Hava-İş'te Değişim Rüzgârları: Ali Gülçiçek'le Görüştük Ali Gülçiçek, bütün zayıflıklarına rağmen grev silahının bırakılmaması gerektiğini söylüyor. Bu yönüyle sendikal muhalefet politikası düzleminde de sendika yönetimine eleştiri ve güvensizlikle "açıklanan" greve katılmama tutumu arasına bir sınır çizgisi çekiyor. "Grev süreci genel kurula kadar gider. Aslında bizim de üzerimize yıkılan bir taştır. Fakat grev işçinin silahıdır. Grevin durduğu yer onurlu ve ahlaklıdır. Biz Hava-İş yönetimi dâhil polemiği aşağı indirmek istemiyoruz. İşçileri bölen değil, ilkeleri tartışan bir konumlanma içinde olmak istiyoruz." " 6-7 yaşasın sosyalist işçi demokrasisi Sayı: 37 Eylül 2013 1 TL Savaşa karşı sınıf savaşı! "Yo normal insanım" Bu robotlaşma halini çok kere konuşuyoruz, yaptığımız işin bir sonucu olarak kendimizi buna benzetiyoruz ancak bu hadisenin bu kadar somut biçimde robota benzemek anlamı taşıdığını geçen gün işyerinde yaşadığımız bir olayla farkettik. " 14 Sınıfsız web sitesi açıldı! sinifsiz.org işçi gençliğin değişen yapısını, öğrencilerin, genç kadınların, Kürt işçi gençliğinin güncel siyasetini sınıfsal, siyasal, ekonomik taleplerini kapitalizm karşıtlığı temelinde güncel yorumuyla aktarmayı hedefliyor. Sayfamızla ilgili görüş ve önerilerinizi, eleştirilerinizi iletisim@sinifsiz.org mail adresinden iletebilir veya sosyal medyadan bize ulaştırabilirsiniz. " 13 Var bir kadın Türkiye kapitalist devletinin Suriye politikası, bölgesel hegemonya kurma amaçlı saldırgan ve yayılmacı bir dış politika. Kameralar önünde akıtılan hiçbir timsah gözyaşı, güdümleme ve lâfazanlık tekçi egemenlik biçiminden burjuva demokratik biçimlerine kadar tüm burjuva diktatörlüklerin işçi sınıfı ve emekçi halklara düşman karakterini gizleyemez, perdeleyemez. Ortadoğu işçi ve emekçilerinin kanları üzerine kurulan bu emperyalist kapitalist çatışma düzlemini işçi sınıfının "artık yeter" demesi durdurabilir. Bölgesel tekelci kapitalist hegemonya savaşlarını işçi ve emekçilerin bölgesel düzeyde birliğiyle kâbusa çevirebilir, savaşa karşı barışı sermayeyi bölgeden tümüyle defederek, sosyalist bir işçi iktidarıyla hâkim kılabiliriz. Rojava ve Ortadoğu Denklemi Türkiye'nin bölge hegemonyasını geliştirme atılımı, Türkiye işçi sınıfının da içinde bulunduğu bölge işçi sınıfının uzlaşmaz karşıtıdır. Gözlerini çevirdikleri, emek sömürüsünü, meta egemenliğini, sefalet koşullarını bölgesel planda yaşamımıza dayatacakları bir sömürü cenneti yaratma projesidir. Bu yeniden yapılanma sürecinin sıkışmalarının faturasını katliamlarla yine bölge işçi ve emekçileri ödüyor. İşçi sınıfı hem Türkiye'nin saldırgan Ortadoğu politikasına hem de bunun bir sonucu olan Rojava'daki katliama sessiz kalmamalıdır. Hesaba katmadıkları, Ortadoğu'daki düzenli kapitalist geçiş programlarını aşındıran, onlarca taktiksel hamleye ihtiyaç duydukları düzlemi yaratan, kendi hegemonyalarının sınırlarını aşan kitlesel öfke birikimi olmuştur. Yine gelecekte de, ortaya çıkan siyasal, toplumsal kriz tablosunu küresel mali oligarşi için cehenneme çevirecek olan işçi sınıfının öfkesi, kar cetvellerinin sınırlarına sığmayan gelecek ufku olacaktır. " 7-8 Çadır alanında ki hemen hemen her çadırı gezdik. Genç kızlar fotoğraf çektirmiyor özellikle Arap ailelerde. Neden diyorum "ayıp" diyor, "yasak" diyor. Ayıp demesini hadi biraz anlıyorum ama "yasak" deyince sahiden kafamda canlanmadı hiç bir şey. Kim yasaklamış? "2 2 işçi meclisi Var Bir Kadın Bu bir gece ve rüzgâr yazısıdır. Hem gecedir, karanlıktır hem rüzgârdır, serindir. Bu bir kadının "yok" olma hikâyesidir aslına bakarsanız. Ve varsa bir hikâyenin içinde hangi dilde olursa olsun "yok" bir kadın, siz sadece dolu gözlerle susar kalırsınız. Görmek kadar acı verici, aramayın bir şey bulamazsınız. Ama illaki görün! Sokakta görün, evde görün, yolculuklarınızda görün ve hiç görmemiş gibi yaşamayın. Ve bilin, gördüklerinizi hiç unutmayın. Çekeceğiniz acı insan olmanın yüzeyindedir. Ben gördüm ve çektiğim acı bedenimin üst yanında kaldı. Çaresizlikten değil acılarım, gördüklerimden. Duyuyoruz ki Ankara'ya bağlı Bala ilçesinin bir köyünde mevsimlik tarım işçileri nohut toplamak için oradaymış epeydir bir süre. İşçi Kadın Meclisi olarak atlayıp gidiyoruz. Çoluk çocuk ailede kim varsa hepsi tarlada. Söküyorlar nohutları bir an önce bitirmenin verdiği heyecanla. Onlar söktükçe çoğalıyormuş gibi. Bir tarla bitince bir diğeri. Zenginin malı çok. Züğürdün çenesini değil bedenini yoruyor, yaralıyor. Kızların elleri su toplamış hep. Konuştuklarımızdan biri anlatıyor, bu sene kazanmış üniversiteyi ailenin en küçük kızı. Ablaları okuyamamış, biri terzilik yapıyormuş, bir de küçük bakkalları varmış, yazları da böyle işlerde kim var kim yoksa çalışıp evlerine toplayabildikleri kadar parayla dönüyorlarmış. Ablasına sordum sen neden bıraktın okulu diye, "imkânlar" dedi yalnızca, sonra boğazına bir şey düğümlendi kaldı. Sonradan bu soruyu soracağım 20 yaşın altındaki her kadın gibi. Her ailenin çalıştığı tarla ayrı, dönüm başına 37 tl alıyorlar. Kaç kişi çalışmışlar, kaç saat çalışmışlar, ölmüşler mi kalmışlar mı patronun umurunda değil. Sigorta, yemek falan hak getire. Daha çok kazanmak için çoluk çocuk –ne kadar kalabalık olursa o kadar iyi – sabah 6′da başlıyor mesai, akşam 8′e kadar. Yaşları 7-8′le 60 arası değişen bir sürü kadın var. Onların bir de tarlada çalıştıktan sonra çadırlarda ateş yakıp yemek hazırlama, erkeklerin ve çocukların karnını doyurma, bulaşıkların taşıma sularla yıkanması, çay demleme, çadırın temizliği, yatakların serilmesi, varsa yine taşıma sularla kirli çamaşırların yıkanması gibi bir yığın işleri var. (Cümlemin başında 7-8 yaş dedim ve onlara da kadın dedim. Çocuk olmayacak kadar büyümüşler çünkü. Klişe bir cümle gelebilir ama o da benim yetersizliğim sevgili okuyucu affına sığınıyorum.) Kaç saat uyuyorlar kadınlar bilmiyorum. Belki çadır alanında elektriğin olmaması onlar için avantajdır diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Tarlaların çadır alanıyla mesafesi oldukça fazla. Çavuş denilen komisyoncular ki bunlar asıl patronla işçiler arasındaki bağlantıyı kuran Ölümü görmüş bu kızlar. Tek kurşunla sessiz sedasız, vedalaşamadan sevdikleriyle nasıl 10 saniye içinde her şeyin geride kalabileceğini görmüş. Zamanları yok bu kızların onun için. Tabutları yok, mezarlarına kadar kendi ayaklarıyla gidiyorlar, üstelik cellâtları abileri, kardeşleri oluyor. Doğarken kadın doğmuşlar, ölürken daha bir kadimleşiyorlar. simsarlar, akşam römorklarla çadır alanına getiriyor aileleri. Bu çavuş denilen göbekli, tek dişi altın geri kalanları yeşil, kısık gözlü pis herifler her aileden kazandığı paranın %10′unu alıyor. İşinin adı ailelerle patronlar arasındaki bağlantıyı kurmak. Yeni gelen ailelerin hemen hemen hepsi bu biçimde geliyor, ama deneyimli aileler kazançlarını bu parazit heriflere kaptırmamayı öğrenmiş. Çadır alanındaki hemen hemen her çadırı gezdik. Genç kızlar fotoğraf çektirmiyor, özellikle Arap ailelerde. Neden diyorum "ayıp" diyor, "yasak" diyor. Ayıp demesini hadi biraz anlıyorum ama "yasak" deyince sahiden kafamda canlanmadı hiç bir şey. Kim yasaklamış? Neden yasak? Cezası nedir? diye sorular geliverdi hemen ardı sıra. Bir fırsatını buldum ve 19 yaşındaki G. ile herkesten uzakta bu sorularıma yanıtlar aradım. Ölümü görmüş bu kızlar. Tek kurşunla sessiz sedasız, vedalaşamadan sevdikleriyle nasıl 10 saniye içinde her şeyin geride kalabileceğini görmüş. Zamanları yok bu kızların onun için. Tabutları yok, mezarlarına kadar kendi ayaklarıyla gidiyorlar, üstelik cellâtları abileri, kardeşleri oluyor. Doğarken kadın doğmuşlar, ölürken daha bir kadimleşiyorlar. Anlatıyor G.: 14-15 yaşlarında bir akrabası. Aynı aşiretten olmalarından ileri geliyor akrabalıkları. Kaçmış evden, devlete sığınmış. 1 hafta sonra ailesi bulup getirmiş. Sonrası "yok bir kadın", ne sen duydun sevgili okuyucum ne ben gördüm. Ama G. görmüş; kendi sonunun da aynı olmasından korkusu, cellatı o çok sevdiği abisi olmasın diye yasaklara böyle sorgusuz sualsizce boyun eğişi. Cep telefonu kullanmak, internet kullanmak, okuma-yazma bilmek, evden yalnız başına dışarı çıkmak yasakların başında geliyor. Ve her birinin ayrı cezaları var "aile" mahkemelerinde. Ben burada çok özgürüm diyor G. Çadırlarının 100-150 m ötesinde ağaçlık bir alan var, o ağaçlık alana hava kararmadıysa istediği zaman gidip geliyormuş. Elbette umutsuz yaşayamaz insan. Seneye buraya gelmeyi dört gözle bekleyeceğim, diyor. Bir de evlenmeyi. Çünkü evlenince cep telefonu kullanma hakkını, dışarıda eşiyle gezebilme hakkını elde etmiş oluyor. Çocukları olunca kazanacağı bazı hakları daha var. Ne kadar çok çocuk, o kadar çok hak. Ama birçok hakkı daha doğduğu zaman alınmış elinden. Annesi rahatça çektiriyor fotoğraf, eee dediğim gibi ne kadar çok çocuk, o kadar çok hak. Sohbet arasında abisinin 2 kadınla birden evli olduğunu anlatıyor. Kaç yaşında dedim abin. 30 yaşındaymış. İlk kadın 25 yaşında ailesinin uygun gördüğü, diğer kadın 17 yaşında o da kendi sevdiğiymiş. Nasıl oluyor dedim? "Erkek otoritesini koyunca olur" diyor. -Sus kadın, yok kadın, yasak kadın, eşya kadın, ayıp kadın, çocuk kadın, işçi kadın, güzel kadın, gözleri sert kadın, doğur kadın, karşı çıkarsan tek kurşunla ölürsün kadın…. ve ot bile bitse mezarında sen kurur kalırsın kadın. Bu kadınların hikâyeleri çok serin sevgili okuyucum, -serinliğinden de fazladır- karanlık. Şimdi aynayla her göz göze gelişimizde kırıklarını görüyorum. Ve senin de görmeni isterim sevgili okuyucum. Bu hikâye bu kadınların çığlıklarını sen duyasın diyedir. Üstelik duyup üstüne kendine demli bir çay demle ve oturduğun yerde düşün, acı çek diye değil. Karanlıktan çek çıkar diyedir. Geri yanlarında boğul diye değil, o küçücük delikten görünen aydınlığa daha hızlı koş diyedir. Zamanlarını ve yaşamlarını bu kadınlara geri ver diyedir, emanet etme öyle kendi kadersizliklerine, bir soluk ol diyedir. İşçi Kadın Meclisi'nden Var bir kadın İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 37- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 244 56 70 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92 3 Savaşa karşı sınıf savaşı! işçi meclisi Kapitalist Türkiye devleti, Suriye'ye kanlı müdahalenin baş aktörü olma yönünde ilerliyor. Türkiye kapitalist devletinin Suriye politikası, bölgesel hegemonya kurma amaçlı saldırgan ve yayılmacı bir dış politika. Türkiye tekelci burjuvazisinin nüfuz alanlarını genişleterek sermaye ve meta ihracıyla genişlemenin ve petro dolarları daha fazla çekmenin, petrol üzerinde -ve dağıtım hatlarında- doğrudan söz sahibi olmanın politikasıdır. Kapitalist savaş bir ahlaki ödevmiş gibi sunuluyor 21. yüzyılda. Bismillahirrahmanirrahim. Taratatata. Âmin. Ne garip? Oysa bombalar düştüğünde koparıyor başlarını çocukların, yakıp kül ediyor bir anda ihtiyarları. Kardeşinin gelini değil mi şu parça parça olan? Annenin göğsünde bak işte bir onmaz yara. Sermaye sahipleri için bir savaşı başlatmak ne kadar kolay. Ölenler kendileri değil, işçi ve emekçiler olduktan sonra! Müslüman-Hıristiyan, Sünni-Şii, İngiliz-Amerikalı-Arap-Türk-Kürt diye bölündükten sonra kapitalist savaşa sürmesi daha kolay oluyor canları. Şimdi tekrar savaşa gitmemiz buyuruluyor. Bu kez Suriye'ye… Ortadoğu'da Yahudi ve Şiilere düşmanlık politikasıyla Sünni Müslümanların ateşli temsilciliğine soyunan patron/büyük şef/general Erdoğan buna çoktan hazır. Değil mi ki alçak Suriye rejimi bebeklere karşı kimyasal silah kullandı, o zaman şimdi bizim üç gün yukarıdan bombalama hakkımız var başka bazı bebeleri, sessiz kalmak olmaz. Bismillahirrahmanirrahim. Taratatata. Âmin. Şimdi bu kirli savaşa gitmesi buyrulan, üslerde görev alan memurlar, havada uçan pilotlar, hepinize paralı askeri olduğunuz NATO adına emredilecek öldürmeniz için. "Vatan için aslanlar gibi dövüşün" diyerek. Vatan için! Ama kimin vatanı? Kapitalistlerin vatanı olsa gerek! Savaşa gitmemiz buyruldu, "özgürlük adına" diyerek. Özgürlük adına! Ama kimin özgürlüğü? Söylenmedi bu. İşçilerin, emekçilerin, gençlerin, ilk önce tecavüz edilen ve öldürülecek olan kadınların özgürlüğü için olmasa gerek! Savaşa gitmemiz buyruldu, "bizden" dendi "yardım bekliyor müttefik uluslar", yardım bekliyor öldürülen Suriyeli Müslüman bebekler. Ama en önemli şey unutuldu: Kimin cebine girecek banknotlar? Şair Demyan BEDNIY'in dediği gibi: Savaş kimisi için hayatla ödenen bir fatura/ Milyonluk kazançtır kimisine/ Çocuklar, daha ne kadar / Katlanacağız bu ağır işkenceye? Ölen biz, öldüren biz! Bismillahirrahmanirrahim. Taratatata. Âmin. Kapitalist Türkiye devleti, Suriye'ye kanlı müdahalenin baş aktörü olma yönünde ilerliyor. Türkiye kapitalist devletinin Suriye politikası, bölgesel hegemonya kurma amaçlı saldırgan ve yayılmacı bir dış politika. Türkiye tekelci burjuvazisinin nüfuz alanlarını genişleterek sermaye ve meta ihracıyla genişlemenin ve petro dolarları daha fazla çekmenin, petrol üzerinde -ve dağıtım hatlarında- doğrudan söz sahibi olmanın politikasıdır. Emperyalistkapitalist devletlerin, sadece enerji kaynakları ve dağıtım ağlarının tam kontrolü ile sınırlı olmayan, bir bütün olarak Ortadoğu'nun ve Afrika'nın yeniden kapitalist yapılandırılmasını gerçekleştirme politikasının bir parçasıdır. Ortadoğu'yu tekelci sermaye ihraç ve yatırımları, meta ihracı ve üretimi için daha geniş ölçekli bir cennet haline getirmeyi, işçiler, kent ve kır yoksulları ve bölge halkları için daha büyük bir cehenneme çevirmeyi içeren genişletilmiş Ortadoğu politikasıdır. Neoliberal emperyalist-kapitalizmi hâkim kılma politikasıdır. Petrodolar kralları, şeyhleri ile kolkola olunur, mali sermayeleri ile bir üst düzeyden kaynaşılırken, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki burjuva mali oligarşik dini despotluklara tek söz edilmezken, iktidarları burjuvazinin bir kesimine dayanan, aile ve devlet oligarşisine doğru daralmış, eskisi gibi yönetemez hale gelmiş tek partili çürümüş burjuva diktatörlüklere özgürlük ve insan hakları getirme yalanlarıyla saldırılıyor. Türkiye kapitalist devleti Gezi direnişini gazı, copu, kurşunuyla, gözaltı, tutuklama, katletme politikalarıyla karşılarken Suriye'ye müdahaleyi Esad'ın kendi halkını katletmesi üzerinden gerekçelendirmeye çalışıyor. Kameralar önünde akıtılan hiçbir timsah gözyaşı, güdümleme ve lâfazanlık tekçi egemenlik biçiminden burjuva demokratik biçimlerine kadar tüm burjuva diktatörlüklerin işçi sınıfı ve emekçi halklara düşman karakterini gizleyemez, perdeleyemez. Bunların hepsi, Türkiye kapitalist devletinin Suriye ve