Türkçe Olimpiyatları ve zulüm yılları Futbol artık Almanların kazandığı oyun değil İstatistikler futbolun sonunda Almanların kazandığı bir oyun olmaktan artık çıktığını gösteriyor. Kulüpler düzeyinde Almanlar İspanyollarla rekabet etmekte zorlanıyor. Türkçe Olimpiyatları karabasanların ve kırk haramilerin çöktüğü ülkemizde şimdilik yapılamıyor. Ama 160 ülke bağrını açmış bekliyor. EFE YIĞIT’IN SPOR DOSYA’SI 18’DA VEYSEL AYHAN’IN YORUMU 4’TE GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 176 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ WWW.TR724.COM — @TR724COM FOTOĞRAF: AFP İçi boşaltılan ordu siyasallaşıyor mu? S üreçten en fazla zarar görenlerin başında Türk Silahlı Kuvvetleri geliyor. Olaylara karışmamış veya kendilerini bir anda olayların içerisinde bulmuş binlerce masum asker, evrensel hukuk açısından kabulü mümkün olmayan gerekçelerle, teröristlikle suçlandı, ihraç edildi ve tutuklandı. Hukukun üstün olduğu hiçbir ülkede söz konusu dahi olamayacak keyfilikler ve hukuksuzluklar, Kanun Hükmünde Kararnamelerle ve idari kararlarla defalarca tekrarlandı. Yapılan hukuksuzluklara dayanak olarak bir yerlerde hazırlanan, hukuken temelsiz ve keyfi listeler pervasızca kullanıldı, kullanılıyor. Dahası, Ordu içindeki disiplin ve güven baltalanarak; zorla, tehditle ve bazen de ödül vaat edilerek Ordu mensuplarının birbirlerini kinle, garezle veya ideolojik gerekçelerle gammazlamaları için kapılar sonuna kadar açıldı. Çok sayıda Ordu mensubu arkadaşlarının isimlerini karalamak ile mesleklerini kaybetmek, dahası hapsedilmek ve işkence görmek arasında bırakıldı. GÖKSEL İLHAN YAZDI, 2 VE 3’TE Kraliçe’nin ölümünü bekleyen prens Denetleyemeyen demokrasi dönemi… E n beklenmedik hamle CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke’den geldi. Partideki görevlerinden istifa edip, “Mevcut yönetim anlayışının parçası olmayı uygun bulmuyorum” dedi. 16 Nisan’dan sonra partisinin gerekli adımları atmadığını dile getirdi. AKP içindeki muhaliflerin bırakın istifayı, görüşünü bile dile getirmekten korktuğu bir siyasi ortamda Böke’nin CHP yönetimini eleştirmesi bence çok erdemli bir hareket. VEHBI ŞAHIN’IN YORUMU 12’DE Hakimlik zor zanaat Cuma’nın yükümlülük şartları MEHMET YILDIZ’IN YORUMU 7’DE A. SALIH GÜVEN’IN YORUMU 14’TE Namık Kemal’in ruhu, Egemen Bağış’a huluk ederse Egemen Bağış’ın Metehan Demir’le yaptığı ve sızdırılan telefon görüşmesi internete düşüyor. Ses kayıtlarında Bağış’ın Kur’an’ın en uzun süresi olan Bakara ile dalga geçtiği ortaya çıkıyor: “Her Cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara.’’ Yani Bağış, kapalı kapılar ardından iftarını açtığı Ramazan ayında inen Kur’an’ın bir süresi ile alay ediyor. Adeta Namık Kemal’in ruhu, Egemen Bağış’a hulul ediyor. ZÜBEYR CESUR’UN YORUMU 16’DA 02 08 mart 2017 pazartesi Göksel İlhan Gokselilhan@Tr724.com analiz İÇİ BOŞALTILAN ORDU SİYASALLAŞIYOR MU? 16 Nisan Referandumunda Erdoğan ve yandaşlarının istediklerine ulaşabilmek için Anayasa’yı ve kanunları gözlerini kırpmadan nasıl çiğneyebildiğini bir kez daha gördük. Yüksek Seçim Kurulu, ülkenin rejiminin ve geleceğinin oylandığı Anayasayı ve Seçim Kanununu açık şekilde çiğneyerek suç işledi. Ülkede rejim değişimi oldu bittiye getirildi, milli irade hiçe sayıldı, en önemlisi geleceğimiz büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakıldı. Aslında ülkemizde uzunca bir süredir, Anayasa ve Kanunlar tanınmıyor ve açıkça çiğneniyor. 15 Temmuz sonrası yayınlanan hukuksuz kararnameler marifetiyle yapılan ihraçlar ve tutuklamaların 16 Nisan’da yapılandan hiç bir farkı yok. 15 Temmuz olayları bahane edilerek şu ana kadar yüzbinden fazla insan işinden atıldı, elli bine yakın insan tutuklandı. Hukuksuz ve temelsiz ihraçlar, keyfi tutuklamalar ve örnekleri sıkça görülen insanlık dışı işkenceler tüm Türkiye’nin ve dünyanın gözü önünde gerçekleşmeye devam ediyor. Ne yazık ki bu olanlara “hukuksuzluk” diyebilenlerin sayıları da çok fazla değil. “Adalet ve Hukuk”un ülkemize bir gün geri döneceği muhakkak. O gün mağduriyetlerin bir kısmı elbette giderilecek, ancak geride telafi edilemeyecek bireysel ve kurumsal mağduriyetlerin kalacağı da bir gerçek. En azından, masum insanların isimlerinin çarşaf çarşaf yayınlandığı KHK listeleriyle dünyaya terörist olarak ilan edilmiş olması gerçeğini değiştirmek mümkün olmayacak. Binlerce insan işini kaybetti... Bir kısmı sağlığını kaybetti, bir kısmı hayatını… Hesaplaşmanın bir kısmının da mahkeme-i kübraya kalacağı muhakkak görünüyor. Sürecin en çok kaybedeni TSK Süreçten en fazla zarar görenlerin başında Türk Silahlı Kuvvetleri geliyor. Olaylara karışmamış veya kendilerini bir anda olayların içerisinde bulmuş binlerce masum asker, evrensel hukuk açısından kabulü mümkün olmayan gerekçelerle, teröristlikle suçlandı, ihraç edildi ve tutuklandı. Hukukun üstün olduğu hiçbir ülkede söz konusu dahi olamayacak keyfilikler ve hukuksuzluklar, Kanun Hükmünde Kararnamelerle ve idari kararlarla defalarca tekrarlandı. Yapılan hukuksuzluklara dayanak olarak bir yerlerde hazırlanan, hukuken temelsiz ve keyfi listeler pervasızca kullanıldı, kullanılıyor. Dahası, Ordu içindeki disiplin ve güven baltalanarak; zorla, tehditle ve bazen de ödül vaat edilerek Ordu mensuplarının birbirlerini kinle, garezle veya ideolojik gerekçelerle gammazlamaları için kapılar sonuna kadar açıldı. Çok sayıda Ordu mensubu arkadaşlarının isimlerini karalamak ile mesleklerini kaybetmek, dahası hapsedilmek ve işkence görmek arasında bırakıldı. Modern demokrasilerin aksine, TSK’nın yapısı ve işleyişi uzunca bir süredir şeffaflıktan oldukça uzak. Demokratik ülkelerde olduğu gibi halkın en alt seviyede bilgi edinme ihtiyacı karşılanmıyor. Bunun yerine “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” söylemleriyle, Ordu kendisini sürekli övüyor ve yaptıklarını göklere çıkarıyor. Böyle olunca, TSK’nın olduğunu ne politikacılar ne de halk bilebiliyor. Özellikle 15 Temmuz sonrasında içi tam anlamıyla boşaltılan TSK’nın, tasfiye ve yıkım sürecinden nasıl etkilendiğini, gücünü koruyup koruyamadığını,dahası gerektiğinde ülke savunması görevlerini ne denli yerine getirebileceğini 08 mart 2017 pazartesi 03 analiz 02. SAYFADAN DEVAM Sosyal medyada kendisine karşı yapılan en küçük bir hakareti bile affetmeyip demir parmaklıklar arkasına gönderen Erdoğan rejiminin, çok bilinen muhalif internet sitelerinde yuvalanmış bu emekli askerlere karşı sesini çıkaramaması ilginç. kimse bilmiyor. Siyasi irade ise bu konuyu tartışmak dahi istemiyor. Ortaya çıkan bireysel mağduriyetler zamanla kurumsal mağduriyete dönüştü. 