Oryantalizmin 19. Asırda İslam Tarihine Kazandırdığı Bir Şahsiyet

advertisement
Coşkun, Menderes (2013), “Oryantalizmin 19. Asırda İslam Tarihine Kazandırdığı Bir
Şahsiyet: Ömer Hayyam”, SDÜ FEF Sosyal Bilimler Dergisi, 28: 1-15 ORYANTALİZMİN 19. ASIRDA İSLAM TARİHİNE KAZANDIRDIĞI BİR
ŞAHSİYET: ÖMER HAYYAM
Prof. Dr. Menderes COŞKUN*
Bugün insanlar, Ömer Hayyam’ın 12. asırdan beri İranlılar ve Osmanlılar tarafından bilindiğini
zannetmektedirler. Onu İslam edebiyatlarının en köklü, en unutulmaz isimlerinden birisi olarak
kabul etmektedirler. Bu tamamen yanlış bir bilgidir. Zira bugünkü İranlılar, Türkler ve diğer
milletler, Hayyam’la ilgili hemen bütün bilgilerini, 19. asır oryantalistlerine borçludurlar. Diğer
bir ifadeyle Ömer Hayyam, 19. asırda Batılıların ortaya çıkardıkları ve Müslümanlara bir
“model” olarak sundukları “tarihi” bir şahsiyettir. Hayyam, 19. asrın sonundan itibaren
Batılıların bilinçli ve planlı gayretleriyle bütün dünyaya tanıtılmış ve bugün herkesin bildiği bir
şahsiyet hâline getirilmiştir. Hakkında çok sayıda kitap yayınlanmış, resimleri çizilmiş, romanı
yazılmış, pullara resmi konulmuş, caddelere ismi verilmiş ve şiirleri birçok dünya diline
manzum ve mensur olarak tercüme edilmiştir. Bütün bunlar, kısa bir süre zarfında ve çok geniş
bir coğrafyada yapılmıştır. Ancak bu kadar sık ve ayrıntılı tanıtma faaliyetlerine rağmen, Ömer
Hayyam’ın 19. asırda Londra’da ortaya çıkış hikâyesi unutulmuş veya unutturulmuştur. Çünkü
bu hikâye, bünyesinde birçok şüphe ve soru barındırmaktadır. Bu yazıda Hayyam’ın 19. asırda
Londra’da bulunma ve bütün dünyada meşhur edilme süreci ele alınacaktır. Onun tarih
sahnesine çıkış hikâyesini çözebilenler, oryantalizmin tarih mühendisliğinin boyutlarını kısmen
sezebilirler.
Hayyam’ın tarih sahnesine çıkış hikâyesinin başkahramanı, İngiliz şair Edward Fitz Gerald
(1809-1883)’dır. Hikâye, Gerald’ın Oxford’daki Bodleian kütüphanesinde Farsça bir yazmayı
bulmasıyla başlar. Batının bütün dinleri birleştirerek yok etmek veya beşerileştirmek istediği bir
dönemde, “şans eseri” olarak İngiltere’de onların istediği türden, yani dini alaya alan güya bir
“İslam” şairinin yazma eserine rastlanır. Yazma esere bir de istinsah kaydı konulmuştur. Bu
kayda göre eser, 865/1460-1 tarihinde yazılmıştır. Yazmada 158 rubai vardır ve rubailerin şairi
Ömer Hayyam adlı birisidir.[1] Bu şair, şiirlerinde dinsizliği ve ayyaşlığı yüceltmekte, bütün
dinleri ve dindarları aşağılamakta, Yaratıcı ile alay etmektedir. Ateizm ve deizmin altın çağını
yaşadığı, kendisine tarihi kökler ve referanslar aradığı ve “bulduğu” bir dönemde, bir İngiliz,
Hayyam’ı yani ateizmin veya deizmin unutulmuş tarihi bir “kök”ünü keşfetmiştir.[2] İranlıların
ve Osmanlıların bilmedikleri veya tarihin karanlıklarına terk ettikleri Ömer Hayyam’ın şöhret
anı gelmiştir. Onun dünyaca tanınmasını sağlayacak bütün “hikmetli tesadüfler” bir araya
toplanmıştır. İlk olarak, Hayyam’ın şiirlerini bulan Fitz, Farsça yazmaları okuyup anlayabilecek
kadar iyi bir eğitim almıştır. İkinci olarak Fitz, şairdir ve Farsçadan İngilizceye “manzum”
tercümeler yapma hususunda yeteneklidir. Üçüncü olarak Fitz, Hayyam’ın şiirlerinin bediilik
(estetik) bakımından değerini takdir edebilecek kadar Fars şiirine hâkimdir. Yabancı dildeki bir
şiirin takdir edilebilmesi için gramer ve kelime bilgisi yetmez, şiirde şairin dille gösterdiği
hünerlerin de fark edilmesi gerekir. Bu, birçok şarkiyatçının çok çalışmasına rağmen hayatının
sonuna kadar kazanamadığı bir yetenektir. Ancak Fitz, bu yeteneğe maliktir. Dördüncü olarak Fitz, “fedakâr” bir şairdir; zira kendisi rahatlıkla şarabı, meyhaneyi, dinsizliği
metheden şiirler yazabilecekken, bir Doğulu olan Ömer Hayyam’ı ön plana çıkarmış, onun
dünyaca şöhret kazanması için bütün şairlik yeteneğini seferber etmiştir. Hayyam’ı meşhur
etmek üzere bir araya gelen bu “hikmetli tesadüflerin” şans mı, yoksa kurgu mu olduğu
üzerinde düşünülmelidir. Ömer Hayyam’a Batılıların Atfettiği Değer Sahici mi?
Düşünülmesi gereken konulardan bir diğeri de Hayyam’a Batıda atfedilen “değer” ile
Hayyam’ın “hakiki değeri” arasındaki münasebettir. Yani Batılıların kutsadıkları, Voltaire ve
Goethe ayarında bir “düşünür” olarak gördükleri Ömer Hayyam, acaba gerçekten herkesi
kendisine hayran edebilecek şiirler yazmış mıdır? “Şair” ve ona atfedilen “değer” münasebeti
ikna edici midir? Bu sorunun cevabını, kendisini bilgi ve belge tabusundan kurtarabilmiş olan
okuyucular, Ömer Hayyam’ın olan veya ona atfedilen aşağıdaki rubaileri okuyarak
verebilirler:
“Ne mescide, ne kiliseye girmeye layık bir insanım. Benim hangi çamurdan yoğrulduğumu
ancak Allah bilir. Ben fakir bir kafir yahut çirkin bir o… gibiyim. Ne dinim var, ne dünyam var,
ne de cennete gidebileceğime ümidim var.”.[3] “Bir rint (ehl-i dil) gördüm ki şu küre-i arz atına binmişti. Bu adamın ne küfr ile ne İslâm ile ne
dünya ile ne din ile bir münasebeti vardı. O ne Hakk’a, ne hakikate, ne şeriata, ne yakine
inanıyordu. Acaba iki cihanda bu cüreti gösterebilecek olan kimdir”.[4] “Bir derenin kenarında oturup bir güzelin sîmasını şarap içerek ve gül koklayarak temaşa
edeceğim ve bu safamı elimden geldiği kadar uzun müddet süreceğim. Oldum olalı şarap
içmişim, şimdi de içiyorum, yaşadıkça da yine içeceğim.”[5] “Camiye gittim ama Allah bilir niye; Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye; Eskiden bir kilim
aşırmıştım camiden; O eskidi gittim yenisini yürütmeye.”[6] “Şaban’da iyice şarap içeyim ki Ramazan’da mest kalayım”;[7] “Oruç yedim; çünkü haberim
yoktu, gecemi gündüzümü şaşırdım.”,[8] “Şarap, pişkin adamlar için helal; ham adamlar için
haramdır.” [9] Dahiyane diye sunulan bu ve benzeri şiirler, bize göre, günahkâr bir Müslümanın dahi iltifat
etmeyeceği kadar pespaye fikirler ve hezeyanlar içermektedir. Kanaatimizce rubailer, bir Batılı
için de çok etkileyici değildir. Ramazanda oruç yemek, camiden kilim çalmak gibi konular bir
Batılının pek hoşlanmayacağı konulardır. Bunlar, batılıların espri dünyalarının dışında olan
mevzulardır. Belirli bir maksat veya misyonu yoksa, kimse Hayyam’ın bu tür şiirlerinde
olağanüstü bir değer, herkesi şaşırtan bir zekâ, dahiyane bir felsefe veya göz alıcı bir irfan
(sembolizmi) göremez. Necip Fazıl’a göre Hayyam, şiirlerinde şunu telkin ediyor: “Sarılalım
meye, meyhaneye, îşe, nûşa, şaraba, sâkiye, saza ve zevke; ve gerisini düşünmeyelim.”. [10]
