TFF SAĞLIK EĞĠTĠM PROGRAMI TAKIM DOKTORLARI 3. BASAMAK KURSU DERS NOTLARI İÇİNDEKİLER Diz Sorunları Bağ yaralanmaları 1 Dr. Tahsin Beyzadeoğlu Menisküs yaralanmaları 5 Dr. Yavuz Kocabey Kıkırdak yaralanmaları 11 Dr. IĢık Akgün Patellofemoral sorunlar 13 Dr. Sinan Karaoğlu Kasık Ağrısı Adduktor tendinit 19 Dr. Asım Baykan Osteitis pubis 25 Dr. Ġlker Yücesir Kasık fıtığı 31 Dr. Mehmet Kurtoğlu Femoroasetabular sıkışma 43 Dr. Sarper Çetinkaya Ayak bileği sorunları Burkulma sonrası devam eden ağrı 55 Dr. Devrim Akseki Kronik ayak bileği instabilitesi 65 Dr. Önder Kılıçoğlu Kıkırdak yaralanmaları 69 Dr. Ömer TaĢer Ardayak sorunları (aşil tendiniti, retrokalkaneal bursit, posterior sıkışma) Dr. Tahir Öğüt 81 Kas Yaralanmaları Fizyopatoloji 87 Dr. Cengiz Dinç Klinik değerlendirme 97 Dr. Bülent Bayraktar Radyolojik tanı ve sınıflama 111 Ali Türk, Hüseyin Akcan Tedavi 127 Dr. Hakan Gür Bel Sorunları Akut bel ağrısı 135 Dr. Mustafa ġengün Kronik bel ağrısı 143 Dr. AyĢegül Ketenci Tendon sorunlarında terminoloji ve tanı Dr. Önder Kılıçoğlu 159 Stres kırıkları Dr. Emin Ergen 165 Sıcak hava şartlarında egzersiz; sıvı ve elektrolit replasmanı Dr. Sadi Kurdak 175 Triyaj uygulaması Dr. Korhan Taviloğlu 185 Kardiyopulmoner resusitasyon uygulaması Dr. Erdem KaĢıkçıoğlu 199 Bağ Yaralanmaları Dr. Tahsin BEYZADEOĞLU Dizde eklem kapsülü ve bağlar, statik stabiliteyi sağlayan destek yapılarıdır. Dizin temel 4 ligamenti vardır: Ön Çapraz Bağ (ÖÇB), Arka Çapraz Bağ (AÇB), İç Yan Bağ (İYB), Dış Yan Bağ (DYB). DİZ BAĞLARININ ÖZELLİKLERİ: Ağırlıklı (%70) Tip I kollajenden oluşur. Bunun yanında elastin, ekstrasellüler matriks de bulunmaktadır. İYB ve DYB longitüdinal fasiküllerden oluşurken, ÖÇB ve AÇB helikal fasiküllerden oluşmaktadır. Zincirsel ve kıvrımlı bir yapı mevcuttur ve kollajenler rastgele dizilmiştir. Sinovyadan, difüzyonla beslenir, propriosepsiyon ve nosisepsiyon gibi dengede rol oynayan reseptörler içerir. Bağlar yaralandığında uzun süreli immobilize edilirlerse zayıflarlar. Yük altındayken bağ iyileşmesi gecikirken, tamamen yük kısıtlaması ve hareketsizlik ile ise dayanıklılıkları azalır. Egzersiz iyileşmeyi arttırır. Dolayısıyla bağ yaralanmalarında kısmi yük ile kontrollü erken hareket iyileşme açısından en iyi sonucu verir. İYB: Dizi içten destekler. İç kondilden tibia anteromedialine uzanır. 10 cm uzunluğunda, 1.5 cm genişliğindedir. Valgus ve rotasyonel yüklenmelere karşı primer stabilizatördür. DYB: Lateral femoral kondilden başlayıp, fibulaya yapışır. İYB’dan daha incedir. Popliteus, Biseps ve İliotibial bant ile de desteklenir. ÖÇB: Yaklaşık 4 cm uzunluğunda, 1 cm genişliğindedir. Tibanın eminentia interkondilaris’inden dış kondil iç yüzüne doğru uzanır. 2 demeti vardır. Anteromedial demet ön-arka plan stabilitesinde, posterolateral demet ise rotasyonel stabilitede daha etkilidir. AÇB: Tibia platosu arkasından başlayıp, femur iç kondilinin iç yüzüne yapışır. Ön-arka ve rotasyonel stabilitede etkilidir. ÖÇB YARALANMALARI Genellikle temassız yaralanmalardır. Ani rotasyonlarla, yüksek enerjili durma ve zıplamalarla sık görülür. Yaralanma sırasında sporcu ses duyabilir. İnstabilite gelişir. Çoğunlukla tam kat yırtıklarında diz ödemli ve şiştir. Travma sonrası akut dönemde muayenesi güçtür. Hasta rahatlatılmalıdır. Dizde ön arka plan ve rotasyonel yer değiştirme görülür. Mutlaka karşı ekstremite ile mukayeseli muayene yapılmalıdır. Muayenede Lachman testi altın standarttır. Pivot shift ve Öne çekmece testleri de pozitif olabilir. MR ile %95 oranında yaralanma tanısı konulur. Kemik iliği ödemi çoğunlukla görülür. Profesyonel sporcuda tedavisi cerrahidir. Cerrahi zamanlaması için, dizin aktif ağrısız tam harekete yakın açıklığa kavuşması, hastanın dizini terminal ekstansiyonda kilitleyebilmesi önemlidir. Ancak dizin kilitli olduğu veya çoklu bağ yaralanmalarının olduğu durumlarda erken cerrahiler yapılabilir. Altın standart hamstring veya patellar tendon otogreftleri ile rekonstrüksiyondur. Son yıllarda çift tünel rekonstrüksiyonlar popülerize edilmiştir. Cerrahi %92 oranında başarılıdır. İYB YARALANMALARI 1 En sık görülen izole bağ yaralanmasıdır. Valgusa zorlayan yaralanmalarla olur. Rotasyonel yaralanmalar sonucu gelişen posterior oblik bağ yaralanması da görülebilir. Valgus stres testi pozitiftir. 300 fleksiyonda valgus stress pozitif ise, izole İYB; tam ekstansiyonda pozitifse, ÖÇB ve posterior oblik ligamentin de beraber yaralandığı düşünülmelidir. Diz eklemi şiş ve ödemlidir. Çoğunlukla konservatif tedavi edilir. Eklem dışı bir bağ olduğundan, yüksek iyileşme kapasitesi vardır. Breys uygulamaları ve kısmi yük yaralanmanın derecesine göre yapılabilir. Grade 1 (medialde 1-5 mm açılma) ağrıya ve ödeme yönelik tedavi ile 1-2 haftada düzelebilir. Grade 2 (medialde 6–10 mm açılma) yaralanmada açılı breys 2-3 hafta kullanılabilir. Grade 3 (medialde 11-15 mm açılma) yaralanmalarda ise 3-4 hafta açılı breys tavsiye edilir. Fizyoterapi her tür yaralanmada tedavinin ana unsurudur. Son yıllarda iyileşmeyi hızlandırmak ve daha fizyolojik iyileşme sağlamak için, trombositten zengin plazma (PRP) enjeksiyonları popüler olmuştur. AÇB YARALANMALARI Aslında ÖÇB’den 1.5 kat güçlü bir bağdır. Diz bağı yaralanmalarının %5’ini oluşturur. Fleksiyona ve aşırı ekstansiyona zorlanma tipi yaralanmadır. Genellikle diğer bağ yaralanmalarına eşlik eder. İzole yaralanmasında diz genellikle stabildir, ancak posteriora subluksasyon da görülebilir. Arka çekmece, posterior tibial sag ve aktif kuadriseps testleri ile tanısı konulur. İzole yaralanmalarında konservatif tedavi yapılabilir, ancak hasta sporcu ise %20’sinde yeni yaralanma oluşabileceği unutulmamalıdır. Posterolateral köşe veya ÖÇB/MCL ile birlikte yaralanma olduğunda, Grade 3 çekmece testi pozitifliğinde, avülsiyon kırığı ile beraber olan yaralanmalarında tedavi cerrahidir. DIŞ YAN BAĞ – POSTEROLATERAL KÖŞE YARALANMALARI İliotibial bant, biseps femoris, fibular kollateral, popliteus kompleksi ve kapsülden oluşan karışık bir yapıdır. Genelde AÇByaralanması, diz çıkığı ve ÖÇB yaralanması ile birliktelik vardır. Peroneal sinir yaralanması %10olguda görülebilir. Dizin arka dış yanında ve fibula başında lokalize ağrımevcuttur. Artmış tibia eksternal rotasyonu, varusu ve posterior tibial translasyon mevcuttur. Dizde şişlik, morluk ve ödemolabilir. Varus yürüyüşüvardır. Varus stress açılma 300’de 00’ye gore daha fazladır. Prone eksternal rotasyon testi pozitiftir. Akut yaralanma ve avülsiyon kırığında primertamiryapılabilir. 4-6 haftayı geçen yaralanmalarda ise anatomik rekonstrüksiyon gereklidir. Çok geç vakalarda varus dizi oluşursa yüksek tibial osteotomi yapılabilir. DİZ ÇIKIĞI Hasta beklendiğinden rahat görünüyor olabilir, zira %50’si spontan redüktedir. Ağrı fazlaysa, kompartman sendromu veya damar yaralanmasından şüphelenmek gerekir. Diz çevresindekicildin rengi, solukluğu çıkıp girmiş bir dizi düşündürmelidir. Gamze işareti (Dimple Sign), redükte edilemeyen posterolateral çıkıklarda görülür ve acil açık redüksiyon gerektirir. Eşlik eden bağ yaralanmalarına göre 4 tipi vardır • KD I: ACL + MCL/LCL • KD II: ACL + PCL 2 • • KD III: – IIIM: ACL + PCL + MCL – IIIL: ACL + PCL + LCL KD IV: ACL + PCL + MCL + LCL Diz çıkığında, damar ve sinir yaralanması olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.Sonuç olarak, dizde bağ yaralanmaları sporcularda sıklıkla görülen yaralanmalardır. Son yıllarda gelişen cerrahi tekniklerle, yüksek oranda başarı ile tedavi edilebilmektedirler. Önemli olan tanıyı düzgün koyabilmek ve gerekli konservatif veya cerrahi tedaviyi uygulamaktır. 3 4 Menisküs Yaralanmaları Dr. Yavuz KOCABEY 5 6 7 8 9 10 Kıkırdak Yaralanmaları Dr. IĢık AKGÜN İnsan ortalama ömrü ciddi olarak uzadı.Ülkemizde kadınlarda 76 erkeklerde ise 74 oldu. Amerika Birleşik devletleri ve Japonya gibi ülkelerde ise 80 yaşın üzerine çıktı. Ömrün uzamasının yanında acaba bizim eklemlerimizi kaplayan kıkırdaklarımızda yenilenerek uzun yaşama ayak uyduruyor mu? Bilindiği gibi eklem yüzlerini kaplayan hyalin kıkırdak olarak isimlendirilen yapının yenilenmesi son derece azdır. İçindeki hücre sayısı toplam kütlenin ancak %1 ini oluşturmaktadır. Bu kondrosit adı verdiğimiz hücreler ya yaşamımız esnasında geçirdiğimiz travmalar sonusunda kıkırdağın yaralanması ile ya da yaşın ilerlemesine bağlı olarak azalmaktadır. Sonuçta kıkırdağın yenilenmesi azken, tamamen yok olur. Dolayısıyla, eskiden daha kısa yaşamlarda kullandığımız aynı kıkırdağı, daha uzun sürede kullanmaya başladık. Günlük yüklenmeleri de hesaba kattığımız zaman, kıkırdakların yıpranması daha da artmaktadır. Maalesef, halk arasında yanlış isimlendirmeyle kireçlenme denilen, osteoartrit oluşmaktadır. Son 10 senedir spor yapmak çok yaygınlaştı.Bunun sonucunda spor yaralanmaları da arttı ve özellikle de diz kıkırdak yaralanmaları, çok güncel konu haline geldi. Özellikle genç yaşta yaşanılan kıkırdak lezyonları bölgesel olmakta ve iyi tedavi edildiğinde ileriye dönük eklem bozukluğunu engellenmektedir. Tedavi edilmediğinde ise, zaman içinde tüm eklemi bozmaktadır. Yıllar önce eklemlerden geçirilmiş cerrahi girişimler, mesela menisküs ameliyatları, yıllar sonra kıkırdak lezyonlarına neden olmaktadır. Son bir grupta yapısal ve genetik formatın neden olduğu, özellikle 55 yaş üstü bayanlarda daha fazla görülen kıkırdak lezyonları söz konusudur. Bahsettiğim tüm bu gruplar ,sonuçta kıkırdaklarındaki lezyonlar nedeni ile çeşitli şikayetlere sahip olacaklardır. Ortalama ömründe uzadığı düşünülürse, uzun seneler bu şikayetler devam edecek ve artacaktır; sonunda da protez uygulamalarına gidilecektir. Özellikle diz gibi yük taşıyıcı eklemlerdeki bu problemler, kişilerin yaşam kalitelerini düşürmekte ve onları depresyona sokmaktadır. Bilim dünyası bu gerçeği görerek, kıkırdak lezyonlarının ciddiyetini ve doğurduğu sonuçları üzerine kıkırdağın yenilenmesi konusunda araştırmalara başlamıştır. Önceleri eklemin yükünü azaltıcı egzersiz programları, kilo verdirmeler, ilaç tedavileri uygulanmış ama problemin ilerlediği görülmüştür. Özelikle de tam kat kıkırdak kayıplarında kemik ortaya çıkmakta ve kıkırdak oluşmamaktadır. Birinci jenerasyon tedavi olarak özellikle sınırları belli genç ve orta yaşlardaki kıkırdak eksikliklerinde mikrokırık yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Bu yöntem , artroskopik olarak diz eklemini hiç açmadan monitörde görerek uygulanmaktadır. Amaç kıkırdağın olmadığı bölgede kemik iliğini açarak buradan gelen kanın o bölgede yerleşerek içindeki kök hücreleride kullanarak yeni bir kıkırdak oluşturma felsefesine dayalıdır. Ancak oluşan yeni kıkırdak orjinali gibi olmamakta ve dayanıklılığı daha kısa sürmektedir.Uygulanabilir lezyonlar 2 cm² ‘ye kadar büyüklükte olanlardır. Daha büyük lezyonlarda ise mozaikplasti adı verilen yöntem uygulanmaktadır. Bu teknikte kişinin aynı ekleminin sağlam bölgesinden 7-8-9-10 mm çaplı silinderik kıkırdak 11 ile birlikte kemik greftlerin alınarak kıkırdak olmayan yere transferi yapılmaktadır. Bu yöntem, 4 cm² ‘ye kadar büyüklükte olan lezyonlarda tercih edilir. Bu iki teknikte artroskopik olarak yapılabilmekte ve hasta aynı gün evine gönderilmektedir. Ancak yeni kıkırdak olması için 4-6 hafta o tarafına yük vermemelidir. Eğer lezyon daha da büyükse veya daha önce söylediğim teknikler başarısız olduysa o zaman kontrosit kültür uygulaması yapılabilir. Artık bu teknikler ikinci jenerasyondur. Burada yapılan, sağlam kıkırdaktan bir parça alıp bu parçadan laboratuarlarda kıkırdak hücresi olan kondrositlerin üretilmesi yöntemidir. Sonra bu kültür hücreleri ikinci ameliyatla ekleme, kıkırdağın olmadığı kısmına nakledilir. Materyal sıvı içerikli olduğu için, orada durmasını sağlayacak kemik zarı periostta kullanılmaktadır.Bu teknik daha da ilerletilmiş olup, sıvı içeriğin kaybolmasını da azaltmak için özel materyaller üretilmiş ve üretilen hücreler bunlara emdirilmiştir,bunlara skafold adı verilmektedir. Sonra bu skafoldlar problemli bölgeye konmaktadır. Ancak iş bu kadarla da bitmemektedir. Daha iyilerini yapmak üzere üçüncü jenerasyon teknikler geliştirilmiştir. Bu teknikte skafoldlar üzerine kondroprogenitör adı verilen yani bulunduğu ortama göre yapı özelliğini taşıyan hücreler konulmuş ve bunlar uygulanmaya başlanmıştır. Bu hücreler ; kemik iliğinden, adaleden, yağdan ve sinovyumdan elde edilmektedir. Bu teknikler hep iki operasyon ile yapılmaktadır. Birincide, sağlam doku alınıp çoğaltılmakta; ikinci operasyonda da , oluşturulan doku kıkırdak yokluğunun olduğu bölgeye yerleştirilmektedir. Son çalışmalar ise, bu olayı tek ameliyatla nasıl halledileceği konusundadır. Birçok araştırma devam etmektedir. Yine bu tekniklerdeki diğer bir yenilik, skafoldlar üstüne dokuların yapımında kullanılan vücut tarafında salgılanan mediatör dediğimiz maddelerin yerleştirilmesidir. Gerçekten çok ileri bir teknolojidir. Şu ana kadar bahsettiğim uygulamalar daha çok eklemin belli bölgesinde olan sınırlı kalmış kıkırdak defektlerinde uygulanan tekniklerdir. Bir de eklemin tamanını tutan ve tüm eklemde kıkırdak kaybı ile giden hastalıklar vardır. Günümüzde ilerlemiş bu hastalıklarda eklem protezleri uygulamaları başarı ile yapılmaktadır. Ancak hastalar artık kendi eklemleri yerine artifisyal eklemler kullanmaktadırlar. Gen tedavisi ile bu tip kıkırdak sorunları da çözülecektir. Bununla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Ancak bu tekniklerde canlı virüslerin ve onlara yüklenen DNA ların kullanılması bazı sorunlar getirmektedir. Bu nedenle daha çalışmalar hastalar üzerinde yaygın kullanıma müsaade etmemektedir. Bu sorunlar giderildiği taktirde hangi kıkırdak lezyonu olursa olsun tedavi edilebilecek, herkes her zaman kıkırdağını korumuş veya yeniden yapmış olacaktır. Sonuç olarak kıkırdaklar yenileniyor mu? Belki kendi başlarına hayır ama, yeni teknolojik gelişmeler ve tedavi şekilleri ile evet yenileniyor. 12 Patellofemoral Sorunlar Dr. Sinan KARAOĞLU Kısa giriş Polikliniklerde görülen kas iskelet sistemi problemlerinin 1/3’üdizle alakalıdır ve sporcuların %54’üher yıl diz problemi yaşamaktadır. Genel popülasyonda ise diz ağrısı nedeniyle ortopedi uzmanına gönderilen hastaların %25’i PF problemdir.(Baquie 1997) Etyoloji çoğu zaman tam açık değildir ve çok çeşitli tedavi yaklaşımları vardır. Tanı Patellofemoral ağrılı bir hastaya iyi alınmış bir anamnezle yönlenmiş ayrıntılı bir fizik muayene yapmak gereklidir. PF problemlerde anahtar sorular Hangi aktiviteyle uğraşılıyor? Yaralanma nasıl oldu? Yavaş yavaş mı yoksa ani mi -başlangıç? Merdiven, oturma, yürüme, koşma, diz üstü aktivitelerde ağrı ? Ağrının tam yeri? Daha önce Diz Yaralanması oldu mu? Dizde Boşalma ? DizdeTakılma ya da Kilitlenme? Hikâye Diz önü ağrısı genelde tipiktir Bazen menisküs patolojileriyle ayırım gerekebilir Ağrı oluşturan aktiviteler Çömelme, merdiven, kayak, yokuş yukarı bisiklet Sinema Belirtisi Travma hikayesi Aşırı yüklenme (Overuse) hikayesi Menisküs problemleri ile PF problemler aşağıdaki farklar göz önünde bulundurularak çoğu zaman kolayca ayrılabilir. MenisküsBulguları Ani / dönmeyleyaralanma Ağrıeklem çizgisinde Çömelmede ağrı Oturmakla ağrı yok Takılma / Kilitlenme olabilir Dizde yavaş gelişen şişlik (sıvı) 13 Patellofemoral Bulgular Sinsi / aşırı yüklenmeyle başlangıç Ağrı patellar tendon/patella civarı Eksentrikhareketlerle ağrı Oturmakla ağrı Katılık var (gerçek kilitlenme değil) Bölgesel inflamasyon (retinakulum) Doğru teşhis için Anatomi, Biyomekanik, ve PF eklemin Fonksiyonel davranış biçimi hakkında ayrıntılı bilgi/fikir sahibi olmak şarttır Patella – Anatomi Vastus medialis obliquus kası, enönemli dinamik yapı Medial patello-femoral ligaman, enönemli statik yapı Quadriseps Vastus medialis :Vastus lateralisoranı ! Quadriceps : Hamstringoranı Triceps surae (gastrocnemius + soleus)davranışı/durumu PFpronasyon tibial rotasyon PF dizilim bozukluğu PF joint reaction (PFJR) yükü Yürüme sırasında vücut ağırlığının 0.5’i oranında, PF ekleme yük biner. Bu yük merdiven çıkma ile vücut ağırlığının 3-4 , çömelme ile 7-8, koşu ile 7 ve iniş / sıçrama ile de 7-8 katı kadar olmaktadır.(Dahl 2006) Fizik Muayene Yaralanma ve ağrı detaylarıyla beraber ayrıntılı bir fizik muayene (özellikle patella ve retinakulumun iyi palpasyonu) çok önemli ipuçları verir. Fizik Muayenede: Dizilim , Varus/valgus, Rotasyonel yapı, Q-açısı (Norm – ♂10º♀15º), Fleksiyonda Q-açısı ?, Dinamik Q-açısı ? Tuber-sulkus açısı Ekstensör mekanizma Patella alta / baja Hamstring kısalığı bakılmalıdır. Ayrıca Patellofemoral krepitasyon Patellar seyir 14 Lateral retinakulum Gerginlik / hassasiyet Tilt Patellar mobilite Quadricepskuvveti IT band friksiyon sendromu Pes anserinus bursiti kontrol edilmeli / araştırılmalı Q açısını arttıran durumlar Genu valgum ↑↑ femoral anteversiyon Medial tibial torsiyon Lateral yerleşimlitibiakl tüberkül lateral retinakulum gerginliği VMO yetersizliği Patella alta Palpasyon Tibial tüberkül Patellar Tendon Patella kenarları Patellar krepitasyon Patellar Mobilite Medial ve Lateral Retinakulum İnfra-patellar fat pad Quadriseps tendonu Distal ilio-tibial band ve Gerdy tüberkülü Medial Plika mutlaka palpe edilmelidir. PF Testleri - Clark test Aktif Q kasma + Patella oluğa doğru stabilize edilmeye çalışılır Pozitif = PFağrıvekasamama Yanlış (+) !! PF Testleri - Fairbank’ın Korku Testi PF Testleri - Patellar Glide Test Medial ve lateral kayma Medial = 0.5 - 2 kadran <0.5 hipomobil, > 2 hipermobil Lateral = 0.5 – 2 kadran <0.5 hipomobil, > 2 hipermobil PF Testleri - Patellar Tilt Test Patella baş ve işaret parmağıyla kavranır Lateral kenar yukarı kaldırılırken medial aşağı doğru bastırılır Normal = 0-15o > 15 = hipermobil <0 hipomobil 15 Görüntüleme – X-ray Tam yan ve AP filmlerin yanısıra 30° - 45° fleksiyonda çekilmiş Tanjansiyel grafiler mutlaka görülmelidir. Xray ile varus/valgus dizilimi , aksesuar ossifikasyonlar, osteokondral kırıklar, patella yerleşimi, alta, baja durumları görülebilir. CT 15, 30 ve 45º fleksiyonda kesitler Normal patellar seyir = 15º fleksiyonda patella olukta tilt olmaksızın tam oturmalıdır Görsel olarak tilt ve subluksasyonu göstermenin en iyi yoludur. Patellar tilt açısı: lateral facetin doğrultusu ile kondillerin posteriorundan geçen çizginin arasındaki açıdır/ normal > 12º MRG CT den daha az değerlidir Subkondral ve kondral sorunları göstermede faydalıdır. Patello-femoral ağrı sendromunda (PFAS) Etyoloji/Ayırıcı tanı Patellar seyir bozukluğu Statik patellar seyir bozukluğu ⇑ Q-açısı ve genu valgum PF problemlerde sık bulunan birliktelikler: Proksimal Kalça Zayıflığı ve PF problemler PFAS’lı bayanlarda belirgin olarak: gluteus medius, gluteus maximus ve kalça dış rotatorları zayıf bulunmuştur. (Robinson 2007, Schmitt 2007, Rowe 2007, Ireland 2003) Lomber Vertebra Disfonksiyonu ve PF problemler Sık görülür. Dizin optimal performansı tüm kinetik zincirin sağlıklı olmasıyla mümkündür. (Nadler 2000, Kobayashi 2007) Lomber vertebra disfonksiyonunun kas zayıflığına yol açabileceği değişik yayınlarda açıklanmaktadır.(ağrı ? Sinir etkileşimi ?) (Pickar 2002, Cavanaugh 2007, Budgell 1995) Ayak Deformiteleri ve PF problemler Özellikle prone ayaklarda sık görülür. Dizin optimal performansı tüm kinetik zincirin (dolayısiyle ayağın da) sağlıklı olmasıyla mümkündür. (Nadler 2000, Kobayashi 2007) PF problemler - Tedavi Sıklıkla KONSERVATİF tedavi gerekli ve yeterlidir. Nadiren cerrahi tedavi de gerekebilir. PF Problemler – Tedavi (Konservatif) Hastaların büyük kısmında etkilidir. Hamstring germe-esneklik kazandırma, Dengeli kuvvetlendirme (Q x HS), Proprioseptif eğitim, Kalça dış rotator-Abduktör kuvvetlendirme, Ortezler ve dizlikler, Patellar mobilite egzersizleri – lateral retinakulum esnetme ile beraber, NSAIDler ve analjezik fizik modaliteler tedavide kullanılır. 16 PF Problemler – Tedavi (Cerrahi) Spesifik endikasyon çok önemlidir. Proksimal dizilim düzeltme (açık/artroskopik) Semptomatik dizilim sorunları tüberositas tibianın medial ya da anteromedial transferini gerektirebilir. İatrojenik medial subluksasyona çok DİKKAT ! ! Lateral gevşetme(izole patellar tilt için yeterli olabilir,) ancak sadece lateral gevşetme subluksasyon varsa faydalı olmamaktadır. Tedavi (Cerrahi) seçeneklerinde; Artroskopi Lateral gevşetme VMO Plikasyon Tibial tüberküloplasti Elmslie-Trillat – medial Maquet – anterior Fulkerson – anterior/medial Roux-Goldthwaite – büyüme çağında Akılda tutulacaklar Kusursuz Tanı Tüm Kinetik Zinciri Kapsayan Rehabilitasyon Patellar 3D uyumun sağlanması (Patellar homeostasis) Cerrahi için çok spesifik endikasyon düzeltici cerrahi için ŞART 17 18 Adduktor Tendinit Dr. Asım BAYKAN GENEL BİLGİ Sporcuların kronik kasık ağrıları olan, adduktor tendonların etkilendiği atletik pubalji, sporcu fıtığı ve osteitis pubis; birbirine geçişli ve birlikte değerlendirilmesi gereken süreçlerdir. Adduktor tendinit, tekrarlayan konsantrik yüklenmelerin adduktor tendonlarda oluşturduğu mikrotravmalardan kaynaklanan ve sportif aktiviteyle artan kasık ağrısıyla karekterize kronik bir süreçtir. Başlangıçta izole adduktor tendinit olarak görülebilir ancak sürecin ilerlemesiyle karın duvarı, pelvis tabanı, simfizis pubis bölgesi kronik mikro yaralanmaları tabloya katılarak “atletik pubalji” tablosunu oluşturur. “Atletik pubalji” rektus abdominus kasının, simfizis pubise yapışma bölgesinde yaralanmasından kaynaklanan bir kasık ağrısı nedenidir. Sıklıkla konjuant tendon ve adduktor longus tendonu da pubise yapışma bölgelerinden yaralanmış durumdadır. EPİDEMİYOLOJİ Tipik olarak, ani yön ve hız değişikliği gerektiren koşu yüklenmeleri ve sert şut çekme içeren sportif etkinliklerde görülür. En sık rastlandığı spor branşları; futbol, ragbi, Amerikan futbolu, basketbol ve hokeydir. Görülme sıklığı yaşla birlikte artar. Erkek sporcularda daha sık rastlanmaktadır. Kas kuvveti, esnekliği, pelvik ve gövde stabilizasyonu yetersiz sporcular diğer bir risk grubunu oluşturur. ANATOMİ Kalça ekleminin adduktor kasları, orijinlerine göre medialden laterale adduktor longus, brevis ve magnus; pubisten çıkarak femur medialine yapışırlar. Kalça adduktörleri, minör bir kalça adduktörü olan m. grasilis ile birlikte obturator sinirin kontrolündedirler. Diğer bir minör adduktor kas olan m. pektineus ise, femoral sinir tarafından innerve olur. Pubik bölgeye yapışan rektus abdominus ile, karın duvarını ve inguinal kanalı oluşturan transvers abdominus kası, internal ve eksternal oblik kaslar; sporcuların kronik kasık ağrısına zemin oluşturan diğer anatomik yapılardır. Sporcuların kronik kasık ağrılarında gözden geçirilmesi gereken diğer anatomik yapılar, sakroiliak eklem, kalça eklemi, iliopsoas kası, simfizis pubistir. BİYOMEKANİK Gövde rotasyonunu gerektiren hareketlerde pelvisin stabilizasyonu, adduktor kaslar ve iliopsoas tarafından sağlanır. Şut çekme gibi zorlayıcı kalça hiperekstansiyonu durumunda pelvisi, rektus abdominus ve oblik karın kasları stabilize eder. Pelvisin dinamik stabilizatörlerini etkileyen ve bu bölgelere yük dağılımını değiştirebilen yapılar; sakroiliak eklem , lumbosakral kolon, kalça eklemleri ve simfizis pubistir. 19 YARALANMA MEKANİZMASI VE PATOGENEZ İnguinal ve pubik bölgeye gelen tekrarlayan yükler, statik ve dinamik pelvik stabilizatörlerin disfonksiyonuyla artar. Adduktor tonusun artması, kuvvetinin azalması, iliopsoas esnekliğinin ve kuvvetinin yetersizliği, rektus abdominus gerginliği ve kuvvet azlığı, kalça ekleminin hareket kısıtlılığı, sakroiliak eklem ve lomber vertebra disfonksiyonu, pelvik tilt, ekstremite uzunluk farkı ; inguinal ve pubik bölgeye siklik yüklenmeleri arttıran nedenlerdir. Yetersiz pelvik stabilizasyon zemininde tekrarlayan konsantrik yüklenmelerin; adduktor tendonlarda , özellikle adduktor longus tendonunda oluşturduğu mikrotravmaların kronik bir enflamasyon süreci oluşturmasıyla patolojik süreç başlar. Sportif aktiviteye devam edilmesiyle sıklıkla kompansatuvar yüklenme sonucu iliopsoas tendinit tabloya eklenir. Ağrılı adduktorlar ve iliopsoas nedeniyle pelvis kontrolü azalır ve karın duvarında artan yükler konjuant tendon, inguinal kanal arka duvarı, rektus abdominus tendonu veya simfiziste mikro yaralanmalara neden olabilir. Tekrarlayan kalça hiperekstansiyonu ve gövde rotasyonunun, bu güçlere karşı pelvisi stabilize etmeye çalışan karın kaslarının simfize yapıştığı noktalarda oluşturduğu makaslama kuvvetleri yırtıklara yol açabilmekte ve “atletik pubalji” süreci ortaya çıkabilmektedir. Bu yaralanmalar pelviste mikroinstabiliteyi arttırarak bir kısır döngü oluşturur. Zayıflayan dokulardaki mikro-hasarlar ve instabilite giderek artar. “Atletik pubalji”nin yanı sıra, tabloya sporcu fıtığı ve osteitis pubis eklenebilir. İlioinguinal sinir ve genitofemoral sinirin genital dalı gibi kasıktan geçen duyu sinirlerinin; kompresyon, gerilme ve mikrotravmalarla ağrı mekanizmasında rol oynamaktadır. Cerrahi tedavi sonucu dekompresyonla iyileşme sağlanabilmektedir. TANI Öykü ve belirtiler: Çoğunlukla yoğun antrenman, maç temposu ve yetersiz dinlenme sürecinde yavaş yavaş ortaya çıkan; uyluk medialinde tek veya çift taraflı kasık ağrısı vardır. Başlangıçta sportif aktivite sonrasında ve ertesi sabah tutukluk şeklinde görülebilen ağrı; ısınma ve germe egzersizleriyle azalabilir, ancak yorgunlukla tekrar şiddetlenir. Özellikle yan koşular, dönüşler ve ayak içi sert vuruşlar ağrılıdır. Etkili şut ve koşu mesafesi azalır. Ani yavaşlamalar rahatsızlık verir. NSAİ ilaçlar ile yakınmalar azalsa da iyileşme sağlanamaz. Aktiviteye devam edilmesiyle, ağrı giderek dinlenme dönemlerinde de devam edebilir. Rektus abdominus tendon hasarıyla birlikte gelişen atletik pubalji tablosuyla beraber, giderek karın, pubik bölgesi ve proksimaline yayılabilir. Muayene: Kasık bölgesinde potansiyel ağrı bölgelerinin tamamı muayene edilmelidir. Bu yapılar; adduktor kaslar, kemik pelvis, kalça eklemi, kalça fleksörleri, karın kasları ve inguinal kanaldır. Ayrıca, lomber vertebra, sakroiliak eklem ve ekstremite uzunlukları da gözden geçirilmelidir. Palpasyonla; rezistif kalça adduksiyonu ve pasif kalça abduksiyonu ile adduktor tendonlarda, özellikle de adduktor longus tendonunda ağrı ortaya çıkar. 20 Atletik pubaljide adduktor tendon bulgularına ek olarak rektus abdominus tendonunda palpasyon germe ve aktif ve resistif kontraksiyonla ağrı ortaya çıkar. Radyolojik incelemeler: Xray: Ayırıcı tanıda; stres kırıkları, kalça eklem sorunları, avülsiyon yaralanmaları ve osteitis pubis araştırılmalıdır. MRG: Adduktor tendonlarda enflamasyon vardır. Ayırıcı tanıda osteitis pubis, inguinal herni ve kalça patolojileri araştırılmalıdır. USG: İnguinal herni, karın içi ve urolojik patolojiler araştırılmalıdır. Kemik sintigrafisi: Pelvis ve femur boynu stres kırıkları, osteitis pubis, diğer pelvik ve kalça enfeksiyon tümör vb.kemik patolojilerinin ayırıcı tanısında yararlanılabilir. AYIRICI TANI Diğer sık rastlanan sporcu kasık ağrısı nedenleri: Osteitis pubis: Uzun mesafe koşucuları futbol ve haltercilerde daha çok görülür. Yaralanma mekanizması: Adduktor kaslar ve rektus abdominusun, simfizis pubis çevresinde tekrarlayan tarzda oluşturduğu makaslama kuvvetleriyle oluşan mikrotravmalar zemininde oluşan periostit, dejeneratif eklem patolojileri ve buna bağlı kemiksel değişikliklerin ortaya çıktığı kronik bir süreçtir. Belirtiler ve Tanı: Sportif aktivite ve yorgunlukla artan karından kasık ve uyluk iç kısma yayılan ağrı vardır. Muayenede pubik bölgede palpasyonla hassasiyet, rezistif gövde fleksiyonu ve adduksiyon ile ağrı vardır. Erken dönemde kemik sintigrafisi ve MRG tetkiklerinde pubiste enflamasyon ; geç dönem grafilerde simfizisde kemik rezorbsiyonu, düzensizlik, genişleme ve subkondral skleroz ve kistik değişiklikler vardır. Tedavi ve sahaya dönüş: Sportif dinlenme, antienflamatuvar modaliteler, adduktor ve rektus abdominus germe ve kuvvetlendirme, gövde ve pelvik stabilizatörlerin kuvvetlendirilmesi için egzersiz programlarına dayanan uzun bir rehabilitasyon süreci, lokal kortikosteroid enjeksiyonu ; konservatif tedavinin başarısız olması durumunda ve tekrarlayan olgularda ise, cerrahi debridman ve adduktor tenotomi uygulanabilmektedir. Ağrısız aktivite, yeterli kas gücü ve esnekliği, optimal sportif performans ; sahaya dönüş kriterleridir. Minimum 2-3 aylık bir tedavi süresi göze alınmalıdır. Sporcu fıtığı: Atletik pubalji, adduktor tendinit, osteitis pubisle çok benzer belirtiler nedeniyle çoğu kez geç ve yanlış tanı nedeniyle tedavisi gecikir. Belirtileri fıtık gibidir ancak muayene ve USG ile tanı konması zordur. Yaralanma mekanizması: Özellikle futbolda sert şut çekme gibi agresif kalça abduksiyonu ve hiperekstansiyonu, karın duvarında inguinal kanal arka duvarını oluşturan transvers fasyada yırtıklara yol açabilmektedir. Belirtiler ve tanı: Karın içi basıncı arttıran zorlayıcı sert şut, ani dönüş gibi aktivitelerde karın ve uyluk iç tarafa yayılabilen kasık ağrısı vardır. Muayene, USG ve MRG ile tanı konamayan olgularda herniografi veya laparoskopi ile tanı konabilir. Tedavi ve sahaya dönüş: Tercihen laparoskopik yöntemle yama konularak tek veya çift taraflı tamir ve gereken olgularda adduktor tenotomi ile başarılı sonuçlar 21 bildirilmektedir. Ortalama 6-8 haftalık bir iyileşme süreci ardından yeterli sportif performans sağlanarak dereceli olarak sahaya dönüşe izin verilebilir. Daha az rastlanan sporcu kasık ağrısı nedenleri: Kalça eklemi patolojileri (Femoroasetobular sıkışma sendromu*FAİ+, kondral lezyonlar, labrum yaralanmaları, “snapping hip”), stres kırıkları (femur boynu, pubik ramus, asetabulum), tuzak nöropatileri (obturator, ilioinguinal, genitofemoral), yansıyan ağrılar (lomber vert., sakroiliak eklem), apofizitis (SİAS, SİAİ).. Seyrek olarak görülen sporcu kasık ağrısı nedenleri (atlanmamalı!): Diğer kalça eklemi sorunları (femur başı epifiz kayması, perthes hastalığı, avasküler nekroz, transient osteoporosis), karın içi patolojiler (prostatit, diğer ürolojik veya jinekolojik sorunlar), spondiloartropatiler (ankilozan spondilit), tümörler (osteoid osteoma, testis tm) TEDAVİ Konservatif Tedavi: Sportif dinlenme, soğuk uygulama ve diğer fizik tedavi modaliteleri, ağrısız sınırlarda germe ve kuvvet egzersizleri ve optimal bir süre oral NSAİ önerilmektedir. Rehabilitasyon süreci; pelvis ve kalça eklem stabilizatörü kasların, özellikle adduktor ve karın kaslarının kuvvetlendirilmesi esnekliklerinin arttırılması, lomber vertebra ve sakroiliak mobilizasyonun arttırılmasını amaçlayan statik ve dinamik egzersiz programlarından oluşur. Rehabilitasyonda temel prensipler; egzersizlerin ağrısız sınırlarda yapılması, pelvise yükü arttıran mekanik sorunların saptanarak giderilmesi, lumbopelvik stabilitenin arttırılması, ilgili kasların kuvvetlendirilmesi, klinik bulgulara göre rehabilitasyonun ilerletilmesidir. Lokal kortikosteroid enjeksiyonu uygulanabilir. Konservatif tedavide olası başarısızlık nedenleri; yanlış tanı, yetersiz dinlenme süresi, tedaviye uyumsuzluk, ağrılı egzersizler, yetersiz gövde stabilitesi, lomber vertebrada mobilite yetersizliğinin devam etmesi, sayılabilir. Cerrahi Tedavi: Konservatif tedavilerin başarısız olduğu kronik olgularda adduktor longus tenotomi ile başarılı sonuçlar bildirilmektedir. Konservatif tedaviye yanıt vermeyen pelvik mikro instabilite bulunan atletik pubalji olgularında, açık pelvis tabanı tamiri ve adduktor tenotomi düşünülmelidir. Cerrahi tedavi sonrası sporcunun 4-6 haftalık kısa bir sürede spora dönebilmesi mümkün olduğu bir anekdot olarak bildirilmektedir. SAHAYA DÖNÜŞ Ağrısız optimal kas kuvveti ve esnekliğine ulaşılmasının yanısıra, yeterli sportif kondüsyon sağlanmasıyla sahaya dönüşe izin verilebilir. KORUNMA Adduktor kas kuvvet ve esnekliğinin sezon öncesinde ve sezon içerisinde düzenli olarak test edilerek sorunların önceden belirlenmesi, varsa kalça adduktor/abduktor kuvvet dengesizliğinin izokinetik testlerle saptanarak ,düzenli kuvvet ve esneklik çalışmalarının antrenman programlarına eklenmesi gerekmektedir. 