15 Temmuz sonrasında TSK’nın en büyük kaybı, darbe girişimiyle ilgisi olmayan dürüst ve çalışkan binlerce askerin bünyeden atılarak içinin boşaltılması oldu. Yetişmeleri onlarca yıl alan, olaylara hiçbir şekilde karışmamış, generaller, subaylar, astsubaylar, askeri öğrenciler ve asker personel, kasıtlı ve temelsiz bir şekilde, birilerinin hazırladığı uydurma listelere dayanılarak görevden çıkarıldı. Bu kıyım sonucunda ortaya çıkan boşluğu doldurmak öyle kolay değil. Bazı yetkililer tarafından, bir iki yılda açığın kapatılacağının iddia edilmesi en hafif deyimiyle aymazlık olsa gerek. Tarihinin en büyük, kasıtlı ve hukuksuz tasfiye süreci sonucunda binlerce kadrosu boşta kalan TSK’nın bu büyük kaybı telafiye yönelik planlarını medyadan öğreniyoruz. Örneğin, Ordudan ayrılanlar çeşitli yollarla göreve çağrılıyor ancak icabet sınırlı kalıyor. Bunun yanı sıra, çeşitli davalarda adları geçen, mecburen veya kendi isteğiyle emekli olmuş, divil hayatta da hiçbir işte dikiş tutturamamış birçok emekli asker de bugünlerde Silahlı Kuvvetlere davet ediliyor. Halbuki Ordunun bu süreçte en fazla önem vermesi gereken konuların başında, haksızca görevinden atılan kişilerin yerinin liyakatsiz insanlarla doldurulmaması geliyor olmalı. Bir genelleme yapmak doğru değil, ancak görünen o ki, orduya dönmelerine izin verilen bazı kişilerin liyakati çok sorunlu. Geri dönüşler içinde öyle örnekler var ki, bu kişilerin demokratik bir hukuk devletinde Orduya alınmasını düşünmek dahi mümkün değil. İşler Erdoğan’ın kontrolünden çıkmış görünüyor Sayıları giderek artan bu tuhaflıklara bir örnek verelim. Askerlikten emekli olduktan sonra yazdıklarıyla politikacılara, devlet adamlarına ağır suçlamalar yönelten, siyasi parti propagandalarında defalarca rol almış, siyasi faaliyetlere sonuna kadar girmiş, totaliter rejim yanlılarıyla birlikte hareket eden, Türkiye’deki rejimi totaliter bir rejimle değiştirmeyi savunan, bu konuda makaleler yazan bir emekli asker yakınlarda tekrar göreve çağrılmış. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı’na hakaret ve tehditler savuran yazıları apaçık ortada dururken göreve çağırılmış olması, olayların Erdoğan’ın kontrolünden çoktan çıktığını gösteriyor. Sosyal medyada kendisine karşı yapılan en küçük bir hakareti bile affetmeyip demir parmaklıklar arkasına gönderen Erdoğan rejiminin, çok bilinen muhalif internet sitelerinde yuvalanmış bu emekli askerlere karşı sesini çıkaramaması ilginç. Oda TV ve benzeri internet sitelerinde yazıları yayınlanan bir çoğu Perinçek’in partisine yakın emekli askerler, Erdoğan’ın ordusunda köşe başlarını tutmaya başlamış bile. Bunlar tuttukları köşelerden devletin zirvesine ayar veriyor, kendilerinden olmayan herkesi hedefe koyuyorlar. Yazının sonunu Mesnevi’de de anlatılan, bir hikayeyle bağlayalım. Akreple Kurbağanın Hikayesi Akrep nehrin kenarında durmuş karşı kıyıya bakmaktadır. Geçmek istemekte ama suyu geçmek için yaratılmamıştır, korkar. Dostu olan kurbağaya seslenir: - Kurbağa kardeş, seninle dostuz biz, dostluğumuz hatırına beni karşı kıyıya geçirir misin? Kurbağa kendinden emin bir şekilde: - Yapamam akrep kardeş, evet seninle biz dostuz ama uzak durmalıyım senden. Sen bir akrepsin ve zalim bir iğnen var, çekinirim. Akrep, kurbağanın endişesini anlar, ama vazgeçmemiştir. - Bak kurbağa kardeş; şimdi sen beni sırtına alıp karşıya geçirirken seni sokabilir miyim hiç? Bunu ancak bir aptal yapar. Ben yüzme bilmem ki, seni sokarsam ben de boğulur ölürüm. Mantıklı gelmiştir kurbağaya. Hem eski dosttular, neden soksun ki? Kabul eder. Akrep yaklaşır ve kurbağanın sırtına biner. Suyu geçmeye başlamışlardır yavaş yavaş. Derken, tam da suyun ortasında, kurbağa sırtında bir yanma hisseder. Akrep sokmuştur. Acı içerisinde başını çevirir: - Neden? Neden yaptın bunu, bak şimdi sen de boğulup öleceksin... Akrep üzgün ve pişman bir şekilde şöyle der: - Elimde değil. İŞTE BENİM TABİATIM BU... 04 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ YORUM Türkçe Olimpiyatları ve zulüm yılları VEYSEL AYHAN “Bu yazı Türkçe olimpiyatlarını şarkılar söylenen, gönül eğlendirilen bir etkinlik sanan ve oraya keyif almak için gelenlere hitap etmemektedir.” TÜRKÇE OLIMPIYATLARI veya yeni adıyla Dil ve Kültür festivali “Hizmet”in en evrensel barış etkinliğidir. Bir barış çağrısıdır. Birbirine düşmanlık besleyenlerin arasına kurulmuş bir dostluk köprüsüdür. O, ne bir Eurovision şarkı yarışmasıdır ne de Oscar töreni. Diller ve gönüller arasına dokunmuş bir gök kuşağıdır. Irk, dil ve kültür farklılıklarının bir kenara bırakılıp “insanlık” ortak paydasında bir araya gelebilmenin adıdır. Kin, nefret ve intikamla örgülenmiş bir dünyada düşmanlığa, savaşlara ve çatışmalara karşı sunul- O, ne bir Eurovision şarkı yarışmasıdır ne de Oscar töreni. Diller ve gönüller arasına dokunmuş bir gök kuşağıdır. Irk, dil ve kültür farklılıklarının bir kenara bırakılıp “insanlık” ortak paydasında bir araya gelebilmenin adıdır. VeyselAyhan@Tr724.com @veyhann muş bir reçetedir. Bir mesajdır. Bir hasret kucaklaşması, düşmanlıkların unutulduğu bir rüya tablosudur. Ve Hizmet’in en evrensel “doğrusu” ve en özgün “markası”dır. ZULÜM YILLARINDA ARA MI VERİLMELİ? Bu barış çağrısı ve dostluk sancağı on yıllardır gönderde dalgalandı. Kin ve nefret tüccarlarının kabusu oldu. Hasetten çatladılar, seyredince çıldırdılar. Katıldıklarında kahroldular. Ve engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Türkiye’nin salonlarını ve stadyumlarını kapattılar. Tek dertleri bu sesi kesmek, bu mesajı yok etmek. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ Bir kısım müspet ama naif düşüncelerle bundan vazgeçmek bu çevrelerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey olmaz. EN EVRENSEL BARIŞ ÇAĞRISI Türkçe Olimpiyatları “Hizmet”in en evrensel barış çağrısıdır. Sembolüdür, bayrak ve sancağıdır. 05 YORUM 4. SAYFADAN DEVAM yaya anlatılması önemli bir yer tutmalı. Mağduriyetler, mazlumiyetler dile getirilmeli, insan hikayelerine yer verilmeli. Binlerce, on binlerce mağdur mesajı tercüme edilip dağıtılmalı. Sergiler açılmalı. Mağduriyet tabloları için salon önlerinde stantlar kurulmalı. Hizmet’in iki seçeneği vardı: Ya bu organizasyonu yapmayıp Moğollar gibi ellerinde nefret ve intikam ateşiyle her şeyi yakıp yıkanları sevindirmek ve mutlu etmek veya mütevazi bütçelerle daha dar çerçevede bu bayrağı gönderde tutmaya devam etmek. Zindanlardaki yüzlerce gazeteci ve yazar için özel etkinlikler yapılmalı, forumlar düzenlenmeli. Şib-i Ebu Talib’e dönen Türkiye’de olanlar malum. İşkenceler, esaretler ve bin bir zulüm. Herkes seferberlik halinde elinden geleni yapıyor. Binlerce Hakîm b. Hizâm, yüzlerce Hişâm b. Amr mağdur ve mazlumların yardımına koşuyor. Yetmesi mümkün mü? Ama onlara yardım ediyoruz diye de bayrak toprağa gömülmez. Doğru bir projeden dönmek telafisi mümkün olmayan bir “yanlış” olur. AMA YAS EVİNDEYİZ? “Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor Hilmi Yavuz. İşte öyleyiz. Tabi ki mahzunuz, üzgünüz. Şen şakrak değiliz, hiç olmadığımız kadar. Riya ve gösteriş kaynaklı sponsorluklar ve konjonktürel menfaat endişeli destekler tabi ki yok. O sebeple de rıza-yı ilahiyeye sunulmuş belki de şimdiye kadar yapılmış en halis programlar bu yıl yapılacak. ZULMÜ DÜNYAYA ANLATMANIN YOLU Bu yıl belki olimpiyatların içeriğinde zulmün dün- Hapishanelerdeki on binlerce masumun; iş ve aşını kaybetmiş yüz binlerce mağdurun sesi soluğu oradan tüm dünyaya taşınmalı. Her gün bir başka zulümle yüreğimize kan damlıyor. Ama yasta değiliz. Bayrağı indirmiyoruz. Yarıya bile indirmiyoruz. Arkadaşlarımız peygamberlerin yolunda zindanlarda çile çekince yas tutmuyoruz. Annelerimiz bebeklerinden ayrılıyor, tıpkı Hz. Musa bebek iken annesinden ayrılmak zorunda “Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor Hilmi Yavuz. İşte öyleyiz. Tabi ki mahzunuz, üzgünüz. Şen şakrak değiliz, hiç olmadığımız kadar. Her gün bir başka zulümle yüreğimize kan damlıyor. Ama yasta değiliz. Bayrağı indirmiyoruz. Yarıya bile indirmiyoruz. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ 06 YORUM 5. SAYFADAN DEVAM kaldığı gibi, Hz. İbrahim’in, oğulcuğu İsmail’den ve hanımından ayrıldığı gibi, Efendimiz (sav) küçük Fatıma’sından ayrılıp Medine’ye hicret ettiği gibi. O nedenle yas tutmuyoruz. Usul usul ağlıyor ve dua ediyoruz. Zindanlardaki on binlerin sabır ve metanetiyle iftihar ediyoruz. Tüm acıları sırtlayıp durumumuzu yer ve göklerin Sahibi’ne arz ediyoruz. Sonra da yapmamız gereken işlere dönüyoruz. Türkçe Olimpiyatları karabasanların ve kırk haramilerin çöktüğü ülkemizde şimdilik yapılamıyor. Ama 160 ülke bağrını açmış bekliyor. BİTMEK NE DEMEKTİR? Bitmek, eliniz kolunuz bağlıyken bir şey yapamamak değildir; Bitmek, elinizin kolunuzun serbest olduğu yerlerde sanki bağlıymış gibi durmak demektir. Bitmek vücudun bir kolunun yaralanması veya felç olması değildir; Bitmek diğer kolun onun yasını tutması ve onun yerine de çalışmaması demektir. Bitmek, dostlarınızın tutuşturduğu meşaleyi onların yokluğunda söndürmek demektir. Bitmek, “yufka yüreklilik”le ölü taklidi yapalım derken gerçekten ölmek demektir. Varsın hizmeti Titanik zannedip, battığını ve bittiğini düşünenler, batış esnasında keman çalındığını sansın. “Hizmet insanı”, ölüme giderken bile tüm fırsatları değerlendiren ve “mesajını” ileten Abdullah İbni Hüzafe gibi olmayacak mıydı? “Yeni bir dünya kurmak” için son ana kadar barış ve kardeşliği soluklamayacak mıydı? Kaldı ki sefinenin Sahib’i çoktan bu kutsi gemiyi Cudi’ye demirledi. “Takdir-i Hüdâ kuvve-yi bâzû ile dönmez / Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez!” (Ziya Paşa) Tüm acıları sırtlayıp durumumuzu yer ve göklerin Sahibi’ne arz ediyoruz. Sonra da yapmamız gereken işlere dönüyoruz. Türkçe Olimpiyatları karabasanların ve kırk haramilerin çöktüğü ülkemizde şimdilik yapılamıyor. Ama 160 ülke bağrını açmış bekliyor. 08 mart 2017 pazartesi 07 haber analiz Mehmet Yıldız MehmetYildiz@Tr724.com HAKİMLİK ZOR ZANAAT Aylardır hiçbir gerekçe olmadan cezaevinde tutulan masumlardan bir kaçı tahliye edilmeye görsün, karanlık köşelerinde gizlenmiş, ağızlarından salya akan troller, anında hücuma geçiyor. HSYK’yı veya Adalet Bakanını muhatap alan yok… Muhatapları en tepede… Anında Saray’ı göreve çağırıyorlar. Son dönemde her mahalleye açılan özel üniversiteleri saymazsak hukuk okumak her babayiğidin harcı değildi eskiden. Sadece büyük şehirlerde olan hukuk fakültelerini kazanmak kolay olmadığı gibi mezun olmak da zordu. O zorlukları aşıp hakim veya savcı olan meslektaşlar, şu aralar çok daha zor bir süreçle karşı karşıyalar. Bugünlerde yaşayacaklarını bilseydi çoğu daha yolun başında hukukçu olmanın dışında bir meslek tercih ederdi. *** Bundan bir ay önce, 31 Mart 2017 tarihinde İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklu 21 gazeteci hakkında tahliye kararı vermişti. Karar üzerine ayaklanan Ak troller, Cem Küçük ve Saymazgiller çetesinin başlattığı kampanya kısa zamanda hedefine ulaştı. 21 gazeteci cezaevinden çıkamadan tekrar gözaltına alındı. Bir kaç saat içinde apar topar yeni bir soruşturma uyduruldu, iki haftaya yakın gözaltında tutulan gazeteciler tekrar cezaevine yollandı. Tahliye kararı veren İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ile duruşma savcısı HSYK tarafından görevden uzaklaştırdı. *** Aynı günlerde Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklu 12 gazeteci için tahliye kararı verildi. Yine sosyal medyada koparılan fırtına sonucu, cumhuriyet savcısı itiraz etti, 3. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı kabul ederek tahliye edilen gazetecilerin tekrar tutuklanmasına karar verdi. Bu olaydan bir kaç gün sonra mahkeme savcısı Hacı Mehmet Güdül bu görevden alınıp genel soruşturma bürosunda görevlendirildi. Mahkeme Başkanı Yücel Dağdelen de Manisa’ya hakim olarak tayin edildi. *** Ayşenur Parıldak.. 27 yaşında gazeteci. @Fuatavni isimli twitter kullanıcısı kendisi takip etti diye adı sanı belli biri tarafından ihbar edildikten sonra gözaltına alınıp tutuklandı. 9 aydır cezaevinde. Hakkında 7 sayfalık bir iddianame hazırlandı. Geçen hafta ortada hiçbir delil olmadığı halde 9 aydır tutuklu bulunan Ayşenur için mahkeme tahliye kararı verdi. Yine Ak troller, Cem Küçük ve Saymazgiller çetesi devreye girdi. Dosyada 9 aydır olmayan delil (Bylock kullanıcısı olmak!) akşam saatlerinde, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan (BTK) geldi. Savcının itirazı üzerine, tahliye kararının üzerinden 8 saat bile geçmeden, aynı mahkeme yeniden tutuklama kararı verdi. *** 08 mart 2017 pazartesi 08 haber analiz 07. SAYFADAN DEVAM Son çarpıcı örnek, Aydınlı Giyim’in sahiplerinden mış bir gözü Saray’da, bir gözü cüzdanında haÖmer Faruk Kavurmacı’nın tahliyesi. Tuskon kimler ortaya çıktı. Zaten sicilleri bozuk olan çok toplantısında yapılan bir konuşmayı alkışladığı sayıda yargı mensubu kritik görevlere getirilerek için haklarında 15 yıl hapis talep edilen 83 kişiyeni suçlar işlemelerine göz yumuldu. Saray’ın den biri olan Ömer Faruk Kavurmacı, sağlık nesuça ve yolsuzluğa bulaşan 7 yargıcı yeni sistedenleriyle önceki gün tahliye edildi. Malum çete min sembol örneklerini teşkil ediyorlardı. Sayılayine devreye girdi. Attıkları twitler HSYK üyeleri rı 7 değil, 70 değil, çok daha fazla artık. tarafından RT edildi. Vay efendim, lohusa kadınSavaş hukuku diye zulme alet olan İslar bile cezaevinde tutuklu iken Kadir Topbaş’ın lamcılar damadı hasta diye tahliye edilir miymiş! (HerBir de İslamcı gelenekten gelip de ‘cihad edihangi birinin tahliyesi anında söylenenler dışında yoruz, savaş hukukunda olur böyle şeyler’ dibunlardan hiçbirini cezaevindeki lohusa kadınyerek yaptıkları hukuksuzluklara dînî bir kılıf geların hakkını savunurken göremezsiniz.) 24 saat çiren meczuplar var. Kimin kaleme aldığı belirgeçmeden Kavurmacı’yı tahliye eden hakimlesiz iddianamelerde deli saçması bir sürü iddiarin F..ö bağlantılarının incelenmesi istendi.. Ve yı dile getirenlerin akıl sağbeklenen tepki HSYK üyelıklarının yerinde olduğunu si Ramazan Kaya’dan geldi. Bir de İslamcı gelenek- kim iddia edebilir? Ortada Kaya, “Adalet önünde zenbir suç yok, delil zaten yok. gin fakir; sizden-bizden, ten gelip de ‘cihad edigüçlü-zayıf ayrımı yapıla- yoruz, savaş hukukunda Bir sürü laf kalabalığından maz!” dedi. Kavurmacı’nın olur böyle şeyler’ diyerek sonra kimin hangi suçu işlediğini belirtmeksizin herbir yolu bulunup tekrar tuyaptıkları hukuksuzluk- kese üçer beşer müebbet tuklanması artık an meselara dînî bir kılıf geçiren hapis talep etmenin başka lesi. meczuplar var. türlü izahı olabilir mi? *** *** Hakimler vicdanlarıyDosyaların önüne gittiği hakimlerin durumu la karar veremez mi? içler acısı. İçinde suç olmayan iddianamelere Bilirsiniz, uyuşturucu mafyası kurbanlarını yavaş göre müebbet vermesi gerekirken kolu kanayavaş zehirler. İyi aile çocuklarının ufak tefek sodı kırılmış, avukatsız kalmış savunmaları dinrunlarına çözüm buluyormuş gibi, iyiliksever bir ledikçe, içinde az biraz vicdan kırıntısı kalmış arkadaş tavırlarıyla yaklaşırlar. ‘Al bir tane unut olanların bile eli ayağı birbirine dolaşıyor. Nasıl bütün dertlerini’ diye başlayan bu iyilikler kurdolaşmasın ki, önlerinde 25 Nisan 2015’te Hidabanlarını kısa sürede canavarın ağına düşürüveyet Karaca ve bazı polisleri tahliye eden hakimrir. Bir bakmışsınız o iyi aile çocuğu, daha fazler Mustafa Başer ve Metin Özçelik’in başına gelasını bulabilmek için ‘uyuşturucu satıcı’ olarak lenler ortada. Onlarla başlayan yargıyı sindirme buluverir kendini. Artık uyuşturucu bulabilmek operasyonu binlerce yargı mensubunun meslekiçin işlemeyeceği suç yoktur. ten ihracı veya tutuklanmasıyla devam etti. Bugün hiçbir savcı veya hakim kendi vicdanıyla ka*** rar veremez hale getirildi. Sicili temizlenen defolu hakimler bedel Aylardır hiçbir gerekçe olmadan cezaevinmi ödüyor? de tutulan masumlardan bir kaçı tahliye edil2014 HSYK seçimlerinde, iktidarın destekledimeye görsün, karanlık köşelerinde gizlenmiş, ği Yargıda Birlik Platformu, devletin bütün imağızlarından salya akan troller, anında hücuma kanlarını hakim ve savcıların önüne seren iktidar geçiyor. HSYK’yı veya Adalet Bakanını muhasayesinde galip geldi. Seçim öncesi vaat edilen tap alan yok… Muhatapları en tepede… Anınsicil affı, ne kadar defolu yargı mensubu varsa da Saray’ı göreve çağırıyorlar. iktidarın arkasında saf tutmasını sağladı. SicilleHSYK’nın her biri sosyal medya trolü haline gelri temizlenen yargı mensupları Erdoğan için her miş üyeleri, zaten hazırda bekliyor. Ola ki geç türlü fedakarlığı yapmaya hazırdı artık. müdahale edecek olurlarsa Saray’dan fırça yeSonuçta ortaya çıkan tablo şu: mek ihtimali var. Sonrasında gelsin açığa almalar Yargıcın tarafsızlığını simgeleyen gözü bağlı ihraçlar… Gözünü sevdiğimin, Yeni Türkiye’sinin Adalet heykeli Themis’in aksine fal taşı gibi açılbağımsız ve de tarafsız yargısı!.. