EDİTÖR Sevgili TED’liler ‘SOSYAL BİLİMLERE KEŞİF’ adlı çıktığımız dergimizle bu yolda öğrencilerimizle birlikte heyecan ve özveri ile çalıştık. Amacımız açısını Sosyal Bilimlere değiştirebilmek ve bakış Sosyal Bilimlerin bilinmeyen yönlerini sizlerin keşfine sunmaktır. hazırladığımız Bu amaçla dergimizle sizleri selamlıyoruz. Tarih Öğretmeni Semiha YELBAŞ Coğrafya Öğretmeni Suat SOYTAŞ Kapak Tasarım: Kaan KAPTAN 12C İç Tasarım: Yasin TANRIVERDİ 10A 1 İÇİNDEKİLER TARİH COĞRAFYA Zonguldak Tarihi…………………………………………5 Coğrafyada Bilinmeyenler………………………….....25 Fatih Sultan Mehmed’in Gerçek Mezarı……………10 Sürdürülebilirlik………………………………………….30 Machu Picchu…………………………………………….13 Tarım Olmadan Ekonomik Kalkınma Olmaz….......31 Tarihten Anekdotlar…………………………………....15 Cellatlar Hakkında İlginç Bilgiler…………………...16 İstanbul Müzesi Projesi………………………………..17 Atatürk Dönemi Parlamento………………………....20 Osmanlı’da İlkler………………………………………..23 2 TED ZONGULDAK KOLEJİ VAKFI ÖZEL LİSESİ Sosyal Bilimlere Keşif Sosyal Bilimler Zümresi Yayınıdır. TED Zonguldak Koleji Vakfı Okulları Yayla Mah. Kadırga 67030/ZONGULDAK Cad. No.56 Telefon: (0372) 253 10 14-16 Faks: (0372) 253 14 39 E-Posta: info@tedzonguldak.k12.tr Web: http://www.tedzonguldak.k12.tr/ 3 TARİHÇE “Okul genç beyinlere; de değişmeye ve yenileşmeye başlar. öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takip edilecek en uygun, en güvenli yolu Memleket ve çalışanların milleti öğretir. kurtarmaya aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları lazımdır. Bunu sağlayan okuldur.” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Dünya tarihinde Yurt hızla yol alırken Türkiye’nin çehresi insanlığa bağımsızlığı başlanır. çapında başlatılan eğitim seferberliği, hürmeti, millet ve memleket sevgisini, şerefi, açılmaya yurtlar yenilmez komutan, ilerici bir devlet adamı, laik, yenilikçi ve reformist olarak yerini Zonguldak … Bir liman kenti… Genç Cumhuriyetin yeni yüzü… Karaelmas diyarı…Modern, çalışkan, emekçi kenti… Bu eğitim ışığından nasibini alacak ve Meşalesinin TED ilki Ankara’da yanarken ikincisi Zonguldak’ta yanacaktır. 20 Ekim 1958 tarihi Zonguldak ve Zonguldaklılar için bir dönüm noktası. Mavi liman kenti, kara trenler ve yeşil artık Zonguldak, eğitim meşalesiyle aydınlanacaktı. Ereğli Kömür İşletmesine ait alan Mustafa Kemal Atatürk, diğer eğitim olan “Le Fevre” nin evi olarak bilinen alanında da öncü kimliğini ortaya köşk bir okul binasına dönüşürken koyarak 1925 yılında meclis açılış geleceğin konuşmasında eğitimle ilgili önemli atılmaktadır. Türk Eğitim Derneği noktaları vurgular. Zonguldak özelliklerinde Eğitim hedefler ve olduğu gibi sürecinde belirlediği üzerinde özellikle durduğu noktalar bu yolda yapılan çalışmaları hızlandırır.31 Ocak 1928’te Türk Maarif Cemiyeti, 12 Aralık 1939 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Kamuya Yararlı Dernek statüsü edinmiş, 1946 yılından itibaren, Türk Eğitim Derneği adıyla GÜNER, en büyük adımı Şubesi başkanı Zonguldak valisi da Halit Turgut EĞİLMEZ ’in ve Zonguldak halkının da hazır bulunduğu konuşmasının törende, ardından açılış kestiği kurdeleyle, yıllarca Zonguldak’a ve Türkiye’ye yetiştirilecek yeni nesillerin adımını atıyordu. Bu küçük adımlar, Eğitim meşalesini besleyen ve ışığını kuvvetlendiren büyük adımlardı. yurt düzeyinde yayılan özel okullar ve 4 Zonguldak’ın yeni yüzü TED FRİGLER DÖNEMİ Zonguldak Koleji, 20 Ekim 1958’de eğitim – öğretime başlar. 1984–1985 öğretim yılında ise İlköğretim kısmı açılır. Farklı dönemlerde ihtiyaca cevap verecek şekilde binalarımızda yeni eklemelere ve düzenlemelere gidilerek okulumuz, modern ve işlevli hale getirilmiştir. Eğitim ve öğretimde kaliteyi arttırarak Türk Eğitim Derneğinin misyon ve vizyonuna sahip, belirlediği hedeflerden şaşmadan yola devam eden TED Zonguldak Koleji, Atatürkçü, aydın ve laik kimliğiyle 21. Yüzyılın öncü okullarından biri olarak bilim, teknoloji ve sanat alanlarında yetiştirdiği yeni bireylerle toplumsal kalkınmaya ve evrensel değerlere katkılarını sürdürmektedir. ZONGULDAK TARİHİ MÖ 1200 yılında ağırlığını Frig oymaklarının oluşturduğu Ege göç kavimleri, Trakya üzerinden İç Anadolu’ya yayıldılar. Bu kavimlerden bitin, Mariandin ve migdanlar Zonguldak yöresine yerleşerek bölgenin bilinen ilk halkını oluşturdular. Gerek Frigler, gerekse öbür oymaklar, birkaç yüzyıl boyunca siyasal bir örgüt yapısı oluşturamadılar. Bununla beraber Zonguldak’ın güneyine düşen yörelerde maden işletmeciliği ve el sanatlarında önemli bir gelişme elde ettiler. Daha sonraları Kafkaslardan kalkıp, Anadolu’ya giren Kimmer beyleri Frigya’ya ardı ardına seferler düzenleyerek, Frig Kralı’nı MÖ 676’da ortadan kaldırdılar. Kimmerler daha sonraları Lidyalılar, Asurlularla yaptıkları savaşlar sonucunda zayıf düştüler. İran’dan gelen Med devleti yaptıkları savaşlar sonucu tutunamayarak Anadolu’yu terk ettiler. ile KOLONİLEŞTİRME DÖNEMİ Kimmerlerin yöreyi terk etmesinden sonra Lidya Devleti kuzeye doğru genişleyerek, M.Ö. VI.yüzyılda Zonguldak yörelerinde bölgesel bir üstünlük sağladı. Yine aynı yıllarda, Batı Anadolu kıyılarında yaşayan Megaralılar ve Boitayalılar Zonguldak yörelerine geldiler. 5 Karadeniz kıyılarından getirdikleri malları boşaltabilecekleri küçük ticari iskeleler kurmaya yöneldiler. Bunlar arasında Filyos, Amasra, Ereğli gibi koloniler vardı. Persler, Zonguldak’taki Lidya egemenliğine MÖ 546’da son verdiler. PERSLER DÖNEMİ 213 yıl boyunca Persler Anadolu’nun tümüne egemen olmalarına rağmen koloni kentlerin yönetimine fazla karışmadılar. Ancak bu kentlerin yönetimine “Tiran” adı verilen kendi yandaşlarını getirmeye çalıştılar. Ancak MÖ 334’te Anadolu’ya geçen Makedonya Kralı İskender, Bronikos (Biga) çayı yakınlarında Pers ordusunu yenince, Pers üstünlüğü de bu yörede sona erdi. İSKENDER VE BİTİNYA KRALLIĞI İskender, bölgeyi Makedonyalı subayların yönetimine bıraktı. İskender’in subaylarından Kalas, yörede bir baskı oluşturmaya çalıştı. Fakat Bitinyalı önder Bas’un direnişi karşısında yenildi. M.