22 Sezon öncesi muayenelerde adduktor ve pubik aşırı yüklenmeye yol açabilecek lomber vertebra, sakroiliak eklem disfonksiyonları, pelvik tilt, kalça eklem patolojilerinin saptanarak giderilmesi de korunma açısından önem taşımaktadır. Pelvis ve gövde stabilizatörlerine ilişkin kuvvet çalışmalarının antrenman programlarına entegre edilmesi de yararlı koruyucu bir önlem olarak önerilmektedir. 23 24 Osteitis Pubis Dr. Ġlker YÜCESĠR “Osteitis pubis” pubik kemiklerin simfizis pubis ve ilgili diğer dokuları da içerecek biçimde ağrılı enflamasyonu olarak tanımlanır (1,2) . Etyopatogenezi sıklıkla net olmamakla birlikte özellikle sporcularda en sık tanımlanan etyolojik faktör egzersiz sırasında oluşan doğrudan veya mikro travmaya bağlı periostal travmadır (3-5) . Doğrudan travma hikayesi olmayan olgularda uzun süreli aşırı kullanım (overuse), en sık sebeptir. Pubik kemiklerin eklem yaptığı simfizis pubisin özellikle şut çekme ve ani dönüşlerde maruz kaldığı makaslama kuvvetleri en önemli mekanik etmenlerden sayılmaktadır. Yine pelvik bölge kas gruplarının ve diğer yumuşak dokuların çekme kuvvetlerinin özellikle de çekme kuvvetlerindeki dengesizliklerin bölgede oluşturduğu stres de önemli etmenlerden kabul edilir. “Osteitis pubis” ’de oluşan klinik tablo için “sporcu (athletic) osteitis pubisi”, “pubalji”, “sporcu (athletic) pubaljisi”, “simfizis pubis instabilitesi”, “kronik kasık yaralanması” ve bazıları da yanlış bir biçimde “kasık zorlanması” terimlerini sıkça sinonim olarak kullanmaktadırlar. Etyopatogenezde ürolojik, jinekolojik, obstetrik ve pelvise etki ederek ağrı ve enflamasyonun oluşumuna yol açan diğer patolojik olaylar veya işlemler de rol alabilir. Ayırıcı tanıda bu olasılıklar ile pelvisin ve özellikle kasık bölgesinin sporcu fıtığı başta olmak üzere diğer patolojileri de göz önünde bulundurmak gerekir. Klinik tablo: Hasta, sıklıkla 20-40 yaşları arasında aktif erkektir. Şikayetler sıklıkla tek taraflı başlayan, ileri vakalarda her iki tarafta da hissedilebilen kasık ağrısı ve alt abdomen ağrısıdır. (bkz. Şekil 1.) Ağrı özellikle erken safhalarda lokalize edilmesi zor, egzersiz sonrasında daha belirginleşen ve alt ekstremitelerin yoğun sıçrama, dönüş, bacak savurma (futbolda şut çekme, orta yapma), uzun süreli/yüksek hızda koşma gibi egzersizlerinin ardından daha şiddetli hissedilen karakterdedir. Yine erken safhalarda özellikle antrenman sıklığı ve şiddetine bağlı olarak semptomsuz günler olabilir. Vaka ilerledikçe; egzersiz sırasında ağrı hissetme, ağrı şiddetinde artma, tutukluk/sertlik hissi, erken safhalardaki yakınmaların yerini alır. Özellikle rektus kaslarının pubik kollara yapıştığı bölgede alt abdominal ağrı ile, ağrının tek veya çift taraflı olarak uyluğa ve perineuma yayılması görülebilir. Bu evrede egzersizin ertesi günü kasık bölgesinde sabah sertliği, günlük hayatta daha önceleri olmayan öksürme ve hapşırma ile ağrı hissi, sakroiliak eklem ağrıları tabloya eşlik edebilir. 25 Şekil 1. Osteitis pubiste ağrı hissedilen bölge ve komşu kas grupları. (Grafik http://breakdance magazine.com/?p=196 internet sayfasından değiştirilerek üretilmiştir) Muayene bulguları: Fizik muayene bulguları, osteitis pubisi kasık bölgesinin diğer yaralanmalarından ayırt etmekte zaman zaman yetersiz kalabilir. Muayene bulgularını hastanın hikayesi ile birlikte değerlendirmek bu açıdan özellikle önemlidir. En sık görülen ve bu anlamda patognomonik sayılabilecek bulgu, simfizis pubis bölgesine basmakla hassasiyettir. Distal simfizis için adduktor sıkıştırma ve proksimal simfizis için rektus abdominis kas testlerinin (mekik) pozitifliği tanıyı destekleyen bulgulardır (6). Adduktor kasların palpasyonla ve dirençli kas testleri ile hassasiyeti, rektus abdominis distal ataçmanında palpasyonla ağrı/hassasiyet, tek ayak sıçrama ile orta hatta ağrı, kalça eklemi sıkıştırma testi ile orta hatta ağrı hissi diğer daha seyrek bulgulardan bazılarıdır. Görüntüleme: Son yıllarda klasik görüntüleme algoritmasında ileri tetkik kabul edilen Manyetik Rezonans (MR) görüntüleme tekniklerinin, daha erken dönemlerde ve ilk başvurulan yöntem olmasına doğru bir eğilim klinisyenler arasında yaygınlaşmaktadır. MR görüntülemenin pek çok spor sakatlığında diğer yöntemlere üstünlüğü ve tanıya yüksek katkısı bu eğilimi destekler niteliktedir. Simfizis pubisi süreğen biçimde torsiyonel ve makaslama kuvvetlerine maruz bırakan sportif aktiviteler (sıçrama, dönüş, şut çekme vb) simfizis dejenerasyonunu erken yaşlarda başlatacak karakterdedir. Bu değişim MR görüntülerinde bazen asemptomatik vakalarda dahi erken osteoartroz bulgularının görülmesine yol açar. Bir görüşe göre; dejenere olan artiküler diskin incelmesi ile başladığı varsayılan instabiliteye bağlı tendon lezyonları, mekanizmayı tersten ele alan bir diğer görüşe göre ise tendon patolojisi ve/veya kas dengesizliğine sekonder gelişen instabiliteye bağlı simfizis hasarı, sonuçta hem simfizis pubisin, hem de bölgeye yapışan tendonlar başta olmak üzere komşu yumuşak dokuların MR görüntülerinde patolojik sinyal oluşturur. Ramus pubiste, simfizisten başlayarak merkeze doğru uzanan unilateral veya bilateral kemik iliği ödemi, vakaların önemli bir bölümünde görülür. Özellikle futbolcularda klinik bulgu vermeyen ve başka şikâyetler sebebiyle bölgenin görüntülendiği vakalarda hem kemik iliği hem de tendonlarda, özellikle de ataçman bölgelerinde izlenen 26 sinyallerin sıkça görülmesi, osteitis pubis vakalarında MR görüntülemenin tanısal değerini azaltır niteliktedir. Ancak; subklinik vakalarda, tespit edilen bu bulgular var olan bir patolojiyi göstermeleri açısından değerlidir. Bunun yanı sıra MR görüntülemenin kalça osteoartritini, labral lezyonları, iliopsoas tendinitini/bursitini, pelvis veya proksimal femur stres kırıklarını ve pelvis içi diğer patolojileri göstermesi ayırıcı tanıda çok önemlidir. Bu sebeplerle özellikle şüpheli olgularda MR görüntüleme bulguları klinik tanıyı desteklemek amacıyla kullanılmalı, ancak simfizis pubis ve çevresindeki sinyal artışının özellikle prognoz tayini açısından değerinin yüksek olmadığı akılda tutulmalıdır. Klasik görüntüleme algoritmasında MR görüntülemeden önce yer alan konvansiyonel röntgen erken dönemde negatiftir. Simfizis pubiste eklem aralığının daralması, subkortikal skleroz ve artiküler kortikal düzensizlikler; dejenerasyon bulgularıdır. Benzer şekilde eklem aralığının genişlemesine eşlik eden kortikal düzensizlikler ve skleroz görüntüsü ;dejenerasyon ile birlikte instabilite lehinedir. Ancak, yine ileri spor yaşlarındaki asemptomatik pek çok sporcuda simfiziste dejenerasyon bulgularının görülebileceği akılda tutulmalıdır. “Flamingo testi” denilen denge koordinasyon testine benzer şekilde, tek bacak üzerinde her iki bacak için ayrı ayrı alınan iki grafinin karşılaştırıldığı A-P stres grafiler simfizis pubis instabilitesini göstermesi açısından değerlidir. Flamingo stres grafilerinde özellikle 2 mm.’den büyük açılma, makro instabilite kabul edilir ve bölge kaslarına yönelik güçlendirme, stabilizasyon egzersizlerini içeren tedavilerin gelişimini takip açısından da kıymetlidir. Bu grafilerde sakroiliyak eklem pozisyonları da değerlendirilmelidir. Ortoröntgenogramda bacak boyu farkının tespit edilmesi, pelvik tilt ve instabiliteyi destekleyen sakroiliyak eklem bulguları, adduktor tendon origolarında ossifikasyon sadece simfizisle sınırlı kalmayan, predispozan veya eşlik eden patolojileri gösteren röntgen bulgularından bazıları olarak sayılabilir. Radyoizotop kemik sintigrafileri, uygulamadaki zorlukları ihmal edilirse tanıyı destekler nitelikte olup özellikle stres kırıkları, seronegatif enflamatuvar artropatiler gibi kasık ağrısının bölgeye has nedenlerinin ayırıcı tanısında yardımcı rol oynar. Yüksek rezolüsyonlu ultrason, özellikle genç sporcularda simfizis pubiste kortikal dejenerasyonun eşlik ettiği ağrı-hassasiyet şikayetlerinin değerlendirilmesinde, pubik entezopati, tendonitis, sporcu hernisi gibi durumların teşhisi ile diğer daha az görülen ama benzer semptomlar gösterebilen kasık fıtıkları, femoroasetabuler labral lezyonlar, iliopsoas tendoniti/bursiti gibi sorunların ayırıcı tanısında faydalıdır. Tanı: Osteitis pubis, sporcularda kasık bölgesinde ağrı ile seyreden tablolardan, ayırıcı ve kesin tanısı belki de en zor olanlardandır. Bu yüzden özellikle şikayetlerin geçmişinin anamnezde iyi sorgulanması ve detaylı muayene, en az laboratuvar tetkikleri kadar, hatta daha 27 Tablo 1. Sporcularda ayırıcı tanı için önemli kasık ağrısı nedenleri. değerlidir. Komşu yumuşak doku lezyonlarının ve pubik instabilitenin araştırılması için bazı anglosakson kaynaklar “Flamingo stres grafisi” ve dinamik ultrasonografinin yeterli olacağını öngörmekle birlikte, özellikle ülkemizde ultrasonografinin sağlayacağı fayda konusunda konsültan radyolog hekimin fikrine göre karar vermek daha rasyonel olacaktır (yazarın şahsi görüşü). Yine tanı sırasında çoklu patoloji olasılığı göz ardı edilmemelidir. Sporcuların azımsanamayacak kısmında kronikleşmiş tendon lezyonları, osteitis pubis ile birlikte seyreder. Sporcuyu izleyen hekimin göz ardı etmemesi ve mutlaka konsültan radyologla birlikte değerlendirilmesi gereken bir klinik tablo da seronegatif spondilartropatidir. Spondilo- artropati açısından pozitif aile hikayesi, süreğen bel ağrısı, bir saati geçen sabah sertliği, eşlik eden göz/cilt lezyonları araştırılmalıdır. Tedavi:Tedavi genellikle konservatiftir. İstirahat, fizik tedavi, ultrasonografi, non-steroid antienflamatuvar ilaçlar, lokal glikokortikoid enjeksiyonu ve/veya oral glikokortikoid kullanımı, rehabilitatif egzersizler, en sık başvurulan yöntemlerdir. Konservatif tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda sakatlık mekanizmasına göre planlanan uygun tekniklerin uygulandığı cerrahi tedavi, alternatiftir. Vakaların hemen hemen tümünde kaynağı (birincil sorumlu eleman) farklı da olsa; kas, tendon, ligaman gibi yumuşak doku elemanlarının zaafına bağlı bir mekanizma sorumludur. Farklı mekanizmalar tartışılmakla beraber somut olan; vakaların önemli bir kısmının pubik instabilite ile seyrettiği ve pubik instabilite olsun olmasın, tüm olgularda pelvisle ilgili tüm yapıların işlevsel biyomekaniğinin düzeltilmesi gerekliliğidir. Dolayısı ile, ağrı izin verdiği ölçüde tedavinin erken safhalarında da uygun egzersiz programları tedavinin bir parçası olmalıdır. Egzersiz, ağrısız aktivite sağlandıktan sonra, göğüs kafesinin altından dizlere kadar diye tarif edilebilecek bölgede, gövdenin merkez (ing: core) kas gruplarını, kalçayı da içerecek biçimde tüm uyluk kaslarını içermeli; kuvvet kazanımının yanı sıra yeterli esnekliği sağlayacak biçimde ve gelişmiş propriyosepsiyon temelinde genel denge, koordinasyonun iyileştirileceği bir programla planlanmalıdır. Bazı sporcular ve özellikle antrenörler, ağrının kontrol altında tutulabildiği vakalarda, tedavi ile birlikte yarışma programının olası maksimal antrenman düzeyinde sürdürülmesinden yanadır. Bu vakalarda kompresyon şortu 28 denen destekleyicilerin kullanımını öneren yazarlar mevcuttur (7) . Bu şekilde müsabakalara devam etmek bazı sporcular için tüm şartların ciddi kontrol altında tutulduğu programlarla mümkün olabilmekle birlikte kesinlikle hekim tarafından önerilebilir bir çözüm olmayıp (yazarın görüşüne göre), her an için alevlenmeler ve problemin büyüyerek iyileşme süresinin uzaması ve konservatif tedavinin yetersiz kalması riskini taşır. Tedavi süresi yayınlanmış çalışmalar arasında değişmekle birlikte erken vakaların haftalar içinde iyileşebildiği, ilerlemiş vakaların tam iyileşmesinin bir yılı aşan süreler gerektirebildiği, tam iyileşmeden spora dönülen veya yukarıda tarif edilen biçimiyle spora devam edilmesi halinde sorunun yıllarca sürdüğü bilinmektedir. Günümüzde tedavi süreleri kısalmakla birlikte bu yazının hazırlanmasında başvurulan eski tarihli bir çalışmada ortalama iyileşme süresi 9,6 ay olarak bulunmuştur (8) . İzole osteitis pubis vakalarının çoğu cerrahi tedaviye gerek kalmadan iyileşir. Cerrahi yöntemler konservatif tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda düşünülmelidir. Kasık fıtığı, sporcu hernisi, inguinal/obturator tuzak nöropatiler gibi osteitis pubis’i taklit eden veya bu patolojilerin eşlik ettiği osteitis pubis olgularında öncelik bu patolojilerin cerrahi tedavisine verilmeli ve konzervatif tedavi post-operatif rehabilitasyonla kombine edilmelidir. Adduktor tendonitisi ile seyreden kronik vakalarda adduktor longusun pubik aponevroza yapışan yüzeyel liflerinin kısmi tenotomisi, simfizis debritmanı, pubik drilling, çok ileri düzey instabilitesi olan vakalarda ise artrodez cerrahi çözümlere örnektir. Kaynaklar: 1) Abrams M, Sedlezky I, Stearns DB: Osteitis pubis. New Engl J Med 240:637– 641, 1949. 2) Gamble JG, Simmons SC, Freedman M: The symphysis pubis. Anatomic and pathological considerations. Clin Orthop 203: 261–272, 1986. 3) Coventry MB, Mitchell WC: Osteitis pubis. Observations based on a study of 45 patients. JAMA 178: 898–905, 1961. 4) Fricker PA, Taunton JE, Ammann W: Osteitis pubis in athletes. Infection, inflammation or injury? Sports Med 12: 266–279, 1991. 5) Harris NH, Murray RG: Lesions of the symphysis pubis in athletes [abstract]. J Bone Joint Surg 56B: 563–564, 1974. 6) Morelli V., Smith V. Groin Injuries in Athletes, Am Fam Physician;64:140514, 2001. 7) Bradshaw C, Holmich P. Longstanding groin pain. In: Clinical Sports Medicine 3e, Brukner & Khan [Eds], McGraw-Hill Australia, Sydney 2006. 8) Fricker PA, Taunton JE, Ammann W. Osteitis pubis in athletes. Infection, inflammation or injury? Sports Med;12:266-79; 1991. 29 30 Kasık Fıtığı Dr. Mehmet KURTOĞLU Dr. Oğuzhan KARATEPE Giriş Spor hekimliğinde kasık ağrıları en büyük problemlerden biridir. Her yıl çeşitli spor dallarında bir çok sporcunun kronik kasık ağrılarılarından dolayı spor yaşamları tehlikeye girmektedir. Bu durum gerek sporcu sağlığı gerekse kulüp menfaatlerine büyük zararlar doğurmaktadır. Literatürdeki bir çok çalışmada futbolculardaki tüm yaralanmaların %5'inin kasık bölgesinde olduğu belirtilmişken, İskandinavya'da yapılan bir çalışmada her 100 futbol oyuncusunun 10-18'inde, Ekstrand ve Gillquist %18'inde, Engström ve arkadaşları erkek futbolcuların %16'sında, elit bayan futbolcuların %12'sinde kasık problemi görüldüğü belirtilmiştir . Kasık ağrılarının en sık sebebinin kas ve tendon problemleri oluşturmakla birlikte kasık fıtıkları da sık rastlanan nedenlerden biridir. Osteitis pubiste bu bölge ağrılarında hiçte yabana atılmayacak bir sıklıkta görülmektedir. Diğer sebepler arasında stress kırıkları, bursitler, sinir sıkışmaları, infeksiyonlar ve inflâmatuar durumlar sayılabilir. Ayrıca diğer organ ve sistemlerin yansıyan ağrıları da kendini kasık bölgesinde gösterebilir. Sporcuya zamanında tanı koyup gerekli tedaviyi düzenleyerek onu en kısa sürede tekrar aktivitelerine katılabilir hale getirmek ancak multidisipliner bir yaklaşım sonucu olabilmektedir. İdeali bir takım hekiminin organizasyonunda ortopedist, fizik tedavi uzmanı, ürolog, kadın-doğum uzmanı, genel cerrah ve nörolojistin konsultasyonunda fizyoterapist, masör ve sportif rehabilitasyon tecrübesi olan bir antrenörün içinde yer aldığı ekip çalışmasıdır. Bu kadar geniş hastalık grubunu içinde barındıran kasık bölgesinin anatomisini ve bu bölgede karşımıza çıkabilecek potansiyel hastalıkları iyi bilmek, tanıyı koymada yardımcı olacaktır. Kasık Fıtıkları Belirgin bir inguinal herninin yokluğunda kasık ağrısına neden olan çeşitli durumlar mevcuttur. Bunlar profesyonel sporcularda ‘sportmen hernisi’ olarak adlandırılır. Hokey , futbol ve amerikan tarzı futbol oyuncuları özellikle bu yaralanmalara eğilimlidirler ancak bu sporcu olmayanlarda da meydana gelir. Atletik pubalji ve kasık hasarı bu durumu tanımlamak için ortak kullanılan diğer adlardır. Kasık bölgesindeki ağrıların en sık nedenlerinden biri hernilerdir. En sık inguinal herni (%80) görülmekle birlikte femoral (%10) ve abdominal (%10) hernide görülebilir . Herniler tendinite benzer bulgu verir. Ağrı 31 yanıcı ve batıcı karakterde olup, tam olarak tarif edilemez. Hastaların çoğu 1 ila 6 aylık periyotta ağrının aşamalı olarak artışı anamnezini verirler. Sadece % 10 hastada spesifik bir olayla ilişkili ani başlayan bir ağrı bulunur. Ağrı dönme hareketlerinde, mekik hareketlerinde ve özellikle şut çekme sırasında ortaya çıkabilir. Antrenman sonuna doğru ağrı artar. Öksürme, hapşırma ve ıkınma gibi karın içi basıncını arttıran durumlarda ağrı artar (valselva manevrası). Ağrı aynı zamanda uyluğun proksimal medial kısmına ve erkeklerde skrotuma doğru yayılım gösterir. Herniler kronik kasık ağrısının sıklıkla gözden kaçan nedenleridir. Sovell, 189 atletteki kronik kasık ağrısının gözden geçirdiği makalesinde %50'den daha fazlasında başlangıç halinde herni olduğunu belirtmiştir . Fizik muayene bazen özellikle ağrı pubik tüberkül veya adductor tendon gibi spesifik bir anatomic oluşuma localize olduğunda yararlıdır. Daha sıklıkla ağrı anlaşılmazdır ve muayene yeterli palpasyonu zorlaştıran hassasiyet tarafından sertçe engellenir. Tanıda direkt muayene ile fıtık kesesi skrotumdan invagine edilerek inguinal kanala bakılabileceği gibi çeşitli görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılabilir. Özellikle sporcularda kasık fıtığı tanısı koymak oldukça zordur. Bu amaçla ilk başvurulan yöntem dikkatli bir fizik muayeneden sonar Ultrasonografidir(USG). USG non-invaziv olması , hızlı olarak yapılabilmesi ve tanı koymada etkinliği ile vazgeçilmez bir tanı aracıdır. En önemli dezavantajı ise bakan kişiye bağımlı olmasıdır. Ekspert ellerde doğru tanı koyma insidansı %99 civarındadır. Bu yüzden özellikle sporcu fıtıklrı ile uğraşan deneyimli cerrahın gözetiminde radyolog tarafından yapılması tercih edilmelidir. İyi bir USG ye rağmen fıtık tanısı konulamadığında ileri görüntüleme olarak MR dan faydalanılabilir. Diğer bir tanı yöntemi ise Smedberg ve Ekberg tarafından tarif edilen herniografi dir. Bu yöntem özellikle çok ufak , USG ve MR ile gözden kaçan sporcu fıtıklarının tanısında değerli bir yöntemdir. Herniografi nin sonuçları oldukça başarılıdır. Tedavi cerrahidir . Kasık fıtığı tanısı konmuş, tedavide konservatif yaklaşılan hastalarda başarı %38, cerrahi olarak tamiri yapılan hastalarda başarı %72-100 olarak bildirilmiştir. Cerrahi tedavi sonrası başarı ortalama %90 olarak kabul edilmektedir . Cerrahi tedavi laparoskopik ve konvansiyonel olarak yapılabilmektedir. Klasik ameliyatlar, kasık bölgesinde yapılan 6-7 santimetrelik kesi yapılmaktadır. Bu yöntemlerde fıtığın tekrarlama riski, ameliyat tekniğine göre değişmek üzere yaklaşık yüzde % 2-10 olarak bilinmektedir. Endoskopik cerrahinin gelişmesi ile 32 birlikte fıtık tedavisinde de çeşitli teknikler uygulanmıştır. 1992 yılından bu yana uygulanmakta olan gelişmiş tekniklerle endoskopik fıtık onarımı günümüzde hak ettiği noktaya ulaşmıştır. Endoskopik fıtık ameliyatı karın duvarına açılan üç adet delikten karın zarı ile karın duvarı arasındaki aralığa girilerek özel bir kamera ile bu bölge izlenirken özel aletler yardımıyla yapılmaktadır. Bu ameliyatta fıtık kesesi ayrıldıktan sonra karın duvarındaki açıklık, karın zarı ile karın duvarı arasına yerleştirilen bir sentetik yama ile onarılmaktadır. Bu yama, karın duvarına özel zımbalar veya dikişler ile sabitlenmektedir. Bu yöntemin en büyük avantajı normal günlük aktiviteye erken dönüşü sağlamasıdır. Hastada yalnızca bir adet, 1.5 santimetrelik ve iki adet 0.5 santimetrelik yara olur. Yapılan ameliyatta yama kullanılması nedeniyle kasık bölgesinde ağrı, ya da gerginlik söz konusu olmaz. Bu nedenle hasta ameliyatın ertesi günü olağan koşullarda büro işine başlayabilmekte, beşinci günden itibaren normal yaşantısına dönebilmektedir. Daha önce normal yolla ameliyat olan hastalar, aradaki farkı ağrının çok az olması ve gerginlik hissi duymamak olarak tanımlıyorlar. laparoskopik fıtık ameliyatı sonrası fıtığın tekrarlama şansı binde 5 civarındadır. Endoskopik fıtık ameliyatı, özellikle aynı noktalardan girerek her iki tarafın da tek seansta ameliyat edilebilmesi nedeniyle iki taraflı fıtıklarda ve tekrarlanmış fıtıklarda öncelikle önerilen tedavi yöntemidir. Endoskopik fıtık onarımında dezavantaj kabul edilebilecek iki temel sorun vardır. Bunlardan birisi ameliyatta kullanılan malzemelerin ve sistemin getirdiği açık ameliyata göre yüksek maliyettir. Bir diğer dezavantajı ise endoskopik ameliyatların genel anestezi altında yapılması gerekliliğidir. Avantajları - Çok daha az ağrı - Gerginlik hissinin olmaması - Normal yaşama erken dönüş - Düşük tekrarlama riski - Yara enfeksiyonu sorunlarının çok az olması Günümüzde sporcu fıtıklarının tedavisinde laparoskopik yöntem, daha hızlı iyileşme, aktiviteye daha erken dönme ve ameliyat sırasında karşı taraf inguinal bölgenin değerlendirilebilmesi dolayısıyla tercih edilmektedir. 33 Osteitis Pubis Özellikle futbolcular olmak üzere sporcularda kasık bölgesinde görülen aşırı kullanım sakatlıklarından biridir. Uyluk iç yan kaslarının kasığa yapıştığı bölgede ağrı ile karakterizedir. Bu bölgede hem karın kasları hemde uyluk içyan kasları kasık ta pubis isimli kemiğe yapışırlar. Pubik kemiği ayırmaya zorlayan kuvvetler ve aşırı kullanma sonucu geliştiği düşünülmektedir. Pubis bölgesi kas yapışma yeri olarak oldukça zengindir. Sürekli tekrarlayan burulma, burkulma ve gerilme hareketleri sonucu simfiz üzerinde litik lezyonlar başlar. Hastalık daha çok ani ve çok tekrara dayalı aktivite yapan futbol, buz hokeyi, basketbol gibi spor branşlarında faaliyet gösterenlerde görüldüğü gibi atletlerde ve yürüyüşçülerde de görülebilir. Kanada'da atletler üzerinde yapılan bir çalışmada kasık ve pelvis bölgesinde aşırı kullanma sakatlığı olan 222 atletin %6.3'ünde osteitis pubis tesbit edilmiştir. Erkeklerde kadınlara oranla 5 kat daha sık görülür . Kendini kasıkta ağrı ve simfiz pubis üzerinde hassasiyet şeklinde gösterir. Ağrı daha çok ünilateraldir ve erkeklerde skrotuma doğru yayılım gösterir. Daha çok overuse sonucu oluşan bu hastalık erkeklerde prostat ameliyatları sonrası, kadınlarda mesane ve üretral cerrahi sonrasıda gelişebilir . Teknisyum 99 ile yapılan kemik sintigrafisi tanıyı destekler. Tedavisi genellikle konservatiftir. İstirahat, fizik tedavi , NSAI ilaçlar ve egzersiz programı verilir. Sıklıkla bölgenin toparlanması için simfiz pubis içine ve çevresine kortizol injeksiyonu ve taki ben NSAI ilaç gerekebilir. İnjeksiyondan sonra bir kaç gün istirahat ihmal edilmemelidir.. Sinir Sıkışmaları Sinir sıkışmasına bağlı kasık bölgesinde ağrı görülebilir. Bu ağrıların en sık nedeni daha once geçirilmiş kasık fıtığı operasyonlarıdır. En sık inguinal, gentofemoral, iliofemoral yada lateral cutanöz sinirler tutulur. Hasta sinir dağılımında yanıcı, vurucu bir ağrı tarif eder. Kasığın öteki tarafında dokunma duyusu değişebilir. Ağrı kalçanın hiperekstansiyonu ile artabilir. Tanı ve tedavi lokal anestetik infiltrasyon ile siniri bloke edilmesi ile konur. Eğer blok başarılı ise ağrı sinir basısına bağlıdır. Aynı zamanda tedavi edici özelliğe sahiptir . Siyatik sinir L4, L5 ve S1 basılarıda kasık bölgesinde yansıyan ağrılara nederı olabilir. 34 Kontüzyonlar Kontakt sporlarda yumuşak doku ezilmeleri oldukça sık rastlanan bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölge kas ve yumuşak doku açısından oldukça zengindir. Olayı takip eden 24 saat içide travma bölgesinde şişme görülebilir. Kalça bölgesinde korıtüzyon sıklıkla sakroiliak eklem, iliak krest, büyük trokanter ve iskium'da görülür. Kontüzyona bağlı olarak bu bölgede hemobursa ve subperiostal hematom görülebilir. Ayrıntılı bir anamnez ve fizik muayenede şişlik, ekimoz, lokal hassasiyet görülmesi tanıda yardımcı olur. MR incelemesi tanıyı destekler. Tedavi akut durumda semptomlara yöneliktir. 3. günden itibaren kas atrofisi ve kas güçsüzlüğünü engelleyici fizik tedavi modaliteleri, eklem fleksibilitesi ve eklemin açıklığını artırmaya yönelik rehabilitasyon programı verilir. Sporcu genellikle herhangi bir sekel oluşmadan aktivitelerine döner. Kas ve Tendon Sakatlıkları Kasık bölgesindeki kas ve tendon yaralanmaları özellikle futbol ve buz hokeyinde görülmekle birlikte, paten, yüksek atlama, karete, binicilik, engelli koşu ve Amerikan futbolunda da oldukça sık görülmektedir. Sportif faaliyetler sırasında meydana gelen kas yaralanmalarından kendini kasık bölgesinde ağrı şeklinde gösteren genellikle 4 kas grubu vardır - M.Adductor longus(%54) - M.Rectus Abdomınus (%16) - M.Rectus Feriıoris (%12) - M.İIiopsuaS (%6) - %12'lik grupta diğer bölge kasları ve tendonları oluşturmaktadır. Brien ve arkadaşları, yapmış oldukları çalışmalarda en yaygın kasık ağrısı nedeni olarak adduktor tendiniti belirtmişlerdir . Kasık ağrılarının yaygın lokalizasyonu adduktor kas tendon bölgesidir (Adduktor kaslar; adduktor longus, brevis, magnus, M.pectinius ve M.gracilistir.) ve genellikle de adduktor longus kasının tendon bağlantısında strain ile kendini gösterir. Eğer zamanında doğru bir şekilde tedavi edilmez ise problem daha da büyük ve kronik hale gelir. Futbolcularda görülen kasık ağrılarında genel kanı, kronik ağrıların daha çok gençlerde, akut yaralanmaların ise daha çok ileri yaştaki sporcularda ortaya çıktığı yönündedir. 35 Adductor longus tendinitinde tipik şikayet sabahları kasık bölgesinde ağrı ve hassasiyettir. Ağrı ve hassasiyet ısınmayla çoğu zaman azalır ve hatta bazen kaybolabilir, ancak aktivitenin sonuna doğru tekrar ortaya çıkabilir. Ağrı çoğu zaman adduktor kasın başladığı yerde lokalize olur ve aşağıya kasığa doğru yayılabilir. Ağrı, sıklıkla öksürünce, hapşırınca ya da tek ayak üzerinde durup çorap veya pantolon giyme esnasında görülür. Sporcu orta tempodaki bir düz koşuyu ağrısız koşabilir. Fakat hızı artırdığında ya da ani yön değişiklikleri yaptığında ağrısı olur. Sprint çıkışı, topa şut vurma ve kayak yapma klasik ağrı nedenleridir. Bacakları direnç karşısında birbirine yaklaştırma girişimi, (adduksiyon) ağrıyı başlatabilir, kronik vakalarda ağrıyı arttırabilir. Fleksiyon kısıtlığı görülür. Pasif adduksiyonda ağrı ve adduksiyon rencinde azalma sık görülen bulgulardır . M. adduktor longus ile rectus abdominis kaslarının başlangıç noktaları birbirlerine çok yakın olduğundan, inflamatuar değişiklikler aynı anda her iki kasıda etkileyebilir. M. adductor longus'un parsiyel veya total rüptüründe sporcu kasıkta birdenbire bıçak saplanır gibi ani bir ağrı hisseder. Aktiviteye yeniden başlamak istediğinde ağrı tekrarlar. Şişliğe ve ekimoza yol açabilen lokalize kanama görülür. Fakat bu belirtiler yaralanma olayından bir kaç gün sonra ortaya çıkar. Eğer kas kasılmıyorsa total rüptürden şüphelenmek gerekir. Ayrıntılı anamnez, iyi bir fizik muayene tanıya yardımcı olur. Ayrıca US, MR, CT gibi tetkikler tanıyı destekleyebilir. Tedavide sporcu kasığında ağrı hisseder hissetmez istirahate alınmalıdır. Böylece olayın daha da büyümesi engellenir. İlk 48-72 oral NSAI ilaç verilir. Erken dönemde rehabilitasyona başlanmalıdır. Artan yoğunlukta egzersiz programı önerilmelidir. 5-10 dk. bisikletle warm-up, fizik tedavi modaliteleri, self-stretching, propriyosepsiyon egzersizleri, ekstansiyon, fleksiyon, abduksiyon ve adduksiyon gibi ROM egzersizleri verilmelidir. Tam ROM yaklaşıldığında ve kuvvet geliştiğinde spor branşına özgü hareketlere geçilmelidir . Kasık bölgesi sakâtlıklarının tedavisi genellikle konservatif olmakla birlikte, total rüptürlerde ve konservatif tedaviye cevap vermeyen uzamış tedavilerde ve intramuskuler hematomlarda cerrahi tedavi düşünülebilir . Akerman ve arkadaşlarının adduktor longus tendonunda tenotomi yaptıkları 16 atletten 10 tanesinin tam olarak aktivitelerine tekrar döndüğünü, 5 tanesininde eskiye oranla daha iyi performans gösterdiğini belirtmişlerdir. Neuhaus ve ark. 24 tenotomi yaptıkları sporcudan 19 tanesinin tam olarak aktivitelerine döndüklerini bildirmişlerdir . Bu tedavinin başarısı endikasyonun doğru konmasına bağlıdır. Kas ve tendon sakatlıklarını önlemek için özel olarak tasarlanmış güç ve esneklik egzersizlerinin yer aldığı koruyucu antrenman şarttır. Her antrenmandan önce kasların 36 yeterince germesi yapılmalı, vücut yapacağı aktiviteye hem kas esnekliği olarak hem de kardiorespiratuar olarak hazırlanmalıdır. Pubalji Oldukça nadir görülen kasık ağrısı nedenlerinden biridir. İnternal oblik kasın kasılmasına bağlı olarak ağrı oluşur. Kas ve fasyaların zayıflığı ile karekterizedir. Zorlu aktiviteyle ortaya çıkar, istirahat ile geçer. Konservatif tedaviye cevap vermeyen vakalarda cerrahi düşünülür. M.Pectineus, M.Sartorius, M.Tensor fasia lata ve M.Gluteus medius gibi kasık bölgesinde etkili olan bir çok kasta spor faaliyetleri sırasında hasar görebilir ve kasık ağrısına neden olafbilir. Tanı ve tedavi yaklaşımları diğer bölge kas problemlerindeki gibidir. Myositis Ossifikans Travmayı takiben periost ve yumuşak dokuda oluşan hematom ve kontüzyonların sonucunda görülen bir komplikasyondur. Ayrıca eklem travmaları, kırıklar ve büyük kas kitlesini içeren cerrahi operasyonlardan sonra görüiebilir. Travmaya açık olan bütün sportif branşlarda görülebilir. Kasta sertlik, lokal şişlik, kasta fonksiyon kısıtlığı ve eklemde ROM kaybı ile kendini gösterir. Radyografilerde kalsifik odak görülebilir. Ayrıntılı anamnez ve fizik muayene ile tanı konulabilir. CT ve MR tetkikleri tanı koymada yardımcı olur. Tedavide orta agresiv, aktif veya pasif germe egzersizleri kullanılır. Kalça Fraktürleri: Femur boynu ve trokanterik bölgedeki kırıklar yaşlılırda daha sık görülmekle birlikte, futbol, kayak, cimnastik ve karete gibi sporlarla uğraşan adolesanlarda ve erişkin atletlerde direkt travmaya bağlı olarak görülür. Bacağın kısalması ve dışa doğru dönmesi femur boynu kırığı için tipiktir. Bu kırıkların hemen hepsinde tedavi cerrahidir. Ameliyat sonrası dönemde iyi bir rehabilitasyon uygulanmalıdır . 37 Stres Frakturleri: Sürekli tekrarlayan mikrotravmalara bağlı olarak özellikle uzun kemiklerde görülür. Kasık ağrısına en çok neden olan stress fraktürleri pubic ramus ve femur boynunda görülür. Uzun mesafe koşucularında tekrarlanan, uzun süreli yük binmesi sonucu ve sert zeminde antreman yapma, uygun olmayan ekipman kullanma sonucu görülür. Uzun süreden beri kalça ve uyluk ağrısı olan aktif hastada pubic ramus stres fraktürü olabilir. Kalça hareketlerinde azalma ile beraber görülen ağrıda femur boynu stres fraktürünü düşündürür. Uzun mesafe koşucularının %7'sinde femur boynunda ve pubis kemiğinde stres fraktürü tesbit edilmiştir. Direk grafiler başlangıçta negatiftir. 2-3 hafta sonra kallus oluşması ile kendini gösterir. Erken dönemde kemik sintigrafis tanı için faydalıdır. Stres fraktürlerine ait radyolojik bulgular mevcut ise ortopedik konsültasyon istenmelidir. Femur boynundaki stres fraktürleri genellikle cerrahidir. Operasyon gerektirmeyen olgularda hastanın ağrısı geçinceye kadar yükten korunarak tedavi edilmelidir. Rehabilitasyon ve spora dönüş kademeli olmalıdır. Femur boynunun yeniden şekillenmesine yeterince zaman verilmelidir. 6-8 hafta kadar koşu egzersizlerinden uzak tutulmalıdır. Rehabilitasyonda hidroterapi oldukça önemlidir. Kalça Ekleminde Çıkık Normal koşullar altında son derece stabil olan kalça ekleminde, çok şiddetli bir darbe ile karşılaşıldığında, genellikle arkaya doğru (%90) çıkık olur. Dolaşımın bozulması sonucu femur başının kalıcı hasara uğrayabilmesi nedeniyle bu yaralanma önemlidir. Kalça eklemi çıkıkları, iskeletin diğer yerlerinde başks yaralanma olmaksızın, yani tek başına nadir görülür. Pubik İnstabilite Pelvise direkt travma ya da alt ekstremiteye tek taraflı aşırı yüklenme pubic instabiliteye neden olabilir. Simfiz pubiste aşırı hareket ile sonuçlanır. Pubis, kası ve karın alt kısmında ağrı hissedilir. Flamingo görünümünde radyografi tanıyı destekler . Tedavi semptomları ortadan kaldırmaya yöneliktir (fizik tedavi modaliteleri, NSAI ilaçtar, istirahat, kompresyon şortları gibi). Konservatif tedaviye cevap vermeyen olgularda cerrahi müdahele gerekebilir. 