bölge halklarına kan banyosu pahasına bölgesel güç merkezi konumunu sağlamlaştırmak için geliştirdiği saldırganlık politikalarının altlığıdır. Türkiye burjuvazisi savaşı ekonomik krizi işçilere ve diğer emekçi sınıflara fatura etmenin, grev ve direnişleri engellemenin, muhalefeti susturmanın, burjuva demokrasisini en geri düzeyde tutmanın, demokratik hak ve özgürlükleri gaspetmenin politikasına çevirmek istiyor. İşçi sınıfı, Türkiye kapitalistlerinin ve emperyalistlerin çıkarları için savaşması, ölmesi ve öldürmesi demek olan bu politikaya kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Hiçbir işçi, savaşa sürülmek istenen genç, kapitalistin silahının mermisi, silahının ateşleyicisi, emireri olmamalıdır. İşçiler, kendileri gibi işçi olan Suriyeli ve Kürt sınıf kardeşlerini kapitalistlerin çıkarları için öldürmemeli, ellerine verilen silahları kırıp parçalamalı, emirlere itaat etmemeli, ellerine geçirdikleri silahları kendilerini savaşa yollayan burjuvalara çevirmelidir. İşçi kardeş, düşmanın, seni sömüren, 10 saat çalıştıran, kölelik ücretine mahkûm eden, işten atan (sınıf olarak yok sayan ve bastıran) burjuvazidir. Türk kapitalistlerinin çıkarları için Suriye'deki işçi kardeşinin kanını dökme! Ulusal, dinsel, mezhepsel düşmanlık ve kavgalara karşı çık! Emperyalist müdahaleyi lanetle! İşçilerin düşmanı kapitalistlerdir. En başta bulundukları ülkenin kapitalistleri ve tüm dünyadaki kapitalistlerdir. İşçilerin yürüteceği tek savaş kapitalistlere karşı savaş, sınıf savaşıdır. Türkiye'de de, Suriye'de de, Amerika'da da, Avrupa'da da kapitalist sınıfı yıkma savaşıdır. Kapitalistlerin iktidarını -her türlü sınıf diktatörlüğünü- yıkarak sömürüden kurtulma ve özgürleşme savaşıdır. Düşmanlık halklar arasında değil, sınıflar arasındadır. Ortadoğu'da tarih boyunca emekçi halklar din, mezhep ve ulus savaşları üzerinden birbirine boğazlatıldı. Düşmanlıklar körüklendi. Şimdi ona bir yenisi daha ekleniyor. Ulusal, dinsel, mezhepsel düşmanlık ve ayrımlara hayır diyen, boğazlaşmaların karşısında durabilecek olan tek sınıf, işçi sınıfıdır! Ezilen halkların yanında, ulusal, dinsel ve mezhepsel baskıların karşısında net bir tutum koyabilecek olan tek sınıf, işçi sınıfıdır! Ancak, işçi sınıfı bu gerici savaşı önleyebilir. Ancak, böyle bir işçi sınıfı bulunduğu ülkelerdeki ve bölgedeki devrime önderlik edebilir. İşçi sınıfı, tekelci kapitalist Türkiye devletinin, emperyalist-kapitalistlerin mali oligarşik egemenlik ve hegemonyacılığına, işgale ve ilhaka kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Bölgedeki bütün ülkelerde işçilerin birliği ve birlikte mücadelesini enternasyonal sınıf kardeşliğiyle, emekçi halkların demokratik kurtuluşçu mücadelesiyle yükseltmeli, bölgeyi düşmanlıkları ve savaşları çıkartan sınıf düşmanlarımız için bataklığa çevirmeliyiz. Türkiye'deki ve bölgedeki bütün işçiler ve emekçi halklar için yıkım, birbirini boğazlama, daha fazla ölüm, kan ve gözyaşı demek olan bu saldırgan ve müdahaleci dış politikanın yaygın protestolarla, müdahale için hazırlanan tugay ve alayların olduğu bölgelerde, askeri bakanlıkların önlerinde yapılacak eylemlerle, hükümete yönelik protestolarla, genel grev genel direnişle yenilgiye uğratılması olanaklıdır. Kahrolsun petrol-dolar kralları! Kahrolsun din, mezhep tüccarları! Emperyalist kapitalist gericiler bölge halkları üzerinden elinizi çekin! Kahrolsun emperyalist ve bölgesel tekelci savaş- pazarlık ve anlaşmalar! Kahrolsun kapitalist savaş! Kahrolsun kapitalizm! Kahrolsun emperyalist kapitalist savaş, yağma, yıkım demokrasisi! Burjuva diktatörlükleri yıkalım! Ortadoğu'ya işçi ve emekçi halklar için demokrasi ve özgürlük! Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği! Emperyalist ve bölgesel tekelci savaşa karşı sınıf savaşını yükseltelim! 4 işçi meclisi Yoğurtçu Parkında Fazla Mesai Atölyesi Beyaz Yakalılar parklarda ve forumlarda buluşmaya devam ediyor. Gezi Parkı direnişinin yarattığı ivmeyle belirli günlerde park forumlarında biraraya gelen çağrı merkezi işçileri, bilişimciler, bankacılar, çevirmenler, ofis çalışanları artık her hafta işyerinde yaşadıkları ve çoğunu kesen sorunların tartışılması için konu başlıkları belirlemeye başladılar. Her hafta belirlenen sorun üzerinden tarışmaların yapılacağı forum atölyelerinde hedeflenen şey sorunların çözümüne dair fikirler üretebilmek. Haftanın her Salı günü Kadıköy Yoğurtçu'da ve her Çarşamba günü Beşiktaş Abbasağa'da bir araya gelen beyaz yakalılar geçtiğimiz haftalarda Yoğurtçu Parkı'nda temel sorunlarından birisi olan "fazla mesai"yi tartışmak için toplandılar. İşyerlerinde bitmek bilmeyen çalışma saatleri bu kesimin en büyük problemlerinden birini oluşturuyor. Üstelik kimi işyerlerinin sözleşmelerinde fazla mesaiyi patron zorunlu tuttuğu koşulda işçinin reddedemeyeceği gibi kölelik maddeleri bile yer alıyor. Kimi zaman ise fazla mesai zaten "fazla" olmayarak normal çalışma saatleri içerisinde düzenleniyor. Hal böyle olunca kimi zaman proje, kimi zaman hesaplar, kimi zaman yoğunluk bitinceye kadar uzayan mesailer kaç saat fazla çalıştığının önemi olmadan 13–14 saate varabiliyor. Atölye'de söz alan Maslak'ta bilişim işçisi bir arkadaş 10 gün boyunca sabah işbaşından gece 2′ye kadar çalıştıklarını, 11. günde sinir krizi geçirerek hastaneye kaldırıldığından bahsediyor. Üstelik ertesi gün patronu lütfederek kendisine dinlenmesi için izin de veriyor, kendisinin şirket için ne kadar önemli bir eleman olduğunu da ayrıca vurguluyor. Kapitalizm nitelikli kölelerini kaybetmeyi asla istemez! Yukarıdaki örnekte olduğu gibi işyerlerimizden birçok örnek verebiliyoruz aslında. Ruh sağlığının bozulması, insanın kendine ayıracak neredeyse hiç vaktinin kalmaması, günlerce belki güneşi sadece yansıdığı camdan görmesi fazla mesainin getirdiklerinden bazıları. Üstelik kapitalistler kendi yazdıkları yasalara bile karşı çıkıyorlar. Yasaya göre bir patron işçisini en fazla 270 saat mesaiye bırakabilir. Kabaca bir hesaplamayla beyaz yakalı işçilerin çoğu zaten 4 ya da 5 aylık bir zaman diliminde bu saati dolduruyor. Fakat geri kalan zaman diliminde aynı mesai süreleriyle çalışmaya da devam ediyoruz. Kişisel itirazların sonuç vermeyeceği ise çok açık. Atölye'de özellikle bunun üzerinde durmaya da çalıştık. Mühendis bir arkadaş fazla mesaiyi kabul etmemiş örneğin ve direk patronun telefonla tacizine uğramış, hem de günlerce. Bunun yanında mesaiye kalmayacağını belirttiğinde işten çıkarılanlar da var. Bu durumda kişisel itirazlardan çok bir işyerinde çoğunluğun itirazı daha önemli bir hal alıyor. Örgütlenmenin önemi burada da ortaya çıkıyor. Elbette beyaz yakalı forumlarının önümüzdeki dönemlerde tartışma noktalarından biri de bu. Çünkü sorunlar tartışıldıktan sonra çözüm gelip örgütlenmeye dayansa da, nasıl bir örgütlenme üzerinde durulacağı noktası şimdilik karanlık. Forumlar ve atölyeler bu şekilde düzenli işletilmeye devam edilebilirse önümüzdeki dönem atölye başlıklarından birinin "beyaz yakalı örgitlenme tartışmaları" olması kaçınılmaz olacaktır. Dinex Egzoz Birleşik Metal'de Örgütlendi Çerkezköy'de kurulu ve yaklaşık 250 işçinin çalıştığı DİNEX Egzoz ve Emisyon Teknolojileri San. ve Tic. AŞ. işyerinde çalışan işçiler geçtiğimiz günlerde Birleşik Metal-İş sendikasına üye oldular. Sendikanın üye çoğunluğu 16 Ağustos'ta bakanlık tarafından da tespit edildi ve yetki tespiti gerçekleşti. DİNEX'de işçilerin örgütlülüğüne patron ve işbirlikçi Türk Metal tarafından ilk günden bu yana saldırılıyor. İşçilerin üyelik sürecinde şirket yetkilileri bizzat notere gelerek işçileri vazgeçirmeye çalışmış, Türk Metal şube yetkilileri ise işçileri tehdit etmişti. Sendikanın yetki tespitini aldığı anda patron 5 öncü işçiyi işten attı. Türk Metal çetesi vardiya giriş ve çıkışlarında fabrikanın önüne gelerek servislere binen işçileri tehdit ediyor. lerin ablukasını parçalayacağını duyurdu. Birleşik Metal-İş yayınladığı basın bülteninde hem patron hem de işbirlikçi çete Türk Metal'in baskılarının sökmeyeceğini, metal işçisinin iradesinin çete- Birleşik Metal-İş Genel Yönetim Kurulu imzalı bültende, "Buradan ilan ediyoruz: Dinex'te bir işçinin kılına zarar gelirse bunun sorumluluğu Türk Metal çetesinde ve onu işçinin üzerine süren DİNEX yöneticilerindedir. Bu yasadışılığa şu ana kadar göz yuman kamu yetkilileri ise konuyla ilgili derhal gerekli tedbirleri almalıdır. DİNEX'te yaşadığımız, sarı sendika eliyle sendikasızlaştırma ne ilktir, ne son olacağa benzemektedir. Buralara başka sendika giremez diyerek, Çerkezköy'ü babalarının çiftliği, Trakya işçisini de tapulu köleleri sananlar yanılacaktır. DİSK Birleşik Metal-İş'in bölgede örgütlenmesini engelleme çabalarını metal işçileri boşa çıkaracaktır." ifadelerine yer verildi. BEDAŞ İşçileri: "Taviz yok, direniş sürüyor" 1 Ağustos'ta hukuk dışı bir şekilde işten atılan BEDAŞ işçilerinin direnişi sürüyor. İşçiler direnişin 29.gününde bir basın açıklaması gerçekleştirdi ve patron Cengiz-Kolin-Limak şirketini işçilerin tümünü bir an önce işe almaya çağırdı. Talimhane'deki BEDAŞ Genel Müdürlüğü'nün karşısında işçiler "Bu daha başlangıç mücadeleye devam", "Direne direne kazanacağız" sloganları ve alkışlarla bir araya geldi. Eyleme İşçi Meclisi okurları ve birçok demokratik kitle örgütünün temsilcileri de katıldı. İlk olarak söz alan Enerji-Sen başkanı Ali Duman, Cengiz-Kolin-Limak patronlarının direnişin ilk gününden beri sürekli iddialarını yemek, geri adım atmak zorunda kaldığını ve bunu yaratanın da direnişin basıncı olduğunu ifade etti. Patronların direnişe ilk yanıtının gazla, TOMA'yla saldırmak olduğunu ifade eden Duman, biz buna karşı taleplerimizi binalarından sallandırdık, işçileri işe almayız dediler, şimdi yavaş yavaş arkadaşlarımızı işbaşına çağırıyorlar dedi. Duman, patronlarla bugüne kadar birçok görüşme yaptıklarını ve işten atılan işçilerin yarısının iş başına çağırıldığını söyledi ve direnişin süreceğini, patronun işe alma sürecini geciktirmemesi gerektiğini sözlerine ekledi. Ardından Enerji-Sen adına basın metni okundu. Metinde, "Baskılar, saldırılar ve oyalamalar bu kararlılığımızı azaltmak bir yana daha da büyütmektedir." denildi. İşe dönmek isteyen işçilerin listesinin BEDAŞ'a iletildiği, bir kısmının yeniden işbaşı için çağrıldığını ifade eden açıklama, "Ancak bilinmelidir ki, bizlerin çaba ve iyi niyetleri istismar konusu yapılamaz. Kazanılmış haklarımızdan ve iş güvencemizden taviz vermemiz söz konusu olamaz. Direnişimiz işe dönmek isteyen tüm işçiler işbaşı yapana kadar devam edecektir." sözleriyle noktalandı. Basın açıklamasının ardından sloganlarla süren eylem, halaylarla sonlandırıldı. Fokker Elmo'da Grev Başladı Türk Metal Sendikası'nın yetkili olduğu Fokker Elmo Havacılık'ta 29 Ağustos günü grev başladı. Fokker Elmo Havacılık İzmir'in Gaziemir ilçesinde bulunan Ege Serbest Bölgesi'nde faaliyet gösteriyor. Türk Metal grevin nedenini toplu sözleşme sürecinde patronun uzlaşmaz tavrı ve süreci sabote eden davranışları olarak açıklıyor. Grev başlangıcına Türk Metal Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Başkanı Hayrettin Çakmak ve Başkan Yardımcısı Süleyman Yıldırım da katıldı ve birer konuşma yaptılar. Grevin başlaması nedeniyle gerçekleştirilen eyleme, Türk-İş Bölge Temsilcisi Hasan Hüseyin Karakoç, İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Halil İbrahim Tosun, Manisa 1 Nolu Şube Başkanı Ercan Dereli ve Türk-İş'e bağlı sendikaların şube başkanları da destek verdi. 5 EKU İşçileri Direnişte Bir Ayı Geride Bıraktı Gebze Şekerpınar'daki Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Organize Sanayi Bölgesi'nde bulunan EKU Fren Kampana işçileri, Hak-İş'e bağlı Çelik-İş Sendikası'ndan istifa ederek DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye oldular. İşbirlikçi sarı sendika Çelik-İş'ten istifa ederek Birleşik Metal-İş'e geçtikleri için Çelik-İş ve EKU patronunun hedefi olan işçiler geri adım atmayınca işten atılmakla tehdit edilip cezalandırıldılar. İşten atılan 21 işçi fabrika önündeki bekleyişlerini bir aydır sürdürüyorlar. Çelik-İş'ten Birleşik Metal'e geçiş süreci nasıl gerçekleşti? Önce istifa ettik. İstifadan sonra önce işveren bizi Türk Metal'e çekmeye çalıştı. Biz bunu kabul etmedik ve DİSK'e geçtik. Bir hazırlık sürecinden sonra mı Birleşik Metal'e geçtiniz? 6 ay önce başladık biz buna, yavaş yavaş yeni işçilerden başladık. Çoğunluğu kabul ettikten sonra eskilere söyledik. Onlardan da destek alınca resmen bitirdik zaten. Gerçi geriye doğru çözüldü ama Bosch deneyimi vardı. Orda 5–6 bin işçi vardı. Yarısından fazlası da örgütlenmişti. Orada "hücresel örgütlenme" biçiminde bir faaliyete gidilmişti. Sizde de benzeri bir çalışma oldu mu? Burası da öyle oldu, doğallığında böyle oldu. Fabrika bölüm bölüm. Atıyorum benim bölümümde yedi kişi vardı. Ben onları örgütledim. Diğer arkadaşın bölümünde on kişi vardı, o onları örgütledi vb. Bu hiç bilinmiyordu eskilere söylenene kadar. Eskilerden gizlendi biraz. Zaten duyulur duyulmaz 4 arkadaşımız kapının önüne kondu. İşten atmalar olunca istifalar gelmeye başladı. Bir 4 kişi çıkardılar bir 5–8. Geçen ayın 25′inden 30′una kadar işçi çıkarımı oldu. Beş gün içinde 21 işçi işten çıkarıldı. İdari bölümden de 3 işçi çıkarıldı. Vakko İşçilerine Grev Ziyareti Vakko işçilerini grevin 8.gününde İşçi Meclisi ve Sınıfsız okurları ziyaret etti. 230 işçinin çalıştığı Vakko fabrikasında "Bu İşyerinde Grev Vardır" pankartı asılmıştı. Ziyaret sırasında bir sınıf dayanışması örneğiyle karşılaştık. Direnişte olan Harmancı Etiket işçileri de Vakko işçilerini ziyarete gelmişti. Halaylar ve sloganlar direnişteki işçilerin moralinin yüksek olduğunu bize gösteriyordu. "Yaşasın Sınıf Dayanışması" sloganı tüm Esenyurt'ta duyuluyordu. Ziyaret sırasında sohbet ettiğimiz işyeri baş temsilcisi Zinnet Delibaş, Vakko işçileri olarak çok kararlı olduklarını dile getirdi. Patronların direnişin gücü sayesinde grev kırıcılığı yapamadığını söyleyen Delibaş; kıdem farkları tamamen verilinceye kadar greve devam edeceklerini belirtti. Fabrikada yaklaşık 320 kişi çalışıyor. BMC, DAF, Hyundai, Isuzu, İveco vb gibi büyük otomobil şirketlerine fren diski ve kampanası üretiyor. Elli küsür ülkeye fren diski ve kampanası ihraç ediyor. Sendika değiştirdikleri için işten atılan EKU işçileri bir aydır fabrika önünde bekliyor. Öğle güneşinin sıcağı altında ziyaret ettiğimiz EKU işçileriyle içinde bulundukları sürece dair toplu bir söyleşide bulunduk. işçi meclisi -Sadece o değildi. Nedenlerden biriydi bu sadece. Aslında temsilcilik seçimlerine karışmaya başlamaları olayı tetikledi. Temsilci seçimlerine müdahale etmeye çalıştılar. Seçtiğimiz temsilciği kabul etmediler. Buna müdahale edince olay netleşti. Seçtiğimiz kişiyi baştemsilci olarak tanımadılar, yardımcı temsilci yaptılar. Bundan sonra olan oldu zaten. Ücretler ortada, mesailer de. Bir sendika fazla mesai budur, tamam der mi? Yaptılar. -İşçiyi toplayamadılar, örgütleyemediler. Ya biri sorunlardan bahsettiği zaman, hak talep ettiği zaman kapının önüne konuyordu. Adam şunu söylüyordu, sendikacı bunu der mi: "Açığını bulun tazminatsız atın." Hepsi birikmişti bizde. 