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ 09 YORUM SEMIH ARDIÇ SemihArdic@Tr724.com AFP EKONOMI BAKANI NIHAT ZEYBEKCI, YATIRIM VE TURIZM DESTEĞI ISTEMEK ÜZERE ALMANYA'YI ZIYARET EDECEK. Referandum geçti, kır direksiyonu Batı’ya REFERANDUMUN NETICESI ‘şaibeli’ olsa da Recep Tayyip Erdoğan, ‘başkanlık’ yolunda ilerliyor. En büyük maniye aştığına inanıyor. Amma velâkin nihai zafer için henüz erken. Halletmesi lazım gelen meseleler var. Başkanlık seçimini kazanabilmesi kaybettiği 5-6 milyonluk kitleyi ikna etmesine bağlı. Ekonomiyi toparlaması, bunun için de para bulması lazım. Nitekim enflasyon, işsizlik, dış borçlar derken Türkiye hemen her kalemde geriye gidiyor. Böyle giderse başkanlık hevesiyle çıktığı yolda Meclis ekseriyetinden de olabilir ve yaya kalabilir. Bütün gayretlerine rağmen esrarengiz para girişi giderek azalıyor. Rusya ve Çin’den şu ana dek umduğu kadar malî destek temin edemedi. Bakmayın ‘faize karşıyım’ demesine, dövizin ekonomiyi nasıl buhrana sürüklediğini kabul etti ve doların 3,60 TL üzerine çıkmaması için faizin yükseltilmesine bile müsaade etti. YATIRIMLARIN YÜZDE 80’İ AVRUPA’DAN Bunların hepsi kısa vadeli çareler. Yatırım olmadan ne işsizliğe çare bulunabilir ne de döviz kuru ve faizler aşağı iner. Kalıcı yatırımın yüzde 80’i Avrupa Birliği’nden (AB) kalan yüzde 20’nin yarısından fazlası da ABD, Japonya, Güney Kore gibi hukukun hâkim kılındığı memleketlerden geliyor. İhracat, turizm gelirleri için de tablo farklı sayılmaz. AB ile dondurulan temaslar başladı bile. 8 Mayıs 2017 Pazartesi günü Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Almanya’da olacak. Referandumdan evvel Erdoğan’ın ‘Nazi artığı’ sözleri ile tırmanan krizin akabinde Zeybekci’nin Berlin’e gelmesi Ankara’nın geri adım attığını gösteriyor. Hamasetle hakikat arasındaki farkla yüzleşme vakti geldi. Referandumdan evvel sarf ettiği en ağır hakaretlere mukabil Erdoğan yeniden AB’nin kapısını çalarsa şaşırmam. Bunu AB’nin demokrasi ve insan hakları vizyonuna inandığı için yapmayacak. Tamamen pragmatist bir tavırla hareket edecek. Başkanlığı kazanıncaya kadar ihtiyaç duyduğu para gelsin, işsizliği azaltacak doğrudan yatırımlar tahakkuk etsin kâfi. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ BİR MÜDDET AB’YE İLİŞMEZ OLUR BİTER! Ne olmuş yani! Dündür bugün bugündür. Referandum köprüsünden geçmek için AB düşmanlığı geçer akçeydi, o minvalde konuştu. Bugünden itibaren de halk desteğinin azalmasında yegâne faktör olan ‘iktisadî krizi’ aşmak için bir müddet AB’ye ilişmez olur biter. AB’nin tutuklu gazeteciler ve Hizmet Hareketi’nin maruz kaldığı baskıları tenkit etmesini başkan olacağı güne dek sineye çeker, diğer taraftan bildiğini okumaya devam eder. Siyaset ‘rey ütme sanatı’ ise Erdoğan da bu sanatı gayet ustaca icra ediyor. Hadd-i zatında Erdoğan’ın yaptıklarını kritik edecek veya kendisi ile tenakuza düştüğünü ifade edebilecek kim kaldı! Erdoğan, ‘daha fazla Suriyelilerin mülteci olarak kapıya dayanacağı’ tehdidi ile AB’yi köşeye sıkıştırıyor. Kısa vadede elindeki bu koza çok itimat ediyor. “Demokrasiden yana mı olacağız, yoksa Türkiye’nin tek adam rejimine tamamen teslim olmasına seyirci mi kalacağız?” şeklindeki itirazlara mani olamasa da bu minvaldeki müzakerelerin neticesiz kalacağına inanıyor. Zira ‘mülteci akını’ AB’de rey kaybettiriyor. Erdoğan, ‘Muhacir-Ensar kardeşliği’ni şantaj malzemesi olarak kullanmaktan da imtina etmiyor. 10 YORUM 9. SAYFADAN DEVAM Erdoğan, ‘Türkiye’nin Erdoğan’dan ibaret olmadığını’ ve tahriklere kapılmadan münasebetlerin devam ettirilmesini isteyen siyasetçilerin samimi duruşunu da kendi lehine kullanacak. Bu arada AB’nin düzeltilmesini istediği başlıkların hiçbirine el sürmeyecek. AHMET TAŞGETİREN’İ MALZEME YAPTILAR Ahmet Taşgetiren’in malzeme olarak kullanıldığı ve ‘tekkeye mürit aramıyoruz’ sözleri ile yandaş medyada kopan kavgada Cem Küçük’ten yana tercihte bulunduğu kontrollü kriz de İran’a hedef alan ‘Pers milliyetçiliği yapıyorlar’ sözleri de Erdoğan’ın batıya şirin görünme hamleleri esasında. Devamı gelecek. Bu med cezirlerden Türkiye’nin menfaati zarar görmüş kimin umurunda. AB ile dondurulan temaslar başladı bile. 8 Mayıs 2017 Pazartesi günü Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Almanya’da olacak. Referandumdan evvel Erdoğan’ın ‘Nazi artığı’ sözleri ile tırmanan krizin akabinde Zeybekci’nin Berlin’e gelmesi Ankara’nın geri adım attığını gösteriyor. Almanya’dan Türkiye’ye yapılan yatırımların yüzde 35 ve Alman turistlerin Türkiye’ye rezervasyonla- Ekonomiyi toparlaması, bunun için de para bulması lazım. Enflasyon, işsizlik, dış borçlar derken Türkiye hemen her kalemde geriye gidiyor. Böyle giderse başkanlık hevesiyle çıktığı yolda Meclis ekseriyetinden de olabilir ve yaya kalabilir. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ rının da yüzde 58 azaldığı bir dönemde Zeybekci, Alman hükümetinden destek isteyecek. Alman hükümeti ise Eylül ayında yapılacak genel seçimler öncesinde Türkiye’ye net tavır konulmasını isteyen manşetlerle karşı karşıya. DW’nin yorumu dikkat çekici: “Türkiye’de son aylarda yaşanan siyasi gelişmeler, Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel ve çok sayıda gazeteci ile siyasetçinin halen tutuklu bulunması, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı konularındaki endişeler, Alman hükümeti, medyası ve kamuoyundaki önemli gündem maddeleri arasında olmaya devam ediyor.” ALMANYA, HUKUK DEVLETİ GARANTİSİ İSTEYECEK Alman Ekonomi Bakanı Zypries’in “Türk-Alman dostluğunu ve iktisadî ilişkileri muhafaza etmek istiyoruz, ancak bunun için Türkiye’de hukuk devletinin garanti altına alınması önemli.” beyanatını Zeybekci’ye yeniden ifade edeceği konuşuluyor. Zypries, yabancı yatırımcılar açısından hukuk devletinin önemini vurgularken, “Devlet işlerinde keyfiyet yabancı yatırımlar açısından zehir gibidir.” ifadelerini kullanmıştı. 