T.C. EGE ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ AMERĠKAN KÜLTÜRÜ VE EDEBĠYATI Anabilim Dalı 1990’LARDA ÇĠNLĠ AMERĠKALI OLMAK: GISH JEN VE FRANK CHIN’ĠN ROMANLARINDAKĠ KĠMLĠK ARAYIġI YÜKSEK LĠSANS TEZĠ Berna KAYA DANIġMANI: Yrd. Doç. Dr. Esra ÖZTARHAN ĠZMĠR-2013 ĠÇĠNDEKĠLER YEMĠN METNĠ……………………………………………………..………………….ii TUTANAK……………………………………………………………………..………iii GĠRĠġ...………………………………………………..……………………….……......1 I. ONDOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE AMERĠKA’DAKĠ ÇĠNLĠLER……………………………………………………………………………...7 1. Ondokuzuncu Yüzyılda Çin………………………..…………...………..…...7 1.1. İmparatorluk ve Etkileri…………………………………...…..…....7 1.2. Manchu Yönetiminde Çin..………………………...………………..8 2. Ondokuzuncu Yüzyılda Amerika‟daki Çinliler…………..………………...…8 2.1. Çinlilerin ABD‟ye Gelişi………………………………………...….8 2.2. Çinlilere Yönelik Irkçı İdeolojiler………………………….…..…...9 2.2.1. Vatandaşlık Hakkı…………….……………...…….…...…9 2.2.2. Kıtalar Arası Demiryolunun İnşaası….…..………….......10 2.3. Çinlilerin ABD‟deki Sosyal Yapılanması…………….……......…..10 2.3.1. Klan, Fong ve Tong‟lar………………………………..…10 2.3.2. İlk Amerikalı-Çinli Kuşağın Doğuşu………………...…..11 2.4. 1882 Göçmen Yasası……………….……………………….….….11 3. Yirminci Yüzyılda Amerikalı Çinliler………..……..………………….……12 3.1. Boxer İsyanı, Boykot ve Sonuçları………….……………...…..….12 3.2. San Francisco Depremi, Çin Mahallesi Yangını ve Evrak Oğullar.12 3.3. Angel Adası…………………………………..…..……………...…13 3.4. 20. Yüzyılda Çin…….…………………………..….…………...…13 4. Yirminci Yüzyılda ABD‟deki Çinlilerin Hayatları………………..……..….14 4.1. Meslekler………….…………………...……………….…..………14 4.2. Kimlik Sorunları……….…………………..…………….……...…14 4.3. Büyük Bunalım Dönemi……………...………………….……...…15 4.3.1. Çin Mahallesi ve Turizm…………..……………..…..….15 4.3.2. Popüler Kültürün Etkileri…………..…………………….15 4.4. İkinci Dünya Savaşı ve Etkileri……….……….……….…..……...16 iv 4.4.1. Nanking Katliamı………………………………....….…..16 4.4.2. Pearl Harbor………………………………..……..…..….16 4.5. Çin Halk Cumhuriyeti‟nin Kuruluşu ve Etkileri…….……...…..…17 4.5.1. Amerikalı Çinlilere Karşı Şüphe……………....……...….17 4.6. Sosyal ve Politik Alanda Çinli Amerikalılar….…….…………...…18 4.6.1. Amerikalı Çinliler ve Politik Aktivizm...…….……...…...18 4.6.2. 1986 Tiananmen Meydanı Olayları ve Etkileri…..………19 5. Yirminci Yüzyıl Sonunda ABD‟deki Çinliler……..……………………..….20 5.1. Gelir Grupları…………….……………………...………………....20 5.2. Uluslararası Evlat Edinme ve İnsan Kaçakçılığı...…...….….…….21 II. ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ĠLGĠLĠ KAVRAMLAR VE ABD’DE KÜLTÜREL ÇEġĠTLĠLĠK.......................................................................................................23 1. Kültür, Etnik Köken ve Irk…………………….…………………...……..…23 1.1. Kültür………………………………….………………..………….23 1.2. Irk…………………….………………………………...…………..24 1.3. Etnik köken…………………………………………………...……25 2. Çokkültürlülük, Asimilasyon ve Etnik Çeşitlilik……………………...…......27 3. Amerika‟da Çokkültürlülük, Amerikalılaştırma ve Amerikan Kimliği….….28 3.1. WASP Baskınlığı…………………….………………………..…...29 3.2. Eritme Potası ve Amerikalılaştırma………….…….………..……..29 3.3. Anglo-Sakson Irksalcılığı ve Genetik……………………………...30 3.4. Irkçılığın Düşüşü ve Kültürel Çoğulculuğun Yükselişi…..…….....31 3.5. Sosyal ve Sanatsal Alanlarda Çokkültürlülük…..……..………….32 III. ÇĠNLĠ AMERĠKALI EDEBĠYATI……………………………...………………34 1. Çinli Amerikalı Edebiyatının Doğuşu ve Gelişimi…………………..………34 1.1. Mektup ve Makaleler……………………………...………...……..34 1.2. Angel Adası Şiirleri ve Kültürlü Çinliler…………………..…..….36 1.3. Sin Far Sui……………………………………..…………………..38 1.3. 1940‟larda Çinli Amerikalı Edebiyatı……………………...……...39 1.3.1. Savaş Edebiyatı…………………………..………………39 1.3.2. İkinci Kuşak Çinli Amerikalı Yazarlar……………….....39 v 1.4. 1960 ve 1970‟ler……………………………………...……………41 1.4.1 Frank Chin…………………………………..……………41 1.4.2 Maxine Kingston…………………………………….…...42 1.4.3 Amy Tan………………………………..……………...…43 2. 1960 Sonrasında Edebi Kuramların ve Eleştirinin Gelişimi………….……..44 2.1. Etnik Milliyetçi Kuram…………..………….………………….....44 2.2. Etnik Feminist Kuram………………..…………….………………45 2.3. Heterojen Çoğulcu Kuram………………....……………………....46 3. 1990‟lar ve Çinli Amerikalı Edebiyatı………………………………...……..47 3.1. Gish Jen……………………………………………...……………..47 3.2. Sanatsal Özgürlük ve Toplumsal Sorumluluk……………………..48 IV. MONA IN THE PROMISED LAND’DE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ………….…….…………….………………...51 1. Çinli Olmak…………………………………………………...……………...51 1.1.Mona‟nın “İlginç Çinli” İmajı…………………..…………….…....51 1.2. Çin ve Amerikan Kültürleri Arasındaki Farklılıklar……………....52 2. Amerika‟da Çinli Olmak……………………….……………...……….…....53 2.1.Kendi Kimliğini Şekillendirme……....…………………..….….…..53 2.1.1. Mona ve Yahudilik………………………………...…..…53 2.1.2. Helen ve WASP Kültürü…………………………………54 2.2. Çinli-Amerikan Kuşaklar ve Farkları……………………......…….55 3. Etnik Köken ve Çinli-Amerikalı Kimliği...………………...……….……....55 3.1. Callie ve Etnik Köken….……………………………..…….…...…55 3.2. Mona‟nın Kimliğini Şekillendiren Unsurlar…………………..…..56 3.3. Cedric ve Eski Kuşak Çinli-Amerikalılar……………………….....57 3.4. Politik Aktivizm/Pasifizm ve Çinli-Amerikalılar………………….58 3.5. Anavatan Kavramının Algılanışı ve Etnik Kimlik……….…….….59 4.Azınlıklar Arası İlişkiler…………………………….…..………..………......60 5. Çokkültürlülük…...……………………………………………………...…...61 5.1. Irksal Önyargılar ve Topluma Etkisi…………….……..………....62 5.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi………………..….63 vi 5.2.1. Mona ve Çokkültürlülük…………….………………...…63 5.2.2. Seth ve Çokkültürlülük…………………………….……..65 6. Kültürleri Birleştirmek…………………………………………..………..….66 V. DONALD DUK’TA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ………...……………………………………..…………………………..….69 1. Çinli Olmak…………………………………….….………………..………..69 1.1. Donald‟ın WASP İdolü…………………………………………….69 1.2. Kaliforniya Tarihi ve Çinliler………………….…………..……...70 2. Amerika‟da Çinli Olmak…………………………………………………….71 2.1. Çinlilerin Marjinalleştirilmesi……………...………………………71 2.2. Çin Kültürünü Tanımak…………………..………………..……....71 2.2.1. Kaderin 108 Yıldızı……………………...…….…………72 2.2.2. Etnik Mitoloji ve Tarih……………………………......….73 3. Etnik Köken ve Çinli-Amerikalı Kimliği………….……………...……...….74 3.1. Eritme Potası…………………………...……………………...…..74 3.2. Etnik Köken ve WASP Amerikalılaştırması…………….……...….75 3.2.1. Çokkültürlülüğü Reddetme…………………………...….75 3.2.2. “Pasif Çinli” Tektipi………………………….………......76 3.3. Etnik Kökenin Günümüze Aktarılışı……………………….....……76 3.3.1. Mitoloji Yoluyla Aktarım.………………….………..…...78 3.3.2. Tarihsel Belge Yoluyla Aktarım………………..………..78 3.4. Azınlık Olmayı Kabullenmek….………………………………..…79 3.4.1. Etnik Kimlik ve Irkçılık……………………………..…..81 3.4.2. Azınlık Dayanışması…………….…………………...…..82 4. Çokkültürlülük……………………………………………...………………..83 4.1. Azınlıklar Arası İlişkiler……………………………………..…….83 4.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi………………...…83 5. Kültürleri Birleştirmek…………………………………..….………………..85 SONUÇ…………...………………………………………………………………..…..87 BĠBLĠYOGRAFYA………………………………………………………..……….....92 ÖZGEÇMĠġ…………………………………………………………………………...97 vii ÖZET…………………...……………………………………………………...………98 ABSTRACT…………………………………………………………………...………99 viii GĠRĠġ Amerikan kültürü ve edebiyatı kavramı, günümüzde genellikle beyaz ırka ait Anglo-Sakson Protestanların kültürü ve onların edebi eserlerinin bir bütünü olarak algılanmaktadır. Oysa Amerika Birleşik Devletleri, içerisinde birçok farklı kültürü ve etnik kökeni barındıran, çok uluslu bir devlettir ve Amerikan yerlileri haricinde ülkede bulunan farklı ırklardan insanların tümü, bu topraklara göç ederek yerleşmiştir. Bahsedilen farklı ırk ve etnisitelere, Afrika, Hispanik, Avrupa, Yahudi, Hint, Asya kökenli Amerikalılar ve daha birçok farklı örnek verilebilmektedir. Elbette, bu kadar geniş bir kültürel ve etnik çeşitliliğin var olduğu bir ülkenin edebiyatı da, birçok farklı etnik köken ve kültürden yazarların yarattığı eserleri kapsamaktadır. Bu durum, bir yandan bir bütün olarak Amerikan edebiyatına kültürel ve tarihi bir zenginlik, bir çokkültürlülük kazandırmakta, diğer yandan da Amerikan edebiyatının birçok alt türe sahip olmasını sağlamaktadır. Amerikan edebiyatının bu alt türlerinden bir tanesi de Çinli Amerikalı edebiyatıdır. Çinli Amerikalı edebiyatı, Amerika topraklarına göç eden, bu topraklara yerleşen ve elbette Amerika Birleşik Devletleri‟nde en az biri Çin kökenli olan ebeveynler tarafından dünyaya getirilen Amerikan vatandaşlarının eserlerini kapsayan edebi gelenektir. Çinli Amerikalı edebiyatının başlangıcı, genellikle ondokuzuncu yüzyılda Kaliforniya‟daki altın madenlerinin zengin olma umuduyla popülerleşmesiyle birlikte, Çin‟den Amerika‟ya göç eden Çinlilerin eserleri olarak kabul edilmektedir. İnsanın var olduğu her yerde edebiyat da var olduğundan, Amerika‟daki Çinli göçmenler de kültürlerini, tarihlerini, hayallerini, kısacası hayatlarını ifade etmek için yazılı eserler vermişlerdir. Ayrıca Çinli Amerikalı edebiyatı, oldukça geniş bir tür yelpazesine sahiptir; Şiirlerden anı ve otobiyografilere, mektuplardan romanlara kadar birçok farklı edebi türden eserler Çinli Amerikalı edebiyatını oluşturan parçalardır. Tıpkı eserlerdeki çeşitlilik gibi, Çinli Amerikalı yazarlar da sosyal, ekonomik ve politik açılardan farklı görüşler ve yaşam tarzları sergilemektedirler. Ayrıca, Çinli Amerikalı yazarlar, içinde bulundukları dönemlerden, ulusal ve uluslararası politikalardan, sosyal ve ekonomik koşullardan etkilenmişlerdir ve bunlar da eserlerine yansımıştır. 1 Her ne kadar farklı dönemler ve koşullarda yazmışlarsa da, Çinli Amerikalı yazarların eserlerinde bazı ortak temalar öne çıkmaktadır. Bu temalardan bir tanesi Çin kökenlilere yapılan ırkçı ayrımcılık ve beyaz Anglo-Sakson Protestan (WASP)1 kültürünün baskıcı özellikleridir. Bu temalar, özellikle yirminci yüzyılın ortasına kadar yazılan göçmen Çinli edebiyatında görülür ve eserlerde dışlanmışlık ve ırkçılık olarak yer alır. Özellikle erken dönem Çinli Amerikalı edebiyatı, mektup ve anı gibi türlerde eserler vermiştir ve bu eserler genellikle Çinli Amerikalılara yapılan eğitim, sağlık, iş imkanları gibi sosyal konularla ilgili ayrımcılığı gözler önüne sermektedir. Bu noktada altı çizilen bir başka tema da asimilasyon olmuştur. WASP kültürünün bir dayatması olan “eritme potası” sembolü ile azınlıkların etnik ve ırksal kökenlerinden arınması ve beyaz Amerikalılar gibi davranmaya zorlanması konusu da, Çinlli Amerikalı edebiyatının her döneminde işlenen bir tema haline gelmiştir. Çinli Amerikalı kuşaklar arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalar da, özellikle yirminci yüzyıl eserlerindeki ortak temalardan biridir. Bu konunun özellikle Çin göçmeni anne ve baba ile ABD doğumlu kız/oğul ilişkileri üzerinden verildiği de, bu tezde açıkça görülecektir. Bu tezde incelenen bütün romanlarda, Çinli göçmenlerin yaşadığı zorluklar görülmektedir. Fakat yalnızca göçmen edebiyatı incelenmemiş, kimlik kavramı da üzerinde sıklıkla durulan bir konu olmuştur. Kimlik, özellikle ABD gibi çok uluslu ülkelerde 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟nden sonra, çokkültürlülük ve etnik köken ile yakından ilişkili bir kavram haline gelmiştir. Tezde incelenen romanlar, 1960‟larda etnik kökenin yükselişine ve ırkçı hareketlerin reddine tanıklık etmiş olan yazarların, 1990‟larda yayınlanmış olan eserleridir. Bu bağlamda, kimlik ve özellikle Amerikan kimliği kavramının günümüzdeki yansımaları, göçmenliğin zorlukları, ayrımcılık ve asimilasyon gibi konuların yanında, ısrarla üzerinde durulan temalar olmuştur. Çinli Amerikalı edebiyatında çokkültürlülüğün ve etnik kimliğin Amerikan kimliğine olan etkileri de, genel olarak çocukluktan çıkıp ergenliğe giren Çinli Amerikalı başkahramanlar ve onların aileleri ve çevreleri ile olan ilişkileri üzerinden anlatılmıştır. Elbette, etnik kimliğin ve çokkültürlülüğün bu tezde üzerine çalışılmış olan romanlardaki yerini belirleyebilmek için, 1990‟ların Amerika‟sındaki sosyal ve kültürel 1 White Anglo-Saxon Protestant: Beyaz Anglo-Sakson Protestan 2 değişimleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟ni izleyen, etnik ve ırksal azınlıkların etnik kimliği sahiplenmesi dışında, ABD kültürüne olan etkisiyle bahsedilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. 1991‟de Sovyetler Birliği‟nin yıkılmasıyla, ABD dünya genelinde serbest piyasa ekonomisiyle lider konuma gelmiştir ve bu da hem ülkenin hem de bireylerin sosyo-ekonomik durumlarının iyileşmesini sağlamıştır. Ayrıca, ABD, dönemin Doğu Avrupa ülkelerindeki ırksal ve etnik ayrımcılığa karşı, demokrasiyi ve çokkültürlülüğü destekleyen uluslarası politik bir tavır sergilemiştir. Yani, 1990‟ların Amerika‟sı, kendisini Amerikalı olarak tanımlayan herkesi kapsayan, “ulusçu çokkültürlü” bir devlet modeli olarak görülmüştür. Çokkültürlülüğe verilen desteğin başlıca sebebi ise, ABD‟nin ekonomi politikasıdır. Çokkültürlülük, ırksal ayrımcılığın yaptığı maddi etkileri serbest pazar politikalarının taleplerine göre ayarlamıştır (Atanasoski 215). Kısacası, ABD‟nin kapitalist ekonomisi, tüm vatandaşlarını eşit birer “müşteri” olarak gördüğünde ve ırk ayrımı yapmaksızın çokkültürlü tavrı benimsediğinde asıl başarıya ulaşmaktadır. Bunun yanında, teknolojinin gelişmesi ile haberleşme ve medya küreselleşmeye başlamış, beraberinde ise küreselleşen bir kültür getirmiştir. Popüler kültür, her evde bulunan televizyonlar ve yaygınlaşmaya başlayan internet ve cep telefonu kullanımıyla, her ABD vatandaşı için ulaşılabilir hale gelmiştir. Popüler kültür kavramı, etnik grupların da varlığıyla, çokkültürlü bir hal almaya başlamıştır: Tipik bir Amerikan vatandaşının gündelik hayatına, Çin ve Meksika yemekleri, yoga, caz müzik gibi birçok farklı etnik kökene ait öğeler dahil olmuştur. İşte tam da bu sebeple, Amerikan kimliği olgusunu tanımlamak güçleşmiştir. 1990‟ların Amerikan vatandaşı, özellikle bir etnik azınlığa dahil bir bireyse, kendi kimliğini tanımlamakta güçlük çekmektedir. Amerikan rüyası ve demokrasi gibi kavramlar, bireyi kimi zaman etnik kimliğinden uzaklaştırmış, çokkültürlülük ise kültürler arası ilişkileri sağlamlaştırarak, etnik kimliğin keşfedilmesini sağlamıştır. Üstelik, ABD‟de 1990‟ların çokkültürlü ideolojisi, serbest pazarda yapılan yatırımlar ve gerçek eşitliğin savunulması arasındaki tutarsızlığı da maskelemektedir (Atanasoski 215). Yani, 1990‟ların ABD‟de her ne kadar eşitlikçi bir sosyo-ekonomik ortam varmış gibi görünse de, kapitalist sistem dahilinde başarılı 3 olamayan göçmenler ve etnik azınlıklar kimlik bunalımının yanı sıra birçok maddi sıkıntı da yaşamışlardır. Bütün bunlar Amerikan edebiyatını da etkilemiştir. Yukarıda bahsedilenler ile paralel olarak etnik edebiyat, 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟yle tetiklenip 1980 ve 1990‟larda çokkültürlülük ile beslenerek ortaya çıkmıştır. Etnik edebiyat, bir yandan göçmenlerin, etnik ve ırksal azınlıkların sorunlarını yansıtırken, diğer yandan da modern Amerika‟da yaşayan etnik azınlık mensubu bireylerin etnik kimliklerini yadırgama, kabul etme ve Amerikan kimliği yaratma süreçlerini ele almaktadır. Bu tezin ilk bölümünde, Çinli Amerikalıların ondokuzuncu yüzyıldan günümüze uzanan kısa bir tarihçesi bulunmaktadır. Bu bölümde, Çinlilerin Amerika topraklarına gelişlerine ve bu topraklardaki yaşantılarına kısa bir bakış sunulmaktadır. Ayrıca, Çinli Amerikalıları etkileyen sosyal, ekonomik olaylar ile Çin ve ABD arasındaki önemli politik gelişmelere de değinilmektedir. Tezin ikinci bölümünde ise, azınlık edebiyatlarına olan etkisi açısından büyük önem taşıyan, kültür, etnik köken, ırk, çokkültürlülük gibi konular ele alınmıştır. Bu kavramlar ve birbirleriyle olan ilişkileri açıklanmaya çalışıldıktan sonra, konu Amerika Birleşik Devletleri bazında özele indirgenmiş, Amerikan Kimliği öğesi, incelenen diğer kavramlar çerçevesinde irdelenmiştir. Tezin üçüncü bölümünde ise, Çinli Amerikalı edebiyatının ondokuzuncu yüzyıldan bugüne gelişimi incelenmiştir ve Çinli Amerikalı edebiyat geleneğini oluşturan önemli eserler kısaca tanıtılmıştır. Çinli Amerikalı yazarların işlediği konuların ve kullandıkları yazın türlerinin çeşitliği bu bölümde görülebilmektedir. Bunun yanında, bu edebiyatta karşımıza çıkan temalar, karakterler ve dilden söz edilmiş, ardından da Asyalı Amerikalı edebiyat kuramları ve eleştirisine değinilmiştir. Bu bölümde, Elaine Kim ve Frank Chin gibi önemli Çinli Amerikalı yazarların görüşlerine yer verilmiştir. Tezin son iki bölümünde ise roman incelemesi yapılmıştır. Bu romanlardan ilki Gish Jen‟in Mona in the Promised Land (1996) adlı eseridir. Romanın konusu, 1968 yılında onüç yaşında olan ve New York‟taki bir Yahudi mahallesinde yaşayan 4 başkarakter Mona‟ya odaklanmıştır. Mona‟nın, çocukluğundan başlayarak ve ergenliği boyunca, asimilasyon yanlısı ebeveynleriyle, Harvard‟da okuyan ve etnik kökenine sarılan ablasıyla, Asyalı-Amerikalı, Afrikalı-Amerikalı, Yahudi arkadaşlarıyla ve çevresiyle olan ilişkileri ele alınmaktadır. Jen‟in romanını öne çıkaran özelliklerden biri de, Mona‟nın din değiştirmesi ve Yahudi olmasıdır. Çokkültürlülük, etnik köken, ırk gibi konular, Yahudilik ve Çinlilik kavramları üzerinden sorgulanmaktadır. Mona‟nın “Amerikalı” kavramını algılayışı ve bu algının etnik ve kültürel kavramlar bağlamında gelişimi, anne-kız ilişkisi, kadın-erkek ilişkisi gibi semboller aracılığıyla irdelenmektedir. Romanda, Mona‟nın bir yandan ergenlik sorunlarıyla, diğer yandan ise ırk ve etnisite karmaşasıyla, kimliğini şekillendirmeye çalışmasına değinilmektedir. Bunun yanında, Mona ve diğer karakterler, 1970‟lerden 1990‟lara Çinli Amerikalı kavramının değişimine, hayat tarzları ve düşünce farklılıklarıyla ışık tutmaktadır. Tezde incelenen ikinci roman ise Frank Chin‟in Donald Duk (1991) adlı eseridir. 12 yaşına girmek üzere olan ve San Francisco‟nun Çin Mahallesinde yaşayan ana karakter Donald, romanın merkezindedir. Kendi isminden ve Çin kökenli olmaktan hiç hoşlanmayan Donald, ailesinin etnik kökenini sahiplenen tavrından ve Çin Mahallesinde yaşamaktan da alaycı bir tavırla bahsetmektedir. Kendine idol olarak ise bir WASP olan dansçı Fred Astaire‟i görmektedir. Yine, kuşak çatışması konusu babaoğul ilişkisi ile simgelenmekte, asimilasyon, etnik köken ve çokkültürlülük gibi temalar, Donald‟ın ailesi ve çevresiyle olan ilişkisi üzerinden yansıtılmaktadır. Çinli olmak istemeyen Donald‟ın etnik köken ile ilgili düşünceleri ise, gördüğü rüyalarla birlikte değişmektedir. Kıtalararası demir yolu inşaatında çalışan atalarını rüyasında görmeye başlayan Donald, yavaş yavaş etnik kökenine ilgi duymaya ve beyaz ırka mensup arkadaşı Arnold ile birlikte Amerika‟daki Çinlilerin tarihini araştırmaya başlayacaktır. Chin bu romanında, Çin‟e özgü mitlerden ve hikayelerden yararlanmıştır ve Donald‟ın ırk, etnik köken ve kültür gibi kavramları algılayışında bu mitlere yer verilmiştir. Bunların yanında, Donald ve diğer karakterler 1990‟ların Çin Mahallesindeki yaşam tarzını da yansıtmaktadır. İncelenen romanlar 1990‟ların etnik edebiyatına birer örnektir çünkü başkahramanlarının kendilerine ait birer Amerikan kimliği oluşturma sürecini ele alarak, 5 bu süreci etkileyen etnik, ırksal, kültürel ve çokkültürel faktörlerin önemini yansıtmakta, diğer yandan ise Amerika‟da Çin kökenli olmanın birey üzerindeki sosyal ve psikolojik etkilerinin altını çizmekte ve baskın WASP kültürü dahilinde ÇinliAmerikan hayat deneyiminin zorluklarını gözler önüne sermektedir. Gish Jen‟in Mona in the Promised Land ve Frank Chin‟in Donald Duk adlı romanları, Çinli-Amerikalı başkahramanlarının çocukluktan ergenliğe geçişleriyle birlikte, kendi Amerikan kimliklerini arayışları ve etnik kökenlerini anlayışları ve kabul edişleri üzerine kurgulanmıştır. 6 I. ONDOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE AMERĠKA’DAKĠ ÇĠNLĠLER Uluslararası göç, hangi kültürden, hangi nesilden olursa olsun, insanlar için kolayca tercih edilebilecek bir seçenek değildir. Alışkın olunan hayatın, coğrafyanın ve kültürün bir anda yerini yabancı bir çevreye, bilinmeyen bir dile, farklı bir kültüre bırakması tercihi, oldukça zor ve korkutucu bir karardır. Muhtemelen, Amerika Birleşik Devletleri‟ne göç etmeye karar veren Çinliler için, bu tercihin getirdiği deneyim, normalde olduğundan daha korkutucuydu. Dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan Çin‟den, en genç ülkelerinden biri olan ABD‟ye göç etmeyi düşünebilmek için, oldukça geçerli bazı sebepleri olmalıydı. Bu tezde, 150 yıla yakın bir süre boyunca, Çinlileri anavatanlarından ayrılmaya ve ABD‟ye göç etmeye zorlayan koşulları ve bu koşullar üzerinde etkisi olan ekonomik, siyasi, ülkelerarası ve toplumsal sorunları incelerken, bir yandan da ABD‟de yaşayan Çin kökenli halkın karşılaştığı hem ekonomik hem de toplumsal alanlardaki ırkçılık ve ayrımcılık ile onların Amerika‟yı şekillendirmekteki katkılarından bahsedeceğiz. 1. Ondokuzuncu Yüzyılda Çin 1.1. Ġmparatorluk ve Etkileri Göçün nedenlerini anlayabilmek için, öncelikle ondokuzuncu yüzyılda Çin İmparatorluğu‟nun sınırları içerisindeki durumu incelemek gerekir. Oldukça geniş bir alanı kaplayan bu topraklarda coğrafyanın ve bunun yanında sık sık birbirleriyle büyük bir zıtlık gösteren kültürel geleneklerin de bölgeden bölgeye değiştiğini göz önünde bulundurmalıyız (Chang 2)2. Göçebe Moğol ve Tibetlilerin yaşadığı Batı Çin‟den, dünyada kabul gören Çinli yaşam tarzından sıyrılan Tibet‟e, Gobi Çölü‟nden, verimli pirinç tarlalarının bulunduğu nehirler bölgesine, Çin‟de birçok farklı kültür bir arada yaşıyordu. Bu bölgeleri bir arada tutan, kendine özgü kültürü ve kontrol mekanizmasıyla imparatorluk otoritesiydi. Bu otorite özellikle ülkenin iç kısımlarında yaşayan fakir çiftçi halk, sınav sistemi sayesinde kurumsallaştırılmış olan elit kesim (bürokratlar ve toprak üzerinde yetkili devlet memurları) ile kıyılarda konuşlanmış olan tüccarlar ve yoksul, vasıfsız işçiler üzerinde etkiliydi. Fakat sınıflar arasındaki gelir 2 Bütün İngilizce kaynak çevirileri bana aittir. 7 farkı öyle büyüktü ki, kıtlık dönemlerinde yoksullar gerçekten zenginlerin kapısında can veriyordu (Chang 11). 1.2. Manchu Yönetiminde Çin Ayrıca, ondokuzuncu yüzyılda Çin, Qing hanedanlığı (Manchu‟lar) yönetiminde hazinesini ve dünya çapındaki gücünü kaybedip, teknolojik olarak ilerleyemiyor, Nanking Antlaşması uyarınca da İngilizler ülkenin limanlarını ele geçiriyor ve afyon ticareti yapıyorlardı. Bütün bunların sonucu olarak fakirleşen halk, isyanlar çıkarmaya başladı; İmparatorluk bu isyanları askeri müdahale ile bastırırken, hıncını milyonlarca masum kasabalıdan çıkardı (Chang 17). İsyan sonucunda zarar gören topraklar artık çiftçiler için gelir kaynağı olamayacak durumdaydı, isyancılar ise hapse girmektense ülkeyi terk etmeyi yeğliyordu. Bu sırada, ekonomik zorlukların üzerine hayatları da riske giren bu insanlar arasında, “Altın Dağ” diye adlandırdıkları Kaliforniya‟da altın bulunduğu ve zenginliğe ulaşabilecekleri üzerine hikâyeler dolaşmaya başladı. Birçok Çinli, “Altın Dağ”a geçici olarak gelip, bir süre çalışıp zengin olduktan sonra hayatlarını eskiden sahip oldukları sosyo-ekonomik durumdan daha yüksek bir seviyede yaşamak üzere Çin‟e geri döneceklerini düşünüyordu (Wong 39). Böylece, yasadışı yollardan da olsa, Çin‟den Amerika‟ya göç başlamış oldu. 2. Ondokuzuncu Yüzyılda Amerika’daki Çinliler 2.1. Çinlilerin ABD’ye GeliĢi Zor şartlar altında, zorlu yolculuklar yaparak Kaliforniya‟ya ulaşan Çinli göçmenlerin büyük çoğunluğu, hemen altın madenlerine koştular. Diğer birçok göçmen ırk gibi ABD‟nin diline ve kültürüne alışkın olmayan Çinli işçiler, sıklıkla gruplar halinde ve hemşehrileri olan kişilerin altında çalıştılar (Sowell 136). Çalışkanlıklarıyla nam salmalarının ilk nedeni, bulacakları bir parça altın ile hayatlarının değişeceğini bilmeleriydi. Ne kadar çalışkan olurlarsa olsunlar, yeni şekillenmekte olan Kaliforniya‟da henüz kanunlar işlemiyordu ve bu dönemde madenlerde çalışan işçilerin bir kısmı çok zengin olduysa da, bir kısmı da buldukları altınlar için öldürüldü. Kısa bir süre sonra ise en büyük düşmanlarının kanunsuzlar değil, yabancı düşmanı kanunlar olduğunu anlayacaklardı. 8 2.2. Çinlilere Yönelik Irkçı Ġdeolojiler Resmi kayıtlara göre 1851‟den önce yalnızca 46 Çinli Amerika‟ya göç etmişti (Shaefer 87). Halk tarafından göçmen bir grup yerine farklı bir etnik kökene ait bireyler olarak görülüyorlar, böylece hiçbir tehdit unsuru oluşturmuyorlardı. Yine de, beyaz Amerikalıların Çin göçmenleriyle ilgili fikirlerinin altında ırkçı ideolojiler vardı; onlar Doğulu, egzotik ve yabancıydı: Çinliler (Amerika‟ya)3 ilk geldiklerinde, onlara karşı olan önyargı uzun zaman önce açıkça şekillenmiş ve yaşanmıştı. Çinlilere karşı olumsuz görüşler, ilk Çinlinin Amerika topraklarına ayak basmasından çok daha eskide başlamıştı. Birçok Amerikalı, Çin‟in bir zamanlar muhteşem bir uygarlık olduğunu biliyordu, ama aynı zamanda artık ileri derecede yıkılma durumunda olduğu konusunda da hemfikirlerdi. Onların gözünde Çinli insanlar, açlıktan ölen kitleler, yük hayvanları, ahlaksız kâfirler ve afyon bağımlılarından başka bir şey değildi. (Chan 45) 2.2.1. VatandaĢlık Hakkı “Altına hücum” başlayınca, gruplar halinde göç etmeleriyle birlikte, bu ırkçı tutum yalnızca fikir olmaktan çıkarak, yasalar tarafından da desteklenmeye başladı. Federal yasaya göre yalnızca “beyazlar” vatandaşlık hakkı alabiliyordu; yani Çin kökenliler, devlet tarafından verilen sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden faydalanamıyorlardı. Yeni çıkan bir yasa Amerikan vatandaşı olmayan madencilerin fazla vergi ödemesini gerektiriyordu. Başka bir ırkçı karar ise, “beyaz olmayan” kişilerin mahkemede beyazların lehine ya da aleyhine ifade verememesiydi. Bütün bu yasalar altında ezilen ve madenlerde hayatları tehlikeye giren Çinliler, birer birer madencilikten uzaklaşıyor, “bizim” diyebilecekleri bir yer arıyorlardı. Böylece, ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve anavatanlarına daha yakın hissetmelerini sağlayacak olan - ilki San Francisco‟da olmak üzere - Çin mahalleleri ortaya çıkmaya başladı. 