16 yıllık adam, sorsana kaç para alıyor? Maaşı 1015-1115TL, 16–17 yıllık işçilerin maaşları bu düzeyde. İkramiye ve diğer yardımlarla birlikte ancak 1300 tl civarında olabiliyor. 17 yıllık işçi bu. Böyle sözleşmelere imza atılıyordu. -Ben asgari ücretin de altında alıyorum. Bir yıldır çalışıyorum. İşte ücret bordrosu. Bu yasal da değil. Geçen dönemin son ayının bordrosu. 30-40 tl eksik. Nasıl oluyor? Yapıyorlar işte, meydan onların. -Ücretler heryerde aynı olmaya başladı. 2 yıl 9 ay oldu benim burada. Girdiğim günden itibaren aylarca iş baktım çevrede. İş var ama aynı ücret ve koşullarla. Ücretler aşağıya doğru eşitlenmiş durumda. Nereye gitsen aynı koşullar aynı ücretler… İşçilerin haklarını savunarak koruyup geliştirmesi gereken sendikaların patronlarla işbirliğine gidip işçi düşmanlığı yapması, işçileri patrona ihbar ederek işten attırmaları vs son yıllarda iyice ayyuka çıktı. Örneğin Türk Metal'in Renault'ta, Bosch'ta, Arçelik'te yaptığı bu. En son Arçelik'te belgeler de yansıdı internete. Sohbet sırasında işçiler mesai ücretlerindeki kesinti ve yeni giren işçilere uygulanan düşük ücret uygulamasına son verilmesi gerektiğini söylediler. Eğer talepleri karşılanmazsa grevden geri adım atmayacaklarını belirten işçilerin direnişte duydukları kararlılık her hallerinden belliydi. İşçi Meclisi ve Sınıfsız okurları işçilerle birlikte çay içip sohbetlerine devam ettiler. Ayrıca İşçi Meclisi'nin 36. sayısını işçilere verdiler. İstanbul'dan İşçi Meclisi ve Sınıfsız okurları Akın Tekstil'e Sendikalardan Ziyaret TEKSİF grevinin Lüleburgaz ayağında Akın Tekstil var. Yaklaşık 1000 işçi budanan ikramiyeleri, neredeyse durmuş ücretlerine karşı grevdeler. Grevdeki işçilere gün boyu otoyoldan geçen arabalar kornalarıyla destek oluyor. Mesai bitimlerinde ise bir şeritte işçi götüren, bir şeritte işçi getiren servislerin kornaları ses cümbüşü yaratıyor. Mesai bitiminde Kristal-İş'e bağlı cam fabrikalarından, Petrol-iş'e bağlı Zentiva fabrikasından işçiler Akın Tekstil'e geldiler. KESK üyeleri de yerlerini almıştı. Biraraya gelmenin sonrasında sloganlarla fabrika önüne kadar yüründü ve burada bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Her sendika adına yapılan ayrı konuşmalarda ortak olan nokta mücadele etmeden hiçbir hakkın kazanılamayacağıydı. Sizi sendika değiştirmeye iten nedenler neydi? DİSK Birleşik Metal-İş'e neden geçtiniz? İşçi meclisi olarak direnişçi işçilerden başarı dileklerimiz ve "üzerimize düşeni yapalım, olur" inancıyla, tekrar buluşmak dilekleriyle ayrıldık. Grev alanlarında işçilerin temsilen bulunması, hem binlerce işçinin grev alanından öğrenerek daha çetin mücadelelere kendini hazırlaması noktasında bir eksiklik, hem de bu binlerin daha bugünden açığa çıkaracağı enerjiye set çeken boyutuyla grevi zayıflatıyor. Bir başka sıkıntılı nokta ise grevdeki bazı fabrikalarda taşeron eliyle üretimin devam etmesi. Tekstilde fabrikaların sözleşme dönemleri farklılık gösteriyor. Bu grev sonraki sözleşmeler açısından belirleyici olma noktasında patronlar arası dayanışmayı yaratmış durumda. Daha sonraki cam sözleşmelerini de düşündüğümüz zaman, kazanıldığında moral motivasyon olarak sınıfa kazandıracakları düşünüldüğünde ise işçi sınıfı açısından henüz hakettiği dayanışmayı örememiş gibi duruyor. -Maaşların düşük olası, maaş düşüklüğü… Gebze'den İşçi Meclisi okurları Trakya'dan Bir İşçi Meclisi Okuru Bu 3 işçiyi neden attılar? Onlar da işçiye karışmadıkları için işten çıkarıldılar. 'Bunlar sizin bölümden neden müdahale etmediniz' denilip çıkarıldılar. Bu arkadaşlar bu konunun sendikanın işi olduğunu ve kendilerinin karışamayacağını söylediklerinden, müdahaleyi kabul etmediklerinden işlerinden oldular. Anlayacağınız burada tam bir patron sendikası vardı. Buna benzer şeyler burda da var. Hatta burada hemen atıyorlar. Geçen sene de 20 kişi attılar. Ama o zaman böyle hazırlığımız yoktu. Biz sözleşmeyi beklemiştik. Yeni sendikanız yetki aldı mı? Yok, daha alamadı. Eylül'ün 2-3′üne doğru karar bekliyoruz. Biz üzerimize düşeni yapalım da olur. 6 işçi meclisi Hava-İş'te Değişim Rüzgârları: Ali Gülçiçek'le Görüştük Bir yandan grevi sürdürürken bir yandan da örgütlenme çalışmalarına hız veren Emek Meclisi adına 8 Temmuz itibariyle Hava-İş başkan adaylığını açıklayan 25 yıllık THY işçisi Ali Gülçiçek'le görüştük. Aralık ayında yapılacak olan Hava-İş 27. Olağan Genel Kurulu öncesinde sendikal anlayış farklılıkları temelinde örgütlenmeler de kendisini ortaya koymaya başladı. Grevin seyrinin de ivmelendirdiği bu süreçte, öncesinden beri sendikal muhalefet yürüten Gökkuşağı Hareketi'nin yanı sıra, Emek Meclisi de varlığını ve seçimlerde adaylığını açıkladı. Tabii, bir de, deklarasyonunda yer alan "şirketimize olan aşkımız" ifadesiyle patron uşağı karakterini gizlemeye bile gerek duymayan Değişim Hareketi var! Emek Meclisi tarafından dağıtılan Seçim Bildirgesi'nde Hava-İş'in 1989 Bahar Eylemleri'nden bu yana olan sürecinin, son 10 yılda çok daha şiddetlenen hak ve mevzi kayıplarının bir tablosu sunuluyor. Bilindiği gibi, sendika yönetimi neredeyse 25 yıldır başında Atilay Ayçin'in bulunduğu aynı ekip ve anlayıştan oluşuyor. Gerileye gerileye sırtı duvara dayanmak Yaklaşık 6 bin 500 havayolu işçisinin performans kriterleri bahanesiyle zorla emekli edilmesi veya işte çıkarılması, işçi sınıfının son 10 yılda aldığı darbelerden sadece biri. 1991′de THY ve Havaş'ta yapılan ve 40 günü bulan grevler sonrasında 800 işçi işten atıldı. Aynı yıllardan itibaren, Çelebi, Iran Air, Polonya Havayolları, KTHY'de TİS yetkileri kaybedildi. '93′te grev oylamasında THY'den hayır, Havaş'tan evet oyu çıktı. Gerek bu evet oyu, gerekse de '94′te pilotların örgütlü oldukları sektörel TALPA derneği önderliğinde gerçekleştirdikleri 3 günlük grev, işten çıkarmalarla sonuçlandı. Hava-İş'in erimesi, sonraki grev oylamasında de evet oyu veren Havaş'ın özelleştirmesi ile ivmelendi. Özelleştirme sonucu 2 bin Havaş işçisi işten çıkarılırken, Hava-İş de sadece THY'de yetkili sendika olarak varlığını sürdürebildi. 2002′ye kadar klasik sendikal döngüler içerisinde geçen ve TİS imzalamakla sınırlı "sendikal faaliyet" yıllarından sonra tünelin ucu göründü. Yalnız bu kez tünelin ucunda karşıdan gelen tren vardı! Daha açık ifadeyle, neoliberal tekelci kapitalist dönüşümün havayollarında tam bir buldozer etkisi ile yaşanması… Neoliberal üretim ve emek organizasyonu, işçi sınıfının gücünü, bileğini kıra kıra yerleştirildi. Özelleştirmeler, bölümlerin parçalanarak taşeronlaştırmanın yolunun açılması, sendikalaşma girişimlerinin yüzlerce işçi işten çıkarılarak, sürgün edilerek kırılması, özelleştirilen bölümlerde 2 binden fazla sendikalı işçinin tasfiyesi, bu yıllarda birbiri ile iç içe, eş zamanlı olarak yürütüldü. THY yönetimi, yasalara ve uygulanmasına da ruhunu veren neoliberal tekelci kapitalist saldırının bütün gücünü arkasına almış olarak, 2011′de kurduğu HABOM'da şimdi de AKP teknesinde büyümüş Çelik-İş'i yetkili sendika haline getirmeye çalışıyor. Havayolu işçileri, en küçük hak alma çabalarına karşı sadece THY yönetiminin değil bütün bir tekelci sermayenin, medyanın bataryalarını ateşlediği koşullarda 2007′de grev oylamasında bir kez daha evet dediler. Ancak TİS'in işçilerin iradesi dışında imzalanması ve daha sonraki saldırıların hiçbirinin püskürtülememesi, tekelci sermayeye havayolunda grev yasağına cüret etme gücünü verdi. 29 Mayıs 2012'de grev yasağına karşı yapılan eylemde kabin ve teknik bölümden 500'e yakın işçi işten çıkarıldı. Bundan 1 yıl sonra, TİS görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine 15 Mayıs'ta başlatılan grev ise, yalnız THY işçileri için değil, bir bütün olarak işçi sınıfı için kara bir tabloyu ortaya çıkardı. 16 bin işçiden 15 bininin katılmadığı bir grevdi bu. "İşçilerin greve katılmama nedeni sendikaya güvensizlik" Bir yandan grevi sürdürürken bir yandan da örgütlenme çalışmalarına hız veren Emek Meclisi adına 8 Temmuz itibariyle Hava-İş başkan adaylığını açıklayan 25 yıllık THY işçisi Ali Gülçiçek'le görüştük. Ali Gülçiçek, bugün 109. gününü dolduran greve işçilerin çoğunluğunun katılmama sebebini sendika yönetimine duyulan güvensizlik olarak açıklıyor. Hava-İş yönetimine olan tüm eleştirilerine rağmen grevin işçinin silahı olduğunu söyleyen Ali Gülçiçek, "Grevin durduğu yer onurlu ve ahlaklıdır" diyor. Ali Gülçiçek, Türkiye devrimci hareketinin Hava-İş'i özel olarak ele alması ve kafa yorması, bunun bir tez konusu olması gerektiğini söylüyor. Neden Hava-İş? "Çünkü Hava-İş'in geldiği durum, işçi sınıfının 12 Eylül sonrasındaki sürecini anlatır. Sendikalardan olan tüm şikâyetlerimizi anlatan bir sonuçtur. '89 Bahar Eylemleri 12 Eylül'e karşı ilk ciddi mücade- Grev süreci genel kurula kadar gider. Aslında bizim de üzerimize yıkılan bir taştır. Fakat grev işçinin silahıdır. Grevin durduğu yer onurlu ve ahlaklıdır. Biz Hava-İş yönetimi dahil polemiği aşağı indirmek istemiyoruz. İşçileri bölen değil, ilkeleri tartışan bir konumlanma içinde olmak istiyoruz. leydi. Sendikaların yönetimleri değişti. Daha açık, şeffaf, demokratik bir yapı oluştu. 25 yıl sonra 2013′te ise, daha kapalı, daha bürokratik, mafyalaşmış bir sendika yapısı söz konusudur. İşçilerin değil sendika yönetimlerinin ve sermayenin kazandığı, işçilerin kaybettiği bir süreçtir. Fakat 2013-2014 sendikal hareketin tabandan gelişeceği bir süreç olacak. Yoğurdu üfleyerek yemeliyiz. Söyleneni yapan bir yapı oluşmalı. İşçi sınıfı sendikalara güvenmiyor." Hava-İş grevinin neden bu noktaya geldiğini ise şöyle açıklıyor. "Bu yıl iki önemli grev başarısızlığı yaşadık. Biri Tek Gıda-İş Çaykur, biri Hava-İş grevi. Aslında grev başlamayacaktı. Çünkü Hava-İş yönetimi umutlarını grevin ertelenmesine bağlamıştı. Bunu teknik kısımda bizzat söylediklerini biliyoruz. Greve son gün çıkılmaz. Onun için bir hazırlık yapılır. THY yönetimi, 2009 TİS'inde bunların tabanla bağının olmadığını gördü. Hava-İş iş güvencesini kaldıran ikale maddesine imza attı. O zamandan beri taşeronlaştırmaya, işten çıkarmalara hız verdi. HABOM'u kurdu. 14 bin işçi bu grevde sendika yönetimine inanmadığı için çalıştı. '91 dâhil hiçbir dönem pilotlar greve bu kadar istekli olmamıştı. Ama üniformalarını giyip işe geldiler. Ve grevin 3. günü uçuş rekoru kırdık!" Bunda 305 işçinin işten çıkarılmasının bir payı var mıydı? "Hayır, zaten Atilay Ayçin 305′i ne bir mücadele için, ne de sınıf hareketine katkı için düşünüyor. Bu onun kendisini temizleme operasyonuydu. Bu tavırları ile o Türkiye devrimci hareketini yanıltıyor." Ya grev bundan sonra nasıl seyreder? Ali Gülçiçek, bütün zayıflıklarına rağmen grev silahının bırakılmaması gerektiğini söylüyor. Bu yönüyle sendikal muhalefet politikası düzleminde de sendika yönetimine eleştiri ve güvensizlikle "açıklanan" greve katılmama tutumu arasına bir sınır çizgisi çekiyor. "Grev süreci genel kurula kadar gider. Aslında bizim de üzerimize yıkılan bir taştır. Fakat grev işçinin silahıdır. Grevin durduğu yer onurlu ve ahlaklıdır. Biz Hava-İş yönetimi dahil polemiği aşağı indirmek istemiyoruz. İşçileri bölen değil, ilkeleri tartışan bir konumlanma içinde olmak istiyoruz." Emek meclisleri İşçilerden nasıl bir karşılık alıyor Emek Meclisi? "Biz adaylık açıklaması yaptığımız 8 Temmuz'dan beri işyerlerindeyiz. İşçiler bizi sorguluyorlar. Sorularını sendika yönetimi yerine bize soruyorlar. Sendikanın içini temizlememiz lazım. Sendikacılığın bir meslek olmaması, temsilcilerin seçilmesi, meclis yapılarının oluşturulması, mali açıdan şeffaf olması, işyerinde 7/24 sendika görevlisinin bulunması… Bu işkolunda işçilerin tartışan, sorgulayan bir yapısı var. Bu da olumlu geri dönüşlere sebep oluyor." Emek Meclisleri nasıl oluşturulacak? Bunu ge- 7 işçi meclisi nel kurul sonrası mı yoksa şimdiden işletilmesi gereken bir süreç olarak mı düşünüyorsunuz? "14 meclis düşünüyoruz. Kokpit, kabin, kargo, yer hizmetleri, teknik, ikram, idari hizmetler, kadın, engelliler, sosyal faaliyetler, HABOM, TEC, TGS ve İSG. Örneğin 2 bin 400 pilottan meclise 1 üye 25 kişiyi temsil edecek. 2 bin teknisyende 1 üye 50 kişiyi. Meclisler sendikadan bağımsız olacak. Sendikayı denetleyecek. Sendikaya inançsızlık, güvensizlik, tehdit ve psikolojik baskılar işimizi zorlaştırıyor. Fakat her toplantı sonrası olumlu geri dönüşler alıyoruz. HABOM'da Çelik-İş'e üye olmayan işçiler örneğin bu çalışmanın bir unsuru. Başarabilirsek bu Hava-İş'te bir devrim olacak. Sendikacının yediğinin içtiğinin, mali hesabının verilmesi, tüzüğünde yer alması bütün sendikaları sallayacak. Çünkü devrimciler bu hesabı işçilere vermeli." Emek Meclisi içinde yer alanlar genellikle eski kuşaktan mı oluşuyor? Genç bir kadro var mı? "Var, fakat onlar öncelikle içinde yer almak istiyorlar. 