Bundan dolayı Necip Fazıl, Ömer Hayyam’a biçilen değeri sahici bulmamıştır ve onu şöyle
değerlendirmiştir: “Ömer Hayyam, evvelce de belirttiğimiz gibi son derce basit ve malum birkaç unsur etrafında
döne döne hep aynı şeyleri gevelemiş, belki hususi bir hayal ve hassasiyet zarafeti gösterebilmiş
ve herkesi bu zarafetle büyülemiş; fakat hakikatte büyük sanatkâr ve mütefekkiri, cücesinden
ayıran ölüm dönemeçlerinden dönememiş, ebedi Hakka yönelememiş ve böylece bazı batıllara
meharetli parendeler attırmaktan ileriye varamamış, muhteşem bir hiç şairidir.” “Müthiş ve gizli
bir monotoni, müthiş ve apaçık tezatlar ve büyük esrar perdesi ve dini hakikatler levhası
önünde müthiş ve aptal, fakat inadına açıkgöz tavırlı bir hafiflik ve laubalilik içinde boğulan
Hayyam’ı Doğunun ters kıymetler içinde ibretle seyredebilirsiniz.”[11] Bize göre “Hayyam”, Batılıların 19. asırda tasarladıkları kültürel bir projedir. Aşağıda kısmen
“özetleneceği” gibi bu proje, bazen komik denebilecek bir ciddiyetle ve farklı milletlerden
oryantalistlerle ortak bir şekilde fedakârlıkla yürütülmüştür. Hayyam projesine veya Hayyam’ın
şiirlerine, 12. asır İslam âlimlerini “hoşgörülü fâsık” olarak gösterme, yeni nesil Müslümanlara
tarihten model bir insan sunma, onlara İslam ve ahlak karşıtı jargonlar ezberletme hedefleri
bakımından bakıldığı zaman, bu projenin çok önemli, şiirlerin de çok bedii olduğu anlaşılır. Hayyam’ı bütün dünyaya tanıtmak ve meşhur etmek için Batıda, siyasetçisi, ressamı, şairi,
bilim adamı ve yayıncısıyla büyük çaplı bir “seferberlik” ilan edilir. İngilizler, Fransızlar,
Amerikanlar ve diğer Batılı milletler, Müslümanlara karşı olan bütün ön yargılarından sıyrılırlar
ve Hayyam’ın şiirlerine hayran olurlar. Hayyam’ı dünyaya tanıtma projesinde en önemli görevi
Fitz Gerald alır. Meşhur oryantalist Profesör E.G. Browne, Ömer Hayyam’ın ortaya çıkmasında
ve meşhur olmasında en büyük emeğin ve fedakârlığın, Fitz’e ait olduğunu söyler: “Ömer
Hayyam –ki galiba şimdi İngiltere ve Amerika’da diğer herhangi bir fars şairinden daha maruf
ve müstahsendir - kendi memleketinde çok daha aşağı bir mertebede tutulmakta ve bir şairden
ziyade bir müneccim ve riyazî gibi takdir olunmaktadır; Hayyam’ın Garb’daki bu şöhretinin
başlıca sebebi hüsn-i tali’i eseri olarak Fitz Gerald gibi bir mütercime tesadüf etmiş olmasıdır.”
[12]
Fitz, Oxford’da bulduğu Hayyam’ın rubailerini (veya ona atfedilen rubaileri) büyük bir
maharetle İngilizceye, hem de “nazmen” çevirir. Bu tercüme 1859’da İngiltere’de yayımlanır.
İngiliz şairin, Hayyam’ın rubailerini “aslına muadil bir uzûbet ve selaset ile İngilizceye
tercüme” ettiği söylenir.[13] Hüseyin Daniş’e göre Fitz, Hayyam kadar rubaileri
“sahiplenebilir”. [14] Ancak sahiplenmesine gerek yoktur. Zira İslam tarihini tahrif etmek
isteyen oryantalistler için önemli olan, dindışı mana ve mesajların bir İngiliz’in ağzından değil,
bir İslam şairinin ağzından çıkmasıdır.
Fitz’in Hayyam kitabı, Amerika ve İngiltere’de defalarca yayımlanır. Baskılar kısa sürede biter
veya “bitirilir”. Rubailer, İngilizcenin yanında “Latince”, Fransızca, Almanca, İtalyanca,
Türkçe gibi birçok dile tercüme edilir. Amerikalı ressam Elihu Wedder, Hayyam’ın rubailerinde
telkin ettiği mesajların resimlerini çizer, böylece bu mesajları görsel hale getirerek okuyucunun
şuuraltına ve hayal dünyasına da hitap etmek ister. Bu resimli rubailer, İngilizce çevirileriyle
birlikte basılır.[15] Batıda ve Doğuda Hayyam’ı tanıtmak ve meşhurlaştırmak için hazırlanan
her kitap, hızlıca yayımlanır; onunla ilgili her çalışma belirli güç odakları tarafından maddi ve
manevi olarak desteklenir. Fransız müsteşrik Garcin de Tassy 1857’de Hayyam’ın “10 kadar rubaisini” tercüme eder.[16]
İran sefarethanesi baştercümanlığında çalışan J. B. Nicolas, İranlı âlimlerin yardımlarıyla
Hayyam’ın rubailerini Fransızcaya çevirmiştir. Nicolas’ın tercümeleri 1867’de 3. Napolyon’un
isteğiyle “hükümet matbaasında” basılır.[17] Abdullah Cevdet, Hayyam çevirileri hakkında şu
bilgileri aktarır: “Alman müsteşriklerden muhibbim Prof. Dr. Karl Süssheim Münih’ten yazdığı
bir mektupta, “1913 senesi zarfında” “yalnız İngiliz lisanında” “yüz yirmi” muhtelif tabının
çıktığını bildiriyordu. Aslından tercüme olarak Fransızca’da Nicolas, Grolleau, Martholde,
Claude Anet, Franz Toussaint namlarında dört zat tarafından yapılmış dört tercümesi vardır.
Bunlardan birincisi Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon’un iradesiyle Matbaa-i İmparatorîde
tab olunmuştur. Tercümelerin karşılarında rubailerin Farisi asılları da vardır.” [18] Bu arada Hayyam’ı tarihe bağlamak ve onun biyografisini bulmak için bilimsel çalışmalar
başlar. Her şey Hayyam’ın lehine gelişir, ondan bahseden tarihi (!) kaynaklar, oryantalistler
tarafından birbiri ardınca bulunur.[19] Bu arada Hayyam’a ait birçok eser ortaya çıkmaya
başlar. Hayyam’a isnat edilen eserlerin yazmaları Paris, Berlin, Leyden, India Office, Manisa,
Chester Beatty ve İstanbul’daki kütüphanelerde “hızlıca” bulunur.[20] İlginç ve anlamlı bir
şekilde İstanbul’da Fitz’in yazması ile yaşıt yazmalar ortaya çıkar. Hayyam kısa bir süre
zarfında eserleri kütüphanelere dağıtılmış meşhur bir yazar haline gelir. Ona isnat edilen
eserlerin, yazma eser kütüphanelerinde bulunan milyonlarca yazmanın içinden “hızlıca”
bulunmaları dikkat çekicidir. Zira insan kendi eliyle bile koysa bu yazmaları bu kadar kısa bir
sürede bulmakta zorlanır.
Hayyam’la ilgili bilimsel çalışmaların sonucunda onun, Fitz’den önce başka Batılı
araştırmacılar tarafından da keşfedildiği ortaya çıkar. Meselâ Hammer’in, 1818’de “hangi
elyazmasından iktibas ettiğini söylemediği 25 rubainin tercümesini” neşrettiği iddia edilir.[21]
Eğer 1818 tarihi, gerçeği yansıtıyorsa, yani Hammer’in matbaacısı basım yılını doğru bir
şekilde yazmışsa, Hammer, Fitz’den en az kırk sene önce Hayyam’ı keşfetmiştir. Daha ilginç
veya komik olanı, Hayyam’ın rübailerinin “F. Dombay’ın Viyana’da 1804’te yazdığı bir Farsça
gramerinde” yer almasıdır.[22] Hayyam’ı Fitz’den önce keşfedenlerden birisi de Sir Gore
Auseley (ö. 1844)’dir. Arapça, İbranice, Süryanice ve Farsça bilen, College de France’de
“Süryani lisanı müderrisi” olan Sir Gore Auseley, “Hayyam’ın iki rubaisini İngilizceye”
çevirmiştir. [23] Eğer bu tarihler ve bilgiler doğru ise, 19. asırda Hayyam hayranlığı bütün Avrupa’yı sarmıştır.