3 Parantez içindeki bilgiler tarafımdan eklenmiştir. 9 2.2.2. Kıtalar Arası Demiryolunun ĠnĢası 1860‟lara geldiğimizde ise Çinli göçmenler, ABD‟yi şekillendirecek en önemli olaylardan birinde görev aldılar; kıtalararası demiryolunu inşa ettiler. Burlingame Antlaşması uyarınca, göçmenler artık Çin ve Amerika arasında özgürce göç edilebilecekti ve inşaatı gerçekleştirecek olan firmalardan Central Pacific, ucuz, verimli ve kolayca sömürülebilir işgücü için Çin göçmenlerini işe aldı (Chang 56). Beyaz işçiler yerine Çinlileri işe almakla elde edilen kazanç muazzamdı, ayrıca Çinliler, en zor şartlarda çalıştırılabiliyorlardı (Haak 85). Aşırı soğuk, aşırı sıcak, patlayıcılar ve kötü iş koşulları nedeniyle binlerce Çinli can verdi. Kıtalararası demiryolu inşaatı bittikten sonra işsiz kalan Çinli işçiler yeni kazanç kapıları ararken, işverenler de Çinlilerin sağladığı işgücünün ucuzluğunu fark ediyorlardı. Böylece, çiftçiler ve sanayiciler hem kazançlı olduğu için, hem de diğer ırklara mensup işçilere (İrlandalılar, Afrika kökenliler gibi) gözdağı verip grevleri sonlandırmak için çoğunlukla Çinlileri işe almaya başladılar. Çinli göçmenlerin ucuza çalışmasının sebebi de kazandıkları paranın Çin‟deki ailelerinin hayatını değiştirmiş olmasıydı (Chang 67). Amerika‟da kazanılan paranın Çin‟deki değeri çok daha fazlaydı, bu yüzden işçiler düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışmaya razı oluyordu. 2.3. Çinlilerin ABD’deki Sosyal Yapılanması 2.3.1. Klan,Fong ve Tong’lar Gittikçe daha da şehirlileşen Çinli göçmenler, bazı sosyal ve ekonomik oluşumlar yaratmaya başladılar. Haak‟a göre, göçmenlerin günlük ihtiyaçlarıyla ilgilenen “klanlar” ve akraba ya da hemşerilerin toplandığı “fong‟ların” yanında, “Altı Çinli Şirketi” diye adlandırılan kuruluş, Çinli azınlığa eğitim ve sağlık hizmetleri sağlamaya ve mahalle dışı anlaşmazlıkları yatıştırmaya yardımcı oluyordu (119). Amerika‟daki Çin kökenli azınlığa sahip çıkmak isteyen bu tüccar grubunun yanında, “tong” diye adlandırılan çeteler, üyelerine korunma sağlıyor, diğer yandan da insan kaçakçılığı ve uyuşturucu ticareti yapıyordu. Tong‟lar, binlerce Çinli kadın ve kızı, Amerika‟daki bekâr Çinli nüfusa hizmet etmek üzere ithal ediyordu (Chang 81). Tıpkı Chang gibi, Chan de Amerka‟ya göç eden öncü Çinli kadınların büyük çoğunluğunun 10 seks işçiliği için pazarlanan yoksul kadınlar olduğunu belirtmiştir (105). Bu kadınlar çok ağır şartlar altında çalıştırılıyor, açık arttırmayla satılıyor, sıklıkla öldürülüyor veya intihar ediyorlardı. 2.3.2. Ġlk Amerikalı-Çinli KuĢağın DoğuĢu Tong‟lar tarafından ABD‟ye sokulan kadınların bir kısmı sözleşmeleri sona erdiğinde, kaçmayı başardıklarında veya evlenerek çeteye borçlarını ödeyebildiklerinde özgür kaldılar ve çocukları dünyaya geldi. Bunun yanında, ülkeye yasal yollardan girebilen tüccar eşleri de Amerika topraklarında doğum yaptı. Çinli kadın nüfusun erkeklere göre az olması da ırklar arası evliliklerle sonuçlandı. Böylece 1870‟lerde ilk Çin kökenli Amerikan vatandaşı nesli oluşmuş oldu. Bunun sebebi, anne ve babalarının aksine doğdukları topraklarda otomatikman vatandaşlık hakkını kazanmış olmalarıydı. 2.4. 1882 Göçmen Yasası Bir yandan bir “azınlık” vatandaş grubu oluşurken, diğer yandan Çinlilere karşı ırkçı yaklaşım artıyordu. Amerika‟da Çinliler ekonomik (beyaz kapitalistlerin sömürgeleştirilmiş iş gücüne rağbeti ve beyaz işçilerin etnik düşmanlığı), ve ideolojik (Amerika‟yı türdeş beyazlar toplumu olarak tanımlayan görüş) nedenlerle “yabancılar” olmaya zorlandılar (Haak 130). Çinli göçmenlerin düşük ücretlere razı olmaları ve grev kırıcı olarak işe alınmaları, fiziksel ve ırkçı saldırılara maruz kalmalarına sebep oldu. Amerikan İç Savaşı‟nın sona ermesi ve kıtalararası ulaşımın demiryolu sayesinde kolaylaşmasıyla birlikte işsizlik arttı ve Çinliler, özellikle yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde (Kaliforniya ve Doğu kıyısı) bunun sebebi olarak görülmeye başlandı. Çinli işçilere yönelik saldırılar, Avrupa kökenli Amerikalı işçilerin kendi problemlerine günah keçisi bulma çabasıydı (Chan 53). Zaten kültürel ve fiziksel farklılıkları nedeniyle ırksal düşmanlığa maruz kalan Çinli göçmenler hakkında düşünülenler, politik ortamda da dile getirilmeye başlandı. Sonuç olarak 1882‟de, Meclis, Çinli işçilerin gelecek on yıl boyunca ABD‟ye girmesini yasadışı kılan ve hâlihazırda ABD‟de bulunan Çinlilere vatandaşlık verilmesini reddeden yasayı onayladı (Haak 111). 11 Bu yasanın ırkçı fanatikleri sakinleştireceği düşünülürken, tam tersi oldu: Irkçı gruplar, Bütün Çin kökenlilerin Amerika topraklarını terk etmesini istediler. Çin mahallelerine ve Çinli göçmenlere birçok saldırı düzenlendi. Hatta Çin kökenli Amerikan vatandaşları bile vatandaşlıklarını ve haklarını ellerinden almaya çalışan yasadışı girişimlere maruz kaldılar (Chang 137). Göçmenler mahkemelerde haklarını aramalarına rağmen çoğunlukla “beyaz ırk” lehine karar veriliyordu. 1888‟de Bütün Çin kökenliler kapsamında genişletilen bu yasa, 1892‟de yenilendi ve 1902‟de süresi belirsiz olmak üzere uzatıldı. (Haak 111). 3. Yirminci Yüzyılda Amerikalı Çinliler 3.1. Boxer Ġsyanı, Boykot ve Sonuçları Yirminci yüzyıla gelindiğinde Çin‟de, beyaz Hıristiyanları ekonomik sorunların kaynağı olarak gören ve katleden “Boxer İsyanı”, Çinlilere olan etnik düşmanlığı perçinledi. Buna karşılık olarak 1905 yılında Çin‟de halk tarafından ABD‟ye karşı boykot başladı, fakat ABD hükümeti, Qing hanedanlığından boykotu engellemesini istedi. Manchu‟lar bir imparatorluk emri yayınladı (Chang 143). Buna rağmen boykot, Başkan Roosevelt‟in, göçmen memurlarının yasal ziyaretçilere ve Çinli tüccarlara kötü davranmamasını belirten bir bildiri yayınlamasını sağladı. Yine de yirminci yüzyılın başlarında, ABD‟deki Çin diasporasında – hem göçmen sınırlaması, hem de ırkçı saldırılar yüzünden hayatı tehlikeye giren Çinlilerin ABD‟yi terk etmesi sonucunda – büyük bir azalma yaşandı. 3.2. San Francisco Depremi, Çin Mahallesi Yangını ve Evrak Oğullar Sonra birdenbire doğal bir felaket, Çin kökenli Amerikalı tarihinin akışını değiştirdi: 18 Nisan 1906‟da, sabah erken saatlerde, San Francisco bir depremle sarsıldı (Takaki 234). Buradaki Çin mahallesinde büyük bir yangın çıktı ve çoğu resmi evrak (vatandaşlık ve doğum belgeleri gibi) yok oldu; bu durum da Çinli göçmenlere, San Francisco‟da doğduklarını iddia etme ve Çin‟de doğan çocukları için vatandaşlık talep etme şansı verdi. “Evrak tüccarlar” ve “evrak oğullar” fenomeni ABD hükümetinde şüphe uyandırdı (Chang 147). Böylece 1910‟da San Francisco körfezindeki Angel Adası, bir Çinli göçmen tesisi haline getirildi. Limana ulaşmadan önce burada uzun 12 süreler boyunca, kimi zaman kalabalık odalarda yerde uyuyarak, düzenli beslenemeden, sağlıksız şartlarda tutuluyor, uzun süren ayrıntılı sorgulamalar sonucunda bir kısmı San Francisco‟ya ayak basabiliyordu. 3.3. Angel Adası Göçmen Çinliler, adaya gelir gelmez öncelikle sağlık taramasından geçiriliyorlar, kırsal Çin‟deki olumsuz hijyenik koşullar nedeniyle bir kısmında parazit hastalıkları görülüyor ve kabul edilmiyorlardı. Sağlık koşulunu sağlayabilenler ise hapis hayatına çok benzeyen bir durum içine giriyorlardı: Kadınlar ve erkekler, içerisinde ikişer veya üçerli şekilde üst üste dizilmiş ranzalar bulunan, az eşyalı odalarda ayrı topluluklar halinde tutuluyorlardı. Mahremiyet yok denecek kadar azdı. Erkekler, bu nezaret koğuşunun ikinci katında tutuluyordu ve bu kısım kaçmalarına engel olsun diye parmaklıklarla çevrelenmişti. (…) Yatakhanelerin kilitli kapılarının ardında gardiyanlar bekliyordu ve Çinliler genellikle kendi hallerine bırakılıyordu. (Lai 15–16) Zaten insanlık dışı koşullarda tutulan Çinliler, maruz kaldıkları despotça davranışlar nedeniyle de birçok kez psikolojik sorunlar ve hatta intihar vakaları yaşadılar. Angel Adası‟nda yaşadıkları deneyimler Çinli Amerikan vatandaşlarında derin bir korku ve utanç yarattı. Bu zorlu sorgudan geçmiş olan Çin kökenliler ve onların çocukları, Amerikan vatandaşı olsalar bile, yaşanların ve anlatılanların etkisiyle, baskı ve korku kültürünün getirdiği pasifliğin yanında, ırksal farklılıklarının getirisi olan istismarın utancını yaşadılar. Rakamsal olarak ise, Angel Adası‟na gelen Çinlilerin yüzde onu, okyanus aşırı gemilerle Çin‟e dönmeye zorlandı (Takaki 238). 3.4. 20. Yüzyılda Çin Bu sırada yozlaşmış Qing hanedanı Çin hazinesini, 1895‟te Japonlara yenilerek Çin topraklarının bir kısmını kaybetmesine rağmen, askeri gücünü arttırmak için kullanmak yerine özel zevkleri için kullanmaktaydı; bu da halkın tepkisine neden oluyordu. Genel nefret arttıkça, devrim kaçınılmaz hale geldi: 1911‟de Manchu‟lar ordu 13 tarafından devrildi ve Sun Yat-sen liderliğinde Çin Cumhuriyeti kuruldu. Bu durum yalnızca birkaç yıl sürdü, Sun iç savaşı önlemek için istifa etti, yerini diktatörlük gücünü benimseyen Yuan‟a bıraktı ve Yuan‟ın ölümüyle, merkezi hükümet derebeyliklere bölünerek, Çin‟i ihtilaflı savaş beylerine bıraktı (Chang 158-161). 4. Yirminci Yüzyılda ABD’deki Çinlilerin Hayatları 4.1. Meslekler Çin‟de savaş devam ederken, ABD‟deki Çinliler için de yaşama savaşı sürüyordu; birçok farklı sınıftan Çinli, birbirine benzemeyen işlerde çalışıyordu. Çinliler genel işgücü pazarından çıkarılmış ve kendilerine “acı sözlerin söylenemeyeceği” mesleklerle uğraşmaya zorlanmışlardı (Takaki 240). Madencilik yapan çok sayıda Çin kökenli insanın varlığı, diğer Çinlileri değişik sektörlere yönlendirmişti: Çinli madenciler nerede toplanıyorsa, Çinli tüccarlar da onlara erzak tedarik etmek, sosyal ve eğlence ihtiyaçlarını karşılamak için o bölgelerde dükkânlar açtılar. Tüccarlar, Çin yemekleri için gereken çeşitli içeriği ithal ettiler. (…) Bunlara ek olarak, çoğu madencinin çoktan Amerikan derisi ayakkabı giymeyi öğrenmesine rağmen tüccarlar, Çin kumaşları ve kıyafetleri de ithal ettiler. Böylece tüccarlar, Çinli göçmenlerin ihtiyaç duyacağı ve alışkın oldukları maddi kültürün temel malzemeleriyle çevrelenmesini sağladı. (Chan 29-30) Çinli göçmenler artık ticaretle uğraşıyor, restoranlarda çalışıyor ya da işletmecilik yapıyor, şifacılar ve bakkal dükkânları açıyorlardı, bunlardan daha yaygın olarak da çamaşırhaneler işletiyorlardı. 4.2. Kimlik Sorunları Bu işlerle uğraşan ilk nesil göçmenlerin çocukları ise, aileleri tarafından doktorluk, mühendislik gibi “prestijli” mesleklere yöneltildiler, çünkü çoğu aile ABD‟de mesleğini yapmakta başarısız olan çocuklarının her zaman Çin‟e dönüp Batıda kazandıkları uzmanlıkla çalışabileceğini düşünüyordu (Chang 175). Bunun yanında devlet okullarında başlarda dışlanan ikinci nesil Çin kökenli Amerikan çocuklar, 14 toplumda ancak uyumlu, saygılı ve çalışkan olduklarında kabul gördüklerini fark ediyorlardı. Çoğu çocuk kimlik karmaşası yaşıyordu, bazıları kendini tamamen Çinli olarak görüyor, bazılarıysa beyaz ırka mensup görünmediği için utanç yaşıyordu. Kimlik kargaşası bir problemse, bir diğeri de aleni ve gizli ırkçılıktı. İkinci nesil çocuklar büyüdüğünde, okul yerine iş dünyasında ayrımcılığa uğruyorlardı; “beyaz” ırk tarafından yönetilen firmalarda kabul görmüyor, görseler bile daha düşük maaşlarla çalışmak zorunda kalıyorlardı. Ayrıca, kadın erkek ilişkileri, düşünce yapısı, sosyal aktiviteler ve hatta dış görünüş ve davranışları konusunda, Çin geleneklerine bağlı olan aileleriyle zıtlıklar yaşıyorlardı. 4.3. Büyük Bunalım Dönemi 4.3.1. Çin Mahallesi ve Turizm Çin kökenli Amerikalılar kimlik bunalımı yaşarken, Amerika da ekonomik bunalım içine düştü. 1929‟da Büyük Bunalım patlak verdi ve 20 milyon Amerikalı kendini işsiz buldu. Çin azınlığı ise ekonomik krizden, yoksulluktan öğrendikleri tutumlulukları ve kendi kendilerine yetmeleri sayesinde aşırı derecede etkilenmedi. Bunun yanında bunalımın etkisiyle toplumlarını tehdit eden durumlar karşısında organize oldular: Eylemleriyle New York‟taki Çinlilere ait çamaşırhanelere getirilmek istenilen ekstra vergiyi indirtip, işletmecilere getirilen vatandaşlık şartını iptal ettirdiler. Toplum olarak kriz süresince para kazanmanın yollarını aradılar ve çözümü turizmde buldular. Bir getto olan Çin Mahallesi, Çinlileri sağlıksız, asimile olamayan ve istenmeyen göçmenler olarak gören fikirleri doğruladı, fakat aynı olumsuz imgelem Çin mahallesinin şehrin “ilginç” ve “gizemli” bölgesi, Amerika‟da “yabancı bir koloni” şeklinde algılanıp, bir turizm merkezi olarak gelişmesine yol açtı (Takaki 246). 4.3.2. Popüler Kültürün Etkileri Sinema teknolojisiyle birlikte, Çinlilere uygulanan tektipleştirme daha geniş kitlelere ulaştı: Chang‟e göre Fu Manchu ve Charlie Chan gibi karakterler Çinlileri düşman, kötü niyetli, sinsi, gizemli ya da soytarı gibi lanse etti. Popüler kültürün Çinlileri yabancılaştırmaktaki başarısı açıkça görülür: 15 Gazete makaleleri, ucuz dergiler ve 1920‟ler ve 1940‟ların Hollywood‟u, Çinlileri algılayabilmek için düşünce kategorileri yaratacak olan sıfatları temin etti. Örneğin; esrarengiz, ketum, anlaşılmaz, ayrılıkçı, sinsi, hilekâr, uyuşturucuya düşkün, ahlaksız, tehlikeli, efemine, sabırlı, fazla kibar, hain ve zeki gibi. Egzotiğe ve çekici günahkârlığa duyulan tutku, Çinlilere kendi mahallelerinde hissettirilmiştir. (Wrobel 221–222) Bahsedilen tektiplerin körüklediği ırksal ayrımcılık ve Büyük Bunalım nedeniyle iş bulmakta zorlanan Çin kökenlilerin bir kısmı, anavatanlarına döndüler. Fakat çoğu hayatlarını kurtarmak için geri dönecekti, çünkü Çin‟de devasa bir değişim gerçekleşmek üzereydi. 4.4. Ġkinci Dünya SavaĢı ve Etkileri 4.4.1. Nanking Katliamı Çin topraklarının bir kısmını zaten ele geçirmiş olan Japonya, 1937‟de Pekin ve Şangay‟ı ele geçirdi ve aynı yılın sonlarında Nankin Katliamı gerçekleşti. Japon imparatorluk ordusu, 8 yıl sürecek ve 35 milyon Çinlinin hayatına mal olacak olan savaşın alameti olarak, yüz binlerce sivile tecavüz etti ve kıyım yaptı. Bunun üzerine Çin kökenli Amerikalılar, Çin‟deki vahim duruma dikkat çekmek için eylemler ve bağış organizasyonları ve boykot çağrıları yaptılar. Bu çabalar sonucunu verdi ve Japonya‟ya silah ve materyal gönderimi durduruldu ve Çin kökenli Amerikalı toplumu Çin‟e toplam 25 milyon dolar yardımda bulundu (Chang 220). 4.4.2. Pearl Harbor Yine de Amerika 1940‟larda daha çok Avrupa‟daki savaşla ilgileniyordu, fakat Amerikan ambargosunun Asya‟yı fethetme planlarını engelleyeceğini düşünen Japonya, Hawaii‟deki Amerikan üssünü bombaladı. Pearl Harbor‟a yapılan saldırı, neredeyse bir gecede Çinliler ve Japonlar hakkındaki Amerikan tasvirini değiştirdi ve hem Çin hem de Japon kökenli Amerikalı tektiplerini farklılaştırdı (Chang 222). Artık Çinliler dost, Japonlar ise düşmandı; ABD ve Çin II. Dünya Savaşı sırasında aynı tarafta olduklarından, Çin‟den göç yasağının kaldırılması politik açıdan önemliydi (Haydu 16 223). 1943‟te Çin‟den göç etme yasağı kaldırıldı ve gelecek olan Çinlilere vatandaşlık hakkı tanındı. Çin kökenli göçmenler için iş bulmak kolaylaştı ve toplumsal alanda daha fazla kabul gördüler. Çin kökenli Amerikalıların bir bölümü Amerikan ordusunda savaştı. 1945 “Savaş Gelinleri Yasası” uyarınca Çin kökenli Amerikalılar Çin‟de evlenip eşlerini ABD‟ye getirebildiler ve savaş sonrası doğum oranındaki artıştan bu etnik grup da etkilendi. 4.5. Çin Halk Cumhuriyeti’nin KuruluĢu ve Etkileri Fakat bu durum uzun sürmedi ve Amerika‟daki Çinlileri yeni siyasi ve ülkeler arası sebeplerle ortaya çıkan eski ırkçı nefret bekliyordu. Bunun sebepleri ise Soğuk Savaş, Kore Savaşı ve en önemlisi Çin İç Savaşı‟ydı. Nasyonalist Çin hükümeti tarafından askeri güç ile dağıtılmış ve dağlık bölgeye konuşlanmış olan Komünist Çinliler, hem Japonya‟ya karşı halkın yanında verdikleri mücadele ile hem de yozlaşmış ve despotlaşmış hükümete karşı oldukları için gün be gün halkın ve askeriyenin desteğini kazandılar. 1 Ekim 1949‟da Pekin‟de, Mao Zedong Çin Halk Cumhuriyeti‟nin kurulduğunu açıkladı. Eski Nasyonalistler, varlıklı aileler ve akademik kariyer sahibi kişiler, yanlarına alabildikleri değerli eşyalarla birlikte ülkeyi hemen terk etmeye başladı. 4.5.1. Amerikalı Çinlilere KarĢı ġüphe Yurt dışında doğan Çinliler umutsuzca yeni hayatlar kurmaya çalışırken, Amerika‟da doğan Çinliler kendi geleceklerini gözden geçirmeye başladılar. Kendi ailelerine ya da eski hükümet burslarına erişemeyecek olan öğrenciler para kazanmak zorunda kalmış, gelecekte ABD‟de çalışamazsa anavatanına dönebileceğini düşünenlerin planları bozulmuştu. Ayrıca Amerika‟nın komünizm karşıtlığı, Sovyetler Birliği‟nin ilk atom bombasını patlatarak gözdağı vermesi ve gelişmekte olan ÇinSovyet ittifakı Çin kökenli Amerikalıları da hainlik şüphesine maruz bırakıyordu (Chang 247). Çinliler tekrar düşman gibi görülmeye başlandı, Çin mahallelerinde aramalar yapıldı, Çinli vatandaşların özel eşyalarına el kondu. Her ne kadar askeri savunmada, roketçilikte ve birçok diğer bilimde ülkelerine katkı sağlamış olsalar da, Çin kökenliler yabancı olarak görülmeye devam ediyordu. 17 4.6. Sosyal ve Politik Alanda Çinli Amerikalılar 4.6.1. Amerikalı Çinliler ve Politik Aktivizm 1960‟larda Çinli karşıtı ayrımcılık güçlü kaldı ama artık etnik Çinliler önceden olduğu gibi, haklarını, geçim yollarını, kimi zamansa hayatlarını korumak için toplum kuruluşlarına bağımlı değillerdi ve Çin mahallelerine sıkışmamışlardı. Artık birçok Çin kökenli Amerikalı, bir önceki nesilden kalma fakirliği sürdüren yeni göçmenler ve bir önceki göçten kalma yaşlılarla dolu Çin mahallelerinden kopmuştu (Sowell 146). Ayrıca asimilasyon artmıştı ve artık maddi olanakları vardı. Fakat 1958‟de Çin hükümeti tarafından zorunlu kılınan sanayileşme hamlesi yüzünden kıtlık ve yoksulluktan kaçarak ABD‟ye gelenler genellikle Çin mahallelerine yerleştiler. Çok az İngilizce biliyor olmaları sebebiyle yetişkinler düşük ücretli işlerde çalışırken, çocuk ve gençler ise anadilde eğitim alamadıkları için okulu bırakıp sokaklarda gruplaşmaya veya çeteleşmeye başladılar. Chang‟e göre, Martin Luther King‟in başı çektiği insan hakları hareketi ve protesto edilmekte olan Vietnam savaşının sağladığı aktivizmle, 1960‟ların mücadeleci ruhu Çin göçmenlerinin Amerika doğumlu çocuklarının bir kısmının, bu Çince yardım çağrılarına cevap vermesine yol açtı (273). Anadilde eğitim hakkının kazanılmasında bu aktivizmin yeri vardı. 1976‟da Mao Zedong‟un ölümüyle yerine Deng geçti ve 1980‟ler boyunca, Deng yönetiminde Çin, ideolojik olmayan, kapitalist bir ekonomi geliştirmeye başladı. Ayrıca ABD ve Çin arasında hem diplomatik antlaşmalar, hem de karşılıklı olarak kültürel, bilimsel ve teknolojik alışveriş için birçok anlaşma yapıldı. Prestijli okullarda öğrenimini tamamlayıp Batıda ve Çin‟de kabul görme düşüncesiyle birçok Çinli öğrenci üniversitelere başvurdu. Bunun yanında Chang‟e göre, belirlenmiş olan yirmibin kişilik göç kotasına dâhil olmayan öğrenci, diplomat ve turist vizeleriyle ABD‟ye gelen Çinliler önce kalıcı olarak yerleşiyor, daha sonra da ABD vatandaşı oluyorlardı (315). 1980‟lerin Amerika‟sı hırs kültürüyle beslenen, zengin ve fakir arasındaki farkın uçurumlaştığı, evsiz nüfusun çoğaldığı, kokain ve AIDS gibi kavramların var olduğu bir ülkeydi. Bunun yanında, ulusal borcu çoğalan ABD, Japonya ve Almanya‟dan borç alıyordu. Ama Amerika her ne kadar değişse de, ırkçılık aynı kalmıştı; çoğu vatandaş 18 Amerika‟nın ekonomik koşulları için başka ülkeleri, dolayısıyla o ülkelerin temsilcisi olarak gördükleri azınlıkları suçluyorlardı. 1982‟de Vincent Chin, kendisini Japon zanneden iki hoşnutsuz otomotiv işçisi tarafından beysbol sopasıyla dövülerek öldürüldü ve suçlular kefaletle serbest bırakıldı. Bu dava bir anda Asyalı-Amerikalıların ırkçılığın ne boyutta olduğunu ve “politik organizasyonun gerekliliğini” fark etmelerine sebep oldu (Chang 320-321). Buna rağmen çoğu Çinli, yasaların dahi kendilerini nefret suçlarından koruyamayacağını düşünerek, siyasi yerine ekonomik alanda başarı peşinde koştu. Bu da Çin kökenlilerin beyaz Amerikalılar tarafından “örnek azınlık” olarak gösterilmesiyle sonuçlandı. Çinliler, Afrika ve Meksika kökenli insan hakları aktivistlerine, haklarını kazanmak için saldırgan protestolar yapmak yerine, çok çalışmaları için örnek gösteriliyordu (Chan 167). Böylece bir yandan Çinlileri “fahri beyazlar” olarak kabul edip, diğer yandan da politik etkinlikten uzak tutmaya çalıştılar. Çoğu Çin kökenli Amerikan vatandaşı, gerek ailevi ihtiyaçlarını karşılayabilmek, gerekse kendi Amerikan rüyalarını yaşayabilmek için ekonomik koşullar önemli olduğundan, örnek azınlık olmayı kabullendi. Hızla gelişen ileri teknoloji endüstrisi, aileleri tarafından hem yüksek gelirli, hem de ileri seviyede İngilizce gerektirmeyen işlere yönlendirilmiş olan Çinliler için yeni altın madeniydi. Bu sektör ile üniversiteler Çin kökenli öğrencilerle dolarken, bir yandan “yeni zengin” Çin kökenli Amerikalılar toplumun daha zengin kesiminde yerini aldı. 4.6.2. 1986 Tiananmen Meydanı Olayları ve Etkileri 1980‟lerin sonunda, Çin Halk Cumhuriyeti tekrar kanlı bir olay yaşadı. 1986‟da bir Parti üyesinin hükümeti açıkça eleştirmesinin ardından, önce bir öğrenci grubuyla başlayıp sonra diğer şehirlere yayılan ve hükümeti hedef alan protestolar yapılmaya başlandı. 1989 Mayıs‟ının sonunda, Pekin‟deki öğrenciler, Amerikan Özgürlük Anıtı‟ndan ilham alarak Tiananmen Meydanı‟na bir “Özgürlük Tanrıçası” heykeli diktiler. Demokrasi isteyen bir milyondan fazla insan sokaklara döküldü. Hükümet, protestoları kaba kuvvet kullanarak bastırmak istedi ve silahlı askerler yüzlerce göstericiyi öldürdü. Uluslararası medyaca nakledilen bu katliam, Çin-Amerika 19 ilişkilerinde kalıcı bir yara açtı (Chang 335-336). Bunun üzerine ABD Başkanı Bush, tüm Çin uyrukluların Amerika topraklarında kalabileceğini belirten bir emir çıkardı. ABD‟de okuyan Çin kökenli öğrencilerin çoğu ülkelerine dönmek istemiyordu. Katliam yalnızca Çin‟de değil, yakın bölgelerdeki Çinlilerde de korku uyandırdı. İngilizler birkaç yıl sonra Hong Kong‟dan çekileceklerdi ve komünistlerin işgalinden korkan kapitalist ve mesleki elit ailelerin bir kısmı ABD‟ye göç etti. Fakat ABD‟de para kazanmanın düşündükleri kadar kolay olmadığını anladılar. Kısa süre içinde “astronotlar” olarak adlandırılan, işlerini Hong Kong‟da yürüten ve ailesi Amerika‟da yaşayan, sürekli iki bölge arasında uçan iş adamlarına dönüştüler (Chang 339). Sürekli olarak ailelerinden uzak kalmaları, evlilik dışı ilişkilere ve çocuklarıyla manevi bağlarının kopmasına yol açtı. Benzer olarak, Çin‟in askeri tehdidi altındaki Tayvan da bu dönemde ABD‟ye göç veren ülkelerden oldu. Tayvan‟dan gelen Çin kökenliler ise genellikle “paraşüt çocuklar” olarak bilinen ve varlıklı ailelerin Tayvan‟daki azılı akademik rekabetten ya da zorunlu askerlik hizmetinden korumak istedikleri çocuklarıydı. Bu çocuklar ABD‟de koruyucu ailelerin veya akrabaların yanında ya da kendi başlarına yaşıyor, aileleri tarafından manevi açlıkları maddi yolla kapatılmaya çalışıyordu; bu durum çocuklarda duygusal yabancılaşma ve depresyon yaratıyordu. 5. Yirminci Yüzyıl Sonunda ABD’deki Çinliler 5.1. Gelir Grupları Çin kökenli göçmenler sosyal, ekonomik ve kişisel sorunlarıyla boğuşurken, ABD, 1990 ve 1991‟de Sovyetler Birliği‟nin parçalanmasıyla, dünyanın bir numaralı ekonomik ve askeri gücü haline geldi. Sovyetler ile girdiği silahlanma yarışı her ne kadar ulusal borç yaratmışsa da, silahlanmanın yanı sıra bilgi teknolojisinde de ilerlemesini sağladı, böylece işletme devrimi yaşandı ve ekonomi yeni teknolojiyi yaratma veya ilerletme üzerine kuruldu. Bu durum vasıfsız yoksul kesimin daha da yoksullaşmasına sebep oldu ve zengin-fakir arasındaki uçurum ABD‟ye yeni gelen Çinli göçmenleri iki gruba ayırdı: Bunlar, Chang‟in de değindiği gibi, göz önündeki eğitimli ve elit grup ile yeraltı ekonomisi içinde, köle konumunda kaybolan binlerce yasadışı göçmenin oluşturduğu topluluktu (349). 20 İnternet teknolojisinin hayatımıza girmesiyle birlikte, eğitimli grubun mensuplarının bir kısmı Silikon Vadisi‟nde çalışarak zengin oldu, fakat 1990 yılında çıkan Göçmen Yasası, eğitimli göçmenleri 6 yılla sınırlı bir süre ABD‟de çalıştırmayı gerektiriyordu. Ayrıca, Sovyetler Birliği‟nin dağılması Çin‟i ABD‟den sonraki en büyük askeri güç haline getirmişti. Tarihsel süreçte Çin kökenli Amerikan toplumunun kaderi her zaman Çin-Amerika ilişkisinin durumuna bağlı olmuştu ve 1990‟lar da istisnai değildi (Chang 356). Birçok Çin kökenli bilim adamı ve hükümet görevlisi casuslukla itham edildi, özel eşyalarına el kondu ve hatta hapse atıldı. 