50 kişilik bir meclis yapısı var halen. Başkan adayı dâhil delege seçiminden sonra belirleyelim diye düşünüyorduk fakat başkan adayının bilinmesi gerektiği sonucu çıktı. Aslında '89′dan itibaren komiteler konusunda çok direttik. O zaman 'Bunu yapmazsak yarın bu koltuklarda oturanlara düşman olacak işçiler' diyordum. Bizim gücümüz buradan, bu meclis anlayışından geliyor." İşkolundaki ücret makasından, kolektif bir bilinç ve mücadelenin zorunluluğundan konuşuyoruz. "Büyük bir makas var. Aprondaki 1000 alırken pilotlar 25 bin TL alıyor. Fakat '94′te pilotlar dinlenme süreleri için dernekleri önderliğinde üç gün sendikadan bağımsız işi durdurdular. TİS'lerin ücrete endeksli olmaması lazım. Temel sorun ücret değil. Aynı zamanda sosyal haklar, çalışma süreleri, sınıf mücadelesinin ana damarını değiştiren bir durumun olması. Bu çalışmayı meslek gruplarıyla, derneklerle birlikte oluşturacağız. Dernekleri dışlamamak, düşman gibi görmemek gerekiyor. BTS de en önemli partnerimiz olacak. Aynı zamanda işkolu örgütlenmesinde TÜMTİS, demiryolları sendikaları. Havayolunda kazanılmış TİS maddeleri bile THY tarafından uygulanmadı. Örgütlene- Devrimcilerin özverilerinin yanında çağı örgütleme becerisinin olması gerekiyor. Ülke koşulları, tarihsel yapı, insan yapısı açısından devrimcilerin uzun vadeli stratejisi nedir. Siyaseten söylenenlerle sınıfla bağ açısından yokuz. Neden işçiler bizimle yürümüyor. Demokrasi sorunu, rejim sorunu bununla sınıf hareketi ilişkisi farklılıklar içeriyor ceğiz. Düşmanımız bile bize saygı duymalı. Bu, uçucuların en büyük sorunudur. Önemli olan işçiyle birlikte yapmaktır. İşçinin yaptığı, anayasanın da yasaların da üzerindedir. Hak-İş AKP desteğiyle, Türk-İş keza baraj hesabıyla örgütlenmeye çalışıyor. Biz devletten ve sermayeden bağımsız olmak istiyoruz. " Gezi sürecinin sendikal demokrasi ve kendi kararlarını verme talebinin ivme kazanmasında nasıl bir etkisi oldu? "Sömürünün olduğu yerde özgürlük olmaz" işçilere nasıl taşınabilir? "Gezi'ye işçiler örgütlü değil bireysel olarak katıldılar. Şimdi forumları dışardan takip var. Ancak forumlardan örgütlenme ve sonuç çıkarılması gerekiyor. Bir savaş süreci geliyor. Devrimcilerin bu süreçte yalnızlaştırmayan, çoğaltan, ayrılıkları birleştiren bir dil kullanması gerekiyor. Ve tabii Kürt hareketi ile ilişkinin daha farklı kurulması gerekiyor. Bugün 10 yaşındaki çocuğun elinde i-phone var. Devrimcilerin özverilerinin yanında çağı örgütleme becerisinin olması gerekiyor. Ülke koşulları, tarihsel yapı, insan yapısı açısından devrimcilerin uzun vadeli stratejisi nedir. Siyaseten söylenenlerle sınıfla bağ açısından yokuz. Neden işçiler bizimle yürümüyor. Demokrasi sorunu, rejim sorunu bununla sınıf hareketi ilişkisi farklılıklar içeriyor." Ali Gülçiçek, Hava-İş yönetiminin devrimci güçler içerisinde hak etmediği bir yeri olduğu kaygısının altını çiziyor. Grev süreci de içerisinde olmak üzere bürokratik sendikacılık, işçinin öz iradesininin ortaya koyulmaması, kendisini etkileyen karar süreçlerinin hiçbirinde yer almaması konularında görüşlerimizi paylaşıyoruz. Ali Gülçiçek, sözlerini "Devrimciler işçilerle tanışmalıdır. Onları daha fazla dinlemelidir. İşçilerin söylediği her şey değerlidir. Duvarlarımızı yıkmalıyız" diyerek tamamlıyor. İki Deyim, Bir Gerçek Kişinin iştir aynası lafa bakılmaz: Kişimiz tüzel, ama yarattıkları sonuna kadar gerçek. Kum torbası niyetine, işçi olmanın diyetini Marmara'da ölerek ödemek bu gerçeklerden biri. Ömer Seyfettin'in Diyet'inin kapitalize edilişi. Bu romanda başrolü oynamak için işçi olmak yeterli. Patronlar hep perde arkasında ya, gazete köşelerinde bir işçi ölüm haberinde yer almıyor olmaktan pek de rahatsız değiller. Kişimiz tüzel, geleceğine güvenle bakan baretli işçi figüri ki -bu bakışların tek nedeni işçinin kafasına küçük geldiği belli olan barettir- SGK'ya yolu düşen her gerçek işçiyi karşılar. Bu ciğer seni bir soluk anca yaşatırın gerçek olduğunu anladığımızda 6 ayda bir çekilen ciğer filmleri montaj mıydı şaşkınlığının çeresizliğe dönüşü yok bu güvenli gelecek propaganda resimlerinde. Tüzel Kişiliğimiz Çalıştıranların Bakanlığı. Hani aylık 400 liraya köle pazarı kurup patronlara sunan bakanlık. Hani kuş kadar ücreti kesintiye boğan Maliye'nin ekürisi. İşçiden yağını çekip patronlara fonlayan, kemiklerinden de -ki ona da kıdem diyebiliriz- bu fona yol yapan Bakanlık. Deyimimizdeki laf güvenli gelecektir. İş ise kıdem, örgütlenme özgürlüğü, yaşama özgürlüğü gibi işçinin geleceğe kör topal da olsa güvenli bakmasını sağlayacak her şeyi budamaktır. Bu çelişkinin gerçekçi bir çözümü var. Resimdeki işçi yere yatırılır ve üzerine bir patron çıkarılırsa, "geleceğe güvenle bakıyorum" mesajı Çalıştıranların Bakanlığı açısından gerçekçi bir propaganda resmine dönüşüverir. Aslan yattığı yerden belli olur: Çalışma ve İş Kurumu, Çalıştıranların Bakanlığı'nın bir klanı. Türkiye'nin dört bir yanında bu kurumun önünde eylemler oldu. BES denilen sendikanın çarpıtmalarına karşı da ikinci deyimimizi dile pelesenk olmuş haliyle İŞKUR'a adadık. Mevzu şu efendim. İş ve Meslek Danışmanları (İMD), her şeyin doğrusunu bilen Neoel(kırarım) Baba'nın torbasından bir kart çektiler. Kartta "kırk satır mı, kırk katır mı" yazıyordu. 1 ay geçince anlaşıldı ki ya kadroya geçip 800 lira düşük ücreti kabul edeceklerdi ya da sözleşmeli kalıp işten atılmayı göze alacaklardı. Oyunbozanlık yapan İMD'ler kartta yazmamasına rağmen mücadeleyi seçtiler ve 81 ilde basın açıklaması gerçekleştirdiler. BES üzerinden yapılan açıklamalarda: BES işsizlere şartları, güvencesi belli olan işler bulmakla yükümlü İŞKUR için, İMD'ler için yaratılan belirsizliğe nazire yapmak gayesiyle "terzi kendi söküğünü dikemez" yakıştırmasını yaptı. Buna şiddetle itiraz ediyoruz. Doğrusu "aslan yattığı yerden belli olur"dur ki Çalıştıranların Bakanlığı'nın bu klanına en yakışan da budur. Öyle ya esnek çalışmanın, taşeronun, hem ücret hem de çalışma koşulları açısından en son çalışılacak işlerin insan kaynakları gibi çalışan bu kurumun kendi çalışanlarına da başka türlü davranması beklenmezdi. Kurs adı altında 20–25 liraya köle pazarlayan bir kurumun kendi çalışanlarının ücretini 800 lira düşürmesi çok görülmemeli. Öyle ya aslan yattığı yerden belli olur. 8 işçi meclisi Rojava ve Ortadoğu Denklemi Katliamın arkaplanı Rojava'ya yönelik saldırılar yerel ve bölgesel birçok bağlamı içeriyor ve yine bu unsurların ihtiyaçları doğrultusunda yeni taktiksel esnemelere açık görünüyor. 2013′ün başından itibaren, ÖSO ve çok kutuplu muhalefetin içine düştüğü açmaz, ABD, AB ve bu eksenli bölge stratejisinin bir eklemi olmayı koruyarak kendi hareket alanını genişletme niyetindeki Türkiye'nin dönem politikalarının da farklılaşma zorunluluğuyla resmiyet kazandı. Bir yandan, Suriye ekonomik dengesindeki hegemonik rolünü korumak isteyen Rusya-Çin-İran ekseninin geri adım atmaması, diğer yandan bunu da besleyen şekilde ÖSO'nun kitle damarından bütünüyle kopması ve kendi iç çatışmalarının, Kürt hareketini kapsayamamasının etkisiyle Esad'ı devirme rolünden oldukça uzaklaşması, Esad birliklerinin hem Kuseyr gibi stratejik alanların kontrolünü alması hem de moral üstünlüğü ele geçirmesi, emperyalist bölge projelerince kısa sürede devrilmesi beklenen Esad otokrasisinin ömrünü uzattı. İslamcı silahlı gruplar, Esad birliklerine kaybettiği birçok bölgenin ardından coğrafi olarak da sıkıştı. Hizbullah'ın açıktan Esad'ı destekleyerek savaşa girmesi ve iç bölgelerdeki silahlı muhalefet varlığının kırılmaya başlaması, Esad'ın güçlü olduğu bölgelere girmeyi başaramayan grupları asgari bölgesel hâkimiyet planı çerçevesinde, ağırlığı Irak sınırında bulunan bölgede kontrolünü geliştirmeye itti. PYD'nin kazandığı fiili güç çerçevesinde Rojava'nın coğrafi birliğini sağlamaya yönelik gerçekleştirdiği adımlar ile silahlı çetelerin asgari bölgesel hâkimiyet geliştirme planı doğrudan birbirine çarptı. ÖSO ve diğer İslamcı paramiliter çetelerin yaşadıkları coğrafi sıkışmanın yanı sıra, Kürt kontrolünün petrol kuyularının yoğun olarak bulunduğu yerleşimleri de kapsamaya başlamasına karşı hamle geliştirmeye çalıştıkları görünüyor. El Nusra'nın öne çıkan unsurunu oluşturduğu çeteler YPG ile giriştikleri savaşta karşılaştıkları topyekün direnişe karşı birçok noktada geri adım atmak zorunda kalmasının da yarattığı hınçla, Kürt silahlı kontrolünün etkin olduğu bölgeyle coğrafi açıdan bağları kopuk olan, görece savunmasız Kürt yerleşimlerine saldırarak Kürtleri farklı bir yönden sıkıştırmayı hedefliyor. El Kaide'nin bölge kolu El Nusra, iç savaş atmosferinin ilk gününden bu yana İslami bir yönetim kurma amacıyla sivillere yönelik katliamlar gerçekleştiren, sürecin başından itibaren Türkiye'nin bölgedeki birinci taktik yönelimi eşliğinde desteklenen, hiçbir meşru talep zemini bulunmayan, siyasal tutumunu ağırlıklı olarak finansör ülkelerin bölge çıkarlarına uyumlu belirleyen bir çete. Serakaniye, El Tabyad gibi yerleşimlerin ya da petrol kuyularının bulunduğu bölgelerin kaybından da ötede Kürt özerkliğine bu etmenler ve kendi yeni Suriye planlarının eşliğinde bütünüyle karşılar. Rojava'da Kürtlerin kazandığı fiili insiyatif, başta ÖSO olmak üzere tüm muhalefet unsurlarını rahatsız ediyor ve Kürt etkinlik alanının kırılmasına yönelik saldırganlık, tabandan kopuk muhalefetin ana reflekslerinden birini oluşturuyor. Türkiye'nin büyük payı kapma hayalleri, zorunlu taktiksel esnemeler Bilindiği üzere, Türkiye'nin Suriye politikasının birinci yönelimi, içerisinde bulunduğu muhalefeti tümüyle desteklemek, muhalefetin Esad karşıtı çıkarları ile kendi bölgesel hegemonya ÖSO ve diğer İslamcı paramiliter çetelerin yaşadıkları coğrafi sıkışmanın yanı sıra, Kürt kontrolünün petrol kuyularının yoğun olarak bulunduğu yerleşimleri de kapsamaya başlamasına karşı hamle geliştirmeye çalıştıkları görünüyor. El Nusra'nın öne çıkan unsurunu oluşturduğu çeteler YPG ile giriştikleri savaşta karşılaştıkları topyekün direnişe karşı birçok noktada geri adım atmak zorunda kalmasının da yarattığı hınçla, Kürt silahlı kontrolünün etkin olduğu bölgeyle coğrafi açıdan bağları kopuk olan, görece savunmasız Kürt yerleşimlerine saldırarak Kürtleri farklı bir yönden sıkıştırmayı hedefliyor. alanını geliştirme, planlanan kapitalist dönüşüm ve entegrasyon sürecinin büyük dilimini kapma siyasetinin ihtiyaçlarının bileşikleşmesini sağlayarak, ÖSO'yu kendi uzvuna dönüştürmekti. Türkiye, ABD ve AB'nin, muhalefetin zemin kaybı ve Rusya'da cisimleşen mali oligarşik güç merkezinin Suriye üzerine yapılan pazarlıklarda güç kazanması üzerine doğrudan askeri müdahale seçeneğini askıya almaya başladığı dönemde dahi, askeri müdahaleci eğilimini sürdürmüş, kendisinin baskın rolü oluşturacağı Kuzey'de tampon bölge projesinin kabul görmesini sağlamaya çalışmıştı. Öte yandan, Türkiye'nin Suriye politikasının sıkışmasının asıl etkeni olan ÖSO'nun kapsayıcılık ve iç bütünlük başta olmak üzere güç unsurlarını kaybetmeye başlamasına karşın, orta vadede kapitalist güç merkezlerinin kontrolü dışına çıktığı da çokça görünen aşırı İslamcı çeteleri beslemeyi sürdürmüştü. Rojava'da PKK çizgisine yakın PYD'nin ana örgütlü gücünü oluşturduğu fiili insiyatif kazanımı, Kürtlerin bölgesel güç denklemindeki konumunu arttırması, Türkiye'nin saldırgan projesinin hareket alanını daha da daraltan, ezilmesi gereken bir unsur olarak belirginleşiyor, Kürt otonomisine olan düşmanlık, finansörü olduğu silahlı grupların tutumuna da belirgin biçimde yerleşiyordu. Bununla birlikte, Türkiye'nin geliştirdiği emperyalist kapitalist işbölümünün yayılımının çıkarlarına bağlı olmakla birlikte bölgesel rolünü genişletme doğrultusundaki görece özerk saldırganlık politikası, Suriye'de muhalefetin yaşadığı sıkışmanın da bir sonucu olarak, ABD-AB-Rusya-Çin arasında gerçekleşen, emperyalist müdahale seçeneğini dönemsel olarak rafa kaldıran, uzlaşmacı geçiş tasarımının sınırlarına gerilemek zorunda kalmıştı. Değişen küresel güç dengelerinin bir sonucu olarak Türkiye'nin gözü kara Suriye politikası balans ayarı yemişti. Reyhanlı saldırısı, Suriye ve Ortadoğu politikasının uğradığı hasarların doğrudan iç politikada da karşılığını bulması ve AKP'nin yaşadığı çok yönlü sıkışma, PYD'nin ezilerek denklemden çıkarılmasına imkân bırakmayacak ölçüde etkinlik alanını arttırması, küresel diplomaside yediği balansla birlikte, Türkiye'yi farklı seçenekleri aramaya yöneltiyor. 2013 Newrozundan itibaren hız kazanan burjuva neoliberal barış süreci ile Kuzey Kürdistan'da kapitalist yeniden yapılanmaya dönük mesafe kateden Türkiye burjuvazisi, Kürtleri Ortadoğu'daki yayılmacı düşlerinin bir payandası haline getirmeyi de gündemleştiriyor. Öcalan'ın mektubu da, Türkiye'nin bölge gücü olma stratejileriyle uyumlu bir dokuyu içeriyordu. Kürtlerin artık kırılarak tarih sahnesinden silinemeyeceğinin kendini göstermesi, hem bölgesel emperyalist kapitalist dönüşüm stratejilerine hem de Türkiye'nin bunun lokomotifliğini üstlenerek kendi rolünü öne çıkarma düşüne Kürtlerin bir aktör olarak eklenmesi ve Kürt varlığının doğrudan kapitalist dönüşümün ihtiyaçlarıyla yeniden dizaynı taktiklere yerleşiyor. Kapitalist bölgesel yapılanmanın ihtiyaçlarıyla tam uyumlu Güney Kürdistan'daki Kürt yönetimi ile ekonomik, siyasal bir birliktelik zeminine sahip Türkiye burjuvazisi, Barzani'yi PYD ve Rojava insiyatifini esir alma planının etkin parçasına dönüştürerek, kendi hegemonyasında kurulacak Kürt bölgesi seçeneğini de gelecek kurgusuna yerleştiriyor. Rojava'ya yönelik saldırıların başlamasının hemen ardından PYD lideri Salih Müslim'ün Türkiye'ye gelmesi, Dışişleri Bakanlığı ve MİT yetkilileri ile görüşmesi, Türkiye'nin PYD ile diyalog geliştirmeye yönelik ilk kamuoyuna açık adımıydı. (Bununla birlikte, Salih Müslim bu kamuya açık görüşmelerden önce de Türkiye ile değişik zaman aralıklarında üç görüşmelerinin olduğunu söyledi. Bu sürecin başlama tarihi de neoliberal reformist barış görüşmelerinin başlama süreciyle örtüşüyor.) 