1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Ortak Dersler ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ Okutman Ahmet AKŞAR 1 Ünite 12 1938-1945 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASETİ, EKONOMİSİ VE DIŞ POLİTİKASI Okutman Ahmet AKŞAR İçİndekİler 12.1. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN EBEDİYETE İNTİKALİ...................................................... 3 12.2. İSMET İNÖNÜ’NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ (11 KASIM 1938)............................ 4 12.3. 1918-1930 ARASI AVRUPA’NIN SİYASİ YAPISI................................................................... 6 12.3.1. Alman-Fransız Mücadelesi.............................................................................................................................. 6 12.3.2. İtalya’da Benito Mussolini’nin İktidara Gelmesi...................................................................................... 7 12.3.3. Sovyet Rusya’nın Ortaya Çıkması.................................................................................................................. 8 12.4. 1930-1938 ARASI DÖNEM VE II. DÜNYA SAVAŞININ ÇIKMASI....................................... 9 12.4.1. Japonya’nın Mançurya’yı İşgal Etmesi........................................................................................................ 9 12.4.2. Avrupa’da Nazilerin Faaliyetleri..................................................................................................................... 9 12.5. SAVAŞIN BAŞLAMASI (1 EYLÜL 1939)...............................................................................10 12.6. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜK DIŞ POLİTİKASI . .......................................................12 12.7. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ....................................................13 12.7.1. Milli Korunma Kanunu (18 Ocak 1940).....................................................................................................13 12.7.2. Varlık Vergisi (11 Kasım 1942)......................................................................................................................14 12.7.3. Toprak Mahsulleri Vergisi (4 Haziran 1943)............................................................................................16 12.7.4. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (11 Haziran 1945).............................................................................16 12.7.5. 7 Eylül 1946 Kararları.......................................................................................................................................17 12.7.6. Köy Enstitüleri’nin Kurulması ......................................................................................................................17 12.8. KAYNAKÇA..............................................................................................................................20 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 12.1. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN EBEDİYETE İNTİKALİ II. Dünya Savaşı öncesi dünyada baş gösteren ekonomik buhranın yurt içinde meydana getirdiği tartışmalar Başbakan İsmet İnönü ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün arasının soğumasına neden oldu. İsmet İnönü koyu bir devletçilik uygulanmasını istemekle birlikte Atatürk ekonomide liberalizmi ön plana çıkarmanın vaktinin geldiğini ileri sürmekteydi. Fransa ile yaşanan Hatay sorunu da milli mücadelenin başından beri ayrılmayan iki iyi dostun arasını açıyordu. Atatürk, Hatay’ın anavatana katılması meselesinde neticenin derhal alınması için gerekirse Hatay’da bir isyan çıkarılmasını planlıyordu. İsmet İnönü ise daha mutedil bir politika izleyerek uluslararası arenada Türkiye’yi zora sokmadan, diplomasi yoluyla meselenin çözümünü istiyordu. Bu ve ekonomik sebepler Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın arasını açmıştı. Bu sebeple 20 Eylül 1937 tarihinde İsmet İnönü başbakanlıktan istifa etmiş, yerine başbakanlığa Celal Bayar getirilmişti. Cumhuriyetin ilanından, 1937 yılına kadar (21 Kasım 1924- 2 Mart 1925 Fethi Okyar hükümeti hariç) İsmet İnönü kesintisiz başbakanlık yapmıştı. Mustafa Kemal Atatürk ömrünün son yılında başbakan olarak Celal Bayar ile çalışmıştı ve İsmet İnönü bu dönemde siyasi olarak kenara çekilmişti. Aslında 18 Haziran 1936 tarihinde yine İsmet İnönü tarafından yayınlanan bir genelge ile devlet, hükümet ve CHP birleştirilmiş, Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) CHP’nin genel sekreteri, illerde valiler CHP’nin il başkanları olması istenmişti. İsmet Paşa’nın başbakanlıktan alınması onun CHP içinde de ağırlığının azalmasına sebep olmuştu. Bu iç siyasi gelişmeler olurken Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlık durumu da gittikçe bozulmaktaydı. 1937 sonuna gelindiğinde daha önceden ciddiye alınmayan hastalığın ciddi olduğu, artık eskisi gibi sağlığını hiçe sayarak ağır çalışma temposunu terk etmesi gerektiği söyleniyordu. 1938 yılına gelindiğinde Atatürk’ün rahatsızlığının karaciğer yetmezliğinden kaynaklandığı tespit edildi. Atatürk’ün iyileşebilmesi için istirahat etmesi gerekiyordu. Perhizine dikkat eden ve iyice dinlenen Atatürk’te iyileşme belirtileri ortaya çıkmakla beraber iyileşme tam olarak gerçekleşmemişti. Yine de Ankara’da Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarına katılmış, Hatay meselesi ile ilgilenmek üzere buradan trenle Mersin’e geçmişti. Havanın sıcaklığı, yolculuğun ve programın yoruculuğu ile hastalığı tekrar nüksetmişti. Mersinden Ankara’ya dönen Atatürk buradan İstanbul’a geçmişti. İstanbul’da hastalığının biraz daha ilerlemiş olduğu doktorları tarafından Atatürk’e bildirilmişti. Tedaviye olumlu yanıt verir ve yardımcı olur düşüncesiyle deniz havasının iyi geleceği beklentisiyle Savarona yatında manevi kızı Ülkü ile vakit geçirip dinlenmeye çekilmişti. Atatürk, ateşinin düşmemesi sebebiyle buradan Dolmabahçe Sarayı’na getirilmişti. Durumunun ciddileştiği günlerde vasiyetini kaleme almıştı. Uygulanan tüm tedavi yöntemlerine rağmen kendisinin rahatsızlığı daha da ilerlemişti. 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09:05’te Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu. Atatürk’ün öldüğü haberi öğleye doğru Radyo’dan duyurulmuş ve başta Dolmabahçe Sarayı’ndaki bayrak olmak üzere tüm bayraklar yarıya indirilmişti. 3 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Türk Milleti’nin kendisine gösterdiği saygının bir nişanesi olarak Dolmabahçe sarayı adeta bir insan seline tanık olmuş ve burası Atatürk’ün naaşını ziyaret etmeye gelenler ile dolup taşmıştı. Ulu önderin naaşının hemen gömülmeyeceği, bekletileceği dikkate alınarak tahnit işlemi yapılmıştı. 13 Kasım’da toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla cenaze programı tespit edilmişti. Buna göre 18 Kasım tarihine kadar Atatürk’ün naaşı halkın ziyaret etmesi için Dolmabahçe Sarayı merasim salonunda katafalka konulmuştu. 