38 Osteoartrit Femur başının osteoartriti genç atletlerde sık göri; len bir tablo değildir. Kondral ve osteokondral lezyonla gençlerde daha sık kalça ağrısı nedeni olarak kendir gösterir. Osteoartritin futbolcularda (5,6) kontrol grubu na (2.8) göre iki kat daha fazla bulunduğu gösterilmiştir . Avasküler Nekroz Kalça travmasını takiben gelişen femur başının avasküler nekrozuda kasık ağrılarına neden olabilir. İlaçlar (özellikle kortikosteroidler), aşırı alkol kullanımı ve sistemik hastalıklarda avasküler nekroza neden olabilir . Özellikle 5-11 yaş arası erkek çocuklarda görülen legg-calve-perthes hastalığında çocuk yorgunluktan veya kasığındaki bazende dizindeki ağrıdan şikayet eder . Yürürken topallar, kalçanın internal rotasyonunda inguinal ağrı görülür. Grafilerde hilal işareti, erken dönemde femur epifizinde dansite artışı, daha sonraki grafilerde ise femur başında benekli, güve yeniği manzarazı görülebilir. MR tanıda yardımcı olur. Tedavi ağrı geçirmeye yönelik konservatif tedaviden, total kalça replasmanına kadar değişir. Bursitler Kalça çevresindeki en yaygın inflamatuar durumlardan biridir. Kalça eklemi çevresinde 13 adet bursa bulunmaktadır ve bunlar sıklıkla tendon patolojileri ile birlikte görülür. Çoğu zaman tendonun insersiyonundaki (tenoperiostit) inflamatuar durumlardan ayırt etmek zordur. Bursalar daha çok eklem bileşkelerinde veya tendon-kemik bileşkesinde yerleşim gösterir. Pelvik bölgede en fazla etkilenen bursalar ischial, iliopectineal ve trochanterik bursaiardır. Bursadaki patolojiler travmatik ya da inflamatuardır. Travmatik bursa direkt veya indirekt travmaya bağlı olur ve hemobursa gelişir. İnflamatuar bursit, friksiyonel, kimyasal ve infeksiyöz bursa olarak üçe ayrılır. Semptomlar bursanın üzerine gelen kısımda ağrıyı kapsar. Bölgede lokal şişlik, ısı artışı ve hasasiyet görülür. Tedavide istirahat, lokal soğuk tatbiki, bursanın aspirasyonu ve NSAI 39 ilaç kullanılır. Bazen kortizol ve lokal anestetik injeksiyon gerekebilir. İnfeksiyöz bursitte antibiyotik vermek gereklidir. Femur Başı Epifiz Kayması 8-15 yaş arası çocuklarda ve adolesanlarda gelişen kronik kasık ağrısı nedenlerinden biridir. Ağrı kasık bölgesinde başlar, fakat dize doğru hissedilir. Kalça hareketi ile duyulan inguinal ağrı fiziksel aktivite ile artar. Daha çok erkek çocuklarda görülür. Sporcu genellikle topallayarak yürür ve bacağını eksternal rotasyonda tutar. Radyografilerde özellikle kurbağa bacağı lateral görüntü tanısaldır. Tedavi cerrahidir . Kasık Ağrılarının Diğer Nedenleri Vücudun birçok ayrı bölgesindeki problemler ya da bölgedeki diğer hastalıkları ya direkt ya da yansıma ağrısı şeklinde kendini kasık bölgesinde gösterebilir . A- İntraabdominal problemler: Özellikle akut apandisit M.rectus abdominus kas yaralanmaları ile karışabilir. Apandisitte istirahat halinde de ağrı olması ayırıcı tanıda önemlidir. Batın içi tümörlerde kasık ağrısına neden olabilir. B- Genitoüriner Problemler: Prostatit Üriner sistem infeksiyonları Erkeklerde genital şişme yada inflamasyon (Epididimit, Hidrosel, varikosel) Testis torsiyonu veya rüptürü Testis kanseri ve diğer neoplazmlar Over kisti Pelvik inflamatuar hastalıklar (seksüel yolla bulaşan hast.) 40 C- Romatizmal Hastalıklar R. artirit Ankilozan Spondilit Rafter's sendromu Gut Monoartiküler Artrit D- Vasküler Problemler E- Metabolik Hastalıklar F- Kemik İnfeksiyonları Osteomiyelit Tüberküloz G- Tümörler: Kasık bölgesinde hiçte nadir değildir. Sporculardaki kasık ağrısı 1-3 aydan daha fazla sürüyorsa tümör açısında konsültasyon istenmelidir. Osteosarkom, kondrosarkom, Maling schumman kasık ağrısı nedeni olabilir. 41 42 Femoroasetabular Sıkışma Dr. Sarper ÇETĠNKAYA 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 Burkulma Sonrası Devam Eden Ağrı Dr. Devrim AKSEKĠ Ayak bileği eklemi günlük hayatta ve sporda en sık kullandığımız eklemlerden biridir. Yürümenin, koşmanın değişik fazlarında vücudun bütün yükü ayak bileği ekleminden geçmektedir. Sıçrama, zıplama, tekrar üstüne düşme gibi aktivitelerin çok sık yaşandığı pek çok spor dalında ayak bileği eklemi vücudun yükü yanında, düşme ve sıçrama sırasında ortaya çıkan fazla yükleri de taşımak zorunda kalan küçük ama önemli bir eklemimizdir. Ayak bileği, sporda en sık yaralanan eklemdir. Yapılan çalışmalarda tüm spor yaralanmalarının yaklaşık dörtte birinin ayak bileği ekleminde oluştuğu gösterilmiştir (1) . Ayak bileği yaralanmalarının çoğu bağ yaralanmaları şeklinde karşımıza çıkar. Burkulmalar genelde inversiyon yönünde olduğundan, en çok lateral (dış yan) bağ kompleksi yaralanır. Daha ender görülen eversiyon yönündeki burkulmalarda ise deltoid (iç yan) bağ kompleksi yaralanır. Yırtılan bağlar genellikle standart bir tedaviden sonra yüksek olasılıkla (%60-90) yeterli bir iyileşme gösterebilir(2). Ancak hastaların bir kısmında (%10-40), bu bağ yaralanmaları istenildiği şekilde iyileşmez ve kronik döneme yansıyan sorunlar ortaya çıkar(2). Ayak bileğinin burkulması sonrasında yeteri kadar iyileşmenin görülmediği hastalarda sürekli ağrı, performans kaybı ve sık burkulmalar gelişebilir (3) . Bu bulguların ortaya çıkmasında etken olan en önemli iki durum, ayak bileğinin gevşekliği (instabilite) ve ayak bileğinin yumuşak doku sıkışma sendromlarıdır. Bu yazıda ayak bileğinin yumuşak doku sıkışma sendromları ile ilgili bilgiler aktarılacaktır. Ayak bileğinin yumuşak doku sıkışma sendromları; burkulmalar sonrasında bağların yeteri kadar ya da uygun bir şekilde iyileşmemesi sonucunda ortaya çıkan sürekli ağrı, sık sık burkulmalar ve performans kaybı şeklinde kendini gösteren bir rahatsızlıktır. Burkulma sırasında yırtılan bağlar, yeterli ve uygun bir tedavi uygulanamaz ise tam uç uca gelerek iyileşmeyebilir ve bu durum yırtık bağların ucundan gelişen iyileşme dokularının eklem içerisinde bir kitle halini almasına ve bu kitlenin küçük bir eklem olan ayak bileğinde kemiklerin arasında sıkışması ile şikayetlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu sonradan oluşmuş anormal dokular bağın yırtıldığı bölgenin yerine göre ayak bileğinin ön dış, dış ön köşe, iç ve arka bölgelerinde oluşabilir (Şekil 1). Ayak bileğinde en sık lateral bağ kompleksi yaralandığından, sıkışma sendromları ayak bileğinin ön dış tarafında oluşur. 55 Travmatik Sıkışma Sendromu Nedenleri Ayak bileğinde sıkışma sendromları travmatik ya da travmatik olmayan sebeplerden dolayı ortaya çıkabilir. Bu yazıda burkulma yani travma sonrası ortaya çıkan sıkışma sendromları ele alınacaktır. Travmatik sıkışma sendromlarını; meniskoid lezyon, sinovit, granülasyon dokusu, anterior inferior tibiofibular ligament (AİTFL) distal fasikülü ve travmatik bantlar olarak sıralayabiliriz (3, 4, 5, 6) . Meniskoid lezyon ilk kez 1950 yılında Wolin (7) tarafından tanımlanmıştır. Burkulma sonrasında yırtık bağ uçlarından gelişen bu dokunun hyalinden zengin bir granülasyon dokusu olduğu ve fibula ile talus arasında lateral çıkmaz denilen bölgede yer aldığı bildirilmiştir. Sinovit aslında tek başına aslında bir sıkışma sendromu değil iken genellikle sıkışma sendromlarına eşlik eden bir patolojidir. Travma sonrası eklem kapsülünden gelişen hipertrofik sinovyanın, ayak bileği ekleminde bulgu yaratmasına neden olduğu bir durumdur. Her sinovit olgusunda başka bir patoloji eşlik etmeyebilir, ancak her hangi bir patolojiye hemen her zaman sinovit eşlik eder (6) . Granülasyon dokuları ise kopmuş anterior talofibular ligament ya da kopmuş AİTFL nedeni ile ortaya çıkabilir. Bağlar yırtıldıktan sonra tam olarak uç uca bir iyileşme gerçekleşmez ise, açıkta kalan uçlardan üretilen yeni iyileşme dokuları ayak bileği ekleminde yer kaplayan bir oluşum haline gelerek sıkışmaya neden olabilir. Wolin’in tanımladığı meniskoid lezyon aslında aynı durumun lateral çıkmazda yer alan halidir. AİTFL’ nin distal fasikülü travma sonrası sıkışma sendromları içerisinde sık görülen bir durumdur. Normal bireylerde de aslında büyük oranda var olan bu fasikül burkulma sonrasında ayak bileğinde patolojik hale gelir (5) . Talusun anterior lateral köşesine sürtünerek ayak bileğinde ağrı ve diğer bulguların ortaya çıkmasına neden olur (Şekil 2). Daha önce yapılan çalışmalarda; distal fasikülün toplumda %83 oranında bulunduğunu, anterior talofibular bağ ve kalkaneofibular bağ gibi ayak bileğinin dış yan bağ kompleksinin yırtılması sonrasında, talusta ortaya çıkan gevşekliğin ardından, bu fasikülün talusun anterolateral köşesine sürtündüğünü gösterilmiştir (4, 5) (Şekil 2). Yumuşak doku sıkışma sendromlarının, travma sonrasında ne sıklıkta görüldüğüne ilişkin bir yayın bulunmamaktadır. Ancak ayak bileği burkulmalarından sonra hastaların %10 ila %40’ına varan oranlarda şikayetlerinin devam ettiği bildirilmiştir (2) . İşte bu devam eden şikayetlerin içerisinde ayak bileği sıkışma sendromlarının önemli bir oranda yer tuttuğu düşünülmektedir. 56 Yumuşak Doku Sıkışma Sendromunda Bulgular Bu rahatsızlıkta görülen en sık bulgu, ayak bileğinde ağrıdır (3, 4, 6) . Ağrı genellikle aktivite sonrası ortaya çıkar ve sıkışmanın oluştuğu bölgeye göre ayak bileğinin ön dış, ön iç ya da arka tarafında görülebilir. Sindesmotik sıkışma diye de adlandırdığımız ayak bileğinin anterolateral sıkışmasında; genellikle ayak bileğinin anterolateralinde, sindesmoz ve talusun anterolateral köşesinde ağrı ve muayenede hassasiyet yer alır. Muayene sırasında ayak bileğinde tibia, fibula ve talusun birleştiği ön dış köşesinin parmakla palpasyonu, genellikle ağrıyı ortaya çıkarır(3,6). Ayak bileğine fleksiyon, ekstansiyon ya da inversiyon ekstansiyon yaparken muayene eden hekimin parmağını bu köşede tutması, bazen bir klik ya da atlama hissini yakalamasını sağlayabilir. Yine bu hareketler sırasında ağrının ortaya çıkması sindesmotik sıkışma ya da diğer adı ile anterolateral sıkışma için tipiktir. Ayak bileğinde tibia ve fibula’yı birbirine yaklaştıracak şekilde yapılan sıkıştırma testi ya da bacak sabit tutulurken ayak ve ayak bileğinin dış rotasyona zorlanması şeklinde yapılan dış rotasyon stres testi yine bu durumda ağrıyı ortaya çıkarabilen klinik muayene testlerinden bazılarıdır. Lateral sıkışmada ise ayak bileğindeki ağrı ve muayene sırasındaki hassasiyet köşeden biraz daha aşağıda yer alır. Ayak bileği anterolateral eklem aralığı muayene sırasında hassastır (6) . Bu bölgedeki ağrının, kronik dönemde görülen sinus tarsi ağrısından ayırt edilmesi önem taşır. Medial sıkışma, ayak bileğinin iç tarafında deltoid bağ civarında ortaya çıkan bir sıkışma sendromudur (Şekil 1). Bu bölgedeki sıkışmada ağrı, ayak bileğinin ön ya da arka iç bölgesinde yer alır. Muayene sırasında bu bölgelerin palpasyonu ağrıyı oluşturur. Bu bölgedeki sıkışmanın en sık sebebi ayak bileğinin içe burkulması sırasında talusun medial yüzünün medial mallolün iç bölgesi ile kontakt haline gelmesi bu stresin osteokondral kırıklara neden olması, bu küçük kırık fragmanlarının daha sonra ossifiye olarak ve çevresinde granülasyon dokusu biriktirerek sıkışmaya neden olması şeklinde açıklanabilir (5) . Bazen eversiyon burkulmalarında kopan deltoid bağ, iyileşme sürecinde yine burada yumuşak doku kitleleri oluşturarak sıkışmaya neden olabilir. Bu durumu medial meniskoid lezyon olarak tanımlayanlar da vardır (Şekil 3). Posterior sıkışmada ise, ağrı ayak bileğinin arkasındadır. Bu bölgede oluşan yumuşak doku birikimleri ayak bileğinin plantar flexiyonu sırasında, çömelme sırasında, merdiven inme – çıkma sırasında ayak bileğinin arkasında ağrıyı oluşturur (6). Ayak bileğinin arka bölgesinin palpasyonu yine ağrıyı ortaya çıkarır. Ayrıca ayak bileğinin 57 plantar flexiona zorlanması, posterior sıkışma sendromunda ağrıyı oluşturan klinik testlerden bir tanesidir (6). Ayak Bileği Yumuşak Doku Sıkışma Sendromlarında Tanı Ayak bileği yumuşak doku sıkışma sendromlarında tanı her zaman kolaylıkla konulamayabilir. Sıkışma sendromlarının, özellikle manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) kullanıma girmesi ile ayak bileği atroskopisinin daha sık yapılmaya başlandığı 1980’ler den sonra tanındığını düşünürsek, ayak bileğindeki bu spesifik problemlerin tanısını koymanın çok kolay olmadığını algılayabiliriz. Tanı için klinik muayene ve öykünün büyük önemi vardır. Genellikle bir burkulma öyküsü bu hastalardan alınır, burkulma sonrasında tedavi edilmiş ya da edilmemiş olsun hastalarda ağrı, performans kaybı, sık sık ortaya çıkan refleks burkulmalar bozuk zeminde yürürken güvensizlik gibi bulgular öyküde elde edebileceğimiz tanı ile ilgili önemli verilerdir (6, 8) . Fizik bakı sırasında yukarıda tekrarlanan klinik testlerin yapılması, ayak bileği yumuşak doku sıkışma sendromunun ayak bileğindeki yerleşimine göre tanıya gitmemizde katkıda bulunur. Konu ile ilgili yapılacak spesifik kan tahlilleri bulunmamaktadır. Radyografik incelemelerde bazen ayak bileğinin uç kemiklerinde yani fibula uçunda ya da medial malleol ucunda ya da posteriorda küçük kemikçikler bulunabilir (8) . Eğer bu tür kemikçikler bulunmuyor ise genellikle radyografik incelemeler normal olarak karşımıza çıkacaktır. Manyetik Rezonans görüntüleme diğer testlere göre daha fazla bilgi aldığımız bir tanı aracıdır. Manyetik Rezonans görüntülemede ayak bileği içerisinde oluşan yumuşak doku kitleleri ve sinovyal hipertrofi belli olasılıklarla saptanabilir. Ancak MR ayak bileği yumuşak doku sendromlarındaki tanı oranı her şeye rağmen dizdeki menisküs lezyonları ya da ön çapraz bağ lezyonlarında olduğu keskinliğe ulaşamamıştır (8) . Standart MRG incelemelerinde ayak bileği yumuşak doku sendromlarındaki tanı yüzdesi %30-40’ları geçemez iken ayak bileği eklemi içerisine gadolinyum enjekte edilerek yapılan artrografik MR tekniklerinde bu olasılık daha fazla arttırılabilir (9) . Problemin tanısında dikkat edilmesi gereken en önemli faktör sorunun eklem içinden mi, eklem dışından mı kaynaklandığının ortaya çıkarılmasıdır ve bu durum her zaman sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Ayırıcı tanıda sinus tarsi sendromu, ayak bileği instabilitesi, ayak bileğinin osteokondral lezyonları, atlanmış küçük kemik kırıkları gibi pek çok durum akılda tutulmalıdır. 58 MRG genellikle direkt tanıyı göstermez iken eşlik eden lezyonların saptanmasında ayrıca kemik iliğindeki ödem durumunun ortaya konmasında katkıda bulunabilir. Ayak bileği burkulmaları sonrasında talus ya da kalkaneus gibi ilgili kemiklerde yüksek oranda kemik iliği ödemi görülebildiği daha önceki çalışmalarımızda bildirilmiştir (10) . Bu ödemin uzun süre kaybolmadığı akılda tutulursa MRG’de ödem görülmesinin her zaman sorunun buraya bağlanmaması gerekliliği ortaya çıkar. Bir başka deyişle MRG’de talus ya da kalkaneusta travmadan üç ay, beş ay hatta altı ay sonra ödem varlığı her zaman klinik bulgularla ilişkilendirilemeyebilir; bu noktada sorunun ve şikayetlerin ödemden mi yoksa sıkışma sendromundan mı kaynaklandığının ayrımlanmasında en önemli tanısal yöntem fizik muayene olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğru bir şekilde alınmış anamnez ve uygun bir şekilde dikkatlice yapılmış fizik muayene ayak bileği yumuşak doku sendromlarının tanısında bütün diğer tanısal araçlara göre üstünlük taşımaktadır. Ayak Bileği Yumuşak Doku Sıkışmalarında Tedavi Herhangi bir bireyde ya da sporcuda ayak bileği yumuşak doku sıkışma sendromu tanısı konduktan sonra ağrının ortadan kalkması, fonksiyonel instabilite, sık sık burkulmaların ve performans kaybının ortadan kalkması için gerekli tedaviler uygulanmaya başlanmalıdır. Bu tedaviler konservatif ve cerrahi tedavi olarak iki ana başlık altında incelenebilir. Temel konservatif tedavi seçenekleri; akut ağrılı atak dönemlerinde belli bir süre spordan uzak tutulması, bandaj uygulaması, buz uygulaması ağrı ve ödem kontrolü için nonsteroitantiflematuar ilaçlardan yararlanılması ve aktivite modifikasyonu-dinlenme olarak sıralanabilir (3, 6). Bu yolla genellikle akut atak dönemi bir hafta ya da daha kısa bir süre içerisinde atlatılır ve kronik ağrı periyoduna tekrar dönülür. Kronik ağrı periyodunda ise konservatif tedavinin temel basamağı rehabilitasyon ve egzersiz tedavisidir. Özellikle dış yan bölgede görülen anterolateral sıkışma sendromları için peroneal kas gruplarının güçlendirilmesi, diğer bölgelere yönelik olarak da ayak bileği çevresindeki plantar, dorsifleksor, invertor ve evertor kas gruplarının güçlendirilmesi konservatif tedavinin önemli basamaklarından bazılarıdır (3) . Kas güçlendirilmesi ile ayak bileğinin statik ve dinamik dengesinin tekrar sağlanması bu yolla ağrıların azaltılması hedeflenmektedir. Güçlendirme öncesinde ve sırasında ayak bileğine yapılacak germe egzersizleri istirahat döneminde gerçekleşebilecek aşil kontraktürlerini yenme açısından ve ayak bileğinin hareket açıklığını tam olarak yeniden sağlama açısından önem taşır. Bu tedavi başlandıktan haftalar sonra ayak bileğine propriyosepsiyona ve spora yönelik egzersizler 59 de eklenerek ayak bileği-santral sinir sistemi koordinasyonu sağlanarak yeni karşılaşılacak travmalara, zorlamalara karşı hızlı ve refleks yanıtların oluşabilmesi de hedeflenir. Ne yazık ki ayak bileği sıkışma sendromlarının konservatif tedavisi sonrasında başarı oranını gösteren herhangi bir yayın bulunmamaktadır. Klinik deneyimlerimiz konservatif tedavinin ayak bileği sıkışma sendromunda çok yüksek yüzdelerde başarılı olmadığını göstermektedir. Konservatif tedavi ile başarı sağlanması için aktivite modifikasyonu, uzun süre spordan uzak kalma gerekmektedir. Konservatif tedavi sonrası spora yeniden dönüş söz konusu olduğunda ise şikayetlerin ve semptomların tekrarlama olasılığı yüksek görülmektedir. Bu nedenle klinik uygulamalarımızda konservatif tedaviyi her zaman önceliklesek de belirli bir süre içerisinde konservatif tedaviye yanıt vermeyen hastaların cerrahi tedavisini gündeme getirmekteyiz (3, 6) . Konservatif tedavinin ne kadar süreceği konusu tartışmalıdır. Normal bireylerde konservatif tedavinin altı aya kadar devam etmesini öneren yazarlar bulunsa da, sporcularda konservatif tedavinin ne kadar süreceği konusunda net bir görüş birliği yoktur. Her hangi bir sporcunun net tanısı konmuş yumuşak doku sıkışması sendromunda altı ay boyunca spordan uzak tutulması pek çok açıdan olumlu karşılanmamaktadır. Bu nedenle sporcu kesimde konservatif tedavi süresini daha kısa tutmak, alınan yanıtı daha sık aralıklarla değerlendirerek yüksek iyileşme yanıtı alınmayan olgularda cerrahi tedaviyi daha erken uygulamak daha sık uyguladığımız bir durumdur. Bunun dışında eğer ayak bileği içinde net bir kitle imajı yapan yumuşak doku hipertrofisi MRG ile saptandıysa ve yakınmaların nedeni olarak bu durum kesinleştiyse, konservatif tedaviyi hiç uygulamadan direkt cerrahi tedaviye geçmek yanlış olmayabilir. Bazen de semptomlar ve şikayetler konservatif tedavi sırasında özellikle egzersizler sırasında artış gösterebilir. Bu artışın kaynağı ayak bileği içerisinde kitle haline dönüşmüş yumuşak doku birikimlerinin hareketler ve egzersizler sırasında daha fazla sıkışması olabilir. Bu durumda da konservatif tedavi sonlandırılarak nihai cerrahi tedavi gündeme getirilmelidir. Günümüzde ayak bileği yumuşak doku sıkışma sendromlarının temel cerrahi tedavisi atroskopik cerrahi olarak olgunlaşmıştır. Özellikle 1980’li yılların ardından ayak bileği eklemine atroskopinin ilk girmesinden sonra bu problemler daha fazla tanınır ve tedavi edilir hale gelmiştir. Atroskopik cerrahi ile eklem açılmadan ve hastaya fazla tedavi yükü yüklemeden sorun ortadan kaldırılabilmektedir. Ayak bileği için özel olarak dizayn edilmiş ve üretilmiş ince optik - kamera sistemleri, yine çok ince kesme, biçme, dikme ve eksize etmeye yarayan özel cerrahi aletler sayesinde pek çok ayak bileği sorunu atroskopik olarak tedavi edilebilmektedir. Cerrahi teknik sırasında genellikle ayak bileğine ön dış ve ön iç bölgeden açılan iki atroskopik portal (giriş deliği) ile hemen 60 hemen yumuşak doku sıkışma sendromlarının çoğunda cerrahi işlem tam olarak gerçekleştirilebilir. Bu giriş deliklerinin bir tanesinden optik ve kamera sistemi, diğerinden giren, çıkan aletlerle cerrahi işlem gerçekleştirilmektedir. Cerrahi tedavinin başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biri doğru tanı ve cerrahın deneyimi olarak değerlendirilebilir. Bu işlem sırasında ekleme özgü küçük ve ince cerrahi aletlerin, uygun ekipmanların varlığı büyük önem taşımaktadır. Ayak bileği atroskopisi sırasında ilk olarak artrospik tanı gerçekleştirilmelidir. Bu tanı sırasında gözlem altında ayak bileğinin dorsifleksiyon ve plantarfleksiyonu, gerektiğinde inversiyon ve eversiyonu uygulanarak gerçekten bir sıkışma olup olmadığı ve klinik muayene sırasında karşılaşılan bulgular ile içeriye girildiğinde eklemde gözlenen durumların ilişkilendirilmesi önem taşır. Bu bazen rastlantısal olarak karşılaşılabilen başka normal durumların gereksiz yolla tedavi edilmesini engelleyebilir. Bunu sağlamak için ayak bileği atroskopisini yapan hekimin, mutlaka hastayı gören muayene eden ve dinleyen hekim olması önem taşır. Tanısal atroskopi sırasında tanı net olarak ortaya çıkarıldıktan sonra cerrahi prosedür şekillendirilir ve uygun ekipman ile ilgili işlem tamamlanır. Ameliyatın bitiminde gerekiyor ise eklem içine dren konur, kısa bacak bandajı yapılır, birkaç gün elevasyon, soğuk uygulama ve yine nonsteoroitantiflamatuar ilaçlar kullanılır. Atroskopik cerrahi sonrasında erken hareket verilmelidir. Hastanın ağrı eşiğine göre tolere edilebildiği anda ayak bileği plantar flexionu dorsi flexionu ve yüklenme hastaya verilir. Genellikle iki üç günlük süreler içerisinde hastalar tam yüke geçebilirler. Devam eden dönemde yine ayak bileği çevresine kasları güçlendirmeyi germeyi hedefleyen fizik tedavi protokolleri ve arkasından propriyosepsiyon egzersizleri, son olarak da spora dönüş için gerekli olan özel egzersizler uygulanarak hastanın erken dönemde spora dönmesi mümkün kılına bilir. Ayak bileği yumuşak doku sıkışma sendromları sonrasında atroskopik cerrahinin sonuçları oldukça yüz güldürücüdür. Literatüre bakıldığında %80-85’ler ile %100 oranında başarı oranları bildirilmiştir (3, 4, 6, 7). Cerrahi sonrası spora dönüş: Sporcularda ayak bileğinin yumuşak doku sıkışma sendromunun artroskopik cerrahisinin sonuçları oldukça başarılıdır. Tekniğin minimal invazif olması, açık cerrahide olduğu gibi eklemin açılmaması iyileşme sürecini hızlandırır. Ayrıca ameliyat sonrası ağrı, ödem ve hareket kısıtlılığı gibi spora dönüşü uzatan cerrahi etkiler minimalize edilir. Böyle bir cerrahiden sonra sporcular ani durmalı sporlara (futbol, voleybol, basketbol…vb) açık cerrahiye göre daha kısa sürede dönebilir. Yumuşak doku sıkışma 61 sendromları nedeniyle yapılmış artroskopik cerrahi sonrasında sporcular genellikle üç hafta içinde antrenmanlara, 4-5 hafta içinde de aktif spora dönebilirler. Kaynaklar: 1. Garrick JG, Requa RK. The epidemiology of foot and ankle injuries in sports. Clin Sports Med 1988; 7: 29-36. 2. Smith RW, Reichl SF: Treatment of ankle sprains in young athletes. Am J Sports Med 1986; 14: 465-471. 3. AksekiD.Burkulmasonrasıdevamedenlateralayakbileğiağrılarındaartrosko pinintanıvetedavidekiyeri.UzmanlıkTezi.DokuzEylülÜniversitesi,TıpFak., OrtopediveTravmatolojiABD,İzmir,1996. 4. AksekiD,PınarH,BozkurtM,YaldızK,AraçŞ.Thedistalfascicleoftheanterior inferiortibiofibularligament.ActaOrthopScand.1999;70:478-82. 5. Akseki D, Pinar H, Yaldiz K, Akseki NG, Arman C The anterior inferior tibiofibular ligament and talar impingement: a cadaveric study..Knee Surg Sports Traumatol Arthrosc. 2002 Sep;10(5):321-6. 6. Pinar H, Akseki D. [Soft tissue impingement syndromes of the ankle]Acta Orthop Traumatol Turc. 2002;36 Suppl 1:21-6. 7. WolinI,GlassmanF,SidemanS,LevinthalDH.Internalderangementofthe talofibularcomponentoftheankle.SurgGynecolObstet1950;91:193-200. 8. Akseki D, Oziç U. Radiologic imaging modalities in foot and ankle disordersActa Orthop Traumatol Turc. 2002;36 Suppl 1:1-8. 9. Akseki D, Pınar H, Yaldız K, Karaoglan O. Comparison of magnetic resonance imaging to magnetic resonance arthrography in the diagnosis of lateral ligamentous injuries of the ankle. Acta Orthop Traum Turc 1998; 32: 57-61. 10. Pinar H, Akseki D, Kovanlikaya I, Araç S, Bozkurt M. Bone bruises detected by magnetic resonance imaging following lateral ankle sprains.Knee Surg Sports Traumatol Arthrosc. 1997;5(2):113-7. 62 ŞEKİLLER: Şekil 1: Ayak bileğinin yumuşak doku sıkışma sendromlarının yerleşim yerine göre adlandırılması. posterior anterolateral lateral medial Şekil 2 a ve b: AİTFL’nin distal fasikülünün şematik çizimi (a) ve eklem içindeki görüntüsü (b). (Ta: Talus, F: Fasikül.) a) 63 b) Şekil 3: Medial sıkışma, medial meniskoid lezyon (oklarla gösterilen doku). Talus Medial malleol 64 Kronik Ayak Bileği İnstabilitesi Dr. Önder KILIÇOĞLU Ayak bileği bağ yaralanması sporcularda en sık görülen yaralanma şeklidir. Futbolcularda her sporcu için her 1000 karşılaşmada yaklaşık 1,2 burkulma olduğu hesaplanmıştır (Hootman JM, et al. J Athl Train 2007;42(2):311-319). Bu yüksek orana rağmen, uzun dönem takiplerde bağ yaralanması için cerrahi tedavi ihtiyacı duyan sporcu oranı düşüktür. Burkulma geçiren sporcuların büyük kısmı uzun dönem takiplerde önemli bir sorunları olmadığını dile getirmektedir. Burkulma ile yaralanan bağlar, olası ek yaralanmalar ve erken dönemde yapılması gerekenler daha önceki kurslarda sunulmuş ve kurs kitapçıklarında basılmıştır. Bu bölümde ayak bileğinde tekrar eden burkulma yakınması olan sporcular için tanı ve tedavi yaklaşımları özetlenecektir. Burkulma sonrasında sorun kalması olasılığı nedir? Her ne kadar sporcular burkulma sonrasında pek yakınmaları kalmadığını ifade etse de, her takımda maça bandajlama ile çıkan birden fazla futbolcu bulunmaktadır. Bu durum bize sporcuların objektif kriterler ile yanıt vermediklerini göstermektedir. Daha önce yapılmış çalışmalarda burkulma sonrasında ayak bileklerinin %10 – 40’ında bazı sorunların kaldığını, tamamen normalleşme olmadığını göstermiştir. Evre III ayak bileği dış yan yaralanmanın sonuçları evre I ve II’den belirgin şekilde daha kötüdür. Sporcumda kronik ayak bileği instabilitesi olduğunu nasıl anlarım? Yakınmalar Ayak bileğinin sık burkulması doğal olarak en önemli göstergedir. Ancak tek bulgu değildir. İnstabilite ile ilişkili olabilecek yakınmaları iki ana grupta sıralayabiliriz: (1) Bağ yetmezliğine doğrudan bağlı birincil yakınmalar: (a) Sık burkulma ve buna bağlı geçici ağrı, şişlik olması ve (b)bilekte, burkulma olmadan boşalma hissi. (2) Bağ yetmezliği ile ilişkili, ancak doğrudan burkulma – boşalma ile ortaya çıkmayan ikincil bulgular: (a) Kronik aktivite ağrısı (b) Şişlik. Kronik ağrının sebebi ayak bileği mortisi içinde talusun öne kayması ve sindezmozun ön lifleri ile temasa geçmesi (anterolateral sıkışma) veya geç olgularda ayak bileği artrozu olabilir. Kronik sinovit de bir ağrı sebebidir. Burkulmalar sırasında talus kubbesinde oluşabilecek kondral kırıklar geç dönemde talusun osteokondral lezyonlarına dönüşerek aktivite ağrısına yol açabilir. Daha nadir görülen ilişkili ağrı nedenleri peroneal tendon yaralanmaları ve yüzeyel peroneal sinir traksiyon yaralanmasıdır. Bulgular ve mekanizma “İnstabilite” ve “sık burkulma” terimleri çok kullanılsalar da ayrıntılı tanımları bulunmamaktadır. Sık burkulma olarak hangi sıklıkta burkulmanın anlaşılması gerektiği tanımlanmamıştır. Hastanın ifadesi bu konuda yeterli kabul edilmektedir. İnstabilite ise iki ana bileşene sahiptir. Bunlardan ilki 1932’de literatüre giren mekanik instabilite kavramıdır. Biz yardımcı cihazlar ve görüntüleme araçları ile yalnızca eklemin belli planlardaki hareket kapasitesini, tibiotalar eklemin ne kadar varusa açılandığını ve talusun mortis içinde ne kadar öne kaydığını ölçmekteyiz (Şekil 1 ve 2). Bu ölçüm değerlerini ve önerilen bazı eşik değerleri kullanarak hastanın “mekanik” instabilitesi olup olmadığına karar vermeye çalışıyoruz. Bu ölçümlerin kişiden kişiye geniş farklılıklar 65 Şekil 2: Öne çekmece stres testi. 10 mm'den fazla öne kayma olması veya sağlam taraf ile arasında 3mm'den fazla fark olması mekanik instabilite olarak kabul edilir. Şekil 1: Varus stres testi. 9 dereceden fazla açılanma olması veya sağlam taraf ile arasında 3 dereceden fazla fark olması mekanik instabilite olarak kabul edilir. gösterebildiği unutulmamalıdır. Bazı kişilerde hareket açıklıkları alıştığımızdan çok fazla olabilmekte, bu durum “laksite” terimi ile tarif edilmektedir. Mekanik instabilitenin varlığından ancak sağlam taraf ile belirgin fark olması durumunda bahsetme hakkımız olabilmektedir. Öte yandan, objektif olarak ölçülebilen mekanik instabilitesi bulunan her sporcunun klinikte yakınması bulunmamaktadır. Aksine, sık ayak bileği burkulması geçiren bazı kişilerin de ölçülebilen bir mekanik instabilitesi yoktur. Freeman 1965’te bu durumu “fonksiyonel instabilite” terimini literatüre katarak çözmüştür (Şekil 3). Hastanın ayak bileğinde bağ yetmezliği ile açıklanabilecek herhangi bir klinik bulgu olması “fonksiyonel instabilite” tanısı koymamız için yeterlidir. Ayak bileğinin varus stabilitesi yalnızca bağların sağladığı statik destekle değil, aynı zamanda peroneal kasların, hatta ayak bileği ve parmak ekstansörlerinin dinamik Şekil 3: Ayak bileği instabilitesinde desteğiyle mümkün olabilmektedir. Bu mekanik ve fonksiyonel yetmezlikler dinamik desteğin geçirilen yaralanmalara bağlı propriyosepsiyon kaybı, kuvvet kaybı veya nörojenik kökenli hastalıklar nedeniyle azalması ayak bileğinin sık sık burkulması için gereken zemini sağlamaktadır. Özetle, klinik instabilite ancak mekanik yetmezliğe fonksiyonel yetmezlik eklendiğinde ortaya çıkabilmektedir. Muayene ve stres testlerinden başka klinikte kullanılan basit bir tanı yöntemi bulunmamaktadır. İleri teknik donanımın kullanımı ile hareket analiz laboratuarlarında fonksiyonel instabilite testleri yapılabilir. Bu testlerde yan bağ yetmezliği olan deneklerde yanlamasına hareketlerde bir zaafın varlığı Şekil 4: Fonksiyonel performans testleri için gösterilirken boylamasına hareketlerde örnekler. Yanal hareketlerde (Ave B kutuları) önemli bir fark olmadığı saptanmıştır. fark saptanırken boylamasına hareketlerde (C Ancak bu testler hemen yalnızca ve D kutuları) fark bulunamamaktadır. J Athl Train 2005:40(1):30-34 66 deneysel çalışmalarda kullanılmaktadır. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans gibi görüntüleme yöntemlerinden ise yalnızca diğer ağrı nedenlerini aramak amacıyla faydalanmaktayız. MRG’de bağların yaralanmış veya sorunlu gözükmesinin klinikte önemli bir karşılığı bulunmamaktadır. Tedavi seçenekleri nelerdir? Tablo 1: Kronik ayak bileği instabilitesinde Ayak bileği kronik instabilitesi için hem tedavi seçenekleri A. Konservatif yaklaşım konservatif hem de cerrahi tedavi a. Tekrar burkulmanın önlenmesi seçenekleri bulunmaktadır Tablo 1). i. Bandajlar Konservatif tedavi fizik tedavi uzmanları ii. Flaster tespit ve fizyoterapistlerin desteği ile iii. Bileklikler yapılmalıdır. Propriyosepsiyon b. Dinamik stabilizörlerin desteklenmesi egzersizleri için “denge tahtası” veya çok i. Propriyosepsiyonun artırılması daha gelişmiş denge cihazları ii. Peroneal kasların kuvvetlendirilmesi kullanılabilir. En az 3 ay sürecek bir B. Cerrahi tedavi konservatif tedavi ilk burkulmasından a. Bağların tamiri sonra uzun süre geçmemiş, şişman i. Primer tamir (Broström ameliyatı ii. Komşu dokular ile destekleme olmayan, burkulması çok sık olmayan (Broström – Gould ameliyatı) hastalarda başarılı olabilmektedir. Bu b. Bağların rekonstrüksiyonu tedaviye yanıt vermeyen hastalarda i. Anatomik teknikler cerrahi tedavi gerekli olabilir. ii. Non-anatomik teknikler Cerrahi tedavi için günümüzde altın standart kopmuş ve uzayarak iyileşmiş olan bağların büzüştürülerek tamiridir (Şekil 5). Broström ameliyatı olarak bilinen bu tamirin ardından inferior ekstansör retinakulumun damir edilen dokuya dikilmesi tamirin gücünü beligin şekilde artırır (Broström – Gould Modifikasyonu). Ameliyat sonrasında ilk 4 hafta alçılı tespit ve ardından bağcıklı bileklikler ile uzun süreli koruma gereklidir. Sporcunun maça geri dönmesi için ameliyat sonrasında en az 4 ay, ancak sıklıkla 6 ay süre geçmesi uygundur. Spor aktiviteleri en azından bir yıla kadar bileklik ile yapılmalıdır. Çok sayıda burkulma geçirmiş, çok uzun süreden beri yakınması olan, obez hastalarda primer tamirin başarı oranı arzu edildiği kadar yüksek değildir. Bu hastalarda ATFL ve CFL bağlarının vücudun başka bölgelerinden alınan tendon greftleri ile rekonstrüksiyonu söz konusudur. Uzun yıllar peroneal tendonlardan birinin, sıklıkla p. Brevisin tendonunun yarısı bu amaçla kullanılmışken günümüzde hamstring tendonlarından grasilis bu amaçla tercih edilmektedir. Bu sayede ayak bileğinin önemli dinamik stabilizatörleri de zarar görmemiş olmaktadır. Günümüzde bağların orijinal traselerine sadık kalınarak yapılan “anatomik” rekonstrüksiyonların üstün olduğuna inanılmaktadır. Eski, non-anatomik rekonstrüksiyonlar yalnızca subtalar instabilite eşlik eden olgularda tercih edilmektedir. Anatomik rekonstrüksiyon sonrasında maça dönüş de 6 ayı bulabilmektedir. 67 Şekil 6: Anatomik erkonstrüksiyonun şematik gösterimi. Fibuladan geçen otogreft tendon talusta ve kalkaneusta tespit edilmiş. Şekil 5: Broström ameliyatı. Kopmuş olan ATFL ve CFL kemik tendon dikişi ile tamir edilmiş. 68 Kıkırdak Yaralanmaları Dr. Ömer TAġER 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 Ardayak Sorunları Dr. Tahir ÖĞÜT Ayağın posterior kısmına “ardayak” denir ve genel olarak kalkaneus, talus, subtalar eklem , aşil tendonu ile sınırlı bölge akla gelir. Türkçe literatürde “arka ayak”, “ayak arkası” olarak da geçer. Sporculardaki ardayak sorunlarını başlıca 3 ana başlıkta toplayabiliriz: IAşil Tendinopatileri IIRetrokalkaneal bursit IIIPosterior Sıkışma Sendromları I-AŞİL TENDİNOPATİLERİ Aşil tendon yaralanmaları ve patolojilerine ait terminoloji literatürde oldukça fazla ve kafa karıştırıcıdır. Örnek vermek gerekirse: Tendinit, tendonit, tenosinovit, peritendinit, paratendinit, tendinoz gibi terimler kullanılmaktadır. Yine lezyonun lokasyonuna göre insersiyonel ve noninsersiyonel olarak; sürece göre akut, subakut, kronik olarak da adlandırılmaktadırlar. Tendona ait ağrı, şişlik, performans kaybı ile seyreden klinik tabloya artık günümüzde genel olarak “tendinopati” denmesi benimsenmiştir. SIKLIK ve EPİDEMİYOLOJİ Aşil tendinopatisine sporcular arasında en sık orta-uzun mesafe koşucuları, tenis, voleybol ve futbolcularda rastlanır. Profesyonel koşucularda yıllık sıklık oranı % 7-9 arasında bildirilmiştir. Aşil tendon problemi olan elit atletlerden oluşan 698 hastalık başka bir seride ise patolojilerin %66sını aşil tendinopatisi, % 23ünü ise retrokalkaneal bursit ve insersiyonel problemler oluşturmakta idi. YARALANMA MEKANİZMASI Mekanik ve biyolojik etmenlerin kombinasyonu söz konusudur. Hiperpronasyon, kavus, ön ayakta varus deformiteleri gibi dizilim kusurları; artan yaşla birlikte damarlanmada azalma ve aşırı yüklenmeler, aşırı kullanımlar; uygun olmayan düz ve sert tabanlı ayakkabı kullanımı; antremanlarda ani artış, aşırı antreman, sert veya düzgün olmayan yüzeyde antreman gibi faktörlerin hepsi aşil tendinopati oluşumunda rol oynarlar. TANI HASTA HİKAYESİ Aşil tendinopatisi tanı konmasında hasta anamnezi çok önemlidir. Belirtilerin başlangıç zamanı, şekli, süresi, yaralanma mekanizması, ağrıyı artıran ve azaltan etmenler, varsa daha önce gördüğü tedavi kaydedilmelidir. Aşil tendinopatilerinde başlangıçta hareket ve antremanla ağrı tarif edilirken hastalık kronikleştikçe istirahat ağrısı da başlar ve bu dönemde artık spor yapmak imkansızlaşır. FİZİK MUAYENE Akut dönemde genellikle tendonda yaygın şişlik vardır . Distal tendinopatilerde, distal yapışma yerinde; insersiyonel olmayan tendinopatilerde ise, tendon gövdesinde hassasiyet olur. Bazen krepitasyon alınabilir. Hastalık kronikleştikçe tendon içinde nodül palpe edilebilir ve tendon kalınlaşabilir. Eğer tendinozis, yani tendon içi dejenerasyon, söz konusu ise; bu nodül ayak bileğinin dorsifleksiyon ve plantar fleksiyon hareketleri ile yukarı aşağı yer değiştirir. Fakat, peritendinit söz konusu ise; bu nodül ayak bileği hareketleri ile yer değiştirmez. Distal aşil tendinozisi ve entezopatilerde, tendonun yapışma yeri oldukça şiş ve ağrılı olabilir. RADYOGRAFİK DEĞERLENDİRME Aşil tendonu radyografik olarak başlıca iki yöntemle değerlendirilebilir: 81 1) 2) Ultrasonografi (US): Noninvaziv ve ucuz bir yöntemdir fakat tecrübe ister. Dinamik değerlendirme yapılabilir. Tendon kalınlığı değerlendirilebilir. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG): Tam olmayan tendon kopmalarının değerlendirilmesinde ve kronik dejeneratif değişikliklerin çeşitli derecelerinin tespitinde US’a göre üstündür. Ayrıca tendondaki iyileşme MRG ile monitörize edilebilir. TEDAVİ KONSERVATİF TEDAVİ KLASİK NONİNVAZİV YÖNTEMLER Başlangıç tedavisidir: -Aktivite modifikasyonu -Dizilim bozukluğunu düzeltmeye yönelik ortezlemeler -Germe egzersizi -Topuk yükseltme -Masaj -Sıcak-soğuk uygulamalar -Kuvvetlendirme egzersizi -Ultrason -Non Steroid Anti İnflamatuar ilaçlar Bu yöntemlerle başarı oranı % 70 civarındadır. KORTİKOSTEROİD ENJEKSİYONU: Peritendinöz enjeksiyonlar spontan tendon kopmasına neden oldukları için genellikle önerilmemektedir. US veya skopi altında ufak doz tek sefer deneyimli ellerde uygulanabilir. EKSENTRİK EGZERSİZLER İnsersiyonel aşil tendinopatisinde başarı oranı %32 civarında iken, noninsersiyonel tendinopatilerde %81-89 başarı bildirilmiştir. ESWT: EKSTRAKORPORAL ŞOK DALGA TEDAVİSİ Düşük enerjili ESWT ile başarılı sonuçlar bildiren yayınlar vardır. Geleceğe yönelik ümit vaad eden bir tedavi şeklidir. SKLEROZAN AJANLAR US kılavuzluğunda uygulanan Polidocanol’ün neovaskülarizasyonu azalttığı ve kısa dönemde iyi sonuç verdiği bildirilmiştir. TOPİKAL GLİSERİL TRİNİTRAT Fibroblastlarca kollajen üretiminde, hücresel adezyonda ve lokal damarlanmada artışa neden olarak %78 oranında iyileştirici etki gösterdiği bildirilmiştir. DİĞER YÖNTEMLER Hiperosmolar dekstroz enjeksiyonu Otolog kan enjeksiyonu NONİNSERSİYONEL TENDİNOPATİLERİN CERRAHİ TEDAVİSİ 82 PERKÜTAN LONGİTUDİNAL TENOTOMİ Paratendinopatinin olmadığı, tendon içi nodül büyüklüğünün 2,5 cm yi geçmediği olgularda endikedir. Tendon içi neoanjiogeneze yol açarak iyileşme sağlar. Başarı oranı %75 olarak bildirilmiştir. TENDON DEBRİDMANI TAMİR OGMENTASYONLU veya OGMENTASYONSUZ Orta-ağır tendinopatilerde tendonun dejenere kısımları açık olarak debride edilerek kalan sağlam dokular dikilir. %50den fazla tendon eksizyonu yapıldığı takdirde Fleksör Hallusis Longus (FHL) tendonu ile ogmentasyon yapmak gerekir. İNSERSİYONEL TENDİNOPATİLERİN CERRAHİ TEDAVİSİ Eğer tendon içi dejenerasyon yani tendinozis söz konusu değilse, entezopati (tendon içi dikensi kemik çıkıntısı) yoksa, sadece distal tendinit ve/veya retrokalkaneal bursit söz konusu ise endoskopik (tercihen) veya açık olarak bursa eksizyonu ve kemik dekompresyonu yapılır. Eğer tendon içi dejenerasyon yani tendinozis söz konusu ise, açık olarak dejenere tendon eksize edilir, gerekirse tendon yapışma yerinden kaldırılarak işlem bitiminde (kemik dekompresyonu ve tendon debridmanı) çıpalı dikişlerle tekrar kemiğe tespit edilir. Tendonun %50sinden fazlasının eksize edilmesi durumunda FHL tendonu ile ogmantasyon yapılmalıdır. II- RETROKALKANEAL BURSİT Retrokalkaneal bursa’nın inflamasyonudur. Retrokalkaneal bursa ön duvarını, kalkaneus posterosuperioru; arka duvarını ise, aşil tendonu oluşturur. Kalkaneus posterosuperiorundaki çıkıntının genişlemesine, Haglund deformitesi denir. Retrokalkaneal bursit genellikle Haglund deformitesi ile birlikte görülür. ETİYOLOJİ 1) MEKANİK İRİTASYON: Genellikle ayakkabı arka kenarının iritasyonu söz konusudur. Haglund deformitesi varlığında bu irritasyon olasılığı artar. 2) MEKANİK ANOMALİLER: Varus topuk, ayak pronasyonu, plantar fleksiyonda birinci sıra gibi dizilim bozuklukları söz konusudur. 3) SİSTEMİK İNFLAMATUAR HASTALIKLAR: • Gut • Romatoid Artrit • Kalsifik Tendinit • Osteomyelit • Reiter Sendromu • Psöriatik Artrit • Juvenil Kronik Artrit 83 4) AYAK BİLEĞİ ARTROSKOPİSİ SONRASI: Geçmişte ayak bileği artroskopisi olan bir hastada ameliyattan 10 sene sonra çekilen MRG sonrasında akut retrokalkaneal bursit geliştiği gözlendi ve bu durum 10 sene önce geçirilen ameliyat sırasında artroskoptan ameliyat sahasına dökülen metal debrislere bağlandı. KLİNİK Kalkaneus posterosuperior çıkıntısı hizasında, aşil tendonunun her iki yanından palpe edildiğinde ağrı vardır ve genellikle müphem bir şişlik de fark edilir. Bazen bu şişlik çok fazla olabilir. Aşil tendinopatileri aksine tendon üzerinde basmakla ağrı yoktur. RADYOGRAFİK DEĞERLENDİRME DİREKT GRAFİ: Haglund deformitesi göze çarpar. US: Aşil tendiniti ve peritendinit ile retrokalkaneal bursit ayrımı yapılabilir. Aspirasyon ve enjeksiyon için kullanılabilir. MRG: Kesin tanı konabilir. KONSERVATİF TEDAVİ • • • • • • • Aktivite modifikasyonu Ayakkabı modifikasyonu İstirahat Buz Dizilim kusurlarının düzeltimi Topuk yükseltme Germe-kuvvetlendirme egzersizleri Yukarıdaki klasik tedavi ile %85-95 oranında başarı elde edilebilir. CERRAHİ TEDAVİ Açık veya endoskopik olarak bursa eksizyonu ve kemik dekompresyonu (Haglund deformitesinin eksizyonu) yapılır. Endoskopik tedavinin avantajı spora dönüş süresini azaltması ve açık tedavi komplikasyon risklerinin olmamasıdır. Fakat deneyim gerektiren bir işlemdir. III- POSTERİOR SIKIŞMA SENDROMLARI TALAR KOMPRESYON SENDROMU (OS TRİGONUM SENDROMU) “Posterior sıkışma sendromu” olarak da bilinir. Klinikte posterolateral ayak bileği ağrısı olarak karşımıza çıkar. Ayak bileği maksimum plantar fleksiyonda iken yere basıldığında (point pozisyonu) talus posterioru ve özellikle de posterolateral çıkıntısı, kalkaneus ile tibia distal posterior dudağı arasında ezilmeye maruz kalır. Bu ezilme ve kompresyon “os trigonum” varlığında daha da fazla olur. Fizik muayenede ayak bileği posterolateralinde, fibula posteriorunda ve peroneal tendonların hemen medialinde derin palpasyonda ağrı 84 ile tanı konur. Ayak bileğine zorlayıcı plantarfleksiyon yapıldığında hastanın ağrı nedeniyle irkilmesi “posterior sıkışma testi”nin pozitif olduğunu gösterir ve bu posterior sıkışma sendromu için patognomoniktir. Bu sendrom sıklıkla os trigonum mevcudiyeti ile birliktedir fakat bu şart değildir. Talus posteriorunda normalde medial ve lateral olmak üzere iki tüberkül vardır. Bu iki tüberkül arasından FHL (Fleksör Hallusis Longus) tendonu geçer. Os trigonum aslında talus posterolateral tüberkülünün bir uzantısıdır ve insanlarda bulunma sıklığı %2-7 arasında bildirilmiştir. Os trigonumun semptomatik olabilmesi için genellikle bir travmaya maruz kalması gerekir. Özellikle bale dansçıları point pozisyonunda çok ayakta kaldıklarından bu sendroma dansçılarda sık rastlanır. Os trigonumun büyüklüğü ile semptomların ciddiyeti arasında bir korelasyon yoktur. Çok büyük os trigonumlar semptom vermezken çok ufakları ciddi şikayet verebilmektedirler. Ayak bileği plantar fleksiyonda iken sık travmaya maruz kalan futbolcularda da bu sendroma sık rastlanmaktadır. Os trigonum en iyi, ayak bileği 25 derece dış rotasyonda iken çekilen lateral grafilerde görülür. MRGde bu bölgede kemik iliği ödemi saptanması da bu sendromun tanısını koymada yardımcı olur. Klinik ve radyolojik olarak kesin tanı konamadığı durumlarda peroneal tendonların arkasından ayak bileği posterolateral boşluğundaki yumuşak dokuya 0,5-1 ml lokal anestetik enjekte edilir. Eğer hasta bu enjeksiyonla rahatlarsa tanı kesinleşir. TEDAVİ Aktivite modifikasyonu, NSAİ ilaç ve fizik tedavi os trigonum sendromunda ilk basamak tedaviyi oluşturur. Bu tedavinin başarısız olduğu durumlarda 0,25-0,5 ml uzun ve kısa etkili kortikosteroid karışımları tedavide etkilidir. Bu tedavi en fazla 2 kez uygulanabilir. Konservatif tedaviden fayda görmeyen hastalarda cerrahi tedavi endikedir. Bugün için cerrahi tedavide altın standart artroskopik olarak yapılan os trigonum eksizyonu veya talus posterolateral tüberkül debridmanı ile ayak bileği posteriorundaki sıkışmaya neden olan skar dokularının debridmanıdır. FHL STENOZAN TENOSİNOVİTİ FHL tendonu ayak bileği posteromedialinde talusun lateral ve medial tüberkülleri arasından geçip fibroosseöz tünel içinden distale ilerler. Bu tendonun tenosinoviti en sık bu bölgede olur ve bu bir tendinozis veya rüptürden ziyade genellikle stenozan bir tenosinovittir. FHL tendonu için, bale dansçılarının aşil tendonu denir. En sık bale dansçılarında görüldüğünden FHL tenosinoviti literatürde “dansçı tendiniti” olarak da geçer. Fakat uzun mesafe koşucuları, futbolcular, tenisçiler ve yüzücülerde de sık bildirilmiştir. Bunların ortak özelliği zorlayıcı “push-off” hareketini aşırı yapmalarıdır. Zaten hemen her tenosinovit gibi bu da genellikle bir aşırı kullanım yaralanması olarak karşımıza çıkar. FHL tenosinoviti sıklıkla os trigonum sendromu ile birlikte görülür fakat tek başına görülmesi de nadir değildir. Talus kubbesi posterior yarısındaki kronik kıkırdak lezyonları da FHL tenosinovitine neden olabilir. Tanıda; fizik muayene ve şüphelenme çok önemlidir. Çünkü, FHL tenosinoviti sıklıkla atlanır ve plantar fasiitis, tarsal tünel sendromu veya fibröz subtalar koalisyon ile karıştırılabilir. Fizik muayenede posterior sıkışma belirtisinin pozitif olması şart değildir. En önemli bulgu medial malleol posteriorunun derin palpasyonda ağrılı olmasıdır. Ayak bileği ve 1. metatarsofalangeal ekleme (MF) aynı anda kuvvetli dorsifleksiyon yaptırarak ağrı uyandırılabilir. Ayak bileği dorsifleksiyona getirildiğinde, 1. MF eklem dorsifleksiyonunda kısıtlılık olabilir ve bu duruma “psödo halluks rijidus belirtisi” denir. Bazen palpasyonla krepitasyon da alınabilir. MRG ile tanı %82-84 oranında doğrulanabilir. TEDAVİ 85 Birinci basamak konservatif tedavi ve germe egzersizlerinden bir fayda sağlanamadığı takdirde cerrahi tedavi endikasyonu vardır. Cerrahi tedavide bugün altın standart endoskopik olarak FHL tendon kılıfı ve sıkışmaya neden olan skar dokularının debride edilerek tendonun gevşetilmesi ve rahatlatılmasıdır. KAYNAKLAR 1. Alfredson H. Chronic midportion Achilles tendinopathy: an update on research and treatment. Clin Sports Med 2003; 22:727-41. 2. Alfredson H, Cook J. A treatment algorithm for managing Achilles tendinopathy:new treatment options. Br J Sports Med 2007; 41:211-6. 3. Fiorella D, Helms CA, Nunley JA. The mr imaging features of the posterior intermalleolar ligament in patients with posterior impingement syndrome of the ankle. Skeletal Radiol 1999;28:573-576. 4. Hamilton, WG et al. Stenosing tenosynovitis of the flexor hallucis longus tendon and posterior impingement upon the os trigonum in ballet dancers. Foot Ankle 1982; 3:74-80. 5. Jerosch J, Fadel M. Endoscopic resection of a symptomatic os trigonum. Knee Surg Sports Traumatol Arthrosc 2006;14:1188-1193. 6. Kolettis GJ et al. Release of the flexor hallucis longus tendon in ballet dancers. J Bone Joint Surg. 1996; 78A:1386-1390. 7. Kvist M. Achilles tendon injuries in athletes. Am J Sports Med 1994; 18:173-201. 8. Maffuli N, Kader D. Tendinopathy of tendon Achilles. J Bone Joint Surg Br 2002; 84:1-8. 9. Maquirriain J. Posterior ankle impingement syndrome. J Am Acad Orthop Surg 2005;13:365-371. 10. Michelson J & Dunn L: Tenosynovitis of the FHL. Foot Ankle Int. 2005; 26:291-303. 11. Oloff LM & Schulhofer SD. Flexor hallucis longus dysfunction. J Foot Ankle Surg. 1998; 37(2):101-9. 12. Paavola et al. Long term prognosis of patients with Achilles tendinopathy. Am J Sports Med 2000; 28:634-42. 13. Sammarco GJ. Diagnosis and treatment in dancers. Clin Orthop 1984;187:176-87. 14. Tol JL, van Dijk CN, Maas M. MR induced retrocalcaneal bursitis. Skeletal Radiol. 1999; 28(10):581-3. 15. van Dijk CN, Scholten PE, Krips R:A 2-portal endoscopic approach for diagnosis and treatment of posterior ankle pathology. Arthroscopy, 16:871-76, 2000. 16. van Dijk CN. Anterior and posterior ankle impingement. Foot Ankle Clin 2006;11:663-683. 17. van Dijk CN. Hindfoot endoscopy for posterior ankle pain. Instr Course Lectr 2006;55:545-554. 86 Fizyopatoloji Dr. Cengiz DĠNÇ 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 Klinik Değerlendirme Dr. Bülent BAYRAKTAR Kas yaralanmaları tüm spor branşlarında görülen yumuşak doku yaralanmalarının önemli bir kısmını oluşturur. Bu yaralanmalar basit bir cilt sıyrığından, ciddi doku hasarı ile seyrederek majör cerrahi müdahale gerektiren yaralanmalara varan bir yelpazede değerlendirmek mümkündür. Hemen tüm fiziksel aktiviteler doğaları gereği içsel ve dışsal travma risklerini yapılarında barındırırlar. Futbol, yakın temas ve fiziksel mücadelenin yoğun olduğu branşlardan biri olarak hem içsel hem de dışsal travmanın yoğun olduğu sporlardandır. Dışsal travmadan farklı olarak içsel travmanın özü, ilgili yumuşak dokuların tolore edemeyecekleri bir yüke karşı normal fonksiyonlarını yerine getirmeye çalışmaları sırasında oluşmasında yatmaktadır. Kişi, doğrudan travmatik olmayan bir dış kuvvete karşı postürünü korumaya çalışır veya hareket ederken yumuşak dokularda oluşan gerimin dokuların dayanma sınırını aşması içsel travmanın meydana gelmesine sebep olur. Dış kuvvet-yük olmayan durumlarda vücudun hareketle oluşturduğu kuvvet de dokuların dayanma sınırını aşarak içsel travmayı meydana getirebilir. Her iki mekanizmada da göz ardı edilmemesi gereken önemli bir gerçek direncin göreceliliği ve özgüllüğüdür. Yani içsel ve dışsal travmaların yaralanma oluşturmaları için gereken güç ve gücün şiddeti kişiden kişiye ve dokudan dokuya farklılık gösterir. Ayrıca bu farklılık yalnızca dokuya veya yaralanma mekanizmasına özgü olmayıp, çevresel şartlar, o anki form durumu, zihinsel konsantrasyon, kullanılan ekipman gibi çeşitli faktörlerden etkilenen bir değişkenlik gösterir. Kas yaralanmalarının niteliği ve niceliğinin belirlenmesi aslında güç bir iştir. Bu yaralanmaların çoğu kanama ve inflamasyonla birlikte seyrederler. Semptom olarak gözlenen kanama ve/veya inflamasyon akut bir yaralanmanın veya daha uzun süreli bir dejenerasyonun sonucu olabilir. Doğru bir tanıya ulaşmak uygun tedavi yaklaşımını belirlemek açısından önemlidir. Yaralanma gerçekleştiği andan itibaren; en hafifinden en ağırına tüm kas problemleri, sporcunun yaşam konforunu ve fiziksel aktivitesini sınırlayan önemli bir sorun olmaya adaydır. Tedavinin amacı bir yandan hastanın yaşam konforunu olabildiğince yüksek tutarak sıkıntısını azaltmak, diğer yandan zaman kaybetmeksizin en üst düzeyde iyileşmeyi sağlamaktır. Yaralanma mekanizmaları: Travma; ilgili dokuya dışardan uygulanan bir mekanik kuvvetle oluşan, hücresel veya doku düzeyinde yanıtla sonuçlanan, yapısal stres veya zorlanmaya sebep olan bir yaralanmayı ifade eder. Yük ve kullanım; doku bütünlüğünün korunması ve yenilenme için gerekli olan normal, temel fizyolojik olgulardır. Yük, dışsal mekanik kuvvetin bir ölçüsüdür ve sıklıkla stres, zorlanma terimleri ile ifade edilir. Kullanım, yükün zaman içindeki birikimini ifade eder. Harekete ek olarak miktarı da içerir. Periyodik yüklenme bir antrenman metodu olarak futbolda sıklıkla kullanılır. 97 Özellikle dinlenmenin yetersiz olduğu durumlarda doku yenilenmesine fırsat kalmadığından, tekrarlayan yük ve kullanım yaralanmanın öncelikli sebebi olabilir veya hazırladıkları zemine sekonder akut yaralanmalar gelişebilir. Yine; aşırı yüklenme veya yetersiz dinlenme zemininde gelişen genel yorgunluk, kaza ve diğer vücut bölgelerinde yaralanma riskinin artmasına da sebep olur. Zorlanma; kas dokunun yüke yanıt olarak yapısında meydana gelen deformasyonu ifade eder. Doku adaptasyonunun fiziksel, karmaşık bir işareti olup zorlanma modalitesi (gerilim, kompresyon, makaslama v.b.), yönü, adedi, sıklığı, süresi, dağılımı ve hacmi gibi çeşitli faktörlerin birbiriyle ilişkisinin bir sonucudur. Yük kaynaklı doku zorlanması hücre proliferasyonunda, diferansiyasyonunda, matriks organizasyonunda, DNA sentezinde ve dokunun mekanik yapısında değişime yol açan kuvvetli bir hücre-matriks uyaranıdır. Sportif ve rehabilitatif egzersizler yük kaynaklı doku zorlanmasına yol açarlar. Oluşan stres fizyolojik sınırlarda kaldığı takdirde doku zorlanması, dokuda gelişme ve yenilenmeyi sağlayan olumlu bir faktördür. Fizyolojik sınırların ötesinde ise akut veya kronik yaralanmanın önemli mekanizmalarındandır. İSKELET KASININ GENEL ÖZELLİKLERİ İnsan vücudunda istemli çalışan 600’den fazla kas bulunur. Her kas; lif tabir edilen binlerce çok çekirdekli kas hücresinden oluşur. Kas boyunca birbirlerine paralelveuzunlamasına olarak bulunan bu hücreler (lifler) birlikte hareket ederek sinerjik etki gösterirler. Anatomik olarak dıştan içe doğru incelendiğinde; epimisyum denen bir zar fibröz bağ dokusundan oluşan fasya ile kası sarar. Bunun altında kas boyunca uzanan ve perimisyum denen bir zarla kaplı fasiküller bulunur ve her fasikül birkaç ile 150 arasında değişen sayıda kas lifi içerir. Kas lifleri ise endomisyum denen bir zarla sarılıdırlar, ancak bu doku hücre membranı değildir. Endomisyumun altında sarkolemma denen hücre elemanlarını saran, ince, elastik bir membran bulunur. Sarkolemma gerçek hücre zarıdır. Bunun altındaki, yani hücrenin içindeki sıvı kompartmana sarkoplazma denir. Sarkoplazma içinde özelleşmiş, tübüler bir ağ sistemi bulunur sarkoplazmik retinakulum denen bu yapı hücre içi madde taşınmasına ve yapısal bütünlüğe hizmet eder.En dışta kası saran epimisyum uçlara doğru gittikçe incelir ve sıkı tendon dokusuyla birbirine karışır. Bir iskelet kası binlerce küçük, kasılabilir elemanın bir arada bulunması ile oluşur. Her eleman kasılabilir daha küçük elemanlardan oluşur. En küçük işlevsel birim sarkomerdir. Sarkomer içinde bulunan yapıların en önemlileri kasılmanın baş aktörleri olan aktin ve miyozin flamanlarıdır. Protein yapısındaki bu flamanlardan miyozin kalın aktin ince yapılıdır. Ortadaki miyozin filamanının etrafında üç boyutlu olarak altıgen bir silindir gibi miyozini saran aktin flamanları mevcuttur. Kasılma olduğunda bu aktin flamanları miyozin üzerinde kayarak birbirlerine yaklaşır, böylece kasın boyunu kısaltırlar. 98 KAS YARALANMALARI Kas yaralanmalarının patofizyolojisi, zorlanma yaralanmalarının akut faz inflamatuvar yanıtları ve kas homeostazisinin aşırı zorlamayla oluşan çeşitli metabolik bozulmaları ile karakterizedir. Kas liflerinin ve inkomplet kas yırtıklarının rejenere olması teorik olarak mümkünken, bütünlüğü tamamen bozulmuş kaslar en sık olarak rejenerasyon ve skar oluşumunun bir kombinasyonu ile iyileşirler. Bu durum; kısıtlayıcı yapışmalar, azalmış kasılma kuvveti ve komşu eklem fonksiyonlarında kısıtlanma ve azalmaları ile sonuçlanabilir. Sportif aktiviteden uzak kalmaya sebep olabilen kas yaralanmaları başlıca dört ana grupta incelenebilir. Bunlar; gecikmiş kas ağrısı, kas zorlanması ve avülsiyon, kontüzyon ve egzersiz kaynaklı kas yaralanmalarıdır. KAS YARALANMALARI • Egzersize bağlı (DOMS) • Kontüzyon – Intermuskuler hematom – Intramuskuler hematom GECİKMİŞ KAS AĞRISI: (DELAYED ONSET MUSCLE SORENESS= DOMS) GEÇİKMİŞ KAS SERTLİĞİ-GKS Gecikmiş kas ağrısı (GKA) olarak adlandırılan bu yaralanma sıklıkla yoğun egzersiz veya • Kas zorlanması alışık olunmayan sportif • Fasyal yırtık aktiviteden 24 – 48 saat sonra • Miyofasial ağrı sendromu ağrı ile ortaya çıkar. Yaralanmaya yol açacak içsel veya dışsal bir makro travma söz konusu değildir. Özellikle aşırı eksantrik yüklenmeler; sorunu, orta dereceli bir ağrıdan, her türlü hareketi engelleyecek düzeye kadar değişen bir yelpazede ağrıya sebep olacak şekilde büyütebilir. Kasların hızlı kullanımı ve normal agonist-antagonist yumuşatıcı koruyucu reflekslerinin koordinasyonunun bozulması • Kompartman Sendromu • Miyositis ossifikans 99 GKA’ nın ortaya çıkmasına katkıda bulunur. GKA’ da ağrının sebebi, egzersize bağlı kas hücresi zedelenmesi ve bu yaralanmaya yanıt olarak oluşan inflamasyondur. Bu yaralanmanın tanınması genellikle anamnezledir. Anamnezde; artmış yoğun egzersiz, alışık olunmayan kas aktivitesi, aşırı eksantrik yüklenme, ağrının aktiviteden 24–48 saat sonra ortaya çıkması tanı koydurucudur. Ağrı genellikle 3-7 gün içinde tamamen kaybolur. Etkilenen kasların palpasyonunda hassasiyet ve ağrı mevcuttur. Dirençli hareketlerde kuvvet üretimi ağrı inhibisyonu nedeniyle %50’ye kadar azalmıştır. Kasların esnekliği azalmıştır ve esneklik egzersizleri de ağrılıdır. Serum kreatinkinaz düzeyleri yükselmiş çıkabilir. Tedavi, yaralanmaya maruz kalan sporcunun uygunluğuna bağlı olarak hafif düzeyde aerobik egzersiz, germe egzersizleri, su içi egzersiz çalışmalar şeklinde şekillendirilebilir. Çoğu zaman istirahat ve ilaç tedavisi (özellikle NSAİ) tedavi için yeterli olmaktadır. KONTÜZYON: Özellikle futbol başta olmak üzere kontakt sporlarında oldukça sık görülen bir kas doku yaralanma türüdür. Direkt olarak kasa gelen künt bir travmanın oluşturduğu etki ile meydana gelir. Sıklıkla önemsenmemesi veya göz ardı edilmesine rağmen kas zorlanmalarından daha sık görülmekte ve daha şiddetli seyredebilmektedir. Orta dereceli bir kontüzyondaki kas içi kanama, orta dereceli bir kas zorlanmasındakinden çok daha fazla olabilir. İleri derece ve şiddetli kontüzyon ile kas yırtığını birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Her iki yaralanmada da önemli sayıda kas lifi zarar görür. Seyri sırasında ciddi ödem ve kanama tespit etmek mümkündür. Klinik takipte bir çok kontüzyonun, yaygın skar dokusu oluşumuna sebep olduğu görülür. Kontüzyonun klinik değerlendirmesinde fonksiyona etkisi ve lokalizasyonu önemlidir. Pratikte kontüzyonun ciddiyeti ilgili eklemin hareket açıklığındaki fonksiyon kısıtlanmanın ölçülmesi ile derecelendirilebilir. Hafif bir kontüzyon ilgili eklemin hareket 100 açıklığını 1/3’den az kısıtlar. Öte yandan ciddi kontüzyonlarda eklem normal hareket arkının 1/3 ‘ü kadar dahi hareket ettirilemez. Bir diğer değerlendirme kanamanın bulunduğu yere göre intermuskuler ve intramuskuler hematom olarak iki alt grupta yapılır. İntramuskuler hematom: Kontüzyona bağlı hematomun kas içinde gelişmesidir. Bu tür bir •Klinik görüntü hematoma sebep olan kontuzyondaki •Şişlik kas yaralanması intermuskuler İNTRAMUSKULER •Klinik şikayetler •Göreceli yüksek hematoma sebep olan benzer •İyileşme süresi şiddetteki yaralanmadan 2-3 misli •Göreceli olarak uzun daha uzun zamanda iyileşir. •İyileşme kalitesi •Özenli tedavi süreci İnflamatuvar cevap büyüktür. gerektirir •Komplikasyon gelişebilir Genellikle hemorajinin yarattığı gerginlik ve kitle palpasyonla hissedilebilir. Miyozitis ossifikans oluşma eğilimi yüksektir. Bazı bölgelerdeki yaralanmalarda kompartman sendromu oluşma ihtimali göz ardı edilmemelidir. ROM’ un geri kazanımı ve kas fonksiyonunun geri dönüşü yavaştır. Aktiviteye hızlı dönüş girişimleri sıklıkla yaralanmanın nüksü ile sonuçlanır. Yaralanmanın şiddetine, kanama alanının genişliğine ve yarattığı komplikasyonlara bakılarak gerekli durumlarda iyileşmeyi hızlandırmak ve basıncı azaltmak amacı ile cerrahi aspirasyon veya açık drenaj uygulanabilir. Radyolojik tetkikler (özellikle ultrason ve MRI) teşhis ve tedavi protokolünün yaratılmasında kliniği destekleyici unsurlar olarak kullanılabilir. Bu tür tetkikler özellikle hematomun intramüsküler mi yoksa intermüsküler mi olduğunun anlaşılmasında, ve gerekli durumlarda cerrahi girişim yerinin tespit edilmesinde değerlidir. İntermüsküler hematom: Kanama, kaslar arasında fasyal İNTERMUSKULER tabakalar boyunca oluşur. İyileşme •Klinik görüntü gürültülü •Yaygın ekimoz oldukça hızlıdır. Minimal inflamasyon •Klinik şikayetler ve skar dokusu oluşur. Yerçekimi •Hafif nedeniyle çoğunlukla yaralanmanın •İyileşme süresi •Göreceli olarak kısa oluştuğu bölümün distalinde ekimoz •İyileşme kalitesi oluşur. Kanamanın yer değiştirebilme •Yüksek imkanı nedeniyle basınç artışı fazla olmaz. Bu durum hem yaralanmanın ilerlemesini engeller, hem de iyileşmenin intramüsküler hematomdan hızlı olmasını sağlar. 101 Travmatik miyozitis ossifikans: Bu durum heterotopik ossifikasyon yanıtının bir halidir. Hemen her zaman öncü, tek veya tekrarlayıcı travmanın ardından gelişir ve bir kas veya kas grubuyla sınırlıdır. Klinik olarak miyozitis ossifikans, inflamatuar ağrı ve kontraktür nedeniyle uzun süreli ve önemli bir yaralanma kaynağı olabilir. Kas yaralanması sonrası karşılaşmaya devam edilmesi, yaralı bölgeye masaj uygulanması, erken dönemde sıcak uygulamaları yapılması, tam iyileşmeden spora geri dönülmesi ve aynı bölgenin tekrar tekrar yaralanması myozitis ossifikans oluşma ihtimalini artırır. En sık klinik bulgu eklem hareketini kısıtlayan bir yumuşak doku kitlesidir. Miyozitis ossifikansta lezyon iyileştikçe ağrıda azalma, miyozit kitlesinde küçülme olur. Şüpheli durumlarda hastanın sıkı takibi ve tekrarlayan röntgen ve/veya MRI incelemelerine gereksinim vardır. En sık m.quadriseps femoris, hamstring kasları, kalça çevresi kasları, m.biseps brakii ve m.triceps brakii’de görülür. Kas yaralanmasından sonra ağrı, palpe edilebilir kitle ve eşlik eden fleksiyon kontraktürü olması erken bir miyozitis ossifikans oluşumu olasılığını güçlü bir şekilde akla getirmelidir. Durum genellikle kendi kendine düzelir, nadiren konforlu spor yapmayı engelleyen devamlı ağrı şikayeti oluşabilir. Böyle bir durumda bir yıldan önce olmamak kaydıyla, semptomatik olarak lezyonun nadiren de olsa cerrahi eksizyonu düşünülmelidir. Akut kompartman sendromu; travmatik ve aşırı egzersize bağlı olarak oluşan kas yaralanması sonucu meydana gelebilir. Futbolcularda sıklıkla alt ekstremitede ön veya arka derin kompartmanda meydana gelir. Halter ve vücut geliştirme sporu ile ilgilenen sporcularda üst ekstremitede de görülebilir. Akut kompartman sendromunda dinlenme ile geçmeyen ağrı, gerginlik ve basınç hissi, germe ile artan ağrı, periferik nabızların azalması,duyu kusurları, soğukluk, solukluk ve fonksiyon bozulması teşhise yöneltici bulgulardır. Ağrının istirahatte de olması, muayenede palpasyonda artan ağrı, artan basınç ve gerginlik bulguları tanıya iyice yaklaştırır. Tanıda gecikilmiş durumlarda, yukarıdaki bulgular kompartmanın bulunduğu ekstremitede devamlı artan bir fonksiyon kaybına neden olur. Bu durumun fark edilmeden ilerlemesi, cerrahi müdahaleye gerek duyulmasına sebep olabilir.Endikasyon kompartman içi basınç ölçümü ile konur.Kompartman basıncının 30mmHg olması durumunda cerrahi endikasyon mevcuttur. Erken cerrahi girişimle faysa serbestleştirilmesi ve pıhtı aspirasyonu gerekebilir. 102 KAS ZORLANMASI: Kas zorlanması, özellikle sportif aktivite sırasında, kas geriminde ani artmaya sebep olan, kas kasılması, aşırı yük altında kalma sorunlarından biri veya birkaçı ile eş zamanlı karşılaşılması sonucu oluşan bir yaralanmadır. Yetersiz ısınma, yetersiz esneklik ve yorgunluk gibi sebepler de kas zorlanmasına zemin hazırlayan faktörler olarak görülmektedir. Şekil-2: Kas-tendon sakatlıklarında kasılma tipi ve hızı yükü belirlemede önemli bir unsurdur. (Özellikle eksantrik kasılmanın hızı ve kas boyundaki uzamanın miktarı arttıkça kas veya tendona düşen yükte artmaktadır.) Kas zorlanması üç derecede değerlendirilir. Derecelendirme, zorlanmanın zarar verdiği yapısal ünitelerin olaya katılımına bağlı olarak yapılır. En küçük derecede, zedelenme kas hücresi düzeyinde sınırlı iken, en ileri derecede kasın total yırtığı söz konusu olmaktadır. Her derecede görülen belirtiler ve buna sebep olan faktörler tablo-1’de ve derecelere bağlı olarak bulguların şiddetindeki değişiklikler ile iyileşme süreleri tablo-2’de gösterilmiştir. Zorlanmanın, kanlanmanın az olduğu müskülotendinöz bileşkede olması, zarar gören alanın büyük olması, nüksetmiş bir yaralanma olması, semptomların şiddetli olması ve komplikasyon oluşması tedavi süresinin uzamasına sebep olan ana faktörlerdir. Kas zorlanmasının prognozunu etkileyen faktörler tablo-3’te gösterilmiştir. 