uluslararası Adalet Divanının Tahran’daki Rehineler Davası’nda verdiği kararda ele alınmıştır. 470 Divan söz konusu davada Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliğinin herhangi bir resmî sıfatı olmayan ve kendisini “İmam Siyasasının Müslüman Takipçileri” olarak tanımlayan bir grup öğrenci tarafından işgal edilmesi ve elçilik personelinin rehin alınmasının İran’a isnat edilip edilemeyeceği sorununu ele almıştır. İran’ın yabancı misyon temsilciliklerine yönelik her türlü saldırı, işgal ve zorla girme eylemini önleme görevini yerine getirmemesine rağmen eylemin İran’a isnat edilebilmesi için saldırganların İran yönetiminin birer ajanı veya organı olarak saldırıyı gerçekleştirmeleri gerekmekteydi. Ancak mevcut olayda bu tür bir ilişkiyi kanıtlayacak bir delil bulunamamıştır. Divan olayları öğrencilerin elçilik binasını işgal etmesi ve işgalden sonrası şeklinde ikiye ayırarak ele almıştır; Divan, İran’ın dinî lideri Ayetullah Humeyni’nin İranlı öğrencilere ABD ve İsrail’e karşı saldırı düzenlemeleri çağrısında bulunmasına rağmen eylemin İran Devleti adına gerçekleştirilmediğini belirterek eylemin bu aşamada İran’a isnat edilebilir olmadığına hükmetmiştir. Divan, ikinci aşamada yani elçilik binasının işgal edilmesinden 469 Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999, Par. 167. http://www.un.org/ icty/tadic/appeal/judgement/tad-aj990715e.htm (10. 11. 2003). 470 United States Diplomatic and Consular Staff in Tehran (Iran v. U. S.), I.C.J. Reports 1980 (May 24) s. 3. İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi ve Şah’ın ülke dışına kaçmasından kısa bir süre sonra 4 Kasım 1979 tarihinde İranlı öğrenciler Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliğini işgal etmiş ve elçilik personelini 444 gün boyunca rehin tutmuştur. Öğrenciler, eyleme son vermek için ABD’nin tedavi amacıyla ülkesine girme izni verdiği devrik Şah’ın ve sahip olduğu servetin İran’a iadesini talep etmiştir. ABD konuyu hem Güvenlik Konseyine hem Uluslararası Adalet Divanı’na götürmüş ancak İran Güvenlik Konseyinin rehinelerin serbest bırakılması çağrısına uymadığı gibi Divanın yargılama yetkisini de kabul etmemiştir. Diplomatik çabaların başarısız kalması üzerine ABD’nin rehineleri kurtarmak için gerçekleştirdiği operasyon başarısız olmuştur. Bkz. INTOCCIA, s. 208, dn. 245. sonra Humeyni ve İran Dışişleri Bakanının saldırıyı onaylaması ve hatta Humeyni’nin devrik Şah yargılanmak üzere İran’a iade edilene ve sahip olduğu malvarlığı İran’a teslim edilene kadar elçilik personelinin tutuklu kalacağını açıklaması ile birlikte İran’ın sorumluluğunun doğduğuna ve eylemin İran’a isnat edilebileceğine karar vermiştir.471 Devletle bu kişiler arasında resmî bir ilişki olmamakla beraber zımnî de olsa devletin rızasının varlığına ilişkin bir kanıt olması zorunludur. Söz konusu olayda İranlı yetkililerin yaptığı açıklamalar devletin rızasını göstermiştir. Divan başlangıçta öğrenciler tarafından gerçekleştirilen eylemin, İranlı yetkililerin eylemi onaylamaları ve eylemcilerin İran yönetiminin kontrolü altında olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte Hükümete isnat edilebileceğine hükmetmiştir. Divanın bu kararı doktrinde de destek bulmuş, devletin özel şahısların veya grupların gerçekleştirdiği eylemleri onaylaması veya eylemlerin gerçekleştirilmesine izin vermesi halinde sorumluluğunun doğacağı ifade edilmiştir. 472 cc. Terörist Eylemlerin Devlete İsnat Edilmesi Devletin terörist eylemler nedeniyle her ne şekilde olursa olsun sorumluluğunun doğmuş olması eylemin devlete isnat edilebilmesine ve meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılmasına imkân vermemektedir. Devletin terörist örgütün gerçekleştirdiği silahlı saldırı nedeniyle dolaylı sorumluluk hariç aslî sorumluluğunun doğmuş olması, terörist örgüt üzerinde etkili veya bütünsel denetime sahip olması ya da gerçekleştirilen terörist saldırıyı onaylayarak gerçekleştirilmesine rıza göstermesi halinde saldırının devlete isnat edilebileceği ve failin kim olup olmadığına bakılmaksızın devletin zarar verici eylemi gerçekleştirmiş sayılabileceği söylenebilir. Doktrinde de destek bulan bu yaklaşıma göre 473, devletin organları veya görevlilerinin terörist bir eylemde bulunması, terörist grubun devletin kontrolü ve idaresi altında olması, devletin terörist eylemi onaylaması ya da 471 Par. 32-34. Divan, elçilik binasının işgali ve personelin de rehin olarak tutulmaya devam edilmesinin eylemin artık İran’ın bir eylemi kabul edileceğine karar vermiştir. Yoksa doğrudan eylemin başlangıç anından itibaren eylemin İran’a isnat edilebileceğine karar vermemiştir. Karar hakkında yapılmış bir değerlendirme için bkz. TOWNSEND, s. 644-648. 472 BROWN, s. 10; O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. ( 22. 04. 2004). 473 Stahn terörist eylemlere karışan devletlere karşı kuvvet kullanımına başvurmadan önce geleneksel etkili ve bütünsel denetim ölçütlerinin uygulanarak bir sonuca ulaşılmasını tercih etmektedir. Bkz. STAHN, 2002, s. 31. devletle terörist örgüt arasındaki ilişkinin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek terörist grupların eğitilmesi, örgütlenmesi, eylemlerin planlanması ve denetlenmesi boyutuna ulaşması halinde eylem devlete isnat edilebilecektir. Terörist saldırılar nedeniyle bir devletin ülkesine karşı kuvvet kullanabilmek için kuvvet kullanımına başvuran tarafın terörist eylemlerin söz konusu devlete isnat edilebileceğine dair açık ve inandırıcı delillere sahip olması gerekmektedir. 474 Diğer taraftan devletin teröristlerin gerçekleştirdiği saldırı nedeniyle dolaylı sorumluluğunun söz konusu olduğu hallerde ise saldırı devlete isnat edilemeyecek ve mağdur devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanması söz konusu olmayacaktır. 475 Bu durumda mağdur devletin başvuracağı yollar silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında başvurulması söz konusu olan yollarla sınırlıdır. Terörist eylemin terörist saldırının etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı boyutuna ulaşması ve saldırının devlete isnat edilebilmesi halinde mağdur devletin doğal meşru müdafaa hakkının diğer şartlarına da uymak kaydıyla söz konusu hakka dayanarak stratejik hedeflere karşı kuvvet kullanması mümkün olabilecektir. B. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanmanın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları Bakımından Değerlendirilmesi Meşru müdafaa hakkı andlaşmalar hukukunun yanı sıra uluslararası örf ve âdet hukukunda da düzenlenmiştir. Bu konudaki örf ve âdet hukuku kuralları büyük ölçüde Caroline olayı ile şekillenmiştir. 476 Meşru müdafaa hakkının kullanılmasıyla ilgili olarak 474 O’CONNELL, 2002, (b), s. 30. TRAVALIO & ALTENBURG, s. 102; SCHEIDEMAN, s. 251; BROWN, s. 25. 476 1837 yılında Kanada’da William Lyon Mackenzie önderliğinde İngiliz egemenliğine karşı bağımsızlık yanlısı bir isyan çıkmış ancak isyancılar daha sonradan ABD topraklarına sığınmak durumunda kalmıştır. İsyancıların lideri Mackenzie Amerikalı gönüllülerden oluşturduğu birliklerle Kanada yakınlarında bulunan ve İngiltere’ye ait Navy Island’ı ele geçirerek bağımsızlık mücadelesini buradan devam ettirmiştir. İsyancıların ihtiyaçlarını karşılamak ve yeni gönüllüleri taşımak üzere Caroline isimli bir Amerikan gemisini kullanmaya başlamaları karşısında İngilizler ABD’den isyancılara yönelik silah, teçhizat ve gönüllü akışının kesilmesini talep etmiştir. Taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine İngilizler Amerika tarafındaki Schlosser Limanı’nda demirliyken Caroline’a saldırmış ve yakarak Niagara Şelalesinden aşağıya atmışlardır. Olayda iki Amerikan vatandaşı ölmüş bazıları da yaralanmıştır. İngilizler saldırının meşru müdafaa uygulaması niteliğinde olduğunu ileri sürerek olayla ilgili olduğu gerekçesiyle Amerika tarafından 475 Caroline olayında belirlenen gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları, zamanla söz konusu hakkın temel esaslarını belirleyen ölçüler olarak kabul edilmiş ve bu durum Nuremberg Mahkemesinde 477, Nikaragua Davası’nda 478 Uluslararası Adalet Divanının Nükleer Silahlarla İlgili Danışma Görüşü’nde de 479 teyit edilmiştir. Uluslararası örf ve âdet hukukunun düşüncesiz ve fevri şekilde kuvvet kullanılmasını önlemek için öngördüğü bu şartlar terörist eylemlere cevap mahiyetinde kuvvet kullanmayı zorlaştırabilecek bir nitelik taşımaktadır. Söz konusu şartların ihlâl edilmesi halinde meşru müdafaa uygulaması haksız hale gelerek uluslararası hukukta yasaklanan saldırı veya zararla karşılık fiiline dönüşebilecektir. Özellikle gereklilik ve orantılılık şartları meşru müdafaa hakkını uluslararası hukukta yasaklanmış zararla karşılıktan ayırmada önemli bir rol üstlenmektedir. Zira meşru müdafaa hakkı cezalandırıcı değil önleyici nitelikte olup, söz konusu hakkın amacı saldırgan eylemi önlemek ve devletin çıkarlarını korumaktır. 480 Dolayısıyla seçilen hedefler başta olmak üzere meşru müdafaa kapsamında alınan önlemler söz konusu amacı gerçekleştirmeyi hedefleyerek orantılı olmalı, ayrım gözetmeli ve silahlı saldırıdan sorumlu olanları hedef almalı ve bu tutuklanan ve yargılanan Alexander McLeod’un serbest bırakılmasını talep etmiş ve iki devlet arasında Caroline Doktrinin doğmasına neden olacak yaklaşık beş yıl süren diplomatik bir savaş başlamıştır. Bu süre zarfında ABD ve İngiliz makamları arasında gerçekleşen yazışmalar kapsamında ABD Dışişleri Bakanı Webster, İngiltere Büyükelçisi Fox’a gönderdiği 24 Nisan 1841 tarihli mektupta meşru müdafaa hakkına ilişkin bir takım ölçütler belirlemiştir. Gereklik, orantılılık ve aciliyet olarak isimlendirebilecek bu üç şart bugün meşru müdafaa hakkının sınırlarını belirlemekte ve meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanmasını düzenleyen bir örf ve âdet kuralı olarak kabul edilmektedir. Caroline olayı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. JENNINGS, R. Y. “The Caroline and McLeod Cases”, Am. J. Int’l L., Vol. 32, s. 82-99; ROGOFF, Martin A. & COLLINS, Edward: “The Caroline Incident and the Development of International Law”, Brook. J. Int’l L., Vol. 16, No. 3, 1990, s. 493-527. Doktrinde Caroline olayında belirlenen ölçütlerin aşırı derecede sınırlandırıcı olduğu ve günümüz silah teknolojisinin ulaştığı boyut karşısında uygulanmasının gerçekçi olmayacağına dair çeşitli yorumlar da yapılmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. OCCELLI, Maria Benvenuta: “ ‘Sinking’ the Caroline: Why the Caroline Doctrine's Restrictions on Self-Defense Should Not Be Regarded as Customary International Law”, San Diego Int’l L. J. 467, Vol. 4, 2003, s. 467-490; KEARLEY, Timothy: “Raising the Caroline”, Wis. Int’l L. J., Vol. 17, 1999, s. 325-346. 477 Nuremberg Kararının metni için bkz. Judicial Decisions Involving Questions of International LawInternational Military Tribunal (Nuremburg), Judgment and Sentences, Am. J. Int’l L., Vol. 41, 1947, s. 172-334. Kararın konuyla ilgili kısmı hakkında bkz. s. 205. 478 Par. 176. 479 Divan nükleer silah tehdidinin ve kullanılmasının meşruluğu hakkındaki 08. 07. 1996 tarihli danışma görüşünde gereklilik ve orantılılık şartının kuvvet kullanımında mutlak surette dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Advisory Opinion on the Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, 1996 I.C.J. 226, Par. 41. 480 GRAVELLE, James Francis: “The Falkland (Malvinas) Islands: An International Law Analysis of the Dispute Between Argentina and Great Britain”, Mil. L. Rev., Vol. 107, 1985, s. 56. durum açık ve inandırıcı delillerle kanıtlanmalıdır. Saldırılması planlanan hedefin uygun bir hedef olduğu ve tehdidin ciddiyeti kanıtlanmaksızın gerçekleştirilecek bir harekât meşruiyetten yoksun olacaktır. Nitekim geçmişte terörist örgütlere ve bunları destekleyen devletlere karşı gerçekleştirildiği iddia edilen pek çok askerî harekât gereklilik ve orantılılık şartlarını taşımadığı gerekçesiyle eleştiriye uğramıştır. Örneğin ABD’nin 1986 Libya, 1998 Sudan ve Afganistan saldırıları ile İsrail’in 1985 yılında Tunus saldırılarının gereklilik ve orantılılık şartlarını taşımadığı gerekçesiyle uluslararası hukuk tarafından yasaklanan birer zararla karşılık niteliğinde olduğu ve savunma amaçlı olmaktan çok cezalandırıcı amaçlar taşıdığı ileri sürülmüştür. 481 Bu nedenle kuvvet kullanımına başvuran mağdur devlet öngörülen şartlarının yerine geldiğini ikna edici nitelikte delillerle açık bir şekilde ortaya koymalıdır. a. Terörist Saldırılara Karşı Kuvvet Kullanmanın Gerekli Olması Gereklilik şartı meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirilen kuvvet kullanımının haklı bir meşru müdafaa uygulaması olup olmadığını belirlemede öncelikli şart olup silahlı saldırıya uğrayan devletin kuvvet kullanmaktan başka seçeneğinin olmamasını ifade eder. Bu nedenle söz konusu hakkı kullandığını iddia eden devlet vukuu muhakkak bir silahlı saldırı tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve barışçı bütün çözüm yollarını tükettiğini sağlam delillerle kanıtlamak zorundadır. 482 Gereklilik şartı barışçı çözüm yollarının uygulanabilir veya etkili olmadığı anlamına gelir. Kuvvet kullanımına başvurmadan önce barışçı çözüm yollarının tüketilmiş olması veya barışçı yollardan uyuşmazlığı çözmeye yönelik gayretlerin sonuç vermeyeceğinin açık olması gerekmektedir. BM Andlaşması da devletlerin kuvvet kullanımına başvurmadan önce uyuşmazlığın çözümü için barışçı yollara başvurmasını öngörmektedir. BM Andlaşması’nın 2/3. maddesinde “Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek 481 CAMPBELL, s. 1080, 1091, 1096. POLEBAUM, Beth M.: “National Self-Defense in International Law: An Emerging Standard for a Nuclear Age”, N. Y. U. L. Rev., Vol. 59, 1984, s. 187. 482 biçimde, barışçı yollarla çözerler” denilmektedir. Uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümünü öngören ve “Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teşkil veya anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri başka barış yollarıyla aramalıdırlar” hükmünün yer aldığı 33. maddenin uluslararası örf ve âdet hukukunun temel bir kuralı olduğu söylenebilir. 483 Ancak örf ve âdet hukuku taraflar arasında düşmanca ilişkilerin söz konusu olması gibi barışçı bir çözüme ulaşılmasının güç olduğu hallerde kuvvet kullanılmasını kabul etmektedir. 484 Kuvvet kullanma bu durumda artık son çaredir. Diğer taraftan teröristlerin üslendiği devletin ülkesinde devam eden terörist faaliyetlere dair bir bilgisi olmaması halinde mağdur devletin tek taraflı bir eylemde bulunmadan önce söz konusu devlete sınırları içinde gerçekleştirilen bu tür faaliyetleri önlemek için fırsat vermesi beklenir. 485 Destek sağlayan devlete karşı bu eyleminden vazgeçmesi ve teröristleri ülkesinden uzaklaştırması fırsatı verilmediği sürece bu devlete karşı kuvvet kullanılmamalıdır. Terörist eylemlerin hepsi hukuka aykırı olmakla beraber bu durum her terörist saldırının devletin ülkesi dışında kuvvet kullanmasını gerekli kıldığını göstermez. Kendisine yönelik terörist saldırılar gerçekleştirileceği bilgisine ulaşan bir devletin bu saldırıları planladığı iddia edilen devletin ülkesini bombalamasının yerine savunma amaçlı önlemler alması beklenir. Uluslararası Adalet Divanı, meşru müdafaa hakkına dayanılarak 483 BOYLE, s. 289. Dostça İlişkiler Bildirisi’nde de bu tür bir yükümlülük öngörülmüştür. Buna göre; “Her devlet, diğer devletlerle olan milletlerarası ihtilaflarını barışçı şekilde uluslararası barışın ve güvenliğin ve adaletin tehlikeye giremeyeceği şekilde halledecektir. Devletler buna göre, milletlerarası ihtilaflarının çabuk ve adil şekilde çözümüne görüşme, tahkik, arabuluculuk, uzlaştırma, tahkim, adli tavsiye, bölgesel teşkil ve kurumlara başvurma veya kendilerinin seçtikleri diğer barışçı araçlarla sağlamaya çalışacaklardır. Böyle bir hal şeklini araştırırken taraflar ihtilafın şartlarına ve niteliğine uygun olabilecek barışçı araçların üzerinde anlaşacaklardır. Bir ihtilafın tarafları yukarıdaki barışçı araçlardan hiçbirisi ile bir çözüme varılmaması halinde, üzerinde mutabık kaldıkları diğer barışçı araçlarla ihtilafı çözmeye çalışmaya devam edeceklerdir.” 484 SCHEIDEMAN, s. 271, dn. 149. 485 PAUST, 1986, s. 721. zaten etkisini kaybetmiş ve artık yakın bir tehdit oluşturmayan tehlikelere karşı koymak amacıyla gerçekleştirilen eylemlerin gereksiz olduğunu belirtmektedir. 486 Kuvvet kullanımının gerekli olup olmadığını belirlerken gerçekleştirilen hukuka aykırı eylemin niteliği, saldırganın gücü, amaçları gibi pek çok faktörün ele alınması gerekmektedir. 487 Bütün bu hususlar somut olay çerçevesinde değerlendirilerek gereklilik şartının oluşup oluşmadığı tespit edilir. Örneğin ABD’nin Tahran’daki rehineleri kurtarmak amacıyla gerçekleştirdiği operasyon sonrasında barışçı çözüm yollarının tamamıyla tüketilip tüketilmediği ve rehinelerin yaşamlarının gerçekten yakın bir tehlike altında olup olmadığı tartışılmıştır. Kasım 1979’da gerçekleşen Elçilik Baskını sonrasında Uluslararası Adalet Divanı ve Güvenlik Konseyi eylemi kınayan ve rehinelerin derhal serbest bırakılmasını öngören bir karar almış,diğer taraftan BM tarafından kurulan soruşturma komisyonu rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için gayret göstermiş ancak bütün bu çabalar sonuç vermemiştir. 488 İran, Güvenlik Konseyinin aldığı kararın gereğini yerine getirmekten kaçınmış, BM’nin kurduğu soruşturma komisyonu ile işbirliği yapmamış ve Divanın rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin 15 Aralık tarihli ara kararına uymayı reddetmiştir. Ancak Divanda görülen dava henüz sonuçlanmadığını da belirtmekte gerekir. Bu nedenle barışçı bütün çözüm yollarının tüketilmediği görüşüne karşılık Schachter, rehinelerin yaşamlarına yönelik endişenin devam ettiğini ve mevcut gelişmelerin bu endişeleri körüklediğini belirterek harekâtın gereksiz olduğuna yönelik eleştirileri reddetmektedir. 489 b. Terörist Saldırılara Karşı Kullanılan Kuvvetin Orantılı Olması 486 Divan, ABD’nin eylemlerinin El Salvador yönetimine yönelik silahlı muhalefetin büyük saldırısının tamamen püskürtülmesinden aylar sonra başladığını, oysa El Salvador yönetimine yönelik tehlikenin ABD’nin Nikaragua’ya karşı söz konusu faaliyetlerine başlamasına gerek olmaksızın ortadan kaldırılabilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. 487 SHOHAM, Uri: “The Israeli Aerial Raid upon the Iraqi Nuclear Reactor and the Right of Self-Defense”, Mil. L. Rev., 1985, s. 193. 488 United States Diplomatic and Consular Staff in Tehran (U. S. v. Iran), I.C.J. Rep. 1980, p. 3, Judgment of 24th July. 489 SCHACHTER, 1991, s. 166. Orantılılık ilkesi, meşru müdafaaya neden olan silahlı saldırı ile mukabil meşru müdafaa eylemi arasında orantı olmasını ve kullanılan kuvvetin mevcut tehlikeyi önlemeye yetecek ölçüde olmasını ifade etmektedir. Meşru müdafaada mevcut hukuka aykırı eylemden dolayı faili cezalandırma veya gelecekteki muhtemel ihlâlleri önleme amacı yoktur, sadece faili durdurma amacı vardır ve mukabil eylemin orantılı olup olmadığını bu amaç tayin eder. 490 Tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte meşru müdafaa eyleminin sona erdirilmesi gerekmektedir. Karşı eylem olarak başlatılan savunma amaçlı eylem bu amacın dışına çıktığı anda meşruiyetini kaybedecektir. 491 Uluslararası hukuk doktrininde terörist bir saldırı karşısında gerçekleştirilecek kuvvet kullanma eyleminin buna neden olan saldırı ile orantılı olması konusunda görüş birliği olmasına rağmen mukabil eylemin nasıl belirleneceği konusunda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Eğitim kampları gibi spesifik hedeflere yönelik saldırılar silahlı saldırıya karşı kabul edilebilir bir cevap olmakla beraber meşru müdafaa hakkı özellikle tehdidin devlet dışı aktörlerden kaynaklanması halinde hedef devletin ülkesi üzerindeki egemenlik haklarından mahrum bırakılmasına imkân vermez. Üstelik teröristlerin ülkesinde bulunduğu devlete karşı kuvvet kullanımında bulunmak orantılılık ilkesinin ihlâl edilmesini ihtimalini beraberinde getirmektedir. Devletin ülkesel egemenliği ilkesini ihlâl eden terörist gruplara yönelik sınırlı geçici operasyonların mağdur devlete yönelik tehditle orantılı olduğu ileri sürülebilir. Bununla birlikte söz konusu devletin siyasî bağımsızlığı ve ülke bütünlüğünün ihlâli meşrulaştırılamaz. Nikaragua Davası’nda bu konuyu ele alan Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara sağladığı yardım ve destek nedeniyle ABD’nin Nikaragua limanlarına ve petrol tesislerine karşı gerçekleştirdiği saldırıların orantısız olduğuna karar vermiştir. Ancak Divan kararında orantılılık ilkesinin tam bir tanımını vermediği gibi göz önüne alınacak kriterleri de belirlememiştir. Genel olarak bu konuda Caroline olayına başvurulmakta ve zamanın ABD Dışişleri Bakanı Webster’in “meşru 490 BAŞEREN, 2003, (b), s. 137. MAXON Richard G.: “Nature’s Eldest Law: A Survey of a Nation’s Right to Act in Self-Defense”, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003). 491 müdafaa zarureti ile haklı görülebilecek bir eylem, bu zaruretle sınırlı olmalı ve kesinlikle bu kapsam dahilinde kalmalıdır” ifadesine atıfta bulunulmaktadır. Doktrinde de kesin bir belirleme olmamakla beraber devlet destekli terörizm karşısında verilen cevapların orantılılığının nasıl belirleneceği konusunda üç farklı yaklaşım ileri sürülmüştür: 492 Bunlar misli ile mukabelede bulunulması, terörist eylemlerin tümünün göz önüne alınarak verilecek cevabın belirlenmesi ve terörist tehdidin bir bütün olarak ele alınması ve caydırıcı nitelikte bir cevabın verilmesini savunan yaklaşımlardır. 493 aa. Misli ile Mukabelede Bulunulmasını Savunan Yaklaşım Kısasa kısas şeklinde de ifade edilebilen misli ile mukabelede bulunulmasını öngören yaklaşım mağdur devletin gerçekleştirilen spesifik terörist eylemle orantılı bir cevap vermesi gerektiğini savunmaktadır. 494 Misli ile mukabelede bulunulmasını benimseyen Intoccia, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştirilen kuvvet kullanımının tehditle nitelik ve miktar bakımından orantılı olması ve tehdidi bertaraf etmek için gerekli oranı aşmaması gerektiğini, aksi takdirde meşru müdafaa iddiasının kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir. 495 bb. Verilecek Cevabın Geçmişte Gerçekleşen Olayların Toplamının Göz Önüne Alınarak Belirlenmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım Terörist saldırıya maruz kalan devletin meşru müdafaa hakkına dayanarak başvuracağı kuvvet kullanımının orantılılığının nasıl belirleneceği hususunda diğer bir yaklaşım, meydana gelen tüm terörist eylemlerin dikkate alınarak belirlenecek bir cevabın verilmesi yönündedir. 496 Geçmişi ve bugünü ile terörist saldırıları bir bütün olarak 492 AREND & BECK, s. 206. AREND & BECK, s. 206. 494 AREND & BECK, s. 206. 495 INTOCCIA, s. 205-206. 496 BONAFEDE, Michael C.: “Here, There, And Everywhere: Assessing the Proportionality Doctrine and U.S. Uses Of Force in Response to Terrorism after the September 11 Attacks”, Cornell L. Rev., Vol. 88, 2002, s. 183, dn. 173. 493 değerlendiren ve saldırıların kümülatif etkisini esas alan bu yaklaşım, yaklaşık eşitlik kriterinin gözetilmesi suretiyle orantılı bir kuvvet kullanımında bulunulmasını savunmaktadır. Söz konusu yaklaşımın kabul edilmesi halinde daha önceden meydana gelmiş küçük ölçekli terörist saldırıların toplamı, daha büyük ölçekte bir cevabı haklı kılabilecektir. Örneğin ABD, 11 Eylül saldırılarının yanı sıra 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine, 1998 tarihinde Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan Büyükelçiliklerine ve 2000 yılında Yemen’in Aden limanında bulunan USS Cole isimli Amerikan savaş gemisine karşı gerçekleştirilen terörist saldırıları da göz önünde tutarak kuvvet kullanımında bulunabilecektir. 497 Ancak mağdur devletin hangi tarihe kadar geri gideceği ve ne zamana kadar gerçekleştirilmiş eylemleri göz önünde tutacağı sorusu gündeme gelmektedir. Ayrıca mağdur devletin bu saldırılardan bazılarına karşı zaten cevap vermiş olabileceği ihtimâli de dikkate alınması gereken diğer bir husus olarak öne çıkmaktadır. cc. Terörist Tehdidin Bir Bütün Olarak Ele Alınması ve Caydırıcı Nitelikte Bir Cevabın Verilmesi Gerektiğini Savunan Yaklaşım Terörizm karşısında verilen cevabın orantılılığının nasıl belirleneceği hususunda diğer bir yaklaşım ise, mağdur devletin başvuracağı kuvvet kullanımının oranının geçmişte meydana gelmiş saldırıların yanı sıra muhtemel saldırı tehditlerinin de dikkate alınmak suretiyle belirlenmesi ve caydırıcı nitelikte bir cevabın verilmesi yönündedir. Buna göre, terörist tehdit bir bütün olarak ele alınacak ve mağdur devlet maruz kaldığı terörist tehdidin tümüne karşı orantılı bir cevapta bulunacaktır. 498 Söz konusu yaklaşımı benimseyen O’Brien, teröre karşı alınan önlemlerin mevcut terörist saldırılara karşı savunma amaçlı olmakla birlikte muhtemel terörist saldırıları önlemeyi de amaçlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu nedenle orantılılık, gerçekleşmiş ve gerçekleştirilmek üzere planlanmış terörist saldırıların hepsi gözetilerek 497 498 BONAFEDE, s. 184. BONAFEDE, s. 183, dn. 174. belirlenmelidir. 499 Coll, caydırma amacının orantılılık ilkesine uygun olmadığını ifade etmekle beraber, terörist saldırılar karşısında en uygun çözümün saldırgan tarafı terörist eylemlerde bulunmaktan caydıracak ölçüde bir kuvvet kullanımında bulunulması olduğunu ifade etmektedir. 500 Schachter ise, hem olayların toplamı teorisini hem de caydırıcı nitelikte bir cevabın verilmesini öngören yaklaşımı benimsemekte ve her iki yaklaşımın da uygun olduğunu ileri sürmektedir. 501 Doktrinde ileri sürülen bu yaklaşımlar ele alındığında, misli ile mukabelede bulunulmasını savunan yaklaşım hariç diğer yaklaşımların orantılılık ilkesinin temel esaslarına uygun ve kabul edilebilir yaklaşımlar olmadığı görülmektedir. Orantılılık ilkesi yukarıda da belirtildiği gibi meşru müdafaaya neden olan silahlı saldırı ile mukabil eylem arasında bir orantı olmasını ifade etmektedir. Cezalandırma veya misilleme amaçlı eylemler meşru müdafaa çerçevesinde gerçekleştirildiği iddia edilen önlemleri uluslararası hukuka uygun olmaktan çıkarmakta ve söz konusu eylemlerin zararla karşılık niteliği kazanmasına neden olmaktadır. Her iki yaklaşımda da spesifik olayın ötesine geçilerek geçmişte gerçekleşen ya da gelecekte gerçekleşmesi beklenen terörist saldırıların göz önüne alınmak suretiyle kuvvet kullanımına başvurulmuş olması, mukabil eylemin savunma amaçlı olmaktan çok cezalandırma amaçlı bir eylem görüntüsü kazanmasına sebebiyet vermektedir. Meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirilen eylemin sınırlarının bu şekilde mevcut spesifik saldırıların ötesine uzatılmasının nasıl bir sonuç doğuracağı ve uluslararası alanda keyfiliğe yol açacağı aşikardır. Dolayısıyla her iki yaklaşımın da orantılılık ilkesini ihlâl ettiği kolaylıkla söylenebilir. Misli ile mukabelede bulunulmasını savunan yaklaşımda ise, bu tür olumsuz sonuçların söz konusu olmadığı görülmektedir. Gerçekleştirilecek kuvvet kullanımının misli ile mukabelede bulunulmasını savunan yaklaşım esas alınarak mevcut tehlikeyi önlemeye yetecek oranda olması kabul edilebilir bir durumdur. Ancak orantılılık ilkesinin, savunma amaçlı eylemin büyüklük ve uygulama alanı bakımından saldırıyı aşmaması gerektiği noktasında çoğu zaman yanlış ifade edildiğini belirtmek gerekir. Mukabil eylemin 499 O’BRIEN, s. 477-472. COLL, s. 299. 501 SCHACHTER, 1989, s. 315. 500 sadece şekil, hedef ve ölçü bakımından saldırı ile benzerlik taşıması söz konusu eylemi orantılı hale getirmeyecektir. Orantılılık ilkesi sadece saldırı eylemi ile mukabil eylem arasında orantı bulunmasını kastetmemiş olup eylemin aynı zamanda saldırıyı sona erdirmek veya püskürtmek için gerekli olmasını öngörmektedir. Aksi takdirde mağdur devlet kendini etkin bir şekilde savunma imkânından mahrum kalacaktır. 502 Dolayısıyla mukabil eylem nitelik ve miktar bakımından ulaşılmak istenen amaçla orantılı olmalıdır. Orantılılık ilkesi özellikle savaşçı statüsünde olmayanların zarar görmesi veya özel mülkün aşırı ölçüde tahrip edilmesi ile de yakından ilgilidir. Meşru müdafaa çerçevesinde gerçekleştirilen eylemin haklı bir savaş uygulaması olması silahlı çatışmalar sırasında uyulacak kurallara uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Bu nedenle meşru müdafaa hakkını kullanan devlet uluslararası hukukun kabul etmediği yöntemlere başvurmaktan kaçınmakla yükümlüdür. Schachter’in de belirttiği gibi 503 meşru müdafaa hakkına dayanarak terörist eylemlere karşı gerçekleştirilen mukabil eylem savaşçı statüsünde olmayanlara kastî bir şekilde zarar verilmemesini öngören silahlı uyuşmazlıklar sırasında uyulacak kurallara tâbidir. Nitekim BM kararlarında silahlı çatışmalar sırasında ayrım gözetmeyerek sivil halka saldırmak kınanmış ve savaşçı olanlarla olmayanlar arasında ayrım gözetilmesi gerekliliği belirtilmiştir. 504 Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I ve II nolu Protokoller sivil halkın korunması hususunda ayrıntılı hükümler içermekte ve sivilleri orantısız saldırılardan korumayı amaçlamaktadır. Ayrıca Uluslararası Adalet Divanının Nükleer Silahlarla İlgili Danışma Görüşü’nde, “devletler sivilleri asla hedef alamazlar ve sivil ve askerî hedefler arasında ayrım yapmaya elverişli olmayan silahları kullanamazlar… Devletler kullandıkları silahları seçmek hususunda sınırsız bir özgürlüğe sahip değildirler” hükmü yer almaktadır. 505 Bu nedenle savaşçı olmayanların hedef alınmaması ve özel mülkiyete karşı ölçüsüz zarar verilmemesini öngören genel kurallar uygulanacaktır. Temel ilke, gerçekleştirilecek mukabil eylemin terörist saldırının boyutu ne olursa olsun masum insanları hedef almaması ve gereksiz ölüm ve tahribata neden 502 SCHMITT, 2003, s. 532. SCHACHTER, 1989, s. 315. 504 U.N. G.A. Res. 2444, 23 U.N. GAOR, Supp. No.18, U.N. Doc. A/7218 (1968). 505 Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, Advisory Opinion, I.C.J. Reports (1996). Bkz. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 221. 503 olmamasıdır. 506 Ancak terörist üslerin yerleşim alanlarının içinde bulunması ve dolayısıyla sivillerin bir nevi kalkan olarak kullanılması sivillerin zarara uğraması ihtimalini beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte mümkün olduğu ölçüde mukabil eylemin terörist hedeflere yöneltilmesi ve sivillerin gereksiz acı çekmesine veya sivillere ait malların zarara uğramasına neden olabilecek uygulamalardan kaçınılması gerekmektedir. Orantılılık ilkesinin aşılması halinde sorumlu kişilerin savaş suçlusu ve hatta insanlığa karşı suç işleyen kişiler olarak kabul edilerek yargılanmaları mümkündür. 507 c. Aciliyet Şartı Saldırı eylemiyle mukabil eylem arasındaki zaman bağlantısını ifade eden aciliyet şartı, meşru müdafaanın amacı gereği silahlı saldırı ile meşru müdafaa hakkının başvurulması arasında gereksiz bir sürenin bulunmamasını ve mukabil eylemin saldırıdan hemen sonra veya makul bir süre içinde kullanılmasını öngörmektedir. 508 Kabul edilemeyecek bir süre geçtikten sonra meşru müdafaa hakkına başvurulması saldırı ile cevap arasındaki zaman bağlantısının kopmasına ve mukabil eylemi meşru müdafaa olmaktan çıkararak zararla karşılık niteliği kazanmasına neden olur. 509 Mağdur devletin 506 COHAN, s. 108. BERES, 1995, (a), s. 9. 508 GROSS, Oren & AOLAIN, Fionnuala Ni: “Emergency, War and International Law -Another Perspective”, Nordic J. Int’l L., Vol. 70, 2001, s. 38. Schmitt, aciliyet şartının İngilizce literatürde hem immediacy hem de imminency şeklinde kullanıldığını ancak aynı anlamı ifade ettiğini belirtmiştir. Bkz. SCHMITT, 2003, s. 533. 509 Saldırı ile saldırıya verilen cevap arasındaki zaman, meşru müdafaa ile zararla karşılık arasındaki ayırt edici temel özelliklerden birisidir. Mukabil eylemin, saldırı sona erdikten sonra gerçekleştirilmesi halinde meşru müdafaanın amacının aşıldığı söylenebilir. Toprakları işgal edilen ancak makul bir süre içinde meşru müdafaa hakkını kullanmayan devlet örneğinden yola çıkan Başeren, aradan geçen zamanın devletin topraklarının işgalindeki hukuk aykırılığı ortadan kaldırmadığına, aksine kullanılan mukabil kuvvetin silahlı saldırıyı önlemek amacından saparak, devam eden hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaya yöneldiğini dikkat çekmektedir. Mukabil eylemi zararla karşılığa dönüştüren, aradan geçen zamanın gösterdiği amaçtaki bu değişikliktir. Başeren, 1967 yılında toprakları hukuka aykırı olarak işgal edilen Mısır ve Suriye’nin 6 Ekim 1973’de Yom Kippur Savaşı ile işgal altındaki topraklarını kurtarmak için kuvvet kullanmalarını zararla karşılık şeklinde nitelendirmiştir. 1967 yılında saldırıyı ilk başlatan İsrail karşısında mağdur Arap devletlerinin meşru müdafaa hakkının doğduğu ve işgal altındaki topraklarını geri alma hakkına sahip olduklarını belirten Başeren, aradan geçen süre zarfında saldırı ile meşru müdafaa arasındaki zaman bağlantısının koptuğunu ifade etmektedir. Çünkü 1967’den beri devam eden Arapların uğradıkları silahlı saldırı değil, silahlı saldırının doğurduğu hukuka aykırı sonuç yani topraklarının işgalidir. Aradaki zaman bağlantısının kopması, bu savaşta Arapları hukuk dışına itmektedir. Meşru müdafaa bu hukuka aykırı sonucun doğmasını önlemek için silahlı saldırıyı savuşturmak üzere kullanılabilecek bir haktır. Bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 135-137. 507 saldırıdan itibaren makul bir süre içinde cevap verememesi halinde meşru müdafaa hakkının Güvenlik Konseyinin kararı üzerine kullanılması gerekmektedir. Meşru müdafaa hakkının kullanılması kabul edilebilir bazı sebeplerle gecikebilir. Saldırı sonrasında mukabil eylemin gerçekleştirilmesi için gerekli zaman aralığını ifade eden makul sürenin soyut bir çerçevede belirlenmesi pek mümkün değildir. Söz konusu süre somut olaya göre değişiklik arz eder. 510 Devletlerin her zaman saldırıya hemen cevap verebilecek durumda olmalarının beklenemeyeceğini ifade eden Başeren, saldırıya uğrayan mağdur devletin hemen cevap verememekle beraber karşılık vereceğini göstererek önemli bir ara vermeksizin gerçekleştireceği mukabil eylemi icra etmesi halinde, silahlı saldırıyla mukabil eylem arasındaki bağın kopmayacağını belirtmektedir.511 Bahsedilen durumun somut örneğini Falkland savaşında görülmektedir. 2 Nisan 1982’de Arjantin Falkland Adalarını işgal ettiği zaman, İngiltere sorunun barışçı yollarla çözümü için çaba harcamakla beraber 51. maddeye göre silahlı saldırı oluşturan işgalin hemen ardından askerî hazırlıklara başlamış ve takip eden günlerde de donanmasını binlerce kilometre uzaklıktaki Falkland Adalarına doğru yola çıkarmıştır. Donanma gereksiz bir gecikme olmadan, işgalden 27 gün sonra adalara ulaşmasının ardından hemen silahlı çatışmaya girmiş ve çatışmalar Arjantin’in 14 Haziran’da geri çekilmeyi kabul etmesine kadar devam etmiştir. Olayda İngiltere’nin gerçekleştirdiği kuvvet kullanımının hukuka uygunluğu konusunda herhangi bir karşı görüş ileri sürülmemiştir. 512 Benzer şekilde silahlı bir saldırının gerçekleşmesinden sonra sorunun barışçı yollardan çözümü için çaba harcanması halinde de aynı durum söz konusudur. Taraflar arasında barışçı çözüm yollarına başvurulduysa bu zaman zarfında mağdur devletin meşru müdafaa hakkının mahfuz olduğunu kabul etmek gerekir. 513 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında BM’nin işgalin sona ermesi amacıyla Irak’a yaptığı çağrının ve uyguladığı ekonomik yaptırımların sonuç vermemesi ve işgalin devam etmesi üzerine işgalden 6 ay sonra meşru müdafaa 510 MULLERSON, Rein & SCHEFFER, David J.: “Legal Regulation of the Use of Force”, in Beyond Confrontation International Law for the Post-Cold War Era, Ed. by. Lori F. Damsrosch, Westview Press, Colarado, 1995, s. 104. 511 BAŞEREN, 2003, (b), s. 134. 512 KESKİN, s. 52; BAŞEREN, 2003, (b), s. 135. 513 ARAL, s. 28; CASSESE, 1989, s. 596. hakkı kullanılmıştır. Bu tür geciktirici nedenlerin aciliyet ilkesine uygunluğu ortadan kaldırmadığı rahatlıkla söylenebilir. Aciliyet şartı terörizm bağlamında ele alındığında karşımıza farklı bir tablo çıkmaktadır. Terörist saldırıya maruz kalan devletin söz konusu saldırıya karşı meşru müdafaa kapsamında cevap verebilmesi için saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin kimliğini, hangi devlet ülkesinde bulunduklarını ve devletin terörist grubu desteklediğini veya hiç olmazsa istekli bir şekilde himaye ettiğini ortaya koyması gerekmektedir. Terörist eylemlerin genellikle vur-kaç taktiğine göre gerçekleştirildiği ve eylemlerin sorumluluğunun bazen üstlenilmediği dikkate alındığında faillerin kim olduğunun kolayca tanımlanamadığı gerçeği ile karşılaşılır. Saldırganların kimliklerinin tespitinin bazen aylar veya yıllar alabildiği görülmektedir. Diğer taraftan verilecek cevabın yöneleceği hedefin de belirlenmesi gerekmektedir. Bütün bunlar kaçınılmaz olarak zaman alacak ve mukabil eylemin gerçekleştirilmesi gecikecektir. Örneğin Lockerbie olayı gerçekleştikten bir yıl sonra saldırının Libya ile bağlantılı olduğu ortaya çıkmış ve ABD ile İngiltere Kasım 1991 tarihine kadar Libya’yı açıkça bu olaydan dolayı sorumlu tutmamıştır. Bu durum karşısında aciliyet şartının terörizm bağlamında katı bir şekilde yorumlanmaması ve daha gerçekçi sınırlandırmaların belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. 514 Günümüzde bahsedilen sebepler çerçevesinde makul bir zamanın geçmesi ve meşru müdafaa hakkının kullanılması kabul edilebilir bir durum olarak görülmektedir.515 Zaten Caroline Doktrini’nde ve BM Andlaşması’nda saldırganın kimliğinin veya yerinin bilinmemesi gibi bir durum düşünülmemiştir. Uygulamada mağdur devletin saldırganın kimliğini belirleme ve mukabil eylemi gerçekleştirebilmek için istihbarat toplaması ve askerî kuvvetlerini hazırlaması gibi nedenlerle meydana gelen makul gecikmeler normal karşılanmaktadır. 516 514 POLEBAUM, s. 187. O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. (22. 04. 2004). 516 MARTYN, Angus: “The Right of Self-Defence under International Law-the Response to the Terrorist Attacks of 11 September”, http://www.aph.gov.au/library/pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003). 515 d. Güvenlik Konseyine Bilgi Verme Zorunluluğu 51. madde meşru müdafaa hakkına başvuran devletin almış olduğu önlemleri derhal Güvenlik Konseyine bildirmesini düzenlemektedir. Bu bildirimden itibaren karar alma yetkisi Konseye geçmekte ve Konseyin gerekli önlemleri almasıyla birlikte meşru müdafaa hakkı sona ermektedir. 517 Meşru müdafaa hakkı kapsamında alınan önlemlerin Konseye bildirilmesi ve Konseyin gerekli önlemleri alacağının öngörülmüş olmasındaki başlıca amaç, kuvvet kullanımını sınırlandırmanın yanı sıra kuvvet kullanımını Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında merkezîleştirmektir. 518 Söz konusu yükümlülüğü doğuran hüküm uluslararası düzene ilişkin âmir bir hüküm olmayıp usule ilişkindir ve daha çok açıklayıcı bir hüküm şeklinde yorumlanması gerekir. Kurala uyulmaması ortak güvenlik sistemi dışında alınan tedbirlerin meşru müdafaa niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. 519 Uluslararası Adalet Divanı da, Nikaragua Davası’nda devletin aldığı meşru müdafaa önlemlerini Güvenlik Konseyine bildirmesinin bir hukuka uygunluk şartı olmadığını belirterek söz konusu bildirimin yapılmamasının meşru müdafaa hakkını ortadan kaldırmadığına hükmetmiştir. 520 Meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin Konseye bildirimde bulunmaması, eylemin haklı bir nedene dayanmadığı şeklinde bir kanaatin oluşmasına neden olabilir. Söz konusu bildirimden itibaren Konseyin alabileceği kararlar başlıca şunlardır: a) Meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin haklılığına hükmedebilir; b) Taraflara ateşkes çağrısı yapabilir; c) Tarafların askerî kuvvetlerinin savaş öncesi sınırlara çekilmesini talep edebilir; 517 Bu durum meşru müdafaa hakkının Güvenlik Konseyinin barış ve güvenliği korumak için gerekli tedbirleri almasına kadar başvurulan ve konsey harekete geçince de sona erdirilmek zorunda olunan geçici bir yol olduğunu teyit etmektedir. 518 GRAY, s. 93. 519 BAŞEREN, 2003, (b), s. 139. 520 Par. 200. d) Meşru müdafaa hakkını kullandığını ilan eden devletin kendi başına gerçekleştirdiği eyleme, müşterek güvenlik tedbirlerine yol vermek maksadıyla son vermesini isteyebilir; e) Söz konusu olan devletin gerçekte saldırgan devlet olduğuna hükmedebilir. 521 Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde bir karar alması halinde alınan karara uyulması zorunludur. Çünkü BM Andlaşması’nın 24/1. maddesine göre üye devletler uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusundaki sorumluğu Güvenlik Konseyine bırakmış ve 25. maddeye göre de Güvenlik Konseyinin kararlarını uygulamayı kabullenmişlerdir. Bununla beraber, devam eden bir silahlı çatışma durumunda Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı hareket ederek saldırılarını sürdüren devlete karşı mağdur devlet, her yeni saldırı karşısında herhangi bir izne gerek olmaksızın meşru müdafaa hakkına başvurabilir. 522 Güvenlik Konseyinin 51. maddede öngörüldüğü şekilde bu tür bir durumdan haberdar olması halinde gerekli önlemleri alacağı konusunda kesinlik yoktur. Güvenlik Konseyi siyasî amaçlarla hareket eden politik bir organdır. Dolayısıyla üye devletler politik kaygılarla açıkça silahlı bir saldırının söz konusu olduğu durumda dahi Güvenlik Konseyinin BM Andlaşması’nda öngörülen sorumluluklarını yerine getirmesini önleyebilme imkânına sahiptir. Bu nedenle Güvenlik Konseyi, kendisine rapor edilen pek çok meşru müdafaa uygulaması karşısında sahip olduğu sorumluluk ve yetkinin gereklerini yerine getirmediği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Örneğin Quigley, Güvenlik Konseyinin barışın bozulması durumunda hem sorumluluk hem de yetki sahibi olduğuna vurgu yaparak bir devletin 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına başvurması halinde bu durumun uluslararası barış ve güvenliğin korunması için derhal Konseye bildirmesinin öngörüldüğünü belirtmektedir. Meşru müdafaa hakkı kullanan devletin Konseye yaptığı bildirimden sonra diğer devletin saldırının meşru olmadığını iddia etmesi halinde, Konseyin saldırının gerçekten meşru müdafaa niteliğinde olup olmadığı hususunda kendisini tatmin edici bir sonuca ulaştırması gerekmektedir. ABD’nin gerçekleştirdiği 1993 Irak saldırısı 521 522 ARAL, s. 35. PAZARCI, (IV. Kitap), s. 119-120. sonrasında Irak’ın itirazlarına rağmen Konseyin ABD’nin iddialarını araştırmaksızın kabul etmesine dikkat çeken Quigley, ABD’nin Konseyin bu pasif tutumu karşısında diğer devletlere karşı dokunulmazlığa sahip olarak kuvvet kullanabileceği sonucunu çıkardığı yorumunu yapmaktadır. Yine benzer şekilde ABD’nin gerçekleştirdiği 1998 Sudan saldırısı sonrasında Konseyin olayı araştırarak ve gerçekleri ortaya çıkarmakta başarısız olduğunu, bu durumun Konseyin kendisine tanınan sorumluklarını yerine getirmekten kaçındığı şeklinde yorumlanacağını ileri sürmüştür. 523 Mukabil eylemin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olmaması halinde eylem saldırı teşkil edecek ve Konsey konu ile derhal ilgilenecektir. Mukabil eylemin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu sonucuna ulaşılması halinde ise Konsey bu kez meşru müdafaa hakkının doğmasına neden olan olayları önlemek için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. 524 Güvenlik Konseyinin alacağı her tür önlemin meşru müdafaa hakkını sona erdirip erdirmediği de ele alınması gereken konulardan bir tanesidir. BM Andlaşması’nın birinci maddesinin ilk fıkrasında “etkin ortak önlemler almak”, 51. maddede de “Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek” ifadeleri yer almaktadır. Buna göre meşru müdafaa hakkı Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği korumak için gerekli önlemleri alana kadar uygulanabilecektir. Konseyin ne tür bir önlem alması durumunda meşru müdafaa hakkının sona ereceği hususu tartışmalıdır. Örneğin Arjantin’in Falkland adalarını işgalinden sonra Güvenlik Konseyi aldığı kararda barışın ihlâl edildiğini belirterek Arjantin kuvvetlerinin derhal çekilmesi ve sorunun çözümü için diplomatik yollara başvurulması çağrısında bulunmuştur. 525 Alınan kararın, 51. maddede öngörülen “Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği korumak için gerekli önlemleri alıncaya dek” ifadesi kapsamında İngiltere’nin meşru müdafaa hakkını sona erdirip erdirmediği gündeme gelmiştir. Arjantin’in tarafların Konseyin 51. madde çerçevesinde aldığı karara uyması ve İngiltere’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak almış olduğu tedbirlere son vermesi gerektiğini yönündeki görüşlerine karşılık İngiltere Arjantin’in adada halen işgalci olarak bulunduğunu ve meşru müdafaa 523 QUIGLEY, John: “The United Nations Security Council: Promethean Protector or Helpless Hostage?”, Tex. Int’l L. J., Vol. 35, 2000, s. 136, 139. 524 QUIGLEY, 2000, s. 136. 525 S.C. Res. No. 502, U.N. SCOR, U.N. Doc. S/RES/502 (1982). hakkının devam ettiğini ileri sürmüştür. 526 Konu doktrinde de tartışılmış ve Konseyin uluslararası barış ve güvenliği bozduğu gerekçesiyle harekete geçmiş olduğu bir olayda meşru müdafaa hakkının kullanılıp kullanılmayacağı veya kullanılacaksa hangi ölçüde ve ne şekilde kullanılacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki, Konseyin aldığı kararların saldırıyı sona erdirmekte başarısız olsa bile mağdur devletin meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanma hakkının kalktığını, söz konusu hakkın ancak Konseyin kuvvet kullanmaya yetki vermesi durumunda mümkün olacağını iddia etmektedir. 