9 işçi meclisi Bunu, Barzani yönetimiyle gerçekleştirilen görüşmenin izlemesi ve yazıyı kaleme aldığımız sıralarda Barzani'nin Müslim'ü görüşmeye çağırması, Suriye'deki krize yönelik Türkiye taktiklerine Kürt diplomasisi ile pazarlığın da yerleştiğine dair örnekler sunuyor. Müslim'e bir yandan Esad'la ittifak yapmaması ve kontrol dışı bir özerklik ilanına girişmemesi yönünde baskılar yapılırken, Kürt dinamiğinin bölge planına entegrasyonunun taşları döşenmeye başlıyor. Türkiye'nin güncel Rojava politikasını, bölge işçi ve emekçilerinin kanı üzerinden işleyen çift yönlü kapitalist taktik esneklik oluşturuyor. PYD-El Nusra çatışmalarından çıkacak her sonucu kendi kapitalist yayılım politikaları açısından kazanıma dönüştürmeyi istiyor. Bir yandan, El Nusra ile olan ilişkilerini sürdürüyor, bu çetelerin ihtiyaçlarını karşılıyor. İmkan bulduğu taktirde saldırgan politikasını yeniden güncellemek, doğrudan müdahale fırsatını kaçırmamak istiyor. Diğer yandan çok halkadan kendini gösteren birinci yönelimin sıkışma haline karşı, yeni bölge güçlerinin kendi hedefleri doğrultusunda dizaynını içeren bir taktiksel planı da masaya yatırıyor. Türkiye'nin bölge programı bölge işçi sınıfının uzlaşmaz karşıtıdır Türkiye'nin de bir parçası olduğu bölgesel emperyalist kapitalist dönüşüm ve entegrasyon süreci, bölge proletaryası, kent ve kır yoksullarının tümüyle aleyhine işleyecek bir bölgesel sömürü çarkı yaratmaya dönük yüzünün yanında; düştüğü açmazlar, savaş atmosferi, kirli savaş yöntemleri ve katliamlarla işçi ve yoksulların kanını döküyor. Türkiye'nin bölge hegemonyasını geliştirme atılımı, mevcut işleyişinden gelecek bağlamlarına kadar, Türkiye işçi sınıfının da içinde bulunduğu bölge işçi sınıfının uzlaşmaz karşıtıdır. Gözlerini çevirdikleri, emek sömürüsünü, meta egemenliğini, sefalet koşullarını bölgesel planda yaşamımıza dayatacakları bir sömürü cenneti yaratma projesidir. Bu yeniden yapılanma sürecinin sıkışmalarının faturasını katliamlarla yine bölge işçi ve emekçileri ödüyor. İşçi sınıfı hem Türkiye'nin saldırgan Ortadoğu politikasına hem de bunun bir sonucu olan Rojava'daki katliama sessiz kalmamalıdır. Hesaba katmadıkları, Ortadoğu'daki düzenli kapitalist geçiş programlarını aşındıran, onlarca taktiksel hamleye ihtiyaç duydukları düzlemi yaratan, kendi hegemonyalarının sınırlarını aşan kitlesel öfke birikimi olmuştur. Yine gelecekte de, ortaya çıkan siyasal, toplumsal kriz tablosunu küresel mali oligarşi için cehenneme çevirecek olan işçi sınıfının öfkesi, kar cetvellerinin sınırlarına sığmayan gelecek ufku olacaktır. PYD, Kürt ulusal siyasetinin sınırları dışında bir dizi diplomatik çaba, destek odağı üretmeye çalışırken, Rojava Kürtlerinin kazandığı stratejik konum Türkiye'de süren neoliberal barış süreci ve Türkiye'nin güç kaybeden Ortadoğu politikası dâhil birçok politik döngüyü sıkıştırıyor, yeniden yapılanma zorunluluğunu dayatıyor. Hızlı alt üst oluşa, krizin dinamizmine yanıt veremeyen, eski güç ilişkilerine dayalı politikaları sürdürmek isteyenler hızla güç ve konum kaybı yaşıyor. sinin temsilcisi, tüm dünya için demokrasi ve özgürlük savunucusu ilan etmiş, bölge açısından da Batı demokrasisinin en ideal model olduğunu, kendilerinin de bu gelecek ufkunu paylaştığını açıklamıştı. Müslim'in küresel mali oligarşi ve onun siyasal temsilcilerine olan ilgisi uzunca zamandır yürüyen diplomatik temaslar ve görüşmelere dair bilgilendirmelerinden de görülüyor. Suriye'de süren siyasal kriz ve eski diktatörlüğün otorite boşluğundan da faydalanarak, ancak esas olarak Rojava halkının gücüne dayanarak kazanılan konumun temsilcisi PYD'nin, Rojava Kürtlerinin kaderini bölgesel-küresel güç odaklarıyla bütünleşik bir çizgide belirleme eğilimi, savaşta kazanılan konumun masada törpülenmesi sonucunu da içeren bir geleceği şekillendirecek. Rojava'da bir yandan çatışmalar sürerken diğer yandan bölgesel ve küresel burjuva güç odaklarının politika geliştirme arayışları, hamleleri belirginleşiyor. PYD, Kürt ulusal siyasetinin sınırları dışında bir dizi diplomatik çaba, destek odağı üretmeye çalışırken, Rojava Kürtlerinin kazandığı stratejik konum Türkiye'de süren neoliberal barış süreci ve Türkiye'nin güç kaybeden Ortadoğu politikası dâhil birçok politik döngüyü sıkıştırıyor, yeniden yapılanma zorunluluğunu dayatıyor. Hızlı alt üst oluşa, krizin dinamizmine yanıt veremeyen, eski güç ilişkilerine dayalı politikaları sürdürmek isteyenler hızla güç ve konum kaybı yaşıyor. Suriye denkleminde, hem Esad hem de ÖSO cephesi ile sınırlarını çeken konum alış, iki güç odağınca da baskılanmak istenen Kürt insiyatifinin zorunlulaşan tavrıydı. Hem ABD-AB ve kendi bölgesel güç marjını yukarıya çekme amacıyla bütünleşik Türkiye'nin bölge politikası hem de Esad ve Suriye'de mevcut ekonomik etkinliğini ve siyasal çıkarlarını koruma, güçlendirme derdindeki Rusya-İran'ın Suriye taktiğinde Kürtlere yer yoktu. Rojava, bu süreçte birçok kurguyu da parçalayarak kendi insiyatifiyle stratejik anlamda önem kazanan bir bölgeye dönüştü. Bugün PYD'nin halen bölgesel burjuva diplomasisinde belirgin bir yere yerleşmemesi, bir yandan islamcı paramiliter çeteler yoluyla bastırılma çabasının sönümlenmemiş olmasıyla, öte yandan belirginleşen Kürt varlığına karşın bölgesel güç odaklarının tasarımının sallantılı bir süreçten geçmesiyle taktiksel esneme konusunda yaşadıkları krizlerle bağlantılı okunabilir. Bölgede pragmatik bir hareket olarak bilinen PYD'nin, zorunlu güncel konumu dışında ABD'den Türkiye'ye, Güney Kürdistan'dan Rusya'ya birçok burjuva aktörün de içerisinde olduğu, kendi konumunu güçlendirecek bir politik zemin belirleme çabası da görünürdür. PYD lideri Müslim geçtiğimiz günlerde ABD'nin kendileriyle ilişki kurmamasını anlamsız bulduğunu, PYD'nin ABD ile hiçbir sorunu olmadığını söylemiş, ABD'yi Batı demokrasi- El Parti olarak bilinen Suriye Kürt Demokrat Partisi, KDP'nin Suriye'deki uzantısı. Rojava'da ciddi bir taban desteğine sahip değil. Buna karşın Rojava'da yaşanan çatışmalar döneminde Rojava'nın geleceği ve bölgesel-küresel güç odakları Güney Kürdistan'ın gücünü kullanarak PYD'yi sıkıştırmaya çalışan başka bir aktördü. Rojava'da katliam yaşanırken Barzani uzunca bir dönem buna sessiz kaldı; destek bir yana, çatışmalar sırasında önemi artan Semelka sınır kapısını kapalı tutarak Rojava Kürtlerini zor duruma düşürdü ve bu yolla PYD'yi uzlaşmaya zorlamayı hedefledi. El-Parti'yi taşeron olarak kullanan KDP'nin Rojava'yı PYD ile bölüşme, bir parçasını ele geçirme planı yaptığı biliniyor. Türkiye de güvenilir müttefiki KDP'nin Rojava üzerindeki toplumsal tabanı olmayan istemleri ile ortaklaşıyor. Barzani, Rojava çatışmalarının ilk bölümünde Kürt kamuoyunda da tepki yaratan bu rolü oynadı ve dolayımlı olarak El Nusra'nın saldırılarından faydalanmak istedi. "Rojava'daki masum sivil Kürtler'in korunması için gerekirse bugüne kadarki tüm kazanımlarımızı feda etmeye hazırız." Bu söz de Barzani'ye ait. Keza Barzani Rojava katliamlarındaki rolünü örtülü oynamak zorunda. Semelka sınır kapısının kapalı olduğu PYD kaynaklarınca defalarca kez söylenirken, Güney Kürdistan yönetimi yetkilileri bunu reddediyor, zaman zaman kamuoyu baskısı nedeniyle ambulansların geçişine izin vermek zorunda kalıyor, bunu da televizyonlarda yayınlayarak PYD'yi gerçekleri çarpıtmakla suçluyorlardı. Öte yandan Serakaniye ve Tırbesbiye'de süren çete saldırılarına karşın Rojava'nın direnmeyi sürdürmesi ve yıllarca süren ağır kölelik koşullarına karşı kazandığı zemini kolayca terketmeyeceğini göstermesi KDP'yi de Türkiye gibi, aynı zamanda Türkiye ile bağlantılı bir esnekliğe gitmek zorunda bıraktı. Günler sonra Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi'ne yazı göndererek Rojava hakkında araştırma istedi. Adım gibi görünen bu gelişmenin, katliamın boyutları ayan beyan ortadayken araştırmayı yeni gündeme taşıması yönüyle diğer politik hesaplara içerili bir ilgisizlik hali olduğu söylenebilir. Öte yandan KDP, sınır kapısının açılması, Rojava Kürtlerine yardım edilmesi başlıklarını da kendi çıkarlarıyla birlikte ele alıyor. PYD'nin çatışmalarda güç kaybetmesi, Kürt özsavunma aygıtlarının işlevsizleşmesi büyük bir istekle bekleniyor. Bu durumda Barzani peşmergeyle birlikte denkleme kurtarıcı rolünde girmeyi hesaplıyor. Böylece El Parti sahip ol- 10 işçi meclisi madığı toplumsal tabana karşın öne çıkarılabilecek, peşmergenin Rojava'ya girmesi sağlanacak ve varlığı meşrulaşacak. PYD'ye dayatılan Rojava'yı paylaşma planı da daha güçlü bir biçimde gündeme taşınabilecek. Türkiye'nin bölgesel yaklaşımının hemen her kıvrımında uyum sağladığı KDP'nin Rojava'da güç kazanmasını, YPG güçlerinin etki alanının kırılarak peşmerge etkinliğinin artmasını olumlu karşılayacağı açık. Tüm bu yönleriyle İslamcı çete saldırılarının ilk hedefi olan Rojava'yı ezmek dışında, görünürleşen bunu başaramama halinde Rojava'nın yeniden dizaynı için iklimi uygunlaştırmak gibi bir yönü de bulunuyor. Bunların yanında, Rojava kazanımlarının PYDPKK'nin bölgesel gücünü, bölge yeniden organizasyonu planlarındaki stratejik konumunu ve dengenin yeniden kurulması süreçlerindeki çatışma-pazarlık ikilisi içerisindeki etkinlik alanını oldukça arttırdığını eklemeliyiz. Güncel durumda neoliberal barış programının yaşadığı sıkışmalar, Rojava bağlantısını da sonuna dek içeriyor. Türkiye, PKK-PYD'nin güç kazanımından tedirgin oluyor, bölge kapitalist yeniden organizasyonunda sözü geçen taktik kırılım ve esneme zorunluluğu, çabalarının arasında gitgeller yaşıyor, Mısır'da gerçekleşen darbeyle liberal İslami demokrasi temelinde bölge siyasal yapılanması düşününün darbelenmesinin, Gezi direnişiyle iç politikada sahip olduğu tatlı su atmosferinin dağılmasının sonucunda düzenli süreç yönetimi imkânını yitiriyor. AKP içi de dâhil Türkiye burjuvazisinin yaşadığı iç gerilimler, Türkiye'nin hem çıkarlar hem de organik olarak bileşiği olduğu küresel mali oligarşinin yaklaşımı, Türkiye'nin bölge yeniden dizaynında yeniden yeşertmek istediği etkinlik ve güç alanı, bunun ihtiyaçları kurulmak istenenin aksine Türkiye'nin bölge politikasını kaotikleştiriyor. Bu kırılan önceki denge durumunun yeniden üretimi sürecinin doğal karakteridir. Türkiye'nin bu arkaplanda neoliberal barış sürecini de beklenen tempoda ilerletemediğini, aynı zamanda güç kazanan PKK'nin basınç yaratmaya başladığını görüyoruz. Türkiye'nin çok sayıda seçeneği biriktirmeye çalıştığı Rojava denklemindeki pozisyon alışı, neoliberal barış sürecinin ilerleyişini de doğrudan etkileyecektir. Burjuva uzlaşma programına dönüştürülmesi hedeflenen anayasa sürecinde AKP'nin sınırlı düzeydeki Kürt ulusalkültürel hakları konusunda dahi tutarlı adım at- maması, PKK-BDP'nin istemlerini zorlayıcı bir zemine çekme gayreti olarak görünürleşen sıkışmanın arka plan öğelerinden biri de Rojava'da PYD'nin kazandığı ve tümüyle korumak istediği ekonomik-siyasal-toplumsal güçle Türkiye'nin ve çıkar ortaklığı içerisindeki KDP'nin saldırı ve pazarlığı içeren bu gücü kırmaya yönelmiş çabalarıdır. Kürt Ulusal Kongresi'nin yaklaştığı dönemde Barzani ve bağlantılı El-Parti'nin PYD ile diyaloğa açık pozisyona geçiş yapmasının yanında, Rojava denklemine müdahil olmak isteyen başka bir güç odağı da kendini gösterdi. Geçtiğimiz günlerde Müslim'in İran ziyareti bir tanışma toplantısı olarak açıklansa da, Esad rejimini destekleyen İran'ın Rojava'daki duruma dair müdahalelerde bulunmak istediği görünüyor. İran, El Kaide tandanslı çetelerin saldırılarına karşı PYD ile ortak bir zemin bulmak niyetinde. Bunun yanında Müslim, İran'ın kendileriyle dayanışma içinde olacağı vurgusunu yaptı. İran'ın El Kaide çetelerine karşı PYD ile ortak zemin arayışının diğer bir halkasını da elbette İran'ın Esad diktatörlüğüyle çıkar ortaklığı zemininde önemsediği Suriye'nin parçalanmaması vurgusu oluşturuyor. Müslim'in toplantı sonu demecinde İran'la bu konuda hemfikir oldukları da yer alıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Rojava'daki saldırılara ilişkin farklı zamanlarda iki açıklama yapmış, Kürtlere yönelik katliamların varlığından söz ederek BM'yi göreve çağırmıştı. Rusya-İran'ın konum alışının ana yönünü, Suriye'de küresel bağlantılarıyla devam eden çatışma sürecindeki denge durumuna 2. Cenevre Konferansı öncesi kendi lehine bir girdi yaratmak oluşturuyor. Bunun yanında ABD-AB bölge politikasının çatlaması, Türkiye'nin basınç altında yaratmaya çalıştığı hamlelerin Rojava'da etkinlik kurmasını engellemesiyle oluşan mali oligarşik hegemonya boşluğunun bu eksence doldurulması, önemli bir parçaya dönüşen Rojava'nın Rusya-İran'ın bölgesel çıkar planlarında yer bulması yönünde birikim oluşturulmaya çalışılıyor. PYD, bugün bu tür görüşmelerin tümüne Rojava'daki etkinliğini koruduğu ölçüde açık. PYD-PKK'nin burjuva pragmatik -ulusal zemin ve güncel üretim, siyaset, toplum ilişkileri bağlamında doğallaşan- karakteri, Kürdistan'da kazanılan gücün korunmasını ve bunun bir dizi bölgesel burjuva aktörle tam, yarı, geçişli biçimlerde kurulacak ilişkilerle bütünleşik sağlanmasını beraberinde getiriyor ve getirecektir. Çoklu burjuva diplomasisinin doğrusal sonucu, Rojava'nın geleceğinin Rojava Kürtlerinin taleplerinin değil, bu taleplerin bölgesel güç odaklarının bölge programına entegrasyonu temelinde şekillenmesidir. Müslim'in Türkiye ziyaretinin, özerklik seçeneğinin baskılanması ve PYD'nin hareketine sınır koymaya çalışmasının, İran dâhil bir dizi odakla Suriye'nin bütünlüğü kaygılarının paylaşılmasının, ABD ve AB'ye Kürt burjuvazisinin Kürdistan çıkarları bağlamında kendilerini de dikkate değer bir güç olarak ele alması ve emperyalist kapitalist bölgesel entegrasyona dâhil olma isteklerinin çıkış noktasını Rojava toplumunun özgür geleceğini inşa etme isteği değil, topluma dayanarak elde edilen gücün üzerinde bölgesel burjuva güç odağı olarak şekillenme, burjuva programlarına entegre olarak kendi çıkarlarını koruma düşüncesi oluşturmaktadır. Açıktır ki bu süreç, sadece ulusal talepler ekseninden dahi düşündüğümüzde fiilen kazanılanın törpülenmesini doğuracaktır. PYD ve El-Parti'yi küresel-bölgesel güç odakları açısından bir aktöre dönüştüren, Rojava'da geri dönülmez bir etkinlik sağlayan Rojava yoksul halkının yıllardır boynunda taşıdığı kölelik zincirine olan öfkesi, ağır yoksulluk koşullarından kurtulma isyanıydı. Politika masası ise bu insani yaşam ve özgürlük talebinin bağımsız politikasıyla, hem Esad hem de Türkiye ve küresel mali oligarşinin sınırlarını da parçalayan bir direnişle kurulmuyor. Suriye'nin ya da neoliberal barış sürecinde olduğu gibi Türkiye'nin parçalanmasına karşı kaygıları kabul eden tarafın, savaşı veren, katliama uğrayan, kanı pahasına içerisinde bulunduğu önceki cendereyi parçalayan Rojava halkı olmadığından emin olabiliriz. Kürdistan'ın her parçasında yıllardır köleliğe, esarete karşı mücadele veren Kürt işçilerinin, emekçilerinin, Rojavalı kır yoksullarının karşısında yeni bir soru belirginleşiyor. Rojava'nın geleceğini gün durumunu yaratan olduğu gibi kendi talep, istemleri, bölgesel, enternasyonal temelde dünya işçi sınıfıyla birleşen çıkarları mı belirleyecek? Yoksa kazanımlarının üzerine kurulan burjuva güç ilişkileri diplomasisi, Rojava'yı bölge programının parçasına mı dönüştürecek? Biri ulusal, sınıfsal, cinsel köleliğe karşı özgürlük dünyasını, diğeri alabildiğine sömürü özgürlüğünü vaadediyor. Kıbrıs sizin savaş geminiz değil Suriye'ye yönelik olası emperyalist müdahaleye, güneyinde İngiliz üsleri bulunan Kuzey Kıbrıs halkından da tepki geldi. Aralarında DAÜ-Sen, KTÖEÖS, BKP Gençlik, TDP Gençlik Örgütü, YKP Gençlik, Baraka Kültür Merkezi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nin de olduğu 12 kurum tarafından İngiliz Yüksek Komiserliği ile ABD temsilciliği önünde basın açıklaması yapıldı. Kuğulu Park'ta toplanan eylemciler önce İngiliz Yüksek Komiserliği önünde, ardından ABD temsilciliği önünde eylem yaptı. "Kıbrıs sizin savaş geminiz değil", "Katil ABD petrol uğruna Ortadoğu'yu kana bulama" yazılı pankartlar taşınan eylemde, "İngiliz üsleri dışarı" sloganı atıldı. Yapılan açıklamada Kıbrıs'ın Suriye'ye yapılacak bir askeri müdahalede, müdahaleyi yapacak olan güçlerin bir odağı haline geleceği belirtildi. Hem Suriye'deki rejime hem de Suriye'ye askeri müdahaleye karşı oldukları vurgulanan açıklamada, "Ülkemizdeki gasp edilmiş topraklardaki askeri üslerin kullanılarak ülkemizin de bu emperyalist saldırganlığın parçası haline getirilmesini kabul etmiyoruz. Kıbrıs'ın iki yanındaki örgütlere çağrımız, bölgeyi bir kez daha kan gölüne çevirecek böylesi bir savaşa taraf olunmaması, adadaki üslerin kullandırılmaması hava sahasının kapatılmasıdır" denildi. 