103 Tablo-1: Kas Zorlanmasının Derecelendirilmesi, Belirtileri ve Sebepleri Belirtiler Genel Sebepler Derecesi 1. derece kas zorlanması 2. derece kas zorlanması 3. derece kas zorlanması minimal yapısal bozulma minimal kanama minimal ödem palpasyonda ağrı kas geriliminin ani artması ani kas kasılması aşırı yüklenme yetersiz ısınma yetersiz esneklik kısmi yırtık önemli fonksiyon kaybı palpasyonda ağrı dirençte ağrı (+) kanama ödem 1. Derece sebeplerin tümü daha önce geçirilmiş sakatlık kas kuvvet dengesizliği yorgunluk tam ya da tama yakın yırtık tüm bulguların şiddeti artmıştır cerrahi uygulama gerektirebilir istirahatta ağrı geçirilmiş sakatlığın yetersiz iyileşmesi steroid kullanımı kollajen doku hastalığı yük dağılımındaki bozukluklar aşırı yorgunluk ileri düzeyde kas kuvvet dengesizliği Tablo-2: Kas Yaralanmasındaki Şiddet ile Bulgu İlişkisi Derecesi 1. derece 2. derece Bulgular Ağrı (+) Spazm (+) Şişlik (+) Zedelenme (hafif) Defekt (-) ROM kaybı (minimal) Fonksiyon kaybı (minimal) İyileşme süresi 2 – 21 gün Ağrı (+ +) Spazm (+ +) Şişlik (+ +) Zedelenme (orta) Defekt (-) ROM kaybı (orta-önemli) Fonksiyon kaybı (önemli) İyileşme süresi 20 – 90 gün Ağrı (+ + +) Spazm (+ + +) 104 3. derece Şişlik (+ + +) Zedelenme (şiddetli) Defekt (+ ) ROM kaybı (şiddetli) Fonksiyon kaybı (tam) İyileşme süresi 50 – 180 gün Kolay Klinik Değerlendirme İçin; Grade I: Minimal yapısal bozukluk mevcuttur Kanama minimaldir Kas fonksiyonu normaldir Dayanaklılık azalabilir Germe ile hassasiyet ve ağrı vardır Grade II: Kas liflerinde (kısmi) bütünlük bozulması mevcuttur. Kanama minimaldir. Kas içerisinde basınca neden olmuştur. Palpasyon ile kitle ele gelir Kasılabilirlik azalmıştır. Germe ve dirençli hareketlerde ağrı vardır. Grade IIIA: Kas tendon birleşkesinde tama yakın yırtık mevcuttur. Adale fasyası kısmen yırtılmıştır Adale fonksiyonu belirgin azalmıştır Grade IIIB : Tendon orijininde yada tendon insersiyonunda avülsiyon Kas aktif kasılamaz Ağrı çok az ya da yoktur Avulsiyon; Zorlanmaya sebep olan yük kasın origo veya insersiyosunda yapışma alanı ve hemen yakın çevredeki kemik dokunun bütünlüğünü bozacak değerlere ulaşırsa avulsiyon gelişir. Bu, yapışma yerinde bir kısım kemik dokunun cisimden tam veya kısmen ayrışması demektir. Zorlanma tendonda sıklıkla, kasta daha seyrek olarak kısmi bir yaralanmaya sebep olmakla birlikte, tamamen izole avulsiyonlar da görülebilir. Avulsiyonun görece daha sık görüldüğü alanlar genellikle kuvvetli kasların origo veya insersiyolarıdır. M.sartorius için spina iliaca anterior superior, m.rectus femoris için spina iliaca anterior inferior, hamstring kasları için tuber ischiadicum, m.triceps brachii için olecranon, m.quadriceps femoris (quadriceps tendonu) için patella avulsiyon tehditi altında olan ve sporcularda en sık avulsiyon fraktürü görülen bölgelerdir. Tablo-3: Kas Zorlanmalarında Prognozu Etkileyen Faktörler : 105 Faktör Yeri Şiddeti Sayısı Bulgular Prognoz iyi Prognoz kötü - Kasın orta kısmı - İntermuskuler kontüzyon - Parsiyel yırtık - İlk sakatlık - Minimal ağrı - Minimal şişlik - ROM’ da minimal kayıp - Fonksiyon kaybı (-) - Kompartman send. nadir Komplikasyon Tedavi süresi - Myositis ossificans nadir - Kısa - Müskulotendinöz bileşke - İntramuskuler kontüzyon - Komplet yırtık - Tekrarlamış sakatlık - Önemli gerginlik - Artmış şişlik - Şiddetli ağrı - Önemli ROM kaybı - Fonksiyon kaybı (+) - Kompartman sendromu görülebilir - Myositis ossificans görülebilir - Uzun FASYAL YIRTIK (KAS FITIKLAŞMASI) Künt travmalar kas fasyasında yırtıklar oluşturabilir ve alttaki kas dokusunun oluşturduğu basınç nedeniyle deri üzerine doğru fıtıklaşma oluşabilir. Sıklıkla gastrocnemius, soleus ve anterior tibial kompartmanda görülür. Çok sık karşılaşılmamakla birlikte kas fıtıklaşmasında tanı klinik olarak istemli kas kasılması istenerek veya dirençli hareket yaptırılarak fıtıklaşmanın görülmesi ile konabilir. Genellikle cerrahi girişim gerektirmeyen bu yaralanma çeşiti için istirahat ve kontraksiyon sırasında yapılan MRG daha ayrıntılı bilgi verebilir. VĠRAL MĠYALJĠ: Viral infeksiyona bağlı kas yaralanması kas sakatlanmalarının özel bir şeklidir. Akut viral hastalıklarda kaslarda meydana gelen letarji ve ağrı viral miyalji olarak isimlendirilir (9,62). Genellikle kısa süreli bir fenomen olup, viral bir enfeksiyonun eşlik ettiği küçük çaplı kas yaralanmalarına bağlıdır. Viral miyalji, bazı vakalarda inflamatuvar miyopati ve daha büyük kas yaralanmaları, kas dokusu yıkımı ile birlikte görülebilir. Bu durumdaki olgularda yoğun egzersiz yaptırılması hastalığın uzaması, kas hasarının artması, kas yıkımına bağlı gelişen miyoglobinuriye sekonder böbrek problemleri, böbrek yetmezliği, hatta multiple organ yetmezliği gibi sonuçlara sebep olabilir. Bu nedenle; özellikle yüksek ateş ve miyalji ile seyreden bakteriyel veya viral enfeksiyonlarda sporcuların yoğun aktivite yapmalarına izin vermek doğru değildir. 106 MYOFASİYAL AĞRI SENDROMU Myofasiyal ağrı sendromu, sporcularda da karşılaşılan özellikle zayıf ve çabuk yorulan kas gruplarında fasyayı da etkileyen ağrılı bir sorundur. Ağrılı duruma yol açan esas neden kas dokudaki tetik noktalar ve bunlardaki hassasiyettir. Bu noktaların aşırı uyarılmış faysal alanlar olduğu düşünülür. Genellikle etkilenen anatomik bölgedeki bir veya birkaç tetik nokta ve bunların refleks arkuslarıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Ağır antrenman yüküyle çalışan sporcuların birçoğunda bu tür tetik noktalar ile bunlara bağlı ağrılar görülebilir. Muayene sırasında tetik noktalar sert bir bant olarak palpe edilebilir. Tetik noktaya basınç uygulandığında ağrı oluşur. Ağrı sadece tetik noktada değil yansıyan ağrı şeklinde bağlantılı veya bağlantısız başka bölgelerde de hissedilebilir. Bu tetik noktalar, istirahatte, kontraksiyonda ve germe egzersizleri sırasında ağrı oluşturur. Bu durum klinik olarak kasın tam uzanmasına izin vermeyecek boyutta ciddi olabilir. Sporcuda, yorgunluğa yol açabilir ve kuvvetin tam olarak ortaya konmasını engeller. Sıklıkla boyun, omuz, sırt, bel, kalça kaslarında görülür ve sporcunun performansını olumsuz etkiler. KAYNAKLAR : 1. 2. Alen M, Pakarinen A, Hakkinen K, et al. Responses of serum androgenic-anabolic and catabolic hormones to prolonged strength training. Int J Sports Med.1988; 9:229-233. Andrews FJ, Morris CJ, Lewis EJ, et al. Effect of nutritional iron deficiency on acute and chronic inflammation. Ann Rheum Dis. 1987; 46:859-865. 3. Bandy WD , Dunleavy K. Adaptability of Skeletal Muscle: Response to Increased and Decreased Use. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injury and Rehabilitation. Philadelphia:W.B.Saunders; 1996: 5570. 4. Basmajian JV, Slonecker CE. Grant’s Method of Anatomy. A Clinical Problem Solving th Approach, 11 ed. Baltimore: Williams & Wilkins, 1989. 5. Bayraktar B, Yücesir İ. Yumuşak Doku Yaralanmaları. In: Ertekin C, Taviloğlu K, Güloğlu R, Kurtoğlu M. eds. Travma. İstanbul, İstanbul Medikal Yayıncılık; 2005: 1236-1255. 6. Beiner JM, Jokl P. Muscle contusion injuries: current treatment options. J Am Acad Orthop Surg. Review. 2001; 9(4): 227-237. 7. Bosco C, Komi PV. Potentiation of the mechanical behaviour of the human skeletal muscle through pre-stretching. Acta Physiol Scand. 1982; 14:543-550. 8. Byers PH, Pyertiz RE, Uitto J. Research perspectives in heritable disorders of connective tissues. Matrix. 1992; 12: 333-342. 9. Curvin SL. Tendon Injuries: Pathophysiology and Treatment. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injuries and Rehabilitation. Philadelphia, Pennsylvania:W.B. Saunders; 1996: 27-53. 10. Davis JM, Pate RR, Burgess WA, et al. Stress hormone response to exercise in elite female distance runners. Int J Sports Med. 1987; 8(Suppl 2):132-135. 11. Enwemeka CS. Inflammation, cellularity and fibrillogenesis in regenerating tendon: implications for tendon rehabilitation. Phys Ther. 1989; 69:816-825., 107 12. Ergen E. Kas Yaralanmaları. In: Chan KM, Micheli LJ, Smith AD, et al. eds. FIMS Takım Doktoru El Kitabı 2nd Edition. (Çeviri Editörü Gür H.) 2009 13. Eyre DR. The collagens of the musculoskeletal soft tissues. In: Leadbetter W, Buckwalter J, Gordon S, eds. Sports-induced Inflammation. Park Ridge, Ill.: American Academy of Orthopedic Surgeons; 1990: 161-170. 14. Frank CB. Ligament Injuries: Pathophysiology and Healing. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injuries and Rehabilitation. Philadelphia, Pennsylvania:W.B. Saunders; 1996: 9-25. nd 15. Garrett WE, Lohnes JJr. Muscle Injuries. In: Reider B. Sports Medicine. 2 ed. Philadelphia: W.B. Saunders; 1996: 137-149. 16. Gillard GC, Reilly HC, Bell-Booth PG, et al. A comparison of the glycosaminoglycans of weightbearing and nonweight-bearing human dermis. J Invest Dermatol. 1977; 69: 257-261. 17. Guyton AC, Hall JE. Textbook of Medikal Physiology. Nobel Tıp Kitapevleri Ltd. Şti., Birinci Baskı, 2001. 18. Hurme T, Kalimo H, Lehto M, et al. Healing of skeletal muscle injury: an ultrastructural and immunohistochemical study. Med Sci Sports Exerc. 1991; 23: 801-810. 19. Jarvinen TA, Kaariainen M, Jarvinen M, Kalimo H. Muscle strain injuries. Curr Opin Rheumatol. Review. 2000; 12(2): 155-161. 20. Kjaer M. Epinephrine and some other hormonal responses to exercise in man: with special reference to physical training. Int J Sports Med. 1989; 10:2-15. 21. Komi PV. Measurement of the force-velocity relationship in human muscle under conscentric and eccentric contractions. Med Sports. 1973; 8: 224-229. 22. Komi PV. Neuromuscular performance: factors influencing force and speed production. Scand J Sports Sci. 1979; 1:2-15. 23. Kukjula UM, Jarvinen M, Natri A, et al. ABO blood groups and musculoskeletal injuries. Injury. 1992; 23:131-133. 24. Law DJ, Lightner VA. Divalent cation-dependent adhesion at the myotendinous junction: ultrastructure and mechanics of failure. J Muscle Res Cell Motil. 1993; 14:173-185. 25. Leadbetter W. Introduction to sports induced soft tissue inflammation. In: Leadbetter W, Buckwalter J, Gordon S, eds. Sports-induced Inflammation. Park Ridge, Ill.: American Academy of Orthopedic Surgeons; 1990. 26. Leadbetter WB. Corticosteroid injection therapy in sports injuries. In Leadbetter WB, Buckwalter JA, Gordon SL (eds). Sports-Induced Inflammation. Park Ridge, IL: American Academy of Orthopaedic Surgeons; 1990: 527-545. 27. Malone TR, Garret WE, Zachazewski JE.Muscle: Deformation,Injury,Repair. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injury and Rehabilitation. Philadelphia: W.B. Saunders; 1996: 71-91. 28. Matheson GO, Macintyre JG, Taunton JE, et al. Musculoskeletal injuries associated with physical activity in older adults. Med Sci Sports Exerc. 1989; 21:379-385. 29. Prentice WE. The Healing Process and the Pathophysiology of Musculoskeletal Injuries. In: nd Prentice WE, ed. Rehabilitation Techniques in Sports Medicine. 2 ed. Missouri: Mosby; 1994: 1-26. 30. Prockop D, Guzman NA. Collagen diseases and the biosynthesis of collagen. Hosp Pract. 1977; 12:61-68. 31. Quillen WS, Magee DJ, Zachazewski JE. The Process of Athletic Injury and Rehabilitation. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injury and Rehabilitation. Philadelphia: W.B. Saunders; 1996: 3-8. 32. Reid DC. Muscle Injury: Classification and Healing. In: Reid DC. Sports Injury Assessment and Rehabilitation. Churchill Livingstone Inc., New York,1992: 85-101. 33. Speer KP, Lohnes J, Garrett WE. Radiographic imaging of the muscle strain injury. Am J Sports Med. 1993; 21: 89-96. 34. Stauber WT. Delayed-Onset Muscle Soreness and Muscle Pain. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen WS, eds. Athletic Injury and Rehabilitation. Philadelphia: W.B. Saunders; 1996: 9298. 35. Stauber WT. Eccentric action of muscles: Physiology, injury and adaptation. Exerc Sports Sci Rev. 1989; 17:157-185. 108 36. Takebayashi S, Takasawa H, Banzai Y, et al. Sonographic findings in muscle strain injury: clinical and MR imaging correlation. J Ultrasound Med. 1995; 14(12): 899-905. 37. Wahl S, Renstrom P. Fibrosis in soft-tissue injuries. In: Leadbetter W, Buckwalter J, Gordon S, eds. Sports-induced Inflammation. Park Ridge, Ill.: American Academy of Orthopedic Surgeons; 1990. 109 110 Radyolojik Tanı ve Sınıflama Ali TÜRK, Hüseyin AKCAN Normal Anatomi İskelet kasları vücutdaki en büyük doku olup tüm vücut ağırlığının %2550’sini oluşturur. Kas kompleks bir organ olup temel yapısal elemanı fiberlerdir. Fiberler gruplaşarak fasikülleri, fasiküller gruplaşarak kasları oluşturur. Kaslar fasia adı verilen konnektif doku tarafından çevrelenerek kompartmanlara ayrılır. Epimysium kası çevreleyen fibröz doku olup kas kılıfını oluşturur. Kasta yırtık olduğunda dışarı akan sıvı epimysiumda birikir. Tendon ve kas fiberlerinin birleştiği bölge myotendinöz bileşke olarak adlandırılır. Myotendinöz bileşkeler farklı şekillerde olabilmektedir. Birçok kasta tendon kas içerisinde uzun bir seyir göstererek uzun muskülotendinöz bileşke oluşturur. Bazı kaslarda ise myotendinöz bileşke periferal kesimde yerleşmektedir. Kas-tendon-kemik zincirindeki zayıf halka yaşa bağlı olarak değişiklik gösterir. Myotendinöz bileşke kas ve tendona göre enerji absorbe etme özelliği daha zayıf olduğundan yetişkinlerde kas-tendon-kemik zincirindeki en zayıf halkadır. Çocuklarda bu zincirdeki en zayıf halka büyüme plağı, yaşlı bireylerde ise tendinozise bağlı dejenere tendonun kendisidir. Radyolojik Görüntüleme Günümüz toplumunda artmış spor etkinliklerine bağlı kas yaralanmaları da artmıştır. Yüksek yumuşak doku çözünürlüğü, birden çok düzlemde görüntüleme imkanı ve geniş görüntü alanı nedeniyle manyetik rezonans görüntüleme (MRG) hem kas hem de tendon patolojilerinde tercih edilmesi gereken görüntüleme metodudur. Radyografi düşük maliyeti nedeniyle heterotrofik ossifikasyon, avülsiyon kırıkları ve diğer travmatik kemik lezyonlarının tanısında kullanılabilecek tarama amaçlı bir yöntemdir. Bilgisayarlı tomografi (BT) bu patolojilerin tanısında yüksek uzaysal çözünürlüğü ve multiplanar görüntüleme özelliği sayesinde radyografiye göre çok daha hassas bir kesitsel görüntüleme yöntemi olmakla beraber hem radyografi hem de BT’nin MRG’ye göre yumuşak doku kontrastı oldukça düşüktür. Ultrasonografinin (USG) uzaysal çözünürlüğünün MRG’den daha yüksek olması ve myotendinöz patolojilerde dinamik incelemeye olanak sağlaması önemli avantajlar olmakla beraber kullanıcıya bağımlı bir teknik olması tecrübesiz ellerde MRG’ye göre tanısal etkinliğini oldukça azaltmaktadır. Ayrıca derin anatomik yapıların görüntülenememesi ve daha dar bir alanı göstermesi MRG karşısındaki dezavantajlarıdır. Kas Yaralanmalarında Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) Kas yaralanmalarında MRG endikasyonları şunlardır: Ağrı nedeninin belirlenmesi, patolojinin lokalizasyonunun şiddetinin ve yaygınlığının 111 belirlenmesi, profesyonel sporcularda fonksiyon kaybını azaltmak açısından kesin ve hızlı tanı, stres kırığı gibi eşlikli diğer patolojilerin saptanması, tedavinin cerrahi ya da konservatif tedavi yönünden planlanması, prognozun ve olası komplikasyonların belirlenmesi, tedaviye yanıtın ve komplikasyonların takibi. Normal iskelet kasları MRG’de tüm sekanslarda düşük sinyale sahiptir. T2 A seride normal vasküler yapılar dışında parlak sinyal izlenmemelidir. T1 A serilerde kasın yapısına bağlı olarak kas fiberleri arasındaki yağ dokusu lineer, dallanma gösteren, ya da kuş teleği şeklinde konfigürasyonlar gösterir (Resim 1). Kas grupları arasındaki fasial ve cilt altı yağ dokuları kasların birbirinden ayrımında yararlıdır. Fakat kruris gibi, intermusküler yağ dokusunun oldukça az olduğu alanlarda kas gruplarının birbirinden ayrımı oldukça zordur. Her iki ekstremitede normal kas dokusu simetrik olmakla birlikte sporcularda dominant taraf daha kalındır. Kasın dış konturları düzgün ve konvekstir. Düşük sinyalli izlenen tendonlar bazı kaslarda kas içinde uzun bir mesafe seyretmekte, bazı kaslarda ise periferal kesimde yerleşmektedir. Resim 1a,b: Resim 1a’da T1 ağırlıklı, Resim 1 b’de yağ baskılı T2 ağırlıklı koronal düzlemde gerçekleştirilmiş uyluk MRG’de patolojik sinyal izlenmiyor. Hastanın semptomatik alanını marker ile işaretlemek kilinik bulgularla görüntüleme bulgularının korrelasyonu açısından faydalıdır. En azından her iki ektremiteyi aynı anda tek bir düzlemde fatsat T2 ya da STIR 112 serilerle değerlendirmek oldukça süptil patolojilerin belirlenebilmesi açısından faydalıdır. Genellikle akut kas patolojileri ödem ve hemorajiye bağlı yağ baskılı T2 ve STIR sekanslarda yüksek sinyalli izlenirken kronik kas patolojileri yağlı atrofiye bağlı T1 A serilerde hiperintens olarak izlenir. MRG kas patolojilerinin tanısında oldukça duyarlı bir tanı yöntemi olmakla beraber spesifitesi düşüktür. Bu nedenle MRG’de patolojik bulgular saptandığında ayırıcı tanı listesinin daraltılmasında klinik bulgular oldukça önemlidir. T1 A seriler hematom ve hemorajik tümörler gibi hemorajik lezyonların karakterizasyonunda, musküler atrofi, matür myositis ossifikans ve lipom gibi anormal yağ birikimiyle karakterize lezyonların tanısında yardımcıdır. Gradient-echo sekanslar ise kronik dönem kan ürünlerinin, postoperative değişikliklerin, hava ve yabancı cisimlerin gösterilmesinde etkili yöntemlerdir. Hızlı gradient echo sekansları kullanılarak inceleme sırasında parsiel-komplet yırtık ayrımında kas kontraksiyonu yaptırılarak retraksiyon belirginleştirilebilinir. Ayrıca kas herniasyonları da bu şekilde gösterilebilir. Cine MR incelemelerinde özellikle tuzak nöropatilerinin değerlendirilmesinde dinamik çalışmalar yapılabilir. Egzersiz sonrasında kasta ekstraselüler sıvı miktarındaki artışa bağlı T2 sinyal artışı izlenebilmektedir. Bu artmış T2 sinyalinin pratik önemi antremandan sonraki 30 dk içerisinde yapılan MRG’lerde fatsat T2 ve STIR sekanslarda ödem benzeri sinyal değişiklikleri oluşturarak kas patolojisini taklit edebilmesidir. Kas yaralanmalarında intravenöz kontrast madde gerekmemekle beraber klinik bulguların kas yaralanmasını düşündürdüğü profesyonel sporcularda T2 ve STIR sekanslarında kasta herhangi bir patolojik sinyal saptanmamışsa konstrastlı inceleme önerilmektedir. Travma öyküsünün belirgin olmadığı olgularda bazen posttravmatik hematomların hemorajik tümörlerden ayrımında kontrast madde kullanımı gerekebilmektedir. KAS YARALANMALARINDA SINIFLAMA Travmatik kas hastalıkları oldukça yaygın patolojiler olup darbe ve düşme sonucu oluşan direkt yaralanmalar ve ani çok şiddetli kasılma, gerilme ve zorlanma sonucu oluşan indirekt yaralanmalar olmak üzere ikiye ayrılır. Ġndirekt Kas Yaralanmaları: Geç Başlangıçlı Kas Ağrısı (Delayed Onset Muscle Soreness)(DOMS) Egzersizden sonraki 1-2 gün içerisinde başlayarak giderek artan, 2-3 gün içerisinde zirveye ulaşarak konzervatif tedavi ile 1 hafta içerisinde gerileyen kas ağrısıdır. Sıklıkla yokuş aşağı kaymak ya da yürümek gibi eksantrik kas kontraksiyonu gerektiren aktiviteler sonrasında gelişir. Myonekroza bağlı serum kreatin kinaz miktarında artış görülür. Kasın kontraktil elemanlarında hücresel düzeyde hasar olmakla beraber geri dönüşümlüdür. Kas gücünde geçici azalmaya neden olmakla beraber kas 113 fonksiyonunda kalıcı hasara neden olmaz. Fiziksel kondisyon durumu önemli olup kondisyon çalışmaları DOMS’u engeller ya da azaltır. Klinik bulgular oldukça tipik olduğundan tanı için MRG yapılmaz. Fakat bazen başka nedenlerle yapılan incelemelerde karşımıza çıkabileceğinden MRG bulguları önem taşımaktadır. MRG’de grade 1 kas strainlerinden ayırt etmek mümkün değildir. Fakat klinik bulgularla ayırıcı tanı kolayca yapılabilir. Grade 1 Strain’de bulgular DOMS’un aksine akut başlangıçlı olup 2 haftalık bir süre içerisinde tamamiyle geriler.MRG’de T2 A serilerde 3-5 gün içerisinde kasta grade 1 straine benzer şekilde interstisyal ödem paterni izlenir (Resim 3). Kas komşuluğunda intermusküler ve perifasyal alanlarda ödem görülebilir. Resim 2: Yoğun bir egzersizden 2 gün sonra yapılan MRG’de koronal T2 incelemede solda daha belirgin her iki medial gastrocnemius kasında minimal ödem izlenmekte. Klinik semptomlar geriledikten ve serum kreatinin kinaz değerleri normale geldikten uzun süre sonra kas sinyali normale döner ki bu bazı olgularda 80 gün gibi uzun bir süreyi bulabilir. US’de kas normal olabileceği gibi grade 1 strain ile benzer şeklide yamasal hiperekoik alanlar görülebilir. Strain (Gerilme Yaralanmaları) En sık kas yaralanması strainlerdir. Myotendinöz fiberlerde gerilmeye ve zorlanmaya bağlı ani eksantrik kontraksiyonla oluşan parsiyel ya da komplet yırtıklardır. Kas yaralanmalarında insidansı belirleyen 3 faktör vardır. Harmstings (biceps femoris, semitendinozus, semimembranozus), rectus femoris ve sartorius gibi birden fazla eklemi geçen kaslarda tek bir eklemi geçen kaslara göre çok daha sık görülür. Eksantrik kontraksiyon yapan kaslarda konsantrik kontraksiyon yapan kaslara göre, hızlı kasılan tip 2 fiberlere sahip kaslarda yavaş kasılan tip 1 fiberlere sahip kaslara göre daha sık görülür. Harmstings, rectus femoris, medial gastrocnemius, vastus medialis, soleus ve adduktor kaslar en sık etkilenen kaslardır. Üst ekstremite alt ekstremiteye göre daha az sıklıkla etkilenmekte olup en sık biceps brachii’de görülür. DOMS ile bazı strain tipleri MRG’de karışabilmekle birlikte klinik bulgularla ayırt edilebilirler. Strain akut başlangıçlı olmakla beraber DOMS’da bulgular geç başlangıçlıdır. Yeterli 114 ısınma ve germe egzersizleri strain için koruyucu olmakla birlikte DOMS’da bunların herhangi bir engelleyici etkisi yoktur. Kas kasıldığı anda beklenmedik bir şekilde gerilirse zorlanır ve yırtılır. Myotendinöz bileşke kas ve tendona göre enerji absorbe etme özelliği daha zayıf olduğundan yetişkinlerde kas-tendon-kemik zincirindeki en zayıf halkadır. Bu nedenle bu tip yaralanmalar en sık kas-tendon bileşkelerinde ya da hemen proksimal kesiminde oluşur. Çocuklarda ise bu zincirde en zayıf halka büyüme plağı olduğundan bu tarz yaralanma mekanizmasında apofizyal avülsiyon fraktürü oluşur. Yaşlı bireylerde ise tendinozise bağlı myotendinöz bileşkedeki yüklenme dejenere tendonun yırtılması ile sonuçlanır. Myotendinöz bileşke paterni %97 görülür. %3 epimysial strain paterni kasın periferinde sinyal değişiklikleri olarak izlenir. İyileşirken kas gücünü büyük oranda geri kazanır. Tamamiyle iyileşene kadar azalmış kas gücüne bağlı ikinci bir yaralanma riski oldukça yüksektir. Strain’ler 3 dereceli bir skala ile sınıflandırılmaktadır. Grade 1:Grade1 strain, DOMS ve direkt kas travmasının MRG’de ayrımı zordur. Kas ve tendonda mikroskopik hasar mevcuttur. Grade 1 strain’de kasta fonksiyon kaybı olmaksızın <%5 fiberde yırtık oluşur. Kasta hafif boyut artışı, myotendinöz bileşkede T2 A serilerde hiperintens ödemhemoraji ve perifasyal sıvı izlenir (Resim 3a,b). Bazen tendonun kendisinde de sinyal değişiklikleri izlenir. US’de kas normal olabileceği gibi fokal ya da diffüz ekojenite artışı da izlenebilir. Grade 1 strain kasta fonksiyon kaybı olmaksızın konzervatif tedavi ile tamamiyle iyileşir. Resim 3 a,b: Aksial yağ baskılı T2 imajlarda iki farklı sporcuda uyluk posteriorunda biceps femoris kaslarında grade 1 strain ile uyumlu minimal ödem izlenmekte. Grade2: Kasda fonksiyon ve güç kaybı oluşturan kısmi yırtıklardır. Kas fiberleri arasında, perimusküler ve perifasyal alanda ödem ve hemorajiye bağlı T2 sinyal artışı, perimusküler ve perifasial sıvı, yırtık bölgesinde defekt ve hematoma bağlı kitle görüntüsü oluşabilir (Resim 4 a,b,c). Myotendinöz bileşkedeki hasara bağlı tendonda incelme, düzensizlik ve 115 laksite görülebilir.Hematom evresine bağlı MRG’de farklı sinyal özellikleri göstermektedir. Hiperakut fazda (ilk 48 saat) T1 A seride kasla izointens, T2 A seride hiperintensdir. Subakut fazda hematomun su içeriği azalarak protein içeriği artar, hemoglobin methemoglobine dönüşerek T1-T2 hiperintens izlenir. Kronik fazda ise hemosiderin ve fibroza bağlı hipointens sinyal değişiklikleri gelişir. Grade 2 strain’de kas fiberlerinin <1/3’ünde bütünlük kaybı oluşmuşsa hafif dereceli, 1/3-2/3’ünde bütünlük kaybı oluşmuşsa orta dereceli, >2/3’ünde bütünlük kaybı oluşmuşsa ileri dereceli parsiel yırtık olarak tanımlanır. Resim 4. Adduktor longus kasında (a), semitendinosus ve semi membranosus kaslarında (b) grade 2 strain ile uyumlu kısmi bütünlük kaybı, ödem-hemorajik sinyal değişiklikleri ve perimusküler-perifasial sıvı (c) Rektus femoris kasında muskülotendinöz bileşkede grade 2 strain. Resim Rectus femoris gibi intramusküler seyreden uzun bir tendona sahip kaslarda myotendinöz hasar kasın içerisinde izlenir (Resim 4c) . Tenisci bacağında medial gastrocnemiusun soleus kasıyla ortak aponevrozundan ayrışmasında olduğu gibi kasın bitişik fasia ya da aponevrozdan kısmi ayrışması da grade 2 strain olarak adlandırılır (Resim 5 a,b). 116 Resim 5 a,b: Koronal ve aksial yağ baskılı T2 serilerde medial gastrocnemius-soleus ortak aponevrozunda ayrışma ve medial gastrocnemius kasında distal myotendinöz bileşkede yırtık izlenmekte. USG’de kas fiberlerinde bütünlük kaybı, kontraksiyon sırasında dinamik incelemede kasta parsiel defekt, yırtık bölgesinde doppler US’de artmış vaskülarite ve defekti dolduran ekosu evresine göre değişkenlik gösteren hematom izlenmektedir. Grade 3 strain: Kasta total fonksiyon kaybı oluşturan komplet muskülotendinöz yırtıktır. Kas ve tendonda ödem, laksite, retraksiyon, yırtık bölgesinde hematom ve perifasyal sıvı izlenir (Resim 6 a,b). 117 Resim 6 a,b: Sagittal ve aksial fatsat FSE T2 imajlarda rectus femoris direkt başında anterior süperior iliak spina düzeyinde komplet yırtıkla uyumlu bütünlük kaybı, retraksiyon, periosseöz ve perimusküler ödem-hemoraji. Kas yaralanmalarının doğru şekilde derecelendirilmesi prognoz ve tedavinin belirlenmesi açısından çok önemlidir. Grade 1 strain’ler konservatif tedavi ile 2 haftada iyileşirken grade 2 için bu süre 4 haftadır. Kas yaralanmasını MRG’de sinyal özelliklerine göre sınıflamak yanıltıcı olabilmektedir. Kronik yaralanmalarda MRG’de hafif sinyal değişiklikleri izlenebilmekle birlikte klinik klasifikasyona göre yaralanma yüksek grade’li olabilmektedir. Parsiel ve komplet yırtıkların ayrımı bazen MRG’de zor olabilmektedir. Komplet yırtıklarda kan ve ödem retraksiyona bağlı oluşan defekti doldurarak ayrımı zorlaştırabilmektedir. MRG ve USG’de tetkik sırasında problemli kasın kontraksiyonu ileri parsiel-komplet yırtık ayrımında retraksiyonu göstererek yardımcı olabilir. MRG’de sadece kasın sinyalini değil patolojinin görüldüğü kas segmentinin uzunluğunu ve kesitsel alanını da belirlemek önemlidir. Çalışmalarda prognoz açısından en önemli bulguların patolojik kas segmentinin uzunluğu ve kesitsel alanı olduğu gösterilmiştir. Patolojik kas segmenti uzunsa ya da geniş bir kesitsel alana sahipse iyileşmesinin de uzun zaman alacağı bilinmelidir. Yaralanmış kasta persistan kontraksiyonlar başlangıç hasarından aylar sonra bile tekrarlayan mikrotravmalar ve kanamalar oluşturarak kasta T1T2 hiperintens sinyal değişiklikleri oluşturabilir. Grade 2 ve 3 strainlerde kas defektini kısmen rejenerasyon kısmen de fibröz doku ve yağ dokusu kapatır (Resim 7 a,b,c). MRG’de tüm sekanslarda hipointens izlenen fibrotik doku tayini kasın eski gücünü tam olarak geri kazanıp kazanamayacağını belirlemek açısından önemlidir. Fibrotik doku reküran yırtıklar açısından risk oluşturur. 118 Resim 7 Koronal FSE T1 imajlarda (a)sağda rectus femoris kasında hipointens fibröz skarla iyileşmiş parsiel yırtık (b) Solda rectus femoris kasında defekti kapatan hiperintens yağ dokusu (c)Sağda harmstings kas grubunda atrofi, minimal yağ infiltrasyonu, defekti kapatan fibröz doku ve yağ dokusu. Travmatik kas lezyonlarında kullanmama atrofisi ya da denervasyon atrofisi gelişerek kasta yağlı infiltrasyon gelişebilir (Resim 8 a,b). İmmobilizasyondan 10 gün sonra gelişmeye başlayan kas atrofisi 4 ay sonra geridönüşümsüzdür. Resim 8 a,b Koronal ve aksial FSE T1 imajlarda uylukta posterior kaslarda atrofiye bağlı volüm kaybı ve yağ infiltrasyonu Direkt Kas Travmaları Kontüzyon Kas fiberlerinde bütünlük kaybı oluşturmaksızın fiberleri ayırarak uzanım gösteren, genellikle künt travmaya bağlı oluşan intramusküler kanamadır. Kasta ağrı, şişlik, spasm ve ekimoz görülür. MRG’de kasta hafif ekspansiyon, interstisyal ödem ve hemorajiye bağlı diffüz ya da yamasal 119 T2 sinyal artışı şeklinde görülür (Resim 9). Fokal kan koleksiyonu yoktur. Kasta bütünlük kaybı ve laksite izlenmez. Strainden sadece klinik bilgi ile ayırt edilebilir. Strain’in aksine lokalizasyonu impaksiyon yeri olup myotendinöz bileşkeden bağımsızdır. Ayrıca kontüzyonda hemorajik değişiklikler daha belirgin olup travma yerinde subkütan dokuda da ödem ve hemorajik değişiklikler izlenir. Kontüzyonlar genelde strain yaralanmalarına göre daha geniş bir alanı tutmakla birlikte iyileşme zamanı strain’e göre daha kısadır. Resim 9 : Bacakta medial ve lateral gastrocnemius kaslarında kontüzyona bağlı Kontüzyon sonrasında myositis ossifikans olmakla ödem-hemoraji aksial fatsat FSE T2 imaşda artmışgelişebilir. sinyal olarakEnder izleniyor. Ayrıca beraber kompartman sendromu ve polimiyozit de görülebilir. travmaya bağlı subkütan dokuda da ödem ve hemorajik değişiklikler izlenmekte. Laserasyon: Penetran travmaya bağlı oluşan yaralanmalardır. MRG’de kasta fokal, keskin sınırlı bütünlük kaybı ve ödem-hemorajiye bağlı T2 sinyal artışı izlenmektedir (resim 10). Resim 10: Bıçakla yaralanmaya bağlı koronal yağ baskılı FSE T2 imajda vastus lateralis kasında proksimal kesimde laserasyon ve medial kas grubunda geniş hematom izlenmektedir. Hematom: Arada kas parankimi olmaksızın iyi sınırlanarak kitlesel form kazanmış kan kolleksiyonlarıdır. MRG’de hematomun evresine bağlı olarak sinyal 120 özellikleri farklılıklar gösterir. MRG’de hiperekut hematom T1 izointens, T2 hiperintens, akut hematom T1-T2 kasla izointens, erken subakut hematom T1 hiper, T2 hipointens, geç subakut hematom T1-T2 hiperintens, kronik hematom T1-T2 hipointens olarak izlenir (Resim 11 a,b,c). Fakat reküran hasara bağlı tekrarlayan hemorajiler nedeniyle hematomlar görüntülendikleri zaman genelde heterojen sinyale sahip olduğundan evresi her zaman net olarak belirlenemeyebilir. Erken subakut kan ve yağ dokusunun her ikisi de T1 sekansında hiperintens olarak izleneceğinden yağ baskılı sekanslar önem taşımaktadır. Hematomlar enfekte olarak ciddi komplikasyonlar oluşturabilirler. Resim 11 aksial FSE T1 (a), aksial fatsat FSE T2 ve koronal fatsat FSE T2 imajlarda semimembranozus kasında farklı evrelerde kan ürünleri içeren hematom Kas içi hematomlarda altda yatan tümöral bir lezyonun varlığı ayırıcı tanıda yer almalıdır. Travma öyküsü hematom-tümör ayrımında oldukça önemlidir. Hematomda genellikle eşlikli parsiel-komplet tendon yırtığı izlenirken sarkomda tendonda itilme görülür. Travma öyküsünün müphem olduğu vakalarda intravenöz kontrast madde hematom içerisinde kontrast tutulumu olmayan olgularda hemorajik kitleyi dışlar. Fakat hematomu çevreleyen fibrovasküler dokuda kontrastlanma olabileceği, kontrastın hematom içerisine difüzyon göstererek solid lezyonu taklit edebileceği, ve bazı tümörlerde çok az kontrastlanma olabileceği akılda tutulmalıdır. Kontrastlı incelemenin de kesin tanı koyamadığı vakalarda takip inceleme ile lezyonun rezolüsyonunu değerlendirmek yardımcı olacaktır. Haftalar içerisinde hematomda herhangi bir rezorpsiyon olmazsa biyopsi yapılmalıdır. 