527 51. maddenin lafzî yorumuna dayanan bu görüş, mağdur devletin veya bir başka devletin konuyu Güvenlik Konseyine götürmesi halinde Konseyin aldığı önlemlerin ne olduğuna veya uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek için yeterli olup olmadığına bakmaksızın meşru müdafaa hakkının ortadan kalktığını ileri sürmektedir. 528 Bu görüşe göre, meşru müdafaa hakkının kullanıldığı bir olayda Konseyin saldırgan tarafa karşı herhangi bir önlem almayarak sadece kınamada bulunması mağdur devleti saldırgana karşı bir tedbir almaktan alıkoyabilecektir. Diğer görüş ise, söz konusu hükmün bu şekilde yorumlanmasının maddenin konuluş sebebine aykırı olduğunu belirterek Konseyin alacağı tedbirlerin saldırıyı durdurmak için yeterli olmaması halinde meşru müdafaa hakkının devam edeceği ve mağdur devletin kendini savunma hakkından mahrum bırakılamayacağını ileri sürmektedir. 529 526 Aral, İngiltere’nin Falkland Adaları’nı geri almak için gerçekleştirdiği askerî harekâtın Konsey tarafından kınanmadığına işaret ederek Güvenlik Konseyinin aldığı kararların etkili sonuçlar doğurması halinde mağdur devletin meşru müdafaa hakkının sona ereceğini ileri sürmektedir. Bkz. ARAL, s. 48-49. 527 Bu görüşü savunan Chayes, Güvenlik Konseyi bir sorunu gündemine aldıktan sonra devletin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanamayacağını ileri sürmektedir. Chayes, meşru müdafaa hakkına başvurulacak durumların zaman sınırlandırmasına tâbi olduğunu belirtmekte ve Konseyin uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için gerekli önlemleri alıncaya kadar söz konusu eylemlere başvurulabileceğine işaret etmektedir. Chayes, Konsey harekete geçtikten sonra mağdur devletin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanmamasının 2/4 ve 51. madde ile amaçlanan hedefe ulaşmak ve tek taraflı kuvvet kullanımını sınırlandırmak bakımından etkili olduğunu belirtmektedir. Bkz. CHAYES, Abram: “The Use of Force in the Persian Gulf”, in Law and Force in the New International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch & David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 5’den aktaran HALBERSTAM, Malvina: “The Right to Self-Defense once the Security Council Takes Action”, Mich. J. Int’l L., Vol. 17, 1996, s. 231. Benzer şekilde Güvenlik Konseyinin VII. Bölüm çerçevesinde bir kez harekete geçmesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılmasına engel olduğunu ileri süren Franck, aksi bir durumun madde ile ulaşılmak istenen amaca aykırı olacağını iddia etmektedir. Bkz. FRANCK, Thomas M. & PATEL, Faiza: “UN Police Action in Lieu of War: The Old Order Changeth”, Am. J. Int’l L., Vol. 85, 1991, s. 63-65. 528 HALBERSTAM, s. 232. 529 MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003). Söz konusu görüşler arasında temel sorun Konseyin uluslararası barış ve güvenliği devam ettirmek için gerekli önlemleri alıp almadığına kimin karar vereceğidir. Bu durumda hem mağdur devlet hem de Güvenlik Konseyi, Konseyin aldığı tedbirlerin etkililiği hususunu kendileri değerlendirecektir. Her iki tarafın vardığı sonuç farklıysa mağdur devlet uygun gördüğü önlemleri almaya devam edecektir. Bu durumda mağdur devletin Konsey tarafından saldırgan olarak nitelendirilmesi ihtimali söz konusudur. 530 Güvenlik Konseyinin yukarıda bahsedildiği gibi politik düşüncelerle hareket etmesinin engellenerek uluslararası barış ve güvenliği koruma görevini yerine getirememesi halinde meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin bu hakkı kullanmaya devam edeceği söylenebilir. Konsey saldırgan tarafa yönelik ekonomik zorlama önlemlerinin uygulanması kararı almış olmasının meşru müdafaa hakkını bertaraf edemeyeceği 531 ve saldırıya uğrayan devlet meşru müdafaa hakkını Konsey uluslararası barış ve güvenliği gerçekten tesis edene kadar muhafaza edeceği ileri sürülmüştür. 532 BM’ye üye olan devletlerin üye olmakla birlikte silahlı bir saldırı karşısında meşru müdafaa hakkına başvurarak kendini savunma hakkından Güvenlik Konseyinin söz konusu saldırı ile ilgili gerçekleştirdiği eylemlerin neler olduğuna veya bu eylemlerin başarılı olup olmadığına bakmaksızın Konseyin bu konuda sadece harekete geçmesiyle vazgeçtiğine inanmak zor gözükmektedir. Örneğin Kuveyt’in işgali olayında Güvenlik Konseyi eğer Irak işgaline karşı kuvvet kullanılmasına izin vermekte başarısız olsaydı o zaman Kuveyt Irak’a karşı kuvvet kullanmaktan alıkonulacaktı. 533 Güvenlik Konseyi 51. madde çerçevesinde önlemler almasıyla birlikte Konseyin aldığı önlemlerin uluslararası barış ve güvenliği sağlamada etkili olup olmadığına bakmaksızın 51. maddenin silahlı saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa hakkını kullanmasına engel olacağı şeklinde yorumlanması söz konusu hakkın temel yapısına ve tarihi bağlamına terstir. 534 Halberstam, 51.maddenin 530 MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003). Güvenlik Konseyi Kuveyt’in Irak tarafından işgali sonrasında Irak’a ekonomik yaptırımlar uygulanmasına ilişkin karar almakla beraber 51. maddeyle uyumlu bir şekilde Kuveyt’in bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını da tanımıştır. Dolayısıyla Güvenlik Konseyi tarafından alınan ekonomik yaptırımlar uygulanmasını öngören kararların meşru müdafaa hakkını sona erdirip erdirmediğine dair bir sorun söz konusu olmamıştır. 532 DINSTEIN, s. 189. 533 HALBERSTAM, s. 237. 534 HALBERSTAM, s. 238. 531 Konsey uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek için gerekli önlemleri alıncaya dek şeklinde yorumlanması gerektiğini ileri sürmektedir.535 Yazar, BM’nin kuruluş aşamasında yürütülen görüşmelerde Konseyin aldığı önlemlerin etkili olup olmadığına bakmaksızın Konseyin sadece önlem almasıyla birlikte devletin meşru müdafaa hakkının ortadan kalktığına dair bir bilgi olmadığını tam tersine Konsey uluslararası barış ve güvenliği tekrar sağlamak için yeterli önlemleri alıncaya kadar devletin meşru müdafaa hakkını muhafaza ettiğini gösterdiğini belirtmektedir. 536 Bu görüşmelerde bazı Amerikan devletleri Konseye verilen yetkilerin oluşturulan bölgesel güvenlik sistemlerine zarar vereceği endişesini dile getirmişlerdir. Bu devletlerin yanı sıra diğer bazı devletler de bölgesel ve diğer ortak güvenlik sistemlerini muhafaza edebilmeyi istemişlerdir. Bu nedenle 51. maddeye Konsey uluslararası barış ve güvenliği yeniden tesis etmek için yeterli ve etkili önlemleri alınana kadar bölgesel veya ortak güvenlik teşkilatlarının kuvvet kullanma haklarının var olduğu eklenmiştir. 537 III. SİLAHLI SALDIRI BOYUTUNA ULAŞMAYAN TERÖRİST EYLEMLER KARŞISINDA ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA VE KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI Terörist saldırılar da dahil olmak üzere kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmekle birlikte silahlı saldırı niteliği taşımayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında mağdur devletin ülkesi dışında kuvvet kullanımına başvurup başvuramayacağı gündeme gelmektedir. Silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında devletin ülkesi dışında kuvvet kullanıp kullanamayacağı bir vur-kaç savaşı olan ve birikim oranında etkili olan dolaylı kuvvet kullanma durumlarında, mağdur devlet için hayatî önem taşıyan bir sorundur. Genellikle ülke dışından beslenen bu gibi faaliyetlerin ülke içinde önlenmesi sorunun çözümü için yeterli olmayabilir. Bu nedenle terörist tehdide maruz kalan devletin söz konusu tehditle tehdidin kaynağında savaşması gerekebilir. 538 Aksi bir 535 HALBERSTAM, s. 239. HALBERSTAM, s. 240-241. 537 HALBERSTAM, s. 242. 538 TOLUNER, 2000, s. 367. 536 yorumun mağdur devleti terörizm karşısında savunmasız bırakacağı ifade edilmektedir. 539 Ancak silahlı saldırı oluşturmayan terörist eylemler uluslararası hukuka göre meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanmayı içeren bir cevabı haklı kılmayacaktır. Girişilecek bir askerî harekât, meşru sebep olmaksızın teröristlerin bulunduğu devletin ülke bütünlüğünü ihlâl edecektir. Silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine maruz kalan devlet, söz konusu eylemin 39. madde kapsamında uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğunu veya barışı bozduğunu belirterek saldırgan devlete karşı BM Andlaşması’nın 41 ve 42. maddeleri kapsamında gerekli önlemlerin alınmasını Güvenlik Konseyinden talep edebilir. Diğer taraftan mağdur devletin tek taraflı olarak kuvvet kullanmasına imkân tanıdığı iddia edilen önleyici meşru müdafaa hakkı ile karşı önlemlere başvurarak kuvvet kullanabileceği ileri sürülmüştür. 1. ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA Önleyici meşru müdafaa hakkı fiilen gerçekleşmemiş ancak gerçekleşmesinin yakın olduğuna inanılan bir saldırıyı engellemek amacıyla kuvvet kullanılmasıdır. Meşru müdafaa hakkının geniş yorumuna dayanan ve Caroline Doktrini ile meşruiyet kazandırılmaya çalışılan önleyici meşru müdafaa hakkına göre devletin hayatî önem taşıyan ulusal çıkarlarına yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek pek yakın saldırı tehdidine karşı, barışçı çözüm yollarının işletilebilmesi ya da saldırıyı başka yollarla defetme imkânının bulunmaması şartıyla, meşru müdafaa çerçevesinde kuvvet kullanılabilmesi mümkündür. 540 BM Andlaşması’nı hazırlayanlar düzenli ordu birlikleri tarafından konvansiyonel silahlarla yürütülecek bir savaşı düşünerek hareket etmişlerdir. Ancak BM Andlaşması sonrasında özellikle nükleer silahların üretilmeye ve kullanılmaya başlanması 539 BROWN, s. 47. BOZKURT, s. 59. MALONE, s. 809. İngilizce’de anticipatory self defense şeklinde ifade edilen önleyici meşru müdafaa hakkının zaman zaman preemptive self defense şeklinde kullanıldığı da görülmektedir. Sapiro’nun da belirttiği gibi her iki kavram da aynı anlamda kullanılmakta olup aralarında bir farklılık yoktur. Bkz. SAPIRO, Mariam: “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self-Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 97, No. 3, 2003, s. 600. 540 karşısında 51. maddede açıkça silahlı saldırı şartı yer almasına rağmen önleyici meşru müdafaa hakkının varlığı ve meşruiyeti sorunu tekrar gündeme gelmiştir. Uluslararası Adalet Divanının Korfu Boğazı Davası’nda, İngiliz savaş gemilerinin Arnavutluk karasularından kıyıdan ateş açıldığı takdirde karşılık vermeye hazır bir şekilde geçmiş olmasını uluslararası hukuka aykırı bulmaması doktrinde önleyici meşru müdafaa hakkının BM sisteminde saklı tutulduğunu gösteren bir delil olarak ileri sürülmektedir. 541 Caroline Doktrini ile kabul edildiği ileri sürülen önleyici meşru müdafaa hakkı ile ilgili örf ve âdet hukuku kuralının BM Andlaşması 2/4 ve 51. maddeleri ile ortadan kalkıp kalkmadığı hususunda doktrin ikiye bölünmüş durumdadır. Kimi yazarlar devletin ülkesini, vatandaşlarının hayatlarını ve mülkiyet haklarını korumak üzere gerçekleştirilen önleyici nitelikteki eylemlerin diğer devletin ülke bütünlüğü veya siyasî bağımsızlığına yönelik kuvvet kullanma tehdidi içermediği ve BM’nin uluslararası barış ve güvenliğin devam ettirilmesine yönelik amaçlarına da bir aykırılık oluşturmadığını belirterek 51. madde kapsamında bu tür eylemlere başvurmanın meşru olduğunu ileri sürmektedir. 542 Diğer taraftan bazı yazarlar da 51. maddenin önleyici meşru müdafaa hakkını yasakladığı görüşündedir. 543 Uluslararası hukukta önleyici meşru müdafaa hakkına izin verilip verilmediğine ilişkin tartışmalar hâlen devam etmektedir. 544 Gayri nizamî yapısı ve eylem yöntemleri dikkate alınarak nerede ve ne zaman gerçekleştirileceği bilinmeyen uluslararası nitelikteki terörist saldırıların yakın bir saldırı niteliğinde olduğu belirtilerek önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulabileceği ileri sürülmektedir. Örneğin terörist örgütün daha önceden çeşitli saldırılarda bulunması ya da açık veya zımnî bir şekilde bu tür bir niyetinin olduğunu açıklaması halinde muhtemel herhangi bir saldırının yakın bir tehlike oluşturduğu kabul edilecektir. Devam eden terörist 541 TOLUNER, 2003, s. 246. BOWETT, Derek W.: Self-Defense in International Law, New York, Praeger, 1958, s. 185-186; SOFAER, s. 89; SCHACHTER, 1991, s. 150-155; MCDOUGAL, Myres: “The Soviet-Cuban Quarantine and Self-Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 57, 1963, s. 597-604; TRAVALIO & ALTENBURG, s. 114. 543 BROWNLIE, 1963, s. 278; HENKIN, Louis: How Nations Behave: Law and Foreign Policy, 1979, s. 295 ve JESSUP, Philip C.: A Modern Law of Nations, 1952, s. 165-166’dan aktaran GLENNON, s. 546547. 544 ALEXANDROV, s. 296; RANDELZHOFER, s. 675-676; WALKER, George K.: “Anticipatory Collective Self-Defense in the Charter Era: What the Treaties Have Said”, Cornell Int’l L. J., Vol. 31, 1998, s. 321-376. 542 saldırıların aynı zamanda bu saldırıların gerçekleştirilebilmesi için bir kapasitenin varlığını gösterdiği belirtilerek söz konusu kapasitenin yeniden kullanılmasına izin verilmeden ortadan kaldırılması için meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılabileceği ifade edilmektedir. 545 Bu yaklaşım doktrinde de destek bulmuştur. Örneğin Sofaer, terörist saldırıları önlemek için savunma amaçlı önlemlere başvurulabileceğini belirterek devletin terörist grubun kendisine karşı zamanı ve yeri bilinmeyen bir saldırı planladığından şüphelenmesi halinde bu gruba ve bunları himaye eden devletlere karşı kuvvet kullanmasının meşru olduğunu ileri sürmektedir. 546 Hukuk kurallarının mağdur devletlerin hukuka aykırı saldırıları önlemek için gerekli olduğunu düşündükleri önlemleri uygulamaktan alıkoyacak bir şekilde yorumlanmaması gerektiğini ifade eden yazar, 51. maddenin, terörist saldırıların gerçekleştirileceğine dair kuvvetli bir ihtimal olması halinde muhtemel saldırıları önleyebilmek için kuvvet kullanılmasına izin verecek bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunmaktadır. 547 Biggio da benzer şekilde meşru müdafaa hakkının teröristlere karşı önleyici saldırılara imkân verecek bir şekilde genişletilmesi gerektiği görüşündedir. Yazar, önleyici meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilen harekâtların teröristlere güvenli bir barınağa sahip olmadıkları ve gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeyi planladıkları eylemlerden dolayı sorumlu tutulacakları mesajı vereceklerine dikkat çekmektedir. 548 Ayouty ise, 51. maddenin açık bir şekilde bahsetmemesine rağmen terörizme karşı önleyici meşru müdafaa kapsamında önleyici saldırıları zaten içerdiğini iddia etmektedir. 549 Coll da benzer şekilde meşru müdafaa hakkının devleti ve devletin vatandaşlarını nizamî veya gayri nizamî bütün silahlı saldırılardan korumaya yönelik 545 LIWITT M. G.: “Intervention to Combat Terrorism and Drug Trafficking”, in Law and Force in the New International Order, Ed. by. Lori F. Damsrosch & David J. Scheffer, Oxford, 1991, s. 226-227’den aktaran BAŞEREN, 1998, s. 166. 546 SOFAER, s. 99. 547 SOFAER, s. 95-98. 548 Ladin ve arkadaşlarının ABD’ye karşı düşmanca hareketler gerçekleştirdiklerini belirten Biggio bu tür eylemlerin devam edeceğine yönelik tehditlerin devam eden tehdit niteliği taşıdığını belirterek bu durum karşısında ABD’nin kendisini savunabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. BIGGIO, s. 32-36. 549 EL-AYOUTY, Yasin: “International Terrorism under the Law”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 492. önlemleri içerdiğini belirterek söz konusu hakkın günümüz teknolojisinin ulaştığı seviye karşısında daha geniş yorumlanması gerekliliğini vurgulamaktadır. 550 Uygulamada özellikle ABD ve İsrail terörizme karşı önleyici meşru müdafaa hakkının uygulanabilirliğini savunmaktadır. ABD ve İsrail gerçekleştirdikleri 1985 Tunus saldırısı, 1986 Libya saldırısı, 1998 Sudan ve Afganistan saldırılarını önleyici meşru müdafaa hakkı olarak nitelendirmişlerdir. Terörizm karşısında önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulmasını savunan bu görüşler ele alındığında meşru müdafaa hakkının ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen bir saldırıya karşı kullanılmasının haklı bir meşru müdafaa uygulaması değil, saldırı görünümünde olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Önleyici meşru müdafaa hakkı terörizmle mücadele kapsamında uygun bir hukukî çerçeve sunmamaktadır. Öncelikle BM Anlaşması’nda önleyici meşru müdafaa hakkında herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Meşru müdafaa hakkı doğal bir hak olmakla birlikte BM Andlaşması’nda ifade edilen sınırlandırmalara tâbidir, diğer bir ifadeyle meşru müdafaa hakkı ancak silahlı bir saldırı karşısında söz konusu olabilir. BM Andlaşması meşru müdafaa hakkını silahlı saldırı kapsamına girmeyen düşmanca davranışlar veya beklenen bir saldırıdan farklı olarak silahlı saldırı durumuyla sınırlandırmıştır. Ayrıca meşru müdafaa bağlamında alınan önlemlerin gereklilik ve orantılılık şartlarına uyması zorunludur. Önleyici meşru müdafaa hakkının bir zayıf noktası da buradadır. 551 Orantılılık ilkesi meşru müdafaa hakkının bu hakka yol açan saldırı ile orantılı olması ve saldırıdan önceki durumun korunması veya yeniden kurulmasıyla sınırlı olunmasını öngörmektedir. Bu şekilde anlaşılınca, her türlü ilk kuvvete başvurma eylemi 51. maddeye aykırıdır. Çünkü hiçbir kuvvet kullanma eylemi, kuvvet kullanma hazırlığı ile orantılı olamaz. Bu durumda karşı tarafın kuvvet kullanmak için hazırlık yaptığı gerekçesiyle ondan önce kuvvet kullanmayı ifade eden önleyici meşru müdafaa hakkı 51. madde kapsamına girmez. 552 Silahlı saldırının savunma amaçlı kuvvet kullanma imkânı veren durumlardan biri olduğunu ileri sürmek maddenin açık ifadesini 550 COLL, s. 307. CAMPBELL, s. 1084. 552 BROWNLIE, Ian: “The Principle of Non-Use of Force in Contemporary International Law”, in The NonUse of Force in International Law, Ed. by. W. E. Butler, Dordrecht, 1989, s. 20’den aktaran KESKİN, s. 51. 551 etkisiz hale getirmektedir. Planlama, örgütleme ve lojistik hazırlık safhalarının da silahlı saldırının bir parçası olduğu ileri sürülmektedir. Bu durumda silahlı saldırı bomba veya mermilerle değil fiili saldırıdan aylar önce kağıt ve kalemle başlayacaktır. 51. maddeden böyle bir netice çıkarmak mümkün değildir. 553 Devletin başka bir devlete karşı sadece bu devletin ülkesinde faaliyetlerini devam ettiren terörist grubun kendisine karşı saldırı hazırlığı yaptığı gerekçesiyle önleyici meşru müdafaa hakkını ileri sürerek saldırması kuvvet kullanma yasağını ihlâl edecektir. 554 Nikaragua Davası’nda ABD’nin, Nikaragua’ya yönelik müdahalesinin El Salvador’la birlikte doğan ortak meşru müdafaa hakkına dayandığı iddiasını değerlendiren Uluslararası Adalet Divanı, iddia edildiği gibi Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara yardım ettiği kabul edilse dahi bunun silahlı saldırı niteliğinde olmadığına hükmetmiştir. Divan ayrıca El Salvador’un meşru müdafaa hakkını kullandığına dair Güvenlik Konseyine bir rapor vermediğine ve ABD’ye de ortak meşru müdafaa hakkını kullanması için davette bulunmadığına dikkat çekmiştir. 555 Bu durumda silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan bir kuvvet kullanma tehdidi altındaki devlet, meşru müdafaa hakkı dışındaki daha düşük dereceli önlemlere başvurmak veya daha fazlasını yapabilmek için Güvenlik Konseyinin onayına başvurmak zorundadır. 556 Divanın kararından da anlaşıldığı gibi eğer bir durum barışı tehdit ediyorsa en uygun çözüm, sorunun Konseye sunulması veya diplomatik çözüm yollarına başvurulmasıdır. BM Güvenlik Konseyinin İsrail’in Osirak Nükleer Santrali’ne karşı gerçekleştirdiği saldırıyı kınayan kararı önleyici meşru müdafaa hakkının hukuken kabul edilebilir olmadığı görüşünü güçlendirmektedir. 557 11 Eylül saldırıları sonrasında önleyici meşru müdafaa hakkının da ötesine geçilerek “önleyici saldırı doktrini” (doctrine of preventive war) adı altında devletin teröristlere yönelik önemli sayılabilecek nitelikte bir destek vermesi halinde, destekleyen devlete karşı kuvvet kullanımına başvurulabileceği ileri sürülmeye başlanmıştır. “Bush Doktrini” olarak da isimlendirilen bu yeni güvenlik anlayışının temellerini 11 Eylül 553 GLENNON, s. 547. LOBEL, 1999, s. 542. 555 Par. 194-195, 233. 556 O’CONNELL, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf (22. 04. 2004). 557 S.C. Res. 487, U.N. SCOR, 36th Sess., U.N. Doc. S/INF 37 (1981). 554 saldırıları sonrasında gelişen süreçte bulmak mümkündür. Bush, 1 Haziran 2002’de West Point’te yaptığı konuşmada, haydut devletlerin ve teröristlerin amaçları göz önüne alındığında, ABD’nin artık geçmişte olduğu gibi tepkisel bir tutuma güvenemeyeceğini, muhtemel saldırganı caydırmadaki başarısızlık, günümüz tehditlerinin aciliyeti ve saldırıda kullanılan silahların vereceği zararın büyüklüğünün düşman saldırısının gerçekleşmesinin beklenmesi seçeneğini ortadan kaldırdığını ifade etmiştir. Uluslararası hukukun öteden beri vukuu muhakkak bir silahlı saldırı tehdidine karşı önleyici meşru müdafaa hakkını tanıdığını ileri süren Bush, yapılması gerekenin “vukuu muhakkak tehdit” kavramını terör eylemlerine ve kolayca saklanan, gizlice ulaştırılan ve uyarı olmaksızın kullanılabilen kitle imha silahlarına güvenen haydut devletler ve teröristler göz önünde bulundurularak yeniden yorumlamak olduğunu belirtmiştir. 558 ABD Başkanı Bush’un 20 Eylül 2002 tarihinde ortaya attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde ise, ABD’nin küresel uzantıları olan teröristlere karşı savaştığı ve düşmanın, politik bir rejim, ideoloji veya din olmayıp masum kişilere karşı yürütülen önceden tasarlanmış siyasî amaçlı şiddet anlamında terörizm olduğu; teröristler ve bilerek bunları barındıranlar veya yardım edenler arasında bir ayrım yapılmayacağı ve bunlar arasından da özellikle kitle imha silahlarını edinmeye veya kullanmaya çalışanların hedef alınacağı; ABD’nin, vatandaşlarını ve çıkarlarını ülke içinde veya dışında korumak için, tehdidi teşhis ederek imha yoluna gideceği; teröristlerin ülkeye ve halka zarar vermelerinin önlenebilmesi için gerekli olduğunda tek başına hareket etmekte tereddüt etmeksizin teröristlerden önce hareket edileceği ifade edilmiştir. 559 Bush, terörle savaşın El Kaide ile başladığını ancak 558 Bush’un konuşmasının metni için bkz. http://www.whitehouse.gov/news/releases/2002/06/200206013.html (24. 03. 2003). 559 ABD Başkanı Bush’un 20 Eylül 2002 tarihinde ortaya attığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde belirtilen dört temel unsur tartışmalara yol açmıştır: İlk olarak, Ulusal Güvenlik Stratejisinde düşman devletlere ve kitle imha silahlarına sahip olmak isteyen teröristlere karşı müdahalede bulunulacağı açıklanmıştır. İkinci olarak, stratejik anlamda Amerika kendi askerî gücüne başka herhangi bir yabancı güç tarafından rekabet yapılamayacağı belirtilmiştir. Üçüncü olarak, ABD stratejisine göre çok taraflı uluslararası işbirliğine taraf olunmakla beraber kendi güvenliği ve ulusal çıkarlarını korumak için tek taraflı hareket etmekte tereddüt etmeyeceğini açıklamıştır. Amerika’nın dördüncü stratejisinin amacı özellikle Müslüman ülkeler başta olmak üzere demokrasi ve insan haklarını dünyaya yaymaktır. Bkz. KÖNİ, Hasan: “Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Analiz, S. 38, C. 4, 2003, s. 81-83. Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin metni için bkz. http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf (24. 03. 2004). bütün küresel terör örgütleri mağlup edilene kadar devam edeceğini açıklayarak savaşın ne kadar uzun süreceğine işaret etmiştir. 560 Bush Doktrini çerçevesinde önleyici saldırı doktrinini haklı görenler, geleneksel caydırıcılığın terörizme karşı yapılan mücadelede başarı sağlamadığına dikkat çekmektedirler. Terörist tehdit aniden ve farkına varılmaksızın gerçekleşmekte ve teröristler de gerçekleştirdikleri eylemler sonrasında mağdur devletin kendilerine cevap vermesinden korkmamaktadırlar. Örneğin El Kaide Örgütü 11 Eylül saldırılarında Amerika’ya yönelik açık bir tehdit oluşturmuş ve fırsat bulduklarında sayısız sivili kolayca öldürebileceğini göstermiştir. Bu durum karşısında önleyici saldırı doktrini terörizme karşı kullanışlı yeni bir stratejik çözüm sunmaktadır. 561 Görüldüğü gibi Bush Doktrini saldırı kavramını, kuvvet kullanma yasağının ihlâlini oluşturacak durumlardan da geniş tanımlamakta ve adı konmamış çıkarların zarar görmesi ihtimaline karşı süresiz bir meşru müdafaa durumunun varlığını savunmaktadır. 562 ABD’ye göre silahlı saldırının gerçekleşmesini beklemek günümüz şartlarının gereklerine uygun bir yaklaşım değildir. Kendisine karşı ortaya çıkacak tehditleri tamamen gelişmeden vurmayı hedefleyen ABD’nin terörizm tehdidini kendi hareket serbestisini genişletmek için kullanmaya çalıştığı görülmektedir. Bush Doktrini çerçevesinde hareket edildiği takdirde teröristlerin saldırıda bulunacakları varsayımı ile bunları barındıran devletin ülkesinde gerçekleştirilen meşru müdafaa esasına dayalı bir kuvvet kullanma eylemi haklı kabul edilebilecektir. Uluslararası alanda keyfiliğe yol açabilecek Bush Doktrini, diğer devletleri başka devletlere saldırma konusunda serbest bırakmakta, yeri ve zamanı belirsiz bir tehdide karşı kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Bir diğerine saldıran devlet belli bir tehdidi önlemek için müdahale ettiği bahanesine sığınarak eylemini meşrulaştırabilecektir. Söz konusu yaklaşımın stratejik açıdan kabul edilebilir olduğu ileri sürülse dahi uluslararası hukukta öngörülen kuvvet kullanma sistemi bakımından kabul edilebilir olması söz konusu 560 Address to a Joint Session of Congress and the American People http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-2.html (28. 03. 2003). 561 KÖNI, s. 182. 562 TOLUNER, 2003, s. 261. değildir. Kaldı ki uluslararası hukukta önleyici meşru müdafaa hakkının kabul gördüğü söylenememektedir. Kısaca Bush Doktrini egemen bağımsız devletler de dahil olmak üzere tüm uluslararası toplumun ABD’nin anlayışına göre hareket etmesini istemekte ve aksi takdirde kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktadır. Bu şekilde tek taraflı müdahaleleri öngördüğü sürece BM sistemine uygunluk taşıması mümkün gözükmeyen Bush Doktrini ayrıca BM sisteminin temel ilkelerinden birisini teşkil eden devletlerin egemen eşitliği ilkesine de aykırıdır. Söz konusu doktrin örneğin Fransa, İsrail, Hindistan gibi birtakım devletlere güvenlikleri için uygun gördükleri her tür davranışta bulunma hakkını tanırken İran gibi bazı devletlere bu hakkı tanımamaktadır. 2. KARŞI ÖNLEMLERE BAŞVURMA HAKKI Kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmekle beraber silahlı saldırı seviyesine varmayan doğrudan veya dolaylı kuvvet kullanma eyleminin gerçekleşmesi halinde, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin uygulanması gündeme gelir. Bu durumda silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan ve Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden eylem şeklinde nitelendirilmeyen terörist saldırı karşısında mağdur devlet kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere başvurabilecektir. 563 Karşı önlemler Nikaragua Davası’nda da gündeme gelmiş ve Uluslararası Adalet Divanı silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine maruz kalan devletin, orantılı karşı önlemlere başvurabileceğini ifade etmiştir. Divan, Nikaragua’nın El Salvador’da yönetime karşı mücadele veren FMLN üyelerine verdiği destek nedeniyle Kontralara yardımda bulunduğunu iddia etmesi üzerine isyancılara yönelik lojistik destek ve diğer yardımların silahlı saldırı oluşturmadığına karar vermiştir. Bu tür yardımların meşru müdafaa hakkına başvurmayı haklı kılmadığına karar veren Divan, Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara yönelik yardımlarının El Salvador’a karşı saldırı boyutuna ulaştığı görüşünü kabul etmemiş ve ABD’nin başvurduğu tedbirlerin hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir. Bununla birlikte bu tür bir durumla karşı karşıya olan devletleri tamamen 563 savunmasız bırakmamış mağdur BAŞEREN, 2003, (a), s. 56; BROWN, s. 44. devletin orantılı karşı önlemlerde bulunabileceğine karar vermiştir. 564 Buna göre devletler yoğunluk olarak silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan bu tür bir kuvvet kullanma durumunda orantılı karşı önlemlere başvurulabilecektir. Divan, silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan doğrudan ya da dolaylı kuvvet kullanımına maruz kalan devletin kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere başvurabileceğini söylemekle beraber karşı tedbirlerin sınırını dolayısıyla kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin 2/4. maddeyi ne zaman ihlâl edeceğini belirlememiştir. Başeren, bu sınırın iki noktada çizileceğini belirtmiştir. Buna göre, karşı tedbirlere başvuran devlet bu tedbirleri kendi ülkesi içinde uygulayabilir. Dolayısıyla meşru müdafaa hakkına nazaran daha sınırlı bir uygulama alanına sahiptir. Karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı kaldığı için BM Andlaşması’nda meşru müdafaa yanında kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olarak yer almadığını belirten Başeren, bu önlemlerin genellikle silahlı bir ayaklanmanın bastırılması veya başka bir devletin saldırgan eyleminin kuvvet kullanılarak önlenmesi şeklinde uygulandığını belirtmektedir. İkinci olarak meşru müdafaa hakkının aksine bu tedbirlere ortak bir şekilde başvurulamayacaktır. 565 Karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı olmadığı kabul edildiği takdirde devletler silahlı saldırı niteliğinde olmadığı için meşru müdafaa hakkına neden olmayan saldırgan her eylem karşısında orantılı karşı önlemlere başvurarak ülke dışında kuvvet kullanımına başvurabilecektir. Bu durumun Birleşmiş Milletler Andlaşmasında öngörülen 564 Divanın ilgili kararı şu şekildedir: “Nikaragua’nın işlemekle itham edildiği fiiller, müsbit ve bu devlete kabil-i isnat kabul edilseler bile, ancak bu fiillerin mağduru olan devletler, yani El Salvador, Kostarika ve Honduras tarafından alınan mümasil karşı tedbirleri haklı gösterebilir. Üçüncü bir devlet, yani ABD tarafından alınan karşı tedbirleri haklı kılmaz, özellikle kuvvet kullanımını içeren müdahaleyi haklı göstermez.” Par. 249. 565 BAŞEREN, 2003, (b), s. 147. Buna karşılık doktrinde farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Özellikle karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı olması nedeniyle etkinliği tartışma konusu olmuştur. Örneğin kuvvet kullanma yasağının uluslararası ilişkilerde geçerli bir yasak olduğu ve devletin kendi ülkesinde kuvvet kullanmasını yasaklanmadığına dikkat çeken Toluner, Divanın devletin ülkesiyle sınırlandırılmış bir hakkı neden ayrıca belirttiğinin anlaşılamadığını belirtmektedir. Uygulama alanı ülke sınırlarını aşmayan bu hakkın, hangi ölçüde etkin bir karşı koyma imkânı kazandıracağını da soran Toluner, Divanın verdiği bu kararın acele verilmiş bir karar olduğu ve soruna çözüm getirmekten çok hukukî bir kargaşaya neden olduğu yorumunda bulunmuştur. Çünkü bu yorum altında ya kuvvet kullanma yasağının kapsamı dar yorumlanarak günümüz hukukunda meşru müdafaa hakkı dışında devletlere müsaade edilmiş bir orantılı karşı önlemler alma hakkı yaratılmış olacaktır, ya da silahlı saldırı niteliği taşımayan kuvvet kullanma ve karışma eylemlerine hedef olan devletlerin silahlı kuvvetleriyle ülke dışında girişecekleri bir askerî harekât meşru müdafaa esası altında hukuka uygunluk kazanmayacağına göre, ülke dışında alınması gerekli orantılı karşı önlemlerin terör eylemleriyle gerçekleştirilmesi yolu açık bırakılmış olacaktır. Bkz. TOLUNER, 2000, s. 368-369. kuvvet kullanma sistemine uygun olmadığı açıktır. Nitekim devletlerin uygulamaları da karşı tedbirlere genel itibarıyla doğrudan ya da dolaylı hukuka aykırı kuvvet kullanımına maruz kalan devletlerin kendi sınırları içinde başvurması gerektiğini göstermektedir. Dolaylı olarak kullanılan kuvvete maruz kalan devletlerin düzensiz birliklerle mücadele ettiği hallerde, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin bazen planlanarak, bazen de istemeden sınırları aştığı olmaktadır. İsrail, Güney Afrika, Cumhuriyeti ve Güney Rodezya gibi devletler sınırlarını aşan faaliyetlerini meşru müdafaa hakkına dayandırmakla beraber, ülkelerinin sınırlarını aşan daha geniş bir hak iddia etmektedirler. Söz konusu devletlerin sık sık sınır ötesi çatışmalara girmesinin, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin ülke dışına taşmasına imkân verecek bir örf ve âdet hukuku kuralı oluşturmaktan uzak olduğu söylenebilir. 566. Güvenlik Konseyi, söz konusu devletlerin bu faaliyetlerini meşru müdafaa esasında savunmalarını da reddederek kınamıştır. Diğer devletlerden gelen silahlı saldırıyı savuşturmaktan ziyade, düzenin içerde korunmasına yönelik olan ve devletin egemenlik hakkına dayanan kuvvet kullanılmasını içeren karşı önlemleri, polisiye tedbirler şeklinde değerlendirmemek gerekir. Karşı tedbirlerin mağdur devlete basit polis tedbirlerinin amaçları ve boyutları dışında askerî kuvvet kullanma imkânı verdiğine işaret eden Başeren, söz konusu tedbirlerin başvuran devletin ülkesiyle sınırlı kaldığı için fonksiyonsuz ve anlamsız olduğunu düşünmenin yanlış olduğunu belirtmektedir. 567 Karşı önlemler hakkında Macaristan ile Çekoslovakya arasındaki GabcikovoNagymaros Davası da önemli katkılar sağlamıştır. 568 Dava konusu uyuşmazlık Macaristan ile Çekoslovakya arasında Tuna Nehri ile ilgili olarak yürütülen ancak tarafların anlaşamaması üzerine başarısız olan ortak bir projeden kaynaklanmıştır. Macaristan’ın tek taraflı olarak ortak projeyi düzenleyen sözleşmeyi feshetmesine Çekoslovakya suyu nehrin kendi tarafında keserek cevap vermiştir. Bu durum karşısında Macaristan nehirden eşit bir şekilde faydalanamamış ve uyuşmazlık Uluslararası Adalet Divanına sunulmuştur. Divan 566 BAŞEREN, 2003, (b), s. 148. BAŞEREN, 2003, (b), s. 147. 568 Gabcikovo-Nagymaros Project (Hungaria v. Slovakia), Sep. 25, 1997 (Judgment), 1997 I.C.J. Reports (1997). s. 7. 567 karşı önlemleri uluslararası hukuk bağlamında izin verilebilir bulmasına rağmen Çekoslovakya’nın nehrin sularını kesmesinin Macaristan’ın uluslararası hukuka aykırı eylemi karşısında orantısız bir eylem olduğu gerekçesiyle hukuken kabul edilebilir bir karşı önlem olmadığına karar vermiştir. 569 Divan, hukuken kabul edilebilir bir karşı önlemin şartlarını şu şekilde saymıştır: a) Karşı önlem diğer bir devletin daha önceden gerçekleştirdiği uluslararası hukuka aykırı eylemine bir cevap mahiyetinde gerçekleştirilmeli ve doğrudan bu devlete yöneltilmelidir. 570 b) Mağdur devlet hukuka aykırı eylemi gerçekleştiren devletin bu haksız eyleme son vermesini veya bu eylemi tazmin etmesini talep etmelidir. 571 c) Karşı önlem hukuka aykırı eylemle orantılı olmak zorundadır. 572 d) Karşı önlem hukuka aykırı eylemi gerçekleştiren devletin uluslararası hukukun öngördüğü yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamaya yönelik olmalıdır. 573 IV. TERÖRİZME KARŞI BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI İLE KUVVET KULLANMA Terörizme karşı uygulanabilecek diğer bir yol, BM Andlaşması’nda öngörülen ortak güvenlik sistemini kullanmaktır. Uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin önlenebilmesine yönelik çabaların gerçekleştirilebilmesi için BM oldukça elverişli bir zemin sunmaktadır. BM Andlaşması’nın “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Durumunda Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan VII. Bölümü uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacıyla, BM’nin alacağı önlemleri ve söz konusu önlemlerin 569 Davanın görülmesi esansında Çekoslovakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adında iki devlete ayrılması karşısında Slovakya halef devlet sıfatıyla Çekoslovakya’nın yerini almıştır. 570 Par. 83. 571 Par. 84. 572 Par. 85. 573 Par. 87. Brown, kararda ayrıca karşı önlemin geri alınabilir nitelikte olmasının öngörüldüğünü ancak bu hükmün kuvvet kullanımını içermeyen hukuka aykırı uluslararası bir eylem karşısında barışçı karşı önlem bağlamında verildiğine dikkat çekerek geri alınabilme şartının kuvvet kullanmayı içeren hukuka aykırı uluslararası bir eylem karşısında söz konusu olmayacağını ima etmektedir. Bkz. BROWN, s. 46, dn. 239. uygulanmasını öngören ortak güvenlik sistemini düzenlemektedir. Bu bağlamda barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit etme yetkisi ve bu tespitin ardından tavsiyelerde bulunma veya zorlayıcı önlemler alma konusunda Güvenlik Konseyi yetkilidir. 574 VII. Bölümde yer alan 39. madde ile kuvvet kullanma konusunda karar alma noktasında Güvenlik Konseyine 51. maddeden daha geniş bir yetki verilmektedir. 39. maddeye göre uluslararası barış ve güvenliğin korunmasından başlıca sorumlu organ olan Güvenlik Konseyi barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit etmesi halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması veya yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunur ya da 41 ve 42. maddeler uyarınca hangi tedbirlerin alınacağını kararlaştırır. 575 41. madde, Konseyin kuvvet kullanılmasını içermeyen ne gibi tedbirler alınması gerektiğini kararlaştırabileceğini ve üye devletleri alınan tedbirleri uygulamaya çağırabileceğini düzenlemektedir. 576 42. madde ise, Konseyin 41. madde kapsamında aldığı tedbirlerin uygun olmadığı veya olmayacağı kanaatine ulaşması halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması veya yeniden tesisi için hava, deniz ve kara kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü her türlü girişimde bulunabileceğini öngörmektedir. Bu durumda Konsey eylem veya olay silahlı saldırı boyutuna ulaşmasa dahi uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğuna karar vererek 42. madde kapsamında kuvvet kullanılmasına yetki verebilir. BM’nin kendi askerî kuvveti olmadığından alınan kararların üye devletler tarafından uygulanması öngörülmüştür. 577 574 BM Andlaşması’nın 39. maddesinde “…barışın tehdit edildiği … bozulduğu…” ifadeleri yer almaktadır. Ancak Andlaşmada nelerin barışı bozduğu veya tehdit ettiği konusunda herhangi bir açıklık yoktur. BM Andlaşması’nın hazırlanması sürecinde hangi durumların barışı tehdit ettiği, bozduğu veya saldırı eylemi oluşturduğu hususunda bir karara varılamamış ve bu konularda karar verme yetkisinin Güvenlik Konseyine ait olduğu belirtilmiştir. 575 Güvenlik Konseyinin 39. maddeye göre alacağı tavsiye kararlarının bağlayıcı olmamasına karşılık 41 ve 42. maddeler kapsamında zorlayıcı tedbirlerin alınmasına yönelik kararları bağlayıcı niteliktedir. 576 41. madde Güvenlik Konseyine, askerî olmayan, tahdidi şekilde sayılmayan herhangi bir tedbire başvurabilme yetkisini vermektedir. Konsey 41. maddeye dayanarak, tamamen veya kısmen ekonomik ilişkilerin kesilmesi; demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve her türlü diğer iletişim araçlarının tamamen veya kısmen kesilmesi; diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi çeşitli tedbirlerin alınmasına karar verebilir. Bkz. BOZKURT, s. 40. 577 43. maddede bu amaçla Güvenlik Konseyi ile üye devletler arasında yapılacak özel anlaşmalarla bir özel askerî kuvvet oluşturulması öngörülmüştür. Ancak bu anlaşmalar yapılamamış ve bu nedenle konsey kararıyla bir devlete karşı zorlama önlemi niteliğinde kuvvet kullanılması Andlaşmada öngörülen sistemden BM Andlaşması’nda meşru müdafaa hakkı hariç kuvvet kullanabilmek için Güvenlik Konseyinin karar alması BM’nin amaçları ile uyumlu olduğu gibi uluslararası toplumun barış ve istikrarı için de gereklidir. Konseyin kuvvet kullanımına dair yapacak olduğu yetkilendirmenin açık bir yetkilendirme olması gerekir. Konseyin açık bir şekilde yetkilendirmede bulunmadığı bazı durumlarda da üstü örtülü bir şekilde kuvvet kullanımına izin verdiği iddia edilmektedir. Örneğin D’Amato, İsrail’in 1981 yılında Osirak Nükleer Santrali’ne karşı gerçekleştirdiği saldırı sonrasında Güvenlik Konseyinin saldırıyı kınamakla beraber İsrail’e karşı yaptırım uygulanması yönünde bir karar almadığını, alınan kınama kararının ise sembolik olduğunu belirterek bu durumun Konseyin İsrail’in saldırısını zımnen onayladığı veya desteklediği şeklinde yorumlanabileceğini ileri sürmektedir. 578 Bu tür bir çıkarımda bulunulması, BM Andlaşması’nda öngörülen Güvenlik Konseyinin öncelikle söz konusu durumun uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğu ve sonrasında alınan tedbirlerin sorunu çözüme kavuşturmadığı tespitinde bulunmasını düzenleyen kurallara aykırıdır. Konsey, pek çok durumda mevcut durumu uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit şeklinde değerlendirmekle beraber kuvvet kullanılmasına gerek olmadığı şeklinde karar almıştır. Konseyin aldığı kararlar üzerinde tartışmaya açık yorumlar yaparak kuvvet kullanımına başvurmak 2/4. maddede öngörülen kuvvet kullanma yasağını işlevsiz hale getirecektir. Ayrıca güçlü devletler kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kuvvet kullanma imkânına sahip olacaklardır. Terörizm karşısında ortak güvenlik sisteminin harekete geçirilebilmesi için öncelikle 39. maddede yer alan barışa yönelik tehdit kavramının terörist örgütler ve terörizme yönelik devlet desteğinden kaynaklanan tehditleri kapsayıp kapsamadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. BM Andlaşması kabul edildiğinde söz konusu tehdidin devletlerden kaynaklanan tehditle ilgili olduğu bilinmesine rağmen 39. madde veya Andlaşmanın diğer herhangi bir kısmında tehdidin sadece devletlerden kaynaklandığına dair bir hüküm yer almamaktadır. Ayrıca terörist saldırıların neden olduğu can ve mal kaybı ile uluslararası farklı bir yapıda gerçekleştirilmiştir. Konsey ya üye devletlere kuvvet kullanma izni vermiş ya da kuvvet kullanmalarını tavsiye etmiştir. 578 D’AMATO, 1983, s. 586. Güvenlik Konseyinin üstü örtülü bir şekilde kuvvet kullanımına izin verdiği ileri sürülen benzer örnekler için bkz. LOBEL, Jules & RATNER, Michael: “Bypassing the Security Council:Ambiguous Authorisations to Use Force, Ceasefires and the Iraqi Inspection Regime”, Am. J. Int’l L., Vol. 93, 1999, s. 130-134. toplumda neden olduğu etkiler göz önüne alındığında uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturabileceği açıktır. 579 Nitekim gerek Güvenlik Konseyi gerek Genel Kurul aldıkları çeşitli kararlarda terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğuna karar vermiştir. 580 Konsey 11 Eylül sonrasında aldığı kararlarda terörizmi açık bir şekilde kınamış ve uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğu nitelendirmesinde bulunmuştur. 581 Ayrıca Dışişleri Bakanları seviyesinde Kasım 2001 ve Ocak 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen Güvenlik Konseyi toplantılarında terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğu tekrarlanmıştır.582 Konseyin aldığı kararlara paralel olarak, terörist eylemin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği, bozduğu ve saldırı fiilinin gerçekleştiğinin tespit edilmesi halinde ortak güvenlik sisteminin çalıştırılması gündeme gelecek ve terörist eylem tehdidini önlemek amacıyla kuvvet kullanımına başvurulması söz konusu olabilecektir. Nitekim Bosna Hersek’te oluşturulan güvenli bölgelerin Sırp gruplara karşı korunması amacıyla NATO ve BM Koruma Gücü’nün yetkilendirilmesi örneklerinde olduğu gibi, uygulamada Güvenlik Konseyinin devlet dışı aktörlere karşı kuvvet kullanılması için yetkilendirmede bulunduğu görülmektedir. 583 Uluslararası terörizmle mücadelenin BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde gerçekleştirilecek ortak eylemlerle yürütülmesi gerek hukukî gerek politik bakımdan pek çok avantaj sunmaktadır. 584 Konseyin, uluslararası terörizme yönelik kuvvet 579 Doktrinde de terörist eylem karşısında ya da devletin terörizmi desteklemesi halinde VII. Bölüm çerçevesinde kuvvet kullanımına başvurabileceği ileri sürülmektedir. Bkz. BAKER, Mark B., s. 27; GREENWOOD, 2003, s. 20; PICKARD, Daniel: “When Does Crime Become a Threat to International Peace and Security?”, Fla. J. Int’l L., Vol. 12, 1998, s. 5. 580 Örneğin S.C. Res. 731, U.N. SCOR (1992); S.C. Res. 748, U.N. SCOR 47th Sess., U.N. Doc S/RES/748 (1992); S.C. Res. 883, U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/RES/883 (1993); S.C. Res. 1192, U.N. SCOR, 53rdSess., U.N. Doc. S/RES/1192 (1998); S.C. Res. 1269, U.N. SCOR, 54th Sess., U.N. Doc. S/RES/1269 (1999); S.C. Res. 1044, U.N. SCOR, 51st Sess., U.N. Doc. S/RES/1044 (1996); S.C. Res. 1189, U.N. SCOR, 53rd Sess., U.N. Doc. S/RES/1189 (1998); S.C. Res. 1267, U.N. SCOR, 54th Sess., U.N. Doc., S/RES/1267 (1999); G.A. Res. 40/61 U.N. GAOR, 40th Sess., Supp. No. 51, U.N. Doc. A/40/1003 (1985); G.A. Res. 49/60, U.N. GAOR, 49th Sess., Supp. No. 49, U.N. Doc. A/49/60 (1995). 581 S.C. Res. 1368, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1368 (2001); S.C. Res. 1373, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1373 (2001). 582 S.C. Res. 1377, U.N. SCOR, 56th Sess., U.N. Doc. S/RES/1377 (2001); S.C. Res. 1456, U.N. SCOR, 58th Sess., U.N. Doc. S/RES/1456 (2003). 583 S.C. Res. 836, U.N. SCOR U.N. Doc. S/RES/836 (1993). 