11 YORUM 10. SAYFADAN DEVAM yade bu ziyarete, o kadar gürültü patırtı olmamış gibi Almanya’nın kapısına gelinmesi zaviyesinden bakıyorum. Erdoğan’ın bundan sonra atacağı oportünist adımların ilkini dikkatle takip etmekte fayda var. AB cenahı, bu hamlenin ve akabinde olacakların farkında. Erdoğan’ın tuzağına düşmeden onlar da vaziyeti idare etmeye çalışacak. Avrupalılar, Erdoğan’ın batıya takiyye yaptığını, radikallerle ve siyasî İslamcılarla gerilimlerinin muvakkat olduğunu, hatta radikal unsurları bir şantaj vasıtası olarak sürekli elinde tutacağını gayet iyi biliyor. Erdoğan Saray’da durduğu müddetçe Türkiye’yi yatırım yapılabilecek kadar istikrarlı bir ekonomi olarak görmüyorlar. Yatırımcıların akıl hocalarından Standard&Poors’un son raporunda riskler açık açık yer aldı. İsveçli Telia, Erdoğan’ın arka bahçesine döndüğü için Turkcell’de 1,8 milyar liralık hissesini bir günde sattı. BÖLÜNMÜŞLÜK VE İÇ ÇATIŞMA ENDİŞESİ İktisadî krizi derinleştirebilecek bir başka husus var ki onu da ABD Dışişleri Bakanlığı Müşaviri John Sitilides ifade etti. Amerika’nın Sesi’ne konuşan Sitilides, “Ülkenin yarısı Erdoğan’ı çok severken yaErdoğan’ın bundan Alman Maliye Bakanı Wolsonra atacağı oportünist rısı ondan nefret ediyor. Bu fark eskiden bu kadar belirfgang Schaeuble de Başadımların ilkini dikkatle gin değildi ancak referanbakan Yardımcısı Mehmet takip etmekte fayda var. dum sonrası bu bölünme Şimşek’in ‘malî yardım’ taleAB cenahı, bu hamlenin daha da ortaya çıktı. Ameribine ‘hayır’ cevabı vermişti. DW’ye konuşan bir Alman ve akabinde olacakların ka’dan baktığımızda benim endişelendiğim konu, ülkeyetkili Ankara’dan tutarlı bir farkında. Erdoğan’ın siyasî duruş görmek iste- tuzağına düşmeden onlar nin tekrar bir araya gelemeyecek kadar siyasi açıdan diklerini vurgularken, “Reda vaziyeti idare etmeye bölünmüş olması. Bu siyasi ferandum sürecinde Türk çalışacak. bölünme Türkiye iç politikatarafı ikili görüşmelerde sını önümüzdeki dönemlerekonomik işbirliğinin gelişde daha da istikrarsız bir hale getirme potansiyeli tirilmesi için destek beklentisini aktarırken, diğer taşıyor” dedi. yandan kamuoyuna yönelik açıklamalarında hakaret niteliğinde bir üslup kullandı. Bundan rahatsız MASAYI TEKMELEYEN TARAF olduk. İşbirliğinin geliştirilmesi Türkiye’nin önüOLMAK İSTEMİYORLAR müzdeki süreçte benimseyeceği tutuma ve ikili ilişErdoğan, bu bölünmüşlük üzerinden kendi iktidakilerde güvenin yeniden inşasına bağlı. Tutarlı bir rını perçinlemeye çalışacak ve Türkiye’yi aile şirketi tutum görmek istiyoruz” mesajı verdi. gibi idare edeceği güne kadar takiyyeden de U dönüşlerinden de vazgeçmeyecek. ABD ve AB, TürkiAB, ERDOĞAN’IN TAKİYYE ye’de demokrasinin -mış gibi yaparak güçlenemeYAPABİLECEĞİ İHTİMALİ İLE ADIM ATACAK yeceğinin farkında. Kırılan vazonun parçaları bir araya getirilse de kırıkların izi giderilemiyor. Türkiye’nin dış siyasetteki Sadece masayı tekmeleyen taraf olmak istemehoyratlığı Zeybekci’nin Berlin temaslarında nazik dikleri için sabrediyorlar. Bu bekleyişin daha fazla bir dille ifade edilecektir. Ziyaretten netice alınması istismar edilmemesi için Zeybekci’ye Berlin temasmümkün görünmüyor. Almanların, Rusya’daki gibi larında Alman muhatapları, ‘her şeyin farkındayız, talimatla ya da devletin işareti ile Ege ve Akdeniz demokrasi takiyye ile yürümez’ imasında bulunasahillerine akın etmesini beklemiyoruz herhalde. bilir. Zeybekci’nin eli boş dönüp dönmeyeceğinden zi- 12 08 mart 2017 pazartesi VEHBİ ŞAHİN VehbiSahin@Tr724.com haber yorum KRALİÇE’NİN ÖLÜMÜNÜ BEKLEYEN PRENS Halk oylamasında seçmenin yarısı, Erdoğan karşıtlığında birleşti. Şüphesiz bu “ortak payda” yeni bir “siyasi dil” geliştirme adına muhalefet için umut verici... Siyaset kazanı kaynıyor. Politikacılar, 16 Nisan’da referandum sandığından çıkan sonuca göre pozisyon almaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta partisine yeniden üye oldu mesela... 21 Mayıs’ta da AKP’nin başına geçecek. Şu anda siyasetin tartışmasız baş aktörü... Gündemi istediği şekilde yönlendiriyor. Rakibi sadece kendisi... Muhalefet ise Erdoğan karşısında 15 yıldır çaresiz... ORTAK PAYDA ERDOĞAN KARŞITLIĞI Halk oylamasında seçmenin yarısı, Erdoğan karşıtlığında birleşti. Şüphesiz bu “ortak payda” yeni bir “siyasi dil” geliştirme adına muhalefet için umut verici... Nitekim Deniz Baykal, bu potansiyeli gördü ve iki öneride bulundu: 1) Eski Cumhurbaşkanı Gül, 2019’da yapılacak başkanlık seçiminde yüzde 49’un “ortak adayı” olarak Erdoğan’ın karşısına çıkabilir. 2) Kılıçdaroğlu bu yarışta aday olmayı düşünmüyorsa, CHP yeni bir genel başkan seçebilir. Deniz Baykal’ın bu teklifine Abdullah Gül, “Söylenenleri ciddiye almadım” diye cevap verdi. CHP lideri Kılıçdaroğlu isim belirlemek için vaktin henüz erken olduğunu söyledi. BÖKE’DEN CESUR ÇIKIŞ Şüphesiz en beklenmedik hamle CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke’den geldi. Partideki görevlerinden istifa eden Böke, “Mevcut yönetim anlayışının parçası olmayı uygun bulmuyorum” dedi. 16 Nisan’dan sonra partisinin gerekli adımları atmadığını dile getirdi. AKP içindeki muhaliflerin bırakın istifayı, görüşünü bile dile getirmekten korktuğu bir siyasi ortamda Böke’nin CHP yönetimini eleştirmesi bence çok erdemli bir hareket... Peki, neden önemli bu istifa? 1) CHP içinde “Kemal Bey’le olmuyor” diyenler için yeni bir umut ışığı olabilir. 2) “CHP merkez sağa demir attı” eleştirisi yapan sosyal demokratların aradığı lider haline gelebilir. 3) Erdoğan’ın sağ seçmen nezdinde oluşturduğu “din düşmanı CHP” imajını kırmak isteyenlerin aradığı “yenilikçi” lider profiline uygun düşebilir. YENİ BİR HİKÂYE Peki, Selin Sayek Böke’nin kumaşı liderlik yapmaya müsait mi? Onu bilmiyoruz. Ama nasıl bir politikacı olduğunun ipuçlarını, Mart ayında gazeteci İrfan Aktan’la yaptığı söyleşide bulmak mümkün... Kürt sorunundan Suriyeli mültecilere, TSK’nın Suriye’deki varlığından Irak Kürtlerinin bağımsızlık ilanı ihtimaline, CHP’nin sağa kaydığına dair eleştirilerden ekonomideki gidişata kadar hemen her konuda görüşlerini paylaşmış Böke... Özetle diyor ki... 1) Yeni bir hikâye yazmamız gerekiyor. 2) Yeni yazılacak hikâyenin önemli bir ilk ayağı, hukuk devletini inşa etmekten ve demokrasiden geçiyor. 3) 14 yılda kimlikler üzerinden yürütülen siyaset, 08 mart 2017 pazartesi farklı kimliklerin sorunlarını derinleştirdi. 4) Sosyal demokratlar, el uzatarak bu kimlik siyasetini değiştirmek zorunda. 5) Herkese kendi dilimizle konuşan ama onların da kulak kabartabileceği kadar kucaklayıcı bir dile ihtiyaç var. Başarabilirse önemli açılımlar bunlar... O VARKEN BEN YOKUM İşin doğrusu bu ve benzeri tespitleri merkez sağdaki politikacıların da yapması gerekiyor aslında... Mesela Abdullah Gül’ün... Zaman zaman siyasi görüşlerini açıklıyor, ama toplumun kendisinden beklediği “liderlik” rolüne bir türlü soyunmuyor. Net bir tavır takınmıyor yani... Tıpkı Baykal’a cevap verirken olduğu gibi... -Yedi sene tarafsız cumhurbaşkanlığı yaptım. -Siyasete girmeyeceğimi defalarca söyledim. -Bütün birikimimi, bilgimi yeri geldiğinde paylaşma sorumluluğum var. Ne anladınız? -Ben Erdoğan gibi taraflı değilim. -O varken siyasete girmem. Ama kapıyı da tam kapatmıyor. “Aday olmayı düşünmüyorum” demiyor. AKP cephesinden gelen “Baykal’ın sözlerine karşı tavrını açıkça ortaya koy” baskısına karşı zoraki bir açıklama yapıyor sadece... DEMOKLES’İN KILICI Peki, bu beyanat AKP kurmaylarını rahatlatır mı? Rahatlatmaz; çünkü... Gül, Erdoğan’a alternatif lider olma vasfından vazgeçmiş görünmüyor. Mevcut AKP yönetimi için çok rahatsız edici, Gül’ün rengini belli etmeyen bu flu tavrı... Demokles’in Kılıcı gibi sürekli Erdoğan’ın tepesinde duruyor. Ama ben Erdoğan’ın bu durumdan çok rahatsız olduğunu sanmıyorum. Zira Gül’ün bu “bekle-gör” stratejisi en çok onun 13 haber yorum 12. SAYFADAN DEVAM işine yarıyor. Şöyle izah edelim: 1) Erdoğan, Gül’ün rakip olarak karşısına çıkmayacağını biliyor. 2) Gül, AKP içindeki Erdoğan muhaliflerinin potansiyel lideri olarak duruyor ve onların hareket alanını kısıtlıyor. 