Ö. 326’da Romalılar, M.Ö. 85’de Bitinya ‘ya girerek İzmit’i yağmaladılar. Bitinya Kralı, Roma hegemonyasını tanımak zorunda kaldı. M.Ö. 70 yılında ise Romalılar, Ereğli’den Samsun’a kadar Karadeniz kıyılarını ele geçirdi. Dolayısıyla Zonguldak bölgesi, Roma’nın Ön Asya vilayeti oldu. ROMALILAR DÖNEMİ İ.Ö. 70’te Romalılar Herakleia ve çevresini ele geçirdiler. Herakleia yağmalandı. Kentin agorasındaki altın Herakles heykeli Roma’ya götürüldü. Roma Döneminde yazan coğrafyacı Strabon Herakleia’danı iyi limanları olan bir kent olarak söz eder. bir yarımada kıstağındaki Amastris’in iki yanında limanlar vardır. En iyi şimşir ağacı türü en çok Amastris toprağında, özellikle Kytaron dolaylarında yetişir. Romalılar kıyı kentlerini birer liman ve savunma noktaları oldukları için onardılar, Herakleia, Teion, Amastris, ikincil yollarla Nikomedia (İzmit) – Amasia (Amasya) anayoluna bağlandı. Bu kentler, kimi kalıntıları günümüze ulaşan tapınak, tiyatro, su kemeri, antrepa, bazilika, çeşme, vb. yapılarla genişletildi. Hıristiyanlık öncesinde yörede başta Zeus Strategos olmak üzere birçok tanrı ve tanrıçaya tapılmaktaydı. Deniz tanrısı Poseidon da büyük baygı görmekteydi. Amastris’te Poseidon’a adanmış bir tapınak vardı. Herakleia ve Amastris sikkelerinde Poseidon betimleri görülür. Amastris’te Mısır Tanrıları Pis, Seragis, Apis’in tapınakları ve sunakları vardı. Ayrıca, Amastris’te Mısır kökenli kutsal lotus fidanı bulunuyordu. Hıristiyan söylencesine göre, Karadeniz kıyılarında Hıristiyanlığı Havari Anderas yaymıştır. Hıristiyanların baskı altında tutulduğu dönemde Herakleia’da Ayazma Deresi 6 Vadisi’ndeki mağaralar kilise olarak kullanılmıştır. Kâhinler Mağarası adıyla bilinen en büyük mağarada Hıristiyanlıkla ilgili frenk izleri, gömütler bulunmaktadır. Söylenceye göre, Amastris’teki lafusu balta ile parçaladığı için putperestlerce öldürülen Hyakinthas, sonraları kentin yerel azizi sayılmıştır. BİZANS DÖNEMİ 395’te ikiye ayrılan Roma’nın doğu kısmında kalan bölge (Bizans), VII.yüzyılda Opsikian Theması sınırları içinde yer aldı. Bizans Döneminde Herakleia, Teian, Amastris, İmparatorluğun doğudaki merkezi Trapezus yolu üstünde önemli uğraklardı. Başlangıçta birer metropolitlik olan Herakleia ve Amastris, İmparator Justinianas döneminde piskoposluk düzeyine indirildi. Bu kentler, bir iç deniz olan Karadeniz kıyısında bulunmaları ve art bölgelerinin sınırlılığı yüzünden eski görkemlerini günden güne yitirdiler. VIII.yüzyıl sonlarında Müslüman Arapların bir akını çevreyi sarstı. IX.yüzyıl ortalarında Rus korsanlar kıyı kentlerini yağmalamaya başladılar. Bu akınlardan birinde Amastris tümüyle yakılıp yıkıldı. Bu yıkımdan sonra surların dışındaki asıl kent terk edildi. Türklerin Anadolu’da yayılmaya başladığı dönemde, Zonguldak çevresinin eski kentleri küçük birer kasaba-kale görünümündeydi. XIII.yüzyıl sonlarında Cenevizliler Herakleia ve Amastris’e yerleşerek ticaret merkezleri kurdular, bir süre sonra da bu kentlerin yönetimini ele geçirdiler. Timur’a giderken Amastris’e uğrayan İspanyol elçisi Clavija, kale dışındaki asıl kentin bir yıkıntılık olduğunu yazmaktadır. Bu, Cenevizlilerin yalnızca limandan yararlandıklarını göstermektedir. Kalede, Cenevizlilerin onarımlarını belirten Ceneviz devletinin yada tanınmış ailelerin armaları, kazınmış taşlar bulunmaktadır. ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ XI.yüzyıl sonunda Anadolu’nun geleceğine Türkler hakim olmaya başlarken, Zonguldak havalisindeki eski şehirler küçük birer kale-kasaba görünümünde bulunuyorlardı. Bu yıllarda Bizans idaresinin zayıflaması bu bölgede güvenlikten eser bırakmamıştır. Bizans’ın resmi memurları olan Dukkas’lar, halkı haraca bağladıkları ve limanlara uğrayan yelkenlileri soydukları için iskeleler deniz ticaretindeki önemlerini yitirmiş durumdaydılar. Kıyı içi bölge ticaretinde karakol görevi yapan kale ve şatolar, çetelerin ellerine geçmiştir. Bu kargaşa yıllarında Zonguldak havalisinde gözüken ilk Türk Komutanı Emir Karatekin oldu. Bu cesur Türk komutanı, 1084’te Ulus, Bartın, Devrek topraklarını ele geçirdi. Daha sonra kıyıya yönelen Emir Karatekin 7 Zonguldak yöresini bütünüyle zaptetti. 1085’te de Sinop’u aldı. Ancak, yörenin Türklerin elinde kalması uzun sürmedi. Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki çekişme sebebiyle 1086’da tekrar Zonguldak ve havalisi Bizanslıların eline geçti. 1092 sonlarında I.Kılıç Arslan’ın başa geçmesiyle toparlanan Anadolu Selçuklularını, Haçlı Seferleri ve 1107’de I.Kılıçarslan’ın ölümüyle çıkan taht kavgaları güçsüz bırakmıştır. Dolayısıyla Anadolu Selçukluları Zonguldak yöresinden uzak kalmışlardır. Onların bu durumundan faydalanan Danişmendliler, Karadeniz kıyılarını zaptederek Ereğli’ye kadar ilerlemelerine rağmen yörenin tümünü elde edememiştir. II.Kılıç Arslan’ın 1155’te tahta geçmesiyle yeniden güçlenen Anadolu Selçukluları, 1176’da Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratıp, 1178’de Danişmendliler devletini ortadan kaldırdılar. Ancak bu başarılarına rağmen Zonguldak ve havalisini ellerine geçiremediler. Zira, II.kılıç Arslan’ın ölümü sonrasında çıkan taht kavgaları Selçukluların Bizans topraklarına seferler yapmalarını engelledi. IV.Haçlı Seferi esnasında Latinler, 1204’te Konstantinapolis’i ele geçirerek bir Latin imparatorluğu kurdular. Bu yüzden Haçlılardan kaçan Bizanslılar, Trabzon-Rum ve İznikBizans imparatorluklarını meydana getirdiler. Kısa zaman içinde sınırlarını genişleten Trabzon Rumları, İznik Bizanslılarına yenilince Zonguldak yöresi İznik Bizans İmparatorluğuna bağlandı. 