584 DELBRUCK, s. 22. kullanma ve diğer mücadele çabalarına katılması söz konusu tehdide karşı hukuken meşru ve geniş bir desteğe sahip önlemler ağı oluşturmaya yardım edecektir. Bu nedenle bir veya daha fazla devletin ülkesinde yerleşebilme imkânını sahip devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlere karşı yürütülecek mücadelede Güvenlik Konseyi sorumluluğu üstlenmeli ve terörizmle mücadelenin her aşamasında BM yer almalıdır. Konseyin terörist saldırılar karşısında kuvvet kullanılmasına dair bir yetkilendirmede bulunmuş olması başvurulacak kuvvet kullanımının meşruiyetini hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Diğer taraftan Konseyin yetkilendirmesi olmaksızın gerçekleştirilecek kuvvet kullanımı uzun vadede BM’nin amaçlarını ve BM sistemini olumsuz bir şekilde etkileyebilme ihtimali taşımaktadır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TERÖRİST EYLEMLER KARŞISINDA DEVLETLERİN UYGULAMALARI Devletlerin geçmiş uygulamalarına bakıldığında teröristleri veya teröristlerle ilişki içindeki devletleri hedef alan çeşitli uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Teröristleri taşıdığı iddia edilen kara, deniz veya hava taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette bu kişilerin ele geçirilmesi, teröristlere karşı açık veya gizli bir şekilde suikast düzenlenmesi, terörist üslere ve terörizme karıştığı iddia edilen devletlere karşı kuvvet kullanılması şeklinde karşımıza çıkan bu tür eylemlere ilişkin bir takım örnek olayları ele almakta fayda bulunmaktadır. I. TERÖRİSTLERE ve TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR 1. TERÖRİSTLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN FİİLİ UYGULAMALAR A. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi Zorla kaçırmak, iadesi talep edildiği halde iade edilmeyen veya iadesi için herhangi bir girişimde bulunulmadığı halde suçlu olduğu belirtilen kişilerin yargılanmak üzere bulundukları devletin ülkesinden devletin rızası veya bilgisi olmaksızın zor kullanılarak veya zor kullanma tehdidiyle ya da hileyle götürülmesidir. 585 Bu tür eylemlerin daha çok uyuşturucuyla mücadele kapsamında, ulusal güvenliğe yönelik tehditler durumunda veya kaçırılan kişiden intikam alma amacıyla gerçekleştirildiği görülmektedir. 586 585 HOMRIG, Brigette Belton: “Abduction as an Alternative to Extradition-A Dangerous Method to Obtain Jurisdiction over Criminal Defendants”, Wake Forest L. Rev., Vol. 28, 1993, s. 676. 586 ABD ve İsrail bahsedilen sebeplerle pek çok zorla kaçırma olayı gerçekleştirmiştir. Örneğin Nazi savaş suçlusu Adolf Eichman yaşadığı Arjantin’den Mossad tarafından 1960 yılında kaçırılarak Şüpheli teröristlerin kaçırılarak zorla ele geçirilmesinin temelinde devletlerin bu kişileri iade etmek veya yargılamak konusunda isteksiz olmaları yatmaktadır. Teröristlerin ülkesinde bulundukları devletlerin bu kişileri yargılamaması ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmemesi nedeniyle mağdur devletin söz konusu kişileri yargılayabilmek için bu eyleme girişmekten başka bir çaresi kalmadığı belirtilmektedir. 587 Bunun yanı sıra teröristlerin tıpkı evrensel yargı yetkisine tâbi korsanlar gibi insanlığın ortak düşmanı olduğu (hostes humani generis) ve bu nedenle devletlerin nerede olurlarsa olsunlar teröristleri yakalama hakkına sahip olduğu da ileri sürülmektedir. 588 Doktrinde bu tür eylemlerin diğer devletin ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığına yönelik herhangi bir tehdit taşımadığı ve bu nedenle kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmediği belirtilerek sınırlı bazı durumlarda zorla kaçırmak suretiyle kişilerin ele geçirilmesinin meşru olduğu dile getirilmektedir. Örneğin, Bowett teröristleri ele geçirmek üzere devletin istihbarat görevlilerini diğer bir devlet ülkesine göndermesi halinde söz konusu devletin ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmediğini ve bunun meşru bir eylem olduğunu ileri sürmüştür. 589 Bu metodun ihtiyatlı bir şekilde kullanılması gerektiğini belirten Kash ise, eyleme girişmeden siyasî ve hukukî bütün yolların tüketilmiş olması gerekliliğine dikkat çekmektedir. Yazara göre başka bir alternatif kalmaması halinde gelebilecek olumsuz tepkileri asgarî düzeye indirebilecek gerekçeleri de ortaya koymak kaydıyla meşru müdafaa hakkı çerçevesinde bu tür bir zorlayıcı eyleme başvurmak mümkündür. 590 Yazar ayrıca söz konusu eylemin doğrudan kişiye yönelik bir hareket olduğu ve bu nedenle eylemin gerçekleştiği devletin ülke bütünlüğü veya siyasî yargılanmak üzere İsrail’e getirilmiş ve ölüme mahkum edilmiştir. Benzer şekilde ABD iadesini talep ettiği kişilerin ilgili devletler tarafından iade edilmemesi üzerine söz konusu kişileri bulundukları devletlerin ülkesinden devletin rızası veya bilgisi olmaksızın kaçırarak yargı önüne çıkarmayı amaçlamıştır. Örneğin Amerikalı ajan Enrique Camarena-Salazar’ın Meksika’da kaçırılması ve bir ay sonra aşırı derecede işkence görmüş bir halde bulunması üzerine ABD olayın sorumlusu olarak gördüğü Meksika vatandaşı Humberto Alvarez-Machain’in iadesini talep etmiş, ancak iade görüşmelerin olumsuz neticelenmesi üzerine AlvarezMachain’i kaçırarak ABD’ye getirmiş ve yargılamıştır. Bkz. GLENNON, Michael J.: “International Kidnapping: State-Sponsored Abduction: A Comment on United States V. Alvarez Machain”, Am. J. Int’l L., Vol. 86, 1992, s. 736-756, HOMRIG, s. 684-700; TOWNSEND, s. 670; SOFAER, s. 112. 587 KASH, s. 80-82. 588 BERES, 1991, s. 332. 589 KASH, s. 79. 590 KASH, s. 85 bağımsızlığının ihlâl edildiği şeklinde bir iddiada bulunulamayacağını da belirtmektedir.591 Teröristlerin ülkesinde bulunduğu devletin bu kişileri yargılamayı ya da yargılamayı reddetmesi halinde mağdur devletin teröristleri ele geçirmek üzere görevlilerini söz konusu devletin ülkesine gönderebileceğini savunan O’Connell da, silahlı kuvvetlerin kullanılmadığı bu tür polisiye eylemlerin teröristleri barındırma eylemine karşı orantılı bir yol olduğunu iddia etmektedir. 592 Benzer şekilde devletlerin uluslararası suçlulara yardım etmekten kaçınmak, onları yakalamak ve yargılamak veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmekle yükümlü olduklarına dikkat çeken Sofaer, devletlerin bu yükümlülüklerini yerine getirmekte isteksiz davranması ya da yetersizlikleri nedeniyle başarısız olmaları halinde mağdur devletin gerekli ve orantılı bir eylemde bulunabileceği görüşündedir. 593 Gurule ise, ilgili kişinin ülkesinde bulunduğu devletin bu kişiyi yargılamayı veya iade etmeyi reddetmesi halinde zorla kaçırma eyleminin hukuken meşru kabul edilebileceğini savunmaktadır. 594 Doktrinde ileri sürülen bu görüşlere mukabil Bassiouni, zorla kaçırma eyleminin devletin ülke bütünlüğünü ve siyasî bağımsızlığını ihlâl ettiğini, bu nedenle de uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemektedir. 595 Devletin ülkesinde bulunan teröristlerin zorla kaçırılarak mağdur devletin ülkesine getirilmesinin yanı sıra uluslararası sularda veya hava sahasında bir uçakta ya da gemide bulunan ve suçlu olduğu iddia edilen kişilerin de zor kullanmak suretiyle ele geçirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir. Bir devletin teröristleri güvenli bir yere taşıması amacıyla kendisine ait uçakların kullanılmasına izin vermesinin devletin teröristlerle birlikte hareket ettiği şeklinde yorumlanabileceğine dikkat çekilerek mağdur devlet başta olmak üzere bütün devletlerin teröristleri taşıyan uçağı durdurarak içindekileri yakalayabilme hakkına sahip olduğu ileri sürülmektedir. 596 Sık sık bu tür eylemlere 591 KASH, s. 79; 84. O’CONNELL, 2002, (b), s. 33. 593 SOFAER, Abraham: N. Y. Times, Jan. 28, 1986, at A24, col. 4’den aktaran MURPHY, 1986, s. 83. 594 GURULE, Jimmy: “Terrorism, Territorial Sovereignty, and the Forcible Apprehension of International Criminals Abroad”, Hastings Int’l & Comp. L. Rev., 1994, Vol. 17, s. 474. 595 BASSIOUNI, M. Cherif: International Extradation and World Public Order, 1974, s. 124’den aktaran KASH, s. 82. 596 Kash tıpkı diğer devlet ülkesinde bulunan teröristin zorla kaçırılmasında olduğu gibi uluslararası hava sahasında iken bir uçağın inmeye zorlanmış olmasının BM Andlaşması’nın 2/4. maddesinde yasaklanan devletin ülkesel bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelik bir kuvvet kullanma ve kullanma tehdidi niteliği taşımadığı görüşündedir. Bkz. KASH, s. 84-85. 592 başvuran ve söz konusu eylemlerin sivilleri hedef almadığını belirten ABD ve İsrail, uçakların inmeye zorlanarak teröristlerin uçakta olup olmadıklarının araştırılmasının uluslararası barış ve güvenliği bozacak bir eylem olarak görülmemesi gerektiğini ileri sürmektedir. Hatta İsrail, vatandaşlarının can ve mal güvenliğine yönelik muhtemel saldırıları önlemeyi amaçlayan bu gibi eylemlerin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olarak görülebileceğini dahi iddia etmektedir. 597 Uluslararası örf ve âdet hukuku ülkesel egemenlik ilkesinin bir devletin ülkesi içinde yer alan herşey üzerinde münhasıran yetkiye sahip olmasını öngörmektedir. Devletler diğer devletlerin iç işlerine karışmama ve diğer devletlerin ülkesinde egemen haklar icra etmeme yükümlülüğü altındadır. Devletin başka bir devletin ülkesinde söz konusu devletin rızası olmaksızın herhangi bir eylemde bulunması hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla bir devletin başka bir devletin ülkesinde bulunan kişiyi zor kullanmak suretiyle ele geçirmesi suçlu kişilerin adalet önüne çıkarılarak yargılanmalarını sağlamak bakımından etkili bir yol olarak gözükse de ilgili devletin egemenliğini ve ülke bütünlüğünü açık bir şekilde ihlâl etmektedir. 598 Ayrıca uluslararası hukuka aykırı bu tür eylemlerin devletlerin taraf oldukları uyuşmazlıkları uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye düşürmeksizin barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüklerini de ihlal ettiği ve devletler arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Şüpheli teröristlerin zorla ele geçirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş pek çok eylem vardır. Bu bölümde bu tür eylemlere örnek bazı olaylar kısaca ele alınacaktır. a. Şeyh Obeid’in Kaçırılması 26 Temmuz 1986 tarihinde İsrail askerleri helikopterlerle birlikte gizlice Lübnan’a geçerek Şeyh Obeid ve iki adamını kaçırmış ve bir kişiyi de öldürmüşlerdir.599 Operasyon sonrasında İsrail hükümeti Güney Lübnan’daki Hizbullah Örgütüne yardım ettiği, örgüt mensuplarının barınmalarına yardımcı olduğu ve İsrail’e karşı gerçekleştirilen saldırılarla bağlantısı olduğunu iddia ettiği Şeyh Obeid’i tutuklamıştır. 600 Şeyh Obeid’in 597 KASH, s. 91-92. GUROVITSCH, s. 178. 599 AREND & BECK, s. 177. 600 AREND & BECK, s. 178. 598 kaçırılması uluslararası toplumda tepkilere neden olmuştur. Örneğin, dönemin ABD Başkanı George Bush adam kaçırma ve şiddetin barışı sağlamayacağını ifade ederken BM Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar da söz konusu eylemin Lübnan’ın egemenliğini ihlâl ettiğini belirterek Şeyh Obeid’in Lübnan’a iade edilmesini istemiştir. Mısır ise, İsrail’i terörist metotlara başvurmakla suçlamıştır. 601 Olay BM Güvenlik Konseyinde de görüşülmüş ve açıkça İsrail veya Şeyh Obeid’den bahsedilmeksizin adam kaçırma ve rehin almaya yönelik genel ifadelerin yer aldığı bir karar alınmıştır. Oybirliği ile alınan kararda bütün rehin alma ve adam kaçırma eylemleri açıkça kınanarak kaçırılan veya rehin alınan kimselerin nerede ve kimin elinde olursa olsun derhal serbest bırakılması talep edilmiştir. 602 b. Fawaz Yunus’un Kaçırılması 11 Haziran 1985 tarihinde Fawaz Yunus’un da içinde bulunduğu bir grup eylemci Beyrut’ta iki Amerikan vatandaşının da yolcuları arasında bulunduğu Ürdün Havayolları’na ait bir yolcu uçağını Tunus’a götürmek üzere kaçırmıştır. Ancak Tunuslu yetkililerin iniş izni vermemesi üzerine Beyrut’a geri dönen uçak bu kez Suriye’ye gitmek üzere havalanmıştır. Suriye’nin de Tunus gibi iniş izni vermemesi üzerine uçak Beyrut’a yine geri dönmüş ve yolcular serbest bırakılarak infilak ettirilmiştir. 603 Uçakta iki Amerikan vatandaşının bulunmasına dayanan ABD Rehine Sözleşmesi’ne göre yargı yetkisinin doğduğunu iddia etmiştir. 604 Nitekim eylemciler arasında yer alan ve yakalanamayan Fawaz Yunus daha sonra FBI tarafından uyuşturucu ticareti bahanesiyle Doğu Akdeniz’de uluslararası sularda tuzağa düşürülerek ele geçirilmiş ve yargılanmak üzere ABD’ye getirilerek mahkum edilmiştir. c. Lübnan Yolcu Uçağının Zorla İsrail’e İndirilmesi Ağustos 1973’de Beyrut’tan Irak’a giden Libya yolcu uçağı Lübnan hava sahasındayken uçakta Filistin Halk Kurtuluş Örgütü lideri George Habbash’ın olduğu 601 AREND & BECK, s. 178. S.C. Res. 638, U.N. SCOR, 44th Sess., U.N. Doc. S/RES/638 (1989). 603 Ayrıntılı bilgi bkz. KASH, s. 86-87 604 17 Aralık 1979 tarihli “Rehine Alımına Karşı New York Sözleşmesi”. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G., 6 Haziran 1989, sayı: 20217. 602 gerekçesiyle İsrail savaş uçakları tarafından İsrail’e inmeye zorlanmıştır. Yolcu ve mürettebat uçaktan indirilerek sorgulanmış ancak Habbash’ın uçakta olmadığı anlaşılınca uçağın ayrılmasına izin verilmiştir. 605 Olay ertesi gün BM Güvenlik Konseyinde görüşülmüş, İsrail temsilcisi ülkesinin haklı bir meşru müdafaa uygulamasında bulunduğunu ve vatandaşlarını terörist saldırılardan koruma hakkına sahip olduğunu iddia etmiştir. Buna karşılık diğer devletler eylemin uluslararası hukukun ve sivil havacılık kurallarının açık bir ihlâli olduğunu belirterek terörizmle mücadelenin uluslararası hukuk sınırları içinde yürütülmesi gerekliliğini ifade etmişlerdir. Görüşmeler sonunda Güvenlik Konseyi İsrail’in iddialarını reddetmiş, eylemin uluslararası sivil hava taşımacılığına yönelik bir hareket olduğu ve BM Andlaşması’nı ihlâl ettiğini belirterek İsrail’in oybirliği ile kınanmasına karar vermiştir. 606 İsrail savaş uçakları benzer şekilde 4 Şubat 1986 tarihinde tıpkı 1973’deki gibi Suriye heyetini taşıyan ve Şam’a giden Libya yolcu uçağını, yolcuları arasında George Habbash, Ahmed Jibril, Ebu Nidal gibi Filistin hareketinin önemli isimlerinin yer aldığı gerekçesiyle İsrail’e inmeye zorlamıştır. Ancak söz konusu kişilerin uçakta olmadığı anlaşılmış ve uçağın ayrılmasına izin verilmiştir. 607 Olay yine Güvenlik Konseyinde görüşülmüş, İsrail temsilcisi İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia ederek terörist saldırıya uğrayan bir devletin muhtemel terörist saldırıları önleme veya önleyici nitelikte saldırılarda bulunma hakkına sahip olduğunu ileri sürmüştür. 608 ABD temsilcisi uçakta teröristlerin bulunduğuna dair güçlü bir delil olması durumunda uçağın inmeye zorlanabileceğini ancak terörist eylemin olacağına ilişkin yeterli delil olmadan gerçekleştirilmesi nedeniyle eylemin hukukî açıdan kabul edilebilir olmadığını ifade etmiştir. 609 ABD temsilcisi bu ifadesine rağmen ülkesinin Güvenlik Konseyinin İsrail’i kınayan karar tasarısı hakkında olumlu oy kullanmayacağını 605 AREND & BECK, s. 175; KASH, s. 91. U.N. SCOR, 28th Sess., U.N. Doc. S/PV. 1738 (1973). U.N. SCOR 28 U.N. Doc. S/Res/337 (1973). 607 KASH, s. 90-91. 608 U.N. SCOR 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2651, (1986). 609 U.N. SCOR 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2655/Corr. 1 (1986). ABD’nin prensip olarak sivil uçakların zor kullanılarak karaya indirilmesine karşı olduğunu ancak bunun bazı istisnaları olabileceğini de kabul ettiğini belirten ABD temsilcisi, ülkesi veya vatandaşları devam eden terörist saldırılara maruz kalan devletin muhtemel saldırılardan korunmak için kuvvet kullanımında bulunabileceğini ve bu durumun BM Andlaşması’nda yer alan doğal meşru müdafaa hakkının bir görünümü olduğunu ifade etmiştir. 606 belirtmiş ve ABD İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısını veto ederek İsrail’in kınanmasını engel olmuştur. d. Achille Lauro Olayı 7 Ekim 1985 tarihinde içinde 400’den fazla yolcu bulunan İtalyan yolcu gemisi Achille Lauro, Akdeniz’de seyir halindeyken (bazı iddialara göre Mısır karasularında iken) Filistin Kurtuluş Örgütü üyesi dört eylemci tarafından kaçırılmıştır. Eylemciler eyleme son vermeleri karşılığında İsrail tarafından hapishanelerde tutulan elli Filistinli mahkumun derhal serbest bırakılmasını istemiş, isteklerinin yerine getirilmemesi halinde tüm yolcuların öldürüleceği tehdidinde bulunmuşlardır. 610 İsrail’in Tunus’taki FKÖ karargahına yönelik saldırısına misilleme olarak gerçekleştirildiği ileri sürülen eylem sonrasında Mısır, İtalya, Batı Almanya ve FKÖ temsilcisi Ebu Abbas arasında eylemin sona erdirilmesine yönelik görüşmeler başlatılmıştır. Yapılan görüşmeler sonunda Mısır, gemide bulunan kişilere zarar verilmemesi karşılığında eylemcileri neresi olduğu açıklanmayan bir yere götürmeyi kabul etmiş bunun üzerine gemi 9 Ekim tarihinde Mısır’ın Port Said limanına yanaşmıştır. Eylem sırasında Amerikalı bir rehinenin öldürüldüğünün ortaya çıkması üzerine ABD eylemcilerin kendisine iade edilmesini talep etmiş ancak bu talep Mısır tarafından kabul edilmemiştir. Mısır yönetimi yolculardan birinin öldürülmüş olmasına rağmen sözünü tutmak üzere eylemcileri Tunus’a götürmek için harekete geçmiştir. 611 Tunus’un ve ardından Yunanistan’ın iniş için izin vermediği eylemcileri taşıyan uçak, Saratoga Uçak Gemisi’nden havalanan Amerikan savaş uçakları tarafından Sicilya’da bulunan NATO hava üssüne inmeye zorlanmıştır. Korsanlar ve eylemin planlayıcısı olduğu belirtilen Ebu Abbas, İtalyan kuvvetlerince göz altına alınmıştır. Olay sonrasında hem İtalya hem de ABD eylemciler üzerinde yargı yetkisi olduğunu iddia etmiştir. Söz konusu kişileri yargılamak isteyen ABD, İtalya’dan eylemcilerin iadesini talep etmiş ancak İtalya eylemcileri 610 Achille Lauro olayını uluslararası hukuk bakımından değerlendiren bir çalışma için bkz. MCGINLEY, Gerald P.: “The Achille Lauro Affair Implications for International Law”, Tenn. L. Rev., Vol. 52, s. 691738. 611 GUROVITSCH, s. 173. kendisinin yargılayacağını ve ayrıca ölüm cezasının geçerli olduğu bir ülkeye kimseyi iade etmeyeceğini belirterek iade talebini reddetmiştir. 612 İtalya’nın Rehine Sözleşmesi’ni onaylamadığını dolayısıyla hukukî yükümlülüğünün ABD ile arasındaki iade anlaşmasına dayandığını belirten McGinley, İtalya’nın ABD’nin iade isteğini reddetmesinin taraflar arasında var olan iade anlaşması çerçevesinde mümkün olduğunu ileri sürmüştür. 613 Amerikan uçaklarının Mısır uçağını zorla NATO üssüne indirmesi uluslararası toplumda sessizlikle karşılanmıştır. Mısır Devlet Başkanı Mübarek eylemcileri taşıyan Mısır uçağının Amerikan savaş uçakları tarafından yolunun kesilerek inmeye zorlanmasını korsanlık olarak nitelendirerek uçağın illegal bir şekilde kaçırıldığını ileri sürmüştür. İtalya ise, Amerikan savaş uçaklarının hava sahasını ihlâl ettiğini ileri sürerek ABD’yi kınamıştır. 614 Olay BM Güvenlik Konseyinde de görüşülmüştür. 11 Ekimde gerçekleştirilen görüşmelerde Filistin temsilcisi ABD’nin sivil bir uçağa karşı gerçekleştirdiği hava korsanlığının terörist bir eylem olduğunu belirterek ABD’yi suçlamıştır. İsrail temsilcisi ise ABD’nin global terörizmi ortadan kaldırmaya yönelik önemli bir adım attığını iddia etmiştir. 615 Görüşmeler sonunda ABD’yi kınayan herhangi bir karar alınmamıştır. ABD’nin Mısır uçağına karşı gerçekleştirdiği eylemin uluslararası hukuka uygun olduğuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamak amacıyla uluslararası toplum adına gerçekleştirilecek sınırlı bir kuvvet kullanımının savunulabilir olduğunu düşünen Paust, söz konusu eylemin BM 612 ABD ve İtalya’nın iddiaları için bkz. MCGINLEY, s. 708-717. Eylemi planladığı iddia edilen Ebu Abbas diplomatik dokunulmazlığa sahip olduğu için serbest bırakılarak İtalya’dan ayrılmasına izin verilmiştir. Önce Yugoslavya daha sonra da Irak’a giden Ebu Abbas için ABD her iki ülkeden de iade talebinde bulunmuş ancak söz konusu ülkeler ABD’nin iade talebini reddetmiştir. İtalya’dan ayrıldıktan iki hafta sonra İtalyan adlî makamları tarafından Ebu Abbas aleyhinde Achille Lauro’nın kaçırılması ve yolcuların rehin alınarak bir tanesinin öldürülmesi nedeniyle dava açılmıştır. Gıyabında yürütülen dava sonucunda eylemi planladığı gerekçesiyle suçlu bulunan Ebu Abbas ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. KASH, s. 88-90; ALEXANDER, Dean C.: “Maritime Terrorism and Legal Responses”, Transp. L. J., Vol. 19, 1991, s. 465-467. Achille Lauro olayı ile ilgili olarak ayrıca Al Molgi Magied, Fataier Abdelatif İbrahim, Al Assadi Ahmad Marouf yakalanmış, bunlardan Al Molgi ABD vatandaşı rehineyi öldürdüğü gerekçesiyle 30 yıl ceza almış diğer ikisi ise çeşitli hapis cezasına çarptırılmıştır. Bkz. MURPHY, Liam G. B., s. 76. 613 MCGINLEY, s. 723. ABD ile İtalya arasında 1984 yılında akdedilen bu anlaşmanın metni için bkz. MCGINLEY, s. 729-738. 614 KASH, s. 85; AREND & BECK, s. 176. 615 U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2651. Andlaşması’nın giriş kısmında yer alan ‘ortak çıkarlar’ kapsamı içinde yer aldığını savunmaktadır. Yazar eylemin Mısır’ın ülkesel bütünlüğüne veya siyasî bağımsızlığına yönelmediğini ve BM amaçları ile uygunluk taşıdığını da iddia etmektedir. 616 Benzer şekilde eylemin meşru olduğunu düşünen John F. Murphy, ABD’nin uymakla yükümlü olduğu uluslararası havacılıkla ilgili herhangi bir kuralı veya kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmediği yorumunda bulunmaktadır. Yazar, Şikago Sözleşmesi’ne dayanarak hava korsanlarını taşıdığı iddia edilen uçağın gerçekte bir sivil uçak olmasına rağmen mevcut olayda özel bir görev üstlendiğini ve bu durumda uçağın devlet hava nakil vasıtası statüsünde değerlendirilmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bu durumda uçak Şikago Sözleşmesi hükümlerine tâbi olmayacaktır. 617 Murphy, Mısır’ın hem Sözleşme’nin gereklerini yerine getirmediğini hem de söz konusu kişilerin güvenli bir yere gidebilmeleri için onlara uçak sağlamakla suç ortağı haline geldiğini savunmaktadır. Bu durumda ABD’nin sınırlı kuvvet kullanımında bulunma hakkının doğduğunu ve kuvvet kullanma eyleminin Mısır’ın ülke bütünlüğüne veya siyasî yapısına yönelmediğini belirten yazar, eylemin teröristlerin kaçmasını önlemeyi amaçladığını ve BM amaçlarıyla da uyumlu olduğunu ileri sürmektedir. 618 ABD’nin eyleminin 51. madde çerçevesinde meşru olduğunu iddia eden yazara göre, Amerikan vatandaşlarının rehin alınması ve bu rehinelerden birisinin öldürülmüş olması ABD’ye karşı girişilmiş bir silahlı saldırı niteliğindedir. Saldırı devam ettiği veya korsanlar kaçmaya çalıştığı sürece meşru müdafaa hakkı var olacaktır. Meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için barışçı çözüm yollarının tüketilmiş olması şartı da Mısır’ın korsanları iade etmeyi veya yargılamayı reddetmesiyle yerine gelmiş sayılacaktır. Ayrıca Güvenlik Konseyine başvurmak için yeterli bir zaman da bulunmamaktadır. Dolayısıyla teröristlerin kaçmasını engellemek için söz konusu eylemin gerçekleştirilmesi bir gereklilik haline gelmiştir. 619 616 PAUST, 1986, s. 728. MURPHY, 1986, s. 81. Şikago Sözleşmesinin ilgili maddesinde şu hüküm yer almaktadır: “a) Bu Konvansiyon yalnız sivil hava nakil vasıtalarına kabili tatbik olup Devlet hava nakil vasıtalarına tatbik olunmaz; b) Askerî, Gümrük ve Zabıta hizmetlerinde kullanılan hava nakil vasıtaları, Devlet hava nakil vasıtası sayılır.” Sözleşme’nin metni için GÜNDÜZ, s. 219. 618 MURPHY, 1986, s. 82. 619 MURPHY, 1986, s. 83. 617 ABD’nin eylemini haklı bulan bu görüşlere mukabil bazı yazarlar da eylemin uluslararası hukuka aykırı olduğunu dile getirmektedir. Örneğin McGinley, Mısır’ın Rehine Sözleşmesi çerçevesinde var olan yükümlülüklerini yerine getirmemesinin ABD’ye Achille Lauro olayının faillerini adalet önüne çıkarmak için bu tür bir harekette bulunma izni vermediğini belirtmektedir. 620 Yazar ayrıca Rehine Sözleşmesi’nin 14. maddesi Sözleşmedeki hiçbir hükmün BM Andlaşması’na rağmen bir devletin ülke bütünlüğünü veya siyasî bağımsızlığını ihlâl etmesini meşru kılacak bir şekilde yorumlanmayacağı hükmünü içerdiğine dikkat çekmektedir. Cassese ise, haydutluğun nelerden ibaret olduğunu düzenleyen 1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nde haydutluğun hedef gemi ya da uçağa karşı başka bir gemi veya uçaktan gerçekleştirilen eylemler olarak tanımlandığına, geminin veya uçağın bizzat içindeki kişiler tarafından kaçırılmasını düzenlemediğine dikkat çekerek mevcut olayın ayrı bir durum oluşturduğunu belirtmektedir. 621 Çünkü olayda eylemciler gemiye başka bir gemi ile saldırmamışlardır. Tam tersine bu kişiler zaten gemide yolcu olarak bulunmaktadırlar. Korsanların amacının politik olduğunu da belirten yazar, ABD’nin iddia ettiği hususlar gerçekleşmiş olsa dahi kuvvet kullanma hakkının deniz korsanlarına veya bunların gemilerine karşı söz konusu olduğunu, korsanları taşıyan diğer bir devletin uçağına karşı kuvvet kullanma hakkının bulunmadığını ifade etmektedir. Her iki durumda da sonucun aynı olmasına yani geminin kontrolünün başkaları tarafından ele geçirilmiş olmasına dayanılarak söz konusu hükmün mevcut olayda da uygulanmasını ileri süren görüşlere katılmayan yazar, ilgili maddelerde haydutluk fiilinin ele alındığını ve söz konusu fiilin siyasî bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilen terörizmden farklı bir eylem türünü düzenlediğini belirtmektedir. 622 620 MCGINLEY, s. 720. Deniz haydutluğu fiili 1958 Açık Deniz Sözleşmesinin 15. maddesinde düzenlenmiştir: “Deniz haydutluğu aşağıdaki hareketlerin herhangi birisinden ibarettir: 1. Özel bir geminin veya özel bir uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından özel amaçlarla işlenen, a-açık denizde, başka bir gemiye veya uçağa karşı veya böyle bir gemi veya uçakta bulunan kişilere ve mala karşı, b-herhangi bir devletin yargı yetkisi dışında bulunan bir gemiye, uçağa, şahıslara veya mala karşı yöneltilmiş herhangi bir gayri hukukî şiddet veya tutuklama veya herhangi bir bir yağmacılık hareketi. 2. Bir gemi veya uçağı haydut gemi veya uçak yapan olayları bilerek onların işletilmesine ihtiyarı ile herhangi bir şekilde katılma, 2. Bu maddenin 1. alt paragrafında veya 2. alt paragrafında tarif edilen bir hareketi teşvik eden veya onu kasten kolaylaştıran herhangi bir hareket.” Sözleşmenin metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 358-365 622 CASSESE, 1989, s. 603. 621 Uçak, gemi gibi araçlar bayrak devleti ya da tescil devletinin tâbiiyetini taşırlar. Bu araçlar açık deniz ve üzerinde seyir özgürlüğüne sahip olup tâbiiyetinde bulundukları devletin yargı yetkisi altındadır. 623 Uluslararası hukuka göre bir devletin bayrağını taşıyan gemi veya uçağa yargı yetkisi bakımından tıpkı yabancı bir devletin ülkesi gibi davranılır. Bu durumda gemi ve uçaklar ancak istisnaî durumlarda bayrak devleti veya tescil devletinin dışında başka bir devletin müdahalesine konu olabilir. Örneğin deniz haydutluğu eyleminin gerçeklemesi halinde her devlet söz konusu eylemin faillerini yakalama ve cezalandırma yetkisine sahiptir. 624 Diğer taraftan gemi ve uçaklar açık deniz alanları ve uluslararası hava sahası üzerinde seyrüsefer serbestisine ve uçuş özgürlüğüne sahiptir. Nitekim 1958 Açık Deniz Sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, bütün devletler açık deniz alanlarını ve üzerindeki hava sahasını serbestçe kullanabileceği ve hiçbir devletin bu alanlarda bulunan kişi veya şeyler üzerinde egemenlik iddiasında bulunamayacağını düzenlemiştir. 625 Terörist eylemlerin hiçbir devletin egemenliği altında olmayan açık deniz veya uluslararası hava sahası gibi alanlarda meydana gelmesi halinde bayrak devleti veya tescil devleti yetkili olup gemi veya uçakta bulunan teröristlere karşı kuvvet kullanımına başvurabilir. Bununla birlikte söz konusu devletin çağrıda bulunması halinde üçüncü bir devlet de uçak veya gemiye müdahalede bulunabilir. B. Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi 623 ABD’nin Mısır’a ait yolcu uçağının yolunu kesmesi ve inmeye zorlamasının uluslararası hukuk bakımından değerlendirilmesi hakkında bkz. MCGINLEY, s.718-723. 624 1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nin 19. maddesine göre, “Açık denizde veya herhangi bir devletin yargı yetkisi dışındaki diğer herhangi bir yerde, her devlet bir haydut gemiye veya uçağa veya haydutluk yoluyla alınan ve haydutların kontrolünde olan bir gemiye el koyabilir ve gemide bulunan kişileri tutuklayabilir ve mallara el koyabilir. El koymayı gerçekleştiren devletin mahkemeleri verilecek cezaları kararlaştırabilir ve iyi niyetle hareket eden üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere gemi, uçak veya mallar hakkında alınacak tedbirleri de kararlaştırabilir.” 625 1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nin 2. maddesinde “Açık deniz, bütün milletlere açık olduğu için, hiçbir devlet geçerli bir şekilde bu denizin herhangi bir parçasını egemenliğine tâbi tutmaya kalkamaz. Açık denizler hürriyeti, bu maddelerin ve uluslararası hukukun diğer kurallarının düzenlediği şartlara göre kullanılır. Bu hürriyet, inter alia, hem kıyı devleti hem de kıyısı olmayan devletler bakımından seyrüsefer, avlanma ve sualtı kablo ve boru döşeme hürriyetini kapsar.” 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 89. maddesinde de benzer şekilde “Hiçbir devlet, geçerli bir şekilde açık denizin herhangi bir parçasını egemenliğine tâbi tutmaya kalkamaz.” hükmü yer almaktadır. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin metni için bkz. GÜNDÜZ, s. 373-476. Geleneksel olarak gerek savaş gerek barış döneminde hukuka aykırı bir eylem olarak kabul edilen suikast, savaş sırasında gerçekleştirilmesi halinde savaş suçu oluşturmaktadır. 18 Ekim 1907 tarihinde Lahey’de imzalanmış, IV sayılı Kara Harbinin Kanunları ve Adetleri Hakkında Sözleşmeye ek Yönetmelik’in 23/b fıkrasında “Özel sözleşmelerle tespit edilmiş yasaklardan başka, bilhassa şu filler yasaklanmıştır:……..b) Düşman ordusuna veya milletine ait şahısları ihanetle öldürmek veya yaralamak…”.hükmü yer almaktadır. 626 Buna göre bir devletin istihbarat görevlilerinin diğer bir devletin yetkililerine karşı barış zamanında gerçekleştirecek olduğu suikast terörist bir eylem olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte İsrail’in özellikle Filistin direnişinin önde gelen liderlerini hedef alarak bu örgütleri etkisiz kılmak amacıyla sık sık başvurduğu ve bu nedenle “yok etme politikası” olarak da adlandırılan 627 teröristlere karşı suikast düzenlemenin terörizmle mücadelede etkili bir yöntem olduğu ileri sürülmektedir. Doktrinde terörist liderlerin devlet başkanları gibi uluslararası korumaya sahip kişiler olmadığı belirtilerek hedef alınabileceği savunulmaktadır. 628 Önleyici nitelikteki bu tür bir eylemin muhtemel terörist saldırıları engellediği, teröristlere karşı konvansiyonel silahlara gerçekleştirilecek askerî kuvvet kullanmaktan daha az bir zayiata yol açacağı, suikastın doğrudan terörist saldırılardan sorumlu olanları hedef alacağı, terörist liderlere yönelik suikastın terörist grupları yeni saldırılardan alıkoyacağı ileri sürülerek meşrulaştırılmak istenmektedir. 629 Teröristlere karşı suikast düzenlemenin hukukî açıdan meşru müdafaa hakkına dayandırıldığı görülmektedir. Buna göre suikast düzenlemek meşru müdafaa hakkının şartlarını taşıyorsa hukuken kabul edilebilir bir meşru müdafaa önlemi olarak görülecektir. Doktrinde bu görüşü destekleyen pek çok yazar vardır. Örneğin örf ve âdet hukukunun önleyici meşru müdafaa hakkını kabul ettiğini ileri süren Beres, olağanüstü bazı 626 18 Ekim 1907 tarihli IV Sayılı Kara Harbinin Kanunları ve Âdetleri Hakkındaki Sözleşme ve Sözleşmeye ek Yönetmelik’in metni için bkz. Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1987, s. 347-361. 627 GROSS, 2001, s. 196. 628 Pickard, uluslararası hukukta suikastın devlet başkanları bakımından ve savaş zamanında gerçekleştirilen suikast eylemlerini göz önünde tutarak yasakladığını belirterek teröristlere karşı suikast düzenlemenin meşru müdafaa hakkının şartlarını taşıyabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. PICKARD, Daniel B.: “Legalizing Assassination? Terrorism, the Central Intellegence Agency, and International Law”, Ga. J. Int’l & Comp. L., Vol. 30, 2001, s. 21. 629 PICKARD, 2001, s. 32. durumlarda suikastın önleyici meşru müdafaa hakkının kabul edilebilir bir görünümü şeklinde yorumlanabileceğini savunmaktadır. 630 Yazara göre hedef alınan kişinin terörist olması, suikastı gerçekleştiren devlete yönelik terörist eylemlerde bulunmuş ve suçunun sabit olması, iade veya yargılanma ihtimalinin bulunmaması gibi durumlarda teröristlere karşı suikast düzenlemek hukuken meşru bir eylemdir. 631 Turner da barışçı çözüm yollarının sonuç vermemesi ve alternatif stratejilerin daha büyük can kaybı ile sonuçlanma ihtimalinin söz konusu olduğu durumlarda devam eden terörist saldırıları sona erdirmek için teröristlere veya bunların liderlerine karşı suikastta bulunmayı yasaklayan herhangi bir uluslararası hukuk kuralının bulunmadığını ileri sürmektedir. 632 Yazar, örneğin Ladin’in hukuken meşru bir hedef olduğunu belirtmiştir. 633 Biggio ise teröristlerin gerçekleştireceği muhtemel saldırıları önlemenin en iyi yolu olarak teröristleri öldürmeyi göstermektedir. 634 Teröristlere karşı suikast düzenlemeyi hukuken meşru bulan bu tür görüşler terörizme karşı verilen mücadelenin kendisinin de terörist metotlara dayandığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Terörizmle savaş adı altında terörizme başvurmak hukuken kabul edilebilir bir durum değildir. Uluslararası hukuk bir intihar paktı olmadığı gibi aynı zamanda insanları öldürme yetkisi veren bir sistem de değildir. Ayrıca diğer bir devletin ülkesinde bulunan teröristi söz konusu devletin rızası olmaksızın hedef alarak öldürmek aynı zamanda ülke devletinin siyasî bağımsızlığına ve bütünlüğünü ihlâl etmektedir.635 Diğer taraftan ikinci bölümde de ele alındığı üzere meşru müdafaa hakkının söz konusu olabilmesi için silahlı saldırı şartının arandığı hatırlanıldığında teröristlere suikast düzenlemenin haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu yönündeki iddiaların kabul edilebilir olmadığı görülmektedir. Kaldı ki önleyici meşru müdafaa hakkı da uluslararası hukukta kabul görmüş bir hak değildir. a. Halil El Vezir Suikastı 630 BERES, 1991, s. 340. BERES, Louis Rene: “On Assassination as Anticipatory Self-Defense: The Case of Israel”, Hofstra L. Rev., Vol. 20, 1991, s. 331-332. 632 TURNER, 1999, s. 90. 633 TURNER, Robert F.: “It’s Not Really ‘Assassination’: Legal and Moral Implications of Intentionally Targeting Terrorists and Aggressor-State Regime Elites”, U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 789. 634 BIGGIO, s. 24. 635 ROWLES, 1987, s. 313-314. 631 16 Nisan 1988 tarihinde Filistin hareketinin önde gelen isimlerinden Ebu Cihad kod adlı Halil Ebu Vezir ve iki koruması Tunus’taki evinde düzenlenen suikast sonucu öldürülmüştür. O’Brien, resmen sorumluluğu üstlenmemesine rağmen saldırının İsrail tarafından gerçekleştirildiğinin açık olduğunu belirtmiştir. 636 İsrail’in yabancı bir devlet ülkesinde tanınmış bir FKÖ liderini öldürerek Filistinlilere ve Filistin hareketini destekleyenlere bir mesaj vermeyi amaçladığı görülmektedir. Suikast Güvenlik Konseyinde görüşülmüş ve İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısı kabul edilmiştir. 637 ABD kararın oylanmasında çekimser oy kullanmasına rağmen Ebu Cihad suikastını ve bütün politik cinayetleri kınayarak Tunus’un ülke bütünlüğünü ve egemenliğini desteklediğini ifade etmiştir. b. Şeyh Yasin Suikastı Filistinli örgütleri suikast çemberine alan İsrail, 22 Mart 2004 tarihinde Filistin direnişinin önde gelen isimlerinden Şeyh Ahmed Yasin’i düzenlediği suikastla öldürmüştür. Hamas Örgütünün kurucusu ve ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin, Gazze Şeridi’nde sabah namazı çıkışında İsrail helikopterlerinin attığı füzelerin hedefi olmuştur. Saldırıda Yasin ile beraberindeki altı kişi ölmüş ve 15 kişi de yaralanmıştır. 638 Suikastla ilgili olarak İsrail tarafından yapılan açıklamalarda suikastın sorumluluğu üstlenilmiş ve Yasin’in İsrail hedeflerine karşı gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle cezalandırıldığı açıklanmıştır. 639 Suikast sonrasında Hamas liderlerinden Abdülaziz Rantisi, İsrail’e karşı savaş ilan etmiş, bu tür saldırıların İsrail’e daha şiddetli ve yoğun bir terör olarak geri döneceğini ifade etmiştir. 640 Ayrıca İslami Cihad, El Aksa Şehitleri Tugayı ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi Filistin hareketinin önde gelen hareketleri saldırının intikamını alacaklarını açıklamışlardır. 641 636 O’BRIEN, s. 462. S.C. Res. 611, U.N. SCOR, 43rd Sess., U.N. Doc. S/INF/44 (1988). 638 http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/03/23/haber_110595.php (05. 04. 2004). 639 http://en.wikipedia.org/wiki/Sheikh_Ahmed_Yassin (15. 05. 2004). 640 Şeyh Yasin suikastı sonrasında İsrail’i sert ifadelerle kınayan ve Hamas’ın liderliğine getirilen Rantisi’nin kendiside bir süre sonra İsrail tarafından benzer şekilde öldürülmüştür. http://www.cnn.com/2004/ WORLD/meast/04/17/mideast.violence (07. 05. 2004). 641 http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/03/23/haber_110595.php (05. 04. 2004). 637 Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesi uluslararası toplumda da ciddî tepkilere neden olmuştur. Arap ülkelerinin talebiyle toplanan BM Güvenlik Konseyinde İsrail yoğun eleştirilere maruz kalmış ancak İsrail’in kınanmasını öngören karar tasarısı ABD’nin veto etmesi yüzünden kabul edilmemiştir. ABD temsilcisi Negroponte Amerikan yönetiminin olaylardan son derece rahatsızlık duyduğunu ve Şeyh Yasin suikastının bölgede tansiyonu artırdığını ifade etmesine rağmen karar tasarısında Hamas’ın gerçekleştirdiği terörist eylemlere yer verilmediği gerekçesiyle karar tasarısını veto ederek tasarının kabul edilmesini engellemiştir. 642 Diğer taraftan BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Yasin’e suikast düzenlenmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamıştır. 643 Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları da, İsrail’i alışılmamış bir şekilde sert ifadelerle eleştirmiştir. Brüksel’de bir araya gelen Birlik Dışişleri Bakanları, yayımladıkları ortak bir bildiri ile İsrail’in Şeyh Yasin’e karşı gerçekleştirdiği eylemi kabul edilemez olarak tanımlamış, suikast politikasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve terörizmle mücadeleyi olumsuz yönde etkilediğini vurgulamışlardır. Terörün şiddetle çözülemeyeceği mesajını ön plana çıkartan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları İsrail’in bu şekilde hareket etme hakkının bulunmadığını ifade etmişlerdir. 644 2. TERÖR ÜSLERİNE KARŞI KUVVET KULLANMA 1960’lı yılların ortasından bugüne terör üssü olduğu iddia edilen yerlere karşı kuvvet kullanımına şahit olunmuştur. Çalışmanın bu kısmında geçmişte pek çok kez gerçekleştirilen bu tür kuvvet kullanımlarına ilişkin başlıca iki örnek olay incelenecektir. A. İsrail’in Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı İsrail, 1 Ekim 1985 tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütünün Tunus’ta bulunan karargahına saldırmış ve saldırıda yüzden fazla kişi ölmüştür. 645 Saldırının Kıbrıs’ın 642 İngiltere, Almanya ve Romanya’nın çekimser kaldığı oylamada, Çin, Fransa, Rusya, Angola, Şili, Pakistan, Cezayir, Benin, Brezilya, İspanya ve Filipinler olumlu oy kullanmıştır. http://www.un.org/News/Press/docs/2004/sc8039.doc.htm (05. 04. 2004). 643 http://www2.dw-world.de/turkish/nachrichten/3.32858.1.html (05. 04. 2004). 644 http://www.trt.net.tr/haber/d.aspx?i=94008 (05. 04. 2004). 645 AREND & BECK, s. 182. Larnaka şehrinde üç İsraillinin ölümüyle sonuçlanan ve Filistinli eylemciler tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen eylemin bir hafta sonrasına gelmesi dikkat çekicidir. 646 Güvenlik Konseyinde görüşülen saldırı ile ilgili olarak İsrail olayların toplamı teorisine dayanarak geçmişte meydana gelen ve gerçekleşmesi muhtemel terörist saldırıların 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına başvurmaya imkân sağladığını belirterek Filistinliler tarafından İsraillere karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara karşı meşru müdafaa hakkı uyarınca cevap verdiğini iddia etmiştir. Görüşmelerde Tunus’un ülkesinden kaynaklı bu tür saldırıları önleme yükümlülüğü altında olduğuna dikkat çeken İsrail temsilcisi Netanyahu, Tunus’un ülkesinin terörist üs olarak kullanılmasına izin verdiğini, bu nedenle İsrail’in silahlı saldırısı için bir hedef haline geldiğini ileri sürmüştür. 647 ABD temsilcisi Walters ise, ülkesinin devam eden terörist saldırılara maruz kalan bir devletin muhtemel yeni saldırılara karşı kendini korumak amacıyla uygun kuvvet kullanımında bulunabileceğini kabul ettiğini ve desteklediğini belirterek bunun BM Andlaşması’nda yer alan doğal meşru müdafaa hakkının bir görünümü olduğunu ileri sürmüştür. 648 Her ne kadar İsrail vatandaşlarını korumak için bu harekâtı gerçekleştirdiğini iddia etse dahi saldırının üç İsraillinin ölümüyle sonuçlanan Kıbrıs’taki olaya yönelik zararla karşılık niteliğinde olduğu açıktır. Ayrıca İsrail’in barışçı çözüm yollarına başvurmadığı ve saldırının orantısız olduğu da belirgindir. Nitekim görüşmelerin sonunda İsrail’in Tunus’un teröristleri himaye ettiği dolayısıyla saldırının meşru olduğu şeklindeki savunması kabul edilmemiş ve İsrail’in kınanmasını öngören tasarı kabul edilmiştir. ABD’nin çekimser kaldığı oylamada söz konusu saldırı silahlı saldırı olarak nitelendirilmiş, İsrail’in BM Andlaşması’nı açık bir şekilde ihlâl ettiği ifade edilmiş ve Tunus’un tazminat 646 İsrail istihbarat kaynakları saldırının FKÖ tarafından gerçekleştirildiğine dair sağlam bilgilere sahip olduğunu iddia etmesine rağmen FKÖ yetkilileri iddiaları yalanlayarak saldırılarla hiç bir ilişkilerinin olmadığını açıklamıştır. Bkz. STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). 647 U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/PV. 2615 (1985). 648 U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/INF/41 (1985). ABD temsilcisi Walters oylama öncesinde İsrail yanlısı konuşma yapmasına rağmen kınama kararının onaylanmasında veto hakkını kullanmamış çekimser oy kullanmıştır. Benzer şekilde Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanı saldırıyı terörist eylemlere karşı meşru bir cevap olarak tanımlamış ancak Beyaz Saray birkaç gün içerisinde bombalamanın meşru müdafaa hakkının anlaşılabilir bir ifadesi olduğunu ancak buna göz yumulamayacağını ifade etmiştir. Bkz. REISMAN, 1999, s. 38. talep etme hakkının doğduğuna karar verilmiştir. Kararda ayrıca İsrail’in bu tür saldırganlıklara başvurmaktan kaçınması talep edilerek üye devletlerin İsrail’i bu tür eylemlere başvurmaktan vazgeçirmek için çaba göstermeleri istenmiştir. 649 B. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Bulunan Terörist Kamplara Karşı Gerçekleştirdiği Harekât Yakın geçmişte yoğun bir şekilde komşu devletler kaynaklı terör eylemlerine maruz kalan Türkiye terörle mücadele kapsamında Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi harekâtlarda bulunmuştur. Türkiye’nin Güneydoğu bölgesindeki terör eylemleriyle mücadele kapsamında Irak sınırları içinde gerçekleştirdiği askerî harekâtları açıklamak için bakılacak ilk kaynak taraflar arasındaki anlaşmalardır. Körfez Savaşı’ndan önce gerçekleştirilen harekât, Türkiye ile Irak arasında varılan bir uzlaşma ve işbirliğine dayanılarak gerçekleştirilmiştir. 1984 yılında kabul edilen Güvenlik ve İşbirliği Protokolü önceden izin almaksızın Türkiye’nin Irak sınırından beş kilometre içeriye girmesine imkân tanımıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği harekât Irak’ın verdiği izne dayanmıştır. 1988 yılında Irak ve İran arasındaki savaşın sona ermesinin ardından Kuzey Irak’ı kontrol altına almak isteyen Saddam Hüseyin yönetiminin bölgedeki sivil halka karşı güç kullanması karşısında Peşmerge olarak adlandırılan bölge halkı sınırı geçerek Türkiye’ye girmiştir. Türkiye ise bu durum karşısında Irak’ın Peşmergeleri takip ederek sınırlarını ihlâl etmesini önleyebilmek için söz konusu Protokol’ün süresinin uzatılmasını istememiştir. 1990’da Protokol’ün uzatılmasını teklif ettiğinde ise bu kez Irak uzatma teklifini kabul etmemiştir. 650 Bu durumda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî harekâtlarına taraflar arasındaki anlaşmaların temel olması artık söz konusu olmamıştır. Türkiye’nin PKK’ya yönelik Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtlar 1991 yılından itibaren Irak tarafından kınanmaya başlamıştır. Irak söz konusu harekâtların BM Andlaşması’nı ve uluslararası hukuku ihlâl ettiğini iddia etmiştir. 651 Aynı yıllarda İran 649 U.N. SCOR Res. 573, U.N. SCOR, 40th Sess., U.N. Doc. S/PV. 2615 (1985). BAŞEREN, Sertaç H.: “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’ta Gerçekleştirdiği Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, C. II, S. 1, 1995, s. 225. 651 GRAY, s. 104. 650 da Türkiye gibi ülkesinde terörist faaliyetlerde bulunduğunu ileri sürdüğü Kürt gruplara karşı Irak topraklarında harekât gerçekleştirmiştir. İran bu harekâtları gerçekleştirirken Irak’ı söz konusu silahlı çeteleri örgütlemek veya desteklemekle suçlamamakla beraber meşru müdafaa hakkına dayanmıştır. Irak ülkesinden kendisine yönelen silahlı saldırılar karşısında 51. maddeye uygun bir şekilde bu saldırıların sorumlusu olan terörist grupların Irak’taki üslerine karşı gerekli ve orantılı bir kuvvet kullanımında bulunduğunu iddia etmiştir. 652 Türkiye ise İran’dan farklı olarak Mart 1995’de Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği geniş çaplı askerî harekâtla ilgili olarak meşru müdafaa hakkına dayanmamış ve harekâtı Güvenlik Konseyine rapor etmemiştir. PKK’nın faaliyetleri nedeniyle Irak’ın sorumluluğunu gündeme getirmeyen Türkiye, Irak’ın kuzeyinde Körfez Savaşı sonrası getirilen düzenlemeler nedeniyle devlet otoritesini uygulayamadığına dikkat çekmiştir. Bu durumda kendisine yönelik Irak kaynaklı terörist saldırıları önleyebilmek için Irak’tan sorumluluklarını yerine getirmesi talebinde bulunamayacağını belirten Türkiye, gerçekleştirdiği harekât nedeniyle Irak’ın ülke egemenliğini ihlâl ettiği suçlamasını da kabul etmeyeceğini ifade etmiştir. 