11 işçi meclisi Mısır: "Kırk satır mı kırk katır mı?" Geçtiğimiz ay Mısır'da Müslüman Kardeşler destekçilerine yönelik günler boyu süren bir katliama sahne oldu. Müslüman Kardeşler 2 bine yakın insanın hayatını kaybettiğini açıklıyor. Uluslararası haber kaynaklarına göre ise bu sayı 600′ü geçti. Adeviye Meydanı'na ancak saldırının başladığı günün geç saatlerinde girebilen polis, ana sahneyi ve meydanda kurulu bulunan hastaneyi ateşe verdi. Müslüman Kardeşler sözcüsü Cihad el Haddad, polis tarafından ateşe verildiği sırada hastane içerisinde sağlık görevlilerinin bulunduğuna dair bir açıklama yayınladı. Altı katlı sahra hastanesinin cesetlerle dolu olduğu ve polisin ölü sayısını gizlemek için cesetleri yaktığı da iddia ediliyor. Darbeye olumlu yaklaşmaları üzerine ABD ve AB ile gerçekleştirilen temasların başını çeken liberal Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed el Baradey, katliamın çapının büyüdüğü saatlerde istifasını verdi. Baradey istifa mektubunda, "Kabul etmediğim ve sonucundan korktuğum kararların sorumluluğunu almak benim için zorlaştı. Tek bir damla kanın sorumluluğunu bile üstlenemem." ifadelerine yer verdi. Öte yandan darbe destekli geçici hükümetin Dışişleri Bakanı Muhammed İbrahim, Müslüman Kardeşler'in lideri Bedii'nin tutuklandığını açıkladı. Bedii, Nasır kentindeki Adeviye Meydanı yakınlarındaki evinde gece saatlerinde gözaltına alındı. Mursi'nin devrilmesinin ardından Bedii'nin yardımcısı Hayrat el Şatır da gözaltına alınmış, Bedii'nin 38 yaşındaki oğlu Ammar Bedii Ramses Meydanı'ndaki eylemlerde vurularak ölmüştü. Luksor kentinde de çok sayıda Müslüman Kardeşler yöneticisine yönelik baskınlar düzenlenmişti. Emperyalist kapitalizme bölge entegrasyonu temelinde Mısır'da küresel mali oligarşik düzenli geçiş programı yeniden duvara çarptı. Siyasal kriz her yönden derinleşirken Ordu, İhvan, liberal muhalefet, laik koalisyon gibi siyasal parçalar kapsayıcı sermaye dizaynı için işlevli aktörlere dönüşemediler. Ordu-İhvan kutuplaşmasının dışında kalan aktörlerin de, sıcak sokak atmosferi dolayımıyla kenara çekildiği görülüyor. Sosyal demokrat solun da desteklediği el Baradey, başta Mursi karşıtı eylemlerin yaygınlaşmasında rolü olan Temerrüd hareketi olmak üzere birçok Mursi karşıtı grup tarafından sorumluluk almaktan kaçtığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Devrimci Sosyalistler ise, El Sisi'ye bağlı güçlerin gerçekleştirdiği katliamı kınadıklarını, Mursi gibi ordu katliamına da karşı çıkılması gerektiğini belirten bir açıklama yayınladı. "Kahrolsun askeri yönetim! Eski rejimin dönüşüne hayır! Müslüman Kardeşler'in dönüşüne hayır! Tüm iktidar ve zenginlik halka!" sloganlarına yer verdi. Tunus'ta Yeniden Eylemler Tunus'ta mevcut iktidar partisi Ennahda'ya karşı geçtiğimiz aylarda başlayan eylemler hız kesmeden sürüyor. Daha önce gerçekleştirilen eylemlerde Tunus hükümeti uzlaşma yolunu seçmeye çalışmış, eylemcileri temsilen Tunus Genel İşçi Sendikaları (UGTT) ile müzakerelere başlamıştı. Bununla birlikte eylemciler, eylemlerini birkaç reform sonucunda bitirmemekte kararlı. Meydanlarda hükümete yönelik talepler değil, hükümetin istifa etmesi talebi öne çıkıyor. 2011′de Bin Ali'nin devrildiği süreçte sıkça kullanılan "Halk rejimin düşmesini istiyor" sloganları yeniden yaygınlık kazanıyor. Kurucu Meclis binası önünde "Kurucu Meclis feshedilsin", "Halk rejimin düşmesini istiyor" sloganlarıyla kitlesel bir eylem gerçekleşti. Eylemlerde, hayat pahalılığı, temel yaşamsal gereksinimlerin karşılanmaması, silahlı islamcı çetelerin varlığı öne çıkarılan sorunlar. Eylemlerin çağrıcılarından Ulusal Kurtuluş Cephesi, Ennahda hükümetinin meşruiyetini yitirdiğini ve derhal istifa etmesi gerektiğini açıklayarak bir haftalık sürekli eylem çağrısı yapmıştı. Dün güçlü şekilde yeniden kendini gösteren eylem dalgasının yoğunlaşarak sürmesi bekleniyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan güncel kriz, Ennahda'nın da üzerinde bulunduğu İslamcı-liberal fay hattının çatlamasına yol açmıştı. Mısır'da Mursi'ye karşı sahneye çıkan kitleler, Tunus'ta da önemli etkiler yaratmıştı. Öte yandan Tunus işçi ve emekçileri, Bin Ali'nin devrilmesi sürecinden başlayarak biriktirdikleri önemli mücadele deneyimlerine sahipler. Eylemlerinin sonuç alıcı gücünün farkındalar. Bu nedenle, Tunus'ta başlayan eylem dalgasının sermayenin bastırma mekanizmalarıyla sönümlenmesi kolay değil. Öte yandan, bölgesel gelişmelerin sonucunda oldukça kırılgan bir düzleme oturan Ennahda da ilk etapta eylemlere saldırmayı değil, uzlaşma-müzakare süreçlerinden sonuç almaya çalışmayı hedefliyor. UGTT ile gerçekleştirilen görüşmeler önümüzdeki günlerde sürecek. Ennahda'nın kitlelerin insiyatifiyle kararmaya başlayan geleceğini, yine kitlelerin iradesi, kararlılığı ve bölgesel burjuva güçlerden ne denli bağımsızlaşabildikleri, kendi geleceklerini kendi ihtiyaçlarıyla ne ölçüde şekillendirebildikleri gösterecek. Ankara'da 1 Eylül 1 Eylül Dünya Barış Günü KESK, DİSK, Ankara Tabip Odası, İHD, HDK, Kurd-Der, ÖDP, EMEP, SDH, Halkevleri, Kaldıraç, TKP 1920, Anarşistler ve LGBT'lerin de katılımıyla Kolej'de kutlandı. Toros Sokak'tan başlayan yürüyüş boyunca "Savaşa hayır, barış hemen şimdi", "Katil ABD Ortadoğu'dan defol" gibi bilindik sloganlar atılırken özellikle Kürtler barış sürecine vurgu yapan sloganları yükselttiler. Kitle en çok Türkiye'nin Ortadoğu'daki kirli savaş politikalarına karşı belirlemişti sloganlarını, "Suriye ve Rojava halkları yalnız değildir" sözleri ise Ortaoağu'da hegemonya savaşlarının yaşandığı şu günlerde farklı bir Barış Günü atmosferini ortaya çıkardı. Eylemde BDP ve HDK'nın ağırlığı gözlendi. Türkçe, Kürtçe ve Arapça yapılan konuşmalarla eylem başladı. Konuşmaların ortak noktası Rojava, Suriye ve Mısır'da yaşanan katliam ve savaşlardı. Rojava'da şu günlerde en vahşi katliamın gerçekleştirildiğinin altı çizildi. Mısır'daki olaylar karşısında ise devletin timsah gözyaşları döktüğü, aslında kendilerinin insanları katlettiği ve katledenlerin yanında olduğu belirtildi. Türkçe yapılan konuşmada devletin kendi ülkesinde insanların üstüne gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdığı, buna rağmen insanların Gezi'de sokağa döküldüğü vurgulandı. "Savaşta da barışta da kardeş halklar örgütlenecek. Tarihi genaraller, iktidar değil; halklar yazar" denildi. BDP Mardin milletvekili Erol Dora da alandaydı ve bir konuşma yaptı. Konuşmasına 1 Eylül'ün Dünya Barış günü olduğunu ama coşkuyla kutlanamadığını söyleyerek başlayan Dora bütün halkların yan yana özgürce yürümesi için örgütlenmek gerektğinin altını çizdi. Kürtçe ve Türkçe yapılan konuşmlarda da değinildiği gibi barış süreci hakkında "silahlı mücadele artık miadını doldurmuştur" dedikten sonra 8 aydır hiçbir insan ölmediğini söyledi. Sürekli hükümet üzerinden yapılan eleştiriler dışında sisteme karşı neredeyse hiçbir şey söylenmedi. Yürüyüş sırasında yalnızca cılız birkaç ses sınıf temelli slogan attı. Hergün canına kastedilen, sakat bırakılan, kendisi için değil patronlar için yaşamaya mecbur kalan işçi sınıfının sorunları adeta görmezden gelindi, gündemin yoğunluğu içinde kendine yer bulamadı. 12 işçi meclisi Korku Genelgenizi Gezi Ruhuyla Parçalayacağız Görkemli ve kitlesel Haziran direnişi sonrasında burjuva iktidarın Gezi korkusu hala devam ediyor. Stadyumlarda yasaklar, sanat cephesinde geziye destek verenleri tehdit etmeler ve Gezi eylemlerine katılan direnişçilere yönelik tutuklama ve gözaltılar devam ediyor. Eylül Sendromu sonrası özellikle de Gezi direnişinin en dinamik gücü olan gençlik cephesi, burjuva iktidarda daha geniş bir korku yaratıyor. Üniversitelerin ve liselerin açılması ile Gezi direnişinin bu alanlarda devam edeceği bahanesiyle İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak üniversiteleri birer yarı açık cezaevine çevirmeye çalışıyor. İçişleri Bakanlığı, 81 il valiliği ve üniversitelere gönderdiği genelgede, üniversitelerde yeni dönem başlamadan önce valilerin başkanlığında, rektörlük ve emniyet yetkililerinin de katılacağı güvenlik toplantıları yapılmasını istedi. Siz toplanın; biz gençler de üniversitelerde forumlar ile "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" diyeceğiz. Genelgeye göre, meydana gelebilecek olaylara süratle müdahale edebilmek için üniversite yerleşkesinde tüm öğretim yılı boyunca sivil polis görevlendirilebilecek. Siviller olaylara, rektörlüklerce çağrılacak çevik kuvvetten önce müdahale edebilecek. Burjuva iktidarın "kahraman" polisleri şimdi de üniversitelerde yeni katliamlara hazırlanıyor herhalde, onlarca ton gazı ve onlarca Tomayı neden aldıkları şimdi daha iyi anlaşılıyor. donatmasını konu alır. Burjuva iktidar, üniversitelerde zaten yıllardır uygulanan kamera sistemlerinin bina içleri, yurtlara kadar konması ve var olanların çoğaltılmasını istemiştir. Zaten yıllardır üniversitelerde sivil polislerin, ajanların olduğunu biz bilmiyor muyuz, Gezi'de sivil polisleriniz yok muydu; bu ruhu, bu mücadeleyi durdurabildiniz mi? Turnike sistemlerinin kampüsleri birer F tipi cezaevine çevirdiğini hep söyledik, şimdi bu sistemi daha da yaygınlaştıma peşindeler. Sınıflara, anfilere turnike koysanız ne yazar ki, "her yer taksim her yer direniş". ODTÜ'de uydu göndermek için kocaman bir orduyla kampüse gelen burjuva iktidarın sözcüleri, gereken cevabı almıştı. Şimdi üniversite açılışlarına gelen bakan ve bürokratlar için de genelgede bir madde var. Buna göre rektörlükler, bakan ve bürokratların protesto edildiği durumlarda "gecikmeksizin" polis çağırmakla görevli. Daha dün korkudan İzmir Fuarı'na gelememiştiniz, Gezi direnişinden sonra artık kampüslere de gelemeyeceksiniz. Burjuva iktidar geçen sene sonuna doğru üniversitelerde militan gençlik eylemleriyle karşılaşmış ve her eyleme gaz bombası ve coplarla saldırmış, ama anladığı dilden cevabı almıştı. Gezi direnişi ise daha kitlesel, militan ve birleşik bir cevap olmuştu onlar için, şimdi korkuları ikiye katlandı. Big Brother kampüslerde: Bu filmi hepimiz izlemişizdir. Büyük bir korku imparatorluğu yaratmaya çalışanların ülkenin her yanını kamera sistemleriyle Yasal olmayan hiçbir eyleme kampüslerde izin verilmemesi gerektiğini belirten genelgeye biz işçiöğrenciler sadece gülüyoruz. Bugüne kadar zaten yaptığımız her eyleme soruşturma açmadınız mı? Uzaklaştırma, okuldan atma cezaları vermediniz mi? Nasıl ki mezuniyet törenlerinde Gezi ruhunu unutmadıysak, okulların açılmasıyla burjuvazinin korkularını gerçeğe çevirmek gerekiyor. Gezi direnişi ile korku duvarını çoktan aştık. Şimdi kampüslerde Ali İsmail, Mehmet, Abdullah Can olma zamanı, şimdi kampüslerdeki tekno parklarda, ar-ge'lerde, stajlarda işçi Ethem olma zamanı, şimdi kampüslerin birer karakola çevirilmesine karşı Medeni olma zamanı! Sınıfsız Emperyalist Kapitalistler Gençliğin Kanını İstiyor Burjuva diktatörlüğünün güvenliği adına eline pala alarak saldırıya çıkan Sabri Çelebi'nin hakettiği cezayı burjuva hukuk sisteminden almayacağı açıktır. Bu olay da sermaye hukuğunun işleyişini, karakterini yeniden teşhir etmiştir. Saldırganın bundan sonra rahatça uyuyamamasını sağlacak olan direnişçilerin öfkesi olacaktır. Suriye'de 2 yıldır süren iç çatışma süreci, emperyalist kapitalist müdahale seçeneğinin gündemleşmesi ile bir üst aşamaya geçti. Suriye'de müdahaleye bahane olarak sunulan gerekçe hiçte yabancı olmadığımız bir gerekçe "kimyasal silah kullanıldı". Emperyalist kapitalist devletler kendileri dünyanın en güçlü nükleer silahlarına sahipken biz gençleri bu yalanla kandıramazlar. ABD ve İngiltere'nin operasyon planları üzerinde çalıştığı, BM Güvenlik Konseyi'ne İngiltere tarafından tasarı sunulacağı, Türkiye'nin saldırı sonrasını planladığı ve süreci Esad'ı tümüyle iktidardan uzaklaştırmayla birleştirmek istediği, haberleri medyada sürekli dolanıyor. Sürecin başından beri Türkiye kapitalist devleti en saldırgan dış politika yürüten ülke konumunda. Tabii ki saldırganlık boşuna değil. Küresel mali oligarşinin bölgesel hegemonya ve büyük ortadoğu projesinde Türkiye kapitalizmi de en üstten konumlanmak istiyor. Türkiye kapitalist devletinin Suriye politikası, bölgesel hegemonya kurma amaçlı saldırgan ve yayılmacı bir dış politika. Bu savaş çığırtkanlığının en temel nedeni, neo liberal emperyalist kapitalizmi ortadoğuda hâkim kılma politikasıdır. Bir yerde savaş varsa bu savaşta acı, yıkım ve ölümle karşılaşacak olanlar burjuvazi değildir. İşçiler, kent yoksulları ve gençlerdir. Savaşta ilk tecavüze uğrayan kapitalistler değil genç kadınlardır. İlk ölenler kapitalistlerin çıkarları için cepheye sürülen gençlerdir. Bizleri özgürlük için savaşıyoruz diye kandırmaya çalışacaklar, onların özgürlükten anladıkları sömürü cennetlerinin büyümesi, bölgede güç olma ve kendi çatışmalarında hakim olma algısıdır. Bizim için ölüm özgürlük olabilir mi? ve öldürmeyeceğiz diye haykırmalıyız. Bizleri Suriye devleti kendi sivillerini katlediyor diye kandıracaklar. Daha dün Roboski'de Kürt gençlerini Türkiye kapitalist devleti katletmedi mi? Gezi direnişinde biz gençleri öldüren Türkiye kapitalist devleti değil miydi? Onlarca ton gaz bombası atan burjuva devleti şimdi başka bir ülkeyi kimyasal silah suçlamasıyla işgal etmeye hazırlanıyor. Biz gençler bizi sömüren, öldüren, her türlü baskı ve zorbalığı yaşamımızın her alanında bize reva gören sınıfa karşı sınıf savaşının ancak bizim savaşımız olacağını biliyoruz. Biz gençler kendi ülkemizde özgürlük olmadığını burjuva demokrasisinin bizim özgürlük talebimizi karşılayamayacağını çok iyi biliyoruz. Irak'ta, Afganistan'da ve her türlü emperyalist kapitalist savaş sonrasında biz o ülkelere gelen demokrasi anlayışınızı da iyi biliyoruz. Burjuva demokrasisi siz patronların demokrasisidir. Suriye'ye olası bir müdahale yapılması halinde gençler olarak bu savaşı durdurmalıyız, savaşa sürülmeyi kabul etmemeli, burjuvazinin elimize tutuşturduğu kanlı silahları yere çalmalıyız. Burjuvazi için ölmeyeceğiz Türkiye kapitalist devletinin Suriye ve bölge halklarına kan banyosu pahasına bölgesel güç merkezi konumunu sağlamlaştırmak için geliştirdiği saldırganlık politikası bizim politikamız değildir. Bizim politikamız komünizmin özgürlük dünyasından beslenir. Savaşa sürülmek istenen hiçbir genç, kapitalistin silahının mermisi, silahının ateşleyicisi, emireri olmamalıdır. Suriyeli ve Kürt sınıf kardeşlerini kapitalistlerin çıkarları için öldürmemeli, ellerine verilen silahları kırıp parçalamalı, emirlere itaat etmemeli, ellerine geçirdikleri silahları kendilerini savaşa yollayan burjuvalara çevirmelidir. Sınıfsız 13 işçi meclisi Beyaz Yakalılar Forumu Darphane Grevindeydi Her Çarşamba Abbasağa Parkı'nda bir araya gelen beyaz yakalılar forumu bileşenleri daha önce aldıkları karar doğrultusunda Darphane'de grevde olan işçileri ziyaret etti. edinilen birikimler üzerinden değerlendirildi. Sendikaların canlı, yaşayan, güçlü aygıtlara dönüşmesinin tek yolunun dolayımsız işçi iradesi aygıtlarına dönüşmeleri olduğunda birleşildi. Bir çok işçi sendika yönetimlerinin bürokratlaşmasının nedenlerine dair sorular, farklı fikirler paylaştı, renkli bir sohbet oldu. Çağrı merkezi, finans işkollarındaki işçiler de kendi örgütlenme deneyimlerini anlattı. Darphane işçileri daha önce hakkında bilgi sahibi olmadıkları ÇMÇ-Der, PEP gibi örgütlenmeler üzerine sorular sordu, bilgi aldı. Sendikal bürokrasi ve sınıf mücadelesinin ancak bunu kırabildiği ölçüde ilerleyebileceği de sohbetin gündemleri arasındaydı. Mevcut sendikalar, profesyonel sendikacılık, işçilerin karar süreçlerine katılımı çeşitli grev ve direnişlerden Beyaz yakalılar forumu varolan işçi grev ve direnişlerini ziyaret etmeyi sürdürecek. Öte yandan forumun yakın vade gündeminde forumun gündemlerini anlatan, beyaz yakalı işçilere katılım çağrısı yapan bir bülten çıkartmak var. Barış ve Demokrasi Platformu'nun düzenlediği "Gezi'den Lice'ye barış için mücadeleye" mitingi Kadıköy'de yapıldı. 