1261’de Latinlerin Avrupa içlerine doğru dönmeleri üzerine, yeniden Konstantinapolis’e dönen Bizanslılar, ülke birliğini sağladılar. Bizanslılarda kendileriyle iyi ilişkiler içerisinde bulunan Ceneviz’e Zonguldak yöresindeki iskelelerden ticari amaçla yararlanma hakkı tanıdı. XIII.yüzyıl sonlarında, iç kısımların Türkler tarafından, kıyıların ise Cenovalı gemicilerce kontrole alınması üzerine yöre topraklarında Bizans hakimiyeti son buldu. Eflani, Devrek, Bartın, Safranbolu, Ulus ve şimdiki Karabük toprakları, 1335’te bağımsızlığını elde eden Candaroğulları Beyliği’nin sınırları içine girdi. OSMANLI DÖNEMİ Padişah I.Murat’ın bölge topraklarını Osmanlı sınırlarına katmak istemesine halk karşı çıkar ve Candaroğulları Beyliği yanında yer alır. Osmanlılarda 1380 yılında Cenevizliler anlaşarak Karadeniz Ereğli’yi satın alır. 1392’de yıldırım Beyazıt, Zonguldak bölgesini Osmanlı topraklarına katar, ama 1402 Ankara Savaşında Timur’a yenilince alınan topraklar tekrar Candaroğulları Beyliği’nde kalır. Padişah Celebi Mehmet, ülke bütünlüğünü sağlama politikaları çerçevesinde Zonguldak’ın güney kesimini 1417’de Osmanlılara katarken, kıyı şeridindeki iskelelerde ticari yaşam yine Cenevizlilerin elindedir. 1460 yılında Fatih Sultan 8 Mehmet Amasra’yı alır. Candaroğulları Beyliği’ne son verir ve yöredeki Hıristiyan bezirganlarda İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır. Osmanlı Devleti’nin ilgisini çekmeyen Zonguldak ve yöresi önce 1654 yılında Kazak korsanlarca, sonra da korsanlara karşı halkı korumak amacıyla gelen yeniçerilerce yağmalanır. Ekonomik ve ticari önemini yitiren bölgeye devlet sahip çıkmayınca eşkıyalar ve ayanların baskısı halkı göçe zorlar. Taşkömürünün 1829’da bulunmasıyla tekrar önem kazanan bölge 1882 yılından sonra yabancı sermayenin ilgi merkezi olur. Taşkömürü havzasındaki üretim ocakları İngiliz, Fransız, Alman, Belçika, rus, Yunan ve yerli şirketlerce çalıştırılır. Yöredeki şirketlerinin haklarını korumak, kömür üretimini artırmak bahanesiyle Fransız askerler 08.03.1919’da Zonguldak’ı 08.06.1919’da da Kdz. Ereğli’yi işgal eder. Var olan Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin oluşturduğu milis güçleriyle Fransızlar 18.06.1920’de Ereğli’den, 21.06.1920’de de Zonguldak’tan çekilmek zorunda kalır. Safranbolu kazası da bağlandı. Sonraki yıllarda ilin bazı kasabaları da birer ilçe merkezi olarak teşkilatlandırıldı. Çaycuma, Devrek’in bir nahiyesi iken, 1944 yılında ilçe oldu. Yine aynı yıl uzun yıllar Safranbolu’nun bir bucak merkezi olan Ulus’da Zonguldak’ın yedinci ilçesi olarak kuruldu. Daha sonra sırasıyla, 1953’te Karabük ve Eflani, 1957’de Kurucaşile ilçe merkezi oldular. Temmuz 1987’de Alaplı, Amasra ve Yenice kasabaları, Mayıs 1990’da da Gökçebey kasabasının kaza haline getirilmesiyle Zonguldak’ın ilçe sayısı on üçe yükselmiştir. Ancak 28.08.1991 gün ve 3760 sayılı (Bartın ilinin kuruması hakkında) kanunla Bartın’ın il olması sonucu Bartın’ın yanı sıra Amasra, Ulus, Kurucaşile; 6.6.1995 gün ve 550 sayılı (Karabük ilinin kurulması hakkında) kanunla da Karabük’ün yanı sıra, Eflâni Safranbolu ve Yenice ilçelerinin ayrılmasıyla ilçe sayısı beşe düşmüştür. CUMHURİYET DÖNEMİ 14 Mayıs 1920’de müstakil mutasarrıflık olan Zonguldak merkez, Bartın, Hamidiye (Devrek), Ereğli kazalarından oluşmuştur. Kuruluşları, Cumhuriyetin ilanından (29 Ekim 1923) sonra olan, illerin ilki Zonguldak’tır. 1 Nisan 1924’te teşkil edilen Zonguldak Vilayetine, 1927’de Kaynakça: http://zonguldak.bel.tr/tarih/ 9 TARİH FATİH SULTAN MEHMED’İN GERÇEK MEZARI İstanbul Bizans’ın elindeyken, bugün Fatih Cami’nin bulunduğu yerde İstanbul’da yapılmış olan ilk Hristiyan mabedi olan Havariyun Kilisesi(12 Havariler Kilisesi) vardı. Bizans’ın kurucusu olan I. Konstantin, İstanbul şehrinin başkent olmasını kararlaştırdıktan sonra, şehri geliştirmeye başladı. Şehrin savunmasını sağlamlaştırmak amacıyla surlar inşa edildi. Bundan başka, imparatorluğun yönetim merkezi olan saray yapıldı. Ayrıca, Ortodoks inancını benimsemiş olan Bizans, ilk kilisesini de İstanbul’da inşa etti. 324-337 yılları arasında, bugün Fatih Cami’nin olduğu yerde kilise yaptırıldı ve bu kiliseye Havariyun(12 Havariler Kilisesi) adı verildi. Bizans’ın ilk İmparatoru olan I. Konstantin, öldüğü zaman Havariyun Kilisesine gömülmeyi vasiyet etti ve vasiyeti yerine getirilerek kilisenin altındaki bir yere gömüldü. Yıllar geçtikçe Havariyun Kilisesi gözden düştü, bir harabe haline geldi. Osmanlı Padişahı olan Fatih Sultan Mehmed, 1453 yılında İstanbul’u fethettikten sonra, tıpkı I. Konstantin gibi şehri imara başladı. Doğu Roma İmparatorluğunun başkentini fetheden Fatih Sultan Mehmed, kendisini “Roma İmparatoru” olarak görüyordu. Bu sebepten dolayı, ilk Doğu Roma İmparatoru olan I. Konstantin’in yaptırdığı Havariyun Kilisesi’nden geriye kalan harabeyi 1467 yılında yıktırdı ve yerine “Fatih Cami” ni inşa ettirmeye başladı. Bu caminin yapımı 1470 yılında bitti. Fatih Sultan Mehmed, öldüğü zaman bu caminin avlusuna gömülmeyi istedi; böylelikle Konstantin ile aynı mekânda yatarak çocukluğundan beri taşıdığı “Roma İmparatoru” hayalini hakikat yapmaya çalışmıştı… Nisan yağmurları İstanbul'a 1800'lerin sonunda her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih tarafları göle dönmüş ve her tarafı su basmıştı. Selin hemen ertesi günü, Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece halkın ruyasına girmiş, “Boğuluyorum, beni kurtarın” demiştir. Tahtta, İkinci Abdülhamid vardır ve hükümdar dedikodulardan ânında haberdar olmuştur. Abdülhamid, amcası Sultan Abdülâziz'in damadı Şerif Paşa ile Fatih ve Aksaray taraflarının itfaiye kumandanı Mehmed Paşa'yı huzuruna çağırır. Türbeye giderek mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, halkın gördüğü ruyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor vereceklerdir. Hükümdar, paşaları türbeye göndermeden önce göreceklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı yemin ettirir. Mehmed ve Şerif 10 Paşalar, Fatih Camii'nin yanıbaşındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazarlar. Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Kapağı açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerinde lambalarıyla merdivenden iner ve daha derine uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran başka bir mekâna gelirler. Ortada musalla taşına benzeyen bir mermer, mermerin üzerinde de bir işlemeli ağaçtan bir tabut vardır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih'in mumyasını. Yüzü aynen, yaşadığı devirde çizilmiş resimlerindeki gibidir. PAŞA, YEMİNİNİ TUTMADI Mumyanın başında dua eden paşalar tabutu kapayıp hayattaki bir hükümdarın huzurundan ayrılırcasına adımlarını geriye doğru atarak uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, sandukayı yerleştirir ve saraya gidip gördüklerini Abdülhamid'e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih'in cenazesine zarar vermemiş olmasından memnuniyet duyar ve Paşalar'a yeminlerini hatırlatıp “Gördüklerinizi unutunuz!” der. Ama, Damad Şerif Paşa yeminini seneler sonra bir tarafa bırakır, hadiseyi 1940'lı senelerde o zamanın meşhur kalem erbabından İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın Mercan'daki konağında yapılan musikili bir sohbet meclisinde anlatır ve söyledikleri, o günlerde çıkan bir tarih dergisinde de kısa bir biçimde yayınlanır. Hükümdarları ve önemli devlet adamlarını mumyalamak, Türkler'de İslamiyet öncesi zamanlardan kalma bir âdetti, birçok Selçuklu sultanının yanısıra Fatih'in oğlu İkinci Bayezid'e kadar bütün Osmanlı hükümdarları mumyalanmıştı. Hükümdarın başkentten uzakta, savaş meydanında can vermesi hâlinde, mumyalama zaten kaçınılmazdı. Fatih Sultan Mehmed de başkentinden uzakta ölmüştü. Yeni bir sefere çıkmak için 1481'in 27 Nisan'ında ordusuyla İstanbul'dan ayrılmış, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkâr Çayırı'nda hayata veda etmişti. CENAZE BİR KÖŞEYE ATILDI Cenaze gizlice Topkapı nakledilirken vezirleri, Sarayı'na hükümdarın Anadolu'da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Bayezid ile Cem'e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul'a istediler. gelmelerini Hükümdarın duyulması bütün vefatının çabalara rağmen önlenemedi ve İstanbul'da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta geçecek şehzade konusunda ediyorlardı. iktidar için birbirleriyle Devletin mücadele üst düzeyi birbirlerinin gözünü 11 cenazesinin yağmalanan kilise fetih sırasında bir tahnid edilmesi unutuldu, hatta naaşın hayalet binayı halindeydi ve Fatih, başında mum yakılması âdeti bile kendi ismini taşıyacak olan caminin, kimsenin hatırına gelmedi ve cesed kilisenin koktu. Saray görevlileri, cenazenin öldüğünde vaziyetini defnedilmeyi oyarlarken Fatih'in ortalığı dayanılmaz bir yerine inşa de camiin istedi. edilmesini, avlusuna Hükümdarın kokunun sarması üzerine hatırladılar. arzusunun sebebi hâlâ tartışılıyor ve Fatih en kuvvetli görüş, Fatih'in kendisini bir tabip ve hükümdarın o “Osmanlı hükümdarı” değil, “Roma zamanın bir çeşid saray muhafızı olan İmparatoru” olarak görmesi ve “Yeni Kasım adındaki bir zat tarafından Roma” mumyalandı. Tahta birkaç gün sonra Konstantin İkinci Bayezid'in geçmesinden sonra, arzusu. O devirdeki ismi “Diyâr-ı Rum” sabık hükümdar için çok büyük bir yani “Roma ülkesi” olan Anadolu ile cenaze yeni baltacılarının kethüdası, merasimi yani yapıldı ve olan Bizans'ın ile Roma'nın aynı kurucusu yerde mutlak fethine yatma hâkimi bu hükümdarın naaşı, kendi yaptırmış sayede meşruiyet olduğu camiin avlusundaki türbeye kazandırırken, bir yerde de kendisinin defnedildi. “Roma'nın son imparatoru” olduğunu ilân ediyordu. Fatih, ebedi uykusunu FATİH, ROMA İMPARATORU'DUR bugün inşa edildiği alanın çok önemli bir vardı: İmparator uyuyor. Fatih'in mumyalı cesedinin Ancak, Fatih Camii'nin ve türbenin özelliği zamanlar Konstantin'in defnedildiği mekânda bugün başka bir İstanbul'un bilinen türbesinde değil, Abdülhamid'in paşalarının girdikleri dehlizin ucundaki tabutta yani Konstantin’in yanındadır. kurucusu olduğuna ve şehre ismini verdiğine inanılan İmparator Konstantin de, 337'deki ölümünden sonra aynı yere HALUKCAN ÖZÇIKRIKÇI 11-B defnedilmişti. İstanbul'da inşa edilmiş ilk Hristiyan mâbedi olan 'Havariyun' yani Havariler Kilisesi, bugün 12 Fatih Kaynakça : Murat Bardakçı-Fatih'i önce kokuttuk, sonra da Konstantin'in mezarına gömdük Camii'nin olduğu alanda bulunuyordu. Asırlar boyunca harap hale gelen ve 13. yüzyıldaki Latin işgali sırasında 12 MACHU PİCCHU İnka medeniyeti, lider Manco Copac’ın hükümranlığını Cuzko adı verilen şehrin yakınında kurmasıyla başlar. Oluşturulan bu güce de Cuzko krallığı ismi verilir. Krallık zaman geçtikçe diğer kabile ve toplulukları kendi bünyesine katarak genişlemeye başlar ve zaman geçtikçe halk ile yönetim gücünün imkanları,kabiliyetleri genişler. Daha sonra Manco Copac’ın soyundan gelenler bu medeniyeti devam ettirerek Kolomb’un kıtaya gelişine kadar yönetirler. 7 Temmuz 2007 yılında Dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri olarak seçilmiştir. Bulunduğu mevki tam olarak anlatılmak istenirse; And dağlarına bağlı olan Urubamba vadisinin üzerinde ve 2.360 m yüksekliktedir. Peru’da bulunan Cusco şehrine 88 km uzaklıktadır. Antik şehir lider soyundan gelen ve yaşadığı dönemde hükümdar olan Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 ‘li yıllarda inşa ettirilmeye başlanmıştır. Şehir dağın zirvesinde olduğu için ulaşmak oldukça zordur ancak görülmeye değer bir şaheserdir. Machu Picchu’nun kendine bağlı 200’den fazla basamak sistemi mevcuttur. Bu da şehrin nedenli muazzam bir yapı olduğunu göstermeye yeter çünkü şu anda ayakta kalan hala 3000 basamak bulunmaktadır. Machu Picchu’da günümüze kadar varlığını devam ettirmiş olan antik bir İnka şehridir. 