653 Türkiye’nin Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği askerî harekâtların hukukî dayanağını açıklarken akla gelen ihtimal, söz konusu harekâtların meşru müdafaa hakkına dayandırılmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’ye yönelik Kuzey Irak kaynaklı terörist saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaştığı kabul edilse dahi meşru müdafaa hakkına dayanarak Irak sınırları içinde askerî bir harekât gerçekleştirebilmek için söz konusu saldırılar nedeniyle Irak’ın sorumluluğunun doğduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Oysa Irak’ın ülkenin kuzey bölgesinde egemenlik yetkileri sınırlanmış ve egemenlik yetkisini kullanma hakkı elinden alınmıştır. Bu durumda Irak’ın ülkesel egemenliğin bir sonucu olan ülkesinde devam ettirilen faaliyetlerin bir başka devlet veya o devlet ülkesindeki kişilere zarar vermemesi için gerekeni yapma yükümlüğünü ihlâl etmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik terörist faaliyetler nedeniyle Irak’ın sorumluluğu 652 GRAY, s. 104. Gray, Türkiye’nin meşru müdafaa iddiasında bulunmamasına rağmen Türkiye’yi destekleyen ABD’nin Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde hareket ettiğini ileri sürmesine dikkat çekmektedir. Bkz. GRAY, s. 104. 653 doğmamıştır. Bu durumda Irak’a karşı meşru müdafaa hakkının gündeme getirilmesi mümkün değildir. Devletin diğer devlet ülkesinden kendisine karşı gerçekleştirilen ve sona eren hukuka aykırı bir eylem karşısında bunun tekrarlanmasını önlemek için “kendi varlığını koruma hakkı” (self preservation) kavramından hareket edilebileceği de gündeme getirilmektedir. Bu kapsamda Kuzey Irak’taki otorite boşluğunu değerlendiren PKK’nın Türkiye’ye girip eylem yaptıktan sonra tekrar Kuzey Irak’a dönmesi üzerine Türkiye’nin bu bölgede kendi egemenliğini ve ülke bütünlüğünü korumak amacıyla Kuzey Irak’taki PKK terör örgütü mensuplarına karşı gerçekleştirdiği harekâtların “kendi varlığını koruma hakkı”na dayandırılabileceği ileri sürülebilir. 654 Ancak hatırlanacağı üzere BM Andlaşması’nın 2/4. maddesi düzenlenen geniş ve kapsayıcı nitelikteki kuvvet kullanma yasağı kendi varlığını koruma hakkına dayanarak kuvvet kullanılmasına izin vermemektedir. Harekâtla ilgili olarak Genel Kurmay Başkanlığının yaptığı açıklamada Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması amacıyla olsa bile Güvenlik Konseyinin 688 sayılı kararına atıfta bulunulduğuna dikkat çeken Başeren, harekâtın söz konusu karar çerçevesinde gerçekleştirildiğini ileri sürmektedir. Yazar, insan hakları ihlallerinin önlenmesi amacıyla Kuzey Irak’ta Irak’ın egemenlik yetkilerini kullanmasını yasaklayan kararın aynı zamanda güvenliğin sağlaması için alınacak tedbirlerin de temeli olması gerektiğini savunmaktadır. Yazara göre söz konusu tedbirlerin alınmasını içeren yetkiyi kullanacak olan taraf da kararı alan Birleşmiş Milletlere üye devletlerdir. 655 Bu durumda Başeren’in de belirttiği gibi Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bulunan PKK üslerinin bölgenin barış ve güvenliğine yönelik tehdit oluşturması karşısında Güvenlik Konseyinin 688 sayılı karar kapsamında verdiği izin çerçevesinde hareket ettiğini kabul etmek daha makul bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. 654 655 KESKİN, s. 86. BAŞEREN, 1995, s. 232. II. TERÖRİZME KARIŞTIĞI İDDİA EDİLEN DEVLETLERE KARŞI KUVVET KULLANMA 1. 1986 Libya Saldırısı ABD 14 Nisan 1986 tarihinde Libya’ya karşı El Dorado Kanyon operasyonu olarak bilinen hava saldırısını gerçekleştirmiştir. İngiltere’deki üslerden ve Akdeniz’deki uçak gemilerinden havalanan Amerikan savaş uçakları, Trablusgarp ve Bingazi’de aralarında Kaddafi’nin aynı zamanda ikametgah ve komuta merkezi olarak kullandığı ordu karargahını, havaalanlarını, istihbarat binalarını, Benina Havaalanı’ndaki Libya savaş uçaklarını ve teröristlerin eğitildiğini iddia ettiği kampları kapsayan askerî ve paramiliter hedefleri bombalamıştır. 656 Saldırılar 37 kişinin ölümüne, 93 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. 657 Saldırıda sivil hedeflerin yanı sıra Fransa, Avusturya, Finlandiya ve Romanya Büyükelçilikleri ile İsveç Büyükelçisi’nin ikametgahı da zarar görmüştür. 658 A. Saldırının Gerekçesi ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısının gerekçesi olarak genellikle 5 Nisan 1986’da Batı Almanya’nın Berlin şehrinde La Belle adlı gece kulübünde gerçekleştirilen bombalı saldırı gösterilmektedir. Ancak Berlin’deki saldırıdan önce de iki ülke arasındaki ilişkilerin kötüye gittiği söylenebilir. Libya lideri Kaddafi Ortadoğu’da kalıcı bir barışa ulaşılamamasının önündeki en büyük engel olarak ABD’yi görmüş ve sürekli olarak ABD’yi suçlamıştır. 659 Kaddafi 1984 yılında yaptığı bir konuşmada terörizmi Amerikanın kalbine taşıma gücüne sahip olduklarını ifade ederken diğer bir konuşmasında da Amerika ile savaşma ve Amerikalılara karşı terörizm uygulama hakkına sahip olduklarını söylemiştir. 660 Kaddafi’nin bu söylemleri karşısında Reagan yönetimi işbaşına geldiğinden itibaren Kaddafi’yi devirmek için yoğun bir çaba göstermiş ve bu amaçla Libyalı muhalif gruplarla işbirliği yapmıştır. Bu dönemde 27 Aralık 1985 tarihinde Roma ve Viyana’da 656 TEPLITZ, Robert F.:“Taking Assassination Attempts Seriously: Did the United States Violate International Law in Forcefully Responding to the Iraqi Plot to Kill George Bush?”, Cornell Int’l L. J., Vol. 28, 1995, s. 585, dn. 133. 657 AREND & BECK, s. 186. 658 GREENWOOD, Christopher: “International Law and the United States’ Air Operation Against Libya”, W. Va. L. Rev., Vol. 89, 1986-1987, s. 936. 659 INTOCCIA, s. 181. 660 INTOCCIA, s. 181-182. gerçekleştirilen bombalı saldırılar sonucunda beşi ABD vatandaşı olmak üzere toplam 20 kişi ölmüş ve 80 kişi de yaralanmıştır. Kaddafi saldırıları “kahramanca” bulduğunu açıklamıştır. Diğer taraftan ABD Başkanı Reagan da saldırıların Libya’nın desteklediği Ebu Nidal Grubu tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. 661 Saldırı sonrası iki ülke arasındaki ilişkiler daha da bozulmaya başlamış, Reagan yönetimi Libya ile var olan ekonomik ilişkilerini keserek diğer devletlere de Libya ile var olan ekonomik ilişkilerini kesmeleri çağrısında bulunmuştur. 662 Bir yıl sonra ABD ile Libya arasında bu sefer Sirte Körfezi nedeniyle yeni bir uyuşmazlık çıkmıştır. 663 Libya’nın Sirte Körfezi’ndeki egemenlik iddiasını kabul etmeyen ABD, Reagan yönetiminden önce işbaşında olan Carter yönetiminin Altıncı Filo’yu Libya’nın kendi karasuları olarak ilan ettiği Sirte Körfezi’ne göndermeme politikasından vazgeçerek Altıncı Filo’yu bölgeye göndermiştir. 24 Mart 1986 tarihinde Libya’nın kendi karasuları olduğunu iddia ettiği deniz alanında askerî tatbikat yapmaya başlayan Amerikan savaş gemilerine saldırması karşısında Amerikan kuvvetleri de Libya gemilerine ve füze bataryalarına saldırmıştır. İki Libya gemisinin battığı ve bir füze bataryasının da tahrip olduğu çatışmalarda Amerikan kuvvetleri herhangi bir zayiat vermemiştir. 664 Olaydan iki hafta sonra 5 Nisan 1986’da bu kez Batı 661 REISMAN, 1999, s. 30. Boyle, Roma ve Viyana’daki saldırıları gerçekleştiren Ebu Nidal grubuna mensup Filistinlilerin iddia edildiği gibi Libya’da değil Suriye’nin kontrolü altında bulunan Bekaa Vadisinde eğitim gördüklerini ileri sürmektedir. Bu kişilerin Suriye hükümetinin izniyle Şam’a oradan da Avrupa’ya gittiklerini belirten Boyle, ABD yönetiminin Viyana ve Roma’daki saldırıları Kaddafi’yi yönetimden uzaklaştırmayı hedefleyen askerî bir harekâtı haklı kılabilmek için kullandığını iddia etmektedir. Bkz. BOYLE, s. 291. 662 ABD’nin Libya’ya yaptırım uygulanması çağrısı uluslararası toplumda pek bir yankı bulmamış, Batı Avrupa ülkeleri ile Japonya teklife uymayı reddetmiş sadece Kanada Libya’ya karşı bazı yatırımlar uygulamaya başlamıştır. SSCB ve İslam Konferansı Örgütü de ABD’nin Libya’ya karşı uyguladığı ekonomik yaptırımları kınamıştır. 663 Libya 10 Ekim 1973 tarihinde tek taraflı olarak Sirte Körfezi’nin Libya’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan etmiştir. Libya’nın bu iddiası uluslararası alanda tepkiyle karşılanmış, ABD Başkanı Reagan ülkesinin uluslararası hukuka göre 12 mil dışındaki deniz alanlarını uluslararası sular olarak kabul ettiğini açıklamıştır. Sirte Körfezi uyuşmazlığı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. BLUM, Yehuda Z.: “The Gulf Of Sidra Incident”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 668-677. 664 ABD’nin 1973 yılında Libya’nın Sirte Körfezi’ne yönelik ileri sürdüğü egemenlik iddialarını hukuken tanımadığını açıkladığını ve bu durumun ABD’nin Sirte Körfezi’ne yönelik kaygılarını gidermek için yeterli olduğunu belirten Boyle, Reagan yönetiminin Libya’nın Sirte Körfezi üzerindeki iddialarını tanımadığını göstermek için 6. Filoyu bölgeye göndermek zorunda olduğuna ilişkin iddiasının kabul edilebilir olmadığını ve ABD’nin eyleminin tahrik amaçlı olduğunu belirtmektedir. Yazar Libya ile ABD arasındaki söz konusu sorunun yargı yoluyla çözüme kavuşturulabilecek hukukî nitelikte bir problem olduğunu ve Reagan Yönetiminin Kaddafi’nin Sirte Körfezi ve Libya’nın uluslararası terörizme verdiği iddia edilen destekle ilgili sorunları çözmek amacıyla yaptığı bütün önerileri reddettiğine dikkat çekmektedir. Boyle, Reagan yönetiminin bu tavrının sebebini ABD’nin her iki sorunu Libya’yı Kaddafi yönetiminin devrilmesine yol açacak askerî bir uyuşmazlığa sürüklemek için uygun birer bahane olarak kullanmak istemesine bağlamıştır. ABD’nin izlediği provokatif tavrın kuvvet kullanma yasağını ihlâl Almanya’nın Berlin şehrinde La Belle adlı gece kulübüne yönelik bombalı bir saldırıda bulunulmuştur. Genellikle Amerikan askerlerinin gittiği gece kulübünde meydana gelen patlama bir Amerikan askerî ile bir Türk vatandaşının ölümüne 154 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. 665 Patlama ile ilgili olarak Trablusgarp ve Doğu Berlin’deki Libya Büyükelçiliği arasında yapılan görüşmelerin deşifre edilmiş kayıtlarına dayanarak saldırıların Libya tarafından desteklenen ve devam eden terörist saldırılardan biri olduğunu ileri süren ABD’ye göre, söz konusu kayıtlar Libya’nın terörist eylemlerle ilişkisini kanıtlamıştır. 666 Ancak Libya saldırı ile hiçbir şekilde ilişkisi olmadığını ileri sürmüş, Kaddafi saldırılarla ilgili olarak Libya’nın sorumlu olduğuna dair iddiaları yalanlamıştır. 667 B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı Saldırı sonrası ABD tarafından yapılan açıklamalarda saldırının meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirildiği ileri sürülmüştür; Libya’nın Amerikan hedeflerine yönelik saldırılarının silahlı saldırı boyutuna ulaştığı, Amerikan hedeflerine yönelik yeni terörist saldırıların planlandığına dair açık delillerin bulunduğu, muhtemel terörist saldırıların önlenebilmesi ve Libya’nın bu tür eylemlerde bulunmasını önlemek için askerî bir harekâtın gerçekleştirilmesinin gereklilik haline geldiği, ABD’nin Libya’nın uluslararası hukuka aykırı bu tür faaliyetlerden vazgeçmesi için daha önceden barışçı çözüm yollarına başvurduğu, meşru müdafaa hakkına göre devletin ülke dışındaki vatandaşlarını koruma ettiğini ileri süren yazar, bu tür askerî tatbikatların BM Andlaşması’nın 39. maddesine göre barışa karşı bir tehdit, barışın bozulması ve saldırı eylemi niteliğinde olduğunu savunmaktadır. Bkz. BOYLE, s. 289-291. 665 INTOCCIA, s. 185. 666 Saldırıdan 11 yıl sonra ABD’nin kamuoyuna açıklanmasına izin verdiği deşifre edilen görüşme kayıtlarına göre Libyalı yetkililer Trablusgarp’dan Doğu Berlin’deki Libya temsilciliğine Amerikalılara karşı maksimum düzeyde zarar verecek bir terörist saldırı gerçekleştirmeleri emrini vermiş ve Berlin’deki Libyalı görevliler saldırı sonrasında saldırının başarılı bir şekilde sonuçlandığını bildirmişlerdir. 13 Kasım 2001’de Libyalı bir diplomat ve Libya Büyükelçiliğinde çalışan bir görevlinin de aralarında bulunduğu dört kişi bombalama eyleminden dolayı suçlu bulunarak mahkum edilmişlerdir. Bkz. BEARD, Jack M.: “Military Action Against Terrorist Under International Law: America’s New War on Terror: The Case for Self_Defense under International Law”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, s. 561, dn. 4. Dönemin Batı Almanya Başbakanı Kohl de yaptığı açıklamada saldırıdan Libya’nın sorumlu olduğunu açıklamıştır. Bkz. SURCHIN, Alan D.: “Terror and The Law : The Unilateral Use of Force and the June 1993 Bombing of Baghdad”, Duke J. Comp. Int. L., Vol. 5, 1995, s. 484, dn. 165. Bununla birlikte bir dönem Mossad’da çalışan Victor Ostrowsky, ABD’nin Libya’nın gece kulübü saldırısı ile sorumlu olduğunu kanıtladığını iddia ettiği terör eylemi yapılmasına yönelik talimatın aslında Mossad tarafından gönderildiğini ve bunun İsrail tarafından hazırlanan planın bir parçası olduğunu iddia etmiştir. Ostrowsky’ye göre İsrail’in amacı Libya’nın terörist eylemlere karıştığını kanıtlamak ve ABD’yi buna inandırmaktır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. OSTROWSKY, Victor: By Way of Deception, Wilshire Press, 2002. 667 AREND & BECK, s. 186-187. hakkına sahip olduğu, saldırının sadece terörist faaliyetlerle bağlantılı askerî tesisleri hedef aldığı ve bu nedenle orantılı olduğu ifade edilmiştir. 668 ABD yönetiminin ifadelerinden saldırının terörist eylemlerin silahlı saldırı boyutuna ulaştığı ve meşru müdafaa hakkının önleyici eylemlerde bulunma hakkını içerdiği kabulü üzerine oturduğu görülmektedir. “Schultz Doktrini” ile paralellik arz eden bu yaklaşım uluslararası toplumda kabul görmemiş ve saldırı yaygın bir şekilde kınanmıştır. 669 İngiltere, İsrail, Güney Afrika ve bir dereceye kadar Kanada hariç olmak üzere ABD’nin pek çok müttefiki saldırıyı onaylamamış ve saldırının meşruluğu hususunda mütereddit kalmıştır. Yunanistan, Hollanda, Batı Almanya, Belçika, Fransa, İspanya ve İtalya gibi ABD’nin müttefiki olan devletler saldırıyı eleştirmişlerdir. 670 Sovyetler Birliği, Doğu Bloku devletleri, Arap devletleri, Çin, Afrika Birliği ve Bağlantısızlar Hareketi de ABD’yi kınamıştır. 671 Yemen bir süper güç olarak dünya barışının sağlanmasında özel bir sorumluluğunun eleştirmiştir. bulunduğunu ancak BM’yi bypass ettiğini belirterek ABD’yi 672 Güvenlik Konseyinde ABD temsilcisi Walters Berlin’deki terörist saldırıyı işaret ederek Libya’nın terörist eylemler gerçekleştirmek suretiyle kuvvet kullanma yasağını ihlâl ettiğini ileri sürmüştür. Walters, ülkesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak terörist faaliyetlerle ilişkili askerî tesisleri hedef alan gerekli, orantılı ve ayrım gözeten bir harekât gerçekleştirdiğini, harekâtın Libya’nın terörist eylemlere yönelik desteğini sona erdirmek ve muhtemel yeni terörist saldırıları önlemek üzere planlandığını ifade etmiştir.673 Bununla birlikte ABD’nin Libya saldırısını meşru müdafaa hakkına dayandırma çabaları 668 INTOCCIA, s. 177; WARRINER, s. 49; PAUST, 1986, s. 729-730; O’BRIEN, s. 463-467. Reagan yönetiminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan George Schultz, terörist saldırılara maruz kalan devletin başka bir çare kalmaması halinde söz konusu saldırıları önleyebilmek, yeni saldırılara engel olabilmek, teröristleri ele geçirebilmek ve vatandaşlarını kurtarabilmek için kuvvet kullanma hakkına sahip olduğunu ifade etmiştir. “Schultz Doktrini” olarak adlandırılan bu görüşe göre devlete yönelik terörist saldırıları destekleyen, kendi ülke sınırları içinde terörist örgütlenmeleri veya diğer eylemleri teşvik eden devletler bu tür saldırılardan sorumludur. Bkz. Low-Intensity Warfare: The Challenge of Ambiguity, Remarks by George P. Schultz, National Defense University, Washington, January 25, 1986, at 7 and 1112’den aktaran ALEXANDROV, s. 185. 670 SURCHIN, s. 485. 671 INTOCCIA, s. 186-200; BAKER, Stuart G.: “Comparing the 1993 U.S. Airstrike on Iraq to the 1986 Bombing of Libya: The New Interpretation of Article 51”, Ga. J. Int'l & Comp. L., Vol. 24, 1996, s. 105-106; REISMAN, 1999, s. 33-34. 672 U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2675 (1986). 673 U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2674 (1986). 669 kabul görmemiştir. Güvenlik Konseyindeki görüşmelerde Cezayir, Küba, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Gana, Hindistan, Umman, Suudi Arabistan, Sovyetler Birliği, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar saldırıyı eleştirmişlerdir. ABD’ye yönelik eleştiriler başlıca sivil asker ayrımına dikkat etmediği, harekâtın daha önceden gerçekleştirilmiş bir silahlı saldırıya karşı gerçekleştirilmediği, Libya’nın terörizme verdiği iddia edilen desteğin tam olarak ispat edilemediği, harekâtın asıl amacının siyasî olduğu şeklindedir. Gana, Birleşik Arap Emirlikleri, Madagaskar, Trinidad Tobago ve Kongo tarafından hazırlanan ve ABD’nin kınanmasını öngören karar tasarısı ABD, Fransa ve İngiltere’nin veto hakkını kullanması sonucu kabul edilmemiştir. Bu devletlere göre tasarı terörün uluslararası barış ve güvenliğe yönelttiği tehdidi yeterince vurgulamamaktadır. Bu üç ülkenin yanı sıra geçici üyelerden Avustralya, Danimarka da aynı doğrultuda oy kullanmıştır. Venezüella’nın çekimser kaldığı oylamada SSCB, Trinidad Tobago, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Kongo, Madagaskar, Bulgaristan, Gana ve Tayland olumlu oy kullanmıştır. 674 Güvenlik Konseyinin bu kararına karşılık BM Genel Kurulu, ABD’nin saldırısını kınayan bir karar almış ve Libya’nın uğradığı can ve mal kaybı için tazminat isteme hakkının bulunduğunu ifade etmiştir. 675 Saldırının hemen ertesinde ortaya çıkan tepkilerden sonra özellikle batılı devletlerden yükselen tepkiler azalmış bu ülkeler Libya’ya karşı ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulamaya başlamışlardır. 676 Bu tavır değişikliğinde ABD ve batılı müttefiklerinin, terörizmin uluslararası toplumu tehdit eder bir dereceye ulaştığı ve devlet destekli terörizmle ilgilenilmesinin gerektiği hususunda bir uzlaşmaya varmış olmaları ve Libya’daki rejimden hoşnut olmamalarının etkili olduğu söylenebilir. 677 674 U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2682 (1986). G.A. Res. 41/38, U.N. GAOR, 41st Sess., Supp. No. 53, U.N. Doc. A/41/53 (1986). Karar 28’e karşı 79 olumlu oyla alınmış, 33 ülke ise çekimser kalmıştır. 676 Saldırı sonrasında batılı devletler Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamışlardır. Avrupa Ekonomik Topluluğu Libya’nın terörizme verdiği destek nedeniyle karşı önlemler alınmasına karar vermiştir. Bu önlemler içinde Libya’nın diplomatik temsilciliklerindeki personelin sayısının azaltılması da yer almıştır. Ayrıca ABD ve diğer devletler ile bilgi alışverişinde bulunulması da öngörülmüştür. Japonya Libya ile ticari ilişkilerini sona erdirdiğini ilan etmiştir. İtalya ise ülkesine yönelik Libya’nın karıştığı yeni bir saldırı gerçekleşmesi halinde cevap vereceğini açıklamıştır. İngiltere 221 Libyalı öğrenciyi güvenlik endişesi ve devrimci faaliyetleri nedeniyle sınır dışı etmiştir. Bkz. SEYMOUR, s. 236; REISMAN, 1999, s. 34. 677 BONAFEDE, s. 74. 675 C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ABD’nin Libya’ya karşı gerçekleştirdiği saldırı doktrinde de ayrıntılı bir şekilde tartışılmış, ABD’yi destekleyen görüşlerin yanı sıra eleştiren görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin Greenwood, Berlin’deki saldırıda sıradan bir Amerikalının değil devletin egemenliğini sembolize eden Amerikan askerlerinin hedef alındığını ve bu nedenle meşru müdafaa hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. 678 Sofaer de ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak orantılı bir şekilde hareket ettiğini dile getirmiştir. 679 Warriner ise, Libya’nın ABD dışındaki Amerikan vatandaşlarına karşı ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve Amerikalılara karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara verdiği desteğin ABD’ye yönelik fiili bir saldırı boyutuna ulaştığını iddia etmiştir. Terörizmin bir coğrafi veya askerî bir hedefe yönelik tipik bir savaş olmamakla birlikte gerçek bir savaş olduğunu ve uluslararası hukuka göre saldırıya maruz kalan devletin taktik veya stratejilerdeki değişiklik karşısında vereceği cevap konusunda belirli bir esnekliğe sahip olduğunu belirten yazar, ABD’nin başka bir devlet tarafından yönlendirilen eylemlere karşı vatandaşlarını korumak amacıyla haklı bir meşru müdafaa uygulamasında bulunduğunu ileri sürmüştür. Libya’nın pek çok Amerikalının ölümüne ve yaralanmasına yol açan uluslararası terörizme yönelik desteğinin yeterli hukukî gerekçeyi sağladığını ve ABD’nin saldırısının aynı zamanda Libya tarafından planlanan yeni saldırıları önlemeye yönelik olduğunu vurgulayan yazar, saldırının gerek zamanlama gerek kullanılan silahlar bakımından sivil can ve mal kaybını minimum seviyede tutmak üzere planlandığını belirterek orantılılık şartının yerine getirildiğini iddia etmiştir. 680 Intoccia da ABD saldırısının devam eden Libya destekli terörizme karşı meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilmiş haklı bir eylem olduğu görüşündedir. Yazar, deşifre edilen görüşme kayıtlarının saldırganların Trablusgarp’dan emir aldıklarını ve daha sonra da saldırının başarıyla gerçekleştirildiğine 678 Greenwood ayrıca ABD’nin Berlin’de önemli bir askerî varlığa sahip olduğunu ve Amerikan askerlerinin burada meşru bir şekilde bulunduğunu belirterek Amerikan askerlerine yönelik bir saldırının bu bakımdan da meşru müdafaa hakkını doğurduğunu ileri sürmektedir. Bkz. GREENWOOD, s. 941-942. 679 SOFAER, s. 785-786. 680 WARRINER, s. 92-93; 95. dair rapor gönderdiklerini gösterdiğini belirterek bu durumun Libya’nın saldırganlar üzerinde kontrole sahip olduğunu kanıtladığını ifade etmektedir. 681 Terry, Libya’nın ABD hedeflerine yönelik terörist faaliyetlerden sorumlu olduğuna ilişkin kesin kanıtların ve Libya’nın çeşitli ABD Büyükelçiliklerine yönelik terörist saldırı hazırlığında olduğuna dair bilgilerin bulunduğunu iddia ederek ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısının meşru olduğunu ileri sürmektedir. 682 Knauft, Kaddafi’nin Amerikan vatandaşlarına karşı yeni saldırılar gerçekleştireceğine dair söz vermesi nedeniyle terörist saldırı tehdidinin devam ettiğini belirterek Libya’nın terörizme verdiği destek dikkate alındığında ABD saldırısının haklı görülebileceğini ileri sürmüştür. 683 Parks ise saldırının zararla karşılık veya misilleme olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirterek Libya’nın terörist eylemlere verdiği destekten kaynaklanan tehdidi ortadan kaldırmaya yönelik meşru müdafaa hakkına dayanan sınırlı bir harekât olduğunu ifade etmiştir. 684 Doktrinde ABD’yi destekleyen görüşlerin yanı sıra saldırının uluslararası hukuka aykırı olduğu ve ABD’nin Libya’ya yönelik zararla karşılıkta bulunduğuna dair görüşler de ileri sürülmüştür. ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği saldırıya yönelik eleştiriler saldırının BM Andlaşması’nın 51. maddesi kapsamında izin verilebilir bir kuvvet kullanma eylemi olmadığı noktasında odaklanmaktadır. Eleştiriler saldırının askerî ve sivil hedefler arasında ayrım gözetmeksizin gerçekleştirildiği, daha önceden gerçekleştirilmiş silahlı bir saldırıya yönelik olmadığı ve Libya’nın terörist faaliyetlere karıştığını gösteren ciddi bir delil olmadığı hususlarını öne çıkarmaktadır. Örneğin, Reagan yönetiminin ABD ve diğer batılı devletlere yönelik terörist saldırılara karşı gerçekleştirilen bir zararla karşılık olduğunu ve uluslararası hukukun zararla karşılığı meşru kabul etmediğini belirten Malawar, ABD’nin saldırıyı meşrulaştırma girişimlerini tümden reddetmiştir. 685 Berlin’deki bombalı saldırının Libya’ya yönelik saldırıyı 681 INTOCCIA, s. 196-197; 212. TERRY, 1986, s. 180-184. 683 KNAUFT, Sage R.: “Note, Proposed Guideliness for Measuring the Propriety of Armed State Responses to Terrorist Attacks”, Hasting Int’l & Com. L. Rev., Vol. 19, 1996, s. 785-786’den aktaran BONAFEDE, s. 174. 684 PARKS, W. Hays: “Lessons from the 1986 Libya Air Strike”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 760. 685 MALAWAR, Stuart S.: “Reagan’s Law and Foreign Polic , 1981-1987: The “Reagan Corallary of International Law”, Harv. Int’l L. J., Vol. 29, 1988, s. 102’den aktaran BONAFEDE, s. 177. Benzer görüşler için bkz. GUROVITSCH, s. 169; CONDRON, s. 156. 682 meşrulaştıramayacağını ileri süren Boyle da saldırının zararla karşılık niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Berlin’deki saldırıdan önce 14 Ocak 1986 tarihinde Reagan yönetiminin Libya’ya karşı askerî bir harekât hazırlığında olduğuna dair Newsweek dergisinde yer alan bir habere işaret eden yazar, Reagan yönetiminin daha önceden de Libya’ya karşı askerî harekât düzenleme isteğinde olduğunu ve Berlin’deki saldırıyı bir bahane olarak kullandığını ileri sürmüştür. 686 Paust ise ABD’nin Libya savaş uçaklarını ve askerî tesislerine saldırmasına dikkat çekerek söz konusu hedeflerin yakın bir zamanda gerçekleşmesi beklenen saldırılarla bir bağlantısının olmadığını, ABD’nin Libya’nın uzun dönem hareket kabiliyetini yok etmeyi hedef aldığını ya da harekâtın zararla karşılık amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürerek ABD’yi eleştirmiştir. 687 b. Genel Bir Değerlendirme Saldırı sonrasında ABD’ye karşı gösterilen tepkinin o dönemde devam eden soğuk savaş ortamından kaynaklandığı düşünülebilir. Bununla birlikte uluslararası hukuka ilişkin önemli sorunların da bulunduğu açıktır. Özellikle ABD’li bir askerin öldürülmüş olmasının silahlı saldırı olmadığı, harekâtın misilleme amacı taşıdığı, gereklilik ve orantılılık şartlarını yerine getirmediğine dair eleştiriler özellikle üzerinde durulması gereken hususlardır. Libya harekâtının meşru olup olmadığı hakkında yapılacak bir değerlendirme meşru müdafaa hakkının kullanılmasının ön şartı olan silahlı saldırı şartının mevcut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin ele alınması ile başlamalıdır. Söz konusu olayda meşru müdafaa hakkına neden olarak gösterilen Berlin’deki bombalı saldırıya bakıldığında Libya’ya isnat edilen bu eylemin silahlı saldırı olarak tanımlanamayacağı âşikârdır. Söz konusu terörist saldırının uluslararası hukuku ihlâl ettiği muhakkaktır. Ancak terörist bir saldırının silahlı saldırı kabul edilebilmesi için gereken şartlar hatırlandığında Berlin’deki saldırının silahlı saldırı oluşturmadığı ve 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına dayanarak tek taraflı bir eylemde bulunma imkânı vermediği söylenebilir. Bu durumda saldırıda vurulan hedeflere ve gözetilen amaçlar da dikkate alındığında ABD’nin Libya 686 687 BOYLE, s. 291-293. PAUST, 1986, s. 731. saldırısının meşru müdafaa temelinde haklılaştırılmaya çalışılan cezalandırma amaçlı bir zararla karşılık niteliği taşıdığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. 688 Bir an için saldırının meşru müdafaa hakkına neden olduğu kabul edilse bile Libya’ya karşı gerçekleştirilen harekâtın gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları bakımından da tartışmalı olduğu görülmektedir. Uluslararası terörizme karşı kuvvet kullanan devletlerin eylemlerinin değerlendirilmesinde söz konusu devletlerin BM Andlaşması’ndan kaynaklanan taraf oldukları uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri de incelenmelidir. 689 Zira uluslararası hukuk bütün barışçı çözüm yolları tüketildikten sonra kuvvete başvurulmasını öngörmektedir. Mevcut olayda ABD’nin Libya ile arasındaki sorunları barışçı yollardan çözüme kavuşturmak için çaba göstermediği oysa Libya’nın Aralık ve Ocak aylarında ABD ile mevcut sorunları görüşmek için pek çok teşebbüste bulunduğu ifade edilmektedir. Ayrıca İtalya ve Malta Başbakanları ile Suudi Arabistan ve Belçika iki ülke arasında arabuluculuk yapmayı veya uluslararası terörizmle ilgili bir konferans düzenlemeyi teklif etmesine rağmen Amerikan yönetiminin Kaddafi ile müzakere edecek bir şeylerinin olmadığını belirterek bu teklifleri reddettiğine dikkat çekilmektedir. 690 Buna karşılık ABD, Roma ve Viyana Havaalanlarında gerçekleştirilen bombalı saldırılardan sonra sorunun barışçı bir şekilde çözümü için herhangi bir teşebbüste bulunmadığı gibi tek taraflı olarak yaptırım uygulama kararı almış ve diğer devletlere de Libya’ya karşı yaptırım uygulamaları çağrısında bulunmuştur. ABD ayrıca 23 Mart 1986’da Libya’nın karasuları olduğunu iddia ettiği Sirte Körfezi’nde tatbikat yapmak üzere deniz kuvvetlerini göndermiştir. ABD’nin egemenliği tartışmalı bölgeye donanma göndermesinin Libya’yı kuvvet kullanmaya tahrik etmeye yönelik olduğu söylenebilir. Bu tür bir amacın BM’nin öngördüğü uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması yükümlülüğü ile bir ilgisinin olmadığı açıktır. 691 ABD Libya’ya saldırmadan önce Güvenlik Konseyine de başvurmamıştır. Eğer ABD Güvenlik Konseyine başvurmuş ve Konsey tarafından herhangi bir çözüm üretilememiş olsaydı o zaman, ABD’nin başka bir 688 PAUST, 1986, s. 731. Cassese, terörist bir saldırı ile ilgili olarak her türlü barışçı yollar denendikten ve gayret sarf edildikten sonra askerî bir harekâta başvurulabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. CASSESE, 1989, s. 591. 690 BOYLE, s. 295. 691 MURPHY, 1986, s. 88. 689 seçeneğinin olmadığı söylenebilirdi. Bahsedilen hususlar göz önüne alındığında ABD’nin Libya kaynaklı terörizmi önlemek için gerekli barışçı bütün yolları denemediği rahatlıkla söylenebilir. Murphy’nin de ifade ettiği gibi 692 ABD’nin Libya saldırısından önce Sirte Körfezi ve Libya’nın terörizme verdiği destekle ilgili sorunlar hakkında bütün barışçı çözüm yollarını tükettiğini kanıtlaması halinde ABD’nin gerçekleştirdiği eylemin hukuken kabul edilebilirliği daha farklı olabilecekti. ABD’nin Libya saldırısına yönelik dayanaklarından biri de Libya’nın ABD’ye yönelik yeni terörist saldırılar planladığıdır. 693 ABD’nin Libya’nın dünyanın değişik bölgelerindeki Amerikan hedeflerine karşı yeni terörist saldırı hazırlıkları içinde olduğunu iddia etmesine rağmen ortaya söz konusu iddiayı kanıtlayan somut deliller koyamaması tereddütlere ve gereklilik şartının yerine gelmediğine dair çeşitli değerlendirmelere neden olmuştur. 694 Silahlı bir saldırıya maruz kalan devlet saldırı sona erdiği takdirde meşru hakkı kapsamında haklı bir mukabil eylemde bulunabilmek için muhtemel saldırıların gerçekleşeceğine dair inandırıcı ve açık deliller ileri sürmesi gerekmektedir. Ayrıca devletin kendisine yönelik terörist bir saldırı düzenleneceğine dair kesin bir bilgi edinmesi halinde saldırıya karıştığı ileri sürülen devletin başkentini bombalamak yerine gerçekleşmesi beklenen saldırılara karşı savunma amaçlı önlemler alması meşru müdafaa hakkı bakımından daha yerinde bir tedbir niteliğindedir. 695 ABD’nin Libya’ya karşı giriştiği saldırı orantılılık ilkesi bakımından ele alındığında söz konusu ilkenin açık bir şekilde ihlâl edildiği görülmektedir. Saldırı önemli bir maddî tahribata yol açtığı gibi, bir çok insanın ölümüne ve yaralanmasına da neden olmuştur. Bu sonucun Berlin’deki bombalı saldırı ile kıyaslanamayacağı açıktır. 696 Üstelik Amerikan saldırısının asıl hedefinin Libya lideri Kaddafi’yi öldürmek olduğu düşünüldüğünde eylemin meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirildiği kabul edilse dahi saldırının orantılılık ilkesini ihlâl ettiği rahatlıkla söylenebilir. 697 692 MURPHY, 1986, s. 88. U.N. SCOR, 41st Sess., U.N. Doc. S/PV. 2674 (1986). 694 SCHACHTER, 1993, s. 252. 695 SCHACHTER, 1993, s. 252. 696 ARAL, s. 123-124. 697 Seymour Hersh, Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı, CIA ve Pentagon’da görevli kişilerle yaptığı görüşmeler sonucunda 1986 Libya saldırısının asıl amacının Kaddafi’yi öldürmek olduğu ve saldırının bu şekilde 693 Berlin’deki saldırı ile Libya’ya yönelik hava saldırısı arasında yaklaşık on günlük bir zaman aralığı olduğu dikkate alındığında olayda aciliyet şartının gerçekleşip gerçekleşmediği gündeme gelmektedir. Örneğin Paust, Berlin’de düzenlenen bombalı saldırı ile ABD’nin Libya da gerçekleştirdiği harekât arasında on günlük bir ara bulunduğunu belirterek söz konusu olayda aciliyet şartının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür. 698 Ancak delil toplamanın genel olarak zaman aldığı, devletin ülke sınırlarını korumaya yönelik geleneksel savunma yönteminden farklı olarak teröristlere veya onların sponsorlarına karşı askerî bir harekât düzenlemek için yeterli askerî kuvveti bir araya toplamasının zaman aldığı dikkate alındığında 10 günlük gecikmenin makul sebeplere dayandığı söylenebilir. Bu durumda ABD’nin iddia ettiği gibi somut olayda meşru müdafaa hakkı doğmuş olsaydı 10 günlük gecikmenin harekâtı meşru müdafaa uygulaması olmaktan çıkarıp zararla karşılığa çevirmeyeceği savunulabilirdi. 2. 1993 IRAK SALDIRISI Libya saldırısından yedi yıl sonra benzer bir olay Irak’ta yaşanmıştır. 1993 yılında Kuveytli yetkililer tarafından eski ABD Başkanı Bush’a karşı tertip edildiği iddia edilen suikast planının ortaya çıkarılması sonrasında 26 Haziran 1993 tarihinde Kızıldeniz ve İran Körfezi’nde bulunan Amerikan savaş gemileri “Muhaberat” olarak adlandırılan Irak İstihbarat Merkezini hedef alarak tamamen tahrip etmiştir. 699 Pentagon saldırının sivil can kaybını önlemek amacıyla gece yarısı yapıldığını bidirmesine rağmen üç füzenin yerleşim bölgesine düşmesi sonucu sekiz sivilin öldüğü açıklanmıştır. 700 planlandığını iddia etmiştir. Seymour M. Hersh, Target Qaddafi, N. Y. Times Magazines, Feb. 22, 1987, at 17-19’dan aktaran SCHARF, Michael P.: “Clear and Present Danger: Enforcing the International Ban on Biological and Chemical Weapons through Sanctions, Use of Force, and Criminalization”, Mich. J. Int’l L. 1999, Vol. 20, s. 497. 698 PAUST, 1986, s. 730-731. 699 Benzer bir olay olarak 9 Ekim 1983 tarihinde Burma’da Güney Kore Devlet Başkanı Chun Doo Hwan’a karşı Kuzey Kore tarafından gerçekleştirilen suikastı gösterebiliriz. Ancak burada Bush suikastından farklı olarak saldırı gerçekleştirilmiş ve dördü bakan, ikisi başkan danışmanı olmak üzere toplam 19 kişinin ölümüne neden olmuştur. Güney Kore söz konusu saldırıya cevap olarak kuvvet kullanmamış ve bu tür saldırıların nasıl önüne geçileceğini tartışmak üzere BM’ye bir heyet göndererek Kuzey Kore’ye karşı geniş kapsamlı bir yaptırım uygulanmasını sağlamaya çalışmıştır. SURCHIN, s. 471; ERICKSON, s. 41. 700 SURCHIN, s. 459, 465. MCCARTHY, John G.: “The United States Should Prosecute those Who Conspired to Assassinate Former President Bush in Kuwait”, Fordham Int’l L. J., Vol. 16, 1993, s. 1333. A. Saldırının Gerekçesi Kuveyt, Bush’un üç günlük Kuveyt ziyaretinin başlangıcında ülkeye plastik patlayıcı sokmaya çalışan 14 kişiyi tutuklamış ve bu patlayıcıların Bush’a karşı gerçekleştirilmesi planlanan suikastta kullanılmak üzere ülkeye sokulmak istendiğini iddia etmiş ve durumu ABD’li yetkililere bildirmiştir. 701 Amerikan yönetimi suikast girişiminin Irak istihbarat servisi tarafından yönlendirildiğini, ABD’nin bu konuda ikna edici delillere sahip olduğunu söylemiştir. 702 Bu bilgilere göre Wali Al Gazali ve Ra’ad Al Asadi isimli Irak uyruklu iki baş şüpheli suikast emrini Basra şehrinde Irak İstihbarat Servisi ile bağlantılı olduğunu sandıkları kişilerden aldıklarını, bombanın Bush’un ziyaret edeceği üniversitede konuşmasını yaparken patlamasının planlandığını itiraf etmişlerdir. 703 Ayrıca Amerikan istihbarat birimlerinin Kuveyt Hükümeti ile birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda saldırıda kullanılması planlanan bombanın yapımında kullanılan malzemelerin ve bomba düzeneğinin Körfez Savaşı sırasında Irak tarafından kullanılan bombalarla aynı olduğu ortaya çıkmıştır. Söz konusu bomba türünü herhangi bir terörist grubun kullanmadığına dikkat çekilmiştir. 704 Her ne kadar eylem emrinin Saddam Hüseyin veya Irak İstihbarat Teşkilatının Başkanı tarafından verildiği tam olarak kanıtlanamasa da Amerikan istihbarat birimleri Irak istihbaratının olaya karışmış olduğu kanaatine ulaşmıştır. Ayrıca Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın Bush’u cezalandırmak amacıyla bu tür bir suikast hazırlığında olduğuna dair daha önceden elde edilen istihbarat bilgileri bu kanaati destekleyici deliller olarak ileri sürülmüştür. 705 Örneğin Iraklı yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda Başkan Bush’un yakalanana kadar takip edileceği ve cezalandırılacağı açıklanmıştır. 706 Bu tür açıklamaların ve elde edilen istihbarat bilgilerinin saldırganların Körfez Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerinin lideri olarak hareket eden Bush‘tan intikam alma peşinde olduklarını gösterdiği iddia edilmiştir. 701 Suikast girişimiyle ilgili olarak yakalanan çoğunluğu Irak asıllı 14 kişinin Kuveyt mahkemelerinde bir yıl süren yargılanmaları sonunda suikast girişimine karıştıkları gerekçesiyle beşi Iraklı biri Kuveytli olmak üzere altı kişi ölüm cezasına çarptırılmış, yine Irak ve Kuveytlilerden oluşan yedi kişi 6 ay ile 12 yıl arasında değişik hapis cezalarına mahkum olmuş, bir Kuveytli ise beraat etmiştir. Bkz. BAKER, Stuart G., s. 101, dn. 14. 702 AREND & BECK, s. 153. 703 SURCHIN, s. 461. 704 BAKER, Stuart G. s. 102, dn. 15. 705 MCCARTHY, s. 1347. 706 MAXON, http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon.htm (12. 08. 2003). Amerikan yönetimi Bağdat’a düzenlediği hava saldırısı sonrasında meşru müdafaa hakkını kullandığını açıklamıştır. Amerikalı yetkililer tıpkı Libya saldırısı sonrası yapılan açıklamalardaki gibi saldırının ABD’ye yönelik saldırıya cevap olmak üzere gerçekleştirilmiş savunma amaçlı bir eylem olduğunu iddia ederek saldırıyı meşrulaştırmaya çalışmışlardır. ABD’ye göre Bush’a yönelik suikast girişimi silahlı bir saldırı olup yakın gelecekte bu tür yeni saldırıların gerçekleşmesi ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle ABD’nin hem mevcut saldırıya hem de beklenen silahlı saldırılara karşı meşru müdafaa hakkı doğmuştur. Amerikan yönetimi olayla ilgili Kuveyt Mahkemelerinde görülen dava sonuçlanana kadar bir şey yapmayacaklarını açıklamasına rağmen Başkan Clinton dava sonuçlanmadan barışçı bir çözüm ihtimalinin bulunmadığı ve diplomatik veya ekonomik yaptırımların Irak’ı gelecekte girişebilecek olduğu muhtemel suikast teşebbüslerinden vazgeçirmeye yaramayacağı düşüncesi ile saldırı emrini vermiştir. 707 Başkan Clinton, eski başkan Bush’a karşı gerçekleştirilecek bir saldırının ABD’ye ve tüm Amerikalılara karşı gerçekleştirilmiş kabul edileceğini belirterek muhtemel yeni saldırıları önlemek ve ABD’nin bağımsızlığını korumak amacıyla uygun bir cevabın verileceğini açıklamıştır. 708 Clinton, Irak’ın Bush’un başkanlığı süresince yaptıklarının intikamını almak amacıyla suikast girişiminde bulunduğunu, bu nedenle eylemin Amerika’ya karşı bir saldırı olduğunu ve cevapsız kalmayacağını açıklamıştır. Clinton meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilen harekâtın Bush’a yönelik suikast girişimine bir cevap olmasının yanı sıra terörizmi destekleyen Saddam Hüseyin’i engellemeyi ve Amerikalılara karşı gerçekleştirilebilecek muhtemel yeni saldırıları önlemeyi hedeflediğini de ifade etmiştir. 709 B. Uluslararası Toplumun Saldırıya Yaklaşımı ABD’nin 1986 yılında Libya’ya karşı gerçekleştirdiği saldırı uluslararası toplum tarafından büyük bir çoğunlukla kınanmış ve ABD’nin saldırıyı meşrulaştırmak için ileri 707 LOBEL, s. 548. REISMAN, Michael Reisman: “The Raid on Baghdad: Some Reflections on its Lawfulness and Implications”, Eur. J. Int’l L., Vol. 5, 1994, s. 121. 709 SURCHIN, s. 465, dn. 51; AREND & BECK, s. 153. 708 sürdüğü meşru müdafaa şartlarının söz konusu olayda gerçekleşmediği ileri sürülmüşken 1993 Irak saldırısı tam tersine genel olarak uygun bulunmuştur. ABD’nin Irak’a karşı gerçekleştirilen saldırı hakkında bilgi vermek üzere olağanüstü toplantıya çağırdığı Güvenlik Konseyinde ABD temsilcisi Albright Bush’a yönelik suikast girişimini ABD’ye kendini savunma hakkını veren bir saldırı olarak kabul ettiklerini belirterek harekâtın sebepleri hakkında ülkesinin sahip olduğu delilleri Konseye sunmuştur. Saldırının orantılı olduğunu ve doğrudan Bush’a yönelik saldırıyı hazırlayanlara karşı gerçekleştirildiğini iddia eden Albright saldırının Irak’ın terörizme yönelik desteğini ortadan kaldırmayı ve muhtemel saldırıları önlemeyi hedeflediğini ileri sürmüştür. 710 Konseyin Irak’a yönelik iddialara cevap vermek üzere Konsey toplantılarına katılma izni verdiği Irak temsilcisi Hamdoon ise, ülkesinin ABD’nin iddia ettiği gibi Bush’a yönelik herhangi bir suikast girişiminde bulunmadığını, suikast iddiasının Kuveyt Hükümeti tarafından uydurulmuş bir senaryo olduğunu belirterek suçlamaları reddetmiştir. Hamdoon, ABD’nin herhangi bir şekilde araştırmaksızın ve bir delile sahip olmaksızın Irak’ı cezalandırmaya kalkıştığını bunun uluslararası hukukun ihlâli olduğunu belirterek Konseyin ABD’yi kınamasını istemiştir. 711 Güvenlik Konseyinde Irak’ın Bush’a yönelik başarısız suikast girişiminde aktif rol aldığı konusunda yaygın bir kanaat oluşmuştur. Konsey ABD’nin açıklamasını araştırmaksızın kabul etmiş ve Irak’ın iddialarını hiç bir şekilde dikkate almamıştır. ABD’nin saldırıda kullanılmak istenen plastik patlayıcının ve diğer malzemelerin doğrudan Irakla bağlantılı olduğunu iddia etmesine rağmen Konsey söz konusu iddianın bağımsız uzmanlarca incelenmesine yönelik herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Konsey görüşmelerinde Fransa temsilcisi Merimee, ülkesinin terörizmle mücadeleyi onayladığını ve ABD’nin tek taraflı kuvvet kullanımında bulunmasını anlayışla karşıladığını ifade etmiştir. Konseyin diğer üyeleri Macaristan, İngiltere, Rusya Federasyonu da benzer görüşler sunmuşlardır. Üye devletlerden sadece Çin ABD’yi desteklememiştir. Çin temsilcisi 710 711 Li Zhaoixing ülkesinin bölgede U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/PV. 3245 (1993). U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/PV. 3245 (1993). tansiyonu artıracak hiçbir eylemi desteklemediğini ifade etmiştir. Konsey üyesi Pakistan, Cibuti ve Fas ise sessiz kalmıştır.712 Güvenlik Konseyinde Irak saldırısı ile ilgili herhangi bir karar alınmadığı gibi saldırı bir daha Konseyin gündemine gelmemiştir. Genel Kurul’da da tıpkı Güvenlik Konseyinde olduğu gibi bir karar alınması söz konusu olmamıştır. Güvenlik Konseyindeki bu desteğin yanı sıra hükümetler de ABD’ye destek vermiştir. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Belçika gibi ülkeler ABD saldırısını meşru bir saldırı olarak değerlendirmişlerdir. İngiltere Başbakanı John Major ABD’nin saldırısını meşru müdafaa hakkı kapsamında bir eylem olarak nitelendirirken, Almanya Başbakanı Helmut Kohl ABD saldırısını terörist eylemlere karşı girişilen meşru bir tepki şeklinde değerlendirmiştir. 713 İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd da saldırının orantılı ve haklı bir meşru müdafaa uygulaması ve devlet destekli terörizme müsamaha gösterilmeyeceğine dair Irak’a yönelik bir ikaz olduğunu ifade ederek ülkesinin ABD’ye desteğini ifade etmiştir. 714 Bununla birlikte bazı ülkelerden özellikle İslam ülkelerinden saldırıya yönelik eleştiriler gelmiştir. Bu eleştiriler saldırıların uluslararası hukuka uygunluğundan çok çifte standart üzerine yoğunlaşmıştır. Belgrat yönetiminin Bosna Hersek’te gerçekleştirdiği uluslararası hukuka aykırı eylemlere ve BM kararlarına uymamasına rağmen Sırbistan karşısında gerek ABD gerek BM tarafından gerektiği şekilde cevap verilmemesi söz konusu eleştirilerin merkezini oluşturmuştur. 715 Arap Birliği de saldırıdan duyduğu üzüntüyü belirterek bu tür kuvvet kullanma eylemleri için Güvenlik Konseyinin kararının gerektiğine dikkat çekmiştir. 716 Kanada Başbakanı Kim Campbell ise BM sisteminin suikast vb tehditlerle mücadelede yetersiz olduğunu belirterek sistemin yeniden düzenlenmesi çağrısında bulunmuştur. Campbell, BM sisteminde reformlar yapılmaması halinde güçlü devletlerin tek taraflı kuvvet kullanımında bulunabilecekleri ve bu eylemlerini daha sonradan meşrulaştırmaya çalışacaklarını ifade etmiştir. 717 712 U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. Doc. S/P. 3245 (1993). AREND & BECK, s. 153. 714 REISMAN, 1994, s. 122. 715 SURCHIN, s. 468. 716 AREND & BECK, s. 153. 717 SURCHIN, s. 469. 713 C. Saldırının Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ABD’nin Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırı ile ilgili olarak doktrinde bazı yazarlar ABD’nin ileri sürdüğü gerekçeleri hukuken kabul edilebilir bulmakla beraber bazı yazarlar saldırıyı bir zararla karşılık eylemi olarak değerlendirmiş ve eleştirmiştir. Örneğin Teplitz’e göre, Irak saldırısı meşru müdafaa hakkına dayanan savunma amaçlı, uluslararası hukuka uygun bir eylemdir. Teplitz, Bush’a yönelik suikast teşebbüsünün meşru müdafaa hakkına yol açar nitelikte bir silahlı saldırı olduğunu ileri sürmüştür; suikastçılar Bush’u öldürmek niyetiyle Kuveyt’e gelmiş olup suikastta kullanmayı planladıkları bomba yüzlerce kişiyi öldürme etkisine sahiptir. Ayrıca suikast girişiminin Kuveyt’te gerçekleştirilecek olması saldırının ABD’ye karşı işlenmiş sayılmasına engel olmamaktadır. 