5.2. Uluslararası Evlat Edinme ve Ġnsan Kaçakçılığı Yine de, bu eğitimli ve elit grup, diğerlerinden daha şanslıydı. İkinci gruba dâhil olanların bir kısmı Çin‟den evlat edinilen kız bebeklerdi; Çin‟de nüfus artışı sebebiyle birden fazla çocuk sahibi olmanın cezası ağırdı ve geleneksel olarak erkek çocuk sahibi olmak isteyen aileler, kız çocuklarını sokağa atmaya başladılar. Böylece Çin hükümeti uluslararası çocuk evlat edinmeyi yasalaştırdı. Amerika‟daki evlat edinme koşullarına uymayan (bekâr, homoseksüel vb.) kişiler Çin‟e başvuruyordu. Bu bebekler büyüdüklerinde kimlik bunalımına düşebiliyor, gerçek ailelerini öğrenmek istiyorlardı. Fakat onlardan çok daha kötü koşullarda yaşayan, Çin‟den ABD‟ye büyük umutlarla gelen yasadışı vasıfsız işçilerdi. Bu göçmenler, ondokuzuncu yüzyıl boyunca Amerika‟ya gelen ilk kuşak göçmenlere inanılmaz bir benzerlik gösteriyordu. İki göçmen kuşak da daha çok, anavatanlarında aileleri ve eşleri olan, genç, güçlü yetişkinlerden oluşuyordu (Chang 377). Bu işçiler insan kaçakçılarına borçlanarak, nakliye sandıkları gibi insani olmayan koşullarda uzun süre yolculuk ederek ABD‟ye geliyor, geldiklerinde borçları akrabaları tarafından ödenene dek esir tutuluyor, hatta işkence görüyorlardı. Eğer kaçakçılardan kurtulabilirlerse düşük ücretlerle, uzun saatler boyunca, sağlıksız ortamlarda çalışıyorlardı. Bunun sebebi ondokuzuncu yüzyıl göçmenleriyle aynıydı: Çin‟deki ailelerinin hayatı ABD‟de kazandıkları paraya bağlıydı. Bir buçuk yüzyıl süren bu yolculuk, ABD‟ye göç eden Çinlilerin siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunlarını Amerikan rüyasını yaşayarak çözmek istediklerini 21 anlatmaktadır. Kendileri ve aileleri için iyi bir hayat isteyen bu insanlar, birçok ırka mensup göçmen gibi ABD‟ye gelmiş ve bu “genç” ülkeyi, belki de “yaşlı” kültürleri ile şekillendirmişlerdir. Bugün Amerika, Çin uyruklu vatandaşlarının başarıları olmasaydı aynı olmazdı (Chang 390). İç Savaş‟ta yer almalarına, kıtalararası demiryolunu inşa etmelerine, insan hakları mücadelelerine, savaş ve bilgi teknolojilerindeki çalışmalarına ve her tür meslekteki katkılarına rağmen, Çin kökenli Amerikalılar çoğu ABD vatandaşı tarafından yabancı olarak görülmektedir. Irkçı önyargılar ve ülkelerarası politik çatışmalar nedeniyle ondokuzuncu yüzyıldan beri tektipleştirilen ve ötekileştirilen bu insanlar, Amerikan topraklarına ayak bastıklarından beri etnik düşmanlığın sebep olduğu kimlik karmaşasıyla da boğuşmaktadır. Amerika‟da “tüm insanların gerçekten eşit doğduğu” benimsenene dek bu durum çoğu azınlık gibi Çin kökenli Amerikan vatandaşları için de aynı olacaktır. 22 II. ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ĠLGĠLĠ KAVRAMLAR VE ABD’DE KÜLTÜREL ÇEġĠTLĠLĠK Birden fazla kültürün var olduğu toplumlarla ilişkili bir terim olan çokkültürlülük, terminoloji ve içerik açısından yirminci yüzyıldan beri araştırılmakta ve tartışılmakta olan bir kavramdır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi çok uluslu devletlerde çokkültürlülük, toplumsal, ideolojik ve siyasal alanda son yıllarda önemli bir kavram haline gelmiştir. Çokkültürlülüğü anlayabilmek için, etnik köken, ırk ve kültür gibi bazı kavramların tartışılması gerekir. Bu tezde, çokkültürlülük ve onunla ilişkili kavramlar açıklanırken, bu kavramlarla ilgili kuramlar tartışılacak; çokkültürlülüğün ve ilişkili kavramların Amerika Birleşik Devletleri‟ndeki tarihi ve algılanışı ortaya konacaktır. 1. Kültür, Etnik Köken ve Irk Kültür, etnik köken ve ırk kavramları günlük hayatta sıklıkla birbirinin yerine kullanılabilen ve bu kavramları kullanan bireyin yorumuna dayalı olarak değişen anlamlara sahip olan kavramlardır (Martin 75). Bu kavramlar her ne kadar birbirleriyle yakından bağlantılı da olsa, anlam olarak birbirlerinin tam karşılığı değildirler. Bu nedenle, bu kavramlar ayrı ayrı tanımlanacak ve bu kavramlarla ilgili bazı kuramları ve birbirleriyle olan ilişkileri incelenecektir. 1.1. Kültür Antropolojik düşüncenin başlıca kavramlarından biri olmasına rağmen kültür, kitlesel iletişim bağlamında ve özellikle popüler kültür vasıtasıyla her tür sosyal bilimcilerin, sosyologların, edebi kuramcıların, eleştirmenlerin ve çeşitli araştırmacıların ilgilendiği bir konu haline gelmiştir (Berger 135). Yani kültür insan hayatının her alanında var olan ve bu alanlar ile etkileşim içinde bulunan bir varlıktır. Naylor makalesinde kültürü şu şekilde tanımlamaktadır: Kültür, insanı diğer canlı varlıkların dünyasından ayıran yegane özelliktir. İnsani adaptasyonun başlıca yolu, insan düşünce ve davranışının temelidir. Kültür, insanları hayvanlar aleminden ayırır ve kendilerini tanımlamalarına yardımcı olur. İnsanlar, doğal ve 23 sosyokültürel çevrelerindeki problemleri karşılamak, denetlemek ve hatta değiştirmek için, kültürü yaratır, öğrenir ve kullanırlar. (3) Yani kültür, insanların hayatlarını nasıl sürdüreceklerini belirleyen, ihtiyaçlarına karşılık veren, dünya üzerindeki yerlerini belirleyen ve insan olmanın ne demek olduğunu açıklamak için kullanılan bir yaşayış biçimidir. Martin de kültürü benzer biçimde tanımlar: Kültür, soyut, öğrenilen, paylaşılan kural ve ölçütlerdir; bir toplumda tecrübeleri yorumlamak ve davranışları (bu kural ve ölçütler tarafından üretilen davranışlar ve maddi mülkiyetler de dahil olmak üzere) organize etmek için kullanılırlar. Bu tanım, gerek bu ölçütlerin bilinçli olarak katılımına, gerekse bilinçsizce üstlenilmesine bakılmaksızın, insanların nasıl davranması gerektiğine belirleyen gerçek ve düşünsel ölçütleri içine alır. Davranış ve değerlerimizin, maddi mülkiyetlerimizin, sosyal kurumlarımızın ve ruhsal inançlarımızın tümü, toplumun diğer üyeleriyle paylaştığımız temel kültürü yansıtır. (76) Kısacası kültür, her insanın sahip olduğu davranış biçimlerini, inançları ve yaşayışları kapsar. Kültürler ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, tek bir ülkede bölgeye göre değişen kültürler ve bunların altkültürleri bulunur. Kültür kolektiftir, insan gruplarına göre çeşitlilik gösterirler (Martin 9). Ayrıca kültür bilinçli ya da bilinçsiz şekilde öğrenilen bir kavramdır. Örneğin, Amerika‟da doğmak bir kişiye ABD vatandaşlığı haklarını sağlar, fakat Amerikan kültürünün bir üyesi olmak için, kendisini o kültürün bir parçası şeklinde tanımlamasını sağlayacak olan inanç ve davranışları öğrenmelidir (Martin 9). 1.2. Irk Bir kültürü içeriden ve dışarıdan etkileyen ve çokkültürlülük ile yakından ilişkili olan diğer bir kavram da ırk kavramıdır. Kelime anlamı, kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğudur. Irk kavramı, tıpkı tür kavramı gibi, insanları sınıflandırmak için kullanılmıştır: 24 Irk fikri insanlık tarihinde çok eskilere uzanır, medeniyetlerin karmaşıklıklarıyla ve çeşitli amaçlar dahilinde toplumu gruplara ayrılmaya sevk eden sınıflandırmalarıyla evrimleştikleri noktaya dayanır. Bunu yapmanın kolay bir yolu da, gözlemlenebilen fiziksel özellikler temelinde gruplandırmaktır. (Naylor 49) Irksal kategorilerin, coğrafi, demografik ve gözlemlenebilen bedensel çeşitliliği karşılayabilmesi için, tanımlayıcı gruplara bazı nitelikler eklenmesi gerekir (Lieber 56). Yani, belirli bir coğrafi bölgede yaşayan belirli bir nüfusun, birbirine benzer kalıtımsal özellik gösterdiğini belirten bazı nitelikler bulunmalıdır. Fakat, Lieber‟e göre ırklar, yine, çevre, zeka düzeyi ya da coğrafya açısından sınıflandırılamaz, çünkü bu sınıflandırmanın nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir. Elbette, fiziksel antropologlar ırk terimini kullandıklarında, bir ırkın kapsamı basitçe, araştırmacının amacının ne olduğuna dayanır (Petersen 6). Yani, insanları fiziksel özellikleri dahilinde gruplandırmak subjektif bir eylemdir, ve birçok kuramcıya göre bu eylem bilimsel objektifliği ortadan kaldırır. Bütün ırksal sınıflandırmalar gelişigüzel ve yapaydır (Naylor 50). Sosyal bilimlerde ise ırk kavramı daha çok ırkçılık ve/veya ayrımcılıkla ilişkilendirilmektedir. Irk, gelişigüzel fiziksel ya da kültürel özelliklere dayanan ve ayrımcılık amaçları doğrultusunda kullanılan bir sosyal kategoridir (Martin 83). Bu ayrımcılık pozitif veya negatif olmakla birlikte, yaygın kullanımı ırkçılıkla bağdaşmaktadır. Sosyal veya kültürel beceri ve yetenekleri, fiziksel karakteristiklere dayanan gruplara atfetmek, ırkçılığı doğurmuştur (Naylor 50). Irkçılık, farklı ırklara karşı önyargı, genelleme ve tektipleştirmeyi de içermektedir. Bu tektipler birey ve grupların, ırksal ya da etnik özellikleri açısından olumsuz yönde abartılması ve çarpıtılmasıyla ortaya çıkar (Williams 26). 1.3. Etnik Köken Günlük konuşma dilinde birbiri yerine kullanılan ırk ve etnik köken kelimeleri, köken bakımından aynı olmakla birlikte, içerik ve anlam bakımından birbirinden farklıdır. Etnik kelimesinin kökeni, bir ulus ya da ırk anlamına gelen Yunanca ethnos 25 kelimesinin sıfat hali olan ethnikos‟tan Latinceye geçerek türemiştir (Petersen 1). Fakat etnik köken o kadar geniş bir kavramdır ki ırk terimine indirgenemez: Etnik köken, doğası gereği atalık ile, bir kişinin atalarıyla ilgili inançları ile ilişkili bir konudur. Max Weber‟in de belirttiği gibi, etnik grup diğer birçok gruba üyelikten farklı olarak etnik köken, geçmişe; aile, grup ve ulus tarihi ve kökenine yönelir. Fakat etnik kimlik, atalar ile (ya da tam anlamıyla, atalarla ilgili neye inanıldığıyla) birebir uyuşmak zorunda değildir. (Alba 37-38) Görüldüğü gibi, etnik köken, ırksal özelliklerle değil, ait olunan grubun, paylaşımların ve kültürel mirasın kökeniyle bağlantılıdır. Kültürel miras, insanlara konuşma dili, jest ve mimikler, giyim tarzı, sosyal ölçütler; dil, din ve gelenekler aktarır: Davranışsal işaretler, bir grubun özellikli mirasını temsil eder. Bu miras atalar, milliyet, dil, din, kültür veya politik ve sosyal deneyimler gibi etkenler doğrultusunda yaşanan ortak tecrübeleri yansıtır. Etnik yönelimleri olan bireyler için, kültür temelli davranışsal işaretler grup üyelerinin özelliklerini yansıtmaz, bu davranışlar yalnızca geçmişte paylaşılmış tecrübelerden doğan önemli farklılıkların dışavurumudur. Paylaşılmış deneyimlere, kölelik baskısı, iş ayrımcılığı, teknolojik gelişmelerdeki başarıların gururu veya geleneksel müzik ve sanattaki stil ve temsil örnek oluşturabilir. Tarih ve mirastan türeyen paylaşılmış deneyimler ve görüşler, etnik kimliğin özünü oluşturur. (Martin 79-80) Yani, etnik köken, bireyler ve gruplar için geçmişle bağlantılı bir yaşayış şekli oluşturmaktadır. Etnik gruplar politik, ekonomik ve sosyal eylem gruplarıdır; dolayısıyla her zaman değişim halindedirler (Naylor 51). Irk ve kültürün aksine etnik kimlik, bilinçli olarak kabul edilen ve seçilen bir olgudur. ABD gibi çok uluslu devletlerde etnik gruplar, kültürel çeşitliliği, dolayısıyla çokkültürlülüğü sağlamaktadır. 26 2. Çokkültürlülük, Asimilasyon ve Etnik ÇeĢitlilik Çokkültürlülük genel olarak iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Bu anlamların ilki, belirli bir bölgenin (bir apartmandan bir ülkeye kadar değişen) nüfus temelinde birden fazla kültür ile yapılanmış olduğunu söyler. Dünya çokkültürlüdür çünkü birçok kültür barındırır. ABD çokkültürlüdür, çünkü o da birçok farklı kültürü kapsar (Naylor 22). Çokkültürlülüğün diğer anlamı ise, böyle bir kültürel çeşitliği destekleyen ideoloji ve ilkeleri ifade eder: Liberal demokratik geleneğin kurulmasına neden olan, evrensel özgürlük, eşitlik yeterliliğine ulaşma ideali olarak betimlenen çokkültürcülük, özellikle eşit saygınlığı ileri sürmektedir. Bir başka deyişle, (…) çok kültürcülüğün temelinde tanınma isteği yatmaktadır. Bu da öncelikle bireyin kültürünün ve onun kültürel kimliğinin tanınması biçiminde yansır. (Aydın 146) Yani çokkültürlülük, bir ulus içerisinde yer alan ve birbirinden farklı temellere dayanan tüm kültür ve etnik köken gruplarının kabullenilmesi ve eşit haklara sahip olması ideolojisini temel alır. Özellikle etnik yönelimleri olan bireyler, çokkültürlü bir toplumdaki tüm etnik kimliklere eşit derecede saygıyı hak ettiğini, ve böyle bir toplumda yaşayan herkesin, diğerlerinin kimliğinin bir parçası olan etnik özellikleri kabullenip onlarla uzlaşması gerektiğini kabul eder (Martin 81). Çokkültürlülük ile zıt olduğu düşünülebilecek bir kavram ise asimilasyon ve asimilatif bakış açısıdır. Asimilasyon görüşü, ırksal ve etnik azınlıklardan toplumun başlıca kurumlarını kontrol eden grup gibi olmasını ister; taklit edilmesi gereken kültürel değerleri ve inançları belirleyen yine bu çoğunluktur (Williams 28). Yani, baskın kültürden farklı olarak azınlık olarak görülen gruplar baskın kültürü benimsemelidir. Örneğin, ABD‟de yaşayan siyahi, Latin kökenli ya da Ortadoğulu biri, kimliğinin bir parçasını meydana getiren kültürel mirası unutup, yalnızca Amerkan kültürünü kabullenerek, baskın kültüre göre yaşamalıdır. Çokkültürlülük, asimilasyona tepki olarak, birey ve grupların kişisel ve kültürel kimliklerini korumak istemeleriyle doğmuştur: 27 Çokkültürcülüğün kavramsal temeline ve ortaya çıkış koşullarına bakıldığında, bazı kültürlerin, özellikle elit veya yüksek olarak algılanan Avrupamerkezci kültürün, diğerlerine zorla dayatılmasıyla ve bu dayatmaya itici güç oluşturan üstünlük varsayımlarıyla yakından ilintili olduğu görülür. Çünkü Batı toplumları bir yandan sömürgeci genişlemelerde bulunurken, öte yandan nüfusları içinde kökenini başka kültürlerden alan bazı kesimleri marjinalleştirmişlerdir. Egemen uluslar bunu yaparken, kendi hegemonyalarını diğerlerinde bir aşağılık imgesi yaratarak kurarlar. Dolayısıyla çokkültürcü kavram içerisinde algılanan özgürlük ve eşitlik mücadelesi bu imgenin düzeltilmesiyle başlar. (Aydın 146) Asimilatif ve çokkültürcü yaklaşımların her ikisi de aslında toplumsal uyumluluğu hedeflemektedir. İlki, tek bir baskın yaşayış biçiminin benimsenmesini desteklerken, ikincisi farklı kültürel ve etnik grupların bir arada var olmasını ve eşit haklara sahip olması taraftarıdır. Asimilasyon grupların yok olmasını ve tek bir kategori altında toplanmasını hedeflerken, çokkültürcülük bir kategoriden ayrılıp gruplaşmayı benimser. Kısaca, ilki sindirmeye eğilimlidir ve önceliği birliğe verir. İkincisi ise asimilasyon karşıtıdır ve farklı etnik azınlıkların çok çeşitliliğin korunmasına önem verir. 3. Amerika’da Çokkültürlülük, AmerikalılaĢtırma ve Amerikan Kimliği Coğrafi açıdan çokkültürlülük kavramı Amerika Birleşik Devletleri‟in temelini oluşturur; bu bölgede zaten yaşamakta olan Amerikan yerlileri, Amerika‟nın keşfinden sonra İngiliz, İspanyol ve Afrika kökenliler, daha sonra gelen göçlerle ise dünyanın hemen her yerinden kültürel ve etnik gruplar ABD‟yi şekillendirmişlerdir. İdeolojik olarak çokkültürlülük ise uzun bir tarihsel süreç sonrasında ortaya çıkmıştır. Amerikan kimliğinin şekillenmesi ise onsekizinci yüzyıldan günümüze uzanan bir süreçtir ve bu süreçte toplumsal ve siyasi gelişmeler önemli rol oynamıştır. 28 3.1. WASP Baskınlığı Amerikan Bağımsızlık Savaşı‟ndan sonra ABD‟de, çoğunluğu beyaz ırka mensup, Anglo-Sakson ve Protestan (WASP) olan bir toplum oluşmuştur, bu da o dönemin baskın kültür grubunu belirlemiştir. ABD kendini özgürlük, eşitlik ve rızaya dayanan yönetim prensiplerine bağlı bir ulus olarak tanımlamıştır ve halkın milliyeti bu prensiplerle özdeşlikle açıklanmıştır (Gleason 59). Her ne kadar evrenselci görünse de, onsekizinci yüzyıl ABD‟de ırksal ayrımcılığın revaçta olduğu bir dönemdir: Devlet kurucuları insanoğlunun “devredilemez haklarından” bahsetmiştir. Bu ideal doğrultusunda yazarlarken ve konuşurlarken, gerçek oldukça farklıydı. Gerçek hayatta, siyahiler veya AfrikalıAmerikalılar ve Amerikan yerlileri insan olarak görülmüyor, dolayısıyla devredilemez haklara sahip olamıyorlardı. Kölelik, ayrımcılığın aşırı haliydi. (Williams 27) Bir yandan “beyaz” etnik köken mensuplarına dönemle karşılaştırıldığında oldukça liberal haklar tanırken, diğer yandan siyahilere ve Amerikan yerlilerine ırksal ayrımcılık yapılmıştır. Ayrıca, Avrupa haricindeki bölgelerden gelen göç arttıkça, 1790 ve 1798‟de çıkarılan yasalarla, “yabancı” göçmenlerin vatandaşlığa kabulu ve ABD‟de ikameti oldukça zorlaştırılmıştır. ABD‟deki kültürel ayrımcılık yalnızca ırksal anlamda gelişmemiştir; 1800‟lerin başlarından itibaren büyük çoğunluğu İrlanda‟dan göçen Katolik gruplar, kısa süre sonra ülkedeki en büyük dini mezhep halini almıştır (Gleason 69). Bu durum, baskın kültür olan WASP‟ların tepkisini çekmiştir; Katoliklik İrlandalı olmakla, Protestanlık ise Amerikalı olmakla bir tutulmaya başlanmıştır (Gleason 76). Kısaca, Avrupa merkezci düşünce ABD‟de kültürel ve etnik açıdan devam etmiştir. 3.2. Eritme Potası ve AmerikalılaĢtırma I. Dünya Savaşı sonrasında etnik düşmanlıkların alevlenmesiyle ve dış göçün artmasıyla birlikte ABD‟de asimilasyon kavramı ortaya çıkmıştır. Bunun en önemli örneği “eritme potası” benzetmesidir. Eritme potası, göçmenlerin farklı yönlerini eritip, onları önceden belirlenmiş bir kalıba dökmeyi amaçlayan bir işlem olarak görülmüş ve asimilasyonun sembolü olarak yorumlanmaya başlanmıştır. (Gleason 80). Bir yandan 29 Amerikan kimliği ve toplumu oluşturabilmek için birlik olmayı simgelerken, aynı zamanda asimilasyonu çağrıştırmaktadır. Dönemsel olarak düşünüldüğünde, Amerikan rüyasını yaşamak için ABD‟ye göç eden etnik ve kültürel grupların, baskın WASP kültürüne ayak uydurmasını yansıtır. Eritme potası metaforu, kendine güveni olmayan ilk neslin “gerçek” Amerikalarla ayırt edilemez bir benzerlikte tamamiyle kaybolma isteğini hatasızca anlatır (Petersen 13). Asimilasyonun bir başka ifadesi de Amerikalılaştırma‟dır. Fakat ABD‟nin coğrafi olarak değişen kültürel ve toplumsal yapısının yanında, çokkültürlü yönü de Amerikan kimliğinin kolayca tanımlanamayan bir kavram haline getirir: Amerikalı olmanın ne anlama geldiği ulusal kimlikle ilgili temel sorudur. Bazıları gerçek Amerikalı olmayı dil, din ve davranış temelinde kültürel çoğunluğa yakın benzerlik olarak tanımlarken, diğerleri ise ulusal kimlik ile bağdaşabilecek çeşitliliğin kapsamı konusunda daha rahat bir duruş sergilemektedir. (Gleason 84) Görüldüğü gibi, Amerikalı olma kavramı gruptan gruba ve bireyden bireye değişmektedir. Buna rağmen, genel olarak Amerikalılaştırma, Anglo-Sakson ırksalcılığı ile ilintilidir. WASP geleneği, 1900‟den sonra Mendel genetiği ve ırksal snıflandırmayla birlikte, ayrımcılığı sosyal ve bilimsel anlamda sürdürmüştür. 3.3. Anglo-Sakson Irksalcılığı ve Genetik Mendel‟in ırkların fizyolojik özelliklerinin nesilden nesle aktarıldığını keşfetmesinden sonra, birçok bilim adamı yalnızca fiziksel değil, kültürel ve kişisel özelliklerin de ırklara bağlı olarak farklılık gösterdiğini düşünmeye başlamıştır. 1930‟lara gelindiğinde birçok Batılı bilim adamı, kişisel özelliklerin gen yoluyla nesilden nesle geçişini kabul etmekteydi (Brattain 1400). Bu durum, fiziksel sınıflandırmanın yanında, karakter özelliklerinin de ırklara göre sınıflandırılmasını beraberinde getirmiştir. Fiziksel özelliklerin yanında kültürel özelliklerin de gen yoluyla aktarımı genel kabul görmüştür ve bu sınıflandırma, genetik biliminde ırkların rastgele karışmasının kültürel gelişme yerine kültürel bozulmaya sebep olacağı görüşünü 30 desteklemiştir (Gleason 94). Kısacası, Anglo-Sakson ırksalcılığının çokkültürlülüğe karşı tavrı, birçok genetik bilimci tarafından da desteklenmiştir. 3.4. Irkçılığın DüĢüĢü ve Kültürel Çoğulculuğun YükseliĢi ABD‟de ırkçılık ve her tür ırksal ayrımcılık, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gerilemiştir. Nazi ırkçılığının grotesk aşırılığı ve savaş sırasında ortaya çıkan korkunç sonuçlar ırkçılığı bir ilke olarak tamamiyle gözden düşürmüştür ve birçok Amerikalıyı böylesine insanlık dışı ve demokratik değerlere ters bir kurama karşı tiksintiyle doldurmuştur (Gleason 84). Nazilerin soykırım programının neticesinde, bazı antropologlar “ırk” kelimesinin dilden çıkarılması gerektiğini, çünkü bu kavramın hem ırkçılıkla ilişkili olduğunu hem de belirsiz ve değişken sınırları olan bir kategori olduğunu savunmuşlardır (Petersen 7). 1940‟lar ve sonrasında, Anglo-Saksonizm ve diğer her tür ırksal ideoloji düşüşe geçmiştir; yine de beyaz ırk toplumdaki elit ve aydın kesim olmayı sürdürmüştür. Bu noktada etnik köken ve kültürel çoğulculuk yükselişe geçmiştir. II. Dünya Savaşı‟nın yankılarından sonra gruplar, kültürler ve etnik kökenler arası iletişimin bir toplum için önemi algılanmaya başlamıştır. Kültürel çoğulculuk, hem sosyal çeşitliliğin gerçek varlığı, hem de farklı gruplar arasında etnik merkezcilik, önyargı ya da ayrımcılık olmadığı takdirde bu çeşitliliğin iyi olduğu inancını belirleyen bir terim olmuştur (Gleason 105). Kültürel çoğulculuk ve etnik kökenin önem kazanmasının siyasi bir sebebi de, ABD‟de başgösteren siyah-güç hareketidir. Etnik merkezci bir hareket olan siyah-güç, Martin Luther King ve Malcolm X gibi aydınların popüler kültürde seslerini duyurmalarıyla diğer etnik gruplara da yayılmıştır. Tanınma ve eşit haklara sahip olma isteğiyle, Amerika‟daki azınlıkların ikinci nesli etnik kökenini sahiplenmeye başlamıştır. Petersen‟a göre etnik kökenin yükselişinin üç sebebi vardır: İlki, daha önceki ideolojilerin, etnik kökenler arası eğilimi bütünüyle objektif şekilde analiz etmek yerine, yalnızca politik konuma destek olarak evrimleşmeleridir. İkincisi, yavaş ya da hızlı asimilasyonun tek yönlü olduğunu kanısının oldukça yanlış olmasıdır. Son olarak, ABD‟de 31 ve tüm dünyada etnik kökenin yükselişinin sebebi ertelenmiş bir köken arayışıdır. (16-19) Böylece, 1970‟lere gelindiğinde, ABD‟de ırkçı ve ırksal ayrımcı ilkeler değerlerini oldukça yitirmiş, çokkültürlülük ve etnik çeşitlilik ise değer kazanmaya başlamıştır. Bu kavramlar kişi ve grupların kimliklerinin bir kısmını belirlerken, bu dönemde Amerikan kimliği tekrar sorgulanır. Şüphesiz, ırksal kriz ve II. Dünya Savaşı‟nın tam tersi etki yapan Vietnam Savaşı Amerikan değerlerinin ve kurumlarının sorgulanmasına sebep olan en önemli iki olaydır (Gleason 133). Özellikle Vietnam Savaşı sonrası, II. Dünya Savaşı‟nın korkunçluğunu hatırlayan Amerikalılar, böylesine insanlık dışı bir müdahaleyi kendi ülkelerinin yapmasıyla bir kimlik krizine sürüklendiler. Amerikan sistemine ve Amerikan rüyasına olan güven azaldı ve bu kavramların yüzeysel olduğu düşüncesi güçlenmeye başladı. Ulusal kimliğin değerini yitirmesiyle etnik kimlik daha da önem kazandı. Bu koşullar altında insanların aslında etnik kökenleri olduğunu hatırlamaları, aynı zamanda kendilerini Amerikan sistemindeki hataların sorumluluğundan sıyırmaları ve sorumlu olan WASP çoğunluğundan hak talep etmeleri oldukça dikkat çekicidir (Gleason 135). 3.5. Sosyal ve Sanatsal Alanlarda Çokkültürlülük Böyle bir ulusal kimlik bunalımıyla birlikte, gerek sosyal gerekse sanatsal anlamda çokkültürlü akımlar doğmuştur. Afrikalı-Amerikalı, Meksika-Amerikalı, Asyalı-Amerikalı çalışmaları gibi ırksal ve etnik akımların yanında, feminizm, lezbiyenfeminizm, siyahi-feminizm ve queer kuram gibi cinsel kimlik odaklı akımlar da yapılanmaya başlamıştır. Bunun eğitime ve eleştirel kurama katkısı, çokkültürlü anlayışlar doğrultusunda kültürel azınlıklar ve onların eserleri konusunda bilgilendirilmesi, dolayısıyla içinde yaşanan toplumun daha geniş bir bakış açısıyla ele alınabilmesini sağlamasıdır: Amerika Birleşik Devletleri, çok sayıda kadın, Hispanik, AsyalıAmerikalı, Afrikalı-Amerikalı, Amerikan yerlisi ve daha pek çoğunu barındıran çokkültürlü bir toplum olduğundan, bu insanların çalışmaları edebi ve felsefi kanona dahil edilmelidir. Geçmişte yaşamış beyaz 32 Avrupalı erkekler ve WASP‟lara ve ABD tarihinde ulusal karakter ve uzlaşma gibi konulara odaklanmak yerine, örneğin çeşitlilik ve farklı azınlık gruplarının Amerikan hayatına katkısı üzerinde durulmalıdır. (Berger 139-140) Çokkültürlülük, eşit haklara sahip olmak isteyen kültürel ve etnik grupların ideolojisi olduğundan, bu tür kültürel çoğulcu çalışma ve eğilimler hem bugüne kadar görmezden gelinen azınlıkların mirasının tanınmasını sağlayacak, hem de kültürler arası ve etnik gruplar arası ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olacaktır. Görüldüğü gibi, ABD gibi çokkültürlü devletlerde, bireylerin kimlikleri kültürel, etnik kökensel ve ulusal kimliklerin birleşiminden oluşmaktadır. ABD‟nin kuruluş ideolojisi olan özgürlük ve eşitlik kavramlarının gerçek anlamda yaşanabilmesi için, ırk, kültür ve etnik kökenlerin çeşitliğinin tanınması, algılanması ve onlara saygı gösterilmesi gerekmektedir. Çokkültürlü bir yönelim hem toplumun baskın kesiminin bakış açısını, hem de ırksal ve etnik gruplara dahil olan ve gün geçtikçe sayıları artan insanların, özellikle siyahi Amerikalıların, Hispaniklerin, Asyalıların ve Amerikan yerlilerinin görüşlerini vurgulamaktadır (Williams 32). Kısacası, çokkültürlülük ve etnik çeşitlilik, aslında “Amerika” kavramını oluşturmaktadır. 33 III. ÇĠNLĠ AMERĠKALI EDEBĠYATI Çinli Amerikalı edebiyatından, Çin‟den Amerika‟ya göç ederek ABD vatandaşı olan göçmenler ve elbette Amerika doğumlu Çinliler tarafından oluşturulmuş edebiyat olarak söz edilebilir. Ondokuzuncu yüzyılda, ilk Çinli göçmenlerin ABD topraklarına ayak basması ile başlayan bu edebi gelenek, yirminci yüzyılda çoğalarak ve tanınarak sürmüştür ve günümüzde de çağdaş edebiyatın bir parçasıdır. İnsanoğlu tarafından yaratılan her sanat gibi Çinli Amerikalı edebiyatı da, varolduğu dönemlerin sosyal, tarihsel ve politik olaylarından etkilenerek ve bu olaylar doğrultusunda şekillenerek günümüze ulaşmıştır. Bir azınlık edebiyatı olarak Çinli Amerikalı edebiyatı, ırksal, kültürel, çokkültürlü ve etnik kavramlarla yakından ilişkilidir. Bu tezde, Çinli Amerikalı edebiyatının ondozkuzuncu yüzyılın ortasından başlayarak günümüze uzanan gelişimi incelenirken, dönemsel tarihi sosyal ve politik olayların ve önemli Çinli Amerikalı yazarların etkilerine değinilecek, sonrasında ise Asyalı Amerikalı edebiyat kuramları kapsamında, Çinli Amerikalı edebiyatı ve bu tür dahilinde kullanılan dil ve yinelenen temalar analiz edilecektir. 1. Çinli Amerikalı Edebiyatının DoğuĢu ve GeliĢimi 1.1. Mektup ve Makaleler Çinli Amerikalı edebiyatına dahil edilebilecek en eski yazılı eserler, 1848‟de “altına hücum” ile birlikte Kaliforniya‟ya gelen ilk Çinli göçmen kuşağın yazmış olduğu mektup ve makalelerdir. Bu kayıtlar oldukça az sayıdadır çünkü bu dönemin göçmenleri az sayıda kadın ve birkaç tüccar haricinde, genel olarak Çin‟in Guangdong bölgesinde bıraktıkları ailelerini geçindirmek durumunda olan, eğitimsiz ve fakir erkek işçilerdi (Wong, Chinese 41). Elbette, bu göçmenlerin İngilizce‟ye tam anlamıyla hakim olmaması, bu döneme ait kayıtların sayısının az olmasının önemli bir nedenidir. Yine de, dönemin Çinli göçmen işçileri, Çince halk tekerlemeleri ile koptukları ülkelerine ait bir sözlü edebiyat geleneği sürdürmüştür ve bu çalışmalar günümüze ulaşmıştır. Wong‟a göre, “bir zamanların gizli çalışmaları bir anda Çinli Amerikalı kanonunun bir parçası haline gelmiştir” (Chinese 42). Çünkü bu tekerlemeler, ancak 1970‟ten sonra İngilizceye çevrilmiş ve basılmıştır. 