3) Aynı şekilde merkez sağda yeni parti arayışında olanların harekete geçmesini engelliyor. EL FRENİ Bir tür el freni vazifesi görüyor Abdullah Gül... Ne muhalefetin başına geçip onlara liderlik ediyor. Ne de “Ben kesin yokum” demediği için de AKP içindeki ve dışındaki muhaliflerin bağımsız hareket etmesine izin veriyor. Sadece bekliyor. Neyi bekliyor? Konjonktürün değişmesini ve şartların olgunlaşmasını... Sadece Gül mü? Değil elbette... Merkez sağda politika yapanlar da Milli Görüş çizgisinde olanlar da Erdoğan’ın siyaset sahnesinden çekilmesini umuyor. Tıpkı 65 yıldır, annesi İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth’ten sonra “Kral” olmayı bekleyen Prens Charles gibi sıranın kendilerine gelmesini bekliyor. Kısacası... Erdoğan’a rakip olmaktan korkuyorlar. Daha kolay olanı tercih edip Erdoğan sonrasına hazırlanıyorlar. Türkiye yangın yerine dönmüş... Toplum kutuplaşmış... Demokrasi katledilmiş... Hukuk ayaklarına altına alınmış... Muhalifler zindanlara tıkılmış... GÜL MÜ BÖKE Mİ? Gümbür gümbür konuşması gerekenler siyasi hesap yaparak susuyor. Dolayısıyla... Ben, Gül ve benzerlerinin bu “silik” politikalarını ahlâki açıdan doğru bulmuyorum. Selin Sayek Böke’nin istifa etmesi, Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikayı beğenmediğini kamuoyu önünde eleştirmesi, Gül’ün açıklamasından daha değerli... Kapalı kapılar ardında konuşup, kamuoyu önünde gerçek fikirlerini söylemekten korkanlara göre Böke’nin bu duruşu daha “mertçe” bir tavır... Yoksa yanılıyor muyum? Ne dersiniz... 14 08 mart 2017 pazartesi yorum CUMANIN YÜKÜMLÜLÜK ŞARTLARI (3.) ABDULLAH SALİH GÜVEN 1: Batı ülkelerinde Cuma namazı 2: Gayri Müslim ülkelerde Cuma namazı AbdullahSalih@Tr724.com Cuma namazını emreden ayetin hitabındaki umumiyet ve ıtlakiyet kadın erkek herkesi içine alır ama sosyal hayat içinde kadına düşen vazifeler nedeniyle kendilerine bizzat Efendimiz taradından muafiyet tanınmıştır. Cuma namazını fıkhi bağlamda ortaya konan şartlarla incelemeye sıra geldi. Fıkıhçılar ‘Cuma namazının farz ve sahih olması’ diye tercüme edebileceğimiz ikili bir tasnif yapmışlardır ve hemen her mezhepte bu tasnif şekli kabul edilmiştir. Biz bunlara fıkıh dilinde Cuma’nın vücub ve sıhhat şartları diyoruz. Vücub, burada kullanılan manasıyla yükümlülük, mükellef olma demektir. Buna göre Cuma kılmakla yükümlü olmanın şartları, kişinin Müslüman, erkek, hür, mukim olmasıdır. Şimdi bu şartları teker teker inceleyelim. 1-Müslüman olmak. Bu şart üzerinde fazlaca bir şey söylemeye gerek yok. Çünkü gayet açık, seçik ve net: Müslüman olmayan kişi Cuma namazı kılmakla mükellef değildir. 2-Erkek olmak. Aslında Cuma namazının farziyyetine delil olan “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın” (62/9) ayetine bu gözle baktığımızda ayet kadın-erkek ayrımı yapmamaktadır. Ayetin ne başındaki “Ey iman edenler” hitabında, ne “fes’av ile zikrillah; Allah’ı zikretmeye koşun” ve ne de “vezeru’l bey; alışverişi terk edin” beyanlarında bu ayırıma delalet edecek bir emare yoktur. Hatta dil kuralları açısından “fes’av” ve “zeruu” şeklinde kullanılan fiil kipleri kadın-erkek ayrımı yapmadan herkesi kapsama alanı içine alır. Efendimiz dönemi pratiklerinde de kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla Cuma namazlarına mazereti olanlar hariç kadınlar namaza geliyorlardı. Ama… AYET NASIL UYGULANDI? Burada sözü ‘ama’ bağlacı ile yarım bırakıp zihni bütünlüğü sağlanmak için güncel ve aktüel bir konuya kısaca değinelim. Kendilerine “Kur’ancılar; Mealciler” veya “Kur’an İslami görüşünü savunan” diye nitelendiren kişiler ayetteki hitabın umumiyetinden/itlakından dolayı usuldeki amm-has ya da bazı ulemaya göre mutlak-mukayyed konusunu alakadar ettiği için umumiyet ve ıtlak tabirini kullandım. Bunu Türkçede karşılayacak başka bir kelime bilmiyorumkadın-erkek herkese farzdır demekte ve günümüzde kadınların tıpkı erkekler gibi Cuma kılması gerekmektedir çıkarımını yapmaktadırlar. Dikkat ederseniz “ama” bağlacı ile yarım bıraktığım cümlede ben de aynı şeyi söyledim. Ama. Ama’sı şu; bu kişilerin ihmal ettikleri ve her nedense ısrarla görmek istemedikleri bir gerçek var; bu ayet Hz. Peygamber döneminde nasıl uygulandı? Bir önceki yazımızda belirttiğimiz Cuma kılmak için Medine’nin her tarafından kadınlar da erkeklerle beraber akın akın Mescid-i Nebi’ye koştular mı yoksa imkânı olduğu ve ma- 08 mart 2017 pazartesi zereti de bulunmadığı halde namaza gelmeyen kadınlar oldu mu? Eğer olduysa, gelmeyenlere Allah Resulü ne dedi, nasıl bir tavır takındı? Bir şey demediyse, acaba o kadınlar bizatihi Hz. Peygamber’den aldıkları bir ruhsata binaen mi gelmediler? Soruyu şöyle de sorabiliriz; İslam adına her şeyin ter u taze ve bütün canlılığı ile yaşandığı o ortamda Efendimizin hutbesini dinlemek, arkasında namaz kılmak için kadınlar camiye neden gelmesin? 4 SINIF İNSAN MUAF TUTULMUŞ Ebu Davud’un Sünen’in de ve ‘sahabe mürseli’[1] olarak bilinen bir hadis aslında bu soruların neredeyse bütününe cevap veriyor. Söz konusu hadise göre Allah Resulü, Cuma namazı kılmanın her Müslüman üzerinde Allah’ın hakkı olduğunu vurguladıktan sonra 4 sınıf insanı müstesna tutmuştur. Bunlar, köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar. (Ebu Davud, Salat, 208) Bu bir nevi Hz. Peygamber’in (sas) içtimai şartları nazara alarak sözü edilen insanlara tanımış olduğu bir muafiyettir. Yukarıdaki amm ve ıtlak kavramları ile izah edecek olursak, ayeti söz konusu insanlar için tahsis ya da takyit etmiştir Efendimiz (sas). Bir Peygamber olarak bunu yapmaya hakkı var mıdır ayrı bir müzakerenin konusu ama kısaca ifade edelim vardır ve bu takyidi ya da tahsisi yapmış ve hayatı boyunca uygulamıştır. Eğer bu uygulama İlahi iradeye aykırı olsaydı ihtimal başka örneklerde gördüğümüz üzere Allah bir ayet ile hadiseye müdahale eder ya da Efendimiz (sas) kararından vaz geçerdi. Bu bağlamda Hz. Peygamberin Kur’an’ı tahsis veya takyide hakkı yoktur diyenlere bir çift sözüm var; onlar kendilerine tanıdıkları Kuran’ı yorumlama hakkını Kur’an’ın kendisine nazil olduğu Hz. Peygamber’e (sas) tanımıyorlar. Bunun yanı sıra geleneğin İslami anlama ve yaşamadaki yerinin tam da ele aldığımız mevzu üzerinde ağırlıklı olduğu unutulmamalıdır. Gelenek, Hz. Peygamber ile başlar, sahabe ile devam eder ve günümüze kadar uzanır. Geleneği dışlayarak ne İslam hakkıyla anlaşılabilir ne de yaşanabilir. 