718 Yazar, suikast girişiminin silahlı saldırı olduğu kabul edilmese dahi Irak saldırısının orantılı karşı önlemler bağlamında meşrulaştırılabileceği düşüncesindedir. Uluslararası Adalet Divanının Nikaragua Davası’nda Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara yönelik yardımlarının El Salvador’a karşı silahlı saldırı boyutuna ulaşmadığına hükmetmekle beraber mağdur devletin orantılı karşı önlemlerde bulunabileceğine karar verdiğine dikkat çeken yazar bu hükmün somut olayda da uygulanabileceğini ileri sürmektedir; Bush’a yönelik suikast teşebbüsü 51. madde bağlamında silahlı saldırı niteliğinde olmasa dahi 2/4. maddede düzenlenen kuvvet kullanma yasağını ihlâl etmiştir. Bu durumda Irak İstihbarat Merkezine karşı gerçekleştirilen saldırı orantılı bir karşı önlem olup uluslararası hukuka uygundur. 719 Saldırının uluslararası hukuka aykırı olduğunu düşünen Lobel, ABD yönetimi tarafından ileri sürülen iddialar doğru olsa bile saldırının meşru müdafaa istisnasına girmediği görüşündedir. Yazara göre saldırı zararla karşılık niteliğindedir. 720 Hendrickson da saldırının Bush’a karşı planlandığı kanıtlasa dahi silahlı saldırı şartının olayda 718 TEPLITZ, s. 617. TEPLITZ, s. 617. Teblitz’in bu yorumu yaparken karşı önlemlerin devletin ülkesiyle sınırlı bir uygulama alanına sahip olduğu gerçeğini görmezlikten geldiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bu durumda Irak saldırısının Teblitz’in iddia ettiği gibi karşı önlemlere başvurularak meşrulaştırabilmesi mümkün değildir. 720 LOBEL, s. 543, dn. 29. 719 gerçekleşmediğini bu nedenle meşru müdafaa hakkının söz konusu olmadığını belirtmektedir. 721 b. Genel Bir Değerlendirme Uluslararası toplum genel olarak 1986 Libya saldırısından farklı olarak ABD’nin Irak saldırısı ile ilgili olarak ileri sürdüğü gerekçeleri kabul etmiş ve Bush’a yönelik suikast planını silahlı saldırı şeklinde tanımlamasını uygun bulmuştur. ABD tarafından gerçekleştirilen füze saldırıları sırasında Irak ABD’ye karşı halihazırda devam eden bir saldırıya karışmadığı gibi herhangi bir yakın saldırı tehdidinde de bulunmamıştır. ABD’nin meşru müdafaa hakkının doğmasına neden olarak gösterdiği suikast da gerçekleşmemiştir. Uluslararası toplumun 1993 Irak saldırısı karşısında gösterdiği bu tavır 51. maddenin geniş yorumu ile paralellik arz etmektedir. Buna rağmen iki olaya yönelik tepkilerdeki farklılığa dikkat çekilerek 51. maddenin yorumunda sınırlandırıcı görüşün yerine artık genişletici görüşün benimsendiği ileri sürülmüştür. 722 ABD saldırısının uluslararası toplum tarafından genel itibarıyla olumsuz karşılanmamasının sebebinin ABD’nin meşru müdafaa hakkı kapsamında haklı bir eylemde bulunduğuna dair bir görüş birliğinin olmasından çok Saddam Hüseyin yönetiminden duyulan hoşnutsuzluktan kaynaklandığı söylenebilir. Saddam Hüseyin yönetimi Körfez Savaşı sonrasında BM görevlilerine ve silah denetçilerine sürekli engel olmuş, ayrıca ülkesi içindeki etnik ve dinî gruplara karşı kuvvet kullanmış ya da kullanma tehdidinde bulunmuştur. Saddam Hüseyin yönetiminin çizdiği bu uyumsuz ve saldırgan devlet görüntüsünün Irak’ın uluslararası alanda yalnızlaşmasına ve haklı olduğu durumlarda dahi uluslararası toplumun desteğini yanında görememesine neden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Libya saldırısından dolayı Reagan yönetimine yöneltilen eleştirilerin pek çoğu aynı şekilde Irak’a karşı gerçekleştirilen saldırılar sebebiyle Clinton yönetimini de yöneltilebilir. Saldırı uluslararası hukuk açısından ele alındığında silahlı saldırı, orantılılık ve gereklilik şartlarının yerine gelip gelmediği ve saldırının cezalandırma amacı taşıyıp 721 HENDRICKSON, Ryan C.:“Article 51 and the Clinton Presidency: Military Strikes and the U.N. Charter”, B. U. Int’l L. J.,Vol.19, 2001, s. 214; ALEXANDROV, s. 187-188; SUCRCHIN, s. 486-493. 722 BAKER, Stuart G., s. 112. taşımadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte öncelikle eski devlet başkanının yurt dışı gezisi sırasında devleti temsil edip etmediği ele alınmalıdır. Devlet görevlilerinin korunması temel bir egemenlik hakkıdır. Bir devletin hükümet başkanının diğer bir devlet tarafından suikast hedefi olarak belirlenmesi devletin egemenliğini ve bağımsızlık haklarını ihlâl eder. Amerikan yönetimi de Bush’a yönelik suikast teşebbüsünün ABD ve bütün Amerikalılara yöneltilmiş bir tehdit olduğunu ileri sürmüştür. Clinton’a göre Bush ABD başkanıyken almış olduğu kararlar ve özellikle de Körfez Krizi esnasında Irak’a karşı yürütülen politika nedeniyle suikast girişimine maruz kalmıştır. 723 Irak’ın da taraf olduğu 14 Aralık 1973 tarihli Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme imzacı devletlerden devlet başkanı ve bunların ailelerini de kapsayan uluslararası korumaya sahip kişilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemlerini hukuk sistemlerinde suç olarak düzenlemelerini istemektedir. Sözleşmeye göre Bush başkanken suikast girişiminde bulunulmuş olsaydı Irak açık bir şekilde Sözleşmeyi ihlâl etmiş olacaktı. Bush’un daha üç ay öncesine kadar başkan olduğu ve bu nedenle ona karşı gerçekleştirilecek bir saldırının ABD’ye karşı gerçekleştirilmiş sayılacağı ileri sürülebilir. Örneğin Teplitz, Bush’un olay sırasında başkan olmamasının Sözleşme hükümlerinin uygulanmasına engel olmadığını ileri sürmektedir. Teplitz’e göre Sözleşmenin amacı yine ihlâl edilmiş ve aynı sonuçlar doğmuştur. Bu durumda eski Başkan Bush’a yönelik suikast teşebbüsü ABD’ye yönelik bir tehdit arz etmektedir. 724 Ancak Bush’un Kuveyt ziyaretine bakıldığında ziyaretin daha çok Bush yönetiminin Körfez Savaşı sırasında gösterdiği gayretleri kutlama şeklinde gerçekleştiği ve Bush’un resmî bir ziyarette bulunduğu veya Clinton yönetiminin diplomatik bir temsilcisi gibi davranmadığı görülmektedir. 725 Bu gerekçe doğru kabul edilse dahi silahlı saldırı şartının olayda gerçekleşmediği gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bush’a yönelik suikast girişimi daha gerçekleştirilmeden ortaya çıkarılmış ve başarısızlıkla neticelenmiştir. Diğer bir ifadeyle suikast planı fiiliyata aktarılamamıştır. Ayrıca suikast planı ile ilgili olarak yapılan açıklamalara rağmen olayın gerçekten var olup olmadığı veya kanıtların gerçekliği hususunda bir takım şüpheler hep 723 TEPLITZ, s. 608-609. TEPLITZ, s. 610. 725 HENDRICKSON, s. 214. 724 varolmuştur. Hatta Kuveyt’in Körfez Savaşı sonrası oluşan ortamda Irak ile ABD arasında kurulması muhtemel iyi ilişkileri önlemek amacıyla kasıtlı olarak ABD’yi yanılttığına dair çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Örneğin Quigley, 1993 Irak saldırısının şüpheli, kesin olmayan delillere dayandığını ileri sürmektedir. 726 Kaldı ki meşru müdafaa hakkına neden olarak gösterilen suikast girişiminin gerçekten var olduğu kanıtlansa bile 51. madde ve Nikaragua Davası Kararı dikkate alındığında söz konusu eylemin silahlı saldırı olarak değerlendirilemeyeceği görülmektedir. Quigley’in de işaret ettiği gibi BM tarihinde ABD’yi destekleyecek nitelikte eski başkana karşı gerçekleştirilmek istenen suikast girişiminin 51. madde anlamında silahlı saldırı kabul edildiğine dair bir örnek yoktur.727 Bush’a yönelik suikast girişiminin meşru müdafaa hakkına yol açan silahlı bir saldırı olduğu kabul edildiği takdirde geçmişte CIA’nin yabancı devlet başkanlarına karşı gerçekleştirdiği iddia edilen suikast girişimleri nedeniyle ABD’nin defalarca kuvvet kullanımına maruz kalması gerçeği karşımıza çıkmaktadır. 728 Ele alınması gereken diğer bir husus Irak saldırısının tehdide karşı gerekli olup olmadığıdır. Mevcut olayda suikast planı ortaya çıkarılmış ve tehdit sona erdirilmiştir. Ancak Amerikan yönetimi Bush’a ve ABD’ye karşı tehdidin devam ettiğini belirterek Irak’ın gerçekleştirebileceği terörist eylemleri önleyebilmek için başvurulan harekâtın gereklilik arz ettiğini ve haklı bir meşru müdafaa eylemi niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre saldırı Bush’a yönelik muhtemel suikast teşebbüslerini önlemiştir. Ancak önleyici meşru müdafaa hakkının BM Andlaşması çerçevesinde illegal olduğu açıktır. Bir an için önleyici meşru müdafaa hakkının uluslararası hukukta kabul edildiğini farz etsek bile Bush’a yönelik suikast girişimi sonrasında ABD’ye yönelik yakın bir tehdit söz konusu olmamıştır. Daha önceden de belirtildiği üzere suikast girişimi Kuveyt Hükümeti tarafından ortaya çıkarılmış ve şüpheliler tutuklanmıştır. Üstelik Bush veya başka bir Amerikan vatandaşına karşı muhtemel bir saldırının planlandığına dair herhangi 726 QUIGLEY, 2002, s. 824. QUIGLEY, 2000, s. 138. 728 CIA’nin geçmişte aralarında Libya lideri Kaddafi, Küba lideri Fidel Castro gibi isimlerin de bulunduğu bir çok devlet başkanına suikast girişiminde bulunduğu veya bu tür gayretleri teşvik ettiği ileri sürülmektedir. CIA’nin karıştığı iddia edilen suikast girişimleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TURNER, 2003, s. 787810; ZENGEL, Patricia: “Assassination and the Law of Armed Conflict”, Mil. L. Rev., Vol. 134, 1991, s. 123-155; ADDICOTT, Jeffrey F.: “Proposal for a New Executive Order on Assassination”, U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003. s. 751-785. 727 yeni bir bilgi yoktur. Oysa yeni saldırıların gerçekleşeceğine dair sağlam delillerin olması gerekir. Amerikan yönetimi ise gerçekleştirdiği harekâtla engellemiş olduğu muhtemel tehditleri spesifikleştirme konusunda başarısız olmuş yakın gelecekteki saldırı beklentisi çok genel ve muğlak sözlerle ifade edilmiştir. Kesin olmayan potansiyel tehditlere karşı kuvvet kullanılmasında cezalandırma amacının ön plana çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca Kuveyt Hükümeti Bush’u herhangi bir saldırıya karşı korumayı taahhüt etmiştir. Dolayısıyla ABD’nin önleyici meşru müdafaa hakkına dayandığını gösteren bir delil veya bilgi söz konusu olmamıştır. 729 Bu durumda saldırının herhangi bir silahlı saldırı tehlikesini bertaraf ettiğini, hem ABD’yi hem Bush’u yakın bir tehlikeden korumak için gerekli olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Bu tür kuvvet kullanımlarına izin vermenin tek taraflı kuvvet kullanımlarını cesaretlendireceği ve uluslararası barış ve güvenliği olumsuz etkileyeceği açıktır. ABD’nin sorunu barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğine bakıldığında, Amerikan yönetimi başlangıçta olayla ilgili mahkeme sonuçlanana kadar bir şey yapmayacaklarını açıklamıştır. Ancak ABD yargılama daha sonuçlanmadan barışçı bir çözüm ihtimalinin bulunmadığı ve diplomatik veya ekonomik yaptırımların Irak’ı gelecekte girişebilecek olduğu muhtemel suikast teşebbüslerinden vazgeçirmeye yaramayacağını ileri sürmüştür. ABD temsilcisi Albright, Güvenlik Konseyine yazdığı mektupta, Irak’ın saldırgan davranışlarına son vermek için yeni diplomatik ve ekonomik yaptırımların fayda vermeyeceğine kanaat getirdikleri için zorunlu olarak kuvvet kullanımına başvurduklarını ifade etmiştir. Albright’a göre ABD’nin eylemi son çare olarak görülmelidir. 730 ABD ayrıca Libya olayındaki gibi Güvenlik Konseyinde hiçbir girişimde bulunmadan saldırıyı gerçekleştirmiş, saldırı için Güvenlik Konseyinin onayını almak için teşebbüste dahi bulunmamıştır. Oysa BM Andlaşması 39. madde ile kuvvet kullanma konusunda karar alma noktasında Güvenlik Konseyine 51. maddeden daha geniş bir yetki vermektedir. Bu nedenle ABD sorunu Güvenlik Konseyine sunabilir ve Konseyden onay aldığı takdirde uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı şüphesi olmaksızın Bağdat’ı bombalayabilir veya uygun tedbirler alması için Güvenlik Konseyine 729 730 HENDRICKSON, s. 214; ALEXANDROV, s. 187. ARAL, s. 65. başvurabilirdi. 731 Bu durumda ABD’nin Irak’a saldırmak yerine değişik çözüm yollarına sahip olduğu ortadadır. Ancak ABD sorunu barışçı yollardan çözmek için hiçbir çaba göstermemiştir. ABD’li yetkililerin iddia ettiklerinin aksine bombalama eylemi ile suikast girişimi arasında bir orantılılık yoktur. Amerikan yönetimi saldırının Bush’a yönelik suikast girişimini yönlendirdiği belirtilen Irak İstihbarat Servisine karşı gerçekleştirilmiş sınırlı bir saldırı olduğunu ve muhtemel suikast girişimlerinin bu şekilde önünün kesildiğini ifade etmesine rağmen harekâtın muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmek veya herhangi bir tehdidi ortadan kaldırmak noktasında bir etkiye sahip olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Saldırı silahlı saldırı ile meşru müdafaa hakkı arasında zaman bakımından bir boşluk olmamasını ifade eden aciliyet şartı bakımından değerlendirildiğinde ilk olarak suikast teşebbüsü ile saldırı arasında yaklaşık iki aylık bir sürenin bulunduğu dikkat çekmektedir. Suikast planı nisan ayında ortaya çıkarılmasına rağmen ABD 26 Haziran’da saldırmıştır. Bu süre zarfında ABD suikast planının arkasında kimin olduğunu araştırmıştır. Soruşturma sonucunda eylemin arkasında Irak yönetiminin olduğu tespit edildikten sonra üç gün içinde saldırı gerçekleşmiştir. Aciliyet şartının, durum ve şartları göz önüne alan bir esneklik içinde değerlendirilebileceği kabul edildiği takdirde söz konusu sürenin aciliyet şartını ihlâl etmediği söylenebilir. 732 Sonuç olarak ABD’nin 1993’de Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırının klasik bir zararla karşılık harekâtı olduğu söylenebilir. Çünkü olaydan iki ay sonra kuvvet kullanan ABD’nin amacı Irak’tan intikam almak ve bu ülkeyi cezalandırmaktır. 3. 1998 Afganistan ve Sudan Saldırıları 12 Ağustos 1998 tarihinde ABD Afganistan’da bulunduğunu ve El Kaide Örgütü tarafından kullanıldığını iddia ettiği terör üsleri ile söz konusu örgütün lideri Usame Bin Ladin’le bağlantısı olduğu ve kimyasal silah üretildiğini iddia ettiği Sudan’daki Şifa İlaç Fabrikasını hedef almıştır. Saldırı Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’ndaki Amerikan savaş gemilerinden fırlatılan Tomahawk füzeleri ile gerçekleştirilmiştir. Taliban yönetimi 731 732 SURCHIN, s. 494. ARAL, s. 66. Afganistan’daki saldırılarda köylerin de hedef alındığını belirterek otuz bir kişinin öldüğü, otuz kişinin yaralandığını 733, Sudanlı yetkililer ise bir kişinin öldüğü ve dokuz kişinin de yaralandığını açıklamıştır. 734 A. Saldırıların Gerekçesi 7 Ağustos 1998 tarihinde Kenya’nın Nairobi ve Tanzanya’nın Darüsselam şehirlerinde bulunan Amerikan Büyükelçiliklerine karşı düzenlenen terörist saldırılarda on ikisi Amerikan vatandaşı olmak üzere toplam iki yüz yirmi dört kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık beş bin kişi de yaralanmıştır. Saldırılarda esas hedef Amerikalılar olmasına rağmen ölenlerin büyük bir çoğunluğu Tanzanya ve Kenyalılardan oluşmaktadır. 735 Saldırı sonrasında yapılan araştırmaların saldırılardan adı daha sonra sık sık duyulacak olan Suudi kökenli Usame Bin Ladin ve El Kaide Örgütünün sorumlu olduğu iddia edilmiştir. 736 Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Berger ve Dışişleri Bakanı Albright elde edilen bilgilerin Kenya ve Tanzanya’da düzenlenen saldırıların sorumlusu olarak Ladin ve El Kaide Örgütünü gösterdiğini belirtmişlerdir. 737 Amerikan istihbarat birimleri de saldırıların El Kaide Örgütü tarafından planlandığı, finanse edildiği ve gerçekleştirildiğine dair ikna edici delillere sahip olduklarını açıklamıştır. İstihbarat kaynakları ayrıca Afganistan’daki bazı kampların ve tesislerin El Kaide Örgütü başta olmak üzere çeşitli örgütler tarafından eğitim ve barınma amacıyla kullanıldığı ve eylemlerin burada planlandığını ileri sürmüştür. 738 733 MURPHY, 1999, s. 164. BRENNAN, Maureen F.: “Avoiding Anarchy: Bin Laden Terrorism, the U.S. Response, and the Role of Customary International Law”, La. L. Rev., Vol. 59, 1999. s. 1196. 735 HENDRICKSON, s. 219. Ugandalı yetkililer 7 Ağustos 1998’de Kampala’daki ABD Büyükelçiliği’ne saldırılmasının planlandığını ancak saldırının ertelenmesi üzerine saldırıyı planlayanların yakalandığını ileri sürmüşlerdir. Clinton yönetiminden bazı yetkililerde Uganda’daki ABD Büyükelçiliğinin Ladin’in hedef listesinde yer aldığını doğrulamıştır. Bkz. MURPHY, 1999, s. 164. Tiran ve İslamabad’daki Amerikan Büyükelçiliklerine de saldırılacağı bilgisi üzerine Büyükelçilikler tahliye edilmiştir. 736 Sovyet işgaline karşı yürütülen Afgan direnişi sırasında Pakistan Gizli Servisi’nin (ISI) yardımıyla Ladin tarafından kurulan El Kaide Örgütünün dayandığı ideolojik temeller ve amaçları için bkz. FEINSTEIN, Barry A.: “Operation Enduring Freedom”, J. Transnat'l L. & Pol’y, Vol. 11, summer, 2002, s. 218-256; SMITH, Paul J.: “Transnational Terrorism and the al Qaeda Model: Confronting New Realities”, Parameters, summer, 2002, s. 33-46. 737 HENDRICKSON, s. 220. 738 SCHEIDEMAN, s. 256; MURPHY, 1999, s. 161. 734 Geçmişte de Amerikan hedeflerine karşı saldırılar gerçekleştiren Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan Büyükelçiliklerine yönelik saldırılarda aktif rol üstlendiği ve yeni saldırılar gerçekleştirmek için hazırlık yaptıklarına dair önemli bilgilere sahip olduklarını ifade eden ABD Başkanı Clinton söz konusu grupların bu amaçla kitle imha silahı elde etmeye çalıştıklarına dikkat çekmiştir. Ladin’in yakın bir zamanda bütün Amerikalılara karşı sivil asker ayrımı gözetmeksizin savaş başlatacakları açıklamasına işaret eden Clinton, ülkesinin uzun zamandır Afganistan ve Sudan’ı Ladin ve El Kaide Örgütü ile ilişkilerini kesmeleri hususunda uyardığını ancak söz konusu devletlerin ısrarlı bir şekilde ilişkilerini devam ettirdiğini, Taliban yönetiminin Afganistan’da bulunan Ladin’i yargılanmak üzere ABD’ye iade etmekten kaçındığını belirtmiştir. Diplomatik çabaların ve hukukî yolların etkisiz kaldığını ifade eden Clinton, saldırıların Amerikan hedeflerine yönelik muhtemel terörist saldırıları önlemek için gerekli ve orantılı bir meşru müdafaa uygulaması olduğunu ve herhangi bir şekilde öç alma veya cezalandırma amacı taşımadığını ileri sürmüştür. 739 ABD Dışişleri Bakanlığı da Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan hedeflerine yönelik yeni saldırı hazırlığında olduğu ve bu amaçla planlar yaptıklarına ilişkin önemli delillere ulaşıldığını açıklamıştır. 740 1998 Büyükelçilik saldırıları nedeniyle yargılanarak mahkum edilen Wadih El Hage’in bir dönem Ladin’in yardımcısı olarak yanında bulunmuş olması saldırıların Ladin ve El Kaide Örgütü ile bağlantılı olduğuna ilişkin bir delil olarak ileri sürülmüştür. 741 Sudan saldırısına ilişkin olarak ABD tarafından kamuoyuna sunulan bilgiler Afganistan’la karşılaştırıldığında daha sınırlıdır. ABD’nin tutumunun da etkisiyle olsa gerek uluslararası alanda ABD’nin Sudan’daki ilaç fabrikasına karşı gerçekleştirdiği saldırının yetersiz delillere dayandığı konusunda yaygın bir düşünce oluşmuştur. ABD Sudan saldırısını üç temel nedene dayandırmıştır. İlk olarak ABD yönetimi fabrikanın ilaç fabrikası görümünde olmasına rağmen ilaç üretmediğini ve sinir gazı vb. kimyasal silah üretiminde kullanılan ve sıkı bir şekilde korunan bir tesis olduğunu iddia etmiştir. Bu durum sonradan açıklığa kavuşmuş ve fabrikanın Sudan’daki en büyük 739 MURPHY, 1999, s. 161-162; BRENNAN, 1195-1196; SAILER, s. 311. SCHEIDEMAN, s. 256. 741 GERAGHTY, s. 579-580. 740 ilaç üreticisi olduğu ve sürekli olarak Dünya Sağlık Örgütü temsilcileri, yabancı devlet adamları tarafından ziyaret edilen bir tesis olduğu ortaya çıkmıştır. 742 Aynı zamanda fabrikanın inşasında görev alan Amerikalı bir mühendis fabrikanın tamamıyla ilaç üretimi için dizayn edildiğini sinir gazı yapımı için herhangi bir ekipman veya teçhizatın fabrikada bulunmadığını açıklamıştır. 743 Amerikalı yetkililer de saldırı sonrasında bu iddiadan hemen vazgeçerek fabrikanın gerçekte ilaç ürettiği ve koruma altında olmadığını bilmediklerini ifade etmişlerdir. 744 İkinci neden olarak Ladin’in fabrika ile maddî bir ilişki içinde olduğu ve fabrikanın Ladin tarafından kontrol edildiği iddia edilmiştir. 745 Bu iddiaya karşılık saldırıdan birkaç ay önce fabrikayı satın alan Salah İdris’in Ladinle ilişkisi olduğuna dair açık bir delil ileri sürülememiştir. Söz konusu ilişki ile ilgili olarak İdris’in avukatları tarafından uluslararası bir güvenlik şirketine yaptırılan araştırma iddia edildiği gibi bir ilişki olmadığını göstermiştir. 746 ABD’nin İdris ile Ladin arasında bağlantı kurma çabaları spekülatif bir iddia olarak kalmıştır. ABD’nin ileri sürdüğü üçüncü ve asıl önemli neden, fabrika civarından elde edilen toprak parçasında sinir gazı yapımında kullanılan Empta isimli kimyasal bir maddenin tespit edilmiş olmasıdır. Saldırı sonrası Amerikalı yetkililer, ilaç fabrikasının bahçesinden gizli bir şekilde alınan toprak parçasında kimyasal silah üretimi hariç herhangi bir kullanım alanı olmayan bazı maddelere rastlanıldığını açıklamışlardır. 747 Özellikle bu delil çok tartışılmıştır. Clinton yönetimi söz konusu delil hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi reddetmiş ve bu numuneyi nasıl elde ettiğini tartışmak istememiştir. 748 Uzmanlar söz konusu toprak parçasının alınmasında kullanılan tekniğin hatalı olduğunu ve uluslararası standartlara aykırı bir şekilde alındığı, böyle bir sonuca ulaşabilmek için yetersiz olduğu ve en az üç ayrı laboratuar tarafından tetkik edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Fabrika sahibi Salah İdris, ABD’nin ileri sürdüğü iddianın yanlışlığını ortaya koymak için fabrika etrafından alınan on üç ayrı numuneyi üç ayrı 742 Sudan’daki ilaç üretiminin % 90’ını karşılayan fabrikanın tahrip edilmesi sonucu sağlık, tarım ve hayvancılık alanında sıkıntılar baş gösterdiği belirtilmiştir. Bkz. CAMPBELL, s. 1090. 743 LOBEL, s. 546. 744 LOBEL, s. 544. 745 Saldırının hemen sonrasında İdris’in ABD’de bulunan malvarlığına el koyulmuş ancak İdris’in ABD’ye karşı dava açması üzerine ABD 4 Mayıs 1999 tarihinde İdris’in malvarlığını serbest bırakmıştır. Bkz. HENDRICKSON, s. 223. 746 LOBEL, s. 546. Bkz. CAMPBELL, s. 1091. 747 MURHY, 1999, s. 164. 748 BRENNAN, s. 1210. laboratuara tetkik ettirmiş, yapılan tetkikler sonucunda kimyasal silah üretiminde kullanılan herhangi bir maddeye rastlanmamıştır. 749 Ayrıca Empta isimli maddenin ticari kullanımı olan bir madde olduğu ve kullanılmasında hukuken bir engel olmadığı ifade edilmiştir. 750 Diğer taraftan Sudan yönetimi kimyasal silah ürettiği kuşkusu sebebiyle sürekli olarak denetim altında bulundurulan Irak’ı örnek göstererek daha önceden hiçbir ikazda bulunulmaksızın saldırılmasını eleştirmiştir. 751 ABD’nin ileri sürdüğü delillerin zayıflığına da dikkat çeken Sudan, Afrika Devletler Topluluğu ve Arap Birliği’nin desteğiyle birlikte saldırıyı görüşmek ve ABD’nin iddialarını araştırmak üzere bir soruşturma komisyonu kurulması amacıyla Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmıştır. Sudan’ın Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin desteğini alamaması ve soruşturma komisyonu kurulmasını istemeyen ABD’nin ağırlığını koyması sonucu konunun Güvenlik Konseyinin gündemine gelmesi mümkün olmamıştır. Ancak Amerikalı yetkililer daha sonradan yaptıkları açıklamalarda saldırının yanlış istihbarat ve bilgiye dayandığını itiraf etmişlerdir. Başlangıçta fabrikanın sinir gazı ürettiği iddiasına mukabil daha sonradan bu konuda yeterli delile sahip olmadıklarını ifade eden Amerikalı yetkililer fabrikanın Ladin tarafından finanse edildiği iddiası hakkında da fabrikanın Ladin’le direk bir ilişkisinin olmadığını kabul etmişlerdir. 752 ABD’nin saldırıları meşrulaştırmak için ileri sürdüğü delillerin inandırıcılığı hakkında ortaya çıkan tereddütlere rağmen uluslararası toplumun saldırılar karşısında genel itibarıyla tepkisiz kalması şaşırtıcıdır. Bu tepkisizlikte ABD’nin Ladin ve El Kaide Örgütünün Büyükelçilik saldırıları ile geçmiş bazı terörist saldırılarla ilişkili olduğuna dair uluslararası kamuoyuna sunduğu istihbarat bilgilerinin çokluğu etkili olmuş olabilir. Nitekim ABD aynı yolu Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan Irak’ı işgali öncesinde de kullanmış ve Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve terörist örgütleri desteklediğine ilişkin daha sonradan kanıtlanamayan istihbarat bilgileri ile işgali haklılaştırmaya çalışmıştır. 753 Lobel, uluslararası kamuoyunun özelikle Rusya ve Fransa’nın Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırı karşısında tepkisiz kalmasının Sudan’ın 749 SCHEIDEMAN, s. 258. LOBEL, s. 545. 751 SCHEIDEMAN, s. 257-258. 752 SCHEIDEMAN, s. 258-259. 753 ABD Başkanı Bush’un bu yöndeki açıklamaları için bkz. http://www.whitehouse.gov/news/releases/ 2003/03/20030322.html (10. 04. 2004). 750 Irak’tan farklı olarak zengin petrol kaynaklarına sahip olmaması ve diğer devletler için ekonomik ve siyasî bakımdan bir önem taşıması ile açıklanabileceği kanaatindedir. 754 B. Uluslararası Toplumun Saldırılara Yaklaşımı BM Genel Sekreteri Kofi Annan saldırıların terörizme karşı gerçekleştirilmiş bireysel bir eylem olduğunu belirterek saldırıları onaylamadığını vurgulamıştır. 755 Batılı devletler ise saldırıları terörizmle mücadelenin bir gereği olarak gördüklerini açıklamışlardır. Avustralya, Fransa, Almanya, Japonya, İspanya, Yeni Zelanda, İsrail ve İngiltere gibi ülkeler ABD’yi desteklemişlerdir. Rusya, Çin, Pakistan, Irak, Yemen, Libya ve Filistin ise saldırıları tek taraflı ve haksız bulmuşlardır. 756 Bununla birlikte uluslararası toplumun Afganistan ve Sudan saldırılarına verdiği tepkilerin farklı olduğu gözlenmektedir. Örneğin Arap Birliği Sudana yönelik saldırının uluslararası hukuku ihlâl ettiğini açıklamış ancak Afganistan’a yönelik saldırı konusunda suskun kalmıştır. 1998 Afganistan ve Sudan saldırısı sonrasında ABD saldırıların meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiğini BM’ye rapor etmiştir. BM temsilcisi Richardson Güvenlik Konseyine sunmuş olduğu 20 Ağustos 1998 tarihli mektupta ülkesinin Amerikan Büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirilen terörist saldırıların Ladin tarafından planlandığına ve ABD tarafından hedef alınan yerlerin Amerika’ya yönelik terörist saldırılarda kullanıldığına ve Ladin’in yeni terörist saldırı hazırlığında olduğuna dair inandırıcı delillere sahip olduklarını iddia etmiştir. Ülkesinin meşru müdafaa hakkına dayanarak hareket ettiğini ifade eden Richardson, Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırıların söz konusu ülkelerin terörist örgütlerle ilişkilerini kesmelerine yönelik çabalarının sonuç vermemesi 754 LOBEL, s. 557. LOBEL, s. 538. 756 MURHY, 1999, s. 164-165. Pakistan’ın tepki göstermesinin önemli bir nedeni de Afganistan’a karşı gerçekleştirilen saldırı için Pakistan’ın hava sahasının izinsiz bir şekilde kullanılmış olmasıdır. Afganistan’a karşı gerçekleştirilen saldırıda kullanılan Tomahawk füzeleri Pakistan’dan hava sahasının kullanılması için herhangi bir izin alınmaksızın Hint Okyanusunda bulunan Amerikan savaş gemilerinden fırlatılmış ve Pakistan hava sahasından geçmek suretiyle hedefine ulaşmıştır. Ülkesi ve hava sahasının dokunulmazlığına saygı gösterilmesi zorunluluğuna dikkat çeken Pakistan, ABD’nin hava sahasını ihlâl ettiğini ve aynı zamanda füzelerden birinin Belucistan Eyaletine düştüğünü ileri sürmüştür. ABD aynı şekilde Mısır ve Eritre’nin hava sahasını kullanmak için de izin almamıştır. Bkz. WEDGEWOOD, 1999, s. 568. 755 üzerine gerçekleştirildiğini ve sivillerin zarar görmesini önleyecek şekilde dikkatlice hazırlanmış, gerekli ve orantılı bir eylem olduğunu savunmuştur. 757 Güvenlik Konseyi Kenya ve Tanzanya’da gerçekleştirilen Büyükelçilik saldırılarından sonra almış olduğu 1189 sayılı kararında, söz konusu saldırılardan duyduğu üzüntüyü ifade ederek uluslararası terörizmin önlenmesinin uluslararası barış ve güvenliğin devamı için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Konsey üye her devletin diğer bir devlete yönelik terörist faaliyetleri örgütlemek, kışkırtmak, söz konusu faaliyetlere yardımcı olmak veya katılmaktan kaçınma ya da kendi ülkesinde bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilmesine izin vermeme yükümlülüğü altında olduğunu hatırlatmıştır. Konsey ayrıca uluslararası topluma saldırganları yakalamak ve adalet önüne çıkarabilmek için Kenya, Tanzanya ve ABD’ye yardımcı olmaları çağrısında bulunmuştur. 758 C. Saldırıların Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırılar doktrinde de uzun uzun tartışılmış, benzer olaylarda olduğu gibi saldırıyı destekleyen görüşlerin yanı sıra saldırıların uluslararası hukuka aykırı olduğu yolunda değişik görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin Wedgewood, 1998 Afganistan ve Sudan saldırılarının haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu görüşündedir. 759 Yazar, Büyükelçiliklere yönelik saldırılarda meydana gelen can kaybı dikkate alındığında saldırıların 51. maddenin en dar yorumu çerçevesinde dahi meşru müdafaa hakkını doğuran bir silahlı saldırı şeklinde nitelendirilebileceğini iddia etmiştir. İstihbarat kaynaklarının Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan hedeflerine karşı yeni saldırılar planladığı bilgisine de işaret eden yazar, muhtemel terörist saldırıları önlemek amacıyla kuvvet kullanılabilmesi için gerekli şartların oluştuğunu ileri sürmüştür. Yazar saldırılarda Tanzanya ve Kenya’nın da hedef olmasının ABD’nin kendi vatandaşlarını ve diplomatik temsilciliklerini koruma hakkına engel olmadığını belirtmiştir. 760 Afganistan ve 757 http://www.undp.org/missions/usa/s1998 780.pdf (20. 04. 2004). http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/237/77/PDF/N9823777.pdf?OpenElement (10. 11. 2003). 759 WEDGEWOOD, 1999, s. 574. 760 WEDGWOOD, 1999, s. 564. 758 Sudan’a yönelik saldırıların haklı olduğunu düşünen Cohan, Ladin’in Amerikan hedeflerine tekrar saldıracağına dair ifadeleri, kimyasal silah edinmeye çalışması ve bu amaçla Sudan yönetimiyle işbirliği içinde bulunmasının ABD’yi kendisini bu tehdide karşı korumak için kuvvet kullanımına başvurmasını haklı kıldığını ileri sürmektedir. 761 Hendrickson, ABD’ye karşı Kenya ve Tanzanya’da gerçekleştirilen saldırıların ABD’ye yönelik silahlı saldırı niteliğinde olduğunu, ayrıca El Kaide Örgütünün yeni saldırılar düzenleyeceğine dair inandırıcı delillere savunmuştur. 762 sahip olunduğunu belirterek saldırıların meşru olduğunu Saldırıların her iki devletin de ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını tehlikeye atmadığına, ABD’nin toprak elde etme veya zaptetme niyetinin olmadığına dikkat çeken Travalio, saldırıların mevcut politik yapıyı değiştirmeyi amaçlamadığını ileri sürmüştür. 763 Doktrinde saldırıların egemen iki devletin ülke bütünlüğüne karşı tek taraflı bir kuvvet kullanımı olduğu ve uluslararası hukukun prima facie bir ihlâli olduğu şeklinde olumsuz görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin Brennan, saldırıların uluslararası örf ve âdet hukukunu ihlâl ettiğini ve meşru müdafaa uygulamasından çok zararla karşılık olduğunu iddia etmiştir. 764 Campbell ise, saldırıların silahlı saldırı niteliğinde kabul edilebileceğini belirtmekle beraber gereklilik ve orantılılık şartlarını taşımadığı ve uluslararası hukuku ihlâl ettiği görüşündedir. 765 Scharf, ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiği Sudan saldırısı ile ilgili olarak ileri sürdüğü delillerin ikna edici ve ABD’nin iddialarını destekleyecek nitelikte olmadığı görüşündedir. 766 Benzer şekilde Lobel, terörist bir saldırıya karşısında gerçekleştirilen kuvvet kullanımına başvurabilmek için saldırıdan sorumlu oldukları iddia edilenlerin suçunu kanıtlayacak nitelikte delillerin olması, bunların uluslararası topluma açıklanması ve gerektiğinde uluslararası bir incelemeye veya soruşturmaya tâbi tutulması gerekliliğini vurgulamıştır. 1986 Libya saldırısında ABD’nin Berlin’deki saldırı ile Libya arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde kanıtlayan delillere sahip olmasına rağmen saldırının uluslararası toplumda genel bir kabul 761 COHAN, s. 102. HENDRICKSON, s. 221. 763 TRAVALIO, s. 167. 764 BRENNAN, s. 1209. 765 CAMPBELL, s. 1093-1094. 766 SCHARF, 1999, s. 493. 762 görmediğini hatırlatan Lobel, Sudan ve Afganistan saldırılarının dayandığı delillerin Libya saldırısındaki delillere nazaran oldukça yetersiz olduğunu ifade etmektedir. Yazar, Amerikan yönetimin Ladin’le ilaç fabrikası arasında var olduğunu iddia ettiği bağlantıyı kanıtlayamadığı gibi Büyükelçilik saldırılarının arkasında Ladin’in olduğuna ilişkin iddialarını da kanıtlayamadığını belirtmektedir. 767 b. Genel Bir Değerlendirme Büyükelçilik saldırıları kapsam ve neden olduğu zarar bakımından değerlendirildiğinde, saldırıların silahlı saldırı oluşturabilmek için gerekli ağırlığa ve etkiye sahip olduğu ve bu nedenle 1993 Irak saldırısından farklı olarak silahlı saldırı şartının yerine geldiği sonucuna ulaşılabilir. İki farklı ülkede eş zamanlı olarak gerçekleştirilen terörist saldırılar pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Ayrıca saldırıların diplomatik dokunulmazlığa sahip olan ve devletin egemenliğini simgeleyen temsilciliklere karşı gerçekleştirildiği de dikkate alınmalıdır. Zira devletin diplomatik temsilciliklerine karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar 51. madde ile korunan hukukî menfaatler arasında yer almaktadır. 768 Ancak daha önceden de ifade edildiği gibi devletin ülkesi kaynaklı silahlı bir saldırı söz konusu devlete karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanımında bulunabilmek için yeterli değildir. Afganistan ve Sudan’a karşı kuvvet kullanımında bulunabilmek için saldırıların söz konusu devletlere isnat edilebilir nitelikte olması ve bunun güvenilir delillerle kanıtlanması gerekmektedir. Buna göre, devletin organları veya görevlilerinin terörist eylemde bulunması, terörist grubun devletin kontrolü ve idaresi altında olması, devletin terörist eylemi onaylaması ya da devletle terörist örgüt arasındaki ilişkinin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek terörist grupların eğitilmesi, örgütlenmesi, eylemlerin planlanması ve denetlenmesi boyutuna ulaşması halinde eylemin devlete isnat edilebilmesi mümkündür. Bu durumda saldırıların faili olarak gösterilen Ladin ve El Kaide Örgütü ile söz konusu devletler arasındaki ilişkinin öncelikle ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 767 768 LOBEL, s. 547; 549; 552. STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). ABD’nin Sudan’a yönelik iddiaları hatırlanacağı üzere saldırıda hedef alınan ilaç fabrikasının Ladin’in kontrolü altında olduğu ve terörist saldırılarda kullanılmak üzere kimyasal silah üretiminde kullanılan maddeler ürettiği yönündedir. ABD, Büyükelçilik saldırıları ile Ladin ve hedef alınan ilaç fabrikası arasında bir bağ olduğunu göstermeye çalışmakla beraber Sudan ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasında organik bir ilişki olduğu veya Sudan’ın terörist faaliyetlere destek verdiği şeklinde bir iddiada bulunmamıştır. ABD’nin iddialarını kanıtlayamadığı ve ileri sürdüğü delillerin yetersiz kabul edildiği dikkate alındığında Sudan’ın Büyükelçiliklere yönelik saldırılar nedeniyle herhangi bir sorumluluğunun doğmadığı rahatlıkla söylenebilir. Kaldı ki Sudan daha önceden 1996 yılında Ladin’i sınır dışı etmiştir. Bu durum Sudan yönetiminin ülkesinde bulunan kişilerin diğer devletlere yönelik haksız fiillerde bulunmasını ve ülkesinin bu amaçla kullanılmasını önlemek için gerekli özeni gösterdiği şeklinde değerlendirilebilir. 769 Belirtilmesi gereken diğer bir husus da Sudan’a karşı düzenlenen saldırıdan önce Sudan’ın, Büyükelçilik saldırılarına karıştığından şüphelenilen iki kişiyi göz altına almış olmasıdır. Sudanlı yetkililerin bu iki şüpheli hakkında ABD’ye bilgi vermesine rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı bunu dikkate almamış ve Sudan’ın yardım önerisini reddetmiştir. ABD’nin Sudan’a yönelik saldırısından sonra Sudan bu iki şüpheliyi serbest bırakmıştır. 770 Ayrıca ABD’nin saldırıdan aylar önce fabrikayı muhtemel bir füze saldırısında hedef olarak belirlediğine ilişkin bazı iddialar da ileri sürülmüştür. 771 Bütün bu hususlar dikkate alındığında Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırının haklı bir nedene dayanmadığı ve uluslararası hukuku ihlâl ettiği açık bir şekilde görülmektedir. Ladin ve El Kaide Örgütü ile Taliban yönetimi arasında var olduğu iddia edilen ilişki Büyükelçilik saldırıları zamanında da bilinen bir husustur. Taliban yönetimi uluslararası alanda Afganistan’ın meşru yönetimi olarak tanınmamakla beraber 1995 yılından itibaren 2001 yılının sonlarına kadar Afganistan’ın de facto yönetimi olarak ülke 769 Ladin daha önceden hareketlerinin ülke politikalarıyla çeliştiği ve dost ülkelere zarar verdiği gerekçesiyle Suudi Arabistan tarafından vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Sudan’a yerleşmiştir. Ancak Sudan’ın da ülkeyi terk etmesini istemesi üzerine Taliban yönetimin kontrolü altında bulunan ve Afgan direnişi sırasında da uzun bir süre kaldığı Afganistan’a geri dönmüştür. 770 CAMPBELL, s. 1091. 771 Söz konusu iddialara göre Sudan’a karşı gerçekleştirilecek bir saldırıda muhtemel üç hedef arasında yer alan fabrika sivil kaybı asgarî düzeyde tutabilmek için hedef olarak seçilmiştir. Bkz. SCHEIDEMAN, s. 258. üzerinde hâkimiyetini devam ettirmiştir. 772 Taliban yönetiminin Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanınmamış olması, Afganistan’ın yükümlülüklerini yerine getirmesine bir engel teşkil etmemektedir. 773 Bu nedenle Taliban yönetiminin egemenliği süresince gerçekleştirilen herhangi bir eylem Afganistan devletinin eylemi olarak kabul edilecek ve gerektiği takdirde sorumluluğuna neden olabilecektir. Nitekim Güvenlik Konseyi Büyükelçilik saldırılarının öncesinde Afganistan’la ilgili olarak aldığı bazı kararlarda Taliban yönetiminin, kontrolü altında bulunan bölgelerde El Kaide başta olmak üzere uluslararası terörist örgütlerin barınmalarına ve faaliyetlerini sürdürmelerine izin verdiğini ve bunları desteklediğini işaret ederek Taliban yönetimine kontrolü altında bulundurduğu bölgelerde terörist faaliyetlere engel olması çağrısında bulunmuştur. 774 Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasındaki ilişkiyi gösteren anılan hususlar dikkate alınarak Büyükelçilik saldırılarını El Kaide Örgütünün gerçekleştirdiğinin kanıtlanması halinde Taliban yönetiminin sorumluluğu bağlamında saldırıların Taliban yönetimine isnat edilmesi gündeme gelebilir. Ancak böyle bir durumda ABD Afganistan’a karşı kuvvet kullanmak yerine Güvenlik Konseyindeki süreci hızlandırabilirdi. Çünkü Konsey konuyu zaten gündemine almış ve Taliban yönetiminden bir takım taleplerde bulunmuştu. Saldırı sonrasında bu süreç devam ettirilerek Taliban yönetimine yönelik yaptırım uygulanması 772 1979 yılında gerçekleşen Sovyet işgaline karşı yürütülen Afgan direnişinin başarıya ulaşmasının ardından bu kez Afgan direniş grupları arasında iktidar mücadelesi başlamış ve Afganistan uzun bir iç savaş döneminin içine girmiştir. Bu yıllarda oluşan Taliban hareketi Suudi Arabistan ve Pakistan’ın da desteğiyle kısa sürede güçlenerek ülkenin büyük bir kısmında kontrolü ele geçirmiş ve kendi hedefleri doğrultusunda bir devlet yapısı oluşturmuştur. Taliban yönetimi başkent Kabil dahil ülkenin % 95’ini kontrolü altında tutmasına rağmen uluslararası toplumda kabul görmemiş, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan hariç hiçbir devlet tarafından tanınmamış, Devrik Rabbani Hükümeti ülkenin meşru hükümeti olarak tanınmaya ve Afganistan’ı BM Genel Kurulunda da temsil etmeye devam etmiştir. Güvenlik Konseyinin çalışmalarında ve aldığı kararlarda da Taliban yönetimi Afganistan’ın meşru hükümeti olarak değil sadece Taliban olarak nitelendirilmiştir. Batılı devletler özellikle insan hakları ihlâlleri, yönetimin uyuşturucu ticaretine karışmış olması ve Ladin başta olmak üzere terörizme destek vermesi nedeniyle Taliban yönetimini tanımaktan kaçınmıştır. Bununla birlikte batılı devletlerin başlangıçta Taliban yönetimine sıcak yaklaştıkları bilinmektedir. Örneğin Taliban heyetleri Washington, Paris ve New York’a giderek söz konusu devletlerin yetkilileriyle çeşitli görüşmeler yapmışlardır. Diğer taraftan Fransa’nın ekonomik nedenlerle Taliban yönetimiyle ilişkilerini artırması Taliban yönetimini tanımaya doğru gittiği şeklinde yorumlanmıştır. Aynı şekilde İtalyalı yetkililerde Taliban yöneticileri ile görüşmüş ve Afganistan’daki iç savaş bittiği takdirde İtalya’nın Taliban yönetimini tanıyacağı ifade edilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. GADOURY, Christopher L.: “Should the United States Officially Recognize the Taliban? The International Legal and Political Considerations”, Hous. J. Int’l L., Vol. 23, 2001, s. 386428. 773 BROWN, s. 6. 774 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/096/80/PDF/N9809680.pdf?OpenElement (10. 11. 2003). kararı alınabilir veya bu tür bir karar alınmışsa yaptırımların ağırlaştırılması için girişimlerde bulunabilirdi. Kaldı ki Konsey daha sonra, alınan kararlara uymadığı gerekçesiyle Taliban yönetimine karşı yaptırım uygulanması yönünde karar almıştır. Taliban yönetiminin uygulanan yaptırımlara rağmen Konseyin kararlarını yerine getirmemesi halinde bu kez BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde zorlayıcı önlemlere başvurulması gündeme gelebilirdi. Bu sayede gerçekleştirilecek kuvvet kullanımının meşruiyeti hususunda herhangi bir tereddüt doğmayacak ve harekât uluslararası hukuka uygun eylem niteliği kazanması söz konusu olacaktı. Afganistan’a yönelik saldırının dayandığı delillerin doğruluğu ise tartışmaya açıktır. Örneğin Amerikan yönetiminin saldırılardan Ladin ve El Kaide Örgütünün sorumlu olduğunu açıklamasına rağmen dönemin Adalet Bakanı Janet Reno’nun FBI’ın Afganistan’daki terörist kamplarla ilgili olarak yürüttüğü soruşturmanın daha başlangıç aşamasında olduğu, henüz saldırılarla Ladin arasında bağlantı kurmaya yetecek ölçüde delile sahip olunmadığı, bu nedenle FBI yeterli delilleri toplayana kadar saldırının ertelenmesini dile getirdiği ifade edilmiştir. 775 Ayrıca ABD, terörist liderlerin yeni saldırı planı yapmak üzere bir araya geleceklerini ileri sürmesine rağmen muhtemel saldırıların gerçekleşeceğini kanıtlayamamıştır. Bu durumda saldırılarla ilgili soruşturmalar tamamlanıp gerçekleştirilecek askerî harekâtı haklı kılacak deliller kamuoyuna açıklanana kadar kuvvet kullanmanın uygun olmadığı yönündeki görüşlerin haklılık payı taşıdığı söylenebilir. Afganistan ve Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırılar meşru müdafaa hakkının diğer şartları bakımından da ele alındığında ABD’nin saldırılara dayanak teşkil eden delilleri açıklamaması saldırıların meşru müdafaa hakkı bakımından yeterli bir şekilde değerlendirilmesini engellemektedir. 776 Özellikle terörist saldırıların mahiyeti ve pek yakın olmasına dair herhangi bir delil olmaması saldırıların gereklilik şartını yerine getirip getirmediği noktasında değerlendirme yapılmasını zorlaştırmaktadır. Buna rağmen Afganistan ve Sudan’a yönelik harekâtlarda devam eden bir saldırıyı bertaraf etmek veya sona erdirmek gibi bir amaç söz konusu olmadığı görülmektedir. Büyükelçilik saldırıları 775 776 LOBEL, s. 548. ROMANO, s. 1041. gerçekleştiğinde ABD’nin saldırıyı sona erdirmek veya püskürtmek için mukabil bir eylemde bulunmasına gerek yoktur. Çünkü saldırılar zaten gerçekleşmiş ve sona ermiştir. Diğer taraftan ABD, gerçekleştirdiği saldırıların Amerikan hedeflerine yönelik muhtemel terörist saldırıları önlemeye yönelik olduğu iddiasını da kanıtlayamamıştır. Ayrıca ABD’nin Sudan’daki ilaç fabrikasında kimyasal silah yapımında kullanılan maddelerin üretildiğine ilişkin iddiasının doğru olduğu kabul edilse bile ortada kullanılmaya hazır gerçek bir silah yoktur. Söz konusu maddeleri silah haline getirebilmek için zaman ve emek harcanması gerekmektedir. Büyükelçilik saldırıları sonrasında gereklilik ilkesinin diğer bir görünümü olan barışçı ve alternatif çözüm yollarının tüketildiği ve bu konuda gereken çabanın gösterildiğine dair bir işaret yoktur. Oysa ABD diplomatik kanallarla uluslararası destek arayabilir ve Güvenlik Konseyini harekete geçirerek Konseyden kuvvet kullanma konusunda yetki almaya çalışabilirdi. Örneğin Sudan’a yönelik saldırıya bakıldığında ABD’nin konuyu Güvenlik Konseyine sunmadığı gibi Sudan’ı hedef alınan ilaç fabrikasında kimyasal silah yapımında kullanılan çeşitli maddelerin üretildiği konusunda uyarmadığı, sorunu çözmek için Sudan’a herhangi bir fırsat vermediği görülmektedir. Bu durumda ilaç fabrikasının hedef alınmasının ABD’nin önündeki tek seçenek olmadığı açıktır. Sudan’daki saldırıda devlete ait olmayan fabrikanın kimyasal silah yapımında kullanıldığı bir an için kabul edilse dahi söz konusu tehdidin fabrikanın tümünün tahrip edilmesini gerektirip gerektirmediği de belli değildir. Afganistan saldırısında ise hedefin Ladin başta olmak üzere El Kaide Örgütünün ileri gelenlerinin katılacağı toplantı olduğu ifade edilmiş olmasına rağmen ölenler arasında bahsedilen kişilerin yer almaması saldırıda sivillerin hedef olduğu iddiasını kuvvetlendirmektedir. Bu durumda saldırının sivillerin hedef alınmamasını öngören uluslararası hukuk kurallarını ve orantılılık ilkesini ihlâl ettiği söylenebilir. Afganistan ve Sudan saldırıları Büyükelçiliklere karşı gerçekleştirilen terörist saldırılardan on dört gün sonra gerçekleştirilmiştir. On dört günlük bu gecikme saldırıların birer zararla karşılık olarak nitelendirilmesine neden olabilir. Ancak daha önceki olaylarda da belirtildiği üzere saldırganın kim olduğu ve vurulacak hedeflerin belirlenmesinin zaman aldığı dikkate alındığında normal şartlarda bu sürenin çok uzun bir süre olmadığı söylenebilir. 4. 