13 adamlarına ait olduğu göz önüne alındığında şehrin çok önemli bir yerleşim merkezi olduğu reddedilemez bir gerçektir. Machu Picchu günümüze kadar ayakta kalabilmiş doğa ile iç içe olan harika bir antik yapıdır. Bunun sebebi Aslında şehrin tam adı ve hangi amaçla yapıldığı ne yazık ki tam olarak bilinmemektedir. Machu Picchu ismi de bu kente yakın olan bir dağın zirvesinin adıdır ancak şehrin buraya yakın olması ismin antik yapıyla anılmasına sebep olmuştur. Yapının toprak zemin ve kalıntıları incelendiğinde 100’den fazla insan iskeleti bulunmuştur. Ayrıca bu rakam’ın yarısı kadar da mezara denk şehrin 1532 yılında İspanyol istilacılar tarafından fark edilememesi ve bulunduğu yerin yüksek olmasından dolayıdır. Eğer sizde Unesco tarafından Dünya miras listesine alınan bu yeri canlı canlı görmek istiyorsanız çok iyi bir seçim yapmışsınız demektir. İzlemeniz gereken yol Peru’ya vardıktan sonra Cusco şehrinden Machu Picchu dağına ulaşmaktır. Zirvesinde bulunduğu dağın adını taşıyan bu gizemli ve antik şehir görülmesi gereken yerler arasında da bulunmaktadır. Şehir Güney Amerika’da en çok turistin uğradığı yerlerden biridir ve hergün ortalama 2000 kişinin ziyaret ettiği kayıtlara geçirilmiştir. gelinmiştir. Mezarlarda bulunan iskeletlerin bir kısmı kadınlara bir kısmı da erkeklere aittir. Anlaşılan ilginç bir durumda bu sayının YAĞIZ KÜLEKÇİ 9/A neredeyse yarı yarıya olmasıdır. Şehirde yaşayan insanların burada hangi amaçla yada neden bulundukları KAYNAKÇA: http://www.bilgiustam.com/machupicchu-peru/ bilinmemektedir. Ortaya atılan bir çok teori geçerliliğini kaybetmişse de bulunan iskeletlerin İnka asillerine ve din 14 OSMANLI TARİHİNDEN ÇIKAN VAMPİR EFSANESİ cinnet atmosferine girerek sarayının etrafına sivri kazıklar dikerek suçlu gördüğü kişileri kazığa oturtup onların günlerce işkencesini izlemeye başlar. Ayrıca KONT DRACULA & Kazıklı Voyvoda (3.Vlad) bir rivayete göre düşmanlarının kanını içtiği bile öne sürülür. Bunların üzerine Fatih Sultan Mehmet Romanya'nın diğer 3.Vlad a aklını başına kuzeyinde toplaması için elçiler gönderir. Ancak Transilvanya prensi olan 2.Vlad, 1431 Vladonları da kazıklara oturtur. Fatih yılında 2.Murat tarafından Eflak- Mehmet Boğdan alınınca Osmanlı'ya bağlanmak seferine çıkar ve bunu fırsat bilen durumunda kalır ve Voyvoda olarak Vlad, Tuna nehrinden Sırbistan a atanır. kadar birçok yere saldırır ve resmen Osmanlı ile araları iyi olan 2.Vlad çocuklarını yetiştirmek üzere Edirne'ye gönderir ve 2.Murad 'ın oğlu Şehzade Fatih' le eğitim gördüler.1448 de Eflak ve Boğdan o Türklere dönemlerde düşman Trabzon olur. Kendi sayılarınca: - 23.830 Türk ve Bulgar' ı katletmiş, - 20.000 kadar savaş esirini de kazığa oturtmuştur. Macar Krallığı tarafından kışkırtılarak Daha sonra Fatih Sultan Osmanlı 'ya ayaklanır ve 2.Vlad ise Mehmet sefere çıkar ve gördüğü Romen soyluları tarafından öldürülür. manzarada, 5 km uzunluğunda kadın 3.Vlad ise bu dönemde çocuk 20.000 kazığa oturtulmuş Osmanlı desteği ile kısa süreliğine görür. 3.Vlad ise Macar Krallığı'na Eflak 'ı alır ve sonrasında Macarların sığınarak kontrolü ile sürgün edilir, daha sonra bulunmuş ve tekrar harekete geçip Belgrad seferi ile yine 3.Vlad, Fatih Eflak 'ı almak isterken Fatih Sultan Sultan Mehmet 'in desteği ile yine Mehmet'in Eflak 'ı alır, Voyvoda olarak atanır ve Transilvanya ormanlarında öldürülüp, bağlılığını bildirir Osmanlı'ya. kafasına bir Zaman geçtikçe 3.Vlad Osmanlı 'ya vergi vermeyi reddeder ve Macar Krallığı ile ittifak olur. onun 14 yıl kadar askeri sürgünde tarafından kazık geçirilerek aynı düşmanlarına yaptığı gibi İstanbul'da ibret olması için günlerce gezdirilir. Soyadını da "Dracula " yani "Şeytanın oğlu" olarak değiştirir. Git gide 3.Vlad KAYNAKÇA: https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Vlad 15 CELLATLAR HAKKINDA İLGİNÇ BİLGİLER Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Vlad Başta devlet adamları olmak üzere idam cezasına çarptırılan her kimse, ölümü cellatların elinden oldu. Cellatlar özellikle sağır ve dilsizlerden seçilirlerdi. İdam kararı alınan kişi önce Topkapı Sarayı'nda bulunan Cellat Çeşmesi'nin önüne getirilir burada cellatın kılıç darbesiyle infaz gerçekleşirdi. • Öldükten Cellâtlar daha sonra idam edilen kişilerin kesik başlarını koltuğunun Mezar taşlarında isimleri bile yazılmazdı. Buradaki amaç ise zaten dua alamayan cellatların üstüne bir de ismi üzerinden beddua almamalarıdır. Aynı sonra zamanda cellatların yakınlarının da hayatı bu şekilde korunmak istenmiştir. altına koyarlarmış.Kelle koltukta geziyoruz sözleri bu yapılan işlemlerden sonra çıkmıştır. İdam edilecek şahıs, İstanbul Yasin TANRIVERDİ - 10A dışında bir bölgedeyse, kesilen başının bozulmaması için bal dolu bir torbaya konulur, KAYNAKÇA: http://garipveilgincseyler.blogspot.com.tr/p/osmanl-hakkndailginc-bilgi.html İstanbula geldiğinde padişaha gösterilirdi. 