Hayyam sadece Fitz’i değil diğer oryantalistleri de hemen etkilemiştir. Ancak ilginçtir ki aynı
dönemde Avrupa’da bulunan ve Renan gibi oryantalistlerin iltifatlarına mazhar olan Şinasi,
Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Türk şair ve ediplerin Ömer Hayyam’dan haberleri yok gibidir.
Eğer bu kudretli edebiyatçıların “gerçekten” Hayyam’dan haberleri yoksa, bu, hakiki
araştırmacılar için fevkalâde önemli bir veri veya ipucudur.
Araştırmacıların üzerinde durması gereken, Hayyam’ı önce hangi oryantalistin keşfettiği
değildir. Böyle bir tartışma, dikkat dağıtıcı, oyalayıcı, suni bir tartışma olur. Bize göre,
Hayyam’la ilgili olarak tartışılması gereken hususlardan bazıları şunlardır: Hayyam’ın neden
Batılılar tarafından bulunduğu ve tarihe bağlandığı, neden Doğuluların onun Farsça şiirlerinin
kıymetini bilemedikleri ve onu unuttukları, neden Batılıların Hayyam’ı tarihe bağlamak ve
bütün dünyaya tanıtmak için fedakârane çalıştıkları, neden Batılıların hızlıca buldukları tarihi
(?) kaynakların Hayyam’a gülünç bir ciddiyetle velilik, peygamberlik veya filozofluk
bahşettikleridir.
Ömer Hayyam’ın Batılılar Tarafından Kutsanması: Ömer Hayyam Kulübü’nün ve
“Edebiyat-ı Ömeri”nin Teşekkülü
19. asırda Batı dünyası Ömer Hayyam’ı meşhur etmeye ve özellikle Müslümanlara
benimsetmeye kararlıdır. Bunun için Batılıların Hayyam’a hayran olmaları gerekmektedir.
Batılılar için, İslâmı ve İslâm tarihini değersizleştirmek şartıyla; sefahati ve miskinliği telkin
eden sözde Müslüman bir şairi “dahi” diyerek övmekte hiç bir sakınca yoktur. 19. asırda
kendisini Müslüman dostu olarak takdim etmeyi başarmış olan Avusturyalı müsteşrik Yusuf bin
Hammer, Osmanlı aydınlarının adını dahi duymadığı Hayyam’ı, şarkın büyük dâhisi olarak
methetmiş; onu Voltaire’e benzetmiştir.[24] 19. asrın meşhur Fransız bilim adamlarından Ernest Renan (1823-1892), bir yandan İslam
âleminin başı olan Hz. Muhammet’e hakaretler ederken, diğer yandan İslam âleminin sefih bir
ferdini, yani Ömer Hayyam’ı metheder. Onu akılları hayrette bırakan “nihilist” bir şair olarak
tasvir eder.[25] Hâlbuki Batının değersizleştirmek istediği Hz. Muhammet, her türlü kötü
ahlakın, zulmün ve vahşetin cari olduğu Arap toplumunu, getirdiği din vasıtasıyla medeni bir
toplum hâline getirmiştir. Kadın ve kölelerin insan yerine bile konmadığı, her türlü şiddete
maruz kaldığı bir toplum, 23 yıl gibi kısa bir sürede, insan haysiyetini, ahlakı, hakkı ve emeği
esas alan bir toplum haline gelmiştir. İnsanlar birbirlerini ırk, cinsiyet, nesep veya kölelik
bakımlarından değil, ahlâk ve fazilet bakımından değerlendirmeye başlamışlardır. Ancak
Batılılar, fazileti, ahlakı, insan haysiyetini, emeği, ilmi, çalışmayı telkin eden Hz. Muhammed’e
“kin” duyarlarken, şiirlerinde ayyaşlığı, dinsizliği ve tembelliği telkin eden Ömer Hayyam’a
hayran olmuşlardır. 19. asır Fransız müsteşriklerinden Barbier de Menard, Hayyam’ı kastederek 11. veya 12. asırda
İslam dünyasında, “Goethe [ö. 1862] ve Henri Heine [ö. 1856] ile kardeş bir şairin zuhuru
epeyce garip bir hadisedir.” der.[26] Bu isabetli ifadenin anlamı şudur: Mutaassıp ve ilkel olan
12. asır İran toplumu, Hayyam gibi bir dâhiyi çıkartamaz; yani ona göre Hayyam değerli, dindar
İslam toplumu ise değersizdir. Hayam’ı övme, İslam toplumunu da tahkir etme maksatlı olarak
söylenmiş olan bu söz, bize göre, doğru bir bilgi içermektedir. Gerçekten de 19. asırda
filizlenebilen ateist zihniyet, 12. asır İslam toplumunda çiçek açmaz. Batılılar, Ömer Hayyam’ı, Doğululara kabul ettirmek için, “bilimsel” çalışmaların yanında,
komik senaryolar da yazmışlar ve bu senaryoların gerektirdiği rolleri ciddiyetle oynamışlardır.
Meselâ 1892 yılında Londra’da “Omar Hayyam’s Clup” yani Ömer Hayyam Kulübü’nü
kurmuşlardır. [27] Bu topluluk Hayyam’ı Doğuda neşet etmiş bir “peygamber” gibi görmüş,
onun için “ayinler” yapmış, Nişabur’da ona bir “türbe” yaptırmak istemiştir.[28] Abdullah
Cevdet, bu kulübün üyelerinin “mahfillerini kırmızı güllerle donat”tıklarını ve “kırmızı şarap”
içerek “ayin” yaptıklarını söyler.[29] Kulübün yemekli toplantılarına farklı ülkelerden
aristokratlar katılır.[30] Londralı Hayyamseverler Nişabur’da Hayyam’a bir “türbe” yaptırmak
için fedakârane gayret göstermişlerdir.[31] İranlıları hamiyetsizlikle suçlamışlar ve Ömer
Hayyam’ın sözde türbesinin yapımı için bütün masrafları tekeffül etmişlerdir. Pozitivist bir
toplumun Doğulu fakir ve ayyaş bir şair için yaptıkları bu kadar ilmî ve maddi fedakârlığın
elbette bir sebebi, “mantıklı” ve “tutarlı” bir yorumu olmalıdır. Kulübün faaliyetlerini İstanbul’daki “İctihad Evi”nden ilgiyle takip eden Abdullah Cevdet şöyle
der: “Bundan birkaç sene evvel bu Ömer Hayyam Klubü, âzasını Ömer Hayyam’ın medfun
olduğu küçük bir bahçeden getirilmiş iki gülfidanını Hayyam’ın İngilizceye mütercim-i hayran
ve müteheyyici Fitz Gerald’ın mezarı üzerine dikmişlerdir.” [32] Birkaç yıl sonra Londra’daki
bu Hayyam tiyatrosu, görevini hakkıyla ifa etmiş olmanın huzuruyla dağılmış olmalıdır. Zira
bütün bu faaliyetlerin sonunda Hayyam, tarihe bağlanmıştır. Artık, Hayyam, 12. asırda İslam
âlimlerinin, İslam’ın yasakladığı her şeye karşı hoşgörülü bir gaflet içinde oldukları “tez”ini
destekleyen bir şahsiyet olarak İslam tarihindeki yerini almıştır. Batılılar, Hayyam gibi mübahi,
her türlü günaha karşı hoşgörülü başka şahsiyetleri de bulurlar ve meşhur ederler. Bunun için
Batılılar bazı eski eserlere müdahale etmiş veya İslam büyükleri adına birçok “tarihi” eser
üretmiş olabilirler. Hayyam’ı tarihe bağlayan eserlere müdahale edilmediğine veya onların
uydurulmadığına dair elimizde “hiçbir kesin delil” yoktur. 19. Asırda Batılıların Hayyam Edebiyatı Geleneğini Oluşturmaları
Hayyam’ın rubaileri, ilginç bir şekilde, birbiri ardınca ortaya çıkmaya başlar. Kısa sürede
Hayyam’ın 158 olan rubailerinin sayısı bini geçer. Meselâ John Payne, 800 rubaiyi İngilizceye
çevirir ve Londra’da yayımlar.[33] E. Cadell’in “1200 rubaiyi bir araya getirdiği söylenir.”[34]
Zira İstanbul’da, Viyana’da, İngiltere’de Hayyam’a ait yeni yazmalar ve rubailer ortaya çıkar.
Kimse bu “yazmaların” sahte olup olmadığını ciddiyetle araştırmaz. Bu arada İngiltere’de ve Amerika’da “Edebiyat-ı Ömeri”, yani “Ömer Hayyam tarzı şiir
geleneği” oluşturulur.[35] Batıda ve Doğuda birçok kişi Hayyam gibi veya Hayyam adına
şiirler yazdığı ortaya çıkar. İslam dünyasında da Ömer Hayyam’ın şiirlerini “nazmen” kendi
dillerine çeviren ve onun tarzında (felsefesinde) şiirler yazan şairler ortaya çıkmaya başlar.