11 Eylül Saldırıları ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı 7 Ekim 2001 tarihinde ABD ve İngiliz savaş uçakları El Kaide Örgütüne ait eğitim kampları ile Taliban yönetimine ait askerî tesisleri vurmaya başlamıştır. Harekât kapsamında Kabil başta olmak üzere Kandahar, Celalabad ve Herat şehirleri yoğun bir şekilde bombalanmıştır. Amerikan ve İngiliz birlikleri aynı zamanda Taliban yönetimine karşı savaşan ve Afganistan’ın kuzeydoğusundaki bölgeyi kontrolü altında bulunduran Özbek ve Tacik grupların egemenliğindeki muhalif güçlerle de işbirliğine girişmiştir. Kuzey İttifakı olarak da adlandırılan söz konusu güçler Kasım ayının ortasında Mezar-ı Şerif’i ele geçirerek başkent Kabil’e doğru yönelmiştir. Aralık ayının ortasına kadar Taliban ve El Kaide kuvvetleri tamamen mağlup edilmiş ve yüzlercesi esir alınmıştır. 777 Aralık ayı sonuna kadar ABD ve İngiliz kuvvetleri ile Kuzey İttifakı Afganistan’ın genelinde kontrolü büyük ölçüde sağlamıştır. Kalıcı Özgürlük Harekâtı başladıktan toplam kırk üç gün sonra Taliban kuvvetleri başkent Kâbil’den çekilmiş ve Koalisyon Kuvvetleri şehri ele geçirmiştir. Harekât kapsamında El Kaide Örgütünün önemli bütün tesisleri tahrip edilmiş ve Taliban yönetimine karşı uzun bir süreden beri mücadele veren Kuzey İttifakı’nın da katkısıyla Taliban yönetimi devrilmiştir. 22 Aralık tarihinde de Hamid Karzai başkanlığında oluşturulan geçici hükümet yemin ederek görevine başlamıştır. Harekât boyunca Taliban kuvvetlerinin verdiği kaybın 10.000 civarında olduğu belirtilmiştir. Sivil kaybın ise 3767 olduğu ifade edilmiştir. 778 A. Harekâtın Gerekçesi 11 Eylül 2001 tarihinde Ortadoğu kökenli on dokuz eylemci dört Amerikan yolcu uçağını Boston, Newark ve Washington’dan havalandıktan sonra aynı anda kaçırmıştır. İkisi Birleşik Arap Emirlikleri, On beşi Suudi Arabistan, biri Lübnan ve biri de Mısır uyruklu olan korsanlar yetkililerden herhangi bir talepte bulunmamıştır. Dakikalar 777 MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, (b), s. 250-251. 778 QUIGLEY, John: “The Afghanistan War and Self-Defense”, Val. U. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 550, dn. 46. sonra kaçırılan uçaklardan iki tanesi New York’taki Dünya Ticaret Merkezine, bir tanesi Kuzey Virginia’daki Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’a çakılmıştır. Washington’a doğru yol alan ve nihâi istikametinin Amerikan Kongre Binası veya Beyaz Saray olduğu duyurulan dördüncü uçak ise Pensilvanya’da Shansville yakınlarında düşmüştür. 779 Kaçırılan uçaklardaki yakıtın birer kitle imha silahı gibi kullanılması suretiyle gerçekleştirilen intihar saldırıları sonrasında Dünya Ticaret Merkezi tamamen, Pentagon ise kısmen çökmüş ve toplam 3025 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu rakam Amerikan iç savaşından bu yana ABD’nin bir günde uğradığı en büyük insan kaybıdır. Bunun yanı sıra ABD çok büyük bir maddî hasara da maruz kalmıştır. 780 Saldırı sonucunda meydana gelen can ve mal kaybının neredeyse orta büyüklükte kabul edilebilecek bir devletin ABD’ye karşı düzenli askerî birlikleri ile gerçekleştireceği bir silahlı saldırı neticesinde ortaya çıkabilecek boyutlara ulaştığı söylenebilir. 781 Oldukça iyi planlanmış ve başarıyla gerçekleştirilmiş bir eylem görüntüsü veren saldırı, ülke genelinde ciddî bir güvenlik endişesine neden olmuştur. Terörist saldırı tehdidinin devam ettiğine dair istihbarat bilgileri karşısında güvenlik önlemleri maksimum düzeye çıkarılarak havaalanları ve resmi binalar dahil önemli tüm binalar boşaltılmıştır. Ayrıca Amerikan Federal Havayolları İdaresinin aldığı bir kararla ülkede tüm uçak seferleri iptal edilmiş, uçuş halindeki tüm uçakların en yakın havaalanına inmesi, havaalanlarından hiçbir şekilde uçak kalkmaması ve uluslararası bütün uçuşların Kanada’ya yönlendirilmesi istenilmiştir. 782 Pentagon da Amerikan hava sahasına girecek tüm uçakların vurulacağını açıklamıştır. Ayrıca güvenlik gerekçesiyle ülke dışındaki tüm Amerikan diplomatik misyonları geçici olarak kapatılmıştır. 783 Diğer taraftan Başkan Bush acil durum ilan ederek yedek askerî birlikleri göreve çağırmıştır. Ayrıca Kongre Başkan Bush’a terörist saldırıları planlayan, gerçekleştiren ve teröristlere yardım eden devletlere, örgütlere ve kişilere karşı Amerikan hedeflerine yönelik muhtemel terörist saldırıları önleyebilmek için gerekli ve 779 Uçakların kaçırılışı ve düşüşü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. MURPHY, 2002, (b), s. 237-238. Ölenlerin sayısı ve milliyetleri hakkında bkz. http://www.september11Victims.com/september11Victims/COUNTRYCITIZENSHIP.htm (25. 12. 2002). 781 BAŞEREN, Sertaç: “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, Vecdi Aral’a Armağan, 2001, s. 69. 782 MURPHY, 2002, (b), s. 238. 783 MURPHY, 2002, (b), s. 243. 780 orantılı bir şekilde kuvvet kullanımında bulunmaya imkân veren kapsamlı bir yetki vermiştir. 784 Saldırı sonrası herhangi bir örgüt saldırıların sorumluluğunu üstlenmemiş olmakla birlikte Bush 20 Eylül tarihinde yaptığı konuşmada yapılan araştırmaların saldırının faili olarak daha önceden de çeşitli Amerikan hedeflerine karşı gerçekleştirilen bazı terörist saldırılarından sorumlu tutulan El Kaide Örgütünü gösterdiğini ve bu konuda yeterli delile sahip olduklarını açıklamıştır. 785 Oysa Ladin yaptığı açıklamalarda saldırıların sorumluluğunu üstlenmemiş ve saldırılarla herhangi bir ilişkisi olmadığını iddia etmiştir. 786 Ancak 1996’da Suudi Arabistan’daki Amerikan askerî varlığını sona erdirmek için Amerika’ya karşı yaptığı cihat çağrısı ile 1998 yılında Mısır, Bangladeş ve Pakistan kökenli bazı örgütlerin liderleri ile bir araya gelerek “Dünya İslam Cephesi” adı altında yayınlanan bildiride Amerikalıları ve müttefiklerini asker veya sivil öldürmenin dinî bir görev olduğuna dair söylemleri dikkate alındığında Ladin ve El Kaide Örgütünün Amerikan hedeflerine yönelik terörist saldırılar gerçekleştirme arzusunda oldukları ve 11 Eylül saldırılarının bu arzunun bir sonucu olduğu ileri sürülmüştür. 787 Hatta 11 Eylül saldırılarından kısa bir süre önce Ladin’in Amerikan hedeflerine yönelik büyük bir saldırı düzenleyeceklerini söylediği belirtilmiştir. 788 Öte yandan Ladin’in saldırıları övdüğü ve saldırılarla birlikte savaşın Amerika içine taşındığını söylediği konuşmanın yer aldığı bir video kasetin ortaya çıkması ile birlikte saldırının Ladin ve El Kaide Örgütü tarafından 784 http://frwebgate.access.gpo.gov/cgibin/getdoc.cgi?dbname=107_cong_public_laws&docid=f:publ040.107.pdf (22. 04. 2004). 785 http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (15. 03. 2003). 786 “Bin Laden says he wasn’t behind attacks” CNN website, posted 16 September, http://www.cnn.com/2001/US/09/16/inv.binladen.denial/ (15. 03. 2002). 787 BROWN, s. 25-26. Londra’da Arapça yayımlanan El Kudüs El Arabi adlı gazetede yayınlanan Fetvanın önemli bazı bölümleri şu şekildedir: “Yedi yıldır ABD, İslam’ın en mukaddes topraklarının bulunduğu Arap Yarımadasını işgal ediyor, zenginliklerini sömürüyor, yöneticileri elinde oynatıyor, halkını tehdit ediyor, komşuları terörize ediyor ve buradaki üslerini komşu Müslüman ülkelere saldırı amacıyla kullanıyor. Amerikalılar sadece ekonomik ve dinî nedenlerle Müslümanlara savaş açmış değiller, aynı zamanda küçük Yahudi devletine hizmet ediyor ve Kudüs’ün işgali ile oradaki Müslümanların katlini de gizlemeye çalışıyorlar. Amerikalıların işlediği tüm bu suç ve günahlar Allah’a, O’nun Peygamberine ve Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. İslam tarihi boyunca ulema, düşmanın Müslüman ülkeleri yok etmeye çalışması durumunda cihadın kişisel bir farz olduğunda birleşmişlerdir. Bundan hareketle ve Allah’ın emrine uygun olarak tüm Müslümanlar için geçerli olmak üzere şu fetvayı çıkarmış bulunuyoruz: El Aksa Camii ve Mekke’yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için ister sivil ister asker olsunlar Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır.” Bkz. BOZKURT, (2003), s. 232. 788 FEINSTEIN, s. 227. planlandığı ve gerçekleştirildiği kanaati iyice yerleşmiştir. 789 Ayrıca İngilizyönetimi de 11 Eylül saldırılarının El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini kanıtladığını iddia ettiği delilleri kamuoyuna açıklamıştır. 790 Ladin’in saldırılardan sorumlu olduğuna dair inandırıcı delillere sahip olduklarını iddia eden Bush, Taliban yönetiminden El Kaide Örgütünün lider kadrosu dahil Afganistan topraklarında saklanan bütün teröristlerin teslim edilmesini, ülkedeki terörist kampların kapatılmasını, Amerikalı görevlilerin kontrol amacıyla söz konusu kamplara girmesine izin verilmesini, Amerikan vatandaşları da dahil olmak üzere haksız bir şekilde tutulan bütün yabancıların serbest bırakılmasını, yabancı diplomatların, gazetecilerin, yardım amacıyla ülkede bulunan görevlilerin korunmasını istemiştir. Bu taleplerin herhangi bir şekilde pazarlık konusu yapılmayacağını ve bu nedenle Taliban yönetiminin derhal harekete geçmesi gerektiğini ifade eden Bush aksi takdirde Taliban yönetimin de bu kişilerle aynı kaderi paylaşacağı tehdidinde bulunmuştur. 791 Taliban yönetimi terörist eylemler karşısında oldukça dikkatli davranmış ve saldırıları derhal kınamıştır. 792 Ladin’in bu tür büyük saldırılar gerçekleştirme imkânına sahip olmadığını ve yapılacak bir araştırmanın Ladin’in suçsuzluğunu kanıtlayacağını ileri süren Taliban yönetimi ABD’nin Ladin’in bu eylemlerde yer aldığına ilişkin inandırıcı deliller sunması halinde görüşmelere açık olduğu mesajını vermiştir. ABD ise Ladin aleyhinde zaten 1998 Büyükelçilik saldırıları nedeniyle ABD mahkemelerinde dava açılmış olduğunu belirterek Taliban yönetiminin teklifini reddetmiş ve Bush’un belirttiği taleplerinin yerine getirilmesi çağrısında bulunmuştur. 793 Ancak ABD ve İngiltere’nin Afganistan’a karşı askerî bir müdahale gerçekleştirmekte kararlı olduklarının anlaşılması karşısında Taliban yönetimi 6 Ekim tarihinde Ladin’in Afganistan’da gizli bir yerde kontrol altında tutulduğunu belirterek 789 Kasette yer alan ve Ladin’e ait olduğu iddia edilen konuşmaya göre Ladin saldırıların Filistin ve Irakta ölen masum insanların intikamını almak için düzenlendiğini belirterek Dünya Ticaret Merkezinin Amerikan ekonomisini desteklediği ve bu nedenle meşru bir hedef olduğunu söylemiştir. Bkz. FEINSTEIN, s. 215. 790 http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002). 791 http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (05. 04. 2004). Taliban Yönetimini Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanımayan ve bu nedenle Afganistan’la diplomatik ilişkisi bulunmayan ABD söz konusu taleplerini Pakistan aracılığıyla iletmiştir. Taliban da bu talepleri reddettiğini yine Pakistan kanalıyla ABD’ye iletmiştir. Bkz. MURPHY, 2002, (b), s. 243. 792 “Taliban diplomat condemns attacks” CNN website, posted 11 September, http://www.cnn.com/2001/WORLD/asiapcf/central/09/11/afghan.taliban/index.html (15. 03. 2002). 793 ‘US rejects Taliban offer to try bin Laden’, CNN website, posted 7 October, http://www.cnn.com/2001/US/10/07/ret.us.taliban/index.html (15. 03. 2002). Ladin’in resmen iadesinin talep edilmesi ve yeterli delil sunulması kaydıyla Ladin’in İslami kurallara göre yargılanmak üzere tarafsız bir ülkeye iade edilebileceğini ve bu amaçla görüşmelere başlamak istediğini bildirmiştir. ABD ise herhangi bir pazarlığı kabul etmeyeceğini bildirerek Taliban yönetiminin isteğini kabul etmemiştir. 794 Amerikan ve İngiliz savaş uçakları 7 Ekim tarihinde El Kaide Örgütüne ait eğitim kampları ile Taliban yönetimine ait askerî tesislere saldırmaya başlamış ve her iki ülke bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını kullanmaya başladıklarını BM Güvenlik Konseyine rapor etmişlerdir. 795 Söz konusu raporlarda ABD’nin El Kaide Örgütünün 11 Eylül saldırılarını planlayıp gerçekleştirdiğine dair açık ve inandırıcı bilgi ve kanıtlara sahip olduğu ifade edilmiştir. Taliban yönetiminin de bu örgüte destek verdiği ve barınma imkânı sağladığı gerekçesiyle sorumluluğunun doğduğu ileri sürülmüştür. Ancak ABD söz konusu bilgi ve kanıtları İngiltere ve NATO hariç diğer bir devlet veya kuruluşla paylaşmamıştır. Oysa ABD’nin harekâta başlamadan önce meşru müdafaa hakkına esas teşkil ettiğini ileri sürdüğü olgusal dayanakları açıklaması gerekirdi. Harekâtın 11 Eylül saldırılarından neredeyse bir ay sonra başladığı hatırlandığında ABD’nin bunu yapmak için gereken zamana sahip olduğu da açık bir şekilde görülmektedir. İngiltere tarafından açıklanan ve saldırıların El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini gösterdiği iddia edilen yeni bir bilgi içermediği o zamana kadar Ladin, El Kaide Örgütü ve Taliban yönetimi hakkında bilinenleri tekrarladığı görülmektedir. 796 Bu durum Ladin ve El Kaide Örgütünün gerçekten 11 Eylül saldırılarından sorumlu olup olmadıkları konusunda tereddütlere neden olmaktadır. Örneğin Bassiouni ABD’nin Ladin’in 11 Eylül saldırılarına karıştığına yönelik delillerin doğruluğu teyit edilmiş deliller olmadığına dikkat çekmektedir. 797 Harekât sonrasındaki süreçte söz konusu şüpheleri ortadan kaldıracak nitelikte bir gelişme olmamıştır. B. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve Harekâta Yaklaşımı 794 MURPHY, 2002, (b), s. 245. İngiltere ve ABD’nin Güvenlik Konseyine sunduğu mektupların metni için sırasıyla bkz. http://www.ukun.org/articles_show.asp?SarticleType=17&Article_ID=328 (22. 04. 2004); http://www.un. int/usa/s-2001-946.htm. (22. 04. 2004). 796 http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002). 797 BASSIOUNI, 2002, s. 87. 795 11 Eylül Saldırıları dünya genelinde büyük bir reaksiyona neden olmuş, terörizme karşı ortak bir tepki oluşmuştur. Hemen hemen bütün devletler saldırıyı kınamış ve terörizme karşı mücadelenin gerekliliğine vurgu yapmıştır. NATO 12 Eylül 2001 tarihinde almış olduğu kararda saldırıları kınayarak saldırıların yurtdışından ABD’ye yöneltildiği ispat edildiği takdirde İttifakın 1949 tarihli kurucu anlaşmasında yer alan üyelerden herhangi birine karşı Avrupa’da veya Kuzey Amerika’da gerçekleştirilecek saldırıların bütün üyelere karşı gerçekleştirilmiş sayılacağını ifade eden 5. maddesinin harekete geçirileceğini açıklamıştır. 798 NATO’nun tarihinde bir ilki oluşturan karara göre, saldırıların ülke dışından yönlendirildiğinin ortaya çıkması halinde, ABD’nin bir silahlı saldırıya maruz kaldığı ve bu nedenle de meşru müdafaa hakkının doğacağı kabul edilmiştir. Nitekim NATO Genel Sekreteri Lord Robertson 2 Ekim tarihinde ABD’nin verdiği bilgiler kapsamında gerçeklerin açık ve ikna edici olduğunu, saldırıların ülke dışından yöneltildiğini belirterek Washington Andlaşması’nın 5. maddesi kapsamında bir eylem olarak kabul edileceğine karar vermiştir. 799 NATO tarihinde ilk kez, Antlaşmanın 5. maddesini harekete geçirerek 11 Eylül saldırılarını, her NATO ülkesinin topraklarına yapılmış bir saldırı olarak kabul etmiştir. 800 Amerikan Devletleri Teşkilatına üye devletler de saldırıyı kınamışlardır. 801 Daha sonra alınan bir kararla da 11 Eylül saldırıları bütün Amerikan devletlerine karşı yapılmış bir saldırı olarak nitelendirilmiş, ABD’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkı çerçevesinde aldığı önlemlerin Rio Anlaşması’na taraf devletlerce desteklendiği açıklanmıştır. 802 Avrupa Birliği’ne üye devletlerin hükümet ve devlet başkanlarının bir araya gelerek 11 Eylül saldırılarını ele aldığı 21 Eylül 2001 tarihli Olağanüstü Brüksel 798 http://www.nato.int/docu/pr/2001/p01.124e.htm (05. 04. 2004). http://www.nato.int/docu/speech/2001/s011002a.htm (05. 04. 2004). 800 NATO’nun 5. maddeyi harekete geçirme kararının NATO Andlaşması bakımından değerlendiren ayrıntılı bir çalışma için bkz. GOLDBERG, Michael A.: “Mirage of Defense: Reexamining Article Five of the North Atlantic Treaty after the Terrorist Attacks on the United States”, B. C. Int’l & Comp. L. Rev., Vol. 26, 2003, s. 77-93. Türkiye geçmişte komşu bazı devletlerden destek gören PKK terörüne karşı benzer bir girişim başlatmış ancak bu girişim NATO üyeleri arasında destek bulmamıştır. Hatta Almanya gibi bazı devletler NATO Anlaşmaları kapsamında Türkiye’ye satılan silahların PKK’ya karşı yapılan askerî harekâtta kullanılmamasını istemişlerdir. Oysa, PKK terörü de NATO üyesi bir devlete karşı gerçekleşmiş ve Pakt üyesi olmayan bazı devletlerce de desteklenmiştir. Bkz. BAŞEREN, 2001, s. 74. 801 http://www.oas.org/charter/docs/comuni_eng/E_006.htm (11. 08. 2003). 802 http://www.oas.org/OASpage/crisis/RC.24e.htm (11. 08. 2003). 799 Zirvesi’nden de ABD’ye destek kararı çıkmıştır. Fanatik terörist gruplar ile Arap ve Müslüman dünya arasında kurulan denklemin kategorik olarak reddedildiğinin ifade edildiği toplantıda, ABD’nin Güvenlik Konseyinin saldırılarla ilgili olarak aldığı 1368 sayılı kararına uygun olarak vereceği cevabın haklı olacağı belirtilmiştir. Birlik üyesi devletlerin kendi imkânları dahilinde söz konusu tedbirlerin alınmasına katılmaya hazır oldukları ifade edilerek alınacak tedbirlerin teröristleri destekleyen, onlara yardım ve yataklık eden devletlere yöneltilmesi gerekliliği vurgulanmıştır. 803 Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri saldırı sonrası Taliban yönetimi ile var olan ilişkilerini keserken Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi de üyelerinin uluslararası toplumun desteğinin sağlandığı uluslararası terörizmle mücadele etmeye ve saldırganları cezalandırmaya yönelik çabalara katkıda bulunma arzusunu dile getirmiştir. Arap Birliği üyesi bazı devletler de Ladin’in Müslümanları ve Arapları temsil ettiğine yönelik ifadelerinin doğru olmadığını belirtilmiştir. 804 İslam Konferansı Teşkilatı da saldırı sonrasında olağanüstü toplanmış ve saldırıları kınamıştır. Teşkilat harekâtın diğer Müslüman ülkeleri de kapsayacak bir şekilde genişletilmemesi çağrısında bulunmuştur. 805 Saldırı sonrasında BM bünyesinde gerek Güvenlik Konseyi gerek Genel Kurul aldıkları kararlarda terörist eylem olarak nitelendirdiği saldırıları kınamıştır. Güvenlik Konseyi 11 Eylül sonrasının hemen ertesinde aldığı 1368 sayılı kararında saldırıları kınayarak saldırıların uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğunu, BM Andlaşması’na uygun olarak bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığını ifade etmiştir. Kararda ayrıca saldırganların ve eylemlerin gerçekleşmesine yardımcı olanların yakalanıp adalete teslim edilmesi gereği belirtilerek üye devletlere bu amaçla işbirliği yapmaları çağrısında bulunulmuş ve terörizmin bütün şekilleriyle mücadele kararlılığı vurgulanmıştır. 806 Konsey 28 Eylül 2001 tarih ve 1373 sayılı kararında ise, 1368 sayılı kararda belirtilen hususlara ek olarak uluslararası terörizmle mücadele edebilmek amacıyla alınması gereken önlemler kapsamında tüm devletlerin uyması gereken 803 http://ue.eu.int/newsroom/makeFrame.asp?MAX=1&BID=76&DID=67808&LANG=1&File=/pressData/e n/ec/140.en.pdf&Picture=0 (11. 08. 2003). 804 MURPHY, 2002, (b), s. 245-248. 805 BEARD, s. 571. 806 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/533/82/PDF/N0153382.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). yükümlülükleri ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Bu önlemler terörist örgütlerin mal varlıklarının dondurulması, terörist eylemlerin finansmanın engellenmesi, terörizme karşı işbirliğinin geliştirilmesi gibi askerî önlemleri içermeyen bir dizi önlemden oluşmaktadır. Konsey ayrıca uluslararası terörizmle uyuşturucu kaçakçılığı, kara para transferi ve nükleer, biyolojik ve diğer ölümcül maddelerin illegal transferleri arasındaki yakın ilişkiye de dikkat çekerek kitle imha silahlarının sebep olduğu tehdit hakkında devletlerin işbirliği yapmaları çağrısında bulunmuş, devletlerin ülkelerinin terörist amaçlarla kullanılmasına izin vermemeleri ve bu tür eylemlere karışmış kişilerin adalet önüne getirilmesi, sığınma hakkı verilmeden önce sığınma hakkı isteyen kişilerin daha önceden terör eylemlerine karışıp karışmadıklarının belirlenmesi amacıyla gerekli önlemleri almasını öngörmüştür. Konsey bütün bu önlemlerin devletler tarafından yerine getirilmesini izlemek üzere bir komite oluşturulmasına karar vermiştir. Buna göre üye devletler kararın kabulünden itibaren doksan gün içinde kararın hükümlerinin yerine getirilmesi hususunda kaydedilen gelişmeleri Konsey bünyesinde oluşturulan Komiteye bildirecektir. 807 Görüldüğü gibi 1373 sayılı karar saldırının hemen ertesinde alınan 1368 sayılı karara nazaran daha kapsamlı ifadelere yer vermekte ve birtakım önlemlerin alınmasını öngörmektedir. Genel Kurul ise 12 Eylül 2001 tarihinde 11 Eylül saldırılarını kınayan bir karar almıştır. Genel Kurul aldığı kararda Güvenlik Konseyinin aksine meşru müdafaa hakkına atıf yapmamış, bunun yerine saldırının faillerinin, organize edenlerin ve destekçilerinin adalet önüne getirilmesi için uluslararası işbirliği çağrısında bulunmuştur. 808 7 Ekim 2001’de başlayan Kalıcı Özgürlük Harekâtının genel olarak uluslararası toplum tarafından onaylandığı görülmektedir. Harekâtla ilgili olarak devletlerin tepkilerine bakıldığında Rusya ve Çin gibi geçmişte ABD’yi eleştiren ve gerçekleştirdiği eylemlere karşı çıkan devletlerin harekâtı açık bir şekilde desteklediği 809, Gürcistan, Tacikistan, Özbekistan, Katar, Umman, Suudi Arabistan, Filipinler, Avustralya, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda gibi pek çok devletin 807 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/557/43/PDF/N0155743.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). Söz Konusu Komitenin kuruluşu ve çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ROSAND, Eric: “Security Council Resolution 1373, the Counter-Terrorism Committee, and the Fight Against Terrorism”, Am. J. Int’l L., Vol. 97, 2003, s. 333-341. 808 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/475/00/PDF/N0147500.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). 809 MURPHY, 2002, (b), s. 245-248. çeşitli şekillerde askerî yardım teklifinde bulundukları görülmektedir. 810 Ayrıca Birleşmiş Milletler bünyesinde harekât ile ilgili herhangi bir kınama girişimi söz konusu olmamış hatta Güvenlik Konseyinde yapılan görüşmelerde harekâtın BM Andlaşması’na ve 1368 sayılı karara uygun olduğu ve desteklendiği ifade edilmiştir. 811 Konsey 12 Kasım 2001 tarihinde almış olduğu 1377 sayılı kararda 1368 ve 1373 sayılı kararlarda yer alan ifadelerden daha güçlü ifadelerle uluslararası terörist eylemlerin 21. yüzyılda uluslararası barış ve güvenliğe yönelik en ciddi tehditlerden birini oluşturduğunu belirtmiş ve 1373 sayılı kararda öngörülen önlemlerin alınması çağrısında bulunmuştur. 812 14 Kasım 2001 tarihinde alınan 1378 sayılı kararda da Taliban yönetimi Afganistan’ın El Kaide Örgütü başta olmak üzere terörist örgütler tarafından kullanılmasına ve Ladin’in ülkede barınmasına izin verdiği için kınanmıştır. 813 Uluslararası toplumun verdiği bu tepki harekâtın meşru kabul edildiği ya da 11 Eylül saldırılarının büyüklüğünün etkisiyle harekâta göz yumulduğu ihtimallerini akla getirmektedir. Esasında devletlerin ABD’nin kuvvet kullanımına başvurmasını sınırlandıracak bir kapasiteye veya Güvenlik Konseyinden kuvvet kullanımına izin veren bir karar alması hususunda ısrar edebilecek bir güce sahip olmadıkları söylenebilir. Kaldı ki ABD ve İngiltere’nin Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri olmaları sebebiyle aleyhlerine hazırlanacak bir karar tasarısını veto etmeleri kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca güçsüz devletlerin ABD aleyhinde bu tür bir girişimde bulunması halinde gerek ekonomik gerek siyasî açıdan bir takım yaptırımlara maruz kalması ihtimali söz konusudur. Örneğin Körfez Krizi sırasında Yemen’in Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına imkân veren 678 sayılı kararın alınmasında olumsuz oy kullanması üzerine Kuveyt Amerikan yönetiminden Yemen’e yönelik ekonomik yardımlarını kesmesi çağrısında bulunmuştur. Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de bu durumun Yemen için olumsuz bazı sonuçlara yol açacağını açıkça ifade etmişlerdir. Nitekim Amerikan Dışişleri Bakanlığı Kongreden Yemen’e yapılması planlanan ekonomik yardımın 22 milyon dolardan 3 milyon dolara indirilmesi 810 Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada 11 Eylül saldırıları sonrasında Aralık 2001 sonuna kadar 136 devletin farklı şekillerde askerî yardım teklifinde bulunduğu ve 46 uluslararası teşkilatın da desteğini ifade ettiği açıklanmıştır. http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/12/100dayreport.html (05. 04. 2004). 811 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/PRO/N01/632/18/PDF/N0163218.pdf?OpenElement (23. 04. 2004). 812 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/633/01/PDF/N0163301.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). 813 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). çağrısında bulunmuştur. Diğer taraftan Amerikan Konsey üyesi diğer devletlerin kendi yanında yer almasını sağlamak için ekonomik yardım vb vaatlerde bulunduğu bilinmektedir. 814 Bu durum esasında harekâta göz yumulduğu ihtimalini gündeme getirmektedir. Diğer taraftan ortaya çıkan bu tabloda saldırı sonrasında ABD’nin yürüttüğü “ya bizimlesiniz ya teröristlerle birliktesiniz” kampanyasının da etkili olduğu düşünülebilir. C. Harekâtın Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler Doktrinde 11 Eylül saldırıları Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasında yakın ilişki bulunduğuna dair açık ve inandırıcı delillerin bulunduğu belirtilerek Taliban yönetiminin sorumluluğunun doğduğu ve harekâtın haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin ABD ve İngiltere’nin açık ve ikna edici delillere sahip olduğunu ileri süren O’Connell, harekât sonrasında Afganistan’da elde edilen bilgilerin Amerikan hedeflerine yönelik yeni terörist saldırılar planlandığını gösterdiğini ifade etmiştir. 815 Taliban yönetiminin diğer devletlere yönelik terörist saldırılara hazırlık amacıyla ülkesini kullanmasına izin verdiğini ve terörist faaliyetlere engel olmasına yönelik talepleri yerine getirmediğini belirten Greenwood, Taliban yönetiminin teröristlere barınma imkânı sağlamaya ve bu nedenle terörist saldırı tehlikesinin devam ettiğine dikkat çekerek harekâtın haklı bir meşru müdafaa uygulaması olduğunu ileri sürmüştür. 816 Feinstein ise, harekâtın Taliban yönetiminin Amerikan hedeflerine yönelik ülkesi kaynaklı terörist saldırılara karışmış olmasına ve saldırıları önlemekte göstermiş olduğu isteksizlik nedeniyle harekâtın uluslararası hukuka uygun olduğu görüşünü dile getirmektedir. 817 Öte yandan Murphy Taliban yönetiminin teröristlere barınma imkânı sağladığı ve Ladin’in teslim edilmesine yönelik çağrıları reddetmesinden hareketle Taliban yönetiminin bu kişi ve grupların eylemlerini onayladığı şeklinde yorumlanabileceğini belirtmiş ve bunun harekâtı meşrulaştıran bir gerekçe olduğunu ileri 814 QUIGLEY, 2003, s. 555. O'CONNELL, 2002, (a), s. 899. 816 GREENWOOD, 2003, s. 25. 817 FEINSTEIN, s. 294. 815 sürmüştür. 818 Taliban yönetiminin olumsuz tavrı nedeniyle El Kaide Örgütü ile var olan ilişkilerini sona erdirmesi ve Ladin’i iade etmesine yönelik çabaların neticesiz kaldığını ve El Kaide Örgütünün 11 Eylül sonrasında da Afganistan’da dilediği gibi hareket etmeye devam ettiğini belirten Brown bu durumun ABD’ye karşı devam eden bir tehdit olarak görülebileceğini ileri sürmektedir. Yazara göre, Taliban yönetimin El Kaide Örgütünün neden olduğu söz konusu tehdidi bertaraf etmek hususundaki isteksizliği tehdidi Afganistan kaynaklı bir tehdit halinde dönüştürmüştür. 819 Doktrinde harekâtın uluslararası hukuka aykırı olduğu yönünde de görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin Paust, Taliban yönetiminin Kuzey İttifakına karşı yürüttüğü mücadele için Ladin ve El Kaide Örgütünden malî ve askerî destek alması, teröristlere güvenli barınak sağlaması, eğitim kamplarına müsamaha göstermesi, geçmişte gerçekleşen ve halen de devam eden terörist saldırıları bilmiş olmasının Taliban yönetiminin El Kaide Örgütünün gerçekleştirdiği terörist saldırıları kontrol altında tuttuğu ve bu saldırılara doğrudan katıldığı anlamına gelmediğini belirterek Taliban yönetimine karşı gerçekleştirilen askerî harekâtı meşru kılmadığını iddia etmiştir. 820 Benzer şekilde Glennon da, Taliban yönetiminin saldırganların uçak biletlerini satın alması, uçuş derslerinin finanse edilmesi şeklinde doğrudan yardımlarda bulunmuş olmasının harekât için haklı bir sebep teşkil etmediğini savunmaktadır. 821 Quigley ve Megret de iade talebinin yerine getirilmemesinin 11 Eylül saldırılarını veya muhtemel saldırıları Taliban yönetimine isnat edebilmek için yeterli olmadığını ifade etmiştir. 822 818 MURPHY, 2002, (b), s. 50-51. BROWN, s. 12. 820 PAUST, 2002, s. 543. 821 GLENNON, s. 543. 822 QUIGLEY, 2003, s. 546; MEGRET, s. 383. 819 b. Güvenlik Konseyinin VII. Bölüm Çerçevesinde Kuvvet Kullanımına İzin Verip Vermediği 11 Eylül sonrasında ABD ve İngiltere’nin diğer devletlerin lojistik desteği eşliğinde gerçekleştirdikleri askerî harekât şüphesiz başka bir devlete karşı kuvvet kullanma niteliğindedir. Dolayısıyla harekât kuvvet kullanma yasağının istisnalarını oluşturan BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde bir yetkilendirmeye veya 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkına dayanmadığı takdirde kuvvet kullanma yasağının ihlâli söz konusu olacaktır. Daha önceden belirtildiği üzere Güvenlik Konseyi VII. Bölüm kapsamında 39. maddeye uygun olarak uluslararası barışın tehdit edildiği, bozulduğu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit etmesi halinde sorunun çözümü için tavsiyelerde bulunabileceği gibi zorlayıcı önlemlere başvurulması yönünde bir karar da alabilir. 11 Eylül saldırılarının ardından Güvenlik Konseyi saldırıları BM Andlaşması’nın VII. Bölümünü harekete geçiren uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak nitelendirmekle beraber ABD veya başka bir devleti kuvvet kullanma konusunda yetkilendirmemiştir. 823 Konsey 1368 ve 1373 sayılı kararlarda 39. maddenin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak saldırıların uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak kabul etmiş ve ortak güvenlik sisteminin işletebilmesi imkânını sağlamıştır. Ancak Konsey saldırıları BM Andlaşması VII. Bölümü çerçevesinde zorlayıcı önlemlerin alınmasını gerekli kılan bir durum olduğunu zımnen ortaya koymakla beraber ne ABD’ye ne de NATO’ya askerî kuvvet kullanılmasına imkân sağlayan herhangi bir yetki vermemiştir. Diğer taraftan 11 Eylül saldırılarının silahlı saldırı boyutuna ulaştığı ve bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkına neden olduğunu ileri süren ABD, Afganistan harekâtı için Güvenlik Konseyinden kuvvet kullanmaya izin veren bir karar almak için herhangi bir 823 KIRGIS, Frederic L.: “Terrorist Attacks on the World Trade Center and the Pentagon”, ASIL Insights, http://www.asil.org/insights/insigh77.htm (09. 11. 2003); DRUMBL, 2002, (a), s. 332; DELBRUCK, s. 13. Diğer taraftan Taliban yönetimi devrildikten ve Afganistan’da yeni bir yönetimin kurulmasına ilişkin Bonn Deklarasyonu kabul edildikten sonra Güvenlik Konseyi 20 aralıkta aldığı 1386 sayılı kararında yeni Afgan hükümetinin başkent Kâbil ve çevresinde güvenliği sağlamasına yardımcı olmak üzere oluşturulan ISAF’a (International Security Assistance Force) gerektiğinde kuvvet kullanma yetkisi vermiştir. Bkz. http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/708/55/PDF/N0170855.pdf?OpenElement (02. 05. 2004). teşebbüste bulunmamıştır. Oysa ABD’nin Güvenlik Konseyinden gerekli izni alarak zorlayıcı önlemlere başvurulabilmesi için hem yeterli zamana sahip olduğunu hem de Konsey üyeleri arasında olumlu bir yaklaşımın olduğunu söylemek mümkündür. Konseyin aldığı kararlardaki destek göz önüne alındığında hukukî meşruiyeti sağlanmış önlemlere başvurabilmek için Konseyden geniş bir yetki alma ihtimalinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Bu konuda ABD’nin elinde uluslararası toplumu ikna edecek derecede bir delilin olmadığı, ABD’nin tek taraflı bir şekilde hareket etmek istediği gibi çeşitli spekülasyonların yanı sıra ABD’nin kuvvet kullanabilmesi için Konseyin kuvvet kullanmaya ilişkin herhangi bir yetkilendirmede bulunmasına gerek olmadığı, doğal meşru müdafaa hakkının Konseyin kararına gerek kalmaksızın harekâtı zaten meşrulaştırdığı şeklinde farklı bazı görüşler ileri sürülmüştür. 824 Güvenlik Konseyinin saldırı sonrasında aldığı 1368 ve 1373 sayılı kararlarda kuvvet kullanımına dair açık bir yetkilendirmede bulunmamakla beraber bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanımış olması ve uluslararası terörist eylemlerin neden olduğu uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerle BM Andlaşması ile uyumlu bir şekilde mücadele etme gerekliliğini ifade etmesine dayanılarak Konseyin dolaylı bir şekilde Taliban yönetimine karşı kuvvet kullanılmasına izin verdiği veya en azından göz yumduğu iddia edilmiştir. Ayrıca Güvenlik Konseyinin sahip olduğu yetkileri kullanmak hususunda çekimser kalması da bu tür yorumları destekleyici argümanlar olarak gündeme getirilmektedir. 825 Konseyin aldığı kararlarda iddia edildiği şekilde böyle bir yetkinin verilmesi söz konusu değildir. Örneğin 1373 sayılı kararda ülkesinin teröristler tarafından kullanılmasına engel olmayan, teröristleri himaye eden, destekleyen ve onlara müsamaha gösteren devletlere karşı harekete geçilmesine dair bir hüküm yer almamaktadır. Kararda belirtilen ifadeler açıkça saldırganlarla sınırlandırılmıştır. Stahn’ın da belirttiği gibi 826, söz konusu kararların giriş kısmında yer alan ifadelerin geniş bir şekilde yorumlanması eleştiriye açık bir husustur. Bu tür geniş bir yorum diğer devletler için de bir örnek oluşturabilecektir. 824 MILLER, Judith: “Comments on the Use of Force in Afghanistan”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 605; BROWN, s. 19. 825 JINKS, 2003, (a), s. 86-87; FARER, s. 359. 826 STAHN, 2002, s. 39. Kaldı ki Konseyin kuvvet kullanmaya izin verdiği durumlarda açık bir şekilde yetkilendirmede bulunduğu görülmektedir. Örneğin Konsey Körfez Krizi sırasında aldığı 678 sayılı kararda, Irak’ın 660 sayılı kararı ve ilgili diğer kararlardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek Koalisyon kuvvetlerine uluslararası barış ve güvenliği korumak üzere Irak’a karşı açıkça kuvvet kullanma yetkisi vermiştir. Konsey bu yetkiyi 42. maddeye değil daha önceki kararlarında da tanıdığı meşru müdafaa hakkına dayanarak vermiştir. 827 Gerek 1368 gerek 1373 sayılı kararda Kuveyt’in Irak tarafından işgali sonrasında alınan 678 sayılı karardan farklı olarak devletlere kuvvet kullanma dahil her türlü tedbiri alma yetkisi tanınmamıştır. 828 Dolayısıyla söz konusu kararlarda kuvvet kullanımına açık bir şekilde yetki verilmemiştir. Diğer taraftan ABD ve İngiltere’nin ortak meşru müdafaa hakkını kullandıklarını Konseye bildirmelerine rağmen Konsey meşru müdafaa hakkını sona erdirecek önlemleri almamıştır. BM Andlaşması’nın kendisine yüklediği uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve sağlanması görevini yerine getirmek hususunda isteksiz davranan ve aktif bir rol üstlenmeyen Konsey bu şekilde davranarak uluslararası barış ve güvenliği korumaya dair öncelikli görevini ihmal etmiştir. 829 Bununla birlikte Konseyin aldığı kararlarda harekâtın BM Andlaşmasını ihlâl ettiğine ilişkin bir nitelendirmede bulunmadığı ve harekât aleyhinde bir tutum takınmadığı da görülmektedir. 830 Örneğin Konseyin 14 Kasım 2001 tarihinde aldığı 1378 sayılı kararın giriş kısmında Afganistan’da devam eden harekâta dair açık bir referansta bulunulmamasına rağmen terörizmi yok etmeye yönelik uluslararası gayretlerin ve Afgan halkının Taliban yönetimini değiştirmeye 827 Güvenlik Konseyi Körfez Krizi sırasında meşru müdafaa hakkı ile ortak güvenlik sistemini bir araya getiren farklı bir yetkilendirmede bulunmuştur. Bu nedenle gerçekleştirilen kuvvet kullanımının BM Andlaşması’nın 42. maddesi kapsamında gerçekleştirilen bir harekât mı yoksa Konseyin onayladığı bir meşru müdafaa eylemi mi olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bkz. STAHN, 2002, s. 14. 828 Kuveyt’in Irak tarafından işgali sonrasında alınan 678 sayılı Güvenlik Konseyi kararında üye devletler Konseyin 660 sayılı ve ilgili diğer tüm kararlarını uygulama ve bölgede uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için Kuveyt Hükümeti ile işbirliği halinde gerekli tüm önlemleri almaya açıkça yetkili kılınmıştır. Kararın metni için bkz. http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/28/ IMG/NR057528.pdf?OpenElement (22. 04. 2004). 829 MYJER, Eric P. J. & WHITE, Nigel D.: “The Twin Towers Attack: Unlimited Right to Self–Defense?”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, 2002, s. 12, 16. 830 Örneğin Konseyin aldığı 1378 ve 1383 sayılı kararlar. Kararların metni için bkz. http://ods-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (22. 04. 2004); http://ods-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/681/09/PDF/N0168109.pdf?OpenElement (22. 04. 2004). yönelik çabalarının desteklendiği ifade edilmiştir. 831 Konseyin almış olduğu diğer kararlarda da bu tavrını devam ettirmesi BM’nin kuvvet kullanma eylemi gerçekleştirildikten sonra harekâtı onayladığı (ex post facto aproval) şeklinde yorumların yapılmasına neden olmuştur. 832 Konseyin sessiz kalmasına veya kararlarındaki muğlak ifadelere dayanan bu görüşün yeterince ikna edici bir görüş olmadığı görülmektedir. 833 Bu durumda Güvenlik Konseyinin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde kuvvet kullanımına ilişkin herhangi bir yetkilendirmede bulunmadığı, Taliban yönetimine ve Ladin liderliğindeki El Kaide Örgütüne karşı gerçekleştirilen harekâtın BM Andlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde gerçekleştirilmediği rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar Güvenlik Konseyi 11 Eylül saldırılarını uluslararası barışa yönelik bir tehdit olarak nitelendirdiği 1368 sayılı kararı ve VII. Bölüm çerçevesinde hareket ettiğini belirttiği 1373 sayılı kararı almış olsa dahi Konsey VII. Bölüm çerçevesinde herhangi bir zorlayıcı önlem alınmasına karar vermemiş ve Kuveyt’in işgalinde olduğu gibi belirli devletleri gerekli zorlayıcı önlemleri alması amacıyla açıkça yetkilendirmemiştir. 834 c. Harekâtın İnsanî Amaçlı Müdahale ve Dost Bir Devletin Hükümetinin Daveti Üzerine Gerçekleştirilip Gerçekleştirilemeyeceği ABD Taliban Yönetimine karşı gerçekleştirdiği harekâtı meşru müdafaa hakkına dayandırmasına rağmen harekâtın insanî amaçlı müdahale ve dost bir devletin hükümetin daveti üzerine müdahale doktrini temelinde meşrulaştırılabileceği şeklinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin Byers ve Roth, harekâtın meşru müdafaa hakkı ve BM Andlaşması’nın VII. Bölümü kapsamında yapılacak bir yetkilendirmenin yanı sıra 831 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N01/638/57/PDF/N0163857.pdf?OpenElement (19. 04. 2004). DRUMBL, 2002, (a), s. 329. 833 STAHN, 2002, s. 41. 834 MURPHY, 2002, (b), s. 44. 1368 ve 1373 sayılı kararların detaylı bir incelemesi için STAHN, Carsten: “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What they Say and What they do not Say”, http://www.ejil.org/forum_WTC (10. 09. 2002). 832 söz konusu doktrinler çerçevesinde de meşrulaştırılmasının gündeme gelebileceğini belirtmektedirler. 835 İnsanî amaçlı müdahale, bir devletin diğer bir devletin kendi vatandaşlarına yaptığı zulmü sona erdirmek için müdahalede bulunması olarak tanımlanabilir. 836 İnsanî amaçlı müdahalede meşru müdafaa hakkının öncelikli şartı olan silahlı saldırının gerçekleşmesi söz konusu değildir. Taliban yönetimi özellikle kadınlara ve çocuklara karşı süreklilik arz eden temel insanî haklara yönelik ihlâllerde bulunan otoriter bir rejim görüntüsü vermiştir. Uluslararası hukuktaki kabul edilebilirliği üzerinde devam eden tartışmaları bir kenara bırakılarak insanî müdahale temelinde Taliban yönetimine karşı harekete geçilebileceği ihtimali ele alındığında söylenmesi gereken ilk husus dinî aşırılıklar ve kadınlara yönelik ayrımcılıklar söz konusu olmasına rağmen Taliban yönetiminin Afgan halkına karşı soykırım veya sistematik bir işkence uygulamadığıdır. Bu durumda insanî amaçlı müdahale temelinde gerçekleştirilecek bir harekâtın insanî kaygılardan ziyade siyasî kaygılar taşıyacağı ve meşru olmayacağı söylenebilir. Stahn da benzer şekilde Kalıcı Özgürlük Harekâtının insani amaçlı müdahale kapsamında meşrulaştırılamayacağını belirtmiştir. Yazara göre, Afganistan da insan hakları ihlâlleri olmakla beraber bu ihlâl Kosova örneğindeki gibi müdahalede bulunulmasını gerektirecek bir seviyeye ulaşmamıştır. 837 İnsanî amaçlı müdahalenin yanı sıra dost bir devletin hükümetinin talebi üzerine müdahale doktrini de gündeme getirilmiştir. Uluslararası hukuka göre bir devlet isyancı grupları kontrol altına alabilmek için diğer devletlerden yardım isteyebilme hakkına sahiptir. 838 Taliban yönetimi uluslararası alanda Afganistan’ın meşru yönetimi olarak tanınmamakla beraber ülkenin kuzey kesiminde muhalif kuvvetlerin kontrolü altında bulunan bölge hariç ülkenin büyük bir kısmında kontrolü sağlamış ve söz konusu topraklar üzerinde fiili bir kontrol uygulamıştır. Bu durumda Taliban yönetiminin isyancı bir güç olarak kabul edilebilmesi oldukça zor gözükmektedir. Taliban yönetimine karşı mücadele 835 BYERS, s. 401; ROTH, Brad R.: “Terrorism and the Inherent Right to Self Defense”, MSU-DCL J. Int’l L. 542, Vol. 10, 2001, s. 549. 836 İnsanî amaçlı müdahale konusunda bkz. BAŞEREN, 2003, (b), s. 174-192; ARAL, s. 81-90; ALEXANDROV, s. 204-214. 837 STAHN, 2002, s. 18. 838 BYERS, s. 403. eden Kuzey İttifakı çeşitli ülkeler tarafından Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanınmaya devam etmekle birlikte çeşitli grupların bir araya gelmesiyle oluşmuş parçalı bir yapıdır ve organize bir yapılanma içinde değildir. Bu durumda ABD’nin Afganistan’da devam eden iç savaşta Kuzey İttifakına verdiği destek ancak 11 Eylül saldırılarının Taliban yönetimine isnat edilebildiği takdirde haklı görülebilir. Aksi takdirde ABD’nin isyancı kuvvetleri silahlandırması ve desteklemesi Nikaragua olayında söz konusu olduğu gibi uluslararası hukuka aykırı bir eylem olarak nitelendirilebilme ihtimaliyle karşı karşıyadır. Doktrinde de ABD’nin Taliban yönetimini devirmek için muhalif kuvvetlerle işbirliği yapmasının kuvvet kullanma yasağı ve iç savaşlara yönelik uluslararası müdahaleyi yasaklayan hukuk kuralı ile bağdaştırmanın zorluğuna dikkat çekilmektedir. 839 d. Harekâtın Haklı Bir Meşru Müdafaa Uygulaması Olup Olmadığı 11 Eylül saldırısı ile ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi almış olduğu kararlarda kuvvet kullanımına ilişkin herhangi bir yetkilendirmede bulunmadığı için kuvvet kullanma konusunda dayanılabilecek tek hukukî gerekçe meşru müdafaa hakkıdır. Nitekim 7 Ekim 2001’de İngiltere ve ABD başlattıkları Kalıcı Özgürlük Harekâtı ile ilgili olarak Güvenlik Konseyine sundukları mektupta 51. maddeye uygun bir şekilde bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkını kullandıklarını bildirmişlerdir. Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nın haklı bir meşru müdafaa uygulaması olarak kabul edilebilmesi için mevcut olayda silahlı saldırı, gereklilik, aciliyet ve orantılılık şartlarının gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bunun için de ABD öncelikle silahlı bir saldırıya maruz kaldığını ve Taliban yönetiminin de bu saldırılardan sorumlu olduğunu ispatlamak zorundadır. İspatlayamadığı takdirde başvuracağı yollar orantılı karşı önlemler veya hukukî yolların uygulanması ile sınırlıdır. Ancak ABD harekâtı teröristler ve teröristleri barındıran veya yardım eden devletler arasında fark gözetmeyerek söz konusu devlet ülkesinde meşru müdafaa esasına dayalı askerî bir harekâtı haklı gören “Bush Doktrini” çerçevesinde meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ülkesinin Amerika ile birlikte hareket etmeyen ve teröristlere destek verenlerle savaş halinde olduğunu ve teröristlerin gerçekleştirdiği eylemlerden bu 839 JOYNER, Daniel H.: “The Legality of U.S. Strikes Under International Law”, G. B. J., Vol. 7, 2002, s. 26, dn. 6; MYJER & WHITE, s. 8. devletlerin de sorumlu tutulacağını ifade eden Bush, teröristleri destekleyen ve kontrolü altındaki topraklarda teröristlerin barınmasına izin veren Taliban yönetiminin 11 Eylül saldırılarını bizzat gerçekleştirmiş kabul edileceğini açıkça ima etmiştir. 840 Amerikan yönetimi Taliban yönetiminin Ladin ve El Kaide Örgütünü koruduğu, Ladin’in iade edilmesine ilişkin talepleri reddettiğini ve ülkesinde barınmalarına izin verdiğini belirterek Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasında bağlantı kurarak Taliban yönetiminin El Kaide Örgütünün gerçekleştirdiğini iddia ettiği 11 Eylül saldırıları nedeniyle sorumluluğunun doğduğunu ileri sürmektedir. Daha önceden de belirtildiği gibi uluslararası hukuka aykırılığı açık olan “Bush Doktrini” çerçevesinde harekâtın meşrulaştırılabilmesi söz konusu değildir. ABD harekâtı meşrulaştırabilmek için 11 Eylül saldırılarının silahlı saldırı boyutunda olduğunu, El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini ya da teröristlerin El Kaide Örgütü tarafından yönlendirildiğini ve saldırıların Taliban yönetimine isnat edilebileceğini kanıtlamak zorundadır. Doktrinde 1368 ve 1373 sayılı kararlarında meşru müdafaa hakkına yer vermiş olması Konseyin mevcut olayda meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanıdığı yönünde görüşlerin ileri sürülmesine neden olmuştur. Bu nedenle 11 Eylül saldırılarının 51. madde anlamında silahlı bir saldırı oluşturup oluşturmadığı ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nı meşru müdafaa hakkının şartları bakımından değerlendirmeye başlamadan önce Konseyin kararlarında meşru müdafaa hakkını tanıyıp tanımadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Esasında meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesi için Konseyin herhangi bir yetkilendirmede bulunmasına gerek yoktur. Ancak Konseyin böyle bir ifadede bulunmuş olması mevcut olayda meşru müdafaa hakkının kullanılmasını destekleyici bir durum olarak kabul edilmektedir. Doktrinde yaygın bir destek bulan bu görüşe göre, Konsey 11 Eylül sonrasında aldığı kararlarda meşru müdafaa hakkına yer vermek suretiyle ABD’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkının varlığını kabul etmiştir. Örneğin Wedgwood, 1368 ve 1373 sayılı kararların ABD’nin meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanma hakkına sahip olduğunu deklare ettiğini ileri sürmüştür. 