10 bin civarında katılımın olduğu mitingde Suriye'ye yönelik emperyalist saldırı hazırlıkları protesto edildi. Genel bir savaş, emperyalist savaş ve AKP karşıtlığı, Kürt halkının Rojava'daki kazanımlarının desteklenmesi ile antiemperyalizm adına Esad destekçiliği ile emperyalist kapitalizm koşullarında ve bugünkü konjonktürde ulusal kurtuluşun mümkün olduğunun altını çizme arasında bir tartışma #direnmerdiven hashtag'i ile twitter ve facebook'tan "fırçanı al da gel" denilerek Salıpazarı merdivenlerini griden kurtarma çağrısı yapıldı. Ayrıca birçok şehirde gökkuşağı rengine boyanan merdiven resimleri sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Beyoğlu Belediyesi ise ortaya çıkan tepkilerin ardından önce "merdiveni biz boyamadık" dedi. Ama sosyal medyada belediye işçilerinin merdiveni boyarken çekilen fotoğrafları paylaşılınca hemen geceyarısı sokakta yaptığı mini plebisit ile merdivenin olduğu sokaktaki evlere durumu sordu. "Memnunuz" yanıtını alınca da hemen merdivenleri gökkuşağı rengine dönüştürdü. Merdiven deneyimi, Gezi direnişiyle "ben yaptım oldu" mantığının çöpe atıldığının, kendi yaşamımıza dönük uygulamalara karşı tepkimizi ortaya koymaya devam edeceğimizin önemli bir örneği oldu. Sınıfsız Web Sitesi Açıldı Kadıköy 1 Eylül Barış Mitingi Yapıldı Büyük çoğunluğunu BDP'li Kürt işçi ve emekçilerle HDK'nin oluşturduğu mitinge devrimci ve sol hareketin, KESK, DİSK, TMMOB ve TTB'nin kısmi ve temsili bir katılımı oldu. Yapılan konuşmalarda savaşın sorumlusunun emperyalistler ve AKP olduğu ve barışın Gezi'deki gibi halkların ortak mücadelesi ile kazanılabileceği ifade edildi. İstanbul Fındıklı'da Hüseyin Çetinel'in gökkuşağı rengine boyadığı merdivenlerin, belediye tarafından griye boyanması tepkiyle karşılandı. Tepki bir çok şehre yayılırken belediye yeni bir Gezi yaşamamak için geceyarısı harekete geçerek merdivenleri bu sefer kendisi gökkuşağı renklerine boyadı. Salıpazarındaki merdivenin griye boyanması üzerine, Diyarbakır Sanat Sokağı, Ankara Esat Caddesi'nde, İstanbul Kızıltoprak'ta, Bakırköy'de, Ankara Konuk Sokak'ta, İstanbul Cihangir'de ve İzmir'de merdivenler gökkuşağı renklerine boyandı. Gerçekleşen sohbette Darphane işçileri grevin seyrini, yaşadıkları sorunları, devreye sokulmaya çalışılan grev kırıcıları ve grev kırıcılarına yönelik tutumlarını anlattılar. Darphane'de üretimin gerçekleşmediğinden, stokların tükenmek üzere olduğundan ve bunun grevin başarıyla sonlanacağına dair beklentilerini, morallerini arttırdığından söz ettiler. Bunun yanında Darphane'deki çalışma koşullarının ağırlığından, iş saatlerinden güvenlik amacıyla giyilen ayakkabıların kalitesizliğine kadar işçi sağlığı sorunlarından konuşuldu. Beyaz yakalılar da kendi çalışma koşullarının yıpratıcılığından bahsetti, çalışma hayatından örnekler paylaşıldı. Patronlar sınıfının kar odaklı dizayn ettiği üretimin tüm işçi sınıfının çalışma, yaşam koşullarının olumsuzluğunun nedeni olduğunda, üretimin birbirinden uzak görünen parçalarında çalışmalarına karşın ortak sorunların görülebildiğinde ortaklaşıldı. Saat 15.00′de bir sinevizyon gösterimi ile başlayan mitingde İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, HDK milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Levent Tüzel ve DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu birer konuşma yaptılar. TMMOB İl Koordinasyon Kurulu adına Süleyman Solmaz ve Barış İçin Kadın Girişimi adına da Seher Kalkan da söz aldılar. Gezi Direnişi tutsaklarının ailelerinin mitinge katılanları sahneden selamlamasının ardından final konuşmasını BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yaptı. #direnmerdiven döngüsünde bulunan, önemli bir bölümü de bu doğrultuda zaten mücadele yürüten Kürt ulusal hareketine eklemlenmiş olarak misyonunu Kürt ulusal birliğine destekle sınırlayan devrimci ve sol hareket nezdinde, mitingde işçilerin birliği adına tek kelime söylenmedi. Forumların "Barış için elele" zincirine müdahaleler Forumların ortak kararı ile düzenlenen "Barış için elele" zinciri ise müdahalelerle karşılaştı. Taksim'de Gezi Parkı abluka altına alındı. Zincir polis ablukası altında oluşturuldu. Kadıköy mitinginde Taksim'deki zincir sırasında 10 kişinin gözaltına alındığı duyuruldu. Beşiktaş'ta da Ihlamurdere caddesini kesen polis zincirin caddeye çıkmasına izin vermedi. 1 Eylül'de bir kadın katledildi 1 Eylül, BDP Küçükçekmece Kadın Meclisi üyesi Neslihan Harman'ın eski eşi tarafından katledildiği gün oldu. Neslihan Harman, eski eşi tarafından kurşun yağmuruna tutulduğu sırada Kadıköy'deki 1 Eylül Barış Mitingine katılmak için Kanarya'dan kaldırılan araca binmeye hazırlanıyordu. Bir süredir yapım aşamasında olan sinifsiz. org kullanıma açıldı. Dergimizin geçmişte yayınlanan 4 sayısından bazı makaleler de sayfamızda yerini aldı. Sınıfsız dergisi olarak amacımız internette web sayfası olarak sadece varolmak değil, yeni gelişen iletişim ve medya ortamlarını bugünkü gelişen bilgi akış, kitle iletişim ve gelişme dinamiğine uygun olarak konumlandırmak, fikirlerimizi en uç noktalara kadar götürmek ve hızlı bir etkileşim ve geri beslemelerle geliştirmektir. Web sayfamız aynı zamanda yayın ilkelerimizle uygunluk sağlayan özgür yazılım felsefesiyle geliştirilen açık kaynak kodlu bir içerik yönetim sistemi olan WordPress sistemi ile kurulmuştur. Sayfamız başta işçi gençliğin değişen yapısını, öğrencilerin, genç kadınların, Kürt işçi gençliğinin güncel siyasetini, sınıfsal, siyasal, ekonomik taleplerini kapitalizm karşıtlığı temelinde güncel yorumuyla aktarmayı hedefliyor. Sayfamızla ilgili görüş ve önerilerinizi, eleştirilerinizi iletisim@sinifsiz.org mail adresinden iletebilir veya sosyal medyadan bize ulaştırabilirsiniz. http://www.sinifsiz.org 14 işçi meclisi Sanal Din Savaşları Başka bir yaşamın da olabileceğini gördüm Merhaba dostlar, sizlerle bir kaç şey paylaşmak istedim. Bir dönem savaşlar silahla, tankla, tüfekle yapılırken bu dönemde hem tankla, tüfekle hem de sanal dünyada yapılmaktadır. Bu ara arşivime bakarken Milliyet'in bir sayfası ilgimi çekti. Sayfada din savaşlarından bahsediyor. Bir sürü oyun şirketi kendi din inancına göre oyun hazırlamış. Milliyet'in yazısının başlığı "Sanal din savaşları". Hıristiyan, Müslüman ve Yahudiler arasında artan kutuplaşma, sanal alemde de etkisini gösterdi. Piyasa, gençleri hedef alan pek çok dini temalı bilgisayar oyunu dolu! Yazı şöyle devam ediyor; "Dini temalı oyunlarda on yıllardan beri artış yaşanıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD'nin teröre karşı başlattığı savaş, bazı çevrelerde "Müslüman Hıristiyan savaşı" gibi algılanıyor; soğuk savaş döneminde Batı için evrensel düşman olarak Sovyetler tanımlanırken bugün radikal Hıristiyan ortamlarında İslam, radikal Müslüman ortamlarında ise Hıristiyanlık baş düşman olarak niteleniyor. İnançlar arasında giderek artan kutuplaşmanın yansımalarını bilgisayar oyunlarında da görmek mümkün. Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi dünyalarında peşi sıra piyasaya sürülen dini temalı oyunlarla gençlik hedefleniyor. Bilgisayar dünyasının en çok konuşulan din temalı oyunları şunlar: Umma defence I ve II (Müslüman) Dünya 2214 yılında İslam bayrağı altında birleşmiştir. Ancak inançsızların bir ayaklanmasıyla huzur bozulur. Oyuncunun amacı inançsızları bulup yok etmektir. Oyunda sık sık tekrarlanan şu ifadeler dikkat çekiyor. "Elhamdülillah, komuta gemisini yok ettiniz." Left behind: Eternal forces (Hıristiyan) Konusu New York'ta geçen Eternal Forces'ta oyuncunun iki seçeneği var: Şeytana ve ona tapanlara karşı savaşmak ya da şeytanın güçlerine katılmak. ABD'de bazı kiliselerin 39,95 dolara satılan oyunu pazarlaması da dikkat çekiyor. The shivah (Yahudi) Oyunda inanç krizine giren bir haham canlandırılıyor. Adını Yahudilerin yas merasimlerinden alan Shivah'ta oyuncu, hem cemaatini hem de parasını kaybeden bir hahamın eski itibarını kazanması için çabalıyor. Evet, dostlar bu iş ne kadar ciddi değil mi? İnsanlığı düşmanlaştırmak için neler yapılıyor. Bu tür olanaklar insanın gelişimi için harcanmış olsaydı, daha iyi bir dünyada yaşıyor olacaktık. Diğer yorumları sizlere bırakıyorum dostlar. Bir İşçi Meclisi okuru "Yo normal insanım" Bir telekomünikasyon şirketinin çağrı merkezinde çalışıyorum. Gün boyu susmayan, durmayan çağrılar içerisinde artık söylediklerimiz, düşünmeden söylenmiş şeyler oluyor. Aynı işlemi günde 150200 defa yapınca artık iş reflekse dönüşüyor, eliniz otomatik olarak ekrandaki gerekli yere sürükleniyor, gözleriniz otomatik olarak farenin gittiği yeri izliyor. Bu sırada gün boyu fare kullanmaktan kaynaklı omuz ağrılarınızı da unutabiliyorsunuz, o da kanıksanıyor. Tam bir robotlaşma hali yani. Bu robotlaşma halini çok kere konuşuyoruz, yaptığımız işin bir sonucu olarak kendimizi buna benzetiyoruz, ancak bu hadisenin bu kadar somut biçimde robota benzemek anlamı taşıdığını geçen gün işyerinde yaşadığımız bir olayla farkettik. Bu yüzden özellikle paylaşmak istedim. Gün her zamanki gibi yoğun başlamıştı. Bütün gün "x ben nasıl yardımcı olabilirim" diye açıp "y'yi aradığınız için teşekkürler, iyi günler" diyerek kapatıyorduk. Bir çağrı esnasında karşımdaki arkadaşımın "yoo ben normal insanım" dediğini duydum ama bir anlam veremedim. Arkadaş çağrısı biter bitmez çağrıda yaşadığı diyaloğu anlattı. Bir müşteri hatta bağlanıyor, işlemini söylüyor, arkadaş da yapıyor. Sonrasında müşteri, "pardon siz robot musunuz?" diye soruyor. Arkadaş da bir yandan şaşkınlıkla bir yandan da gülerek "yo normal insanım" diye yanıtlıyor. Evet, biz aslında normal insanız ama yaptığımız iş, bizi zorladığı çalışma temposu insan olduğu- muza da şüphe düşürdü. Bütün gün aynı işi bıktıran bir tekrarla yapan eller, gözler, aynı şeyleri düşünmeden söyleyen ağızlar, hepsi yaşamak için katlanmak zorunda kaldığımız bu işin eseri. Emin olun, bir çağrı merkezi işçisinin yaptığı işle hemen hemen hiçbir ruhsal bağı yoktur. 9 saatten 12 saatlere dek uzanan çalışma süreleri sadece yaşayabilmek için hemen herkesin nefret ettiği tempoyla çalışarak geçer. Bu olaydan sonra daha da iyi gördük ki, kapitalizm koşullarında çalışma bizim insanlığımıza da düşman. Ama emin olun o kadar kolay pes etmeyeceğiz. Zaten başka çaremiz de yok. Bizim insani özelliklerimizi dahi yontan, emeğimizi kontrol altına almak, daha fazla para kazanmak için bizi robotikleştiren patronların bizim için tasarladığı yaşamın sınırlarına sığmayacağız. Her defasında "yo normal insanız" diyecek, insan olmanın gerektirdiği gibi davranacak, insanlık dışı çalışma koşullarına isyan edeceğiz. Kapitalizmi yıkmanın bir formülü de bence buradan geçiyor. Her gün daha fazla sayıyla ve daha fazla öfkeyle "biz insanız" demekten. Bir çağrı merkezi işçisi Bir kadın olarak Gezi'ye gittiğimde ilk dikkatimi çeken şey cinsiyet ayrımının olmaması ve büyük bir dayanışma örneğiydi. Park içinde bambaşka bir hayat kurulmuştu. Kadınların cinsiyetlerinden dolayı en ufak bir tedirginlik yaşamadan yürüyebileceği, çimlere uzanabileceği, sadece insan olmanın güzelliğini yaşadığı bir ortam. Herkeste bir hoşgörü, yardımseverlik, birbirine saygı olan bir ortam. Sokak çocuğu kavramının ortadan kalktığı, birileri tokken birilerinin aç olmasının söz konusu dahi olamayacağı bir yer. Gezi'ye gelenlerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyordu, içinde yaşadığımız erkek egemen sistemden rahatsız benim gibi kadınlardan. Bu son derece doğal, çünkü yaşadığımız toplumda kadın için hayat çok zor. Gelenek adı altında kadına dayatılan yaşam biçimi, kadına hayatı zehir eden baskıcı, ikiyüzlü, kadını sadece doğurmakla görevli cinsel bir obje, her zaman erkeğin bir adım gerisinde yer alan evde hizmetçi haline getirmektedir. Özellikle son zamanlarda devleti yönetenlerin televizyonlara çıkıp kadınlara kaç çocuk doğurmasından tutun da doğum şekline kadar dayatmalar yapması ve kadının nasıl yaşayacağına karar verme çabaları artık tahammül edilemez bir boyuta ulaşmıştır. Gezi'ye gelenlerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyordu, içinde yaşadığımız erkek egemen sistemden rahatsız benim gibi kadınlardan. Bu son derece doğal, çünkü yaşadığımız toplumda kadın için hayat çok zor. Büyük şehirlerden çıkıp Anadolu'da daha küçük yerleşim yerlerine doğru gittiğimizde kadının bir insan olarak var olduğunu düşünmek kendimizi kandırmaktır. Buralarda kadın için nefes alabilmenin yolu koşulsuz şartsız erkeğe itaat etmekten geçiyor. İşin en kötü yanı da kadının bunu kanıksamış olması. Buralarda kadın olarak dünyaya gelmek doğuştan cezalı, lanetli olmak anlamına geliyor. Buralardaki kadının yaşamı bir hayat kadınına oranla daha kolay değil, yalnızca yaşadığı sorunlar biraz farklı. Büyük şehirlerde ise üniversite okuyup uygun bir iş bulabilmiş kadınlar için hayat biraz daha özgür, biraz daha rahatken, ekonomik olarak erkeğe bağımlı kadınlar için durum Anadolu'daki kadınlardan daha iyi değil. Böyle bir coğrafyada yaşayan bir kadın olarak Gezi'ye gidip kadının da insan gibi yaşayabileceği başka bir yaşamın da olabileceğini gördüm ve içimde umudun yeşerdiğini hissettim. Anladım ki aslında her şey bizim elimizde; biz istersek bize dayatılan bu hayatı değil de olması gereken, hakkımız olan yaşamı kurabiliriz. Gezi direnişçisi bir kadın Spor, Piyasa ve Yasak 15 işçi meclisi Stadyumlarda Gezi direnişi üzerine sloganlar ve buradan doğru yaratılan yeni politika burjuvazinin korkulu rüyası olacaktır. Endüstriyel futbol karşıtı bir hareketin Gezi direnişi ruhuyla yaratıldığını bir düşünelim. Milyar dolarlık spor A.