16 bir entelektüel çekim merkezi; sivil İSTANBUL MÜZESİ PROJESİ toplum kuruluşlarının belleği ve kentin sorunları etrafında bir araştırma ve tartışma platformu; özellikle günlük İstanbul Müzesi ve Toplumsal yaşam tarihçiliği alanında uzmanlaşan Tarih Merkezi'nin kurulması, başta bir bilgi-belge merkezi; müze kent İstanbul olmak üzere Türkiye'nin İstanbul'u ziyaret eden yabancıların sahip olduğu zengin, çok boyutlu bu kenti sürekliliği ve bütünlüğü içinde mirasa tanımalarına ilişkin bilinç yükseltmesi, düzeyini araştırmaları özendirmesi ve araştırmalarına Türkiye'de doğrudan tarih katkıda yardımcı olacak bir kültür turizmidir.Bu amaçla, 1993 yılında yabancı ülkelerden müze müdürleri, küratör ve mimarlarla ilk bulunması açısından önemlidir. Bir toplantı müze, kütüphane, arşiv, araştırma- Vakfı'nın desteği ile 1995'te dünyanın enformasyon ve yayın merkezi ile önemli müzelerinden 30'un üzerinde bilimsel uzmanın katıldığı iki önemli buluşma toplantılar ve sanatsal gösteriler için gerekli donanımlara Türkiye'nin değerler paylaştığı açısından kültürel entelektüel potansiyel için önemli bir odak noktası oluşturması öngörülmüştür. Tarih Vakfı, kısa süreye sığdırdığı yüzlerce çalışmadan aldığı güvenle, İstanbul'da bir kent müzesi ve toplumsal tarih merkezi kurma projesini geliştirdi. Bu proje, İstanbul'a ve Türkiye'ye yeni tip bir kültür merkezi kazandırmayı amaçlamıştır. İstanbul değişen Rockefeller gerçekleştirildi. sahip alanların tek bir çatı altında toplanmış olması, Avrupa ve modern düzenlendi. İstanbul Müzesi için yer arama çalışmalarına hız verildiği bir dönemde, Darphane binaları, bir dizi alternatif arasında, uygun tarihsel ve mimari özellikleri dolayısıyla en uygun seçenek olarak belirdi. 1967'de büyük bölümüyle Beşiktaş'taki yeni binasına taşınması sonrasında, 28 yıl boyunca, iki bina dışında, yıkıma ve çürümeye terk edilen Darphane, Mart 1995'te, Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından 49 yıllık bir süre için, önce Habitat sergilerinde kullanılmak ve Müzesi, sergileriyle ve sürekli daha sonra da restore edilip İstanbul sergiler Müzesi'ne dönüştürülmek üzere Tarih dışındaki müzik, tiyatro, sinema ve benzeri sanat etkinlikleriyle, bilimsel toplantıları, kütüphanesi ve arşivi ile Vakfı'na devredildi. BM Habitat II Konferansı için Anadolu'da konut ve İstanbul kent 17 tarihi üzerine iki büyük sergi olan Darphane'yi geri almak üzere, düzenleme sorumluluğu üstlenen Tarih görevli Vakfı, yaklaşık 40 milyon dolarlık bir müdürünü değiştirip, Tarih Vakfı'nı yatırımla Darphane binalarını, önce Darphane'de izinsiz çalışma yapmış Habitat olarak sergilerine hazırlamayı, Koruma Kurulu gösterdi. üye İstanbul ve Müzesi ederek Projesi'nin bu biçimde engellenmesi İstanbul'a, yeni bir kültür kuruluşu büyük tepki topladı. Bu çerçevede, 30 kazandırmayı planladı. Ocak ardından da Bir yıl restore süren çalışmalarla Darphane binaları Habitat sergilerine ev sahipliği yapacak duruma getirildi, tümüyle çöp ve toprakla dolduğu için varlıkları bile unutulmuş bodrum katları açığa çıkarıldı, binalar ile elde kalan makine ve teçhizat korunmaya alındı. Çatıların büyük bölümü geçici olarak onarıldı ve tümüyle ağaç kökleriyle kaplanmış, yıkılmak üzere olan duvarlar sağlamlaştırıldı. Restorasyon projesi için gerekli ilk adımlar atıldı. 1997'de Uluslararası Lütfi Kongre Kırdar Sarayı'nda yapılan bir toplantıyla, 2.570 kişinin girişimci olarak, 12 bine yakın kişinin de imza vererek katkıda bulunduğu İstanbul Müzesi'ni Destekleme Girişimi (İMDG) kuruldu. Darphane ile ilgili olarak Kültür Bakanlığı'ndaki bazı çevrelerin engellemeleri ve sonucu belirsiz bir dizi dava nedeniyle İstanbul Müzesi projesi, 2001 yılı sonuna kadar askıda bekledi. 2001'in Eylül ayında Yargıtay'ın verdiği bir kararla, dava süreci Tarih Vakfı lehine sonuçlandı. Bakanlığın Yargıtay'a yaptığı son başvurunun Ocak 2002'de Geçici olarak düzenlenen söz konusu mekanlarda açılan "Dünya Kenti İstanbul", "Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşme" ve "Darphane'den İstanbul Müzesi"ne sergilerini ziyaret yaklaşık etti ve 75.000 bu reddedilmesiyle birlikte Darphane'nin İstanbul Müzesi'ne dönüşmesinin de önü açılmış oldu ve Vakıf, İstanbul Müzesi kaynak arama çalışmalarına yeniden başladı. Tarih Vakfı, Darphane ile ilgili kişi dönemde için engellemelere rağmen bu mekanı gerçekleştirilen 200'e yakın kültür restorasyon öncesi koşullarda bir sanat etkinliğine katıldı. kültür Bu aşamada, Kültür Bakanlığı, tüm kademelerindeki yetkililerinin onayıyla Tarih Vakfı'na devredilmiş merkezi olarak kullanmaya devam ediyor. Darphane'de bugüne kadar "Üç Kuşak Cumhuriyet", "Cumhuriyetin Aile Albümleri", Henri Cartier-Bresson'un "Avrupalılar", 18 "Taşın ve İnancın Şiiri Mardin" ve "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş: National Geographic Arşivi'nden" gibi büyük çaplı sergilerle, yüzlerce kültür-sanat etkinliği gerçekleştirildi. Darphane Binaları ayrıca, Tarih Vakfı'nın da dahil olduğu bir grup STK tarafından düzenlenen "17 Ağustos Uyku ve merkezi Uyanış" etkinliklerinin durumundaydı. Ayrıca, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Uluslararası düzenlenen İstanbul 5. ve 7. Bienalleri, Darphane binalarının konuğu oldu. SENA KİBAR – 9B KAYNAKÇA: tarihvakfi.org.tr 19 yazılı ATATÜRK DÖNEMİ PARLEMENTO olmasına rağmen, birçok nedenlerden dolayı geniş bir halk tabanına dayalı TBMM‟ye katılan milletvekili sayısı 378 olmuştur. I. Dönemi eylemli olarak tamamlayan milletvekili sayısı ise 337 kişi olarak tespit edilmiştir. I. Dönem TBMM‟ye asker ve sivil yöneticiler ağırlıklı üzere olmak bürokrasi 191 (yüzde kökenli 43.70) milletvekili seçilmiştir. I. Dönem TBMM, haklı olarak Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını başarıyla tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti temellerini atan ve bugünkü Devleti‟nin Meclis olarak bilinmektedir. Osmanlı zamanlarında faaliyetleri II. Dönem TBMM için 72 seçim Devleti‟nin Jön son Türkler‟in sonucunda ülkede çevresinden seçilmiştir. 286 Dönem milletvekili içinde değişik zaman ve nedenlerle boşalan 47 üyelik edilmesiyle, için seçim yenilenmiş, böylece bu kapıları dönemde yasama görevi yapan üye açılmıştır. Bu yapılanma Batı tipi bir sayısı 333‟e yükselmiştir. II. Dönem parlamenter TBMM‟de (1923-1927) yer alan 333 Meşrutiyet‟in parlamenter ilan sistemin sistemi ortaya çıkarmamasına rağmen daha sonraki süreçte bu yönde atılacak olan adımları kolaylaştırmıştır. 1920‟den milletvekili içerisinde “sivil-asker” bürokratların yüzde 60‟a yakın bir oranda temsil edildikleri sonra atılan adımlar ise Türkiye‟de görülmektedir. Bu dönemde en fazla sağlam bir parlamenterist geleneğin güç kaybına uğrayan kesim ise din yerleşmesine adamları olmuştur. 