121 Kas Herniasyonu Nadir görülen kas patolojileri olup yapısal ya da künt travma sonrasında oluşan fasyal defektden kas dokusunun aktif kontraksiyon sırasında herniasyonudur. En sık kruris bölgesinde anterior tibial kompartmanda görülür. Tanı klinik bulgularla konur. Multipl ve bilateral olabilir. Çoğu kas hernisi asemptomatik olmakla birlikte kramp tarzı ağrı oluşturabilir. Fasial defektin MRG ile gösterilmesi oldukça zordur. Fıtıklaşan kasın serbest ve kasılı durumlarında dinamik MRG ya da USG (Ayakta dorsal ve plantar fleksiyon) ile herniye kas kolaylıkla gösterilebilir (Resim 12 a,b). Asemptomatik vakaların tedavisi konservatif olmakla birlikte, semptomatik olanlarda botulinum enjeksiyonu ya da fasiotomi uygulanabilir. Resim 12: Tibialis anterior kasında transvers düzlemdeki ultrasonografi kesitlerinde plantar fleksiyon (a) ve dorsal fleksiyon (b) sırasında yapılan dinamik incelemede küçük asemptomatik kas herniasyonu izlenmekte. Avülsiyon Yaralanması İskelet sistemi immatür bireylerde kas-tendon-kemik zincirindeki en zayıf halka apofizyal büyüme plağıdır. En sık puberte dönemi ile 25 yaş arasında görülür. En sık pelvik bölgede harmstring kas grubunun yapıştığı iskial apofizde izlenir. Akut fazda deplase ise fragman direkt grafi ile kolayca saptanır. Fragman nondeplase ise veya büyüme plağı henüz ossifiye olmamışsa radyografi ile saptanamaz. Bu olgularda MRG ile ileri 122 görüntüleme gerekmektedir. İyileşme fazında kallus oluşumu eğer travma öyküsü belirgin değilse neoplastik ve enfeksiyöz patolojiler ile karışabilir (Resim 13a,b) (Resim 14 a,b,c,). Kas-tendon yaralanmalarını avülsiyondan ayırtetmek oldukça önemlidir. Çünkü özellikle harmstring avülsiyonlarında cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Deplase olmayan avülsiyonlar genellikle konzervatif tedavi ile iyileşir. Deplasmanın >2cm olduğu yakın zamanlı avülsiyon yaralanmalarında cerrahi düşünülebilir. Eski avülsiyonlarda kaynamamış ya da hipertrofik fragman semptomatikse cerrahi eksizyon uygulanır. Resim 13 a,b: Koronal ve aksial fatsat FSE T2 imajlarda solda iskial tuberositazda nondeplase avülsiyon yaralanmasına bağlı ödem izlenmekte. Resim 14 a,b,c: Aksial ve koronal reformat görüntülerde (a,b) BT incelemesinde sağ iskial apofizde hafif ayrışma ve aksial fatsat FSE T2 imajda belirgin medüller ödem izlenmekte. Myositis Ossifikans En sık görülen heterotropik ossifikasyon tipi olup kasta yerleşim gösterir. Benign kendini sınırlayan ossifiye ya da kalsifiye yumuşak doku lezyonları olup genellikle künt travma sonrası oluşmakla birlikte vakaların %40’ında travma öyküsü yoktur. En sık görülen predizpozan faktörler kontüzyon, cerrahi, yanıklar, parapleji, travmatik beyin hasarı, strok ve kanama dizkrazileridir. Kas hematomlarının ossifikasyonu ile oluşabilir. %80 oranında ekstremitelerde kemiklerle temas eden büyük kasları tutar. Ağrı, hassasiyet, yumuşak dokuda şişlik ve ele gelen kitle gibi semptom ve 123 bulgularla presente olduğundan klinik olarak inflamatuar ve neoplastik patolojilerle karışabilir. Travma öyküsü ve kalsifikasyon yoksa akut fazda (<2 ay) yumuşak doku tümörleri ile karışabilir. BT tanıda MRG’ye göre daha hassas olup BT ve radyografi kemikle bağlantısı bulunmayan periferal başlangıçlı tipik kalsifikasyon-ossifikasyonun gösterilmesinde oldukça faydalıdır. MR bulguları lezyonun evresine bağlı değişmektedir. İmmatür myositis ossifikans T1 A görüntülerde kasla izointens, T2 heterojen hiperintens sinyal özelliklerinde olup çevresel ödem de mevcuttur. Kronik fazda (>2 ay) matür lezyon inhomojen sinyale sahip olup MRG’de yağa bağlı santral yüksek sinyal çevresinde ossifikasyon ya da fibroza bağlı düşük sinyal olarak izlenir. Kompartman Sendromu Travma, yanık, yoğun egzersiz ve kas içi kanamaya bağlı oluşan yumuşak doku ödemi ve hemoraji ortak bir fasya tarafından çevrelenmiş kas grubunda kompartman içi basıncı artırarak dolaşım bozukluğuna neden olur. Buna bağlı kas- sinir iskemisi ve doku nekrozu gelişir. Akut ya da kronik olabilir. Akut kompartman sendromu cerrahi bir acil olup dekompresyon gerektirir. En sık fraktür sonrasında gelişirken yumuşak doku kontüzyonları 2. sıklıkta yer almaktadır. Şiddetli ağrı, motor ve duyu defektleri ile prezente olur. Myonekroz, rabdomyolizis ve renal yetmezlik oluşturabilir. Akut kompartman sendromunda MRG sadece semptomların tipik olmadığı vakalarda kullanılır. İntrakompartman basınç ölçümüyle tanı hızlı ve kesin olarak konur. MRG bulguları nonspesifik olup tek bir kompartman kaslarında diffüz ödem ve ilgili kompartmanda periferal kontrastlanma görülür. Kronik kompartman sendromunda kas atrofisi, yoğun fibroz, kalsifikasyon, nekrotik kas çevresinde kalsifikasyon ile karakterize kalsifik myonekroz görülür. Egzersiz Sonrası Kronik Kompartman Sendromu Yoğun egzersiz sonrasında ekstraselüler sıvı artışına bağlı kas volümü %20 kadar artabilmektedir. Nonkompliant kompartmanlarda bu volüm artışına bağlı intrakompartman basınç artarak kompartman sendromu oluşturabilmektedir. En sık anterior tibial kompartmanda görülmektedir. Olgular egzersiz sırasında ya da hemen sonrasında istirahat ile geçen ağrı şikayeti ile prezente olur. İstirahat sırasında ve egzersiz sonrasında yapılan iki MRG arasında T2 sinyal artışı normal olgulara göre oldukça fazladır. Tedavisi fasyotomidir. 124 Kaynaklar 1. Vanhoenacker F, Maas M, Gielen J, Imaging of Orthopedic Sport Injuries, Springer, 2007:15-41. 2. Hadler J, Van Schulthess G, Zallikofer Ch, Musculoskeletal Diseases 2009-2012, IDKD Syllabus, Springer Verlag, 2009:57-63. 3. Helms C, Major N, Kaplan P, Muskuloskeletal MRI, ed 2, Saunders Elsevier, 2009:50-79. 4. Resnick D, Kang H, Pretterklieber M, Internal Derangement of Joints, ed 2, Saunders Elsevier, 2007:529-546 5. Wong LLS, Imaging of muscle injuries, JHK Coll Radiol 2005, 8:191-201. 6. Fritz RC, Steinbach LS,Boutin RD, Imaging of sports-related muscle injuries, Radiol Clin North Am. 2002 Mar;40(2):333-6. 7. Shelly MJ, Hodnett PA, MacMahon PJ, Moynagh MR, Kavanagh EC, Eustace SJ, MR imaging of muscle injury, ,Magn Reson Imaging Clin N Am. 2009 Nov;17(4):757-73. 8. Rybak LD, Torriani M, Magnetic resonance imaging of sportsrelated muscle injuries, Top Magn Reson Imaging, 2003 Apr;14(2):209-19. 9. El-Khoury GY, Brandser EA, Kathol MH, Tearse DS, Callaghan JJ, Imaging of muscle injuries, Skeletal Radiol. 1996 Jan;25(1):3-11. 10. May DA, Disler DG, Jones EA, Balkissoon AA, Manaster BJ, Abnormal signal intensity in skeletal muscle at MR imaging: patterns, pearls, and pitfalls, Radiographics. 2000 Oct;20 Spec No:S295-315. 11. Kneeland JP, MR imaging of muscle and tendon injury, Eur J Radiol. 1997 Nov;25(3):198-208. 12. Bencardino JT, Mellado JM, Hamstring injuries of the hip, Magn Reson Imaging Clin N Am. 2005 Nov;13(4):677-90. 125 126 Tedavi Dr. Hakan GÜR KAS İYİLEŞMESİNİN PATOBİYOLOJİSİ Üç fazdan oluşur. Diğer kollojen doku tamirlerinden en önemli farkı satellit hücre aktivasyonudur ki yaralanmayı takiben 16-24 saat içinde başlar. 7. günde kasılma yeteneğinde ciddi düzelme görülür. Kasın iyileşmesi 4-5 haftalık bir süreci alır. Destrüksiyon fazı - Hematom - İnflamatuar hücre reaksiyonu - Myofibrillerde rüptür ardından nekroz Onarım fazı - Nekrotize doku fagositozu - Myofibril rejenerasyonu - Skar doku oluşumu - Kapillarizasyon Maturasyon (remodelling) fazı - Kas lif matürasyonu - Skar doku kontraksiyonu ve organizasyonu - Kasın fonksiyonel özelliklerinin yeniden kazanılması Şekil 1. Kas iyileşmesinin patobiyolojisinin şematik görünümü. 127 Şekil 2. Yaralanmayı takiben kas tamir ve rejenerasyon süreçlerinin görünümü. d = dakika, s = saat, g = gün. 14.gün Rejenerasyon zonundaki skar doku küçülür. 2.gün Makrofajlar nekrotize kas liflerini temizlemeye başlar. Fibroblastlar bağ doku skar oluşumunu başlatır. 3.gün Satellit hücreler rejenerasyon zonunda aktif olmaya başlar. 5.gün Rejenerasyon zonunda myoblastlar birleşerek myotüpleri oluşturur. Rejenerasyon zonunda bağ doku yoğunlaşır. 7.gün Rejenere olan kas hücreleri rejenerasyon zonuna doğru uzanır ve skar dokusuna nüfuz eder. 128 Şekil 3. Tamir süreçlerinin histopatalojik görünümü. KLASİK TEDAVİ FAZ I: AKUT DÖNEM (ilk 48-72 saat) HEDEF: Kanamayı ve inflamasyonu azaltmak, hasarın büyümesini engellemek. Yapılacaklar kısaca PRICES olarak ifade edilebilir. Protection (koruma) Rest (dinlenme) Ice (soğuk uygulama) Compression (baskı uygulama) Elevation (yükseltme) Support (destek) AĞRI, İNFLAMASYON, KAS SPAZMI İÇİN MEDİKASYON OLARAK NSAI; Birkaç günden fazla kullanılmamalıdır. Uzun kullanımı tamir süreçlerini (remodeling) olumsuz etkilemektedir. Böbrek ve gastrointestinal komplikasyonlara dikkat edilmelidir !! KAS GEVŞETİCİLER; Ciddi kas spazmı eşlik ediyor ise birkaç gün kullanılabilir (buz masajı da benzer etki gösterecektir) POMATLAR; NSAI, Analjezik, Antiflojestik pomatlar kullanılabilir KORTİKOSTEROİD; ilk birkaç gün ciddi toparlanmaya rağmen takip eden gün ve haftalarda ciddi dejenerasyon, deorganize kas lifleri ile karakterize skar doku oluşumunda artışa neden olur !!! AKUT-SUBAKUT DÖNEMDE NSAI KULLANIMIN ETKİLERİ Myojenik prekürsör hücrelerin proliferasyonunu inhibe eder Yaralanma sonrası rejenerasyonu, maturasyonu geciktirir TGFβ1 upregulasyonu ile fibrozis oranını artırır FAZ II ve III: SUBAKUT DÖNEM VE DEVAMI/ ONARIM VE YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİ HEDEF: Tamir süreçlerini hızlandırmak, skar/kötü doku ve yapışıklık oluşumunu azaltmaktır. Bu hedef doğrultusunda aşağıdaki fiziksel modaliteler kullanılabilir. Beraberinde germe ve kuvvetlendirme egzersizlerine başlanabilir. Progresif bir şekilde egzersizler artırılır. Egzersizleri TAKİBEN SOĞUK uygulamak faydalı olacaktır. FİZİKSEL MODALİTELER SICAK ve/veya KONTRAST BANYO US (FONOFOREZ-İYONOFOREZ) KISA DALGA DİATERMİ VAKUM ENTERFERANS 129 ELEKTRİKSEL UYARIM YUMUŞAK DOKU MOBİLİZASYONU (MASAJ) ARALIKLI BASINÇ UYGULAMASI (JOBST) JAKUZİ/GİRDAP BANYO TEDAVİ EGZERSİZLERİ (Germe/kuvvetlendirme egzersizleri ve progresyon sırası) Germeler (ilk 7 günden sonra, fizyoterapiyi takiben, pasif statik germelerle başlanıp daha sonra ağrı sınırında germeler) ROM (eklem hareket açıklığı) egzersizleri İzometrik (pasif statik, ağrısız) Ağrı sınırında dinamik Progresif olarak direncin arttığı dinamik Propriyoseptif egzersizler Spora özgü egzersizler (dirençli ve dirençsiz) EGZANTRİK KUVVET ÇALIŞMALARI (kasın boyunun uzayıp- kasıldığı, yerçekimine direnç gösterilen egzersizler) Egzantrik kuvvet antrenmanı aktif kasılma sırasında optimum kas-tendon uzunluğunu sağlamak adına önem teşkil etmektedir. Tekrar yaralanma riskini azaltır. Akut dönemi takiben ROM egzersizleri ile birlikte submaksimal şiddette orta kas uzunluğunda başlanabilir. TEDAVİDE MOBİLİZASYONUN ÖNEMİ İlk 48-72 saat sonrası erken dönemde hareket ve egzersize başlanılmalıdır. Erken başlanılanlarda vaskülarizasyon daha iyi, kollejen penetrasyonu ve kas lif organizasyonu daha düzenli ve de skar dokusu oluşumu daha az olur. Biomekaniksel olarak da yaralanma öncesine dönüş hızı artar. CERRAHİ ENDİKASYONLAR Yaralanma sonrası cerrahi endikasyonu olan durumlar: Geniş intramüsküler hematom Agonist yardımcı kas olmadığı durumlarda total (3.derece) rüptürler Kas gövdesinin %50’sinden fazla olan 2.derece yırtıkları 4-6 aydan fazla ağrı, kuvvet kaybına ve diğer yakınmalara yol açan 2.derece yırtıklar Konservatif tedavi ile düzelmeyen ve fonksiyon kaybına yol açan “myozitis ossifikans” dır. KAS YARALANMALARINDA KOMPLİKASYONLAR En sık görülen komplikasyonlar: Myozitis ossifikans Kompartman sendromu (İntramusküler hematom) Kas hernisi Kozmetik sorunlar 130 Myozitis Ossifikans Kas kontüzyonu sonrasında kanama alanında kalsifikasyon gelişmesiyle oluşan bir komplikasyondur Yaralanmadan 10-14 gün geçmesine rağmen semptomlar sürüyorsa şüphenilmelidir Radyoloji en erken 18-21. günlerde pozitiftir Tedavide NSAI, fizyoterapi ve egzersiz öenerilir Fonksiyon kaybı ve yakınma uzarsa 12 -24. aylarda cerrahi eksizyon gerekebilir. Şekil 4. Myositis Ossifikans. (yumuşak dokuda yaygın kalsifiye alanlar ile karakterize). KAS YARALANMALARI TEDAVİSİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Günümüzde kas yaralanmaları tedavisinde birçok yöntem denenmektedir. Bu tedavi yaklaşımlarının rutinde güvenilir bir şekilde kullanılabilmesi için ileri, kapsamlı bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır. Kullanılan/denenen yöntemler: Trombosit Zengin Plazma (Büyüme faktörleri, protein, sitokinler ve diğer bioaktif faktörler); Gen tedavisi (ilgili gen); Direkt Lipozomlarla veya Virüslerle yaralanma bölgesine taşınıyor Kök hücre Hiperbarik oksijen tedavisi; Deneysel çalışma sonuçları çelişkili Yeterli klinik çalışma yok Dekstrozla proloterapi; Büyüme faktörlerinin salınımı artıyor %12.5 dekstroz ve %0.5 lidokain Kronik kasık ağrısında etkili ?? 131 TROMBOSİT ZENGİN PLAZMA (Büyüme faktörleri, protein, sitokinler ve diğer bioaktif faktörler) 1970’den bu yana araştırılmakta Potent mitojenik aktivatör Myoblast proliferasyonunu artırır Yaralanmış kas hücrelerinde rejenerasyonu artırıcı etkisi görülmüş Uzun dönemde kas hücreleri yanısıra fibroblastlara da etkilidir. Skar dokusu oluşumunu da artırır Şekil 5. Kas İyileşmesinde Etkili Büyüme Faktörleri, Sitokinler ve Bioaktif faktörler. GEN TEDAVİSİ Direk lipozomlara veya virüsler aracılığı ile ilgili genin transferiyle Bu yöntemde, protein kodlaması yapılmış gen hasarlanmış dokunun rejenerasyonunu sağlıyor Daha az skar dokusu oluşuyor Kas kökenli kök hücre transferi de kullanılan yöntemler arasındadır. HİPERBARİK O2 TEDAVİSİ Hasarlanmış dokuda oksijen içeriğinin artması hedeflenmektedir Remodelizasyona katkı sağladığı düşünülmektedir 132 Yeterli klinik çalışma yok Oksidatif hasarla DNA da bozulma, MSS de ve akciğerlerde patolojik yan etki !!!! Güvenli sınırlarda uygulanmalı Kas yaralanmalarına yardımcı olduğu ile ilgili yeterli delil yok (Bennet ve ark.ları. Cochrane meta analysis, 2009) ANTİFİBROTİK AJANLAR Decorin, Suramin, Relaxin, γ-interferon, TGF-A1, Florokinolonlar TGF-β1 antagonisti Myofibroblastlar üzerindeki inhibe edici Fibroblast invazyon ve proliferasyonunu inhibe ederler. Skar oluşumunu azaltır. ÖZET Kas yaralanmalarında akut dönem tedavisinde (PRICES) amaç; kanamayı, inflamasyonu ve hasarı minimalize etmektir Yaralanma sonrası ilk birkaç gün içinde immobilizasyon ile granülasyon formasyonunun hızlanacağı unutulmamalı ve olabildiğince erken mobilizasyon sağlanmalıdır. NSAI kullanımı tartışmalı, yarar yerine zarar getirebileceği ihtimali unutulmamalıdır. Antifibrotik Ajanlar, Büyüme Faktörleri, Hiperbarik Oksijen Tedavisi, Kök Hücre ve Gen Tedavisi konusundaki klinik çalışmalar günümüzde yetersiz olmakta birlikte hızla ilerlemektedir. Kas yaralanmalarının yaklaşık %20 sinin bir önceki yetersiz tedavi ve rehabilitasyon kaynaklı olduğunu göz ardı etmemek gerekir. 133 134 Akut Bel Ağrısı Dr. Mustafa ġENGÜN 135 136 137 138 139 140 141 142 Kronik Bel Ağrısı Dr. AyĢegül KETENCĠ Bel ağrısı gelişmiş toplumlarda sık olarak karşılaşılan bir semptomdur. Bu yakınım sadece yetişkinlerin değil, genç yaştan itibaren herkesin problemi olmaktadır. Sato, Japonya’da 9-15 yaş arasındaki bireylerde %28,8 oranında bel ağrısı görüldüğünü bildirmiştir. Bu oran 13-16 yaş arasında %58,8’e kadar yükselmektedir. Haftada iki günden daha fazla yapılan spor aktivitelerinin ise gençlerde bel ağrısı riskini arttırdığı bildirilmektedir. Bazı çalışmalarda ise tersi bildirildiği için genç yaşta sportif aktivitenin bel ağrısı riskini arttırıp arttırmadığı tartışmalıdır. Hangai ve arkadaşlarının çalışmasında gençlerde özellikle voleybol, beyzbol, basketbol, yüzme, tenis’in bel ağrısı riskini artırdığı gösterilmiştir. Hoskins ve arkadaşları ise elit futbolcularda, yarı-elit olan veya futbol oynamayanlara göre çok daha fazla bel ağrısı yakınımı olduğunu bildirmektedirler. Yarışmalı spor dallarında sporcuların %50 oranında bel ağrısı yaşadıkları, radyolojik anormalliklerin daha da yüksek oranlarda olabileceği bildirilmektedir. Sporcularda kronik bel ağrısı sıklıkla, gençlerde spondilolizis, spondilolistezis, yetişkinlerde ise dejeneratif disk hastalığı, disk hernisi nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Bel ağrılarının spektrumu: Sporcularda bel ağrısının nedenleri, yapılan spor dalına, sporcunun yaşına, haftalık çalışma saatlerine bağlı olarak çeşitlik gösterir. Örneğin; Adolesan öncesi dönemde vertebra apofizlerinde travmaya ve ağrıya neden olurken, %4 oranında pars interartikülaris’te stres fraktürüne rastlanır. Adolesan dönemde ise posterior kolon sorunları, pars interartikülaris defektleri, spondilolizis ve listezis daha sıklıkla görülür. Yetişkin çağda ise akut disk problemleri veya kas spazmları en fazla görülen bel ağrısı nedenleridir. Kronik bel ağrısı ise özellikle lomber dejenerasyon nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Risk faktörleri: Lomber omurga vücuda, kuvvet oluşturmak, kuvvetin transferi ve şok absorbsiyonu yönünden destek olur. Ağırlık kaldıran bir sporcunun omurgadan bacaklara yük aktarımını doğru yapması hayati önem taşır. Örneğin aşırı gelişmiş kalça fleksörleri, omurganın ekstansiyonunu sınırlar ve anterior pelvik tilte ve bel ağrısına neden olur. Eğer karın kasları güçlü ise tilt düzeltilir, ancak zayıfsa bu gerçekleşmez. Psoas kası T12-L5 arası vertebraların transvers prosesinden, vertebra gövdesi ve intervertebral diskten köken alır. Böylece psoas gerginse lomber omurga üzerine kompresif yüklenme artar. Tam mekik hareketinde gergin psoas varlığında lombe disklere 100 kg yük bindiği bilinmektedir. Hamstring 143 gerginliği ve omuz üzerinde atış yapanlarda omuz kapsülü gerginliği de bel ağrısını tetikler. Ancak hamstring gerginliğinin biyomekanik önemi gösterilememiştir. Kalça ekstansör kas zayıflığı da bel ağrısını tetikleyen bir faktördür. Ayak bileği laksitesinin kinetik zincir yolu ile bel ağrısına yol açtığı bilinmektedir. Sakral inklinasyon açısı (sagital anterior tilt) da bel ağrısını etkiler. Düşük açı, daha yüksek bir fleksör moment gerektirdiği için bel ağrısına neden olur. Normal bireylerde ekstansör/fleksör kuvvet oranı 1,3/1’dir. İki tip lomber ekstansör kas vardır. Erektör spina, torakal bölgeden kaynaklanıp pelvise yapısır, lomber ekstansiyonun uzun moment kolunu oluşturur. Multifidus ise segmental spinal stabilizasyondan sorumludur. Nötral pozisyon bu kaslarının düşük düzeyde kontraksiyonu ile sağlanır, bu nedenle bel ağrısının kuvvetten ziyade endürans yetersizliğinden olduğu düşünülmektedir. Ekstansör kasların aşırı kuvvetlendirilmesi, omurgayı ekstansiyona zorlayıp faset eklemlerin yüklenmesine neden olarak bel ağrısını tetikleyebilir. Diafragma ve pelvik tabanın kontraksiyonları da intraabdominal basıncı ayarlayarak bel ağrısının kontroluna yardımcı olur. Sporcularda Kronik Bel Ağrısı Nedenleri A- Spondilolizis/Spondilolistezis: Spondilolizis, kronik travmaya sekonder olarak gelişimsel veya edinsel olarak geliştiği düşünülen pars interartikülaris’in (veya istmus’un) tek taraflı veya bilateral ossöz defektidir. Özellikle alt lomberlerde gelişir, toplumda %6-8 oranında görülürken sporcularda bu oran %63’e kadar çıkar. 5 yaşın altında görülme sıklığı düşükken, sıklık adolesan çağa kadar artar. 20 yaşından sonra sıklığında anlamlı bir artış olmadığı tomografik çalışmalarla gösterilmiştir. %95 vakada L5 vertebra etkilenmişken kraniale doğru oran azalır. Özellikle dalıcılar, futbolcular, jimnastikçiler, halterciler ekstansiyona zorlama nedeni ile risk altındadırlar. Patogenezine bakıldığında; ailesel eğilimin olduğu, sıklıkla spina bifida occulta ile beraber görüldüğü, pars interartikularis’in displazi, elongasyon veya sklerozu sebebi ile geliştiği bildirilmektedir. Ancak daha nadir olarak çocukluk çağındaki fiziksel aktivitelere bağlı olarak gelişen stres fraktürleri de neden olabilmektedir. Bu iki teoriyi birleştiren fikir ise displazik zeminde aşırı fleksiyon/ekstansiyon ve rotasyona bağlı olarak stres fraktürlerinin gelişmesidir ve özellikle sporcularda saptanan yüksek prevalansı açıklar. Transvers interfaset mesafesinin özellikle tekrarlayan ekstansiyonda yeterince açılmaması L4 ve S1 bileşkesine yük bindirerek kemik rezorbsiyonuna yol açar ve fraktürü kolaylaştırır. Fraktür, lomber hareket sırasında büyüme plaklarına yoğun stres oluşturarak spondilolistezisi başlatır. Ortalama 16 yaş civarında spondilolizis, spondilolistezis’e doğru değişir, bu dönüşüm yaşla yavaşlar. Spondilolistezisi olan adolesanlarda dorsal kifoz azalır, lomber lordoz artar, sagital spinopelvik denge bozulur. Yetişkin çağda listezisin temel nedeni diskin dejenere olması ve stabilitenin bozulmasıdır. 144 Stabil listezislerde ise seviye altında gelişen disk dejenerasyonu kronik bel ağrısının sebebidir. Klinik bulgular bazen az olabilir, ancak çocukluk çağında özellikle sporcularda kronik bel ağrısının temel nedenidir. Muayenede lomber lordoz artmıştır, özellikle ekstansiyonda bel ağrısı gözlenir. Ayırıcı tanıda ekstansiyonda bel ağrısına neden olan; faset eklem patolojileri, sakral stres cevabı/fraktürü, sakroiliak eklem ağrısı, faset proses fraktürü, Baastrup sign, disk ağrısı, vertebral son plak fraktürü ve vertebra fraktürü göz önünde bulundurulmalıdır. Spondilolizis’de özelikle tek ayak üzerinde durulurken hiperekstansiyonda bel ağrısı belirgindir ve sıklıkla hamstring gerginliği mevcuttur. Spondilolistezis’de ise muayenede basamak arazı saptanır. Radiküler semptomlar daha seyrektir. Alt ekstremiteye yayılan iki tip ağrı saptanabilir. Birinci tip, apofizyal eklemlerin duysal innervasyonu ile ilişkili olan, motor bulgunun gözlenmediği atipik radiküler ağrıdır. İkinci tip ise daha seyrek görülür, pars defektini dolduran hipertrofik fibröz veya ossöz dokunun sinir dokusunu sıkıştırması veya listezis nedeni ile nöroforamenin distorsiyonuna bağlı olarak objektif motor ve duysal bulguların saptandığı radiküler ağrıdır. Spondilolizis/listezis’in tanısı radyolojik olarak konulur. Direkt grafide pars interartikülaris’de radyolusens bir aralık saptanır, bu bulgu akut yaralanmalarda düzensiz kenarlı ve darken, uzun süreli lezyonlarda kenarların düzenli ve yumuşak olduğu gözlenir. Bu görünüm direkt grafide “İskoç köpeği görünümü” olarak adlandırılır (Şekil 1). Spondilolistezis ise Meyerding tarafından sınıflanmıştır ve alt vertebranın yüzeyinin dörde bölünmesi ile numaralandırılır. Alt vertebranın ¼’ü kayma 1. derece olarak isimlendirilirken, yarısı kadar kayma 2. derecedir. Klinik bulguların kayma derecesi ile doğru orantılı olmadığı bildirilmektedir. Spondlolistezis’in stabil olup olmaması klinik açısından önemlidir. Tam fleksiyonda ve tam ekstansiyonda lomber lateral grafi çekilerek listezis’in hareketliliği değerlendirilir. Sagital rotasyon 10° ve üstü veya sagital translasyon 4 mm üzerinde olduğunda instabilite olarak değerlendirilir (Şekil 2). Direkt grafide karar verilemediğinde veya inkomplet fraktürlerde bilgisayarlı tomografi etkili bir yöntemdir (Şekil 3). T1 ağırlıklı görüntü ile manyetik rezonans görüntüleme de bilgi verebilir. Nonunion defekti ile akut fraktürün ayırımında nadiren Tc99 tüm vücut kemik sintigrafisi gerekli olabilir. Tedavi genellikle konservatiftir. Akut fraktürlerde 3 ay günde en az 20 saat ile korse kullanımı ve spora ara vermek, üç ay sonra ise sporla beraber altıncı aya kadar korse kullanımı önerilir. Bu tedaviye ek olarak ve kronik yüklenmelerde temel olan lomber lordozu azaltmak, hamstringleri uzatmak ve abdominal 145 korselemeyi sağlamaktır. Altı ay uygun konservatif tedaviye cevap vermeyenlerde, nadiren cerrahi düşünülebilir. B- Lomber Disk Dejenerasyonu: Tüm spor dalları gözönüne alındığında dejeneratif disk hastalığı %10-15 oranında görülürken, futbolcular ve jimnastikçilerde bu oran daha yüksektir. Lomber disk dejenerasyonu sadece yaşlanma ile değil, çeşitli intrensek ve ekstrensek faktörlerle ortaya çıkan bir tablodur. Genetik yatkınlık, obesite, diabetes mellitus, sigara, ateroskleroz, kemik yoğunluğu, spora ve mesleğe bağlı fiziksel yüklenmenin bu tablonun ortaya çıkışında rolü olduğu gösterilmiştir. Normal popülasyonda fiziksel yüklenmenin disk dejenerasyonunun gelişiminde üst lomberlerde %7, alt lomberlerde %2 oranında katkısı olduğu bildirilmekle beraber elit sporcularda genç yaşta başlayan yoğun antreman saatlerinin çok daha yüksek oranlarda katkısı olduğu bilinmektedir. Dejenerasyon, omurganın tüm bölümlerini etkileyen sistemik bir olaydır. İntervertebral disklerin, vertebra cisimlerinin, faset eklemlerin ve ligamanların progressif değişiklikleri ile karakterizedir. Birçok durumda semptomların patolojik mi, yoksa yaşa mı bağlı olduğunu ayırdetmek mümkün değildir. Normal olarak yaşlanan bir omurgada meydana gelen değişikliklerin hangi noktadan sonra patolojik ve semptomatik olduğuna karar vermek güçtür. Bu nedenle normal bozulma sürecinin iyi bilinmesi gerekir. Omurganın yıpranması Kirkaldy-Willis ve Hill tarafindan anatomik ve klinik bulgulara göre araştırılmıştır. Yazarlar dejeneratif olayları disfonksiyon, instabilite ve stabilizasyon olarak üç etapta incelemişlerdir (Tablo 1). Yaşamın ilk iki dekatında omurgada morfolojik değişiklik nadiren gözlenir. Nukleus pulpozus anulusun içinde sıvı özelliği ile yer alır ve aksiyel yükleri anuler liflere ve uç plaklara aktararak gerilim tipinde yüklenmelere dönüştürür. Bu dönemlerde Schmorl nodülü veya faset tropizmi görülebilirse de semptoma yol açtığı düşünülmez. Patolojik olaylar daha çok travmatik, infeksiyöz veya neoplastik durumlardır. 3. ve 4. dekatlarda dejeneratif değişikliklerin başladığı düşünülürken yapılan araştırmalar 10’lu yaşlarda sürecin başladığını göstermektedir. Bu süreç özellikle sporcularda daha erken yaşlarda başlamaktadır. Yaşlanmanın ilk belirtileri disklerde görülür, bunu kemik ve artiküler yapılardaki değişiklikler izler. Diffüz bombeleşme veya fokal ekstrüzyon ile disk aralığı daralır. Bu, vertebra cisimlerinin birbirlerine yaklaşmalarına ve osteofit gelişimi ve faset eklemlerde hipertofik değişikliklere, daha sonra da nöral elemanların foramen veya spinal kanalda komprese olmalarına neden olur. Faset eklem kapsülünün ve ligamentum flavumun hipertrofileri de tabloya eklenir. 146 Disk ve faset eklemlerdeki bu bozulma segmentin hareketini de azaltır. Bu arada diskin stabilizasyondaki yetersizlik ve faset eklemlerin subluksasyonu vertebranın diğeri üzerinde öne veya arkaya doğru kaymasına neden olabilmektedir. Bu kayma fleksiyonekstansiyon grafilerinde nadiren hareketli olarak gösterilebilir. Traksiyon osteofiti adı da verilen anterior osteofitler, genellikle spinal segmentteki anormal hareketin bir göstergesidir. Yaşla beraber bu sürece postüral değişiklikler de eklenmektedir. Dejenere olan faset eklemlerdeki yüklenmeyi azaltmak amacıyla fleksiyon postürü gelişir ve lomber lordoz azalır. Fleksiyon postürü ayrıca spinal kanalın bir miktar genişlemesini sağlar. Disk dejenerasyonu en fazla diskin hidrostatik özelliğini etkiler. Gençlerde nukleus pulpozusun %80’i, anulus fibrosusun %78’i sudur. Bu oranlar yaşlandıkça %70’e kadar düşer. Diskin diğer önemli komponenti proteoglikan ve kollajendir. Nukleus pulpozus glukozaminoglikan zincirlerinin negatif yüklü grupları ile su tutucu özelliktedir. Nukleus pulpozustaki kollajen, hiyalin kıkırdakta görülen tipte (Tip II) iken, anulustaki kollajen gerilime daha fazla dayanan ve tendonlarda görülen tipteki (Tip I) gibidir. Nukleus pulpozusta yaşlanma ile meydana gelen değişiklikleri özetlemek gerekirse; Nukleus ve anulus arasındaki keskin sınır kalkar, Kollajen miktarı artar, Negatif yüklü proteoglikan zincirleri azalır, su tutucu özelliğini kaybeder, Proteoglikan agregatları azalır. Anulustaki değişiklikler de benzer yöndedir. Hücre sayısı ve metabolik aktiviteleri azalır, proteoglikan oranı düşer. Anulusun aşırı yüklenen bölgelerinde yetersizlik nedeni olan daha büyük kollajen fibrilleri oluşur. Bu da anulusta yetersizliğe neden olur. Bu arada uç plaklarda ve komşu kemik iliğinde de diskojenik vertebral skleroz adı verilen bazı değişiklikler olur. Bu değişiklikler diskin difüzyon yolu ile beslenmesini bozar. Bu süreçte ortaya çıkan biyokimyasal ve biyomekanik değişiklikler birbiri ile yakın ilişkilidir. Başlangıçta likid ve elastik özelliği ile disk bütün fizyolojik yüklere karşı dayanıklıdır. Diskin normal yaşlanması ile deforme olma özelliği iki kat artar. Bu artış diskin diffüz olarak bombeleşmesine ve giderek disk aralığının daralmasına neden olur. Aynı anda faset eklemlerde de dejeneratif değişiklikler oluşur. Subkondral skleroz, osteofit oluşumu, eklem kıkırdağının kaybı söz konusudur. Her segmentte laksite artışı vardır. Dejenerasyon ile birlikte intradiskal basınçta da düşme olur. Vertebralar arasındaki hidrostatik mekanizma bozulduğu için anteriordaki vertebra cisimleri birbirine yaklaşarak direkt kompressif kuvvetlere maruz kalır. Omurganın dejeneratif süreci tablo 2’de özetlenmiştir. 147 Tüm bu yapısal, biyokimyasal ve biyomekanik değişiklikler birçok kişide herhangi bir klinik soruna yol açmadan gelişirler. Bazılarında ise semptomlar ortaya çıkar. Bunlar muhtemelen bu değişikliklere daha az toleranslı, spinal kanalı dar olan veya dejenerasyonun daha hızlı seyrettiği kişilerdir. Disk dejenerasyonu sıklıkla disk herniyasyonu ile beraberdir. Klinik olarak hastaların en önemli yakınımı lokalize bel ağrısıdır. Yavaş yavaş gelişen yaygın, batıcı, hareketle artan istirahatle azalan belde ve etkilenen sinir kökünün anatomik dağılımına uygun olarak bacağa yayılan bir ağrıdır. Öne eğilme veya arkaya dönme gibi ters bir hareket sonrası ani olarak başlayabilir, en küçük bir hareketle şiddetlenip, kilitlenme veya bel tutulmasına yol açar. Ağrı; oturmakla, ayakta durmakla, öksürmekle, ıkınmakla, araba kullanmakla, omurganın fleksiyon hareketi ile artar. Yatmakla, lomber lordozun desteklenmesiyle, ekstansiyon hareketi ile hafifler. L5 veya S1 radikülopati vakalarında sıklıkla gluteal bölgeye, uyluk arkasına, malleolun lateral veya medialine doğru yayılır. Bu ağrı siyatik sinir trasesini takip eder ve siyatik ağrısı olarak ifade edilir. L3 veya L4 radikülopatilerde ise ağrı uyluk ön yüzündedir. Disk hernisi ekstrude olduğunda, bel ağrısı azalır veya hatta kaybolur, fakat radiküler semptomlar daha belirgin hale gelir. L5 ve S1 radikülopatiler genellikle intervertebral diskin dejenerasyonu veya herniyasyonu sonucu olur. Orta hatta gelişen paramedian disk protrüzyonları belirgin bir radikülopati yapmaksızın bel ağrısına neden olabilir. Büyük orta hat disk herniyasyonları iki taraflı radikülopatiye veya kauda ekina sendromuna yol açabilir. Bütün disk herniyasyonları içinde kauda ekina sendromuna rastlama oranı %1’dir. Muayene sırasında sıklıkla paraspinal kas spazmı olduğu, lomber lordozun kaybolduğu, belde eklem hareket açıklığının azaldığı ve hasta lomber omurgasını fleksiyona getirmeye çalışırken belin bir yana doğru eğildiği görülür. Hasta genellikle ağrıyan tarafın ters yönüne doğru veya kök basısını hafifletecek herhangi bir yöne doğru eğilir. Hastalar etkilenen bacağını fleksiyonda tutar ve mümkün olduğunca o bacağına az yük vermeye çalışarak antaljik yürüyüş yaparlar. Belin lateral fleksiyonu sırasında ağrının azalması, disk herniyasyonunun sinir kökünün lateralinde mi yoksa medialinde mi olduğunu gösterebilir. Herniyasyon sinir kökünün lateralinde ise, hasta karşı tarafa doğru lateral fleksiyona getirildiğinde ağrısı hafifler. Eğer herniyasyon sinir kökünün medialinde ise, hasta aynı tarafa doğru lateral fleksiyona getirildiğinde ağrı hafifleyecektir. Bu klinik muayene mümkün olduğu kadar doğru olarak tanıya varmamızı sağlayacaktır. Disk herniyasyonlarında nörolojik muıayene çok önemlidir. Lomber bölgede gelişen posterolateral herniyasyonlarda genellikle disk mesafesinin önünden aşağıya doğru inen 148 ve alttaki komşu vertebranın forameninden çıkan sinir kökünün sıkışmasına ait belirti ve bulgular saptanır. Çoğunlukla L4-L5 herniyasyonunda L5, L5-S1 herniyasyonunda S1 kökü etkilenir. Akut gelişen orta hat herniyasyonlarında kauda ekina sendromu ortaya çıkabilir. Daha nadir görülen üst mesafelerdeki herniyasyonlarda radikülopatiye ait bulgular olabileceği gibi konus medullaris basısı da olabilir. “Far lateral” herniyasyonlarda aynı seviyedeki foramenden çıkan sinir kökünün tutulumuna ait belirti ve bulguların görüleceği akılda tutulmalıdır. Düz bacak kaldırma testi (DBKT) ile sinir kökü duyarlılığı saptanabilir. Bu test sırasında bacakta ağrı olursa testin pozitif olduğu düşünülür. Testi uygularken yalnız bel ağrısının olması halinde test pozitif olarak kabul edilmez. Meta-analiz çalışması yapılan bir araştırmada, disk herniyasyonunun tanısında fizik muayene bulgusu olarak DBKT’ nin duyarlı bir test olduğu sonucuna varılmıştır. Disk herniyasyonlu hastalarda rutin biyokimya testleri normaldir. EMG bulguları kök tutulumu olan hastalarda pozitif olabilir. Bulguların anamnez ve fizik muayene bulguları ile uyumlu olması sonuçlara çok daha fazla anlam kazandırır. Disk herniyasyonu olan bir hastada direkt grafiler tamamen normal olabilir. Dejenerasyon ise intervertebral mesafede daralma, vertebral son plaklarda skleroz ve düzensizlik, faset eklemlerde daralma ve skleroz ile kendisini gösterir. Günümüzde bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) en önemli tanı araçlarıdır. Bunlar disk herniyasyonunu göstermede, diskdeki patolojik değişimlerin doğal gidişini belirlemede oldukça değerli, invaziv olmayan yöntemlerdir. MRG yöntemi ile disk dokusunu da içeren yumuşak dokular rahatlıkla görüntülenir. Dejenere disk hastalığı Şekil 4’de gösterildiği şekilde sınıflanmaktadır. MRG, far lateral ve anterior disk herniyasyonları, migratuar disk fragmanlarını ortaya çıkarmak için duyarlılığı yüksek bir tekniktir. Aynı zamanda nöral yapıların kontrast tutması sonucu sinir kökündeki inflamasyon kontrastlı MR ile ortaya çıkarılabilir. Herniyasyona ait radyografik bulgular hastanın anamnez ve muayene bulguları da radikülopatiyi işaret ettiğinde bir değer taşır. Asemptomatik şahıslarda da BT ve MRG anormalliklerine rastlanabilir. Faset sendromu bel ağrısının diğer bir dejeneratif sebebidir ve psödoradiküler ağrıya neden olabilir. Ağrı etkilenen eklem çevresindedir ve omurga ekstansiyonu ile artar. Sakroiliyak eklem, gluteal bölge ve bacaklarda rahatsızlık veren şiddetli bir ağrı olarak tarif edilir. Etkilenen sklerotom bölgeleri dejeneratif faset eklemi ile aynı embriyojenik orijinden gelmektedirler. Faset eklem hastalığı olan hastalarda lokal anesteziklerle faset eklem enjeksiyonları semptomları rahatlatabilir. 