34 Elbette ki, 1850‟lerin Çinli Amerikalı edebiyatı, yalnızca göçmen işçilerin tekerlemeleriyle sınırlı değildir. Çin‟den Kaliforniya altın madenlerinde ve bunun yanında diğer alanlarda işçi olarak çalışmaya gelenlerin sayısı arttıkça, beyaz Amerikalıların Çinliler ile ilgili görüşleri de değişmeye başlamıştır. Önceden üreticilikleri, dürüstlükleri, tutumlulukları ve barışçıl yönleriyle övülen Çinliler, artık alçak köleler, klancılar, tehlikeli, hilebaz ve ahlaksız insanlar olmakla suçlanmaktadır (Y. Lee 476). Böylece, yayın organları ve toplum tarafından ağır ırkçı suçlamalara maruz kalan Çinlileri korumak ve savunmak için, Çinli toplum liderleri bazı mektup ve makaleler yayınlamışlardır. Bunlara örnek olarak “Letter of the Chinamen to His Excellency, Governor Bigler” (1852), “Remarks of the Chinese Merchants of San Francisco” (1855) ve “To His Excellency U.S. Grant, President of the United States: A Memorial from Representative Chinamen in America” (1876) gösterilebilir. Başlıklardan da anlaşılabileceği gibi, bu mektuplar özellikle Altı Çinli Şirketi‟ne dahil olan ve işleri dolayısıyla İngilizce‟ye hakim olan, ileri gelen tüccarlar tarafından yazılmıştır. ABD‟deki Çinlilerin yazıları bir hoşgörü ricasıdır ve genel olarak bu yazılar, uzlaşmacı bir tutum ve uyum sağlama isteği ile şekillenmiştir (Yin 18-25). Her ne kadar arabulucu bir tavır izlese de, aslında bu mektuplar Amerika‟daki Çinli ileri gelenlerin, kendi diasporalarını ırkçı ideolojilere karşı savundukları yazılardır ve Çinli Amerikalı edebiyatı açısından birer mihenk taşı olma özelliğine sahiptirler. Ondokuzuncu yüzyıl Çinli göçmenlerin ABD‟de yazdıkları yazılar yalnızca tüccarların mektupları ile sınırlı değildir. Diğer sınıflara dahil olan ve İngilizce bilen Çinli göçmenler de zaman zaman dönemin toplumsal olayları ile ilgili mektuplar yazmışlardır. Buna örnek olarak, Mary Tape tarafından, Çinli çocukların eğitimiyle ilgili ayrımcılığa karşı yazılmış olan “A Letter to San Francisco Board of Education” (1885) gösterilebilir. Bunun yanında, New York‟taki bir çamaşırhaneci olan Lee Chew‟in otobiyografik hikayesi de, bu döneme ait önemli dökümanlardan biridir. Bahsi geçen iki eser de, farklı konularla ilgili olmalarına karşın, 1800‟lerin ortalarında ABD‟deki Çinlilere karşı ırkçı tutumu eleştirmekte, Çinli Amerikalıların seslerini duyurmak için çaba göstermektedir. Dönemin koşullarını günümüze aktaran başka bir yayın da, 1875‟te yayınlanan Çince-İngilizce Dil Kılavuzu‟dur. Çinli göçmenlerin 35 ezberlemesi gerekenler, “korsan, hırsız, serseri, dolandırıcı, kumarbaz, düşman, katil, suçlu” gibi kelimelerdir. Ayrıca kılavuzda, Çinli göçmenlerin toplumda yer edinebilmek üzere kullanması için, bazı Hıristiyan öğretilerine de yer verilmiştir (Yin 32-35). Bu eserler, dönemin ırkçı ideolojilerine, Çinli göçmenlerin bu ayrımcılığa verdikleri tepkilere ve bunlarla başa çıkma yollarına ışık tutmaktadır. 1.2. Angel Adası ġiirleri ve Kültürlü Çinliler Özellikle 1882 Çinli Göçmen Yasası‟ndan sonra, “evrak oğullar” fenomenini engelleyebilmek adına Angel Adası‟nın Çinli göçmenler için bir çeşit toplama kampına dönüştürülmüştür. ABD‟ye girebilmek için Angel Adası‟nda uzun zaman kötü koşullarda kötü muamelelere maruz kalan Çinli göçmenlerin, kaldıkları odaların duvarlarına kazıyarak yazdıkları şiirler, Çinli Amerikalı edebiyatını anlayabilmek ve özümseyebilmek için incelenmesi gereken eserlerdir. Angel Adası şiirleri, intikam hayalleri ya da parazit kontrolüne gitmekle ilgili yazınsal değeri olmayan şikayetlerden, hayattaki düş kırıklıklarıyla ilgili, klasik edebiyata yapılan atıflarla dolu düşüncelere uzanan bir çok çeşitliliğe sahiptir (Leonard 378). Ayrıca bu şiirler, Çinli göçmenlerin günlük hayata dair sevinç ve üzüntülerinin yanısıra, içinde bulundukları koşulları da etkili bir biçimde anlatmaktadır: Bu ahşap binada hapsedildim, hep üzgün ve sıkkınım. Hatırlarım, köyümü terk edeli, birkaç dolunay geçti. Evde ailem kapıya dayanmış, acil mektup bekliyor. Onlara iyi olduğumu söyleyecek kimim var ki? (Alıntılayan Yin 39) Yukarıdaki gibi, kişisel üzüntüyü, memleketini terk etmenin ve ailesini arkada bırakmanın zorluklarını anlatan şiirlerin yanında, hapsedilmeyi, yalnızlığı, kızgınlığı ve düş kırıklıklarını anlatan, ırkçı ve ayrımcı yaklaşımdan kaynaklanan sıkıntıları dile getiren şiirler de mevcuttur: Beyazların kaba kuvveti altında eziliyor sarı ruhlar, yazık! …………………………………………………………….. . 36 Sepete tıkılmış bir domuz gibi hapsedildik zorla. Ruhlarımız karlı bir kubbenin altında, takatsiz; Sığırlarla, atlarla bile eş tutulmadık. Dökülüyor buz gibi güne gözyaşlarımız; Kuşla, tavukla bile eş tutulmadık. (Alıntılayan Yin 37) Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, Angel Adası‟nda istekleri dışında tutulan Çinli göçmenlerin sesleri bu şiirler vasıtasıyla Çinli Amerikalı edebiyatının bir parçası olmuş ve günümüze ulaşmıştır. Şiirlerin bir diğer önemi de, taşıdıkları edebi nitelikten dolayı gelen göçmenlerin cahil köylüler olduğu kanısını da çürütmesinden kaynaklanmaktadır (Tanrısal 61). Kısacası bu şiirler, bir azınlık olarak Çinli Amerikalıların Angel Adası‟nda yaşadıklarını gözler önüne sermiş, diğer yandan da dönemin göçmenlerinin cahil ve eğitimsiz olduğuna dair tektipi sarsmıştır. Tabii ki, ondokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında ABD‟ye göç eden Çinlilerin tamamı işçilerden oluşmamaktadır. Bu göçmen grubun küçük de olsa bir kısmını, Amerika‟ya misyonerler, Çin hükümeti ya da iyi bir maddi duruma sahip olan aileleri tarafından eğitim almaya gönderilen öğrenciler oluşturmaktaydı. Yin tarafından “kültürlü Çinliler” olarak adlandırılan bu göçmenler, maddi olarak ve eğitim durumu açısından daha önce bahsedilen işçi gruptan daha iyi koşullara sahip oldukları için, dönemin Çinli Amerikalı edebiyatında daha baskındırlar (53-4). Kültürlü Çinli yazarlar, her ne kadar göçmen çoğunluğun bir parçası olmasalar, onların deneyimlerini aktarmasalar da, özellikle otobiyografi ve anı türlerinde verdikleri eserlerle Çinli Amerikalı edebiyatının bir parçası olmuşlardır. Bunlara örnek olarak, 1882 Yasası‟na cevaben yazılmış olan When I Was a Boy in China (Lee Yan Phou 1887) gösterilebilir. Çin medeniyeti hakkında ansiklopedik bilgi içeren bu kitap Çinlilerin yaşamları, aile yapıları, felsefeleri, dinleri, örf ve adetleri, mutfakları, eğitimleri ve edebiyatları konusunda okuyucuyu bilgilendiriyordu (Tanrısal 64). Böylelikle Phou, beyaz Amerikalılar tarafından yanlış anlaşılmış olan Çin kültürü ile ilgili kanıyı düzeltmeyi amaçlıyordu. Phou‟nun yanısıra Tingfang Wu‟nun bir yandan Çin kültürünü tanıtarak Amerikan toplumunu etkilemeyi, diğer yandan da ırk ayrımcılığını yadsımayı amaçladığı America through the Spectacles of an Oriental 37 Diplomat (1914) ve Yung Wing‟in Amerikan sistemini övdüğü ve Çin medeniyetinin Batı‟nın gerisinde kaldığını vurguladığı My Life in China and America (1909) da, kültürlü Çinlilerin Çinli Amerikalı edebiyatı kanonuna kattıkları önemli otobiyografik eserlerdir. Birbirlerinden ideolojik açıdan farklı olsalar da, bu eserler Çin kökenliler haricindeki Amerikalı okuyucuları hedeflemiştir ve Çinlilere karşı yanlış ve haksız tutumları değiştirmek amacıyla yazılmıştır. Genel olarak, kültürlü Çinlilerin çalışmaları, Çin ve Amerika arasındaki ırksal ve kültürel uçuruma bir köprü olma amacıyla şekillenmiştir (Yin 54). Buna rağmen, sempatik görünmek uğruna Çinlileri ve Çin kültürünü egzotik, gizemli ve yabancı göstermeleri, bazı tektiplerin oluşmasına katkısından dolayı gelecek neslin birçok yazarı tarafından eleştirilmiştir. 1.3. Sin Far Sui Bu noktada, özellikle Avrasyalı kimliğini ön plana çıkarmasıyla, Çin‟i daha önce bahsedilen yazarlara kıyasla daha objektif yansıtmasıyla ve daha çok göçmen Çinlilerin hayatlarına eğilmesiyle bilinen Sin Far Sui‟den bahsetmek gerekmektedir. Şimdiki edebiyat kanonu Sin Far Sui‟yi, İngilizce yazan ilk Çinli Amerikalı yazar olarak belirleme eğilimindedir (Wong Chinese 44). Gerçek adı Edith Eaton olan, annesi Çinli, babası ise İngiliz Sui‟nin hikayeleri, 1912‟de Miss Spring Fragrance adı altında basılmıştır. Cinsel ve ırksal konularla ilgili ironik yaklaşımlara yer verdiği hikayeleri, sade bir dille yazılmıştır: …birkaç cümle dışında, kendi ana dilime alışkın değilim. O zaman bu insanların beni memleketlileri olarak kabul etmelerini nasıl umabilirim? Amerikalılaştırılmış Çinliler, onların ırkından olduğumu söylediğimde bana gülüyorlar. (Sui 131) Görüldüğü gibi Sui, özellikle iki kültürün arasında kalmışlığı ve bu iki kültürün birbirine olan düşmanlığının psikolojik etkilerini başarılı şekilde yansıtmıştır. Ayrıca, Edith Eaton‟ın öykülerinde, Amerika‟daki Çinliler sempatik bir şekilde, tek yönlü kafirler değil çok yönlü insanlar olarak, acı çekebilen ve çektirebilen, seven ve sevilebilen, sadık veya düzenbaz olabilen insanlar olarak sunulmaktadır (Ling 222). 38 Yani Sui, dönemin tektipleriyle ve ırkçı yaklaşımlarıyla savaşırken, aynı zamanda Doğu ve Batı kültürleri arasında bir arabulucu görevi üstlenmiş, iki kültür arasında kalmanın ise bireysel psikolojik yönünü yansıtarak bu edebi geleneğin ilk kadın yazarı olmuştur. 1.3. 1940’larda Çinli Amerikalı Edebiyatı 1.3.1. SavaĢ Edebiyatı 1940‟lara gelindiğinde ise, Çinli Amerikalı edebiyatı açısından birçok önemli olay meydana gelmiştir. Bunlardan ilki II. Dünya Savaşı‟nın patlak vermesi ve Pearl Harbor saldırısından sonra Çin ve ABD‟nin ittifak konumuna geçmesidir. Böylece, ABD‟de genel kanı, Japonların “kötü”, Çinlilerin ise “iyi” olduğu şeklinde değişmiştir ve bu durum Çinli Amerikalı edebi eserlerinin toplum tarafından daha fazla kabul görmesiyle sonuçlanmıştır. Ayrıca, 1943‟te Çinli Göçmen Yasası‟nın yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, Çin‟deki savaştan ABD‟ye kaçan göçmenler de eserler vermeye başlamıştır. Bunlara örnek olarak Dawn Over Chunking (Adet, Anor ve Meimei Ten) ve War Tide (Anor Lin) verilebilir. Çin doğumlu bu yazarların ortak temaları, savaşın bireyler ve aileler üzerindeki psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileridir. Bu roman ve otobiyografiler, kadınların ilk ağızdan yazdıkları savaş deneyimlerinin etkileyici hikayeleridir ve bu savaş kitaplarında, gizli bir amaç bulunmaktadır: ABD‟ye, cephane ve erzak açısından üstün ülkeye, Çin‟in uygun bir müttefik oluşunun kanıtlanması (Ling 225-227). Yani, savaş edebiyatının Çinli yazarları savaşın acılarını anlatırken, bir yandan da yine Çinlileri iyi huylu ve uyumlu göstererek, Çin kökenlilerin ABD‟deki baskın toplum tarafından kabullenilmesini sağlamaya çalışmıştır. 1.3.2. Ġkinci KuĢak Çinli Amerikalı Yazarlar 1940‟lardaki diğer önemli gelişme ise, sayıca yavaş yavaş çoğalmakta olan ikinci kuşak Amerika doğumlu Çinlilerin yetişkinliğe geçmesidir. Böylelikle, Çinli Amerikalı edebiyatına dahil edilebilecek eserlerde bir artış olmuştur. Fakat, ikinci kuşak Amerikalı Çinli yazarlar, kültürlerini tanıtmaya ve iki kültür arasında bağlantı kurmaya çalışan bir önceki nesilden farklı olarak, Çinli topluma ve kültüre karşı tepki ve yabancılaşma temasında buluşmuşlardır. Bunun dışında, kültürler arasında kalmak, kuşaklar arası farklılıklar, Amerikan rüyası, ırklar arası ilişkiler ve özellikle Amerikan 39 toplumunun bir parçası ve örnek azınlık olma çabası gibi konular, ikinci kuşak Çinli Amerikalı yazarların eserlerine hakim olmuştur. Bu eserlere örnek olarak Father and the Glorious Descendant (Pardee Lowe, 1943) ve The Fifth Chinese Daughter (Jade Snow Wong, 1950) verilebilir: İki yazar da başarılarını, daha önce iğrenç bir şekilde yabancı olarak nitelendirilen egzotik yemekler ve gelenekler de dahil olmak üzere, Çin‟e dair şeylerin, daha fazla benimsenmesine borçludur; ve ikisi de Çinli Amerikalı hayatın, gelenekten modernliğe, gelenekçilikten bireysel özgürlüğe doğru bir yörüngede ilerlediğini belirtmiştir, ki bu da göçmen ailenin kaçınılmaz “gelişimi”ne dair yaygın görüşe oldukça uygundur. (Wong Chinese 46) Wong‟un da belirtmiş olduğu gibi, ikinci nesil Çinli Amerikalı yazarlar, II. Dünya Savaşı‟nın etkisiyle kabul görmüşlerdir ve “eritme potası” sembolünü yansıtmaktadırlar. Amerika‟da doğup büyüyen bu nesil, Amerikan kimliğinin birer parçası olan özgürlük ve bireysellik gibi kavramların yanında, gelenekçi ve toplumcu Çin kültürünün arasında kalmıştır; dolayısıyla varolabilmek için bakış açıları asimilasyona daha yakındır. Bu yönleriyle birçok Çinli Amerikalı yazar tarafından eleştirilseler de, aynı zamanda yürminci yüzyılın ortalarında Çin kökenli Amerikalılara karşı ırkçı tutumun, etnik ayrımcılığın ve dışlanmanın altını çizdikleri için, bu yazarlar Çin Amerikan edebiyatı ve tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Elaine Kim‟e göre, Lowe‟un otobiyografisi, Amerika‟da doğmuş olan bir Çinli‟nin kendisine yapılan ayrımcılığa verdiği tepkiyi belgelediği için önemlidir (65). Jade Wong ise, kitabının sonunda başkarakterini hem Amerikan rüyasına ulaştırmakta, hem de ailesiyle uzlaştırmaktadır; Amerikan ve Çin kültürleri arasında bir bağ kurmaktadır. Özetle, ikinci nesil yazarlar eserlerinde, hem kullandıkları karakteri birer “örnek azınlık” olarak tasarlayıp Çinlilerin imajını düzeltmeye, hem de dönemin Çinli Amerikalı hayat deneyimini ve bunun zorluklarını işlemeye çalışmışlardır. 40 1.4. 1960 ve 1970’ler II. Dünya Savaşı‟nın sona ermesiyle ve Çin‟de komünist düzenin yerleşmesiyle birlikte, ABD‟de Çinlilere olan bakış açısı yeniden yön değiştirmiştir ve süregelen ırkçılık ve etnik ayrımcılık daha da artmıştır. Bunun yanında, 1960 İnsan Hakları Hareketi, Amerikalı Çinliler de dahil olmak üzere birçok etnik ve ırksal azınlığın politik ve sosyal olarak aktifleşmesini sağlamıştır. Ayrıca, Vietnam Savaşı‟nın özellikle Asya kökenli Amerikalıların gündeminde önemli bir konu haline gelmiştir. “Asyalı Amerikalı” terimi, insan hakları, Üçüncü Dünya ülkeleri ve Vietnam Savaşı karşıtı hareket bağlamında ortaya çıkmış ve bilinçli bir şekilde “oryantal” veya “sarı” gibi terimlerin yerine, özellikle üniversite kampüslerinde benimsenmiştir (Koshy 321). Tüm bu olayların etkisiyle, Çinli Amerikalı edebiyatının da politik ve sosyal açıdan geliştiğinden bahsedilebilir. Etnik kökenin yükselişi ile birlikte, Frank Chin ve Maxine H. Kingston gibi yazarlar, daha önceki Çinli Amerikalı örneklere kıyasla çok daha politik, özgür; ırkına, etnik kökenine ve kültürüne sahip çıkan yepyeni bir edebiyat dili ve tarzıyla karşımıza çıkmaktadır. 1950‟lere kadar Çinlileri baskın kültüre “anlatmaya” yönelik edebiyat, 1960‟ların yazarları tarafından bu tutumun Çinlileri ötekileştirdiği düşüncesiyle değiştirilmiştir; Çinli Amerikalı edebiyatı, kültürel arabuluculuktan etnik gurura taşınmıştır. 1.4.1 Frank Chin Bu kuşağın temsilcilerinden Frank Chin, hem romanları ve oyunlarıyla, hem de Asyalı Amerikalı ve dolayısıyla Çinli Amerikalı edebiyat geleneğine ve kuramına ilişkin çalışmalarıyla, 1970‟lerden günümüze dek öne çıkan yazarlardan biri olmuştur. Çinli Amerikalı edebiyatında önder olarak tanımlanabilecek yazarlardan Frank Chin, eserlerinde özellikle egzotikliğe, nostaljiye ve duygusallığa karşıdır (Tanrısal 88). Bunun sebebi, Chin‟in Çinli Amerikalıların “feminize” edilmesine karşı olması ve romanlarını bu edebi geleneğin özellikle makülen hale getirilmesi doğrultusunda bir dil kullanarak yazmasıdır: İyi ya da kötü, tektipik Asyalı, erkek olarak bir hiçtir. En kötüsü de, Asyalı-Amerikalı aşağılık görülür, çünkü 41 kadınsı ve efeminedir, geleneksel maskülenliğin yaratıcılığa, fiziksel cesarete, gözüpekliğe ve orijinalliğe dair niteliklerinden mahrumdur. (Chin 30) Bu alıntıda bahsettiği tektipleştirmeyi tersine çevirmek için Chin, eserlerinde genellikle Çinli Amerikalı erkeklerin hikayelerine yer vermektedir ve bu bağlamda Çinli Amerikalı kimliği üzerine çoğu zaman didaktik bir tarzı benimsemektedir. Kurumsallaşmış ırkçılığa ve beyaz kültür egemenliğine bir başkaldırı içindeki Chin‟in eserleri, şiddetli bir şekilde asimilasyon karşıtıdır (Wong Chinese 48-9). Örneğin, Chickencoop Chinamen (1971) adlı oyununda, Çin kültürünün orijinalliğinin benimsenmesi, örnek azınlık tektipinin reddedilmesi ve erkek gücünün önemini vurgulanması, okuruna ulaştırmak istediği derslerdir. Donald Duk (1991) adlı romanında ise, etnik kimliğin önemini, atalarından kalan edebi ve tarihi mirasın korunmasını ve nasıl bir Çinli Amerikalı erkek olunması gerektiğini vurgulamaktadır. Bunu yaparken de, özellikle Çin kültürüne ait kahramanlık mitlerini ve Çinlilerin tarihsel başarılarını, güçlü bir Çinli Amerikalı kimliği oluşturmak için önemli birer sembol olarak kullanmaktadır. 1.4.2 Maxine Kingston Dönemin bir başka önemli yazarı, Frank Chin tarafından sürekli eleştirilmesine rağmen, tematik ve dönemsel açıdan onunla birçok benzerlik gösteren Maxine Kingston‟dır. Kinston‟ın The Woman Warrior: Memoirs of a Girlhood Among Ghosts (1976) adlı eseri, ulusal anlamda kabul gören ilk ödüllü Çinli Amerikalı edebiyatı örneği olmuştur. Çin kültüründeki cinsiyetçilik, Çinli Amerikalı kuşaklar arası ilişkiler, anne-kız ilişkileri ve güçlü kadın imajı gibi konulara değindiği bu eser, otobiyografi, bildungsroman ve anı türlerinin bir karışımıdır. Anne-kız ilişkilerine, Çin kültüründeki seksizme ve sessizliğin bozulmasının gerekliliğine odaklanması, bu eserin feminist bir metin olduğunu belirtmektedir; bu eser hem orta sınıf beyaz feminizmin, hem de renkli azınlığa ait edebiyat geleneğinin bir parçasıdır (Wong, Chinese 50). Tıpkı Chin gibi Kingston da Çin kültürünün mit ve hikayelerinden yararlanmaktadır; örneğin Woman Warrior’da Fa Mulan adlı kadın savaşçıyı ve onun erkek kılığına girerek asker olmasını 42 öykülemektedir. Bunun yanında, etnik kökeniyle duyduğu gururu kadın karakteri üzerinden yansıtır. Karakterin, çocukken Çinli geçmişine karşı hissettiği kafa karışıklığı ve utancın yerini, kendisini beyaz sınıf arkadaşlarından ayıran hikaye ve geleneklerde bulduğu mirası, hazinesi, gücü ve kimliği almaktadır (Ling 236). 1960‟lardan önce gördüğümüz daha yumuşak başlı ve asimilasyona eğilimli kadın yazar tarzı da yerini daha güçlü ve cesurca yazan, etnik kökenini kimliğiyle birleştiren kadın yazarlara bırakmaktadır. Elbette, yazım tarzındaki bu değişimde 1960‟ların insan hakları hareketinin, etnik kültürün yükselişinin ve feminizmin güçlenmesinin etkisi çok büyüktür. Chin‟in Kingston‟ı eleştirmesinin odak noktası da, feminizm uğruna ve daha geniş bir kitleye ulaşabilmek için Çin efsanelerini değiştirerek yazması olmuştur; Chin, Kingston‟ı tıpkı daha önceki kadın yazarlar gibi asimilasyon yanlısı bulmaktadır. Fakat Kingston bu eseriyle, yalnızca Çinli Amerikalı edebiyatının değil, genel olarak Amerikan edebiyatının bir parçası olmuş ve geniş kitlelere ulaşmıştır. Ayrıca, Maxine Kingston‟a göre, Asyalı Amerikalıların kendilerini kurbanlar yerine savaşçılar olarak görmeleri önemlidir (Kim 253). Yani Kingston, aslında Chin ile aynı etnik gururu taşımakta ve romanlarına bu kimliği yansıtmaktadır. 1.4.3 Amy Tan Tıpkı Maxine Kingston gibi, anne-kız ilişkileri üzerine yazdığı romanıyla ünlenen ve Frank Chin tarafından eleştirilen bir diğer önemli isim ise Amy Tan‟dir. 1989‟da basılan kitabı The Joy Luck Club, tıpkı Woman Warrior gibi en çok okunan kitaplardan biri olmuştur. Dört tane kurmaca anne-kız öyküsünden oluşan eser, yuppie yaşamı ve liberal çoğulculuk gibi 1980‟lerin popüler tartışmalarına da değinmektedir (Wong Chinese 51). Bu gibi genel konuları işlemesiyle Tan‟in kitapları evrensel bir boyut kazanmış ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmiştir. Tanrısal‟ın da kitabında belirtmiş olduğu gibi, Tan‟in ünlü ve popüler bir yazar olması aslında bir Çinli Amerikalı olmasından kaynaklanmaktadır (246). Etnik kökenin ve kültürel çoğulculuğun önem kazanması ile birlikte, Amerika‟da azınlık edebiyatları hem diğer azınlıklar hem de baskın kültür tarafından daha çok ilgi görmeye başlamıştır. 43 1970‟lerin sonundan 1980‟lerin sonuna kadar Asyalı Amerikalı göçmen edebiyatı, “Asyalı Amerikalı edebiyatı” kategorisine tam anlamıyla egemen olmuştur (Sumida 2). Çinli Amerikalı edebiyatı da bu kategorinin içinde yer aldığından, işlenen konular genellikle göçmen ailelerin ve bireylerin yaşayışlarına, deneyimlerine ve ırkçı ideolojilerin sonucunda çektikleri sıkıntılara ve kimlik bunalımlarına odaklanmıştır. Bunun yanında, 70‟lerde birçok etnik ve kültürel grubun sesini duyurmasıyla birlikte edebiyatta gelenekselden kopan yaklaşımlar çoğalmıştır. David H. Hwang‟ın Tony ödüllü M. Butterfly adlı oyunu da yapıbozumcu bir örnektir. Puccini‟nin operası Madama Butterfly‟ın ana hatlarını takip ederek, Fransız bir diplomat ile aslında bir travesti olan ve opera şarkıcısı rolüne bürünen komünist Çinli bir ajan arasındaki ilişkiyi parodilemektedir. Böylece, oryantalizm, seksizm ve emperyalizm gibi edebi gelenekte süregelen konuları yeniden yapılandırır ve Asyalı Amerikalı kimliği ve kültürel politikasında cinsel tercihin, ırk ve cinsiyetle nasıl kesiştiğine dair sorular yöneltir (Wong, Chinese 51-2). Hwang‟ın oyunu, bu yönleriyle Çinli Amerikalı edebiyatının ana metinlerinden bir tanesi haline gelmiştir. 2. 1960 Sonrasında Edebi Kuramların ve EleĢtirinin GeliĢimi 1960‟larda İnsan Hakları Hareketi‟nin etkisiyle ve Asyalı Amerikalı teriminin ortaya çıkmasıyla birlikte, Çinli Amerikalı edebiyat kuramları da Asyalı Amerikalı edebiyatı bağlamında tartışılmaya başlanmıştır. Öncelikle, Frank Chin ve Elaine Kim gibi eleştirmenler Asyalı Amerikalı edebiyatı geleneği oluşturmaya çalışmışlar, ardından diğer birçok eleştirmen ile birlikte Asyalı Amerikalı edebiyatının ne olduğu, ne olması ve nasıl okunması gerektiğine dair sorular yöneltip, bu soruları cevaplandırmaya çalışmışlardır. Bu doğrultuda, 1960‟lardan başlayarak, etnik milliyetçi, etnik feminist ve heterojen çoğulcu kuramlardan bahsetmek gerekmektedir. 2.1. Etnik Milliyetçi Kuram Frank Chin, 1974‟te birkaç Asyalı Amerikalı editör ile birlikte Aiiieeeee! An Anthology of Asian-American Writers adlı antolojiyi yayınlamıştır ve bu antolojide Chin ve arkadaşları, Asyalı Amerikalılığın ne olduğunu, bu kanona nelerin dahil edilmesi gerektiğini belirlemeye çalışmışlardır. Gerçek Asyalı Amerikalı duyarlılığının 44 Hıristiyan, kadınsı ve göçmen olmadığı temeline dayanarak, seçkilerini Çinli, Japon ve Filipinli edebiyatları olarak üç alt grupla sınırlandırmışlardır (Wong, Necessity 8). Ayrıca Chin, daha önce de belirtildiği gibi Tan ve Kingston gibi kadın yazarları feminizm uğruna baskın kültüre hitap etmekle eleştirmiştir ve bu yazarlardan “sahte” Asyalı Amerikalı yazarlar olarak bahsetmektedir. Bu sebeplerden dolayı Chin, etnik milliyetçi kategorisine dahil edilmektedir. Ayrıca, bireyleri Amerikalı ve Çinli olarak ayrılan “ikili kimlik” olgusunu kabul etmezler; bu kavram, ırksal ve kültürel olarak “farklı” diye etiketlenmiş olan Asyalı Amerikalılara, asla ulaşamayacakları bir “Amerikalı” modeli sunduğundan dolayı asimilasyoncudur (Sumida 1). Kısacası Chin‟e göre, Çinli Amerikalı kavramı yalnızca ABD doğumlu, Hıristiyan ve göçmen olmayan Çinlileri kapsamaktadır ve yalnızca bu şartları taşıyan eserleri Asyalı Amerikalı kanonuna dahil etmektedir. Elaine Kim ise, Asian American Literature: An Introduction to the Writings and Their Social Context adlı antolojisinde, Asyalı Amerikalı edebiyat geleneğini daha geniş bir kapsamda ele almaktadır ve bu kitabının giriş bölümünde, Asyalı Amerikalı yazarların milliyetlerinin ve ırklarının “tipik” bir örneği ya da “temsilcisi” olmalarının gerekmediğini belirtmiştir (xviii). 2.2. Etnik Feminist Kuram Feminizm akımının yaygın hale gelmesiyle birlikte, her azınlık edebiyatında olduğu gibi Çinli Amerikalı edebiyatında da etnik feminist kuramdan söz edilebilmektedir. Özellikle anne-kız ilişkilerine yer veren, anı ve otobiyografi türünde yazılmış eserler, Çinli Amerikalı edebiyatının etnik feminist kuram aracılığıyla okunmasını sağlamıştır: Feminist yaklaşımlar, etnik milliyetçilerin doldurduğu bir ortamda etnik kadınlara yer açmıştır ve ayrıca ataerkilliğin öncelikli olarak sorgulanabileceği bir dil sağlamıştır, kadın sesi ve geleneği yeniden oluşmuş ve Asyalı Amerikalı eleştirisinin özgünlüğü böylece meşrulaştırılmıştır. (Li 187) 45 Çinli Amerikalı edebi eserlerinde, cinsel rollerin ve kimliğin karşılıklı olarak kültürü ve etnik kökeni nitelemek, anlatmak ve anlamlandırmak için kullanıldığını belirten etnik feminist kuram, özellikle kadın yazarların kadınlara dair eserlerini incelemektedir. Günlükler, anılar ve mektuplar gibi ihmal edilmiş, ötekileştirilmiş ve dişileştirilmiş türleri benimseyen metinler, türün geleneksel, ataerkil hiyerarşilerine karşı verilen feminist gözdağının büyük bir parçasıdır (Goellnicht 349). Özetle etnik feminizm, Çinli Amerikalı kadın yazarları ve onların dünya görüşünü yansıtan ve eserleri hem kadın hem de azınlık olma doğrultusunda inceleyen bir kuramdır. 2.3. Heterojen Çoğulcu Kuram Etnik milliyetçiler ve etnik feministler, özellikle “farklılık” ve “diaspora” üzerinde durmaktadırlar; bir azınlık olarak diğer bütün etnik kültürlerden farklı yönlerini bir Asyalı Amerikalı diasporası bağlamında ayırıcı özellikler olarak görmektedirler. Wong‟a göre bu yaklaşım, Amerikan ulusal kültürünü kabullenme olasılığını düşürmektedir (Necessity 4). Bu nedenle daha geniş bir kitleyi ve daha fazla eseri bir arada inceleyebilmek için kültürel ve etnik azınlıkların teker teker birlikte varolması doğrultusunda “heterojen çoğulcu” kuramlar doğmuştur. Özellikle 1980‟lerden itibaren geçerli olmaya başlayan bu akım, melezliği ve çoğulculuğu desteklemektedir. Asyalı Amerikalı edebiyat eleştirisinin bu döneminde yeni olan şey ise, bu kavramın post-yapısalcı bağlamı ve Asyalı Amerika‟nın nüfussal açıdan çeşitliliğini yorumlama yollarının, birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde olduklarının kabulüdür (Li 191). Etnisite ekolüne karşı çıkan bu kuram, Wong‟a göre her metni kendi başına ele almaktadır ve ırk, sınıf ve cinsiyet gibi kesişen kavramların edebiyata yansımalarının altını çizmektedir (Necessity 4). Bu kuramda “farklılık” kavramı, kimlik oluşumunda ırkın yerini sorgularken, “diaspora” ise bir ulusun ait olduğu düşünülen etnik yazına meydan okumaktadır. Ayrıca etnisite kavramı, ulusların içinde ve arasındaki hareketin birçok farklı ulaşımı, gidiş ve dönüş bölgeleriyle evrim geçirmektedir; yalnızca köken ve göç edilen bölge arasındaki antlaşma olarak tanımlanamamaktadır (Kosher 338). Bu kuram doğrultusunda Çinli Amerikalı edebiyatı da, yalnızca etnik köken veya ırk temelinde değil, cinsiyet ve toplumsal sınıf gibi birçok özelliğin ışığında, postmodern, postyapısal ve postsömürgeci açılardan incelenmektedir. 