1923 seçimlerini Atatürk zemin hazırlamıştır. döneminde (1920-1938) Meclis‟e baktığımızda karşımıza beş dönem çıkmaktadır. I. Dönem TBMM (1920-1923) üye kayıt defterine 437 milletvekili önemli kılan faktörlerden birisi kuşkusuz ki; rejimi değiştirecek olan ve çoğunluğunu ARMHC (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) adaylarının seçildiği meclisi meydana getirmiş olmasıdır. Birçok alanda 20 faaliyette bulunan II. Dönem TBMM, siyasal hayatta daha etkin bir rol yaptığı inkılâplar sayesinde modern oynamaya esaslarla devleti yeniden kurmuş ve TBMM Döneminde yoğun bir çalışma devletin temposu içine girilerek, millîleştirme kurumsallaşmasını büyük III. Dönem TBMM Döneminde çalışmaların ruhunda lâik anlayış ve millîleştirme karakterleri ağır basmaktadır. Döneminde IV. Dönem faaliyetlerine devam edilmiş, çıkarılan ölçüde sağlamıştır. yapılan başlamıştır. III. yapılan Meclis inkılâplar kanunlar vasıtasıyla Devlet teşkilatı alanında Sosyal düzenlemeler hayatta konusunda ise ve yapılmıştır. kadın hakları çağdaş uygarlık prensipleri benimsenmiştir. vasıtasıyla Cumhuriyet‟in temelleri pekiştirilerek, rejim koruma altına alınmıştır. III. Meclis siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda attığı cesaretli adımlarla bilinmektedir. (1.DÖNEM MİLLETVEKİLLERİ) V. Dönem TBMM (1935-1939) üyelerinin çoğunluğunu Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurucusu Mustafa Kemal IV. Dönem TBMM‟de (19311935) yer alan 348 milletvekilinden 161‟i (yüzde 46.26) asker ve memur kökenlilerden oluşmaktaydı. Bu dönemde tek parti rejimine ters olarak bürokratlar, Meclis‟te diğer dönemlerden daha az bir düzeyde temsil edilmişlerdir. Fakat daha sonraları sivil bürokrasi yavaş yavaş Atatürk‟ün belirlediği son Meclis olma özelliğine sahiptir. V. Meclise seçilen 444 milletvekilinden 215‟i ( yüzde 48.72) bürokrasi kökenli milletvekillerinden meydana gelmiştir. Bu Meclise ilk defa kadınlar milletvekili olarak seçilmiş, ayrıca Müslüman olmayan kişilerde ilk defa bir Cumhuriyet Meclisinde görev yapmışlardır. Bu dönemde devrimler, asker ve sivil bürokratlar tarafından 21 ve “modernleştirici tek parti” eliyle yürürlüğe konmuş ve atılan adımlarla parti ile devleti bütünleştirecek uygulamalar hayata geçirilmiştir. V. TBMM Dönemi, örgütlenmesinde devlet kurumsallaşmanın devam ettiği ve çağdaş uygarlığa ulaşabilmek için her alanda atılımların yapıldığı bir dönem olmuştur. ALP- BORA KALAYCI- 11B KAYNAKÇA: https://tr.wikipedia.org 22 OSMANLI DEVLETİNDE İLKLER İlk Osmanlı Padişahı OSMAN BEYDİR. İlk vakıf ORHAN BEY tarafından kuruldu. Savaş alanında esir düşen ilk padişah I. MURAT tır. Top ilk kez I. KOSOVA SAVAŞINDA kullanıldı. İstanbul ilk kez YILDIRIM BAYEZİD tarafından kuşatıldı. İlk medrese İZNİK’ te ORHAN BEY tarafından açıldı. Osmanlı Devleti’nin ilk yenilgisi PLOŞNİK BOZGUNU dur. Yıldırım Bayezid Niğbolu Hindistan’a sefer düzenleyen ilk Osmanlı padişahı KANUNİ’ dir. ilk Fransız tercüme bürosu III. Selim tarafından kurulmuştur. Matbaada basılan ilk eser VANKULU adlı lügattir. İlk resmi gazete TAKVİM-İ VEKAYİ adıyla II.MAHMUT tarafından çıkarıldı. Savaşından sonra “SULTAN-I İKLİMİ RUM” unvanını almıştır. Cülus bahşişi ilk defa Fatih Sultan Mehmet zamanında verilmiştir. Kutsal toprakları ele geçiren ilk padişah YAVUZ SULTAN SELİMDİR. Şeyhülislam ilk defa Kanuni zamanında divan üyesi olmuştur. 23 Yurt dışında ilk defa II. MAHMUT zamanında öğrenci gönderilmiştir. Türk tarihinde ilk defa siyasi partiler I. Meşrutiyet döneminde kuruldu. Orta öğretim kurumları ilk defa II. MAHMUT zamanında kurulmuştur. TELGRAF ilk defa TANZİMAT DÖNEMİNDE kullanılmaya başlamıştır. Yücel Devrim GAZLI 10-A KAYNAKÇA: http://bilgikutbu.blogspot.com.tr/2012/04/osmanl-devleti-tarihiilkler-enler.html 24 COĞRAFYA COĞRAFYADA BİLİNMEYENLER Her yıl 1 milyar ton Afrika toprağı Atlas Okyanusunu geçerek Amerika kıtasına ulaşır. Bu toz ve toprak Amerika'ya, Karayip'lere ve Amazon Havzasına, Bahama Adalarına zengin tortular taşır. Zengin mineral ve besin taşıyan bu topraklar; bünyesinde böcek, mikro organizmalar ve mantar barındırdığından tarım topraklarının verimli hale gelmesinde etkilidir. Mississipi, Kızılderili dilinde "büyük su, suların atası anlamına" gelmektedir. İsviçre denize kıyısı olmadığı halde, dünyada deniz ticaret filosu olan tek ülkedir. 1998 yılına kadar Everest zirvesine çıkmaya çalışan 918 kişiden 146'sı ölmüştür. Atmosfer sözcüğü Yunanca "atmos = nefes, sphere = küre" kelimelerinden gelmektedir. Atmosferdeki havanın 1 cm²'lik yüzeye yaptığı basınç 760 mm.lik cıva sütunun ağırlığına eşit olup, 1033 gr.dır. Dolayısıyla tüm atmosferin ağırlığı 5,1 trilyon kilogramdır. Liberya ismi "özgür olanların ülkesi" anlamına gelmektedir. Casablanca ismi İspanyolcada "beyaz ev" anlamına gelmektedir. Japonya Japonca dilinde, güneşin doğduğu ülke anlamına gelmektedir. Kosta Rika İspanyolcada zengin kıyı anlamına gelmektedir. Madagaskar'da 150.000 hayvan ve bitki türü yalnızca bu ülkeye ait endemik türdür. 25 İspanyollar Venezüella'ya su üstündeki evlerden dolayı bu ülkeye "küçük Venedik" anlamına gelen Venezüella ismini vermişlerdir. Himalayalar üzerindeki Everest zirvesi Nepal dilinde "gökyüzünün tanrısı" ( sagarmatha ), Tibet dilinde ise "dünyanın ana tanrıçası" ( comolungma ) anlamına gelmektedir. Tuna Nehri Avusturya'nın başkenti viyana, Slovakya'nın başkenti Bratislava, Macaristan'ın başkenti Budapeşte ile Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'dan geçer. Ekvator'un başkenti Quito 0,4 °C ile dünyada yıllık sıcaklık farkının en az olduğu yerdir. Haiti ismi yerli dilinde "dağda yaşayanlar" anlamına gelmektedir. Haiti Cumhuriyeti 1804 yılında bağımsızlığını ilan eden ilk zenci devletidir. Birmanya, 1989 yılında ismini Myanmar Cumhuriyeti olarak değiştirmiştir. Ukrayna, Bulgaristan, Almanya, Macaristan, Rusya Federasyonu, İspanya, İngiltere gibi ülkelerde doğal nüfus artışı eksi değerlerle ifade edilmekte, yani bu ülkelerin nüfusları giderek azalmaktadır. Kuzey Amerika'da yer alan Superior Gölü dünyanın en büyük tatlı su gölüdür. ABD'nin Detroit kenti dünya otomobil endüstrisinin başkenti olarak kabul edilmektedir. Finlandiyalılar kendi ülkelerine " suomi" yani "Bin göller" ülkesi demektedir. Polonya ismi yerli "düzlükler ülkesi" gelmektedir. dilinde anlamına Ekvatoral iklim kuşağında yer alan Endonezya'da 2000 ağaç türü, ( 300 tür palmiye ) 40.000 bitki türü, 2000 kuş türü, 1700 balık çeşidi ve 500'den fazla memeli türüne sahiptir. 