Yahya Kemal, Hayyam’a izafe edilen rubailerin farklı yetenekte insanlar tarafından kaleme
alındığını söyler; cücelerle devlerin birbirine karıştığını ifade eder.[36] Necip Fazıl’ın
ifadesiyle Hayyamseverler “peydahlanır”. Hayyam, Batıda ve Doğuda her aydının bildiği veya
bilmesi gereken moda bir isim haline getirilir. Hem sevenleri hem sevmeyenleri onun şöhretine
katkı yapar. Batıda “Edebiyat-ı Ömeri”nin hızlıca teşekkül ettirilmesi, oryantalistlerin imkân ve
donanımlarını hakkında bize dolaylı bir bilgi verir: Batılıların ve Frenkmeşrep Doğuluların
Hayyam adına veya onun gibi Farsça rubailer yazmaları, onların Hayyam gibi bir “şair” ihdas
edebilecek ve onu tarihe bağlayabilecek yeteneğe ve imkâna sahip olduklarını gösterir. Elbette
bunun için öncelikle kendi toplumlarında yaygın bir şekilde var olan sahte tarihi eser üretme
fikrinden etkilenmiş olmaları gerekir. Edebiyat-ı Ömeri’yi teşekkül ettiren ve Hayyam gibi
şiirler yazan kişilerin, ilk defa Oxford’da ortaya çıkan 158 rubaiyi ve diğerlerini yazmadıklarına
dair elimizde hiçbir kat’i delil yoktur. Oryantalistlerin ve onların Doğulu dostlarının Farsça,
Arapça ve Osmanlı Türkçesi ile şiirler ve eserler yazabilecek yeteneğe sahip oldukları hususu
muhtemelen başka bir yazımızda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bilindiği gibi “sahte tarihi eser” üretme faaliyetleri Batıda yaygındır. Eğer 19. asırda, İslam
tarihini araştırmakla görevlendirilen yüzlerce oryantalistin içinde İslam tarihini tahrif etmek ve
İslâm büyüklerine atfen sahte eser üretmek isteyen art niyetli kişiler var idiyse, bu kişiler kısa
sürede Farsça veya Osmanlı Türkçesiyle sahte eser ve şairler ihdas etmiş olabilirler. Hayyam’ın 19. Asırda İranlılar ve Osmanlılar Tarafından Bilinmemesi
Batıda hemen her oryantalistin bildiği Ömer Hayyam, Osmanlıda Tanzimat’ın meşhur edipleri
tarafından bile bilinmez. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Muallim Naci, Recaizade Ekrem ve
Tevfik Fikret gibi Tanzimatın kudretli şair ve ediplerinin Ömer Hayyam’ın adını duyup
duymadıkları hususu, araştırmaya muhtaç bir konudur. Ziya Paşa’nın Harabat’ına göre
Tanzimat aydınları Ömer Hayyam’ı muhtemelen tanımıyorlardı. “Ahvâl-i Şu’arâ-yı İran”
başlığı altında İran şairlerini anlatan Ziya Paşa, Ömer Hayyam’dan hiç bahsetmemiştir.[37]
Hâlbuki Ziya Paşa Hayyam’ı Batılı dostlarından öğrenmiş olmalıydı. Zira Ziya Paşa bu eserini
“Avrupa’dan döndükten sonra” yazmış ve 1875’te İstanbul’da yayınlamıştır.[38] Servet-i Fünun’un en önemli şairlerinden olan Tevfik Fikret’in Hayyam’ı bilip bilmediği de
merak konusudur. Onun “Dil ve Edebiyat Yazıları” bir araya getirilmiştir. Bu eserin dizininde
Fars şairlere yer verilmiş fakat Ömer Hayyam’a yer verilmemiştir.[39] Fecr-i Ati’nin en
kültürlü şairlerinden Ahmet Haşim Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan ve Frankfurt
Seyahatnamesi adlı eserlerinde birçok Fars, Türk ve Batılı şair ve yazara değinmesine rağmen
muhtemelen Ömer Hayyam’a hiç yer vermemiştir.[40] 20. asırda Osmanlı medreselerinin en
kültürlü âlimlerinden olan Ferit Kam, 1915-1916 yıllarında Darülfünun Edebiyat Medresesi’nde
verdiği edebiyatla ilgili derslerde muhtemelen Ömer Hayyam’a hiç değinmemiştir. Zira Ferit
Kam’ın ders notlarından oluşan Asar-ı Edebiye Tedkikatı adlı eserde Hayyam adı
geçmemektedir. [41] Fuat Köprülü’nün 1918’te kaleme aldığı Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar adlı eserinde de “Ömer Hayyam” adına rastlanılmaz.[42] Hâlbuki bu eserde
önemli önemsiz çok sayıda Fars, Arap ve Türk şairine atıf vardır. Bütün bu şair, edip ve
araştırmacıların edebiyatla ilgili eserlerinde Hayyam’a muhtemelen “hiç” yer vermemiş
olmalarının bir yorumu olmalıdır.
20. asırda Ömer Hayyam’ı Türklere tanıtan Abdullah Cevdet, Hayyam’ın Osmanlı ve Tanzimat
şairleri tarafından bilinmediği hususunu şöyle dile getirir: “Bizde ise bundan yirmi üç sene
kadar evvel Muallim Feyzi Efendi tarafından tercüme ve tabedilen Hayyam adlı küçük bir
mecmua-yı müntehâbâttan başka Ömer Hayyam’a ait bir eser yoktur. Daha ziyade ağlanacak ve
ağlatacak cihet var: Bizzat İraniler Ömer Hayyam’ın mükemmel ve şanına layık bir kitab-ı
matbûuna malik değildirler.” [43] Cevdet’ten sonra Hayyam’ı Türklere tanıtmak için eser yazan
araştırmacılardan Hüseyin Daniş de Hayyam’ın Osmanlılar tarafından bilinmediğini, Türk
edebiyatında Hayyam’ı takip eden, onun tarzında şiirler yazan bir şairin bulunmadığını ifade
eder. [44]
Türk divan şairleri, Fars edebiyatını yakından takip etmişler, kendilerini meşhur Fars şairleriyle
kıyaslamışlar, onları teşbih unsuru olarak kullanmışlardır.[45] Ancak, bu Fars şairlerinin
arasında Ömer Hayyam yoktur. Hayyam’ın adı Türkçe divanlarda, birkaç şüpheli istisna
dışında, geçmez. Türk araştırmacılar tarafından hazırlanan divan tahlilleri de, Hayyam’ın
Osmanlı edebiyatında bilinmediğine şahadet etmektedir. Sanki 19. asırda yetişmiş bir sosyal
bilimci gibi, Osmanlı şairlerinin eserlerini metinlerarasılık bağlamında değerlendiren ve Türk
şairlerini Fars şairlerinden intihalcilikle suçlayan Âşık Çelebi gibi tezkireciler de Ömer
Hayyam’dan bahsetmezler.[46] Bu durumun birkaç yorumu vardır. Birincisi tezkireler
yazıldığı sırada (yani 16. asırda veya 19. asrın başında) Ömer Hayyam, Fars ve Türk
edebiyatında yoktu, bilinmiyordu. İkincisi Osmanlı şairleri, Ömer Hayyam’ın şiirlerini
beğenmemişlerdi, adını anacak kadar bile ona değer vermemişlerdi. Hayyam’ın Osmanlı şairleri tarafından bilinmemesi ilginçtir; daha ilginci ise onun İranlılar
tarafından da bilinmemesidir. Abdullah Cevdet, Hayyam’ın İran’da bilinmediğini, meşhur
oryantalist Browne’dan öğrenir ve çok üzülür. Brown’un anlattığı bir hatıraya göre, İran Şahı
Muzaffereddin Şah, Londra’da iken Hayyam hayranları, bu adı unutulmuş büyük şairin
Nişabur’daki mezarı üzerine bir “türbe” yaptırmak için izin isterler. İran şahı bu isteği
anlayamaz ve “yanındaki vezir-i azama” döner ve “Ağa în Ömer Heyyâm çî çîzest” yani “Bu
Ömer Hayyam da ne nesnedir ağa?” diye sorar.[47] Yani İran şahı ve vezirinin Ömer Hayyam
adlı bir şairden haberi yoktur.