19 Kasım günü Prof Şerafettin Yaltkaya Atatürk’ün cenaze namazını kıldırmıştı. Kılınan cenaze namazından sonra tabut büyük bir törenle Yavuz Zırhlısı’na konulmuş ve gemi Sarayburnu’ndan İzmit’e gitmek üzere büyük bir kalabalık tarafından uğurlanmıştı. İzmit’te yine büyük bir törenle alınan naaş, Ankara’ya götürülmek üzere özel bir vagona yerleştirilmişti. Geçtiği her yerde büyük bir üzüntü ve derin bir saygıyla uğurlanan tren 20 Kasım günü Ankara’ya ulaşmıştı. Burada 101 pare top atışıyla karşılanan cenaze TBMM’de özel olarak hazırlanan katafalka konmuş ve ertesi gününe kadar halkın ziyaretine açılmıştır. 21 Kasım günü Milli Matem günü ilan edilmiş, tüm yurtta bayraklar yarıya indirilmiş ve matem törenleri düzenlenmiştir. Ayrıca Ankara’da yapılan cenaze törenine bütün büyük devletlerin temsilcileri katılmıştır. Cenaze töreninden sonra Atatürk’ün naaşı Ankara Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabre konulmuştur. Atatürk’ün defnedileceği yeri belirlemek için, İç İşleri, Milli Eğitim, Bayındırlık Bakanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan temsilcilerin bulunduğu bir komisyon kurulmuştur. Anıtkabir’in inşa edilmesi için Ankara’daki Rasattepe 7 Temmuz 1939’da kamulaştırılmıştır. Anıtkabir’in mimari olarak ortaya çıkarılması için 1 Mart 1941’de mimari proje yarışması başlatılmıştır. Yarışmaya yurt içinden ve yurt dışından pek çok proje katılmıştır. Yarışmaya katılım süresi 3 Mart 1942’de dolmuş ve bu tarihe kadar gönderilen projeler içinde seçici kurul Ord. Prof. Emin Onat ve Yüksek Mimar Doç. Orhan Arda’nın projesini Ulu öndere en yakışan eserler olarak belirlemiş ve uygulamaya karar vermiştir. Anıtkabir’in inşasına 9 Ekim 1944’te başlanmıştı. Yurdun değişik yörelerinden getirilen taşlar ve mermerler kullanılarak yapılan Anıtkabir 10 Kasım 1953’te tamamlanmıştır. Ölümünün on beşinci yılında Ata’nın naaşı Etnografya Müzesi’ndeki geçici yerinden alınarak Anıtkabir’e defnedilmiştir. İyi bir devlet adamı ve başarılı bir asker olan Mustafa Kemal Atatürk maddi ve manevi bütün mirasını Türk Milleti’ne bağışlamıştı. 12.2. İSMET İNÖNÜ’NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ (11 KASIM 1938) Atatürk’ün ölüm haberi duyulduğunda TBMM Başkanı Abdülhalik Renda Cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten üzerine almıştı. Atatürk’ün hastalığının ilerlemiş olduğu duyulduğunda cumhurbaşkanı olması için İsmet İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Abdülhalik Renda ve Fethi Okyar gibi önemli kişilerin isimleri zikrediliyordu. Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra önce CHP meclis grubu toplanmıştı. Burada CHP’liler cumhurbaşkanı olması için İnönü’nün isminde uzlaşmışlardı. Daha sonra TBMM’de yapılan toplantıda İsmet İnönü’nün oybirliğiyle 4 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 cumhurbaşkanı olmasına karar verilmişti. Daha bir yıl önce siyasetten uzaklaşan İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesini Celal Bayar ve Fevzi Çakmak sağlamışlardı. Yeni cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla Celal Bayar Hükümeti usulen istifa etmişti. Hükümeti kurma görevi yeni cumhurbaşkanı tarafından yine kendisine verilmişti. Bayar bu teklifi kabul etti. Atatürk döneminin daimi vekilleri olan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras dışında eski hükümet üyeleri aynen korunarak yeni hükümet kurulmuştu. Bu iki ismin yerine geleceğin başbakanları Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu getirilmişlerdi. 26 Aralık 1938’de toplanan CHP Olağanüstü Kurultayı’nda CHP’nin yeni genel başkanını seçimi yapıldı. Buna göre Atatürk CHP’nin Ebedi Genel Başkanı ve Ebedi Şef seçilirken İsmet İnönü’de Değişmez Genel Başkan ve Milli Şef seçilmişti. (İsmet İnönü’nün Milli Şef ’liği 10 Mayıs 1946 CHP 2. Olağanüstü Kurultayında kaldırılmıştır.) İnönü Atatürk döneminin muhalifleri ile barışarak (belki de bu dönemde –II. Dünya Savaşı öncesi- hiç istemediği şey olan muhalefet olgusunu yok etmek için) onları sisteme dahil etti. Kazım Karabekir, Hüseyin Cahit Yalçın ara seçimler yapılarak TBMM’ye milletvekili olarak girdiler. Fethi Okyar da Bolu milletvekili olarak meclise girdi. Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ise CHP üyeliğine kabul edildiler. Rauf Orbay ise 22 Ekim 1939 tarihinde yapılan ara seçimle Kastamonu milletvekili olarak meclise girmişti. Celal Bayar’ın başbakanlığı kısa sürdü. 26 Ocak 1939 tarihinde TBMM seçim kararı almıştı. Yapılan seçimlerle Meclisin 3/1’i yenilenmişti. Hükümeti kurma görevi Refik Saydam’a verilmişti. 29 Mayıs 1939’da toplanan CHP olağan kurultayında parti devlet bütünleşmesinden vazgeçilmiş, parti çalışmalarını kontrol etmek ve olmayan muhalefeti temsil etmek amacıyla “Müstakil Grup” kurulması karara bağlanmıştı. Bu müstakil grup 21 kişiden oluşacak ve mecliste bağımsız bir kimlik taşıyacaklar ve CHP parti grubu toplantılarında oy hakları olmayacaktı. Bu grup aynı zamanda bir muhalefet partisi gibi davranacak ve gördüğü eksiklikleri ve yaşanan olumsuzlukları dillendireceklerdi. Bir nevi parti ve hükümet üzerinde denetim hakları vardı. Fakat bu denetim hiçbir zaman mümkün olmadı. Çünkü bu müstakil grubun başkanı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü idi. İnönü aynı zamanda CHP’nin genel başkanıydı ve CHP politikalarına kendisi karar veriyordu. Yani hem CHP politikasını belirleyip hem ona muhalefet etmek mümkün olmuyordu. 29 Haziran 1939 tarihinde Hatay Meclisi’nin almış olduğu kararla Türkiye’ye bağlandığı haberi büyük bir sevince neden olmuştu. Fakat buna rağmen bütün ağırlığı ile hissedilen II. Dünya Savaşı öncesi gergin durum hem cumhurbaşkanını, hem de hükümeti derin bir tedirginliğe sevk etmekteydi. Bu sebeple İnönü dönemini 1939-1945 ve 1945 ve 1950 olmak üzere iki dönemde incelenmeli ve dönemin şartları gereği farklı yorumlanmalıdır. 5 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 12.3. 1918-1930 ARASI AVRUPA’NIN SİYASİ YAPISI 1914-1918 arasında cereyan eden 1. Dünya Savaşı, İtilaf Devletleri’nin galibiyeti, İttifak Devletleri’nin mağlubiyeti ile sonuçlandı. 1918’in sonlarından başlamak üzere 1919 ve 1920 yılları yenen devletlerin yenilen devletlere zorla istemedikleri antlaşmalar imzalattırılması aslında İkinci Dünya Savaşı’nın psikolojik sebebini oluşturmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonunda oluşan duruma taraftar olan durumun değişmemesini savunan statükocu devletlere Anti-Revizyonist devletler, ağır antlaşma şartlarının değiştirilmesini isteyen devletlere de Revizyonist devletler denmiştir. Revizyonist devletler; Almanya, Japonya, Rusya, Avusturya, Macaristan, İtalya, Bulgaristan’dır. Anti Revizyonist devletler İngiltere, ABD, Fransa, Türkiye, Yugoslavya, Romanya, Yunanistan’dır. Bu devletler statükonun devam etmesi veya etmemesi üzerine gruplaşmışlar, bu gruplaşma aynı Birinci Dünya Savaşı öncesi bir hava ortaya çıkarmıştır. 