841 BM Genel 840 http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/20010920-8.html (15. 03. 2003). WEDGWOOD, 2002, s.329,. Benzer görüşler için bkz. ADDICOTT, Jeffrey F.: “Legal and Policy Implications for A New Era: The ‘War on Terror’”, Scholar, Vol. 4, 2002, s. 221; MCLAIN, s. 273; KELLY, Michael J.: “Understanding September 11th - An International Legal Perspective on the War in 841 Sekreteri Kofi Annan da 8 Ekim 2001 tarihinde yaptığı açıklamada Güvenlik Konseyinin kararlarında bireysel ve ortak doğal meşru müdafaa hakkını tanıdığını belirterek Afganistan’daki askerî harekâtın bu bağlamda gerçekleştirildiğini ifade etmiştir. 842 Bunun yanı sıra Güvenlik Konseyindeki görüşmelerde harekâtın 1368 sayılı kararla tanınan meşru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleştirildiği vurgulanmıştır. 843 Uluslararası toplumun bu tepkisi esasında Güvenlik Konseyi kararlarının meşru müdafaa hakkını tanıdığı ve ABD’nin gerçekleştirdiği askerî harekât için yeşil ışık yaktığı yani harekâta göz yumulduğu şeklinde yorumlanabilir. Güvenlik Konseyinin daha önceki uygulamalarına bakıldığında Konseyin meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanıdığı görülmektedir. Örneğin Körfez Krizi sırasında Konsey 660 sayılı kararında Irak’ın Kuveyt’i işgalini uluslararası barış ve güvenliğin ihlâli olarak nitelendirmiştir. 844 Dört gün sonra aldığı 661 sayılı kararında da Irak’ın Kuveyt’i işgalini silahlı bir saldırı olarak değerlendirmiş ve işgal karşısında bireysel veya ortak doğal meşru müdafaa hakkının doğduğunu kabul etmiştir. 845 Konsey 11 Eylül saldırılarında ise Körfez Krizindeki gibi meşru müdafaa hakkını açık bir şekilde tanımamıştır. Konsey 1368 sayılı kararında “Andlaşmada öngörüldüğü biçimiyle doğal olan bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkını tanıdığını” ifade etmiş 1373 sayılı kararında da bu durum teyit etmiştir. Kullanılan ifadeden de anlaşılacağı üzere Konsey meşru müdafaa hakkından söz konusu kararların giriş kısmında sadece genel ve soyut ifadelerle bahsetmiş meşru müdafaa hakkının doğduğuna dair açık bir saptamada bulunmamıştır. 846 Bu durumda kararda meşru müdafaa hakkından bahsedilmekle beraber Güvenlik Konseyinin ABD’ye veya NATO’ya meşru müdafaa hakkı kullanmak için izin verdiğini düşünmek normatif açıdan eleştiriye açık bir husus olarak kalacaktır. 847 Afghanistan”, Creighton L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 285; GREENWOOD, 2003, s. 17; JINKS, Derek: “September 11 and the Laws of War”, Yale J. Int’l L., Vol. 28, 2003, (b), s. 35-36. 842 http://www.escwa.org.lb/information/press/un/2001/8oct.html (23. 04. 2004). 843 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/PRO/N01/635/42/PDF/N0163542.pdf?OpenElement (23. 04. 2004). 844 http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/17/IMG/NR057517.pdf?OpenElement (22. 04. 2004) 845 http://ods-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/575/11/IMG/NR057511.pdf?OpenElement (22.04. 2004) 846 MARTYN, http://www.aph.gov.au/library/pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003). 847 BAŞEREN, 2001, s. 72. Açıklığa kavuşturulması gereken diğer bir husus Konseyin aldığı 1368 ve 1373 sayılı kararların ABD’nin meşru müdafaa hakkını ortadan kaldırdığı yönündeki iddialardır. Bilindiği üzere 51. madde bir devletin silahlı saldırıya maruz kalması durumunda Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve devam ettirmek için gerekli önlemleri almasına kadar meşru müdafaa hakkını uygulayabileceğini öngörmektedir. Bu noktadan hareketle 11 Eylül saldırılarının hemen ardından alınan 1368 ve 1373 sayılı kararların doğrudan saldırılara cevap olarak alındığı ve terörizmle mücadele amacıyla devletlerin kuvvet içermeyen önlemler almasını öngördüğü belirtilerek söz konusu kararların meşru müdafaa hakkını engel olacak nitelikte uluslararası barış ve güvenliği sürdürmeye yönelik önlemler olarak kabul edilebileceğine dikkat çekilmektedir. Özellikle 1373 sayılı kararda devletlerin terörist gruplara yönelik her tür yardımda bulunmasını ve terörist grupların finansmanını önlemek amacıyla ekonomik bazı önlemlerin alınmasına karar verdiğine işaret edilerek BM Andlaşması’nın VII. Bölümünü harekete geçirdiği ve meşru müdafaa hakkının yerini aldığı ileri sürülmüştür. 848 Ancak meşru müdafaa hakkı Konseyin söz konusu hakkın amaçlarını etkili bir şekilde gerçekleştirebilecek nitelikte tedbirler alması halinde sona erer. Mevcut olayda ise Konseyin etkili bir tedbir almadığı ve anılan kararların meşru müdafaa hakkını ortadan kaldıracak nitelikte kararlar olmadığı söylenebilir. 849 aa. 11 Eylül Saldırılarının Silahlı Saldırı Şartı Bakımından Değerlendirilmesi ABD ve İngiltere’nin bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkında dayanarak El Kaide Örgütü ile Taliban yönetimine karşı başlattıkları askerî harekâtın meşru müdafaa bağlamında hukuken meşru kabul edilebilmesi için ABD’nin 11 Eylülde uluslararası hukukta tanımlanmış olduğu şekilde silahlı bir saldırıya maruz kalmış olması gerekmektedir. Çünkü BM Andlaşması meşru müdafaa hakkının uygulanabilmesi için öncelikle silahlı bir saldırının gerçekleşmesini aramaktadır. 848 QUIGLEY, 2003, s. 549-550. Doktrinde bu yönde görüşler için bkz. FRANCK, 2001, (a), s. 842; DRUMBL, Mark A.: “Terrorist Crime, Taliban Guilt, and the Asymmetries of the International Legal Order”, N. C. L. Rev., Vol. 81, 2002, (b), 33-34. 849 11 Eylül saldırılarının yöneldiği hedefler, gerçekleştirilme tarzı, neden olduğu can ve mal kaybı yönünden daha önceden gerçekleştirilmiş terörist saldırılardan oldukça farklı ve kolayca silahlı saldırı sınıfına sokulabilecek nitelikte saldırılar olduğu görülmektedir. Diğer terörist saldırılardan farklı olarak ABD içinde eş zamanlı olarak kaçırılan yolcu uçakları depolarının akaryakıtla dolu olduğu bilindiği halde bir bomba gibi kullanılarak Amerikan finans sektörünün en önemli merkezlerinden biri olan Dünya Ticaret Merkezi ve Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon gibi ekonomik ve askerî açıdan simgesel nitelikte binalara çarptırılmıştır. Özellikle Pentagon başta olmak üzere bu tür kamu binalarına yönelik saldırılar doğrudan devletin egemenliğinin ihlâli niteliğindedir.850 Diğer taraftan saldırganların görünüşte karton kutu bıçağından başka bir silaha sahip olmamaları ve ABD hava sahası içinde uçakları kaçırarak hedeflerine yöneltmelerine rağmen saldırının Dünya Ticaret Merkezinin çökmesi ve ABD’nin askerî komuta merkezinin kısmen tahrip olması ve 3000 civarında kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandığı dikkate alındığında neden olduğu can ve mal kaybı bakımından bir devletin silahlı kuvvetlerinin gerçekleştirdiği saldırı büyüklüğünde olduğu görülmektedir. Hatta saldırıda ölenlerin sayısı ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmasına neden olan ünlü Pearl Harbor Baskını’nda meydana gelen can kaybından daha fazladır. 11 Eylül saldırılarına kadar gerçekleştirilen hiçbir terörist saldırının bu boyutta bir tahribata yol açmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla söz konusu terörist saldırıların ABD’nin ülke bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığını ihlâl ettiği ve etki ve ölçek bakımından silahlı saldırı oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. 851 Uluslararası teşkilatların ve devletlerin uygulamaları da 11 Eylül saldırılarının silahlı saldırı olduğu ve meşru müdafaa hakkına neden olduğunu doğrulamaktadır. Örneğin NATO 11 Eylül saldırılarını silahlı saldırı olarak nitelendirmiş ve 5. maddeyi harekete 850 STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). Doktrinde de saldırıların silahlı saldırı boyutuna ulaştığı hususunda genel bir mutabakat oluşmuştur. Bkz. BROWN, s. 26-28; BYERS, s. 412; SCHRIJVER, s. 285; GREENWOOD, 2003, s. 22; HEAD, John W.: “The United States and International Law After September 11”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 11, 2001. s. 3; TRAVALIO & ALTENBURG, s. 105; REISMAN, W. Michael: “In Defense of World Public Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, s. 833; JOYNER, s. 26; GROSS, 2002, (b), s. 94; DELBRUCK, s. 16; KOH, s. 24; STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). 851 geçirmiştir. 852 Benzer şekilde Amerikan Devletler Teşkilatı da saldırıları silahlı saldırı kabul ederek ortak meşru müdafaa sistemini aktif hale getirmiştir. 853 bb. Saldırıların Taliban Yönetimine İsnat Edilip Edilemeyeceği Silahlı saldırı boyutuna ulaştığı hususunda genel bir kabul oluşan 11 Eylül saldırılarının Ladin’in liderliğindeki El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiği kanıtlanmış olsa dahi bu durum Taliban yönetimine karşı meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanabilmek için yeterli değildir. Kuvvet kullanabilmek için Taliban yönetiminin sorumluluğunun doğmuş olması ve saldırıların Taliban yönetimine isnat edilebilir nitelikte olması gerekmektedir. Ladin ve El Kaide Örgütünün fiilen Taliban yönetiminin kontrolü altında olduğu veya teşviki ile eylemlerde bulunduğu ispat edildiği takdirde gerçekleştirdiği eylemlerin Taliban yönetimine isnat edilebilmesi mümkün olabilecektir. Bu durumda saldırıların faili olarak gösterilen Ladin ve El Kaide Örgütü ile söz konusu devletler arasındaki ilişkinin öncelikle ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ladin ve El Kaide Örgütü ile Taliban yönetimi arasında var olduğu iddia edilen ilişki hatırlanacağı üzere Güvenlik Konseyinin 11 Eylül saldırılarından önce aldığı kararlarda da yer almıştır. Konsey 1214 sayılı kararında kontrolü altında bulunan toprakların El Kaide başta olmak üzere uluslararası terörist örgütler tarafından faaliyet üssü olarak kullanıldığını belirterek Taliban yönetiminden terörist faaliyetlere engel olması çağrısında bulunmuş ve terörist kampların kapatılmasını istemiştir. 854 Konsey Taliban yönetiminin 1214 sayılı karara uymaması üzerine aldığı 1267 sayılı kararında bu durumun 852 http://www.nato.int/docu/speech/2001/s011002a.htm (05. 04. 2004). Toluner, NATO’nun aldığı bu kararda, İttifakın varlığı ve kararlığının gösterilmesi için deniz kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’e gönderilmesi, erken uyarı uçak sistemlerinin aktif halde tutulması şeklinde alınması öngörülen önlemlerin sembolik olmaktan öteye geçmediğine dikkat çekerek kararın alınmasındaki asıl amacın, saldırganın devlet olmadığı bir durumda da 51. madde anlamında silahlı bir saldırının var olduğunu tescil ettirmek olabileceğini belirtmektedir. Bkz. TOLUNER, 2003, s. 251. 853 http://www.oas.org/OASpage/crisis/RC.24e.htm (11. 08. 2003). Doktrinde Konseyin NATO ve Amerikan Devletler Teşkilatı gibi 1368 ve 1373 sayılı kararlarda meşru müdafaa hakkını tanımış olmasının aynı zamanda 11 Eylül saldırılarını silahlı bir saldırı şeklinde değerlendirdiği şeklinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bkz. JINKS, 2003, (a), s. 84; GREENWOOD, 2003, s. 17; WEDGWOOD, 2002, (b), s. 329. Ancak söz konusu kararlara bakıldığında Konseyin 11 Eylül saldırılarını açık bir şekilde silahlı olarak tanımlamadığı uluslararası barış ve güvenliği yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği görülmektedir. Bu durumda konseyin 51. madde bağlamında meşru müdafaa hakkını harekete geçirecek şekilde silahlı saldırı nitelendirmesinde bulunmadığı söylenebilir. 854 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N98/387/81/PDF/N9838781.pdf?OpenElement (23. 04. 2004). uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğunu belirtmiş ve 1998 Büyükelçilik saldırıları nedeniyle hakkında dava açılan Ladin’in yargılanmak üzere derhal iade edilmesini istemiştir. Söz konusu talebin 14 Kasım 1999 tarihine kadar yerine getirilmemesi durumunda insani amaçlı ve hac ibadetini yerine getirmek için yapılacak uçuşlar hariç olmak üzere Taliban yönetimi altındaki Afganistan topraklarından uçakların kalkışına veya inişine izin verilmeyeceği ve Taliban yönetiminin mal varlığının dondurulacağı ifade edilmiştir. 855 Taliban yönetimin bu karara tepkisi yine olumsuz olmuş ve söz konusu yaptırımlar 14 Kasım 1999 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Alınan kararlara ve uygulanan yaptırımlara rağmen Taliban yönetiminin Ladin ve El Kaide Örgütüne yönelik herhangi bir girişimde bulunmaması ve Konseyin kararlarını yerine getirmemesi üzerine Konsey aldığı 1333 sayılı kararında Taliban yönetiminin Konseyin kararlarını dikkate almadığını belirterek bu durumun 1267 sayılı kararında öngördüğü ekonomik yaptırımların güçlendirilmesine karar vermiştir. 856 Güvenlik Konseyinin aldığı bu kararlardan da anlaşılacağı üzere Taliban yönetimi ile Ladin ve El Kaide Örgütü arasındaki ilişki sabittir. Ancak mevcut olayda önemli olan söz konusu ilişkinin 11 Eylül saldırılarını Taliban yönetimine isnat etmeye yetecek ölçüde olup olmadığıdır. ABD Taliban yönetiminin saldırıların planlanması ya da gerçekleştirilmesinde rol oynadığı veya bilgi sahibi olduğuna dair herhangi bir iddiada bulunmaksızın 11 Eylül saldırılarının silahlı saldırı oluşturduğu ve Taliban yönetimine karşı meşru müdafaa hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. ABD’nin saldırıların yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde Taliban yönetimine isnat edilip edilmeyeceğine bakmaksızın “Bush Doktrini” çerçevesinde El Kaide Örgütünü desteklediği ve ülkesinde barındırdığı gerekçesiyle söz konusu Örgütün gerçekleştirdiği saldırıları Taliban yönetimine isnat etmeye çalıştığı görülmektedir. 857 İngiliz yönetiminin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak yayınladığı belgede ise, aynı politik ve dinî görüşlere sahip Ladin ve Taliban yönetiminin yakın bir ilişki içinde oldukları vurgulanmaktadır. Muhalif Kuzey İttifakına karşı mücadele veren Taliban 855 http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N99/300/44/PDF/N9930044.pdf?OpenElement (23. 04. 2004). http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N00/806/62/PDF/N0080662.pdf?OpenElement (23. 04. 2004). 857 JINKS, 2003, (a), s. 89-90. 856 yönetimine askerî ve mâli destek sağladığı belirtilen Ladin ve El Kaide Örgütünün Taliban yönetiminin askerî komuta kademesinde ve karar alma mekanizmalarında temsilcileri bulunmaktadır. El Kaide Örgütünün lider kadrosunun Taliban yönetiminin karar alma mekanizmalarına etkili katılımı sayesinde yönetimin siyasî, malî ve askerî politikalarının belirlenmesinde etkili olduğu bilinmektedir. Taliban yönetimi ise terörist faaliyetler için üs ve barınma imkânı sağlamış, Ladin tarafından savunulan küresel cihad söylemini desteklemiştir. 858 Bu gerçekler El Kaide Örgütünün Afgan devletinin bir organı veya ajanı olarak hareket etmediğini aksine Afganistan ülkesi içinde özerk bir şekilde hareket ettiğini göstermektedir. Diğer taraftan Taliban yönetimi 11 Eylül saldırılarına doğrudan katılmadığı gibi, eylemleri kontrol etmesi, yönlendirmesi veya finanse etmesi şeklinde bir durum gerçekleşmemiştir. Ayrıca 11 Eylül sonrasında doğrudan Taliban yönetiminden kaynaklanan bir tehdit de söz konusu olmamıştır. Taliban yönetiminden kaynaklanan tehdit kontrolü altında bulundurduğu topraklarda aktif bir tavır alarak terörist faaliyetleri sona erdirmemiş olması diğer bir ifadeyle göstermiş olduğu pasif tavırdır. Nitekim ABD’nin Konseye sunduğu mektupta da Taliban yönetiminin kontrolü altındaki toprakların El Kaide Örgütü tarafından bir operasyon üssü olarak kullanılmasına izin vermesinden bahsedilmiş Taliban yönetiminin 11 Eylül saldırılarını planladığına, saldırganları yönlendirdiğine veya cesaretlendirdiğine dair bir ifade yer almamıştır. 859 Bu durumda Taliban yönetiminin görevlileri veya organları vasıtasıyla bizzat terörist eylemlerde bulunması ya da örgütlediği, teçhiz ettiği veya kontrolü altında bulundurduğu özel şahısların ve grupların terörist eylemlerde bulunması halinde devletin sorumluluğunun doğduğunu öngören aslî sorumluluk kapsamında sorumluluğunun doğmadığı söylenebilir. Diğer taraftan Taliban yönetiminin saldırı sonrasında uluslararası toplumun terörizme verdiği desteği sona erdirmesine yönelik talepleri yerine getirmemiş ve El Kaide Örgütünün Afganistan’ı terörist amaçlarla kullanmaya devam etmiş olmasının Taliban yönetiminin saldırıyı onayladığı şeklinde yorumlanamayacağı söylenebilir. Uluslararası Adalet Divanının Tahran’daki Rehineler Davası kararına göre, kamuoyuna yansıyan bilgilerin saldırıları Taliban yönetimine isnat edilebilmek için yetersiz olduğu görülür. Ayrıca Taliban 858 859 http://www.pm.gov.uk/files/word/Culpability_document.doc (13. 05. 2002). QUIGLEY, 2003, s. 545. yetkililerin Amerikan aleyhtarı söylemlerinin saldırının Taliban yönetimi tarafından onaylandığı şeklinde yorumlanamayacağı da açıktır. 860 Taliban yönetimi ile El Kaide Örgütü ve Ladin arasındaki ilişkinin dolaylı sorumluluk bağlamında ele alınması halinde, öncelikle Taliban yönetiminin sorumluluğunu gerektirecek derecede eğitim, silah, teçhizat ve malî yardımda bulunmasının söz konusu olmadığı görülmektedir. Buna karşılık ülkesinin teröristler tarafından gerçekleştirilen saldırılar için üs olarak kullanılmasına izin vermesi, terörist örgütlere müsamaha göstermesi, teröristlerin amaçları, hedefleri ve yöntemleri hakkında sahip olduğu bilgileri diğer devletlere aktarmaması ve failleri yargılamaması ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmemesi Taliban yönetiminin dolaylı sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Devletin ülkesinde üslenen terörist grupların gerçekleştirdiği eylemlere veya ülkesinde terörist faaliyetlerde bulunmasına izin vermesi halinde gerçekleştirilen eylemlerden kaynaklanan sorumluluğu açıktır. Ancak dolaylı sorumluluğun doğmuş olması saldırıların Taliban yönetimine isnat edilebilmesi için yeterli değildir. Dolayısıyla ABD’nin meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanması söz konusu olmayıp başvuracağı yollar silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemleri karşısında uygulanması mümkün olan yollarla sınırlıdır. cc. Harekâtın Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Şartları Bakımından Değerlendirilmesi ABD’nin 11 Eylül saldırılarına cevap olarak gerçekleştirdiği askerî harekâtın Taliban yönetimine isnat edilebilir bir nitelikte olup olmamasının yanı sıra gereklilik ve orantılılık şartları bakımından da sorunlu olduğu görülmektedir. ABD’nin Afganistan’a karşı giriştiği harekâtın eleştiriye açık başlıca tarafı da muhtemel saldırıların gerçekleşeceğine ya da harekâtın herhangi yakın bir silahlı saldırı tehlikesini bertaraf ettiğine dair açık ve ikna edici delillere sahip olmamasıdır. 11 Eylül saldırıları klasik terörist saldırı formatında kısa sürede gerçekleştirilmiş ve sona ermiştir. Dolayısıyla harekât başladığı tarihte ABD devam eden herhangi bir silahlı saldırı altında değildir. Oysa meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için ani, karşı konulamaz, başka bir 860 BROWN, s. 11. araç seçimine ve düşünmeye imkân bırakmayan bir gereklilik halinin söz konusu olması gerekmektedir. Mevcut olayda saldırı sona erdiği için geriye yakın bir silahlı saldırı tehlikesi altında olduğunun ispatlanması ihtimali kalmaktadır. Buna karşılık ABD ve İngiltere’nin Güvenlik Konseyine sunduğu mektuplarda gerçekleşmesi beklenen muhtemel saldırılara ilişkin spesifik bir bilgi yer almamaktadır. 861 Gereklilik şartı son çare olarak kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Mevcut olayda sorunun öncelikle barışçı yollarla çözüme kavuşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediğine bakıldığında ABD’nin uzlaşmaz bir tavır sergilediği görülmektedir. Taliban yönetimi ABD’nin 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak gösterilen Ladin’in suçlu olduğuna dair inandırıcı deliller sunmasını talep ederek görüşmelere açık olduğu mesajını vermiştir. Amerikan yönetiminin söz konusu istekleri dikkate almaması ve İngiltere ile birlikte Afganistan’a karşı askerî bir müdahale gerçekleştirmekte kararlı olduğunun anlaşılması karşısında Taliban yönetimi bu kez Ladin’in resmen iadesinin talep edilmesi ve yeterli delil sunulması halinde İslami kurallara göre yargılanmak üzere tarafsız bir ülkeye iade edilebileceğini ve bu amaçla görüşmelere başlamak istediğini açıklamıştır. ABD ise herhangi bir pazarlığı kabul etmeyeceğini bildirerek Taliban yönetiminin isteğini reddetmiştir. 862 Bu durumda ABD’nin Ladin’in iadesini sağlamak için yeterli bir gayret göstermediği söylenebilir. ABD ayrıntılı bilgilerle desteklenmiş bir şekilde iade talebinde bulunabilirdi. Quigley’in de belirttiği gibi bir devletin devletler arasında doğrudan bir temas olmaksızın ve ayrıntılı bir bilgi sunulmaksızın şüpheli şahısları iade etmesi beklenmemelidir. 863 ABD’nin Taliban yönetiminin görüşme teklifini ve delilleri kendisiyle 861 Doktrinde Kalıcı Özgürlük Harekâtının muhtemel bir terörist saldırıdan ziyade 11 Eylül saldırılarına cevap olarak gerçekleştirildiğine dair çeşitli görüşler yer almaktadır. Bkz. GLENNON, s. 548; QUIGLEY, 2003, s. 543-544. Diğer taraftan gereklilik şartının yerine geldiği yönünde çeşitli görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin harekâtın Amerikan hedeflerine yönelik terörist saldırı tehdidini önlemeyi amaçladığını savunan Greenwood, 11 Eylül saldırılarının 1998 Büyükelçilik saldırısı gibi daha önceden gerçekleştirilmiş saldırılarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirterek bu durumun yeni saldırıların gerçekleşeceğini gösterdiğini ileri sürmüştür. Bkz. GREENWOOD, 2003, s. 21-23. O’Connell da benzer şekilde 11 Eylül gibi ciddi bir saldırı gerçekleştikten sonra muhtemel saldırıların da beklenmesi halinde mağdur devletin beklenen saldırılar hakkında ayrıntılı bilgi sunamasa dahi meşru müdafaa hakkı kapsamında kuvvet kullanabileceğini ileri sürmektedir. Bkz. O’CONNELL, 2002 (a), s. 893-899. 862 ‘US rejects Taliban offer to try bin Laden’, http://www.cnn.com/2001/US/10/07/ret.us.taliban/index.html (15. 03. 2002). Bassouni, ABD’nin 11 Eylül saldırıları ile ilgili olarak Ladin’in resmen iadesini talep etmediği ve Ladin’in saldırılara karıştığına dair Taliban yönetimine herhangi bir kanıt sunmadığını belirtmektedir. Bkz. BASSIOUNI, 2002, s. 87. 863 QUIGLEY, 2003, s. 547. paylaşması isteğini reddetmesi sorunun barışçı yollardan çözümü açısından makul bir yaklaşım olmadığı açıktır. ABD Taliban yönetimini Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanımadığı için bu tür bir ilişki içine girmekten kaçınıyorsa bunu daha önceden yaptığı gibi Pakistan aracılığıyla yapabilirdi. Kaldı ki Taliban yetkilileri ile Amerikalı yetkililer önceden görüşmüşlerdir. Kalıcı Özgürlük Harekâtı ile ilgili sorun daha ziyade orantılılık ilkesinde ortaya çıkmaktadır. 11 Eylül saldırılarının Taliban yönetimine karşı haklı bir meşru müdafaa uygulamasında bulunma imkânı verdiği kabul edilse dahi harekâtın saldırılara karıştığı iddia edilen kişilerin ele geçirilmesi, teröristler tarafından kullanılan eğitim kamplarının ve benzeri tesislerin tahrip edilmesi ile sınırlı olması gerekir. Terörist üs veya eğitim kampı gibi spesifik hedeflere ve muhtemel karşı terörist saldırıları önlemek amacıyla ihtiyatlı bir şekilde kuvvet kullanmak silahlı bir saldırıya karşı kabul edilebilir nitelikte cevaplardır. Ancak bir bütün olarak ele alındığında harekâtın bu sınırlı amacı aşarak Taliban yönetimini sona erdirmeyi hedeflediği ve politik bir amaç taşıdığı görülmüştür. 864 Meşru müdafaa hakkına dayanılarak gerçekleştirilecek bir harekât devletin ülkesi üzerindeki egemenliğini veya otoritesini hedef almamalıdır. Tehdidin devlet organlarından kaynaklanmadığı hallerde hedef devletin ülkesi üzerindeki egemenlik haklarından mahrum bırakılmasına izin vermeyen meşru müdafaa hakkı devletin meşru yönetiminin veya de facto idaresinin değiştirilmesine imkân vermez. 865 Her ne kadar Kuzey İttifakı birlikleri Taliban yönetimini devirmiş gözükse de ABD’nin yardımı olmaksızın bunu başaramayacağı açıktır. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagona kaçırılan uçaklarla gerçekleştirilen saldırılara cevap olarak ABD’nin bir ülkeye karşı toptan savaşa girmesi ve o ülkenin mevcut yönetimi devirmesinin orantısız bir eylem olduğu söylenebilir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davası’nda ABD’nin Nikaragua’nın limanlarına ve petrol tesislerine yönelik saldırılarının Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara verdiği destekle orantılı olmadığı kararını vermiştir. 866 Orantılılık ilkesinin teröristlere güvenli 864 Harekâtın asıl sebebinin ABD’nin Afganistan üzerinden geçirilmesi söz konusu olan Orta Asya petrol boru hatlarını kontrol etme arzusuna dayandığı ve bu hedefin gerçekleşmesine engel olarak gördüğü Taliban yönetimini hedef aldığı şeklinde değişik ihtimaller gündeme getirilmiştir. Bkz. QUIGLEY, 2003, s. 550. 865 STAHN, 2002, s. 32-33; SCHRIJVER, s. 290; FARER, s. 359. 866 Par. 237. bölge sağladığı gerekçesiyle yönetimin devrilmesine izin vermediğini belirten Glennon, söz konusu ilkenin Nikaragua olayından daha ciddi bir şekilde ihlâl edildiğini ileri sürmektedir. 867 Sivillerin saldırılara hedef olması da orantılılık ilkesinin ihlâline yol açan bir durumdur. Harekât kapsamında yoğun hava bombardımanı gerçekleştirilmiş ve tahrip gücü yüksek silahlar kullanılmıştır. Her ne kadar Amerikan yönetimi harekâtın sivil ve askerî hedefleri birbirinden ayıracak şekilde dikkatlice planlandığını ve Taliban yönetiminin askerî tesislerini hedef aldığını açıklasa da pek çok sivil hayatını kaybetmiştir. Nitekim Amerikalı yetkililer de hata sonucu pek çok sivil hedefin vurulduğunu kabul etmiştir. 868 Sonuç olarak 11 Eylül saldırıları bir devletin diğer bir devlete karşı gerçekleştirdiği silahlı bir saldırı ölçüsünde kabul edilse dahi 11 Eylülden neredeyse bir ay sonra verilen cevabın savunma amaçlı bir eylem olmaktan çok cezalandırıcı bir eylem niteliğinde olduğu söylenebilir. Bahsedildiği üzere saldırıların Taliban yönetimine isnat edilmesi mümkün olmadığı gibi harekâtın gereklilik ve orantılılık şartlarını da ihlâl ettiği görülmektedir. e. Harekâtın Örf ve Âdet Hukukuna Etkileri Bakımından Değerlendirilmesi Uluslararası toplumun terörist eylemlere ve terörist eylemlere maruz kalan devletlerin gerçekleştirdiği eylemlere yönelik yaklaşımının özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin daha açık bir şekilde görülmesiyle birlikte değişmeye başladığı görülmektedir. 1986 Libya harekâtı ile 2001 Afganistan harekâtına gösterilen tepkilere bakıldığında uluslararası toplumun tepkisinin oldukça değiştiği görülmektedir. 11 Eylül saldırıları sonrasında NATO ve Amerikan Devletler Teşkilatı saldırıları silahlı saldırı olarak nitelendirmiş ve meşru müdafaa hakkının doğduğunu kabul etmiştir. Güvenlik Konseyi saldırı sonrasında aldığı kararlarda meşru müdafaa hakkına işaret etmiştir. Geçmişte terörist eylemler karşısında kuvvet kullanılmasına sık sık muhalefet eden Rusya ve Çin gibi devletler ABD’nin meşru müdafaa 867 GLENNON, s. 545-546. http://web.amnesty.org/ai.nsf/Index/ASA110222001?OpenDocument&of=COUNRIES/AFGHANISTAN (28. 04. 2004). 868 hakkına dayanarak gerçekleştirdiğini ileri sürdüğü Kalıcı Özgürlük Harekâtı’nı desteklemiştir. Bu bağlamda 11 Eylül saldırıları karşısında uluslararası toplumun ortaya koyduğu tepki ve ABD’nin Afganistan’da gerçekleştirdiği askerî harekâta yönelik yaklaşımların devletlerin uygulamaları ve kanaatlerinden oluşan örf ve âdet hukukunu yeniden şekillendirdiği yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre, uluslararası toplumun terörizme önlemeye yönelik çabaları ve terörizmi destekleyen devletleri kınamaya yönelik artan eğilimlerinin devletlerin sorumluluğu konusunda sınırlı bir yaklaşımı savunan uluslararası hukuk kurallarını değiştirmiş ve mağdur devletin teröristleri aktif bir şekilde destekleyen veya gönüllü olarak himaye eden ya da teröristlerin ülkesinde barınmasına müsaade eden devletlere karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kuvvet kullanmasına imkân veren yeni bir örf ve âdet hukuku kuralı oluşmuştur. 869 Örneğin Kirgis, ABD’nin 11 Eylül saldırılarına cevap olarak Afganistan’da gerçekleştirdiği müdahaleyi meşru müdafaa hakkına dayandırdığına ve diğer devletlerin de ABD’nin bu iddiasına itiraz etmediklerine dikkat çekerek uluslararası örf ve âdet hukukunun devletlerin iddiasına ve kabulüne dayandığını, ABD’nin ileri sürdüğü meşru müdafaa hakkına ilişkin herhangi bir itiraz gelmemiş olmasının bu hakkın diğer devletlerin ülkelerinde silahlı saldırılarda bulunan terörist grupları destekleyen veya himaye eden devletlere karşı savunma nitelikli önlemlerde bulunacak şekilde genişlediğini gösterdiğini belirtmiştir. 870 Travalio ve Altenburg da benzer şekilde, 11 Eylül sonrasında uluslararası toplumun Amerikalı yetkililerin teröristlerle onları destekleyen ve himaye edenler arasında bir fark gözetilmeyeceğine ilişkin açıklamalarına ve Kalıcı Özgürlük Harekâtı’na yönelik herhangi bir eleştiride bulunmaması ve olumlu tepkiler vermesinin gelişen yeni örf ve âdet hukukunun en güçlü delili olduğunu ileri sürmüştür. 871 Yeni bir örf ve âdet hukuku kuralının oluştuğu ileri sürülen görüşlerde devletlerin uygulamasında bir yeknesaklık olması halinde söz konusu kuralın oluşması için gerekli olan devletlerin aynı yönde davranış ve tutumların uzun bir süre devam etmesi şartının aranmadığı görülmektedir. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası’na atıf yapılarak 869 TRAVALIO & ALTENBURG, s. 107; SLAUGHTER Anne-Marie & BURKE, William Burke: “An International Constitutional Moment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 2. 870 KIRGIS, http://www.asil.org/insights/insigh78.htm (04. 01. 2003). 871 TRAVALIO & ALTENBURG, s. 109. özellikle konuyla yakından ilgili devletlerin yeknesak uygulamalarının çok kısa bir sürede de örf ve âdet hukuku kuralı oluşturabileceği ileri sürülmüştür. 872 Uluslararası örf ve âdet hukuku sürekli bir gelişme ve değişim süreci içindedir. Bu bağlamda terörizme karşı kuvvet kullanımına başvurmanın geçmişe nazaran günümüzde uluslararası toplum tarafından daha fazla kabul edilebilir bulunduğu görülmektedir. Bununla birlikte söz konusu kurallar sadece devletlerin yaptıklarından ibaret değildir ve ancak “hukuk olarak kabul edilen genel bir uygulamanın varlığı” halinde vücuda gelmesi mümkün olur. Devletlerin örf ve âdet hukuku oluşturulabilen uygulamaları sadece yaptıklarından ibaret olsaydı, devletler arasındaki kuvvet kullanma yasağının bu yollarla ortadan kalktığı sonucuna ulaşmak mümkün olabilirdi. Uluslararası örf ve âdet hukuku kuralının varlığından bahsedebilmek için devletlerin genel uygulamalarını ifade eden objektif unsur ve bu uygulamanın bir hukuk kuralı olduğu inancı ile gerçekleştirilmesini ifade eden sübjektif unsurun gerçekleşmesi gerekmektedir. 873 11 Eylül sonrasında bahsedildiği üzere objektif unsur gerçekleştiği kabul edilse dahi, devletlerin yaptıklarını bir hukuk kuralı olduğuna inanarak yapmaları gerektiğini ifade eden sübjektif unsur gerçekleşmemiştir. Stahn’ın da belirttiği gibi ABD’nin meşru müdafaa iddiasının uluslararası toplumda yaygın bir kabul görmüş olmasının temelinde terörist saldırılar karşısında kuvvet kullanımına başvurulmasını kolaylaştıracak yeni bir örf ve âdet hukuku kuralının doğmasından çok 11 Eylül saldırıları ile daha önceki terörist saldırılar arasında saldırıların meydana geliş tarzı, gerçekleştiği yer ve sebep olduğu can ve mal kaybına ilişkin farklılıklar önemli bir rol oynamıştır. 874 11 Eylül saldırıları 1986 Libya saldırısına gerekçe teşkil eden terörist saldırı gibi devletin ülkesi dışında vatandaşlarına yönelik bir saldırı ya da 1998 yılında Amerikan Büyükelçiliklerine düzenlenen saldırılar gibi devletin diplomatik temsilciliklerine yönelik bir saldırı değildir. Tam tersine ABD kendi ülkesinde silahlı saldırı sınıfına kolayca sokulabilecek nitelikte saldırılara maruz kalmıştır. Diğer taraftan daha önceki terörist saldırılar karşısında gerçekleştirilen harekâtlara yönelik eleştiriler farklıdır. Örneğin 1986 Libya saldırısında temel eleştiri münferit ve küçük ölçekli bir saldırının bu denli geniş kapsamlı bir meşru müdafaa hakkına neden olmadığı 872 BONAFEDE, s. 206. BAŞEREN, 2003.(b), s.70. 874 STAHN, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). 873 noktasında odaklanmıştır. Oysa 11 Eylül saldırılarının neden olduğu can ve mal kaybı önceki saldırılarla mukayese edilemeyecek derecede büyüktür. Yine 1998 Sudan ve Afganistan saldırılarında ABD’nin yeterli delile sahip olmadığı gündeme getirilerek gerçekleştirilen harekâtlar eleştirilmiştir. 11 Eylül saldırıları sonrasında ise örneğin NATO ABD’nin ileri sürdüğü delillerin ikna edici olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Güvenlik Konseyinin aldığı kararlar Taliban yönetimi ile El Kaide Örgütü arasında var olduğu iddia edilen bağlantıyı açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumda Kalıcı Özgürlük Harekâtının daha önceki kuvvet kullanımlarına yönelik bahsedilen eleştiriler bakımından hukukî açıdan daha az tartışmalı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla meşru müdafaa hakkına başvurulabilmesi için öncelikli şart olan silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından da gerçekleştirilebileceği kabul edilmiş ancak söz konusu hakkın genel hukukî çerçevesi değişmemiştir. Sonuç olarak ABD’nin gerçekleştirdiği bu eylemler nedeniyle kınanmamış olmasının yeni bir hukuk kuralının kabulünden çok sempati ve maruz kalınan can ve kaybına yönelik anlayışı gösteren bir durum olarak değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. SONUÇ Modern teknolojinin tüm imkanlarını kullanan, faaliyet alanını ulusal sınırları aşarak tüm dünyaya yayan, insan hayatını, ekonomik yaşamı, siyasî istikrarı ve uluslararası ilişkileri etkileyebilme gücünü kazanan uluslararası terörizm yönelttiği tehdit ve buna karşı verilen cevaplar bakımından ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli etkileri olan bir fenomen haline gelmiştir. ‘Modern dünyanın kanseri’ şeklinde nitelendirilen terörizm uluslararası toplumun güvenliğine yönelttiği tehlike nedeniyle derhal çözüme kavuşturulması gereken bir sorun niteliği kazanmıştır. Terörizmin uluslararası bir sorun olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte devletler bir yandan kendi iç hukuk düzenlerinde terörle mücadele amacıyla çeşitli kanunî düzenlemeler yapmışlar, diğer yandan da uluslararası alanda çalışmalara başlamışlardır. Terörizm tehdidi altında bulunan devletlerin terörizmle etkili bir şekilde mücadele edebilmek için iç hukuk sistemlerinde bazı yasal düzenlemeler yaptıkları bilinmektedir. ABD örneğinde görüldüğü gibi söz konusu düzenlemelerde kişisel özgürlükleri sınırlandıran ve bireylerin özel hayatlarına müdahale imkânı veren bazı hususlara yer verilmektedir. 11 Eylül sonrasında Amerika’da toplumsal histeriye dönüşen bir tutumla insan haklarına ve demokratik ilkelere ters düşen ve yürütmenin gücünü artıran önlemler alınmış, özel mahkemelerin ve yargılama sistemlerinin oluşturulması dahil yargı sisteminde ve ceza hukukunda değişikliklere gidilmiş, terörist eylemlerin malî kaynaklarının kesilmesine ve istihbaratın artırılmasına yönelik önlemler alınmış, ülkeye giriş ve çıkışlarda uygulanan kontroller daha da sıklaştırılmıştır. ABD’nin bu uygulamaları kendi iç güvenliği açısından kabul edilebilir olmakla birlikte, modern dünyanın geldiği noktada terörizme karşı yürütülen savaşı kazanmak adına anti demokratik davranışları ve insan hakları ihlallerini hoş görmek mümkün değildir. Terörizmle mücadele amacıyla uluslararası alanda yürütülen çalışmalarda ise uluslararası toplumun terörizm kavramına yaklaşımındaki farklılıklar başta olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı ortak bir çerçeve oluşturulamamış ve etkili bir mücadele yöntemi geliştirilememiştir. Hatta terör, terörizm ve terörist kavramları üzerinde uluslararası toplumun tümü veya belirli bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş ortak bir tanım dahi yapılamamıştır. Sektörel bazda yapılan ve kısmi çözümler getiren düzenlemeler ise terörizmi önleyebilmek için gerekli işbirliğini sağlamakta başarısız olmuştur. Uluslararası toplumun terörizmle mücadeledeki bu başarısızlığı devletleri terörizmle mücadele edebilmek için kuvvet kullanmaya yöneltmiş ve terörist saldırıya uğrayan devletler, terörizmi ulusal güvenliği ilgilendiren silahlı bir uyuşmazlık hali kabul ederek kuvvet kullanmayı içeren tek taraflı önlemlere başvurmayı tercih etmişlerdir. Terörizm sorununa ortak bir çözüm bulunana kadar mağdur devletler için başvurulabilecek yegâne alternatif olduğu izlenimi veren bu tür tek taraflı önlemler hem uluslararası hukuka uygunluk hem de yerindelik bakımından tartışmalıdır. Nitekim terörizm karşısında aktif bir tutum benimseyerek kuvvet kullanan devletler uluslararası hukuka aykırı davrandığı, diğer devletlerin ülke bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını ihlâl ettiği ve sivillerin ölümüne sebebiyet verdiği şeklinde eleştirel bazı yaklaşımlara konu olmuştur. Ayrıca terörist saldırılar sonrasında gerçekleştirilen askerî harekâtlar terörist şiddetin artmasına yol açtığı gibi terörist liderlerin belli çevrelerde daha popüler bir kişi haline gelmesine veya kahraman olarak görülmesine neden olmaktadır. Uluslararası hukuk açısından bakıldığında BM Andlaşması’nın kabulüyle birlikte uluslararası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesinin öngörüldüğü ve uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma ve kullanma tehdidinde bulunulmasının yasaklandığı görülmektedir. Günümüzde uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı niteliğinin yanı sıra jus cogens kuralı olduğu da kabul edilen söz konusu yasağa göre, kuvvet kullanabilmek ancak meşru müdafaa hakkı ya da Güvenlik Konseyinin zorlayıcı önlemler kapsamında kuvvet kullanılmasına karar vermesi halinde mümkündür. Dolayısıyla terörist saldırılar karşısında uluslararası hukuka uygun olarak kuvvet kullanımında bulunabilmek için gerçekleştirilen harekâtın bahsedilen iki istisnadan birisine dayanması gerekmektedir. Söz konusu istisnalardan biri olan meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için öncelikli olarak silahlı bir saldırının gerçekleşmesi gerekmektedir. Geleneksel olarak silahlı saldırının devletler arasında olabileceği kabul edilmekle birlikte BM Andlaşması’nda silahlı saldırının sadece devlet kaynaklı olacağına dair bir ifade yoktur. Silahlı saldırı kavramının devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen terörist eylemleri kapsayacak bir şekilde yorumlanması, devletlerin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bu yeni tehdit karşısında savunmasız bırakılmaması ve Birleşmiş Milletler sisteminin kendi sınırları içinde mevcut şartlara uyum sağlaması için de gereklidir. Kaldı ki 51. maddenin BM Andlaşması hazırlanırken öngörülemeyen bu gelişmelerden etkilenmeyeceğini ileri sürmek makul bir yaklaşım değildir. Devlete karşı gerçekleştirilen terörist saldırının silahlı saldırı oluşturabilecek yeterli ağırlığa ve etkiye sahip olması halinde terörist örgüt söz konusu devlete karşı silahlı bir saldırı gerçekleştirmiş kabul edilmelidir. Silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilebileceği ve devlet dışı aktörlere karşı meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanılabileceği kabul edilmekle birlikte devletin ülkesi kaynaklı bir terörist saldırı o devlete karşı meşru müdafaa hakkına başvurabilmek için yeterli değildir. Devlet gibi bir ülke parçasına sahip olmayan ve bu nedenle diğer bir devletin ülkesinde üslenen teröristlere karşı kuvvet kullanmak kaçınılmaz olarak söz konusu devleti gerçekleştirilecek askerî harekâtın hedefi konumuna getirecek ve ilgili devletin ülke bütünlüğünün ihlâl edilmesine neden olacaktır. Bu durumda silahlı saldırı boyutuna ulaştığı kabul edilen terörist eylemin terörizme destek veren devlete ne zaman isnat edilebileceği sorusunun çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Çünkü BM Antlaşması’nın 51. maddesi anlamında silahlı bir saldırının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinde sadece terörist gruplara yönelik devlet desteğinin derecesinin dikkate alınması yeterli değildir. Bunun için terörist saldırının devlete isnat edilebilir bir nitelikte olması gerekmektedir. Devletin organları veya görevlilerinin terörist bir eylemde bulunması, terörist grubun devletin kontrolü ve idaresi altında olması, devletin terörist eylemi onaylaması ya da devletle terörist örgüt arasındaki ilişkinin finansman ve ekipman desteğinin ötesine giderek terörist grupların eğitilmesi, örgütlenmesi, eylemlerin planlanması ve denetlenmesi boyutuna ulaşması halinde eylem devlete isnat edilebilecektir. Ancak terörist saldırıya uğrayan devletin terörist saldırının söz konusu devlete isnat edilebileceğini dair açık ve inandırıcı delillere ispatlaması gerekmektedir. Terörist saldırının devlete isnat edilememesi halinde mağdur devletin meşru müdafaa hakkına başvurması hukuken mümkün değildir. Bu durumda mağdur devlet, sadece silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan kuvvet kullanma eylemlerine karşı kullanılabilecek yollara başvurabilir. Sadece silahlı saldırı boyutuna ulaşan ve destekleyen devlete açık delillerle isnat edilebilen terörist saldırıların meşru müdafaa hakkı kapsamında değerlendirilmesine izin veren bu tür kontrollü bir yaklaşım, BM Andlaşması’nın esnekliğini devam ettirmesine ve değişen şartlara uyum sağlayabilmesine imkân verecektir. Ayrıca gerçekleştirilecek kuvvet kullanımı meşru müdafaa hakkı için öngörülen şartlara tâbi olacak ve söz konusu hakkın düşüncesiz ve fevrî bir şekilde kullanılması önlenebilecektir. Diğer taraftan Birleşmiş Milletler uluslararası terörizmin neden olduğu tehdidin önlenebilmesine yönelik mücadeleler için elverişli bir platform oluşturmaktadır. Uluslararası terörizmle mücadelenin BM çatısı altında yürütülmesi gerek hukukî gerek politik bakımdan pek çok avantaj sunmaktadır. Güvenlik Konseyinin, uluslararası terörizme yönelik kuvvet kullanma ve diğer mücadele çabalarına katılması söz konusu tehdide karşı hukuken meşru ve geniş bir desteğe sahip önlemler ağı oluşturmaya yardım edecektir. Bu nedenle bir veya daha fazla devletin ülkesinde yerleşebilme imkânına sahip devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlere karşı yürütülecek mücadelede Güvenlik Konseyi sorumluluğu üstlenmeli ve terörizmle mücadelenin her aşamasında BM yer almalıdır. Zira terörist eylemin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği, bozduğu ve saldırı fiilinin gerçekleştiğinin tespit edilmesi halinde ortak güvenlik sistemi harekete geçirilerek VII. Bölüm çerçevesinde zorlayıcı tedbirlere başvurulmasına karar verilebilecektir. Nitekim Konsey bir çok kararında terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit oluşturduğunu kabul etmiştir. Bu çerçevede geçmişte etkili bir yol olduğu görülen siyasî, diplomatik ve ekonomik yaptırımlara başvurularak devletlerin terörizme destek vermesi engellenebilecektir. Konseyin terörist saldırılar karşısında kuvvet kullanılmasına dair bir yetkilendirmede bulunmuş olması ise başvurulacak kuvvet kullanımının meşruiyetini hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Bu ise, Konseyin yetkilendirmesi olmaksızın gerçekleştirilecek kuvvet kullanımının uzun vadede BM’nin amaçlarını ve BM sistemini olumsuz bir şekilde etkilemesini önleyebilecektir. Uluslararası hukuk alanında kararlar alıp yürüten en önemli organizasyon olan BM, terörizmin önlenmesi için yapılacak hukukî düzenlemelerde de öncü rol oynamalıdır. Bu meyanda terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasını amaçlayan kapsamlı bir anlaşma yapılmalıdır. Yapılacak anlaşma, terörizm hakkında gerçekleştirilmiş bütün düzenlemeleri tek bir metin haline getiren ve her birinin amacını kapsayan bir anlaşma olmalıdır. Böylece daha önceden gerçekleştirilmiş düzenlemeler arasındaki tutarsızlıklar ortadan kaldırılacak, belirsizlik ve eksiklikler giderilebilecektir. Ayrıca yapılacak düzenlemede her ne amaca yönelik olursa olsun bütün terörist eylemler suç sayılmalı, bu tür şiddet eylemleri yasaklanmalı ve işleyenler cezalandırılmalıdır. Bu amaçla terör suçlarını yargılayacak uluslararası bir mahkeme oluşturulmalıdır. Devletin ülkesiyle sınırlı kalmayan bu tehdit karşısında yürütülecek hukukî mücadelenin tek taraflı önlemler yerine uluslararası bir yargı sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmesinin daha etkili sonuçlar doğuracağı açıkça görülmektedir. Devletin kendi iç hukuku çerçevesinde askerî veya sivil mahkemelerde gerçekleştireceği yargılamadan farklı olarak değişik ülkelerin vatandaşı olan hakimlerden oluşacak tarafsız bir uluslararası mahkeme daha meşru bir görünüm kazanacak ve uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı çekmeyecektir. Bu amaçla teröristleri yargılamak üzere ad hoc uluslararası mahkeme kurulabileceği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi bünyesinde “insanlığa karşı suç” başlığı altında bu tür bir yargılama gerçekleştirilebilir veya Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsü terörist eylemleri de kapsayacak şekilde değiştirilerek muhtemel terörist saldırılarının faillerini yargılayabilecek hale getirilebilir. Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül sonrasında oluşan uluslararası yapı, terörizm konusunda bahsedilen hususları içeren kapsamlı düzenlemeler yapılabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Terörizmin bu yeni görünümü karşısında uluslararası hukuk çerçevesinde yeni çözüm yolları da aranmalıdır. Terörizmi yalnız bir güvenlik sorunu olarak ele almak ve çözüm üretmeye çalışmak yeterli değildir. Verilecek mücadele siyasi, ekonomik, diplomatik, askeri ve istihbarat araçlarını da kullanarak uzun zamana yayılacak bir şekilde çok yönlü yürütülmelidir. Bu anlamda sorunu uzun vadede çözüme kavuşturabilmek için öncelikli olarak başta Filistin sorunu olmak üzere bölgesel uyuşmazlıklar sona erdirilmeli, ülkeler arası sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için gayret gösterilmelidir. Söz konusu faktörler terörizmin sebepleri arasında yer alan ideolojik ve dini aşırılıkları besleyen temel kaynaklar olarak ortaya çıkmaktadır. KAYNAKÇA KİTAPLAR Additional Protocol to the European Convention on Extradition and Explanatory Report, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1995. ALEXANDROV, Stanimir A.: Self-Defense Against the Use of Force in International Law, Kluwer Law International, The Hague, 1996. ALPKAYA, Gökçen: Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002. ARAL, Berdal: Uluslararası Hukukta Meşru müdafaa Hakkı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999. ART, Robert J. & WALTZ, Kenneth N.: The use of Force Military Power and International Politics, Rowman Klittlefield Publishers, Oxford, 1999. ATEŞ EKŞİ, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003. BASSIOUNI, M. Cherif: International Criminal Law, Second Ed., Vol. I Crimes, Transnational Publishers, Newyork, 1999. BASSIOUNI, M. Cherif: International Terrorism: A Compilation of U.N. Documents (1972-2001), Vol. II, Transnational Publishers, Newyork, 2002. BAŞEREN, Sertaç H.: Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2003. BEŞE, Ertan: Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002. BOWETT, Derek W.: Self-Defense in International Law, New York, Praeger, 1958. BOZKURT, Enver: Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanma, Nobel Yayınları, Ankara, 2003. BROWNLIE, Ian: International Law and the Use of Force by States, Clarendon Press, Oxford, 1963. BROWNLIE, Ian: Principles of Public International Law, Fifth Ed., Oxford University Press, Oxford, 1998. CASSESE, Antonio: International Law, Oxford University Press, Oxford, 2001. CHADWICK, Elizabeth: Self-Determination, Terrorism, and The International Humanitarian Law of Armed Conflict, Martinus Nijhof Publishers, Dordrecht, 1996. DAMROSCH, Lori Fischer: Beyond Confrontation International Law for the PostCold War Era, Westview Press, Colarado, 1995. DINSTEIN, Yonah: War, Aggression and Self-Defence, Third Ed., Cambridge Universtiy Press, Cambridge, 2001. DÖNMEZER, Sulhi & ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, Cilt III, Beta Yayınları, İstanbul, 2000. Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 2003, ERICKSON, Richard J.: Legitimate Use of Military Force Against State-Sponsored International Terrorism, Air University Press, Alabama, 1989. GRAY, Christine: International Law and the Use of Force, First Ed., Oxford University Press, Oxford, 2000. GÜNDÜZ, Aslan: Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998. GÜZEL, Cemal: Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002. HAN Henry H.: Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Oceana Pub., New York, 1993. HENDERSON, Harry: Global Terrorism The Complete Reference Guide, Chackmark Books, New York, 2001. HIGGINS, Rosalyn & FLORY, Maurice: Terrorism and International Law, First Ed., Routledge, 1997. HIGGINS, Rosalyn: Problems and Process International Law and How We Use It, Clarendon Press, Oxford, 1994. KESKİN, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998. LAMBERT, Joseph J.: Terrorism and Hostages in International Law a Commentary on the Hostages Convention 1979, Cambridge Grotius Pub., Cambridge, 1990. MERRILS, J. G.: International Dispute Settlement, Third Ed., Cambridge University Press, Cambridge, 2000. OSTROWSKY, Victor: By Way of Deception, Wilshire Press, 2002. PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999. PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (IV. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2000. PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, (II. Kitap), Turhan Kitabevi, Ankara, 2003. SCHACHTER, Oscar: International Law in Theory and Practice, Martinus Niihoff Publisjers, Dordrecht, 1991. SIMMA, Bruno: The Charter of the United Nations A Commentary, Oxford University Press, Oxford, 1994. Silahlı Kuvvetler İçin Savaş Hukuku Bilgisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1987. ŞENER, Esat: Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001. TARHAN, Ali: Dünyada ve Türkiye’de Terör, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002. TOLUNER, Sevin: Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2000. YENİSEY, Feridun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988. ZAFER, Hamide: Ceza Hukukunda Terörizm, Beta Yayınları, İstanbul, 1998. MAKALELER “Responding to Terrorism: Crime, Punishment, and War”, Harv. L. Rev., Vol. 115, 2002, s. 1217-1238. ADDICOTT, Jeffrey F.: “Legal and Policy Implications for A New Era: The ‘War on Terror’”, Scholar, Vol. 4, 2002, s. 210-259. ADDICOTT, Jeffrey F.: “Proposal for a New Executive Order on Assassination”, U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 751-785. ALEXANDER, Dean C.: “Maritime Terrorism and Legal Responses”, Transp. L. J., Vol. 19, 1991, s. 453-492. ALEXANDER, Yonah: “Terrorism in the Twenty-First Century: Threats and Responses”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 1999, s. 59-95. ALEXANDER, Yonah & MYERS, Kenneth A.: “Avrupa’da Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 209-216. ALMOND, Harry H.: “The Legal Regulation of International Terrorism”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 199-211. AREND, Anthony Clark: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; International Law and Rogue States: The Failure of the Charter Framework”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 735-753. BAKER, Mark B.: “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defense (A Call to Amend Article 51 of the United Nations Charter)”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No.1, 1987, s. 25-49. BAKER, Stuart G.: “Comparing the 1993 U. S. Airstrike on Iraq to the 1986 Bombing of Libya: The New Interpretation of Article 51”, Ga. J. Int’l & Comp. L., Vol. 24, 1996, s. 99-116. BASSIOUNI, M. Cherif: “International Terrorism”, in International Criminal Law, Second Ed., Vol. I Crimes, Ed. by. M. Cherif Bassıounı, Transnational Publishers, Newyork, 1999, s. 765-801. BASSIOUNI, M. Cherif: “ ‘Terrorism and Business’: Forward: Assessing ‘Terrorism’ into the New Millennium”, DePaul Bus. L. J., Vol. 12, 2000, s. 1-20. BASSIOUNI, M. Cherif: “Universal Jurisdiction for International Crimes: Historical Perspectives and Contemporary Practice”, Va. J. Int’l L., Vol. 42, 2001, s. 81-162. BASSIOUNI, M. Cherif: “Legal Control of International Terrorism: A Policy-Oriented Assesment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 83-103. BAŞEREN, Sertaç H.: “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’ta Gerçekleştirdiği Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, C. II, S. 1, 1995, s. 224-233. BAŞEREN, Sertaç H.: “Terörizm, Kavramsal Bir Değerlendirme ve Hukukî Mücadele Yaklaşımları”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 1, 1998, s. 155168. BAŞEREN, Sertaç: “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, Vecdi Aral’a Armağan, 2001, s. 69-78. BAŞEREN, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 183-205. BEARD, Jack M.: “Military Action Against Terrorist Under International Law: America’s New War on Terror: The Case for Self_Defense under International Law”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, s. 559-590. BECK, Robert J. & AREND, Anthony Clark: “Don’t Tread on Us: International Law and Forcible State Responses to Terrorism”, Wis. Int’l L. J., Vol. 12, 1994, s. 153-219. BEKKER, Peter H. F.: “Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from the Aerial Incidents at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United Kingdom) and Preliminary Objections, Judgments”, Am. J. Int’l. L., Vol. 92, 1998, s. 503-508. FRY, James D.: “Terrorism as a Crime Against Humanity and Genocide: the Backdoor to Universal Jurisdiction”, UCLA J. Int’l L. & For. Aff. Vol. 7, 2002, s. 169-199. BERES, Louis Rene: “International Law Requirs Prosecution, Not Celebration, of Arafat”, U. Det. Mercy L. Rev., Vol. 71, 1994, s. 569-580. BERES, Louis Rene: “On Assassination as Anticipatory Self-Defense: The Case of Israel”, Hofstra L. Rev., Vol. 20, 1991, s. 321-340. BERES, Louis Rene: “The Legal Meaning of Terrorism for the Military Commander”, Conn. J. Int’l L., Vol. 11, 1995, s. 1-27. BERES, Louis Rene: “The Meaning of Terrorism-Jurisprudential and Definitional Clarifications”, Vand. J. Transnat’l L., Vol. 28, 1995, s. 239-250. BIGGIO, Frank A.: “Neutralizing the Threat: Reconsidering Existing Doctrines in the Emerging War on Terrorism”, Case W. Res. J. Int'l L., Vol. 34, 2002, s. 1-43. BISONE, Federica: “Killing a Fly With a Cannon: The American Response to the Embassy Attacks”, N. Y. L. Sch. J. Int’l. & Comp. L., Vol. 20, 2000, s. 93-115. BLUM, Yehuda Z.: “The Gulf Of Sidra Incident”, Am. J. Int’l. L., Vol. 80, 1986, s. 668677. BONAFEDE, Michael C.: “Here, There, And Everywhere: Assessing the Proportionality Doctrine and U.S. Uses Of Force in Response to Terrorism after the September 11 Attacks”, Cornell L. Rev., Vol. 88, 2002, s. 155-214. BOYLE, Francis A.: “Military Response to Terrorism: Remarks of Francis Boyle”, Proc. Am. Soc’y Int’l L., Vol. 81-82, 1987-1988, s. 288-297. BRENNAN, Maureen F.: “Avoiding Anarchy: Bin Laden Terrorism, the U. S. Response, and the Role of Customary International Law”, La. L. Rev., Vol. 59, 1999. s. 1195-1215. BROWN, Davis: “Use of Force Against Terrorism after September 11th: State Responsibility, Self-Defense and Other Responses”, Cardozo J. Int’l & Comp. L., Vol. 11, 2003, s. 1-53. BUSBY, J.Brett: “Jurisdiction to Limit Third-Country Interaction With Sanctioned States: The Iran and Libya Sanctions and Helms-Burton Acts”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 36, 1998, s. 621-658. BYERS, Michael: “Terrorism, The Use of Force and International Law after 11 September”, Int’l & Comp. L. Q., Vol. 51, 2000, s. 401-441. CAMPBELL, Leah M.: “Defending Against Terrorism: A Legal Analysis of the Decision to Strike Sudan and Afghanistan”, Tul. L. Rev., Vol. 74, 1999-2000, s. 1067-1096. CAPEZZUTO, Louis J.: “Preemptive Strikes Against Nuclear Terrorists and their Sponsors: A Reasonable Solution”, N. Y. L. Sch. J. Int’l. & Comp. L., Vol. 14, No. 2-3, 1993, s. 375-399. CARBERRY, Jacqueline Ann: “Terrorism: a Global Phenomenon Mandating a Unified International Response”, Ind. J. Global Legal Stud., Vol. 6, 1999, s. 685719. CASSESE, Antonio: “The International Community’s ‘Legal’ Response to Terrorism”, Int’l & Comp. L. Q., Vol. 38, No. 3, 1989, s. 589-608. CASSESE, Antonio: “Terrorism is also Disrupting Some Crucial Legal Categories of International Law”, Eur. J. Int’l L., Vol. 12, No. 5, 2001, s. 993-1001. COGEN, Marc: “The Impact of International Humanitarian Law on Current Security Policy Trends”, http://www.crimesofar.org/expert/attack-cogen.html (08. 12. 2003). COHAN, John Alan: “Formulation of a State’s Respone to Terrorism and State-Sponsored Terrorism”, Pace Int’l L. Rev., Vol. 14, 2002, s. 77-119. COLL, Alberto R. “The Legal and Moral Adequacy of Military Responses to Terrorism”, Proc. Am. Soc’y Int’l L.,Vol. 81-82, 1987-1988, s. 297-307. CONDRON, Sean M.: “Justification for Unilateral Action in Response to the Iraqı Threat: A Critical Analysis of Operation Desert Fox”, Mil. L. Rev., Vol. 161, s. 115-180. D’AMATO, Anthony: “Israel’s Air Strike upon the Iraqi Nuclear Reactor”, Am. J. Int’l L., Vol. 77, 1983, s. 584-588. D’ANGELO, Deborah: “The ‘Check’ on International Peace and Security Maintenance: The International Court of Justice and Judicial Reeview of Security Council Resolutions”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 23, 2000, s. 561593. DAUDET, Yves: “International Action Against State Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 201-215. DAUM, Caryn L.: “The Great Comprimise: Where to Convone the Trial of the Suspects Implicated in the Pan am Flight 103 Bombing Over Lockerbie, Scotland”, Suffolk Transat’l L. Rev., Vol. 23, 1999, s. 131-156. DELBRUCK, Jost: “The Fight Against Global Terrorism: Self-Defense or Collective Security as International Police Action? Some Comments on the International Legal Implications of the ‘War Against Terrorism”, G.Y.I.L, Vol. 44, 2001, s. 9-24. DER BAGDASARIAN, Sabrina R.: “The Need for International Cooperation to Suppress Terrorism: the United States and Germany as an Example”, N. Y. L. Sch. J. Int’l & Comp. L., Vol. 19, 1999, s. 265-284. DRUMBL, Mark A.: “Judging The September 11 Terrorist Attack”, Hum. Rts. Q., Vol. 24, No. 2, 2002, s. 323-360. DRUMBL, Mark A.: “Terrorist Crime, Taliban Guilt, and the Asymmetries of the International Legal Order”, N. C. L. Rev., Vol. 81, 2002, s. 1-113. DUGARD, John: “International Terrorism: Problems of Definition”, Int’l Aff., Vol. 50, No. 1, 1974, s. 67-81. EINISMAN, Alan: “Ineffectiveness at Its Best: Fighting Terrorism with Economic Sanctions”, Minn. J. Global Trade, Vol. 9, 2000, s. 299-326. EL-AYOUTY, Yasin: “International Terrorism under the Law”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 485-499. FARER, Tom J.: “Beyond the Charter Frame: Unilateralism or Condominium?”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 359-364. FARRELL, William R.: “Responding to Terrorism: What, Why and When”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 449-453. FARRELL, William R.: “Terrorism is…?”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, s. 401-410. FEINSTEIN, Barry A.: “Operation Enduring Freedom”, J. Transnat'l L. & Pol’y, Vol. 11, 2002, s. 201-295. SMITH, Paul J.: “Transnational Terrorism and the al Qaeda Model: Confronting New Realities”, Parameters, summer, 2002, s. 33-46. FELDMAN, Noah: “Choices of Law, Choices of War”, Harv. J.L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 457-485. FIDLER, David P. “War, Law & Liberal Thought :The Use of Force in the Reagan Years”, Ariz. J. Int’l & Comp. Law, Vol. 11, 1994, s. 45-115. FIELDS, Louis G.: “Contemporary Terrorism and the Rule of Law”, Mil. L. Rev., Vol. 113, 1986, s. 1-15. FILLER, Daniel M.: “Values We Can Afford-Protecting Constitutional Rights in an Age of Terrorism: A Response to Crona and Richardson”, Okla. City U. L. Rev. Vol. 21, 1996, s. 409-421. FITZGERALD, Peter L.: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Managing ‘Smart Sanctions’ Against Terrorism Wisely”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 957-983. FLORY, Maurice: “International Law: An Instrument to Combat Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 30-39. FRANCK, Thomas M. & PATEL, Faiza: “UN Police Action in Lieu of War: The Old Order Changeth”, Am. J. Int’l L., Vol. 85, 1991, s. 63-74. FRANCK, Thomas M.: “Terrorism and the Right of Self Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, s. 839-843. FRANK, Jonathan A.: “A Return to Lockerbie and the Montreal Convention in the Wake of the September 11th Terrorist Attacks: Ramifications of Past Security Council and International Court of Justice Action”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y Vol. 30, 2002, s. 532-546. FROWEIN, Francis: “The Present State of Research Carried Out by the English-speaking Section of the Centre for Studies and Research”, in The Legal Aspect of International Terrorism, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1989, s. 55-91. GADOURY, Christopher L.: “Should the United States Officially Recognize the Taliban? The International Legal and Political Considerations”, Hous. J. Int’l L., Vol. 23, 2001, s. 386-428. GAJA, Giorgio: “In What Sense Was There an ‘Armed Attack’?”, Eur. J. Int’l L. Discussion Forum, The Attack on the World Trade Center: Legal Responses, http://www.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html (05. 05. 2003). GANOR, Boaz: “Suicide Terrorism: an Overview” http://www.ict.org.il/articles/ articledet. cfm?articleid=128 (21. 11. 2003). GERAGHTY, Thomas: “The Criminal-Enemy Distinction: Prosecuting a Limited War Against Terrorism Following the September 11, 2001 Terrorist Attacks”, McGeorge L. Rev., Vol. 33, 2002, s. 551-591. GILBERT, G.: “The ‘Law’ and Transnational Terrorism”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 3-32. GILL, T. D.: “Legal and Some Political Limitations on the Power the UN Security Council to Exercise its Enforceme Powers under Chapter VII of the Charter”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 33-138. GLENNON, Michael J.: “International Kidnapping: State-Sponsored Abduction: A Comment on United States V. Alvarez Machain”, Am. J. Int’l. L., Vol. 86, 1992, s. 736-756. GLENNON, Michael J.: “Military Action Against Terrorist under International Law: The Fog of Law: Self-Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of the United Nations Charter”, Harv. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 25, 2002, s. 539-558. GOLDBERG, Michael A.: “Mirage of Defense: Reexamining Article Five of the North Atlantic Treaty after the Terrorist Attacks on the United States”, B.C. Int’l & Comp. L. Rev., Vol. 26, 2003, s. 77-93. GOWLLAND-DEBBAS, Vera: “The Relationship Between the International Court of Justice and the Security Council in the Light of the Lockerbie Case”, Am. J. Int’l L., Vol. 88, 1994, s. 643-678. GRAVELLE, James Francis: “The Falkland (Malvinas) Islands: An International Law Analysis of the Dispute Between Argentina and Great Britain”, Mil. L. Rev., Vol. 107, 1985, s. 5-70. STAHN, Carsten: “‘Nicaragua is Dead, Long Live Nicaragua-the Right to Self-Defence under Art. 51 UN Charter and International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm (03. 02. 2004). GREENWOOD, Christopher: “International Law and the Pre-emptive Use of Force: Afghanistan, Al-Qaida, and Iraq”, San Diego Int’l L. J. Vol. 4, 2003, s. 7-37. GREENWOOD, Christopher: “International Law and the United States’ Air Operation Against Libya”, W. Va. L. Rev., Vol. 89, 1986-1987, s. 933-960. GROSS, Emanuel: “Democracy’s Struggle Against Terrorism: The Powers of Military Commanders to Decide Upon the Demolition of Houses, the Imposition of Curfews, Blockades, Encirclements and the Decleration of an Area as a Closed Military Area”, Ga. J. Int’l & Comp. L., Vol. 30, 2002, s. 165231. GROSS, Emanuel: “The Influence of Terrorist Attacks on Human Rights in the United States: The Aftermath of September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2001, s. 1-101. GROSS, Emanuel: “Thwarting Terrorist Acts by Attacking the Perpatrators or their Commanders as an Act of Self Defense: Human Rights Versus the State’s Duty to Protect its Citizens”, Temple Int’l & Com. L. J., Vol. 15, 2001, s. 195-246. GROSS, Oren & AOLAIN, Fionnuala Ni: “Emergency, War and International LawAnother Perspective”, Nordic J. Int’l L., Vol. 70, 2001, s. 29-63. GUROVITSCH, Kerry Ann: “Legal Obstacles to Combatting International StateSponsored Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol. 10, No. 1, 1987, s. 159180. GURULE, Jimmy: “Terrorism, Territorial Sovereignty, and the Forcible Apprehension of International Criminals Abroad”, Hastings Int’l & Comp. L. Rev., 1994, Vol. 17, s. 457-495. GÜZEL, Cemal: “Korkunun Korkusu Terörizm”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ayraç Yayınevi, Ed. Cemal Güzel, Ankara, 2002, s. 7-21. HALBERSTAM, Malvina: “The Right to Self-Defense once the Security Council Takes Action”, Mich. J. Int’l L., Vol. 17, 1996, s. 229-248. HARZENSKI, Sharon: “Terrorism, A History: Stage One”, Transnat’l L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 137-196. HEAD, John W.: “The United States and International Law After September 11”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 11, 2001. s. 1-11. HEAD, John W.: “What Has Not Changed Since September 11 the Benefits of Multilateralism”, Kan. J. L. & Pub. Pol’y, Vol. 7, 2002, s. 1-10. HENDRICKSON, Ryan C.:“Article 51 and the Clinton Presidency: Military Strikes and the U.N. Charter”, B. U. Int’l L. J.,Vol.19, 2001, s. 207-230. HIGGINBOTHAM, Michael: “International Law, the Use of Force in Self-Defence, and the Southern African Conflict”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1987, s. 568-582. HIGGINS, Rosalyn: “The General International Law of Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 13-29. HOMRIG, Brigette Belton: “Abduction as an Alternative to Extradition-A Dangerous Method to Obtain Jurisdiction over Criminal Defendants”, Wake Forest L. Rev., Vol. 28, 1993, s. 671-704. INTOCCIA, Gregory Francis: “American Bombing of Libya: An International Legal Analysis”, Case W. Res. J. Int’l L., Vol. 19, 1987, s. 177-213. IRAOLA, Roberto: “Military Tribunals, Terrorists, and the Constitution”, N.M.L. Rev. Vol. 33, 2003, s. 95-114. İÇLİ, Tülin Günşen: “Terörün Sosyal Yapı Üzerindeki Etkileri”, Dünyada ve Türkiye’de Terör, Ed. Ali Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1. Baskı, Ankara, 2002, s. 171-181. JAMES, Matthew H.: “Keeping the Peace-British, Israeli, and Japanese Legislative Responses to Terrorism”, Dick. J. Int’l L., Vol. 15, 1997, s. 405-450. JENKINS, Brian M.: “Defense Against Terrorism”, Political Science Quarterly, Vol. 101, No. 5, s. 773-786. JENKINS, Brian M.: “International Terrorism”, in The use of Force Military Power and International Politics, Ed. by. Robert J. Art & Kenneth N. Waltz, Oxford, 1999, s. 70-77. JENNINGS, R. Y. “The Caroline and McLeod Cases”, Am. J. Int’l L., Vol. 32, s. 82-99. JINKS, Derek: “International Human Rights Law and the War on Terrorism”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y, Vol. 31, 2002, s. 58-68. JINKS, Derek: “September 11 and the Laws of War”, Yale J. Int’l L., Vol. 28, 2003, s. 149. JINKS, Derek: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: State Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”, Chi. J. Int’l L. Vol. 4, 2003, s. 83-95. JOYNER, Christopher C. & WITTES, Tamara Cofman: “International Terrorism and U.S. Policy: Threat and Response”, Current World Leaders, Vol. 39, No. 3, 1996, s. 1-20. JOYNER, Daniel H.: “The Legality of U. S. Strikes Under International Law”, G. B. J., Vol. 7, 2002, s. 25-31. KASH, Douglas: “Abductions of Terrorists in International Airspace and on the High Seas”, Fla. J. Int’l L., Vol. 8, 1993, s. 65-96. KEARLEY, Timothy: “Raising the Caroline”, Wis. Int’l L. J., Vol. 17, 1999, s. 325-346. KELLY, Michael J.: “Understanding September 11th - An International Legal Perspective on the War in Afghanistan”, Creighton L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 283294. KHAN, Ali: “A Legal Theory of International Terrorism”, Conn. L. Rev., Vol. 19, 1987, s. 945-972. KIRGIS, Frederic: “Israel’s Intensified Military Campaign aganist Terrorism”, http://www.asil.org/insights.htm (04. 01. 2003). KIRGIS, Frederic L.: “Terrorist Attacks on the World Trade Center and the Pentagon”, ASIL Insights, http://www.asil.org/insights/insigh77.htm (09. 11. 2003). KLEIN, Naomi: “Saldırganlığa bahane: Terör”, http://www.radikal.com.tr/veriler/ 2003/ 08/30/haber_86961.php (15. 09. 2003). KOH, Harold Hongju: “The Spirit of the Laws”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 23-39. KOLOSOV, Yuri M. & LEVITT, Geoffrey M.: “International Cooperation Against Terrorism”, in Beyond Confrontation International Law for the PostCold War Era, Ed. by. Lori Fischer Damrosch, Westview Press, Colarado, 1995, s. 141-163. KONSTANTINOV, Emil: “International Terrorism and International Law”, G.Y.I.L., Vol. 31, 1988, s. 289-306. KÖNİ, Hasan: “Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”, Stratejik Analiz, S. 38, C. 4, 2003, s. 81-83. KROHNE, Steven W.: “The United States and the World Need an International Criminal Court as an Ally in the War Against Terrorism”, Ind. Int’l & Com. L. Rev., Vol. 8, 1997, s. 159-187. LAQUEUR, Walter: “Terörizmin Yorumlanması”, Silinen Yüzler Karşısında Terörizm, Ed. Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s. 95-141. LARSCHAN, Bradley: “Legal Aspects to the Control of Transnational Terrorism: An Overview”, Ohio N. U. L. Rev., Vol. 13, No. 1, s. 117-148. LIPPMAN, Matthew: “The New Terrorism and International Law”, Tulsa J. Comp. & Int’l L., Vol. 10, 2003, s. 297-368. LIVINGSTONE, Neil C.: “Myth & Conspiracy in International Affairs: Terrorism: Conspiracy, Myth and Reality”, Fletcher F. World Aff., Vol. 22, 1998, s. 1-14. LOBEL, Jules & RATNER, Michael: “Bypassing the Security Council:Ambiguous Authorisations to Use Force, Ceasefires and the Iraqi Inspection Regime”, Am. J. Int’l L., Vol. 93, 1999, s. 124-154. LOBEL, Jules: “The Use of Force to Respond to Terrorist Attacks: The Bombing of Sudan and Afghanistan”, Yale J. Int’l L., Vol. 24, 1999, s. 537-557. LOBEL, Jules: “The War on Terrorism and Civil Liberties”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, s. 767-790. LOHR, Michael Franklin: “Legal Analysis of U.S. Military Responses to State-Sponsored International Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 34, 1985, s. 1-48. LONG, Patricia A.: “In the Name of God: Religious Terrorism in the Millennium an Analysis of Holy Terror, Government Resources, and the Cooperative Efforts of a Nation to Restrain Its Global Impact”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 24, 2000, s. 51-88. MADDOX, Heather Anne: “After the Dust Settles: Military Tribunal Justice for Terrorists After September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2002, s. 421-476. MALONE, Kelly J.: “Preemptive Strikes and the Korean Nuclear Crisis: Legal and Political Limitations on the Use of Force”, Pac. Rim L. & Pol’y, Vol. 12, 2003, s. 807-834. MALVESTI, Michele L.: “The New World Disorder: Bombing Bin Laden: Assessing the Effectiveness of Air Strikes as a Counter-Terrorism Strategy”, Fletcher F. World Aff., Vol. 26, 2002, s. 17-28. MARSHALL, David C.: “Political Asylum: Time for a Change the Potential Effectiveness of Reforms to Prevent Terrorist Attacks in America”, Dick. L. Rev., Vol. 99, 1995, s. 1017-1042. MARTINEZ, Lucy: “Prosecuting Terrorists at the International Criminal Court: Possibilities and Problems”, Rutgers L. J., Vol. 34, 2002, s. 1-62. MARTYN, Angus: “The Right of Self-Defence under International Law-the Response to the Terrorist Attacks of 11 September”, http://www.aph.gov.au/library/ pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm (04. 10. 2003). MAXON Richard G.: “Nature’s Eldest Law: A Survey of a Nation’s Right to Act in SelfDefense”,http://carlisle-www.army.mil/usawc/Parameters/1995/maxon. htm (12. 08. 2003). MAYMAN, Georgia McCullough: “The Iran and Libya Sanctions Act of 1996: Enforceable Response to Terrorism or Violation of International Law?”, Whittier L. Rev., Vol. 19, 1997, s. 137-168. MCCARTHY, John G.: “The United States Should Prosecute those Who Conspired to Assassinate Former President Bush in Kuwait”, Fordham Int’l L. J., Vol. 16, 1993, s. 1330-1347. MCCURDY, Meghan: “Unilateral Sanctions With a Twist: The Iran and Libya Sanctions Act of 1996”, Am. U. Int’l L. Rev., Vol. 13, 1997 s. 397-438. MCDOUGAL, Myres: “The Soviet-Cuban Quarantine and Self-Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 57, 1963, s. s. 597-604. MCGINLEY, Gerald P.: “The Achille Lauro Affair Implications for International Law”, Tenn. L. Rev., Vol. 52, s. 691-738. MEGRET, Frederic: “War? Legal Semantics and the Move to Violence”, Eur. J. Int’l L., Vol. 13, 2002, s. 361-401. MILLER, Judith: “Comments on the Use of Force in Afghanistan”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 605-610. MOORE, John Norton: “The Nicaragua Case and the Deterioration of Worl Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 81, 1987, s. 151-158. MOORE, John Norton: “The Secret War in Central America and the Future of World Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 43-127. MULLERSON, Rein & SCHEFFER, David J.: “Legal Regulation of the Use of Force”, in Beyond Confrontation International Law for the Post-Cold War Era, Ed. by. Lori F. Damsrosch, Westview Press, Colarado, 1995, s. 92-137. MURPHY, John F.: “The Future of Multilateralism and Efforts to Combat International Terrorism”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 25, 1986, s. 35-99. MURPHY, Liam G. B., “A Proposal on International Legal Responses to Terorism”, Touro J. Transnat’l L., Vol. 2, No. 1, 1991, s. 67-95. MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l. L., Vol. 93, 1999, s. 161-194. MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l. L., Vol. 96, 2002, s. 237-255. MURPHY, Sean D.: “Terrorism and the Concept of ‘Armed Attack’ in Article 51 of the U.N. Charter”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 41-51. MYJER, Eric P. J. & WHITE, Nigel D.: “The Twin Towers Attack: Unlimited Right to Self–Defense?”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, 2002, s. 517. NOTEBOOM, Aaron J.: “Terrorism: I Know It When I See It”, Or. L. Rev., Vol. 81, 2002, s. 553-585. O’BRIEN, William: “Reprisals. Deterrence and Self–Defense in Counterterror Operations”, Va. J. Int’l L., Vol. 30, 1990, s. 421-478. O’CONNELL, Marry Ellen: “Evidence of Terror”, Journal of Conflict and Security Law, Vol. 7, No.1, 2002, s. 19-36. O’CONNELL, Mary Ellen: “Lawful Self-Defense to Terrorism”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, s. 889-908. O’CONNELL, Marry Ellen: “The Myth of Preemptive Self-Defense”, http://www.asil.org/taskforce/oconnell.pdf. (22. 04. 2004). ROBEN, Volker: “The Role of International Conventions and General International Law in the Fight Against International Terrorism”, mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm. (20. 01. 2004). http://edoc. OBOTE-ODORA, Alex, “Defining International Terrorism”, E Law-Murdoch University Electronic Journal of Law, Vol. 6, No. 1, 1999, http://www.murdoch. edu.au/elaw/issues/v6n1/obote-odora61_text.html (16. 05. 2002). OCCELLI, Maria Benvenuta: “ ‘Sinking’ the Caroline: Why the Caroline Doctrine's Restrictions on Self-Defense Should Not Be Regarded as Customary International Law”, San Diego Int’l L. J. 467, Vol. 4, 2003, s. 467-490. PARKS, W. Hays: “Lessons from the 1986 Libya Air Strike”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 755-766. PAUST, Jordan J.: “Responding Lawfully to International Terrorism: The Use of Force Abroad”, Whittier L. Rev., Vol. 8, No.1, 1986, s. 711-762. PAUST, Jordan J.: “Use of Armed Force Against Terrorists in Afghanistan, Iraq, and Beyond”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, 2002, s. 533-557. PICKARD, Daniel: “When Does Crime Become a Threat to International Peace and Security?”, Fla. J. Int’l L., Vol. 12, 1998, s. 1-21. POLEBAUM, Beth M.: “National Self-Defense in International Law: An Emerging Standard for a Nuclear Age”, N. Y. U. L. Rev., Vol. 59, 1984, s. 187229. POSEN, Barry R.: “The Struggle Against Terrorism: Grand Strategy, Strategy, and Tactics”, International Security, Vol. 26, No. 3, 2002, s. 39-55. QUIGLEY, John: “The United Nations Security Council: Promethean Protector or Helpless Hostage?”, Tex. Int’l L. J., Vol. 35, 2000, s. 129-172. QUIGLEY, John: “International Law Violations by the United States in the Middle East as A Factor Behind Anti-American Terrorism”, U. Pitt. L. Rev. Vol. 63, 2002, s. 815-835. QUIGLEY, John: “The Afghanistan War and Self-Defense”, Val. U. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 541-562. RANDELZHOFER, Albrecht: “Article 51”, The Charter of the United Nations A Commentary, Ed. by. Bruno Simma, Oxford University Press, Oxford, 1994, s. 661-678. RANSTORP, Magnus: “Terrorism in the Name of Religion”, J. Int’l Aff., Vol. 50, No. 1, 1996, s. 41-62. REISMAN, Michael Reisman: “The Raid on Baghdad: Some Reflections on its Lawfulness and Implications”, Eur. J. Int’l L., Vol. 5, 1994, s. 120-133. REISMAN, W. Michael: “Internatonal Responses to Terrorism”, Hous. J. Int’l L., Vol., 22, 1999, s. 3-61. REISMAN, W. Michael: “In Defense of World Public Order”, Am. J. Int’l L., Vol. 95, 2001, s. 833-835. REITZ, Daniel E.: “Raising A Paper Tiger: Public Law No. 105-277 § 117(D) and the Gutting of the State-Sponsored Terrorism Exception to the Foreign Sovereign Immunities Act”, U. Cin. L. Rev., Vol. 69, 2000, s. 357-383. REYNOLDS, James S.: “Domestic and International Terrorism: Expansion of Territorial Jurisdiction: A Response to the Rise in Terrorism”, J. Nat’l Security L., Vol. 1, 1997, s. 105-110. ROBERTS, Guy B.: “Self-Help in Combatting State-Sponsored Terrorism: Self Defense and Peacetime Reprisals”, Case W. Res. J. Int’l. L., Vol. 19, 1987, s. 243-293. ROGOFF, Martin A. & COLLINS, Edward: “The Caroline Incident and the Development of International Law”, Brook. J. Int’l L., Vol. 16, No. 3, 1990, s. 493527. ROMANO, John-Alex: “Combatting Terrorism and Weapons of Mass Destruction: Reviving the Doctrine of a State of Necessity”, Geo. L. J., Vol. 87, 1999, s. 1023-1057. ROSAND, Eric: “Security Council Resolution 1373, the Counter-Terrorism Committee, and the Fight Against Terrorism”, Am. J. Int’l. L., Vol. 97, 2003, s. 333341. ROTH, Brad R.: “Terrorism and the Inherent Right to Self Defense”, MSU-DCL J. Int’l L. 542, Vol. 10, 2001, s. 542-551. ROWLES, James P.: “Secret Wars, Self-Defense and the Charter a Reply to Professor Moore”, Am. J. Int’l L., Vol. 80, 1986, s. 568-583. ROWLES, James P. “Military Responses to Terrorism: Substantive and Procedural Constraints in International Law”, Proc. Am. Soc’y Int’l L, Vol. 81-82, 1987, s. 307-318. SAILER, Todd M.: “The International Criminal Court: An Argument to Extend its Jurisdiction to Terrorism and a Dismissal of U.S. Objections”, Temp. Int’l & Comp. L. J., Vol. 13, 1999, s. 311-346. SAPIRO, Mariam: “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self-Defense”, Am. J. Int’l L., Vol. 97, No. 3, 2003, s. 599-607. SARRAJ, Eyad: “Why We Have Become Suicide Bombers”, http://missionislam. com/İslam/conissue/Palestine.htm (21. 11. 2003). SCHACHTER, Oscar: “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, Hous. J. Int’l L., Vol. 11, No. 2, 1989, s. 309-330. SCHACHTER, Oscar: “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 243-265. SCHARF, Michael P.: “Clear and Present Danger: Enforcing the International Ban on Biological and Chemical Weapons through Sanctions, Use of Force, and Criminalization”, Mich. J. Int’l L. 1999, Vol. 20, 477-520. SCHEIDEMAN, Sara N.: “Standards of Proof in Forcible Responses to Terrorism”, Syracuse L. Rev., Vol. 50, 2000, s. 249-284. SCHMITT, Michael N.: “Preemptive Strategies in International Law”, Mich. J. Int’l L., Vol. 24, 2003, s. 513-548. SCHREIBER, Ross E.: “Ascertaining Opinio Juris of States Concerning Norms Involving the Prevention of International Terrorism: A Focus on the U.N. Process”, B. U. Int’l L. J., Vol. 16, 1998, s. 309-330. SETO, Theodore P.: “The Morality of Terrorism”, Loy. L.A.L. Rev., Vol. 35, 2002, s. 1227-1263. SEYDİ, Süleyman: “Batı'nın İslamî Teröre Yaklaşımı”, http://www.stradigma.com/ turkce/eylul2003/makale_01.html (01. 10. 2003). SEYMOUR, Philip A.: “The Legitimacy of Peacetime Reprisal as a Tool Against StateSponsored Terrorism”, Nav. L. Rev., Vol. 39, 1990, s. 221-240. SHAIKH, Ayaz R.: “A Theoretic Approach to Transnational Terrorism”, Geo. L. J., Vol. 80, 1992, s. 2131-2174. SHOHAM, Uri: “The Israeli Aerial Raid upon the Iraqi Nuclear Reactor and the Right of Self-Defense”, Mil. L. Rev., 1985, s. 191-223. SIEVERT, Ronald J.: “Meeting the Twenty-First Century Terrorist Threat within the Scope of Twentieth Century Constitutional Law”, Hous. L. Rev., Vol. 37, 2000, s. 1421-1464. SIMMA, Bruno: “NATO, The UN And The Use Of Force: Legal Aspects”, Eur. J. Int’l L., Vol. 10, 1999, s. 1-22. SLAUGHTER Anne-Marie & BURKE, William Burke: “An International Constitutional Moment”, Harv. Int’l L. J., Vol. 43, 2002, s. 1-21. SOFAER, Abraham: “Terrorism, the Law, and the National Defense”, Mil. L. Rev., Vol. 126, 1989, s. 89-123. STAHN, Carsten: “Collective Security and Self-Defence after the September 11 Attacks”, T. F. L. R., Vol. 10, 2002, s. 10-42. STAHN, Carsten: “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What they Say and What they do not Say”, http://www.ejil.org/forum_WTC (10. 09. 2002). STAHN, Carsten: “International Law under Fire: Terrorist Acts as "Armed Attack": The Right to Self-Defense, Article 51 (1/2) of the UN Charter, and International Terrorism”, Vol. 27, 2003, Fletcher F. World Aff., s. 3551. STEPHENS, Beth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Accountability Without Hypocrisy: Consistent Standards, Honest History”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 919-931. SURCHIN, Alan D.: “Terror and The Law : The Unilateral Use of Force and the June 1993 Bombing of Baghdad”, Duke J. Comp. Int. L., Vol. 5, 1995, s. 457497. TELHAMI, Shibley: “Conflicting Views of Terrorism”, Cornell Int’l L. J., Vol. 35, No. 3, 2002, s. 581-597. TEPLITZ, Robert F.: “Taking Assassination Attempts Seriously: Did the United States Violate International Law in Forcefully Responding to the Iraqi Plot to Kill George Bush?”, Cornell Int’l L. J., Vol. 28, 1995, s. 569-617. TERRY, James P.: “Countering State-Sponsored Terrorism: A Law-Policy Analysis”, Nav. L. Rev., Vol. 36, 1986, s. 159-186. TERRY, James P.: “An Appraisal of Lawful Military Response to State-Sponsored Terrorism”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, 1978-1994, s. 455-463. TOLUNER, Sevin: “Nikaragua’ya Karşı Askerî ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki Yargı ve Meşru Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2000, s. 347-388. TOLUNER, Sevin: “Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne Şekilde Karşılanabilir?”, Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 2003, s. 243-261. TOWNSED, Gregory: “State Responsibility for Acts of De Facto Agents”, Ariz. J. Int’l & Comp. L., Vol. 14, 1997, s. 635-678. TRAHAN, Jennifer: “Terrorism Conventions: Existing Gaps and Different Approaches”, New Eng. Int’l & Com. L. Ann., Vol. 8, 2002, s. 215-243. TRAHAN, Jennifer: “Trying A Bin Laden And Others: Evaluating The Options For Terrorist Trials”, Hous. J. Int’l L., Vol. 24, 2002, s. 475-508. TRAVALIO, Gregory: “Terrorism, International Law, and Use of Military Force”, Wis. Int’l L. J., Vol. 18, 2000, s. 145-191. TRAVALIO, Greg & ALTENBURG, John: “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: Terrorism, State Responsibility, and the Use of Military Force”, Chi. J. Int’l L., Vol. 4, 2003, s. 97-119. WALKER, George K.: “Anticipatory Collective Self-Defense in the Charter Era: What the Treaties Have Said”, Cornell Int’l L. J., Vol. 31, 1998, s. 321-376. TURNDORF, David: “The U.S. Raid on Libya: A Forceful Response to Terrorism”, Brook. J. Int’l L., Vol. 14, No. 1, 1988, s. 187-221. TURNER, Robert F.: “Legal Responses to International Terrorism: Constitutional Constraints on Presidential Power”, Hous. J. Int’l L., Vol. 22, 1999, s. 77-91. TURNER, Robert F.: “It’s Not Really ‘Assassination’: Legal and Moral Implications of Intentionally Targeting Terrorists and Aggressor-State Regime Elites”, U. Rich. L. Rev., Vol. 37, 2003, s. 787-810. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Trail Smelter Hakem Kararı Hukukun Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi ve Kararın Özeti”, İ. Ü. H. F. M., Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl’a Armağan Sayısı, C. LV, S. 4, 1997, s. 313-338. TÜTÜNCÜ, Ayşe Nur: “Lanoux Gölü Hakem Mahkemesi Kararı Hukukun Kodlaştırılmasında Örnek Olay Olarak Etkisi Ve Kararın Özeti”, İ. Ü. H. F. M., Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na Armağan Sayısı, C. LVI, S. 1-4, 1998, s. 299-316. WARRINER, Wallace F.: “The Unilateral Use of Coercion under International Law: A Legal Analysis of the United States Raid on Libya on April 14, 1986”, Nav. L. Rev., Vol. 37, 1988, s. 49-95. WEDGEWOOD, Ruth “Responding to Terrorism: The Strikes Against bin Laden”, Yale J. Int’l L. Vol. 24, 1999, s. 559-575. WEDGWOOD, Ruth: “Military Commissions: Al Queda, Terrorism, and Military Commissions”, Am. J. Int’l L., Vol. 96, 2002, s. 328-337. WEDGWOOD, Ruth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Keynote Address; After September 11th”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 725-733. ZAID, Mark S.: “Combatting International Terrorism in the 21st Century”, ILSA J. Int’l & Comp. L., Vol. 2, 1996, s. 661-669. ZENGEL, Patricia: “Assassination and the Law of Armed Conflict”, Mil. L. Rev., Vol. 134, 1991, s. 123-155. ZUBEL, Eric: “The Lockerbie Controversy: Tension Between the International Court of Justice and the Security Council”, Ann. Surv. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 259-285. ÖZET Modern teknolojinin tüm imkanlarını kullanan, faaliyet alanını ulusal sınırları aşarak tüm dünyaya yayan, insan hayatını, ekonomik yaşamı, siyasî istikrarı ve uluslararası ilişkileri etkileyebilme gücünü kazanan uluslararası terörizm, yönelttiği tehdit ve buna karşı verilen cevaplar bakımından ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli etkileri olan bir fenomen haline gelmiştir. Uzun bir geçmişe sahip olmakla beraber 1960’lı yıllardan itibaren uluslararası toplumun değişmez gündem maddelerinden biri haline gelen terörizm, 11 Eylül olaylarında da görüldüğü üzere son yıllarda kaydettiği gelişim ve almış olduğu görünüm bakımından yeni olup uluslararası barış ve güvenliğe yönelik önemli bir tehdit oluşturmaktadır. ‘Modern dünyanın kanseri’ şeklinde nitelendirilen terörizm uluslararası toplumun güvenliğine yönelttiği tehlike nedeniyle derhal çözüme kavuşturulması gereken bir sorun niteliği kazanmıştır. İlk bölümde genel olarak terör ve terörizm kavramları incelenmektedir. Konuyla bağlantılı olarak terörizm ile diğer şiddet eylemleri arasındaki farklılıklar incelenmekte ve mevcut terörizm tanımları değerlendirilmektedir. Terörizmin sınıflandırması yapıldıktan sonra devlet destekli teörizmle mücadele edebilmek için ileri sürülen çeşitli yollar ele alınmıştır. İkinci bölümde uluslararası hukukta düzenlenen kuvvet kullanma yasağı ve devlet destekli terörizm karşısında kuvvet kullanılması söz konusu yasak kapsamında değerlendirilmektedir. Son bölümde ise değişik devletlerin terörist eylemler karşısında gerçekleştirdikleri örnek olaylar ele alınmakta ve bir önceki bölümde oluşturulan hukuki çerçeve bağlamında ele alınmaktadır. SUMMARY International terrorism, using modern technology in its full capabilities, expanding its realm of activity from national lands to the whole globe, gaining power to impact on human lives, economical life, political stability and international relations, has become an important phenomenon in regional, national and international level with respect to its threat to global peace and the responses to it. Although terrorism has a long history, it has constantly been on the agenda of the international community since 1960’s. As it can be seen in the 9/11 attacks, terrorism turned out to be a novel phenomenon considering its development as well as its appearance in last years. This makes terrorism a big threat against the international peace and security. The attacks, recorded as the foremost terror event in human history, definitely demonstrate the level of international terrorism and its negative influences on global peace. Terrorism, referred as “the cancer of the modern world” and gained the status of a big problem which needs to be addressed as it poses threat to the global community, is analyzed in three chapters in this dissertation. The first chapter examines the definition of terrorism with exploring the concepts of terror and terrorism. Moreover, it presents the differences between terrorism and other violent actions. Following the classification about terrorism, the first chapter also examines the various ways proposed to use or being used in order to fight against state sponsored terrorism. The second chapter examines the prohibition against the use of force presented in international law and discusses whether force could be used against terrorism in the framework of the exceptions to the prohibition. The last chapter is devoted to the exposition of the exemplary cases in which the actions of the different states against terrorist actions are analyzed with regard to the lawful framework presented in the previous chapter.