46 Asyalı Amerikalı kuramcı ve eleştirmenlerin rollerinden biri, daha önce de belirtildiği gibi bir edebi gelenek oluşturmaya çalışmak olmuştur. Bunun yanında, azınlık edebiyatlarında öne çıkan etnik köken, ırk ve kültür gibi kavramları bu edebi geleneğin içerisine yerleştirmeye ve eserleri farklı açılardan değerlendirmeye çalışmışlardır. Asyalı Amerikalı eleştirmen aynı zamanda ayrıcalıklı akademisyen ve Amerika‟nın etnik “ötekisi” gibi tartışmalı durumları doldurarak (…), hem içeriden hem de dışarıdan bakabilmeyi sağlayan mağdur-mağdur eden kutuplaşmasını yeniden yapılandırmıştır (Goellnicht 338). 3. 1990’lar ve Çinli Amerikalı Edebiyatı 3.1. Gish Jen Asyalı Amerikalı kimliğinin kültürler arası birleştirici etkisi ve Çinli Amerikalı genç kuşağın yaşam koşullarının anne-babalarına kıyasla şehirlileşmesi ile birlikte, 1990‟larda Çinli göçmen edebiyatının daha bireysel ve kimliksel konulara eğildiğinden söz edilebilir. Gish Jen de, özellikle Typical American (1989) ve Mona in the Promised Land (1996) adlı yarı kurmaca romanlarıyla bu geleneğin önderlerinden olmuştur. Her iki romanında da Jen, bir yandan Çinli Amerikalılarn sorunlarına değinirken, diğer yandan yaşanan kimlik sorunlarını ve Amerikalı olmanın ne demek olduğunu sorgulamaktadır. Çinli Amerikalı edebiyatında işlenen konuların çoğalmasını şöyle açıklar: Eskiden Asyalı Amerikalı kızların New York‟ta koşuşturması yerine Çin‟e dair öykülere olan ilgi daha büyüktü. (…) Çokkültürlülüğün bir sonucu olarak, yeterli olmasa bile olası temalar listesi büyük ölçüde genişledi. Bu genişlemeyle birlikte, kesinlikle yepyeni bir algıcılık ortaya çıktı. (R. Lee 228) Jen‟in bu röportajda belirttiği üzere, çokkültürlülüğün etkisi ile Çinli Amerikalı yazarlardan daha önce beklenen egzotik ve ilginç Çin hikayelerinin yerini, daha şehirsel ve bireysel yaşam deneyimlerine dair öyküler almıştır. Ayrıca, Çinli Amerikalı genç kuşak yazarlar önceki kuşaklardan farklı olarak ayrımcılık ve yoksulluk yaşamadıkları 47 için yazar olarak yazma konusuna farklı yaklaşımlar sergilerler (Tanrısal 97). Böylece Gish Jen ve onun çağdaşı yazarlar, bir yandan Vietnam Savaşı ve İnsan Hakları Hareketi gibi önemli olayları kaynak olarak kullanırken, diğer yandan modern ABD‟de Çinli Amerikalıların karşılaştığı etnik köken, din, ırk ve kültür sorunsallarını ele almaktadır. Her yazılı eserde olduğu gibi, Çinli Amerikalı edebiyatında da kullanılan dilin önemi çok büyüktür. Daha önce de belirtildiği üzere, Amerika‟ya gelen ilk Çinli göçmenlerin çok sayıda eser verememesinin sebebi, İngilizce‟ye hakim olamamalarıdır. Fakat 1990‟lara gelindiğinde, şehirlileşen Çinli Amerikalılar ve genel olarak Asyalı Amerikalılar, kendilerine özgü bir yazım dili edinmişlerdir. Asyalı Amerikalı kimliği de bu dil ile yakından ilişkilidir: Asyalı Amerikalıların kullandığı dil, iki dünyanın birleşimidir: bu dil atalarının yabancı dili değildir ve çevrelerinde konuşulan İngilizce‟den daha fazlasıdır. Asyalı Amerikalı yaşam deneyimine dair deyimlerle doludur, Amerikalı bir çevrede yetiştirilmiştir ve Asyalı etkileri taşımaktadır. Bu dil, ayırt edilir biçimde Asyalı Amerikalıdır. (Wand 125) 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyatında görülen dil de genellikle Çin kültürüne ait göndermelerle, deyim ve ünlemlerle, Çin Mahallesine özgü betimlemelerle doludur. Dilin gücünün bütün bir toplum için gerçekliği yapılandırması, özellikle medyaya erişimi olmayan, haklarından mahrum edilen ırksal azınlık için tehdit unsurudur (Goellnicht 354). Bu kapsamda, Çinli Amerikalı edebiyatını hem Amerikan hem de Çin edebiyatlarından ayıran en önemli özelliklerden biri olarak dil, toplumsal ve politik bir araç haline gelmektedir. 3.2. Sanatsal Özgürlük veToplumsal Sorumluluk Cheung‟a göre, Çinli Amerikalı edebiyatıyla ilgili 1990‟dan günümüze uzanan önemli bir tartışma, yazarların sanatsal özgürlüğü mü, yoksa toplumsal sorumluluğu mu benimsemesi gerektiği sorusuyla süregelmiştir (15). Örneğin, işlenen konu ve temaların 48 çoğalması ile birlikte, Çinli Amerikalı şairler 1900‟lerde yaşamış olan atalarınınkilerden çok farklı eserler ortaya koymaktadırlar. Bir zamanlar Angel Adası‟nda göçmenlerin duvarlara yazdıkları şiirlerden çok farklı olarak evrensel konularda ve doğa üzerine şiirler yazmaktadırlar (Tanrısal 102). Diğer yandan, Elaine Kim ve Frank Chin gibi eleştirmenlerin Asyalı Amerikalı kimliğinin politik olduğu ve dolayısıyla bu edebiyata ait eserlerin de toplumsal bir sorumluluğu olması gerektiği üzerinde durması, Çinli Amerikalı edebiyatının kuramsal ve eleştirel anlamda tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Görüldüğü gibi, Çinli Amerikalı Edebiyatı, ondokuzuncu yüzyılda Çinli göçmenlerin ABD‟ye gelmeleriyle başlamıştır ve günümüzde hala devam eden bir edebi gelenektir. Tarihi olayların büyük ölçüde etkilediği bu eserler, ilk etapta Çinli göçmenlerin ayrımcılığa dair sorunlarını ve Çin kültürünü baskın beyaz ırka açıklamayı benimsemişken, özellikle 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟nden sonra etnik kökene ve azınlığa dair bir boyut kazanmış, tektipleştirilmeyi ve ötekileştirilmeyi, iki kültür arasında kalmayı ve azınlık politikalarına dair konuları işlemişlerdir. Asyalı Amerikalı teriminin kabul edilmesiyle birlikte bu edebi gelenek daha da genişlemiş, etnik milliyetçi, etnik feminist ve heterojen çoğulcu kuramlarla farklı şekillerde yorumlanmıştır. Li‟nin, Asyalı Amerikalı edebiyatıyla ilgili genel kanısı şu yöndedir: Asyalı Amerikalı edebiyatının yazımında gördüklerimiz, sosyal aktivizm ve sanatsal yaratıcılığın birleşmesi, yazarın kültürler arası arabulucu ve politik reformcu rolleridir. Bunun yanında sanat eseri, yaşam deneyimlerinin hem ifadesi, hem de kurmacasıdır ve aynı zamanda gerçekliğin yansıması ve sosyal dönüşümün bir aygıtıdır. (34) Çinli Amerikalı edebiyatında da genel anlamda bu özelliklerden bahsedilebilir. Yazarların kendilerine ve atalarına ait hayat deneyimlerini, etnik kökenlerinden ve Çin kültüründen, politik ve toplumsal olaylardan öğrendiklerini aktarmasıyla, Çinli Amerikalı edebiyatı yalnızca bir yazın türü değil, bir etnik ve kültürel azınlığın tarihsel 49 sürecini ve yaşadıklarını, aynı zamanda politik görüşlerini anlatan belgeler olarak tanımlanabilir. Çinli Amerikalı edebiyatı, gerek kuram ve eleştirileriyle, gerek tekrarlanan temaları ve kullandığı dil ile, Çinli Amerikalıların ondokuzuncu yüzyıldan günümüze değişen yaşantılarına ışık tutmaktadır. 50 IV. MONA IN THE PROMISED LAND’DE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ Gish Jen‟in ikinci romanı Mona in the Promised Land, başkahramanı Çin kökenli Amerika doğumlu Mona, onun göçmen Çinli ebeveynleri ve birçok farklı ırk ve kültüre ait arkadaş çevresi ile Amerika‟nın 1970‟lerdeki çokkültürlü toplumuna bir örnek oluşturmaktadır. Hikaye 1968‟de, Mona onüç yaşındayken başlayıp yetişkinlik çağına dek devam eder ve okuyucularına Amerika‟da çokkültürlülük, etnik köken, ırk, kültür, asimilasyon ve en önemlisi Amerikan kimliği gibi kavramları, Çin kökenli bir ABD vatandaşının bakış açısıyla sunar. Mona‟ya göre, “Amerikalı olmak, ne istersen o olabilmektir” (Jen 40). Okuyucu, Mona‟nın ve çokkültürlü çevresinin kendi kimliklerini anlama ve yaratma sürecine ve bu süreç boyunca yaşanan zorluk ve mücadeleye tanık olmaktadır. Bu bölümde, Mona in the Promised Land, kültür, ırk, etnik köken bazında incelenirken, karakterlerin kimliklerini oluşturma çabaları ele alınacaktır. 1. Çinli Olmak 1.1.Mona’nın “Ġlginç Çinli”Ġmajı Jen romanında, Amerikan kültürünün içerisinde yaşayan bir Çinli olmayı birçok farklı karakter ve olay üzerinden anlatmaktadır. Roman 1968‟de, Chang ailesinin New York‟ta bir Yahudi banliyösü olan Scarshill‟e taşınmalarıyla başlar. Çin kökenli bir ailenin burjuva Yahudi mahallesine taşınması ve orada bir restoran açabilmesi ekonomik açıdan Amerikan rüyasını gerçekleştirmek demektir. Sonuçta onlar “Yeni Yahudiler”dir, örnek azınlık ve büyük Amerikan başarısıdırlar (3). Mona ise yeni okulunda kendine yer edinme çabasıyla tek Çin kökenli öğrenci oluşundan faydalanmaya çalışır. Arkadaşlarını etkileyebilmek için Çince biliyormuş gibi davranır, annesinin pişirdiği yemeklerin otantik Çin mutfağı olduğunu savunur, Çin‟de canlı maymunların beyninin nasıl yenildiğini arkadaşlarına anlatır (6-8). Bu noktada Mona, kendisini Uzakdoğu‟lu, egzotik ve farklı göstererek ilgiyi üzerinde toplamaya çalışırken, aslında evde mikrodalga yemekleri tüketen tipik Amerikalı aile imajını saklamaktadır. Diğer yandan ise fiziksel olarak diğerlerinden farklı olmanın sonucu 51 olarak, Mona ve ablası Callie, yeni mahallelerinde kendilerini “kalıcı birer değişim programı öğrencisi” gibi hissetmektedirler (6). Okula yeni gelen Japon öğrenci Sherman Matsumoto‟nun hayatına girmesiyle birlikte, Mona‟nın ırk ve etnik köken kavramlarına yaklaşımı belirginleşir. Sherman‟ı ilk gördüğünde onun Çinli olduğunu düşünmesi, kendisi de Çinli olmasına rağmen kendi kökenini tektipleştirdiğini ve kendi kültürünü bilmediğini gösterir. Mona ile fiziksel benzerliklerine rağmen Sherman aslında Japondur. Sonrasında asimilasyon yanlısı bir yaklaşımla, Sherman‟dan üzerinde çizgi film kahramanı olan defterinin yerine, ABD‟de o dönemin modası olan tipte bir defter almasını ister. Mona her ne kadar popüler olmak için fiziksel görünüşünü ve etnik kökenini kullansa da, Amerikan kültürüne ait davranışları benimsemekte, Sherman‟ı da çoğunluğa adapte etmek istemektedir. Mona, Sherman‟a “Ne olursa olsun Amerikalı olabilirsin, tıpkı benim istersem Yahudi olabileceğim gibi. Yalnızca değişmem gerekirdi” der (14). Sherman ise, Japon kültürüve ABD-Japonya arasındaki savaşın sonucu olan atom bombası üzerinde durur ve Mona‟dan Japon olmasını ister. İkisinin yaklaşımı da diğerinin kültürüne karşı asimilasyoncudur. Mona, Sherman‟ın çoğunluktan farklı olan Japon kültürüne ait özelliklerinin değiştirmeye ve onu Amerikalılaştırmaya çalışmaktadır. Sherman ise, uluslar arası politik bir olaydan etkilenerek WASP kültürünü dışlamakta ve Mona‟nın Japon kültürünü benimsemesini istemektedir. 1.2. Çin ve Amerikan Kültürleri Arasındaki Farklılıklar Romanda, Çin ve Amerikan kültürleri arasındaki farklılıklara da değinilmektedir. Mona, kendi ailesini arkadaşlarınınkilerle kıyasladıkça, Çin ve Amerikan kültürleri arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Barbara‟nın ailesi ona yükledikleri sorumluluklar için para verirler ve verdiği herhangi bir maddi zararı karşılamasını isterler. Mona‟nın ailesi ise sorumlulukların zaten yerine getirilmesi gerektiğini düşünür ve çocuklarının herhangi bir şeyi ödemesini hakaret olarak görürler (26). Aile kavramı Mona‟nın ebeveynleri için daha duygusal ve toplumsalken, Barbara veya Seth‟in ebeveynleri için çok daha bireysel ve materyalist yansıtılmaktadır. Ayrıca, tipik Amerikan ailelerinden farklı olan yönleri Mona‟yı rahatsız etmektedir: Yemekte ne 52 olursa olsun yemek zorunda olmaları, yapacakları her şey için izin alma mecburiyetleri gibi farklılıklar, Amerika‟da doğmuş olan, genellikle Yahudilerle arkadaşlık kuran, Amerikan okulunda eğitim gören Mona‟yı iki farklı kültürün arasında bırakır (28-30). 2. Amerika’da Çinli Olmak 2.1.Kendi Kimliğini ġekillendirme Jen‟in bu romanında ele aldığı konulardan bir tanesi, Amerika‟da Çinli olmaktır. Mona‟nın, Amerika‟da doğmuş bir Çin kökenli olması ve arkadaşlarının Yahudi olması, onu öncelikle kimliğini sorgulamaya, sonrasında ise bu kimliği kendi özgür iradesiyle şekillendirmeye iter. Yahudiliğin ne anlama geldiği, eğer onlara sorarsanız, çoğu zaman kim olduğunu hatırlamakla ilgilidir. (…) Mona, Çinli olduğunu unutabilmenin nasıl olacağını hayal etmeye çalışır, bu hem kolay hem de zordur. Kolaydır çünkü aslında yalnızken sıkça yaptığı bir şeydir. Ama dışarıda diğer insanlarla birlikteyken, öğretmeni Bayan Feeble gibileri bu durumu sürekli öne çıkarmaktadır. O halde mesele şudur: Mona‟nın kim olduğunu çok iyi hatırladığı gerçeği, onu Barbara Gugelstein‟dan daha mı Yahudi yapmaktadır? (32) Görüldüğü gibi, Mona ırkını ve etnik kültürünü unutmak istemektedir; Çinli olmak onu diğerlerinden ayıran, onlar gibi olmasını engelleyen bir faktördür. 2.1.1. Mona ve Yahudilik Begoña Simal Gonzalez, The (Re)Birth of Mona Changowitz: Rituals and Ceremonies of Cultural Conversion and Self-Making in "Mona in the Promised Land" adlı makalesinde, konuya şöyle değinmektedir: Ergen Mona, din değiştirip Yahudi olmayı, böylece Çinli mirasını reddetmeyi seçer. Elbette bu isyan, “anormal” 53 olmak yerine arkadaşlarına benzemek istemesinin kaçınılmaz dürtüsünün bir sonucudur. Aynı zamanda bu isyan, bir ergenin anne-babasından farklı olma ve reddetme ihtiyacına da cevap vermektedir. (234). Görüldüğü gibi Mona‟nın Yahudiliği seçmesi, hem ergenliğinin, hem de Çinli kökenini reddetmek istemesinin bir sonucudur. Gonzales‟in de belirttiği gibi, birçok Yahudinin yaşadığı bir ortamda Mona, “normal” görünebilmek için din değiştirerek çoğunluğun bir parçası haline gelmek istemektedir. Mona‟nın Yahudi olmayı tercih etmesinin diğer sebepleri ise, bir yandan ebeveynlerinden farklı davranarak ergenlik isyanını yaşarken, diğer yandan sürekli ve tartışılmaz itaat gerektiren Katolik inançtan uzaklaşmaktır. Haham Horowitz‟in sürekli sorgulamaya dayanan yaklaşımı, Mona gibi hem kültürel hem dini açıdan kurallarla çevrelenmiş biri için ilgi çekicidir; Amerika özgür insanların özgür ülkesidir ve Mona etnik kültürünü kendisi seçmek ister. Fakat Mona‟nın ailesi, özellikle annesi Helen, bu durumu kabullenemez. Helen, Yahudi olmayı Afrikalı Amerikalı olmak istemekle, cinsiyet değiştirmekle, hatta bir ağaç olmak istemekle özdeşleştirir (49). 2.1.2. Helen ve WASP kültürü Ayrıca, Helen kendilerini azınlık olarak görmeyi ve buna bağlı olarak politik aktivizmi reddetmektedir. Toplumsal açıdan Helen, baskın çoğunluk olan WASP‟lar gibi olmaya çalışmaktadır (53). Ailevi açıdan Çin kültürüne önem verirken, toplumsal alanda asimilasyonu kabullenmektedir. Helen‟ın tersine Mona, Çin kökenlilerin azınlık olduğunu kabullenmekte, hatta aynı zamanda başka bir etnik azınlık olan Yahudilere dahil olmak istemektedir. Mona in the Promised Land‟de Mona‟nın nasıl iyi bir ÇinliYahudi olunacağına dair ikilemi, asimilasyonun bir şekli olarak tanımlanamaz, (…) Mona‟nın durumunda, etnik ve geleneksel dini sınıflandırmalar tamamiyle alabora olmakta ve bu olgulara itaat edilmemektedir (Behling 418). Burada Çin göçmeni ABD vatandaşları ile, onlardan sonraki ABD doğumlu Çin kökenli kuşağın farkından söz edebiliriz. 54 2.2. Çinli-Amerikan KuĢaklar ve Farkları Örneğin Helen, Çin kültürüne ait bir kadınlık olgusuyla Mona‟nın gitar yerine piyano çalmasını isterken, Mona annesinin bu yaklaşımına tepki olarak kaya tırmanışı sporunu seçer. Helen, Mona‟ya sürekli olarak “kendisinin kızı” olduğunu hatırlatır ve aynı yolu izlemesi gerektiğini savunurken, Mona sürekli olarak buna zıt davranır. İki kuşak arasındaki çatışma, farklı Amerikan kimliklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca Mona Tevrat‟ı öğrenerek, Scarshill‟in Yahudi toplumunun sosyal aktivizmini körükleyen kutsal öğretiyi keşfeder ve bu ona çekici gelir (Furman 214). Mona, kimliğinden ve geleneklerinden gurur duyan ve bunu politik aktivizmle gösteren bir azınlık olan Yahudiliği, kendi içine kapalı bir topluluk olan ve asimilasyonu kabullenen, buna rağmen baskın çoğunluk tarafından ötekileştirilen Çinliliğe tercih etmektedir. 3. Etnik Köken ve Çinli Amerikalı Kimliği 3.1. Callie ve Etnik Köken Mona‟nın ablası Callie ve arkadaşı Naomi, 1970‟ler Amerika‟sında etnik kökenin yükselişini vurgulamaktadır. Callie‟nin yılbaşı ağacının Çin kültürüne özgü olmadığını belirtmesi, Fransızca‟yı bırakıp Çince dersi almaya başlaması, ve yoga yapmaya başlaması, etnik kökenine sarıldığını ve bunu kimliğinin bir parçası haline getirdiğini göstermektedir (41-3). Bu durum bir süre Çin‟de yaşamış olmalarına rağmen Helen ve Ralph‟e garip gelir, çünkü onlar hayatlarını kurabilmek için Amerikan yöntemlerini benimsemişler ve asimilasyona uğramışlardır. Andrew Furman, Immigrant Dreams and Civic Promises: (Con-)Testing Identity in Early Jewish American Literature and Gish Jen's Mona in the Promised Land adlı makalesinde Mona‟nın ebeveynlerinden şöyle bahseder: Mona‟nın ebeveynleri çokkültürlülük heyecanına da prim vermezler, (…) asimilasyoncu içgüdüye sığınırlar ve çocuklarının yaygın olarak kabul gören kimlik yerine etnik bir kimlik edinmelerini şaşırtıcı bulurlar. Ralph Chang Callie‟nin Harvard‟da Çince öğrenmesine anlam veremez, “hiçbir işe yaramaz” der. Buna benzer olarak, Mona‟nın 55 Yahudi olduğunu öğrenen Helen, onaylamadığını açıkça gösterir. O ve kocası, komünist Çin‟den çocukları “Yahudi değil, Amerikalı” olsun diye kaçmışlardır. (214-15) Görüldüğü üzere, Helen ve Ralph‟in “Amerikalı” kavramına verdikleri anlam, çocuklarınınkinden farklıdır. Helen ve Ralph‟in fikrine göre Amerikalı olmak WASP olmaya daha yakındır ve etnik kökenin bu kavramda yeri yoktur. Asimilasyon onlara göre kabul edilmesi gereken bir olgudur. Callie ise bir önceki kuşağın unutmak istediğini hatırlamıştır. Naomi ise, Afrikalı Amerikalı olmasına rağmen Çin kültürüne ait çok daha fazla şey bilmekte ve hayatına uygulamaktadır. Buna rağmen, Callie‟nin bir Afrikalı Amerikalı ile oda arkadaşı olması ilk başta Helen‟ı kaygılandırır. Başka bir Çinli ile oda arkadaşı olması Helen‟a daha mantıklı görünür. Burada, Çinli olmanın ne demek olduğu ile ilgili iki farklı görüş ortaya konmaktadır. Helen, Çinli olmayı ırksal bir olgu olarak görürken, Callie (ve Naomi) bunu bir yaşam tarzı ve felsefesi olarak görmektedir. İlerleyen zamanlarda Mona, Callie‟ye Çinli olmaktan sıkıldığı halde neden Çinli olmaya çalıştığını sorduğunda, Callie “elbette Çinli olmaktan sıkıldığını, ama Çinli olmak ve Çinli olmak arasında fark olduğunu” söyler (167). Yine, WASP‟lar tarafından asimilasyona uğramış ve tektipleştirilmiş Çinlilik ile, gerçekten saf Çin kültürünü yaşamak arasında fark olduğu vurgulanmaktadır. 3.2. Mona’nın Kimliğini ġekillendiren Unsurlar Mona ise dış dünya tarafından farklı ve ilginç olarak algılanmaya devam etmektedir. Seth Mandel kendisini bir “özgür düşünür” olarak tanımladığından ve yüzeysel olarak tipik Amerikan kimliğine başkaldırısından ötürü, görünürde Mona‟ya ilgi duymaktadır. Seth Mona‟ya ne okuduğu sorduğunda, Mona en azından Çince bilip bilmediğini veya evde ne yediğini sormadığı, kısacası zihniyle ilgilendiği için Seth‟e ilgi duyar (63). Burada, Mona dış görünüşü yerine kişiliğiyle ilgilenildiği düşünmektedir, fakat bunun nedeni yine Çinli olmasıdır. Seth Mandel onu, Çinli bir Yahudi olmasından dolayı “bir fenomen” olarak tanımlar (63). Mona‟nın bu ilgiyi 56 karşılıksız bırakması, Seth ve Barbara‟nın ilişkiye başlamalarıyla sonuçlandığında ise, Amerikan kimliğine adapte olup olamadığını sorgular: Hiçkimse, fırsat kapıya geldiğinde ayaktakımı gibi beklemez, zaman zaman kendisi ve belki bir de Callie hariç. Bu kalıtımsal bir durum mu? Ya da diğer insanlar bireysel paylarını bireysel tabaklarından yerken, Chang‟ler masanın ortasındaki tek bir kaseden yiyip, herkes bitirmeden masadan kalkamadıkları için mi? (67) Görüldüğü gibi Mona, karakterini ve davranışlarını belirlemede hem ırksal hem de kültürel açıdan Çinli olmanın getirilerini sorgulamaktadır. Davranış tarzının genetik özellikleriyle ilgili olduğundan şüphe etmektedir. Ayrıca, Amerika‟ya asimilasyon yoluyla uyum sağlamış olan fakat kendi içine kapanık ve diğer ırklara güvensiz bir tutum izleyen ailesi ile birlikte onların kuralları dahilinde yaşamanın, kendi kimliği ve istekleri için harekete geçmesini engelleyip engellemediğini düşünmektedir. Bunun yanında, Mona‟nın ergenlik öfkesi vücuduyla ilgili endişe şeklini alır, fakat bu endişeyi öne çıkaran şey ise ırksal konularla olan ilişkisidir (Lin 47). Mona, yaşıtlarıyla kendisini fiziksel olarak karşılaştırır ve kendi bedeninin gelişmediğini düşünür. Barbara‟nın büyük göğüslü, uzun ve kadınsı vücudunun yanında, kendi fiziksel görüntüsünü garipser. Çokkültürlü bir toplumda kabul edilen güzellik ölçütlerinden fiziksel açıdan farklı olmanın zorluğunu yaşar (75-76). 3.3. Cedric ve Eski KuĢak Çinli-Amerikalılar Mona in the Promised Land‟de Mona ve Callie gibi kimlik mücadelesi içindeki Çin kökenlilerin yanında, ailesini Çin‟de bırakıp ABD‟ye çalışmaya gelen Çinlilere de değinilmektedir. Ralph‟in restoranının aşçısı Cedric buna bir örnektir: Mona Çin‟deki ailesini düşünüp düşünmediği merak etti. Geride iki çocuğunu, karısını ve ebeveynlerini bırakmıştı, ve hepsi de ABD‟ye gidip şansını denemesi konusunda hemfikirdi. O da buna karşılık olarak, elinden geldiği zaman onları da kurtarmak için döneceğine söz vermişti. 57 Fakat bunu nasıl ve ne zaman yapacaktı, hem ailesi Kültürel Devrim‟de sağ kalabiliyor muydu? (86) Cedric‟in bu durumu, Çin‟den Amerika‟ya tek başına göç eden birçok göçmen erkeğin hayatını yansıtmaktadır. Düzenli olarak ailesine para gönderen Cedric, onlar için çalışmasına rağmen hayatta olup olmadıklarından bile emin değildir. Mona, Cedric ile karşılaştırıldığında, sorunlarının çok önemsiz olduğunu düşünür (87). ABD‟ye göçmen olarak gelen Çinliler ile ABD‟de doğan Çin kökenlilerin sorunları birbirinden oldukça farklıdır. 3.4. Politik Aktivizm/Pasifizm ve Çinli-Amerikalılar Bunu anlamasına karşın Mona, ailesini ve genel olarak kendisinden bir kuşak önceki Çinlileri politik açıdan pasif olarak nitelendirmektedir. Helen‟ı Seth‟in annesi Bea ile karşılaştırır; Seth annesinin “kapitalist baskıcı” olduğunu düşünüp mülkiyet kavramını eleştirirken, Mona insan hakları yürüyüşüne katıldığı için ona politik aktivizmi yüzünden özenmektedir. Hem etnik hem de dini açıdan Yahudi olan Seth annesinin aktivizminin göstermelik olduğunu düşünürken, Mona kendi ailesinin “bırak bir grup Afrikalı Amerikalı için yürümeyi, kendileri için bile asla yürüyüşe katılmayacaklarını” söyler (117). Bunun yanında Mona, kendi ailesinin ırkçı olup olmadığından da emin olamaz; Afrikalı Amerikalı çalışanları Alfred‟e güvenmemeleri, onun yerine Çinli Cedric‟i terfi ettirmeyi planlamaları Mona‟ya göre ırkçı bir tutumdur. Yine de, bunu kendilerini güvende hissetmek için yaptıklarını anlar: Bazen Mona ebeveynlerine şöyle demek istiyordu: Biliyorsunuz ki Çin Devrimi uzun zaman önceydi, artık bunu atlatabilirsiniz. bombaların düştüğünü Tamam, duydunuz bahçede ve her saklanıp şeyinizi kaybettiniz. Kardeşleriniz ve aileleriniz başına ne geldiğini bilmediğiniz de, onlara sadece biraz para göndermek istediğiniz de doğru. Ama bunu zaten yapmadınız mı? Burada, Amerika‟da değil misiniz, indirim reklamlarını izleyip kupon biriktirmiyor musunuz? Siz artık birer akıllı 58 müşterisiniz. Emin olmayı unutun gitsin. Bir yandan da Mona anlıyordu ki onlardan bunu istemek Yahudilerden soykırımı, Afrikalı Amerikalılardan köleliği unutmalarını istemek gibiydi. (118) Mona, bu noktada ABD‟ye Çin Devrimi sırasında göçen Çinlilerin bakış açısını kavramaktadır. Çinli göçmenlerin genel olarak neden politik açıdan aktif olmadığını anlar, Afrikalı Amerikalılarla çok fazla iç içe olmak istememelerinin sebebinin onlara dönüşmekten ve yaşadıkları Amerikan rüyasını kaybetmekten korkmaları olduğunu fark eder. Helen‟ın “Afrikalı Amerikalıların sürekli sorun çıkarmak istediğini” düşünmesinin sebebi de budur (119). Bir yandan Cedric gibi Çin‟deki akrabalarına para gönderme zorunluluğu, diğer yandan örnek azınlık olarak kabul edilmenin rahatlığından vazgeçememe, göçmen Çinlileri politik ve sosyal alanda pasif kalmaya ve asimilasyonu kabullenmeye itmiştir. Bay ve Bayan Chang‟in amacı düzgün sosyo-ekonomik koşullarda bir hayata erişmek iken, Mona‟nın amacı kişisel farkındalık kazanmaktır (Krist 691-2). Çin kökenli azınlığın Afrikalı Amerikalı azınlıktan farkı ise, romanda Alfred tarafından da dile getirilmiştir: “Kimse bize WASP demiyor, adamım, ve kimse bizim bir azınlık olduğumuzu unutmuyor, ve eğer davranışlarımızı kontrol etmezsek, hapse girmeyeceğimizi söylemezsin. Biz siyahız. Biz Zenciyiz.” diyerek, siyah-güç hareketini özetlemekte ve diğer azınlıklardan politik alanda neden daha aktif olduklarının altını çizmektedir (137). 3.5. Anavatan Kavramının AlgılanıĢı ve Etnik Kimlik Bunların yanında, anavatan kavramının algılanışı ve etnik kimlik konularına da değinilmektedir. Barbara, Yahudilerin anavatanı zaten İsrail ise, neden Amerika‟da yaşadıkları konusunda, bunun tıpkı Alfred‟in Afrika‟ya taşınmasına benzediğini belirttiğinde, Alfred‟in verdiği yanıt “Orada İngilizce konuşuluyor mu?” olur (134-35). Mona, Barbara, Seth, Alfred; hepsi ABD‟de doğmuş, orada eğitim almış, orada yaşamışlardır. Konuştukları dil ve içinde yaşadıkları kültürün bir parçası, kaçınılmaz olarak Amerikalıdır. Ayrıca Barbara, “Amerika‟nın Vietnam ve bunun gibi birkaç detay unutulursa harika bir ülke olduğunu” belirtir, en azından soykırımdan kaçan birçok 59 Yahudi için öyle olmuştur. Sonuçta özgürlükler ülkesine gelip orada bir hayat kurmuş olan ataları sayesinde banliyölerde Amerikan rüyasını yaşamaktadırlar. Bunun hemen sonrasında Alfred‟in değindiği nokta ise, Amerika böylesine harika bir ülkeyse neden kendilerini sadece “Amerikalı” yerine “Amerikalı Yahudi” diye tanımladıkları olur. Bunun sebebi, daha önce Mona üzerinden anlatıldığı gibi, Barbara için de bir azınlık olarak özgürlüğe ulaşma çabası ve bunun yanında dini sebeplerdir. Kısacası, bu bir etnik köken seçimidir. Ayrıca Alfred, Mona‟nın Yahudi olduğunu kesinlikle reddeder. Bunun sebebi yine Mona‟nın ırkıdır, ve yine ırk, kültür ve etnik köken birbirine karıştırılmaktadır. Çokkültürlülük, ırksal önyargılar nedeniyle kolay kabul edilebilir bir unsur değildir. 