Abdullah Cevdet’e göre Hayyam gibi dahiler yetiştiren İran toplumunun, zamanla bu kadar
cehalete düşmesi, Ömer Hayyam gibi dahilerini unutması, affedilmez bir taassuptur. Abdullah
Cevdet, Ömer Hayyam’ın İranlılar tarafından yokluğa mahkûm edilmesinin sebebi olarak
onların, Müslümanlığını gösterir. Hayyam’ın ve şiirlerinin Londra’da imal edilmiş olabileceği
ihtimali üzerinde hiç düşünmez. Hayyam’ı yokluğa mahkûm eden Müslümanlara şöyle kızar: “
Eğer vakanın şahidi Mr. Browne ve Halil Halid Bey olmasalardı, havsala-suz [akıl dışılık,
aptallık] ve gaddarlık istidadı ve sadizm temayülatı yanında Ez moşebbekhâ-yı rengâreng yek pertov fotâd
Kufr u dîn deyr o herem şod, sobhe şod, zonnâr şod
Sâkî-i rûz-i ezel çon cor’eî ber hâk rîht
Tâk şod, engûr şod, mey şôd, nasîb-i yâr şod
kıtası gibi ince, yüksek ve derin şiirlerin şairliğini de yaşatmış bir babanın oğlunda bu kadar
cehl ü gabavetin bulunabileceğine kolay kolay inanılmazdı.” [48]
Hüseyin Daniş’in, “İranî-Hind lisanları müderrisi, muhibb-i sâdıkım, müsteşrik ve üstad-ı
muhterem” diye övdüğü Profesör A.V. Williams Jackson, Hayyam’ın İran’da bilinmediği
hususunu şöyle anlatır: “Nişabur’da Ömer’i belki beş altı kişi, o da yaptığı hesaplarla takvim-i
saliyaneyi ıslah etmiş olan müneccim ve hakîm Hayyam diye tanır. Belki onun filozof ve hazık
bir adam olduğunu birkaç kişi bilir. Lakin şair olduğunu hatırlayan yoktur.”. [49] İran dili ve
edebiyatı uzmanı Profesör A.V. Williams Jackson’un Ömer Hayyam’ın şair olarak İran’da
bilinmediği hususunu bu kadar “katiyetle” ifade etmesi, önemlidir. Bu, muhtemelen bir alt şuur
bilgisidir. Jackson, konunun etraflıca araştırılmasına ihtiyaç duymadan, adeta şöyle demektedir:
Bizim yani oryantalistlerin bulup meşhur ettiği Ömer Hayyam’ı İranlıların bilmeleri mümkün
değildir. Hayyam, Batılıların çalışmaları sonucunda, 1314’te Şemsettin Sami’nin yayınladığı
Kamusu’l-A’lam adlı ansiklopedik esere alınmıştır. Şemsettin Sami, onu saygın bir hikmet şairi
olarak tanıtmıştır.[50] Ömer Hayyam, ancak 1920’li yıllardan sonra Türk toplumunda
tanınmaya başlamıştır.
19. Asırda Osmanlı Toplumunda Kimsenin Bilmediği Ömer Hayyam’ı 20. Asırda
Herkesin Bilmesi ve Bu Tanıtımda Görev Alan Yazarlar
Hayyam vakasını tahlil edebilmek için onu Türk toplumuna tanıtan yazarların kimlikleri
üzerinde düşünmek gerekir. Hayyam’ı 19. asrın sonundan itibaren Türk toplumuna tanıtma
görevini üstelenen yazarlar, Muallim Ahmet Feyzi Efendi, Abdullah Cevdet, Hüseyin Daniş,
Hüseyin Rifat, Filozof Rıza Tevfik, Abdülbaki Gölpınarlı, Sabahattin Eyüpoğlu, Rüştü Şardağ
gibi Batıcı, ateist, Zerdüştperest veya bohem yazarlardır. Bu Frenk-meşrep yazarların Hayyam
veya Zerdüşt gibi bir Doğuluya karşı duyduğu saygıyı, Cemil Meriç şöyle izah eder: “Şark
düşmanı intelijansiyamızın, Şarklı bir hakime karşı beslediği bu derin muhabbeti nasıl izah
edeceğiz? Avrupa’ya olan sadakatiyle. Zira şairlerimizin terennüm ettiği bu Zerdüşt, Avrupalı
bir Zerdüşt’tür. Ve Zerdüştperest ulemâmızın tek amacı vardır: İslamiyeti unutturmak.” [51]
Hayyam’ı Osmanlı Türklerine tanıtan ilk kişi, muhtemelen, “Tebrizli” Muallim Ahmet
Feyzi’dir. Hayyam’dan seçtiği bazı şiirleri Türkçeye çevirerek yayınlamıştır.[52] İstanbul’a
“dışarıdan” gelen Feyzi Efendi, muhtemelen bir İranlıdır ve İstanbul’da Farsça muallimliği
yapmıştır. [53] Hayyam hayranlarından olan Tokatizade Şekib’e göre, “İzmirli Hafız”
Abdülkadir Efendi de Hayyam’ın hayat hikâyesini içeren bir risale kaleme almıştır.[54]
Unutulmamalıdır ki Hayyam projesinde Doğulu yazarların rolü, oryantalistlerin ürettikleri
bilgileri almak, aktarmak, tasdik etmek ve yaygınlaştırmaktan ibarettir. İslam Ansiklopedisi
’ndeki Ömer Hayyam maddesini bile bir İranlı veya Türk değil, V. Minorsky yazmıştır.
Necip Fazıl’a göre Hayyam, Batılıların tesiriyle Doğuluların gündemine girmiştir: “Hayyam’ın
en büyük tesiri Garpta olmuş ve son devirlerin Garp budalası Şarklılarına da Hayyam, işte
garptan dönüp gelen bu tesirin yüzü suyu hürmetine görünmüştür.” [55] “Hayyam’ın Şarktaki
tesiri pek mühim olmamış, bilhassa Garptaki tesiri Fitz Jerald’in gayretiyle pek derinlere
ulaşmış, oradan da her moda şey gibi bize gelerek bilhassa Meşrutiyet sonrası Türkiye’sinde bir
hayli Hayyamcı peydahlanmıştır. Bunlar arasında Abdullah Cevdet, Hüseyin Daniş, Hüseyin
Rifat gibi kimseler vardır.”[56] Hayyam’ın Türk aydınına tanıtılmasında “ilk önemli görevi” Abdullah Cevdet üstlenmiştir.
Cevdet, Hayyam’la ilgili eserini 1914’te yani Osmanlı devletinin siyaseten sömürgeleştirilmeye
çalışıldığı bir dönemde yayınlamıştır. Zira Cevdet, oryantalist dostları gibi, Osmanlının kültürel,
ahlaki ve dini olarak çözülmesini, siyasi çözülme kadar önemsemiştir. Cevdet’in Hayyam’la
ilgili eseri, muhtemelen halkın değil, hâkim sınıfın talebine binaen 1926 yılında ikinci defa
basılmıştır. Bu tanıtım ve baskılar yeterli görülmemiş olmalı ki, Hayyam’la ilgili aynı bilgiler,
aynı zihniyetli kişiler tarafından tekrar tekrar ele alınmıştır. Hüseyin Daniş 1922 ve 1927’de,
Hüseyin Rifat 1926 ve 1943’te, Rıza Tevfik Bölükbaşı 1945’te, Abdülbaki Gölpınarlı 1953’te
Hayyam’ı Türk toplumuna tanıtmaya ve sevdirmeye çalışmışlardır. Daha sonra Sabahattin
Eyüpoğlu ve Rüştü Şardağ gibi isimler de bu kervana katılmışlardır. Mirza Hüseyin Han Daniş, Muallim Feyzi, Abdülbaki Gölpınarlı gibi yazarlar, dış kökenli, yani
Osmanlıya dışarıdan gelen ailelere mensupturlar. İyi bir Farsça eğitimi almış olan bu donanımlı
yazarlar, Osmanlılara Fars ve Türk edebiyatını öğretme görevini üstlenmişlerdir. Cemil
Meriç’in “samimi bir Zerdüştperest” olarak tanıttığı Hüseyin Daniş, “Osmanlı Darülfünun
edebiyat ve ilahiyat şubeleri için” ders kitapları yazarak Osmanlı aydınını eğitme ve
bilgilendirme görevini hakkıyla ifa etmiştir.[57] Kendi tarih ve edebiyatını, oryantalistlerin
çömezleri olan Hüseyin Daniş gibi Frenk-meşrep yazarlardan öğrenmek Türk aydını için hazin
ve tehlikeli bir durumdur. Burada Abdullah Cevdet’in kimliği ve fikirleri üzerinden Hayyam vakası kısaca
değerlendirilecektir. Abdullah Cevdet, Türklerin Batılılaşması ve İslam’dan uzaklaşması için
bilimsel ve kültürel faaliyetlerde bulunmuş bir sömürge aydınıdır. Masondur. Türklerin İslâm’a
karşı olan sarsılmaz saygılarını bildiği için, onları İslam üzerinden dinsizleştirmek istemiştir.