12.3.1. Alman-Fransız Mücadelesi Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanlara imzalatılan Versailles (Versay) Antlaşması Fransızların Almanları küçük düşürmesine neden oldu. 1919’da Weimar Anayasası ile Almanya’da Cumhuriyet kurulmuştu. Müttefik devletlerin küçük düşürücü istekleri Almanya’nın iç işlerinin daha da karışmasına ve art arda Almanya’da solcu ve sağcı darbelerin yaşanmasına sebep olmuştu. Almanya’da meydana gelen bu iç karışıklıklar başta Fransa olmak üzere Avrupa’da bazı korkulara sebep olmuştu. Fransızların Almanlarla tekrar bir savaş yapma korkusunu 1921’den başlamak üzere İngiltere, Polonya, Belçika, Yugoslavya ile yaptığı saldırmazlık ve işbirliği anlaşmaları Avrupa’da tekrar bloklaşmanın ortaya çıkmasına sebep oldu. Ayrıca Fransızların Almanlardan savaşın tüm zararlarını karşılaması için yaptığı baskı Alman Fransız ilişkilerinin daha da gerilmesiyle sonuçlandı. Tamirat borçları için müttefikler arasında toplanan komisyon Almanya’nın 55 milyar dolar savaş tazminatı ödemesine hükmetmişti. Almanların yaptığı itiraz ve bu parayı ödeyemeyecek durumda olması gibi sebeplerle borç 33 Milyar Dolara indirilmiş ve Almanya yaptığı itirazların dikkate alınmaması sebebiyle borcu ödemeyi kabul etmişti. Tazminatın ilk taksidi olan 250 milyon dolarlık kısmı Ağustos 1921 yılında ödedi. 1921 yılı bitmeden Almanya borçlarını ödeyemeyeceğini, beş yıllık tecil isteğini müttefik devletlere bildirdi. İngiltere için Almanya iyi bir pazar durumundaydı ve borçların tecil edilmesi hem Alman ekonomisini canlandıracak, hem de canlanan ekonomi sebebiyle İngiltere’nin Almanya’ya olan ihracatı artacaktı. Bu sebeple İngiltere bu isteğe olumlu cevap vermişti. Fransa ise borçların tecil edilmesine şiddetle karşı çıkmış ve kendi alacağını kendisi tahsil etme yoluna giderek Almanya’nın önemli bir sanayi bölgesi olan Rhur bölgesini işgal etmişti. Fransa’nın Rhur bölgesini işgali İngiliz Fransız ilişkilerini germişti. Bu gerginlikten cesaret alan Almanya ve Rhur bölgesinde yaşayan Alman işçiler ve posta memurları pasif direnişe geçerek Fransızlar için çalışmayı reddetmişlerdi. Bu durum Avrupa kamuoyunun Almanların tarafını tutmasına sebep oldu. Bu durum yine de Almanya’da bir ekonomik çöküntünün ortaya çıkmasını önleyemedi. Alman Markı hızla değer kaybetti. 6 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Kasım 1923’te 1 Amerikan Doları 840 Milyar Mark olmuştu. 1923 Şubat ayında Berlin’de bir kilogram et 3.400 Mark iken, Kasım ayında yaşanan devalüasyon sebebiyle 1 Kg et 280 Milyar Mark olmuştu. Fransa Almanya’ya zorla tamir borcu ödetemeyeceğini anlamış ve bir orta yol bulunması için anlaşma yapmaya yanaşmıştı. Sonunda Amerikalı C.G. Dawes’in ödeme planı Ağustos 1924’te kabul edilmişti. Buna göre Almanya borcunu yıllık taksitler halinde ödemeyi kabul etmişti. Almanya’nın ayağa kalkabilmesi için 100 milyonu Amerikalılardan olmak üzere müttefik devletler bu ülkeye toplam 200 milyon dolarlık borç vermişti. 1929-1930 Dünya Ekonomik Krizi Almanya’nın borçlarını ödemede zorlanmasına sebep oldu. 1932’de Lozan’da yapılan görüşmelerde Almanya’nın bir seferde 750 Milyon dolar borç ödeyerek tüm borçlarından kurtulması karara bağlandı. Dünya ekonomik krizi Almanya’da halkın hoşnutsuzluğunu arttırdı ve bu durum Almanya’da Hitler’in başında bulunduğu Nasyonal-Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin ( National-Sozialistische Deutsche Arbeiterpartei ) 1933 yılında iktidara gelmesine neden oldu. Almanya’daki Sosyal Demokrat, Sosyalist ve Komünist hareketler yasaklanarak Nazi Partisi devletin tek partisi konumuna getirilmişti. Hitler’in iktidara gelerek Almanya’da diktatörlüğünü ilan etmesi Avrupa devletleri nezdinde büyük bir endişenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hitler’in 1933’ten itibaren Bir Millet, Bir Devlet politikası güderek Almanya sınırları dışında yaşayan Almanları birleştirme politikası 2. Dünya Savaşı’nın çıkmasına zemin hazırlamıştır. 12.3.2. İtalya’da Benito Mussolini’nin İktidara Gelmesi Birinci Dünya Savaşının meydana getirdiği olumsuzluklar Rusya’da olduğu gibi İtalya’da da toplumun tepkisine neden olmuş ve bu tepki yönetimin değişmesiyle sonuçlanmıştı. İtilaf Devletlerinin İtalya’yı kendi yanlarına çekmek için 1915 Londra ve 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşmalarının gelişen olaylar sebebiyle onaylanmamış olması ve İtalya’ya vaat edilen toprakların ve sömürgelerin verilmemesi İtalyan halkının beklentilerini ve ümitlerini yok etmişti. 1919-1922 arasında iki defa seçim yapılan İtalya’da iç otorite bir türlü sağlanamamıştı. Bu durum pek çok fikir akımının ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu istikrarsızlık 1919 yılında kurulmuş ve 1921 yılında parti haline gelmiş Partito Nazionale Fascisto’nun (Nasyonal Faşist Partisi) işine yaramıştı. 1922 yılında grevler bir iç ayaklanmaya dönüşünce kral hükümeti kurma görevini Faşist Partisi’ne vermiş ve 30 Ekim 1922’de Mussolini başbakanlığa getirilmiştir. Bu 1943 yılına kadar sürecek Mussolini faşizminin başlangıcıdır. Faşizm ; İtalya’da ortaya çıkmış, Liberal demokrasiye, komünizme, kapitalizme ve sosyalizme karşı bir düşünce sistemi ve yönetim biçimidir. Faşizmde esas olan koyu milliyetçilik ve disiplindi. Faşizmde milli çıkarlar her şeyin üstünde tutulmaktadır. Mussolini’nin iktidara gelmesiyle İtalya’da muhalefet partileri yasaklanmış, demokratik müesseseler ortadan kaldırılmış, Faşist Partisi ve devlet bütünleşmiştir. 7 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Mussolini İtalyan milletinin üzerinde oluşan küçüklük ve dışlanmışlık kompleksini yıkmak için onlara eski Roma İmparatorluğu’nu kurmayı milli bir ideal olarak lanse etti. Piyasaya sürülen mallara Roma İmparatorluğu damgasını vurması ve eski Roma İmparatorluğu topraklarına tekrar sahip olma hayali İtalya’da büyük bir coşku meydana getirdi. Mussolini bu ideal uğruna ilk önce Yugoslavya ile anlaşmaya vardığı Fiume meselesini gündeme getirmiş ve serbest şehir olan Fiume’yi ilhak etmişti. 1923’te Yunanistan Arnavutluk sınır meselesini çözen milletlerarası komisyondaki bir İtalyan temsilcinin Yanya’da öldürülmesi Mussolini’yi Yunanistan’a yöneltti. İtalyan donanması Corfu Adasını bombalamış ve ardından adayı işgal etmişti. İşgalin yanında Yunanistan’dan 50 milyon Liret tazminat istemiş ve bu parayı zorla almıştı. 1926 yılında İtalyan Arnavutluk Dostluk Paktı’nın imzalanması, 1927 yılında Yugoslavya ve Fransa arasında bir Dostluk ve İttifak Antlaşmasının imzalanmasına sebep oldu. İtalya’nın Balkanlara sokulması küçük devletlerde bir korkuya neden olmuştu. Bu sebeple küçük devletler kendi aralarında saldırmazlık paktları oluşturarak kendilerini güvenceye almaya çalışmışlardı. Bunun yanında İtalya’nın 1935’te Habeşistan’ı işgal etmesi onun İngiltere ile arasının açılmasına da sebep olmuştur. 12.3.3. Sovyet Rusya’nın Ortaya Çıkması I. Dünya Savaşı sonunda İngilizler savaşın sonucunu şöyle tanımlamaktaydılar: Galipler, mağluplar ve Rusya. Rus Çarlığı’nın yıkılmasıyla 1918 Martında Rusya Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmiş ve dünya, savaşın yanında yeni bir sorunla karşılaşmıştı. Lenin ve Bolşevikler Dünya Proleter İhtilali’ni gerçekleştirmeyi düşünmüşler ve III. Enternasyonal’i (Komintern) kurmuşlardı. Komünizm tehlikesine karşı İngiltere, Fransa ve ABD uzun süre Sovyet Rusya’yı tanımadılar. Almanya’nın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi yalnızlık durumu Sovyet Rusya’nın gözünden kaçmamış ve Sovyet Rusya ve Almanya şartlar gereği bir araya gelerek 1922’de Rapallo Antlaşmasını imzalamışlardı. Sovyet Rusya, TBMM Hükümeti ile imzaladığı 16 Mart 1921 Moskova Dostluk Antlaşması’nda Sevr Antlaşması’nı tanımadığını bildirdiği gibi Rapallo Antlaşmasını imzalamakla Almanlar için ağır hükümler içeren Versailles Antlaşması’nı tanımadığını kabul ve beyan ediyordu. Bu durum Almanlar nezdinde büyük bir sevince sebep oldu. Ancak Almanların Locarno Antlaşmasını imzalaması Sovyet Rusya ile aralarının soğumasına sebep olduysa da 1926 yılında Berlin’de imzalanan Dostluk Antlaşması ile Almanlar Ruslara karşı saldırgan tavırlar içinde bulunmayacağına ve herhangi bir saldırı olması durumunda her iki devlet de birbirine karşı tam bir tarafsızlık güdeceğine söz vermişlerdi. Rusya, Milletler Cemiyeti’nin kuruluşunu “kapitalist devletlerin emperyalist bloku” olarak görmüş ve 1925’ten itibaren komşularıyla saldırmazlık anlaşmaları imzalamıştı. Bu anlaşmalardan ilki 17 Aralık 1925’te Paris’te Türkiye ile imzalanmıştı. Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya ve Fransa ile bir saldırmazlık anlaşması imzalamak istediyse de sadece Litvanya ile bir anlaşma imzalamayı başarabilmişti. Bunun üzerine doğudaki komşuları İran ve Afganistan ile anlaşma yaptı. 8 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Yukarıda isimleri zikredilen ve Sovyet Rusya ile anlaşma imzalamaya yanaşmayan Baltık ülkeleri Kellogg Paktı ve Litvinov Paktı’na girerek Rusya ile aynı pakta girmiş bulunuyorlardı. 12.4. 1930-1938 ARASI DÖNEM VE II. DÜNYA SAVAŞININ ÇIKMASI 12.4.1. Japonya’nın Mançurya’yı İşgal Etmesi Mançurya Çin’in kuzeyinde, Moğolistan’ın doğusunda ve Sibirya’nın güneyinde, 1931’de yüzölçümü 1.416.000 km2 nüfusu ise 29 Milyon civarında bugün toprakları Çin ve Rusya’da kalmış tarihi bir bölgedir. Japonya, 1905’teki Rusya galibiyetinden sonra emperyalist amaçlarla Mançurya’ya girmişti. Burada demiryolu şirketi kurarak ekonomik nüfuz alanını genişletmiş, 1931 yılına geldiğinde demiryoluna yapılan saldırıyı bahane ederek Mançurya’yı işgal etmişti. Bölgedeki Japon işgali ve ilerlemesi Çin, Rusya ve ABD tarafından endişe ile karşılandı. Milletler cemiyetinin meseleyi çözememesi neticesinde Çin Hükümeti ile Japonya anlaşma yoluna gitmiş, Rusya kendisine ait demiryolu şirketini satarak meseleden kaçma yolunu seçmişti. ABD ise açık kapı ilkesi çerçevesinde meselenin üstesinden gelmeye çalışmış ancak o da bir başarı gösterememişti. Mançurya meselesi ve Japon yayılması özellikle ABD tarafından II. Dünya Savaşı öncesinde endişe oluşturan konulardan biri olmuştur. 12.4.2. Avrupa’da Nazilerin Faaliyetleri Hitlerin 1933 yılında iktidara gelmesi Avrupa’da özellikle Almanya’nın komşuları arasında ciddi bir korku meydana getirmişti. Aslında bu korku yersiz de değildi. Hitler, Nazi propagandasına Avusturya’yı ilhak etmek isteğiyle başlamıştı. Hitler, radyodan yaptığı yayınlarla Avusturya’daki Nazilere destek vermekteydi. Nazi tehlikesini fark eden Avusturya başbakanı Dr. Engelbert Dollfuss, Nazi hareketini Avusturya çapında yasaklamıştı. Bu amaçla 1934 yılında Macaristan ve İtalya ile ekonomik ve siyasal işbirliği anlaşması da imzalanmıştı. İtalya’nın Avusturya’ya sınırsız desteğine rağmen polis üniformasıyla başbakanlığa giren Naziler başbakan Dollfuss’u öldürerek iktidarı Nazilerin ele almasını amaçlamışlardı. Ancak hareket ve darbe teşebbüsü kısa sürede bastırılmış ve katiller idam edilmişti. Buna rağmen 1936 yılında Avusturya Almanya ile bir dostluk anlaşması imzalamış ve Nazi eylemlerini gayri resmi olarak serbest bırakmıştı. Hitler bu dönemde Versailles Antlaşması’nın Almanya için ağır hükümler içeren maddelerini baltalamakla uğraşmaktaydı. Versailles Antlaşması’nın hükümlerinden biri Saar Bölgesini Fransa’ya bırakmıştı ve 20 yılın sonunda bir plebisit yapılarak bölge halkına kendi geleceğini tayin etme hakkı tanınmıştı. Hitler yaptığı propaganda ile Saar Bölgesinde yaşayanların Almanya’yı seçmesini sağladı. İkinci olarak Hitler silahlanma yarışına girerek Versailles’in bir hükmünü daha çiğnemişti. Alman ordusunda zorunlu askerlik uygulamasının olmaması yönündeki hüküm de yine Hitler tarafında 1934’te kırılmış ve Alman ordusundaki asker sayısının 300 bin kişiye çıkarılması planlandı. 9 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Almaya tüm bu hazırlıkları gizli bir şekilde yaparak tepki çekmemeye çalıştı. Ancak silahlanma diğer devletlerin gözünden kaçmamış, onlarda açıktan silahlanmaya başlamışlardı. Özellikle Fransa 1907’deki gibi Sovyet Rusya ile 1935’te bir saldırmazlık ve dostluk anlaşması imzaladılar. Bu durum Birinci Dünya Savaşı öncesi bloklaşmaya benzemekteydi. İngiltere izlediği denge politikası gereği Almanya ve Fransa arasının daha fazla açılmasını engellemek ve Avrupa’da Fransız üstünlüğünü frenlemek maksadıyla Almanya ile İngiltere Deniz Silahsızlanması Anlaşması imzaladılar. Bu Fransa ile İngiltere’nin aralarının daha da açılmasına neden oldu. 1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Avrupa’da politik havanın daha da karışmasına sebep olmuştu. Hitler bu hava içerisinde Versailles Antlaşması’nın diğer hükümlerini de feshetmişti. İtalya ise iktidara gelmelerinden beri Nazilere hep kuşkuyla bakmış ve mesafeli durmuştu. 1935’te Habeşistan’ı işgal ederken Almanlar İtalyanlara lazım olan başta kömür olmak üzere stratejik malzemeler satmışlar ve bu iki ülkenin yakınlaşmasına sebep olmuştu. Bununla birlikte İngiltere İtalya’nın güçlenmesinden rahatsız olmuş ve Belçika ve Fransa ile saldırmazlık ve garanti anlaşmaları imzalamıştı. Bu anlaşmaların sebeplerinden biri de Hitler’in Ren Bölgesine asker yerleştirmesidir. 1936 yılında İtalya ve Almanya bu tarihten itibaren birlikte hareket edecekler ve kendilerine Mihver Devletleri diyeceklerdir. Mihver devletlerine ileride Japonya da katılacaktır. Avrupa’da Almanya kendisine müttefikler ararken İspanya’da derin bir iç savaş hüküm sürmekteydi. İspanya’da solcular (cumhuriyetçiler) ile sağcıların (milliyetçiler) mücadelesi General Franco önderliğinde sağcıların zaferiyle sonuçlanmıştı. İtalya’nın ve Almanya’nın Franco’yu desteklemesi Avrupa’da yeni hoşnutsuzlukların çıkmasına neden olmuştur. Uzakdoğu’da Japonya’nın Çin’e saldırması ve revizyonist devletlerin desteği dünyayı yeni bir savaşa sürüklemekteydi. Uzak doğudaki bu gelişmelere Milletler Cemiyeti’nin ve İngiltere’nin sessiz kalması Almanya’yı daha da cesaretlendirmişti. Almanya, 12 Mart 1938’de Avusturya’yı ilhak etmişti. Alman Ordularının hızını alamaması ile 15 Mart 1939’da Çekoslovakya’da Almanya’nın bir parçası olmuştu. Mihver’in Batı Avrupa’dan Orta Avrupa’ya kaydığını gören İngiltere ve Fransa Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye garanti vermek suretiyle bu devletlerin Almanların yanında savaşa girmesini engellemesi İtalyan-Alman ittifakını kuvvetlendirmişti. Bu ittifaka 23 Ağustos 1939 tarihinde Rusya’da katılacaktır. 12.5. SAVAŞIN BAŞLAMASI (1 EYLÜL 1939) Rusya ile dostluk ve saldırmazlık anlaşmasının imzalanması Hitler’deki Bismarck kabusunu sona erdirdi. O ana kadar en büyük korku Almanların iki cephe arasında kalmasıydı ve yapılan anlaşmayla bu korku sona erdirildi. Bu sebeple 1 Eylül 1939’da Alman Orduları savaş ilan etmeksizin Polonya’ya saldırdı. İttifak anlaşmasının getirilerinden yararlanmak bahanesiyle 17 Eylül’de Sovyet Rusya’da savaşa girdi. Almanya ve Rusya Polonya’yı kendi aralarında paylaştılar. İngiltere ve Fransa Rusya’yı kaybetmek istemediklerinden ona savaş ilan etmediler. 10 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Sovyet Rusya cesareti daha artmış bir şekilde Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Finlandiya Rusları oldukça uğraştırmış olmasına ve toprak kazanımlarına rağmen işgal edilememişti. Almanya 9 Nisan’da İsveç ve Norveç’i, 10 Mayıs’ta Hollanda ve Belçika’yı işgale başladı. 