14 asırlık gelenek de kadınların erkekler gibi Cuma’ya gelmediklerini göstermektedir. SOSYO-EKONOMİK DURUM DEĞİŞİNCE ‘Cuma sadece erkeklere farzdır’ görüşünü savunan bazı müfessirlerin delil öne sürdükleri bir hususa da kısaca temas edip, hürriyet şartına geçeceğim. Bu görüşte olan bazıları Cuma su- 15 yorum 14. SAYFADAN DEVAM resi 10. ayette yer alan “Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah’ı çok anın ki, …” (62/10) “zeruu, dağılın, febtegüü, rızkınızı/nasibinizi arayın” kelimelerinden hareketle rızk peşinde koşan erkeklerdir. Dolayısıyla hitap da onlaradır; öyleyse Cuma sadece erkeklere farzdır diye aktarabileceğimiz çıkarımlar yapmaktadırlar. Şahsen ben bu çıkarımların ayetin nazil olduğu toplumdaki verili duruma işaret ettiğini, bir başka tabirle sosyo-kültürel tabloyu merkeze alarak yapılan bir yorum olduğunu, bu açıdan bakıldığında doğru olduğunu söyleyebilirim. Ama bu bakış açısının çıkmazı şudur; sözü edilen sosyokültürel ve ekonomik tablo değiştiğinde ayet nasıl yorumlanacak? Kadınların erkekler kadar iş ve ticaret hayatında rol aldığı ve oynadığı toplum şartlarında gerçekten ‘zeruu’ ve ‘vebteguu’ fiilerinden nasıl yorumlar elde edilecek? Allah’ın fazl ve lütfundan rızık aramak sadece erkeklere mi hastır? Kaldı ki bir başka açmaz; ayetin devamında. Ayet devamında diyor ki “Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa erebilesiniz.” Ayetin ilk iki fiili erkeklere has dediğimiz zaman, burada söz konusu edilen Cuma namazı sonrası Allah’ı hatırlama, O’nu zikretme erkelere mi hasdır denilmek zorunda kalınmaz mı? Zira takip edilen metodoloji bunu demeyi gerektirir. Sonuç olarak, Cuma namazını emreden ayetin hitabındaki umumiyet ve ıtlakiyet kadın erkek herkesi içine alır ama sosyal hayat içinde kadına düşen vazifeler nedeniyle kendilerine bizzat Efendimiz taradından muafiyet tanınmıştır. Fıkıh usulünde buna takyit veya tahsis denir. Gelenek de bunun üzerine kaim olmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Dolayısıyla aynı şartların geçerli olduğu zamanlarda aynı hükümler geçerlidir. Kadınlar Cuma günü namaza geldiklerinde Cuma namazını eda ederler, ev işleri, çocuk bakımı vs. gibi sebeplerle gelmediklerinde de günün öğle namazını kılarlar. Hürriyet şartına gelince… Devam edeceğiz nasipse… [1] Sahabe mürseli, Hz. Peygamber döneminde yaşasa da O’nu görmeyen kişinin sahabeden duyarak naklettiği hadise denir. Bu kişi hadisi rivayet ederken hadisi duyduğu sahabenin ismini zikretmeden direk Hz.Peygamber’den diye rivayette bulunur. Fukahanın genel kanaatine göre sahabe mürselinin delil değeri vardır ve o rivayetle amel edilir. 08 mart 2017 pazartesi 16 yorum ZÜBEYR CESUR konuk yazar Namık Kemal’in ruhu, Egemen Bağış’a hulul ederse AKP hükümetine muhalifliğinden dolayı tutuklu bulunan eski Zaman gazetesi yazarlarından Ali Bulaç, 23 Temmuz 2012’de Zaman gazetesinde kaleme aldığı bir yazıda, İslamcıların üç ana dönemde üç nesil olarak birbirlerini takip ettiklerini düşündüğünü dile getirir. Birinci nesil İslamcıların 1850-1924; ikinci nesil İslamcıların 1950-2000 yılları arasında rol oynadığını vurgular. 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere üçüncü nesil İslamcılarınsa yakın tarih sahnesine çıkmış bulunduklarına atıfta bulunur. Şu anda tutuklu gazeteciler arasında bulunan bir diğer eski Zaman gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne ise, 1991’de doktora tezi olarak kaleme aldığı ‘Siyasal İdeolo- ji Olarak İslamcılığın Doğuşu’ isimli eserinde, yine Bulaç’ın birinci nesil dediği Yeni Osmanlı İslamcı aydınlarına dair orjinal tespitlerde bulunuyor. Aynı zamanda kitapta, o dönemin İslamcı aydınları ile, günümüz siyasi İslamcılarla kesişen vasıflarının olduğu net bir şekilde farkediliyor. Türköne, ısrarla, “İslam, İslamcılar ile bir ideolojiye dönüşmüştür” tespitinde bulunduğu eserinde, Namık Kemal’in yaşadıklarından alıntılar yapar. Kemal’in, arkadaşlarıyla birlikte Avrupa’ya kaçtıktan ve gazete hazırlıklarına giriştikten sonra, mektupla babasından İslamiyetle ilgili kitaplar ısmarladığını hatırlatır ve şunları ekler: “Bunlar yazılacak şeylerden İslamın ahvalinden Ali Bulaç, birinci nesil İslamcıların 1850-1924; ikinci nesil İslamcıların 1950-2000 yılları arasında rol oynadığını vurgular. 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere üçüncü nesil İslamcılarınsa yakın tarih sahnesine çıkmış bulunduklarına atıfta bulunur. 17 08 mart 2017 pazartesi misal göstermek lazım” diye ekliyor. Türköne, bu ifadeden Yeni Osmalıların kendi aralarında müzakere ederek, Babıaliye karşı muhalefetlerinde İslamiyetten yararlanmayı karar verdiklerini çıkartıyor. yorum 16. SAYFADAN DEVAM İslamı kendi politikaları için nasıl kullandıkları meselesine. Bu konuda AKP cenahının arşivi oldukça zengin. Ancak biz, şu meşhur makaracı eski AKP’li bakan Egemen Bağış ile yetinelim. MAKARACI BAĞIŞ: İLK İFTARIMIZI YAPTIK Tarih, 09 Temmuz 2013. Bağış, Avrupa Birliği Bakanı. Dönemin Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara ile Ülke TV’nin sunduğu Ramazan Sofrası isimli programında konuşuyor. Kendisine mikrofon uzatılan Bağış, “Başkanımıza çok çok teşekkür ediyorum. Sağolsun ‘ilk iftarımızı’ onun ev sahipliğinde yaptık…” diyor. NAMIK KEMAL: İNGİLİZ KONYAKLARI PEKALA Bir de Namık Kemal’in babası ile mektuplaşmalarında geçen diyaloglar, İslamcıların ta o günden bugüne İslam’ı kendi çıkarları için nasıl suistimal ettiklerini gün yüzüne çıkarıyor. Kemal, babasına Londra’dan İngiliz konyağının mehdini yapar ve şöyle der: “Burananın konyakları pek ala.. Hele Londra’da yarım şişe konyak içmeyince, midede kuvve-i hazime mümkin olmuTürköne, Namık yor.” Kemal’in ifadesinden Yeni Osmalıların kendi aralarında müzakere ederek, Babıaliye karşı muhalefetlerinde İslamiyetten yararlanmayı karar verdiklerini çıkartıyor. Yine Kemal, babasından gelen, zamparalık dedikodularına dair ikazlarını yalanalamakla beraber şöyle cevaplar: “Size, öyle zamparalık ediyorlarmış, şöyle gelip böyle gidiyorlarmış gibi söz söyleyen olursa, sayenizde Avrupad’da oturuyorlar; orada Kabe tavaf olunmaz ya ne yapsınlar dersiniz.” Zahirde medyadaki Namık Kemal ise, İslam’ın ateşin taraftarları arasında yer aldığı görülüyor. Yine aynı eserde, 1868’de Hürriyet’te kaleme aldığı bir yazısında, “Hakikat biz Düstür’a bedel kanun-u şer’i yapmak talabindeyiz...” şeklinde ifadeler kullanıyor. Ancak diğer tarafta ise babasına İngiliz konyağını övüyor; kendisinin zamparalık eleştirilerine ise, “Avrupa’da Kabe tavaf olunmaz ya ne yapsınlar.” cevabını veriyor. Gelelim üçüncü nesil olan AKPli İslamcıların Bu arada Egemen Bağış’ın 2007’de başörtüsü özgürlüğünü savunduğu için siyasetten men edilme talebi ile Anayasa Mahkemesinde yargılandığını da hatırlatalım. Ancak daha sonra aynı Egemen Bağış’ın Metehan Demir’le yaptığı ve sızdırılan telefon görüşmesi internete düşüyor. Ses kayıtlarında Bağış’ın Kur’an’ın en uzun süresi olan Bakara ile dalga geçtiği ortaya çıkıyor: “Her Cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara.’’ Yani Bağış, kapalı kapılar ardından iftarını açtığı Ramazan ayında inen Kur’an’ın bir süresi ile alay ediyor. Adeta Namık Kemal’in ruhu, Egemen Bağış’a hulul ediyor. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, eski Yeni Osmanlı İslamcı aydınları ile, yeni AKPli siyasiler ve aydınları arasında hiçbir fark yok. Zihniyet hep aynı: İslam’ın, çıkar, iktidar, menfaat uğruna Türköne’nin de dediği gibi bir ‘ideolojiye’, ‘siyasi bir araca’ dönüştürülmesi. Egemen Bağış’ın Metehan Demir’le yaptığı ve sızdırılan telefon görüşmesi internete düşüyor. Ses kayıtlarında Bağış’ın Kur’an’ın en uzun süresi olan Bakara ile dalga geçtiği ortaya çıkıyor: “Her Cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara.’’ Yani Bağış, kapalı kapılar ardından iftarını açtığı Ramazan ayında inen Kur’an’ın bir süresi ile alay ediyor. Adeta Namık Kemal’in ruhu, Egemen Bağış’a hulul ediyor. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ 18 SPOR DOSYA FUTBOL ARTIK ALMANLARIN KAZANDIĞI OYUN DEĞİL EFE YIĞIT EfeYigit@Tr724.com İNGILIZLERIN EFSANE oyuncusu Gary Lineker’in “Futbol basit bir oyundur. 