Fransızcadan İslam Tarihi adlı bir eser çevirerek, “İctihad” adlı dergi çıkartarak “Osmanlının
kültürel ve zihni dejenerasyonu”nda aktif bir görev almıştır. Abdullah Cevdet’i en iyi tanıyan
aydınlardan birisi Cemil Meriç’tir. Meriç’in şu tespitleri önemlidir: “Abdullah Cevdet anladı ki:
Önce Osmanlının kafasını değiştirmek lâzım, kafasını ve kalbini… Kültür davası halledilmeden
siyasetle uğraşmak abesdi.”[58] Türkleri inançlarından uzaklaştırmayı hayatının gayesi yapmış
olan Abdullah Cevdet, çalışma planında yaptığı değişikliği şöyle anlatır: “Uzun tecrübeler
sonunda gördüm ki, ışık Hıristiyan dünyasından gelirse Müslüman ruhu ona bütün kapılarını
kapayacaktır. Biz ki Müslüman damarlarına yeni bir kan akıtmak vazifesini alıyoruz, ileri
prensipleri bizzat İslâm müesseselerinde aramalıyız.” [59] Bu sözler, önemli mesajlar
içermektedir. Cevdet, bu sözlerle, Osmanlıyı kendi inanç değerlerinden uzaklaştırırken İslâm’ı
ve İslam müesseselerini kullanmalıyız, yani suiistimal etmeliyiz, demektedir. Meriç’in şu tespitleri Abdullah Cevdet’in niçin Hayyam üzerinde bu kadar ciddiyetle
durduğunu kısmen izah etmektedir: “İslamiyeti, Batılılaştırmak istiyordu, doktor. Doğu’yu Batı
ile zenginleştirecektik, ama Doğu’nun büyük değerlerini tanıdıktan sonra. Bütün şaheserleri
okuyacaktı halk; kalbi de kafası da genişleyecekti. İhtilâller faniydi, kanla kazanılan zeferler
kanla silinirdi. Türkler İslâm âleminde “irfan” öncüsü olmalıydılar. “Türkiye hükümeti, umum
Müslüman hükümetlerin en kuvvetlisi ve nisbeten en müterakkisidir. Müslümanlar Türkçeyi
öğrenmelidirler ki… terakkiyat-ı maddiye ve maneviyelerinde müstefid ve mütefeyyiz
olabilsinler.” “Müslümanlar terakkiyat-ı medeniyeyi ancak Müslüman bir menbadan istinbat ve
kabul ederler.” [60] Burada Cevdet, art niyetini, bugünkü bazı yazarlar gibi, saygın kelimelerin içine gizlemiş;
fikirlerini ustaca ifade etmiştir. Bilindiği gibi Abdullah Cevdet, Osmanlının Batılılaşması için
Avrupa’dan damızlık erkekler getirilmesini tavsiye eden birisidir. Böyle birisinin şu sözleri
söylemesi bazılarına ilginç gelebilir: “Türkler İslâm âleminde “irfan” öncüsü olmalıydılar.
‘Müslümanlar, terakkiyat-ı medeniyeyi ancak Müslüman bir menbadan istinbat ve kabul ederler
.” [61] Bu sözleri okuyanlar, Cevdet’in, İslam’a ve Osmanlıya karşı ılımlı bir tavır sergilediği
zehabına kapılabilirler. Ancak Cevdet’in “irfan”la ve “terakkiyat-ı medeniye”(medeniyetin
gelişmesi, medeni gelişimler) ile kastettiği şey, İslam dışı fikir ve davranışlardır, yani Batı
felsefesidir, Batılı hayat tarzıdır, ateizm, deizm, pozitivizm ve Darvinizm’dir. Kısacası
Cevdet’in Türklere biçtiği rol, İslam âleminde Batı irfanının, yani dinsizliğin öncülüğüdür.
Yine Cevdet, Müslüman halkın, kendi şaheserlerini okuması ve kendi değerlerini tanıması
gerektiğini söyler. Bu söz de bazılarını aldatabilir. Ancak Cevdet’in, Doğunun “şaheserleri” ile
kastı Hadis, Kuran vs. değildir; 19. asırda ortaya çıkan ve asırlardır bilindiği zannedilen bazı
tarihi (!) eserlerdir. Bunlar arasında, Hayyam’ın rubaileri, tezkireler, tarihler, bazı mesneviler,
Evhadüddin Kirmani’nin menakıbı, Niyazi-i Mısri’nin hatıratı gibi eserler olmalıdır. Bu
“şaheserler”i anlayarak okuyabilen bir Türk, ister istemez kendi tarihinden, medeniyetinden ve
inancından uzaklaşır. Abdullah Cevdet ve Hammer gibi oryantalistlerin, İslam tarihine ait
olarak ortaya çıkan Arapça, Farsça ve Türkçe eserleri büyük bir özenle hazırlamalarının ve
methetmelerinin mantıklı bir izahı olmalıdır. Onların bu çabalarını, objektiflik, bilim, hizmet,
hayranlık, saygı vs. ile izah etmek, inandırıcı olmaz. Meselâ Abdullah Cevdet’in, güya İslam
tarihinden aktardığı şu (uydurma) bilgilere göre, Müslümanlar İslam tarihinde, şairleri, edipleri,
dahileri, vs. acımasızca katletmişlerdir. Kaynağa (şahesere) göre, Kelile ve Dimne’yi Farsçadan
Arapçaya tercüme eden İbn Mukaffa’nın “elleri, ayakları, burnu, kulağı sıra ile kesilip kendi
gözü önünde fırına atılarak yakıldıktan sonra kolsuz, bacaksız burunsuz, kulaksız kalmış fakat
henüz zihayat olan vücudu da kızgın fırına atıl”mıştır”. [62] Bütün bunlar güya Süfyan b.
Muaviye’nin emriyle yapılmıştır. Yazarı unutup konuya yoğunlaşan kimi araştırmacılar, bizim
Süfyan’ı kusursuz göstermek istediğimizi düşünebilirler. Hâlbuki Süfyan b. Muaviye’nin zalim
olup olmadığı ayrı bir konu, onu yukarıdaki gibi tasvir eden bir eserin sahihlik ve güvenirlik
tenkidi ayrı bir konudur. Bu tasvirin, Süfyan’ı veya İslam tarihini değersizleştirmek için
yapıldığını anlamak için dış tenkite veya itirafnameye ihtiyaç yoktur. Abdullah Cevdet ve onun oryantalist dostları şunu çok iyi biliyorlardı: Müslümanlar, Voltaire’le
veya Fitz’le değil, Maarri, Evhadüddin Kirmani, Niyazi-i Mısri, Mevlana, Dede Ömer Ruşeni,
Fatih, Osman Gazi, Yıldırım Bayezit, Babür veya Ömer Hayyam’a atfedilen (onlar için
uydurulan) hayat hikâyeleri veya eserlerle dejenere edilebilirler.
Türk edebiyatında Hayyam’ı matbuat baskısı veya yönlendirmesiyle konu eden Müslüman
yazarlar da vardır. Meselâ Yahya Kemal, dönemin moda isimlerinden Hayyam’ın rubailerini
1960’larda nazmen Türkçeye çevirmiştir. Yahya Kemal’in 1963’te yayımlanan Hayyam
Rubailerini Türkçe Söyleyiş adlı eseri, Hayyam’ın muhafazakâr okuyucu tarafından
tanınmasına katkı sağlamıştır. Meselâ Nihat Sami Banarlı, kendi dönemi için oldukça önemli
olan Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinde Ömer Hayyam’a “Yahya Kemal’in bu yayını
vesilesiyle” daha fazla yer vermiştir. Zira Banarlı, eserinin başında müstakil olarak İran
edebiyatını anlatırken Hayyam’ı “matematik âlimi ve rubailer şairi” gibi bir ifadeyle
geçiştirmiştir. [63] Görüldüğü gibi, Batılıların önemsedikleri bir esere, Abdullah Cevdet gibi bir
ismin değil de Yahya Kemal gibi bir ismin sahip çıkması, Müslüman halk üzerinde daha çok
tesirlidir.
