Ertelenmiş Hayal: Şikago Mimarisi, kültür-sanat etkinlikleri, görülmeye değer yeşil alanları ve sıcakkanlı insanlarıyla zamanın hızla aktığı şehre, bu yılın haziran ayında gitme fırsatını buldum. Uçağa binene kadar gerçekleştiğine inanmakta zorlandığım hayalim, uçaktan indikten sonra yerini saf heyecana bıraktı. Havaalanında uzun süren işlemlerden sonra yıllardır orada yaşayan teyzemin beni havaalanından almasıyla gezim başlamış oldu. İlk bakışta dikkatimi çeken özellik yeşil alanların ve yol boyunca uzanan ağaçların fazlalığı oldu. Ankara’da yaşayan biri olarak uzun, gri binalarla dolu bir şehirden sonra yine gri fakat daha da uzun binaların yanında dikkati bu denli çeken yeşil renk bu şehri ilk dakikalardan sevmeme sebep oldu. Şehrin en büyük parklarından biri olan Millenium Park, büyük bir yeşil alan olmasının yanında kültürsanat etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor. Yaz boyunca her Salı günü şehirde çekilmiş, klasikleşmiş filmler dev bir ekrandan gösteriliyor. Aynı alanda yaz boyunca her Cumartesi günü de çeşitli müzik türlerinden oluşan konserler veriliyor. Bu alanda yapılan etkinliklerin ücretsiz olması da büyük bir kalabalığın ilgisini çekiyor. Parkın bir başka alanında ise yine konserler oluyor. Bilet alanlar sahneye daha yakın yerlerde olsa da, biletsiz de konserleri izleyip, müziği dinlemek mümkün. Yine parkın içinde şehrin sembollerinden olan çeşme bulunuyor. Başka bir alanda ise şehrin en bilinen sembolü fasulyeye benzerliğiyle “The Bean” ziyaretçileri çekiyor. Benim bu gezide en beğendiğim ve en çok vakit geçirdiğim yer bu park oldu. Genel olarak şehrin her parkında önünüzden geçen ya da ağaca tırmanan sincaplar görmek mümkün. İnsanlardan korkmuyor olmaları ise fotoğraf çekmeyi kolaylaştırıyor. Şehrin en işlek caddesi olan ve Magnificient Mile ya da Michigan Avenue adıyla bilinen cadde alışveriş yapmayı sevenler için bir cennet. Caddedeki mağazalar her yaşa, her zevke hitap ediyor. Ürünlerin fiyatlarının Türkiye fiyatlarına göre daha ucuz olması da avantajlar arasında. Cadde çok kalabalık olmasına rağmen, hiç kimsenin düzeni bozmadan yürümesi, kimsenin kimseyi engellememesi dikkat çekiyor. Kazara birinin kolunuza değmesi -çarpması bile değil- kişinin özür dilemesine sebep oluyor. İnsanların birbirine dikkatle bakmayışı, herkesin kendi işiyle ilgileniyor oluşunun yanında yardıma ihtiyacınız olduğunda insanların kayıtsız kalmayışı, kalıplaşmış Amerikalıların umursamaz insanlar olduğu fikrini yok ediyor. Bunun nedenini sorduğumdaysa aldığım yanıt bunun orta batıya ait bir özellik olduğu ve aynı davranışları her yerde, örneğin; New York’ta göremeyeceğim oldu. İnsanların yaşadığı yerler genel olarak birbirine benzeyen iki ya da üç katlı evlerden oluşurken şehir merkezine daha yakın olan büyük konutlarda yaşamak da mümkün. Trafik günün neredeyse her saati yoğun olsa da düzen sayesinde problem yaşamadan varacağınız yere ulaşabiliyorsunuz. Bisikletle ulaşım da seçenekler arasında. Şehrin birçok noktasında bisiklet kiralayabileceğiniz yerler var. Tek kural saatte bir bisikleti o alanlardan birine götürüp ödemeyi yapmak. Trenle ulaşım da çoğunluğun kullandığı bir yöntem. Karmaşık tren haritasını çözmeyi başarabilenler için kolaylık olsa da yanlış trene binmek çok olası. Semtlerin birbirine olan benzerliği de doğru yere gitmeyi zorlaştırıyor. Şehrin en büyük özelliklerinden biri de mimarisi. Gökdelenlerin süslediği şehir, 1871 yılında çıkan büyük yangından sonra yeniden ve daha modern şekilde inşa edilmiş. Şehirde yapılan nehir turuyla bu binaların hepsine yakından bakıp rehber sayesinde her bina hakkında bilgi sahibi olunabiliyor. Görülen her bina, teknedeki herkesi kendine hayran bırakıyor. Şehrin en yüksek binası Sears Tower adıyla bilinen kule olsa da bu binanın gerçek adı Willis Tower. Binanın 103. Katına uzun bir sıra bekleyerek çıkılabiliyor ve buradan altı cam olan bir balkona çıkıyorsunuz. Görülen manzara ise beklenen sıraya değiyor. Şikago, Michigan Gölü’ne kıyısı olan bir şehir. İnsanlar yaz aylarında hafta sonlarını göle girerek geçiriyor. Cumartesi günleri çok kalabalık olan sahilde yüzmek kadar güneşlenmek ve yürümek de mümkün. 1010 metre uzunluğundaki iskelenin adı ise Navy Pier ve gölün kenarındaki alana bir eğlence parkı kurulmuş. Aynı zamanda her hafta Çarşamba ve Cumartesi günleri buradan havai fişekler atılıyor ve büyük bir kalabalık bu gösteriyi izliyor. Ayrıca burada büyük bir dönme dolap var. En tepeye çıktığında hem gölü hem de yüksek binaları görebiliyorsunuz. Amerika birçok kültürün birleşiminden oluşan bir ülke olduğundan yemek kültürleri de birçok farklı yemeği barındırıyor. Şikago gezim boyunca benim en beğendiğim ve çokça tükettiğim yiyecek pizza oldu. Bunda pizzanın lezzetinin yanında gezinin ilk günlerinde yediğim ve damak tadıma hiç uymayan Tayland mutfağı yemeklerinin etkisi büyük. O günden sonra yemek konusunda daha tekdüze gitmeye karar verdim fakat değişik tatlar denemek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Şikago’ya özgü bir pizza çeşidi olan ve Deep Dish Pizza adını verdikleri kalın pizza hamuru ve içine koydukları sebzelerle lezzetli bir öğün oluyor. Pizzayı en güzel yapan yer ise şehirdeki çoğu insanın uğrak yeri olan Giordano’s. Ayrıca ızgara et de şehirdeki çoğu insanın tercih ettiği bir seçenek. Her yıl temmuz ayında yapılan Taste of Chicago, Şikago’nun en bilinen restoranlarının stant kurduğu ve girişte aldığınız yemek fişleriyle yemek aldığımız, benim beğendiğim bir festival oldu. Hoşçakal Şikago… Artık gerçeksin… Şikago her özelliğiyle kendini sevdiren, yaşaması kolay olan ve elime geçen ilk fırsatta yeniden gitmek istediğim bir şehir oldu. Bir ayın sonunda Ankara’ya geri dönmek ise Şikago’nun tüm güzelliğine rağmen paha biçilemez. Deniz Çağlar Fotoğraflar: Deniz Çağlar 21501571