4. Azınlıklar Arası ĠliĢkiler 1970‟lerde sosyal ve siyasi açıdan bilinçlenmeye başlayan pek çok Amerikan genci gibi, Mona, Seth ve Barbara, bütün ezilenlerin birleştiği, ulussuz bir toplum hayal etmektedir (141). Ayrıca, toplumsal görevler edinmek, politik açıdan aktif olmak istemektedirler. Böylece Mona, kız arkadaşı tarafından evden kovulan Alfred‟i, ailesi tatilde olan Barbara‟nın garajına yerleşmeye ikna eder. Fakat çevreden kimsenin görmemesi için, Alfred‟in girip çıkarken bir yeraltı tünelini kullanması ve Barbara‟nın kuzenine yakalanmamak için sessizce beklemesi gerekmektedir. Bu da Mona ve arkadaşlarının, toplum tarafından dışlanma korkularını göstermektedir. Ne de olsa Alfred Afrikalı Amerikalıdır ve dönem dolayısıyla Afrikalı Amerikalılar hala toplumdan dışlanmaktadır. Kısa bir süre sonra, bir kaçak gibi yaşamaktan sıkılan Alfred‟in kendisine yardımcı olanlara başkaldırması, tam anlamıyla azınlık psikolojisini ortaya koymaktadır. Alfred‟in kız arkadaşı Evie‟ye çenesini kapatmasını söylemelerini istemesi ve Barbara‟nın babasından “Yahudi-baba” diye bahsetmesi, gizli ve pasif şekilde yaşamaya zorlanan azınlık mensuplarının, kendilerine yapılan ayrımcılık ve baskıyı toplumun diğer bireylerine aynı şekilde yansıttığını göstermektedir (161). Alfred, Yahudi arkadaşlarının azınlık olmalarına rağmen ona mutlak özgürlük yerine, kendisini göstermediği sürece rahat bir yaşam sunmasına isyan etmektedir. Sonrasında 60 Barbara, düşledikleri ulussuz toplum için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini savunur: “Tabii ki de kızgın” dedi. “Hayatının tümüne karşı öfkeli. Ve haklı. İşte buradayız ve çok zenginiz, ve ona bir noktaya kadar yardım etmeye hazırız. Ama bazı ayrıcalıklarımızı kaybedeceğimiz noktaya kadar değiliz, doğru mu? (162) Bu yaklaşım, Yahudiler ve Çinliler gibi örnek azınlıkların, politik kimlik yaratma yolunda ilerlerken, alışmış oldukları konfor ve rahatlıktan vazgeçmelerine, Amerikan rüyası yerine çokkültürlülüğü ve farklı etnik kimlikleri savunmaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Ulussuz, yani çokkültürlü bir toplumun barış içinde yaşaması, herkesin eşit haklara sahip olabilmesiyle mümkündür ve bu durum ancak herkes sesini duyurabildiğinde gerçekleşir. 5. Çokkültürlülük Mona‟nın etnik kimliğini keşfetmesi, tıpkı Callie gibi, Naomi sayesinde olur. Kendisinin “renkli” halktan olduğunu ve sarı ırka mensup olduğunu öğrenir, aynı zamanda toplumsal sorunlarla ilgilenen tek azınlığın Yahudiler olmadığını da fark eder (170-71). Naomi, yoga yapan, Çince dersi alan, Çin yemekleri ve aynı zamanda Afrikalı Amerikalı atalarına özgü yemekleri yiyen, caz dinleyen çok yönlü ve çokkültürlü bir karakter olduğu için, Mona ona hayranlık duyar. Ayrıca, Eloise Ingle‟ın burjuva WASP ailesiyle geçirdiği zaman önceleri gözüne hoş görünse de, tipik Amerikan rüyasının tipik ve sığ karakterleri olduklarını anlar. İlk başta yedikleri yemekler, oturdukları masa ve yaptıkları sporlar Mona‟ya hoş görünür; tam anlamıyla zengin olmuş bir ailenin Amerikan rüyasını yaşamasına tanıklık eder. Fakat İskoç tarzı üniforma giyen Naomi‟ye İskoçya‟nın neresinden olduğunu ve Mona‟nın ABD vatandaşı olduğunu bilmelerine rağmen nereden geldiğini sormaları, Mona‟da tipik WASP kimliğine daha derin bir bakış açısı sunar (178-80). Furman makalesinde, genelgeçer bir Amerikan kimliğinin neredeyse var olmadığından söz etmektedir: 61 Jen‟in karakterleri, gitgide belirsizleşen ve tutunamayan “genelgeçerden” kendilerini uzak tutabilecek her tür kültürel kimliğe tutunmaktadırlar. Kültürel homojenleşme günleri, Jen‟in romanında uzak geçmişte kalmış görünmektedir. Aslında, homojen genelgeçer kimlik Jen‟in karakterlerinin reddedebileceği bir seçenek olacak kadar bile az görülmektedir. (215) Furman‟ın yaklaşımına örnek olarak, tüm önyargılarına rağmen Bayan Ingle‟ın Çin sanatlarına dair Mona‟dan daha fazla bilgiye sahip olması verilebilir. Ingle ailesinin ilgi alanları, WASP‟ların da farkında olmadan çokkültürlülüğe dahil olduğunu simgeler. Görüldüğü gibi, WASP Amerikan kimliği de, Amerika‟daki çokkültürlülükten etkilenmektedir. 5.1. Irksal Önyargılar ve Topluma Etkisi Hem 1970‟lerin gençlik kültürüne hem de çokkültürlü topluma, Alfred ve Evie‟nin ilişkisi, Alfred‟in arkadaş grubu ve Mona, Seth ve Barbara‟nın bir grup oluşturması iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Bir yandan Big Benson ve Ray‟in Vietnam gazisi oluşu, Alfred‟in arkadaşlarının ırk ve aktivizm gibi konularda birbirinden farklı düşünmesi, diğer yandan Afrika, Yahudi ve Çin kökenli bir grup gencin birlikte yoga yapması, soul müzik dinlemesi, mah-jongg ve beyzbol oynaması, Amerikan kimliği kavramının karmaşıklığını gözler önüne sermektedir (198-99). 1970‟lerde ABD‟de hüküm süren barış yanlısı gençlik akımı vurgulanırken, diğer yandan kendisini “Amerikalı” olarak tanıtan tüm bu bireylerin birbirinden ne kadar farklı olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında ırk, azınlıklar ve siyah-güç hareketi gibi birçok konuyu açıkça tartışabiliyor olmaları, uyum içinde varolabildiklerini göstermektedir. Bütün bunlara rağmen, gümüş bir mataranın çalınmasıyla birlikte önyargıların ne denli kalıcı, kurulan bağın ise ne kadar kırılgan olduğu ortaya konur. Barbara‟nın “bir gün evden bir şey çalınacağını bildiğine” dair öngörüsü, Afrikalı Amerikalılara karşı önyargısının bir dürtü halini aldığını gösterir (199). ABD‟de Afrikalı Amerikalılar 62 hırsız olarak tektipleştirildiği için, Alfred‟in arkadaşları bu suçlamayı büyük bir hakaret olarak görüp, çokkültürlü grubun dağılmasını isterler. Burada ırksal bir azınlığın, kendilerinden farklı bir ırk tarafından tarafından müdahaleye uğradığında verdiği tepkiye tanık olunmaktadır, ve bu tepki yine müdahale eden tarafı ötekileştirerek verilmektedir. “Yahudi-baba” kavramı Barbara‟nın babasına bir hakaret olarak kullanılmaktadır, ayrıca Luther öfkesini daha ileri taşıyıp aynı ırka mensup olmalarına rağmen Alfred‟i “beyaz bir kızla yattığı için” dinlememektedir (204). Kısacası, tektipleştirilen taraf olan Afrikalı Amerikalılar, beyazları önyargılı oldukları düşüncesiyle tektipleştirmişlerdir. Roman boyunca ırksal önyargıların en yoğun görüldüğü bölüm, Evie ve Alfred‟in ilişkisinin Barbara‟nın ailesi tarafından öğrenilmesiyle başlar. Alfred beyaz bir kızla birlikte olduğu için Mona‟nın ebeveynleri tarafından işten kovulur. Barbara‟nın ailesi Mona ile görüşmesini yasaklar, çünkü “bütün bu olanlar kızlarının beyniyle düşlenemeyecek bir şeydir”. Barbara artık etrafta Yahudiyim diye gezmeye bir son vermeye karar verir (220-22). Bütün bunlar ırksal ve etnik önyargıların birer sonucudur, örneğin Alfred Afrikalı Amerikalı olduğu için dışlanır. Mona, hem kendi ailesi, hem de toplumun çoğunluğunda tektipleri ve ayrımcılığı gördüğü için, ikisinden de hoşlanmamaktadır (Gonzales 33). Fakat o da, Çinli olduğu için “sinsi ve zeki” tektipleştirmesine maruz kalır. Barbara ise azınlık olmanın kendilerini özgürleştirmek yerine kendilerine zarar verdiği düşüncesine kapılır. Bu da, toplumun azınlıklar üzerinde yarattığı baskıyı ve asimilasyonu ortaya koymaktadır. 5.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi 5.2.1. Mona ve Çokkültürlülük Mona‟nın iki kültürün arasında kalışı, bu olaylar yaşandıktan sonra yinelenir. Helen ile Alfred‟in kovulması üzerine yaşadıkları tartışmada, Helen Mona‟dan beklediği kimliği şu şekilde anlatır: Yalnızca Amerikalı bir kız annesinin kendini öldürdüğünü düşünüp ah, bu çok ırkçı der. Çinli bir kız kendini öldürüp öldürmemesi gerektiğini düşünür. Çünkü bu onun çok 63 çalışan ve çok acı çekmiş olan zavallı annesini ne kadar çok düşündüğünü gösterir. Annesini mutlu edecek her şeyi yapmak ister. (221) Asimilasyona uğramasına rağmen Helen, Amerika‟da doğup orada büyümüş olan kızından tam anlamıyla bir Çinli olmasını istemektedir. Helen Amerikalı kimliğini marjinalleştirmekte, hatta Çinli kimliğinin tam tersi olarak göstemektedir. Fakat Mona, hem Amerikalı hem de Çinlidir. Sherman ile konuşurken kültürler arasında kalmışlığını ve kimlik arayışını şu şekilde özetler: Ona WASP olmamanın, Afrikalı Amerikalı olmamanın, bir Yahudinin olabileceği kadar Yahudi olmamanın, ve Çin mahallesinden de olmamanın nasıl bir şey olduğunu anlatır. “Ortada kalmışsın”, der Sherman, “Öylece tek başına”. “Ben asla evimde değilim” der Mona. (231) Aslında Mona, bütün bu saydığı kültürlerden birer parça taşımaktadır. Birçok “azınlık” kimliğinin bütünü, Amerikan karakteri diye adlandırılabilecek bir kırkyama örtü oluşturmaktadır (Furman 216). WASP gibi yaşamakta, Afrikalı Amerikalı kültüre ait müzikler dinlemekte, Bir din olarak Yahudiliğe inanmakta ve ırksal ve etnik olarak da Çin kültürü içinde bulunmaktadır. Fakat, hayatındaki farklı çevrelerin farklı beklentilerine cevap veremediği için, kendini asla rahat hissedemez. Ailenin nerede bittiğini ve dış dünyanın nerede başladığını sorgulayan Mona için kendi Amerikan kimliğini yaşamak zordur. Mona‟nın ailesinin Alfred‟i ırksal nedenlerle terfi ettirmeyeceğini söylemiş olması, Helen açısından Mona‟nın ailesine ve dolayısıyla Çinli kökenine ihanet etmesi anlamını taşımaktadır. Helen, Mona‟nın Yahudi ayinlerine katılmasına izin vermez; artık özgür ülke dışarıda kalmıştır, evin içi ise Çin‟dir (250). Yavaş yavaş ergenlikten sıyrılmakta olan Mona‟nın bu yaklaşım karşısında evden kaçması, kendi yarattığı Amerikan kimliğine ailesinin saygı duymayışından kaynaklanır. Tren istasyonunda kendini “Cennet Bahçesi” gibi hisseder: 64 Kendini sanki zamanın o sivri başlangıcında duruyormuş gibi hisseder. Arkasında, tarih yoktur. Önünde ise, her şey. Ne kadar da küstahça! Annen yokmuş gibi! Ağaç kovuğundan çıkmışsın gibi! Helen‟ın sesini duyabiliyordur. Yine de Mona kendi içinde, tren istasyonu kadar büyük, canlı ışıklarla aydınlanan bir şeylerin açıldığını hisseder. (255) Bu sembol Mona‟nın ailesiyle ve aynı zamanda Çinli kökeniyle verdiği savaşın sona erdiğinin altını çizmektedir. Bütün kitap Mona‟nın kimlik arayışını izlemektedir ve paradoksal şekilde Mona, Yahudi ritüelleri ve din değiştirme yoluyla “Çinliliğinin” bilincine ulaşmaktadır (Gonzales 232). Mona evden ayrılarak artık bir yetişkin olmanın ilk adımını atmıştır ve mücadelesini verdiği kimliğe sahip çıkmıştır. “Özgür ülke”de, sırt çantasını alıp evden ayrılarak, annesinin olmasını talep ettiği kişi yerine çokkültürlü bir Yahudi Çinli-Amerikalı olmayı seçmiştir. 5.2.2. Seth ve Çokkültürlülük Roman boyunca kendi Amerikan kimliği arayışını sürdüren ve çokkültürlülüğe örnek olan sadece Mona değildir; Seth de en az Mona kadar uzun bir arayış sürecinden geçer. Seth, bir Kızılderili çadırında yaşar, Çin çubukları kullanır, Afrikalı gömleği giyer. Kızılderili, Afrikalı Amerikalı, WASP, Yahudi, Çinli, Japon ve hippie gibi yaşar. Bu nedenle kendine ikincil bir kişilik yaratır; bu da Sherman Matsumoto‟dur. Mona 8. sınıftayken Japonya‟ya geri dönen Sherman‟ı, Mona‟yla iletişim kurma aracı olarak kullanır. Hikaye boyunca Mona‟nın Sherman ile paylaştıkları, Seth ile paylaştıklarından oldukça farklıdır. Mona telefonla konuştuğu kişiyi görememektedir, fakat ırksal kimlik, o kişinin niyetiyle ilgili düşünceleri üzerinde önemli bir etki olmuştur (Lin 50). Mona, Japon olduğunu düşündüğü için Sherman‟la Amerika‟daki şehirlerle ve doğayla ilgili, en önemlisi Amerika‟da Uzakdoğulu olmakla ilgili fikirlerini paylaşır. Seth‟le ise cinsel birlikteliğin yanısıra, Amerika‟daki baskın genç kültürü paralelinde ırk, köken, anavatan gibi kavramları ve hobileri paylaşır. Kısacası, Seth/Sherman ve Mona‟nın ortak 65 noktaları, çokkültürlü oluşlarıdır. Kendilerini tanımlayabilmek adına birçok farklı kültüre dahil olmuşturlar, ve bu tekrar ayrılmayacak şekilde bir araya gelmelerini sağlar. Mona, eve geri dönemediği için Seth ile birlikte Barbara‟nın eski evinin garajına yerleştiğinde, eve bir hırsız girer ve bu hırsızın cebinde Alfred‟in arkadaşlarını çalmakla itham ettikleri mataranın aynısını bulurlar (288). İçinde bulundukları durumun Alfred‟inkiyle paralelliği ve hemen akabinde mataranın ortaya çıkması, azınlıkların birbirini ancak aynı duruma düştüklerinde gerçek anlamda anlayabildiğini vurgulamaktadır. Mona, Barbara ve Seth ancak Alfred gibi baskı altında kalınca gerçeği görmüş ve ırkçı bir tavır sergilediklerini anlamışlardır. Mataranın sembolik anlamı ise, ABD‟deki azınlıklar arasındaki bağın yeniden güçlenmesidir. Matarayı Alfred‟e vererek, Mona‟nın ailesine karşı açmış olduğu davadan vazgeçmesini sağlarlar (292). 6. Kültürleri BirleĢtirmek Üçyüz sayfa boyunca, 60‟lı yılların sonlarının tüm hippi jenerasyonunun bilince ve etnik farkındalığa ulaşmasına şahit olunmakta ve birkaç yıl sonra, son söz bölümünde, bunların şaşırtıcı sonuçları görülmektedir (Gonzales 229). Romanın son söz bölümünde, Callie‟nin tam anlamıyla etnik kökenine bağlı bir Amerikalı olduğu görülmektedir: Öylesine Çinli olmuştu ki Ralph ve Helen onda bir sorun olduğunu düşünüyordu. Örneğin, neden şu kapitone Çinli ceketlerinden giyiyordu ki? Artık kendileri bile çok daha sıcak tutan parkalar giyiyorlardı. Ve kumaş ayakkabılar! Onlar Çin‟deyken bile asla kumaş ayakkabı giymemişlerdi, her zaman kaliteli ithal derileri vardı. Ve neden kendine Kailan diyordu? Ona güzel bir İngiliz adı bulmak yeterince zor olmuştu, neden şimdi kimsenin telaffuz edemediği bir isim kullanıyordu? Asyalı- Amerikalı olmaktan gurur duyduğunu söylüyor, bu yüzden Çinli ismini kullanıyordu. Fakat Asyalı-Amerikalı da ne demekti? (301) 66 Tam anlamıyla etnik kökenini yansıtmaktan ve bunu kimliğinin bir parçası haline getirmekten gurur duyan Callie‟nin aynı zamanda ailesinin beklentileri doğrultusunda okul hayatını büyük başarıyla bitirmesi, doktor olması ve çok başarılı bir eşe sahip olması, onun Amerikan kimliğini kazandığını göstermektedir. “İyi Çinli kız” rolünü oynayan Callie, Kanton lehçesi dersleri alarak ve geleneksel Çin giysileri giyerek kökenini “yeniden keşfetmeye” çabalamıştır (Fachinger 41). Callie bir yandan Amerikan rüyasını yaşarken, diğer yandan bu rüyayı istediği gibi şekillendirmektedir. Çinli ve Amerikalı kimliklerini birleştirerek, 1960‟larda ortaya çıkan Asyalı-Amerikalı kimliğini öne çıkarmıştır. Doğal olarak bu durum, Amerikalı olabilmek için geçmiş dönemin baskılarına ve asimilasyona başkaldıramamış olan ebeveynleri tarafından garipsenmektedir. Mona, evden kaçtığı dönemden beri kendisini affetmeyen annesi Helen‟ı düşünmekte ve özlemektedir. 1 yaşında bir çocuğu olmasına ve Seth ile evlenmek üzere olmasına rağmen, annesinin ölümüne sebep olup olmayacağını düşünmektedir (302). Bu kaygı, Mona‟nın Çinli etnik kökeninin tamamen yok olacağı kaygısıyla birebir örtüşmektedir, bir bakıma Helen, Mona‟nın atalarını ve o ataların kültürünün ABD topraklarındaki sürekliliğini simgelemektedir. Romanın sonunda, Mona‟nın anne ve babası “dört bacaklı bir yaratık” halinde, zakkumların arasından sürünerek gelir (303). Bu tasvir Çin kültürüne ait en yüksek rütbeli mitolojik hayvan olan ejderhayı anımsatmaktadır. Güç ve haşmeti sembolize eden ejderha, Mona üzerinde etnik kökeninin ne kadar büyük bir etkisi olduğunu vurgulamaktadır. Tıpkı Donald Duk‟ta olduğu gibi, romanın sonunda Mona etnik kimliğini kucaklamış ve onu Amerikalı kimliğinin bir parçası haline getirmiştir. Mona in the Promised Land, Çin kökenli Amerikalıların geçmişi, bugünü ve geleceğini temsil eden bir olayla sona erer: Öyle ağlıyordu ki, gören Mona‟nın hastalıkta sağlıkta Helen‟la evleneceğini sanırdı-böyle küçücük kalmış olan onun annesi miydi? Mona öyle ağlıyordu ki, kim görse iyi günde kötü günde –en sonunda!- evlendiğini sanırdı. Ölüm 67 bizi ayırana kadar diye düşündü ve ileri atıldı, tam o sırada Io yere düştü. Io‟nun kolları havayı dövdü, yanakları titredi; herkes onun da Mona gibi ağlamaya başlayacağını düşündü. Ama bunun yerine iki ayağının üzerine doğruldu, ve küçük bir tanık gibi, alkışladı. (304) Bu alıntı, Mona‟nın ırkını, etnik kökenini ve bir Çinli olmayı tam anlamıyla kabullenişini yansıtmaktadır. Helen ve Mona‟nın bu sembolik evliliği, aynı zamanda Çin kökenli Amerikalıların kuşaklar arası bağını da vurgulamaktadır. Helen geçmişi, Çin‟den gelen geleneksel değerleri, Mona ise kendi tercihleriyle ve özgür iradesiyle kendine bir Amerikan kimliği oluşturan kuşağı simgelemektedir. Çocuğu Io da, ÇinliAmerikalı etnik kökeninin geleceğini sembolize etmekte ve bu iki birbirinden farklı kültürel kimliğin birleşmesini kutlamaktadır. Görüldüğü gibi Jen, Mona in the Promised Land‟de öncelikle Mona ve diğer birçok karakter ve onların birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden, ABD‟de çokkültürlülüğü, azınlıkların ve özellikle Çin göçmenlerinin sorunlarını, ırksal ve etnik ayrımcılıklar ile önyargıları etkili bir şekilde işlemektedir. Amerikan kimliğinin ne anlama geldiğini ve azınlık kökenli bireylerin bu kimliği oluştururken ve keşfederken ne gibi zorluklarla karşılaştığını da yansıtmaktadır. Amerika‟da Çinli olmanın dününü, bugününü ve yarınını, farklı jenerasyonların farklı yaklaşımlarıyla anlatırken, 1970‟ler Amerika‟sına ve dönemin önemli akımlarına yer vermektedir. Çokkültürlülük ve etnik kökenin yükseliş dönemine rastlayan bu hikayede, baş kahraman Mona‟nın adını Changowitz olarak değiştirmek istemesi doğaldır: “Amerikalı olmak ne istersen o olabilmektir”, ve Seth‟in hayal ettiği gibi “odaları arasında duvarlar olmayan bir ev” yaratabilmek için çokkültürlülük desteklenmelidir (208). 68 V. DONALD DUK’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ Frank Chin‟in 1991 yılında yayınlanan romanı Donald Duk, romanla aynı ismi taşıyan ve 12 yaşına basmak üzere olan Çinli-Amerikalı başkahramanın, çocukluktan ergenliğe geçişiyle birlikte kendi kimliğini arayışı ve etnik kökenini anlayışı ve kabul edişi üzerine kurgulanmıştır. Donald Duk, roman boyunca ailesi, arkadaşları ve çevresi ile kültür, kimlik ve etnik köken gibi konularda tartışmakta, gördüğü rüyalar ve yaptığı araştırmalar vasıtasıyla kültürel geçmişi hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Bunların yanında, yirminci yüzyılın sonlarında San Fransisco Çin Mahallesi‟nde geçen hikaye, dönemin çokkültürlülüğünü ve etnik kökenin yükselişini Çin kökenli Amerikalı bir çocuğun gözünden yansıtmaktadır. Bu bölümde roman etnik, kültürel ve ırksal açılardan incelenirken, karakterlerin, özellikle başkarakter Donald‟ın kendi Amerikan kimliğini oluşturma ve etnik kökenini kucaklama süreci incelenecektir. 1. Çinli Olmak 1.1. Donald’ın WASP Ġdolü Roman, Donald‟ın Çinlilere ve dolayısıyla kendine özgü sevmediği özellikleri ve farklılıkları yorumlamasıyla başlar. Donald Duk, ismini sevmez: Adı çizgi film karakteri Donald Duck‟a benzediği için okuldaki arkadaşları ve özellikle mahallesindeki tong üyesi çocuklar onunla dalga geçmektedir. Kendi ismi onu çıldırtmaktadır, Çinli görünmek onu çıldırtmaktadır. Bill Brown‟ın Identity Culture adlı makalesinde belirttiği üzere, Donald Duk, adının eşsesliliğini etnik aşağılamanın bir türü olarak deneyimlemektedir (164). Yani, aslında etnik kökeniyle ilgisi olmayan bir konuyu, Çinli olmasına bağlamaktadır. Ayrıca, okulu sevmesine rağmen orayı “Çinlilerin, Çinlilerden rahatça nefret edebildiği” bir yer olarak görmektedir, Çin Mahallesini sevmemekte, ama orada yaşamaktadır (2-3). Kısaca Donald, kendisini Amerika‟daki baskın etnik kültüre dahil olan diğer çocuklardan farkılaştıran tüm özelliklerden nefret etmektedir. Bu nedenle, kendine idol olarak Fred Astaire‟i seçer: Bu Avrupa kökenli Amerikalı ünlü dansçı ve film yıldızı Donald‟ın olamadığı her şeydir. Beyaz ırka mensup, başarılı, “gerçek” bir Amerikalı. Donald, “Çinli Fred Astaire” olmak istemektedir. Burada 69 “Çinli” kelimesi, Donald‟ın ırksal fizyolojinin kaçınılmazlığının farkında olduğunu göstermektedir. Ayrıca Donald, kendi kimliğini yaratırken, Çinli olmayı yalnızca dış görünüşteki bir farklılığa indirgemek istemektedir. 1.2. Kaliforniya Tarihi ve Çinliler Roman özellikle Çin Yeni Yılı‟na giriş ve onu takip eden günlerde geçmektedir ve Donald, Çinliliğe özgü olan her şeye duyduğu soğukluğu bu özel güne karşı da hissetmektedir. Çünkü bu, okulda öğretmenleri tarafından da üzerinde durulan bir konudur. Donald‟ın bu şekilde tepki vermesinin nedenlerinden bir diğeri de, kendisini dolaylı olarak dışlayan ve marjinalleştiren dayatma tarihsel bilgilerdir. Kaliforniya Tarihi öğretmeni Bay Meanwright bir dersinde Çinlilerle ilgili bilgi verir: Amerika‟daki Çinliler, yüzyıllardır süregelen Konfüçyüsçü düşünce ve Zen mistisizmi sonucunda pasif ve güvensiz hale gelmişti. Şiddetli şekilde bireysel ve aşırı demokrat Amerikalılara karşı tamamen hazırlıksızlardı. onikinci yüzyılın ortalarında Amerika‟ya attıkları ilk adımdan beri, ürkek ve içine kapanık Çinliler, agresif ve oldukça rekabetçi Amerikalılar tarafından acımasızca kurban edilmek karşısında çaresiz kalmışlardır. (2) Burada, Çinlilerin kendi etnik ve kültürel ideolojileri aşağılanmakla birlikte, pasif ve çaresiz göçmen tektipi vurgulanmaktadır. Donald‟ın özel okuldaki eğitimi onu, asimilasyon için etnik kimliğin silinmesini sağlayan sosyal normların değişimi ve kültürel vatandaşlık anlamında yetiştirmektedir (Xu 81). Yani, çoğunluğu WASP öğrencilerden oluşan bir okulda aldığı eğitim, Donald‟ı etnik kimliğinden uzaklaştırarak beyaz çoğunluk gibi olmaya ve asimilasyona itmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise, Amerikalı ve Çinli olmanın birbiriyle zıt hale getirilmesi ve bir anlamda Çinlilerin asla Amerikalı olamayacağının ima edilmesidir. Bu tutum karşısında Donald, öğretmenin kitabına kusmak istediğini söyler (3). Bu tepkinin şiddeti, her ne kadar etnik mirasından kopmak istese de, Donald‟ın böylesine açıkça emperyalist tutumlardan tiksinmekten kendini alamadığını ortaya koymaktadır (Leonard 183). Yani Donald, 70 kendini etnik kökeninden sıyırmak istese de, Çinlilere karşı olumsuz söylemlerden hoşlanmadığını belirtmektedir. Henüz kimliğinin bir parçası olmasa da Çinlilik, Donald‟ın ailesinin, çevresinin ve yaşamının bir parçasıdır. 2. Amerika’da Çinli Olmak 2.1. Çinlilerin MarjinalleĢtirilmesi Babası King Duk, Donald‟a ismiyle dalga geçen zorbalardan korunması için zekasını kullanıp, Donald Duck şakaları yaparak, hatta ördek sesleri çıkararak onları güldürmesini öğütler (5). Donald bunları gerçekten yaptığında işe yaradığını fark eder. Buna rağmen Donald Duk sonsuza kadar kendi ismine gülmek istemez, (…) bir kavgadan korunabilmek için kendi adına gülmenin bir sonu olmalıdır (7). Burada, kendini bir Çinli-Amerikalı olarak marjinalleştirmenin, her ne kadar birey olarak korunmayı sağlasa da, kendini aşağılama sonucu kişiyi bir kimlik bunalımına sürüklediği görülmektedir. Kendini diğerlerinden farklı bir tektipe dönüştürmenin, psikolojik açıdan hoşa gitmeyen bir his olduğu anlaşılmaktadır. Yani, Donald kendi kimliğini rahatça sergilemek istemektedir. 2.2. Çin Kültürünü Tanımak Yine de, Donald sergilemek istediği kimliğe Çin kültürüne ait özellikleri dahil etmek istememektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, etnik kökeninin tarihine dair bilgi sahibi olmayışı ve dolayısıyla Çin ile ilgili herhangi bir kavrama saygı duymayışıdır. Donald‟ın ailesi ve çevresi göstermelik de olsa etnik birer kimliğe sahiptirler (Leonard 184). Donald ise, etnik kökenine dair her şeyi taşlamakta, aptalca kavramlar olarak lanse etmektedir. Birçok başarısı olan, ünlü bir şef ve Çinliler arasında ünlü bir opera sanatçısı olan babasını, hayatındaki Çin‟e özgü her şey gibi, “berbat” olarak nitelendirmektedir (10). King Duk, arkadaşı Arnold‟a lay see4 verdiğinde Donald utanır (33). Ayrıca Donald, dans öğretmeni “Çinli Fred Astaire” Larry Louie‟yi, Çin geleneklerine olan bağlılığı nedeniyle başarısız biri olarak görür: Larry Louie başarısızdır çünkü gerçekten Fred Astaire olmak istememektedir (52). Donald‟a göre 4 Çinlilere özgü, yeni yılda çocuklara dağıtılan “şanslı para”. 71 gerçek Fred Astaire olabilmek için kişi, WASP‟lardan farklı olan etnik kökene ve Çin kültürüne dair tüm özelliklerden sıyrılmalıdır. Suzanne Leonard, Dreaming as Cultural Work in "Donald Duk" and "Dreaming in Cuban" adlı makalesinde, konuya şu şekilde değinmiştir: Donald, Çinli insanların daha geleneksel ve renkli hikayelerini de reddetmektedir, çünkü kendisini tamamiyle farklı bir kültürel mirasın parçası olarak hayal etmektedir. (…) Çin Mahallesinde yaşamak, Donald‟ın Fred Astaire gibi beyaz ikonların etnik olmayan davranışlarını taklit etmesini iyice zorlaştırdığı için, Donald coğrafi yeri tarafından kapana kıstırılmış gibi hissetmektedir. (183) Bu alıntıda da belirtildiği üzere, Donald kendisini WASP kültürünün bir parçası olarak görmek istediği için, Çin Mahallesine, tarihine, kısacası Çinliliğe dair her özellikten sıyrılmak istemektedir. Leonard‟ın “etnik olmayan davranışlar” sözüyle belirttiği, herhangi bir azınlığa dahil olmayan beyaz Amerikalılara ait davranışlardır ve Donald‟ın Fred Astaire‟i taklit etmesinin sebebi de o kültüre ait olmak istemesidir. 2.2.1. Kaderin 108 Yıldızı Çin Mahallesi‟nde kısılıp kaldığını hisseden Donald, oraya dair her şeyi dışlamaktadır. Tüm bu örnekler göz önüne alındığında da, Donald‟ın kendi etnik kökenine saygı duymadığı görülebilir. Bunun en önemli sembolü Donald‟ın, babasının özellikle Angel Adası‟ndan uçurmak için yaptığı, bir Çin klasiğinin kahramanları olan “Kaderin 108 Yıldızı”na adanmış maket uçaklardan birini zamanını beklemeden evin çatısında yakıp uçurmasıdır. Bu sembol, Donald‟ın Çin mitolojisine saygı duymadığını yansıtmaktadır. Angel Adası‟nın Amerikalı Çinlilerin tarihindeki önemli yeri göz önünde bulundurulursa, King Duk‟ın haftalarca üzerinde çalışıp önem verdiği “maket uçakları yakarak uçurma” seremonisi, Donald‟ın gözünde anlık bir heyecana indirgenmiştir. 