Hayyam’la ilgili yayınlar, Müslüman yazarların, “İslam tarihi ve İslam edebiyatı algısı”nı
kısmen şekillendirmiştir. İster istemez, Hayyam’la ilgili yayınların tesiri altında kalan Necip
Fazıl, Edebiyat Mahkemeleri adlı eserinde, bir asır önce kimsenin bilmediği Hayyam’ı Şarkın
en büyük şairlerinden birisi olarak sunmak zorunda kalmıştır. Buna “matbuat baskısı” demek
mümkündür. Zira Necip Fazıl da döneminin bir ferdidir ve kendisine sunulan eser ve bilgilerle
düşünmesi tabiîdir. Meselâ Ernest Renan’ın Hayyam için kullandığı “akılları hayrette bırakan
nihilist bir şair” ifadesinin izlerini Necip Fazıl’da görmek mümkündür.[64] Necip Fazıl,
muhakemesini Renan’a tamamen teslim etmemekle beraber, kısmen onun etkisinde kalarak
Hayyam’ı “bazı batıllara meharetli parendeler attırmaktan ileriye varamamış, muhteşem bir
“hiç” şairidir.” diye tarif eder.[65] 20. asırda İslam dünyasının en önemli mütefekkirlerinden olan Said Nursi, yetişme döneminde
İslam büyüklerine isnat edilen fakat İslam dışı telkinat içeren birçok Arapça ve Farsça eseri
okumuş olmalıdır. İslâm toplumuna sunulan bu eserleri sahih kabul ederek, Ömer Hayyam, elMaarri, İbn Sina, İbn Rüşd, Farabi ve Şehristani gibi yazarları ciddi bir şekilde eleştirmiştir. Bu
yazarların, hakiki İslam âlimleri tarafından “tahkir” ve “tekfir” edildiğini, “edebsizlik” ve
“zındıklıkla” suçlandığını söylemiştir.[66] İbn Sina ve Farabi gibi kişilerin ancak “adi bir
mümin” derecesine çıkabildiklerini ifade etmiştir.[67]
Necip Fazıl, Yahya Kemal, Said Nursi, Mehmet Akif gibi 20. asrın en önemli Müslüman edip,
şair ve âlimleri, tarihteki İslam büyüklerine ait olarak topluma sunulan eski harfli eserlerin
mevsukiyetini hiç tartışmamışlardır. Zira tarihî olarak ortaya çıkmış kaynakların sahihlik ve
sahtelik tenkidi, İslam âlimlerinin öğrenmedikleri bir konudur. Bilinmeyen bir bakış açısı veya
kriter elbette kullanılamazdı. Hâlâ bilim adamlarımız eski harfli metinlerin sahihlik ve sahtelik
tenkidini yapamamaktadırlar. “Sahte eser” kavramına “zihnen” uzak olan bir toplumun,
kendisine sunulan Arap harfli ve eski tarihli bir metindeki her türlü çelişkiyi hoş görmesi,
onlardan şüphelenmemesi tabiidir. Ancak son dönem Osmanlı hukukçularından Ali Himmet
Berki, Fatih kanunnamelerini ve onda geçen kardeş katlini “20. asırda kitaplardan öğrenince”,
şaşırmış; kanunnameleri hem dil hem de içerik (şer’î) bakımından sorunlu görüp tenkit etmiştir.
Fakat onun bu çabaları, kaynak tenkidine aşina olmayan Türk toplumunda yankı bulmamıştır.
20. asırda devlete, matbuata ve bilime hâkim olan zihniyetin de Ali Himmet Berki’nin Fatih’i
savunan fikirlerini ve bakış açısını destekleme ihtimali yoktu.
Sonuç olarak Ömer Hayyam, 19. asırda Osmanlı ve İran’da bilinmeyen bir şahsiyettir. Fars ve
Arap edebiyatına vakıf olan Tanzimat’ın kudretli âlim ve şairleri, bugün herkesin bildiği
Hayyam’ı muhtemelen bilmiyorlardı. Zira Hayyam’ı Batılılar bulmuş ve İslam tarihine
yerleştirmişlerdir. Oryantalistlerin Hayyam’ı tanıtmak için yaptıkları oldukça yorucu
faaliyetlerin izahı, Batılıların, Şark politikasında gizlidir. Wellington House’un faaliyetlerinin
mantığını çözebilen birisi, aynı döneme rastlayan Ömer Hayyam vakasını da çözebilir. Unutulmamalıdır ki Hammer gibi Oryantalistler, İslam büyüklerine yönelik saldırı ve
karalamalarını kendi buldukları “tarihi” kaynaklara dayanarak yapmışlardır. Bu durumda
oryantalistlerin değil, onların dayandığı kaynakların hedef alınması icap etmektedir. 19. ve 20.
asırda ortaya çıkan bu nevzuhur kaynaklara bütüncül ve analitik bir bakış açısıyla bakıldığı
zaman, şu tezler ortaya çıkmaktadır: Birincisi Müslüman yazar ve tarihçiler, İslam büyüklerinin
iyi taraflarını klişe ifadelerle geçiştirirlerken, onların en kötü fiil ve sıfatlarını, en aşağılık
hâllerini anekdotlarla anlatmaktan zevk almışlardır. İkincisi İslam tarihi gerçekten zalim, fasık,
dinsiz ve mübahi İslam büyükleriyle doludur ve Müslüman tarihçiler, İslam büyükleri aleyhine
olan doğruları, günümüzde bile olmayan bir özgürlükle dile getirmişlerdir. Üçüncüsü 19. ve 20.
asrın donanımlı ve azimli oryantalistleri, McCarthy’nin de kısmen ifşa ettiği gibi, önce İslam ve
Osmanlı tarihiyle ilgili sahte tarihi kaynakları üretmişler, sonra onlara dayanarak, hatta
onlardaki aşırı saldırıları “suni bir insafla” göz ardı ederek, kendi romansı eserlerini kaleme
almışlardır. Kim, hangi yorum veya tezin doğruluğuna inanıyorsa, o tezin etrafında kaynakları
gözden geçirmeli ve tezini tutarlı bir üslupla ispata çalışmalıdır. Bize göre en tutarlı tez veya
yorum, üçüncüsüdür ve bu tez etrafında kaynakları değerlendirmeye devam edeceğiz. Meselâ
şiirlerinde açıkça ayyaşlığı ve dinsizliği telkin eden Ömer Hayyam’ı, kaynakların, neden veli,
âlim, hakim, hâce, hüccetü’l-hak gibi sıfatlarla tanıttığı hususunu muhtemelen başka bir
yazımızda ayrıntılı olarak ele alacağız. İlginçtir ki tarihi kaynaklarımız, Abdullah Cevdet’in
ifadesiyle “şaheserler”imiz, bir yandan Hayyam’ı “veli” gösterirlerken, diğer yandan, şiirlerinde
ilmi, zikri, ahlakı, adaleti, tevekkülü anlatan Sultan Ahmet’i, sefih bir şair olarak tanıtmışlar,
onun dini şiirlerinden ve dindarlığından hiç bahsetmemişlerdir.[68]
Kaynakça
Abdullah Cevdet, “Rubâiyât-ı Hayyam ve Türkçeye Tercümeleri”, Ömer Hayyam Rubailer,
hzl. Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul, 2000, 1-182
Ahmet Haşim, Üç Eser: Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan ve Frankfurt Seyahatnamesi TDK,
Ankara, 1992
Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, İstanbul, 1987
Coşkun, Menderes, “Sultan Ahmet’in Tezkirelerdeki Bahtsızlığı”, Yağmur Dergisi, 65, 2013
Coşkun, Menderes, Klasik Türk Şiirinde Edebi Tenkit, Akçağ, Ankara, 2007
Göçgün, Önder, Ziya Paşa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Bütün Şiirleri ve Eserlerinden
Açıklamalı Seçmeler, KTB, Ankara 2001
Hüseyin Daniş, “Rubâiyât-ı Hayyam: Rubaiyat of Omar Khayyam”, Ömer Hayyam Rübailer,
hzl. Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul 2000, ss. 191-400 (1927’de İkbal Kütüphanesi
Sahibi Hüseyin tarafından neşredilmiş, İstanbul: Amidî Matbaası)
Hüseyin Rifat, “Rubâiyât-ı Hayyam ve Manzum Tercümeleri”, Ömer Hayyam Rübailer, hzl.
Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul 2000, ss. 405-473 (1926 İstanbul)
Kam, Ömer Ferit, Divan Şiirinin Dünyasına Giriş: Asar-ı Eebiye Tedkikatı, Birleşik, Ankara
2008
Kılıç, Filiz, Aşık Çelebi Meşai’rü’ş-Şu’ara, İstanbul Araştırmaları Enst., İstanbul, 2010.