10 Haziran 1940’ta Almanya Fransa’ya savaş ilan etti. Mütareke 22 Haziran’da imza edildi. Almanya için kısa soluklu bir talim gibi gelen başarı İngilizleri yalnız bırakmıştı. İtalya’da 10 Haziran’da Fransa’ya savaş ilan etti. 24 Haziran’da mütareke imzalandı. İtalya yüzünü batıdan doğuya döndürdü ve Yunanistan’ı işgal etmek için sudan sebepler ileri sürdü. İstekleri kabul edilmeyince Arnavutluk üzerinden Yunanistan’a girdi. Ancak Yunan kuvvetleri İtalyanları geri püskürtmeyi başarmıştı. Yunanistan’ı işgal işini Almanya tek başına yapacaktı. Savaşta Fransa 3-4 haftada yenilmişti. Baltık devletleri işgal edilmişti. Almanya, İtalya ve Japonya arasında Üçlü İttifak imzalanmıştı. Ne ki bu ittifak Almanlar ile Rusların arasını açmış ve onarılmaz bir şekilde Rusya ve Almanya birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır. Almanya muhtemel bir Rus savaşı öncesi Balkanları güvence altına almak zorunda kalmıştır. Bu sebeple 1940 sonları ve 1941’in ilk yarısında Romanya, Bulgaristan Üçlü İttifak’a katılmıştı. Yugoslavya Rus yanlılarının yaptığı askeri darbe sonucunda Almanlar tarafından işgal edilmişti. 22 Haziran 1941’e gelindiğinde Rusya ve Almanya birbirine savaş açmıştı. İngiliz-Sovyet ittifakı Avrupa’da dengeleri değiştirmişti. 11 Aralık 1941’de Almanya ve ABD’nin savaşa tutuşması savaşı Avrupa kıtasından dışarıya taşımıştı. İtalya’da Mussolini’nin hükümetten düşürülüp tutuklanması ile İtalya Mihver devletlerinden çıkmış ve Müttefiklere yanaşmıştır. Hatta 13 Ekim 1943’te Almanya’ya savaş ilan edilmiştir. Bu tarihten sonra savaşın bir an önce bitirilip Almanya’nın cezalandırılması için müttefikliklerin sağlamlaştırılması ve yeni müttefikler bulunması için Casablanca (14-24 Ocak 1943), Washington (12-26 Mayıs 1946), Quebec (14-24 Ağustos 1943), Moskova (19-30 Ekim 1943), Kahire (22-26 Kasım 1943), Tahran (28 Kasım- 1 Aralık 1943) konferansları düzenlenmişti. Bu konferanslar içinde en önemlisi 4- 11 Şubat 1945’te yapılan Yalta Konferansı’dır. Buna göre savaştan sonra takınılacak tavır ve tazminat meseleleri gibi konular görüşülmüştür. Almanlar Avrupa’da güçsüz müttefikleri ile savaşı sürdürmeye çalışmaktaydılar. 30 Nisan 1945 günü Hitler’in intihar etmesiyle Almanya savaştan çekildi ve 2 Mayıs 1945’te mütareke imzalandı. Uzak doğuda işler biraz daha faklı seyir almaktaydı. Japonya 1943’ten beri geri çekilmekteydi. İngiltere ve ABD’nin Pasifikteki deniz üstünlüğü Japonları geri çekilmeye itmişti. Ancak Japonya henüz teslim olmamıştı. 6 Ağustos 1945’te Hiroshima’ya, 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’ye atom bombası atmaları Japonya’nın sonu oldu. Her iki kentte de yüzbinlerce insan ölmüştü. 11 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi İkinci Dünya Savaşı kesin olarak 1 Eylül 1939’da başlamış ve 2 Eylül 1945’te sona ermişti. On milyonlarca insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’da ve dünyada bloklaşmalar meydana geldi. 1945’ten 1990’lı yıllara kadar dünyada Soğuk Savaş dönemi denen iki kutuplu bir dönem yaşandı. Kutbun bir tarafını Sovyet Rusya oluştururken, diğer tarafını Amerika ve battı ittifakı oluşturdu. 12.6. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜK DIŞ POLİTİKASI İkinci Dünya Savaşı boyunca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Mihver devletlerini ve Müttefik devletleri denge siyaseti ile idare etmiştir. Aslında Türkiye Anti-Revizyonist blokta yer alıyordu ve statükonun korunmasını istiyordu. Bu sebeple otomatik olarak müttefikler grubunda yer almaktaydı. Ancak Rusların da kaybedilmemesi gerekiyordu. Bunun için Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu Moskova’ya gitti. Ancak Rusların durduğu nokta ve Türkiye’nin arzu ettiği batılı grupta kalma ümidi aynı potada buluşturulamadı. Sovyetler ile bir müttefikliğin olamaması sonucunda Türkiye Ekim ayında İngiliz, Fransız ittifakını imzaladılar. İmzalanan bu ittifaka göre Türkiye’ye bir Avrupa Devleti saldırırsa hem İngiltere hem de Fransa Türkiye’ye yardıma gelecekti. Türkiye’de bu iki ülkeden biri Akdeniz’de savaşa yol açan bir saldırıya uğrarsa savaşa girecekti. Yine Fransa ve İngiltere Yunanistan ve Romanya sebebiyle savaşa girerse Türkiye bu devletlere yardım edecekti. Fransa’nın İtalya ve Almanya tarafından yenilmesi Türkiye’yi imzalamış olduğu anlaşmanın maddelerine uymayı gerekli kılmaktaydı. Ancak Cumhurbaşkanı İnönü ne pahasına olursa olsun savaşa girmeme konusunda ısrarlıydı. Sovyetler ile savaş durumu ortaya çıkarmamak için Türkiye müttefiklerinin taleplerini geri çevirdi. Bu en çok Almanya’nın işine yaradı. İngiltere şimdi iki müttefiğinden de mahrum kalmıştı. Bunun yanında Türkiye’nin Almanya ile imzaladığı saldırmazlık anlaşması Türkiye’yi siyasi ve diplomatik olarak bir kaosun içine de sokmuştu. Türkiye birbirleriyle savaşan İngiltere ile müttefik, Almanya ile saldırmazlık anlaşmasına sahip ve Rusya ile dost ve müttefik. Türkiye bu karışık durumdan jeopolitik konumu gereği Güç Dengesi stratejisi ile kurtulmaya çalışmıştır. Sovyetler ve İngiltere savaşın derhal bitirilebilmesi için yeni bir cephe açma gereğini görmüşlerdi. Bu cepheyi Türkiye’yi de savaşa sokarak Balkanlarda açmak istiyorlardı. Bu isteği belirtmek için 30 Ocak 1 Şubat 1943 Adana görüşmelerinde İngiltere başbakanı Churchill Cumhurbaşkanı İnönü’ye durumu belirtmişti. İnönü savaşa girmeyi kabul etmekle birlikte Türkiye için iki çekince olduğundan ısrarla söz etti. Birinci olarak eğer cephe Balkanlarda açılırsa Rus Ordusu durdurulamazdı ve Türkiye için büyük bir tehditti. İkinci olarak Türk askerinin teçhizat eksikliklerinin giderilmesi gerekmekteydi. Savaş bittikten sonra Türkiye için asıl savaş başlayabilirdi. 12 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 1944 yılına geldiğinde Türkiye müttefik bloğundan tecrit edilmişti. İlişkiler soğumuş hatta kopmuştu. Cumhurbaşkanı İnönü bu ilişkileri onarabilmek için önce Almanya’ya krom satmayı durdurdu ve Almanya ve Japonya ile diplomatik ilişkileri kesti. Müttefik devletler 1 Mart 1945 tarihine kadar Mihver devletlerine savaş ilan etmeyenleri yeni dünya düzenine dahil etmeyeceklerini bildirmesi üzerine Türkiye 23 Şubat 1945’te savaş bittikten sonra (resmen bitmemekle birlikte yenenler ve yenilenler belli olmuştu) Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Bu hareket bile Türkiye’yi uzun süre yalnızlıktan kurtaramayacaktır. Hatta öyle ki Savaş sonunda Rusya bu sebeple Türkiye’den toprak talebinde bulunacaktır. Türkiye, Sovyetler ile masaya yalnız oturmak istemediğini İngiltere’ye belirtmiş fakat İngiltere bu talebe sıcak bakmamıştır. Bu tarihten itibaren Türkiye ABD yakınlaşması dikkate değer ölçüde artmıştır. ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de yaptığı açıklamada (Truman Doktrini) ABD’nin Türkiye’yi ekonomik, askeri ve siyasi olarak destekleyeceğini açıklamıştır. Taraflar arasındaki anlaşma 12 Temmuz 1947’de imzalanmıştır. Türkiye savaş boyunca denge politikası izlemiş ve savaş sonuna kadar askerini terhis edememiştir. Bu durum sosyal ve ekonomik huzursuzlukları beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte 26 Nisan-26 Haziran 1945’te toplanan San Francisco Konferansına katılmış, Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden biri olmuştur. 