149 Disk herniyasyonlu hastaların büyük çoğunluğu konservatif tedaviden yararlanır. Bir çalışmada 5 yıl takip edilen hastaların %80’ninin konservatif tedavi ile rahatladığı görülmüştür. Hastalığın akut döneminde tedavinin esası kontrollü fiziksel aktivitedir. Akut, ağrılı durumda iken ilk bir kaç gün uygun pozisyonda yatak istirahati gerekebilir. Tedavinin diğer önemli parçası medikal tedavidir. Medikal tedavi ile ağrısı kontrol altına alınamayan hastalara fizik tedavi modaliteleri uygulanır ve hızla egzersiz programına geçilir. Klasik konservatif tedaviye cevap vermeyen ve kesin cerrahi indikasyonu olmayan hastalara ise epidural steroid uygulanır. Etkinliği tartışmalı olan bu yöntem, inflamasyon ve ödemi azaltır. Konservatif tedaviye cevap vermeyen veya kırmızı bayrak olarak tanımlanan acil cerrahi endikasyonu olan hastalara cerrahi tedavi uygulanır. Hastaların çoğunda ağrı konservatif tedavi ile kontrol altına alınmakla birlikte, MRG ile disk herniyasyonunun devam ettiği görülür. Herniyasyonların küçüldüğü ve rezorbe olduğu durumlarda spontan iyileşme eğilimi fazladır. Konservatif ve cerrahi tedavinin disk herniyasyonlu hastalarda uzun dönem etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada; 1 yıl sonra konservatif tedavi gören hastaların %36’sında, cerrahi tedavi gören hastaların %65’inde iyileşme olduğu gözlenmiştir. Buna karşılık, 4 ve 10 yıl sonra ise iki grup benzer sonuçlar göstermiştir. Mikrodiskektomi uygulanan sporcularda spora dönüş için ağrı tam olarak geçmeli ve hareket açıklığı tam olmalıdır, kontakt sporlarında bu süre genellikle 3 ay, diğerlerinde ise 6-8 haftadır. Perkütanöz diskektomi, nukleotomi’de ise daha az invaziv olmasına rağmen spora dönüş 2-3 ay sonradır. Yapılan bir çalışmada sporcu olmayanlarda perkutanöz nukleotomi’nin başarısının daha fazla olduğu gösterilmiştir, bu sonuç postoperatif 3 ayında spora dönüş için kısa olabileceğini ve bel ağrısını kötüleştirebileceğini düşündürmüştür. Anatomik özelliklerin tedaviye uygulanması: Bel ağrılı kişilerde etyolojik sebep ne olursa olsun temel tedavi yaklaşımı uygun egzersiz programının oluşturulmasını içerir. Bel ağrılarında egzersiz programlarının ve “core stabilizasyon”un etkinliği ile ilgili veriler tartışmalıdır, zira her hasta için sabit ortak kabul görmüş bir program yoktur. Omurga rehabilitasyonunda hedef alınan kaslar birkaç alt gruba ayrılabilir, bunlar; 1- İntersegmental stabiliteyi sağlayan lokal paravertebral kaslar 2- Omurganın nötral pozisyonunu ve eksternal yükle ağırlık aktarımı sırasında dengeyi sağlayan polisegmental paravertebral kaslar 150 3- İntraabdominal basıncın oluşturulmasına katkıda bulunarak global spinal stabiliteyi sağlayan kaslar 4- Spinal sertliği oluşturan fasyaya yapışan kaslar Multifidus kası faset eklemler ve superior artiküler prosesin mamiller çıkıntısına yapışarak intersegmental stabiliteyi korurken bel ağrılarında ilk zayıflayan kastır. Bu kasın zayıflığı bel ağrısı geçtikten sonra da devam edebilir. Unilateral diz kıvrık kalça fleksiyonu veya ayakta denge tahtasında, elde ağırlıkla bilateral alterne omuz fleksiyonu ile çalıştırılabilir. Transversus abdominus kası, pelvis, kaburgalar ve torakolomber fasyaya yapışarak bel ağrısı olmayan kişilerde, ekstremite hareketi sırasında bilateral kasılarak omurganın stabilizasyonunu sağlar. Bel ağrısı olan kişilerde bu kontraksiyon belirgin oranda gecikir. Bu iki kasın güçlendirilmesi bel ağrısı atak sayısını azaltır. Quadratus lumborum kası da stabilizasyona katkıda bulunan bir kastır ve yana doğrulma ile omurga yüklenmeden çalıştırılabilir. Cinsiyete göre yapılan çalışmalar, yana doğrulma süresi/ekstansiyonda kalma süresinin erkeklerde %65, kadınlarda %39 olduğunu göstermiştir. Stabilizasyon çalışmalarına başlamadan önce bu kasların değerlendirilmesi gerekir, bu amaçla 10 maddeden oluşan bir değerlendirme programı vardır (Tablo 3, şekil 5). Endürans çalışmaları ise özellikle abdominal oblikler, erektör spina ve rektus abdominus’a yapılmalıdır. Egzersiz sırasında diafragmadan pelvik taban kaslarına kadar bir bütün olarak değerlendirilmeli, solunumun diafragmatik olmasına özellikle özen gösterilmelidir. Abdominal kontrol sağlandıktan sonra program spora özel olmalıdır. Propriosepsiyon ve spora özel pliometrik egzersizler çalıştırılmalıdır. Aerobik egzersizler programın mutlaka bir parçası olmalıdır. Yapılan bir çalışmada spondilolistezis sonrası spora dönüşün 4-5 hafta sürdüğü gösterilmiştir ancak patolojinin tipine, tanı sırasındaki ağrı şiddetine ve sporcunun özelliğine göre bu süre değişebilir. Bir örnek rehabilitasyon programı aşağıda gösterilmiştir; (Cooke ve Lutz diskojenik bel ağrısı protokolü) Evre 1: Kısa süreli istirahat Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar Fizik tedavi Gereğinde epidural steroid Ağrı kontrolu ile hızla egzersiz- Lomber, alt extremiteler Evre 2: 151 Dinamik spinal stabilizasyon Lomber kasların güçlendirilmesi Pliyometrik egzersizler Spora dönüş Tam ağrısız ROM Sportif aktivitede nötral pozisyonu korumak Enduransın gelişmesi Ev programı ile devam Evre 3: Evre 4: Evre 5: Sonuç olarak; sporcularda kronik bel ağrısı spor dalına, spora başlangıç yaşına, sporun tipine ve yoğunluğuna bağlı olarak sık rastlanılan bir sorundur ve konservatif tedavi yaklaşımları ile büyük oranda tedavi edilebilmektedir. 152 Kaynaklar: 1- Beresford ZM, Kendall RW, Willick SE: Lumbar facet syndromes, Curr Sports Med Rep 2010 9 (01) 0050-56 2- Carlson C: Axial back pain in the athlete: pathophysiology and approach to rehabilitation, Curr Rev Musculoskelet Med 2009 2 (02) 0088-93 3- Hangai M, Kaneoka K, Hinotsu S, Shimizu K, Okubo Y, Miyakawa S, Mukai N, Sakane M, Ochiai N: Lumbar Intervertebral Disk Degeneration in Athletes, Am J Sports Med 2009 37 (01) 0149-55 4- Hangai M, Kaneoka K, Yu Okubo Y, Miyakawa S, Hinotsu S, Mukai N, Sakane M, Ochiai N: Relationship Between Low Back Pain and Competitive Sports Activities During Youth, Am J Sports Med 2010 38 (04) 0791-96 5- Hoskins W, Pollard H, Daff C, Odell A, Garbutt P, McHardy A, Hardy K, Dragasevic G: Low back pain status in elite and semi-elite Australian football codes: a crosssectional survey of football (soccer), Australian rules, rugby league, rugby union and non-athletic controls, BMC Musculoskelet Disord 2009 10 38 6- Keller MS: Gymnastics injuries and imaging in children, Pediatr Radiol 2009 39 (12) 1299-06 7- Leone A, Cianfoni A, Cerase A, Magarelli N, Bonomo L: Lumbar spondylolysis: a review, Skeletal Radiol 2010 May 4 8- Nerlich A.G., Schleicher E.D., Boos N.: 1997 Volvo Award Winner in Basic Science Studies, Immunohistologic markers for age-related changes of human lumbar intervertebral discs, Spine 1997 22 (24) 2781-95 153 Şekil 1: İskoç köpeği görünümü Şekil 2: İnstabilite değerlendirmesi Şekil 3: Bilgisayarlı tomografi ile spondilolizis değerlendirilmesi Şekil 4- Pfirrmann Sınıflamasına göre disk dejenerasyonu, evre 3 ve yukarısı dejenere disk olarak sınıflanmaktadır. Dejeneratif Disk 154 Şekil 5: Yüzüstü instabilite testi Tablo 1: Omurganın dejenerasyon kaskadı Evre Faset eklemler Disk Patolojik sonuç Sirkumferensiyel yırtıklar Disfonksiyon Radiyal yırtıklar Herniasyon Kapsüler laksite Internal yırtılma İnstabilite Subluksasyon Disk rezorpsiyonu Lateral sinir kökü basısı Sinovit Disfonksiyon Hipermobilite Dejenerasyon Instabilite Stabilizasyon Artikuler proseslerde genişlemeler Tek seviyeli stenoz Osteofitler Multipl seviyeli spondiloz ve stenoz Tablo 3: Kas değerlendirme protokolu 1- Yüsüstü instabilite testi 2- Yüzüstü ekstansiyon endurans testi (Biering-Sorenson testi) 3- Yana doğrulma testi (Quadratus lumborum endurans testi) 4- Pelvik köprü kurma 5- Alt abdomen testi- bacağı düz olarak indirme testi 6- Gövdeden eğilme-fleksibilite 7- Kalça eksternal rotasyon kuvveti 8- Modifiye Trendelenburg testi 9- Tek ayak üzerinde sagital çömelme 10- Tek ayak üzerinde transvers planda eğilme 155 156 Tablo 2. Omurganın dejeneratif süreci: Ekstrensek faktörler Aşırı yüklenme, vibrasyon, immobilizasyon, spinal deformite Disk hacminde artma İntrensek faktörler Sigara, diyabet, vasküler hastalıklar Bilinmeyen faktörler Kan akımında azalma Son plak kalsifikasyonu Oksijen, beslenme ürünleri ve atık maddelerin diffüzyonunda azalma Laktat'da artma pH'da azalma Yıkım ürünlerinin birikimi Hücre beslenmesinde azalma Metabolizmada değişiklik, hücre ölümü Proteoglikan fragmantasyonu ve kaybı Protein modifikasyonu MATRİKS YIKIMI Histolojik değişiklikler: Sıyrık ve yırtık formasyonu, kondrosit proliferasyonu, granüler değişiklikler, mukoid dejenerasyon 157 Fenotip değişikliği 158 Tendon Sorunlarında Terminoloji ve Tanı Dr. Önder KILIÇOĞLU Tendonlar ile ilgili sorunlar kas ve iskelet sisteminin belki en sık karşılaşılan ve genellikle de arzu edilen kalitede çözülemeyen bir hastalık grubudur. Yol açtıkları yakınmalar genellikle düşük seviyeli olduğu için uzun süreler ihmal edilmekte, hastaların çoğunda bulgular kronikleşmektedir. Tüm bunlara ek olarak, hekimler ve ilgili diğer ilişkili kişiler tendonların sorunlarını isimlendirirken çok farklı terminolojiler kullanmakta, sorunların çözülebilir olmaktan çıkıp hastalar arasında “efsaneleşmesine” yol açmaktadır. Bu derlemenin amacı öncelikle tendonların yapısı hakkında kısa bir bilgi vermektir. Ardından, bu bilgileri kullanarak tendon sorunları hastalanan bölgelere ve hastalanma mekanizmalarına göre isimlendirilecek, ayrıca bu hastalıklar arasında ayırıcı tanı yapabilmek için pratik bazı yöntemler sunulacaktır. Tendon Anatomisi Tendonlar içinde rahatça kayabilecekleri tünellerde yerleşiktirler. Bu tüneller fibröz yapılı tüpler şeklinde olduğunda tendonkılıfı olarak isimlendirilir (Şekil 1). Tendon kılıfının iki katmanı bulunur (Şekil 2): (1) Sert, kalın yapılı dış katman (parietal tabaka) ve (2) yumuşak, ince yapılı iç katman (viseral tabaka). İç tabaka tendona komşudur ve kılıfın içinde yer alan kaygan sıvıyı da salgılar. İç tabaka eklemlerin de içini döşeyen sinovya ile benzer karakterde olduğu için kılıf içinde yer alan tendonlar “intrasinovyal tendonlar” olarak adlandırılırlar. Örneğin fleksör tendonların hemen tümü bu grupta yer alırlar. Retinakulumlar tendonları kemiklerin belli bölgelerine tespit eden, kendi yollarında seyretmesini sağlayan fibröz bantlardır. Kılıfların retinakulum ile olan sürtünmeleri önemli bir tahriş ve kronik hastalık sebebidir. Bazı kılıflı tendonlarda iç tabaka ile tendon arasında yumuşak bir bağ dokusu daha yer alır. El bileğinde, karpal tünel içindeki fleksör tendonlar bunun için tipik bir örnektir (Şekil 2). Genellikle eklem içinde veya yakın komşuluğunda yer alan, hareket miktarları sınırlı bir grup tendon ise (patellar tendon, omuzun döndürücü manşeti ve aşil tendonu gibi) belirli bir kılıfa sahip değildir. Bunlara ekstrasinovyal tendonlar adı verilir (Şekil 3). Şekil 7: Kılıf içinde yer alan bir tendonun şematik gösterimi. Şekil 8: Karpal tünel bölgesinden bir kesit. Hibrid yapılı bir tendon örneği. 159 Şekil 10: Tendon kılıfının varlığına göre tendonların sınıflandırılması. Şekil 9: Kılıf içinde yer alan tendonların beslenmesi mesotenon bölgesinden ulaşan damarlar yardımıyla olmaktadır. İntrasinovyal tendonların kanlanması kılıfın iç ve dış tabakalarının birleştiği ve içeriye açılan bir tünel oluşturdukları mezotenon bölgesinden geçen kan damarları yardımıyla olmaktadır (Şekil 4). Tendonun kılıf içinde olup olmaması tendonun yaralanma sonrasındaki iyileşme mekanizmasını önemli şekilde etkilemektedir. Kılıf içindeki tendon yaralandığında öncelikle intrensek, yani tendonun kendi içinden gelen hücreler ile iyileşir. Bu nedenle çevreyle olan ilişkisi azdır ve yapışıklıkların daha az olması mümkündür. Ekstrasinovyal tendonlarda ise çevreden gelen hücreler ve faktörler yardımı ile iyileşme daha baskındır. Bu nedenle ekstrasinovyal tendonların iyileşmesi sırasında yapışıklıklar daha fazla gözlenir. Tendonlar görevlerini yerine getirirken gerilme kuvvetleri ile karşılaşırlar. Bu kuvvetin etkisi ile tendonda uzama ortaya çıkar. Tendon orijinal boyunun %4’ü kadar uzadığında histolojik yapısında ilk değişiklikler, mikro yırtıklar ortaya çıkmaya başlar. Bunlar zamanla tamir olabilir, ancak sık tekrarlamaları durumunda tamir kapasitesini aşarak birikici olabilirler. Günümüzde fizyolojik sınırın %8 düzeyinde olabileceği, bunun üzerine çıkıldığında tendonda makroskopik yaralanmanın başladığı kabul edilmektedir. Sağlıklı bir tendonun kopması (rüptür) ise daha yüksek oranda (>%10 – 14) uzamalarda söz konusu olmaktadır. Şekil 11: Tendonun uzaması ile yaralanma olasılığı arasındaki ilişkiyi gösterir grafik. 160 Tendonların hastalıkları ve isimlendirilmesi Vücuttaki dokuların hastalıklarının adlandırılmasında ya anatomik yerleşimi ya da hastalığın etiyolojisi temel alnmalıdır. Tendon sorunlarının isimlendirilmesinde bugüne kadar kullanılmış olan çok sayıda terimin büyük kısmı bu koşullara uymamaktadır. Aşağıda tendon sorunları nedenlerine göre sınıflanılarak özetlenmiş, yerleşimleri de dikkate alan doğru isimlendirme önerileri sunulmuştur. Doğumsal sorunlar Tendonların doğumsal anomalileri beklendiğinden sıktır. Bir kısmı hemen doğumda fark edilir ve sıklıkla diğer majör anomalilerle birlikte olurlar. Bunların dışında kalan doğumsal sorunlar günlük aktivite sırasında önemli bir sıkıntıya neden olmaz, genellikle spor aktiviteleri sırasında ağrıya neden olurlar. Aksesuar tendonlar: Fazladan bir tendonun bulunmasıdurumudur. En sık ayak bileği çevresinde gözlenir (Şekil 7 ve 8). Ek tendon asıl tendondan daha incedir ve farklı bir noktaya yapışabilir. Eğer aynı büyüklükte birden fazla tendon varsa ve hangisinin esas tendon olduğu anlaşılamıyorsa buna duplikasyon adı verilir (Şekil 6). Şekil 12: Aksesuar soleus kası (AS). Şekil 13:Biceps tendonu duplikasyonu Şekil 14: Aksesuar peroneal kas, peroneus quartus (PQ) Dejeneratif sorunlar Tendinozis: Tendonun altta yatan inflamasyon veya başka bir neden olmadan, kendi içinden başlayarak dejenere olmasına tendinozis ismi verilmektedir (Puddu, 1976). Tendinozisin klinik bulgu vermesi şart değildir, ancak örneğin aşil tendon kopması olgularının önemli bir kısmında kopma öncesinde tendinozis bulunmaktadır. Bu dejenerasyonun kronik zorlanmalara bağlı (mekanik), yetersiz kanlanma ile ilişkili (vasküler) veya henüz tam açıklanamayan nörojenik kökenleri olabileceği iddia edilmektedir. Florokinolon grubu antibiyotiklerin tendonlarda tendinozise yol açabildiği bilinmektedir. 161 Dejenere olan tendon bölgesinde zaman içinde tendon yapısından farklı bir dokunun geliştiği gözlenir. Buna metaplazi denir. Metaplazi sonucunda kemik, kalsifikasyon, mukoid, lipoid, fibrinoid, hiyalen veya fibrokartilajinöz karakterli yeni doku oluşması mümkündür (Şekil 9). Metaplazi türü tendona ve yerleşimine göre özellik gösterir. Omuz rotator manşetinde ve aşil tendon cisminde mukoid dejenerasyona sık rastlanırken, kalsifikasyon aşil tendon distalinde ve yine rotator manşette sıktır. İnsersiyonel tendinopati: Tendonların kemiğe yapışma noktalarına yakın kısımlarında ortaya çıkan dejeneratif bir süreçtir. En sık patellar tendonun Şekil 15: Aşil yapışma bölgesinde ve patellaya yapışma bölgesinde ve aşil distalinin aşil içinde kemiksel metaplazi gelişmiş. kalkaneusa yapışma noktasında karşımıza çıkar. Histolojisinde yapım ve yıkım birlikte görülür. Tendinozisten farklı olarak, tendonun bazı kısımlarının gerektiği kadar yük almayabileceği ve bu nedenle dejenerasyonun başladığı iddia edilmekte birlikte henüz kesinlik kazanmış bir neden bulunmamaktadır. İnflamatuar sorunlar İnflamasyon hücrelerinin yokluğu tendinozisin tanımının ana noktasıydı. Tendinozisin aksine, tendonda veya çevresindeki dokularda inflamasyon hücrelerinin varlığı ile seyreden hastalıkları karşımıza çıkabilmektedir. İnflamasyonun kaynağı sıklıkla tendonu çevreleyen sinovyal doku, nedeni ise romatizmal hastalıklar veya bölgedeki tahriştir. Bu patolojileri hastalanan dokuya göre isimlendirmek doğru olacaktır. Paratendinit: Tendonun kendisi sağlıklı olduğuna, çevre dokularda inflamasyon varlığına işaret eden bir terimdir. Tenosinovit kılıf ve sinovyanın inflamasyonunu gösterir. Tenosinovit olarak da adlandırılabilir. Tendinitis: Tendon cisminde inflamasyon vardır. Örnek olarak iliotibial bantta, femur lateral epikondiline sürtünme sonucu ortaya çıkan inflamasyon gösterilebilir. Pantendinit: Hem tendonda hem de çevre dokularında inflamasyon vardır. Travmatik sorunlar Tendon kopması: tendonun cismi içinden gerçekleşir. İki ucunda dikişe izin verebilecek kadar tendon kalmıştır. En sık aşil, biseps uzun başı, kuadriseps tendon, pateller tendon, triseps tendonlarında kopma olur. Tendon avulziyonları: Tendonun kemiğe yapıştığı yerden ayrışmasıdır. Tamirinde kemik – tendon dikiş teknikleri kullanılır. Bazen tendon ayrılırken bir parça kemiği de birlikte koparır. Buna avulziyon kırığı ismi verilir. En sık aşil tendonunun kalkaneustan, hamstringlerin pelvisten, iliopsoasın trokanter minor apofizinden kemik parça koparması ile karşılaşılır. Tendon çıkıkları: Tendonun içinde bulunduğu kemik oluktan, oluğun üzerini kapatan fibröz bantı (retinakulum) yırtarak çıkması zaman zaman karşılaştığımız bir durumdur. En sık ayak bileğinde peroneal tendonların ve omuzda biseps tendonu uzun başının çıkığı ile karşılaşmaktayız. 162 Tendon yırtıkları: Sıklıkla daha önce dejenere olan bir tendonda ortaya çıkan longitudinal yırtıklardır. Yırtık zamanla veya birden oluşabilir. Tendonun aktivitesi devam etse de ağrılı ve zayıftır. Peroneal tendonlarda, biseps tendonunda sık gözlenir. İnfeksiyon ile ilişkili hastalıklar Tendon kılıfı infeksiyonları: Sporcularda tendon kılıfının nonspesifik ve spesifik infeksiyonları ile nadiren de olsa karşılaşmaktayız. Gerçek aciller arasında yer alan bu tablo günümüzde sıklıkla diyabetik hastalarda karşımıza çıkmaktadır. Tendon sorunlarında tanı yaklaşımı Diğer tüm hastalık ve yaralanmalarda olduğu gibi tendon sorunlarında da öncelik öykü ve klinik değerlendirmede olmalıdır. Yakınmaların ortaya çıkış şekli, süresi bize tanı koymada yardımcı olabilir. Örneğin bir maç sırasında baldıra “taş çarpması” hissi ve aniden ortaya çıkan ağrı hemen her zaman aşil tendon kopmasıdır. Buna karşılık uzun süreden beri devam eden ağrısız şişlik hemen her zaman tendinozis ile açıklanacaktır. Tendonun devamlılığının kaybı, yani kopması muayene sırasında kolaylıkla saptanır. Aşil, kuadriseps tendonu gibi yüzeyel seyirli tendonların trasesinde boşluk oluştuğu gözlenebilir (Şekil 10 ve 11). Yüzeyel olmayan tendonların kopmasında ise kasın toplanması gözlenerek, indirekt yolla tanı koyulabilir (Şekil 12). Şekil 17: Aşil tendon kopması olan hastada klinik görünüm. Ok oluşan boşluğa işaret ediyor. Şekil 16: Şekil 10'daki hastanın sağlam tarafının görünümü. Şekil 18: Sol kolda biseps tendonu proksimal uzun başında kopma olan hasta. Sol tarafta biceps kasının distalde toplandığı gözleniyor. 163 Şekil 19: Şişlik bölgesinin hareketine göre sorunlu anatomik bölgenin tespiti. Bir diğer bulgu tendon üzerindeki şişliktir. Muayene sırasında şişlik parmakla tutulur (Şekil 13). Eğer şiş bölge tendon hareketleri ile yer değiştirmiyorsa, şişliğin tendon kılıfına ait olduğu düşünülür. Şiş bölge tendon ile birlikte hareket ediyorsa o zaman tendonun kendisi şişmiştir, buna yönelik tanılar akla gelmelidir. Şişliğin ağrısız olması dejeneratif, ağrılı olması inflamatuar nedenleri ön plana çıkaracaktır. Görüntüleme yöntemlerine hemen her hastada başvurmaktayız. Radyografi her zaman ilk tercih edilen yöntem olmalıdır. Avülziyon kırıklarında, kalsifikasyonlu ve ossifikasyon alanı içeren tendon dejenerasyonlarında radyografi hızlı ve detaylı bilgi sağlayacaktır (Şekil 14). Şekil 20: Aşil tendon avulziyonu olan hastanın radyografik ve MRG görünümü Manyetik rezonans görüntüleme yöntemi yumuşak dokuların patolojilerindeki duyarlılığı ve kesit anatomisi sunması sayesinde tendon sorunlarında en yaygın kullanılan görüntüleme yöntemidir. Şekil 15: Aşil tendinozisinde kalınlaşmış tendonun MRG görünümü. Şekil 22: Sağ omuzda rotator manşet yırtığının MRG görünümü. 164 Şekil 21: Patellar tendonun patellaya yapışma yerinde tendinit bulguları Stres Kırıkları Dr. Emin ERGEN Spora katılımın artması ile birlikte birçok sorunun ortaya çıktığı izlenmektedir. Bu sorunlardan birisi de kemikler üzerine mikrotravma etkisi ile oluşan stres reaksiyonlarıdır. Önceleri kırık şeklinde tanımlanan stres reaksiyonları son yıllarda klinik bulgulara göre sınıflandırılmıştır. Bu kriterlendirmelere göre stres reaksiyonları tam bir kırık olmadan önce saptandığında ilerlemesi önlenebilir. Spor, dans ve fiziksel etkinliklere bağlı ortaya çıkan bu patolojinin doğru isimlendirilmesi ve sınıflandırılması önem taşımaktadır. Patofizyoloji Fizyopatoloji Kemik üzerinde ortaya çıkan stresler, öncelikle bir vasküler konjesyon ve trombozise yol açmaktadır. Bu süreci osteoblastik ve osteoklastik aktivitenin dengesizliğini de içeren bir rarefaksiyon (hücresel yoğunluk azalması) takip eder. Trabeküler yapı zayıflamıştır ve önce bir mikrofraktür ardından da tam kırık gelişebilir. Süreç erken fark edilebilirse kırığa yol açan gelişme durdurulabilir. Kemikler de kas dokusu gibi zorlanmalara uyum sağlayabilmekle beraber sıçrama gibi etkinliklerde bazen vücut ağırlığının 10-12 misli yük altında kalabilmektedirler. Böylece torsiyonel ve bükülme etkisi altında kalan kemiklerde bozulmalar olabilmektedir. Wolff yasasına göre kemikler dirence maruz kaldıkları ölçüde gelişme göstermektedirler. Örneğin yatak istirahati kemik mineral yoğunluğunu (KMY) azaltmakta, egzersize katılım ise sedanterlere oranla KMY’u arttırmaktadır. Osteoblastik ve osteoklastik aktivitelerin bir dengesi söz konusudur. Bu dengeyi aşan osteoklastik aktivite kemikte zayıflamaya yol açmaktadır ancak bu sınırın saptanması her zaman mümkün olamamaktadır. Nedenler Bozulmuş kemik homeostazisi ve yetersiz onarım kemik stres reaksiyonu ve kırıklarında temel etkenlerdir. Bazı etkenler ise zemin hazırlayıcı (predispozan) rol oynarlar; İçsel (sporcuya ait) etkenler o Düşük kemik mineral yoğunluğu o Alt ekstremitede uzunluk farkları ve dizilim bozukluğu o Ayakta yapısal bozukluk o Boy uzunluğuna bağlı duruş bozukluğu o Kas yorgunluğu ve genel yetersiz kondisyon o Kas zayıflığı o Kemik patolojileri o Menstrüel/hormonal düzensizlikler o Kalıtımsal yatkınlık Dış (sporcuya ait olmayan) etkenler 165 o o o o o o o o Yoğun antrenman Kemik zorlanmasına yatkın spor dalları (örneğin ; koşu – tibia, voleybol-metatars ve pars intervertebralis, tenis-naviküler kemik, gibi) Zemin Antrenman rejimi değişikliği (örneğin antrenör değişikliği) Uygun olmayan (veya eski) antrenman ayakkabısı Sigara kullanımı Yetersiz beslenme (yetersiz enerji ve kalsiyum alımı) Bazı ilaçlar (kronik steroid kullanımı) Tanı Her patolojik durumda olduğu gibi stres reaksiyonlarında da uygun bir iyileşme süreci sağlanabilmesi için tanının yönlendirici değeri çok önemlidir. Kemik iyileşmesi zaman alan bir süreçtir ve bu süreci hızlandırdığı bilinen spesifık bir tedavi yaklaşımı henüz yoktur. Tanı için geçen süre yaklaşık 12-13 hafta kadardır. İyileşme için geçen süre de buna paraleldir. Dolayısıyla ne kadar erken tanı konabilirse o kadar erken spora dönüş şansı yaratılmış olabilir. Şekil : Kemikte yüklenmeye bağlı olarak ortaya çıkan reaksiyonlar ve değişimlerin gözlenmesi Pain : Ağrı, Bone strain : Kemik yüklenmesi, Silent stress reaction : Sessiz stress reaksiyonu, stress reaction : stress reaksiyonu, stress fracture : stress kırığı, CT or X-ray changes : CT veya direk grafi değişiklikleri) Anamnez Detaylı bir anamnez ve dikkatli bir klinik muayene stres reaksiyonundan şüphelenmek için yeterlidir. Bazı spor disiplinlerinin özel lokalizasyon gösteren kemik reaksiyonları ile ilişkisibulunmaktadır. Örneğin atıcılarda klavikula, tenisçilerde humerus, tekerlekli sandalye sporcularında radius ve ulna, jimnastikçilerde navikular, voleybolcularda pelvis ve koşucularda alt ekstremite kemikleri örnek verilebilir. Antrenman programında artış şeklindeki ani 166 değişiklikler tekrarlayan mikrotravma riskini yükseltir. Bu tip antrenmanların sert (asfalt, beton) zeminlerde yapılması stres reaksiyonu için ipucu oluşturur. ANAMNEZ Spor dalı Antrenman değişiklikleri Zemin özelliği Ağrının tipi ve süresi Ağrının yeri Klinik muayene Eğer etkilenen kemik yüzeyel ise palpasyonla hassas, hatta ağrılıdır. Sporcu ağrı nedeniyle koşu, hatta yürüyüş kalıbını değiştirmiş olabilir. Uzun zamandan beri devam eden ağrılı durum nedeniyle sporcu antrenmanları aksatmışsa ilgili tarafta kullanılmamaya bağlı kas atrofisi gözlenebilir. Etkilenen bölgede nadiren şişme ve sıcaklık bulunabilir. Geç dönemde ise kallus formasyonu nedeniyle sertlik saptanabilir. Klinik olarak anamnez ve muayenenin ardından bulguların varlığına göre stres reaksiyonu veya kırığından şüphelenilir (Loştz-Ramage&Zernicke, 1996) KLİNİK MUAYENE Hassasiyetin – ağrının yeri Ağrı Şişme, sıcaklık Hareket kalıbı değişiklikleri Kullanılmamaya bağlı atrofi (geç dönem) Kallus palpasyonu (geç dönem) ŞÜPHE ETMEK !!! Ayırıcı tanı Stres reaksiyonlarındaki ağrı aktivite ile ilgilidir. Ancak dinlenik durumda da ağrı olması başka patolojilerin ekarte edilmesi gereğini doğurur. Tümör, enfeksiyonlar ve çevre dokulardaki enflamatuar hastalıklar ayırıcı tanıda dikkate alınan patolojilerdir. Aşağıda belirtilen patolojiler tibial stres reaksiyonlarını taklit etmektedirler (Reid,1992) AYIRICI TANI Tümör (osteojenik sarkoma, osteoid osteoma) Enfeksiyon (osteomyelit) Enflamatuar hastalıklar Shin splint’ler Medial ve posterior tibial stres sendromu Tendinozisler Kas çekme-zorlanmaları 167 Bursitler (örn; pes anserinus) Kronik kompartman sendromu Fasya hernileri İnterossöz membran zorlanmaları Kas insersiyo ve orijin kopmaları Laboratuvar yöntemleri Bazı durumlarda klinik tanının aşağıdaki laboratuar yöntemleriyle desteklenmesi gerekebilir. LABORATUVAR YÖNTEMLERĠ Direkt grafiler Kemik sintigrafisi Bilgisayarlı tomografi Nükleer manyetik rezonans görüntüleme Termografi Ultrasonik emisyon Kseroradyografi Direkt grafiler Her ne kadar başlangıçta negatif bulgu verse de iyi bir direk grafi başlangıçtan birkaç hafta soııra tanıda önemli rol oynayabilir. Periost boyunca önce bir kalınlaşma, ardından saç teli inceliğinde lineer fıssür hattı şüpheleri doğrular. Direk grafilerin ayrıca izlemede önemli katkısı vardır. DĠREKT GRAFĠLER Başlangıçta negatif (-) Ucuz Saç teli inceliğinde fissür hattı Periostal kalınlaşma Periostal kallus (erken dönem) Endosteal kallus (geç dönem) Sintigrafi Spesifik olmamakla birlikte, bu inceleme yöntemi stres reaksiyonlarında belirtilerin başlangıcından 2-8 gün sonraki erken bir dönemde dahi bulgu verebilir. Direkt grafilerin 2-3 hafta sonra bulgu vermesi özelliğiyle karşılaştırıldığında klinik olarak duyarlı bir yöntem olduğu düşünülmektedir. Sporcu antrenmanlara dönebilecek duruma gelse bile, pozitif sintigrafik bulgular 168 12 ay kadar daha devam edebilir. Büyüme dönemindeki gençlerde epifiz bölgelerinde patolojik olmayan tutulumlar görülebilir. Yaklaşık %10-20 kadar yanlış negatif sonuç alınabilmektedir. Bunun nedeni yüklenmelere bağlı stres reaksiyonlarında hızlanmış kemik remodelasyonudur. Sonuçlar stres kırıklarını göstermezler. Ayrıca antrenmanlarda kas-kemik yapışma yerlerinde meydana gelen periostal streslere bağlı olarak denatüre proteinlerle birleşen radronükleidler sonucu lineer tutulum görüntüleri de alınabilir. Bunlar da stres reaksiyonu veya kırıklarıyla karıştırılmamalıdır. KEMĠK SĠNTĠGRAFĠSĠ Artmış teknesyum 99 tutulumu Nonspesifik 2-8 gün kadar erken bulgu 12 aya kadar uzamış pozitif bulgular %10-20 yanlış (+) bulgular Sintigrafinin ayrıca aşağıdaki durumlarda endike olduğu hatırlanmalıdır (Reid,1992) SĠNTĠGRAFĠ ENDĠKASYONLARI Ağrının şiddeti ve süresi stres reaksiyonu veya kırığı ile uyuşmuyorsa Semptomlar artış gösteriyorsa Gece ağrıları varsa Atipik lokalizasyon söz konusuysa Palpe edilemeyen lezyon varsa Semptomlara rağmen negatif direkt grafi alınıyorsa Diğer yöntemlerle tanı konulamıyorsa Enfeksiyon-tümör olasılığı ekarte edilmek isteniyorsa Bilgisayarlı Tomografi Kalkaneal, metatarsal ve vertebra stres kırıkları gibi bazı özel lokalizasyonlarda değerli olan bilgisayarlı tomografinin rutin olarak kullanımı azdır. Deneyimli uzmanların değerlendirmesine ihtiyaç duyulabilir. Daha geç dönemlerde periostal ve subperiostal stres reaksiyonlarında rezolüsyonu iyi olduğundan, direk grafilere tercih edilebilir. Nükleer Manyetik Rezonans Görüntüleme Uzun süren randevu bekleme süreleri, yüksek maliyet gibi nedenlerle manyetik rezonans görüntüleme stres reaksiyonlarının tanısında tercih edilen bir yöntem değildir. Femur boynu stres reaksiyonu ve kırıklarında olduğu gibi derin lokalizasyonlarda yardımcı olabilir. Tı ağırlıklı kesitlerde lineer sinyal kayıpları şeklinde görülürler. Bazen bu hat boyunca hipointens bir alan izlenebilir. T2 169 ağırlıklı görüntülerde eğer fokal ödem yoksa bu hat hiperintens izlenir. MR görüntüleri kemikte lizis başlamadan belirmemektedir. Bu nedenle ancak geç dönemde yararlı olabilmektedir (Osteaux M.et a1.,1991). Termografi Ülkemizde pek kullanılmayan bu yöntem aslında oldukça ucuzdur. Ancak yüzeyel kemiklerdeki patolojilerin izlenmesinde, spora dönüşün monitörizasyonunda yardımcı olabilmektedir. Rutinde fazlaca yer almamaktadır. Ultrasonik Emisyon Tedavi amaçlı ultrasonun stres reaksiyonlarının tanısında kullanılması mümkündür. 