Kısakürek, Necip Fazıl, Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu, İstanbul 1998
Kısakürek, Necip Fazıl, Sahte Kahramanlar, Büyük Doğu, İstanbul 2007
Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet, Ankara 1976
McCarthy, Justin, “İngiliz Probogandası, Wellington Evi ve Türkler”, Türkler, 13, 2003, ss. 469
-481
Meriç, Cemil, Bu Ülke, İletişim, İstanbul 1999
Minorsky, V. “Ömer Hayyam”, İA, 9, 1997, 472-480
Riyahi, Mehmet Emin, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, hzl. Mehmet Kanar,
İnsan Yay., İstanbul, 1995 Said Nursi, Sözler, Söz, İstanbul 2006 Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, Kaşgar Neşriyat, Ankara 1996 (1314, İstanbul)
Tevfik Fikret, Dil ve Edebiyat Yazıları, hzl. İsmail Parlatır, TDK, Ankara 2000
Tok, Ruhi, Hayyam’a Reddiye ve Tenkidiye, Serkan Mat., İzmir: 1983
* Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
[1] Hüseyin Daniş, “Rubâiyât-ı Hayyam: Rubaiyat of Omar Khayyam”, Ömer Hayyam Rübailer
, hzl. Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul 2000, s. 225
[2]Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim 1999: 145). Batılılar daha önce Zerdüşt’ü ve Avesta’yı da
keşfetmiş ve onları kendi inançlarına uygun bir şekilde yeniden imal edip sunmuşlardı. Ortaya
Batılıların istediği tarzda bir Zerdüşt çıkmıştı. Bu “Avrupalı Zerdüşt’ü, Doğudaki bazı Batı
hayranları hızlıca benimsemişler ve böylece “bilgiyle” kendi medeniyet ve inançlarından biraz
daha uzaklaşmışlardı. Batı, bilginin insanları değiştirici gücünü fark etmişti. Doğuda
Müslümanların sadece isimlerini bildikleri tarihi şahsiyetlerin, mesela Mevlana’nın, Fatih’in,
Hallac-ı Mansur’un da böyle bir değişime ihtiyacı vardı. Tarih mühendisliği, toplum
mühendisliğinin önemli bir parçası haline getirilmeliydi. Wellington House’un akıl almaz
faaliyetleri, bu düşüncenin ve projelerin su yüzüne çıkmış veya su yüzüne çıkarılmasına izin
verilmiş küçük bir parçasıdır. Wellington House, oryantalizmin hasat toplama dönemidir.
Zerdüşt’ün Avrupa’da ortaya çıkış hikâyesi, Ömer Hayyam hikâyesinin anlaşılmasına katkı
sağlayabilir. Cemil Meriç şöyle der: “Asya’nın bütün evlatları içinde Batı’nın ilk benimsediği:
Zerdüşt… Batı, kaynaklarını araştırırken karşısında daima Zerdüşt’ü bulmuştur: hüviyeti
çağdan çağa değişen bir masal Zerdüşt’ü. On sekizinci asır için yeni bir Musa, daha hürriyetçi,
daha filozof, daha geniş düşünceli. Avrupa ‘gerçek Zerdüşt’ü 1771’de tanır. Bu ilk tercümenin
uyandırdığı yankı, hain bir istihzadır önceleri. Genç bir İngiliz müsteşriki: “Bu kitap ya
Avesta’nın kendisidir’ diye yazar. ‘O zaman bu abesler mecmuasının tercümesine ne lüzum
vardı; ya da mütercim tarafından uydurulmuştur; beyhude bir sahtekârlık.” … “On dokuzuncu
asrın geniş kanatlı tarihçileri İran-ı kadimin bu efsanevi peygamberini kendi emellerine
tercüman yaparlar. Zerdüşt, toprak reformundan yana ilerici bir köy papazı olur çıkar. Sonra
oryantalizmi olgunluk çağı… Esrarı çözülen Zentce. Avesta yeniden çevrilir Batı dillerine. Ve
Avrupa, bilgisinden şüphe etmeğe başlar, bilgisinden ve idrakinden… Kısaca Hıristiyan başka
türlü anlar Zerdüşt’ü, dinsiz başka türlü… Osmanlı, ikbal ve ihtişam devrinde Mecus-u
menhusa da, onun sahte peygamberine de iltifat etmez. Mutlak hakikate ulaşan, batılı neden
merak etsin… Servet-i Fünuncuların bütün beldelerde sevgilileri vardır, çabuk unutulan
sevgililer. Zerdüşt de bunlardan biri.” (Meriç, a.g.e., s. 145-146). Kimi edipler için “Hint de
İran-ı kadim de bir ‘aldatmaca’dan ibaret (Meriç, a.g.e., s. 147).
[3] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 279
[4] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 279
[5] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 307
[6] Ruhi Tok, Hayyam’a Reddiye ve Tenkidiye, Serkan Mat., İzmir 1983: 6
[7] Abdullah Cevdet, “Rubâiyât-ı Hayyam ve Türkçeye Tercümeleri”, Ömer Hayyam Rübailer,
hzl. Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul 2000, s. 103.
[8] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 139
[9] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 143
[10] Necip Fazıl Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu, İstanbul, 1998, s. 155
[11] Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, s. 158
[12] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 236
[13] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 225
[14] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 200
[15] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 5
[16] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 234
[17] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 39
[18] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 5
[19] Hızlıca yazıldığı anlaşılan ve çelişkili bilgiler içeren bu kaynaklar, muhtemelen başka
bir yazımızda ele alınacaktır.
[20] V. Minorsky, “Ömer Hayyam”, İA, 9, 1997, 472-480
[21] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 234
[22] Minorsky , a.g.m.., s. 476
[23] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 234
[24] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 234
[25] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 235. Renan bu tavrıyla İslam dışılığı telkin etmesi şartıyla
Batılıların, bütün önyargılarından sıyrılıp Doğuluları methedebileceğini göstermiş olur. Bir
yandan İslam tarihini karalamak için bilgi üreten Renan, diğer yandan Şinasi ve Ahmet
Ağaoğlu gibi sömürge aydınlarını yetiştirir. Cemil Meriç’e göre Şinasi gibilerin “Avrupalı
dostları lütufkârdılar. Karşılık olarak biraz ‘ihânet’ istiyorlardı sadece.” (Meriç, a.g.e., s.
136).
[26] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 236
[27] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 226
[28] Bu çalışmalarda Hayyam’ın dinsizliğine, dini ve İslâmi kılıflar bulma gayreti dikkati
çeker. Bu komik gayretin sebebi muhtemelen başka bir yazımızda açıklanacaktır.
[29] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[30] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 227
[31] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[32] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[33] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 39
[34] Minorsky , a.g.m.., s. 476
[35] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 225
[36] Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, İstanbul, 1987, s. 1191
[37] Önder Göçgün, Ziya Paşa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Bütün Şiirleri ve
Eserlerinden Açıklamalı Seçmeler, KTB, Ankara 2001, s. 72-79
[38] Göçgün a.g.e., s. 25
[39] Bk. Tevfik Fikret, Dil ve Edebiyat Yazıları, hzl. İsmail Parlatır, TDK, Ankara 2000.
[40] Bk. Ahmet Haşim, Üç Eser: Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan ve Frankfurt
Seyahatnamesi TDK, Ankara, 1992, s. 211-227
[41] Bk. Ömer Ferit Kam, Divan Şiirinin Dünyasına Giriş: Asar-ı Eebiye Tedkikatı,
Birleşik, Ankara 2008, s. 213-249
[42] Bk. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet, Ankara 1976, s. 379,
398
[43] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[44] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 245
[45] Bk. Menderes Coşkun, Klasik Türk Şiirinde Edebi Tenkit, Akçağ, Ankara, 2007
[46] Filiz Kılıç, Aşık Çelebi Meşai’rü’ş-Şu’ara, İstanbul Araştırmaları Enst., İstanbul, 2010.
[47] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[48] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40
[49] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 236
[50] Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, Kaşgar Neşriyat, Ankara 1996 (1314, İstanbul), s.
5/3218
[51] Meriç, a.g.e., s. 148
[52] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 40, Şemsettin Sami a.g.e., s. 5/3218
[53] Mehmet Emin Riyahi, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, hzl. Mehmet
Kanar, İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 255, Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 201
[54] Hüseyin Rifat, “Rubâiyât-ı Hayyam ve Manzum Tercümeleri”, Ömer Hayyam Rübailer
, hzl. Mehmet Kanar, Deniz Kitabevi, İstanbul 2000, s. 408
[55] Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, s. 156
[56] Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, s. 155
[57] Bk. Riyahi a.g.e., s. 255; Meriç, a.g.e., s. 147
[58] Meriç, a.g.e., s. 140
[59] Meriç, a.g.e., s. 141
[60] Meriç, a.g.e., s. 141
[61] Meriç, a.g.e., s. 141
[62] Abdullah Cevdet, a.g.m.., s. 7
[63] Banarlı, a.g.e., s. 1190-1191
[64] Hüseyin Daniş, a.g.m.., s. 235
[65] Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, s. 158
[66] Said Nursi, Sözler, Söz, İstanbul 2006, s. 736
[67] Said Nursi, a.g.e., s. 736, 734
[68] Bk. Menderes Coşkun, “Sultan Ahmet’in Tezkirelerdeki Bahtsızlığı”, Yağmur Dergisi,
65, 2013
Download