12 Nisan 1949’da kurulan NATO’ya ancak Kore Savaşı’na girme koşuluyla girilebilmiştir. 12.7. II. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ 12.7.1. Milli Korunma Kanunu (18 Ocak 1940) 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla başlayan II. Dünya Savaşı ekonomik olarak Türkiye’yi oldukça derinden etkilemiştir. Ne zaman sona ereceği belli olmayan ve Türkiye’yi de içine alması muhtemel bir savaşa karşı seferberlik ilan edilmiş ve Türkiye’nin üretici gücü olan erkek nüfus silah altına alınarak sınırlara gönderilmişti. Üretici gücün askerde olması bir takım zorlukları beraberinde getirecektir. Bu zorlukları aşmak için Başbakan Dr. Refik Saydam bir takım düzenlemeler yapmıştı. 18 Ocak 1940’ta TBMM’de görüşülen kararlar Milli Korunma Kanunu adıyla yasalaşmıştı. Bu kanuna göre hükümet üretimin ihtiyacı karşılayabilecek nitelikte olmasını sağlayabilmek için sanayi ve maden kuruluşlarını denetleyebilecek ve bu kuruluşların üretim programlarını yapabilecekti. Buralarda çalışan mühendisler, uzmanlar ve işçiler geçerli bir mazereti olmadıkça buralardan ayrılamayacaktı. Hükümet ithalatı denetleyecek, ithal edilecek ürünlerin cinslerini ve miktarlarını belirleyebilecekti. Hatta bu konuda yasaklar da koyabilecekti. Kanun hükümete ithalatta ve ihracatta fiyatları sabit tutma yetkisi veriyordu. Bazı maddelerin tüketim miktarları sınırlandırılabilecekti. İç piyasada satılan bazı malların fiyatları ve türleri saptanabilecekti. Söz konusu yasa yürürlükte olduğu müddetçe taşınmaz malların kiraları 1939 yılını geçmeyecekti. Çiftçilik yapabilecek durumda olan kadın ver erkekler kendi işlerini aksatmamak şartıyla başka çiftliklerde ücretli işçi olarak çalıştırılabilecekti. 8 hektardan daha büyük arazisi olanlar bunun yarısına hububat ekme zorunluluğu konabilecekti. 13 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Hükümet her türlü özel aracın kullanımını düzenleyebilecekti. 4 hektardan fazla arazisi bulunanlarda bir çift öküz kalmak kaydıyla Millî Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nu hükümleri doğrultusunda diğer hayvanlara el konulması kararlaştırılmıştı. Bu kanun ne yazık ki 4 hektardan az arazisi bulunan çiftçilerin elinden hayvanını aldığı için küçük çiftçilerin çok zor şartlarda yaşamasına sebep olmuştu. Yasa, “Tehlikeli zamanlarda ulusun bütün güçlerini ve yurdun bütün ekonomik hareketlerini kamunun kurtuluşu hedeflerine yöneltmek için düşünülmüş bir düzenleme” olarak nitelendirilmişti. Bu sebeple bu önlemlere ve kararlara uymayanlar hakkında çeşitli para cezaları ve hapis cezaları öngörülmekteydi. Kararların uygulanmasında yaşanacak sorunları en aza indirmek için hükümet içerisinde Koordinasyon Heyeti kurulmasına karar verilmişti. Tüm önlemlere karşı pahalılığın önüne geçilememiş, yer yer yiyecek ve giyecek sıkıntısının ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bu durum ihtikârcılığı körüklemişti. Hükümet 1941 yılında yiyecek sıkıntısını gidermek için Ticaret Bakanlığı’na bağlı İaşe Müsteşarlığı kurulmuştu. Müsteşarlık 1941-1942 ürününe Toprak Mahsulleri Ofisi’nce el konulmasını kararlaştırdı. Ekmek yapımında sadece buğday kullanılması kararlaştırılmıştı. 24 Kasım 1941’de pasta ve benzeri maddelerin yapımı yasaklanmıştı. 13 Ocak 1942’de büyük şehirlerde ekmeğin karne ile dağıtılması kararlaştırılmıştı. Çocuklar için günde 175 gr, büyükler için 375 gr, ağır işlerde çalışan işçiler için 750 gram olarak saptanan ekmek dağıtımı bir müddet sonra gün aşırı 150gr ve 300 grama indirildi. Ağustos 1942’de pasta yapımı serbest bırakılmış, ekmeğin karneyle dağıtımı ise 1946 yılına kadar devam etmişti. Bazı değişiklikler yapılarak yasa 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar yürürlükte kalmıştı. Refik Saydam’ın ölümüyle başbakanlığa getirilen Şükrü Saraçoğlu dar gelirli memurlara ve eşlerine elbiselik kumaş ve ayakkabı dağıtılması toplumda memur vatandaş ayrımı var gibi algılanmıştı. Cumhurbaşkanı İnönü sorunun bir türlü çözülememesini bazı ihtikârcı tüccarların, çiftlik ağalarının ve yabancı devlet hesabına çalışan ihtiraslı politikacılara bağlamıştı. 12.7.2. Varlık Vergisi (11 Kasım 1942) II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye savaşa girmese de büyük ekonomik sıkıntılar yaşanmıştı. Refik Saydam’dan sonra hükümeti kurarak başbakan olan Şükrü Saraçoğlu bu sıkıntıları aşmak için yeni vergiler ihdas etmişti. Bu vergilerden biri Varlık Vergisi’dir. Varlık Vergisi’nin konma sebebi bir önceki hükümet tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen fiyatlar, Saraçoğlu Hükümeti döneminde biraz serbest bırakılmıştı. Bu durum fiyatların hızla artmasıyla sonuçlandı. Örnek verilecek olursa buğday fiyatları 13.5 kuruştan 100 kuruşa, zeytinyağı ise 300 kuruşa fırlamıştı. Bu duruma şehirlerde sanayi ve ticaret erbabı ile ithalatçılar, köylerde büyük toprak sahipleri sebep olmaktaydı. O günlerde Türkiye’de gelir vergisi de uygulanamadığından bu ihtikarcıların vergilendirilmesi gerekmekteydi. 11 Kasım 1942’de TBMM’de kabul edilen yasa şöyle demektedir. “Gelir ve varlık sahiplerinin varlıkları ve olağanüstü kazançları üzerinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere olağanüstü bir yükümlülük getirilmektedir. Vergi, kazanç ve gelir sahiplerini ve daha çok iktisat şartlarının darlığından doğan güçlükleri istismar ederek, yüksek kazançlar elde et14 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 tikleri halde, kazançları ile orantılı derecede vergi vermeyenlere yönelik bulunmaktadır.” Alınacak vergiler oluşturulacak komisyonlarca 1941 kayıtlarına göre saptanacaktır. Vergi listeleri aralık ayının ortasında ilan edildi ve verginin on beş gün içerisinde ödenmesi şarta bağlanmıştı. Borcunu on beş gün içinde ödemeyen mükellefler birinci hafta için % 1, ikinci haftadan itibaren % 2 gecikme faizi ödeyeceklerdi. Tahakkuk edilen verginin miktarı yaklaşık 400 milyon TL olarak saptanmıştı. Bu parayı ödeyecek mükelleflerin % 60-65’i Gayrimüslim, geri kalanı ise Müslümanlardı ve yaklaşık toplam mükellef sayısı 115 bin civarındaydı. Yasanın uygulanmasında Müslümanlara kolaylıklar gösterilirken Gayrimüslimler için şartlar biraz daha ağırdı. Yasaya karşı itiraz ve mahkemeye gitme hakkı da kapatılmıştı. Buna rağmen TBMM’ye yaklaşık 24 bin kişi itirazda bulunmuştu. Yasa çıkarıldıktan sonra oluşturulan komisyonların uygulamaları bir dizi aksaklığın ve haksız değerlendirmelerin oluşmasına sebep olmuştu. Yasaya göre kişilere ait belirlenecek servetler ve kazançlar için kesin bir kriter yoktu ve bunların belirlenmesinde tamamen komisyonu keyfi bırakmıştı. Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Ankara, Aydın, Adana ve Mersin gibi şehirlerde veya kırsalında oturan mükelleflerin birçoğu kendisi için tespit edilen vergi miktarını ödeyememişti. Örneğin İstanbul’daki tüccarlardan Hamparsun Erkman 400 bin TL yerine 5000 TL, Arsak Çuhaciyan 400 bin yerine 800 TL ödeyebilmişti. Bunun gibi kendisine 350 bin ile 400 bin aralığında vergi kesilen pek çok mükellef ödeme yapamamıştı. Borcunu ödemeyenlere karşı Cumhurbaşkanı İnönü 20 Ocak 1942’de verdiği demeçte şöyle demiştir: “Bu memleket tarafından gösterilen konukseverlikten yararlanarak, zengin oldukları halde, ona karşı nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” Varlık Vergisi’ni ödeme süresi içinde ödemeyenlerin mallarına el konulması kararlaştırılmıştı. Bu yolla belirlenen miktar sağlanamazsa yükümlülerin bedenen çalıştırılmaları uygun görülmüştü. Çalıştırma yeri olarak Erzurum Aşkale seçilmişti. Aşkale’ye bu süre boyunca yaklaşık 1200 kişi gönderilmişti. Bu kişiler karla kaplı yolları açmak ve yol yapımında kullanılmak üzere taş kırmakla cezalandırılmıştı. Bedenen çalıştırılanlar için günlük 250 kuruş bedel belirlenmişti. Bu paranın da yarısından çoğu vergi borcuna sayılacak, geri kalanı ise yeme içme bedeli olarak alıkonulacaktı. Aşkale’ye gönderilen borçlular yaklaşık bir yıl sonra çıkan bir kanunla serbest bırakılmışlardı. Varlık Vergisi Kanunu 16 aylık bir uygulamadan sonra 15 Mart 1944’te yürürlükten kaldırılmıştı. Yürürlükte kaldığı süre içinde toplanması beklenen yaklaşık 400 milyon lira yerine yaklaşık 315 milyon lira gelir elde edilmişti. Bu elbette ki Türkiye’nin ekonomik değerlerini yukarıya taşıyacak bir meblağ olmamakla birlikte uygulanan sıkı ekonomik politika ile Merkez Bankası piyasadan 30 tona yakın altın almış ve hazinede yaklaşık 12 milyon İngiliz Sterlini biriktirilmişti. Varlık Vergisi “kayırma, kandırma, rüşvet ve çalışma kamplarının meydana getirdiği bir öfke olarak uzun yıllar milletin hafızasında yer etmişti. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti ortaya çıkmış bulunan huzursuzluğu her defasında dillendirmiş ve bu durumu 15 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi CHP’ye ve İnönü’ye karşı kullanmışlardı. Hatta Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan 1953 yılında TBMM’ye sunduğu yasa önerisiyle Varlık Vergisi’ni çıkaran başta cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve bakanlar kurulu üyelerini gelecekteki tüm seçimlerden mahrum bırakmayı teklif etmişti. 12.7.3. Toprak Mahsulleri Vergisi (4 Haziran 1943) Saraçoğlu hükümetinin şehirdeki tüccara karşı uyguladığı Varlık Vergisi’nin büyük çiftçilere karşı uygulananı ise Toprak Mahsulleri Vergisi’dir. Kanunun konma nedeni olarak “Karşılanması lazım gelen külfetli savunma harcamalarının bütün millet arasında ahenkli bir dağılımı” için artan toprak mahsulleri fiyatlarından vergi alınması gösterilmiştir. Vergi toprak mahsulleri üzerinden ayni olarak alınacaktı. Vergi oranı % 8 ile % 12 arasında belirlenmişti. Bu oranı saptamak hükümetin sorumluluğuna verilmişti. İlk yıl vergi oranı % 8 olarak uygulanmıştı. Tüm uğraşlara rağmen uygulamada bazı aksaklıklar ortaya çıkmıştı. Bu aksaklıkların giderilmesi için illerde ve ilçelerde komisyonlar kurulmuştu. Yine de bazı usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların önüne geçilememişti. Bu kanun bazı milletvekilleri tarafından bile 1925’te kaldırılan Aşar Vergisi’nin farklı bir çeşidi olarak adlandırılmaktaydı. Bu sebeple savaş biter bitmez 23 Ocak 1946’da bu uygulamaya son verilmişti. Bu kanunla yaklaşık 200 milyon TL gelir elde edilmiştir. Savaş yıllarında yürürlüğe sokulan bu kanunlarla ülkede açlık önlenmeye çalışılmıştı. Ancak neredeyse toplumun her kesiminin bu uygulamalara karşı hoşnutsuzlukları bulunmaktaydı. Toprak Mahsulleri Vergisi’ne çiftçiler, Varlık Vergisi’ne Gayrimüslimler tepki göstermişti. Milli Korunma Kanunu büyük vurgunları önleyemediği gibi küçük esnafa ve satıcılara kesilen cezalar sebebiyle hoş karşılanmamıştı. Bu uygulamalar, demokratik yaşama geçme denemelerinin yapıldığı 1946 ve 1950 seçimlerine damga vurmuştu. Bu vergiler o dönemde iktidar partisi olan CHP’yi çok zor durumda bırakmış ve Türkiye’nin iktidara gelen ilk gerçek muhalefet partisi Demokrat Parti’ye (DP) teveccühü arttırmıştı. 12.7.4. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (11 Haziran 1945) Topraksız köylüye toprak dağıtıp onun kendi ayakları üstünde durmasını sağlamak, büyük toprak ağalarının elinde neredeyse köle olmasını engelleme düşüncesi daha genç cumhuriyetin ilk günlerinde gündeme gelen konulardan biri olmuştur. Bunun ilk uygulamalarını 1925 Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra görmekteyiz. İsyana katılan halkın bir kısmı zorunlu göçe tabi tutulmuş ve geldikleri batı Anadolu’da kendilerine toprak verilmişti. 1929’da çıkarılan kanunla 20000 dönüm arazi kamulaştırılmış, bunun 11000 dönümü topraksız köylüye dağıtılmıştı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında daha çok köylüye toprak dağıtmak ve dağılan toprakları birleştirmek için harekete geçilmiştir. Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından hazırlanan Çiftçiyi Topraklandırma Yasası ile arazisi olmayan çiftçiler veya çiftçilik yapmak isteyenlere arazi dağıtmak ve ülke topraklarını sürekli olarak işlenmesini sağlamak ve boş bırakmamak amaçlanmıştır. 16 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Tasarı ile topraksız çiftçi topraklandırılacak, dağınık bulunan topraklar birleştirilecek, işletilebilecek toprakların alt ve üst sınırları belirlenecek ve kiralama, ortakçılık gibi yöntemlere son verilecektir. Tasarı TBMM’de kurulan bir komisyona havale edildi. Komisyonda başkan İzmir Milletvekili Rahmi Öken, raportör Aydın Milletvekili Adnan Menderes, Adana Milletvekili Cavit Oral ve Eskişehir Milletvekili Emin Sazak’ta bulunmaktaydı. Bu milletvekillerinin ortak özelliği hepsi büyük toprak sahibi kişilerdi. Bu dört kişi yasa tasarısına şiddetle karşı çıkmışlar ve bu tasarı ile Sovyetlerde olduğu gibi Kolhoz çiftliklerinin kurulmaya çalışıldığı iddia ediliyordu. Başta Adnan Menderes olmak üzere yasaya muhalif olanlar bunun bir Bolşeviklik provası olduğunu iddia ediyordu. Muhalifler toplumda hiç de böyle bir talep yokken neden bunun yapıldığını ve toprak sahibi çiftçinin elinden toprağının alındığını soruyorlardı. Halbuki bu topraklara dokunulmadan devletin elindeki toprak çiftçiye dağıtılarak bu ihtiyaç giderilebilirdi. Tartışmalar 3 ay sürdü ve tasarı 11 Haziran 1945’te TBMM’de kabul edildi. 15 Haziran 1945’te 4753 sayı ile yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Yine bundan sonra her 15 Haziranı Toprak Bayramı olarak kutlanması da karara bağlanmıştı. Çitçiyi Topraklandırma Kanunu CHP içinde muhalefetin derinleşmesine ve partiden kopmalara neden olmuştu. Yapılan baskılarla Tarım Bakanı görevinden alınmış yerine yasaya muhalif Cavit Oral Tarım Bakanı olmuştu. Yasa üzerinde bazı değişiklikler yapılmış bu değişiklikler 27 Mart 1950’de kabul edilmişti. 14 Mayıs 1950’de CHP’nin iktidardan indirilmesiyle yasa uygulanır olmaktan çıkmıştır. 12.7.5. 7 Eylül 1946 Kararları İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Türkiye Dünya ile entegre olmak için kendi içinde bazı düzenlemelere gittimişti. 22 Haziran 1945’te Çalışma Bakanlığı kurulmuştu. 9 Temmuz 1945’te İşçi Sigortaları Genel Müdürlüğü ve 23 Ocak 1946’da İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştu. İş hayatında meydana gelen bu değişimlerin yanında Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) üye olunmuştu. Dış ticareti canlandırmak ve Amerika’nın kurmuş olduğu ekonomik düzen çerçevesinde dünya ile ticaret yapabilmek için Türk Parası’nın değerinin düşürülmesine karar verilmişti. Maliye Bakanı Halit Nazmi Kaşmir’in önerisiyle 7 Eylül 1946’da Türk parasının değeri Amerikan doları % 216 oranında azaltılmış, 1 dolar 130 kuruştan 280 kuruşa çıkarılmıştı. İhracatı arttırmak için yapılan bu devalüasyon ülke içinde mal fiyatlarının daha da artmasına sebep olmuştu. Ülkede artan fiyatlara karşılık hayat pahalılığının meydana gelmesi hükümete karşı tepkilerin şiddetlenmesine sebep olmuştu. Bu tepkiler 1950 seçimlerinin asıl sebebini oluşturmuştur. 