72 2.2.2. Etnik Mitoloji ve Tarih Yukarıda da belirtildiği gibi, Donald‟ın etnik kökenine dair kavramlara saygı duymayışı bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Babasının akıl hocası sayılabilecek ve Donald Duk ile adaş olan amcası, Donald‟a Kaderin 108 Yıldızı‟nın Su Kenarı adlı Çin edebiyatı klasiğindeki kahramanlar olduğunu, yaktığı uçağın bu kahramanlardan Lee Kuey olduğunu ve Donald‟ın Çinli adının da Lee olduğunu anlatır. Ayrıca, büyükbüyükbabasının kıtalar arası demiryolunun inşaasında çalıştığını söyler (22-23). Romanın yazarı Frank Chin‟in bir röportajında belirttiği gibi, Çin efsaneleri ve hikayeleri Çinli-Amerikalı kuşağa tarihi miraslarını hatırlatmak için “değerli birer araç” ve beyaz Amerikalılara diğer kültürlerin tarihini ve geleneklerini anlama yetisi kazandırması açısından bir “gerekliliktir”. Bu öğretiler, etnik kökeninin tarihsel kavramlarıyla ilgili az da olsa bilgilenen Donald‟ın Pasifik Demiryolu‟nda çalışan atalarıyla ve Çin mitolojisiyle ilgili rüyalar görmeye başlamasıyla sonuçlanır. Donald‟ın gördüğü rüyalarda kendi büyük-büyükbabası kılığında oluşu, artık yavaş yavaş atalarının yaşadıklarına empati ile yaklaşmaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, Donld‟ın bilgilenmeye dayalı olarak etnik kökeniyle bağlantıya geçmeye başladığını simgelemektedir. Bunların yanında Donald, Çin Yeni Yılı ile birlikte Çin geleneklerinin içerdiği anlamları fark etmeye başlar. King Duk, Çin mahallesine yeni yıl kutlamaları için gelen operacıları, kendisi de bir operacı olduğu için ailesi gibi görmektedir ve onlar için 150 kişilik bir ziyafet hazırlar (31-32). Aynı şekilde, fakir akrabalarına (Fong Kardeşler) ve komşularına bedava balık ve pirinç dağıtır (40). Donald, Çinlilerin büyük bir aile gibi davrandıklarını anlamaya başlamıştır. Uzak durmak için çaba sarf ettiği Fong kardeşler‟in Donald‟a yaktığı maket uçağın aynısını hediye etmesi ise, Donald tarafından sorgulanır. Donald, kendisine neden böyle bir iyilik yapıldığını anlamakta güçlük çeker. Bunun nedeni, henüz Çin kültürünü anlayamamış ve benimseyememiş olması, ve bir azınlık olarak Çinli-Amerikalılara kendini dahil etmemesidir. 73 3. Etnik Köken ve Çinli Amerikalı Kimliği 3.1. Eritme Potası Daha önce de belirtildiği gibi, romanın başlarında Donald‟ın Amerikalılığa bakış açısı, baskın kültür olan WASP geleneğine yakındır. “Herkes eskiyi bırakıp Amerikalı olmalı. Eğer bütün bu Çinliler daha Amerikalı olsaydı, bütün bu sorunları yaşamazdım” diyerek, “eritme potası” sembolüne yakın bir düşünceyi örneklemektedir (42). Donald‟dan farklı olarak babası King ise etnik kökenine ve Çin kültürüne bağlı bir bakış açısı sunmaktadır: Bence Donald Duk, Amerikalı olmak için Çinli olmayı bırakması gerektiğini düşünen son Amerika doğumlu Çinli-Amerikalı çocuk. Yeni göçmenler bunu kanıtlıyor. (…) Fransızca öğrendiler, şimdi de İngilizce öğreniyorlar. Hala Kanton Lehçesini, Çinceyi konuşuyorlar. Bir şeylerden vazgeçmek yerine, üzerine ekliyorlar. Bildikleri diğer her şeyin içine Amerika‟yı da ekliyorlar. (42) King Duk‟un bu söylemi, yirminci yüzyılda çoğu Çinli-Amerikalı arasında yaygın olan etnik kökeni kimliğinin bir parçası haline getirme durumunu ortaya koymaktadır. Etnik kimlik bir seçimdir. King‟in 14 yaşındayken Çinli-Amerikalı ailesini bırakıp Çin‟e, Duk Amca‟nın yanına kültürünü öğrenmeye gitmesi de bunu örneklemektedir (47). Ayrıca King, operada çok zor ve hazırlanması güç olan Kwan Kung karakterini oynayacaktır. King‟e göre, Kwan Kung Batı psikolojisinin desteklediği sorumsuzluğu kabul etmez (68). Çünkü Kwan Kung karakteri, disiplinli, güçlü ve zekidir, tam olarak Çin‟in idealize edilmiş erkeklik sembolüdür ve King‟in belirttiği Çin‟in disiplin anlayışına göre, Amerikalı davranış tarzı oldukça sorumsuzdur. Bu noktada, etnik kökenine bağlı olarak kimliğini oluşturmuş olan King‟in Çin geleneklerine verdiği değer ve Batı geleneklerine bakış açısı görülmektedir: Donald, Çinli-Amerikalıların aşağılanması da dahil olmak üzere beyaz çoğunluğun davranışlarını benimseyen, kendinden nefret eden Çinli-Amerikalıyı temsil etmektedir 74 ve roman bu yanılgıyı düzeltecek öğretmen figürlerinin bir karışımını sunmaktadır. Donald‟ın baş öğretmeni, adıyla ve mirasıyla gurur duyan, bilge ve güçlü King Duk‟tur, ama yaşlı bilge Donald Amca‟dan eski Çin öykülerinin anlatıcısı Karavide Adam‟a ve Vietnam gazisi Victor Lee‟ye kadar birçok başka figür de ona öğretiler sunmaktadır. (Richardson 59) Fakat henüz etnik kimliğini sahiplenmemiş olan Donald, babasının ısrarla Çinli olmaya çalışmasına anlam verememektedir ve babasının, Amerika‟da doğduğu için, ne yaparsa yapsın Çinli değil “beyaz” olduğunu düşünür. Bu düşüncenin altında, çokkültürlülüğü yapıcı değil yıkıcı bir olgu olarak gören WASP bakış açısı yatmaktadır. 3.2. Etnik Köken ve WASP AmerikalılaĢtırması 3.2.1. Çokkültürlülüğü Reddetme Amerika‟daki çokkültürlülüğün örnekleri, Chin‟in romanında üzerinde oldukça sık durulan bir konu olmuştur. Chin, Amerikan çoğulculuğunu destekleyen etnik gururu övmektedir (Nguyen 143). King Duk, genel olarak Çin yemekleri yapmasına rağmen her ülkenin mutfağını başarıyla pişiren bir aşçıdır (9). Larry Louie, görünüş olarak Fred Astaire‟e benzeyen ve onun gibi dans edebilen, ama bunların yanında Flamenko dansını da yapan biridir ve müzisyen Bay Yin, hem Çin Operası‟nda görev almakta hem de Flamenko gitar çalabilmektedir (52). Her ikisinin de Çinli olmasına rağmen Roman müziğine ilgi duymalarının sebebi ise, Romanların dönemin İspanya‟sında azınlık olarak kabul edilmesidir; bu da azınlıklar arası etkileşimin olumlu bir örneğidir. Donald ise, bu tip etkileşime karşı karışık duygular hissetmektedir: Larry Louie‟nin Flamenkosu tehlikeli, tahmin edilemeyen ve Donald‟ın yapmak istediği bir şeydir (54). Ayrıca, Fred Astaire‟in dansına hiç benzemeyişi Donald‟ı ürkütmektedir. Donald‟ın çokkültürlülüğü ilk etapta tehlikeli bulması, çokkültürlülüğü idealize edilmiş “beyaz Amerikalı” kimliğine adapte edememesinden kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Donald‟ın Flamenko yapmak istemesi ise, bir Çinli-Amerikalı olarak çokkültürlülüğe yatkınlığının altını çizmektedir. 75 3.2.2. “Pasif Çinli” Tektipi Donald, gördüğü ilk rüyayla birlikte, Amerika‟ya gelen ilk Çinli göçmen kuşağına dair fikirler geliştirmeye başlar. Donald rüyasına daha çok ilgi duymaya başladıkça, Çinlilerin demiryoluna yaptıkları katkılara dair tarihi belgelerdeki hatalara karşı, gitgide politikleşen bir farkındalık geliştirir (Leonard 182). Kendisiyle yaşıt olacak kadar genç insanların dinamit, barut ve ateşleyicilerle taşları nasıl deldiğini görür: Bu dinamit ve granitle oynayan Çinli çocuklar gülünecek bir konu değildir (26). Ayrıca, savaş tanrısı Kwan Kung‟un baltasının oldukça ağır olan replikasını kolayca şovunda kullanabilen Yin ve ailesini görür (27). Bu insanların cesareti, dayanıklılığı ve gücü Donald‟ı etkileyecektir: Donald‟ın Çinlilikle ilgili fikirleri, rüyaları aracılığıyla edindiği bir kavrayış aracılığıyla değişmektedir. Özellikle rüyasındaki Kwan Kung‟un liderliği, iş etiği ve sosyal aktifliği, Donald‟ın kendi ırkıyla ilgili eski bilgilerine, yani Çinlilerin pasif ve etkisiz gibi gösterilen özelliklerine tam anlamıyla zıt düşmektedir. Kwan Kung, “ray döşeme rekoru”nun başlangıcında, işvereni Crocker ile tartışır ve tüm Çinli işçiler iş bırakma eylemi yaparlar (75). Ayrıca, eylemi bitirmezlerse kovulacaklarını söyleyen Crocker, sonrasında Kung‟a duyduğu saygıdan ötürü özür diler. Donald, Çinli göçmenler için emeğin basit bir hayatta kalma yolu değil, Amerika‟nın bir parçasına sahip olmanın bir yolu olduğunu keşfetmiştir (Nguyen 145). Bütün bunlar, politik açıdan pasif, ne olursa olsun işini bırakmayan ve beyaz adamın altında her daim ezilen Çinli tektipini çürütmektedir. 3.3. Etnik Kökenin Günümüze AktarılıĢı Edinmeye başladığı bilgilerin ve gördüğü rüyaların etkisiyle, Donald yaşadığı ortamdaki sembolleri fark etmeye başlamıştır. Gittiği restoranlarda, evinde ve diğer mekanlarda daha önce fark etmediği birçok Kwan Kung posteri ve heykelini fark eder: Donald Duk bütün hayatını Grant‟taki aynı Çin mahallesi adresinde geçirmişti, bu dükkanların önünden her gün geçmişti, yıl boyunca bu restoranların çoğunda yemek yemişti, ama bütün bu Kwan Kung posterlerini, 76 heykellerini ve mabetlerini gördüğünü hatırlamıyordu. (81) Donald, idealize ettiği Amerikan kimliği için tüm Çinliliğinden sıyrılmaya çalıştığı için, daha önce Kwan Kung figürüne dikkat etmemiştir. Bu sembolü fark etmeye başlamasının sebebi, Çin kültürüne gitgide daha fazla ilgi duymasının bir sonucudur. Yine de, Donald‟ın idealize edilmiş beyaz Amerikalı kimliğinden vazgeçmesi hemen gerçekleşmez. Dünya ray döşeme rekorunun gerçek olup olmadığını soran Arnold‟a, “gerçek olsa bile, Çinliler kaybetmiştir” der (83). Bunun sebebi, Donald‟ın Çinli atalarının böylesine zor bir yarışı kazanamayacağını düşünmesidir, çünkü Donald hala beyaz bir Amerikalı gibi düşünerek, fiziksel olarak başarısız Çinli tektipini kabullenmektedir. Bu nedenden dolayı, Donald kimliğini, özellikle de etnik kimliğini henüz dış dünyayla paylaşmamaktadır. Donald‟ın bir başka rüyası ise, babasının kendisini nasıl gördüğüne dair fikirlerini ortaya koymaktadır. Rüyasında babası Donald‟ı Çinli bir şifacıya götürür ve şikayet eder: Benden bir şeyler çalıyor, bana yalan söylüyor ve Çinlilere pislik muamelesi yapıyor. (…) Sanırım kazara hastaneden beyaz bir çocuk alıp eve getirmiş ve kendi oğlum gibi yetiştirmiş olabilirim. (…) Küçük beyaz bir ırkçı yetiştirdiğime inanamıyorum. Çin mahallesinin Amerika olmadığını sanıyor. (88-89) Bu bölümde, Donald babasının söyledikleri aracılığıyla kendi davranışlarına ilişkin yorumlarda bulunmaktadır. Aslında kendisiyle ilgili bazı olumsuz düşünceleri, babası yani etnik köken açısından bakıldığında atası vasıtasıyla Donald‟a ulaşmaktadır. Zaten bundan sonra, Donald Çinli kökeniyle ilgili yoğun bir inkar anı yaşar. Çinlileri tekrar pasiflikle, rekabetçi olmamayla ve baskıya başkaldıramamayla itham eder ve “ben onlar gibi değilim” der (91). Aynı rüyanın içinde kimliğine dair birbirinden tamamen farklı iki yansımaya şahit olan Donald‟ın, Amerikalı ve Çinli kavramlarını 77 birbirden keskin bir çizgiyle ayırdığı, ve kimliğinin bu iki farklı özelliğini bir araya getirmekte zorlandığı görülmektedir. 3.3.1. Mitoloji Yoluyla Aktarım Donald, rüya görmeye devam ettikçe, atalarının kültürüne yakınlaşmaya devam eder. Ray döşeme rekoru için çalışılırken, Donald kendisini işçilerin yanında Çinlilere özgü maket aslanı dans ettirirken bulur. Ayrıca, Donald‟ın geçmişle ilgili rüyalarının yirminci yüzyılla paralelliğinin üzerinde durulmuştur. Demiryolunda çalışan işçiler için Donald, “saçlarını farklı şekilde tarasalar ve koyu renkli gözlükler taksalar, Çin mahallesindeki çete üyesi çocuklar gibi görünürlerdi” yorumunu yapar (110). Modern dünyada Çinlilerin özellikle sayısal alandaki başarısı, Kwan Kung‟un döşedikleri demiryolunu hesaplaması ile sembolize edilir. Ayrıca, dünya rekorunu kırdıklarında, “Bataklığın 108 Haydutu”5 işçilerin yanına gelir: Bütün bunlar, etnik kökenin ve bir ulusa atalarından miras kalan kültürün, yirminci yüzyıla ne şekilde aktarıldığını yansıtmaktadır. Çin Mitolojisi, Donald‟ın büyük-büyük babasına, oradan da modern çağın Çinli-Amerikalısı Donald‟a ulaşır. Mitolojinin yanında Çinlilerin tarihteki başarısı, ataları üzerinden Donald‟a ulaşır. Bu tarihsel aktarım ise, etnik kökeni kimliğin bir parçası haline getirmekle sonuçlanır. Demiryolunun son kirişini imzalaması istenildiğinde Donald tereddüt eder, fakat Kwan ona “Dünya Rekoru kırmaktan mı korkuyorsun?” diye sorduğunda, etnik kökeninin kendisi için gurur kaynağı olacağını anlayan Donald, kirişi imzalar (115). Bu, Donald‟ın kültürünü ve kökenini zihinsel anlamda kabul edişinin simgesidir. 3.3.2. Tarihsel Belge Yoluyla Aktarım Bununla bağlantılı olarak, Donald‟ın Çin kültürünü ve etnik kökenini, tarihsel ve mitolojik kaynaklar kullanarak öğrenmeye çalışması, gerçek dünyada sergileyeceği kimliğine bu öğeleri dahil edeceğinin göstergesidir. Öncelikle Arnold‟la birlikte Üç Krallık, 108 Haydut ve Su Kenarı gibi mitolojik hikayeleri derinlemesine öğrenirler (118). Sonrasında ise, kütüphaneye gidip kıtalar arası demir yolunun inşaası ve Dünya Ray Döşeme Rekoru hakkında kitaplar okurlar (121). Kültürü hakkında bilgi sahibi 5 Kaderin 108 Yıldızı’nın diğer adı. 78 oldukça, Donald bunları kişiselleştirmeye ve kimliğine adapte etmeye başlamıştır. Donald özellikle, tarih kitaplarında dünya rekoru ile ilgili Çinlilere yer verilmeyişine oldukça kişisel bir tepki verir: Tek bir Çinli ismi bile yok. Rekoru kırıyoruz, ve bizden kimsenin adı geçmiyor. Son kiriş hakkında tek bir kelime bile yok. (…) Biz tarih yazdık. Oniki bin Çinli. Ve demiryoluyla ilgili kitaplara ustabaşımızın ismini bile koymamışlar. (121) Görüldüğü gibi, artık tarihsel bilginin ve kültürel kökeninin bilincinde olan Donald, romanın başındaki gibi “Çinliler” diye bahsetmek yerine, “biz” demektedir. Donald, gerçek dünyasının kütüphanelerinde kendi tarihsel belleğine dair hiçbir kayıt bulamadığı için hayal kırıklığına uğramıştır (Li 225). Etnik kökenini kimliğine taşıyan Donald, bir azınlığın parçası haline gelmiştir ve ilk tepki gösterdiği şey atalarına yapılan haksızlık olmuştur. 3.4. Azınlık Olmayı Kabullenmek King Duk‟ın Donald‟a sunduğu öğretilerden biri de, azınlık olarak sosyal ve politik alanda aktif olmak ve asimile olmamaktır. Donald atalarına yapılan haksızlıktan bahsettiğinde, King Duk şu şekilde cevap verir: Eğer tarihimizi biz yazmazsak, onlar neden yazsın? (…) Tarih savaştır, spor değil! Eğer onlar için iyi bir çocuk olursan, onların yaptıklarını yapıp, onların sevdiği şeyleri sevip, okulda iyi notlar alırsan, seni sonsuza dek gözeteceklerini mi sanıyorsun? (…) Tarihini kendin korursun ya da sonsuza dek kaybedersin, oğlum. Cennetin Emri6 budur. (122) 6 Çin felsefesinde Kralın Kutsal Hakkı. Romanda, “krallıklar yükselir ve yıkılır, uluslar gelir ve gider” şeklinde yorumlanıyor (11). 79 King Duk‟ın bu sözleri, bir dönemin “örnek azınlığı” olarak kabul edilen, tamamiyle asimile olmuş ve WASP kültürünü benimsemiş Çinli-Amerikalı düşüncesine bir eleştiridir. Bir azınlığın tarihiyle ilişkisi, King‟e göre o azınlığın varoluşunun temelidir. Asimile olmak ise, yalnızca geçici bir süre için koruma sağlamanın yanında pasifleşmeye neden olduğundan, azınlıklar için büyük bir tehlikedir. Kısacası, Amerika‟da bir Çinli-Amerikalı olarak varolabilmenin yolu, tarihini her zaman yaşatmaktan geçmektedir. Donald‟ın Amerikalı kimliği kavramını sorgulayışı yine, hayalinde Fred Astaire ile girdiği diyalogda açıkça görülmektedir: “Ben hep senin gibi olmayı hayal ettim. Sen hiç benim gibi olmak istedin mi?” “Ah, hayır. Ben hep Fred Astaire olmayı hayal ettim. Artık hiçkimse benim gerçek adımı bilmiyor.” (…) “Senin için önemli olan tek şey, hep olmayı hayal ettiğin kişi olabilmek” “Eğer hayallerinde kim olduğunu unutabilirsen, kimbilir, belki de hayaller bunun için vardır.” (124-125) Burada Donald, kendi bakış açısından görülen Fred Astaire‟in aslında bir kişi değil, bir kavram olduğunu fark etmiştir. “Hayallerinde kim olduğunu unutabilmek”, “olmayı hayal ettiğin kişi” olabilmektir: Donald da, kendi rüyalarında büyükbüyükbabası olarak, aslında olmayı hayal ettiği kişiye dönüşmektedir. Ayrıca Donald, Astaire‟e kendisi gibi olmak isteyip istemediğini sorduğunda, WASP Amerikalı kimliğine sahip birinin Çinli-Amerikalı olmayı hayal edip etmediğini sormuş olur. Böylece Donald, kafasında mükemmelleştirerek oluşturduğu Fred Astaire idolünün, gerçek hayatta kendisinden üstün olmayan normal bir insan olduğu düşüncesini kavramaktadır. Ayrıca, Fred Astaire‟in adının gerçekliğinden emin olmayışı da, tüm kimliklerin birden fazla yaratıcısı olduğunu ortaya koymaktadır (Leonard 187). Bu da, çokkültürlülüğe yapılan bir atıftır. 80 3.4.1. Etnik Kimlik ve Irkçılık Yukarıdakini takip eden demiryolu rüyasında ise, Donald‟ın edindiği tarihsel bilgiyle birlikte Çinli göçmenlere yapılan ırkçılığı kavramaya başladığını görürüz. Donald‟ın rüyasında daha önce beyazlar giysiler içinde, beyaz bir atın üzerinde tasvir edilen Crocker, demiryolu inşaatında Çinlilerin yeriyle ilgili şunları söyler: Size söz veriyorum Bay Durant, yarınki kutlamalarda tek bir kâfir bile lokomotiflere görünmeyecek. ve telgraf Sizin de direklerine izninizle, nişancılar yerleştireceğim ve silah zoruyla da olsa bu çekik gözlüleri bizden uzak tutmalarını isteyeceğim. (…) Onlara her ne kadar hayran olsam ve saygı duysam da, onlara demiryolunu kimin inşa ettiğini göstereceğim. Beyaz adamlar. Beyaz hayaller. Beyaz zihinler ve beyaz kaslar. (130) Donald‟ın Crocker‟ı bu şekilde hayal etmesi, “beyaz” Amerikalılarla ilgili fikirlerinin değişmeye başladığını yansıtmaktadır. Ayrıca Donald, yeni kazandığı etnik gururla, azınlık hakları için zihnindeki mücadeleye başlamıştır. İrlandalı işçilerin Çinlilerin imzalı kirişinin çakılmasına izin vermeyeceğini duyan Donald, “kirişi söküyorlar!” diye bağırmaya başladığında adeta azınlığı için propaganda yapan birine dönüşür. Donald artık kendi zihninde bir azınlığın yalnızca parçası değil, savunucusu ve savaşçısıdır. “Beyaz adam”ı bazı kötü özelliklerle bağdaştıran Donald, yeni kimliğine uyum sağlamaya çabalarken, etnik kimliğini savunmayı ve ırkçılığı birbirine karıştırır. Kendisiyle “aynı rüyaları gören” arkadaşı Arnold ile tarih kitaplarında yer alan İrlandalı işçilerin bir fotoğrafı üzerine diyalogları şu şekilde gelişir: “Bu fotoğrafta olmayı buradaki beyaz adamlar kadar hak ettiğimizi düşünmüyor musun?” “Ben de beyazım,” dedi Arnold Azalea. 81 “Sen de beyazsın ama bu adamlar gibi beyaz değilsin. Seni severim. Ne olduğun umrumda değil.” “Senin ne olduğun benim umrumda.” (132) Burada Donald Arnold‟a beyaz olmanın kötü bir özellik olmasına rağmen arkadaşlıklarını etkilemeyeceğini söylemiştir. Donald, baskın kültürün azınlık üyelerine yaptığını, yani etnik kökeni ve kültürü görmezden gelerek yalnızca birey olarak kabul etmeyi, Arnold‟la olan ilişkisinde uygulamıştır. Özetle, Donald‟ın yaptığı da bir nevi ırkçılıktır. Buna rağmen, romanın başından beri Donald‟ın kültürüne ilgi duyan ve bu kültürü tanımaya çalışan Arnold, Donald‟ın ne olduğunu umursamaktadır; Arnold baştan beri, Donald‟ı etnik kimliğiyle kabul etmiştir. Donald‟ın bu tutumu, aynı azınlığa dahil olmamasına rağmen kendisiyle empati kurabilen arkadaşını kaybetmesiyle sonuçlanır. 3.4.2. Azınlık DayanıĢması Bunların yanında, Donald‟ın etnik köken, kültür, ırk kavramlarını sorgulayışı ve kimliğini tanımlayışı ile Çin Yeni Yılı konsepti yine paralellik göstermektedir. Eski Çinlilerin yılın son ayını “canavar ölüyor” şeklinde tanımlamaları, Donald‟ın beyaz Amerikalı olmaya çalışmaktan gitgide vazgeçtiğini; Çinlilere göre 12 yaşın çocukluktan çıkış olması ve yılın başlangıcında “herkesin doğum günü” diye adlandırılan bir gün olması ise Donald‟ın artık yeni bir kimlikle yetişkinliğe adım attığını ortaya koymaktadır. Ancak bunlar yaşandıktan sonra, Donald uçağı ateşe verdiği akşam çatıda karşılaştığı Amerikalı Kong‟un (Homer Lee) hasta olduğunu, bu nedenle suçlandığı cinayeti işlemiş olamayacağını polise bildirir. Donald ilk etapta Amerikalı Kong‟dan korkar ve cinayetle suçlanıp ölü bulunduğunu televizyondan öğrendiğinde tepkisiz kalır. Fakat Çinli-Amerikalı azınlığın bir parçası haline geldikten sonra, Kong‟u aklamak için polise gider. King Duk‟ın polislerle yaptığı konuşmada da aynı etki görülmektedir: “Medyaya niye haber verdiniz, söyler misiniz?” dedi polis, “Çinlilerin kamusallıktan hoşlanmadığını düşünürdüm.” 82 “Strateji,” dedi babam. “Amaç, yanlış yere suçlanan Bay Homer Lee için adalet. Ben bu stratejiye Açık Toplum Stratejisi diyorum.” (142) Homer Lee, her ne kadar kendisini Çinli değil Amerikalı olarak tanıtmışsa da, bu diyalog vasıtasıyla Çin kökenli azınlığın dayanışmasının koşulsuz olduğu anlatılmak istenmiştir. Ayrıca, “hayatını gizli bir şekilde yaşayan Çinli” tektipi yıkılmış, azınlıkların politik ve sosyal alanlardaki aktivizm için medyayı kullanması ve böylece seslerini duyurabilmeleri de vurgulanmıştır. 4. Çokkültürlülük 4.1. Azınlıklar Arası ĠliĢkiler Donald, Amerikalı olabilmek için, kendine ait bir kimlik oluşturmaktadır. Brown‟ın da belirtmiş olduğu gibi, Amerika tek bir kimlikle değil, kimliğe yapılan vurguyla tanımlanabilen bir kimlik kültürüdür (165). Yani Brown‟a göre, kimliği oluşturan öğelerin seçilerek dış dünyada vurgulanması ile Amerikan kimliği oluşmaktadır. Brown‟ın değindiği gibi, daha önce çokkültürlü kavramları kendisine yakın bulmayan Donald, etnik kökenini kendi inşa ettiği Amerikan kimliğine ekledikten sonra kültürel çoğulcu bir yaklaşım geliştirir. Önceleri Çinli Fred Astaire‟in Flamenko yapmasına anlam verememekteyken, şimdi “Uncle‟s Cafe”yi güzel bir mekan olarak tanımlamaktadır. Donald, Hem Çin hem de Amerikan yemekleri yapılan bu restorandan hoşlanmaktadır (145). Bunun yanında, Donald‟ın kızkardeşleri Venus ve Penelope de romanda çokkültürlülüğün örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çin‟e özgü ceketler giyen, waffle seven, popüler kültüre dair geniş bilgisi olan ve zaman zaman Fransızca konuşan bu karakterler, Donald‟ın hayatındaki kişilerin bile çokkültürlü olduğunu ortaya koymaktadır. 4.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi Roman boyunca, etnik kökenin yükselişi ve Donald‟ın Çinli-Amerikalı kimliğinin sergilenişi, Bay Meanwright ile Donald‟ın diyaloğunda en yoğun şekilde verilmiştir. Bay Meanwright‟ın sunumunda tekrar tekrar üzerinde durduğu Çinli göçmenlerin pasif ve çaresiz olduğu görüşü, artık Donald‟ı rahatsız etmektedir. 83 Söylediklerinin yanlış olduğunu söyleyen Donald‟a üzerine alınıp alınmadığını soran öğretmenine, Donald şöyle cevap verir: “Evet bayım, alındım. (…) Bay Meanwright, bizim pasif ve rekabetten yoksun olduğumuz konusunda yanılıyorsunuz. Summit Tüneli‟ni biz oyduk. Yüksek sıradağlarda iki zorlu kış geçirdik. Çinli işçiler, ustabaşılar ve gecikmiş ödemeler için grev yaptık ve kazandık. Bir günde en uzun demiryolu inşaası rekorunu biz kırdık. Son kirişimizi Promontory‟ye biz çaktık. Ve sizin gibi yanlış bilgilendirilmiş insanlar bizim o son fotoğrafta bulunmamamızın sebebidir.” (150) Görüldüğü üzere Donald, edindiği tarihsel bilgileri kullanarak, sosyal ve politik anlamda aktif bir azınlık üyesi haline gelmiştir. Irkçıların varlığı ya da diğer çocuklardan farklı oluşu gibi sebeplerden dolayı okula gitmeyi istememekten vazgeçmiş, kültürünü ve etnik kökenini var etmek ve insanları bu konularla ilgili bilgilendirmek için aktif olmayı tercih etmiştir. Viet Thanh Nguyen de, The Remasculinization of Chinese America: Race, Violence, and the Novel adlı makalesinde bu konuya değinmiştir: Tarihin haksızlığından etkilenen ve demiryolu işlerinin zorluğunu bedeninde hisseden Donald, Çin Mahallesi‟nin “gerçek” dünyasına mirasını yeniden keşfetmeye ve Çin Mahallesi toplumuna katılmaya kararlı bir şekilde döner. Donald bunu, Yeni Yıl töreninde aslan dansçılarından biri olarak yapar, yani, dans aracılığıyla, özgürlük arzusunu Çin kültürünü ifade isteğiyle birleştirir. Donald, Çin mahallesini kabulleniş yoluyla kendi Amerikalılaşmasını, ancak Çinlilerin Amerikan tarihiyle bir bütün olduğunu öğrendikten sonra dile getirmiştir. Çin Mahallesi ve Çinli Amerikalı tarihi, dışlanacak alanlar olarak kalmak yerine, 84 Donald‟ın Çinli Amerikalılara katılmak için hak talebinde bulunacağı yerler haline gelir. (143) Görüldüğü gibi Donald, rüyalarının etkisiyle Çin Mahallesi‟ni ve Çinli Amerikalı kimliğini sahiplenmiştir. Nguyen‟in de belirttiği gibi, daha önce dışladığı bu alanları artık kimliğini ifade edebileceği ve bir parçası olabileceği olgular olarak görmektedir. Böylece, Donald‟ın etnik ve kültürel kavramlarla tamamlanan kimliği, gerçek dünyada da varolmuştur. Etnik azınlık olmak ve ırkçılık kavramlarının Donald tarafından birbirine karıştırılması sorunu ise, Arnold ile barıştıklarında çözülür. Donald‟ın eğitiminin önemli bir kısmı, kendisini beyaz ırkçılıktan sıyırması, ve bunun yanında kurumsallaşmış beyaz baskısı ile birey olarak ele alınan beyaz kişileri ayırt edebilmesidir (Richardson 67). Bu ayrım King Duk tarafından şu şekilde ifade edilir: Eğer yazmadığı kitaplar yüzünden Arnold Azalea‟ya kızarsam, bu iyi olmaz. (…) O senin arkadaşın, Çinliler hakkında şimdiye kadar sahip olduğu tüm bilgi, sensin. Arnold‟un gerçeği bilmek istediğini, onunla trenlere dair aynı rüyaları gördüğünüzü söylüyorsun. Kafanı kullanıp şunu anlamalısın: Bu savaşta O senin müttefiğin. (156) King‟in bu sözleriyle, kişilerin ırklarına göre sınıflandırılmaması gerektiğini belirtilmektedir. Bunun yanında, bir kültürü ya da etnik kökeni, diğer kültürlere ve kökenlere tanıtanların, o kültürün bireyleri olduğunun altı çizilmektedir. Etnik kültürlerin birlikte varolabilmesi, yani çokkültürlülüğün temeli için, farklı kültür ve kökenlerden bireylerin ırkçı ideolojilere saplanmak yerine birlikte hareket etmeleri gerektiğine de ayrıca değinilmiştir. Donald‟ın Arnold ile bu sözler söylenmeden önce barışmış olması ise, bu düşünceleri kendiliğinden benimsemiş olduğunu göstermektedir. 