2200 metreyi bulan ortalama yükseltisi ile Antarktika, dünyanın en yüksek kıtasıdır. Dünyada toplam 231 ülke bulunmaktadır. 58 ülke ile Afrika ülke sayısının en fazla olduğu kıta iken, 13 ülke ile Güney Amerika ülke sayısının en az olduğu kıtadır. Avrupa kıtasındaki en büyük yarımada İskandinavya, en büyük ada Büyük Britanya en büyük göl Ladoga, en uzun nehir ise Volga'dır. 26 Asya kıtasındaki en büyük yarımada Arabistan, en büyük ada Borneo ( Kalimantan ), en büyük göl Hazar, en uzun nehir ise Hoang Ho'dur. Dünya Turizm Örgütü verilerine göre; ABD 73, İtalya 31, İspanya ve Fransa 25 milyon dolar yıllık gelir ile dünyada turizmden en fazla para kazanan ülkelerdi. 2006 yılında doğal kaynak tüketimi, yaşam süresi, insanların mutluluğu ve ekolojik faktörlerin değerlendirildiği bir araştırmada Pasifik Okyanusunda küçük bir ada olan "Vanuatu" dünyanın en mutlu insanlarının bulunduğu ülke olarak seçilmiştir. Türkiye ise 98. sırayı almıştır. Zimbabwe ise bu listede sonuncu sırayı almıştır. 2003 yılında Avrupa'da yaşanan aşırı sıcaklar nedeniyle çoğunluğu yaşlı 25.000 kişi yaşamını kaybetmiştir. (BORNEO ADASI) Afrika kıtasındaki en büyük yarımada Somali, en büyük ada Madagaskar, en büyük göl Victoria, en uzun nehir ise Nil'dir. Meşe palamudu gıda ürünlerinde katkı maddesi olarak kullanılır. Kuzey Amerika'daki en büyük yarımada Labrador, en büyük ada Grönland, en büyük göl Superior, en uzun nehir Mississippi'dir. Güney Amerika'daki yarımada Guajiro, en Ateş Toprakları, en Maracaibo, en uzun Amazon'dur. en büyük büyük ada büyük göl nehir ise 27 Türkiye'nin en yüksek çağlayanı 166 metre ile Artvin'in Yusufeli ilçesindeki Çilo çağlayanıdır. Afrika ülkelerinde kişi başına düşen yıllık sağlık harcaması 15 doların altındadır. Türkiye'de son 40 yılda 1.300.000 hektarlık sulak alan yok edilmiştir. Dünyada aktif volkanik dağı olmayan tek kıta Avustralya'dır. 2006 yılı değerlerine göre dünyanın en büyük ekonomileri; ABD, Japonya, Almanya, Çin ve İngiltere'dir. Kanada, yeryüzündeki yüzey tatlı sularının %10'una sahipken, dünya nüfusunun%1'inden azını barındırır. Dünyada en fazla kongre yapılan şehirler arsında; Barcelona, Viyana, Singapur, Berlin ve Hong Kong ilk sırayı almaktadır. Çam fıstığı Türkiye'de tatlı ve pilavlarda kullanılırken, Avrupa'da at yeminden gıda ve sağlık sektörüne kadar pek çok alanda kullanılmaktadır. Türkiye'de yıllık 1500 ton üretimi bulunan ve yoğun olarak Muğla ve Aydın çevresinde üretilen çam fıstığı Bergama'ya bağlı Kozak köylerini zengin etti. Kozak yaylası çevresindeki çam fıstığı yetiştiricisi 16 köy, yıllık 1000 tonluk üretimi ile Türkiye'nin en zengin köyleri arasına girdi. Bu köylerde kişi başına gelir 14.000 euro seviyesinde. 28 Satın alma gücünde Lihtenştayn ( %225 ), Lüksemburg, İsviçre, Avusturya ve ABD başı çekerken, Türkiye ( % 30 ) ile sonlarda yer almaktadır. 29 kaynaklarının SÜDÜRÜLEBİLİRLİK verimli Şartı “sürdürülebilir Çevreye ekolojik yaşamanın evrensel insan sürdürülebilirliğin gereksinmelerini oluşturmaktadır. küresel bir toplumun saygı ve kaygı, bütünlük, ve doğaya karşı sorumlu davranılması çevresel Yeryüzü kullanımı duyarlı bir sonucunda yaklaşımla sağlıklı hakları, ekonomik adalet, demokrasi, toplumlar oluşur. Sağlıklı toplumların ve ekonomik refah içinde yaşantısı sosyal barış kültürünün üzerinde sürdürülebilirlik kuruluşunu” anlatıyor. Sürdürülebilirlik sürekli yeteneği olarak olma olarak adlandırılmaktadır. adlandırılabilir. Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılı tanımına göre: "İnsanlık, gelecek gereksinimlerine kuşakların cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir." Çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde sürdürülebilir gelişme gerçekleşebilmektedir. Yenilenemeyen yerine enerji yenilenebilir kaynakları enerji 30 TARIM OLMADAN EKONOMİK KALKINMA OLMAZ Tarım sektörü, gelişmekte olan ülkelerde gelişme sürecinin ilk evrelerinde ekonominin en önemli sektörü konumundadır. Bu dönemde tarımın toplam istihdamdaki payı, toplam Tarım, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kırsal alanda yaşayan halkın geçim kaynağını sağladığı temel bir sektördür. Ayrıca, tarım sektörünün ulusal ekonomilere, halkın temel gıda maddelerinin üretimini garanti ederek, nüfusun önemli bir kısmına istihdam olanağı sağlayarak, ulusal gelire ve ihracata destek olarak ve sanayi sektörüne ara malı sağlayarak ve talep yaratarak katkılar sağlamaktadır. Tarımdan sanayiye olan destek; hammadde, iş gücü ve sanayi ürünlerine talep yaratma destekleri şeklinde olabilmektedir. üretimdeki payından da yüksektir. Örneğin, ülkemizde halen toplam aktif nüfusun tarımda istihdam edilme oranı%45 iken, tarımın gayri safi hasıladaki payı %8-10 civarındadır. Bu yüzden tarım sektörünün gelişmesi, kırsal halkın ve dolayısıyla nüfusun büyük bir oranının refahının yükselmesi anlamına gelmektedir. Özellikle tarımda çalışanların diğer sektörlere oranla refah seviyesinin daha düşük olduğu genellemesi göz önünde bulundurulduğunda, tarım sektöründeki gelişme ve refah artışı diğer sektörlerde de oransal olarak daha büyük bir gelişme ve refah artışı sağlayacağı anlamına gelebilmektedir. 31