12.7.6. Köy Enstitüleri’nin Kurulması Milli Şef İsmet İnönü’nün en çok değer verdiği projelerin başında köylüyü eğitme projesi olan Köy Enstitüleri’nin kurulması gelmektedir. Köye öğretmen yetiştirme düşüncesi daha 1933 yılında dillendirilmeye başlanmıştı. 17 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde (1936) Köy Eğitmenleri Projesi ele alınmıştır. İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilmiş olan İsmail Hakkı Tonguç’un katkılarıyla ilk Eğitmen kursu Eskişehir yakınlarındaki Mahmudiye çiftliğinde açılmıştı. Köylerden seçilen eğitmen adaylarına burada 5 ay kurs verilecek, başarılı olanlar Ankara’nın köylerine stajyer olarak gönderilecekti. Bu ilk uygulama başarılı olunca 11 Haziran 1937’de Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarılmış Eskişehir (Çifteler), İzmir (Kızılçullu) ve Edirne’ye (Karaağaç) Eğitmen kursları açılmıştı. Ertesi yıl bu sayı 6’ya çıkarılmıştı. Köy Enstitüleri’nin temelini işte bu eğitmen kursları oluşturmaktaydı. Atatürk’ün ölümüyle Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü köy halkının eğitilmesi işine büyük önem vermişti. Bu sebeple Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel’in getirilmesi projeyi farklı bir havaya sokmuştu. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un planlarına göre köylerden seçilecek öğrencilerin birer öğretmen-eğitici ve önder kişi olarak yetiştirilmeleri sağlanacaktı. Yetiştirilen bu öğrenciler tekrar köylerde görev alacaklar ve böylece bilgi Anadolu’nun en ücra köşesine kadar götürülecekti. Cumhurbaşkanının desteğini alan bu ikili mecliste milletvekillerinin desteğini almaya çalışmış ve TBMM’de 17 Nisan 1940 tarihinde yapılan oylamayla Köy Enstitüleri kurulmuştu. Köy enstitülerine gerek var mıydı diye bir soru sorulduğunda buna cevap vermek için ülkedeki eğitim durumuna bakmak gerekmektedir. 1935 nüfus sayımına göre ülkedeki erkek nüfusun % 23.3’ü, kadın nüfusun % 8.2’si okuma yazma bilmekteydi. Okula giden çocuklar kentlerde % 80, köylerde ise % 26 oranındaydı. 40 bin yerleşim yerinin 30 bininde hala okul yoktu. 1936 verilerine göre köylerde ilkokul sayısı 5080, öğretmen sayısı 6091, öğrenci sayısı ise yaklaşık 370 bin civarında idi. Bu hızla gidilecek olursa ülkede yaşayanların tamamının okuma yazma öğrenmesi neredeyse yüz yılı bulacaktı. Açılan köy enstitülerine sadece köy çocukları kabul edilecekti. Sağlıklı, zeki çocuklar seçilecek ve bu seçilen öğrencilerin ilkokul 5. sınıftan mezun olmuş olmaları şartı aranacaktı. Çünkü amaç ilkokuldan sonra 5 yıl daha köy enstitülerinde eğitim görerek burada başarılı olanları köylere öğretmen ve eğitmen olarak göndermekti. Bu öğrenciler köy enstitülerinde sadece okuma yazma öğretme bilgisine sahip olmuyorlar, her türlü bağ, bahçe ziraati, atölye ve inşaat işlerinde ve aynı zamanda sağlık bilgisine de sahip olarak mezun oluyorlardı. Böylece köye atanacak bir köy enstitüsü mezunu, gittiği köyün hem öğretmeni, hem ziraat mühendisi, hem inşaat ustası, hem de veterineri olarak görev yapmaktaydı. Bu öğretmenler yalnızca köylerde görev yapabiliyor, kendilerine ayda 20 Lira maaş veriliyordu. 1936’dan 1948 yılına kadar (Köy Öğretmen Okulları Köy Enstitüsü’ne dönüştürülmüştü) toplam 20 Köy Enstitüsü açılmıştı. Kapandığı 1954 yılına kadar bu enstitülerde yaklaşık 17.000 köy öğretmeni yetişmişti. Öğrenciler eğitim gördükleri dönemde bir haftada toplam 44 saat ders görüyorlardı. 18 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 Bunun 22 saati Türkçe, matematik, tarih gibi kültür dersleri; 11 saati tarım dersleri ve çalışmalar; 11 saati ise tarım sanatları derslerine ayrılmaktaydı. Bu eğitimi alan öğretmenlerin köylerde işe yaradığına hiç şüphe yoktur. Hatta öyle ki 1928-1938 arası dönemde ilkokul diploması alan toplam öğrenci sayısı 262.000 iken, köy enstitülerinden mezun olup köylerine öğretmen olarak gönderilenlerin de gayretiyle 478.000’i bulmuştu. Ne var ki 2. Dünya Savaşı’nın bitmesi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bazı değişim rüzgarlarının esmesine neden olmuştu. Bu çerçevede Köy Enstitüleri tartışmanın merkezine oturtulmuştu. Köy enstitülerine karşı amansız bir muhalefet oluşmuştu. Muhalefet başlıca şu sebeplerle köy enstitülerinin kapatılmasını istiyordu. 1. Köy Enstitülerine sadece köy çocuklarının alınması, köylü ile kasabalı/kentli kaynaşmasını önleyecekti. Belki de sınıf ayrımının ortaya çıkması kaçınılmazdı. Bu Atatürk’ün Halkçılık ilkesine aykırıydı. 2. Enstitülerde aşırı solcu, komünist bir eğitim öğretim uygulanmaktaydı. Öğrencilerin kendi binalarını bile kendileri yapmaları, kendi temizliklerini, kendi yemeklerini kendilerinin yapması Sovyet Rusya’daki komünist rejim ile paraleldi. 3. Enstitülerin yönetici kadrosu Marksist ve Komünist kişlerden oluşmaktaydı. 4. Yatılı olan okullarda kız, erkek öğrencilerin birlikte kalmaları 1950’li yılların Türkiye’sinde kolay kabul edilebilir bir durum değildi. 5. Köylerde okul yapımının köylülere yüklediği ağır yük şikayet konusu oluyordu. 6. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrencilere Komünist Manifesto dağıtılması endişelere yol açmıştı. 7. Mareşal Fevzi Çakmak’ın İsmet İnönü’ye “Kapatın şu komünist yuvalarını” telkini İsmet Paşa üzerinde etkili olmuştu. Bu ve bunun gibi nedenler ve dünyada değişen hava sebebiyle Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınmış, yerine Köy Enstitülerinin kurulmasına karşı çıkan Şemsettin Sirer’in getirilmesi köy enstitülerinin kaderini belirlemişti. 1950’de iktidara Demokrat Parti’nin gelmesiyle Köy Enstitüleri sorunu tekrar masaya yatırılmış ve 27 Ocak 1954 tarihinde Köy Enstitüleri’nin tamamı öğretmen okullarına dönüştürülerek tamamen kapatılmıştır. 19 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 12.8. KAYNAKÇA • Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I, I/1, II (Bozkurt, G., Çağan, N., Ergün, M., Genç, N., Güneş, İ., Kürkçüoğlu, Ö., Taşdemirci, E.), YÖK Yayınları, Ankara, 1995 • Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, (Çakmak, M.A., Dönmez, C., Hayta, N., Safran, M., Şahin, M., Turan, R.), Okutman Yayıncılık, Ankara, 2009 • Atatürk ve Türk İnkılap Tarihi, (Ed. F. Acun), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2010 • Armaoğlu, F., 20. YY Siyasi Tarihi (14. Baskı), Alkım Yayınları, İstanbul, 2005 • Yakınçağ Türkiye Tarihi, (Ed. Sina Akşin), Milliyet Kitaplığı, İstanbul • Parker, G. Cambridge Savaş Tarihi (Çev. F. Tayanç, T. Tayanç), İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2014 • Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, (Akbıyık, Y., Akbulut, D.A., Avcı, C., Balcıoğlu, M., Eraslan, C., Köstüklü, N., Süslü, A., Tural, M.A., Turan, R., Yalçın, D.), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2000 • Turan, Ş., Türk Devrim Tarihi IV.1, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999 20 1938-1945 Döneminde Türkiye’nin İç Siyaseti, Ekonomisi Ve Dış Politikası Ünite 12 21 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 22