22 kişi 90 dakika bir topu kovalar ve sonunda hep Almanlar kazanır” sözü son yıllarda geçerliliğini yitirdi. Lineker’in bu meşhur cümlesindeki Almanlar’ın son yıllarda yerini İspanyollar almaya başladı. Avrupa kupalarının artık adresi İspanyol kulüpler olmaya başladı. Diğer ülke takımları adeta finalde İspanyollara kaybetmek için çıkmaya başladı. ALMANYA EN ÇOK DÜNYA KUPASI FİNALİ KAYBEDEN TAKIM Önce Almanlar’dan başlayalım. Gary Lineker bu sözü, İngiltere Milli Takımı’nda oynarken Almanya karşısında defalarca kaybedince söylemişti. İlk kez 1972’de Avrupa Şampiyonu olan Almanya aynı başarıyı 1980 ve 1996’da da tekrarladı. Bu tarihten sonra adeta sessizliğe büründü. Kupaya en çok Euro 2008’de tekrar yaklaştı ancak finalde İspanyollara kaybedip, hevesi kursağında kaldı. Dünya Şampiyonu olarak geldiği Euro 2016’da yarı finalde ev sahibi Fransa’ya yenilip, beklentileri boşa çıkardı. Dünya Kupası’nı 1954’te kaldıran Almanya, aynı başarıyı 1974 ve 1990’da tekrarladı. Uzun yıllar Dünya Kupası’na hasret kalan Almanlar, 24 yıllık hasrete 2014’te Brezilya’da son verip, futbolda dünyanın en büyüğü oldular. 4 kez Dünya Kupası’nı kaldıran Almanlar, 1966, 1982, 1986 ve 2002’de finalde kaybetti. Brezilya’nın ardından en çok dünya kupasını kazanan takım olan Almanya, aynı zamanda en çok dünya kupası finali kaybeden takım unvanına sahip. ALMAN KULÜPLERİ AVRUPA’DA KAYIP Gelelim kulüp başarılarına. Almanya’da kulüp deyince doğal olarak akıllara ilk önce Bayern Münih gelir. Dünya yıldızlarını bünyesinde barındıran Bayern Münih, Avrupa’nın bir numaralı kupası Şampiyonlar Ligi’ni 2013’te bir başka Alman ekibi Borussia Dortmund’u yenerek elde etti. Bayern Münih 2010’da İnter’e, 2012’de Chelsea’ya finalde boyun eğdi. Şampiyonlar Ligi’ni Bayern Münih dışında kazanan iki Alman takımı daha var: Borussia Dortmund ve Hamburg. Bu takımlardan Borussia Dortmund 1997’de, Hamburg 1983’te kupanın sahibi oldu. Toplamda bu kupayı Almanlar 8 kez kazandı. UEFA Kupası’nı Almanlar son kez 1997’de Schalke 04 ile kazandı. Tam 20 yıldır Avrupa’nın 2 numaralı kupasını kazanan Alman takımı çıkmadı. 4 kez Dünya Kupası’nı kaldıran Almanlar, 1966, 1982, 1986 ve 2002’de finalde kaybetti. Brezilya’nın ardından en çok dünya kupasını kazanan takım olan Almanya, aynı zamanda en çok dünya kupası finali kaybeden takım unvanına sahip. 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ UEFA Kupası’nı Alman takımları toplam 6 kez kazandı. Ya İspanyollar? 44 yıl aradan sonra Euro 2008’te yeniden Avrupa Şampiyonu olan İspanyollar, aynı başarıyı Euro 2012’de tekrarladı. Üst üste iki kez Avrupa Şampiyonu olan ilk ülke olan İspanyollar, başarılarını 2010 Dünya Kupası’nı kazanarak taçlandırdı. Son 5 uluslararası turnuvanın 3’ünü kazanmış bir ülke olan İspanyollar özellikle 2014 Dünya Kupası’nda büyük hayal kırıklığı oldu. İSPANYOL KULÜPLERİ RAKİPSİZ Avrupa kupaları denince İspanyol kulüpleri için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Hele son yıllarda kupaların patentini almış durumdalar. Avrupa’nın 1 numaralı kupası Şampiyonlar Ligi giderek İspanya Şampiyonlar Ligi olmaya başladı. Devler Ligi’ni Real Madrid tam 11 kez kazandı. 2014 ve 2016’da kupayı kaldıran Real Madrid bu yıl da adını finale yazdırmak için ilk maçta 3-0 yendiği Atletico Madrid’le oynayacağı rövanş maçını bekliyor. Futbol her sonuca açık ancak finalistin Real Madrid olacağını çok çok yüksek bir ihtimal. Bir başka İspanyol devi Barcelona Şampiyonlar Ligi’ni son 11 yılda tam 4 kez kazandı. Barcelona, 2006, 2009, 19 SPOR DOSYA 18. SAYFADAN DEVAM 2011 ve 2015’te kupayı müzesine götürdü. Real Madrid ve Barcelona toplamda 16 kez Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Şampiyonlar Ligi kupasını son 11 yılda 6 kez İspanyol kulüpleri kaldırdı. UEFA Kupası’nda benzer bir durum var. Son 3 yılda kupayı İspanyol kulübü Sevilla kazandı. Bu sezon UEFA Avrupa Ligi’nde uzun bir aradan sonra finalde İspanyol kulübü görmeyeceğiz. Çünkü bu kupada yarı finale kalan Celta Vigo ilk maçta sahasında kupanın favorisi Manchester United’a 1-0 yenilerek, final şansını çok zora soktu. UEFA Kupası’nı Sevilla 5 kez kazanırken, Atletico Madrid ve Real Madrid 2 kez, Valencia ise 1 kez Avrupa’nın 2 numaralı kupasını müzesine götürdü. Son 7 yılda oynanan UEFA Avrupa Ligi finalinin 5’inde kupayı İspanya kulüpleri kazandı. Bütün bu istatistiklere baktığımızda futbol artık sonunda Almanların kazandığı bir oyun olmaktan çıkmış bulunuyor. Kulüpler düzeyince Real Madrid, Barcelona, Atletico Madrid ve Sevilla Avrupa’nın zirvesini parselleşmiş durumdalar. Alman kulüplerinin Avrupa’da zirveye çıkması için Bayern Münih gibi birkaç güçlü takıma daha sahip olması gerekiyor. Futbol artık sonunda Almanların kazandığı bir oyun olmaktan çıkmış bulunuyor. Kulüpler düzeyince İspanyol kulüpleri Avrupa’nın zirvesini parselleşmiş durumdalar. Alman kulüplerinin Avrupa’da zirveye çıkması için Bayern Münih gibi birkaç güçlü takıma daha sahip olması gerekiyor. GÜNLÜK E-GAZETE 8 MAYIS 2017 PAZARTESİ SAYI: 176 ARKA SAYFA MERDİVEN ÇIKIN BEYNİNİZ GENÇ KALSIN! SAĞLIKLI YAŞAMAK için bedeninize ve ruhunuza yapacağımız her yatırım biyolojik yaşınızı genç tutuyor. Uzmanlar, hareketsiz yaşamın kalp damar hastalıklarından diyabete, hipertansiyondan kas-iskelet sistemi hastalıklarına kadar çok önemli sağlık sorunlarına davetiye çıkardığını belirtiyor. Daha çok hareket etme tavsiyesinde bulunuyor. Fiziksel aktivite yaşlanma sürecini yavaşlatıyor. Yapabileceğimiz en basit aktivitelerden biri olan merdiven çıkmak ise beyninizin genç kalmasını sağlıyor. ve sağlıklı tuttuğunu, ileri yaşlarda beyinlerinin yaşıtlarına oranla daha genç kaldığını unutmayın. Yeni çalışmalar bunu gösteriyor. Okulda basamakları ikişer üçer olarak çıkan çocukların beyinlerini ileri yaşlara hazırladığını şimdi bilim söylüyor. ŞEKERI, EKMEĞI BIRAK, GÜNDE 20 DAKIKA YÜRÜ 19 ila 79 yaşları arasında bulunan 331 sağlıklı erişkin üzerinde çalışan bilim insanları, fiziksel aktivitenin beyni genç tutarak hem biyolojik yaşı (bedeninizin içinde bulunduğu gerçek yaş) hem de kronolojik (takvim) yaşı olumlu etkileyebileceğini gösterdi. Çalışmada her gün merdiven çıkan kişilerin beyin yaşının yaşıtlarına göre bir yaş daha genç olduğu bulundu. Günde 20 dakika yürüdüğünüz zaman beyninizdeki mutluluk hormonlarının arttığını, mutluluk hormonu artınca de iştahınızın bastırıldığını biliyor musunuz? Uzmanlara göre, her gün kendi temponuzda 20 dakika yürüyerek sağlıklı yaşama adım atmış olursunuz. Bunun yanında yapmanız gereken temel iki hareket ise ekmek ve şekeri bırakmanız. Yılda kişi başına 200 kilo ekmek tüketiliyor. Türkiye’de ekmek tüketimi azalırsa hastalıkların yüzde 30 azalacağı belirtiliyor. Öte yandan toplumun büyük bir çoğunluğu şeker hastası olduğunu bilmiyor. Uzmanlar araştırma ışığında şu tavsiyede bulunuyor: Yaşadığınız apartmanda, iş yerinde çıkacağınız basamakları yorgunluk olarak değil, sağlık artırıcı unsur görmelisiniz. Merdiven çıkmanın bedenimizi güçlü KÜNYE GENEL YAYIN YÖNETMENİ Selim GÜNDÜZ | SelimGunduz@Tr724.com HABER DİREKTÖRÜ Sefer CAN | SeferCan@Tr724.com YAYIN KOORDINATÖRÜ Ali Mirza YAZAR | AliMirza@Tr724.com egazete.Tr724.com YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ Erman YALAZ (Web) | ErmanYalaz@Tr724.com Kemal AY (e-gazete) | KemalAy@Tr724.com TASARIM Alper UYANIK | AlperUyanik@Tr724.com Zülfikar ALİ | ZulfikarAli@ Tr724.com www.Tr724.com irtibat@Tr724.com SOSYAL MEDYA EDİTÖRÜ Ömer Özdemir | OmerOzdemir@Tr724.com İMTİYAZ SAHİBİ TEMSİLCİSİ VE HUKUK DANIŞMANI Mehmet YILDIZ | MehmetYildiz@Tr724.com REKLAM | info@Tr724.com E-GAZETE | Egazete@Tr724.com @Tr724com /Tr724com Bir grup gazeteci tarafından kendi imkânları ile yayın hayatına başlattığı Tr724.com Basın Meslek İlkeleri ve uluslararası medya etik kurallarına uygun habercilik yapmaktadır. Yayınlanan makale ve yorumlardan yazarları sorumludur. Tr724’de yayımlanan tüm haber, yazı, yorum ve analizler kaynak gösterilerek kullanılabilir.