5. Kültürleri BirleĢtirmek Romanın kapanış bölümünde, hikaye boyunca varolan paralellikler dikkat çekmektedir. Donald, tıpkı rüyasındaki “aslan dansında” görev aldığı gibi, yeni yıl 85 eğlencesinde de maket “ejderhayı” dans ettirmekle görevlidir. Donald dans etmeyi öğrenir, fakat Astaire gibi balo salonunda değil, Çin Yeni Yılı‟nda ejderhanın içindedir; bununla birlikte babası King Duk‟ın ona öğretmeye çalıştığı şeyi de öğrenir, “Çin mahallesi Amerika‟dır” (Nguyen 142). King Duk ise, operada Kwan Kung rolüyle sahne alır; aynı Kwan Kung gibi, o da kendinden sonraki kuşağı yönlendirmekle görevlidir. Bu iki sembol, etnik köken ve kültürün kuşaklar boyunca kişilerin kimliğinde aldığı kaçınılmaz rolü yansıtmaktadır. Ayrıca, Donald‟ın annesi Daisy‟nin çocukluk idolünün Shirley Temple oluşu, bir anlamda Donald‟ın geçirdiği değişimi aynı şekilde yaşadığını göstermektedir (165-166). Donald artık rüyaların bittiğini düşünmektedir (169). Bunun sebebi ise gördüğü rüyaların artık kimliğini oluşturmadaki işlevini tamamlamış olmasıdır. Donald‟ın tüm ailesi ve yakınları Angel Adası‟na gittiklerinde ise II. Dünya Savaşı‟ndan bahsettikten sonra uçakları yakıp uçururlar. Yine, tıpkı Donald‟ın rüyasındaki gibi, Bataklığın 108 Haydutu gökyüzünden uçarak geçer ve kaybolur. Donald, yeniden yaptığı maket uçağını bu kez etnik kimliğine ve Çin geleneklerine uygun şekilde uçurmuştur. Görüldüğü gibi Donald Duk‟da Chin, tarihsel ve mitolojik rüyaları aracılığıyla, başkahramanının kimliksel anlamda geçirdiği değişimi anlatmaktadır. Başta WASP Amerikalı olmaya özenen ve bu fikri ilahlaştıran Donald, ailesi ve yakınlarından aldığı bilgiler, rüyaları ve hayalleri, tarihsel ve mitolojik kaynaklardan öğrendikleriyle gitgide bu fikirden uzaklaşmıştır. Amerikalı olmanın beyaz olmakla eşdeğer olmadığını anladıktan sonra ise, içine atalarından miras kalan etnik kökenini ve Çin kültürünü de katarak, kendine yeni bir Amerikalı-Çinli kimliği yaratmıştır. Bu kimliğini önce zihinsel anlamda kendine, sonra da pratikte sergileyerek çevresindekilere kanıtlamış, tektiplerden ve önyargılardan sıyrılarak etnik kökenin ırkçılıkla bağdaşmadığını kavramıştır. Roman, “Krallıklar yükselir ve yıkılır, uluslar gelir ve gider” deyimi ile kapanmaktadır; kültürün, kökenin ve tarihin bireylerde yaşaması ve onlar tarafından gerektiğinde savaşılarak yaşatılması gerektiği vurgulanmaktadır. Donald ve diğer karakterler vasıtasıyla Chin, yirminci yüzyılın varlıklı Çinli-Amerikalı ailesinin bireylerine ve bu bireylerin kimlik, kültür, etnik köken ve ırk anlayışına ışık tutmuştur. 86 SONUÇ 1990‟larda Amerikan etnik edebiyatının bir parçası olarak Çinli Amerikalı edebiyatı, daha önceki dönemlerin eserleriyle karşılaştırıldığında, daha kimliksel ve bireysel konulara eğilmektedir. Elbette, bir azınlık edebiyatı olduğundan, toplumsal ve sosyal sorunlara da değinilmektedir. Fakat özellikle 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟nden ve 1990‟larda çokkültürlülüğün yükselişinden sonra, daha önceki Çinli göçmen kuşaklara kıyasla eğitim, sağlık, iş olanakları gibi sosyal konularda çok daha eşit şartlara sahip olan ve Çin Mahallesinin sınırlayıcı etkisinden kurtulan yeni nesil Çin kökenli yazarlar daha farklı temaları ön plana çıkarmışlardır. İki kültürün arasında kalmak, Çinli Amerikalı kuşaklar arasındaki çatışma, çokkültürlülüğün ve etnik kökenin etkisi, Çinli Amerikalıların “Amerikan kimliği” arayışları gibi temalar, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyatında sıklıkla tekrarlanan temalardır. Politik, tarihi ve toplumsal olaylara, karakterlere ve temalara, genel olarak Çinli Amerikalı edebiyatında sıkça rastlanması, Goelnicht‟in de belirttiği gibi, Asyalı Amerikalı kuramı ile edebiyatının, birbirine ayrılmaz bir biçimde bağlı olmasından ve her ikisinin de politik bir özellik taşımasından kaynaklanmaktadır (342-43). Çin göçmenlerinin sorunları, ırkçı ve etnik ayrımcılık gibi temalar da birçok eserde rastlanabilecek türdendir. Goellnicht‟e göre özellikle kadın yazarlar, baskın ve azınlık kültürler, maskülen ve feminen konumlar, gerçek ve kurmaca, Asyalı ve Amerikalı kimlikler üzerine yoğunlaşmıştır (342). Ayrıca, asimilasyon ve etnik gurur gibi azınlıkları ilgilendiren konular üzerine de eğilinmektedir. Baskın beyaz kültür tarafından ötekileştirilen ve tektipleştirilen Çinli Amerikalı imajının gerek açıklama, gerekse yeniden yapılandırma yoluyla değiştirilmeye çalışılması da, tekrarlanan temalardan bir tanesidir. Bunun yanında, romanların geçtiği yerler genellikle büyük şehir banliyöleri, kentleşmiş Çin Mahalleleri gibi çağdaş mekanlardır ve Amerikan popüler kültürüne yapılan atıflara sıkça rastlanmaktadır. Bu tezde incelenmiş olan Mona in the Promised Land ve Donald Duk, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyat eserlerine verilebilecek örneklerden iki tanesidir. Romanların her ikisinin de adlarının başkarakterlerine gönderme yapıyor olması, birçok ortak noktalarından sadece biridir. Elbette bu romanların, benzer yönleri olduğu gibi, farklı yönleri de vardır. 87 Bu tezde incelenmiş olan Mona in the Promised Land, yukarıda bahsedilen temaların tümünü kapsamaktadır. Yahudi mahallesinde yaşayan bir Çinli Amerikalı olarak Mona‟nın fiziksel olarak kendini beğenmeyişi, fakat arkadaşlarının ilgisini çekebilmek için Çin kültürüne dair ilginç şeyler yapıyormuş imajı çizmeye çalışması, Çin ve Amerikan kültürlerinin arasında kalmışlığını açıkça yansıtmaktadır. Ayrıca Mona, Yahudi arkadaşı Barbara‟nın ailesi ile kendi ailesini kıyaslayarak aralarındaki kültürel farklılıkları gördüğünde, kendisini yine Çin ve Amerika‟nın arasında kalmış gibi hissetmektedir. Bunun yanında, Mona‟nın ebeveynleri Helen ve Ralph yalnızca çocuklarından beklentilerini ifade ederken “Çinli” sıfatını kullanırlar, aslında tam anlamıyla Amerika‟da var olabilmek için asimilasyonu ve genel kabul gören WASP kültürünü benimsemişlerdir. Bu da, Yahudi olmak isteyen, gitgide Çinli etnik kökenini sahiplenen Mona ile anne-babası arasında kuşak çatışmasına neden olmaktadır. Kendisini ancak asimile olarak topluma kabul ettirmiş olan göçmen Çinli kuşak ile 1970‟lerdeki etnik kökenin yükselişine dahil olan, hatta din değiştirip başka bir azınlığın da parçası olmayı isteyen kuşak arasındaki farklılıkların boyutu, özellikle anne-kız ilişkisi yoluyla yansıtılmıştır. Bunun yanında, çokkültürlülük Mona in the Promised Land‟de sıkça karşılaşılan bir temadır. Çince bilen, yoga yapan, Asya yemekleri yiyen ve caz dinleyen Afrikalı Amerikalı Callie ve Kızılderili çadırında yaşayan, Çin yemekleri yiyen ve Afrikalı kıyafetleri giyen Seth gibi karakterler, çokkültürlülüğün ABD‟deki hayatlara ve kimliklere olan etkisini vurgulayan örneklerdir. Mona‟nın Afrikalı Amerikalı ve Yahudilerden oluşan bir arkadaş grubuna sahip olan Yahudi bir Çinli Amerikalı olması da, yine çokkültürlü toplum ve kişileri işaret etmektedir. Romanda, etnik köken teması ise çokkültürlülük ile bağlantılı olarak verilmiştir; Mona‟nın din değiştirip Yahudi olduktan sonra, Çinli etnik kökenini sahiplenmesi ve Yahudiliğe inanan bir Çinli Amerikalı haline gelmesi ve Callie‟nin Çin kültürüne dair birçok şeyi Naomi‟den öğrenmesi, bu karakterlerin çokkültürlü bir kimliğe ulaştıkça etnik kimliklerini de sahiplendiklerini göstermektedir. Sözü edilen bu temalar, karakterlerin kendi Amerikan kimliklerini bulma çabası ve etnik kökenlerini kucaklayarak bu kimliğe dahil etmesi gibi daha geniş çaplı bir 88 temayı desteklemektedir. Çinli olmaktan nefret eden Callie‟nin etnik kökenin yükselişinin bir örneği haline gelmesi etnik kimliğini kabul edişinin bir göstergesidir. Mona‟nın fiziksel özelliklerini kabullenmesi ve kendisini güzel bulması ise, genelgeçer kültürel normlardan uzaklaşarak ırksal özelliklerini kucaklamasını simgelemektedir. Çinli olmaya dair özellikleri “ilginç” olmak için değil, kimliğinin bir parçası olduğu için kabullendiğinde, Mona kendisini daha önce olduğu gibi dışlanmış hissetmemektedir. Bunların yanında, romanın sonunda Mona‟nın Seth ile evlenmesi, melez bir çocuğunun olması ve annesi Helen ile yeniden bir araya gelmesi ise, etnik köken ile çokkültürlülüğün bir birleşimi olarak kendi Amerikan kimliğini oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Bu tezde incelenen ikinci roman olan Donald Duk da, bahsedilen temaları içinde barındırmaktadır. Donald da, tıpkı Mona gibi, ilk etapta Çinli kökenini yadırgamaktadır. Fakat Donald, Mona gibi etnik ve ırksal özelliklerini ilgi çekmek için kullanmak yerine, tamamen reddetmeyi tercih etmektedir. Çin kültürü ve bu kültüre dair her şey, Donald için bir utanç ya da sıkıntı kaynağıdır. Ayrıca Donald, Mona‟nın aksine çokkültürlü bir banliyöde değil, Çin Mahallesinde yaşamaktadır. Yine de, Donald‟ın iki kültürün arasında kalışı, Çin Mahalesinde yaşamakta olması ve Fred Astaire gibi beyaz ırka mensup bir ünlüyü kendine idol olarak seçmesi bağlamında görülmektedir. Ayrıca, her ne kadar Çinli kökenine dair özellikleri yadsımak istese de, öğretmeninin Çinlilere karşı olan ırkçı tutumunun Donald‟ı rahatsız etmesi, yine iki kültürün arasında kaldığının göstergesidir. Yine de Mona, Çinli olmayı Donald kadar tepkiyle reddetmez; Mona Çinli olduğunun farkındadır ve asimile olmuş aile hayatı ile dış dünyadaki çokkültürlü hayatı arasında kalmıştır, Donald ise çokkültürlü aile hayatı ile bir WASP olabilme hayali arasında kalmıştır. Donald da aynı Mona gibi ailesiyle kuşak çatışması yaşamaktadır, fakat bu iki anne-kız ve baba-oğul çatışması arasında da bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Öncelikle, Donald‟ın ailesi, Mona‟nın ailesinin tersine asimilasyonu kabul etmemiştir; özellikle Donald‟ın babası, Çin kültürüne ait gelenek ve adetlere sahip çıkan, onları hayatına uygulayan birisidir. Bu nedenle, Donald Duk‟ta asimilasyon yanlısı olan taraf Donald‟ın kendisidir, hem etnik kökenini ve Çin kültürünü benimseyen, hem de 89 Amerikan yemekleri ve popüler kültürü gibi konulara adapte olan ailesinin tersine Donald, Çinli olmak istememektedir. Donald ve babası arasındaki kuşak çatışmasının sebebi de, babasının Donald‟ın Çin gelenek ve adetlerine uyum sağlamasını istemesi ve Donald‟ın bunu istemeden de olsa kabul etmek zorunda kalmasıdır. Donald‟ın, babasının Çin Yeni Yılı için yapmış olduğu maket uçaklarından birini yakması, kendi etnik kökeniyle ve kültürüyle ilgili bilgisinin olmaması ve dolayısıyla bu kavramlara saygı duymamasını simgelemektedir. Tıpkı Mona in the Promised Land‟de olduğu gibi, Donald Duk‟ta da çokkültürlülük teması ile sıkça karşılaşılmaktadır. Kendisini “Çinli değil Amerikalı” olarak tanıtan Vietnam gazisi Homer Lee ve flemenko gitar çalan dans öğretmeni “Çinli Fred Astaire” Larry Louie gibi karakterler, çokkültürlülüğün Amerika‟daki toplum ve kimlikler üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Ayrıca, King Duk‟ın Çin ve Amerikan yemeklerini harmanlayarak yeni tarifler yaratması, Donald‟ın kız kardeşlerinin sohbet sırasında sürekli olarak Amerikan popüler kültürüne gönderme yapmaları, Arnold‟ın ise beyaz ırka mensup olmasına rağmen Çin geleneklerine, tarihine ve mitlerine ilgi duyması da, çokkültürlülüğün varlığının altını çizmektedir. Etnik köken teması ise, Donald Duk‟ta ağırlıklı olarak üzerinde durulan tema olarak öne çıkmaktadır. Mona‟nın etnik kimliğine dair gerçek hayattan edindiği bilgilerin aksine, Donald öncelikle gördüğü rüyaların sonucunda etnik kimliğine karşı bir farkındalık geliştirmektedir. Donald, ancak kıtalar arası demiryolu inşaatında çalışan Çinli atalarını hayal ettikten sonra etnik kimliğine ve Çinli kökenine ilgi duymaya başlamıştır. Bu temada da yine, Mona‟nın aksine, etnik kökenini kimliğinin bir parçası haline getirmiş olan karakterler Donald‟ın amcası ve babasıdır. Donald ise ancak bir bilgilenme sürecinden geçtikten sonra etnik kökenini kucaklayacaktır. Kendi kimliğini oluşturma ve etnik kökenini kabullenerek bu kimliğe dahil etme teması, Mona in the Promised Land‟de olduğu gibi Donald Duk‟ta da öne çıkan konu olmuştur. Donald‟ın Fred Astaire idolünden sıyrılarak Çinli göçmen atalarını idealize etmeye başlaması, etnik kökenin Amerikan kimliğindeki yerini vurgulamaktadır. Ayrıca, tıpkı Mona‟nın ablası Callie ve arkadaşı Naomi‟den öğrendikleri gibi, Donald da amcasından ve babasından Çin kültürüne, ırk kavramına ve ırkçılığa, etnik kökene 90 dair birçok şey öğrenmektedir. Bunların yanında Donald‟ın, tarihi ve kültürel bilgiye ulaştıkça kimliğinin şekillenmesi, Çin kültüründe 12 yaşına girmenin çocukluktan çıkmayı simgelemesiyle de yansıtılmaktadır. İki roman arasındaki temel benzerliklerden biri olarak, Mona‟nın etnik kökenini kavrayışı/kabul edişi annesi ile barışması yoluyla simgelenirken, Donald‟ınki de yeniden yaptığı maket uçağı tüm ailesiyle birlikte Angel Adası‟na giderek geleneklere uygun şekilde uçurmasıyla belirtilmiştir. Ayrıca, her iki romanın da sonunda Çin kültürüne ait en yüksek rütbeli mitolojik hayvan olan ejderha sembolünün yer alması, etnik kökenin Mona ve Donald‟ın Amerikan kimliklerini şekillendirmedeki etkisine ışık tutmaktadır. Görüldüğü gibi, Mona in the Promised Land ve Donald Duk, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyatını yansıtan iki roman örneğidir. Her iki roman da, Çinli olmak, Amerika‟da Çinli olmak, çokkültürlülük, etnik köken, kültürler arasında kalmak ve Amerikan kimliği gibi konuları, başkahramanları ve onların aile ve çevreleriyle olan ilişkileri üzerinden ele almaktadır. Her iki romanda da, Çinli Amerikalı genç karakterlerinin kimlik oluşturma süreçlerini etkileyen ırksal, etnik, kültürel özellikler yansıtılmış, Amerika‟da bir etnik azınlığa mensup olmanın kişiyi psikolojik ve sosyal anlamda nasıl etkilediği üzerinde de durulmuştur. Gish Jen‟in Mona in the Promised Land ve Frank Chin‟in Donald Duk adlı romanları, Çinli-Amerikalı başkahramanlarının çocukluktan ergenliğe geçişleriyle birlikte, kendi Amerikan kimliklerini arayışları ve etnik kökenlerini anlayışları ve kabul edişleri üzerine kurgulanmıştır. 91 KAYNAKÇA Alba, Richard D. Ethnic Identity: The Transformation of White America. New Haven: Yale UP, 1990. Atanasoski, Neda. "„„Race‟‟ Toward Freedom: Post-Cold War US Multiculturalism and the Reconstruction of Eastern Europe." Journal of American Culture 29.2 (2006): 213-26. Humweb. Web. <http://humweb.ucsc.edu/feministstudies/faculty/atanasoski/atanasoski-race-towardfreedom.pdf>. Aydın, Kamil. Karşılaştırmalı Edebiyat: Günümüz Postmodern Bağlamında Algılanışı. İstanbul: Birey Yayıncılık, 2008. Behling, Laura L. ""Generic" Multiculturalism: Hybrid Texts, Cultural Contexts." College English 65.4 (2003): 411-26. JSTOR. Web. 4 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/3594242 .>. Berger, Arthur Asa. Cultural Criticism: A Primer of Key Concepts. Thousand Oaks, CA: Sage Publications, 1995. Brattain, Michelle. "Race, Racism, and Antiracism: UNESCO and the Politics of Presenting Science to the Postwar Public." The American Historical Review 112.5 (2007): 1386-413. Print. Brown, Bill. "Identity Culture." American Literary History 10.1 (1998): 16484. JSTOR. Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/490265>. Chan, Sucheng. Asian Americans: An Interpretive History. Boston: Twayne, 1991. Chang, Iris. The Chinese in America: A Narrative History. New York: Viking, 2003. 92 Cheung, King-Kok. "Re-viewing Asian American Literary Studies." An Interethnic Companion to Asian American Literature. Cambridge: Cambridge UP, 1997. 1-36. Print. Chin, Frank. Aiiieeeee! An Anthology of Asian-American Writers. Washington: Howard UP, 1974. Print. Chin, Frank. Donald Duk: A Novel. Minneapolis, MN: Coffee House, 1997. Print. Chu, Patricia P. Assimilating Asians: Gendered Strategies of Authorship in Asian America. Durham, NC: Duke UP, 2000. Print. Fachinger, Petra. "Cultural and Culinary Ambivalence in Sara Chin, Evelina Galang, and Yoko Tawada." Modern Language Studies 35.1 (2005): 38-48. JSTOR. Web. 7 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/30039806 .>. Furman, Andrew. "Immigrant Dreams and Civic Promises: (Con-)Testing Identity in Early Jewish American Literature and Gish Jen's Mona in the Promised Land." MELUS 25.1 (2000): 209-26. JSTOR. Web. 7 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/468158 .>. Goellnicht, Donald C. "Blurring Boundaries: Asian American Literature as Theory." An Interethnic Companion to Asian American Literature. Ed. King-Kok Cheung. Cambridge: Cambridge UP, 1997. 338-65. Print. Gonzales, Begona Simal. MELUS 26.2 (2001): 225-42. JSTOR. Web. 7 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/3185526 .>. Haak, Gam San. "The Chinese in Nineteenth Century America." Strangers from a Different Shore : A History of Asian Americans. 81-131. Jen, Gish. Mona in the Promised Land. New York: Knopf, 1996. Print. Kim, Elaine H. Asian American Literature, an Introduction to the Writings and Their Social Context. Philadelphia: Temple UP, 1982. Print. 93 Krist, Gary. "Schemers and Schemas." Rev. of Mona in the Promised Land by Gish Jen.The Hudson Review Winter 1997: 687-94. JSTOR. Web. 7 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/3851911>. Koshy, Susan. "The Fiction of Asian American Literature." The Yale Journal of Criticism9.22 (1996): 315-46. Print. La, Belle Thomas J., and Christopher R. Ward. Ethnic Studies and Multiculturalism. Albany, NY: State University of New York, 1996. Lai, H. Mark., Genny Lim, and Judy Yung. Island: Poetry and History of Chinese Immigrants on Angel Island 1910-1940. Seattle: University of Washington, 1991. Lee, Rachel. "Gish Jen." Words Matter: Conversations with Asian American Writers. Ed. Cheung King-Kok. Honolulu: University of Hawai'i, 2000. 215-32. Print. Lee, Yan Phou. "The Chinese Must Stay." The North American Review 148.389 (1889): 476-83. JSTOR. Web. 20 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/25101763>. Leonard, George. The Asian Pacific American Heritage: A Companion to Literature and Arts. New York: Garland Pub., 1999. Print. Leonard, Suzanne. "Dreaming as Cultural Work in "Donald Duk" and "Dreaming in Cuban""MELUS 29.2 (2004): 181-203. JSTOR. Web. 05 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/4141825>. Li, David Leiwei. Duk. Manoa Autumn "Donald Duk by Frank Chin." Rev. of Donald 1991: 224-25. JSTOR. Web. 5 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/4228680>. Li, David Leiwei. Imagining the Nation: Asian American Literature and Cultural Consent. Stanford, CA: Stanford UP, 1998. Print. 94 Lin, Erika T. "Mona on the Phone: The Performative Body and Racial Identity in "Mona in the Promised Land"" MELUS 28.2 (2003): 47-57. JSTOR. Web. 4 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/3595282 .>. Ling, Amy. "Chinese American Women Writers: The Tradition behind Maxine Hong Kingston." Redefining American Literary History. Ed. A. Lavonne Brown. Ruoff and Jerry Washington. Ward. New York: Modern Language Association of America, 1990. 219-36. Print. Naylor, Larry L., Kimberly P. Martin, Michael D. Lieber and Norma Williams. Cultural Diversity in the United States. Westport, CT: Bergin & Garvey, 1997. Nguyen, Viet Thanh. "The Remasculinization of Chinese America: Race, Violence, and the Novel." American Literary History 12.1/2 (2000): 130-57. JSTOR. Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/490245>. Petersen, William, Michael Novak, and Philip Gleason. Concepts of Ethnicity. Cambridge, MA: Harvard University, 1980. Richardson, Susan B. "The Lessons of Donald Duk." MELUS 24.4 (1999): 5776. JSTOR. Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/468173 .>. Schaefer, Richard T. Racial and Ethnic Groups. Glenview, IL: Scott, Foresman, 1988. Print. Servington, Sharon L. Interview "Not by Shakespeare Alone." The New York Times Book Review 31 Mar. 1991, Review of Donald Duk. Print. Sowell, Thomas. Ethnic America: A History. New York: Basic, 1981. Print. Sui, Sin Far, and Hsuan L. Hsu. Mrs. Spring Fragrance. Peterborough, Ont.: Broadview, 2011. Print. Sumida, Stephen H. "The More Things Change: Paradigm Shifts in Asian American Studies."American Studies International 38.2 (2000): 1-11. Print. 95 Takaki, Ronald. "Ethnic Islands:." Google Books. N.p., n.d. Web. 1 Nov. 2012. <http://books.google.com/books/about/Ethnic_islands.html?id=YHegAAAAMAAJ> Tanrısal, Meldan. Gizem Dolu Yaşamlar: Çinli Amerikalı Edebiyatı ve Amy Tan. Ankara: Ürün Yayınları, 2012. Print. Wand, David Hsin-fu. Asian-American Heritage; an Anthology of Prose and Poetry. New York: Washington Square, Pocket, 1974. Print. Wong, Morrison G. Asian Americans: Contemporary Trends and Issues. Ed. Pyong Gap Min. Thousand Oaks, CA: Sage Publications, 1995. Print. Wong, Sau-Ling Cynthia. "Chinese American Literature." An Interethnic Companion to Asian American Literature. Ed. King-Kok Cheung. Cambridge: Cambridge UP, 1997. 39-61. Print. Wong, Sau-ling Cynthia. Reading Asian American Literature: From Necessity to Extravagance. Princeton, NJ: Princeton UP, 1993. Print. Wrobel, Alfred J., Michael J. Eula, and Donald Haydu. "The Chinese Americans." American Ethnics and Minorities: Readings in Ethnic History. Dubuque, IA: Kendall/Hunt Pub., 1990. 210-24. Yin, Xiao-huang. Chinese American Literature since the 1850s. Urbana: University of Illinois, 2000. Print. Xu, Wenying. "Masculinity, Food, and Appetite in Frank Chin's "Donald Duk" and "The Eat and Run Midnight People"" Cultural Critique 66 (2007): 78-103. JSTOR. Web. 5 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/4539809 .>. 96 ÖZGEÇMĠġ 1992 yılında Bornova Anadolu Lisesi‟nden mezun oldum.1996 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü bitirdim.1996 yılından beri öğretmenlik yapmaktayım.Halen Cumhuriyet N.S.İ .Kız Teknik ve Meslek Lisesi‟nde görev yapmaktayım. 97 ÖZET Bu çalışmanın amacı, Gish Jen‟in Mona in the Promised Land ve Frank Chin‟in Donald Duk adlı Çinli Amerikalı edebiyatı romanlarında, çokkültürlülük, etnik köken ve Amerikan kimliği konularını incelemektir. Bu incelemeyi, romanların dönemini ve ait oldukları edebi geleneği göz önünde bulundurarak yapabilmek için tarihsel araştırmalara yer verilmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda Çinli göçmenlerin Amerika‟ya ayak basmasıyla birlikte ortaya çıkan Çinli Amerikalı edebiyatı kavramı, zaman içinde içerik, tür ve taşıdığı anlam açısından birçok değişikliğe uğrayamıştır. 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyat eserlerini anlayabilmek ve inceleyebilmek için, bu edebi geleneğin geçirdiği tarihsel evrimden bahsedilmektedir. Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki politik ilişkiler, Çin kökenli Amerikan vatandaşlarının içinde bulundukları sosyal, politik ve ekonomik durumlar, her dönemde olduğu gibi, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyatına da yansımıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı, 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi, Vietnam Savaşı gibi önemli sosyopolitik olaylar, bu dönemin Çinli Amerikalı edebiyatını yönlendirmiştir. Ayrıca, ABD‟nin, özellikle göçmenleri ilgilendiren iç politikaları da bu tezde bahsedilen bahsedilen önemli etkenlerdir. Bunların yanında, ırksal ve etnik ayrımcılık, çokkültürlülük ve etnik kimlik gibi, azınlık edebiyatlarında öne çıkan konular da bu tezde incelenmektedir. İnsan Hakları Hareketi ile tetiklenen etnik kimliğin yükselişinin, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyat eserlerinde öne çıkan bir tema olduğu görülmektedir. Tezde incelenen Mona in the Promised Land ve Donald Duk adlı iki eserde de, etnik kimlik kavramının ne şekilde yansıtıldığı üzerinde durulmuştur. Etnik kimlik bağlamında, Amerikan kimliğinin ne olduğunun sorgulanması ve bireysel bir kimlik oluşturma çabasının bu eserlerde önemli bir yere sahip olduğunu göstermek amaçlanmıştır. Aynı zamanda, bu romanlardaki Çinli Amerikalı bakış açısı incelenmiş, roman karakterleri doğrultusunda Çin kökenli bir birey olarak 1990‟ların Amerika‟sında yaşanan sosyal ve psikolojik sorunlar yansıtılmaya çalışılmıştır. 98 ABSTRACT The purpose of this work is to analyze the subjects of multiculturalism, ethnicity and American identity in two Chinese American literary works, Mona in the Promised Land by Gish Jen and Donald Duk by Frank Chin. In order to analyze these two novels in line with the literary canon and era in which the novels are written, research on the background information is included. The notion of the Chinese American literature, emerged with the arrival of the Chinese immigrants to America in the 19th Century, has gone through a lot of changes in context, genre and conception over time. In order to understand and analyze the Chinese American literary works of the 1990s, the historical evolution of this literary canon is mentioned. The political relations between China and the United States of America, and the social, political and economical conditions of the Chinese American citizens are reflected on the Chinese American literature of the 1990s. Important socio-political events like World War II, Civil Rights Movement of the 1960s, and Vietnam War shaped the Chinese American literature of the era in particular. The domestic policies of USA, specifically the concern of immigrants, are also important agents referred in this study. In addition, this work examines certain prominant subjects of minorities‟ literature, such as racial and ethnical discrimination, multiculturalism, and ethnic identity. It is observed that the rise of ethnic identity, triggered by the Civil Rights Movement, is a significant theme of the Chinese American literary works of the 1990s. How the two novels analyzed in this work, Mona in the Promised Land and Donald Duk, reflect the concept of ethnic identity, is emphasised. Within the context of ethnic identity, the intention is to show the significance of questioning American identity and the struggle for building an individual identity in these literary works. Concurrently, Chinese American point of view is studied, and the social and psychological problems of the Chinese American individual living in the 1990s America is represented, in line with the novel characters. 99