Ş.'leri tabii ki bu mayanın oraya evrilmesinden korkacaklardır. Gezi direnişi sonrasında burjuva iktidarın direnişçi avı ve ardından özellikle kitleselliğin doruğa ulaştığı spor etkinliklerinde yasaklar gündeme geldi. Direniş ruhunun stadyum ve spor salonlarında var olmasından duyulan korku nedeniyle, burjuva iktidarı spor müsabakalarına siyaset yasağı getirdi. Endüstriyel futbolun ortaya çıkması ve gelişmesi ile özellikle büyük kulüpler birer devasa şirket halini alarak, borsada yerlerini aldılar. Şirket haline dönen bu kulüpler aynı doğrultuda kâr odaklı spor olgusunun yaratılmasına neden olmaktadır. Yapılan her spor etkinliği birer yeni para kazanma kapısı, şirketlerin borsadaki parametrelerinin yükselmesi anlamına gelmektedir. Sporcuların transferleri bile karlı birer ürün alımı meselesine denk düşmektedir. Son dönemlerde artan oranda doping, şike vb. meselelerin alt metninde aslında bu kâr ve rekabet amaçlı spor anlayışı yatmaktadır. Ticarette her türlü yolsuzluk ve vahşilik nasıl varsa birer ticaret işletmesine dönen spor dünyasında da her türlü kirlenme mevcuttur. Gerçek spor seyirciliği ve yapılan etkinliklerde taraf olmadan zevk alma olgusu artık giderek ortadan kalkmakta, bu tarz spor seyircileri hızla yok olmaktadır. Çünkü kapitalizm seyirci ve spor arasındaki ilişki kuruş biçimini takımı için ürünlerini satın alma, kombine bilet alma biçiminde yeniden kurmaktadır. Spor kulüpleri hızla sportif A.Ş.'ler olurken taraftarlar da müşteri olmuştur. Yaratılan bu vahşi rekabet içerisinde sporcu ölümleri de hızla artmaktadır. Spor etkinliklerinde daha fazla para kazanmak adına şirket basın sözcüleri ve kulüp başkanları eliyle yapay çatışmalar yaratılmakta ve o müsabakalara katılım buradan doğru arttırılmaktadır. Spor, Gezi direnişi ruhunun stadyumlarda ve salonlarda dolaşmasının korkusu dışında, burjuvazi tarafından yıllardır geniş kitlelerin uyutulması ve kendi politikalarına yedeklenmesinin aracı olmuştur. Kırk yıl boyunca İspanya diktatörü Franco ülkesini üç F ile yönetmiş olup "fado, fiesta ve futbol" söylemi de bunun en bilindik örneğidir. Stadyumlarda Gezi direnişi üzerine sloganlar ve buradan doğru yaratılan yeni politika burjuvazinin korkulu rüyası olacaktır. Endüstriyel futbol karşıtı bir hareketin Gezi direnişi ruhuyla yaratıldığını bir düşünelim. Milyar dolarlık spor A.Ş.'leri tabii ki bu mayanın oraya evrilmesinden korkacaklardır. Sadece AKP'nin Gezi korkusu yüzünden stadyumlarda siyaseti yasakladığını söylemek bu arka planın, sermaye-spor ilişkisinin görülmesine engel olacaktır. Peki, siyaset gerçekten yasak mıdır? Yoksa burjuvazinin çıkarları doğrultusunda gelişen siyaset söylemleri, sloganları ve pankartları serbest, muhalefet mi yasaktır? Futbol liginin Fenerbahçe-Konyaspor müsabakasında yaşanan aslında bu sorunun tam da cevabını bize vermiştir. Burjuva iktidarın Mısır politikasını stadyumlarda yansıtmak serbesttir. Fenerbahçe maçında tribünlerde Mısır'daki İhvancılara ve Mursi'ye destek görüntüleri vardı. 'Şeref' tribününde Konyaspor'lu bir yönetici boynunda Mursi'nin silueti olan atkıyla otururken hem Fenerbahçe hem de Konyaspor tribünlerinde İhvancılar için pankartlar açılıyordu. "Mursi'ye selam direnişe devam" pankartının açılması tribündeki siyaset yasağının kime olduğunu göstermektedir. Burjuvaziye kendi yasakladığı alanlarda –stadyumlar da dâhil- siyaset serbestken, işçi ve emekçilere siyaset her alanda yasaktır. Gezi ruhuyla sarsılan burjuva demokrasisi bu ruhun devam etmemesi için elinden geleni yapacaktır. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) ile Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın ortak çalışmalarıyla stadyumlarda yasaklar daha da kalıcı ve güçlü hale getiriliyor. E-bilet, güvenlik kamerası ve yüz tarama sistemi, 6 farklı statta devreye sokuldu. 'Gözlemci polis' uygulaması da ligin ilk maçıyla birlikte statlarda yerini aldı. Her takıma zimmetlenen sivil polisler, takımların deplasman maçlarına dahi giderek düzenli taraftar gruplarını takip edebilecek. Adeta taraftar grupları timleri oluşturulacak. Tribünlerde fişleme, ajan faaliyet için bulunacak sivil polislerle direniş sloganlarının atılması, "siyasi" pankart ya da dövizlerin açılması engellenecek. "Maç esnasında yanınızdaki taraftarlardan siyasi tezahürat edenler varsa hemen emniyet güçlerine bildirin" tarzında bir uygulamanın da hayata geçirildiği söylenmekte, bu uygulama mahallelere konulması düşünülen ihbar kutularını getiriyor aklımıza. Burjuvazinin ihbarcılık politikası her daim var olan bir olgu olmuştur. Mersin'de yapılan olimpiyatlarda biletlerin belli kesimlere satıldığı ve açılışta yaşanabilecek protestoların önüne geçildiğini gördük. Aynı durum FB-GS Süper Kupa maçında da Kayseri'de uygulanmıştır. Maçın Kayseri'ye alınması da bir tesadüf değildir. Ayrıca taraftarla ilgili yapılan fişleme verileri Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) merkezi veri tabanında toplanacak. Buradaki taraftarların kişisel bilgileri incelenmek üzere İçişleri ve Maliye bakanlıklarının erişimine açık olacak. Yapılan incelemelerde suç kaydı ya da vergi borcu olanlar anında tespit edilecek. Burjuva iktidarı ne yaparsa yapsın stadyumlara ve salonlara Gezi ruhunun taşınması önemlidir, burjuvazinin yasağının sökmediği İstanbul'da Olimpiyat ve TT Arena statlarında oynanan maçlarda bir kez daha görülmüştür. Ancak bu ruhun yanında oradaki durumun endüstriyel futbola karşı gelişmesini sağlamak gerekmektedir. Bu burjuvazinin korkularını katbekat arttıracak, stadyumlarda yakalanan o havanın sermaye karşıtlığına doğru gelişmesiyle spor alanından da bir duruş yaratılmasının önünü açacaktır. Burjuvazi Gezi direnişinin yanında olan sporcuyu yerden yere vururken, direnişin karşısında en ırkçı söylemlerle yer alanı yere göğe sığdıramamıştır. Bu saldırı yasakların aslında bu alana doğru yöneleceğini de göstermiştir. Gezi sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Spor alanında da bu sloganı gerçek yaşamla buluşturmak gerekmektedir. Gezi sloganları stadyumlarda Gezi ruhunun kitlesel biraraya gelişlerin yaşanacağı her alana yayılacağını bilen iktidar futbol maçları başlamadan tehditler savurmaya başlayarak ön önlem çabasına girişmişti. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, statlardaki tansiyonun artması ve Gezi Parkı olaylarının statlara taşınması durumunda, bunun bedelini kulüplerin ödeyeceği açıklamalarıyla tehditler savurmuştu. Bu tehditler neticesinde Olimpiyat Stadı'nda oynanacak Beşiktaş-Trabzon derbisi öncesi polis sabah saatlerinde Çarşı grubunun stadyuma astığı pankartları tek tek kontrol etti. Pankartlar stadyuma polis kontrolunde asıldı. Maçlarda ve stada girişte "Her yer Taksim her yer direniş", "Biber Gazı oley" ve "Sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım" sloganları atılırken en coşkulu an maçların 34. dakikası oldu. Bu yasakların, tehditlerin, sopa sallamaların işe yaramayacağı İstanbul'da oynanan ilk maçta gösterildi. Olimpiyat Stadı BJK-TS maçında Gezi sloganları ile inledi. Olimpiyat Stadyumu'ndan sonra GS-Gaziantep maçında TT Arena stadyumu ve FB-Eskişehir maçında Kadıköy stadyumu Gezi sloganları ile yankılandı. Sloganları yayının sesini kısarak görünmez yapmaya çalışan Lig TV'ye yanıt da slogan atılma anlarını yansıtan ve sosyal paylaşım ağlarında paylaşılan videolarla verildi. Böylece bir kez daha yasakların, sopa sallamaların, ses kısmaların işe yaramayacağı gösterilmiş oldu. Berlin'de Öğretmenler Grevde Eğitim Sendikası GEW´in aldığı kararla, Berlin´de eğitimciler 21-22 Ağustos'ta iki gün grev yaptı. İş bırakan eğitimciler sabah saat 9:30′da Dorthea-Schlegel-Platz'ta toplanmaya basladı, yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra, Klosterstrasse'de eyaletin maliyeden sorumlu Senato binası önünde konuşma ve açıklamalar yapıldı. Sendikanın grev kararı almasındaki başlıca etkeni Berlin GEW başkanı Doreen Siebernik söyle açıkladı: "…Eğitim ve bilim alanında çalışan ücretliler olarak, aynı işi yapıyoruz ama aynı ücreti almıyoruz ve bu eşitsizlik her geçen gün artıyor, biz Berlinliler olarak diğer eyaletlerdeki arkadaşlarımızdan da düşük ücretlendiriliyoruz. Ücretlerimizin tarif edildiği gruplandırmamız dahi yok. Nisan 2012′den bugüne kadar görüşmelerimize olumlu yanıt verilmedi, sorun devam ediyor ve Senatör Ulrich Nubaum bu konuda yetkili olduğu halde, bizleri bu güne kadar oyaladı, bugün grev yapmayla bizleri karşı karşıya getirdi." Ver.di sendikası da bu eyleme destek verdiğini açıkladı ama örgütlü bir katılım olmadı. Sendika başkanı Frank Bsirske, "…demokratik koşullarda kim ki iyi ve kaliteli bir eğitim istiyorsa, eğitimcilerin çalışma ve ücretlendirme koşullarını iyileştirmek zorundadır. Aksi durumda tıkanan toplu sözleşme görüşmeleri sonucu hizmetler de tıkanır."dedi. Almanya genelinde, öğretmen, pedagog, kreş çalışanları,üniversite çalışanları, sosyal danışmanlar ve bu meslek gruplarından öğrenciler de dahil olmak üzere, 250 bin kişi bu sendikanın örgütlenme alanında. Berlin'de ise bu sayı yaklaşık olarak bir grup delegasyon parti başkanları ile görüşme yaptı. Sendikanın talebi toplu sözleşme taslağındaki taleplerinin kabul edilmesi, ki bunlar arasında eşit ise eşit ücret, maaşların yükseltilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ön planda yer alıyor. Bu alanda çalışan eğitim işçileri üç kategoride konumlandırılıyor. -Devlet kadrosunda çalışanlar ki bunların yasal olarak grev hakkı yok, görece maaşları yüksek. -Diğer bir kesim uzun süreli sözleşmeli personel, ellerinden alınmakla tehdit edilen yasal bir grev hakları var. 22-29 bin. Eyleme çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 3000′den fazla kişi katıldı. Eyleme katılım işyerlerine göre farklılıklar gösteriyor. Özellikle genç öğretmenlerin çalıştığı okullarda ve sınıflarda %70-80 oranında ders verilmedi, kiminde ise tam iş bırakıldı. Acil durumlar için kimi okullarda hiç öğretmen kalmadı ve okul müdürleri bu görevi üstlendi. Berlin'in çevrelerinde özellikle Hellersdorf-Marzahn gibi yerlerde ise katılım çok düşüktü. Charlottenburg-Wilmersdorf ise katılımın en yüksek olduğu yerlerdi. Grev hazırlığı öncesinde okullarda velilerle yapılan toplantılarda, velilerin greve tam desteği oldu. Çocuklarını okula yollamadılar ve kimi okullarda aktif katılım gösterdiler. Grevciler saat 10:00′da toplandı. Yürüyüş sonrası CDU ve SPD başkanlarının bulunduğu bina önünde toplanıldı. Burada yapılan konuşmalar sonrası Sendika taleplerine olumlu yaklaşılmadığı durumda ilerleyen günlerde eylemlerine devam edeceğini açıkladı ve eylem sonlandırıldı. ABD'de fast-food işçilerinin grevi 60 şehre yayıldı McDonald's, Burger King, KFC, Wendy's, Subway, Taco Bell, Domino's… gibi tekellerde sendikasız, part time çalışan ve saatte ortalama 8,94 dolar ücret alan işçiler saat ücretlerinin 15 dolara yükseltilmesini istiyorlar. Genç yaşlı, kadın erkek 4 milyon işçinin çalıştığı 200 milyar dolarlık fast-food sektöründeki grev beklentilerin üzerine çıkarak 60 ilde etkili oldu. Örgütlenmenin geçmişten beri zor olduğu ve ucuz işgücü cenneti olarak bilinen Güney eyaletlerinde de grev başarıyla yürütüldü. Grev New York'ta Occupy Wall Street hareketinden de destek gördü. ABD'de federal asgari ücret saatte 7,25 dolar. Fast-food işçileri aldıkları ücretle en az 1000 dolar olan kiralarını bile tek başlarına ödeyemiyorlar. 37 yaşındaki Mc Donald's işçisi Rita Jennings "Tek başına geçinmek mümkün değil. Mutlaka biriyle birlikte yaşamanız gerekiyor" diyor. 20 yaşındaki bir başka işçi ise, "Ben bu grevi kendime ve birlikte çalıştığım arkadaşlarıma saygımdan yapıyorum. Çalışma saatlerim aniden kısaltıldı ve başımı sokacak bir yer bulmalıyım" diyor. İşçilerin yüzde 70′i yüksek okul mezunu. Grevi örgütleyen işçi örgütü Fast-food Forward (Fast-food İleri), grev çağrısında bir yıldır yürüttük- Çalışma koşulları en kötü olan ve en düşük maaşı alanlar ise bu grup. Hızlandırılmış bir eğitimden geçirilip, sadece boşluk doldurmak üzere çok kısa süreli sözleşmelerle çalıştırılıyorlar. Almanya geneline göre Berlin'de eğitimcilerin durumu çok kötü olduğu için çoğu kişi Berlin dışına çıkıyor, buradan doğan boşluğu doldurmak için bu gruptakilerle ihtiyaç giderilmeye çalışılıyor. Bu iki günlük grevde aktif iş bırakma bu kesim tarafından gerçekleştirildi. Grevin ikinci gününde ise yaklaşık 1000 kişi bisikletli eylem korteji ile diğer 2000 kişi ise yürüyüş korteji halinde tekrar sokaklardaydı. GREV SENİ ÇAĞIRIYOR! ABD'de fast-food zinciri işçileri saat ücretlerinin yükseltilmesi talebiyle grev ve protestolar gerçekleştirdiler. -Üçüncü kategoride ise daha genç bir eğitimciler grubu yer alıyor. leri kampanya sayesinde ücret zammı alabildiklerini, yakın zamanda da yılın en sıcak gününde bozuk klimalarının tamir ettirildiğini belirtti. Son bir yıl içerisinde irili ufaklı grevler de yaşandı. Ancak işçiler örgütlendikleri koşullarda işten atılıyor, çalışma saatleri (ve dolayısıyla ücretleri) azalıyor ve her türden misilleme ile karşı karşıya kalıyorlar. Fast-food tekelleri ise greve ve işçilerin taleplerine karşı "Amerikan rüyası"nın çoktan boşa çıkmış propagandasına başvurdular: "Tarihimiz çalışmaya McDonald's'da başlayan ve başarılı kariyerlerini McDonald's'da veya başka işyerlerinde sürdüren bireylerle doludur." "Kasiyerlikten başlayıp mağaza müdürlüğüne yükselme" hayalleri, "ayın elemanı seçilme" kamçısı ile ezici çoğunluğu genç işçilerin çalıştırıldığı Türkiye'den farklı olarak ABD'de her yaştan işçi fast-food zincirinde ücret köleliğine kelepçelenmiş durumda. Fast-food zincirleri ekonomik kriz dönemlerinde bile bu azami sömürü üzerinden "ekonomik menüler"le büyümeyi sürdürüyor. Grev, en güvencesiz sektör ve işkollarında bile örgütlenme ve mücadele dinamiklerinin birbirini de tetikleyerek uç vermesinin son göstergelerinden biri oldu. McDonald's'ın sendika kırma politikası, bu yılın Şubat ayında Türkiye'deki McDonald's'lara ekmek üreten East Balt'taki örgütlenme girişimini de hedef almış, Tek Gıda-İş'te örgütlenen işçiler işten çıkarılmıştı.