3 cm. çapında başlıkla 0.75 mHz ses dalgalarının etkilenen kemik üzerine direk olarak gönderilmesi rahatsız edici bir hassasiyete, basınç hissine hatta ağrıya yol açmaktadır. Bu yöntem ancak ek bir yardımcıdır. Tek başına tanı amaçlı kullanılmamaktadır. Skafoid kemik reaksiyonlarında erken dönemlerde direk grafilere üstünlüğü olabilir (Reid,1992). Sınıflama Çoğu kaynakta sporcularda tekrarlayan mikrotravmalara bağlı ortaya çıkan kemik patolojisi sadece stres kırığı olarak adlandırılmaktadır. Oysa henüz kırık hattı oluşmadan kemik dokunun verdiği bir reaksiyon söz konusudur. Bu nedenle güncel yaklaşımlarda bir sınıflama yapılması daha doğru olacaktır. Grade 4 olarak tanımlanan bir stres kırığı öncesinde kemik reaksiyonları görünmekte ve bunlar klinik bulgular açısından olarak farklılıklar göstermektedir Tedavi Stres reaksiyonları ve kırıklarının henüz özel bir tedavisi yoktur. Kemiğe binen yüklerinazaltılması için antrenman modifikasyonu yapılmalıdır. Lokalizasyona uyan kemiklere yük vermeden kondisyonel çalışmalar devam edebilir (Örneğin yüzme, kuvvet egzersizleri gibi). Klinik izlem ile yükler tedrici olarak arttırılabilir. Osteoporoz gibi eşlik eden patolojiler ayrıca tedavi edilmelidir. Ekstrakorporeal şok dalga tedavisiyle (ESWT) tedavide olumlu sonuçlar alındığına ilişkin araştırma sonuçları bulunmaktadır. Ayrıca bifosfonatlar reçetelenebilir. Spora ve aktiviteye dönüş içni, patolojiye ait semptomların iyice belirginleşmesi ve spora katılımın kısıtlanması için geçen süre kadar bir zaman dilimine ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Örneğin tanı konuluncaya kadar geçen süre 6 hafta ise, spora dönüş için gerekli olan ve aktivite kısıtlaması gerektiren minimum süre 6 hafta kadardır. Tablo : Bazı stres kırıklarında tedavi ve istirahat süreleri Stres Kırığı Tedavi Femur boynu En az 1 hafta yatak istirahati sonra yavaş yüklenmeler Deplase kırıkta cerrahi düşünülmeli 170 Talus (lateral process) 6 hafta alçılı immobilizasyon / varsa fragmanın cerrahi olarak eksizyonu Naviküler 6 hafta alçılı immobilizasyon Metatars başı 4 hafta alçılı immobilizasyon Sesamoid kemik 4 hafta alçılı immobilizasyon 5.metatars başı Perkutan vidalı fiksasyon veya alçılı immobilizasyon Anterior tibial korteks 6-8 hafta koltuk değneğiyle yüksüz aktivite veya intramedüller vidayla fiksasyon ÖNLEM Halen kanıta dayalı tıp çerçevesinde stress reaksiyonları ve kırıklarının önlenmesine yönelik bir yöntem bulunmamaktadır. Sınırlı sayıdaki araştırma ayakkabıların şok emici özelliğinin alt ekstremitede stress kırığına karşı koruyuculuğu olduğunu bildirmektedir. Germe egzersizleri veya kalsiyum alımının da koruyuculuğu tartışmalıdır. Erken tanı en önemli yaklaşım olarak kabul edilmektedir. SINIFLAMA (Jones et al.,1989 , Grimston & Zernicke, 1993) Grade 0 Grade 4 Grade 1 Grade 2 Grade 3 Normal Hafif Stres Orta Stres Ciddi Remodelasyon Reaksiyonu Reaksiyonu Reaksiyonu (+) (+) (+) (+) (-) (-/+) (+) Yapısal Asemptomatik Bozulma Değişiklik Yok Yok Belirgin Ağrı Lokal Lokal Belirgin/ciddi Şiddetli Aktivitede (+) (+) (+) Yanıt Stres Stres Kırığı Saptama Sintigrafi (+) Direkt grafi (+) palpabl kitle 171 Dinlenik (-) (+) Hassasiyet (+) KAYNAKLAR Loitz-Ramage B.J., Zernicke RF.,1996. Bone Biology and Mechanics, ed. Zachazewski J.E., Magee D.J. & Quillen W.S., 1996. Athletic injuries and rehabilitation, W.B.Saunders Co., 99-119 Reid D.C., 1992. Sports Injury: Assesment and Rehabilitation. Churchill Livingstone, New York, 103-128 Jones B.H., Harris J.M., Vinh T.N., et al., 1989. Exercise-induced stress fractures and stress reactions of bone; epidemiology, etiology, and classifıcations. Exerc. Sport Sci Rev, 17:379 Grimson S.K., Zernicke RF., 1993. Exercise-related stress responces in bone. J.Appl Biomech. 9:2 Osteauz M.,De Meirleir K., Shahabpour M.,1991. Magnetic resonance imaming and spectroscopy in sports medicine, Springer-Verlag, Berlin, 101-110 Jones B, Harris J, Tuyethoa V, Clint R, Exercise-Induced Stress Fractures and Stress Reactions of Bone: Epidemiology, Etiology, and ClassificationExercise and Sport Sciences Reviews: January 1989 - Volume 17 - Issue 1 - ppg 379422http://journals.lww.com/acsmessr/Citation/1989/00170/Exercise_Induced_Stress_Fractures_and_Stress.14.aspx http://ajsm.highwire.org/content/23/4/472.shortTibial Stress Reaction in Runners Correlation of Clinical Symptoms and Scintigraphy with a New Magnetic Resonance Imaging Grading System http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1748425/ Scott W Shaffer and Timothy L Uhl Stress Fracture Author: Jonathan C Reeser, Preventing and Treating Lower Extremity Stress Reactions and Fractures in Adults http://emedicine.medscape.com/article/309106-overview http://www.clinicalsportsmedicine.com/chapters/2.htm 172 Resim 1 : 21 yaşında profesyonel futbolcuda iskium kolunda stress kırığı (CT AP görüntüsü) Resim 2 : Aynı olgunun MR görüntüsü (Horizontal kesit) 173 174 Sıcak Hava Şartlarında Egzersiz – Sıvı Elektrolit Replasmanı Dr. Sadi KURDAK Günümüzde dünyanın en çok ilgi çeken spor dallarının başında futbol gelir. Modern yaşamın ekonomik ve sosyal gerçekleri nedeniyle futbol önemli bir meta halini almıştır. Gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu olarak da; futbol sezonları uzamış ve sporcular yıl içinde çok farklı çevresel koşullarda maç ya da antrenman yapmak zorunda kalmışlardır. Sıcak ve nemli ortamlarda yapılan sportif karşılaşmanın sayısı da bu nedenle artmıştır. Öte yandan yapılan çalışmalarda havanın sıcak olmasından kaynaklanan stresin, futbolcuları en çok zorlayan çevresel sorunların başında geldiği gösterilmiştir. Bu özelliği nedeniyle sıcak havalarda yapılan sportif aktivitelerde, futbolcuların sağlığından sorumlu olan ekibin sıcaklıkla ilgili hastalıklardan korunma ve tedavisi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olması gerekir. İnsanlar vücut iç sıcaklığının 10oC azalmasını tolere edebilirken, artan iç sıcaklık için bu rakamın 5oC olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda iskelet kaslarının kasılması sırasında ortaya çıkan toplam enerjinin yaklaşık % 25’lik bir bölümünün mekanik enerjiye dönüştürüldüğü, geri kalan % 75’inin ise ısı enerjisi olarak serbestleştiği gösterilmiştir. Bu nedenle fiziksel aktivite sırasında vücut iç sıcaklığında artış olması beklenilen fizyolojik bir yanıt olarak yorumlanır. Ancak sıcak havalarda yapılan sportif aktivitelerde vücut sıcaklığındaki artış tolerans sınırlarını zorlamaya başlar. Yükselen vücut sıcaklığı bir yandan homeostatik tepkimeler bütününü olumsuz etkilerken, bir yandan da sportif performansta azalmaya neden olur. Hipertermiyi önlemek ya da olası olumsuzlukları en aza indirmek için yapılacak uygulamalar sporcu sağlığının korunması yanında performansının da artırılabilmesi için önemlidir. Termoregülasyon Üst düzeydeki elit sporcular egzersiz sırasında metabolizma hızını, dinlenim koşullarına göre 15 – 20 kat artırabilir. Bir sporcuda metabolizma hızının 20 kCal/dk gibi yüksek bir seviyeye ulaştığı durumlarda, vücut sıcaklığını dengede tutmak için gereken savunma sistemlerinin hiç birinin devreye girmemesi, iç sıcaklığın 1oC /5 – 7 dk artmasına neden olur. Böylesi bir durumda sporcu yaklaşık 30 dakika içinde vücut sıcaklığındaki aşırı artış nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Hipertermik koşullarda devreye giren fizyolojik savunma mekanizmaları; öncelikle yaşam, sonrasında da sportif performans açısından önemlidir. Sıcaklık vücuttan kondüksiyon, konveksiyon, radyasyon ve/veya buharlaşma yoluyla uzaklaştırılır. Konveksiyon ve kondüksiyonda ısı, sıcak cisimden serin cisme aktarılır. Kondüksiyon ile kaybedilen ısı miktarını, birbirlerine temas eden iki yüzey arasındaki sıcaklık farkı belirler. Kondüksiyonda ise ısı aktarımı katı bir cisim ile etrafında hareket eden hava ya da sıvı arasında gerçekleşir. Serin hava koşullarında ve özellikle de radyasyonun etkisinin en aza indirildiği ortamlarda, bu yolla kaybedilen ısı miktarı vücut 175 sıcaklığındaki yükselmeyi engellemeye yeterli olur. Buna karşın sıcaklık kaybı ortam sıcaklığının vücut sıcaklığına eşit ya da daha yüksek olduğu koşullarda yapılan fiziksel aktivitelerde terleme ve terin buharlaşması yoluyla sağlanır. Sıcak ve kuru ortamlarda sıcaklığın %98’i buharlaşma ile kaybedilirken, havadaki nem oranın artması buharlaşmayı olumsuz etkiler ve ısı kaybı azalmaya başlar. Bu nedenle sıcak havayla ilgili yorumları yaparken, ortam sıcaklığıyla havadaki nem oranını bir arada değerlendirmek gerekir. Spor yaparken vücut sıcaklığında gözlenilen artışın ortam sıcaklığıyla ilişkili olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalar üst düzey sporcularda vücut iç sıcaklığının uzun süreli egzersizlerde 40oC’ın üstüne çıkabildiği rapor edilmiştir. Buna karşın vücut sıcaklığının kontrolsüz olarak artması durumunda vücut sıcaklığının 40.5oC’ı geçmesi sıcak çarpması olarak tanımlanan durumun ortaya çıkmasına neden olabilir. Burada, daha düşük iç sıcaklıklarda gözlemlenen sıcak krampları, sıcak senkopu, sıcaklık tükenmesi gibi durumlardan farklı olarak, yaşamsal açıdan çok daha tehlikeli sonuçları olabilen patolojik bir tablo tanımlanmaktadır (Tablo 1). Hastalık yorgunluk, baş dönmesi, bulantı, kusma, kognitif işlev kaybı gibi görece hafif bulgularla seyredebileceği gibi, ağır olgularda hipotansiyon, terlemenin durması, koma ve çoklu organ yetmezliği gibi ciddi bulguların ortaya çıkmasına neden olur. Bu nedenle termal stresin kompanze edilememesi sporcu için hayatı tehdit eden bir tablonun ortaya çıkmasına neden olur. Tablo 1: Klinik açıdan anlamlı vücut sıcaklık değerleri (oC) > 45 Acil tedavi yapılmadığında büyük olasılıkla ölüm > 40.5 Sıcak çarpması > 39.5 Belirgin hipertermi 38.5 – 39.5 Orta derecede hipertermi (sıcaklık tükenmesi) 37.2 – 38.5 Hafif hipertermi 36.5 - 37 Normotermi Hipertermi çalışmalarında kullanılan deney modellerinde çoğu kez, sabit bir yükleme ile gerçekleştirilen fiziksel aktiviteler sırasında ortaya çıkan termal yanıt değerlendirilmiştir. Buna karşın son yıllarda yapılan bir seri çalışmada, sıcak havada oynanan futbol maçlarında da sporcuların iç sıcaklığının 40oC’ın üstüne çıkabildiği gösterilmiştir. Maç sırasında futbolcuların zaman zaman durduğu, yüksek şiddetli fiziksel aktivitelerin maçın toplam süresi göz önüne alındığında çok da uzun bir zaman dilimini kapsamadığı ve termal stresin tehlikeli sınırları zorladığı gösterilmiştir. Sıcak havada oynanan futbol maçlarında, hipertermi ve dehidratasyonla beraber seyreden tablonun sporcular için olabileceğini unutmamak gerekir. Hipertermik koşullarda yapılan fiziksel aktiviteler sırasında verilen akut yanıt, en çok kalp ve damar sistemini etkiler. Özellikle hipertermik koşullarda, iç sıcaklığın vücudun dış katmanlarına transfer edilebilmesi için, derideki yüzeysel arter ve venlerde dilatasyon meydana gelir. Yapılan çalışmalarda deri kan akımından sorumlu subkutanöz damar ağında % 80 – 95 oranında vasodilatasyon meydana geldiği gösterilmiştir. Yapılan 176 çalışmalarda sıcak havalarda, vücut sıcaklığını sabit tutabilmek için kalp debisinin yaklaşık % 25’lik bir bölümünün bu damar ağını perfüze ettiği bilinmektedir. Bu sayede vücut yüzeyine ısının kondüksiyonla transferi de sağlanmış olur. Cilt kan akımının sıcak havalarda artması, diğer organ sistemlerine ulaşan kan miktarında azalmaya neden olur. Sıcak havalarda yapılan fiziksel aktiviteler sırasında gözlemlenen termal stresin dolaşım sistemi üzerinde yarattığı etki, dinlenim koşullarına oranla daha ciddi tehditlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Egzersiz sırasında vücudun oksijen gereksiniminin artması kalp ve damar sisteminin iş yükünü artırır. Deri kan akımında meydana gelen akut değişiklik tabloyu daha olumsuz yönde etkileyebilir. Hem cilt hem de kas dokusunu perfüze eden damar ağında görülen vasodilatasyon ard yükü azalttığından başlangıçta taşikardiye sonrasında da nabız basıncının artışına yol açabilir. Hipertermik koşullarda yapılan ağır egzersiz sırasında, kardiyak debinin sınırlarına kadar zorlanıyor olması, özellikle intraabdominal organ sistemlerinin perfüzyonunu azaltır. Bu tablo ilerleyen dönemde çoklu organ hasarlanmasına neden olabilir. Renal perfüzyon azalması sonucu ortaya çıkan akut tübüler nekroz, karaciğer hücre hasarlanmasına bağlı olarak karaciğer enzimlerinde artma ve mesenterik perfüzyonun azalması sonucu gastrointestinal bulgu ve semptomların ortaya çıkması bunun bazı örnekleridir. Problemin devam etmesi ensephalopati, rhabdomyoliz, akut respiratuar sendrom, asit-baz denge bozuklukları, elektrolit dengesizliği, intestinal infarktlar ile dissemine intravasküler kaoagulasyon gibi hemorajik sorunlara yol açabilir. Buharlaşmanın termoregülatuar mekanizmalar arasında en etkin yolak olduğu bilinmektedir. Buna karşın aşırı terleme sonrası gözlemlenen su kaybının dehidratasyona neden olduğu bilinmektedir. Plazma hacminde görülen azalma iskelet kasının perfüzyonunun azalmasına neden olur. Tabloya egzersiz sırasında ortaya çıkan akut hemodinamik değişikliğin eklenmesi iskelet kaslarının oksijenasyonunu olumsuz etkileyebilir. Bu durumda iskelet kasları enerji gereksinimlerini aerobik metabolizma yerine anaerobik yolaktan karşılamaya başlar. Hem iskelet kas dokusunda hem de kanda laktik asit konsantrasyonu beklenilenden daha etken artış gösterir. Elbette bu olumsuz tablo bireyin fiziksel aktivite sırasında normalden daha erken yorulmasına neden olur. Terlemenin başlaması vücuttan eş zamanlı olarak su ve elektrolit kaybına yol açar. Yapılan çalışmalarda elektrolit dengesinin bozulması performansı olumsuz yönde etkileyebilir ve istenmeyen bazı patolojik tabloların ortaya çıkmasına da zemin hazırlayabilir. Sıcaklıkla ilgili olası olumsuzlukların hipertermi, dehidratasyon ve elektrolit denge bozukluklarıyla bir arada değerlendirilmesi gerekir. Hipertermiyle ilgili sorunların ortaya çıkmasını hızlandırabilecek risk faktörlerinin bilinmesi alınması gereken önlemleri tanımlamak açısından önemlidir. İleri yaş, obesite düşük form durumu, sıcaklığa uyum sağlanmamış olmak, dehidratasyon, daha önce hipertermiye bağlı sorun yaşanması, ilaç kullanımı (diüretikler, beta blokerler, antikolinerjikler, fenoltiyazidler, butrifenolller, alkol, benzotropin, trifluoperazin, efedrin, amfetaminler, kokain, diyet hapları), uzun süre sıcağa maruz kalma (meslek nedeniyle ya da egzersiz amaçlı), akut gastroenterit, üst solunum yolu hastalığı, uyku bozukluğu, 177 uygun olmayan giysi giyilmesi bunlar arasında ön plana çıkmış predispoze başlıklar olarak tanımlanmıştır. Alınması gereken önlemler Bu bilgilerin ışığı altında sıcak havalarda spor yapan bireylerin alması gereken önlemleri vücudun soğutulması ile su ve elektrolit dengesinin düzenlenmesi olarak iki ana başlıkta tartışılmaktadır. Vücudun soğutulması Sıcaklıkla ilgili problemlerin riskini azaltabilmek için alınması gereken önlemlerin başında sporcuların hipertermiye verdiği bireysel yanıtın sorgulanmış olması gerekir. Buna karşın sporcuların sıcak havalara uyum sağlamış olması, hipertermiyle ilgili en önemli koruyucu uygulamaların başında gelmektedir. Elbette sıcak havalarda spor yapılan saatlerin ayarlanması hiperterminin önlenebilmesi için önemlidir. Futbolcularda hiperterminin yaratabileceği olumsuzlukları en aza indirebilmek için uygun giysileri giymeleri yanında, saha kenarında sporcuların soğutulması için gereken alt yapının hazırlanması faydalı olacaktır. Futbolculara maç ya da antrenman sırasında düzenli aralıklarla su içme izni verilmelidir. Uzun süreli aktivitelerde saf su yerine sodyum ve karbonhidrat içeren sıvıları tüketmesinin daha faydalı olabileceği belirtilmektedir. Vücut iç sıcaklığının 40.5oC’yi aştığı durumlarda soğutmaya hızlı başlanmasının hayati önemi olabilir. Soğutma sırasında iç sıcaklığın 0.2oC/dakikalık hızla, 30 dakika içinde 39oC’ın altına indirilmesi hedeflenir. Sıcaklık kaybı: Yapılan çalışmalarda sıcaklık kaybında devreye giren ana savunma mekanizmasının terleme ve terleme sonrası derinin üstünde biriken su tabakasının buharlaşması olduğu gösterilmiştir. Bir litre suyun buharlaşması sırasında vücuttan yaklaşık 580 kCal’lik enerji uzaklaştırılır. İnsan vücudunda bulunan 2-4 milyon ter bezinden salgılanan terin su ve iyon içeriği bir arada değerlendirildiğinde; terleme hızındaki artışın bir yandan su bir yandan da iyon kaybına neden olabileceğini unutmamak gerekir. Terle, suyun yanında bir miktar da iyon kaybedildiğinden, sıvı replasman stratejisini belirlerken elektrolit kaybını da değerlendirmeye almak gerekir. Terleme miktarını belirleyen faktörler irdelendiğinde 3 ana unsurun terleme hızını düzenlemede ön plana çıktığı görülmektedir. Bunlar; Ortamla temas eden deri yüzey alanı Ortam havasının sıcaklığı ile nem oranı Vücudun etrafında hareket eden hava akımı. Yukarıdaki değişkenler içinde buharlaşma hızını belirleyen en etkin unsur havanın bağıl nem oranıdır. Buharlaşma yoluyla ısı kaybı olabilmesi için cilt yüzeyindeki suyun buharlaşması gerekir. Özellikle havadaki nem oranının artması, vücut yüzeyinde birikmiş 178 olan su tabakasının buharlaşma hızını azaltır. Böylesi bir durumda terleme beklenilen faydayı sağlamaz ve birey gereksiz yere vücudundan su kaybeder. Yüksek şiddette spor yapan bireylerin, sıcak ve nemli ortamlarda, hipertermi ile su kaybı ve elektrolit dengesindeki bozuklukların yarattığı olumsuzlukların üstesinden gelmek zorunda kalır. Bu arada bireylerin cilt üstünde birikmiş teri kurulamaları, buharlaşma olmaksızın sıvı kaybına neden olacağından, vücudun soğumasını olumsuz etkiler. Hidrasyonun performans üzerine etkisi Sıcak havalarda fiziksel aktivite yapan sporcuların aşırı terleme sonucu dehidrate olabilecekleri bildirilmektedir. Futbolcunun maça ya da antrenmana dehidrate başlanması tabloyu daha da olumsuz etkiler. Sporculara fiziksel aktivite sırasında su içmeleri için yeterli zamanın verilmediği durumlarda dehidratasyonun daha da belirginleşeceği, vücut sıcaklığının giderek artacağı ve sonucunda da performanslarının olumsuz yönde etkileneceği gösterilmiştir. Bu arada dehidratasyon ve hiperterminin metabolik süreci de olumsuz yönde etkileyeceği bilinmektedir. Bütün bu olumsuzlukların bir arada görülmesi, metabolizmada aerobik tepkimelerin yerini anaerobik tepkimelerin almasına neden olur. Yapılan araştırmalarda vücut ağırlığının %2’den fazlasının terle kaybedilmesinin, performans azalmasına neden olabileceği gösterilmiştir. Rehidratasyon Fiziksel aktivitenin başlamasını izleyen dönemde, artan vücut sıcaklığının bir sonucu olarak bireyler hızla terlemeye başlar. Terleme hızı ise bireylere ya da çevre koşullarına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Egzersizin süre ve şiddeti, kullanılan giysilerin türü ve tipi, ortam sıcaklığı ve nem oranı gibi değişkenler yanında sporcunun bireysel özelliklerinin terleme hızını belirleyen unsurlar olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında vücut ağırlığı, bireyin sıcağa uyum göstermiş olup olmaması, genetik özellikleri yanında metabolik etkinliği gibi kavramlar terleme hızını etkileyen unsurlar arasında sayılmaktadır. Sporcuların terleme hızının bireyler arasında farklılık gösterebileceği, sportif aktivitenin türünün de terleme hızını değiştirebileceğini göz ardı etmemek gerekir. Terleme hızının, bireyler arasında farklılık yaratabilecek değişkenleri akılda tutmak koşuluyla, ortalama 05- 2 lt/saat arasında değişebileceği bildirilmektedir. Ancak ortalama değerler geniş bir aralıkta değişkenlik gösterdiğinden, sporcuların rehidratasyonu ile ilgili bir strateji belirlemeden önce, bireysel terleme hızı tespit edilmelidir. Sporcular terleme sırasında su ile beraber bir miktarda elektrolit kaybeder. Terdeki iyon içeriği de, aynı terleme hızında olduğu gibi, bireyin genetik özellikleri yanında sıcaklığa gösterdiği uyuma bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bireylerin terle kaybettikleri iyon miktarını ortalama bir değerle doğru olarak ifade etmek mümkün değildir. Doğru veriye ulaşılabilmek için sporculara ter analizi yapmak gerekir. Yapılan çalışmalarda terdeki ortalama Na içeriğinin 35 mEq/lt (10 – 70 mEq/lt aralığında), K içeriğinin 5 mEq/lt (3 – 15 179 mEq/lt aralığında), Ca içeriğinin 1 mEq/lt (0.3 – 2 mEq/lt aralığında), Mg içeriğinin 0.8 mEq/lt (0.2 – 1,5 mEq/lt aralığında) ve Cl içeriğinin ise 30 mEq/lt (5 – 60 mEq/lt aralığında) olduğu tespit edilmiştir. Bu farklılığın cinsiyet ve yaştan bağımsız olarak değişkenlik göstermesi, ölçüm yapılmaksızın yorumlamayı olanaksız hale getirmektedir. Sıcaklığa uyum sağlayan bireylerin ter bezlerinde iyonların geri emilim hızı arttığından, sporcuların terle kaybettikleri iyon miktarı, uyum sağlamamış olanlarla karşılaştırıldığında % 50 oranında azalabilmektedir. Sıcak ortamda yapılan fiziksel aktivitelerin su ve elektrolit dengesi üzerinde yaratacağı etkileri iki ana başlıkta özetlemek mümkündür. Bunlar: Özellikle sıcak ve nemli ortamlarda yapılan fiziksel aktiviteler sırasında terle fazla miktarda su ve iyon kaybı meydana gelir. Sporcular arasında aktivitenin türü ve bireysel özelliklerine bağlı olarak su ve elektrolit kaybı değişkenlik gösterir. Vücut, su dengesini kendi ağırlığının %0.2 – 0.5 aralığında kontrol edebilme yeteneğine sahiptir. Sporcuların hidrasyonuyla ilgili yorum yapabilmek için, günlük su alımıyla kaybı arasındaki oran izlenmelidir. Yapılan çalışmalarda egzersiz sırasında kaybedilen su ve elektrolitlerin sağlıklı bir diyet ile 8 – 24 saat içinde yerine konulabileceği gösterilmiştir. Su dengesi vücut ağırlığı yanında farklı biyokimyasal değişkenleri kullanarak da değerlendirilebilir (Tablo 2). Bunlar içinde kolay uygulanabilen nesnel bir yöntem olması nedeniyle idrar özgül ağırlığının ölçümü ön plana çıkar. İdrar özgül ağırlığının 1.020’den küçük olması bireyin euhidrate olduğunu gösterir. Sporcuların euhidrate olduklarını işaret eden bir diğer laboratuar bulgusu idrar osmolalitesinin 700 mOsmol’ün altında olmasıdır. Öte yandan hiçbir ölçümün yapılamadığı durumlarda idrar miktarı ile renginin değerlendirilmesi, bireyin hidrasyon seviyesi hakkında dolaylı da olsa bilgi vermektedir. Tablo 2: Hidrasyon seviyesini takip etmede kullanılan değişkenler: Ölçülen değişken Pratik kullanım Değerlilik (Akut ve kronik değişiklikler) Euhidratasyon sınırı Total vücut sıvısı Düşük Akut ve kronik <%2 Plasma osmolalitesi Orta Akut ve kronik < 290 mOsmol İdrarın özgül ağırlığı Yüksek Kronik < 1.020 gr/mlt İdrar osmolalitesi Yüksek Kronik < 700 mOsmol Vücut ağırlığı Yüksek Akut ve kronik <%1 Bireyin sıvı açığının kapatılması sürecinde idrar analizlerinin yapılmasının yanıltıcı sonuçları olabilir. Dehidrate bir sporcunun çok kısa bir zaman aralığında aşırı miktarda hipotonik sıvı tüketmesi idrar yapımını tetikler. Su alımının yarattığı diüretik etki rehidratasyon sürecinin uzamasına neden olur. Ancak bu dönemde yapılan idrar analiz sonuçları, euhidrate bir bireyin değerlerini taklit edeceğinden, elde edilen veriler çoğu kez gerçek durumu yansıtlamayabilir. Olası yanlışlıkları en aza indirebilmek için ya sabah 180 ya da rehidrasyon ile ilgili bir uygulamanın yapılmasını izleyen birkaç saat sonrasına ait idrar örneklerinin değerlendirilmeye alınması gerekir. Bireyin hidrasyon seviyesini değerlendirmede kullanılacak çok temel bir diğer değişken de, sabah tuvalet gereksinimini giderdikten sonra vücut ağırlığının aç karnına ölçülmesidir. Normal şartlar altında sağlıklı bir bireyin vücut ağırlığı, ardışık günlerde %1’den daha fazla sapma göstermez. Bu değerlendirmenin doğru yapılabilmesi için, başlangıç vücut ağırlığının aynı yöntemle 3 gün ard arda ölçülmüş olması gerekir. Kadınlarda ise vücut ağırlığı izlenirken, menstrüel döngü sırasında meydana gelen hormonal değişikliklerin vücut ağırlığı üzerinde etkisi olabileceğini unutmamak gerekir. Egzersiz Öncesi Sıvı Yüklemesi Ana amaç sporcunun fiziksel aktiviteye euhidrate ve normal plazma elektrolit dengesiyle başlamasıdır. Sağlıklı bir bireyin yeteri miktarda sıvı tükettiği, gerekli gıdayı aldığı ve aktivite öncesi 8 – 12 saatlik süre içinde iyi dinlendiği koşullarda euhidrate olması beklenilir. Öte yandan koşulların olumsuz seyrettiği, bireyin dehidrate olduğu ve erken dönemde fiziksel aktivite yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda hidrasyonun sağlanabilmesi için daha yoğun rehidratasyon programları uygulamak gerekebilir. Bireyin spora yeniden başlayabilmesi için hidrasyon ve elektrolit dengesi yeniden kurulmuş olmalıdır. Sportif müsabaka öncesi yapılan rehidrasyon girişiminde ana amaç bireyin küçük porsiyonlarla ancak sık aralıklarla su içirerek hidrate olmasını sağlamaktır. Karşılaşmadan en az 4 saat öncesinde 5-7 (ml/kg vücut ağırlığı) suyu tüketmiş olması gerekir. Bunu izleyen 2 saatlik süre içinde sporcunun idrar çıkarmaması ya da idrar renginin koyu olması durumunda fazladan 3-5 (ml/kg vücut ağırlığı) suyu tüketmeleri gerekir. Bu arada sporcuların tükettiği sıvının içinde 20 – 50 mEq/lt Na bulunması ya da ağırlıklı olarak Na içeren bazı hafif gıdaları tüketmiş olmaları, vücuda alınan suyun tutulmasına yardımcı olacaktır. Öte yandan elektrolit miktarının fazla olması, susuzluk hissini aktif tutacağından su dengesinin kurulmasında faydalı olacaktır. Ancak su alımının fazla olması durumunda dilüsyonel hiponatremi gibi istenmeyen bir tablonun ortaya çıkabileceğini de unutmamak gerekir. İçilen sıvının tadı ve sıcaklığı da (15 – 21oC) içimi kolaylaştıran unsurlar arasında sayılır. Egzersiz sırasında sıvı alımı Egzersiz sırasında sıvı alımının ana amacı vücut su kaybını, vücut ağırlığının % 2’sinden daha düşük bir seviyede tutmaktır. Elbette su kaybını fiziksel aktivitenin türü, şiddeti, ortam sıcaklığı ve bireyin terleyebilme kapasitesine etki yapan fizyolojik özellikleri belirler. Uzun süreli fiziksel aktiviteler sırasında düzenli sıvı alımının hayati önemi olabilir. Herhangi bir bireyin fiziksel aktivite sırasında ne kadar terlediğini ortalama değerlere bakarak genellemek mümkün değildir. Fiziksel aktivite sırasında terleme miktarını belirlemenin en basit yolu; sporcuların egzersiz öncesi ve sonrasında vücut ağırlığını ölçmektir. Bireyin terleyebilme özelliği aynı ortam ve benzer türdeki fiziksel etkinliklerde çok belirgin bir değişiklik göstermez. Futbolcuların sıcak havada yapılan fiziksel aktiviteler sırasında terle kaybettikleri su ve elektrolit miktarının belirlenmiş 181 olması gerekir. Bir başka ifadeyle sporcularının sağlığından sorumlu ekibin sporcuların terleme özelliklerini daha önceden değerlendirmeye almış olması gerekir. Nitekim hekim bu bilgiyi sporcuların rehidrate edilmelerinde izlenecek stratejiyi belirlemede kullanacaktır. Bu nedenle tek bir sıvı değerini esas alarak sıvı açığını kapamaya çalışmak çok doğru değildir. Ancak uzun süreli fiziksel aktiviteler sırasında saatte 0.4 – 0.8 litre arasında sıvı tüketmenin açığı kapamada yeterli olabileceği bildirilmektedir (içilmesi önerilen sıvı hacminin 2 misli sapma gösterdiğine dikkat ediniz). Öte yanda değerlendirilmesi gereken bir diğer konu da sporcuların kaybettikleri elektrolitleri yerine koyma noktasında ortaya çıkar. Terdeki elektrolit kaybı da bireyler arasında farklılık gösterir. Bu nedenle tek bir reçete ile genelleme yaparak elektrolit açığının yerine konulması doğru değildir. Ancak sıvı açığını kapatmak amacıyla kullanılan sporcu içeceklerinin içinde bulunan yaklaşık 20 – 30 meq/l Na ve anyonu olan Cl ile 2-5 meq/l potasyum ve % 5 – 10’luk karbonhidrat ile hazırlanan sporcu içeceklerinin kayıpları yerine koymada yeterli olabileceği düşünülmektedir. İçeceğin içindeki elektrolitler, iyon açığını kapama yanında, susama dürtüsünü uyarır. Hava sıcaklığı, egzersizin türü, süresi ve bireyin kişisel özelliklerinin enerji ve iyon gereksinimini belirlemede etken olduğu bilinmektedir. Egzersiz sonrası süre Egzersiz sonrası dönemde yapılan sıvı ve elektrolit yüklemesinin amacı, futbolcunun maç ya da antrenman sırasında ortaya çıkan bütün açığını kapatmaktır. Gün içinde yapılacak ikinci fiziksel aktivitenin birinciyi izleyen 12 saatten daha kısa bir zaman aralığında yapılacak olması durumunda, hızlı rehidratasyon stratejilerin uygulanması zorunludur. Buna karşın, sporcuların rehidrate olmak için önünde uzun bir zaman diliminin olduğu durumlarda, futbolcuların sıvı ve elektrolit açığını günlük gıda ve sıvı alım alışkanlıklarında ciddi değişiklik yapmadan kapatmaları beklenilir. Sodyum açığının giderilmediği durumlarda, sıvı alımının idrar yapılmasını artıracağı hatırlanacak olursa, kısa zaman dilimlerinde saf su kullanarak euhidrasyonun sağlanması mümkün olamayabilir. Bu nedenle içilen sıvıda az da olsa bir miktar elektrolitin bulunması önemlidir. Hızlı rehidrasyonun amaçlandığı koşullarda alınan sıvı miktarı terle kaybedilen sıvı miktarından % 50 daha fazla olmalıdır. Bir başka ifadeyle sporcular terle kaybettikleri 1 litre sıvıya karşılık kendilerinden 1.5 litre sıvı tüketmeleri istenmelidir. Fazladan tüketilen sıvının, alımını izleyen dönemde ortaya çıkacak idrar hacim artışını kompanze etmede önemli olacağı düşünülmektedir. Sonuç Sıcak havalarda yapılan sportif aktiviteler sırasında vücut sıcaklığındaki artış yanında, su ve elektrolit dengesinde meydana gelen bozulma sporcular için olumsuz bir süreci başlatabilir. Yapılan çalışmalarda bu olumsuz tablonun sportif performansı azaltabileceği gösterilmiştir. Sporcuların sıcak havadan en az etkilenmesini sağlayacak önlemlerin alınmış olması, sporcuların performans ve sağlığını koruyacaktır. Soğuma yanında futbolcuların rehidrasyon sürecinin izlenmesi gerekir. Dehidratasyonun ciddi 182 komplikasyonları ortaya çıkmadan önce, eksikliklerin en kısa zamanda giderilmesinin, hayati önemi olabilir. Futbolcuların sağlığından sorumlu tüm takım görevlilerin, söz konusu olumsuzlukların önüne geçmek için alınması gereken önlemler konusunda bilgi sahibi olmaları, istenmeyen tabloların ortaya çıkmasını engelleyecektir. Kaynakça: 1. Kurdak SS., Shirreffs SM, Maughan RJ., Özgünen KT, Zeren C., Korkmaz S. Yazıcı Z., Ersöz G., Binnet MS., Dvorak J. Hydration and sweating responses to hot-weather football competition. Scand J Med Sci Sports 2010: 20(Suppl. 3) doi: 10.1111/j.16000838.2010.01218.x 2. McArdle WD, Katch FI, Katch VL. Exercise Physiology; Energy, Nutrition, and Human Performance. Bölüm 25. Exercise and Thermal Stres, Sayfa 637 – 665. Lippincott Williams & Wilkins, 6. Baskı, 2007. 3. Özgünen KT., Kurdak SS., Maughan RJ., Zeren C., Korkmaz S., Yazıcı Z., Ersöz G., Shirreffs SM., Binnet MS., Dvorak J. Effect of hot environmental conditions on physical activity patterns and temperature response of football players Scand J Med Sci Sports 2010: 20 (Suppl. 3) doi: 10.1111/j.1600-0838.2010.01219.x 4. Sawka MN, Burke LM, Eichner ER, Maughan RJ, Montain SJ, Stachenfeld NS. Exercise and Fluid Replacement. Med. Sci. Sports Exerc. 2007;39 (2): 377–390. 5. Sawka MN, Young AJ. Physiological systems and their responses to conditions of heat and cold. In: Tipton CM, Sawka MN, Tate CA, Terjung RL, editors. ACSM’s Advanced Exercise Physiology, Lippincott Williams & Wilkins; 2006. p. 535 – 563. 6. Taylor NAS, Kondo N, Kenney WL. The physiology of acute heat exposure, with impications for human performance in the heat. In: Taylor NAS, Groeller H, editors. Physiological bases of human performance during work and exercise Churchill Livingstone Elseveir; 2008. p. 431 – 358. 183 184 Triyaj Uygulaması Dr. Korhan TAVĠLOĞLU 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 Kardiyopulmoner Resusitasyon Uygulaması Dr. Erdem KAġIKÇIOĞLU 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211